27.02.2022 Views

Genç Girişim Dergisi 37. Sayı

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

37.SAYI

ISO 9001:2015

26. YIL

MÜGE ARPACIOĞLU

MODA SEKTÖRÜNÜN

YENİLİKÇİ YÖNETİCİSİ

TÜLİN MEDE ESMER

HAYAT BOYU ÖĞRENME

MOTİVASYONUYLA KARİYERİNE

YÖN VEREN YÖNETİCİ

HANDE YAŞARGİL

BAŞARILARIYLA İLHAM

VEREN KADIN YÖNETİCİ

ACUN

ILICALI

Başarı öyküsünü paylaşıyor

BUGÜNÜN DOĞRULARI

YARININ YANLIŞLARIDIR

ALI ÜLKER

Şans Elinize Geçtiğinde Peşinden

Koşmak İçin Cesur Olun

GÜRHAN ÇAM

ÜCRETSİZDİR



1


Kariyerine giden en kısa yol

Genel Yayın Yönetmeni

Gözde KIRANT

Editörler

Aleyna TOPOĞLU

İrem BİNİCİ

37. Sayı Ekibi

Bayram Harun ÇOBAN

Berfin ERÇEL

Büşra DOLANBAY

Dicle BALAMİR

Esra SARICIOĞLU

Gülnur DOLANBAY

Ramazan TURGUT

Simge METE

Suhan SARDOĞAN

Yaren VURAL

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İŞLETME

FAKÜLTESİ İŞLETME KULÜBÜ,

AVCILAR/İSTANBUL

İmtiyaz Sahibi

Muharrem BELENE

Yayın Türü

Yerel, Süreli, Yılda Bir

Baskı

Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi

Giriş Kat EBlok No:13 1BE11,

Topkapı/İstanbul

2021-2022 İŞLETME KULÜBÜ

YÖNETİM KURULU

Yönetim Kurulu Başkanı

Muhammed YÜZBAŞIOĞLU

Yönetim Kurulu Başkan

Yardımcıları

Batuhan BATUR

Burak DEMİR

Girişimcilik Departmanı

Dilara KARABACAK

Yönetici Geliştirme Departmanı

Berfin DEMİR

Proje Yönetim Departmanı

Aybüke KILINÇ

Genç Girişim Dergisi Departmanı

Gözde KIRANT

Reklam ve Pazarlama Departmanı

Ecem Beliz ATEŞ

Kariyer Planlama Departmanı

Alper ERGEN

Yönetim Kurulu Genel Sekreteri

Safa KAYA

Kurumsal İletişim Departmanı

Ebrar ELHAN

Mali İşler

Muhammed Ali KUŞ

2


4 Editörlerden

Genel Yayın Yönetmeninden

5

6 Röportaj: Murat Emirdağ “E-Ticaret Sektöründeki Öncü Girişimleriyle Dikkat Çeken İsim”

Bünyamin Sürmeli “Yaşayarak mı Öğreneceğiz? Bilgi ile Engel mi Olacağız?”

14 Ayşe Kulin “Genç Girişim Dergisi Okuyucusuna Açık Mektup”

Röportaj: Hande Yaşargil “Başarılarıyla İlham Veren Kadın Yönetici”

20 Kadir Abdik “Doğayı Korumak: Elektrikli Araç”

10

16

22

Röportaj: Ali Ülker “İnovatif Düşünceleri Global Değerleri ile Zenginleştiren Lider”

28 Reklamcılık: Bülent Yar “Gelişen Teknolojide Reklamcılığın Serüveni”

Röportaj: Müge Arpacıoğlu “Moda Sektörünün Yenilikçi Yöneticisi”

30

34 Röportaj: Tülin Mede Esmer “Hayat Boyu Öğrenme Motivasyonuyla Kariyerine Yön Veren Yönetici”

İklim Krizi: Celal Toprak “İklim Krizi Üstümüze Doğru Geliyor”

38

42 Röportaj: Acun Ilıcalı “Başarısını Halkın Sevgisi ile Taçlandıran İş İnsanı”

Pazarlama: Büşra Miray Müftüoğlu “Pandemiyle Birlikte Değişim; Yeni Pazarlama Trendleri”

50 Röportaj: Canan Özdemir İşmen “Markasında Zarafeti Yaşatan Başarılı Girişimci”

Yazı: Ebru Dorman “Girişimci Ruhu”

54

46

58 Sürdürülebilirlik: Emrah Özbay “Uzun Vadede Değer; Kurumsal Sürdürülebilirlik”

Röportaj: İlhan Yılmaz “Oyun Dünyasındaki Trendlere Öncülük Eden Yönetici”

64 Röportaj: Gürhan Çam “Finansal Teknolojinin Öncü Yöneticisi”

Teknoloji: Lale Şahin “Teknoloji İş Yaşamını Nasıl Değiştirdi; Geleceğe Bakış”

72 Röportaj: Yasin Oral “Paribu CEO'su ”

68

76

Sosyal Sorumluluk : “Türkiye’nin En Köklü Eğitim Çınarı: Darüşşafaka”

81 Yazı: Haldun Dormen “Genç Girişim Dergisi Okuyucusuna Açık Mektup”

Röportaj: Başak Taşpınar Değim “Yaratıcı Girişimiyle Bir İlke İmza Atan İsim”

86 Bizden: Etkinliklerimiz

Röportaj: Emre Abat “Hediye Edilebilir Ürün Pazarına Liderlik Eden Girişimci”

92 Arşivden: Derya Çetin‘’Marka Kavramı’’

60

88

82

3

İÇİNDEKİLER


Sevgili Genç Girişim Dergisi Okurları,

Aleyna Topoğlu

İşletme Kulübü ailesi olarak büyük emek ve özveri göstererek

hazırladığımız 37. sayımızı siz değerli okurlarımızla buluşturuyor

olmaktan büyük bir heyecan duymaktayım. Her yeni sayımızda

bir adım ileriye hedefimizle, bu yıl da sizler için faydalı içerikler

hazırladığımıza inanıyorum. Çok uzun süren bir emek sonucunda

Türkiye’nin en başarılı yöneticileri ile gerçekleştirdiğimiz röportajlar,

birbirinden kıymetli isimlerin bizler için yazdığı yazılarla bu

sayımızda da okurlarımızla buluşturduğumuz bilgilendirici ve

keyifli içeriklerimizden mutluluk duyuyorum. Öncelikle 8 ay süren

çalışmalarımız boyunca her geçen günde ilk günkü motivasyonla

çalışmama vesile olup bu uzun yolculukta her daim destek olan

Direktörüm Gözde Kırant ve bu yolculuğu benim için paha biçilemez

hale getiren, en büyük yardımcım Dijital İçerik Editörümüz İrem

Binici’ye teşekkür etmek istiyorum. Ardından 37. sayımızın sizlerle

buluşmasında en büyük yapı taşı olan ve aylardır büyük özveri ile

çalışan 37. Sayı ekibine teşekkür ediyorum. Tüm bu süreç içerisinde

dergi ekibi olmanın ötesinde birbirinden kıymetli anlar paylaşmanın,

birbirimize kattığımız tüm yeni değerlerin öneminin mutluluğunu

yaşıyorum. Umarım siz değerli okurlarımızla da bu değerleri,

derginin her bir sayfasında buluşturabilmişizdir. Her çevirdiğiniz

yeni sayfadaki tecrübe ve deneyimlerin hayatınıza dokunması ve

geleceğinize yol çizmesi dileğiyle.

Sevgilerimle.

EDİTÖRLERDEN

4

Değerli Okurlar,

İşletme Kulübü ailesi olarak aylardır özenle çalışıp büyük emekler

verdiğimiz Genç Girişim dergisi 37. sayıyı sizlere sunmaktan büyük gurur

ve mutluluk duyuyorum.

Dergimizin bu sayısında, gerçekleştirdiğimiz çeşitli röportaj ve yazılarla

alanının en iyi isimlerine yer vererek iş dünyası ile aramızda bir köprü

kurmayı hedefledik. İş dünyasının önde gelen isimleri ile bir araya gelerek

günümüzün koşullarından geleceği yorumladık.

Genç Girişim dergisi dijital içerik editörlüğü görevim boyunca

gerçekleştirdiğimiz kıymetli röportajlar ve yazılarla, değerli isimler

ile tanışarak farklı bakış açıları ve hayatım boyunca bana ışık

tutacak deneyimler kazanma fırsatı yakaladım. Umarım siz değerli

okuyucularımızın da kariyer yolculuklarına ışık tutabiliriz. Bu süreçte

aynı zamanda çok güzel dostluklar edindim, ekip olmanın temellerinin

farkına vardım.

Bu yola birlikte çıktığımız, her zaman destekçimiz olan Genel Yayın

Yönetmenimiz Gözde Kırant ve bu süreçte iyi ki onunla çalışmışım

dediğim yol arkadaşım olan Editörümüz Aleyna Topoğlu başta olmak üzere

süreç boyunca elinden gelen tüm gayreti gösteren, büyük bir özveri ile

çalışmalarını yürüten 37. Sayı Ekibi’ne çok teşekkür ederim. Ayrıca bu

süreçte bizi yalnız bırakmayan İşletme Kulübü Ailesi’ne de teşekkürü bir

borç bilirim. Okuduklarınızın yolunuzu aydınlatabilmesi dileğiyle.

Sevgiyle kalın.

İrem Binici


Değerli okurlar,

İşletme Kulübü ailesi olarak uzun zamandır büyük emek ve özveri ile

çalıştığımız Genç Girişim Dergisinin 37. Sayı’sını sizlere sunmaktan

büyük gurur ve mutluluk duymaktayım. Misyonumuz ve vizyonumuz

doğrultusunda belirlediğimiz ‘’Gelecekle İletişim’’ sloganımız ile

amacımız bugünün koşullarını göz önünde bulundurarak geleceği daha

iyi yorumlayabilmek.

Bu amacımız doğrultusunda; Acun Medya kurucusu Acun Ilıcalı

ile kariyer fırsatları ve televizyonculuktan, Yıldız Holding Yönetim

Kurulu Başkanı Ali Ülker ile şirket hedefleri ve şeffaflıktan, Yönetim

Kurulunda Kadın Derneği Başkanı Hande Yaşargil ile fırsat eşitliği

ve mentorluktan, H&M Türkiye Ülke Müdürü Müge Arpacıoğlu ile iş

yaşamındaki tecrübelerinden ve motivasyondan, Armut kurucusu Başak

Taşpınar Değim ile girişim ve teknolojiden, Paribu CEO’su Yasin Oral

ile blokzincir ve gelecekten, Mercedes CFO’su Tülin Mede Esmer ile

ekonomi ve sürdürülebilirlikten, Hepsiburada CEO’su Murat Emirdağ

ile e-ticaret ve başarıdan, Monster Notebook CEO’su İlhan Yılmaz ile

macera ve yeniliklerden bahsettiğimiz çok keyifli röportajlarımızın yanı

sıra dergimizin içerisindeki birçok değerli ismin röportajını da sizlerle

paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

Söyleşilerimizin yanı sıra günümüz güncel konularını alanında

uzman Lale Şahin, Kadir Abdik, Emrah Özbay, Ebru Dorman, Celal

Toprak, Büşra Miray Müftüoğlu, Bünyamin Sürmeli, Bülent Yar gibi

birbirinden kıymetli birçok ismin kaleminden aldığımız yazıları sizlere

sunduk.

Aynı zamanda Ayşe Kulin ile Haldun Dormen’in siz değerli

okuyucularımız için tavsiyelerine yer verdik ve Darüşşafaka ile

birlikte sosyal sorumluluk alanında çalışmalar gerçekleştirerek bu

çalışmalarımızı siz değerli okuyucularımıza aktarmak istedik.

3 yıl önce İşletme Kulübü ile yollarımın kesişmesi sonucu büyük

hevesle başladığım ve dahil olduğum andan itibaren verdiği her şeyin

karşılığını aldığım Genç Girişim Dergisi serüvenimi 37.Sayı ile birlikte

tamamlamış bulunmaktayım.

Üniversite hayatımın en güzel anları olarak adlandırabileceğim bu

süreçte, İşletme Kulübü ailesine bana kattığı dostluklar, tecrübeler,

geriye dönüp baktığımda her zaman gülümseyerek hatırlayacağım her

anı için çok teşekkür ederim.

Genç Girişim Dergisi 37. Sayısının çıkmasında çok büyük emeği olan

ve benimle birlikte her zaman özveri ile çalışan Genç Girişim Dergisi

37. Sayı üst yönetimine, elinizde tuttuğunuz bu derginin yapı taşlarını

oluşturan ekibime, bu süreçte her zaman destekçim olan aileme ve

arkadaşlarıma, Genç Girişim Dergisi ekibi olarak bizleri asla yalnız

bırakmayan siz değerli okuyucularımıza, son olarak bana olan

güvenleri ve bu süreçteki desteklerini hiç esirgemeyen İşletme Kulübü

2021-2022 Yönetim Kuruluna çok teşekkür ederim.

‘’Okuduğunuz her kelimenin siz değerli okuyucularımızda bir karşılığı

olması dileğiyle…’’

5

Gözde Kırant

GENEL YAYIN YÖNETMENİNDEN


E-TİCARET SEKTÖRÜNDEKİ ÖNCÜ

GİRİŞİMLERİYLE DİKKAT ÇEKEN İSİM:

MURAT EMİRDAĞ

Hepsiburada’nın

başarısının ardında her

zaman küresel düşünüp

yerel hareket etmek,

tüketicilerin ihtiyaç ve

beklentilerini çok iyi

özümseyip, anlamak

yatıyor.


E-ticaret sektörünün

devi Hepsiburada’nın

CEO’su Murat Emirdağ

ile Hepsiburada’nın

KOBİ’lerden tedarikçilere,

çalışanlarından

müşterilerine kadar herkesin

her türlü ihtiyacını güvenli,

kaliteli ve hızlı bir şekilde

karşılama hedeflerinden

konuştuğumuz keyifli bir

röportaj gerçekleştirdik.

Bildiğimiz üzere tüm dünyayı çok yakından

etkileyen pandemi dönemi Türkiye pazarında da

birçok değişikliğe sebep oldu. Birçok sektörün

olumsuz etkilendiği bu dönemin e-ticaret şirketleri

açısından olumlu bir etki yarattığını söyleyebiliriz.

Hepsiburada 2021’de ilk altı aydaki satışlarında

%58.2 oranında büyüdü. Bu önemli artıştan yola

çıkarak Hepsiburada, pandemi sürecini nasıl yönetti?

Türkiye’nin Hepsiburada’sı olarak, teknolojinin

yıkıcı değil yapıcı gücüne odaklanan bir teknoloji

markasıyız. Bu dönemde de yatırımlarımızı yine bu

odakla sürdürdük. Müşterilerimizin, iş ortaklarımızın

ve çalışanlarımızın sağlığını ve güvenliğini her şeyin

önünde tutan bir felsefeyle, henüz Covid-19 vakaları

ülkemizde görülmeden çok önce sağlık tedbirlerimizi

planlayıp hayata geçirerek birçok konuda öncülük ettik.

Pandeminin ve kapanmaların etkisiyle, tüketiciler yoğun

bir şekilde online alışverişe yönelirken bununla birlikte

ortaya çıkan, hızlı teslimat, uygun fiyat, online sorun

çözebilme gibi taleplerin iyi bir biçimde yönetilmesi

gerekti. Türkiye’nin Hepsiburada’sı olarak zamanında ve

yerinde olan tüm aksiyonlarımız sonucu dijital altyapı

konusunda, bu döneme oldukça hazırlıklıydık ve tüm

bu beklentilere, hızlı, kaliteli ve güvenli çözümlerle yanıt

verdik diyebilirim.

Süper uygulama olma yaklaşımıyla kurgulamış

olduğumuz ekosistemimiz Toplam Satış Hacmi,

Aktif Satıcı Sayısı, Aktif Müşteri Tabanı, Sipariş Sıklığı

başta olmak üzere sektör için kritik öneme sahip tüm

göstergelerde güçlü büyümesini sürdürmeye devam etti.

İnovasyon odaklı yeni girişimlerimizde de benzer ivmeyi

gözlemledik.

Örneğin, HepsiExpress toplam 50 markanın 1950

marketinde 3 bin 400’ü aşan teslimat aracıyla hizmet

verme kapasitesine ulaştı.

Ayrıca, kolay ve güvenli ödeme hizmetimiz HepsiPay

henüz Haziran 2021’de devreye sokulmasına rağmen kısa

sürede çok hızlı büyüyerek Ekim ayı sonu itibariyle tam

2,7 milyon aktif kullanıcıya çıktı.

Lojistik imkanlarımızın gücüyle Türkiye’nin 81 ilindeki

tüketicilere 24 saat içinde erişebiliyor olmamız bizi en

cazip dijital platformlardan biri haline getirdi. Bu sayede

aktif satıcı sayımız da geçen yılın aynı dönemine göre

ikiye katlandı. 2017’de başlattığımız ‘Girişimci Kadınlara

Teknoloji Gücü’ programının da 24.000 kadın girişimciye

ulaşmış olması bizim için ayrı bir gurur kaynağı oldu.

İşte tüm bu aksiyonlarla pandemi sürecini son derece

etkin ve verimli şekilde yöneten Hepsiburada, e-ticaret

açısından başarı göstergesi sayılan tüm kriterlerde

önemli artışlar sağlamayı başardı. Tüm bu gelişmelerin

neticesinde, Hepsiburada platformdaki müşteri

memnuniyeti performansı ile sektöre öncülük etmeye

devam etti.

2017 yılında Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği Kadın

Girişimciler Kurulu ile kadınların ekonomiye katılımını

destekleyerek, ekonomik büyümeye katkı sağlamak

amacı ile Girişimci Kadınlara Teknoloji Gücü adlı

programı hayata geçirdiniz. 2017 yılında başlattığınız

bu kampanyayı 2021 yılında da ileriye taşımak için

çeşitli faaliyetler yürütüyorsunuz. Bu program ile neyi

hedeflemektesiniz, hedeflerinize ulaşabildiniz mi?

Sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için kadınların iş

gücüne katılımının ve ticarette güç kazanmalarının bir

gereklilik olduğunu düşünüyoruz. Başarılı bir girişimci

kadın olan Sayın Hanzade Doğan tarafından kurulan

markamız için ise girişimci kadınlar oldukça önemli ve

apayrı bir değere sahip.

Girişimci kadınlara indirimli komisyon oranlarından

faydalanma, reklam ve pazarlama desteği, eğitim

ve indirimli kargo imkanları gibi destekler sunan

programımız kapsamında, bugüne kadar 24 bin

girişimci kadına, 88 kadın kooperatifine ve 15 sivil toplum

kuruluşuna destek olduk.

Girişimci kadınlar ve kadın kooperatiflerine ürün

geliştirme, markalaşma ve finans gibi 9 farklı dalda

eğitimler sunan projemiz ile eğitimlerin ardından 19

farklı konuda mentörlük imkânı da sağladık. Bu sayede iş

ortaklarımız arasındaki kadınların oranı %25’lere yükseldi.

Bugüne kadar programımızdan faydalanan kadınların

%95’i satış başarısı gösterdi ve işlerini toplamda 98 kat

büyüttüler.

Ulusal ve uluslararası paydaşlarımızla, sivil toplum

kuruluşları ve kadın kooperatifleri ile yürütülen iş

birlikleriyle, programın sağladığı faydalar her geçen

gün daha fazla girişimci kadına ulaşmaya devam

etti. Programımız, kapsamlı çalışmaları neticesinde

2019 yılında Communicate Magazine The Corporate

Engagement Awards kapsamında “En İyi Uygulama”

seçildi, 2020 Media Cat Felis Ödülleri’nde “CSR”

kategorisinde altın dereceyi aldı. Son olarak 2021 The

Global Business Excellence Ödülleri’nde Üstün İş

(Outstanding Business) kategorisinde ve Sürdürülebilir

İş Ödülleri'nde “Kadının Güçlendirilmesi” kategorisinde

ödüller kazandı.


Ayrıca, pandemi döneminde işini e-ticarete taşımak,

büyütmek isteyen kadın girişimcileri desteklemek için

“Girişimci Kadınlar Covid 19’a Meydan Okuyor!” projesini

hayata geçirdik. Bu proje ile bugüne kadar 1110 kadına

ulaşıldı ve sağlanan uluslararası fon desteğinden

de faydalanma fırsatı yakalayan 41 girişimci kadın,

Hepsiburada platformu üzerinden kendi mağazalarını

açtılar.

Girişimci Kadınlara Teknoloji Gücü programımızla pek

çok başarıya imza attık. Hepsiburada olarak, cesur, üreten

ve ekonominin bir parçası olmak isteyen kadınlarla

birlikte binlerce başarı hikayesi yazmaya devam edeceğiz.

HepsiExpress, HepsiFly, HepsiGlobal, Hepsipay gibi

stratejik işlerle ağınızı büyütmeye devam ediyorsunuz.

Hepsijet olarak artık Türkiye’nin 81 ilinde hizmet

veriyorsunuz. Başarılı bir şekilde planlanan ve uygulanan

bu işlerinizle de müşteriniz tarafından hızlı bir şekilde

benimseniyorsunuz. Müşterinizin, Hepsiburada markası

ile oluşturduğu bu güven bağını nasıl sağlıyorsunuz?

Yeni uygulanmaya başlayan işlerinizin arkasında yatan

başarı sizce nedir?

Kurulduğu günden bu yana Hepsiburada’nın

hedefi, KOBİ’lerden tedarikçilere, çalışanlarımızdan

müşterilerimize kadar herkesin her türlü ihtiyacını

güvenli, kaliteli ve hızlı bir şekilde karşılayacak güçlü bir

e-ticaret ekosistemi yaratmak oldu.

Bu kuruluş felsefesi ve devam eden yatırımlarımız

sonucu, Hepsiburada artık hayatın her alanında

müşterilerinin her türlü ihtiyacını karşılayan bir “Süper

Uygulama” halini aldı. Platformumuzda yer alan 67 bin

işletme ve 39 milyon üyemiz ile oluşturduğumuz bu dev

ekosistemde artık, tek bir platform olarak Hepsiburada

şemsiyesi altında hem müşterilerimizin hem

paydaşlarımızın hayatlarını, işlerini kolaylaştıran birçok

uygulamamız ve hizmetimiz var.

Kapalıçarşı’nın insan odaklı ticaret kültürü ile Silikon

Vadisi’nin veri odaklı inovasyon yaklaşımını harmanlayan

özgün e-ticaret anlayışı ve tüm paydaşları için

sürdürülebilir değer yaratma ve gelişim sağlayabilme

felsefesini 20 yılı aşkın süredir tavizsiz sürdürmüş bir

şirket olması şeklinde özetleyebiliriz.

Geçmişimizden gelen ve Kapalıçarşı kültürü olarak

özetlediğim müşteriyi anlamayı, insan odaklı olmayı ve

uzun vadeli kazan-kazan prensipli iş yapma anlayışını

en ileri teknolojilerle, küresel girişimcilik ve inovasyon

kültürüyle buluşturuyoruz. Son yıllarda hayatımıza giren

yapay zeka, büyük veri ve makine öğrenmesi gibi yenilikçi

teknolojileri, insanımızla ve kültürümüzle yeniden

yorumlayarak bir araya getirmek bizi gerçek anlamda

“Türkiye’nin Hepsiburadası” yapıyor ve diğer şirketlerden

ayrıştırıyor.

Hepsiburada, Türkiye’de ticaretin dijital dönüşümüne

öncülük ederken her alanda ve tüm paydaşları için

sürdürülebilir değer yaratma, birlikte büyüme ve gelişme

anlayışıyla ve bu anlayışı hayata geçiren uygulamalarıyla

da fark yaratıyor. Milyonlarca müşterimizin tüm

ihtiyaçlarına tek bir “süper uygulama” üzerinden

çözümler üretirken, on binlerce satıcı, KOBİ, girişimci

ve üretici şirketin, perakende sektörünün ve tüm

paydaşlarımızın bizimle birlikte büyümesini, gelişmesini

önceliklendiriyoruz. Bu felsefeyle kadın girişimciler başta

olmak üzere e-ticarette güç kazanmak isteyen tüm

girişimcileri, KOBİ’leri ve iş ortaklarımızı her adımımızda

göz önünde tutuyor, ilişkilerimizi saygı ve güven

çerçevesinde geliştiriyor, paydaşlarımıza verdiğimiz

pek çok desteği de işimizin doğal bir parçası olarak

görüyoruz.

2019 yılında düzenlenen 38 kategoride müşterilerine

değer veren e-ticaret platformlarının ödüllendirildiği

ECHO Awards’ta 7 kategoride birinci oldunuz. Bir

röportajınızda burayı ekosistem olarak adlandırmayı

sevdiğinizden bahsediyorsunuz. Sizce bu başarının

arkasında yatan sır bu olabilir mi?

Tabii ki… Hepsiburada’nın başarısının ardında her zaman

“Hepsiburada, Türkiye’de

ticaretin dijital dönüşümüne

öncülük ederken her alanda

ve tüm paydaşları için

sürdürülebilir değer yaratma,

birlikte büyüme ve gelişme

anlayışıyla ve bu anlayışı

hayata geçiren

uygulamalarıyla da fark

yaratıyor.”

8


küresel düşünüp yerel hareket etmek, tüketicilerin

ihtiyaç ve beklentilerini çok iyi özümseyip, anlamak

yatıyor. Hepsiburada’nın bugün Türk e-ticaret sektörüne

öncülük eden bir platform, dev bir ekosistem konumuna

gelmesindeki başarısının özünde, şirket vizyonumuza

ve ilkelerimize olan tavizsiz bağlılığımız var. İlk günden

itibaren vizyonumuz Türkiye’de ticaretin dijitalleşmesine

öncülük etmek ve müşterilere güvenilir bir platform

olarak uçtan uca mükemmel bir deneyim yaşatmaktı.

Bu vizyon bugünlere uzanan yolculuğumuza yön

verirken, benimsediğimiz ve kat ettiğimiz yol boyunca

her dönemeçte bize rehberlik eden en temel ilkemiz,

müşterilerimizin memnuniyetinin, işimizin merkezinde

yer alması oldu. Bizim için müşteri memnuniyeti hiçbir

zaman sadece bir “KPI” yani başarı kriteri olmadı, her

zaman müşterilerimizi memnun etmek için yüreğimizi

ortaya koyarak çalıştık, çalışmaya devam ediyoruz.

Zamanında teslimattan, sorunsuz iade sürecine

kadar tüm müşterilerimize onlara mükemmel bir

alışveriş deneyimi yaşatacağımıza dair bir söz veririz.

Ve bu sözü mutlaka tutarız. Müşterilerimizin hayatını

kolaylaştırmak için durmaksızın inovasyon yapmayı ve

sürekli yeni hizmetler sunmayı bir tercih değil ilkesel

sorumluluk olarak kabul ederiz. Yapay zeka destekli öneri

sistemlerinden; hızlı market teslimatı ve yeni ödeme

seçeneklerine kadar, yenilikçilik konusundaki ivmemizi

asla yitirmeden çalışırız.

Kısacası, müşterilerimiz, paydaşlarımız, çalışanlarımız, tüm

hizmetlerimiz ve uygulamalarımızla yarattığımız bu dev

ekosistem, kendini adayan ve bağlılıkla çalışan devasa

Hepsiburada Ailesi’nin kendisi…

E-ticaret gün geçtikçe önemli bir artış gösteriyor fakat

fiziksel mağazaların yeri hala hatrı sayılır bir oranda çok

daha önde. Pandemi dönemi ile e-ticaret oranındaki

artış şu an içinde bulunduğumuz ve kısıtlamaların

azaltılmış olduğu dönemde nasıl bir çizgide seyrediyor?

Pandemi döneminden sonraki zaman dilimi için neleri

öngörebiliriz? E-ticaret’in herhangi bir noktada fiziksel

mağazaların oranını yakalayabileceğini söyleyebilir

miyiz, sizin düşünceleriniz neler?

Pandeminin en yoğun yaşandığı dönemde, milyonlarca

kredi kartı internetle tanıştı; 2019 yılında e-ticaretin

perakende içindeki payı tek haneli yüzdelerde

seyrederken, pandemiyle birlikte, 2023 yılında ulaşılması

hedeflenen çift haneli rakamlara 2020’nin 3 ayında

ulaşıldı.

Tüm bunların sonucunda, global olarak %15 bandında

olan e-ticaretin perakende içindeki payının 2025’e kadar

%20 seviyelerinin üzerine ulaşması bekleniyor. Türkiye’de

ise e-ticaret sektörünün 2025’e kadar kendini katlayarak

büyüyeceği öngörülüyor. Türkiye’nin sahip olduğu

potansiyeli ele aldığımızda da, 2020 yılında 220 milyar

TL büyüklüğünü aşan e-ticaret sektörünün, perakende

içindeki payını artırmasını ve ekonomide kaldıraç görevi

üstlenmeyi sürdürmesini beklemek yanlış olmaz.

Örneğin pandemi sonrasında yapılan bir çalışmaya

göre; platformumuza dahil olan işletmelerin yüzde

64’ü, pandemi sonrasında e-ticaretin satışlar içindeki

payının artacağını ve e-ticaretin toplam satışları içindeki

payının eski seviyelere inmeyeceğini öngörüyor. Buna

paralel olarak, her 10 tüketiciden 8’inin de online alışveriş

kanallarını tercih etmesi bekleniyor. Tüm bu rakamları ve

gelişmeleri göz önüne aldığımızda, karar alma ve seçim

yapmayı kolaylaştıran içerik ve özelliklerin, taksitli alışveriş

veya online tüketici kredisi alabilme gibi kolaylıkların ve

mobil deneyimdeki yeniliklerin gerek Türkiye’de gerekse

dünya genelinde e-ticarete yön vereceği kanısındayız.

Ayrıca, insanlar pandemi dönemiyle birlikte, öncesine

kıyasla cep telefonlarıyla neredeyse %70, bilgisayarlarıyla

neredeyse %50 oranında daha fazla vakit geçiriyor. Şu

an baktığımızda dünya nüfusunun %60’a yakını; yani

ortalama 4,5 milyar insan internet kullanıyor ve her

geçen gün bu sayı daha da artıyor. Bu dijital dönüşümün

önümüzdeki dönemde de geleceği şekillendirmeye

devam edeceğini söyleyebiliriz. Bu markalar nezdinde

de geçerli. Dijital alt yapısı olan markalar, pandemi

döneminde hızla artan talebi karşılamayı, yeni müşteri

kazanmayı başardılar. Teknoloji kullanımının küresel

çaptaki bu artışı, alışveriş alışkanlıklarında çoktan ciddi

değişimlere yol açtı bile. Küresel çaptaki teknolojik

gelişmelerin ve dijitalleşmenin artarak sürmesi ve

bunların alışveriş alışkanlıklarına ve özellikle e-ticaretin

toplam ticaretteki payına artarak olumlu yansıması

kaçınılmaz. Toparlarsak, önümüzdeki dönemde, e-ticarete

olan ilginin katlanarak artacağını ve ekonomiye can suyu

olmaya devam edeceğini düşünüyoruz.

Müşterilerimiz, paydaşlarımız,

çalışanlarımız, tüm

hizmetlerimiz ve

uygulamalarımızla

yarattığımız bu dev

ekosistem, kendini adayan ve

bağlılıkla çalışan devasa

Hepsiburada Ailesi’nin

kendisi…

9


’’YAŞAYARAK MI ÖĞRENECEĞIZ?

BILGI ILE ENGEL MI OLACAĞIZ?’’

“ Yaşayacağımız yalnızca farkındalık

olmayacak. Dünya sigortalarını açmış

üzerinde yaşayanları değil kendi

yaşantısını düşünüyor olacak. ”

“Giderek artan

hava sıcaklıkları,

dondurucu

soğuklar,

ölümlere

yol açan sel

ve kasırga

felaketleri,

haftalarca

süren orman

yangınları...

Bütün bunlar,

küresel ısınmanın

yol açtığı iklim

değişikliğinin

ve iklim krizinin

sonuçları.”

BÜNYAMİN SÜRMELİ

Hava Tahmini Uzmanı

Bundan belki on-on beş yıl önce iklim değişikliği, daha

çok kutuplarda buzulların eridiği, dünyanın ücra bir

köşesinde taşkın yaşandığı, şu anın değil de geleceğin

bir problemi olarak görülüyordu. Fakat yaşadığımız

felaketler arttıkça, yıkıcı etkileri birebir canlı canlı

yaşayınca sorunun sevimli kutup ayısının bir problemi

olmadığı anlaşılmaya, biraz da olsa farkındalık artmaya

başladı. Majör bir örnek, 2021'de İklim Değişikliği,

Google trend aramalarda ilk sıralara girdi. Hiç olmadığı

kadar çok aratıldı “iklim değişikliği” kelimesi ve

"iklim değişikliği nasıl durdurulur?" sorusu. Birçok

şeyi birebir deneyimledik ki, bu günlük hayatımıza,

aramalarımıza yansıyor. Nasıl farkındalık artmasın ki,

buz parçaları kutuplardan kopup insanların tepesine

dolu şeklinde düşmeye başladı. Farkındalığın artması

için tepemize illa ki dolu düşmesi, fırtınaların ağaçları

köklerinden sökmesi, derelerin nehirlerin göllerin

kuruması mı lazımdı? Bu sorgulamaya girersek içinden

çıkamayacağımız için devam ediyorum.

Zor bir süreç geçiriyoruz küresel ölçekte, insanlık olarak.

Hepimizin dilinde artık bu cümle. Maalesef öyle. Ama

geleceğe umutla bakmak da olası. Birazdan iklim

değişikliğinin felaket haberlerini sıralamayacakmışım

gibi konuşuyorum belki ama bakın en azından küresel

farkındalığımız artmış ki Google’ı zorluyoruz, “Google

Google söyle bana, var mı bu gidişin dönüşü?” diye

soruyoruz. Her anlamda zor bir dönem de geçirsek,

çözüm arıyoruz demek ki. Ve bu çözümlerle daha iyi

bir hayat daha iyi bir gezegen olması olasılığı da artıyor,

öyle değil mi?

10


Hem 2020 hem 2021'de yaşadığımız salgın şokuna bitmeyen orman yangınları

da eklenmişti. 2020'nin San Francisco yangınını hatırlayın, gökyüzü günlerce

turuncu kalmıştı. Distopik filmleri aratmıyor, yaşananlar. (Google: Blade Runner

filmi 2049 enter, ve filmdeki apokaliptik sahnenin aynısı). Belki bu yüzden

Google aramalarımız da telaşla felaketlere, yangınlara, iklim değişimine gidiyor.

Doomscrolling diye bir kavram girdi mesela hayatımıza. ‘Felaket kaydırması’ olarak

çevirebileceğimiz bu kelime, durmadan telefonumuzun ekranını aşağı kaydırırken

maruz kaldığımızdan bile daha fazla kötü haberler okuyacağımız beklentisinde

olmamız anlamına geliyor. Aynı zamanda bu kelime de en çok aranan kelime

olmuş, yani birçoğumuz yaptığımız şeyi aratmışız Google'da. Belki bu yüzden

daha fazla felaket haberi sıralamasam iyi olacak. Ama resmen insan etkisiyle yeni

bir iklim oluşturduk. ABD Meteoroloji Derneği'nin yayınladığı rapora göre, insan

etkisiyle gerçekleşen iklim değişiklikleri olumsuz hava olaylarının olma sıklığını 80

kat artırmış. Yani adeta ellerimizle yepyeni bir iklim oluşturmuşuz. Biliyorsunuz,

Sibirya’da 20’ yazında 38 derece sıcaklık ölçüldü. WWF’nin raporu da 2021’de soyu

tükenmekte olan tür sayısının hiç bu kadar yüksek olmadığını gösteriyor. Hem

doğrudan hem dolaylı yollarla biyoçeşitliliğe de dokunuyor insan etkisi. Ekolojik

açıdan bozulmamış halde ne kadar bir alan kaldı biliyor musunuz? Dünyanın

yalnızca %3’ü.

Dünya 2030’u konuşuyor. Neden? Neden 2040 değil ya da yeni taptaze yılımız 2022

değil, 2030?

Bugün maalesef bilim insanlarının projeksiyonları ile tahminleri ile değil,

deneyimleyerek anormallikleri yaşayarak aymayı tercih ettik. Eğer 2030’u da ne

olacak diye değil, ne oldu diye Google aramaları ile öğrenecek olursak o zaman

bugünkü kadar rahat olamayacağız. Yaşayacağımız yalnızca farkındalık olmayacak.

"Dünya kurulduğundan

buyana sürekli değişim

dönüşüm yaşamış,

insanoğlu üzerindeyken de

bunu yapmış, üzerinde

değilken de."

Dünya sigortalarını açmış üzerinde yaşayanları

değil kendi yaşantısını düşünüyor olacak.

Dünya kurulduğundan buyana sürekli değişim

dönüşüm yaşamış, insanoğlu üzerindeyken de

bunu yapmış, üzerinde değilken de. Bunun için

bazı yöntemleri var, yangınlar, buzul erimesi,

permofrost (donuk toprak) çözünmeleri,

salgın hastalıklar gibi bir dolu yöntemi var. Bu

yöntemler maalesef bugüne kadar yaşanmış

ve yaşanmaya başladıktan sonra da geri dönüş

büyük kayıplar yaşanmadan olmamış.

Bugün bile bunun işaretlerini anlayana veriyor

dünya. Örnek; ormanlar artık daha kırılgan

ve daha kolay yanıyor. Her ne kadar insan

eli desek de ağaçları ormanları kurutmak ve

"Dünya 2030’u konuşuyor.

Neden? Neden 2040 değil

ya da yeni taptaze yılımız

2022 değil, 2030?"

11


daha kolay yanar hale getirmek de

neticede insan eliyle oluyor, dolayısıyla

meselemiz insan eli olması değil.

Çok değil 1 yıl öncesinin sonuçları

bugün yorumlanıyor. 2020’de orman

yangınları ile atmosfere verdiğimiz

emisyonlar Avrupa kıtasının aynı yıl

boyunca atmosfere saldığı emisyonun

yaklaşık 3 katı çıktı. Bu yangınlar artık

kontrolsüz bir şekilde çıkıp kontrolsüz

bir şekilde atmosfere emisyon yayılıyor.

Permofrostlar (donuk topraklar)

çözünüyor, altından çıkan karbondioksit

-metan dünyayı ısıtıyor, çıkan radon

kemikleri eritiyor, çıkan civa zehirliyor,

dokuları bozuyor ve hasta ediyor,

binlerce yıldır uyuyan virüs bakteri

parazitler uyanıyor, açığa çıkıyor ve

maalesef henüz başlangıç seviyesinde. Dolayısıyla dünyanın sigortalarını attırıyoruz.

O kendisini milyarlarca yıldır yaşatmış, ama insanın öyle milyarlarca yıllık geçmişi

yok ve sigortası attığında maksimum cürmü kadar yer yakıyor.

Dolayısıyla bizim 2030’da makus kaderimizi google’dan taratmak yerine, bugün

aklımızı başımıza almak sanırım en akıllıcası, hem de ortalama akıllıcası olacak.

Don’t Look Up filminde anlatılan gök taşı ihtimalinin burada ihtimal olmayan

yüzde yüz kesinlikte olacakları konuşuluyor, ama biz mevzu bittikten sonra esas

oğlanın ölüp ölmediğini google’dan taratarak öğrenme kafasındayız maalesef.

İşe iyi yönden bakalım biraz da, Google’daki arayışımız güzel bir haber aslında.

Demek ki çoğumuz mevzunun farkındayız. Fakat hızımız zayıf, zira artık iklim

değişikliği değil iklim krizi yaşadığımız. Geri dönülemeyecek noktaya 10 yıldan

az zaman kaldı diyoruz. Neden bambaşka sonuçlar göreceğiz biliyor musunuz?

Bakın şu an dünyanın sıcaklığı 1,3 derece artmış durumda. Biz dünyayı 1,3 derece

mi ısıttık? “Bünyamin sen de ne dediğini bilmiyorsun, 1,3 derece arttı diyip, sonra

da 1,3 derece mi ısıttık diyorsun”. Hadi bakalım 1,3 derece mi ısıttık. Dünya sıcaklığı

1,3 derece arttı tamam, buzullar ne oldu? Son 40 yılda buzulların yarısı yok oldu.

Yani evde kliması çalışan odayı ısıttık, günün sonunda sıcaklık 1,3 derece arttı, hem

soğuttuk, hem de ısıttık, günün sonunda 1,3 derece sıcaklık arttı. Şimdi tekrar

soruyorum “Biz dünyayı 1,3 derece mi

ısıttık?

Geçelim ikinci adıma, buzullarını feda

eden dünyayı ısıttıkça ısıttık ve 1,3 derece

yükseldi, 2040’da dünyanın soğutucusu

buzullar kalmayınca yaydığımız emisyon

dünyayı 1,3 dereceden çok daha fazla

ısıtacağını hepimiz hesap edebiliyoruz

herhalde. O yüzden dünya yalnızca

ısınmıyor, ısınma hızı artıyor. Ve tutulan

raporlar afet artış hızı, ısınma hızından

çok daha yüksek seyrediyor diyor

(tahmin değil, sonuç). Dolayısıyla 2030’da

Google’da aratacağımız başlıklar şu an

hayalimizin dışında kalacağı için çok

da kestirilemiyor. O zaman o hayallere

ulaşamama dileklerimle, sağlıcakla kalın…

12


13


“GENÇ GIRIŞIM DERGISI

OKUYUCUSUNA AÇIK MEKTUP’’

“ Her insan yılların içinde hayatın

tokadını yiyerek, tecrübeler edinerek

olgunlaşır.”

Hayatın her alanına dokunan hikayeleri

ve sürükleyici kalemiyle okuyucuların

gönlünde taht kuran Ayşe Kulin, Genç

Girişim Dergisi okuyucularına bir mektup

yazdı…

İ.Ü İşletme Fakültesinde okuyan gençlerin, beni

İşletme Kulübü Genç Girişim Dergisi’ne bir

mektup isteyerek onurlandırdıklarında, işletme

konusunda bilgisiz biri acaba ne yazmalıdır diye

düşünürken, aklıma ilk romanım Aylin’in sayesinde

davet edildiğim bir televizyon programı geldi. Halit

Kıvanç’ın sunduğu program benim televizyona

ilk çıkışım olacaktı, heyecanlanmış, benden başka

kimlerin katılacağını öğrenmek istemiştim. Büyük

olasılıkla başka yazarlar da olacaktır, demişlerdi.

