You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
37.SAYI
ISO 9001:2015
26. YIL
MÜGE ARPACIOĞLU
MODA SEKTÖRÜNÜN
YENİLİKÇİ YÖNETİCİSİ
TÜLİN MEDE ESMER
HAYAT BOYU ÖĞRENME
MOTİVASYONUYLA KARİYERİNE
YÖN VEREN YÖNETİCİ
HANDE YAŞARGİL
BAŞARILARIYLA İLHAM
VEREN KADIN YÖNETİCİ
ACUN
ILICALI
Başarı öyküsünü paylaşıyor
BUGÜNÜN DOĞRULARI
YARININ YANLIŞLARIDIR
ALI ÜLKER
Şans Elinize Geçtiğinde Peşinden
Koşmak İçin Cesur Olun
GÜRHAN ÇAM
ÜCRETSİZDİR
1
Kariyerine giden en kısa yol
Genel Yayın Yönetmeni
Gözde KIRANT
Editörler
Aleyna TOPOĞLU
İrem BİNİCİ
37. Sayı Ekibi
Bayram Harun ÇOBAN
Berfin ERÇEL
Büşra DOLANBAY
Dicle BALAMİR
Esra SARICIOĞLU
Gülnur DOLANBAY
Ramazan TURGUT
Simge METE
Suhan SARDOĞAN
Yaren VURAL
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İŞLETME
FAKÜLTESİ İŞLETME KULÜBÜ,
AVCILAR/İSTANBUL
İmtiyaz Sahibi
Muharrem BELENE
Yayın Türü
Yerel, Süreli, Yılda Bir
Baskı
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi
Giriş Kat EBlok No:13 1BE11,
Topkapı/İstanbul
2021-2022 İŞLETME KULÜBÜ
YÖNETİM KURULU
Yönetim Kurulu Başkanı
Muhammed YÜZBAŞIOĞLU
Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcıları
Batuhan BATUR
Burak DEMİR
Girişimcilik Departmanı
Dilara KARABACAK
Yönetici Geliştirme Departmanı
Berfin DEMİR
Proje Yönetim Departmanı
Aybüke KILINÇ
Genç Girişim Dergisi Departmanı
Gözde KIRANT
Reklam ve Pazarlama Departmanı
Ecem Beliz ATEŞ
Kariyer Planlama Departmanı
Alper ERGEN
Yönetim Kurulu Genel Sekreteri
Safa KAYA
Kurumsal İletişim Departmanı
Ebrar ELHAN
Mali İşler
Muhammed Ali KUŞ
2
4 Editörlerden
Genel Yayın Yönetmeninden
5
6 Röportaj: Murat Emirdağ “E-Ticaret Sektöründeki Öncü Girişimleriyle Dikkat Çeken İsim”
Bünyamin Sürmeli “Yaşayarak mı Öğreneceğiz? Bilgi ile Engel mi Olacağız?”
14 Ayşe Kulin “Genç Girişim Dergisi Okuyucusuna Açık Mektup”
Röportaj: Hande Yaşargil “Başarılarıyla İlham Veren Kadın Yönetici”
20 Kadir Abdik “Doğayı Korumak: Elektrikli Araç”
10
16
22
Röportaj: Ali Ülker “İnovatif Düşünceleri Global Değerleri ile Zenginleştiren Lider”
28 Reklamcılık: Bülent Yar “Gelişen Teknolojide Reklamcılığın Serüveni”
Röportaj: Müge Arpacıoğlu “Moda Sektörünün Yenilikçi Yöneticisi”
30
34 Röportaj: Tülin Mede Esmer “Hayat Boyu Öğrenme Motivasyonuyla Kariyerine Yön Veren Yönetici”
İklim Krizi: Celal Toprak “İklim Krizi Üstümüze Doğru Geliyor”
38
42 Röportaj: Acun Ilıcalı “Başarısını Halkın Sevgisi ile Taçlandıran İş İnsanı”
Pazarlama: Büşra Miray Müftüoğlu “Pandemiyle Birlikte Değişim; Yeni Pazarlama Trendleri”
50 Röportaj: Canan Özdemir İşmen “Markasında Zarafeti Yaşatan Başarılı Girişimci”
Yazı: Ebru Dorman “Girişimci Ruhu”
54
46
58 Sürdürülebilirlik: Emrah Özbay “Uzun Vadede Değer; Kurumsal Sürdürülebilirlik”
Röportaj: İlhan Yılmaz “Oyun Dünyasındaki Trendlere Öncülük Eden Yönetici”
64 Röportaj: Gürhan Çam “Finansal Teknolojinin Öncü Yöneticisi”
Teknoloji: Lale Şahin “Teknoloji İş Yaşamını Nasıl Değiştirdi; Geleceğe Bakış”
72 Röportaj: Yasin Oral “Paribu CEO'su ”
68
76
Sosyal Sorumluluk : “Türkiye’nin En Köklü Eğitim Çınarı: Darüşşafaka”
81 Yazı: Haldun Dormen “Genç Girişim Dergisi Okuyucusuna Açık Mektup”
Röportaj: Başak Taşpınar Değim “Yaratıcı Girişimiyle Bir İlke İmza Atan İsim”
86 Bizden: Etkinliklerimiz
Röportaj: Emre Abat “Hediye Edilebilir Ürün Pazarına Liderlik Eden Girişimci”
92 Arşivden: Derya Çetin‘’Marka Kavramı’’
60
88
82
3
İÇİNDEKİLER
Sevgili Genç Girişim Dergisi Okurları,
Aleyna Topoğlu
İşletme Kulübü ailesi olarak büyük emek ve özveri göstererek
hazırladığımız 37. sayımızı siz değerli okurlarımızla buluşturuyor
olmaktan büyük bir heyecan duymaktayım. Her yeni sayımızda
bir adım ileriye hedefimizle, bu yıl da sizler için faydalı içerikler
hazırladığımıza inanıyorum. Çok uzun süren bir emek sonucunda
Türkiye’nin en başarılı yöneticileri ile gerçekleştirdiğimiz röportajlar,
birbirinden kıymetli isimlerin bizler için yazdığı yazılarla bu
sayımızda da okurlarımızla buluşturduğumuz bilgilendirici ve
keyifli içeriklerimizden mutluluk duyuyorum. Öncelikle 8 ay süren
çalışmalarımız boyunca her geçen günde ilk günkü motivasyonla
çalışmama vesile olup bu uzun yolculukta her daim destek olan
Direktörüm Gözde Kırant ve bu yolculuğu benim için paha biçilemez
hale getiren, en büyük yardımcım Dijital İçerik Editörümüz İrem
Binici’ye teşekkür etmek istiyorum. Ardından 37. sayımızın sizlerle
buluşmasında en büyük yapı taşı olan ve aylardır büyük özveri ile
çalışan 37. Sayı ekibine teşekkür ediyorum. Tüm bu süreç içerisinde
dergi ekibi olmanın ötesinde birbirinden kıymetli anlar paylaşmanın,
birbirimize kattığımız tüm yeni değerlerin öneminin mutluluğunu
yaşıyorum. Umarım siz değerli okurlarımızla da bu değerleri,
derginin her bir sayfasında buluşturabilmişizdir. Her çevirdiğiniz
yeni sayfadaki tecrübe ve deneyimlerin hayatınıza dokunması ve
geleceğinize yol çizmesi dileğiyle.
Sevgilerimle.
EDİTÖRLERDEN
4
Değerli Okurlar,
İşletme Kulübü ailesi olarak aylardır özenle çalışıp büyük emekler
verdiğimiz Genç Girişim dergisi 37. sayıyı sizlere sunmaktan büyük gurur
ve mutluluk duyuyorum.
Dergimizin bu sayısında, gerçekleştirdiğimiz çeşitli röportaj ve yazılarla
alanının en iyi isimlerine yer vererek iş dünyası ile aramızda bir köprü
kurmayı hedefledik. İş dünyasının önde gelen isimleri ile bir araya gelerek
günümüzün koşullarından geleceği yorumladık.
Genç Girişim dergisi dijital içerik editörlüğü görevim boyunca
gerçekleştirdiğimiz kıymetli röportajlar ve yazılarla, değerli isimler
ile tanışarak farklı bakış açıları ve hayatım boyunca bana ışık
tutacak deneyimler kazanma fırsatı yakaladım. Umarım siz değerli
okuyucularımızın da kariyer yolculuklarına ışık tutabiliriz. Bu süreçte
aynı zamanda çok güzel dostluklar edindim, ekip olmanın temellerinin
farkına vardım.
Bu yola birlikte çıktığımız, her zaman destekçimiz olan Genel Yayın
Yönetmenimiz Gözde Kırant ve bu süreçte iyi ki onunla çalışmışım
dediğim yol arkadaşım olan Editörümüz Aleyna Topoğlu başta olmak üzere
süreç boyunca elinden gelen tüm gayreti gösteren, büyük bir özveri ile
çalışmalarını yürüten 37. Sayı Ekibi’ne çok teşekkür ederim. Ayrıca bu
süreçte bizi yalnız bırakmayan İşletme Kulübü Ailesi’ne de teşekkürü bir
borç bilirim. Okuduklarınızın yolunuzu aydınlatabilmesi dileğiyle.
Sevgiyle kalın.
İrem Binici
Değerli okurlar,
İşletme Kulübü ailesi olarak uzun zamandır büyük emek ve özveri ile
çalıştığımız Genç Girişim Dergisinin 37. Sayı’sını sizlere sunmaktan
büyük gurur ve mutluluk duymaktayım. Misyonumuz ve vizyonumuz
doğrultusunda belirlediğimiz ‘’Gelecekle İletişim’’ sloganımız ile
amacımız bugünün koşullarını göz önünde bulundurarak geleceği daha
iyi yorumlayabilmek.
Bu amacımız doğrultusunda; Acun Medya kurucusu Acun Ilıcalı
ile kariyer fırsatları ve televizyonculuktan, Yıldız Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Ali Ülker ile şirket hedefleri ve şeffaflıktan, Yönetim
Kurulunda Kadın Derneği Başkanı Hande Yaşargil ile fırsat eşitliği
ve mentorluktan, H&M Türkiye Ülke Müdürü Müge Arpacıoğlu ile iş
yaşamındaki tecrübelerinden ve motivasyondan, Armut kurucusu Başak
Taşpınar Değim ile girişim ve teknolojiden, Paribu CEO’su Yasin Oral
ile blokzincir ve gelecekten, Mercedes CFO’su Tülin Mede Esmer ile
ekonomi ve sürdürülebilirlikten, Hepsiburada CEO’su Murat Emirdağ
ile e-ticaret ve başarıdan, Monster Notebook CEO’su İlhan Yılmaz ile
macera ve yeniliklerden bahsettiğimiz çok keyifli röportajlarımızın yanı
sıra dergimizin içerisindeki birçok değerli ismin röportajını da sizlerle
paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.
Söyleşilerimizin yanı sıra günümüz güncel konularını alanında
uzman Lale Şahin, Kadir Abdik, Emrah Özbay, Ebru Dorman, Celal
Toprak, Büşra Miray Müftüoğlu, Bünyamin Sürmeli, Bülent Yar gibi
birbirinden kıymetli birçok ismin kaleminden aldığımız yazıları sizlere
sunduk.