Kısmen doğruymuş; benden başka bir yazar daha

vardı da… o kişi sahnelerin bülbülü Gönül Yazar’dı!

Ağzı çok iyi laf yapan, esprisi bol Gönül Hanımla

uzun bir sohbetten sonra, sunucu nihayet beni de

hatırlamış ve “Eee, söyleyin bakalım Ayşe Kulin ne

yazar?” diye sormuştu. Ben de o anda gelen bir

ilhamla, “Kimi okur kimi yazar, Gönül Yazar dururken

Ayşe Kulin ne yazar?” deyivermiştim.

Ünlü ya da ünsüz yazarların emeklerini boşa

harcamadıklarını anlamak için bir başka televizyon

programına çağrılmam gerekecekmiş.

Bu sefer Ayşe Özgün’ün sunduğu programda üç

kadın yazar bir araya gelecektik ve ben program

öncesinde üçüncü yazarla karşılaştığımda ayıp

olmasın diye, pek çok kitapçıya girip çıkarak, adını ilk

kez duyduğum yazarın kitaplarını aramaktan yorgun

düşmüş ama sonunda bulmuştum. Zor bulduğum

kitapla, İstanbul’un sokaklarından arabamla

geçerken, bu gün çekçekçiler diye bildiğimiz çöp

toplayanlara rastladıkça, onlara sokakları kirlettikleri

için fırça ata ata evime gelmiştim.

AYŞE KULİN

Yazar

arabamı durdurup azarladığım çöp toplayanların

çileli hayatını büyük bir samimiyetle anlatıyordu

çünkü onlardan biriydi. Terörün ve yoksulluğun

kader olduğu bir bölgeden göçmüşlerdi İstanbul’a.

Yoksuldular, eğitimsizdiler, işsizdiler. Hayatlarını

kazanmak için çöp toplamaktan başka çareleri

yoktu. Okudukça öğreniyordum; zenginlerin

mahallelerinde dolaşıyor, onların rengi attı, lastiği

gevşedi ya da topuğu delindi diye çöpe attıkları iç

çamaşırlarıyla çoraplarını çöplerden toplayıp yıkıyor,

tamir edip giyiyorlardı. Yarısı çürümüş elmaları,

portakalları, muzları yine varsıl mahallelerin,

bayatlamış ekmeklerle düğün pastalarını ise

otellerin çöplerinden alıyor , meyvelerin çürük

kısımlarını ayıklıyor, pastaların dış kısımlarını kesip

iç taraflarını ayırıyor ve gecekondularına pasta

getirebildikleri günlerde konu komşuyu da çaya

davet ederek misafir ağırlıyorlardı. Ayrıca camları,

tenekeleri, kağıt ve kartonları ayrıştırıp gereken

yerlere satarak hayatlarını kazanıyorlardı.

Varoşta Kadın Olmak isimli kitabın arkasında yazarın

özgeçmişi vardı. Eğitiminin ilk okuldan terk, yani

üç yılla sınırlı olduğunu öğrenince özel bir merakla

okumuştum kitabı. İlk okulu dahi bitirmemiş bir kişi,

ne yazmıştı acaba?

Yazar, kitabında benim yanlarından geçerken

14


pastalarını ise otellerin çöplerinden

alıyor , meyvelerin çürük kısımlarını

ayıklıyor, pastaların dış kısımlarını

kesip iç taraflarını ayırıyor

ve gecekondularına pasta

getirebildikleri günlerde

konu komşuyu da çaya

davet ederek misafir

ağırlıyorlardı. Ayrıca

camları, tenekeleri, kağıt ve

kartonları ayrıştırıp gereken

yerlere satarak hayatlarını

kazanıyorlardı.

Kitabı bitirdiğimde

hem ağlıyordum hem

de yanlarından geçerken

azarlayıp durduğum bu

insanlar neden hayatlarını çöp

toplayarak kazanmayı seçer acaba

diye bir kez olsun sormadığım için

müthiş utanıyordum.

O akşam, ilk okul mezunu bile olmayan ve yaşça

benden çok daha genç bir yazar, bana bir başka

dünyanın kapılarını açarak beni terbiye etmişti.

Kim olurlarsa olsunlar yazarların kalemleriyle çok

şeyi başaracağını, her kitabın içinde yüreğimize

dokunacak, bizi evirecek, geliştirecek, değiştirecek

bir kaç satırın mutlaka bulunacağını öğretmişti

bana ki, tam elli altı yaşındaydım.

işte o günden itibaren yazmaya oturduğumda

eteğimdeki taşları dökmekten, evimi, sokağımı,

çevremi anlatmaktan vaz geçtim; okurlarda

farkındalık yaratabilcek konulara ağırlık vermeye

başladım. Sevdalinka’dan Köprü’ye, Bir Gün’den

Gizli Anların

“Romanlar

resmi belgelerden

çok daha

samimiyetle

yazılmış toplumsal

ve dönemsel

yapıtlardır.”

Yolcusu’na kaleme aldığım kitaplarımın

çoğunun ardında hep böyle bir

duruş vardır .

İşletme Fakültesinde

okudukları için geleceğin

iş insanları olmaya

hazırlandıklarını

varsaydığım gençlere

ısrarla roman okumalarını

önererek bitirmek

istiyorum yazımı.

Neden mi? Çünkü, her

insan yılların içinde hayatın

tokadını yiyerek, tecrübeler

edinerek olgunlaşır. Eğer

kıvama gelmek için yaşlanmayı

beklemek istemiyorsanız, yola

empati duyguları gelişmiş, gönülleri

değişik inançlara, başka yaşamlara açık,

iyi insanlar olarak çıkmanın en kestirme yolu,

hayatı romanlarla tanımaktan geçer. Romanlar

bizleri başka inançlara, adetlere, renklere sahip

bambaşka kişilerin yaşamlarının içine sokarak,

insanı tanımayı ve sevmeyi öğretir. Ayrıca çok

roman okuyanlar, insanların iyi ve kötü yanlarını

çok yakından tanıdıkları için kolayca faka basmazlar

ve daha iyi doktorlar, mühendisler, öğretmenler,

avukatlar hatta daha iyi anne- baba, eş ve sevgili

olurlar. Daha iyi siyasetçiler de olurlar mı, işte bunu

bilemiyorum çünkü hayat bana öğretti ki siyasetin,

tüm ahlaki değerlerin dışında bambaşka bir

matematiği var.

Ben yine de gençlere elinizden geldiği kadar

biyografi, kurgu ve tarihî roman okuyun derim

çünkü emin olun, romanlar resmi belgelerden çok

daha samimiyetle yazılmış toplumsal ve dönemsel

yapıtlardır.

Edebiyata merak sarsanız da sarmasanız da her

birinize ayrı ayrı mutluluk, sağlık ve başarılar

diliyorum.

“Her kitabın içinde yüreğimize

dokunacak, bizi evirecek,

geliştirecek, değiştirecek bir

kaç satır mutlaka bulunur. ”

15


BAŞARILARIYLA İLHAM

VEREN KADIN YÖNETİCİ:

HANDE YAŞARGİL

Siz yaşadığınız

için bu dünya

bugünden daha

güzel bir yer olsun.

Yönünüzü

kaybettiğiniz

zaman hep bunu

düşünün.


Çeşitli sektörlerden

edindiği deneyimleriyle

başarılarından söz

ettiren, Türkiye’deki

kadın yönetici

istihdamını arttırmada

önemli bir rol oynayan

Yönetim Kurulunda

Kadın Derneği Yönetim

Kurulu Başkanı

Hande Yaşargil ile

keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

Mentor Danışmanlık, INSEAD Global Leadership

Center, The Alexander Partnership bünyesinde koçluk

ve danışmanlık yapmaktasınız. Bunun yanında da

2011’de program olarak başlayan ve 2017’de de dernek

statüsüne geçen “Yönetim Kurulunda Kadın Derneği”nin

Yönetim Kurulu Başkanısınız. Peki tüm bu kariyer

sürecinin yanı sıra Hande Yaşargil kimdir? Sizi daha

yakından tanıyabilir miyiz?

İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun

olduktan sonra, İnsan Kaynakları Yönetimi ve Gelişimi

alanında yüksek lisans yaptım.

1994-2002 yılları arasında bankacılık ve medya

sektörlerinde İnsan Kaynakları Yöneticisi olarak çalıştıktan

sonra, üç büyümekte olan ulusal bankada İnsan

Kaynakları Bölümlerini kurdum.

Daha sonra, Türk, Alman ve İtalyan ortaklı lider dergi

yayıncılık şirketi olan Doğan Burda Rizzoli’de İnsan

Kaynakları Direktörü ve İcra Kurulu üyesi görevinde

bulundum.

Çeşitli dönemlerde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde

MBA programında Örgütsel Davranış, Koç Üniversitesi

EMBA programında Liderlik dersleri verdim. Mentor LD

bünyesinde sektörün ilk "Koçluk ve Mentorluk Konferans

Dizisi"ni gerçekleştirme fırsatını buldum.

Ayrıca İşte İnsan gazetesi ve DBE ile birlikte "İşte Psikoloji"

Konferanslarını tasarımı ve yönetimi yolculuğum da oldu.

Ve bildiğiniz üzere 2012 yılından bu yana da amacımızın

Türkiye’deki yönetim kurullarındaki kadın sayısını

artırmak olan şirketler arası mentorluk programı,

‘Yönetim Kurulunda Kadın Programı’nı yönetmekteyim.

2017 yılından bu yana Yönetim Kurulunda Kadın

Derneği (YKKD) Başkanı olarak Derneğimizde görevimi

sürdürmekteyim.

Yönetim Kurulunda Kadın Derneği’nin bir kadın

meselesi olmadığı daha iyi bir toplum ve daha iyi

bir gelecek için Yönetim Kurulunda kadın sayısını

arttırmayı hedeflediğini söylemiştiniz. Bu alanda

da başarılı birçok atılım gerçekleştirdiniz ve

gerçekleştirmeye devam ediyorsunuz. Peki sizce

hedeflerinizi gerçekleştirebildiniz mi? Bunun yanında

gelecek hedeflerinizden de bahsedebilir misiniz?

Biz bir yetenek hareketi başlattık.

2011 senesinde başlattığımız “Yönetim Kurullarında

Daha Çok Kadın için ”Şirketlerarası Mentorluk Programı”

ülkemizin önde gelen iş insanlarının desteği ile oldukça

ses getirdi. Yönetim Kurullarında kadın temsil oranının

artırılmasını desteklemek üzere bu role “hazır” kadın

havuzunun genişletilmesi amacındayız. Başlattığımız

Yönetim Kurulunda Kadın Programı, aynı zamanda

Yönetim Kurulu Üyeliği alanında saygın akademik

kurumların akredite ettiği, Türkiye’nin ilk ve tek sertifika

programı oldu.

Ayrıca YKKD olarak, Anadolu’ya açılım yeni dönemdeki

en önemli odaklarımızdan biri. Bu kapsamda çeşitli

fon projelerine başvuru yapıyoruz ve yanımıza destekçi

olarak özellikle yerelde kuvvetli olan iş dünyası örgütlerini

alıyoruz. “Anadolu'nun Kadın Yönetim Kurulu Üyeleri”ni

ortaya çıkarmayı ve ülkemizin her yerinde meselemizle

ilgili farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Bölgesel

eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, kadınlara imkânlara eşit

erişim şansı sunmak ve toplum için fayda yaratmak biz

ve benzer tüm oluşumların ajandasının olmazsa olmazı.

Biz de İstanbul’da yaklaşık 10 yıldır edindiğimiz deneyimi

Anadolu’ya taşımak için sabırsızlanıyoruz.

Dolayısıyla YKKD bir yandan yönetim kurullarına güçlü

aday hazırlayan bir platform olup, diğer yandan bu

sorunun çözümünde aktif rol oynayan, sistemin etkin

çalışması için paydaşları bir araya getiren ve çözüm

yollarını diyaloğa açan güçlü bir organizasyon olarak her

geçen gün hedeflerine ulaşan ve hedeflerini büyüten bir

organizasyonuz.

Cinsiyet eşitliğini esas almamız gereken dünyada

maalesef ki aynı oranda fırsat eşitliği görülmemekte

ve kadınların birçoğu iş hayatlarında cam tavan algısı

ile birlikte psikolojik şiddet görmekte. Siz bu alanda

yaptığınız işlerle birçok kadını motive ediyorsunuz.

Kadınların iş hayatında uğradıkları psikolojik şiddettin

başarılarına ve kendilerini geliştirmelerinde nasıl bir

etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

Programımız ile cam tavanlarını yıkan ve toplumdaki

bu eşitsizliği fark eden kadınlar, kurumlarının önderleri

olarak orada da dönüşümü başlatıyorlar. Kadına pozitif

ayrımcılık yapmıyoruz ve bu konuyu kadın meselesi

olarak da adlandırmıyoruz. Bu bir yetenek hareketi. Eşit

oranda varlık gösteren ve üniversite sıralarından eşit

oranda mezun olan, yetkinlik anlamında eksik değil hatta

bir parça da üstün olan kadınlar iş hayatının kaybedeni,

havlu atanı. Biz bunu değiştirmek istiyoruz.

Her ne kadar dünya hızla aksi yönde değişse de

toplumsal cinsiyet anlayışı halen kadını ikinci plana ve

yönetilen rollere itiyor. Toplumsal ve kurumsal sistemlerin

uzun geçmişlerine dayalı anlayışı değiştirmek kolay ve

kendiliğinden olmuyor. Maalesef pek çok kurum kültürü

de bunu destekliyor. Her seviyede, her rolde kadın kırık

basamakları ve cam tavanları ile yaşıyor. Her değişim gibi

bu konudaki değişim de talebin yaratacağı baskıyı, arzın

sunduğu fırsatları, liderlerin ortaya koyduğu vizyonu ve

otoritenin güçlendirdiği uygulamaları gerektiriyor. Bu

faktörlerin hepsini bir araya getirmek kolay bir süreç değil

ama imkânsız hiç değil.

İş dünyamızın en önde gelen liderleri on yıldır devam

eden YKKD programı kapsamında mentorluk yaparak ve

programa destek vererek kadınların yönetici düzeyinde


yeterince temsil edilmemesi sorununun altını çizdi.

Cam tavanların kırılması konusunda güç birliği yaptı. İş

dünyamızda ve toplumumuzdaki farkındalık ve kararlılık

da bu süreçte ciddi şekilde yükseldi.

Türkiye’nin ilk ve tek sertifika programı olan Yönetim

Kurulunda Kadın Derneği Programı nedir? Programa

başvuran mentee adaylarını seçerken kriterleriniz

arasında yer alan etkenler nelerdir? Türkiye’nin ilk

koçluk ve mentorluk şirketi olan Mentor’u kurmaya nasıl

karar verdiniz, kurarken ne gibi zorluklar yaşadınız?

Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz? Mentor

kurumunu diğer şirketlerden ayıran özellikler nelerdir?

Mentorluk kavramının Türkiye’deki öncülerinden

biri olarak mentorluğun Türkiye’deki gelişimini nasıl

değerlendirirsiniz?

Ocak 2017’de kurulan Yönetim Kurulunda Kadın

Derneği’nin (YKKD) temel amacı, yönetim kurullarında

kadın temsilini artırarak toplumsal kalkınmayı

desteklemektir.

YKKD, Yönetim Kurullarında eşit cinsiyet temsilinin

toplumsal ve ekonomik faydası konusunda tüm

paydaşlar nezdinde savunuculuk rolü̈ üstlenmek ve

kadınları bu yolda geliştirmek misyonu ile çalışmaktadır.

Programın ana unsurlarından bir diğeri de ülkenin en

etkin iş insanları ve kanaat önderlerinden Mentorluk

alma imkanı tanıyan şirketler arası Mentorluk sistemidir.

18 ay süren her dönemde Mentorlarımız yeni bir kadın

Menti ile çalışıp onların Yönetim Kurulu rollerine

hazırlanmasında önemli bir rol üstlenmektedirler.

Temel prensiplerimiz çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık

üzerine kurulmuştur.

Farkımız elbette ki Yönetim Kurulunda kadın temsilini

artırarak toplumsal kalkınmayı destekleme amacına

hizmet eden ilk program olmamızdır.

Yönetim Kurulu üyeliği bir terfi değil, bir davet, bir atama

olduğu için burada en büyük seçilme kriterinin tecrübe

olduğunu düşünüyoruz. Bu kapsamda da şirketlerden

talepte bulunuyoruz ve ilk adımı şirketler atarak Yönetim

Kurulu görevine hazır olduğunu düşündükleri kadın tepe

yöneticilerini öneriyorlar.

Mentor Yönetim Danışmanlığı Ltd Şti’ni de aynı bakış

açışıyla kurdum YKKD’de de bunu devam ettirdim.

Mentor, “Türkiye'de daha çok lider yetişmesine katkıda

bulunmak” misyonunu değiştirmeksizin yönetici

koçluğu ve liderlik gelişimi alanlarında hızla büyüdü.

Mentor’u iş hayatına kişilerarası ve organizasyonel

psikoloji gözlüğüyle bakan, kendisini işletme ve psikoloji

disiplinlerinin arasında bir köprü olarak konumladık,

kurumlarla, kurumların mevcut ve gelecek liderleriyle,

onların başarısı ve gelişimi için çalışıyoruz.

Mentor’u kurarken ve geliştirirken yaşadığımız süreç

hiç şüphesiz kurumların bizden beklentisiydi. Mentor

Liderliğin "yapmak kadar olmak" olduğu inancıyla

şirketlere hazır sistemler sunmaz. Her kurumun liderlik

ihtiyacı, anlayışı ve modeli birbirinden farklıdır ve farklı

olduğu sürece başarıyı getirir. Mentor, geniş uluslararası

bağlantıları sayesinde liderlik gelişimi alanında dünyanın

önde gelen iş okulları ve danışmanlık şirketleri ile işbirliği

içerisinde çalışarak, ortak projeler yürüterek müşterilerine

maksimum değer yaratmaktadır.

“Siz yaşadığınız için bu dünya bugünden

daha güzel bir yer olsun. Yönünüzü

kaybettiğiniz zaman hep bunu düşünün. ”

Ülkemizin her noktasında Yönetim Kurulu rolüne

hazır, eğitimli, donanımlı, başarılı, aydınlık iş kadınları

olduğunu bilerek bu iş kadınlarına yönelik mentorluk

programı düzenliyorsunuz. Kadınlar, cinsiyet eşitliği için

yıllardır büyük bir mücadele vermekte. Buna rağmen

kadın yönetici oranları Türkiye’de hatta dünyada

oldukça az. Bu durumun en temel sebebi nedir?

Bilinçdışı önyargılarımız var. İcra rollerinde ve yönetsel

rollerde oldukça başarılı olan kadınlar, şirketlerin en

üst karar mercileri olan Yönetim Kurullarında varlık

gösterebileceğinin farkında olmayabiliyorlar. Toplumsal

cinsiyet anlayışı, kadını ikinci plana ve yönetilen rollere

itiyor. Maalesef kurum kültürü de bunu destekliyor. Biz

de programımızda aslında bu önyargıları, kaygıları yok

ediyoruz.

Nüfusun ve yeteneğin yarısının kadın olduğu bir dünyada

eğer Yönetim Kurullarında yeterince kadın yok ise, bu

uygun kadın olmadığını değil, sistemin iyi çalışmadığını

ve sürecin bir yerinde kadınların takıldığını gösteriyor.

Sistemin yarattığı bu sorunu tek başına kadınlar çözemez,

gene sistemin kendisi çözmelidir. Dolayısıyla YKKD bir

yandan yönetim kurullarına güçlü aday hazırlayan bir

platform olup, diğer yandan bu sorunun çözümünde

aktif rol oynayan, sistemin etkin çalışması için paydaşları

bir araya getiren ve çözüm yollarını diyaloğa açan güçlü

bir organizasyon.

Yönetim Kurullarında eşit temsiliyet için gönüllü ve

haklı çabanızı sürdürürken katıldığınız bir programda

gençken yaşadığınız zorluklardan ve bu süreçte

hayatınıza etki eden üç kadından bahsetmiştiniz.

Günümüzde yürüttüğünüz bu başarılı işlerin başlatılma

sebebinin bu yaşadığınız zorluklar olduğunu söyleyebilir

miyiz? O isimlerden ve sizde bıraktığı etkilerden

bahsedebilir misiniz? Bu alanda sizleri rol model alan

gelecek nesile nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair

verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?

Bu işlerin başlatılma sebebi yaşadığım o zorluklar

diyemem, bu işlerin başlatılma sebebi benim tüm

hayatımın bileşkesi. Zorluklar da var ama aynı zamanda

yaşadığım bana yapılmış büyük yatırımlar, iyilikler ve

karşıma çıkan güzel fırsatlar da var. Her şeyden önemlisi

iyi bir eğitim var. İstanbul Üniversitesi’nde aldığım

temel üniversite eğitimi, hayat görüşümü geliştirirken,

değerlerimi oluştururken elbette bu çabaların da

tohumlarını attı. Beni ben yapan, hayatımı bugüne kadar

getirdiğim tüm olumlu, olumsuz, zor, kolay her şeyin bir

bütünü bu işlerin başlatılma sebebi.

Bir konuşmamda 3 kadından bahsetmemi

hatırlatmışsınız. Zevkle anlatabilirim.

O isimlerden ilki Türkan Saylan, hepimizin saygı

duyduğu, hayranlıkla izlediği ve onun açtığı yolda

arkasından yürümek istediği muhteşem bir Cumhuriyet

kadını. Kendisi özel hayatından ve birçok önceliğinden

vazgeçerek bütün hayatını Çağdaş Yaşamı Destekleme

Derneği’ne ve imkanı olmayan kız çocuklarının

okumasına adayan bir insan. Ben de kendisiyle çalışma

fırsatı bulmuştum, benim için çok kıymetlidir. Onun

bendeki izi ‘asla yetinmeyindir.’ 100 kıza mı burs verdiniz

neden 150 kız olmasın diye sorardı her zaman. Türkan

Saylan’a göre başarının sırrı yetinmemektir. Her zaman

daha fazlasını yapabiliriz.

Şimdi bunu biz YKKD’de yapıyoruz. 50 Menti ile mi yola

çıktık neden 60 olmasın daha çok çalışacağız diyoruz?

Beni etkileyen diğer isimlerden biri Duygu Asena.

‘Kadının Adı Yok’ kitabı yayınlandığında ben ergenlik

dönemindeydim. Onun bahsettiği konulardan

bahsetmek büyük bir devrimdi o zamanlar Türkiye

için. Türkiye’de feminizmin anlaşılmasını, tanınmasını

sağlayan en önemli insanlardan biridir. Düşüncelerini,

yumuşacık sesi ve tarzıyla keskin ve net olarak ifade eder.

Çok erken yaşta kaybettiğimiz bir insan onun bendeki

mesajı da ‘Eğer size doğru gelmiyorsa kabul etmeyin,

boyun eğmeyin, katlanmayın’dır.

Üçüncü isim ise sevgili arkadaşım Ece Temelkuran.

Türkiye’de yetişmiş en başarılı, en güçlü kalemlerden

biri. Hem gazeteci hem yazar hem de fikir lideri. O da

uzunca bir zamandır özgürce istediğini yazabilmek için

yurtdışında yaşayıp birçok şeyden fedakarlık ederek

hem mesleğini yerine getiriyor hem de aynı zamanda

ülkesi için müthiş bir şey yapıyor. O da devrimci bir kadın.

Ece’nin bendeki mesajı ‘Bütün dünya sizi susturmaya

çalışsa da inandığınız şey için susmayın.’

Beni rol model alacak gelecek yeni nesile mesajım şu:

Siz yaşadığınız için bu dünya bugünden daha güzel bir

yer olsun. Yönünüzü kaybettiğiniz zaman hep bunu

düşünün. Bu hayatta bu dünya için neyi daha güzel ve iyi

yapmak istiyorsanız onun için mücadele etmekten asla

vazgeçmeyin ve tutkunuzun peşinden gidin.

18


19


“DOĞAYI KORUMAK:

ELEKTRIKLI ARAÇ’’

“Doğamız, sahip

olduğumuz en değerli

nimetimizdir.”

BinBin olarak çevreyi

koruma misyonumuz ile

sürdürülebilir ulaşıma

en uygun alternatifleri

hayata geçirmek için var

gücümüzle çalışıyoruz.

Hızla yükselen nüfus ve

artan şehirleşme ile ortaya

çıkan sorunlar karşısında

insanların hayatını

kolaylaştırmak, ulaşımı

problem ve zaman kaybı

olmaktan uzaklaştırarak

keyifli ve basit hale

getirmek öncelikli

görevimiz. Tüm bunları

yaparken en iyi kullanıcı

deneyimini sunmak için

büyük bir hassasiyet

gösteriyor, yüksek

teknolojiyi her alanda en iyi

şekilde kullanıyoruz.

KADİR ABDİK

BinBin Kurucu Ortak

İnsanlığın varoluşundan bugüne dek kendimize en büyük

düşmanlığı, doğayı kirleterek yaptık. En başta çevremizi, sonra

ormanlarımızı, denizlerimizi, havamızı ve bütün unsurları sırayla

tüketerek sahip olduğumuz en kıymetli hazinemizi israf ettik

ve etmekteyiz. Geçmişe hayıflanmak tabii ki işin kolay kısmı.

Bugün şapkamızı önümüze koyup pişmanlıkları telafi etmek

için yapılması gereken neler varsa bunları gerçekleştirmek için

çabalamalıyız.

1997 senesinde imzalanan Kyoto Protokolü, aslında tüm dünya

ülkelerinin bu mücadeleye dahil edilebilmesi için hayata geçirilen

bir uygulama oldu. Ülkelerin karbon salınımlarını azaltmak için

söz vermesi, bunu yapamayanların ise karbon ticareti ile haklarını

artırmaya teşvik edilmesi doğayı korumak

adına Global olarak atılan en doğru adımlardan

bir tanesiydi. 2015 senesinde imzalanan

Paris İklim Anlaşması ise bunun devamı

niteliğinde oldu. Kyoto protokolünün finansal

düzenlemesini oluşturan ve teşvik edici esasları

hayata geçiren bu anlaşma sayesinde hem

ülkeler hem de kurumlar karbon tasarrufu

sağlamaya teşvik edildi.

Biz de 2018 senesinde ulaşım sektörüne

çevreci bir yenilik kazandırma arayışındayken

BinBin’in temellerini attık. Aslında bu da bizim

doğayı koruma mücadelemizin bir parçasıydı.

Hızla artan dünya nüfusu, fosil yakıt tüketen

araçların da hızla çoğalmasına sebep oldu.

Otomobil ve türevlerinin oluşturdukları trafik

sorunu bir yana; bireysel taşıtların çoğalması

doğanın kirlenme katsayısını büyük oranda

artırdı. Bu durum gitgide çözülmez bir hal alırken

mikromobilite unsurlarını insanların hayatına en

hızlı şekilde nasıl adapte ederiz sorusunun cevabı

üzerine çalışmalar başlattık. Gelişmiş ülkelerin

ulaşım sektörünün geleceğine dair bakış açılarını

ve çalışmalarını inceledik ve kendi ülkemize

ne şekilde fayda sağlayabiliriz bunun üzerine

yoğunlaştık.

Scooterların yurt dışında yaygın kullanımı

bizim için ilham oldu ve zaten birçok ülkede

tecrübe edilmiş bu uygulamayı kendi ülkemizde

hayata geçirerek başladık. Şehir içi yolculukların

büyük bir kısmı 5km’den az mesafeler arasında

gerçekleşiyor. Elektrikli scooterlar tam olarak bu

ihtiyacı hedef alıyorlar ve aynı zamanda doğayı

koruyorlar.

20


gün genişletiyor, en iyi kullanıcı deneyimini sağlamak amacı ile uygulama ve operasyonlarımızı sürekli

iyileştiriyoruz. Alternatif araçları bünyemize katmak için geniş AR-GE çalışmaları gerçekleştirirken,

kullanıcılarımıza her an daha yakın olabilmek için çeşitli kampanyalar kapsamında alternatifler

sunuyoruz.

Tek tekerden elektrikli scootera, hoverboard’dan elektrikli arabaya hayatımızın her alanında varlık

gösteren elektrikli araçlar değişen dünya ihtiyaçları ve gereklilikleri sebebiyle daha da gelişim

gösterecek. Ülkemizde nispeten yeni sayılan mikromobilite sektörünün gelişmesi ve kişilerin bu

gelişime ayak uydurabilmesi için sektör oyuncusu olarak

üzerimize düşen her türlü görevi layıkı ile yerine getirmeye

özen gösteriyoruz. Ulaşımda rol oynayan tüm bileşenlerin

güvenliği öncelikli olmak üzere, bu değişime ayak

uydurması ve dünyamızı iklim değişikliği, kuraklık, fosil

yakıtların tükenmesi gibi ciddi sorunlardan bir nebze olsun

korumak için büyük bir hassasiyetle çalışıyoruz.

Doğamız, sahip olduğumuz en değerli nimetimizdir.

Doğanın bize verdiği olanakları onu kirletmeden kullanmak

başlıca görevimizdir. Tükettiğimiz, kirlettiğimiz unsurları

yenileyebilmek gün geçtikçe imkânsız hale gelmektedir. Bu

değişime bireyler olarak kendimizden başlamalıyız. Başta

geri dönüşüm, yenilenebilir enerji ve doğayı korumak için

bütün uygulamaları yakından takip etmeli, hayatımıza

entegre etmeliyiz. Bu mücadeleyi önce kendimize, sonra

gelecek nesillere borçluyuz.

21

Şehir içi yapılan yolculuklara çözüm

üretebilmek adına en doğru

alternatifi aramaktayız. Otomobil

firmalarının tanıttığı elektrikli araba

modelleri bizleri gerçekten çok

heyecanlandırıyor. Birçok farklı

firmanın ürettiği elektrikli otomobil

alternatifleri, şehir içi ulaşıma

entegre edilebilecek daha kompakt

araçların da üretilmesine katkıda

bulunacaktır. Fosil yakıt kullanan

araçlarda yapılamayan tasarımları

hayata geçirmeleri estetik açıdan

da başarılı bir şekilde göze hitap

ediyor. Özellikle yeni teknolojilerin

bu araçlarda uygulanması onları

daha cazip kılıyor. Biz de BinBin

Ailesi olarak en doğru elektrikli araç

alternatifi ile karşınıza çıkmak için

sabırsızlanıyoruz.

2019 yılında, 5 arkadaş olarak

üniversite kampüsünde başlayan

yolculuğumuza şimdi kendi

ofisimizde ve Türkiye’nin dört

bir yanında 300’ü aşkın çalışma

arkadaşımız ile omuz omuza

çalışarak devam ediyoruz. Hem

keyifli ulaşım hem sürdürülebilir

bir çevre için şimdilik 8 şehirde

verdiğimiz hizmeti her geçen

“Doğanın bize verdiği olanakları onu

kirletmeden kullanmak başlıca görevimizdir.”

“İnsanlığın varoluşundan bugüne

dek kendimize en büyük düşmanlığı,

doğayı kirleterek yaptık.”


İNOVATİF DÜŞÜNCELERİ

GLOBAL DEĞERLERİ İLE

ZENGİNLEŞTİREN

LİDER: ALİ ÜLKER

22


Temelleri sağlam, yenilikçi

fikirlere olan desteğiyle, işi

yaşama anlayışıyla global ölçekte

de önemli işlere imza atan ve

ülkemizi en iyi şekilde temsil

eden Yıldız Holding Yönetim

Kurulu Başkanı Ali Ülker ile keyifli

bir röportaj gerçekleştirdik.

İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra

Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

İktisat ve İş İdaresi Bölümü’nde eğitiminize devam

etmişsiniz. 2020 yılından bu yana Yıldız Holding

Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütmektesiniz.

Peki tüm bunların dışında Ali Ülker kimdir? Sizi biraz

daha yakından tanıyabilir miyiz?

Ali Ülker aslında Türkiye’de farklı evreleri görmüş,

tanımış, farklı bir çocukluğu olmuş biridir. Benim

için önemli tecrübelerle dolu bir çocukluğum

ve gençliğim oldu. Çocukluğumda okumak çok

önemliydi, klasik eserlerin çoğunu okudum. Ali Ülker

nelerden hoşlanır derseniz, öncelikle aile benim için

çok önemlidir. Huzurlu bir aile ortamı ve huzurlu bir

iş ortamı birbirini destekleyen unsurlardır. Üç çocuk

yetiştirmek, onlarla beraber olmak da çok keyifli ama

galiba ne yazık ki ben onların çocukluğunu ıskaladım.

Çok yoğun çalışma tempom dolayısıyla çocuklarımla

fazla vakit geçiremedim ve hayatımdaki en büyük

pişmanlıklardan bir tanesi budur.

Bunların yanı sıra Ali Ülker yüzmeyi sever, sporu sever.

50 yaşımı aştım, yine de spora düzenli olarak devam

ediyorum, haftada minimum 3 gün spor yapıyorum.

Beslenmeme de dikkat ediyorum, her şeyden yiyorum

ama makul ölçülerde ve dengeli bir şekilde beslenmeye

gayret ediyorum. Sağlıklı yaşlanabilmek önemli diye

düşünüyorum.

Bunun haricinde insanların fiziksel sağlık kadar zihinsel

sağlığı muhafaza etmesi de çok önemli. Bunun

için de bir meşgale geliştirmek, bir hobi edinmek

bence birincil derecede bir gereklilik. Hobi ve sosyal

etkinlikler size bir çevre getiriyor, arkadaşlık ve dostluk

imkanlarınızı geliştiriyor ama hepsinden de ötesi iş

hayatımızda veya özel hayatımızda zaman zaman

yüklendiğimiz stresten arınmamızı sağlıyor. Bu stresi

deşarj etmek, nötralize etmek için de bir aktiviteyle

uğraşmak, başka bir şeye konsantre olmak, bütün

beyin gücünüzü sadece oraya odaklamak çok fayda

sağlıyor.

Gündemi, aktüaliteyi daha çok görsel mecradan takip

23

ediyorum çünkü günümüzde eğitim ve öğrenme

şekilleri değişti. Aktüaliteyi Twitter’dan takip ediyorum,

bazı konuları da YouTube’dan araştırıyorum, iş

dünyasıyla ilgili merak ettiğim konular hakkında

TEDTalk’lardaki sunumları izliyorum, bunlar da vizyon

ve ufuk açıcı oluyor. Okuma alışkanlığım ise kitaplardan

makalelere doğru yön değiştirdi. Konusunda uzman

kişilerin yazmış olduğu kısa makaleleri okuyorum

çünkü artık bir kitabı baştan sona okumak benim için

lüks. Merak ettiğim kitaplar da oluyor, o zaman genelde

ilgimi çeken bölümlerini okuyorum.

Sabah erken kalkmayı seviyorum; genelde sabahları

saat 6 gibi uyanmış oluyorum, bazı günler sabah spor

yapıyorum, bazı günler seçtiğim yazıları okuyorum

veya haberleri izliyorum. Mutlaka sabah haberlerini

izlerim, gündemde neler var, bizi neler bekliyor veya bir

gün önce neler oldu, bunları takip ederim. Sabahları

kahvaltıya önem veririm, kahvaltı yapmadan evden

çıkmam. Seyahate gidecek bile olsam kahvaltımı ihmal

etmem. İşe gelince mutlaka günlük programıma

bakarım, görüşeceğim kişiler varsa gündemi

oluştururum, onun haricinde de programın çok yoğun

olmamasına gayret ederim ki arada çıkabilecek ekstra

gündemleri yönetmek için zamanım olsun. Evde saat

23:00’dan 01:00’a kadar benim için internet zamanıdır.

Gerek makale okumak gerekse bazı videoları takip

etmek için internet sıkça kullandığım ve başvurduğum

referans kaynaklarından bir tanesi. LinkedIn yazılarıma

ilham olabilecek temaları da internetteki gündeme,

güncel konulara göre belirleme imkânı buluyorum.

Seyahate gittiğimde de sadece bulunduğum bölgedeki

ofislerimizi ve çalışanlarımızı ziyaret etmek yerine

bizzat sahaya çıkarak oradaki müşterilere gitmeye,

pazarı görmeye, anlamaya, insanların yaşam stilleriyle

ilgili deneyim ve tecrübe kazanmaya, sosyalleşmeye

önem veririm. Gittiğim ülkedeki sosyal hayatı anlamak

için farklı mahallelerine gider, sosyal yapıyı görmeye

çalışırım.

Yıldız Holding olarak geçmişten bugüne kadınları

iş dünyasında daha fazla var edebilmek adına

yaptığınız çalışmalarla sektörde adınızdan sıkça söz

ettiriyorsunuz. Bu amaç doğrultusunda, fırsat eşitliğini

sağlamada öncü rol oynayabilecek bir çalışmaya imza

atarak Yıldız Holding Kadın Platformu’nu kurdunuz.

Peki kadınları iş hayatına daha fazla dahil etme

çalışmalarınızı nasıl devam ettirmeyi hedefliyorsunuz?

Bu alanda yeni projeleriniz var mı?

Öncelikle bu Platform’un kadın çalışanlarımızın

bir temsilcisi olmasını arzu ettik. Yıldız Holding ve

iştirakleri Çin’den başlayıp Hindistan, Kazakistan,

Romanya, Türkiye, Orta Doğu, İngiltere, Amerika ve

Nijerya’ya kadar uzanıyor. Bu kadar çeşitlilik arz eden

bir yapı içerisinde farklı coğrafyalarda o ülkelerin

kültürlerinden, o ülkelerdeki iş ortamından, çalışma

koşullarından kaynaklanan farklılıklar mutlaka var.

Bazı ülkelerde kadınların iş dünyasında yer alması

oldukça doğal karşılanırken ve kadınlar erkeklerle eşit

fırsatlara sahipken bazı ülkelerde de ne yazık ki değişik

handikaplar yaşanabiliyor. Yıldız Holding de global

bir yapı olduğu için sürekli birbirimizden öğrenen bir

yapıyız ve farklı coğrafyalardaki en iyi uygulamaları alıp

adapte edebileceğimiz bir platform olsun istedik ve

Yıldız Holding Kadın Platformu’nu oluşturduk. Kuruluş

aşamasında yaptığımız arama konferanslarında da

enteresan sonuçlara ulaştık. Platformda yer alan ve

bu gruba dahil olan, arama konferanslarına katılan

tüm kadınlar şunu dedi: “Bu konuda eğitilmeye veya

kendimiz adına bir aksiyon alınmasına ihtiyacımız

yok. İhtiyacımızı kendimiz belirleyebiliriz, kendi

yol haritamızı çizebiliriz. Önce erkekler kendilerini

düzeltsin.” Birinci çıkış noktaları buydu. Dolayısıyla

öncelikle erkeklerin bir fark yaratması gerekiyor.

Global düşün, yerel hareket et.


İkincisi, iş yerinde iletişimde özellikle

erkek-dominant bir lisan kullanılıyor,

bunu değiştirmek lazım. İngilizcede

bu sıkça olan bir şey, Türkçede de

var. Artık iş adamı demiyoruz, iş

insanı denmeye başladı. Yani bu

jargonu da değiştirmek gerekiyor.

Bunun ötesinde kadınların en

önem verdiği husus eşit fırsat

sağlanması. Kadınlar, “Biz kendi

yolumuzdan gideriz; engelleri

ortadan kaldırın, biz zaten gereken

noktaya doğru ilerleriz,” dediler. Bu

çok yerinde bir tespitti. Buradan

hareketle Platformumuz çeşitli iş

birliklerine gitti. Özellikle Birleşmiş

Milletler’in WEPs ilkelerini, yani

Kadının Güçlenmesi Prensiplerini

imzalayarak yola çıktık.

Bir manifestomuz var ve belli bir

program dahilinde ilerliyoruz.

Ölçülebilir hedeflerimiz var.

Bunlardan en önemlisi de fırsat

eşitliği. Gerek istihdam yaratmada

gerekse terfilerde, kritik noktalara

kadınların yerleşmesi konusunda

fırsat eşitliğine inanıyoruz. Tabii şuna

dikkat ediyoruz: Bu bir siyasi oluşum

ya da feminist bir hareket değil;

mühim olan kadınların yönetimde

söz sahibi olmaları ve erkek

dominant bir ortamdan eşitlikçi

bir ortama geçmek, yani baskın bir

yapıyı kırmak, zinciri kırmak. Daha ilk

aşamada ben de bu konuda bir adım

atıp İngilizce unvanımı değiştirdim.

Yönetim Kurulu Başkanı unvanı

Türkçede cinsiyet barındırmıyor

ama İngilizcede “Chairman” yerine

artık “Chairperson” veya “Chair of the

Board” unvanını kullanıyorum.

Yıldız Holding olarak değişen iş

dünyasında çalışma modellerinin

verimliliği ve dönüşümü üzerine

geliştirdiğiniz “UYDU-Yeni Nesil

Çalışma Modelleri” projesinin 1

Eylül 2021 tarihinden itibaren

uygulanmaya başlandığını biliyoruz.

Peki bu projede sürecin nasıl

ilerlemesini ve bu projenin çalışan

performansı üzerinde nasıl bir etki

yaratmasını hedefliyorsunuz?

Elbette bu konuda hedeflerimiz

var ama neler olacağını bilmiyoruz.

İş dünyasında öğrendiğim en

önemli hususlardan bir tanesi de

şu: Bilmemek hiç ayıp değil. Neden

bilmiyoruz? Çünkü bu insanlık

tarihinde ilk defa uygulanan

bir organizasyon şekli. Buna

sadece UYDU projesi olarak da

bakmamak lazım. UYDU, Türkiye

organizasyonumuzda denenen

hibrit bir çalışma modeli. Şunu

zaten görüyorduk: Pandemi

öncesinde de genç çalışanlarımız

daha esnek çalışma saatleri, zaman

zaman evden ve uzaktan çalışma

gibi alternatiflerin olmasını talep

ediyorlardı. Biz açıkçası buna henüz

cesaret edemiyorduk ama salgınla

beraber bir anda dünyamız, iş

yapma şekillerimiz değişti. Uzaktan

çalışmak bir lüks değil bir zaruret,

ihtiyaç haline geldi. Biz de en kısa

sürede kendimizi buna adapte

ettik. Kavramsal tasarım ve konsept,

strateji, iş geliştirme gibi alanlarda

çalışan kişilerin bir araya gelip

birbirleriyle bir şeyleri tartışması,

bir şeyi tartışırken aynı odada

olmaları, yani vücut lisanıyla da bir

şeyler ifade edebilmeleri bana daha

doğru geliyor ama rutin konuların

konuşulduğu, sadece sonuçların

incelendiği, aksiyonların belirlendiği

toplantılarda uzaktan çalışmanın

da çok rahat olduğunu gördük.