Aynı zamanda Ayşe Kulin ile Haldun Dormen’in siz değerli
okuyucularımız için tavsiyelerine yer verdik ve Darüşşafaka ile
birlikte sosyal sorumluluk alanında çalışmalar gerçekleştirerek bu
çalışmalarımızı siz değerli okuyucularımıza aktarmak istedik.
3 yıl önce İşletme Kulübü ile yollarımın kesişmesi sonucu büyük
hevesle başladığım ve dahil olduğum andan itibaren verdiği her şeyin
karşılığını aldığım Genç Girişim Dergisi serüvenimi 37.Sayı ile birlikte
tamamlamış bulunmaktayım.
Üniversite hayatımın en güzel anları olarak adlandırabileceğim bu
süreçte, İşletme Kulübü ailesine bana kattığı dostluklar, tecrübeler,
geriye dönüp baktığımda her zaman gülümseyerek hatırlayacağım her
anı için çok teşekkür ederim.
Genç Girişim Dergisi 37. Sayısının çıkmasında çok büyük emeği olan
ve benimle birlikte her zaman özveri ile çalışan Genç Girişim Dergisi
37. Sayı üst yönetimine, elinizde tuttuğunuz bu derginin yapı taşlarını
oluşturan ekibime, bu süreçte her zaman destekçim olan aileme ve
arkadaşlarıma, Genç Girişim Dergisi ekibi olarak bizleri asla yalnız
bırakmayan siz değerli okuyucularımıza, son olarak bana olan
güvenleri ve bu süreçteki desteklerini hiç esirgemeyen İşletme Kulübü
2021-2022 Yönetim Kuruluna çok teşekkür ederim.
‘’Okuduğunuz her kelimenin siz değerli okuyucularımızda bir karşılığı
olması dileğiyle…’’
5
Gözde Kırant
GENEL YAYIN YÖNETMENİNDEN
E-TİCARET SEKTÖRÜNDEKİ ÖNCÜ
GİRİŞİMLERİYLE DİKKAT ÇEKEN İSİM:
MURAT EMİRDAĞ
Hepsiburada’nın
başarısının ardında her
zaman küresel düşünüp
yerel hareket etmek,
tüketicilerin ihtiyaç ve
beklentilerini çok iyi
özümseyip, anlamak
yatıyor.
“
”
E-ticaret sektörünün
devi Hepsiburada’nın
CEO’su Murat Emirdağ
ile Hepsiburada’nın
KOBİ’lerden tedarikçilere,
çalışanlarından
müşterilerine kadar herkesin
her türlü ihtiyacını güvenli,
kaliteli ve hızlı bir şekilde
karşılama hedeflerinden
konuştuğumuz keyifli bir
röportaj gerçekleştirdik.
Bildiğimiz üzere tüm dünyayı çok yakından
etkileyen pandemi dönemi Türkiye pazarında da
birçok değişikliğe sebep oldu. Birçok sektörün
olumsuz etkilendiği bu dönemin e-ticaret şirketleri
açısından olumlu bir etki yarattığını söyleyebiliriz.
Hepsiburada 2021’de ilk altı aydaki satışlarında
%58.2 oranında büyüdü. Bu önemli artıştan yola
çıkarak Hepsiburada, pandemi sürecini nasıl yönetti?
Türkiye’nin Hepsiburada’sı olarak, teknolojinin
yıkıcı değil yapıcı gücüne odaklanan bir teknoloji
markasıyız. Bu dönemde de yatırımlarımızı yine bu
odakla sürdürdük. Müşterilerimizin, iş ortaklarımızın
ve çalışanlarımızın sağlığını ve güvenliğini her şeyin
önünde tutan bir felsefeyle, henüz Covid-19 vakaları
ülkemizde görülmeden çok önce sağlık tedbirlerimizi
planlayıp hayata geçirerek birçok konuda öncülük ettik.
Pandeminin ve kapanmaların etkisiyle, tüketiciler yoğun
bir şekilde online alışverişe yönelirken bununla birlikte
ortaya çıkan, hızlı teslimat, uygun fiyat, online sorun
çözebilme gibi taleplerin iyi bir biçimde yönetilmesi
gerekti. Türkiye’nin Hepsiburada’sı olarak zamanında ve
yerinde olan tüm aksiyonlarımız sonucu dijital altyapı
konusunda, bu döneme oldukça hazırlıklıydık ve tüm
bu beklentilere, hızlı, kaliteli ve güvenli çözümlerle yanıt
verdik diyebilirim.
Süper uygulama olma yaklaşımıyla kurgulamış
olduğumuz ekosistemimiz Toplam Satış Hacmi,
Aktif Satıcı Sayısı, Aktif Müşteri Tabanı, Sipariş Sıklığı
başta olmak üzere sektör için kritik öneme sahip tüm
göstergelerde güçlü büyümesini sürdürmeye devam etti.
İnovasyon odaklı yeni girişimlerimizde de benzer ivmeyi
gözlemledik.
Örneğin, HepsiExpress toplam 50 markanın 1950
marketinde 3 bin 400’ü aşan teslimat aracıyla hizmet
verme kapasitesine ulaştı.
Ayrıca, kolay ve güvenli ödeme hizmetimiz HepsiPay
henüz Haziran 2021’de devreye sokulmasına rağmen kısa
sürede çok hızlı büyüyerek Ekim ayı sonu itibariyle tam
2,7 milyon aktif kullanıcıya çıktı.
Lojistik imkanlarımızın gücüyle Türkiye’nin 81 ilindeki
tüketicilere 24 saat içinde erişebiliyor olmamız bizi en
cazip dijital platformlardan biri haline getirdi. Bu sayede
aktif satıcı sayımız da geçen yılın aynı dönemine göre
ikiye katlandı. 2017’de başlattığımız ‘Girişimci Kadınlara
Teknoloji Gücü’ programının da 24.000 kadın girişimciye
ulaşmış olması bizim için ayrı bir gurur kaynağı oldu.
İşte tüm bu aksiyonlarla pandemi sürecini son derece
etkin ve verimli şekilde yöneten Hepsiburada, e-ticaret
açısından başarı göstergesi sayılan tüm kriterlerde
önemli artışlar sağlamayı başardı. Tüm bu gelişmelerin
neticesinde, Hepsiburada platformdaki müşteri
memnuniyeti performansı ile sektöre öncülük etmeye
devam etti.
2017 yılında Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği Kadın
Girişimciler Kurulu ile kadınların ekonomiye katılımını
destekleyerek, ekonomik büyümeye katkı sağlamak
amacı ile Girişimci Kadınlara Teknoloji Gücü adlı
programı hayata geçirdiniz. 2017 yılında başlattığınız
bu kampanyayı 2021 yılında da ileriye taşımak için
çeşitli faaliyetler yürütüyorsunuz. Bu program ile neyi
hedeflemektesiniz, hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
Sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için kadınların iş
gücüne katılımının ve ticarette güç kazanmalarının bir
gereklilik olduğunu düşünüyoruz. Başarılı bir girişimci
kadın olan Sayın Hanzade Doğan tarafından kurulan
markamız için ise girişimci kadınlar oldukça önemli ve
apayrı bir değere sahip.
Girişimci kadınlara indirimli komisyon oranlarından
faydalanma, reklam ve pazarlama desteği, eğitim
ve indirimli kargo imkanları gibi destekler sunan
programımız kapsamında, bugüne kadar 24 bin
girişimci kadına, 88 kadın kooperatifine ve 15 sivil toplum
kuruluşuna destek olduk.
Girişimci kadınlar ve kadın kooperatiflerine ürün
geliştirme, markalaşma ve finans gibi 9 farklı dalda
eğitimler sunan projemiz ile eğitimlerin ardından 19
farklı konuda mentörlük imkânı da sağladık. Bu sayede iş
ortaklarımız arasındaki kadınların oranı %25’lere yükseldi.
Bugüne kadar programımızdan faydalanan kadınların
%95’i satış başarısı gösterdi ve işlerini toplamda 98 kat
büyüttüler.
Ulusal ve uluslararası paydaşlarımızla, sivil toplum
kuruluşları ve kadın kooperatifleri ile yürütülen iş
birlikleriyle, programın sağladığı faydalar her geçen
gün daha fazla girişimci kadına ulaşmaya devam
etti. Programımız, kapsamlı çalışmaları neticesinde
2019 yılında Communicate Magazine The Corporate
Engagement Awards kapsamında “En İyi Uygulama”
seçildi, 2020 Media Cat Felis Ödülleri’nde “CSR”
kategorisinde altın dereceyi aldı. Son olarak 2021 The
Global Business Excellence Ödülleri’nde Üstün İş
(Outstanding Business) kategorisinde ve Sürdürülebilir
İş Ödülleri'nde “Kadının Güçlendirilmesi” kategorisinde
ödüller kazandı.
Ayrıca, pandemi döneminde işini e-ticarete taşımak,
büyütmek isteyen kadın girişimcileri desteklemek için
“Girişimci Kadınlar Covid 19’a Meydan Okuyor!” projesini
hayata geçirdik. Bu proje ile bugüne kadar 1110 kadına
ulaşıldı ve sağlanan uluslararası fon desteğinden
de faydalanma fırsatı yakalayan 41 girişimci kadın,
Hepsiburada platformu üzerinden kendi mağazalarını
açtılar.
Girişimci Kadınlara Teknoloji Gücü programımızla pek
çok başarıya imza attık. Hepsiburada olarak, cesur, üreten
ve ekonominin bir parçası olmak isteyen kadınlarla
birlikte binlerce başarı hikayesi yazmaya devam edeceğiz.
HepsiExpress, HepsiFly, HepsiGlobal, Hepsipay gibi
stratejik işlerle ağınızı büyütmeye devam ediyorsunuz.
Hepsijet olarak artık Türkiye’nin 81 ilinde hizmet
veriyorsunuz. Başarılı bir şekilde planlanan ve uygulanan
bu işlerinizle de müşteriniz tarafından hızlı bir şekilde
benimseniyorsunuz. Müşterinizin, Hepsiburada markası
ile oluşturduğu bu güven bağını nasıl sağlıyorsunuz?
Yeni uygulanmaya başlayan işlerinizin arkasında yatan
başarı sizce nedir?
Kurulduğu günden bu yana Hepsiburada’nın
hedefi, KOBİ’lerden tedarikçilere, çalışanlarımızdan
müşterilerimize kadar herkesin her türlü ihtiyacını
güvenli, kaliteli ve hızlı bir şekilde karşılayacak güçlü bir
e-ticaret ekosistemi yaratmak oldu.
Bu kuruluş felsefesi ve devam eden yatırımlarımız
sonucu, Hepsiburada artık hayatın her alanında
müşterilerinin her türlü ihtiyacını karşılayan bir “Süper
Uygulama” halini aldı. Platformumuzda yer alan 67 bin
işletme ve 39 milyon üyemiz ile oluşturduğumuz bu dev
ekosistemde artık, tek bir platform olarak Hepsiburada
şemsiyesi altında hem müşterilerimizin hem
paydaşlarımızın hayatlarını, işlerini kolaylaştıran birçok
uygulamamız ve hizmetimiz var.
Kapalıçarşı’nın insan odaklı ticaret kültürü ile Silikon
Vadisi’nin veri odaklı inovasyon yaklaşımını harmanlayan
özgün e-ticaret anlayışı ve tüm paydaşları için
sürdürülebilir değer yaratma ve gelişim sağlayabilme
felsefesini 20 yılı aşkın süredir tavizsiz sürdürmüş bir
şirket olması şeklinde özetleyebiliriz.
Geçmişimizden gelen ve Kapalıçarşı kültürü olarak
özetlediğim müşteriyi anlamayı, insan odaklı olmayı ve
uzun vadeli kazan-kazan prensipli iş yapma anlayışını
en ileri teknolojilerle, küresel girişimcilik ve inovasyon
kültürüyle buluşturuyoruz. Son yıllarda hayatımıza giren
yapay zeka, büyük veri ve makine öğrenmesi gibi yenilikçi
teknolojileri, insanımızla ve kültürümüzle yeniden
yorumlayarak bir araya getirmek bizi gerçek anlamda
“Türkiye’nin Hepsiburadası” yapıyor ve diğer şirketlerden
ayrıştırıyor.
Hepsiburada, Türkiye’de ticaretin dijital dönüşümüne
öncülük ederken her alanda ve tüm paydaşları için
sürdürülebilir değer yaratma, birlikte büyüme ve gelişme
anlayışıyla ve bu anlayışı hayata geçiren uygulamalarıyla
da fark yaratıyor. Milyonlarca müşterimizin tüm
ihtiyaçlarına tek bir “süper uygulama” üzerinden
çözümler üretirken, on binlerce satıcı, KOBİ, girişimci
ve üretici şirketin, perakende sektörünün ve tüm
paydaşlarımızın bizimle birlikte büyümesini, gelişmesini
önceliklendiriyoruz. Bu felsefeyle kadın girişimciler başta
olmak üzere e-ticarette güç kazanmak isteyen tüm
girişimcileri, KOBİ’leri ve iş ortaklarımızı her adımımızda
göz önünde tutuyor, ilişkilerimizi saygı ve güven
çerçevesinde geliştiriyor, paydaşlarımıza verdiğimiz
pek çok desteği de işimizin doğal bir parçası olarak
görüyoruz.
2019 yılında düzenlenen 38 kategoride müşterilerine
değer veren e-ticaret platformlarının ödüllendirildiği
ECHO Awards’ta 7 kategoride birinci oldunuz. Bir
röportajınızda burayı ekosistem olarak adlandırmayı
sevdiğinizden bahsediyorsunuz. Sizce bu başarının
arkasında yatan sır bu olabilir mi?
Tabii ki… Hepsiburada’nın başarısının ardında her zaman
“Hepsiburada, Türkiye’de
ticaretin dijital dönüşümüne
öncülük ederken her alanda
ve tüm paydaşları için
sürdürülebilir değer yaratma,
birlikte büyüme ve gelişme
anlayışıyla ve bu anlayışı
hayata geçiren
uygulamalarıyla da fark
yaratıyor.”
8
küresel düşünüp yerel hareket etmek, tüketicilerin
ihtiyaç ve beklentilerini çok iyi özümseyip, anlamak
yatıyor. Hepsiburada’nın bugün Türk e-ticaret sektörüne
öncülük eden bir platform, dev bir ekosistem konumuna
gelmesindeki başarısının özünde, şirket vizyonumuza
ve ilkelerimize olan tavizsiz bağlılığımız var. İlk günden
itibaren vizyonumuz Türkiye’de ticaretin dijitalleşmesine
öncülük etmek ve müşterilere güvenilir bir platform
olarak uçtan uca mükemmel bir deneyim yaşatmaktı.
Bu vizyon bugünlere uzanan yolculuğumuza yön
verirken, benimsediğimiz ve kat ettiğimiz yol boyunca
her dönemeçte bize rehberlik eden en temel ilkemiz,
müşterilerimizin memnuniyetinin, işimizin merkezinde
yer alması oldu. Bizim için müşteri memnuniyeti hiçbir
zaman sadece bir “KPI” yani başarı kriteri olmadı, her
zaman müşterilerimizi memnun etmek için yüreğimizi
ortaya koyarak çalıştık, çalışmaya devam ediyoruz.
Zamanında teslimattan, sorunsuz iade sürecine
kadar tüm müşterilerimize onlara mükemmel bir
alışveriş deneyimi yaşatacağımıza dair bir söz veririz.
Ve bu sözü mutlaka tutarız. Müşterilerimizin hayatını
kolaylaştırmak için durmaksızın inovasyon yapmayı ve
sürekli yeni hizmetler sunmayı bir tercih değil ilkesel
sorumluluk olarak kabul ederiz. Yapay zeka destekli öneri
sistemlerinden; hızlı market teslimatı ve yeni ödeme
seçeneklerine kadar, yenilikçilik konusundaki ivmemizi
asla yitirmeden çalışırız.
Kısacası, müşterilerimiz, paydaşlarımız, çalışanlarımız, tüm
hizmetlerimiz ve uygulamalarımızla yarattığımız bu dev
ekosistem, kendini adayan ve bağlılıkla çalışan devasa
Hepsiburada Ailesi’nin kendisi…
E-ticaret gün geçtikçe önemli bir artış gösteriyor fakat
fiziksel mağazaların yeri hala hatrı sayılır bir oranda çok
daha önde. Pandemi dönemi ile e-ticaret oranındaki
artış şu an içinde bulunduğumuz ve kısıtlamaların
azaltılmış olduğu dönemde nasıl bir çizgide seyrediyor?
Pandemi döneminden sonraki zaman dilimi için neleri
öngörebiliriz? E-ticaret’in herhangi bir noktada fiziksel
mağazaların oranını yakalayabileceğini söyleyebilir
miyiz, sizin düşünceleriniz neler?
Pandeminin en yoğun yaşandığı dönemde, milyonlarca
kredi kartı internetle tanıştı; 2019 yılında e-ticaretin
perakende içindeki payı tek haneli yüzdelerde
seyrederken, pandemiyle birlikte, 2023 yılında ulaşılması
hedeflenen çift haneli rakamlara 2020’nin 3 ayında
ulaşıldı.
Tüm bunların sonucunda, global olarak %15 bandında
olan e-ticaretin perakende içindeki payının 2025’e kadar
%20 seviyelerinin üzerine ulaşması bekleniyor. Türkiye’de
ise e-ticaret sektörünün 2025’e kadar kendini katlayarak
büyüyeceği öngörülüyor. Türkiye’nin sahip olduğu
potansiyeli ele aldığımızda da, 2020 yılında 220 milyar
TL büyüklüğünü aşan e-ticaret sektörünün, perakende
içindeki payını artırmasını ve ekonomide kaldıraç görevi
üstlenmeyi sürdürmesini beklemek yanlış olmaz.
Örneğin pandemi sonrasında yapılan bir çalışmaya
göre; platformumuza dahil olan işletmelerin yüzde
64’ü, pandemi sonrasında e-ticaretin satışlar içindeki
payının artacağını ve e-ticaretin toplam satışları içindeki
payının eski seviyelere inmeyeceğini öngörüyor. Buna
paralel olarak, her 10 tüketiciden 8’inin de online alışveriş
kanallarını tercih etmesi bekleniyor. Tüm bu rakamları ve
gelişmeleri göz önüne aldığımızda, karar alma ve seçim
yapmayı kolaylaştıran içerik ve özelliklerin, taksitli alışveriş
veya online tüketici kredisi alabilme gibi kolaylıkların ve
mobil deneyimdeki yeniliklerin gerek Türkiye’de gerekse
dünya genelinde e-ticarete yön vereceği kanısındayız.
Ayrıca, insanlar pandemi dönemiyle birlikte, öncesine
kıyasla cep telefonlarıyla neredeyse %70, bilgisayarlarıyla
neredeyse %50 oranında daha fazla vakit geçiriyor. Şu
an baktığımızda dünya nüfusunun %60’a yakını; yani
ortalama 4,5 milyar insan internet kullanıyor ve her
geçen gün bu sayı daha da artıyor. Bu dijital dönüşümün
önümüzdeki dönemde de geleceği şekillendirmeye
devam edeceğini söyleyebiliriz. Bu markalar nezdinde
de geçerli. Dijital alt yapısı olan markalar, pandemi
döneminde hızla artan talebi karşılamayı, yeni müşteri
kazanmayı başardılar. Teknoloji kullanımının küresel
çaptaki bu artışı, alışveriş alışkanlıklarında çoktan ciddi
değişimlere yol açtı bile. Küresel çaptaki teknolojik
gelişmelerin ve dijitalleşmenin artarak sürmesi ve
bunların alışveriş alışkanlıklarına ve özellikle e-ticaretin
toplam ticaretteki payına artarak olumlu yansıması
kaçınılmaz. Toparlarsak, önümüzdeki dönemde, e-ticarete
olan ilginin katlanarak artacağını ve ekonomiye can suyu
olmaya devam edeceğini düşünüyoruz.
Müşterilerimiz, paydaşlarımız,
çalışanlarımız, tüm
hizmetlerimiz ve
uygulamalarımızla
yarattığımız bu dev
ekosistem, kendini adayan ve
bağlılıkla çalışan devasa
Hepsiburada Ailesi’nin
kendisi…
9
’’YAŞAYARAK MI ÖĞRENECEĞIZ?
BILGI ILE ENGEL MI OLACAĞIZ?’’
“ Yaşayacağımız yalnızca farkındalık
olmayacak. Dünya sigortalarını açmış
üzerinde yaşayanları değil kendi
yaşantısını düşünüyor olacak. ”
“Giderek artan
hava sıcaklıkları,
dondurucu
soğuklar,
ölümlere
yol açan sel
ve kasırga
felaketleri,
haftalarca
süren orman
yangınları...
Bütün bunlar,
küresel ısınmanın
yol açtığı iklim
değişikliğinin
ve iklim krizinin
sonuçları.”
BÜNYAMİN SÜRMELİ
Hava Tahmini Uzmanı
Bundan belki on-on beş yıl önce iklim değişikliği, daha
çok kutuplarda buzulların eridiği, dünyanın ücra bir
köşesinde taşkın yaşandığı, şu anın değil de geleceğin
bir problemi olarak görülüyordu. Fakat yaşadığımız
felaketler arttıkça, yıkıcı etkileri birebir canlı canlı
yaşayınca sorunun sevimli kutup ayısının bir problemi
olmadığı anlaşılmaya, biraz da olsa farkındalık artmaya
başladı. Majör bir örnek, 2021'de İklim Değişikliği,
Google trend aramalarda ilk sıralara girdi. Hiç olmadığı
kadar çok aratıldı “iklim değişikliği” kelimesi ve
"iklim değişikliği nasıl durdurulur?" sorusu. Birçok
şeyi birebir deneyimledik ki, bu günlük hayatımıza,
aramalarımıza yansıyor. Nasıl farkındalık artmasın ki,
buz parçaları kutuplardan kopup insanların tepesine
dolu şeklinde düşmeye başladı. Farkındalığın artması
için tepemize illa ki dolu düşmesi, fırtınaların ağaçları
köklerinden sökmesi, derelerin nehirlerin göllerin
kuruması mı lazımdı? Bu sorgulamaya girersek içinden
çıkamayacağımız için devam ediyorum.
Zor bir süreç geçiriyoruz küresel ölçekte, insanlık olarak.
Hepimizin dilinde artık bu cümle. Maalesef öyle. Ama
geleceğe umutla bakmak da olası. Birazdan iklim
değişikliğinin felaket haberlerini sıralamayacakmışım
gibi konuşuyorum belki ama bakın en azından küresel
farkındalığımız artmış ki Google’ı zorluyoruz, “Google
Google söyle bana, var mı bu gidişin dönüşü?” diye
soruyoruz. Her anlamda zor bir dönem de geçirsek,
çözüm arıyoruz demek ki. Ve bu çözümlerle daha iyi
bir hayat daha iyi bir gezegen olması olasılığı da artıyor,
öyle değil mi?