Dolayısıyla bu süreci zaman içinde

hep beraber keşfedeceğiz.

Ancak şunu da biliyorum ki

uzaktan çalışmada daha kısa

hedefler koymak gerekiyor. İş ve

görev dağılımını daha adilane

yapmak, daha yakın takip etmek

gerekiyor. Şirketler içerisinde en

büyük problemlerden bir tanesi

de çalışanların aidiyetini devam

ettirmek, sadakati yükseltmek. Bu

konuda şirketlere çok mesuliyet

düşüyor. Ayda sadece 1-2 sefer

şirkete gelen çalışanı şirkete nasıl

bağlayacaksınız, uzaktaki parçaları

bütüne nasıl ilave edeceksiniz?

Bunlar şu anda ucu açık kalan soru

işaretleri. Uzaktan çalışmayla beraber

gerek performans sistemlerinde

gerekse aidiyet sağlayacak İnsan

Kaynakları politikalarında ve

ücretlendirmede, hedeflendirmede

farklılıklar oluşmasını bekliyoruz.

İş dünyasında başarılı

olmak istiyorsanız

düştüğünüz yerden

kalkmayı ve o düşüşten

dersler çıkarmayı öğrenmek

gerekiyor. Kariyer çizgisi

hiçbir zaman daima yukarı

doğru gitmiyor, inişler

çıkışlar oluyor.

Geçtiğimiz Mart ayında Yıldız

Holding tarafından 13’üncüsü

düzenlenen Senenin Yıldızları

Ödül Töreni büyük bir ilgi görerek

9 kategoride 201 farklı proje

başvurusu alıp 1,5 milyar lira

katma değer kazandırdı. Ödül

töreninde yaptığınız konuşmada

“Holdingimizin dünyada parlayan

bir yıldız olmasını hedefliyoruz”

sözlerinizle Yıldız Holding’in bir

dönüşüm süreci içerisinde olduğu

ifade ettiniz. Peki bu dönüşüm

ve globalleşme süreci için yeni

çalışmalarınız var mı?

24

Tek başına Ülker markamız bile

büyük bir değer ifade ediyor,

Türkiye’de kendi alanında bir

numarada bulunuyor ve geçmişten

bu yana gıda ile birlikte anılıyor.

Günümüzde ise Yıldız Holding olarak

gıdanın yanı sıra perakendeye de

odaklanıyoruz. Zamanında yapmış

olduğumuz strateji çalışmalarında,

atıştırmalık alanında güçlü bir

noktaya gelmek için başka güçlü

markalara da ihtiyacımız olduğu,

bunun da satın almalar vasıtasıyla

yapabileceğimiz gündeme gelmişti.

2008 yılında GODIVA, 2014 yılında

United Biscuits’in (McVities’in ana

şirketi) satın alınması bize iki tane

daha önemli marka kazandırdı.

Çikolata alanında GODIVA, bisküvi

alanında da McVities markası global

potansiyele sahip önemli markalar.

Evet, İngiltere’de, Orta Doğu’da,

Türkiye’de ve daha pek çok yerde

markalarımızla bir numarayız

ama başka birkaç coğrafyayı daha

bu listeye ilave etmek, oralarda

da hatırı sayılır pazar paylarına

ulaşmak bizim hedeflerimizden

bir tanesi. Globalleşmeden benim

anladığım şu: Eğer Avustralya’daki

bir yangın veya Japonya’daki

tsunami konusunda sabah haberleri

izlediğiniz zaman oradaki ekiplerimiz

ne yapıyor, onların yanında olmalıyız

diye düşünüyorsanız siz yavaş yavaş

global bir yapı haline geliyorsunuz

demektir. Sonuç itibariyle bu

bir yolculuk. Bitmeyen bir enerji

gerektiriyor ama bunun ötesinde de

global değerlere sahip olmanız ve

bütün organizasyonlarınızı, yapınızı

da bu global değerler üzerinde

geliştirmeniz gerekiyor. En son bir

anket çalışmasıyla tüm dünyadaki

çalışanlarımıza “Bizi geleceğe

taşıyacak değerler nelerdir?” diye

sorduk. Oradan da bazı ipuçları

alarak Yıldız Holding’in Global

Değerlerini oluşturduk. Bunlara

bakacak okursak müşterilerimize

ve tüketicilerimize yakın olmak,

hizmette yarışmak bizim için temel

unsurlardan bir tanesi. Değişik

coğrafyalarda çalışan arkadaşların

projelerini takip ediyoruz.

Birbirimizden öğrenmek de önemli

bir zenginlik; dolayısıyla farklılıkları

teşvik ediyoruz. Tüm bunları

yaparken de ana değerlerimizden bir

tanesi etik ve şeffaflık.

Global olmanın bazı sorumlulukları

var. Ne kadar ana yatırımlarımızda

Türkiye’yi öncelikli olarak tutsak

da global olarak yurt dışında da

farklı kurumlarla ve enstitülerle iş

birliğine gidiyoruz. Bunlardan bir

tanesi Harvard Üniversitesi’ndeki

Sabri Ülker Center. Orada da

bilimsel araştırmaları destekliyoruz.

Bu girişimin bize herhangi bir

ticari dönüşü olmasa bile, sadece

beslenmenin metabolizma

üzerindeki etkilerini araştırıp,

metabolizmayı daha iyi anlayıp

insanlar için faydalı bir şey

geliştirmeye gayret ediyoruz.


Daha önce verdiğiniz bir röportajınızda "İşimi

belirli saat dilimlerinde yapmaktan ziyade tam

anlamıyla yaşıyorum” sözlerini kullanmıştınız. İş

programınızın ne kadar yoğun olduğunu tahmin

edebiliyoruz. Tüm bu yoğun programınız devam

ederken sizi teşvik eden bir motivasyonunuz var mı

? Bunu bizimle paylaşabilir misiniz ?

Ben de kendime sık sık şunu soruyorum: “Niye

buradayım?” Tabii ki her şeyi maddiyatla ölçmek

mümkün değil. Günümüzde ne yazık ki maddiyat

çok ön plana çıkmakta ancak bence en önemli

tatminlerden bir tanesi de yaptığınız işten keyif

almak ve bunu manevi bir hazza çevirebilmek.

Nedense Yönetim Kurulu Başkanlarının çok yoğun

çalıştığı düşünülüyor. Ben buna katılmıyorum. Eğer

çok yoğun çalışıyor olsaydım; o yoğunluktan dolayı

sağlıklı düşünme fırsatı bulamazdım. Biraz daha

kendime boş zaman yaratmayı, bu zamanı da daha

çok gelişim için kullanmayı tercih ediyorum. Aileden

aldığım bazı değerler var. Adaletli davranmak,

dürüstlük, şeffaflık. Bunlar ailenin temel değerleri.

Bu yapıyı daha da güçlendirmek, kurumsal hale

getirmek, yönetişim modelini oturtmak, bunu

sadece Türkiye özelinde değil dünya çapında

yapmak kolay bir sorumluluk değil. Bununla ilgili

kendime seçmiş olduğum temel projelerden

bir tanesi “Global Veri Yönetişimi”. Benim tek

projem, dünyadaki bütün şirketlerimizin ortak bir

veritabanını kullanmaları ve bu ortak veritabanından

sonuçlar çıkartmaları, bir şeyler öğrenmeleri,

ortaya koymaları, birbirlerine göre üstün yönlerini

ve iyi uygulamaları tespit etmeleri. Kısacası veriyi

kullanarak performans konusunda fark yaratmaları.

Bu konu iki senelik bir proje. Oldukça ehemmiyet

veriyoruz ve global ölçekleri iyi yönetmek şu

anda bizim temel önceliğimiz. Yönetim Kurulu

Başkanı olarak birinci hedefiniz ne derseniz, bu

projeyi tamamlamak derim. Bütün dünyanın kesik

noktalarını birleştirmek, tek çizgi haline getirmek,

dünyadaki tüm şirketlerimizi birbirine bağlamak.

Pandemi süresince istihdama odaklanıp 330

milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdiniz. 2020 yılını

‘insana yatırım yılı’ olarak ilan ettiniz ve ilk altı

ayında 5 bin 300 kişiye yeni istihdam sağladınız.

Pandemi dönemindeki dijital dönüşüme hızla ayak

uydurup “Nasılsın” ismini taşıyan dijital uygulamayı

ve Dijital Koridor’u hayata geçirdiniz. Virtual JOB

Experience’ı online’a taşıyarak bu döneme hızlı bir

şekilde adapte oldunuz. Başarıyla gerçekleşen bu

adaptasyon sürecinizin nasıl ilerlediğini bizimle

paylaşabilir misiniz ?

Pandemi hayatımızı oldukça derinden etkiledi ve

şu anda Türkiye’de üretilen ürünlere ciddi bir talep

var, ihracatımız artıyor. Perakendede Türkiye’de

lider konuma gelmeyi hedefliyoruz. Dağıtım

bizim için çok önemli. Konvansiyonel olarak, yani

distribütörler aracılığıyla bakkallara, marketlere satış

yaptığımız bir organizasyon yapımız var. Bunun haricinde

de büyük, ulusal ölçekte marketler, yani organize ticarete

hizmet eden Pasifik adı altında başka bir şirketimiz var.

E-ticaret platformları ortaya çıktığında da E-Star adı

altında farklı bir organizasyon yapısı oluşturduk ve bu

kanalda farklılaşan ürünlere ve hizmetlere, promosyonlara

ihtiyacımız olduğunu bildiğimiz için orada da farklılaştık.

Öte yandan, mesela Cepte ŞOK diye bir uygulamamız var.

ŞOK Marketler’in sanal mağazalarını oluşturduk. Yakın

çevrelerine çok hızlı bir şekilde hizmet getirebiliyorlar,

birkaç saat içinde siparişi teslim edebiliyorlar.

Uzaktan çalışma, Dijital Koridor, Virtual Job Experience’dan

bahsettiniz. Bunlar güzel çözümlerimiz ama daha ileriye

bakmamız, daha kalıcı çözümler üretmemiz gerekiyor.

Dijital Koridor’da sohbet etmek harika fakat bunun

daha farklı bir şekle dönüşmesinde fayda var. Dijital

eğitimlerde profesyonel arkadaşların tecrübelerini

aktarması, yeni başlayanlar için çok önemli. Kurduğumuz

Analitik Akademi sayesinde üniversiteden mezun genç

programcı arkadaşlarla orta kademeli arkadaşları, yani

işi bizzat yöneten arkadaşları bir araya getirerek grup

içerisindeki dijital dönüşüm fırsatlarını projelendirdik. Bazı

arkadaşlarımız teknolojik fırsatlar sunarken bazıları da iş

tecrübelerini ortaya koyarak çok başarılı projelere imza

atıyorlar. Virtual Job Experience’tan da kısaca bahsetmek

isterim. Biliyorsunuz bazı fakültelerde ve bölümlerde

zorunlu stajlar var. Halbuki bizim yaptığımız proje yönetimi

bazlı bir staj. Daha uzun vadeli stajlar öngörüyoruz ve

buradan istihdama dönüştürüyoruz.

Dijital imkânlar konusunda halen öğrenme safhasındayız.

Dijital dünyanın iş hayatına getireceği ne gibi değişimler

olacak, ne gibi fırsatlar olacak, bunları yakinen takip

ediyoruz.

Ülker’in kurulduğu yıldan bugüne dek ‘israfsız şirket’

misyonuyla ve sürdürülebilirlik prensibiyle devam ettiğini

biliyoruz. Bu amaç doğrultusunda 2015 yılında BIST

Sürdürülebilirlik Endeksi’ne giren ilk gıda şirketi oldunuz.

6 yıldır yayınladığınız sürdürülebilirlik raporlarında

iklim krizi ve gıda israfı gibi konularla da mücadele

ediyorsunuz. Bu mücadele dahilinde S&P Kurumsal

Sürdürülebilirlik Değerlendirmesi’nde The Sustainability

Yearbook 2021 listesine gıda sektöründe girmeyi

başaran ilk ve tek Türk şirketi oldunuz. Peki bize bu

çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Evet, Yıldız Holding’in 2000 yılına kadar neredeyse 60 yıl

Türkiye pazarına endeksli bir yatırımı vardı. 2000’den sonra

da civardaki coğrafyalara da yatırımlarımız söz konusu oldu

çünkü ihracatla belli bir noktaya ulaşabiliyorsunuz. İhracat

fayda sağlayabiliyor ancak sürdürülebilir olamayabiliyor.

Bunun için biz sadece ihracatla değil, lokal üretici olarak

da dünyanın farklı coğrafyalarında yer aldık. En büyük

hamleler GODIVA ile Amerika’da söz sahibi olmak, United

Biscuits markası ile İngiltere’de söz sahibi olmak ve

diğer coğrafyalara açılmaktı. Biliyoruz ki zaman değişir

ve bugünün doğruları yarının yanlışları olabilir. İş yapış

şekillerinde de bizi bugünlere taşıyan geçmiş değerler

veya geçmiş uygulamalar artık geçerli değil. Biz de eski

25


Gençlere tek tavsiyem

lütfen gözünüzü

kulağınızı açın. Çevrenizle

irtibat halinde olun.

Dünyadaki gelişmeleri

takip edin ve kendi

gelişiminize yatırım yapın.

Okuyun, dinleyin, izleyin,

takip edin.

Yıldız Holding veya eski Ülker değiliz. Çok farklılaştık,

değiştik ama mühim olan bizi biz yapan temel unsurları

ve değerleri kaybetmemekti. Bunları da muhafaza

ettiğimizi görüyorum. Tüketiciye yakın olmak, tüketiciyi

iyi anlamak, etik olmak, şeffaf olmak, toplumla

bütünleşmek, müşteriyi iyi anlamak ve dinlemek, iyi

hizmet vermek, maliyet liderliğini devam ettirmek ve

performansı yüksek tutmak.

Yıldız Holding olarak dünya çapında oldukça büyük

başarılara imza atmaktasınız. Yıldız Holding’in bir

aile şirketi olarak başladığı bu yolculukta Türkiye

pazarından çıkıp dünya pazarında böyle güçlü bir yer

elde etmesinin sırrının ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden biri olan Yıldız

Holding Yönetim Kurulu başkanı olarak kariyer

basamaklarını yeni tırmanmaya başlayan gençlere, iş

yaşamı ve sosyal yaşam hakkında ne gibi tavsiyelerde

bulunmak istersiniz?

Gençlere pek fazla tavsiyede bulunmak istemiyorum

çünkü bizim yaşadığımız dünya ile geleceğin

dünyasının çok farklı olacağını biliyorum. Birbirimizden

öğreneceğimiz çok şey olduğuna inanıyorum. Gençler

kendi yollarını kendileri açacaklardır. Yine de edindiğim

tecrübelerden birkaçını, faydalı olması ümidiyle

paylaşabilirim.

En önemli tavsiyem şu: Lütfen gözünüzü kulağınızı açın.

Çevrenizle irtibat halinde olun. Dünyadaki gelişmeleri

takip edin ve kendi gelişiminize yatırım yapın. Okuyun,

dinleyin, izleyin, takip edin. İş hayatımda, özellikle

kariyerimin başlangıç dönemlerinde kendimden on yaş,

yirmi yaş, hatta daha da büyük insanlarla sohbet ettim;

onları gözlemleyerek çok şey öğrendim. Fark ettim ki

nasihat vermekten ziyade örnek olmak çok daha etkili

bir yöntem.

Çok soru sorun, anlamaya çalışın ve olayları yüzeysel

olarak değil, derinlemesine irdeleyin. Bir de tabii hiçbir

şeyi olduğu gibi kabul etmeyin.

Değişimden yana olun ama nereye doğru evrildiğinizin

ve değiştiğinizin daima bilincinde olun. Mutlak ve

kesintisiz başarı diye bir şeyin olmadığını da söylemek

26

isterim. İş dünyasında başarılı olmak istiyorsanız

düştüğünüz yerden kalkmayı ve o düşüşten dersler

çıkarmayı öğrenmek gerekiyor. Kariyer çizgisi hiçbir

zaman daima yukarı doğru gitmiyor, inişler çıkışlar

oluyor. Ben de Ülker ailesinin bir ferdi olmama karşın

düşe kalka, hata yaparak ve düzeltmeye çalışarak, hatta

kimi zaman azar yiyerek bugünlere geldim.

Öte yandan, çok basmakalıp gelse de bazı konuları

gerçekten zamana bırakmak gerektiğini öğrendim.

Mesuliyet duygum yüksektir, üzerime aldığım vazifenin

hakkını vermeyi amaçlarım. Bunlar güzel özellikler

olabilir ama insan haddinden fazla bir çabayla kendini

kanıtlama telaşına düşerse büyük bir stres yaşıyor. Ben

de böyle dönemler yaşadım ve gördüm ki zamana

bırakmak, her işi başarabileceğimizi ya da başarmak

zorunda olduğumuzu düşünmemek gerek. Her işte

başarılı olacağım diye ısrar etmeye gerek yok. Hatadan

dönmeyi bilmek, yeri geldiğinde yepyeni bir yol çizmeyi

göze almak lazım.

Gençlere her zaman güveniyorum ve Holdingimizde

özellikle genç istihdamı politikalarını destekliyorum.

Gençlere fırsat verilmesi gerektiğine, onların bizden

daha açık fikirli olduğuna inanıyorum.


27


’’GELIŞEN TEKNOLOJIDE

REKLAMCILIĞIN SERÜVENI’’

Tüketici yolculuğunun

geleceği, bilinirlikten

daha çok deneyimlere

odaklanacak.

Son yıllarda

iletişim

dünyasında

birçok yeni

teknoloji

hayatımıza girdi.

Bu teknolojilerin

de getirdiği

avantajla veri

kullanımı işimizi

yapış şeklini

değiştirdi ve

değiştirmeye

devam ediyor.

BÜLENT YAR

GroupM CEO

Dijitalin yön verdiği günümüz dünyasında yeni gelişen teknolojiler

ve davranış şekilleri, fırsatların yanında pazarlama uzmanlarının

uykularını kaçıran zorlukları da beraberinde getiriyor. Gelişen

yapay zeka uygulamaları ve tavsiye algoritmaları ile tüketicilerin

verdiği kararlar gitgide daha fazla otomatize oluyor; reklamverenler

için önemli bir bariyer haline geliyor. Sadece fonksiyon ve fiyata

odaklanmak anlamına gelmiyor. Aksine marka değerini yükseltmek

ve imajı güçlendirmek uzun vadede markasını büyütmek

isteyen reklamverenlerin birinci önceliği olmak zorunda.

Başarıya giden yol, marka vaadiyle tüketici beklentileri arasındaki dengeyi kurabilmek ve tüketicilerin markayı

ismiyle istemesini sağlayacak tetikleyici unsurları yakalamaktan geçiyor.

Yapay zeka tabanlı dijital asistan çözümleri ve akıllı buton sistemleri gibi değişen teknolojiler, markaların

iletişimlerini etkilediği kadar, tüketicilerin de karar verme süreçlerini etkileyerek onların satın alma aşamasında

daha pasif bir rol üstlenmelerine sebep oluyor. Tüketicilerin sipariş verirken belirli bir marka ismi vermek

yerine direkt Alexa’ya seslenerek “Sepete kalem pil ekle” demesi bile markalar için korkutucu olabilecek

bir konu. (Özellikle marka daha fonksiyonel ve düşük ilgi gösterilen bir kategoride ise) Fiziksel mağaza

deneyimlerinin tüketici tercihlerini etkileme şansı olmadığında birçok tüketici alışkanlıklar üzerinden hareket

ediyor ve bildiği markalarla ilerliyor. Online alışverişlerinde düzenli olarak yer alan markalar genellikle

değişmiyor. Bu pasif ve otomatize alışveriş davranışı da birçok markayı tüketici zihninden uzaklaştırıyor.

Artık birçoğumuz algoritmaların bizim yerimize karar vermesini, playlist oluşturmaktan haber filtrelemeye,

benimsemiş durumdayız. Peki bu durumda markalar nasıl hareket etmeli? Yapılması gereken veri ile empatiyi

tek bir potada eriterek kültürel anlamda uygunluğu yüksek içgörüler ortaya çıkarmak ve kişiselleştirilmiş

mesajlar verebilmek. Geleceğin pazarlama uzmanları bu iki unsuru birleştirerek, kalabalıktan

ayrışan, daha modern markalar yaratmaya çalışacak.

MARKALAR DOĞRU ZAMANDA, KALITELI, KIŞISELLEŞTIRILMIŞ MARKA MESAJI VERMEK

IÇIN ILETIŞIMLERINI OPTIMIZE EDEBILECEK YENI ÇALIŞMA YÖNTEMLERINE IHTIYAÇ

DUYACAKTIR.

28


Reklamverenler kısa vadede satış arttırmak ile uzun vadede sadakat inşa etmek konusunda nasıl bir yol

izleyeceğini ve iletişim bütçesini nasıl dağıtacağını tekrar düşünmek durumunda. Marka inşa ederken “her

soruna uygun tek bir çözüm” anlayışı geçerli değil. Geleceğin markaları kısa ve uzun vadeli hedeflerini aynı

anda yönetebilecek. Veri güdümlü bu ekosistemde markaların artık tüketicilerin ne zaman acıktıklarını,

ne zaman park yeri aradıklarını, vitamin değerlerinin ne zaman düştüğünü bilmesi gerekecek. Gerçek

zamanlı veri akışı pazarlama uzmanlarına çok daha doğru ve geniş kapsamlı içgörü sağlayacak. Burada

kilit nokta bu veriyi kullanırken olabildiğince şeffaf davranarak tüketicilerin güvenini kaybetmemek ve

uygun mesajı uygun kişiye gösterebilmek.

Başarıya giden yol, marka vaadiyle

tüketici beklentileri arasındaki

dengeyi kurabilmek ve tüketicilerin

markayı ismiyle istemesini sağlayacak

tetikleyici unsurları yakalamaktan

geçiyor.

düşünmesi gerektiği anlamına geliyor. Tüketiciler, satın

alma yolculuğunu kolaylaştırmak ve daha hızlı alışveriş

yapmak için zamanla kategoriden çok, marka adını

seslendirmeyi tercih edecek. Bu sebeple markaların,

kısa yoldan ve oldukça hızlı bir şekilde, tüketicinin

hafızasında nasıl yer edindiğini ve tüketiciyi nasıl harekete

geçirdiğini yeniden gözden geçirmeleri gerekecek. Bu

da, keşfedilebilirliği artırmak için güçlü içerik, SEO ve

Arama stratejilerine daha fazla yatırım yapılması anlamına

geliyor. Aynı tüketicinin dikkatini çekmek için yarışan pek

çok ürün ile, verilen mesajın “alakalı ve kişisel” olması hiç

bu kadar önemli olmamıştı. Programatik medya satın

alımları, reklam kreatiflerinin; kişi, yer ve motivasyona

Tüketici yolculuğunun geleceği, bilinirlikten göre dinamik olarak optimize edilmediği sürece yararsız

daha çok deneyimlere odaklanacak. Birçok olacaktır. Bir marka, sürekli değişen bir pazarda, iletişim

pazarlamacının öncelikli hedeflerinden biri planlamasını; birden fazla kanalda, birden fazla içerik

olan marka bilinirliği, hızlı bir şekilde yerini çeşidi sunmak üzere hazırladığından emin olmalıdır.

tüketici deneyimi sunma ihtiyacına bırakıyor. Ve bunu uygun bir maliyet ile yapması gerekmektedir.

Satın alma kararı gitgide tüketici yorumlarına Markalar doğru zamanda, kaliteli, kişiselleştirilmiş marka

dayanarak veriliyor. Deneyimin ön plana mesajı vermek için iletişimlerini optimize edebilecek yeni

çıktığı bu ortamda marka ve tüketici ilişkisi çalışma yöntemlerine ihtiyaç duyacaktır.

değişiyor. Tüketiciyi anlamak ve iletişimi

kişiselleştirerek yapabilmek önem kazanıyor.

Çok sayıda marka işlenebilir dijital içgörüden

yoksun çünkü veriye erişimleri sınırlı. Bu sorunu

çözmek için, markaların, tüketicilerinin kim

olduğunu ve nerede olduğunu net bir şekilde

anlamalı, tüketicilerine geniş ölçekte ulaşmak

için yeni hedefleme stratejileri kullanmaya

başlamalıdır. Önceden oluşturulmuş dijital

kitleleri satın almayı bırakıp, medya ve platform

bağımsız bir şekilde tüketicilerine geniş

ölçekte ulaşmak için yeni hedefleme stratejileri

kullanmalıdır. Pazarlama subjektif bir alan,

burada önemli olan konu gerçek insanlarla

teması kaybetmemektir. Veri güdümlü dijital

dünya içerisinde insani bağlantıyı kaybetmeyen

markalar bir adım önde olacak. Son olarak,

markalar gelecekte tüketicilerle bağlantı

kurmak için -gerçek anlamda- seslerini

bulmak zorunda kalacak çünkü Siri ve Alexa

gibi Sesli komut asistanları tüketicinin dijital

etkileşimlerini ve satın alma yolculuğunu

yeniden şekilendiriyor. Ses, davranışsal değişimi

yönlendiriyor ve yönlendirmeye de devam

edecek. Bu da markaların kreatiflerini yeniden

29


MODA SEKTÖRÜNÜN

YENİLİKÇİ YÖNETİCİSİ :

MÜGE ARPACIOĞLU

Kariyer bir yolculuk.

Başladığınız noktadan

çok farklı yönlere

gidebilirsiniz. Kendinizi

kalıplara koymayın.

Yapabileceklerinize inanın.

30


Kalıpların dışında ve

sınırların ötesindeki

kariyer yolculuğuyla moda

stratejilerine yön veren

H&M Türkiye Ülke Müdürü

Müge Arpacıoğlu ile keyifli

bir röportaj gerçekleştirdik.

Bugün moda dünyasında önde gelen H&M, 74

pazarda markaları olan küresel bir tasarım şirketi

ve sizler de 1940’lara dayanan köklü bir firma

olan H&M’in Türkiye Ülke Müdürüsünüz. Şu anki

konumunuza gelme sürecinizi anlatır mısınız?

Başarınızın sırrı nedir?

H&M benim kişisel hayatımda çok sevdiğim ve takip

ettiğim bir marka. Uzun yıllar Türkiye’de perakende

alanında çalışmış biri olarak gelişini sabırsızlıkla

bekliyordum.

2010 yılında ilk ekibi kurarken finans ve muhasebe

geçmişime bakarak o an için açık olan Muhasebe

müdürü pozisyonuna yerleştim. Benim için ilk

ekipte olmak çok önemliydi. Böyle köklü bir firmanın

Türkiye başlangıcında olmak çok heyecanlıydı.

Beraberce ilk mağazayı açarken hem çok yorulduk,

hem de çok eğlendik.

Bir senenin sonunda yeteneklerim ve liderlik

becerilerim sayesinde yöneticilerimin de desteği ile

Country Controller (CFO) pozisyonuna getirildim.

Yedi sene her gün öğrenerek ve gelişerek görevimi

yerine getirdikten sonra 2018 Ağustos ayında büyük

bir heyecanla H&M Türkiye Ülke Müdürü oldum. Bu

göreve gelen ilk Türk ve ilk kadın olmak benim için

ayrı bir gurur oldu.

Başarılı olmak için önce kendinize inanmanız

gerekiyor. Yapabileceklerinize, yeteneklerinize ve

enerjinize. H&M’de kendin ve hatta daha fazlasını

olmak için hep teşvik edilirsin. Kendim olabilmek,

kendimi dilediğimce ifade edebilmek beni daha da

güçlendirdi. H&M’de yapılan her iş görülür ve herkes

bir liderdir. Ben de bunun örneklerinden biriyim.

Daha nice başarı öyküleri mevcut. Çalıştığın şirkete

güven duygun yüksek olduğu zaman ve şirketin istek

ve ihtiyaçlarına karşılık verdiğin zaman; şirket de sana

güveniyor ve kapılar açılmaya başlıyor.

Dürüst olmak da çok önemli. Herkes hata yapabilir,

ama önemli olan hata da yapsan bunu dürüst bir

şekilde, bir çözümle beraber dile getirmektir.

Sürdürülebilirlik vizyonuna sahip H&M olarak

2040 yılına kadar değer zincirinde gezegenimizi

koruma odaklı davranmayı hedefliyor ve iklim,

biyolojik çeşitlilik, su üzerine odaklanarak moda

endüstrisinde öncülük ediyorsunuz. Bu projeniz

nasıl başladı? Hedefiniz kapsamında Türkiye nasıl

bir konumda?

Bahsettiğiniz gibi, 2040 yılına kadar tüm

ürünlerimizin baştan sona iklim pozitif olmasını

hedefliyoruz. Bu da ürettiğimiz sera gazı

emisyonlarından daha çoğunu ortadan kaldırmamız

anlamına geliyor. Bunun yapmak için hem global

hem lokal olarak aktif rol aldığımız projeler var.

Bunlar biri, 2013 yılında H&M tarafından başlatılan

globaldeki ilk Kıyafet Toplama Girişimini. Kıyafetlerin

yeniden giyilmesi, tekrar kullanılması veya

geri dönüştürülmesi için müşteriler tarafında

kullanılmayan kıyafetler mağazalarda bulunan

kutulara atılıyor. Bu sayede daha fazla tekstil

ürününün çöpe gitmesi engelleniyor. Bu proje ile

beraber doğaya katkı sağlamak ve geri dönüştürmek

üzere Türkiye’de 2013’den beri yaklaşık 106.000 ton

kıyafet topladık. Bu 500 milyon tişörte denk geliyor.

H&M olarak moda endüstrisindeki değişimin lideri

olmak için çalışıyoruz. Bu sene lanse ettiğimiz yeni

sürdürülebilirlik konseptimiz Innovation Stories

de, moda endüstrisinden sürdürülebilir bir moda

geleceği adına değişimin çok güzel bir örneği.

Modanın sınırlarını zorlayan bu yeni konsept, pozitif

yönde değişimin ön saflarında olmamızı sağlıyor. Bu

koleksiyonlarla, sürdürülebilir modayı ulaşılabilir ve

cazip hale getirmek istiyoruz. Müşterilerimizin bizlerle

birlikte sürdürülebilirlik yolculuğumuza katılabilmesi

ve bizim gibi yeni teknolojileri öğrenebilmesi için

hikâye anlatan parçalar yaratıyoruz.

2019 yılında yaptığınız röportajda diğer

perakendecilerden farklı olarak “Back Office”

uygulamasını ilk defa yaptığınızı söylediniz,

bu yıl için değerlendirecek olursak size diğer

perakendecilerden ayıran özellikler nelerdir?

Perakende sektöründe farklı firmalarda

deneyimlerim oldu, sektör içinde de gözlemlerim

her daim olur. H&M’de tüm ekip arkadaşlarımızın

çalıştıkları alanda kendilerini iyi, güvende

hissetmeleri, işlerini severek yapmaları çok önemli.

Mağaza ekiplerimizin çalıştıkları saat dilimlerini de

dikkate alarak günlük saatlerinin belirli bir kısmını

mağazalarımızda geçiriyorlar ve mağazalarımız

içindeki operasyon sürecini de dikkate alarak

Back Office alanımızı dinlenme zamanlarında

kendilerini rahat hissedecekleri, keyifli vakit

geçirecekleri, yemeklerini yiyip temel ihtiyaçlarını

mağazaya çıkmaya gerek kalmadan konforlu

şekilde yapabilmelerine odakladık. Hatta hayata

geçirdiğimiz bu yaşam alanı diğer H&M ülkelerine

de örnek teşkil ederek, uygulama olarak farklı H&M

ülkelerindeki mağazalara da entegre edildi. Mağaza

ekiplerimizden çok motive edici, pozitif geri dönüşler

alıyoruz ve kendilerini iyi hissetmeleri bizim için de

çok değerli. H&M olarak kapsayıcılık ve çeşitliliğe çok

önem veriyoruz. Kapsayıcılık bireyseldir ama daha

çok beraberliktir. Herkesin gerçekten ait olduğunu

hissettiği çalışma alanları yaratmak her daim

önceliğimiz.

Pandemi sürecinde yaşanan sokağa çıkma

yasaklarıyla birlikte internetten alışverişe ilgi

fazlasıyla arttı. Bu süreçte H&M dijital platformlara

fiziki mağazalardan daha fazla önem verip yatırım

yapmaya devam edecek mi? Müşteri potansiyelinde

ki online mağazaların satışlardaki avantaj açısından

fiziksel mağazalara etkisi nedir?

Pandemiden önce değişen müşteri alışkanlığı ile

gelişen dijital alışveriş ortamlarına şirket olarak

önem vermeye ve bu yönde yatırımlarımızı yapmaya

Kendin olmak, dürüst bir

tavırla açık iletişimde kalmak

ve de pozitif düşünmek bana

yolculuğumda çok yardımcı

oldu.

31


başlamıştık.

Pandemi ile dijital mağaza, fiziksel mağazaların

kapanması ile tek kanal olarak çalıştı. Bu da

doğal olarak dijital satışları artırdı. Fakat fiziksel

mağazalarımızın açılmasıyla birlikte müşterilerimiz

tekrar fiziksel mağazalara olan bağlılıklarını

gösterdi. Aslında iki kanal -fiziksel ve dijital birbirini

güçlendiriyor. Bizim için öncelik H&M müşterisinin

en iyi alışveriş deneyimine sahip olabilmesi.

Yatırımlarımızı bu yönde daha da hızlandırdık.

İçinde bulunduğumuz ve her geçen büyümeye

devam eden dijitalleşmeye rağmen fiziksel

mağazalar hala büyük bir öneme sahip, bu nedenle

doğru lokasyonlarda doğru mağazaların olmasını

sağlamak istiyoruz.

H&M olarak sürdürülebilirlik konusuna önem

verdiğinizi biliyoruz. Türkiye’de enerji tüketimini

azaltan yeni bir cephe tasarımı ve daha

sürdürülebilir konseptiyle yeni bir mağaza açtınız.

Bu mağazanın özellikleri ve diğer mağazalardan

daha avantajlı olan yönleri nelerdir?

Dünya’da sadece seçili ülkelerde ilk kez uygulanana

olan enerji tüketimini azaltan yeni bir cephe tasarımı

ve daha sürdürülebilir konseptiyle yeni mağazamızı

2 Eylül’de Meydan AVM’de açtık. Bu mağaza, daha

şeffaf, daha yeşil bir tasarımla daha az enerji tüketimi

amaçlıyor. Daha önce Türkiye’nin farklı noktalarındaki

mağazalarda uygulanan RED MOD tasarımını bir

adım ileri taşıyarak uzun yıllar dayanımı yüksek

malzemelerin kullanımıyla elektrik tüketimini %5

azaltmayı hedefleyen moda markası, kaynakların

bilinçli kullanımı, döngüsel ve iklim açısından olumlu

olma konusunda farkındalıklı projeler geliştirmeye

devam ediyor.

Türkiye'nin 72 ülke arasında 4 sene üst üste satış

birincisi olduğunu biliyoruz sizce bu başarının sırrı

nedir?

Türkiye potansiyeli yüksek bir pazar. Genç nüfusu,

değişen müşteri beklentileri ve ilgisi ile cazip bir

konumda.

Lokal beklentileri iyi gözlemlememiz, hızlı ve yerinde

aksiyon almamız ve en önemlisi başarıya odaklı

ekibimizin emeği ile başarı beraberinde geldi.

Moda ve kaliteyi en iyi fiyata sürdürülebilir şekilde

sunmamız ve ilk pazara girdiğimiz günden itibaren

moda severlerden gördüğümüz ilgi başarılarımızın

sırları arasında diyebilirim.

H&M dijitalleşmeye önem veren bir şirket. Yeni

nesil ticarette dijitalleşmeyi de göz önünde

bulundurduğumuzda en önemli noktalar

nelerdir? Pandemi süreciyle birçok firma yeni satış

stratejileri geliştirdi. H&M’de pandemi sürecinde

marka olarak anlamlı büyümeye odaklandığınızı

söylemiştiniz. Peki pandemi sürecindeki bu anlamlı

büyüme nasıl gerçekleşti? Bu süreçte H&M ne gibi

stratejiler uyguladı?

Az önce de bahsettiğimiz gibi, COVID-19 durumu,

pandemi başlamadan önce görmeye başladığımız

dijitalleşmeyi iyice hızlandırdı. En iyi OMNI modeline

ulaşmak için fiziksel mağazalarımızı ve dijital

alışveriş kanallarımızı entegre etmeye devam

ediyoruz. Fiziksel mağazalarımız bizim için çok

önemli olmaya devam ediyor ve doğru yerlerde

doğru mağazalarımızın olmasını sağlamak istiyoruz.

Anlamlı büyüme için mağaza portföyünü sürekli

olarak optimize ediyoruz.

Başarılı bir iş kadınısınız ve yaptığınız işlerle de

birçok genci etkilemektesiniz. Kariyer hayatınız

boyunca kazandığınız tecrübelerden bahsedebilir

misiniz? Bu yolda ilerlemek isteyen ve sizleri rol

model alan gençlere yönelik tavsiyeleriniz nelerdir?

Kariyer bir yolculuk. Başladığınız noktadan çok farklı

yönlere gidebilirsiniz. Kendinizi kalıplara koymayın.

Yapabileceklerinize inanın.

İş hayatımın tüm yılları öğrenerek, yenilikleri

değerlendirerek geçiyor. Her zaman farklı bakış

açılarına açık olmak gerekli. İş hayatı ve kişisel hayat

dengesini kurmak çok önemli.

Ekibinizi farklılardan oluşturmak ve herkesin kendisi

olması için alan tanımak başarının en temel kuralı.

Kendin olmak, dürüst bir tavırla açık iletişimde

kalmak ve de pozitif düşünmek bana yolculuğumda

çok yardımcı oldu.

İş hayatı hep stresli. Stresi doğru

yönetmek ise gelişmek için fırsat.

32


33


HAYAT BOYU ÖĞRENME

MOTİVASYONUYLA KARİYERİNE

YÖN VEREN YÖNETİCİ:

TÜLİN MEDE ESMER

İş yaşamında elde ettiğim

başarılarda en önemli

motivasyon kaynağım, yaptığım

her işi en iyi şekilde yerine

getirmeyi prensip edinmiş

olmamdır.

34


1967'den günümüze kadar

uzanan Mercedes-Benz,

Türkiye’nin en büyük sermayeli

şirketlerinden biri olma

yolculuğunda, başarılı kadın

yöneticisi, Türkiye’nin 50 CFO’su

arasına giren Tülin Mede

Esmer ile keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

1994 yılında Mercedes-Benz ile yollarınız kesişmiş

ve çeşitli birimlerinde görevler üstlenmişsiniz.

Mercedes-Benz Türk’ün ana şirketi Daimler AG’nin

İtalya’da bulunan grup şirketi EvoBus’un CFO

görevini ve akabinde Almanya’da Mercedes-Benz

Kamyon Merkezi’nde Mali Kontrol ve Raporlama

Yöneticiliği görevini yürütmüşsünüz. 1 Ocak 2019

tarihinde de Mercedes-Benz Türk’ün tarihindeki

ilk kadın ve Türk CFO olarak bir ilke imza attınız.

Sizce bu başarınızın sırrı nedir ve tüm bu kariyer

sürecinin yanı sıra Tülin Mede Esmer kimdir?

Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümü’nde

lisans eğitimimi tamamladım. Belirttiğiniz gibi

1994 yılında çalışmaya başladığım Mercedes-

Benz Türk’te, ilk olarak Lojistik & Dispozisyon

Bölümü’nde görev aldım. Bu bölümdeki görevimin

ardından; şirketin İhracat & Sipariş Yönetimi, Satış

& Pazarlama ve Bütçe & Yatırım gibi birimlerinde

çeşitli görevler üstlendim. Sonrasında da,

Mercedes-Benz Türk’te Mali Kontrol ve İş Geliştirme

alanlarında çeşitli yöneticilik pozisyonlarında

çalışma hayatıma devam ettim. Daha sonraki

yıllarda, Mercedes-Benz Türk’ün ana şirketi Daimler

AG’nin İtalya’da bulunan grup şirketi EvoBus’un

CFO ile Almanya’da yer alan Mercedes-Benz

Kamyon Merkezi’nde Mali Kontrol ve Raporlama

Yöneticiliği görevlerini yürüttüm.

Son olarak, Mercedes-Benz Türk’ün ilk kadın ve Türk

Finans ve Kontrol’den Sorumlu İcra Kurulu Üyesi

(CFO) olarak bir ilke imza atarak, yürütmekten

büyük bir onur duyduğum yeni görevime atandım.

Bu atama, Daimler’in Türkiye’nin yerel potansiyeli

ve yetkinliğine inancının bir göstergesi olduğu

için ülkemiz adına da ayrıca sevinç duyduğumu

özellikle söylemek isterim.

Özel hayatıma gelince de evli ve bir çocuk

sahibiyim.

Pandemi koşullarından her firma olumlu ya da

olumsuz etkilendi Mercedes-Benz Türk, pandemi

gölgesinde geçen 2020 yılında ‘Ekonominin aşısı

üretimdir’ mottosu ile otobüs, kamyon, AR-GE ve

diğer alanlardaki hizmet ihracatı ile 2020 yılında

en fazla ihracat yapan ilk 10 şirket arasında yer

aldı sizce bu başarının sebebi nedir?

Türkiye’de 54 yılı geride bırakan Mercedes-Benz

Türk olarak, Hoşdere Otobüs Fabrikamız ve Aksaray

Kamyon Fabrikamızda ürettiğimiz araçların yanı

sıra, Türkiye’den Dünyaya sunduğumuz AR-GE ve

hizmet alanlarında da faaliyetlerimiz bulunuyor.