10
Hem 2020 hem 2021'de yaşadığımız salgın şokuna bitmeyen orman yangınları
da eklenmişti. 2020'nin San Francisco yangınını hatırlayın, gökyüzü günlerce
turuncu kalmıştı. Distopik filmleri aratmıyor, yaşananlar. (Google: Blade Runner
filmi 2049 enter, ve filmdeki apokaliptik sahnenin aynısı). Belki bu yüzden
Google aramalarımız da telaşla felaketlere, yangınlara, iklim değişimine gidiyor.
Doomscrolling diye bir kavram girdi mesela hayatımıza. ‘Felaket kaydırması’ olarak
çevirebileceğimiz bu kelime, durmadan telefonumuzun ekranını aşağı kaydırırken
maruz kaldığımızdan bile daha fazla kötü haberler okuyacağımız beklentisinde
olmamız anlamına geliyor. Aynı zamanda bu kelime de en çok aranan kelime
olmuş, yani birçoğumuz yaptığımız şeyi aratmışız Google'da. Belki bu yüzden
daha fazla felaket haberi sıralamasam iyi olacak. Ama resmen insan etkisiyle yeni
bir iklim oluşturduk. ABD Meteoroloji Derneği'nin yayınladığı rapora göre, insan
etkisiyle gerçekleşen iklim değişiklikleri olumsuz hava olaylarının olma sıklığını 80
kat artırmış. Yani adeta ellerimizle yepyeni bir iklim oluşturmuşuz. Biliyorsunuz,
Sibirya’da 20’ yazında 38 derece sıcaklık ölçüldü. WWF’nin raporu da 2021’de soyu
tükenmekte olan tür sayısının hiç bu kadar yüksek olmadığını gösteriyor. Hem
doğrudan hem dolaylı yollarla biyoçeşitliliğe de dokunuyor insan etkisi. Ekolojik
açıdan bozulmamış halde ne kadar bir alan kaldı biliyor musunuz? Dünyanın
yalnızca %3’ü.
Dünya 2030’u konuşuyor. Neden? Neden 2040 değil ya da yeni taptaze yılımız 2022
değil, 2030?
Bugün maalesef bilim insanlarının projeksiyonları ile tahminleri ile değil,
deneyimleyerek anormallikleri yaşayarak aymayı tercih ettik. Eğer 2030’u da ne
olacak diye değil, ne oldu diye Google aramaları ile öğrenecek olursak o zaman
bugünkü kadar rahat olamayacağız. Yaşayacağımız yalnızca farkındalık olmayacak.
"Dünya kurulduğundan
buyana sürekli değişim
dönüşüm yaşamış,
insanoğlu üzerindeyken de
bunu yapmış, üzerinde
değilken de."
Dünya sigortalarını açmış üzerinde yaşayanları
değil kendi yaşantısını düşünüyor olacak.
Dünya kurulduğundan buyana sürekli değişim
dönüşüm yaşamış, insanoğlu üzerindeyken de
bunu yapmış, üzerinde değilken de. Bunun için
bazı yöntemleri var, yangınlar, buzul erimesi,
permofrost (donuk toprak) çözünmeleri,
salgın hastalıklar gibi bir dolu yöntemi var. Bu
yöntemler maalesef bugüne kadar yaşanmış
ve yaşanmaya başladıktan sonra da geri dönüş
büyük kayıplar yaşanmadan olmamış.
Bugün bile bunun işaretlerini anlayana veriyor
dünya. Örnek; ormanlar artık daha kırılgan
ve daha kolay yanıyor. Her ne kadar insan
eli desek de ağaçları ormanları kurutmak ve
"Dünya 2030’u konuşuyor.
Neden? Neden 2040 değil
ya da yeni taptaze yılımız
2022 değil, 2030?"
11
daha kolay yanar hale getirmek de
neticede insan eliyle oluyor, dolayısıyla
meselemiz insan eli olması değil.
Çok değil 1 yıl öncesinin sonuçları
bugün yorumlanıyor. 2020’de orman
yangınları ile atmosfere verdiğimiz
emisyonlar Avrupa kıtasının aynı yıl
boyunca atmosfere saldığı emisyonun
yaklaşık 3 katı çıktı. Bu yangınlar artık
kontrolsüz bir şekilde çıkıp kontrolsüz
bir şekilde atmosfere emisyon yayılıyor.
Permofrostlar (donuk topraklar)
çözünüyor, altından çıkan karbondioksit
-metan dünyayı ısıtıyor, çıkan radon
kemikleri eritiyor, çıkan civa zehirliyor,
dokuları bozuyor ve hasta ediyor,
binlerce yıldır uyuyan virüs bakteri
parazitler uyanıyor, açığa çıkıyor ve
maalesef henüz başlangıç seviyesinde. Dolayısıyla dünyanın sigortalarını attırıyoruz.
O kendisini milyarlarca yıldır yaşatmış, ama insanın öyle milyarlarca yıllık geçmişi
yok ve sigortası attığında maksimum cürmü kadar yer yakıyor.
Dolayısıyla bizim 2030’da makus kaderimizi google’dan taratmak yerine, bugün
aklımızı başımıza almak sanırım en akıllıcası, hem de ortalama akıllıcası olacak.
Don’t Look Up filminde anlatılan gök taşı ihtimalinin burada ihtimal olmayan
yüzde yüz kesinlikte olacakları konuşuluyor, ama biz mevzu bittikten sonra esas
oğlanın ölüp ölmediğini google’dan taratarak öğrenme kafasındayız maalesef.
İşe iyi yönden bakalım biraz da, Google’daki arayışımız güzel bir haber aslında.
Demek ki çoğumuz mevzunun farkındayız. Fakat hızımız zayıf, zira artık iklim
değişikliği değil iklim krizi yaşadığımız. Geri dönülemeyecek noktaya 10 yıldan
az zaman kaldı diyoruz. Neden bambaşka sonuçlar göreceğiz biliyor musunuz?
Bakın şu an dünyanın sıcaklığı 1,3 derece artmış durumda. Biz dünyayı 1,3 derece
mi ısıttık? “Bünyamin sen de ne dediğini bilmiyorsun, 1,3 derece arttı diyip, sonra
da 1,3 derece mi ısıttık diyorsun”. Hadi bakalım 1,3 derece mi ısıttık. Dünya sıcaklığı
1,3 derece arttı tamam, buzullar ne oldu? Son 40 yılda buzulların yarısı yok oldu.
Yani evde kliması çalışan odayı ısıttık, günün sonunda sıcaklık 1,3 derece arttı, hem
soğuttuk, hem de ısıttık, günün sonunda 1,3 derece sıcaklık arttı. Şimdi tekrar
soruyorum “Biz dünyayı 1,3 derece mi
ısıttık?
Geçelim ikinci adıma, buzullarını feda
eden dünyayı ısıttıkça ısıttık ve 1,3 derece
yükseldi, 2040’da dünyanın soğutucusu
buzullar kalmayınca yaydığımız emisyon
dünyayı 1,3 dereceden çok daha fazla
ısıtacağını hepimiz hesap edebiliyoruz
herhalde. O yüzden dünya yalnızca
ısınmıyor, ısınma hızı artıyor. Ve tutulan
raporlar afet artış hızı, ısınma hızından
çok daha yüksek seyrediyor diyor
(tahmin değil, sonuç). Dolayısıyla 2030’da
Google’da aratacağımız başlıklar şu an
hayalimizin dışında kalacağı için çok
da kestirilemiyor. O zaman o hayallere
ulaşamama dileklerimle, sağlıcakla kalın…
12
13
“GENÇ GIRIŞIM DERGISI
OKUYUCUSUNA AÇIK MEKTUP’’
“ Her insan yılların içinde hayatın
tokadını yiyerek, tecrübeler edinerek
olgunlaşır.”
Hayatın her alanına dokunan hikayeleri
ve sürükleyici kalemiyle okuyucuların
gönlünde taht kuran Ayşe Kulin, Genç
Girişim Dergisi okuyucularına bir mektup
yazdı…
İ.Ü İşletme Fakültesinde okuyan gençlerin, beni
İşletme Kulübü Genç Girişim Dergisi’ne bir
mektup isteyerek onurlandırdıklarında, işletme
konusunda bilgisiz biri acaba ne yazmalıdır diye
düşünürken, aklıma ilk romanım Aylin’in sayesinde
davet edildiğim bir televizyon programı geldi. Halit
Kıvanç’ın sunduğu program benim televizyona
ilk çıkışım olacaktı, heyecanlanmış, benden başka
kimlerin katılacağını öğrenmek istemiştim. Büyük
olasılıkla başka yazarlar da olacaktır, demişlerdi.
Kısmen doğruymuş; benden başka bir yazar daha
vardı da… o kişi sahnelerin bülbülü Gönül Yazar’dı!
Ağzı çok iyi laf yapan, esprisi bol Gönül Hanımla
uzun bir sohbetten sonra, sunucu nihayet beni de
hatırlamış ve “Eee, söyleyin bakalım Ayşe Kulin ne
yazar?” diye sormuştu. Ben de o anda gelen bir
ilhamla, “Kimi okur kimi yazar, Gönül Yazar dururken
Ayşe Kulin ne yazar?” deyivermiştim.
Ünlü ya da ünsüz yazarların emeklerini boşa
harcamadıklarını anlamak için bir başka televizyon
programına çağrılmam gerekecekmiş.
Bu sefer Ayşe Özgün’ün sunduğu programda üç
kadın yazar bir araya gelecektik ve ben program
öncesinde üçüncü yazarla karşılaştığımda ayıp
olmasın diye, pek çok kitapçıya girip çıkarak, adını ilk
kez duyduğum yazarın kitaplarını aramaktan yorgun
düşmüş ama sonunda bulmuştum. Zor bulduğum
kitapla, İstanbul’un sokaklarından arabamla
geçerken, bu gün çekçekçiler diye bildiğimiz çöp
toplayanlara rastladıkça, onlara sokakları kirlettikleri
için fırça ata ata evime gelmiştim.
AYŞE KULİN
Yazar
arabamı durdurup azarladığım çöp toplayanların
çileli hayatını büyük bir samimiyetle anlatıyordu
çünkü onlardan biriydi. Terörün ve yoksulluğun
kader olduğu bir bölgeden göçmüşlerdi İstanbul’a.
Yoksuldular, eğitimsizdiler, işsizdiler. Hayatlarını
kazanmak için çöp toplamaktan başka çareleri
yoktu. Okudukça öğreniyordum; zenginlerin
mahallelerinde dolaşıyor, onların rengi attı, lastiği
gevşedi ya da topuğu delindi diye çöpe attıkları iç
çamaşırlarıyla çoraplarını çöplerden toplayıp yıkıyor,
tamir edip giyiyorlardı. Yarısı çürümüş elmaları,
portakalları, muzları yine varsıl mahallelerin,
bayatlamış ekmeklerle düğün pastalarını ise
otellerin çöplerinden alıyor , meyvelerin çürük
kısımlarını ayıklıyor, pastaların dış kısımlarını kesip
iç taraflarını ayırıyor ve gecekondularına pasta
getirebildikleri günlerde konu komşuyu da çaya
davet ederek misafir ağırlıyorlardı. Ayrıca camları,
tenekeleri, kağıt ve kartonları ayrıştırıp gereken
yerlere satarak hayatlarını kazanıyorlardı.
Varoşta Kadın Olmak isimli kitabın arkasında yazarın
özgeçmişi vardı. Eğitiminin ilk okuldan terk, yani
üç yılla sınırlı olduğunu öğrenince özel bir merakla
okumuştum kitabı. İlk okulu dahi bitirmemiş bir kişi,
ne yazmıştı acaba?
Yazar, kitabında benim yanlarından geçerken
14
pastalarını ise otellerin çöplerinden
alıyor , meyvelerin çürük kısımlarını
ayıklıyor, pastaların dış kısımlarını
kesip iç taraflarını ayırıyor
ve gecekondularına pasta
getirebildikleri günlerde
konu komşuyu da çaya
davet ederek misafir
ağırlıyorlardı. Ayrıca
camları, tenekeleri, kağıt ve
kartonları ayrıştırıp gereken
yerlere satarak hayatlarını
kazanıyorlardı.
Kitabı bitirdiğimde
hem ağlıyordum hem
de yanlarından geçerken
azarlayıp durduğum bu
insanlar neden hayatlarını çöp
toplayarak kazanmayı seçer acaba
diye bir kez olsun sormadığım için
müthiş utanıyordum.
O akşam, ilk okul mezunu bile olmayan ve yaşça
benden çok daha genç bir yazar, bana bir başka
dünyanın kapılarını açarak beni terbiye etmişti.
Kim olurlarsa olsunlar yazarların kalemleriyle çok
şeyi başaracağını, her kitabın içinde yüreğimize
dokunacak, bizi evirecek, geliştirecek, değiştirecek
bir kaç satırın mutlaka bulunacağını öğretmişti
bana ki, tam elli altı yaşındaydım.
işte o günden itibaren yazmaya oturduğumda
eteğimdeki taşları dökmekten, evimi, sokağımı,
çevremi anlatmaktan vaz geçtim; okurlarda
farkındalık yaratabilcek konulara ağırlık vermeye
başladım. Sevdalinka’dan Köprü’ye, Bir Gün’den
Gizli Anların
“Romanlar
resmi belgelerden
çok daha
samimiyetle
yazılmış toplumsal
ve dönemsel
yapıtlardır.”
Yolcusu’na kaleme aldığım kitaplarımın
çoğunun ardında hep böyle bir
duruş vardır .
İşletme Fakültesinde
okudukları için geleceğin
iş insanları olmaya
hazırlandıklarını
varsaydığım gençlere
ısrarla roman okumalarını
önererek bitirmek
istiyorum yazımı.
Neden mi? Çünkü, her
insan yılların içinde hayatın
tokadını yiyerek, tecrübeler
edinerek olgunlaşır. Eğer
kıvama gelmek için yaşlanmayı
beklemek istemiyorsanız, yola
empati duyguları gelişmiş, gönülleri
değişik inançlara, başka yaşamlara açık,
iyi insanlar olarak çıkmanın en kestirme yolu,
hayatı romanlarla tanımaktan geçer. Romanlar
bizleri başka inançlara, adetlere, renklere sahip
bambaşka kişilerin yaşamlarının içine sokarak,
insanı tanımayı ve sevmeyi öğretir. Ayrıca çok
roman okuyanlar, insanların iyi ve kötü yanlarını
çok yakından tanıdıkları için kolayca faka basmazlar
ve daha iyi doktorlar, mühendisler, öğretmenler,
avukatlar hatta daha iyi anne- baba, eş ve sevgili
olurlar. Daha iyi siyasetçiler de olurlar mı, işte bunu
bilemiyorum çünkü hayat bana öğretti ki siyasetin,
tüm ahlaki değerlerin dışında bambaşka bir
matematiği var.
Ben yine de gençlere elinizden geldiği kadar
biyografi, kurgu ve tarihî roman okuyun derim
çünkü emin olun, romanlar resmi belgelerden çok
daha samimiyetle yazılmış toplumsal ve dönemsel
yapıtlardır.
Edebiyata merak sarsanız da sarmasanız da her
birinize ayrı ayrı mutluluk, sağlık ve başarılar
diliyorum.
“Her kitabın içinde yüreğimize
dokunacak, bizi evirecek,
geliştirecek, değiştirecek bir
kaç satır mutlaka bulunur. ”
15
BAŞARILARIYLA İLHAM
VEREN KADIN YÖNETİCİ:
HANDE YAŞARGİL
Siz yaşadığınız
için bu dünya
bugünden daha
güzel bir yer olsun.
Yönünüzü
kaybettiğiniz
zaman hep bunu
düşünün.
“
”
Çeşitli sektörlerden
edindiği deneyimleriyle
başarılarından söz
ettiren, Türkiye’deki
kadın yönetici
istihdamını arttırmada
önemli bir rol oynayan
Yönetim Kurulunda
Kadın Derneği Yönetim
Kurulu Başkanı
Hande Yaşargil ile
keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
Mentor Danışmanlık, INSEAD Global Leadership
Center, The Alexander Partnership bünyesinde koçluk
ve danışmanlık yapmaktasınız. Bunun yanında da
2011’de program olarak başlayan ve 2017’de de dernek
statüsüne geçen “Yönetim Kurulunda Kadın Derneği”nin
Yönetim Kurulu Başkanısınız. Peki tüm bu kariyer
sürecinin yanı sıra Hande Yaşargil kimdir? Sizi daha
yakından tanıyabilir miyiz?
İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun
olduktan sonra, İnsan Kaynakları Yönetimi ve Gelişimi
alanında yüksek lisans yaptım.
1994-2002 yılları arasında bankacılık ve medya
sektörlerinde İnsan Kaynakları Yöneticisi olarak çalıştıktan
sonra, üç büyümekte olan ulusal bankada İnsan
Kaynakları Bölümlerini kurdum.
Daha sonra, Türk, Alman ve İtalyan ortaklı lider dergi
yayıncılık şirketi olan Doğan Burda Rizzoli’de İnsan
Kaynakları Direktörü ve İcra Kurulu üyesi görevinde
bulundum.
Çeşitli dönemlerde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde
MBA programında Örgütsel Davranış, Koç Üniversitesi
EMBA programında Liderlik dersleri verdim. Mentor LD
bünyesinde sektörün ilk "Koçluk ve Mentorluk Konferans
Dizisi"ni gerçekleştirme fırsatını buldum.
Ayrıca İşte İnsan gazetesi ve DBE ile birlikte "İşte Psikoloji"
Konferanslarını tasarımı ve yönetimi yolculuğum da oldu.
Ve bildiğiniz üzere 2012 yılından bu yana da amacımızın
Türkiye’deki yönetim kurullarındaki kadın sayısını
artırmak olan şirketler arası mentorluk programı,
‘Yönetim Kurulunda Kadın Programı’nı yönetmekteyim.
2017 yılından bu yana Yönetim Kurulunda Kadın
Derneği (YKKD) Başkanı olarak Derneğimizde görevimi
sürdürmekteyim.
Yönetim Kurulunda Kadın Derneği’nin bir kadın
meselesi olmadığı daha iyi bir toplum ve daha iyi
bir gelecek için Yönetim Kurulunda kadın sayısını
arttırmayı hedeflediğini söylemiştiniz. Bu alanda
da başarılı birçok atılım gerçekleştirdiniz ve
gerçekleştirmeye devam ediyorsunuz. Peki sizce
hedeflerinizi gerçekleştirebildiniz mi? Bunun yanında
gelecek hedeflerinizden de bahsedebilir misiniz?
Biz bir yetenek hareketi başlattık.
2011 senesinde başlattığımız “Yönetim Kurullarında
Daha Çok Kadın için ”Şirketlerarası Mentorluk Programı”
ülkemizin önde gelen iş insanlarının desteği ile oldukça
ses getirdi. Yönetim Kurullarında kadın temsil oranının
artırılmasını desteklemek üzere bu role “hazır” kadın
havuzunun genişletilmesi amacındayız. Başlattığımız
Yönetim Kurulunda Kadın Programı, aynı zamanda
Yönetim Kurulu Üyeliği alanında saygın akademik
kurumların akredite ettiği, Türkiye’nin ilk ve tek sertifika
programı oldu.
Ayrıca YKKD olarak, Anadolu’ya açılım yeni dönemdeki
en önemli odaklarımızdan biri. Bu kapsamda çeşitli
fon projelerine başvuru yapıyoruz ve yanımıza destekçi
olarak özellikle yerelde kuvvetli olan iş dünyası örgütlerini
alıyoruz. “Anadolu'nun Kadın Yönetim Kurulu Üyeleri”ni
ortaya çıkarmayı ve ülkemizin her yerinde meselemizle
ilgili farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Bölgesel
eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, kadınlara imkânlara eşit
erişim şansı sunmak ve toplum için fayda yaratmak biz
ve benzer tüm oluşumların ajandasının olmazsa olmazı.
Biz de İstanbul’da yaklaşık 10 yıldır edindiğimiz deneyimi
Anadolu’ya taşımak için sabırsızlanıyoruz.
Dolayısıyla YKKD bir yandan yönetim kurullarına güçlü
aday hazırlayan bir platform olup, diğer yandan bu
sorunun çözümünde aktif rol oynayan, sistemin etkin
çalışması için paydaşları bir araya getiren ve çözüm
yollarını diyaloğa açan güçlü bir organizasyon olarak her
geçen gün hedeflerine ulaşan ve hedeflerini büyüten bir
organizasyonuz.
Cinsiyet eşitliğini esas almamız gereken dünyada
maalesef ki aynı oranda fırsat eşitliği görülmemekte
ve kadınların birçoğu iş hayatlarında cam tavan algısı
ile birlikte psikolojik şiddet görmekte. Siz bu alanda
yaptığınız işlerle birçok kadını motive ediyorsunuz.
Kadınların iş hayatında uğradıkları psikolojik şiddettin
başarılarına ve kendilerini geliştirmelerinde nasıl bir
etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Programımız ile cam tavanlarını yıkan ve toplumdaki
bu eşitsizliği fark eden kadınlar, kurumlarının önderleri
olarak orada da dönüşümü başlatıyorlar. Kadına pozitif
ayrımcılık yapmıyoruz ve bu konuyu kadın meselesi
olarak da adlandırmıyoruz. Bu bir yetenek hareketi. Eşit
oranda varlık gösteren ve üniversite sıralarından eşit
oranda mezun olan, yetkinlik anlamında eksik değil hatta
bir parça da üstün olan kadınlar iş hayatının kaybedeni,
havlu atanı. Biz bunu değiştirmek istiyoruz.
Her ne kadar dünya hızla aksi yönde değişse de
toplumsal cinsiyet anlayışı halen kadını ikinci plana ve
yönetilen rollere itiyor. Toplumsal ve kurumsal sistemlerin
uzun geçmişlerine dayalı anlayışı değiştirmek kolay ve
kendiliğinden olmuyor. Maalesef pek çok kurum kültürü
de bunu destekliyor. Her seviyede, her rolde kadın kırık
basamakları ve cam tavanları ile yaşıyor. Her değişim gibi
bu konudaki değişim de talebin yaratacağı baskıyı, arzın
sunduğu fırsatları, liderlerin ortaya koyduğu vizyonu ve
otoritenin güçlendirdiği uygulamaları gerektiriyor. Bu
faktörlerin hepsini bir araya getirmek kolay bir süreç değil
ama imkânsız hiç değil.