1.3 milyar Euro’yu aşan yatırım hacmine sahip

olan ve 6.300’ü aşkın personele istihdam sağlayan

Mercedes-Benz Türk, bugün ülkemizin en büyük

yabancı sermaye yatırımlarından biri konumunda.

Mart 2020 itibarıyla ülkemizde etkilerini

hissettiğimiz Covid-19 pandemisine rağmen;

“Ekonominin aşısı üretimdir” diyerek, Aksaray

Kamyon Fabrikamız ve Hoşdere Otobüs

Fabrikamızda sürdürülebilir üretime odaklandık.

Eylül 2020’de 95.000’inci otobüsün, 2021 yılının

Ağustos ayında da 300.000’inci kamyonun

üretimine imza attık. 2020 yılında üretim, AR-GE

ve hizmet ihracatımızla ülkemize yaklaşık 1 milyar

Euro’luk gelir sağladık. Önceki yıllarda olduğu gibi;

2021 yılında da benzer şekilde ülkemizin ihracatına

destek olmak için çalışmalarımızı her zamanki

gibi marka değerlerimiz; tutkulu, saygılı, dürüst ve

disiplinli olarak sürdürmeye devam ediyoruz.

Kuruluşundan itibaren Mercedes-Benz, başarı

hikâyesinde fırsat eşitliğinin her zaman önemli

olduğunu dile getiriyor. Bu doğrultuda da

Mercedes-Benz olarak yürütmekte olduğunuz;

Her Kızımız Bir Yıldız’dan başlayarak, mühendislik

fakültelerinde okuyan kızlarımıza verdiğiniz

destekler, pandemide bile kızlarımızı bırakmadan

devam eden eğitimler ve daha niceleri…. Bu

alandaki yatırım ve desteklerinizden de bahseder

misiniz?

Mercedes-Benz Türk olarak, “sosyal sorumluluğu”

yürüttüğümüz faaliyetlerden biri olarak değil,

işimizi yaparken izlediğimiz yol olarak görmekteyiz

ve tüm faaliyetlerimizi sorumluluk bilinciyle

yürütürken, sosyal, ekonomik ve çevresel etkilerini

değerlendirerek hareket etmekteyiz.

Her ülkenin geleceği gençlerdir. Türkiye’nin aydınlık

geleceği de gençler tarafından şekillendirilecektir.

Biz de Mercedes-Benz Türk olarak, bu mottodan

yola çıkarak «Gençler Güçlenirse Türkiye Güçlenir»

diyoruz.

Mercedes-Benz Türk olarak sosyal sorumluluk

projelerimizle Türkiye’nin geleceği olan gençleri her

koşulda destekliyor ve güçlendiriyoruz. 17 yıldır “Her

Kızımız Bir Yıldız”, 7 yıldır “EML’miz Geleceğin Yıldızı”

projeleri ve 4 yıldır “StartUP” programı ile gençlere

destek oluyor. Ayrıca 2018 ‘den beri de Women

In for Mercedes projesi ile mühendislik okuyan

35


öğrencilere destek oluyoruz.

kamyon bağışlanıyor.

seyahati hediye edilmektedir.

Her Kızımız Bir Yıldız Projesi

ile Mercedes-Benz, toplumda

kadının her alanda hak ettiği güce

kavuşması, kadınlara sosyal ve

ekonomik hayatta fırsat eşitliği

tanınması hedefiyle ÇYDD

(Çağdaş Yaşamı Destekleme

Derneği) ile birlikte Her Kızımız Bir

Yıldız projesini gerçekleştiriyor. Bu

yıl 17. yılını dolduran Her Kızımız

Bir Yıldız projesi, 2004 yılında

17 ilde 200 kızı destekleyerek

başladı. Bugün proje kapsamında

her yıl 200’ü üniversite öğrencisi

olmak üzere, 1.000 Yıldız Kız

Mercedes-Benz’den burs

alarak eğitimine devam ediyor.

Burs alan öğrenciler kişisel ve

mesleki gelişim programları ile

destekleniyor. Mercedes-Benz

Türk, Her Kızımız Bir Yıldız desteği

ile eğitimini başarıyla tamamlayan

kızlara istihdam olanakları da

sunuluyor.

Women In for Mercedes

Mercedes-Benz olarak ihtiyaç

sahibi, başarılı ve mühendislik

okuyan kız öğrencileri

desteklemek amacıyla 2018

yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde

mühendislik okuyan öğrencilere

‘‘Women IN 4 Mercedes’’ projemiz

kapsamında eğitim bursu

vermeye başladık.

EML’miz Geleceğin Yıldızı

Projesi kapsamında, Türkiye’de

eğitimi destekleyen pek çok

uzun soluklu projeye imza atan

Mercedes-Benz, kurumsal sosyal

sorumluluk projesi “EML’miz

Geleceğin Yıldızı” kapsamında,

2014 yılından günümüze Mesleki

ve Teknik Anadolu Liseleri’nin

motor bölümlerinin geliştirilmesi

amacıyla laboratuvarlarını

yeniliyor ve gerekli ekipmanlarla

donatıyor. Mercedes-Benz

Yetkili Bayileri ile Milli Eğitim

Bakanlığı’nın işbirliğinde

gerçekleştirdiği proje kapsamında

yenilenen laboratuvarlar ile

liselerdeki motor bölümlerinin

geliştirilmesi, otomotiv sanayinin

servis ve bakım hizmetlerinde

ihtiyaç duyduğu kalifiye

teknisyenlerin yetiştirilmesi

amaçlanıyor. Teknolojik eğitim için

özel ekipmanlar ile donatılan her

okula, üzerinde uygulamalı eğitim

gerçekleştirilecek birer adet de

Mercedes-Benz Türk Almanca

eğitimini desteklemek amacıyla

2020 yılında Darüşşafaka

Lisesi Almanca sınıflarının

sponsorluğunu üstlenmiştir.

Destek çerçevesinde anadili

Almanca olan Mercedes-

Benz çalışanlarının katılımı ile

Almanca konuşma günleri de

düzenlenmektedir. Mercedes-

Benz Türk ayrıca her sene

Almanya’ya 1 yıl süre ile eğitim

almaya giden bir öğrencinin de

eğitim masraflarını bu sponsorluk

çerçevesinde karşılamaktadır.

Ayrıca girişimcileri

desteklediğimiz; Mercedes-

Benz StartUP programımız

mevcut. Mercedes-Benz, 50. yılını

kutladığı 2017 yılında yenilikçi,

sürdürülebilir ve yaratıcı fikirleri

destekleyerek topluma ve çevreye

fayda sağlayan, pozitif sosyal

etkisi olan ve hayatı kolaylaştıran

çözümler üreten yaklaşımlara

katkıda bulunmak amacıyla

StartUP projesini başlattı. Proje

çerçevesinde düzenlenen yarışma

sonucunda 50 startup’a tamamen

karşılıksız 500.000 TL para ödülü

verildi. Teknolojiyle bağı olan,

pazar değeri olan, fikir aşamasını

geçmiş, iş planı çalışması yapmış

ve prototip aşamasına gelmiş

veya prototip üretmiş girişimcilere

destek amaçlı düzenlenen proje

gördüğü büyük ilgi ve yarattığı

sosyal fayda nedeni ile devam

ediyor. Program çerçevesinde

ilk üçe giren startup’a verilen

para ödülünün yanısıra ilk 10

startup’a “StartUP Boost” adlı özel

bir gelişim programı, mentorluk

desteği ve sektör paydaşları ile

bir araya gelebilecekleri Almanya

Her ülkenin geleceği

gençlerdir. Türkiye’nin

aydınlık geleceği de

gençler tarafından

şekillendirilecektir. Biz

de Mercedes-Benz Türk

olarak, bu mottodan

yola çıkarak «Gençler

Güçlenirse Türkiye

Güçlenir» diyoruz.

36

Fabrikalarınız; üretimiyle,

istihdamıyla, AR-GE faaliyetleri ve

ihracatı ile Türkiye’nin ekonomik

ve sosyal kalkınmasına önemli

katkılar sağlıyor. Bu başarıyı

sürdürmek için nasıl stratejilerle

ilerliyorsunuz?

Türkiye’deki faaliyetlerine 1967

yılında başlayan, bugün ülkenin

en büyük yabancı sermayeli

şirketlerinden biri olan Mercedes-

Benz Türk olarak bugün 6.300’ü

aşkın çalışanımızla birlikte

çok büyük bir aileyiz. 50 yılı

aşkın süredir müşterilerimize,

çalışanlarımıza ve tüm iş

ortaklarımıza özen ve özveri

göstermeyi ilke belirledik.

Mercedes-Benz Türk olarak

Hoşdere Otobüs Fabrikamız ve

Aksaray Kamyon Fabrikamız’da

üretmeye ve liderlik

prensiplerimizle ülkemize katma

değer yaratmaya devam ettik.

Dijital dünyada, müşteri talepleri

ve pazarlar hızlı ve tahmin

edilemez bir şekilde değişiyor;

müşterilerimizi herkesten daha

iyi tanımak, ürünlerimiz ve

hizmetlerimizle ilgilenmelerini

sağlamak şimdi çok daha

önemli. Bu yüzden DNA’mızda

130 yıldan fazla bir süredir olanı

yapmaya devam ediyoruz: Öncü

ve araştırmacı olarak kalmaya ve

kendimizi yeniden keşfetmeye

devam ediyoruz.

Ülke ekonomisine ve kalkınmasına

sağladığımız katkının yanı sıra;

eğitim, kültür & sanat, girişimcilik

ve spor alanlarında yürüttüğümüz

sosyal sorumluluk projelerimiz ve

sponsorluk faaliyetlerimizle de iyi

bir kurumsal vatandaş kimliğine

sahip olmayı sürdürüyoruz.

Mercedes-Benz Türk’ün

sürdürülebilirlik yaklaşımınızın

temelinde neler var, başlangıç

adımlarınızdan biraz bahseder

misiniz? Bu konuda bugüne

kadar geliştirdiğiniz stratejiler

ve sürdürülebilirlik faaliyetleri

hakkında neler söylemek

istersiniz?

Mercedes-Benz Türk olarak

sürdürülebilirlik vizyonumuzu

tüm paydaşlarımıza ve bir bütün

olarak topluma kalıcı değerler

yaratmak olarak belirledik.

İşimizin her alanında bu vizyonu

ve ilkemizi odağımıza koyuyoruz.


Sürdürülebilirlik kapsamında yatırımıza devam

eden Mercedes-Benz Türk olarak, Hoşdere

Otobüs Fabrikası güneş santrali kurulma fikri

ile 100 kWp gücünde bir pilot güneş santrali

devreye alarak, ilerleyen yıllar içinde güneş

enerjisi kullanma hedefine yönelik ilk adımı

attık. Mercedes-Benz Türk fabrikalarımızda

yürüttüğümüz “Atık Yönetimi”, “Hava Kirliliği

Kontrolü”, “Sıfır Atık Su” ve “Kompost Gübre” gibi

daha birçok projeye ek olarak şirket genelinde

tek kullanımlık plastik ürünleri kullanımını

durdurduk. Bu kapsamda şirket içindeki içme

suyu ihtiyaçları özel arıtma sistemlerinden

sağlanmaya ve plastik yerine cam bardak ile cam

şişe kullanımı desteklenmeye başlandı.

Sürdürülebilirlik vizyonumuza doğru ilerlerken,

şirket içi yürüttüğümüz sürdürülebilirlik

projelerinin yanı sıra, bizi bu yolda destekleyen

en önemli oluşumlarımızdan biri de Koza

Merkezimiz. Koza Merkezimiz, hem şirkete

hem topluma ekonomik kalkınmada fayda

sağlayacak, toplumun sosyal gelişimini

destekleyerek insana dokunacak ve çevreci

yaklaşımlarla doğayı koruyacak fikirler için

her yıl kapılarını dönüşüm yaratmak isteyen

çalışanlarına açıyor.

Koza Merkezi’ne gelen yenilenebilir enerji

kullanma, su kullanımını azaltma, atık

oluşumunu azaltma ve geri dönüşüm oranını

arttırmak adına ekolojik fikirler destekleniyor ve

hayata geçiriliyor.

Aynı zamanda, 50. kuruluş yılının kutlanıldığı

2017 yılında başlatılan Mercedes-Benz

StartUP yarışmasına “Sürdürülebilir Kalkınma

Hedefleri”nden bir veya daha fazlasına katkıda

bulunan, topluma ve çevreye fayda sağlayan,

teknolojiyle bağı olan startup’ları davet ediliyor.

Mercedes-Benz Türk, 2018 yılında alışılmış

mentorluk uygulamalarının aksine, genç

yeteneklerin yöneticilere mentorluk yaptığı;

yeni teknolojik trendleri, dijitalleşme, sosyal

medya, girişimcilik, yapay zekâ gibi birçok

konuda bilgi paylaşımı içeren “Tersine

Mentorluk Programı”nı hayata geçirdi. Bu

“Tersine Mentorluk” fikiri nasıl ortaya çıktı?

“Tersine Mentorluk Programı”nı; yeni jenerasyon

ile önceki kuşak yöneticileri bir araya getirerek,

bilgi paylaşımları ile iş birliği yaratmayı

hedefleyen bir fikir değiş-tokuş platformu

olarak tanımlıyoruz. Alışılagelen mentorluk

programlarının tersine, güncel deneyimlerini

önceki nesil liderlerle paylaşanlar ve iş yapış

şekillerinin değişen koşullara göre adapte

edilmesine yardımcı olanlar genç mentorlardır.

Mercedes-Benz Türk olarak, çeşitliliğe önem

veren ve bundan beslenen bir aileyiz. Hedefimiz;

değişen dünyaya uygun bakış açıları geliştirmek

ve bu dünyaya ayak uydurmanın dışında kendi

alanımızda rol model olmak. Bu program

ile hem iş hayatında farklı jenerasyonları

yakınlaştırarak birbirlerini daha iyi tanımalarını

ve anlamalarını sağlamayı; hem de yeni

teknolojilerin iş hayatı üzerinde yarattığı farklı

yaklaşımlarla, yeni iş modellerini geliştirecek bir

iklimi şirket kültürünün ayrılmaz bir parçası haline

getirmeyi hedefliyoruz.

Fortune Türkiye ve DataExpert iş birliğinde

gerçekleşen Türkiye’nin En Etkin 50 CFO’su

araştırmasında 50 CFO’nun içinde yer alıyorsunuz.

Bu başarının arkasındaki motivasyon kaynağınız

nedir? Mercedes-Benz Türk’ün tarihindeki ilk kadın

ve Türk CFO olarak bir ilke imza attınız. Yaşadığınız

bu haklı gururun hissettirdikleri ile birlikte bizlere ne

gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Belirttiğiniz gibi, hem Türkiye’nin 50 CFO’sunun

içerisinde yer aldım, hem de Mercedes-Benz Türk’ün

ilk kadın ve Türk CFO’su olarak bir ilki başardım.

Böylesine önemli iki başarıya imza attığım için gurur

duyduğumu ifade etmek isterim. Bunlar, gelecekte

daha da iyilerini başarabilmek adına beni ayrıca

motive ediyor. Mercedes-Benz Türk tarihinde ilk

kadın ve Türk CFO olarak göreve getirilmiş olmak,

Daimler’in Türkiye’nin yerel potansiyeli ve yetkinliğine

olan inancın da bir göstergesi niteliğinde. Bundan

dolayı ülkemiz adına ayrı bir sevinç duyduğumu da

özellikle belirtmek isterim.

İş yaşamında elde ettiğim başarılarda en önemli

motivasyon kaynağım, yaptığım her işi en iyi şekilde

yerine getirmeyi prensip edinmiş olmamdır. Aynı

zamanda, Daimler Truck gibi global bir şirketin en

önemli operasyonlarından biri olan Mercedes Benz

Türk’teki başarılarımın ülkemizin potansiyelini tüm

dünyaya gösteriyor olması da benim için önemli bir

motivasyon kaynağı.

Yoğun bir rekabetin yaşandığı günümüz iş

dünyasında ben özellikle “hayat boyu öğrenme”

kavramının altını çizmek istiyorum. Kendinizi eğitmeyi

ve geliştirmeyi asla bitiremediğiniz bir yolculuk olan

hayat boyu öğrenmenin birçok biçimi olabilir. Sürekli

öğrenmenin önemi, alanınızda her zaman ilerlemeye

ve gelişmeye devam edebileceğinizi fark ettiğinizde

ortaya çıkıyor. Bu nedenle, iş hayatında başarılı olmak

isteyenlere hayat boyu öğrenmeye devam etmelerini

önemle tavsiye ederim.

37


‘İKLIM KRIZI ÜSTÜMÜZE

DOĞRU GELIYOR’

“İklim krizi nedeniyle 2030

yılına kadar 100 milyondan

fazla insan daha yoksulluk

tehdidi altına girecek.”

15 yıl önce

küresel ısınma

daha yeni yeni

konuşuluyordu.

İnsanlar

ne anlama

geldiğini

bilmiyordu.

Bilim

insanlarından

bazıları küresel

ısınma yerine

doğru ifadenin

iklim değişikliği

olduğunu ifade

ettiler. Peki

iklim değişikliği

neydi? Bizi neler

bekliyordu?

CELAL TOPRAK

Ekonomi Gazetecileri

Derneği Medya Grup

Başkanı

Biz bu konuyu el attığımızda 15 yıl önceydi… İklim değişikliği ya da

o zamanki ifadesiyle küresel ısınma daha yeni konuşuluyordu.

Tam olarak ne anlama geldiği konusunda uzlaşma yoktu… O

günlerde biz konuyla ilgili bir etkinlik yapılması için düğmeye

bastık.

Önce konuyla ilgili bilim insanları ile görüşmeler yaptık. Bilim

insanlarından bazıları küresel ısınma yerine doğru ifadenin iklim

değişikliği olduğu ifade ettiler.

O günlerde iklim değişikliği tam olarak anlaşılmıyordu. Bu yüzden

bu konuyu en iyi bilen isim olan Mikdat Kadıoğlu’ne “küresel

ısınmayı kullansak çok büyük yanlış olur mu” diye sorduk…

Kadıoğlu her zaman ki bilimsel zekası ile şu yanıtı verdi:

Bu iş dünyayı sarsacak geleceğimizi karartacak. Bunu önlemek

için bir adım hangi adımı hangi isimle atarsanız atın çok önemli…

Teşekkür ettik. Ve Küresel Isınma Kurultay’ı böyle başladı. Yine o

günlerde “Gereksiz işlerle uğraşmayın” diyen çok sayıda dostumuz

oldu. Onlara göre bu işler marjinallerin işleriydi. O kadar etkili

oldular ki bir ara ilkini yapacağımız Küresel Isınma Kurultayı’nı

ertelemek bile istedik.

O günlerde büyük bir kuraklık yaşadık. Dünyada yaşadı. O

yüzden yola devam ettik. Tam da o günlerde kuraklık nedeniyle

komşumuz Suriye’de 2 milyona yakın insan kırsaldan kentlere göç

etmişti.

Zaten farklı nedenlerle toplumsal sıkıntı içinde olan Suriye bu

büyük göç ile birlikte sarsıldı ve iç savaşın çıkışını bu gelişme

tetikledi.

38


O günlerde Suriye’deki gelişmelerin arkasında o kadar neden

vardı ki iklim krizi aklımıza bile gelmedi. Aradan 15 yıldan fazla

zaman geçti. Şimdilerde iklim krizinin en yakıcı sorun olduğu

noktasına geldik.

Paris’te herkes iklim krizini önlemek konusunda en azından

imza attı. Son olarak İskoçya’da yapılan toplantıya ABD bile en

üst seviyede katıldı. Dünyanın önde gelen şirketlerinin en üst

yöneticileri oradaydı.

Yani kirletenler, krize yol açanlar bindikleri dalı kestiklerini fark

etmişlerdi. Felaket o kadar üstümüze geliyordu ki artık bir şeyler

yapmak gerekiyordu.

O yüzden şimdi yeşil ekonomi zamanı olduğu konusunda

mutabakata varıldı. Avrupa Birliği’nden başlayacak yeşil ekonomi

ile ilgili kurallar kondu. 2050 yılı için iklim krizine yol açan en

önemli sıkıntı olan salınım konusunda sıfır hedefi kondu.

İklim krizi sadece Suriye’deki etkisi değil başka etkileri de

gündeme getiriyor. Mesela Madagaskar’da yıllardır yağmur

yağmıyor ve ülke açlık tehlikesi ile karşı karşıya… Dünyanın iki

dereceye yakın ısınması halinde Bangladeş’in üçte birinin sular

altında kalması konuşuluyor.

Peki bu ne demek… 30 milyon insanın batıya doğru göç etmesi demek…

Suriye’de bunun çok azının yaşandığı hatırlanırsa bu göç dalgasının

yoldaki bütün ülkelerin sosyal, ekonomik durumlarını altüst etmesi

kaçınılmaz gibi görünüyor.

Özetle iklim krizi nedeniyle 2030 yılına kadar 100 milyondan fazla insan

daha yoksulluk tehdidi altına girecek. Gıda güvenliği ve tarım sarsılacak.

Ve gıda fiyatları katlanacak.

Bu çok yakıcı bir gelişme… Bununla ilgili merkezi yönetimlerin çok

aktif olduğu söylenemez. Ama yerelde umut verici gelişmeler. Atık

meselesine ilişkin atılan adımlar çok önemli. Yine Ordu Büyükşehir

Belediye Başkanı Hilmi Güler’in yaptığı gibi kendi kendine yeten kent

çalışması yaygınlaştırılmalı. Ve yine İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı

Tunç Soyer’in başlattığı daha az su ile daha fazla verim alan buğday

çalışması desteklenmeli. Bu tür örneklerin sayısı artmalı. Felaket

üstümüze doğru geliyor.

Felaket üstümüze

doğru geliyor.

39


40


41


18-25 yaş arasında

gözlerinizi bozuk

gibi görün. Uzağı

göremezsiniz. Bu yaşlar

size uzağı göstermez, siz

kendi hayal dünyanızla

birleştirip başka bir

uzak görürsünüz.

BAŞARISINI HALKIN

SEVGİSİ İLE TAÇLANDIRAN

İŞ İNSANI: ACUN ILICALI

42


Televizyonculuk

alanındaki başarılı

atılımları ile tüm

dünyada adından söz

ettiren Acun Medya

kurucusu Acun Ilıcalı

ile keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

Kadıköy Anadolu Lisesi'ni bitirdikten sonra, İstanbul

Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nü kazanmış,

ama üniversite hayatınızı yarıda bırakıp 22 yaşında

iş hayatınıza ilk adımı önce bir kot mağazası açarak

atmışsınız. Daha sonra kariyerinize ilk adımı Show Tv’de

spor muhabirliğiyle atmışsınız. Uzun yıllar boyunca bu

mesleği devam ettirip 2004 yılında kendi prodüksiyon

şirketiniz olan Acun Medya’yı kurdunuz. Günümüzde

başarılarıyla adından ve yaptığı işlerden sıkça söz ettiren

bir iş insanısınız. Peki tüm bunların dışında bizim her

gün ekranlarda gördüğümüz Acun Ilıcalı kimdir? Sizi

biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?

Acun Ilıcalı aslında 21-22 yaşlarında takılı kalmış ve o

yaşlarda yaşadıklarını bütün hayatına yaymış bir insan.

Belki televizyondaki başarımın sebeplerinden biride

bu, gençlerle iletişimimin yüksek olmasının sebebi

de bu, çocuklarla aramın çok iyi olmasının da çünkü

ben o yaşlarımda arkadaşlarımla çok güzel bir ortam

kurmuştum. Annemleri trafik kazasında kaybettiğim

zaman arkadaşlarımdan büyük destek aldım ve o dönem

çok masum, güzel bir hayatımız vardı. O hayatta nasıl

mutlu olduysam, bütün hayatımda da o sistemi devam

ettirdim diyebilirim. Halen arkadaşlarıyla sabaha kadar

ayak tenisi oynayan, futbol maçları yapan, futbola karşı

ciddi bir sempatisi olan aynı zamanda hep oyun oynayan

bir insanım. Aslında hayatı oyuna çevirmiş bir insanım.

Şu anda yaptığım meslek de hayatı oyuna çevirmenin

bir karşılığı, insanların da bu oyunları seyretmesi şeklinde

yorumlayabiliriz. İnsanlar seyrettiği için de biz tabii ki

başarıyı elde ediyoruz.

Variety dergisinin Amazon’un kurucusu Jeff Bezos,

Netflix’in kurucusu Reed Hastings, The Walt Disney’in

CEO’su Robert Chapek, ve Oprah Winfrey gibi

birbirinden başarılı ve dünyaca ünlü isimlerin En Etkili

500 İş İnsanı arasında belirlendiği listeye Türkiye’den

giren tek isim oldunuz. Hakkınızda ‘Kendi emeğiyle

TV dünyasında önemli bir yer edindi. Çok izlenen

TV8 kanalının sahibi ve uluslararası alandaki ayak

izlerini giderek genişletiyor.’ ifadelerine yer verildi.

Uluslararası alanda bu başarılarınızı gördükçe neler

hissediyorsunuz? Bu başarının temellerinde nelerin

yattığını düşünüyorsunuz?

Yıllar önce bazı insanların yaptığı yorumlar kafama çok

takılmıştı; Acun Türk insanının beğendiği programları

yapıyor, o formatları alıyor, Türk insanının seveceği

hale getiriyor. Aslında bizim yapmak istediğimiz tek

bir şey vardı; kaliteli program yapmak. O yüzden de

hayatımız boyunca iyi programlar yapmaya çalıştık.

İyi programlar yaptıkça da önce Türkiye’de sevildik.

Sonra kendi kendime düşündüm. Türkiye dünyanın en

rekabetçi marketlerinden biri, biz niye bu yeteneğimizi

yurt dışında sergilemeyelim. Bunun için bir Yunanistan

denemesi yaptık. Yunanistan televizyon tarihinin en

yüksek reytingini aldık. O bizi iyice bir güven verdi. Ondan

sonra artık yurt dışına açıldık. Şu anda tahmin ediyorum

15 ülkeye gelmiş durumdayız. Önemli bir iki anlaşma

yaptık. Belki yakın zamanda çok daha yüksek rakamlara

da çıkacağız. Yani Variety dergisinin bunu takdir etmesi

çok güzel bir olay benim için ama şöyle de bir gerçek var

dünyadaki en yüksek yayın yapan prodüksiyon şirketi

Acun Medya olabilir. Acun Medya Global şu anda prime

time’daki yayın süresi olarak dünyadaki en yüksek yayın

yapan prodüksiyon şirketi. Ülke ülke üst üste başarı elde

etmenin mutluluğunu anlatamam. Değişik kültürlerle

buluşuyoruz. Ben şimdi buradan biraz sonra seçme

yapmaya Atina’ya gideceğim. Yarın Çek Cumhuriyeti’ne

gideceğim. Sonra da akşamüstü Romanya’ya gideceğim

yarışmacı seçmeye. Tabii değişik bir olay, zor bir olay

ama başarı motive ediyor ve çok da eğleniyoruz bu işleri

yaparken. O yüzden ben şükrediyorum.

Acun Medya Akademi’nin 7 Haziran’da eğitim vermeye

başladığını biliyoruz. “Hayalin işin olsun” misyonuyla

başladığınız bu yolculukta televizyon, dijital ve

gastronomi alanlarında çeşitli eğitimler veriyorsunuz.

Eğitim vermeye başladığı ilk günden itibaren çok büyük

bir ilgi gören ve birçok kişiyi hayalleriyle buluşturan bu

kurumun ortaya çıkış sürecinden biraz bahsedebilir

misiniz? İlk senesinden böylesine büyük bir ilgiyle

karşılanmasının ardında ne yattığını düşünüyorsunuz?

Nişantaşı Üniversitesi ile hayata geçirdiğimiz çok güzel

bir proje. Açıkçası biz bu olaya maddi hesaplar içerisinde

girmedik. Bizim amacımız gençlerin bizimle buluşmasını

sağlamak, onların bir kısmına kendi bünyemizde faydalı

olmak ama onun dışında da yine gençlerin hayatına

bir dokunuş yapıp onların daha rahat iş bulabilmesini

sağlamak. İş bulmanın ne kadar zor olduğunu hepimiz

biliyoruz. Zamanında ben de yaşadım. O yüzden

illa bizimle çalışacak demememle birlikte bu sabah

arkadaşlarla konuştuk. 36 tane öğrenciyi işe almışız. Onun

dışında gastronomideki herkes belli işlere yerleştirilmiş.

Ciddi bir oranda iş ile buluşturma olanağı sağlıyoruz

birçok kardeşimize. Bu benim için çok önemli. Onun

dışında da zaten baktığın zaman hani dışardan geçmişini

bilmediğim bir insanı bir iş görüşmesinde alacağıma

Acun Medya Akademi’de başarı sağlamış bir kardeşimi

alıp burada kullanmak benim için de çok büyük bir

avantaj. Yani bu tam bir win-win projesi. Nişantaşı

Üniversitesi için parantez açmam lazım. Çok güzel bir

şekilde bu projeyi bize teklif ettiler. Onun dışında da

projenin hayata güzel geçmesini sağladılar. Çok destek

oluyorlar. Benim şu anda ilgilendiğim herhalde 200-250

konu vardır. Bana burada çok ciddi bir destek gelmeseydi

bu proje başarılı olmazdı diye düşünüyorum, onlara

teşekkür ediyorum.

43


geliyor. O yasanın bizi daha ciddi rakamlara ulaştıracağını

düşünüyorum.

Televizyoncu, sunucu, girişimci, iş insanı gibi

sizi tanımlayan sıfatların ötesinde birçok sosyal

sorumluluk projesine öncülük ediyor ve süreçte

önemli bir rol oynuyorsunuz. Başarıyla yürüttüğünüz

bu sosyal sorumluluk projeleri ve kampanyalarla

pek çok insanın kalbine dokunup destek oldunuz.

Peki siz bu projeleri ve kampanyaları hayatınızda

nasıl konumlandırıyorsunuz? Gönül işi olarak

adlandırabileceğimiz bu projeler sizin için ne anlam

ifade ediyor?

Hayatım boyunca elimden geldiğince insanları

desteklemeye çalıştım. Tabii ki belirli bir gücüm var

ama o gücümün de ciddi bir kısmını bir şekilde zorda

kalanlara harcamak istiyorum. Bunun sebebi zamanında

ben de zordaydım. O zaman da ben destek gördüm.

Destek görmesem buralara gelemezdim. O zaman

çevremden, ailemden ciddi derecede maddi manevi

destekler gördüm. Bütün Türkiye’ye yetişme şansım yok.

Zorda kalan birçok vatandaşımız, kardeşimiz var ama

ne bileyim işitme engelli kardeşlerimiz için defalarca

kampanya yaptık. Erzincan depremi için çok güzel bir

kampanya yaptık. Onun dışında kitap kampanyası yaptık.

Milli Eğitim Bakanlığı ile laptop kampanyası yaptık. Yani

yardım etmeyi seviyorum. Tabii ki her gün kampanya

yapma şansım yok ama Allah bana bu gücü verdiği

sürece bu konularda ailemden aldığım, annemden,

babamdan aldığım o dönemki bana öğrettikleri ‘’komşun

açken sen rahat uyuma’’ telkinini gerçekleştireceğim.

Onlarda da bunu hep yaşadım. Onlar da zengin değillerdi

ama çok yardımsever insanlardı. Bu konuda biraz aileden

gelen ciddi bir heves de var diyebilirim. Sanki yaptığım

mutluluklar pozitif olarak işime ve hayatıma yansıyor diye

düşünüyorum.

900 milyonluk bir yatırımla 2021 yılı itibariyle izleyicinin

kullanımına açtığınız dijital içerik platformunuz Exxen,

henüz birinci yılını tamamlamadan 1 milyon abone gibi

bir rakamı gördü. Dizilerin, belgesellerin, programların

yanı sıra son dönemde faaliyet göstermeye başlayan bir

diğer içerik de UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi

ve UEFA Konferans Ligi maçları. Peki içerik kalitesiyle,

topladığı beğeniyle Exxen’in bir yıl gibi bir sürede bu

noktaya gelmesinde ve dünyaya açılmasında arka

planda yürütülen sürecin payı nedir? Bu başarının

yakalanması sürecinde atılan önemli adımlar ve dönüm

noktaları nelerdir?

Dünya geliştikçe insanların içerik seyredim platformları

değişmeye başlıyor. Biz eskiden tek kanal TRT

seyrederdik, sonra çok kanallar çıktı. Sonra da

biliyorsunuz dijital platformlar çıktı. Baktığınız zaman

yeni nesil televizyon seyretmekle birlikte bir yandan

da ellerinde telefon ve rahat bir şekilde birçok içeriğe

ulaşabiliyor. Böyle bir durum varken ve gelecek dijitale

doğru gitmişken de biz ekip olarak o platformlarda da

yer almak istedik. Bununla ilgili de çok güzel projelerin

içinde olduğu sevgili Hasan Can Kaya’nın da dahil

olduğu bir Exxen dünyası kurduk. Exxen’in en büyük

özelliği bence sıra dışı olması yani biz tabii ki böyle bir

American content’i şeklinde bir yayın akışı yapmadık

ana olarak üç alanda gidiyoruz. Bir komedi, iki spor, üç

de yarışmalar. Yani Exxen 3 alan üzerinde, devamında

da bazı belgeseller olsun, talk showlar olsun başka

programlarımız da var. Gençlerin daha çok seveceği

ama her yaş grubunun seyredeceği içeriklerle yeni bir

medya kaynağı oluşturduk diyebilirim. Gelişen dünya

bunu gerektiriyordu. 1 milyon abone bizim için büyük

bir mutluluk. Şu anda 1 milyonu da geçmiş durumdayız.

Bakalım şimdi kaçak kullanımlarla ilgili çok ciddi bir yasa

Günlük takviminizin ve seyahat programınızın

ne kadar yoğun olduğunu biliyoruz. Daha önce

verdiğiniz bir röportajınızda saat 5.00’te yattığınızı

belirtmiş ve “Dünyanın sayılı hızlı yaşayanlarından biri

olabilirim. Ama kendi eğlence dünyamı bu hayatın

içine entegre ettim,” sözlerini kullanmıştınız. Tüm bu

yoğun takviminize rağmen iş ve eğlence arasındaki

bu dengeyi sizi mutlu edecek seviyede tutmayı nasıl

başarıyorsunuz? Bize verebileceğiniz tüyolar var mı?

İnsan güçlü olunca böyle bir şansı oluyor. Yani açıkçası bu

iş nasıl biliyor musun, ben oyunu işin içinde her zaman

tuttum. Lise hayatım da oyunlarla geçti. Ben muhabirken,

öğlenleri 2 saat king oynamaya giderdik arkadaki

kahveye. Bir dönem hayatımız öğlenleri kağıt oynamakla

geçti. Akşamları playstation oynardık. Yani ben

hayatta işim ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın kendi

zevklerimin alanına işi sokmadım. Onun yerine zevklerimi

yaşamadığım yerlerde daha yoğun çalışarak o zevklerime

de alan yarattım çünkü kendi zevklerimi, kendi mutlu

olacağım kadar yaşayamazsam, buna mesela kızlarımla

geçireceğim vakit de dahil olmak üzere, o zaman ben

niye çalışıyorum ki. Sabahtan akşama kadar çalışıp da

para kazanma diye bir derdim yok. Daha çok kazanayım,

aman param olsun, öyle bir derdim hiçbir zaman olmadı.

Tabii ki, rahat bir hayat yaşamak isterim. Onun dışında

da kendi eğlencemden taviz vermemek üzerine bir

sistem kurdum. Bu yüzden maalesef 24’ten sonrası

bana kalmış durumda. İş yoğunluğumu biliyorsunuz.

Ben bugün 8 toplantı yaptım, sizinle buluştum, akşam

Atina’da yemek yiyeceğim. Sonra casting yapacağım.

Ondan sonra da dediğim gibi 3 ülke göreceğim. Sonra

pazar günü Miami’deyim. Baktığın zaman bu sirkülasyon

çok normal bir sirkülasyon değil ama uçağım var, o çok

büyük bir avantaj. Uçağınız olduğu zaman kaptan saat

2’de havaalanında buluşuyoruz diyip gidebiliyorsunuz. O

yüzden o bana hareket kabiliyeti olarak ciddi bir avantaj

sağlıyor. Bu kadar ülkede operasyon yaparken uçağınız

olmasa tarifeli ile gittiğimi düşünsenize. Ben nasıl

gideceğim o 3 ülkeye, bir günde gidemem, 3 gün sürer.

44


O 3 gün de benim çocuklarımdan gider, arkadaşlarımdan

gider diye düşünün. Maalesef ki 24 sonrası bir hayat

kurabildim kendime. 24 gibi ofise arkadaşlarım gelir.

Saat 01.00 – 01.30 gibi ofis dolmaya başlar. İşte 2’den

sonra da ayak tenisine başlarız. Sohbet başka yerlere

gider, muhabbet ederiz. 05.30 gibi. Bu NBA saat farkı

yüzünden 4’te başlamaya başladı. Akşamları NBA

maçlarını seyrediyoruz. Maç zaten 04.00’da başlıyor. Dün

06.30’da bitti. Miami maçı seyredelim dedik tam maç bitti

Los Angeles Lakers maçı varmış, hadi buna da bakalım

diyenlerle bir kaos yaşandı. Sonra 7’ye doğru dağılmıştık.

Aslında geceyi kendime ayırarak gece boyunca

arkadaşlarımı, dostlarımı görebiliyorum. Sevdiğim bütün

insanlar buraya gelebiliyor. Ofisin bahçesi aslında bizim

için ev gibi, orada güzel bir hayatımız var.

Dünyada bir ilk olarak sporun ve realitenin birlikte yer

aldığı bir formatın, Exathlon’un sahibisiniz. Kolombiya,

Meksika, Romanya gibi ülkelerde yayınlanan bu

proje aynı zamanda Acun Medya’nın globalde imza

attığı büyük başarılarından biri de diyebiliriz. Ulusal

çapta elde edilen başarıların ardından globalde de

böyle önemli bir başarının yakalanması hakkında ne

düşünüyorsunuz? Acun Medya global tarafta yeni

projeler geliştirmeyi düşünüyor mu? Gelecek planlarınız

nedir?

Globalde her geçen gün büyüyoruz. Exathlon bizim göz

bebeğimizdi. Artık büyüdü, okul çağına geldi diyebiliriz.

Şu anda tahmin ediyorum 9-10 ülkede Exathlon var.

Onun dışında da çok ciddi görüşmeler yapıyoruz

büyümekle ilgili. Exathlon spor ve reality’nin beraber

olduğu çok enteresan bir format. Aslında bizdeki Survivor

tadı veriyor diyebiliriz. Bizdeki Survivor bizim icadımız.

Dünyadaki hiçbir Survivor bizdeki Survivor gibi değil. Biz

bu kadar değişik bir Survivor yapıp bu icadı yaptıktan

sonra bu işin açlık kısmını da ortadan kaldırıp sportif bir

müsabakaya döndürelim dedik ve Exathlon’u bu felsefe

ile dünyada launch ettik. Çok iyi de bir karşılık aldık.

Çok güzel sonuçlar aldık. O yüzden de geleceğimiz için

çok önemli. Onun dışında da şimdi Amerika’da yeni bir

formata başladık. O da güzel başladı. Siz belli bir isim

yaptıktan sonra kapılar açılır ya size, bu işlerde öyle olur.

Randevu alamazsın, üç kere başarı sağlarsın, herkes seni

davet eder. Zaten hayatın kuralı da bu. Biz sanki o evreyi

geçtik. Artık bütün televizyon şirketleri bizle görüşmek

istiyor gibi bir durum var. Çok mutluyuz.

Türkiye’nin en önde gelen girişimcilerinden birisiniz.

Sürekli olarak yeni bir şeyler ortaya çıkarıyorsunuz.

Televizyonculuk, dijital platformlar, spor alanında

yeni atılımlarda bulunuyorsunuz. Girişimci ruhunuz

sönmüyor. Peki girişimci olmak, hedeflerini sağlam bir

şekilde gerçekleştirmek isteyen kişilere özellikle genç

yaşta bunu gerçekleştirmek isteyen kişilere girişimcilik

hakkında ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Bence en önemli şey insanın kendisini doğru analiz

etmesi. Size ve gençlere buradan vereceğim tek mesaj

var; “kendinizi doğru analiz edip tanıyın.” Kendinizi

fazla yukarıda ya da aşağıda görürseniz çok önemli

fırsatları kaçırıp hayatınızı kabusa çevirebilirsiniz. Bence

girişimcilik herkesin yapabileceği bir şey değil. İnsanın

ruhunda olması lazım. Herkes girişimci olmak zorunda

da değil. Şöyle düşünün; bu şirkette çalışanlar var. Hepsi

mutlu, birçoğu girişimci değil. Benimle beraber bir yola

çıkmışlar. İlla siz bir şey icat etmek zorunda değilsiniz,

riske girmek zorunda değilsiniz. Bu arada mesela

benim kot dükkanım vardı, battım. O da girişimcilik,

battım işte. Sonra bir kırtasiye dükkanımız vardı, çok iş

yapmadı. Baktığımız zaman televizyonculuk alanında

işe nasıl başlıyorum. Önce maaşla başlıyorum. Bu

sefer ne yapıyorum, maaşlı başlayıp kendimi geliştirip

sonra girişimcilik bölümüne başlıyorum. Yani orada

doğru zamanda kendime güvenmem ve kendimi

iyi hissetmemle alakalı. Bir de yaş olarak ben 25’in

altında herhangi birisinin girişimcilikle ilgili çok ciddi

düşünmemesi gerektiğini düşünüyorum. 25 altı hatalar

yaşları. Atina’da fırın açalım diye projemiz vardı. Ne alaka

belli değil. Bir arkadaşımızdan duymuşuz. Atina’da niye

fırın açıyorsun, o anda bir gaza gelmişsin. O an benim için

o kadar parlak bir projeydi ki o, Atina’da fırın diye gezdim

2 3 ay boyunca. Sonra beni saçma bir fikir olduğuna ikna

ettiler. Doğruymuş dedik. Şimdi düşününce gülüyorum.

Şu an özellikle 18-25 yaş arasında gözlerinizi bozuk

gibi görün. Uzağı göremezsiniz. Bu yaşlar size uzağı

göstermez çünkü siz kendi hayal dünyanız ile birleştirip

başka bir uzak görürsünüz. Bana sorarsanız girişimciliğin

altyapısının dolu olması lazım. O yüzden de ben hadi

şunu yapayıma son derece karşıyım.