İş dünyamızın en önde gelen liderleri on yıldır devam
eden YKKD programı kapsamında mentorluk yaparak ve
programa destek vererek kadınların yönetici düzeyinde
yeterince temsil edilmemesi sorununun altını çizdi.
Cam tavanların kırılması konusunda güç birliği yaptı. İş
dünyamızda ve toplumumuzdaki farkındalık ve kararlılık
da bu süreçte ciddi şekilde yükseldi.
Türkiye’nin ilk ve tek sertifika programı olan Yönetim
Kurulunda Kadın Derneği Programı nedir? Programa
başvuran mentee adaylarını seçerken kriterleriniz
arasında yer alan etkenler nelerdir? Türkiye’nin ilk
koçluk ve mentorluk şirketi olan Mentor’u kurmaya nasıl
karar verdiniz, kurarken ne gibi zorluklar yaşadınız?
Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz? Mentor
kurumunu diğer şirketlerden ayıran özellikler nelerdir?
Mentorluk kavramının Türkiye’deki öncülerinden
biri olarak mentorluğun Türkiye’deki gelişimini nasıl
değerlendirirsiniz?
Ocak 2017’de kurulan Yönetim Kurulunda Kadın
Derneği’nin (YKKD) temel amacı, yönetim kurullarında
kadın temsilini artırarak toplumsal kalkınmayı
desteklemektir.
YKKD, Yönetim Kurullarında eşit cinsiyet temsilinin
toplumsal ve ekonomik faydası konusunda tüm
paydaşlar nezdinde savunuculuk rolü̈ üstlenmek ve
kadınları bu yolda geliştirmek misyonu ile çalışmaktadır.
Programın ana unsurlarından bir diğeri de ülkenin en
etkin iş insanları ve kanaat önderlerinden Mentorluk
alma imkanı tanıyan şirketler arası Mentorluk sistemidir.
18 ay süren her dönemde Mentorlarımız yeni bir kadın
Menti ile çalışıp onların Yönetim Kurulu rollerine
hazırlanmasında önemli bir rol üstlenmektedirler.
Temel prensiplerimiz çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık
üzerine kurulmuştur.
Farkımız elbette ki Yönetim Kurulunda kadın temsilini
artırarak toplumsal kalkınmayı destekleme amacına
hizmet eden ilk program olmamızdır.
Yönetim Kurulu üyeliği bir terfi değil, bir davet, bir atama
olduğu için burada en büyük seçilme kriterinin tecrübe
olduğunu düşünüyoruz. Bu kapsamda da şirketlerden
talepte bulunuyoruz ve ilk adımı şirketler atarak Yönetim
Kurulu görevine hazır olduğunu düşündükleri kadın tepe
yöneticilerini öneriyorlar.
Mentor Yönetim Danışmanlığı Ltd Şti’ni de aynı bakış
açışıyla kurdum YKKD’de de bunu devam ettirdim.
Mentor, “Türkiye'de daha çok lider yetişmesine katkıda
bulunmak” misyonunu değiştirmeksizin yönetici
koçluğu ve liderlik gelişimi alanlarında hızla büyüdü.
Mentor’u iş hayatına kişilerarası ve organizasyonel
psikoloji gözlüğüyle bakan, kendisini işletme ve psikoloji
disiplinlerinin arasında bir köprü olarak konumladık,
kurumlarla, kurumların mevcut ve gelecek liderleriyle,
onların başarısı ve gelişimi için çalışıyoruz.
Mentor’u kurarken ve geliştirirken yaşadığımız süreç
hiç şüphesiz kurumların bizden beklentisiydi. Mentor
Liderliğin "yapmak kadar olmak" olduğu inancıyla
şirketlere hazır sistemler sunmaz. Her kurumun liderlik
ihtiyacı, anlayışı ve modeli birbirinden farklıdır ve farklı
olduğu sürece başarıyı getirir. Mentor, geniş uluslararası
bağlantıları sayesinde liderlik gelişimi alanında dünyanın
önde gelen iş okulları ve danışmanlık şirketleri ile işbirliği
içerisinde çalışarak, ortak projeler yürüterek müşterilerine
maksimum değer yaratmaktadır.
“Siz yaşadığınız için bu dünya bugünden
daha güzel bir yer olsun. Yönünüzü
kaybettiğiniz zaman hep bunu düşünün. ”
Ülkemizin her noktasında Yönetim Kurulu rolüne
hazır, eğitimli, donanımlı, başarılı, aydınlık iş kadınları
olduğunu bilerek bu iş kadınlarına yönelik mentorluk
programı düzenliyorsunuz. Kadınlar, cinsiyet eşitliği için
yıllardır büyük bir mücadele vermekte. Buna rağmen
kadın yönetici oranları Türkiye’de hatta dünyada
oldukça az. Bu durumun en temel sebebi nedir?
Bilinçdışı önyargılarımız var. İcra rollerinde ve yönetsel
rollerde oldukça başarılı olan kadınlar, şirketlerin en
üst karar mercileri olan Yönetim Kurullarında varlık
gösterebileceğinin farkında olmayabiliyorlar. Toplumsal
cinsiyet anlayışı, kadını ikinci plana ve yönetilen rollere
itiyor. Maalesef kurum kültürü de bunu destekliyor. Biz
de programımızda aslında bu önyargıları, kaygıları yok
ediyoruz.
Nüfusun ve yeteneğin yarısının kadın olduğu bir dünyada
eğer Yönetim Kurullarında yeterince kadın yok ise, bu
uygun kadın olmadığını değil, sistemin iyi çalışmadığını
ve sürecin bir yerinde kadınların takıldığını gösteriyor.
Sistemin yarattığı bu sorunu tek başına kadınlar çözemez,
gene sistemin kendisi çözmelidir. Dolayısıyla YKKD bir
yandan yönetim kurullarına güçlü aday hazırlayan bir
platform olup, diğer yandan bu sorunun çözümünde
aktif rol oynayan, sistemin etkin çalışması için paydaşları
bir araya getiren ve çözüm yollarını diyaloğa açan güçlü
bir organizasyon.
Yönetim Kurullarında eşit temsiliyet için gönüllü ve
haklı çabanızı sürdürürken katıldığınız bir programda
gençken yaşadığınız zorluklardan ve bu süreçte
hayatınıza etki eden üç kadından bahsetmiştiniz.
Günümüzde yürüttüğünüz bu başarılı işlerin başlatılma
sebebinin bu yaşadığınız zorluklar olduğunu söyleyebilir
miyiz? O isimlerden ve sizde bıraktığı etkilerden
bahsedebilir misiniz? Bu alanda sizleri rol model alan
gelecek nesile nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair
verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Bu işlerin başlatılma sebebi yaşadığım o zorluklar
diyemem, bu işlerin başlatılma sebebi benim tüm
hayatımın bileşkesi. Zorluklar da var ama aynı zamanda
yaşadığım bana yapılmış büyük yatırımlar, iyilikler ve
karşıma çıkan güzel fırsatlar da var. Her şeyden önemlisi
iyi bir eğitim var. İstanbul Üniversitesi’nde aldığım
temel üniversite eğitimi, hayat görüşümü geliştirirken,
değerlerimi oluştururken elbette bu çabaların da
tohumlarını attı. Beni ben yapan, hayatımı bugüne kadar
getirdiğim tüm olumlu, olumsuz, zor, kolay her şeyin bir
bütünü bu işlerin başlatılma sebebi.
Bir konuşmamda 3 kadından bahsetmemi
hatırlatmışsınız. Zevkle anlatabilirim.
O isimlerden ilki Türkan Saylan, hepimizin saygı
duyduğu, hayranlıkla izlediği ve onun açtığı yolda
arkasından yürümek istediği muhteşem bir Cumhuriyet
kadını. Kendisi özel hayatından ve birçok önceliğinden
vazgeçerek bütün hayatını Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği’ne ve imkanı olmayan kız çocuklarının
okumasına adayan bir insan. Ben de kendisiyle çalışma
fırsatı bulmuştum, benim için çok kıymetlidir. Onun
bendeki izi ‘asla yetinmeyindir.’ 100 kıza mı burs verdiniz
neden 150 kız olmasın diye sorardı her zaman. Türkan
Saylan’a göre başarının sırrı yetinmemektir. Her zaman
daha fazlasını yapabiliriz.
Şimdi bunu biz YKKD’de yapıyoruz. 50 Menti ile mi yola
çıktık neden 60 olmasın daha çok çalışacağız diyoruz?
Beni etkileyen diğer isimlerden biri Duygu Asena.
‘Kadının Adı Yok’ kitabı yayınlandığında ben ergenlik
dönemindeydim. Onun bahsettiği konulardan
bahsetmek büyük bir devrimdi o zamanlar Türkiye
için. Türkiye’de feminizmin anlaşılmasını, tanınmasını
sağlayan en önemli insanlardan biridir. Düşüncelerini,
yumuşacık sesi ve tarzıyla keskin ve net olarak ifade eder.
Çok erken yaşta kaybettiğimiz bir insan onun bendeki
mesajı da ‘Eğer size doğru gelmiyorsa kabul etmeyin,
boyun eğmeyin, katlanmayın’dır.
Üçüncü isim ise sevgili arkadaşım Ece Temelkuran.
Türkiye’de yetişmiş en başarılı, en güçlü kalemlerden
biri. Hem gazeteci hem yazar hem de fikir lideri. O da
uzunca bir zamandır özgürce istediğini yazabilmek için
yurtdışında yaşayıp birçok şeyden fedakarlık ederek
hem mesleğini yerine getiriyor hem de aynı zamanda
ülkesi için müthiş bir şey yapıyor. O da devrimci bir kadın.
Ece’nin bendeki mesajı ‘Bütün dünya sizi susturmaya
çalışsa da inandığınız şey için susmayın.’
Beni rol model alacak gelecek yeni nesile mesajım şu:
Siz yaşadığınız için bu dünya bugünden daha güzel bir
yer olsun. Yönünüzü kaybettiğiniz zaman hep bunu
düşünün. Bu hayatta bu dünya için neyi daha güzel ve iyi
yapmak istiyorsanız onun için mücadele etmekten asla
vazgeçmeyin ve tutkunuzun peşinden gidin.
18
19
“DOĞAYI KORUMAK:
ELEKTRIKLI ARAÇ’’
“Doğamız, sahip
olduğumuz en değerli
nimetimizdir.”
BinBin olarak çevreyi
koruma misyonumuz ile
sürdürülebilir ulaşıma
en uygun alternatifleri
hayata geçirmek için var
gücümüzle çalışıyoruz.
Hızla yükselen nüfus ve
artan şehirleşme ile ortaya
çıkan sorunlar karşısında
insanların hayatını
kolaylaştırmak, ulaşımı
problem ve zaman kaybı
olmaktan uzaklaştırarak
keyifli ve basit hale
getirmek öncelikli
görevimiz. Tüm bunları
yaparken en iyi kullanıcı
deneyimini sunmak için
büyük bir hassasiyet
gösteriyor, yüksek
teknolojiyi her alanda en iyi
şekilde kullanıyoruz.
KADİR ABDİK
BinBin Kurucu Ortak
İnsanlığın varoluşundan bugüne dek kendimize en büyük
düşmanlığı, doğayı kirleterek yaptık. En başta çevremizi, sonra
ormanlarımızı, denizlerimizi, havamızı ve bütün unsurları sırayla
tüketerek sahip olduğumuz en kıymetli hazinemizi israf ettik
ve etmekteyiz. Geçmişe hayıflanmak tabii ki işin kolay kısmı.
Bugün şapkamızı önümüze koyup pişmanlıkları telafi etmek
için yapılması gereken neler varsa bunları gerçekleştirmek için
çabalamalıyız.
1997 senesinde imzalanan Kyoto Protokolü, aslında tüm dünya
ülkelerinin bu mücadeleye dahil edilebilmesi için hayata geçirilen
bir uygulama oldu. Ülkelerin karbon salınımlarını azaltmak için
söz vermesi, bunu yapamayanların ise karbon ticareti ile haklarını
artırmaya teşvik edilmesi doğayı korumak
adına Global olarak atılan en doğru adımlardan
bir tanesiydi. 2015 senesinde imzalanan
Paris İklim Anlaşması ise bunun devamı
niteliğinde oldu. Kyoto protokolünün finansal
düzenlemesini oluşturan ve teşvik edici esasları
hayata geçiren bu anlaşma sayesinde hem
ülkeler hem de kurumlar karbon tasarrufu
sağlamaya teşvik edildi.
Biz de 2018 senesinde ulaşım sektörüne
çevreci bir yenilik kazandırma arayışındayken
BinBin’in temellerini attık. Aslında bu da bizim
doğayı koruma mücadelemizin bir parçasıydı.
Hızla artan dünya nüfusu, fosil yakıt tüketen
araçların da hızla çoğalmasına sebep oldu.
Otomobil ve türevlerinin oluşturdukları trafik
sorunu bir yana; bireysel taşıtların çoğalması
doğanın kirlenme katsayısını büyük oranda
artırdı. Bu durum gitgide çözülmez bir hal alırken
mikromobilite unsurlarını insanların hayatına en
hızlı şekilde nasıl adapte ederiz sorusunun cevabı
üzerine çalışmalar başlattık. Gelişmiş ülkelerin
ulaşım sektörünün geleceğine dair bakış açılarını
ve çalışmalarını inceledik ve kendi ülkemize
ne şekilde fayda sağlayabiliriz bunun üzerine
yoğunlaştık.
Scooterların yurt dışında yaygın kullanımı
bizim için ilham oldu ve zaten birçok ülkede
tecrübe edilmiş bu uygulamayı kendi ülkemizde
hayata geçirerek başladık. Şehir içi yolculukların
büyük bir kısmı 5km’den az mesafeler arasında
gerçekleşiyor. Elektrikli scooterlar tam olarak bu
ihtiyacı hedef alıyorlar ve aynı zamanda doğayı
koruyorlar.
20
gün genişletiyor, en iyi kullanıcı deneyimini sağlamak amacı ile uygulama ve operasyonlarımızı sürekli
iyileştiriyoruz. Alternatif araçları bünyemize katmak için geniş AR-GE çalışmaları gerçekleştirirken,
kullanıcılarımıza her an daha yakın olabilmek için çeşitli kampanyalar kapsamında alternatifler
sunuyoruz.
Tek tekerden elektrikli scootera, hoverboard’dan elektrikli arabaya hayatımızın her alanında varlık
gösteren elektrikli araçlar değişen dünya ihtiyaçları ve gereklilikleri sebebiyle daha da gelişim
gösterecek. Ülkemizde nispeten yeni sayılan mikromobilite sektörünün gelişmesi ve kişilerin bu
gelişime ayak uydurabilmesi için sektör oyuncusu olarak
üzerimize düşen her türlü görevi layıkı ile yerine getirmeye
özen gösteriyoruz. Ulaşımda rol oynayan tüm bileşenlerin
güvenliği öncelikli olmak üzere, bu değişime ayak
uydurması ve dünyamızı iklim değişikliği, kuraklık, fosil
yakıtların tükenmesi gibi ciddi sorunlardan bir nebze olsun
korumak için büyük bir hassasiyetle çalışıyoruz.
Doğamız, sahip olduğumuz en değerli nimetimizdir.
Doğanın bize verdiği olanakları onu kirletmeden kullanmak
başlıca görevimizdir. Tükettiğimiz, kirlettiğimiz unsurları
yenileyebilmek gün geçtikçe imkânsız hale gelmektedir. Bu
değişime bireyler olarak kendimizden başlamalıyız. Başta
geri dönüşüm, yenilenebilir enerji ve doğayı korumak için
bütün uygulamaları yakından takip etmeli, hayatımıza
entegre etmeliyiz. Bu mücadeleyi önce kendimize, sonra
gelecek nesillere borçluyuz.
21
Şehir içi yapılan yolculuklara çözüm
üretebilmek adına en doğru
alternatifi aramaktayız. Otomobil
firmalarının tanıttığı elektrikli araba
modelleri bizleri gerçekten çok
heyecanlandırıyor. Birçok farklı
firmanın ürettiği elektrikli otomobil
alternatifleri, şehir içi ulaşıma
entegre edilebilecek daha kompakt
araçların da üretilmesine katkıda
bulunacaktır. Fosil yakıt kullanan
araçlarda yapılamayan tasarımları
hayata geçirmeleri estetik açıdan
da başarılı bir şekilde göze hitap
ediyor. Özellikle yeni teknolojilerin
bu araçlarda uygulanması onları
daha cazip kılıyor. Biz de BinBin
Ailesi olarak en doğru elektrikli araç
alternatifi ile karşınıza çıkmak için
sabırsızlanıyoruz.
2019 yılında, 5 arkadaş olarak
üniversite kampüsünde başlayan
yolculuğumuza şimdi kendi
ofisimizde ve Türkiye’nin dört
bir yanında 300’ü aşkın çalışma
arkadaşımız ile omuz omuza
çalışarak devam ediyoruz. Hem
keyifli ulaşım hem sürdürülebilir
bir çevre için şimdilik 8 şehirde
verdiğimiz hizmeti her geçen
“Doğanın bize verdiği olanakları onu
kirletmeden kullanmak başlıca görevimizdir.”
“İnsanlığın varoluşundan bugüne
dek kendimize en büyük düşmanlığı,
doğayı kirleterek yaptık.”
İNOVATİF DÜŞÜNCELERİ
GLOBAL DEĞERLERİ İLE
ZENGİNLEŞTİREN
LİDER: ALİ ÜLKER
22
Temelleri sağlam, yenilikçi
fikirlere olan desteğiyle, işi
yaşama anlayışıyla global ölçekte
de önemli işlere imza atan ve
ülkemizi en iyi şekilde temsil
eden Yıldız Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Ali Ülker ile keyifli
bir röportaj gerçekleştirdik.
İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra
Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İktisat ve İş İdaresi Bölümü’nde eğitiminize devam
etmişsiniz. 2020 yılından bu yana Yıldız Holding
Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütmektesiniz.
Peki tüm bunların dışında Ali Ülker kimdir? Sizi biraz
daha yakından tanıyabilir miyiz?
Ali Ülker aslında Türkiye’de farklı evreleri görmüş,
tanımış, farklı bir çocukluğu olmuş biridir. Benim
için önemli tecrübelerle dolu bir çocukluğum
ve gençliğim oldu. Çocukluğumda okumak çok
önemliydi, klasik eserlerin çoğunu okudum. Ali Ülker
nelerden hoşlanır derseniz, öncelikle aile benim için
çok önemlidir. Huzurlu bir aile ortamı ve huzurlu bir
iş ortamı birbirini destekleyen unsurlardır. Üç çocuk
yetiştirmek, onlarla beraber olmak da çok keyifli ama
galiba ne yazık ki ben onların çocukluğunu ıskaladım.
Çok yoğun çalışma tempom dolayısıyla çocuklarımla
fazla vakit geçiremedim ve hayatımdaki en büyük
pişmanlıklardan bir tanesi budur.
Bunların yanı sıra Ali Ülker yüzmeyi sever, sporu sever.
50 yaşımı aştım, yine de spora düzenli olarak devam
ediyorum, haftada minimum 3 gün spor yapıyorum.
Beslenmeme de dikkat ediyorum, her şeyden yiyorum
ama makul ölçülerde ve dengeli bir şekilde beslenmeye
gayret ediyorum. Sağlıklı yaşlanabilmek önemli diye
düşünüyorum.
Bunun haricinde insanların fiziksel sağlık kadar zihinsel
sağlığı muhafaza etmesi de çok önemli. Bunun
için de bir meşgale geliştirmek, bir hobi edinmek
bence birincil derecede bir gereklilik. Hobi ve sosyal
etkinlikler size bir çevre getiriyor, arkadaşlık ve dostluk
imkanlarınızı geliştiriyor ama hepsinden de ötesi iş
hayatımızda veya özel hayatımızda zaman zaman
yüklendiğimiz stresten arınmamızı sağlıyor. Bu stresi
deşarj etmek, nötralize etmek için de bir aktiviteyle
uğraşmak, başka bir şeye konsantre olmak, bütün
beyin gücünüzü sadece oraya odaklamak çok fayda
sağlıyor.
Gündemi, aktüaliteyi daha çok görsel mecradan takip
23
ediyorum çünkü günümüzde eğitim ve öğrenme
şekilleri değişti. Aktüaliteyi Twitter’dan takip ediyorum,
bazı konuları da YouTube’dan araştırıyorum, iş
dünyasıyla ilgili merak ettiğim konular hakkında
TEDTalk’lardaki sunumları izliyorum, bunlar da vizyon
ve ufuk açıcı oluyor. Okuma alışkanlığım ise kitaplardan
makalelere doğru yön değiştirdi. Konusunda uzman
kişilerin yazmış olduğu kısa makaleleri okuyorum
çünkü artık bir kitabı baştan sona okumak benim için
lüks. Merak ettiğim kitaplar da oluyor, o zaman genelde
ilgimi çeken bölümlerini okuyorum.
Sabah erken kalkmayı seviyorum; genelde sabahları
saat 6 gibi uyanmış oluyorum, bazı günler sabah spor
yapıyorum, bazı günler seçtiğim yazıları okuyorum
veya haberleri izliyorum. Mutlaka sabah haberlerini
izlerim, gündemde neler var, bizi neler bekliyor veya bir
gün önce neler oldu, bunları takip ederim. Sabahları
kahvaltıya önem veririm, kahvaltı yapmadan evden
çıkmam. Seyahate gidecek bile olsam kahvaltımı ihmal
etmem. İşe gelince mutlaka günlük programıma
bakarım, görüşeceğim kişiler varsa gündemi
oluştururum, onun haricinde de programın çok yoğun
olmamasına gayret ederim ki arada çıkabilecek ekstra
gündemleri yönetmek için zamanım olsun. Evde saat
23:00’dan 01:00’a kadar benim için internet zamanıdır.
Gerek makale okumak gerekse bazı videoları takip
etmek için internet sıkça kullandığım ve başvurduğum
referans kaynaklarından bir tanesi. LinkedIn yazılarıma
ilham olabilecek temaları da internetteki gündeme,
güncel konulara göre belirleme imkânı buluyorum.