45


PANDEMIYLE BIRLIKTE DEĞIŞIM;

YENI PAZARLAMA TRENDLERI

“Saygı odağında, ayrıştırıcı değil

birleştirici bir çağrıda bulunmuş

olmaktan gurur duyduğumuz

kampanyamız, pazarlama sektörü

için çok büyük önem

taşımaktadır.”

Sağlığın ve birlikte

zaman geçirebilmenin

ne kadar önemli olduğu

bir dönemden geçiyoruz.

Bu dönemde uzun

vadeli planlamaların

artık geçerliliğini

yitirmesini, anlık ve

hızlı karar almanın

her zamankinden çok

önem kazanmasını,

günlük hatta saatlik

planlamaların

hayatımıza yön

vermesini, hız

ve değişimin

vazgeçilmezlerimiz

arasında girmesini

deneyimleyerek,

benimsedik. Pandemi

sürecinin yarattığı

farkındalıkla birlikte

birçok yeni alanda da

dijital dönüşüme tanık

olmaya başladık.

BÜŞRA MİRAY

MÜFTÜOĞLU

Koton Pazarlama

Ve Görsel İletişim

Müdürü

Pazarlama iletişiminde tüketici davranışlarında pandeminin etkisi

ile çok büyük değişiklikler oldu ve olmaya devam ediyor. 10 yıl

içinde ancak gerçekleşebilecek dönüşümler, 2 yıl gibi kısa bir süre

içinde çok hızlı bir şekilde gerçekleşti. Tüm segmentlerde satın

almalar da farklılaştı. Dijital tüketimlerin artışına paralel olarak,

marka iletişimi açısından bu kanallarda yeni hedef kitleler ortaya

çıktı.

Bu yıla dair diğer bir önemli tespitimiz ise, tüketicilerin

markalardan artık çok net bir şekilde topluma katkı sağlamalarını

beklediğini görmemiz oldu. Özellikle çeşitlilik, kapsayıcılık ve

gezegene saygı gibi konular artık markaların olmazsa olmazları

arasında yer alacak.

Samimiyet, içtenlik ve sürdürülebilirlik bu yılın kazanan kavramları

arasında yer aldı. Artık yeni dünyamızda, içten ve samimi olmayan

hiçbir proje ya da içerik değerli kabul edilmeyecek. “Mış” gibi

yapma zamanları bitti.

Sektörde genel trendlerde biri de, 2022 yılında da iletişimde

konuşacağımız teknolojik inovatif konular olacak. Bunların

arasında sağlık teknolojileri, metaverse, nft, daha temiz

teknolojiler, tarım teknolojileri, tele-health, uçan taşıtlar ve evde

eğlence gibi kavramlar ve trendlerin öne çıkacağını ön görüyoruz.

Tüm bunların hayatımızı farklılaştıracağını düşünüyorum. Bu

anlamda yine yeni dijital platformlar ve yeni mecralar hayatımıza

girecek.

Benim de Pazarlama ve Görsel İletişim Müdürü olarak görev

yaptığım Koton da sürdürülebilirlik alanında 2020 yılında büyük

46


bir adım attı. 33 yıllık deneyime sahip Koton, hazır giyim kategorisinde globalleşen başarılı bir Türk şirketi.

Yenilikçi yaklaşımı ve girişimci ruhuyla Koton, benim de ekibinde olmaktan gurur duyduğum bir marka

olarak sektöründe ilk’lere imza atıyor ve öncülük ediyor.

Pandemi sebebiyle uygulanamayan geleneksel pazarlama metodlarının yerini tutan ve interaktif öğeler

ile kullanıcı katılımını teşvik eden artırılmış gerçeklik uygulaması üzerine kurgulanan lansman ile hem

pazarlama hedefleri karşılandı hem de koleksiyonun tanıtımı geniş kitlelere ulaştırıldı. Arzu Sabancı for

Koton uygulaması tasarlanırken sunulacak artırılmış gerçeklik deneyimi hem “VIP” davetlileri hem de

geniş kitleleri kapsayacak şekilde özelleştirildi.

Bu gönderimler ve özelleştirilmiş augmented reality deneyim ile toplam takipçi sayısı 11 milyonu geçen

kitle harekete geçirilerek koleksiyonun ve uygulamanın yayılımını sağlayacak medya görünürlüğü

sağlandı. Dünyada sayılı örneği olan uygulama Türkiye moda sektöründe ilk olması, Arzu Sabancı ve

Koton işbirliğinin marka değeri ile müşteriler kadar sektör ve kanaat önderlerinin de dikkatini çekerek

geleneksel ve dijital basında geniş yansıma yaratan bir çalışmamız oldu. Dijital marka imajını perçinleyen

bu uygulamayı sadece pazarlama şapkamızla değil, tüm proje adımlarına proje fikrinin sahibi olarak da

projenin hayata geçirdik.

Tüketicinin markalardan beklentileri değişiyor. Hem dünyaya hem insana hem topluma karşı daha

sorumlu ve duyarlı davranmalarını bekliyorlar. Bugün artık markaların da kendilerinden beklenen

bu sorumluluklardan bağımsız davranması mümkün değil. Pandemi dönemi bizim de Koton olarak

sürdürülebilirlik çalışmalarımızda hızlandığımız bir dönem oldu.

Sürdürülebilirliği tüm iş stratejilerimizin kalbine koyduk ve ürünlerimizi, süreçlerimizi, iş politikalarımızı

ve projelerimizi bu anlayışla yapılandırdığımız “YAŞAMA SAYGI / RESPECT LIFE” lansmanını yaptık.

Nitekim pandemi döneminde 2020 yılı son reklam filmimiz “Şimdi Herkese Saygı Moda” sloganıyla

bu yaklaşımımızın bir yansıması oldu. Dünyamıza, topluma, insana ve işimize olan saygımızı bu başlık

altında topladık. Bu anlayışı Yaşama Saygı Manifestomuz ile ortaya koyduk. Yaşama Saygı adını

verdiğimiz yaklaşımımız, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile uyumlandırdığımız bir

sürdürülebilirlik anlayışını tarif ediyor. Dünyamıza, içinde var olduğumuz toplumumuza, dokunduğumuz

tüm insanlara ve marka değerimizin temel kaynağı olan işimize saygı, sürdürülebilirlik anlayışımızın özünü

oluşturuyor. Yaşama Saygı, DÜNYAMIZA SAYGI, İNSANA SAYGI, TOPLUMA SAYGI VE İŞİMİZE SAYGI olmak

üzere dört taşıyıcı ilkenin çatısını oluşturan bir felsefe. Respect Life sürdürülebilirlik çatı stratejimizin

isminin oluşumundan tüm markalama çalışmaların detayına kadar ajanslarımız, danışmanlarımız ve üst

yönetim ile gerçekleştirdiğimiz çalışmalar sonucunda pazarlama olarak gerçekleştirdik. İç müşteri ve

dış müşterimiz için de yeni bir konu olduğundan, gerek şirket içi tüm çalışanlarla üretim teknik konuları

47


gerekse de dış müşteri ile buluşma sürecindeki tüm süreçleri çok titizlikle ilerlettik.

Bu manifestoyla birlikte çok önemli bir adım atarak Türkiye’de Better Cotton Initiative’e üye olan ilk Türk

markası olduk. Better Cotton Inintiative, dünya çapında milyonlarca çiftçinin daha sağlıklı koşullarda

pamuk üretmesini sağlamak için oluşturulmuş, kar amacı gütmeyen bir program. (BCI) Türkiye’de

sürdürülebilir pamuk bilincinin oluşturulması ve yaygınlaştırılmasına liderlik etmekten ve değişimin

öncüsü olmaktan gurur duyduğumuz bu üyeliğimizin de pazarlama faaliyetlerini yürütüyoruz.

Pandemi sonrası sürdürülebilirlik çatımız “Yaşama Saygı” dünyadaki büyük eşsiz değişimin ve insanların

beklentilerinin bir yansıması. Son reklam kampanyamız filmimiz “Şimdi Herkese Saygı Moda” sloganıyla

bu yaklaşımımızın bir yansıması oldu. “Şimdi Herkese Saygı Moda” mottosuyla kurguladığımız Etiketleri

Çıkar kampanyamız ile markamızın yeni konumlandırmasını lanse ederken yeni hedef kitle analizimiz

ve dijital dünya trendlerinin de etkisi ile TikTok platformuna giriş yaptık. Focus gruplardan alınan

mesajları kreatiflerimiz ile mecralara taşırken TikTok kullanıcılarının yaratacağı içerikler ile de bu harekete

katılmalarını amaçlamıştık. Gerçekleştirdiğimiz aktivasyon ile TikTok tarihinde de ilk kez felsefesi olan,

gerçek hayata göz kırpan bir akım gerçekleşmiş oldu.

Global arenada hem uluslararası, hem de yerel rakiplerle rekabet ederek liderliğe tırmanmak için yenilikçi

bakış açısından ödün vermememiz, pazarlama fonksiyonunun rüzgarını da arkamıza almamız Koton’un

dünyanın çeşitli noktalarındaki pek çok coğrafyaya iz bırakmasını sağlıyor.

“Tüketicinin markalardan beklentileri değişiyor.

Hem dünyaya hem insana hem topluma karşı daha

sorumlu ve duyarlı davranmalarını bekliyorlar.”

Yapılan araştırmalara göre her 4 kadından 3’ü tarafından ‘kadın markası’ denildiğinde ilk sırada anılan

ve 8 yıldır üst üste “En Beğenilen Kadın Markası” ödülünü alan bir marka olarak; müşterilerimizin ne

istediğini, nasıl görünmek istediklerini anlamak ve bu doğrultuda ürünler sunmak gibi doğru bir strateji

oluşturduğumuzu ve sürdürdüğümüzü düşünüyoruz. Bu stratejimizin sürdürülebilir olmasını üretim

kalitemizin yanı sıra, tasarımlarımızın ve koleksiyonlarımızın özelliklerinin doğru hedef kitleye doğru

mesajlarla iletilmesiyle sağladığımıza inanıyoruz.

Saygı odağında, ayrıştırıcı değil birleştirici bir çağrıda bulunmuş olmaktan gurur duyduğumuz

kampanyamız, pazarlama sektörü için çok büyük önem taşımaktadır. Önümüzdeki dönem için pazarlama

trendlerini değerlendirdiğimizde, esas olan yine doğayı ve canlıyı odağına koyan, “yaşama ve dünyamıza

saygı duyan”, kendini dönemsel değişimlere hızlı adapte edebilen marka ve kurumların sürdürülebilir

olacağıdır.

48


kariyere, geleceğe, yeniliğe giden yolda

Yeteneğinle fark yaratmak,

dünya markalarının pazarlama

süreçlerinde aktif rol alarak

işe doğru yerden başlamak

istiyorsan, Düzey’deki kariyer

fırsatlarına göz gezdir!

BURADAN BAŞLA!

49


MARKASINDA ZARAFETİ

YAŞATAN BAŞARILI GİRİŞİMCİ:

CANAN ÖZDEMİR İŞMEN

Hayalinizi ve vizyonunuzu

hiç kaybetmeyin. Bu yolda

farklı şeyler önünüze

çıkabilir ama odağınızı

sakın kaybetmeyin, en

önemlisi yaptığınız işe olan

tutkunuz ve aşkınızı hiçbir

zaman kaybetmeyin.

50


İş hayatında

başarılarıyla

adından sıkça

söz ettiren Canan

Özdemir İşmen ile

felsefesi ‘’ilk’’leri

yaratmak olan The

House Cafe’nin

hikayesini konuştuk.

Eğitim hayatınızı İstanbul Üniversitesi İktisat

Bölümü’nde tamamlamışsınız. Bu süreçte okul hayatınız

devam ederken bir yandan da Pricewatercoopers’da

staj yaptığınızı biliyoruz. Mezun olduktan sonra da

çeşitli departmanlarda çalışmış ve daha sonra kendi

işinizin başına geçmişsiniz. Şu an The House Cafe’nin

kurucu ortağı ve genel müdürü olarak başarılı kadın bir

girişimcisiniz. Peki bizim tanıdığımız ve bildiğimizin

ardında Canan Özdemir kimdir? Bize biraz kendinizden

bahsedebilir misiniz?

İstanbul doğumluyum. Lise öğrenimimi Pertevniyal

Lisesi’nde tamamladım. Üniversite eğitimimi ise, İstanbul

Üniversitesi İktisat Fakültesi, İngilizce İktisat Bölümü’nde

tamamladıktan sonra bir Amerikan finansal denetim

şirketi olan Ernst & Young’da iş hayatıma başladım. İş

hayatıma kısa bir ara vererek bir dönem London School

of Economics’de Pazarlama ve Satış alanında sertifika

programına katıldım. Sonrasında kısa bir süre daha Ernst

& Young’taki işime devam ettim ve 2002 yılında The

House Cafe yolculuğum başladı. 2007 yılında önce The

House Apart sonrasında ise The House Hotel markasını

ortaklarımla beraber yarattık. The House Apart Türkiye’de

kurulmuş ilk apart konseptiydi, The House Hotel de

Türkiye’de butik otelcilik alanında farklılık yaratan ilk

konsept diyebilirim. The House Cafe ve The House

Hotel’ler kısa sürede öncelikle Türkiye’de ve tüm dünyada

gerek tasarımı gerekse sunduğu hizmet ve farklılıkları

ile birçok uluslararası dergi ve gazetede yer aldı. 2016

yılında The House Hotel’leri buradaki yabancı ortağımıza

devrettik ve bugün The House Cafe ortağı ve genel

müdürü olarak iş hayatıma devam etmekteyim. Ayrıca

2014 yılından beri Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kadın

Girişimci Üst Kurul Üyesiyim.

Ben, orta direk olarak tanımlayabileceğimiz bir aileden

geliyorum. Bundan dolayı üniversite hazırlık ve üniversite

yıllarımda eğitim giderlerimde aileme destek olabilmek

adına hep çalıştım. Üniversite hazırlık yıllarımda bir

İtalyan restoranında misafir karşılama ve organizasyon

sorumlusu olarak çalıştım, bugün bu sektörde olmamın

ilk tohumları burada atıldı sanırım. Üniversiteye devam

ederken de kendi dalımla ilgili birçok şirketin yanı sıra

yine başka bir Amerikan finansal denetim şirketi olan

Price Water House Coopers’ta uzun süre stajyerlik

yaptım. Çocukluğumdan beri çok kararlı, disiplinli ve

çalışkan bir insanım. Dünyaya gelen her bireyin özel

bir geliş amacı olduğuna inanırım. İnsanın insana ve

dünyadaki diğer tüm canlılara sevgi ve saygı duyup fayda

sağlaması üzerine kurulmuş hayat felsefesi olan bir kişi

ve çocuğunu da bu değerler ile büyüten bir anneyim.

Evliyim ve 3 yaşında bir oğlum var. İş kadını, anne ve eş

olma sorumlukları ile doğal olarak gelen stres yönetimimi

ve iç dengemi korumayı yıllardır yaptığım yoga ve doğa

yürüyüşleri ile sağlıyorum. Ayrıca bunlar yıllar içinde

benim hobilerim oldular. Bunun haricinde seyahat

etmeyi, yeni ülkeler gezip yeni kültürler tanımayı, gittiğim

bu yerlerde mesleğimle ilgili son yenilik ve gelişmeleri

takip etmeyi çok severim. Kişisel olarak doğal hayata

ilgim oldukça fazla. Eşimin işlerinden dolayı yarı zamanlı

olarak çiftlikte yaşıyoruz ve burada sebze & meyve ve

bitki ekimi, bahçe düzenleme işleri ile ilgilenmeyi çok

seviyorum.

The House Cafe’nin 2002 yılıda üç ortağın girişimi

olarak kurulduğunu biliyoruz. 2021 yılına geldiğimizde

İstanbul’da 9, İzmir’de 2, Bakü’de 2 Kayseri’de ise 1

şubeyle işletme hayatına devam ediyor. Peki 19 yılda

14 şubeyle, müşteri memnuniyetini en üst seviyede

tutmayı başararak yoluna devam eden The House

Cafe’nin kuruluş hikayesini öğrenebilir miyiz? Bu yola

çıkarkenki motivasyonunuz neydi ? The House Cafe

olarak mekanınızın ana felsefesinin ilkleri yaratmak

olduğunu belirtiyorsunuz. Peki The House Cafe olarak

kendi alanınızda yarattığınız farklılıklar nelerdir?

Üniversite süresi ve sonrasında çalıştığım şirketlerde

edindiğim tecrübe benim The House Cafe ile başlayan

girişimcilik yolculuğumun temel taşlarını oluşturdu.

Ekip yönetebilme yetisi, problemler ile savaşabilme,

analitik düşünce gibi birçok alanda bana kendi işimi

yapabilme ve başarılı olabilmem için baz oluşturdu.

Bugün geleceğin girişimci gençleri ile yaptığım sohbet

51


ve hep söylerim; aile işiniz olabilir ve bunun sürdürmek ya

da bir an önce kendi işinizi kurmak isteyebilirsiniz ama her

şeyden önce en önemlisi mezun olduktan sonra mutlaka

ve mutlaka 3-5 sene başka bir şirkette çalışın. Çok kıymetli

üniversitelerde çok önemli eğitimler almış olabilirsiniz ve

girdiğiniz işte belki ilk sene en basit işleri yapmak zorunda

kalabilirsiniz ama bu en basit işlerle başlamak ve burada

yükselip tecrübe edinmek sizin gelecekteki başarılarınıza

ışık tutacaktır.

Ben Ekonomi/İktisat okumama rağmen işin finans

tarafını hiçbir zaman sevemedim, bir şekilde günün

sonunda beni mutlu eden bir meslek olmadı okuduğum

bölüm. Bundan dolayı kendimi hep yarım hissediyordum.

Önüme küçük bir kafe açma fikri geldiğinde birçok

kişi gibi ben de öncesinde tereddüt ettim. Bir tarafta

sevdiğim bir işi yapacaktım ama bir taraftan da

okuduğum emek verdiğim mesleğimde yükselip üst

pozisyonlara gelip önemli görevlerde bulunmak vardı.

Sonrasında düşündüm ki ben bunları o küçücük kafe ile

de yapabilirim ve böylelikle The House Cafe yolculuğum

başlamış oldu. Aslen Bulgaristan kökenli Trakyalı bir

ailenin 3 kızından biriyim. Köklerim ve ailemin yetiştiği

coğrafya bana hep yemek yapmayı ve yemeği sevdirmiştir.

Çocukluğum ailece biraraya gelerek yapılan yemekli

birliktelikler ve piknikler ile geçti. Evimize gelen misafiri

güzel ağırlamak benim ailem için çok önemliydi. Ben

bunları görerek büyüdüm. 8 yaşımdayken evde kendi

yaptığım yemek denemelerim olduğunu hatırlıyorum.

Çocukken oynadığım oyunlarda hep bir mekânı

güzelleştirmek ve orada misafir ağırlamak üzerine oyunlar

kurardım tabii o zamanlar bu bir kafe ve restoran değildi

tabii ama adını koymadığım kurgular hep bu şekildeydi.

Aslında her çocuk kendi karakteri ile doğuyor. Bu karakter,

onu ileride ne yapmak istediği konusunda yönlendiriyor

sanırım. Ben bugün yataktan kalktığımda beni motive ve

mutlu eden karakterimle uyumlu ve sevdiğim bir işe sahip

olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.

The House Cafe Türkiye’de benzeri olmayan bir konsepte

kuruldu. Ben ve ortağım bu kurguda biz bir mekâna

gittiğimizde neleri görmek istiyoruz, sevdiğimiz lezzetler

neler, misafire nasıl davranılmasını istiyoruz, neleri daha

farklı yapabiliriz hep öne çıkardık. Büyük paylaşımlı masa

konsepti ilk defa The House Cafe ile Türkiye’de yaşandı. İlk

zamanlarda insanlar başka biri ile aynı masada oturmayı

yadırgadılar ama kısa zamanda bu masalarda çok derin

sohbetler oldu, gazeteciler her sabah kahvelerini içip

gündemi tartıştılar, bu masalarda başlayan tanışmalardan

güzel aşklar ve evlilikler doğdu. Esnaf lokantalarında

çorbaların altına konan metal tabaklar böyle Avrupai

bir konseptin içinde hesap sumeni olarak ilk defa

önünüze geldi, annelerimizin evlerinde sakladığı sonra

da kullanmıyoruz artık diye eskicilere verdiği kesme cam

tabaklarda yeşil elmalar masalar kondu, kesme cam

bardaklarda bitki çayları meyveler eşliğinde yine ilk defa

sunuldu, annelerimizin ev limonataları ve poğaçaları bu

mekanda menülerde yerini aldı, eskicilerde kaderine

terkedilmiş avizeler, koltuklar ilk defa The House Cafe’ler

ile bu tarz mekanlarda kullanılmaya başlandı. Yıllarca

masalardan taze çiçekler eksik olmadı. İşte tüm bunlar

bugün hala tüm The House Cafe’lerde devam eden ve The

House Cafe’lerin ilkleri ve farklılıklarını oluşturan her şey.

2014 yılından bugüne Türkiye Odalar ve Borsalar

Birliği’nin Kadın Girişimci İcra Kurulu Üyesisiniz. 2012

yılında Economist dergisi tarafından ‘Yılın Kadın

Girişimcisi’ seçildiniz. 2018 yılında da Şangay’da

düzenlenen bir törende ‘Uluslararası Kadın Girişimciler’

ödülünü elde ettiniz. Hem Türkiye’de hem de Uluslararası

alanda elde ettiğiniz bu başarıların arkasında neler

yattığını düşünüyorsunuz? Sizce bu başarıyı sağlamanıza

sebep olan etmenler nelerdir?

Emek verdiğiniz hiçbir şey karşılıksız kalmıyor. Dolayısıyla

çok çalışmak, inanmak, disiplinli olmak diyebilirim. Ben

ve ortaklarım belki klişe olacak ama bir hayal ile yola

çıktık. Hiçbir başarı güllük gülistanlık bir yoldan geçerek

gelmiyor, tersine engebeli taşlarla dolu bir yoldan

geçiyorsun, tökezleyip düşüyorsun, önüne gelen taşları

52

tek tek elinle temizlemek zorundasın. 2005 yılında zincir

restoran olma kararını verip 2. şubemiz olan The House

Cafe Ortaköy’ü açarken bizi inandıklarımız ve hayal

ettiklerimizden vazgeçirecek çok şeyler oldu. Ortağımla

buranın fizibilitesini yaptığımız günü daha dün gibi

hatırlıyorum. Bir A4 kâğıt üzerine el yazısı ile yapılmış

küçük bir fizibilite çalışması, hangi gün ne ciro yaparız,

hangi yıl yatırımımızı çıkarırız. Bugün bu kağıtları hala

saklıyorum. Bu şubede ilk yazılım sistemi kasaya geçişini

ben öğrenmiştim ve herkese ben eğitim vermiştim. Gün

bitiminde depo temizliği yaptığım günler olurdu. Servis

elemanı hastalanır gelmez ise servise girerdim. Bugün

hala şubelerimiz dolaştığımda yerde bir parça kâğıt

görürsem durup alır çöpe atarım, bir boş bardak karşıma

çıkarsa alıp götürürüm. Başarı detaylarda gizli. Bugün

ofiste ortaklarımla oturup yeni yatırım kararlarına ya da

şirketimizin mevcut durumu ve geleceği ile ilgili stratejik

konuşmaları yapabiliriz ama sahaya çıktığımızda hepimiz

operasyonun bir parçası oluruz.

The House Cafe menüsünü yaz ve kış sezonu olarak

yılda 2 kez belirliyor ve lezzet konusunda misyonunu

klasik damak tadının yanı sıra maceracı damak tadına

da hitap eden şeklinde tanımlıyor. Günümüzde yeme

içme alışkanlıkları trendlere göre büyük oranda

değişiklik gösterebiliyor. Ayrıca yerel lezzetlerin yanı

sıra yabancı lezzetler de ön plana çıkıyor. Peki siz

menünüzü oluşturma noktasında bu değişimleri nasıl

göz önüne alıyorsunuz ? Değişimlere ayak uydurmayı

mı yoksa stabil kalarak güvendiğiniz menüyle mi devam

etmeyi tercih ediyorsunuz ?

Trend adı üstünde gelir ve geçer. Trend olmak hiçbir

zaman ne menümüzü yaparken ne de mekanlarımızı

yaratırken önceliğimiz oldu. Trendleri takip etmeye

katılıyorum ama tamamen trend üzerinde kurulmuş

ne bir mekânın ne de oluşturulmuş bir menünün

sürekliliği ve sürdürebilirliği mümkün olur. Bu tepeden

tırnağa trend giyinmek ile aynı şeydir benim için. Keyifsiz,

Hiçbir başarı güllük

gülistanlık bir yoldan

geçerek gelmiyor, tersine

engebeli taşlarla dolu bir

yoldan geçiyorsun,

tökezleyip düşüyorsun,

önüne gelen taşları tek

tek elinle temizlemek

zorundasın.


karakteri olmayan ve sıkıcı. The House

Cafe’lerin menüleri kuruluşundan

bu yana yılda 2 kez, yaz ve kış olarak

değişirdi. Temel olarak insanların

her daim sevdiği ve tercih ettiği

yemekler aynı kalır ama mutlaka

üzerine sezonun yenilikleri ve yeme

içmede insanların güncel eğilimleri

göz önüne alınarak eklemeler olurdu.

Pandemiden sonra bu durum

biraz değişti. Öncelikle pandemi

döneminde uzunca bir süre açma ve

kapamalar olduğundan menümüzü

basit ama herkesin çok sevdiği

lezzetleri barındıracak şekilde tuttuk.

Şu an ise yine pandemi ile beraber

dijital menüler hayatımıza girdi

ve bu da bize dilediğimiz zaman

menülerimize yenilik ve güncelleme

yapma imkânı verdi. Önceden biz bu

değişimleri yılda iki kere ile sınırlardık,

menü basım maliyetleri bizim bu

güncellemeleri sık yapmamıza izin

vermezdi. Bu oldukça meşakkatli bir

süreçti. Şu an geldiğimiz nokta, bizim

menüleri dijital ortamda her daim

güncelleyebiliyor ve yenileyebiliyor

olmamız sezonsallığı daha çok öne

çıkarmamıza izin verdi. The House

Cafe menüleri kuruluşundan bu yana

yerel lezzetleri uluslararası lezzetler ile

sentezleyerek kendi imza yemeklerini

yaratması ile ön plana çıkmıştır. The

House Cafe’nin birçok imza yemeği

bu ve benzeri yemeklerden oluşur

ve arkasında benim ve şefimizin çok

özel ve güzel çocukluk anılarından,

yetiştiğimiz bölge ve kültürün izlerini

taşıyan hikayeler barındırır.

İçinde bulunduğumuz pandemi

döneminden bahsedecek olursak

bu zorlu dönemin sektörler

üzerindeki en büyük yıkıcı etkisinin

restoran ve kafeler üzerinde

yaşandığını söyleyebiliriz. Salgının ilk

döneminden itibaren çok uzun bir

zaman boyunca işletmelerin kapalı

kalması, devam eden süreçte ise yarı

kapasiteyle devam edilmesi hem

işletmecileri hem de sektörde çalışan

istihdamı kötü yönde etkiledi. Peki

siz The House Cafe olarak bu süreci

nasıl geçirdiniz ve geçiriyorsunuz?

Salgın dönemi koşullarına karşı nasıl

bir adaptasyon sağladınız? Markanızı

korumak ve devam ettirmek adına

ne gibi kararlar aldınız?

Tüm yeme içme sektörü gibi bizde

pandemi dönemiyle beraber çok

zor zamanlar geçirdik. Bu sektör

ciddi yara aldı. Ancak aşı ile beraber

sektörün de açılmasıyla son 6 aydır

tekrar ayaklandık. İnsanların bu

süreçte sosyalleşmeye duydukları

özlem restoranların açılmasıyla

beraber kendini gösterdi ve bir nevi

kapalı kaldığımız dönemlerin rövanşı

yaşanıyor diyebiliriz. Sektör tekrar

ayaklandı ama yaraların geçmesi

şüphesiz bu kadar kısa sürede

olmayacaktır.

Pandemi süresince, restoranların açık

olduğu dönemlerde çalışanlarımızın

ve misafirlerimizin sağlığını korumak

önceliğimiz oldu. Bu süreçte şirket

içinde bir Covid 19 ekibi oluşturduk,

İş Güvenliği ve Gıda Uzmanımız

önderliğinde Sağlık Bakanlığı'nın

yayınladığı genelgelere harfiyen uyan

önlemleri tüm şubelerimize adapte

ettik ve sonrasında bu önlemlerin

denetim ve kontrolünü sağlayarak bu

süreci geçirdik. Şu anda önlemlerin

bir kısmı aşı çalışmalarıyla beraber

rahatlatılmış olsa da bu konuda

denetim mekanizmamız devam

etmekte. Salgınla beraber sektörün

birçok önemli dinamiğinde olumlu ve

olumsuz değişimler yaşandı. Mesela

sadece ülkemizde değil tüm dünyada

tedarik zinciri bozuldu, diğer taraftan

birçok sektör çalışanı pandemi ile

beraber yıldızları çok yükselen paket

servis elemanı ve kurye olarak meslek

değiştirdiler, bu da sektörümüzde

eleman sıkıntısı yarattı ve bu durum

hala böyle devam ediyor ancak

diğer taraftan daha az eleman ile

daha üretken olmayı öğrendik, bu

da bize maliyetler anlamında fayda

sağladı. Pandemi süreci ve sonrasında

elimizdeki kaynak kullanımının

değerini daha iyi anladık her

beraber. Biz hiçbir zaman kitap gibi

menüler yapmadık, mutfakta zayii

olacağına çok da satmayacağına

inandığım bir yemeği sırf menüm

kalabalık olsun göz doldursun diye

koymadım ama bu süreçte sanırım

hepimiz bu konuda sektör olarak

daha dikkatli olmayı, kaynakların

değerli ve kısıtlı olduğunu ve zayiinin

hem bu kaynakları tüketmek hem

de bizi zarara sokmak olduğunu

anlamış olduk. Şüphesiz bu süreçte

finansal olarak geçirdiğimiz zor

dönemler oldu. Personel maliyetleri

konusunda devlet desteği şüphesiz

bir nebze olsun yardımcı oldu ama

yaşanan gelir kaybının, kapalı kalınan

dönemlerde ödenmek zorunda

kalınan yüksek kiraların telafisi bu

sektör açısından kısa dönemde

olmayacaktır.

Türkiye’nin önde gelen

girişimcilerinden birisiniz. Yaptığınız

yatırımlarla günden güne marka

bilinirliğinizi arttırıyorsunuz. Sizi

kendi alanınızda öne çıkaran

özelliklerinizin ne olduğunu

düşünüyorsunuz? Girişimci olmak

ve bu sektöre girmek isteyen genç

girişimci adaylarına ne tavsiye

edersiniz ?

Başarı insana yaşam sevinci verir, bu

da sizin motivasyonunuzu arttırır,

ancak başarı hiçbir zaman bireysel

değildir, arkasında büyük bir ekip

işini gerektirir. Biz çok şükür ki böyle

bir ekibe sahibiz. Bizlere ve şirketine

inanan, sevgisini vererek çalışan

bir ekip. Yaptığı işi en iyi yapmaya

çalışan ve bu yolda emek veren

hep başarılıdır. Ben kendimi böyle

görüyorum. Ümitsizliğe kapılmam,

gerçekçi olurum ve olayların üstüne

giderim, ekip çalışmasına inanırım

ve her daim çok dinlemeye ve

öğrenmeğe çalışırım. Gerçekten

inanır ve üzerine emek harcarsan

yapamayacağın çok az şey olduğuna

inanırım.

Girişimci, kendine güvenen, pes

etmeyen, risk alabilen, cesur, hayal

kurabilen, bireysel ve toplumsal

düşünebilen, başarı odaklı, yenilikçi

ve işini seven kişidir. Networking,

pazarı takip etme, trendleri izleme ve

ihtiyaç analizi bir girişimcinin olmazsa

olmazlarıdır. Öncelikle böyle bir

riske girdiğinizde sabırlı olmalısınız,

Emeğinizin geri dönüşü hemen

olmayabilir ama inanıp çok çalışırsanız

ve de doğru zamanda iyi bir fırsat

yakaladıysanız geri dönüşü mutlaka

olacaktır. Hayalinizi ve vizyonunuz hiç

kaybetmeyin. Bu yolda farklı şeyler

önünüze çıkabilir ama odağınızı sakın

kaybetmeyin, en önemlisi yaptığınız

işe olan tutkunuz ve aşkınızı hiçbir

zaman kaybetmeyin.

53


BAĞIMSIZ YÖNETİM KURULU ÜYESİ EBRU

DORMAN; GİRİŞİMCİLİĞE DAİR DİKKAT ÇEKEN

NOKTALARI ELE ALIYOR

Günümüz iş

dünyasının en popüler

kavramlarından

biri olan girişimcilik

sizin de hayalinizi

süslüyor mu?

Girişimci ruhu

doğuştan

gelen bir şey midir

yoksa öğrenilebilir mi?

Peki bu girişimci ruhu

nedir, nasıl özelliklere

sahip olmak gerekir?

Girişimcilik bir meslek

değil, bir ruh hali,

bir kafa yapısı,

bir yaklaşım.

EBRU DORMAN

Bağımsız Yönetim

Kurulu Üyesi ve Yazar

GİRİŞİMCİ Mİ OLSAM?

“Girişimci mi olsam, bir şirkette mi çalışsam?” üniversiteli genç arkadaşlardan

sıkça duyduğum sorulardan biri. Bu sorunun cevabı

kişiye göre değişir ama değişmeyen bir tavsiyem var: “Ne yaparsanız,

tutku ve girişimci ruhu ile yapın.”

Eğer girişimci olmak isteme sebebiniz hızlıca zengin olmak, ünlü

olmak, güç sahibi olmak, kendinizin patronu olmak, esnek çalışma

saatleri ise girişimci olmanızı tavsiye etmem.

Bir konuşmadaki şu espri çok hoşuma gitmişti: “Esnek zaman

mı istiyorsunuz, oh tabii, girişimci olarak esnek zamanlı çalışabilirsiniz.

24 saatin hangi 20 saati çalışacağınıza karar vermek sizin

elinizde.”

Eğer dünyada bir şeyleri değiştirmek, büyük bir problemi çözmek,

bir fark yaratmak istiyorsanız, bunu nasıl yapacağınız konusunda

iyi bir fikriniz varsa ve kendinizi hazır hissediyorsanız, o zaman girişimci

olabilirsiniz. Bu kendi fikriniz olmayabilir, bir arkadaşınız size

gelip “Hadi beraber şöyle bir startup yapalım mı?” diyebilir. Ancak

o vizyona yeterince inanmıyorsanız, sizi yeterince heyecanlandırmıyorsa,

sırf girişimci olmak için girişimci olmayın.

Mutlaka girişimcilik veya teknoloji dünyasının parçası olmak istiyorsanız

misyonunu beğendiğiniz, kurucu ekibine güvendiğiniz,

bir scale up veya ileri aşama teknoloji şirketine katılmak da bir

seçenek.

Özellikle B2B (kurumlara satış yapan) iş modeli olan fikirlerde işin

icraatını daha başarılı yürütebilmek için bir miktar kurumsal deneyim

sahibi olmak da çok kıymetli.

Çözmek istediğiniz problemi bizzat veya yakınlarınız sebebiyle

yaşamış veya gözlemlemiş olmak da fikrin gücüne ve icraatın

başarısına güç katıyor.

54


GİRİŞİMCİ RUHU

Bazı insanlar doğuştan girişimci ruhuna sahip olabilir, ama bu öğrenilebilen bir şey aynı zamanda. Ancak

kitaplardan okuyarak değil, uygulayarak.

Girişimcilik ruhunu bir kasa benzetiyorum. Nasıl ki kaslarımız kullandıkça güçlenirse, girişimcilik ruhu da

kullandıkça gelişiyor. Üstelik bunu yapmak için ille de bir girişim kurmamız gerekmiyor. Okul yıllarında

veya çalıştığımız kurumun içinde veya bir sivil toplum hareketinin parçası olarak bu girişimcilik kasımızı

çalıştırıp geliştirmemiz mümkün.

Peki nedir bu girişimcilik ruhu?

Tutkulu olmak. Meraklı olmak. Problemlere yaratıcı çözümler bulabilmek.

Risk alabilmek. Yeniliklere açık olmak. Sınırları zorlamak. Denemekten, reddedilmekten, başarısızlıktan

korkmamak.

Olumlu düşünmek. Kendine güvenmek, başarabileceğine inanmak. Her zorluğu bir fırsat olarak görmek.

Belirsizlikten çekinmemek.

Harekete geçmek. Aksiyon odaklı olmak. Hem hırslı ve kararlı hem de esnek ve değişime açık olmak. Bir

amaca ulaşmanın birden fazla yolu olduğunu bilmek. Ümidini kaybetmeden, olumsuz telkinlerden etkilenmeden

yoluna devam edebilmek.

Hayal ortaklarını bulabilmek. Takım arkadaşı, mentor, yatırımcı, iş ortağı gibi hedefimize ulaşmamıza yardımcı

olabilecek herkesi hayal ortağına dönüştürebilmek.

Girişimcilik kasımızı geliştirirken yeni fırsatlara açık olmamız, konfor alanımızın dışına çıkmayı kabul etmemiz,

başarısızlıktan korkmamamız gerekiyor. Kas geliştirmenin kendimizi zorladığımızda kasların yırtılıp

kendini onarması ve daha güçlü olarak yeniden yapılanmasından ibaret olduğunu öğrendiğimde bu benzetmenin

ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anlamıştım.

Başarısızlıklar bizi daha güçlü yapıyor. O yüzden kendimizi zorlamaktan ve zaman zaman başarısız olmaktan

korkmayalım. Hatta nasıl ki kas çalıştırırken hep aynı egzersizi yapmak yerine değişik egzersizler

yapmamızda fayda varsa, kendimizi zorladığımız alanlara hep yenilerini eklememizde de fayda var.

Unutmayalım ki eğer yeteri kadar başarısız olmamışsak, kendimizi yeteri kadar zorlamamış ve gerçek potansiyelimize

ulaşmamışız demektir. Konfor alanımızı terk etmek sadece girişimcilik ruhu açısından değil,

kişisel ve kariyer gelişimimiz açısından da müthiş önemli.

Çağımızın en önemli özelliklerinden biri değişim hızı ve yüksek

belirsizlik. Sadece değişime maruz kalan değil, değişimi yönlendiren

insanlardan biri olmak için girişimci ruhumuzun güçlü olması gerekiyor.

55


GİRİŞİMCİ RUHLU KURUMLAR

Girişimcilik ruhu sadece bireyler değil kurumlar için

de geçerli bir kavram. Girişimcilik ruhuna sahip kurumlar;

çalışanlarının yenilikçi fikirler geliştirmesini

cesaretlendiren, bunlara değer veren; risk almaya

fırsat tanıyan; yeni fikirler başarısızlıkla sonuçlansa

da bunu bir öğrenim olarak gören; bürokrasinin, hiyerarşinin

yaratıcılığın önüne geçmesini engelleyen

kurumlar oluyor.

Büyük kurumların startupların iş yapma modellerinden

öğrenecekleri çok şey olduğunu düşünüyorum.

Kurum içi girişimcilik, startuplar ile işbirliği

yapmak; yeni ürün ve hizmetler, yaratıcı iş modelleri,

yepyeni müşteri deneyimleri sunarken açık inovasyonu

kucaklamak her geçen gün önemi artan

konular.

Ne yaparsanız, tutku ve

“ girişimci ruhu ile yapın.

Yeniliğe açık olmayan, “bize bir şey olmaz” diyen şirketlere

Nokia gibi değişime ayak uyduramadığı için

yok olan pazar liderlerinin hikâyesini hatırlatıyorum.

GİRİŞİMCİ OLMANIN YERİ VE YAŞI YOK

Ben girişimciyi bir problemi çözmek veya bir fırsatı

değere dönüştürmek için harekete geçen kişi olarak

tanımlıyorum. Girişimcilik bir meslek değil, bir

ruh hali, bir kafa yapısı, bir yaklaşım. Girişimci olmak

için ille de bir startup kurmanız gerekmiyor. Çalıştığınız

kurumun içinde girişimcilik ruhu ile attığınız

adımlar hem kendi gelişimize hem de kurumunuza

büyük fayda sağlayacaktır.

Spora başlayıp kas geliştirmenin yaşı olmadığı gibi

girişimcilik ruhunu geliştirmenin de yaşı yok. Hatta

araştırmalar gösteriyor ki hem büyüme hızı hem de

en başarılı IPO yani halka arz ve çıkışlar açısından

değerlendirildiğinde en başarılı girişimciler kurucularının

40’lı yaşlarında söz konusu şirketi kurdukları

girişimciler. 2,7 milyon girişim arasında en başarılı

1000’de birlik dilime giren girişimcilerin şirketlerini

kurdukları yaş ortalaması 45 çıkmış.

Başarılı bir girişimci olma olasılığı 20’li yaşlardan 41

yaşına kadar azalma gösterip 41 yaşından sonra da

artış gösteriyor diye görülmüş. Başarılı bir girişim

kurma olasılığı açısından 50’li yaşlarındaki bir girişimcinin

olasılığı 20’li yaşlardaki girişimci ile benzer

seviyede.

Genç girişimciler daha cesur ve teknolojiye daha

aşina olabilir ama daha ileri yaşlardaki girişimcilerin

tecrübe, güçlü ilişki ağı ve kaynaklara erişim gücü

gibi avantajları bunu dengeliyor.

DAVET

Çağımızın en önemli özelliklerinden biri değişim

hızı ve yüksek belirsizlik. Sadece değişime maruz

kalan değil, değişimi yönlendiren insanlardan

biri olmak için girişimci ruhumuzun güçlü olması

gerekiyor. Ne yaparsak yapalım, mutlaka tutku ve

girişimci ruhu ile yapalım.

Ebru Dorman “Hayallerin Ötesinde

Yaşamak” kitabında girişimcilik konusuna

da bir bölüm ayırıp okuyucularıyla değerli

paylaşımlarda bulunuyor.

56


57


UZUN VADEDE DEĞER;

KURUMSAL SÜRDÜRÜLEBILIRLIK

“Toplumsal cinsiyet eşitliği ve

fırsat eşitliği başlıklarında önemli

sosyal yatırım projeleri

hayata geçiriyoruz.”

Toplumun çevre

üzerindeki etkilerinin

öneminin farkına

varıldığı bu süreçte ,

sürdürülebilirliğin

önemi de gün geçtikçe

ortaya çıkıyor. Boyner

Grup bu çalışmaları

sahipleniyor ve

sürdürülebilirlik

alanında önemli

çalışmalara imza atıyor.

Dr. EMRAH ÖZBAY

Boyner Risk Yönetimi,

İç Denetim ve

Sürdürülebilirlik

Direktörü

Boyner Grup’ta sürdürülebilirlik yönetimi anlayışının temelinde şeffaflık,

açıklık, hesap verebilirlik ve katılımcılık yer alıyor. Sürdürülebilirlik

çalışmalarımızı, insan kaynakları politikalarımızı, tedarikçi ilişkilerimizi,

müşteri iletişimimizi ve sunduğumuz hizmeti, 2015’te Birleşmiş Milletler

tarafından kabul edilen ‘Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ doğrultusunda

şekillendiriyoruz. İşimizden bağımsız olarak ayrıca topluma değer katan

projeler hayata geçirmeye de önem veriyor ve bu alanda çalışıyoruz.

Sürdürülebilir iş modellerini Grup şirketlerimizin yanı sıra tedarik

zincirimiz ve iş ortağı ağımızda da yaygınlaştırmaya odaklanıyor, böylece

sürdürülebilirlik çalışmalarımızın etkisini de artırıyoruz. Özellikle toplumsal

cinsiyet eşitliği ciddiyetle ele aldığımız ve kurum olarak her bir kolumuzla

temas etmeye çalıştığımız bir konu.

Boyner Grup olarak ancak kadınlar da güçlendiğinde ekonominin

iyileşeceğine, kadın eğitimi arttıkça, kadın istihdamı yaygınlaştıkça

ekonomik ve sosyal olarak daha çok gelişeceğimize inanıyoruz. Bu bakış

açısıyla 2009 yılından bu yana her yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde

toplumsal cinsiyet eşitliğini gündeme taşıyacak bir kampanyayla, kadınların

eşitlik ve özgürlük taleplerine destek vermeyi amaçlıyoruz.

Bu doğrultuda da toplumsal cinsiyet eşitliği ve fırsat eşitliği başlıklarında

önemli sosyal yatırım projeleri hayata geçiriyoruz. KAGİDER ile hayata

geçirdiğimiz “İyi İşler: Tedarik Zincirlerinde Yer Alan Kadın Girişimcileri

Güçlendirme” programı ile 2015 yılından bu yana kadın girişimcilerin

ve tedarikçilerin sürdürülebilir iş modelleri ile işletme kapasitelerini

artırmalarını destekliyoruz. Programdan mezun olan kadın girişimcilere

Morhipo’da yer alan “İyi İşler Dükkan”da ürünlerini tüketiciye ulaştırmaları

için pazar yeri imkanı sunuyoruz.

2020 yılında hayata geçirdiğimiz lojistik ve teslimat alanındaki yeni

girişimimiz Boyner Express’te yüzde 60 kadın çalışan hedefimiz var. Kadın

istihdamının az olduğu lojistik ve teslimat işinde farkındalık yaratmak

istiyoruz.

Boyner Grup Akademi ve Maltepe Belediyesi iş birliğiyle 'Temel Mağazacılık

Eğitim Programı'nı 2020 yılında bu vizyon doğrultusunda hayata geçirdik.

Kadına destek ve eğitim konularının birleştiği 'Temel Mağazacılık Eğitim

58


Programı' ile 18-45 yaş arası Maltepe'de ikamet eden kadınların iş hayatına katılımlarını teşvik ettik. Ayrıca

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki Kadın Dayanışma Birimi’nde kalan kadınların da iş yaşamında yer

almalarına destek olmak amacıyla mağazacılık eğitimleri veriyoruz.

Yine İBB ile geçtiğimiz günlerde önemli bir projeye daha imza attık. “Gönülden İşaret” eğitim projesi

kapsamında her mağazada en az bir çalışanımızın işaret dili öğrenmesini hedefliyoruz. Tamamen çalışanların

gönüllülük esasına dayalı olan proje ile iletişimde engelleri kaldırmayı amaçlıyoruz.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanı sıra sürdürülebilir bir çevre için attığımız adımları da her geçen gün

güçlendiriyoruz. Sadece kendi şirketlerimizde değil tedarik zincirinde yer alan üreticilerin de sürdürülebilir bir

geleceğe katkı sağlamaları için faaliyetler yürütüyoruz. Emisyon, karbon salınımı, plastik atıklar, elektrik, doğal

gaz ve su tüketimi konularına önem veriyoruz. 2020 yılında merkez ofisimizdeki karbon salımını bir önceki yıla

oranla yüzde 16,75 seviyesinde indirdik. Bu rakam referans yılı olarak belirlediğimiz 2013 yılına göre neredeyse

yarı yarıya düştü. Bu alandaki çalışmalarımızı da iş birlikleri ile de destekliyoruz.

TÜSİAD, Global Compact ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği'nin önderliğinde, 34 kurumun imzasıyla hayata

geçen İş Dünyası Plastik Girişimi’ne dahil olarak plastik tüketimini azaltmayı taahhüt ettik. Bu doğrultuda

ilk başta 2023 yılına kadar plastik kullanımımızı 11,5 ton azaltmayı hedefliyoruz. Sonraki yıllarda da plastik

kullanımını azaltacak projelerimizi hayata geçirmeye devam edeceğiz.

Geçtiğimiz Eylül ayında Bağdat Caddesi’nde sürdürülebilir, doğa dostu, yaratıcı, yenilikçi, sanat ve sporla iç

içe yeni nesil deneyim mağazacılığının bir örneği olarak Boyner Cadde’yi hayata geçirdik. Sürdürülebilirliğin

ön planda olduğu yeni mağazamız çatıya yerleştirilen güneş panelleriyle kendi elektriğini üretecek. Karbon

ayak izini, kullandığı doğal kaynakları ve atık miktarını minimuma indirmeyi amaçlayan yeni mağazamızda

havalandırma ve yağmur suları arıtılarak mağaza içindeki rezervuarlarda ve kısa bir süre sonra mağazanın arka

bahçesinde hayat bulacak dikey tarım faaliyetlerinde kullanılacak. Yeni mağaza konseptimizi minimum atık,

minimum israf ve maksimum mutluluk anlayışı üzerine kurduk.

Boyner Grup olarak “İyiliğin Modası Geçmez” çatısı altında “Askıda İyilik” gibi ve “İyiliği Dönüştür” gibi geri

dönüşüm ve sosyal sorumluluk odaklı projelerimizle de topluma değer katmayı sürdürüyoruz. Bu kapsamda

ihtiyaç sahipleri için hazırlanan ve kâr amacı güdülmeyen Askıda İyilik paketlerini satışa sunuyoruz. Proje ile

2016 yılından bu yana 50 binden fazla Askıda İyilik paketi ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı. Diğer taraftan Lokman

Hekim Sağlık Vakfı ile 2014 yılında başlattığımız “İyiliğe Dönüştür” projesi ile son kullanıcıda artık kullanım

değeri olmayan tekstil ürünlerinin farklı yöntemlerle geri dönüşümünü hedefliyoruz. “İyiliğe Dönüştür” projesi

ile projenin başladığı yıldan bu yana toplam 176,1 ton atık toplandı. Toplanan tüm atıklar ayrıştırıldı, giyilebilir

toplam 79,3 ton ürün temizlenerek yeniden kullanıma sunuldu. Bunlardan 42,4 ton ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı.

36.9 ton kermeslerde satışa sunuldu. 26,8 ton tekstil ürünü ipliğe, 2 tona yakın metal ve plastik aksesuarı ise

ham maddeye dönüştürüldü. Toplam 64 ton ikinci el giysi enerjiye dönüştürüldü. 4 tona yakın malzeme geri

örüşüme tabi tutuldu. Toplam 36.9 ton ürünün kermeslerde satılmasıyla projenin başladığı günden bugüne

toplamda 47 öğrenciye öğrenim bursu verildi.

Grup şirketlerimizden, kurulduğu 1952 yılından bu yana Türk kumaşını dünyaya tanıtan marka olarak

konumlanan Altınyıldız da global markalara sürdürülebilir kumaş koleksiyonları hazırlayarak sürdürülebilir

tekstil alanında sektöründe öncü oldu. Dünyanın en etkin geri dönüşüm

firmalarından Unifi ile çalışan Altınyıldız, pet şişelerden elde edilen özel elyafı

Çerkezköy’deki fabrikasında repreve kumaşına çevirdi. Yaklaşık 1 milyon

200 bin pet şişeyi geri dönüştürerek 13 ton elyaf elde eden Altınyıldız, 73 bin

metrekare kumaş üretti. Boyner Grup sürdürülebilirlik raporunda repreve

kumaş üretiminde normal elyaf üretimine kıyasla su kullanımının yüzde

20, enerji kullanımının yüzde 40, karbon salınımının ise yüzde 50 oranında

azaldığına dikkat çekiyor.

Boyner “Tasarım Merkezi” çatısı altında da özellikle yüksek performans,

fonksiyonellik, ergonomi, dayanıklılık, konfor, sürdürülebilirlik, doğal ve

insan/çevre dostu gibi daha nitelikli alanlarda ön plana çıkan çalışmalar

gerçekleştiriyoruz.

Boyner Grup olarak önceliğimiz topluma değer katan işler yapmak.

Sürdürülebilirlikten toplumsal cinsiyet eşitliğine, tedarikçi ilişkilerimizden

müşteri mutluluğuna kadar her alanda çevreye ve topluma değer katan

çalışmalarımıza devam edeceğiz.

“ Sürdürülebilir bir çevre için attığımız

adımları her geçen gün güçlendiriyoruz.

59


“ Başlangıçta

imkânsız

gibi görünen

hayalimin

bir gün

gerçekleşeceğine

dair inancımı

kaybetmedim.

hiçbir zaman

TEKNOLOJİ DÜNYASINDAKİ

TRENDLERE ÖNCÜLÜK EDEN

YÖNETİCİ: İLHAN YILMAZ

60


Ansiklopedilerin, çizgi

romanların, bilimkurgu

hikayelerinin

yön verdiği

kariyeriyle; Oyun

dünyasının ilham

veren yöneticisi İlhan

Yılmaz ile keyifli bir

röportaj

gerçekleştirdik.

Eğitiminizi Marmara Üniversitesi Elektronik Bölümü’nde

tamamlamışsınız. 2000 yılından bugüne kurucusu

olduğunuz Monster Notebook’un Yönetim Kurulu

Başkanlığı’nı yürütmektesiniz. Peki bu başarıların

ardında İlhan Yılmaz kimdir? Bize biraz kendinizden

bahsedebilir misiniz?

Tabii, 1975 yılında İstanbul’da doğdum. Meryem Yılmaz

ile evliyim, iki küçük kızım var. Çocukluğumdan beri

hayata olabildiğince pozitif yaklaşan, sabırlı ve azimli

olmaya özen gösteren biriyim. Aynı anda gerçekçi ve

idealist olmanın mümkün olduğuna inananlardanım.

Hayatı, değerlerimden ve prensiplerimden taviz

vermeden hayallerimin peşinden giderek yaşıyorum.

İlkokul yıllarımdan itibaren her zaman ileri teknolojiye,

bilgisayarlara ve elektroniğe ilgi duydum. Liseyi Endüstri

Meslek Lisesi’nde Elektronik Bölümü’nde okudum.

Ardından da Marmara Üniversitesi Elektronik Yüksek

Okulu’na gittim. Üniversiteden 1996’da mezun oldum.

Çalışma hayatını çok erken yaşlarda deneyimledim.

Okuldan arta kalan zamanlarda ve yaz dönemlerinde

sanayide tamirci çıraklığından tutun da eğitim

sektöründe satış ve pazarlama rollerine kadar çeşitli işler

yaptım. Okulda öğrenciyken bilgisayar parçaları satan bir

firmada staj yapmıştım. Bilişim sektörüne böylece girmiş

oldum. Sektörden çeşitli firmalarda aklınıza gelebilecek

her pozisyonda çalıştım. 1999’da son çalıştığım şirkette

işler iyi gitmedi ve ben de ekibimdeki arkadaşlar

ile birlikte ayrıldım. Sonraki süreç kendi girişimimi

kurmamla devam etti ve bugün 21 seneyi geride bırakan

Monster Notebook serüveni başladı.

Bir röportajınızda Monster Notebook olarak

bugünden, 2030 yılında gerçekleştirmek istediklerinizi

planladığınızı ve bu planlar arasına bugünkü süper

bilgisayarların gücünde, kuantum işlemcili ve kâğıt

inceliğinde bilgisayarlar üretme hedefi koyduğunuzu

dile getiriyorsunuz. Aynı zamanda kurulduğunuz

günden itibaren Türkiye’den bir dünya markası çıkarma

hedefi ile ilerlediğinizi dile getiriyorsunuz. Bu hedef

doğrultusunda 2020 yılında Almanya’da ilk Avrupa

mağazanızı açtığınızı biliyoruz. Peki bu hedefleri

gerçekleştirmek için gelecekte global çapta neler

yapmayı düşünüyorsunuz?

Doğrudur, Monster Notebook’un hikayesinin arka

planında Türkiye’den küresel bir teknoloji markası

çıkarma hedefi var. Tüm adımlarımızı bu hedef

doğrultusunda atıyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz sektörün

ve parçası olduğumuz ekosistemlerin doğasına uygun

olarak sürekli yenilenen ve dönüşen bir markayız. Oyun

dünyasındaki en yeni trendlere öncülük ederek faaliyet

gösteriyoruz. Logomuzdaki her zaman gözü açık, asla

uyumayan, her zaman tetikte ve yeni maceralara hazır

yeşil canavar gözünün sembolize ettiği gibi teknoloji

dünyasındaki en güncel gelişmelere hâkim olarak

kullanıcılarımıza her zaman ilkleri ve yenilikleri sunmayı

hedefliyoruz. Kuantum işlemcili ve kâğıt inceliğinde

bilgisayarlarla ilgili hedefimiz de bu vizyonun bir

parçası. Önümüzdeki beş yıl içerisinde; dünya genelinde

ürünlerimizin satıldığı, satış sonrası hizmetlerimizle ve

diğer tüm vaatlerimizle markamızı en baştaki hedefimiz

doğrultusunda global bir marka haline getirmek

istiyoruz.

Bu doğrultuda uzun süredir uluslararası yatırımlarımıza

odaklanmış durumdayız. Daha önce Kıbrıs ve Dubai

ile başlattığımız yurt dışı yatırımlarımızda rotayı

Avrupa’ya çevirdik. Sizin de ifade ettiğiniz gibi 2020’de

Almanya üzerinden Avrupa pazarına açıldık. Avrupa’daki

operasyonlarımızı oyun ekosisteminin en dinamik

olduğu ve girişimcilik açısından Avrupa’nın başkenti

sayılan Berlin’in en merkezi yerinde, Alexandreplatz

meydanında bulunan mağazamızdan yönetiyoruz.

Berlin mağazamız Avrupa’nın en büyük oyun deneyim

mağazası olarak faaliyet gösteriyor. Türkiye’de de

olduğu gibi, satışlarımızın çok ciddi bir bölümü dijital

kanallar üzerinden gerçekleşiyor ve sadece Almanya’daki

değil İtalya, Hollanda gibi birçok Avrupa ülkesindeki

kullanıcılara da hizmet götürüyoruz.

Bu yolculuktaki bir diğer kilometre taşı ise Birleşik Krallık

açılımımız. Resmi süreçleri tamamladık, çok yakında

çevrimiçi kanallarda ardından ise Londra’da fiziksel

mağaza ile aksiyon alacağız. En kısa sürede pazarın

61


en iddialı oyuncuları arasına gireceğimizden kuşku

duymuyorum. Bunun dışında şu an dünyanın 20 farklı

ülkesinde marka tescil çalışmalarımız devam ediyor.

Monster Notebook olarak ‘Oynayamadığın Oyun

Olursa Anında İade Garantisi’ sloganı ile müşteri

memnuniyetine çok büyük önem verdiğinizi biliyoruz.

Peki yıllar boyunca ince elenip sık dokunarak

oluşturulmuş “müşteri memnuniyeti yaklaşımı” ve

“güvenilir marka” vizyonun temelini ne oluşturuyor?

Markanızın, müşterinizle olan bu bağının oluşum

sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

Aslında bu vizyonu “Monster” markasının ortaya çıktığı

an benimsedik diyebilirim. Şirketimiz Fokus Bilgisayar

adıyla 2000 senesinde kurulmuştu ama markamızın

ortaya çıkışı sonraki yıllarda gerçekleşti. Marka arayışımız

esnasında bir gün eşim Meryem Hanım’la Pixar yapımı

“Monster Inc.” filmini seyrettik ve Monster Notebook

markasının doğuşu bu filmden ilhamla gerçekleşti.

Monster sözcüğünün çağrıştırdığı güç ve yenilmezlik

anlamlarının aslında bir müşteri vaadi olduğu

düşüncesinden hareketle, şirketin faaliyetleri dayanıklı

ve yüksek performanslı dizüstü bilgisayarlar dikeyinde

geliştirdik. Böylece, canavar gibi güçlü, rekabette

yenilmez dizüstü bilgisayarların üretimine başladık.

Bugün ürünlerimiz hem oyuncular tarafından hem de

savunma sanayi, mimarlık, grafik tasarımı, video içerik

üreticiliği gibi alanlarda, çalışırken yüksek performansa

gereksinim duyan kullanıcılar tarafından tercih ediliyor.

Türkiye’nin oyun bilgisayarı denilince akla gelen ilk

markasıyız. Sizin de değindiğiniz “Oynayamadığın oyun

olursa anında iade garantisi” sloganımız ile oyun ve espor

ekosisteminin en bilinen aktörlerinden biriyiz. Ayrıca,

tüketici araştırmalarına göre bilgisayar markaları arasında

müşteri memnuniyeti en yüksek ve en çok teşekkür

edilen markayız. Hatta geçtiğimiz günlerde Şikayetvar.

com’da müşteri memnuniyet skorunda sektörümüzdeki

markaların hepsini geride bırakarak “Dizüstü Bilgisayar

– Tablet Sektörünün En İyisi” unvanını aldık. Kısacası

kullanıcılarımıza yüksek performanslı bir teknoloji

deneyiminin sözünü veriyoruz ve hem ürünlerimizle

hem de satış sonrası hizmetlerimizle bu sözün arkasında

sonuna kadar duruyoruz.

30 Haziran 2021 yılı itibariyle ilk kez gerçekleştirdiğiniz

Monster #WASD etkinliğiyle kullanıcıları ve Monster

Notebook’u bir araya getirdiniz. Yeni ürün ve hizmetleri

tanıtmanın yanı sıra oyun, teknoloji, espor, kreatif

içerik üreticiliği noktasında birçok gelişme kullanıcılara

aktarıldı. Yılın en büyük etkinliği olarak adlandırılan

bu etkinliğin oluşum fikri nasıl ortaya çıktı? Monster

#WASD etkinliğiyle birlikte ulaşmak istediğiniz hedefler

nelerdir?

Monster Notebook olarak bizi sektördeki diğer

markalardan farklılaştıran ve biraz önce bahsettiğim

konuma taşıyan en büyük özelliğimiz tüm

faaliyetlerimizde kullanıcı odaklı bir marka olmamız.

Kullanıcılarımızla ömür boyu birliktelik hedefliyoruz.

Böyle bir hedefe ancak koşulsuz müşteri memnuniyeti

ile ulaşabileceğimizi biliyor, en iyi deneyimi sunmak için

gerçekleştirdiğimiz uygulamalarda sınır tanımıyoruz.

Sektörde daha önce benzeri görülmemiş birçok

uygulamamız var. Örneğin, ömür boyu ücretsiz bakım

garantisi kapsamında altı ayda bir ücretsiz bakım desteği

sağlıyoruz. Monster Notebook sahipleri bilgisayarlarını

teknik servisimize anlaşmalı kargo şirketleri aracılığıyla

ücretsiz olarak gönderebiliyor, cihaz içi temizliği,

fan temizliği, termal macun değişimi gibi işlemleri

ücretsiz olarak yaptırıyor. Bu bakım ile ürünlerinin

performansının düzenli ve uzun süreli olmasını

sağlayabiliyor. Senede ortalama 20 bin kullanıcımız

ücretsiz bakım hizmetimizden yararlanıyor. Kullanıcı

dostu garanti kapsamımız da bizi rakiplerimizden

ayrıştıran, kullanıcılarımızla aramızdaki bağı güçlendiren

bir diğer konu. Kullanıcılarımız satın aldıkları ürünün RAM

ve SSD gibi donanımlarını zaman içinde değiştirmeyi

arzu ederse bu değişiklikleri garanti kapsamı dışında

tutmuyoruz. Bu değişikleri isterlerse ürün garantisi

bozulmadan kendileri yapabiliyorlar veya Monster

Notebook teknik servislerinden ürünü satın alıp ücretsiz

olarak montaj işlemini gerçekleştirebiliyorlar. Satın

alma esnasında ürün özelleştirme imkânı sunmamız,

normalde yasal sınır 21 gün olmasına rağmen teknik

servis hizmetlerimizi 1-3 iş günü ile sınırlı tutmamız gibi

daha birçok uygulamamız var.

Yalnızca satış sonrası desteklerimiz konusunda değil,

oyun ve espor söz konusu olduğunda da çeşitli projeler ve

inisiyatifler hayata geçiriyor, sektörümüze yön veriyoruz.

2021 sizin de bahsettiğiniz gibi birçok alanda çok ciddi

yatırımlarımızın olduğu, oyun ve teknoloji ekosistemine

büyük çapta katkılar sunmaya devam ettiğimiz bir

seneydi. Gücünü her zaman kullanıcılarıyla birebir

temasta olmasına borçlu olan bir marka olarak tüm bu

gelişmeleri yine kullanıcılarımızla doğrudan paylaşalım

istedik. Monster #WASD’ın ortaya çıkışı böylece oldu.

Nasıl ki klavyedeki WASD tuşları oyunun kaderine yön

veriyor, biz de Monster Notebook olarak oyun ve teknoloji

ekosistemine yön veriyoruz. Bundan sonra her sene

kullanıcılarımızla bir araya geleceğiz, oyun ve teknoloji

dünyasına dair keşfettiğimiz çözümleri, geliştirdiğimiz

yenilikleri Monster #WASD’ta kullanıcılarımızla ve

ekosistemimizle paylaşacağız.

Son yıllarda Türkiye’de girişimciliğe olan ilginin arttığını

gözlemliyoruz. Girişimcilik denilince Türkiye’de akla

gelen isimlerden birisiniz. Bir röportajınızda hikayenizin

ilkokul dönemlerinde çizgi roman okumakla başladığını

söylüyorsunuz. 1980’li yıllarda bugün yapmak

istediklerinizin hayalini kurduğunuzu da ekliyorsunuz.

Peki, bu hayalleri gerçekleştiriş bir isim olarak şu an

hayalleri olan gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak

istersiniz?

Evet çocukluğum ansiklopedilerin, çizgi romanların,

bilim-kurgu hikayelerinin dünyasında geçti. Çok fazla

imkanları olan bir ortamda büyümedim halbuki. Annem

ve babam işçi, dedem çiftçiydi. Üç çocuklu, o dönemlerin

Türkiye’si için en yaygın aile profiline uygun bir ailede

yetiştim. Bugün sahip olduğum şahsi değerlerin,

alışkanlıklarımın önemli bir kısmının çocukluk yıllarımda

şekillenmeye başladığını düşünüyorum. Annemin

çabaları sayesinde okuma-yazmayı çok erken yaşta

öğrendim, sonrasında da ciddi bir okuma alışkanlığı

kazanmıştım. Daha sonra kitaplarla kurduğum bağ, hayal

gücü yüksek biri olmama yol açtı. İdealist yönüm bu

şekilde gelişti.

Türkiye’den küresel bir teknoloji markası çıkarma

hayaliyle şirketi kuruduğum gün; zorlu şartlarda,

büyük riskler alarak, ideallerim ve hayallerim uğruna

bir maceraya atıldım tabiri caizse. Maceralar cesaret

ister. Ben en temelde şu iki konuda çok cesur oldum:

hayal kurarken ve prensiplerimden taviz vermeyerek.

Başlangıçta imkânsız gibi görünen hayalimin bir

gün gerçekleşeceğine dair inancımı hiçbir zaman

kaybetmedim. İş dünyası zorludur, özellikle de

büyük hedefleri olanlar için. Girişimimi kurarken en

büyük sermayem itibarımdı ve bu itibarımı dürüst iş

yapma etiğine bağlı kalarak kazanmıştım. Çok şükür

dürüstlükten hiçbir zaman taviz vermeme cesaretini

hep taşıdım. Sıfırdan iş kurmak isteyenler için de

tavsiyem cesur olmaları. Hayal kurmaya ve bu hayali

prensiplerinden taviz vermeyerek gerçekleştirmeye

cesaret etsinler. Bu da elbette sabır gerektiriyor. Dediğiniz

gibi girişimcilik büyük ilgi görüyor ancak girişimcilerin

büyük çoğunda aceleci bir yaklaşım gözlemliyorum.

Arkadaşlara tavsiyem, kısa vadede pes etmeme, çabuk

kazanımlar peşinde koşmama gibi ayırt edici özellikleri

olan girişimciler olmaya çalışsınlar.

Maceralar cesaret ister. Ben en temelde şu

iki konuda çok cesur oldum: hayal kurarken ve

prensiplerimden taviz vermeyerek.

62


63


Var olanı

sürdürmek

için değil,

yıkıcı ve

yenilikçi

olanı bulup

hayata

geçirmek için

buradayız.

FİNANSAL TEKNOLOJİNİN

ÖNCÜ YÖNETİCİSİ:

GÜRHAN ÇAM

64


Kariyerinde hem teknoloji,

hem de bankacılık

tecrübelerini harmanlayan,

tam bir finansal teknoloji

profesyoneli olan,

DenizBank’ın yeni nesil

iştiraki NEOHUB’ın Genel

Müdürü Gürhan Çam

ile keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği

Bölümü’nü tamamlayıp ardından Bahçeşehir

Üniversitesi Stratejik Pazarlama ve Marka Yönetimi

Yüksek Lisans Bölümü’nde eğitiminizi tamamlamışsınız.

Kariyerinize 2002 yılında Fortis Bank’ta Kurumsal

Pazarlama Yönetici Yardımcısı olarak başlayıp 2004

yılında şu anda hala bünyesinde devam ettiğiniz

DenizBank ailesine katılmışsınız. 2021 Temmuz

ayından itibaren NEOHUB Genel Müdürlüğü görevini

üstlenmektesiniz. Peki tüm bunların ardında Gürhan

Çam kimdir? Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?

Aslında sürprizlerle dolu bir başlangıç hikayem var

diyebilirim. Çanakkale Fen Lisesi’nden mezun olduktan

sonra 8 üniversite tercihimden biri olan İstanbul Teknik

Üniversitesi’ni kazanmamla İstanbul maceram başladı.

Üniversiteden mezun olup, Fortis Bank’ta işe başladığım

2002 yılından tam 2 sene sonra önemli bir dönüm

noktasında olduğumun farkına vardım. Ya kurumsal

bankacılık kariyerime devam edecektim ya da

mühendislik kasımı kullanabileceğim yeni bir yolculuğa

yelken açacaktım.

Yine bu noktada hayat karşıma, bankacılar ve bilgisayar

mühendisleri arasında köprü kurma görevi üstlenen İş

Analisti pozisyonu için Intertech’in açtığı ilanı çıkardı ve

ben de hemen başvurdum.

İşe alım kararının onaylanması için oldukça zorlu

bir süreçten geçmiş olmama rağmen çok güzel bir

dönemde girdiğimin farkındaydım. Böylelikle Intertech’le

başlayan DenizBank Finansal Hizmetler Grubu

kariyerime adım atmış oldum.

Intertech’te 8 yılımı tamamladıktan sonra, sektörde

bir ilki gerçekleştirmek ve Dijital Kuşak Bankacılığı iş

kolunun kurucu ekibinde yer almak üzere DenizBank’a

geçiş yaptım. Böylelikle 13 yıl sürecek bankacılık kariyerim

başlamış oldu.

NEOHUB’ın 2021 yılının Temmuz ayında kuruluşu

itibarıyla da artık bankacı değil, bir startup çalışanıyım.

DenizBank Finansal Hizmetler Grubu’nun yeni nesil

iştiraki NEOHUB’ı kurdunuz. NEOHUB’ı iş birimi, iş

geliştirme, satış, pazarlama ve yazılım evi fonksiyonları

ile bir “Venture Builder” olarak tanımlıyorsunuz. Venture

Builder ne demek ve bu kavramda NEOHUB’ı nasıl

konumlandırıyorsunuz?

DenizBank, kurulduğu ilk günden bu yana, ortak akla ve

birlikten güç doğduğuna inanan bir banka. Bu felsefeyi,

dışarıya da yansıtıyoruz. Ekosistem bankacılığını “diğer

bankalarla, sektörlerle ve elektronik para şirketleriyle

birlikte, insanın temel problemlerini çözmek için nasıl

modeller geliştirebilir ve gelir yaratabiliriz?” sorusundan

hareketle kurguluyoruz. Bu anlayış, NEOHUB’ın da temel

taşı.

NEO, yeni; HUB ise birleşme yeri anlamına geliyor. Bu

iki kelimenin birleşmesiyle NEOHUB’ın hem ismi hem

de vizyonu oluşuyor. Yenilikçi ve herkesin gelmeye

can attığı cazibe merkezi olma misyonuyla yola çıktık.

Arkamıza aldığımız; Deniz Akvaryum İnovasyon ve

Girişimcilik Merkezi, Deniz Ventures Risk Sermayesi

Yatırım Fonu, fastPay Elektronik Para A.Ş. gibi güçlerle,

girişimcilik ekosistemine ve finansal teknoloji sektörüne

yön veren bir rol oynamayı hedefliyoruz. Yenilikçi iş

modelleri, ürünler, projeler ve hatta girişimler yaratmayı

hedefliyoruz. Bu misyon da bizi Venture Builder

kavramının merkezine yerleştiriyor. Venture Builder,

kendi girişimlerini yaratan bir şirket diyebiliriz. Girişimlerin

büyüme ve genişleme yolculuğunda aklınıza gelen her

türlü teknik ve network danışmanlığı için elimizi taşın

altına koyuyoruz.

Var olanı sürdürmek için değil, yıkıcı ve yenilikçi olanı

bulup hayata geçirmek için buradayız. Hatta bu

yolculuğa ilk olarak kendi işimizi yıkacak yeni fikirler

arayarak başladık. Finans dünyasını şekillendirirken, biz

de durmaksızın değişmeye, dönüşmeye ve yenilenmeye

devam edeceğiz. Tıpkı bir kelebeğin geçirdiği

metamorfoz gibi…

Bir röportajınızda yarının müşterisinin hayatı daha

hızlı, sorunsuz ve kişiselleştirilmiş olarak yaşamak

istediğini, pandemi ile birlikte artan dijitalleşmenin de

müşteri üzerinde çok daha ciddi etkisinin olduğunu

belirtiyorsunuz. Peki siz NEOHUB olarak bu konuda ne

gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? Gelecekte müşterileri

neler bekliyor?

Burada iki kavramdan bahsedebilirim. İlki açık bankacılık,

diğeri Neobanklar. Hızla hayatımıza giren ve finans

dünyasında yerini giderek sağlamlaştıran açık bankacılık;

en basit haliyle bankaların sahip olduğu yetenekleri API

adı verilen teknoloji vasıtasıyla dışarı sunması şeklinde

tanımlanabilir. Bankaların giderek daha görünmez

konuma çekildiği, servislerini finansal teknoloji şirketleri

üzerinden kullanıcılara sunduğu bir dünyaya doğru hızla

ilerliyoruz. NEOHUB olarak biz de finans dünyasının

dönüşümünde öncü adımları atmak üzere çoktan

yerimizi aldık.

İkincisi ise Neobank. Neobank; dijital, hiçbir şubesi

olmayan, bir mobil uygulama ya da bir web platformuyla

bankacılık işlemlerini gerçekleştirebileceğimiz

yeni nesil bankacılık anlamına geliyor. BDDK’nın

yayınladığı yönetmelik ile gerekli izinleri alan bankalar,

bu yıl hizmetlerine başlayabilecek. Biz de dijital

bankacılık alanında neler yapabileceğimiz konusunda

65


hazırlıklarımızı sürdürüyoruz.

Bugünün üniversite öğrencilerine belki çağlarca önce

gibi gelebilecek, benim jenerasyonum içinse çok da uzak

olmayan bir geçmişte bankalarda haberleşme, e-mail

yerine fax sistemi ile gerçekleştiriliyordu. Genel Müdürlük

birimleri duyurularını şubelere fax ile gönderir, şube

çalışanları da gelen fax kağıdını tek tek okurdu. Bugün

geldiğimiz noktada ise metaverse üzerinde bankacılık

işlemleri yapmaktan, müşterilerin evlerinden çıkmadan

sanal şubeleri ziyaret edebilecekleri alternatif gerçeklikler

yaratmaktan bahsediyoruz.

Değişimin hızı her geçen saniye artıyor. NEOHUB

değişimin peşinden koşmak için değil, değişimle birlikte

yol almak için hayata geçti. Bundan sonra da adımızı çok

daha sık duyacağınızdan emin olabilirsiniz.

NEOHUB’ın 2021 yılı itibarıyla sürekli olarak değişim

gösteren ekosistemde, girişimcilere büyümeleri

için gerekli desteği vermek adına Deniz Akvaryum

Girişim Hızlandırma Programı’nı hayata geçirdiğini

biliyoruz. Şu anki dönem için Girişim Hızlandırma

Programı, İnovasyon ve Kurum İçi Girişimcilik, Deniz

Ventures, Blockchain Lab, Kitlesel Fonlama ve API

Market programları ile mentorluk ve yatırım gibi

hizmetler sağlıyorsunuz. Peki Deniz Akvaryum Girişim

Hızlandırma Programı’nın kuruluş amacından bugüne

hedeflerini gerçekleştirme noktasında nasıl bir yol

katettiğini düşünüyorsunuz? Yeni projeler geliştirmeyi

düşünüyor musunuz?

2021 yılı bizim için oldukça heyecanlı ve verimli geçti.

Sürekli açık çağrımız ile aldığımız girişim başvurularını

değerlendirdik ve hepsi birbirinden değerli isimlerin yer

aldığı Girişim Değerlendirme Jürimizin karşısına çıkardık.

2022 itibarıyla da ilk 6 girişimimiz ile programımıza

başladık.

Girişimcilerin en büyük ihtiyacı, paradan ziyade

motivasyon. Daha önce aynı yollardan geçmiş insanların

onları desteklemesi çok önemli. Ardından network

ihtiyacı geliyor. Kısacası, girişimcilere en büyük katma

değerimiz, network ve deneyim. Bankaların, bireysel

müşteriden en tepedeki kurumlara kadar, A’dan Z’ye

hizmet sunma ve hepsini birbirine bağlama gücü var.

Biz de, girişimcilere bu etkileşimi sunmak ve yaratılan

modelleri mutlaka ihraç etmek üzere bir düzen kurduk.

Hedefimiz, oluşturulan modellerin, Türkiye’den bir yazılım

ya da hizmet ihracatı olarak yayılması ve küreselleşme

bağlamında bu topraklarda yeni bir değer yaratabilmek.

Şans elinize geçtiğinde peşinden

koşmak için cesur olun.

NEOHUB olarak ana odağınızın fintechler olduğunu

belirtip, bunun yanı sıra yapay zeka, blockchain,

tarımsal teknolojileri, sağlık ve biyoteknoloji

tarafındaki girişimlerde yatırım yapmayı planladığınızı

belirtiyorsunuz. Özellikle yarattığı iş modelini dışarıya

da ihraç etme potansiyeli olan girişimlere daha özel

bakıyorsunuz. Bu girişimlere ne gibi hedeflerle yatırım

yapıyorsunuz? Bu konudaki gelecek planlarınız nelerdir?

Bir girişimcide ilk aradığımız şey, heyecan. Zira piyasada

66


çok fazla fikir var. Bu nedenle, icra kabiliyeti de aynı

zamanda eş değer önemde. Ayrıca globalleşmenin gereği

olarak, mutlaka ihracatı hedeflemesini, yurt dışında

büyümeyi hayal etmesini de bekliyoruz.

Bu kapsamda Deniz Yatırım tarafından yönetilen Deniz

Ventures Girişim Sermayesi Yatırım Fonu’nu kurduk.

Girişimlere NEOHUB tarafından da yatırım yapmak

üzere kurulmuş 7 senelik açık bir fon bu. Diğer fonlar ve

dışarıdan katılabilecek yatırımcılarla birlikte NEOHUB

tarafından yatırım yapmayı hedefliyoruz. Burada

girişimlere Early Bird, Seat ve Seri A yatırımları yapmakta

istekliyiz. Seri B ve Seri C'den sonra biraz değişiyor ve

palazlanmış oluyorlar. Biz daha ufak çaplı, daha genele

yaygın yatırım yapmayı planlıyoruz.

Fintech kavramı 2015’te Türkiye pazarında yer bulmaya

ve hayatımıza girdiğini söyleyebiliriz. Çok kısa bir sürede

pandemi sürecinin de etkisiyle hızlı bir gelişme gösterdi

ve günümüz konumuna ulaştı. 2020 yılı içerisinde

Türkiye, 139 milyar dolar fonlama ile Avrupa ülkeleri

arasında 18. sırada yer aldı. 2021 yılında KPMG’nin

hazırladığı rapora göre ise Türkiye’de fintech ekosistemi,

bankacılık sisteminin güçlü desteğiyle devamlı büyüme

gösteriyor. Siz bu noktada gelecek yıllar içerisinde fintech

uygulamalarının ve şirketlerinin ne yönde ilerleme

kaydedeceğini söylersiniz? Geleceğin dünyasında fintech

ekosisteminin konumu nedir?

Öncelikle konuya bankacılık tarafından bakalım.

Bankacılığın tarihi para kadar eskiye, hatta öncesinde

değerli eşyaların muhafaza edilmesi gerekliliği göz önünde

bulundurulursa, paradan çok daha eskiye dayanıyor.

Günümüze uzanan bu uzun yolculuk esnasında bankalar

elbette birçok farklı koşul ve zorluk ile karşılaştı ve bunların

her birini güçlü olarak atlatmayı başardı. Bu başarının

altında üzerine konuşabileceğimiz, tartışabileceğimiz

çok fazla neden var. Fakat bir kelime son derece önemli:

Adaptasyon…

Bir değişim dalgası ile karşılaştığınızda iki seçeneğiniz olur.

Ya kolay olanı yapar; konfor alanınızda kalır ve değişime

direnç gösterirsiniz. Ya da zor yolu seçer; konfor alanınızdan

çıkarak değişime adapte olursunuz. Özellikle 2018

yılından sonra hayatımızda etkisini artıran yıkıcı inovasyon

dönemine kadar değişime direnç göstermek bir yere

kadar etkili bir yöntemken, yıkıcı inovasyon çağı ile seçenek

olmaktan çıktı.

Aynı durum fintekler için de geçerli. Fintekler finans

dünyasına çeşitlilik ve yenilik getiren, değişimi ve gelişimi

destekleyen unsurlar olarak hayatımızdalar. Rekaberlik

bu noktada tarif için çok güzel bir kavram. Ne kadar

bankaların rakipleri olarak görülseler de, aynı zamanda çok

önemli potansiyel iş ortakları. Ya onlarla iş birliği yaparak

hep birlikte bu ekosistemi büyütür ve geliştirirsiniz ya da

rakip görerek beyhude bir mücadelenin içine girersiniz.

Biz her zaman kendi ekosistemimizi büyütmenin, yeni

partnerlerle, yeni dünyaya ait, yeni iş modelleri hayata

geçirmenin peşinde olduk; öyle de olmaya devam

edeceğiz.

Cesaret kariyer yolculuğunuzdaki

en önemli silahınızdır.

Başarılı bir eğitim hayatını geride bıraktıktan sonra, 2004

yılından beri Denizbank bünyesinde çalışmakta olup,

2021 yılı Temmuz ayından itibaren ise NEOHUB Genel

Müdürlüğü görevini yürütüyorsunuz. Peki bu başarıya

sizi ne gibi özelliklerinizin ulaştırdığını düşünüyorsunuz?

Henüz kariyer hayatının çok başında olan gençlere

başarılı bir gelecek için ne gibi tavsiyelerde bulunmak

istersiniz?

Biz, ekip olarak kendimize NEOHUBBER diyoruz.

Bu noktada gençlere, NEOHUBBER’lara her zaman

söylediğim şeyi söylemek istiyorum: Hayal kurmayı

bırakmayın ve elbette o hayaller için çok çalışın. Şans

önemli bir faktördür. Bu yüzden kariyerle ilgili çok beylik

laflar etmeyi sevmem. Zira şanslı değilseniz veya şansı

doğru kullanamazsanız, çok isteseniz de olmayabilir.

Ancak şunu önerebilirim; şans elinize geçtiğinde

peşinden koşmak için cesur olun. Cesaret kariyer

yolculuğunuzdaki en önemli silahınızdır, unutmayın.

Hepinize harika bir hayat dilerim.

67


TEKNOLOJI İŞ YAŞAMINI NASIL

DEĞIŞTIRDI; GELECEĞE BAKIŞ

“Her ne kadar teknoloji hızlı bir

şekilde gelişip yeni yöntemler

doğursa da kurumsal şirketler için

on yıllardır devam eden süreçlerin

dışına çıkmak radikal bir karardı.”

Günümüzde teknoloji,

neredeyse tüm

sektörlerdeki iş

yapma biçimlerinde

önemli bir değişim

ve dönüşümü

beraberinde getiriyor.

2000’li yılların başında

ise sürdürülebilir

teknolojilerin gelişimi

daha büyük bir önem

kazandı. Peki bu

gelişim iş yaşamını

nasıl etkiledi?

Gelecekte bizi neler

bekliyor?

LALE ŞAHİN

Vestel Ventures

Üst Düzey Yönetici

Vestel Ventures Kıdemli Tasarım Mimarı

Teknoloji; bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç,

gereç ve aletleri, bunların kullanım biçimlerini kapsayan uygulama

bilgisi, uygulayım bilimidir. Okuduğumuz şey teknolojinin TDK’da

yer alan tanımıdır. Ancak 21. yüzyılda teknolojinin etkisi bu cümlenin

sınırlarını çoktan aşıp gitmiştir. Günümüzde teknoloji, neredeyse

tüm sektörlerdeki iş yapış biçimlerinde önemli bir dönüşümü

beraberinde getiriyor. Bu dönüşüm ise hem çalışma ortamı hem de

çalışan potansiyeli açısında birçok değişikliği ortaya çıkarıyor.

Mevcut durum dahilinde teknolojinin varlığı ve gelişimi bazı sınırları

ortadan kaldırmasıyla ve daha verimli süreçleri ortaya çıkarmasıyla

önemli bir hal aldı ancak teknolojinin ve verimliliğin hem çevresel

anlamda hem de iş modeli anlamındaki sürdürülebilirliği

günümüzde kritik bir nokta haline geldi.

Kurumsal Şirketler ve Teknoloji Gelişimi

Teknolojik gelişimlerin endüstrideki ilk ve en önemli adımını birinci

endüstri devrimi olarak görebiliriz. Üretim süreçlerinde makinelerin

ve buhar gücünün kullanılmaya başlamasıyla üretim insan

gücünden makine gücüne doğru yöneldi ve daha verimli sistemler

ortaya çıktı. İyileşen bu sistemler de şirketlerin çok daha hızlı, yüksek

sayıda ve aynı kalitede ürünler üretebilmesini sağladı. Ancak bu

süreçlerde kullanılan kaynaklar genellikle sınırlı miktarlarda sahip

olduğumuz ve çevresel ekosisteme zararlı çıktıları olan kaynaklardır.

Dolayısıyla bu durum günümüzde bu tarz sistemlerin en büyük

kısıtlayıcıları haline geldi.

2000’li yılların başında sürdürülebilir teknolojilerin gelişimi daha

68


büyük bir önem kazandı. Burada da kurumsal

şirketlerin yanında girişimlerin ortaya çıkardığı

değerler alışılmışın dışında değerler oldu

ve büyük değişimler girişimlerle birlikte

hayatımıza dahil oldu. Mesela biyo bazlı plastik

üreten Biolive’i marketlerde ve perakendede

görmeye başladık ve araba sektöründen gıda

kabı sektörüne birçok alana yayılmasına tanık

olmaktayız. Bu durum kurumsal şirketlerin hem

sürdürülebilirlik konusuna olan yaklaşımı hem

de girişimlere ve girişimcilere olan yaklaşımı çok

daha iyi seviyelere taşıdı. Örnek olarak görme

engellilere akıllı baston üreten WeWALK dünya

çapında Amazon’dan Microsoft’una birçok oncu

kurumdan ödül aldı. Günümüzde çoğu kurumsal

şirket, önemli teknolojilerin girişimlerle birlikte

geldiği konusunda hemfikir. . Geleceğin otomotiv

teknolojisi Cyvision üç boyutlu artırılmış gerçeklik

teknolojisi ile otomotivde geleceğin bas ustu

ekranlarına imza atmakla kalmadı, metaverse’u

oluşturacak oncu şirketler arasına girdi.

Çalışanların Yaklaşımı

Konuya çalışanlar, girişimler ve teknoloji üçlüsü

açısından bakacak olursak ise, daha önce herkes

için popüler olan kurumsal bir şirkette çalışmak,

bir kurumun parçası olmak; teknolojiyi üreten

tarafın girişimlere geçmesiyle değişime uğradı.

İnsanlar halihazırda olan bir teknolojiyi sürdüren

şirketlerde çalışmaktansa yeni teknolojileri

geliştiren ve dünyayı dönüştüren girişimlerde

çalışmayı hatta o girişimlerin kurucusu olmayı

daha ilgi çekici bulmaya başladı. Kurumsal

şirketler de bu durumun farkına vararak kendi

gelişimleri için girişimlerle daha çok çalışmaya,

kendi içlerinde girişimci gibi çalışan ekipler

oluşturmaya ve hatta kurum içinde geliştirilen

teknolojinin farklı bir şirket olarak kurum dışına

çıkarılması konusunda çalışmalara yöneldi.

Bu da aslında hem şirketlerin iş yaşamını hem

çalışanların iş yaşamını hem de girişimlerin

ve girişimcilerin iş yaşamını farklı bir yöne doğru

geliştirdi.

Zorlu Holding genelinde yürüttüğümüz Parlak Bi’Fikir

kurum içi girişimcilik programı bu dönüşümde

bizler için çok değerli. Hem program sonucu yatırım

alan şirketler hem de Zorlu Holding içerisinde kalıp

bizlerin elçisi olan kişiler Zorlu Holding’in inovasyon

dönüşümünde önemli rol oynamakta.

Her ne kadar teknoloji hızlı bir şekilde gelişip yeni

yöntemler doğursa da kurumsal şirketler için on

yıllardır devam eden süreçlerin dışına çıkmak radikal

bir karardı. Ancak daha küçük ekiplerle çalışan

girişimler için bu çok daha kolay uygulanabilir bir

durumdu. Bu farklı yöntemleri uygulayıp başarıya

ulaşan girişimler neredeyse tüm endüstrilerdeki

iş yaşamını etkiledi. Günümüzde uzaktan çalışma,

teknoloji ile iç içe olan online süreçler, agile çalışma

metodolojisi ve daha yatay hiyerarşik düzenler

kurumsal şirketler için de başarıya giden süreçte

olması gerekenler olarak görülmeye başlandı.

Girişimcilik Ekosisteminde Kurumsal

Yatırımcılar

Günümüzde kurumsal şirketler özellikle yeni

teknolojileri daha yakından takip edebilmek için

çeşitli yatırımlar gerçekleştirmeye başladı. Bu

teknolojik yatırımlar hem girişimcilik dünyasını

tanımak hem de yeni iş yaşamını gelişimi açısından

“Gelecekte de hem girişimcilik ekosistemi

hem de girişim-kurumsal şirket işbirlikleri

artarak devam edecektir.Daha fazla

kurumsal şirket iş yapış şekillerini

girişimlere benzer hale getirmeye

çalışacak, bunun için de girişimcilerle

daha yakın ilişkiler kuracaktır.”

69


çok önemli. Girişimciler açısından da bu yatırımlar kritik önem taşımakta. Girişimcilerin ihtiyaçları olan

finansmana ulaşması için bu yatırımları alması önemli bir süreç. Teknolojik yatırımların bir diğer yönünde

ise global rekabet gücü kaygısı yer almaktadır. Küreselleşen dünyada uluslararası firmaların, rekabet

gücünü belirlemede etkin olduğu savunulmaktadır. Yine bu teoriye göre, firmalara rekabet gücü sağlayan

temel unsur ise ürün veya üretim sistemlerinde yeniliktir.

Vestel Ventures olarak biz de 2015 yılında kurulmuş ve ülkemizde bu alanda öncü şirketlerdeniz.

Geçtiğimiz 6 senede de hem yurt içi hem de yurt dışından 25 girişime yatırım gerçekleştirdik. Finansal

desteğin yanında Zorlu Holding’in sağlayabileceği her türlü destekle girişimcilik ekosisteminin içinde aktif

olarak yer almayı hedefliyoruz.

Gelecekte de hem girişimcilik ekosistemi hem girişim – kurumsal şirket işbirlikleri artarak devam

edecektir. Daha fazla kurumsal şirket iş yapış şekillerini girişimlere benzer hale getirmeye çalışacak, bunun

için de girişimcilerle daha yakın ilişkiler kuracaktır. Girişimciler de ihtiyaçları olan fonlamaya ulaşacak

ve dünyayı değiştirebilecek sürdürülebilir yeni teknolojilerin keşfi için çok hızlı şekilde çalışmaya devam

edeceklerdir.

70


71


Önemli olan

yolculuğa iyi

hazırlanmak,

planlamayı iyi

yapmak ve

mutlu

olacağınız işi

seçmek.

PARİBU CEO'SU YASİN ORAL

72


Türkiye’de kripto para

piyasasının en yüksek

hacmine sahip olan ve

gün geçtikçe üzerine

koyarak büyümeye

devam eden Paribu’nun

Ceo’su Yasin Oral ile

keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

Ankara’da doğup ortaöğretim

ve lise eğitim hayatınızı burada

tamamlamışsınız. Ardından 2009

yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve

İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun

olmuşsunuz. Şu ana dek birçok girişimin

içerisinde yer almış olan 2016 yılında ise

Paribu’yu kurarak şimdiki konumunuza

ulaşmışsınız. Peki tüm bunların ardında

Yasin Oral kimdir? Bize biraz kendinizden

bahsedebilir misiniz?

Yazılımla lise yıllarımdan beri ilgileniyorum.

İnternet girişimciliğine yönelmemin

altyapısı o yıllarda oluştu diyebilirim.

Lisedeyken TÜBİTAK’ın bir yarışmasına

katıldım ve web sitesi geliştirmelerine

dışarıdan destek oldum. Bu süreçte

taşımacılık sektörüyle ilgili internet

siteleri kurdum ve bu siteler bilgilendirici

içeriklerle öne çıktı. Kısa süre içinde

Türkiye’de ev taşımacılığı koordinasyonunu

sağlayan e-taşınma platformu ile dijital

girişimci hâline geldim. 2009 yılında

Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler

Fakültesi’nden mezun oldum. 2010’da

Türkiye’nin ilk web2print platformu

matbuu.com’u kurduk. Sonrasında tüm

dünyada hizmet veren mesafe hesaplama

ve rota görüntüleme projelerini hayata

geçirdik. Günde 250 bin kişiye hizmet

veriyorduk. 2015’te ise BiletGo’yu kurduk

ve online bilet satışı gerçekleştirmeye

başlayarak dijital girişimci yolculuğuna

devam ettim. Bu projelerin tamamında

yazılımın yanı sıra, marka ve kurumsal

kimlik oluşturma çalışmalarını, ara yüz

tasarımlarını gerçekleştiriyordum. Kripto

paralara ve blokzincir teknolojisine

üniversite döneminde ilgi duymaya

başladım. 2015’te Paribu’nun ön hazırlıkları

başladı. Sağlam temellere dayanan bir

yapı inşa etmek için çok çalıştık. Paribu’yu

2016’da kurduk ve 14 Şubat 2017’de

kullanıma açtık. Şu anda da Paribu’da

CEO’luk görevimin yanı sıra, Blockchain

Türkiye Platformu Yürütme Kurulu ve

Türkiye Genç İş Adamları Derneği üyesiyim.

Türkiye'nin en yüksek hacimli kripto

varlık işlem platformu olan Paribu’yu

2016 yılında kurdunuz ve 2017 yılında

halkın kullanımına açtınız. Kurucusu ve

CEO’su olduğunuz Paribu’yu kurarken

neyi hedeflediniz? Bu hedefleri

gerçekleştirebildiniz mi? Bize Paribu’nun

kuruluş hikayesinden bahseder misiniz?

Paribu'yu kurmaya karar verdiğimiz

dönemlerde kripto paralara dünya çapında

bir ilgi vardı. 2016’da Bitcoin ve diğer kripto

paralar Türkiye’de önemli bir hacme

ulaşmıştı ancak hızlı, kolay ve güvenli işlem

hizmeti veren bir platform ihtiyacı söz

konusuydu. Bu ihtiyacı tespit ettikten sonra

yoğun bir çalışma süreci başladı. Benim

öncülüğümde bir yazılım ekibi tarafından

sürdürülen çalışmalar kısa sürede meyve

verdi. Ortaya işlevsel bir arayüz, kolay

işlem yapılabilen bir altyapı, verilerin ve

varlıkların güvenle muhafaza edilmesini

sağlayan protokol ve uygulamaları ile

Paribu çıktı. Kurulduğumuz günden bu

yana hedeflerimizi gerçekleştirerek çıtayı

yükseltmeyi başardık. Bugün Paribu’nun

günlük ortalama hacmi 600 milyon dolara

ulaştı ve 5 milyonu aşkın kullanıcısıyla

sadece bir kripto para işlem platformu

olarak değil, teknoloji şirketi olarak varlığını

sürdürüyor. Yakın zamanda faaliyete

geçecek projelerimiz, teknoloji şirketi

kimliğimizin en önemli ürünleri olacak.

73


32 yaşında şu anda Türkiye’de en büyük

hacme sahip kripto para alım satım

platformu olan Paribu’yu kurdunuz ve

5 milyonu aşkın kullanıcıya ulaşmayı

sağladınız. Bu kadar genç yaşta

hayallerinizin peşinden koşup bu işi

başarmanızdaki en büyük etkenin ne

olduğunu düşünüyorsunuz?

Lise yıllarımdan beri bu alanlarda bana

fayda sağlayacak donanımlara ilgi

duyuyordum. Yazılıma olan ilgim, internet

girişimciliği tecrübelerim ve dijital dünyaya

odaklanmam, bugün için önemli bir altyapı

oluşturdu. Burada başarıyı elde ederken

birlikte çalıştığınız ekibin de oldukça

önemli olduğunun altını çizmek isterim.

Aynı sinerjiyi, aynı heyecanı paylaşabilmek

önemli. Paribu özelinde işi sahiplenen, iş

Öncelikle hayallerin adım

atmadan gerçekleşmediğini

söylemek isterim. Hayaller ne

kadar büyük olursa olsun bir

adım atmak önemli.

geliştirme ve teknoloji anlamında günceli

takip eden bir ekibe sahibiz. Bu da doğru

iş birlikleri ve doğru ortaklarla hedefe daha

hızlı ulaşmamıza yardımcı oluyor. Güven

ilişkisi ve ekip ruhuyla oluşan güçlü bağ

daha sonra kullanıcılarla marka arasında

da benzer bir bağın kurulmasına ön ayak

oluyor.

Gün geçtikte dijital medyaya daha çok

entegre olan bir dünyada yaşıyoruz.

Dijitalleşme, günlük aktivitelerimizde ve

yaşamımızda büyük yer kaplar bir hale

geldi. Siz de bu dijital sektörün bir parçası

olarak gelecekte bu dönüşümün nasıl bir

hal alacağını düşünüyorsunuz?

Dijitalleşmeyle birlikte dünya da değişiyor.

Pek çok sektör ve iş kolu, bu değişimden

nasibini aldı. Değişime ve yeniliğe ayak

uydurabilenler kendi sektörlerinde fark

yaratıyorlar. Biz de dijital sektörün bir

parçası olarak bu dönüşümü heyecanla

takip ediyor, değişimin öncüleri arasında

yer alarak sektörümüze yön vermeyi

hedefliyoruz. Kripto varlık sektörü son

dönemlerde yükselişe geçti. Büyük

bir kullanıcı ilgisiyle karşı karşıyayız.

Önümüzdeki dönemde de sektör

gelişmeye ve büyümeye devam edecek.

2021’de öne çıkan NFT, DeFi, Metaverse ve

oyun sektöründeki gelişmelerin devamını

göreceğiz. Metaverse ve oyun sektörünün

blokzincirle olan ilişkileri henüz yolun

başında diyebiliriz. Bu alanda gidilecek

daha çok yol var. 2022’de bu alanlara ve

Web3 teknolojilerine artan yatırımlarla

beraber ilgi ve gelişim devam edecek.

Geçtiğimiz 5-6 yıllık süreçten bu yana

kripto para kavramı dünya gündeminde

kendine büyük bir yer buldu. Bundan

15 yıl öncesinde böyle bir kavramın

hayatımızda olmadığını düşünürsek 15

yıl sonrası için dijital para kavramının

geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gelecekte dijital parayı neler bekliyor?

Blokzincir teknolojisinin yarattığı

merkeziyetsiz finans olanağının, verilerin

değiştirilemez şekilde muhafaza

edilmesinin bir dönüm noktası yarattığı

ortada. Hiçbir merkezi otoriteye ihtiyaç

olmadan finansal işlem yapabilmenin,

manipülasyonun imkânsız olduğu bir

sistemin mümkün olduğunu gördük.

Geleneksel finans enstrümanlarının

sağlayamayacağı hız, maliyet ve güvenlik

olanaklarından söz ediyoruz. Bundan

74


sonraki süreçte geleneksel finans

yapılarının da bu teknolojiye yaklaşacağını

öngörmek mümkün. Değişen dünyada,

yatırım aracı olarak kripto paraların

popülerliği aslında yalnızca Türkiye’de

değil tüm dünyada arttı. Türkiye’nin

bu konudaki farkı, yatırım araçlarına ve

teknolojiye duyulan ilgi oldu. Bitcoin,

kripto paralar arasında en popüleri olarak

konumlansa da son dönemlerde sosyal

medyanın da etkisiyle kripto varlıkların

çeşidi ve popülerliği artmaya başladı.

Gelecek dönemde de bu ilginin artarak

devam etmesini öngörüyoruz.

Gençlere verebileceğim en

doğru tavsiye riskleri analiz

ederek, gerekli donanıma sahip

olarak, doğru stratejileri

izlemeleri olur.

Yaptığınız girişim ve atılımlarla şu anda

Türkiye’de tanınan bir isimsiniz. Peki

siz hayallerini gerçekleştirmek isteyen,

hedeflerine ulaşamaya çalışan gençlere

ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Öncelikle hayallerin adım atmadan

gerçekleşmediğini söylemek isterim.

Hayaller ne kadar büyük olursa olsun

bir adım atmak önemli. Bunun için de

gerekli donanıma sahip olmak eğer yoksa

bu bilgiye erişmek için çaba göstermek

gerekiyor. İhtiyaçları iyi tespit ederek

hazırlıkları yapmak ve zamanlamayı

tutturmak önemli. Buradan gençlere

verebileceğim en doğru tavsiye riskleri

analiz ederek, gerekli donanıma sahip

olarak, doğru stratejileri izlemeleri olur.

Şunu unutmamakta fayda var, şu an

takdir ettiğimiz dünyanın dev markaları ilk

etapta birer fikirdiler, daha sonra filizlenip

bir dünya markası haline geldiler. Hayaller

de böyle, hayal etmek hedeflemek, fikri

harekete geçirmek bir başlangıç. Burada

önemli olan yolculuğa iyi hazırlanmak,

75

planlamayı iyi yapmak ve mutlu olacağınız

işi seçmek.

CEO’luk görevini üstlendiğiniz Paribu’nun

geleceğe ve girişime yaklaşımı nasıl, bilgi

verebilir misiniz?

Paribu’nun yol haritası teknoloji alanında

öncü çalışmalara imza atmak üzerine

kurulu. Bu amaç doğrultusunda geleceği

inşa edenlerden olmayı seçerek proje

ve çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Yakın

zamanda duyurduğumuz blokzincir

projemiz Paribu Net, bir teknoloji şirketi

olarak konumlanmamızın en önemli

örneklerinden. Global bir bakış açısıyla

inovasyon temelli, fark yaratan girişimcilerin

projelerinin erken ve ileri aşamalarda

keşfedilmesi için de Paribu Ventures

oluşumunu kurduk. Gerek maddi kaynak

sunarak gerekse de Paribu'nun teknolojik

altyapısına erişmelerini sağlayarak

yanlarında yürümek amacındayız. Bu

çalışmaların tamamı, Paribu’nun geleceğe

ve girişime bakış açısını da yansıtıyor.


TÜRKİYE’NİN EN KÖKLÜ

EĞİTİM ÇINARI:

DARÜŞŞAFAKA

“ Darüşşafaka sadece

bir okul değil,

bir ilim irfan yuvası.”

159 Yıldır süregelen

köklü geleneği ile

geleceği parlak

öğrenciler yetiştirmeyi

hedefleyen

Darüşşafaka,

Yönetim Kurulu

Başkanı M. Tayfun

Öktem’in katkılarıyla

eğitim ve bağışçılık

kültürünü anlatıyor,

kurulduğu günden

bugüne dek devam

eden yolculuğunda

Darüşşafaka’nın

benimsediği ilkeleri

ve amaçları bizlerle

paylaşıyor.

Kökleri Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan, 1863 yılında

padişah fermanıyla beş Osmanlı aydını tarafından kurulan bir

müessese Darüşşafaka. Amacı ilk günlerden bu yana maddi

durumu iyi bir eğitim almak için elverişli olmayan, annesi

veya babası vefat etmiş çocukların eğitim-öğretimine destek

olmak.

Türkiye’nin eğitim alanındaki ilk sivil toplum kuruluşu olma

özelliğini taşıyan Darüşşafaka, her daim ülkesine ve milletine

faydalı, bu topraklara karşı sorumluluğunun bilincinde lider

bireyler yetiştirmeyi ilke edinmiştir.

Darüşşafaka sadece bir okul değil, bir ilim irfan yuvası.

Bugün binlerce bağışçısı, binlerce mezunu ve şu anda

bünyesinde bulundurduğu yaklaşık 1.000 öğrencisiyle, eğitim

sevdalılarından oluşan çok büyük bir aile.

DARÜŞŞAFAKA GİRİŞ SINAVI

Darüşşafaka’ya girişler her yıl açılan bir sınav üzerinden

olmaktadır. Darüşşafaka’nın en önem verdiği konuların

başında bu sınav geliyor. “Biz çocuklarımıza eğitimde fırsat

eşitliğini ilk olarak sınavla veriyoruz. Kriterleri taşıyan her

çocuğumuza açık olan Darüşşafaka Giriş Sınavımız tamamen

ücretsiz. Yıl boyu yaptığımız çalışmalarla koşullarımıza

uyan bütün çocuklara ulaşmaya çalışıyoruz. Millî Eğitim

Bakanlığımız da bizlere destekte bulunuyor. Öğretmenler,

muhtarlar ve tabii aileler, hepsi bizim için çok kıymetli.

Çocuklar gelsinler, en azından bu sınava girsinler. Hayatlarını

değiştirecek bir fırsat.” diyen Darüşşafaka Yönetim Kurulu

76


Başkanı M.Tayfun Öktem sözlerine şöyle devam ediyor: “Darüşşafaka Cemiyeti olarak, yine her

çocuğumuza fırsat eşitliği sağlayabilmek adına tamamen bilgiye dayalı bir sınav yapmaktan

kaçınıp, onların potansiyellerini ölçümlüyoruz. Sınavımız iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde

genel bilgi düzeyinde Türkçe-matematik soruları, ikinci bölümde ise öğrencilerin algılama

ve yorumlamalarını ölçmek için genel yetenek soruları yer alıyor. Burada amaç sadece bilgiyi

ölçmek değil, çocuğun öğrenme becerisini de gözlemlemek. Bilgi eksikliğini okulumuzda kısa

sürede eşitlemek zaten mümkün. Çocukta öğrenme becerisi ve potansiyelinin olması bizim için

büyük önem taşıyor.”

Sınava, Türkiye’nin her ilinden annesi ya da babasını kaybetmiş, maddi durumu yetersiz,

4’üncü sınıf öğrencileri katılabiliyor. Sınavda başarılı olan öğrenciler mali durum araştırması

ve sağlık kurulu kontrolünden geçiriliyor. Tüm bunların sonunda her yıl 100’ün üzerinde yeni

öğrenci, ‘Şefkat Yuvası’ndan içeri adımlarını atıyor; 5’inci sınıftan lise sona kadar 8 yıl boyunca

Darüşşafaka’da tam burslu ve yatılı kolej eğitimi alıyor.

“ Bizim ülkemizin, milletimizin geninde var; paylaşmak, desteklemek, elden

tutmak. Bizim toplumumuzun yapı taşları olan bu değerlerin yeniden

yeşermesine ön ayak oldukları için de tüm bağışçılarımıza buradan bir kez

daha şükranlarımı sunuyorum.”

BAĞIŞÇILIK KÜLTÜRÜNÜN EN GÜZEL TEMSİLCİSİ DARÜŞŞAFAKA…

Darüşşafaka Cemiyeti, sadece bağışlarla ayakta duran bir sivil toplum örgütü… “Bizim

için de önemli olan; hamiyetperver milletimizden aldığımızı, ülkemizin toplumsal

kalkınması için, çocuklarımızın daha iyi bir geleceğe sahip olabilmesi için doğru şekilde

kullanmak. Bizim aldığımız bağışlar hayatları değiştiriyor.” diyen Öktem, sözlerine şöyle

devam ediyor: “Darüşşafaka’yı ülkemizin diğer değerli STK’larından ayıran önemli bir

fark var. Her yıl Darüşşafaka’ya aldığımız öğrencilere, 8 yıl boyunca ücretsiz eğitim

sunacağımızın garantisini veriyoruz. Dolayısıyla biz de her yılbaşında, bağış gelirlerini

sıfırdan geliştirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle desteklerin sürdürülebilir olması çok

önemli. Darüşşafaka Cemiyeti’ne ürün, hizmet, gayrimenkul, menkul, vasiyet bağışı

yapılabileceği gibi, tüm bağış kampanyalarımızı nakdi olarak desteklemek mümkün.

1863'ten bu yana toplumun her kesiminin desteğiyle devam eden bu hikâyenin hiç

77


bitmemesi için bireysel ve kurumsal düzenli bağışçı sayımızı artırmamız gerekiyor.

Düzenli bağışlar, önümüzü görebilmemizi ve geleceği planlamamızı sağlıyor. Bunun

için Darüşşafaka’nın geleceğini garanti altına alacak, çocuklarımızın eğitiminin;

kurumumuzun fırsat eşitliği ilkesinin sürdürülebilirliğini sağlayacak düzenli bağışçılık

sistemini de mümkün olduğunca yaymak bizim için en büyük önceliklerden biri.

Mesela Türkiye İş Bankası kurumsal anlamda en önemli destekçimiz. Türkiye İş Bankası

ile Darüşşafaka Cemiyeti iş birliğiyle 3 Eylül 2008 tarihinde hayata geçirilen ‘81 İlden 81

Öğrenci’ projesi, ülkemizde eğitim alanında gerçekleştirilen en uzun soluklu projelerden

biri. Proje kapsamında; Darüşşafaka sınavını kazanan 81 öğrencinin başta eğitim olmak

üzere giyim, gıda, barınma, kırtasiye gibi tüm giderleri Türkiye İş Bankası tarafından

karşılanıyor. Türkiye İş Bankası her yıl destek verdikleri bu öğrenciler okulumuzdan

mezun olana kadar desteğine devam edecek. Bu gibi iş birliklerini artırmak en büyük

önceliklerimizden biri. Bağışlar için söylediklerim sadece Darüşşafaka için geçerli değil

aslında… Bizim ülkemizin, milletimizin geninde var; paylaşmak, desteklemek, elden

tutmak. Bizim toplumumuzun yapı taşları olan bu değerlerin yeniden yeşermesine

ön ayak oldukları için de tüm bağışçılarımıza buradan bir kez daha şükranlarımı

sunuyorum.”

78


79


80


GENÇ GIRIŞIM DERGISI

OKUYUCUSUNA AÇIK MEKTUP

"Benim için tiyatro yaşamın ta

kendisidir ve de bu yaşam indisiyle

çıktısıyla beni çok mutlu etmiş

bugünkü halime getirmiştir."

HALDUN DORMEN

Tiyatrocu

Türk tiyatro oyuncusu

ve yönetmeni Haldun

Dormen güldürü

ve vodvil türünde

uzmanlaşmış bir

tiyatro yönetmenidir.

Sahneye ilk defa

Galatasaray Lisesi’nde

ortaokul öğrencisi iken

çıkmış ve 1955 yılında

kendi tiyatrosunu

kurmuştur. Türkiye’de

sahnelenen ilk

batılı müzikal olan

Sokak Kızı İrma’yı

yönetmiştir. Başarılı

sanat hayatına bir çok

ödül sığdıran Haldun

Dormen, 1966 yılında 3.

Antalya Altın Portakal

Film Festivali’nde

"Bozuk Düzen" ile

En İyi Film & En İyi

Senaryo ve 1967, 4.

Antalya Altın Portakal

Film Festivali’nde

ise , "Güzel Bir Gün

İçin" ile En İyi Komedi

Filmi ödüllerini

kazanmıştır. Halen

İzmir’deki Sahne

Tozu Tiyatrosu’nun

sanat danışmanlığını

yürütmekte olan

Dormen Genç Girişim

Dergisi okuyucuları

için bir açık mektup

kaleme aldı.

“Tiyatro, benim için bir yaşam tarzıdır.” cümlesi doğrusunu

söylemek gerekirse bana hiç mi hiç uymuyor. Uymuyor çünkü

benim için tiyatro bir yaşam tarzı değil yaşamın ta kendisidir. Ben

öyle doğdum. Farkında bile olmadan kendimi öyle yetiştirdim ve

bugünkü tiyatro duayeni denen kişi haline geldim. İyi mi oldum

kötü mü oldum bu konuda bir şey söyleme yetkisi kendimde

bulamıyorum ama etrafta çoğunlukla iyi olduğum söyleniyor.

Sonuç olarak tiyatro diye adlandırdığım yaşamım beni çok mutlu

etti. Şimdi geriye baktığım zaman ne güzel, ne işe yarayan bir

yaşamım oldu diyebiliyorum. Daha önce de söylediğim gibi

benim için tiyatro yaşamın ta kendisidir ve de bu yaşam indisiyle

çıktısıyla beni çok mutlu etmiş bugünkü halime getirmiştir. Bu

yaşta hala dimdik ayakta kalmamı sağlamış, geriye baktığım

zaman ne güzel bir yaşamım olmuş diyebilme güzelliğini bana

tattırmıştır.

Bir işi yapmak isteyen her kimse, yapacağı iş ne olursa olsun

benim gibi hayatının merkezi yapmak, onun için didinip

uğraşmak o işi seçenleri mutlu edecek ve yaşadıklarına

inanılmaz bir değer katacaktır. Tiyatro haricindeki diğer işler

için pek konuşamam ama tiyatrocu olmak isteyen herkese var

güçleriyle bu işe sarılmalarını, “Acaba yapsam mı, yapmasam mı?”

düşüncesini kafalarından bir an önce atmalarını ve her şeyleriyle

tiyatronun engin denizine atlamalarını şiddetle öneririm. Tabii ki

üzülecekleri günler, hayal kırıklıkları yaşadıkları devirler olacaktır

ama sonunda onları çok mutlu eden bir yaşam süreceklerdir. Ben

o denizde hala bocalıyorum ve buna bayılıyorum. Buyrun siz de

bir an önce atlayıp benim gibi bocalamaya başlayın. Bekliyorum…

81


YARATICI GİRİŞİMİYLE BİR

İLKE İMZA ATAN İSİM:

BAŞAK TAŞPINAR DEĞİM

İnsanların

vizyonunu daha

geniş tutması

ve kendilerine

önyargısız

bakmaları

gerekiyor.

82


Türkiye’de farklı bir

girişimcilik hikayesi yaşatan

Armut.com kurucusu Başak

Taşpınar Değim ile Armut.

com’un öyküsünü ele

aldığımız keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi İnşaat

Mühendisliği Bölümü’nden mezun

oldunuz. Daha sonra Amerika’da yüksek

lisans yaptınız. 2010 yılında Türkiye’ye geri

dönerek 2011 yılında Armut’u kurdunuz.

Kısa süre içerisinde Türkiye’nin en hızlı

büyüyen 5 internet sitesi girişiminden

biri olarak seçildi. Şu an ise Türkiye’nin

lider hizmet bulma platformlarından biri

haline gelmiş durumda. Peki, tüm bu

kariyer sürecinin yanı sıra Başak Taşpınar

Değim kimdir? Sizi daha yakından

tanıyabilir miyiz?

Kariyer yolculuğum hem yurt dışında

hem de Türkiye’de önemli markalarda

çalışarak geçti. Chicago’daki Morgan

Stanley ofisinde pazarlama uzmanı olarak

iş dünyasına atıldım. Ardından ACNielsen

Bases’da kıdemli araştırma analisti olarak

kariyerime devam ettim. 2007 yılında New

York’taki Revlon’da ürün müdürü olarak

çalıştım. 2010 yılında ise Türkiye’ye dönerek

Koç Holding bünyesindeki Tat ve SEK

markalarının marka müdürü olarak görev

aldım. Kısacası Armut’tan önce beyaz

yakalı bir çalışandım, herhangi bir girişim

denemem olmamıştı.

2011’de kurulan ve sloganı “Hizmet

piş, ağzıma düş.” olan Armut, hizmet

alanlarla verenlerin buluştuğu bir online

hizmet platformu. Sizler de Armut

sayesinde kaliteli ve güvenilir hizmet

verenleri, hizmet almak isteyenlerle

buluşturuyorsunuz. Peki, bu başarılı

girişimcilik fikri ne kadar sürede ve nasıl

gelişti?

Amerika’dan Türkiye’ye kesin dönüş

yaptığımız sırada yeni taşındığımız ev

için nakliye, boyacı, temizlikçi gibi birçok

konuda yardım arayışına girdik. Bu

süreçte hoş olmayan tecrübeler yaşadık ve

çevremize, “Güvenilir nakliyeci, temizlikçi,

boyacı bulabileceğimiz bir internet sitesi

yok mu?” diye sorduğumuzda Türkiye’de

her şeyin internet üzerinden yapılmadığı

cevabıyla karşılaştık. O dönemde hayatın

bize getirdikleri ve çeşitli tesadüfler

sonucunda, kendi yaşadığımız kaliteli

ve güvenilir hizmet verenlere kolayca

ulaşamama probleminden de yola çıkarak

2011 yılında Armut.com’u hayata geçirdik.

Kurulduğumuz ilk birkaç yıl tamamen

ürün geliştirmeye ve hizmet kalitesi

problemini çözmeye odaklandık ve çözer

çözmez hızlı bir büyüme sürecine girdik.

Ardından Ocak 2014’te 1 milyon dolarlık ilk

yatırımımızı Hummingbird Ventures’dan

aldık. Bu yatırımı aldığımızda 4 kişiydik,

bugün 100 kişiyi geçti. Her yıl büyük

oranlarla büyümeye devam ettik. 2016’da

ise 3,2 milyon dolarlık ikinci tur yatırımımızı

aldık. Yatırımlardan aldığımız güçle

büyümeye ve müşteri memnuniyetini

geliştirmeye devam ettik.

Armut’u kurduğunuz zaman dünyaya

açılma fikrinizin olmadığı söylemişsiniz

ama 2017 yılında yurt dışına açılım

için temellerini başlattınız. HomeRun

ile yurtdışına açıldınız. İlk tur için

seçtiğiniz ülkelerde Romanya, İngiltere,

Suudi Arabistan ve Mısır vardı. Peki, bu

yurt dışına açılma fikri nasıl gelişti, bu

başarınızın sırrı nedir? Ve ilk tur için

belirlediğiniz ülkeleri hangi kriterlere göre

seçtiniz? Yurtdışında kendine yer edinmiş

büyük siteler arasında kendinizi nasıl

konumlandırıyorsunuz?

Armut’un etki alanını genişletmek

istedik ve global markamız HomeRun’ı

yarattık. HomeRun, bizim yurt dışında

hizmetimizi devam ettirmek adına

yaptığımız bir yatırımdı. Yurt dışında

yatırım yapacağımız ülkelerdeki ihtiyaçları

gözlemledik, Türkiye ile benzer bulgular

çıkardık ve HomeRun’ı hayata geçirdik.

Bugün, faaliyet gösterdiğimiz Romanya,

Mısır ve Suudi Arabistan’da pazar lideriyiz.

Romanya’da geçen seneye göre %223,

Suudi Arabistan’da %111, İngiltere’de %86

ve Mısır’da %78’lik büyüme kaydettik. Ekim

ayından itibaren de HomeRun ile Polonya,

Çekya ve Macaristan olmak üzere 3 yeni

ülkede daha faaliyetlerimize başladık.

83


HomeRun ile Avrupa ve Orta Doğu’da

sektörümüzün liderliğini olarak

hedeflediğimizden tüm planlamamızı da

bu doğrultuda yapıyor ve adımlarımızı

buna uygun olarak atıyoruz. Dünyaya

internet teknolojisi ihraç edebilen ve bu

alanda global şirketlerle rekabet edebilme

başarısı gösteren uluslararası bir marka

olduğumuzu söyleyebiliriz.

İnsanların bir uygulamadan beklediği

en önemli 2 şey kolaylık ve güvenilirlik.

Uygulamanızda bu iki durumu nasıl

dengede tutuyorsunuz? Uygulamanızı

kullanan müşterilerinizin memnun olması

sizler için ne derecede önemlidir?

Teknolojimize yaptığımız yatırımlarla

birlikte, düzenli olarak akıllı öğrenme

algoritmalarımızı geliştiriyoruz. Bu şekilde,

müşterilerimizi daha iyi segmentlere

ayırıp, davranışlarına göre ihtiyaçları

olabilecek hizmetleri daha iyi tahmin

etmeye çalışıyoruz. Bu konuda birçok

farklı çalışmamız bulunuyor. Algoritmalar

daha fazla bilgi sağlandığında daha

hızlı gelişebiliyor ve güvenlik taramaları,

eşleştirme ve takvim yönetimi gibi

konularda çok daha iyi bir noktaya geliyor.

Mobil uygulamalarımız bu amaca göre

ilgili hizmetlere en kolay ulaşabilecekleri

şekilde tasarlandı. Hizmet alanlar ve

hizmet verenler için ayrı ayrı iOS ve

Android uygulamalarımız var. Hizmet

alanların birkaç tıkla, bekleyen tüm işlerini

uygulamadan halledebilecekleri bir kaynak

olma noktasındayız. Teknoloji sürekli

gelişiyor ve biz de bir teknoloji markası

olarak, bu gelişimlere yatırım yapıp o

doğrultuda evirilmemiz gerekiyor.

‘Herkesin aklına güzel bir fikir gelebilir

fakat yapılması gereken biraz gayret

etmek ve bir adım atmak çünkü zor olan

şey ilk adımı atmaktır.’ diyorsunuz. Peki

bu ilk adım sizce nasıl olmalıdır, nasıl

atılabilir?

Kurumsal tarafta ilerleyen bir kariyerim

olacağını düşünürken, kendi yaşadığım

problemi çözmek için başladığım

girişimcilik yolunda Armut ile müşterilerin

hayatlarını kolaylaştırmaya odaklanarak,

belki de hayallerimin de ötesinde bir

kariyer yolculuğuna girmiş oldum. Armut

gerçek bir problemi çözmek üzerine hayat

bulmuş bir girişim. İnsanların hayatını

kolaylaştırmak ve güven ile aradıkları

hizmete kolayca ulaştırmak gibi güzel bir

amacı var. Ben bu problemi çözmek için

yola çıkmaya cesaret ettim ve başarısız

olabilme riskini göze aldım. Tüm ekibimizle

beraber çok çalıştık, karşılaştığımız

herhangi bir sorunda hemen yılmadık.

Çalışmanın ve vazgeçmemenin bir işin

başarılmasında önemli rolü olduğuna

inanıyorum.

Başta çalışkanlık olmak üzere

cesaret, iç motivasyon, başarısız

olabilme ihtimaliyle barışık olmak

ve ilk sorunda pes etmemek oldukça

önemli.

Mobil uygulamalar sürekli kendini

yenilemekte. Günümüzde müşteri

kaybetmek istemeyen her uygulama

sürekli kendini yeniliyor ve pazardaki

yerini koruyor. Peki Armut ne gibi

yeniliklerle pazardaki yerini korumakta?

84


Bir teknoloji ürünü geliştiriyorsanız, bir fiziksel ürün gibi, "yaptım oldu", "bir daha hiç

değiştirmeyeyim gibi bir durum yok. Sürekli hem yeni özellikler ekleyerek ürünü

geliştirmeye devam etmek, hem de büyümenin getirdiği yeni ölçek problemlerini

çözmeye devam etmek zorundasınız. Yani değişim ve yenilik bu işin olmazsa olmazı.

6 ay önceki ürün ile şimdi kullanacağınız üründen alacaklarınız farklı, şu an çok daha

iyi bir deneyim yaşatıyoruz, bundan birkaç ay sonra daha da iyi olması gerekiyor. Bu

doğrultuda her geçen gün yenileniyor, gelişiyor ve büyüyoruz.

Armut’un bu zamana kadar hızlı büyümesindeki en önemli etkenlerden biri, datayı

verimli bir şekilde kullanabilmemiz ve yaptığımız işlerin data odaklı analizlerini

yapabilmemizde yatıyor. Farklı servisler, ülkeler ve sistemimizde oluşan datalarla

yapay zeka ve makine öğrenimi ekiplerimiz, düzenli olarak kullandığımız algoritmaları

geliştiriyor.

Bugün binlerce kullanıcının nakliyattan, tamirata, düğün organizasyonundan fotoğraf

çekimine tüm ihtiyaçlarına çözüm oluyorsunuz. Peki, “Yaşadığım bir problemi

çözebilir miyim?” diye başlayan fikrinizde siz nasıl problemler yaşadınız? Armut’u

kurduktan sonra yaşadığınız zorluklar nelerdi? Bu süre içinde motivasyonunuzu nasıl

koruyordunuz?

Hizmet sektörü karmaşık olmakla birlikte memnuniyetin çok önemli olduğu bir alan.

Armut olarak başlangıçta, güven ve kalite problemini çözebileceksek bu işe girmeliyiz

düşüncesiyle bakıyorduk. Amacımız bu problemi teknolojiyi kullanarak çözmekti. Bunu

yapmanın kritik adımı öncelikle basit bir ürünü ortaya çıkartıp sonrasında müşterilerin

geri bildirimleriyle hızlı inovasyon yaparak, tecrübeyi iyileştirmekti. İlk 2 yıl boyunca

hiçbir yatırım almadan, teknolojik altyapısı sağlam, veriye dayalı ürün geliştirmeye

ve hizmet kalitesi problemini çözmeye odaklandık. Sonrasında markamıza daha çok

yatırım yapmaya, kullanıcı kitlemizi genişletmeye başladık. Başta çalışkanlık olmak üzere

cesaret, iç motivasyon, başarısız olabilme ihtimaliyle barışık olmak ve ilk sorunda pes

etmemek oldukça önemli.

Armut gerçek bir problemi çözmek üzerine hayat bulmuş bir girişim.

İnsanların hayatını kolaylaştırmak ve güven ile aradıkları hizmete kolayca

ulaştırmak gibi güzel bir amacı var. Ben bu problemi çözmek için yola

çıkmaya cesaret ettim ve başarısız olabilme riskini göze aldım.

Genç bir girişimci olarak sizleri örnek alan Genç Girişim Dergisi okuyucularına ne gibi

tavsiyelerde bulunmak istersiniz? Sizce önemli olan fikir mi yoksa çalışmak mı?

Girişimciliğin aslında farklı kategorileri var. Kendi emeğini satan, küçük işletmesini

kuran bir girişimci ile ölçeklenebilir bir dünya markası yaratma hedefi olan girişimcinin

farklı yetkinliklere, mentorluğa, finansmana ihtiyaçları var. Bir yandan teknoloji alanında

girişim fikri olanların; işleyiş, strateji ve operasyon gibi konularda tecrübe edinmeleri

için teknoloji şirketlerinde çalışmasının faydalı olacağına inanıyorum. Ben bu alanlardan

daha ölçeklenebilir bir girişim tarafında bir iş ile uğraştığım için bu kısım ile ilgili biraz

daha fazla gözlemim oldu. İnsanların vizyonunu daha geniş tutması ve kendilerine

önyargısız bakmaları gerekiyor. Pes etmeden, gerçekten çok çalışarak, hak ettiğimiz

değeri kendimize vererek ve cesaret ederek bu dünyada yapamayacağımız şey yok.

85


ETKİNLİKLERİMİZ

86


87


HEDİYE EDİLEBİLİR ÜRÜN

PAZARINA LİDERLİK EDEN

GİRİŞİMCİ: EMRE ABAT

“ Siz fikrinizi

açın. Belki

birine bir ışık

yakar. O size

bir şekilde

gelir. Burada

kendinizi

keşfedin.

88


Farklı sektörlerdeki

deneyimleri, tecrübesi ve

Türkiye’nin hediye edilebilir

ürün sektörünün öncüsü

konumundaki Sosyopix

Kurucu Ortağı ve CEO’su

Emre Abat ile bir röportaj

gerçekleştirdik.

Türkiye’nin ilk ve en büyük kişiselleştirilmiş hediye

platformu olan Sosyopix’in 2015’te ağabey-kardeş

tarafından hayata geçirmiş bir e-ticaret girişimi olduğunu

söyleyebiliriz. Peki, tüm bu kariyer sürecinin

yanı sıra Emre Abat ve Sezgi Abat kimdir? Sizi

daha yakından tanıyabilir miyiz?

Ben Emre Abat. Eğitimimden başlayayım; İzmir

Yüksek Teknoloji Enstitüsü Bilgisayar Mühendisliği

mezunuyum. Mezuniyet sonrası hemen iş hayatına

başladım. Burada sizler gibi bir staj ayarladım. Daha

sonrasında birden fazla staj yaptıktan sonra kendime

uygun gördüğüm Mackolik.com’da iş hayatına

başladım ki zaten şu anki çalışma arkadaşlarım,

ortaklarımız ağabey-kardeş başladığımız sürecin de

ilk ayak izlerini burada yarattık. Şu an ortağımız ve

CTO’muz olan Erdem Gezer de aynı şekilde Mackolik.com’dan

iş arkadaşımız. Aslında güzel bir iş

birliğinin doğurduğu bir yer gibi görünüyor. Doğru

şekilde, düzgün ve güzel çalışabildiğiniz kişilerle

bir iş kurma fikrinden başlayabilirim size. Sosyopix

hikayesi bundan 6 yıl önce başladı. Maçkolik’te

çalışıyorken işten ayrılıp bu fikri hayata geçirmek

üzere bir sürece başladık. Bu süreçte de binbir

zorluklar yaşadık ama güzel sonuçlar aldık. Evet iki

kişi, ağabey-kardeş başladık. Şu an 80 kişilik bir ekip

olma sonucunu gördüğümüz bir Sosyopix var. 2

kişiden 80 kişiye ilerledik. Güzel büyümeler, güzel

işler yaptık. Bu tamamen birlikte çalışmanın verdiği

kuvvet ve güçle oldu. Ben bu arada Sosyopix’te ne

yapıyorum? Sosyopix’in kurucu ortağı ve CEO’su

olarak görev alıyorum. Burada en çok günümü

geçirdiğim noktalar Sosyopix'in marketing tarafı,

finans tarafı ve bununla beraber kullanıcı memnuniyeti

tarafı. Burada müşteri değil, kullanıcı diye

tanımlıyoruz. Sosyopix severler diyoruz. Günümün

birçok kısmı bunlarla geçiyor. Yarım saati, bir saati

sizlerden gelen dönüşleri okuyup bunlara uygun

hizmet verebilmek için kendimizi geliştiriyoruz.

Buradan çıkardığımız sonuçlara göre Sosyopix ürün

geliştiriyor, kendini değiştiriyor diyebiliriz.

Başta fotoğraf baskı ürünleri ile başlayan yolculuğunuza;

hediye kutularından dekorasyon ürünlerine,

modadan aksesuarlara, lezzetli hediyelerden

çiçeklere kadar birçok yeni kategoriler eklediniz.

Sosyopix olarak devamlı bir şekilde kendinizi

yenileyip geliştirdiğinizi de görmekteyiz. Pandemi

sürecinde eklediğiniz yeni kategoriler ile de bunu

müşterilerinize kanıtladınız. Peki Sosyopix olarak

ileride gerçekleştirmeyi planladığınız başka ne

gibi yenilikler var?

Tam da az önce konuştuğum gibi sizlerden gelen

yeni ürünleri geliştirdiğimiz noktası, kullanıcılarımızdan

gelen dönüşlerle ürünleri geliştiriyoruz. Orada

bir ufak örnek. Bundan yaklaşık 4-4,5 yıl öncesinde

fotoğraflarımızı gönderirken kullanıcılarımızdan bir

veya birkaçı, bu ürünleri biz bir albüm içerisinde

görsek çok güzel olur, kendi yaşam alanlarımızda

görsek çok güzel olur fikriyle bize kendi yaptığı bir

‘Do It Yourself’ kitabını gönderdi. Biz hemen bunu

89

ürünleştirdik. Bu bize süper bir yol açtı. Bu ürün,

gördüğünüz gibi anı kitabı ürünümüzdü. Bunun gibi

birçok ürünün geliştirilmesinde sizden gelen dönüşlerle

ürünleri geliştirip en iyi hale getiriyoruz. Pandemi

dönemiyle birlikte Sosyopix olarak daha çok kişiye

özel hediye edilebilir ürün kategorisindeyiz. Bundan

öncesinde ilk çıkış yeri fotoğraflı ürünler dikeyinde

olmasını, biraz da pandemiyle beraber değiştirdik.

Çünkü biliyorsunuz pandemi nedeniyle ailemizle,

arkadaşlarımızla, sevdiklerimizle vakit geçirmemiz;

düğünler, organizasyonlar azaldı. Artık hepimizdeki

fotoğraf biriktirme, biraz daha eskiye göre kısır bir

hale geldi. Bu noktada aslında Sosyopix’te hemen

bir dokunuş yapıp bu ürünleri hediye edebiliyordu.

Kendi anılarımızı güzelleştirmek için yapıyorduk.

Sadece fotoğraf değil, kişiye özel yaparak bu ürünleri

daha farklı donelerle doldurabiliriz. Zaten bu daha

öncesinde sizlerden gelen istek oluyor. Bunu bir hediye

kutusu, çiçek buketi, yenilebilir bir hediye olarak

yapma fikriyle aslında Sosyopix’i bugünkü konumuna

getirdi.

Sosyopix bundan sonra neler yapacak? Tabii ki

ürünlerini geliştirecek, daha farklı ürünlerle karşımıza

çıkacak. Buradan bu ürünler tek tek şunlar olur

diyemem ama kişiye özel hediye edilebilir ürünlerde

çok daha fazla çeşit göreceğimizi söyleyebilirim. Buradaki

bakış açımız, ürünleri seçerken ve geliştirirken

önce kendi beğenimiz. Sonra sizlere bazı kontrol test

gruplarıyla beğenip beğenmediğinizin yorumlarınızı

alıp, ürünleri geliştirip canlıya alıyoruz.

Bu süreç çok kısa bir süreç olmuyor. Baştan sona bu

süreç bir development. Daha sonra ürün tedarik zincirine

giriyor. Buradan satın alması ve son paketleme

noktasına kadar bir ürün süreci var. Şirketteki bütün

herkesin çalışma şeklini değiştiren bir yere kadar gidiyor.

Bu noktada da güzel yenilikler göreceğiz. Daha

seveceğiniz, daha da kişiye özel göreceğiniz ürünleri

2022 yılı içerisine koymayı hedefliyoruz.

Sosyopix 2015 yılında kurulmuş ve 2015 yılından

beri başarılarını devam ettirmiş bir girişim. Peki

arka planda sizlerin bu süreçte en çok zorlandığı,

pes etme noktasına geldiği bir an oldu mu? Umutsuzluğa

kapıldığınız anlarda sizleri motive eden ve

devam etmenizi sağlayan güç neydi? Veya her şeyin

harika gittiği ve biz gerçekten başardık dediğiniz

bir an oldu mu?

Şimdi burada Genç Girişim dergisi ve üyeleri olarak

biliyorsunuz; tam olarak girişim benim tanımlamam

ve gördüğüm tarafı söylüyorum; daha çok sorun ve

problem çözme yeteneğinize göre değişen bir nokta.

Bu süreçte herhangi bir iş kolu olsun, ne yapmak istiyorsak

yapalım, sürekli bir problem çözmek üzerine

kendinizi challenge içerisinde veya ikilemler içerisinde

bulacaksınız. Burada benim ilk söyleyeceğim şey,

tek başınıza bir işi sizin yapmanız imkânsız. Burada

bir ekibe ihtiyacımız var. Öncelikle benim yorumum,

bunu yapmak için doğru bir birlikteliğe ihtiyacınız

var. Burada da ağabey - kardeş başladık diyoruz ya,

bu doğru birliktelik, doğru ortak seçimi. Bizim Sosyopix’te

yaşadığımız deneyimden söylüyorum bu

çok önemli. Bu süreçte çok kavgalar ve tartışmalar

yaşamışızdır ama ortak noktası Sosyopix’in yapacağı

işleri, ürünleri iyiye götürmek olduğu için sırt sırta

verip aslında üç yüz altmış derece dünyayı görmekten

geçiyor. Benim gördüğüm bir tarafı diğer tarafın

göremeyişi onun motivasyonunu düşürüyor olabilir.

Ben o gördüğüm değeri, parlak yıldızı, o her neyse

bunu alıp anlatıp bak bunu böyle bir yere götürebiliriz

deyip aslında motivasyonlarımızı arttıran bir çalışma

yapmış oluyoruz. Burada bu işe motive olmamızı

sağlayan şey, birinci ana önceliğimiz Sosyopix’e olan

inancımız. Yani yapacağınız işe olan inancınız ve

tutkunuz. En büyük güç bu diye görüyorum. Devamında

ortağınız, birlikte çalışacağınız kişi. Çünkü

beraber birçok şeye karar vermektesiniz. Birbirinize

sıkı sıkıya bağlı olmalısınız. Bunları tartışarak güzel


yere götüreceksiniz. Bunların hepsini de bir ekiple

yapmak en güzeli ve en iyisi. Çünkü iki kişi de olsanız

tek başına da olsanız bir şey yapamayacaksınız.

Sosyopix ilk kurulduğu günlerde benim de yazılım

geçmişim aynı şekilde ağabeyimin de yazılım geçmişi

vardı. Bu noktada beraber karar verip, birlikte

düşünüp yol almamız gerekiyordu. Bunun için

ben de oradaki fırsatları öne çıkardım. Diğer taraftan

ikimizin de yazılım geçmişi olmasına rağmen

farklı çözümlerle işi daha iyi hale getirdik. Ama en

büyük temel bilincimiz Sosyopix’e olan tutkumuz,

inancımız diyorum. Burada ekip noktasında mesela

marketing tarafında en başlarda çok yeteneksiz ve

eksik olduğumuz durumlarda ekibe dahil ettiğimiz

arkadaşlar var. Şu an hepsi Sosyopix bünyesine

dahil, hala çalışıyor. Dört kişi başladık yola. Bir gün

sosyal medya post’unu ben atmaya çalıştım ama

ben şey yazıyorum. “Hadi herkese hayırlı cumalar”

değişik bir şey yazmaya çalışıyorum ama yapmam

gereken bu değil. Bunu doğru yapan kişi de ben

olmayacağım. Ekibimize dahil olan kişiler Pelin ve

Cennet var. Çok yakınız ve hala bizimle çalışıyorlar.

Sosyopix’te yıllar boyunca farklı farklı deneyimler süreçler

yaşadılar. Hemen birinin eline kalemi verdik.

O işi daha iyi yapıyor ve atıyor. Arkasından DM’lere

cevap veriyor, arkasından telefonlara cevap veriyor,

arkasından fatura kesiyor vs... Böyle işleri paylaşarak

bugünlere getirdik. Pes etme noktasına getiren

şeyler, Sosyopix’te çok fazla iş olması ve sizin zamanınızın

yetememesi. Pes etmek değil ama canınızı

sıkabilir. Ama gözümüzü açıp kapatıp bakınca

bunun çözümü var. Ekipçe yapabiliriz ve yapmaktan

da çok keyif alıyorsak zaten herhangi bir engel

kalmıyor. O motivasyonu hiç kaybetmeden çalışıyor

olmak lazım. İlk yılları daha yoğun çalıştığımız

dönemler oldu. Burada en büyük bilinç, yeteneğiniz

sizi farklı yerlere götürebilir. Farklı yerlere çıkarabilir.

Bu değerler, kuvvetler bence en kıymetli olan.

Deneyerek öğrenmemiz gerekiyor.

Kendim nerede kıymetliysem,

kendimi nerede iyi hissediyorsam

daha mutlu hissediyorsam

oraya yönelmeye başladım.

Kişiselleştirilmiş hediye sektörünün önde gelen

oyuncuları arasında yer alan yerli girişim Sosyopix,

uluslararası girişimci ağı Endeavor tarafından

“Ülke Adayı” seçildi. Geçen yıl 1.2 milyon üye sayısına

ulaşan girişimin kurucuları olarak şimdi de

Türkiye’yi temsilen, uluslararası seçmelere katılmak

sizde ne gibi hisler uyandırdı?

2021’in başında çok güzel bir deneyim oldu bizim

için. Biz de böyle uzun yıllar devam eden ilişkimizi

artık Endeavor Türkiye adayı olarak seçilmekle taçlandırdık.

Bu çok güzel bir his, çok güzel bir duygu.

Evet Türkiye'de bir adayız. Bu ne demek? Yurt

dışında Endeavor’ın belirlediği bir girişim olarak yer

almak üzere koyulduk. Orada bir güven endeksi

yarattık. Kendimize, ekibimize ve de dışarıya karşı.

Sizin yaptığınız bir işte bir başarının takdir edilmesi,

bu iş ufacık bir kahve hazırlamak bile olsa, bunun

çok güzel olduğunu birinden duymak insana büyük

bir keyif ve büyük haz veriyor. Bir daha yapma

isteği uyandırıyor.. Biz de bugüne kadar Sosyopix’te

yaptığımız işlerde, doğrusunu yanlışını biliyoruz

ki çoğunlukla doğru işler yaptık, güzel sonuçlar

çıkardık. Bu doğruluğu da bir mentor’un büyük

bir çatı altında Endeavor’ın söylemesi, güzel işler

yaptığımızı gösteriyor. Birçok mentor’un birçok jüri

üyesinin bizi o kürsüye koyup ‘’Başardınız’’ demesi

insanı gerçekten olağanüstü gururlandırıyor,

mutlu ediyor. O duyguları gerçekten tarif etmek

çok zor. Umarım sizler de yaşamınızın herhangi bir

kısmında böyle bir kürsüde takdir edilip o hissi yaşarsınız

ve anlarsınız. Tarif etmesi bayağı güç. Ama

ne oluyor, insan doğası gereği daha fazla bir şey

yapmak istiyor. Bununla yetinmiyor. Ne oldu? Evet

ülke adayı olduk. Bundan sonra globalde bu onayı

almak bize bir hedef oldu. Globalde bu kürsüye çıkıp

onay almak bizim için arkasından koştuğumuz

challangelardan birisi oldu. Bu duyguları böyle tarif

edebilirim açıkçası.

Gün geçtikçe büyüyen bir sosyopix var. 85’ten fazla

ülkeye gönderim yapıyorsunuz, MENA ve EMEA

bölgelerine öncelik veren yurtdışı planlarınız

olduğunu biliyoruz. Peki bu süreçte globalleşme

üzerine ne gibi planlarınız var?

Teşekkürler. Evet global tarafta yurt dışına gönderim

yapabilen ve bu hizmetimizin sadece Türkiye

değil, tüm dünyaya tanıtmak isteyen bakış açımızı

her geçen gün daha da doldurmak istiyoruz. Hedef

belirlediğimiz pazarlarda geliştirmek üzere planlarımız;

Türkiye'de yaptığımız deneyimleri, çalışmaları

oraya yansıtıp kendimizi ve bir marketing bakış açısı

tarifleyeceğimiz üretim yerleridir. Öncelikle burada

yurt dışı planlarında tedarikçimiz olan Fujifilm’le bir

iş birliği içerisindeyiz. Bu imzalanan bir süreç değil

ama not düşmekte fayda var. Biz Türkiye'de şu

an fotoğraf baskı sektöründe lider konumundayız.

Biz aslında farkında olmadığımız bi durumda. Bir

gün Fujifilm bize geldi. Japon bir şirket ve kendi

başkanlarıyla yönetilen bir yapısı var. Türkiye coğrafyasındaki

yerlere bakan başkanları geldi, ziyaret

etti ve şunu dedi; Sosyopix şu an Avrupa'da en çok

fotoğraf kağıdı satın alan ilk dört şirketten birisi.

Bu inanılmaz gurur verici bir şey bizim için. Bunun

arkasından işler gelmeye başladı. Nasıl oldu? Bizi

çok beğendi. Fujifilm Dubai hemen bir iş birliği

yapmak istedi. Merkezi orada, körfez ülkelerini hizmet

edebilecek seviyede operasyon merkezi kurup

Fujifilm üstlenecek. Biz de daha çok siparişi yapabilme

gücümüzü oraya aktarıp körfez ülkelerine satış

yapabileceğiz. Aslında Sosyopix tamamen buradan

yönetilen ve üretiminin orada yapıldığı bir forma

bürünecek. Bu deneme başarılı olduğu takdirde

başka ülkelere de gider. Alırız bunu Güney Afrika'ya

götürürüz ki bu onların söylemi. Bunu farklı coğrafyalarda

deneyerek, Sosyopix kendi üretim merkezlerini

kurarak dünyaya hizmet eder pozisyona

gelecek. Önümüzdeki yurt dışı planlarımızı yapmak

için de çalışıyoruz. Ben bir parmak şaklatmasıyla

olsa keşke diyorum ama zamanla oluyor. Belki geç

kalınmış da olabilir ama bu süreçte doğru temelleri

oturtmak için aslında doğru zamanı kolluyoruz. Burada

gerçekten çok önemli noktalar bunlar. Doğru

zamanlama, doğru iş, doğru kişi. Bence başarının

sırrı buradan geliyor. Bu noktada global tarafta

gerçekten hevesliyiz, istekliyiz. Kullanıcılarımızdan

aldığımız birçok dönüşler var. Yurt dışında ilk başta

şuradan başladık; Azerbaycan'dan bazı kullanıcılarımız

yazıyordu çok öncesinde. Sorun çözmek için

seri bir şekilde en azından gönderim yapabilecek

seviyede bir altyapı ağı kurduk. Beraberinde Almanya'da,

İtalya'da yaşayan Türkler tanıdı bizi. Böylece

ağımızı genişlettik. Bundan sonra da önümüzdeki

aylarda Sosyopix’i tüm dünyaya daha fazla hizmet

eder halde göreceğiz. Bunun sebebi de Türkiye'den

gönderim yapabiliyoruz ama orada kargo fiyatlarının

yüksek oluşu nedeniyle kullanıcıya daha iyi

servis hizmet verebilmemiz için üretim merkezini

orada kurmamız daha mantıklı geliyor.

90


Çünkü gönderim orada daha uygun fiyatlı olacak.

Bu gönderdiğimiz ürünlerin sepet ağırlığıyla

ilgili bir konu. Hem sepet ağırlığımızı yükseltecek

ürünleri katıyoruz hem de bizim orada yapabileceğimiz

çalışmaları arıyoruz.

Büyürken kontrollü şekilde büyümek, kalitenizden

ödün vermemek markanızın birinci önceliği

olduğunu ifade etmiştiniz aynı zaman da yurt

dışına açılmaya da devam etmektesiniz. Bu konuda

kalitenizden ödün vermemek için daha çok

nelere dikkat ediyorsunuz?

Teşekkürler… Sosyopix daha önce kullandınız

mı? Diğer aldığınız ürünlere göre veya kişiye özel

bir hediye alıp kendiniz deneyimleme ve hediye

olarak gönderdiğinde kalite odağını fark etmişsinizdir.

Burada birçok nokta var bizim dokunmak

istediğimiz. En ince ayrıntısına kadar Sosyopix

bunları yapmak istiyor. Bunlara dokunmak istiyor.

İçinde gönderdiğimiz o minik ürünü kullandığınızda

gerek dokunuşu gerek faydası olan bir şeyi

bile düşünmek bizim için bir keyif. Bunu yaparken

ne yapıyoruz? Evet Türkiye'de zorlandığımız

süreçler olmuştur ki burayı çözdükten sonra bunu

daha da geliştiriyoruz. Ürünün en kalitelisi aslında

tedarikten ham maddeden başlıyor. Sosyopix,

bu ham maddenin veya ürünün en kaliteli olanına

odaklanıyor. Burada bunu birçok örneklerle

geçmişte yaşadık. Kalitenin bir tık düştüğü durumlarda

ki o zaman outsource yapıyorduk işimizi.

Sosyopix kendi üretim yerine sahip değildi ama

bir yerde kendi üretmeye başladı o girişimcilik. O

Start Up’ta her şeyi cebinize koyamıyorsunuz. MVP

bakış açısıyla önce outsource üretimle başladı.

Buradaki kalite değişkeni zaten Sosyopix’in en ana

ekseni olan kaliteyi sallamaya başladığı anda dur

dedik biz. Bunu kendimizin yapıyor olması lazım

ki kaliteyi kontrol edebilelim. Bunun için doğru

üretim makineleri, doğru tedarikçiler, doğru ham

maddeleri birbirinin üzerine ekleyerek üretmeye

başladık. Şu an yaptığımız noktada da her üretim

bandında her ürünü paketlerken koyduğumuz

ürünün tek tek aslında test edildiği ve düzgün

şekilde kodlanması için belli bir üretim bandından

geçtiği bir serüveni yaşıyoruz. Bu sadece üretim

tarafı. Kullanıcı memnuniyeti tarafındaki kalite

de çok değerli bizim için. Sizin, uygulamamızda

veya sitemizde gördüğünüz görselleri, oranın

tasarımını en kolay kullanımınıza uygun olması

için yapıyoruz. Tek amacı daha rahat bir yolculuğa

kavuşmanız, daha hızlı bir şekilde alıyor olmanız.

Bu süreçte de kaliteli hissedilmesi en önemli, en

değerli gördüğümüz şeylerden birisi. Ve kalite

odağı Sosyopix’in gerçekten çok kıymet verdiği

bir şey. Bu noktada sizlerin de önerileriniz, şöyle

yapılabilir dediğiniz noktalar varsa Sosyopix olarak

bunu dinlemeyi çok isteriz. Her biri, bize atılan

herhangi bir mail cevapsız kalmaz ve aynı şekilde

bunun arkasından bir çıktısı olmasını çok isteriz.

Sizlerden genç girişimciler için tavsiyeler istesek

bunlar neler olurdu? Özellikle son zamanda

popülerliği artan e-ticaret girişimleri için neler

söylemek istersiniz?

Bu süreçte kendim, sizleri de görünce ilk aklıma

gelen şey öğrencilik yıllarında neler yaptığım oluyor.

Belki bir faydası olacaksa ben oradan başlayayım

isterim. Ben de öğrenci olduğum yıllarda

en büyük kazanımı stajlarımda yaşadım. Yanlış

anlaşılmasın, okulda birçok şey öğrenmiştim, o

zaten cepte. Bununla beraber dış dünyaya farklı

bakış açısından bakmak gerekiyor. Şu an sizler de

bu bulunduğunuz dergide, kulüpte tam olarak

bunları yaşıyorsunuz. Kesinlikle şu an gördüğüm

kişiler doğru yoldasınız. Çünkü bir şeyleri deniyorsunuz.

Bir şeylere farkındalığınızı arttırıyorsunuz.

Ben de yaptığım stajlarda, katıldığım görüşmelerde,

toplantılarda, etkinliklerde bunu yaşadım. Kendinize

bir şey katmanızı isterim. Bu bir şey ne demek?

Çok havada kalabilir ama şöyle diyeyim; deneyerek öğrenmemiz

gerekiyor. Dene-yanıl yöntemi deyin buna.

Şu an staj da bir deneme yanılmadır. Benim de özellikle

ilk yaptığım şeylerden birisi oydu. Bir Start Up’ta

yaptım, iki kurumsal şirkette yaptım, üç KOBİ daha

orta ölçekli bir yerde yaptım. Aslında kendimi tanımaya

çalıştım. Kendim nerede kıymetliysem kendimi

nerede iyi hissediyorsam daha mutlu hissediyorsam

oraya yönelmeye başladım. Bu noktada kendimi Start

Up’ta daha iyi hissettiğimi gördüm. O yıllarda mesela

kurumsal tarafa girdim. Stajımı yaptım. Evet güzel, iyi

şeyler. Oradan da farklı şeyler var. Kötü demiyorum

ama benim kişiliğime uymayan tarafları gördüm. Bazı

kalıpların dışına çıkabilme özgürlüğünü alıyor. Benim

içimdeki o Emre kalıpların dışına çıkabilme özgürlüğünü

istiyordu. Buna yönelik yerlerde çalışmaya

başladım. Daha sonra kendimi Start Up’ta daha iyi

ifade edebildiğimi fark ettim. Daha güzel işler çıkarabildiğimi

görünce evet dedim, ben buyum. Ben kendi

işimi yapabilirim. Bir inancım, bir fikrim var. Bir ekipte

arkadaşlar veya bir ortakla güzel işler çıkarabilirim

dedim. Fikir olmak zorunda değil ama doğru takımla

beraber, doğru ortaklıkla beraber güzel işler çıkar. Bu

noktada sizlerin yeteneğiniz, eğitimini aldığınız tarafın

yanında başka taraflarda bir eğitim alan kişilerle daha

çok arkadaş olabilirsiniz. Farklı arkadaşlıklar edinmek

adına bu stajı da denemelisiniz. Çayınızı, kahvenizi

gidip mühendislik fakültesinde için veya başka bir

yerde için. Orada birileriyle tanışın. Zaten o topluluklar,

etkinlikler bu yüzden güzel. Yüzde yüz paylaşımcı olmaya

çalışın derim ben bu noktada. Çünkü evet fikrin

kıymetli olabilir ama benim inancım o değil açıkçası.

Ben bir fikrimi paylaşmaktan hiç çekinmem. Söylerim.

Yapabilen yapsın. Zaten başarı budur. Bu yüzden

ekip olmak önemli. Siz fikrinizi açın. Belki birine bir ışık

yakar. O size bir şekilde gelir. Burada kendinizi keşfedin.

Çünkü üniversite yıllarımda, birebir şu işi yaparım

diyebildiğim bir nokta yoktu. Daha çok kendini

tanımayla geçiriyordu üniversite yılları. Stajda da ben

onu gördüm. İş hayatınıza geçtiğinizde dediğim gibi

doğru takım arkadaşlarıyla yeni işleri deneyeceksiniz

ve kendinizi iyi hissettiğiniz yere gideceksiniz. Burada

derginin adı Genç Girişim ama herkesin kendi işini

yapma odağı olmak zorunda değil. Hatta mümkünse

yapmakta çok çekingen davranın. Oranları biliyorsunuz

ki şu an Türkiye'de kurulan bir Start Up’ın dört yıl

içerisinde başarılı olma oranı gerçekten çok düşük.

Yüzde dört seviyesinde. Yani şu an aramızdan bir kişi

bile başarılı olamayacak diyen bir istatistik var. Bunları

da bilerek aslında bu challengeları yıkmak adına,

siz o başarmak için eksik olan neyse; deneme, doğru

kişi, doğru zaman, doğru ürünü koyarsanız olacak. Bu

doğrunun tanımı yok. Deneyerek göreceğiz, yaşayacağız.

İkinci, üçüncü ve son sınıf öğrencileri için bu

konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani

ilk adımın staj olmalı. Staj konusunda bir yola giderken

aslında dümdüz değil de biraz daha farklı yolları

denemelisiniz. Bunları da aklınızdan çıkarmayın.

Çalışmak istediğiniz bir yer vardır. Şu an bunun adına

Sosyopix diyelim. Gidip orada çalışma isteğiniz varsa

şu an mesela benimle tanıştınız. Bana söyleyebilirsiniz.

Bunu farklı yollarla yapmak güzel. Sosyopix’e klasik bir

mail atarak ben çalışmak istiyorum demektense farklı

şekilde iletişim kurun. Bilmiyorum Linkedln’leriniz var

mı? Burayı aktifleştirin. Burada farklılaşma da önemli.

Daha fazla detay söylerim ama çok havada kalmaması

için ilk başlangıç seviyesi böyle diyebilirim.

91

Doğru zamanlama, doğru iş, doğru

kişi. Bence başarının sırrı buradan

geliyor.


ARŞİVDEN Yazı: DERYA ÇETİN / 2009

Marka kavramını detaylı olarak incelediğimizde, marka unsuru ile insanların oluşturduğu

kurum kavramı arasında önemli benzerlikler vardır.

Her insanın doğuştan bir marka değeri taşıdığını düşünüyorum ben aslında. Kişiliğin

oluşması ile birlikte, eklenen eğitim ve tecrübeler bizi yaşamda bir noktaya getirir. Bu

noktaların herhangi birinde ise de insanlara "marka" olduğunu söyleyen birileri olmadıkça

ya da bu konuda teşvik edilmedikçe kendilerini "marka" olarak kabul etmezler. İşte

insanların bunu yenmeleri gerekiyor. Bizim amacımız, kişisel markalaşma konusunda

insanların bilinçli farkındalığını artırabilmek ve yaşamda "marka" olarak örnek aldığı insanları

takip edebilmelerini sağlamak olmalıdır.

Günümüzde şirketler ürün ve hizmetleriyle marka yaratmak, başarılı markalar haline

gelmek için uğraşırken bireyler de bireysel farkındalıklarını geliştirip kişisel marka olmak

için çabalıyorlar. Kişisel markalaşma, hem ünlüler için hem girişimciler hem de profesyoneller

için kullanılmayı bekleyen bir fırsattır aslında, hem bu fırsatı değerlendirmek için

Madonna gibi ünlü olmanız da gerekmiyor, sizi diğer insanlardan ayıran yetenekleriniz

ve kişisel özelliklerinizle ve bu özellikleri yerinde ve doğru kullandığınızda, kişisel marka

olmanız mümkündür.

Kişisel markalaşma, üzerinizde taşıdığınız "değer etiketleri"nin farkında olmanızdır. Aynı

zamanda geliştirilebilecek potansiyelinizi keşfetmenizdir. Kimsin, ne için yaşıyorsun,

güçlü ve zayıf özelliklerin neler, çevrende nasıl tanınıyorsun, hayata nasıl bir katma değer

sunuyorsun gibi soruların cevabının verilmesidir.

Bir çeşit marka kimlik sorgulaması gibi. Doğuştan gelen özelliklerle birlikte eğitim ve

tecrübelerimiz de yaşamınıza yön verir. Tüm bu sorgulamalar aslında yaşamın ta kendisidir.

Her hareketiniz, markanıza pozitif ya da negatif bir şeyler yükler. Başarı, saygınlık,

bilinirlik gibi kategorilerde ibreniz gider veya gelir.

Ancak kişisel markalaşma şu şekilde algılanmamalıdır. Tabii ki bazı insanları örnek alabilirsiniz

ancak taklit etmek veya yapay davranışlarda bulunmak hoş değildir. Kişisel bir

marka olabilmek için belli kurallar vardır. Bunları belli bir sıraya sokmak gerekirse önce

bir konu belirlemeniz ve bu konu üzerinde yoğunlaşıp uzmanlaşmanız gerekiyor. Daha

sonraki süreçlerde uzmanlaştığınız alan için diğerlerinin sizi o uzmanlık alanının lideri

şeklinde algılaması önemlidir. Gerçek bir kişisel marka, tamamıyla sizin kişiliğiniz üzerine

kurulmak zorundadır. Kişisel markanın etkili olması için rakiplerine göre farklılık

yaratması ve başarılı olabilmesi için de sürekli göz önünde olması gerekir. Kişisel marka

ardındaki kişi, markanın uyandırdığı ahlaki ve davranışsal hali ile tamamıyla uyuşmalıdır.

Ancak bütün bunları sağlasak da kişisel markayı oluşturmak uzun sürecektir.

Ancak devamlılığını sağlamak istiyorsanız bu süreçte markanıza sahip çıkmalı ve değiştirmeye

çalışmamalısınız. Günümüzde bunu başarmış birçok ünlü sanatçı ve iş adamları

mevcut.

Sakıp Sabancı (SA); yıllarca Sabancı Holding yönetim

kurulu başkanlığını başarıyla sürdürmüş,

renkli ve enerjik kişiliği ile halka yakın tavırları ile

halkın sevgisini kazanmış ve bu sevginin sonucu

olarak "Sakıp Ağa" lakabını kazanmış başarılı iş

adamlarımızdan biriydi. Ve bu başarısı onu 2004

yılında Amerikan iş dergisi

Forbes'un milyarderler listesinde 147. Sıraya kadar

taşımıştır. Markalaşarak kitlelerce tanınan Sabancı

sürekli artış gösteren bir

başarıyla faaliyetlerine devam etmektir.

92


Vehbi Koç (KOÇ); Türk sanayici ve başarılı iş adamlarımızdan

bir diğeridir. 1917 yılında esnaflıktan başlayarak yavaş yavaş ama

emin adımlarla büyüyüp Koç isminin bu noktaya gelmesini ve

Koç isminin, kendi isminin markalaşmasını sağladı.

Abdullah Kiğılı (KİĞILI); Kiğılı Giyim Mağazaları

zincirinin kurucusu ve sahibi olan iş adamıdır. Aynı

zamanda İstanbulspor ve Fenerbahçe kulüplerinde

ve Güreş Federasyonu, Kayak Federasyonu

ve Futbol Federasyonu'nda yöneticilik yapmıştır.

1997'de kısa bir dönem boyunca Futbol Federasyonu

Başkanı da olmuştur. 1965 yılında Kiğılı markası

ile gömlek ve pantolon üretimine başlamıştır. 1969

yılında İstiklal Caddesi'nde şimdiki Kiğılı mağazasını

açmış, 1973 yılında Beymen Beyoğlu mağazasına

ortak olmuştur. 1980 yılında Kiğılı hazır giyim

fabrikasını kurmuştur. Bu tarihten itibaren fabrikasında

Almanya ve Hollanda’ya erkek takım elbise

fason üretimi yapmıştır. Ayrıca ürünlerini Türkiye

genelinde 300 bayii aracılığıyla satar hale gelmiştir.

1995 yılından itibaren toptan satışlarını kaldırmasıyla

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde toplam 100 mağaza

aracılığıyla satışlarını sürdürmektedir.

Vitali Hakko ve Cem Hakko (VAKKO); 1934 yılında şapka devriminin

ilk günlerinde Şen Şapka mağazasını açarak iş dünyasına adımını

attı. Şapkanın modası geçtikten sonra eşarp satmaya başlayan mağazasına

Vakko adını verdi. 1962 yılında Beyoğlu'nda ilk mağazasını

açtı. Beyoğlu’ndaki bu mağaza açıldığı zaman Türkiye’nin o zamana

kadar açılmış en büyük mağazasıydı. O zamandan beri Vakko mağazaları

Türkiye’nin en saygın giyim mağazalarından biri olarak bilinmektedir.

Gençlere yönelik Vakkorama mağazalarıyla birlikte 20'yi

aşan sayıda şubeleri vardır. Vitali Hakko ilerleyen yaşlarında mağazaların

diğer aile üyelerine özellikle oğlu Cem Hakko'ya bıraktı. Vakko

ismi yıllarca süregelen bu çabayla markalaşmayı hak etti ve dünyaca

bilinen bir markaya dönüştü.

Eyüp Sabri Tuncer; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yılında Ankara'da,

O zamanki adıyla "Bonmarşe" olarak tanımlanan ilk perakende

satış mağazasının açılışı ile başlamıştır. Bu dönemde; ana faaliyet

kolu olan ısmarlama gömlekçilik ile birlikte; şapka, atkı, mendil, çorap,

kösele ve deri valiz, el çantası, şemsiye gibi tuhafiye ürünlerinin

satışı faaliyetleri yürütülmüştür. Mağazada, mevcut ürün ve hizmetlerinin

yanında, yan ürün olarak da bir vatandaşımızın teşvikiyle

kolonya üretimine başlanmıştı. 1930'Iu yılların pazar koşullarında

ürün kataloğu olarak da kullanılan fiyat listeleri hazırlanmıştır. İşletme

1989'a kadar çok sayıda ortağın girişimiyle büyümüştür. 1990'dan

sonra ortaklık yapısında büyük bir değişme gerçekleşmiş, % 90 hisse

Sabahattin Tuncer ve oğlu H. Engin Tuncer'de toplanmıştır. Böylece

işletme tamamen bir aile şirketi haline dönüşmüştür. Ve Eyüp Sabri

Tuncer şu anki konumuna ulaşmıştır. Bunların dışında; Zeki Başeskioğlu

(Zeki Triko), Jazk Neyir İzisel (Neyir Triko) ve daha bunlar gibi

birçok isim; Türkiye’de ve dünyada tanınmış markalar haline gelen

isimlerdir.

93


Cemalettin Sarar (SARAR); Küçük yaşta ticaret

hayatına başladı ve uzun yıllar esnaflık yaptı. Yıllarca

babasından kalan Beypazarı'ndaki dükkanlarında

terzi-hazır giyim işi ile uğraştı. 1983 yılında

kardeşleriyle birlikte fabrikasyon imalata geçme

kararı aldı. Hızla büyüyen SARAR markasını yarattı.

Cem Boyner (BOYNER); Boyner mağazalar zinciri

sahibi olması dışında, Yeni Demokrasi Hareketi

Genel Başkanı ve Kurucusu, dalgıç ve amatör

sualtı fotoğrafçısıdır. Aynı zamanda Altınyıldız

Holding Yönetim Kurulu Başkanı, TÜSİAD Başkan

Yardımcılığı ve Başkanlığı yapmıştır.

Sadece bunlarla bitmiyor tabii ki. Ünlü sanatçılar, showmanler de kendi isimlerini ya

da kendileriyle özleşmiş olan isimleri tescilleyip marka haline getiriyorlar. Örneğin; Gülben

Ergen'in Dadı ve Gülbence adında 2 adet tescilli markası bulunmakta. Aynı şekilde

Beyazıt Öztürk de Beyaz ismini tescillemiştir. Bunların dışında Kenan Doğulu, İbrahim

Tatlıses, Yılmaz Erdoğan, Hülya Avşar ve daha birçok isim de kendi adlarını veya kendileriyle

özdeşleşen isimleri tescil ettirmiş bulunmaktalar. Tabi bu durum sadece ülkemizde

değil. Yabancı firmalar da birçok marka sahibinin, kurucusunun adını taşımaktadır.

Pierre Cardin. Giorgia Armani, Donatella Versace, Gianni Versace, Tommy Hilfiger, Coco

Chanel, Christian Dior, Guccio Gucci, Harley Davidson, Louis Vuitton; tarih boyunca çoğunlukla

tekstil sektörü olmak üzere büyük başarılara imza atmış isimlerdir. En başta

da söylediğim gibi markalaşmak belli bir süreç gerektirir. Çok kolay bir süreç olduğu da

söylenemez ancak gerçekten hak eden ve bunun için çaba harcayan herkesin bir şekilde

başarılı olabileceğine inanıyorum ben. Bence insanın önce kendisine inanması gerekiyor

bir işe başlamadan önce. Bütün süreç bu şekilde başlıyor. Bir insan kendine güvenmediği

sürece atacağı her adımı güvensiz atmış demektir. Ve bir insan attığı ilk adımı korkak

atarsa sonraki her adımda tökezleyecektir. Bir işte başarılı olmak istiyorsanız risk almalısınız,

doğru yerde doğru zamanda doğru kararlar vermelisiniz. Yapacağınız her iş her

seçim daha önceden programlı ve planlı olmalı. Ve başarıya giden her yolda mutlaka bir

şeylerden fedakarlık edilmelidir diye düşünüyorum.

Kimse doğuştan şanslı değildir. İnsan kendi şansını kendi yaratır. Ancak şöyle bir istisna

var ki herkesin imkanı bir olmayabilir ama bu da bir engel değildir. Bir insan gerçekten

isterse birçok şeyi başarabilir.

Bütün bunlar sağlandığı takdirde başarılı olma garantisini tabii ki de veremiyorum çünkü

profesyonel değilim ancak bir insan pozitif olduğu sürece ve gerçekten kendine inandığı

sürece iyi işlere imza atacaktır.

Kim bilir belki de yıllar sonra bu satırlarda adı geçen isim siz olabilirsiniz "markalamış bir

insan" olarak. Olmaz demeyin. Neden olmasın?

94


95


SOSYAL MEDYA

HESAPLARIMIZ

İşletme Kulübü

Sosyal Medya Hesapları:

www.isletmekulubu.com

isletmekulubu

Web sitesi ve geçmiş sayılar için:

İşletme Kulübü

isletmekulubu

Genç Girişim Dergisi

Sosyal Medya Hesapları:

gencgirisimdergisi

ikgencgirisim

96


97


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!