Seyahate gittiğimde de sadece bulunduğum bölgedeki
ofislerimizi ve çalışanlarımızı ziyaret etmek yerine
bizzat sahaya çıkarak oradaki müşterilere gitmeye,
pazarı görmeye, anlamaya, insanların yaşam stilleriyle
ilgili deneyim ve tecrübe kazanmaya, sosyalleşmeye
önem veririm. Gittiğim ülkedeki sosyal hayatı anlamak
için farklı mahallelerine gider, sosyal yapıyı görmeye
çalışırım.
Yıldız Holding olarak geçmişten bugüne kadınları
iş dünyasında daha fazla var edebilmek adına
yaptığınız çalışmalarla sektörde adınızdan sıkça söz
ettiriyorsunuz. Bu amaç doğrultusunda, fırsat eşitliğini
sağlamada öncü rol oynayabilecek bir çalışmaya imza
atarak Yıldız Holding Kadın Platformu’nu kurdunuz.
Peki kadınları iş hayatına daha fazla dahil etme
çalışmalarınızı nasıl devam ettirmeyi hedefliyorsunuz?
Bu alanda yeni projeleriniz var mı?
Öncelikle bu Platform’un kadın çalışanlarımızın
bir temsilcisi olmasını arzu ettik. Yıldız Holding ve
iştirakleri Çin’den başlayıp Hindistan, Kazakistan,
Romanya, Türkiye, Orta Doğu, İngiltere, Amerika ve
Nijerya’ya kadar uzanıyor. Bu kadar çeşitlilik arz eden
bir yapı içerisinde farklı coğrafyalarda o ülkelerin
kültürlerinden, o ülkelerdeki iş ortamından, çalışma
koşullarından kaynaklanan farklılıklar mutlaka var.
Bazı ülkelerde kadınların iş dünyasında yer alması
oldukça doğal karşılanırken ve kadınlar erkeklerle eşit
fırsatlara sahipken bazı ülkelerde de ne yazık ki değişik
handikaplar yaşanabiliyor. Yıldız Holding de global
bir yapı olduğu için sürekli birbirimizden öğrenen bir
yapıyız ve farklı coğrafyalardaki en iyi uygulamaları alıp
adapte edebileceğimiz bir platform olsun istedik ve
Yıldız Holding Kadın Platformu’nu oluşturduk. Kuruluş
aşamasında yaptığımız arama konferanslarında da
enteresan sonuçlara ulaştık. Platformda yer alan ve
bu gruba dahil olan, arama konferanslarına katılan
tüm kadınlar şunu dedi: “Bu konuda eğitilmeye veya
kendimiz adına bir aksiyon alınmasına ihtiyacımız
yok. İhtiyacımızı kendimiz belirleyebiliriz, kendi
yol haritamızı çizebiliriz. Önce erkekler kendilerini
düzeltsin.” Birinci çıkış noktaları buydu. Dolayısıyla
öncelikle erkeklerin bir fark yaratması gerekiyor.
“
Global düşün, yerel hareket et.
”
İkincisi, iş yerinde iletişimde özellikle
erkek-dominant bir lisan kullanılıyor,
bunu değiştirmek lazım. İngilizcede
bu sıkça olan bir şey, Türkçede de
var. Artık iş adamı demiyoruz, iş
insanı denmeye başladı. Yani bu
jargonu da değiştirmek gerekiyor.
Bunun ötesinde kadınların en
önem verdiği husus eşit fırsat
sağlanması. Kadınlar, “Biz kendi
yolumuzdan gideriz; engelleri
ortadan kaldırın, biz zaten gereken
noktaya doğru ilerleriz,” dediler. Bu
çok yerinde bir tespitti. Buradan
hareketle Platformumuz çeşitli iş
birliklerine gitti. Özellikle Birleşmiş
Milletler’in WEPs ilkelerini, yani
Kadının Güçlenmesi Prensiplerini
imzalayarak yola çıktık.
Bir manifestomuz var ve belli bir
program dahilinde ilerliyoruz.
Ölçülebilir hedeflerimiz var.
Bunlardan en önemlisi de fırsat
eşitliği. Gerek istihdam yaratmada
gerekse terfilerde, kritik noktalara
kadınların yerleşmesi konusunda
fırsat eşitliğine inanıyoruz. Tabii şuna
dikkat ediyoruz: Bu bir siyasi oluşum
ya da feminist bir hareket değil;
mühim olan kadınların yönetimde
söz sahibi olmaları ve erkek
dominant bir ortamdan eşitlikçi
bir ortama geçmek, yani baskın bir
yapıyı kırmak, zinciri kırmak. Daha ilk
aşamada ben de bu konuda bir adım
atıp İngilizce unvanımı değiştirdim.
Yönetim Kurulu Başkanı unvanı
Türkçede cinsiyet barındırmıyor
ama İngilizcede “Chairman” yerine
artık “Chairperson” veya “Chair of the
Board” unvanını kullanıyorum.
Yıldız Holding olarak değişen iş
dünyasında çalışma modellerinin
verimliliği ve dönüşümü üzerine
geliştirdiğiniz “UYDU-Yeni Nesil
Çalışma Modelleri” projesinin 1
Eylül 2021 tarihinden itibaren
uygulanmaya başlandığını biliyoruz.
Peki bu projede sürecin nasıl
ilerlemesini ve bu projenin çalışan
performansı üzerinde nasıl bir etki
yaratmasını hedefliyorsunuz?
Elbette bu konuda hedeflerimiz
var ama neler olacağını bilmiyoruz.
İş dünyasında öğrendiğim en
önemli hususlardan bir tanesi de
şu: Bilmemek hiç ayıp değil. Neden
bilmiyoruz? Çünkü bu insanlık
tarihinde ilk defa uygulanan
bir organizasyon şekli. Buna
sadece UYDU projesi olarak da
bakmamak lazım. UYDU, Türkiye
organizasyonumuzda denenen
hibrit bir çalışma modeli. Şunu
zaten görüyorduk: Pandemi
öncesinde de genç çalışanlarımız
daha esnek çalışma saatleri, zaman
zaman evden ve uzaktan çalışma
gibi alternatiflerin olmasını talep
ediyorlardı. Biz açıkçası buna henüz
cesaret edemiyorduk ama salgınla
beraber bir anda dünyamız, iş
yapma şekillerimiz değişti. Uzaktan
çalışmak bir lüks değil bir zaruret,
ihtiyaç haline geldi. Biz de en kısa
sürede kendimizi buna adapte
ettik. Kavramsal tasarım ve konsept,
strateji, iş geliştirme gibi alanlarda
çalışan kişilerin bir araya gelip
birbirleriyle bir şeyleri tartışması,
bir şeyi tartışırken aynı odada
olmaları, yani vücut lisanıyla da bir
şeyler ifade edebilmeleri bana daha
doğru geliyor ama rutin konuların
konuşulduğu, sadece sonuçların
incelendiği, aksiyonların belirlendiği
toplantılarda uzaktan çalışmanın
da çok rahat olduğunu gördük.
Dolayısıyla bu süreci zaman içinde
hep beraber keşfedeceğiz.
Ancak şunu da biliyorum ki
uzaktan çalışmada daha kısa
hedefler koymak gerekiyor. İş ve
görev dağılımını daha adilane
yapmak, daha yakın takip etmek
gerekiyor. Şirketler içerisinde en
büyük problemlerden bir tanesi
de çalışanların aidiyetini devam
ettirmek, sadakati yükseltmek. Bu
konuda şirketlere çok mesuliyet
düşüyor. Ayda sadece 1-2 sefer
şirkete gelen çalışanı şirkete nasıl
bağlayacaksınız, uzaktaki parçaları
bütüne nasıl ilave edeceksiniz?
Bunlar şu anda ucu açık kalan soru
işaretleri. Uzaktan çalışmayla beraber
gerek performans sistemlerinde
gerekse aidiyet sağlayacak İnsan
Kaynakları politikalarında ve
ücretlendirmede, hedeflendirmede
farklılıklar oluşmasını bekliyoruz.
“
İş dünyasında başarılı
olmak istiyorsanız
düştüğünüz yerden
kalkmayı ve o düşüşten
dersler çıkarmayı öğrenmek
gerekiyor. Kariyer çizgisi
hiçbir zaman daima yukarı
doğru gitmiyor, inişler
çıkışlar oluyor.
Geçtiğimiz Mart ayında Yıldız
Holding tarafından 13’üncüsü
düzenlenen Senenin Yıldızları
Ödül Töreni büyük bir ilgi görerek
9 kategoride 201 farklı proje
başvurusu alıp 1,5 milyar lira
katma değer kazandırdı. Ödül
töreninde yaptığınız konuşmada
“Holdingimizin dünyada parlayan
bir yıldız olmasını hedefliyoruz”
sözlerinizle Yıldız Holding’in bir
dönüşüm süreci içerisinde olduğu
ifade ettiniz. Peki bu dönüşüm
ve globalleşme süreci için yeni
çalışmalarınız var mı?
24
”
Tek başına Ülker markamız bile
büyük bir değer ifade ediyor,
Türkiye’de kendi alanında bir
numarada bulunuyor ve geçmişten
bu yana gıda ile birlikte anılıyor.
Günümüzde ise Yıldız Holding olarak
gıdanın yanı sıra perakendeye de
odaklanıyoruz. Zamanında yapmış
olduğumuz strateji çalışmalarında,
atıştırmalık alanında güçlü bir
noktaya gelmek için başka güçlü
markalara da ihtiyacımız olduğu,
bunun da satın almalar vasıtasıyla
yapabileceğimiz gündeme gelmişti.
2008 yılında GODIVA, 2014 yılında
United Biscuits’in (McVities’in ana
şirketi) satın alınması bize iki tane
daha önemli marka kazandırdı.
Çikolata alanında GODIVA, bisküvi
alanında da McVities markası global
potansiyele sahip önemli markalar.
Evet, İngiltere’de, Orta Doğu’da,
Türkiye’de ve daha pek çok yerde
markalarımızla bir numarayız
ama başka birkaç coğrafyayı daha
bu listeye ilave etmek, oralarda
da hatırı sayılır pazar paylarına
ulaşmak bizim hedeflerimizden
bir tanesi. Globalleşmeden benim
anladığım şu: Eğer Avustralya’daki
bir yangın veya Japonya’daki
tsunami konusunda sabah haberleri
izlediğiniz zaman oradaki ekiplerimiz
ne yapıyor, onların yanında olmalıyız
diye düşünüyorsanız siz yavaş yavaş
global bir yapı haline geliyorsunuz
demektir. Sonuç itibariyle bu
bir yolculuk. Bitmeyen bir enerji
gerektiriyor ama bunun ötesinde de
global değerlere sahip olmanız ve
bütün organizasyonlarınızı, yapınızı
da bu global değerler üzerinde
geliştirmeniz gerekiyor. En son bir
anket çalışmasıyla tüm dünyadaki
çalışanlarımıza “Bizi geleceğe
taşıyacak değerler nelerdir?” diye
sorduk. Oradan da bazı ipuçları
alarak Yıldız Holding’in Global
Değerlerini oluşturduk. Bunlara
bakacak okursak müşterilerimize
ve tüketicilerimize yakın olmak,
hizmette yarışmak bizim için temel
unsurlardan bir tanesi. Değişik
coğrafyalarda çalışan arkadaşların
projelerini takip ediyoruz.
Birbirimizden öğrenmek de önemli
bir zenginlik; dolayısıyla farklılıkları
teşvik ediyoruz. Tüm bunları
yaparken de ana değerlerimizden bir
tanesi etik ve şeffaflık.
Global olmanın bazı sorumlulukları
var. Ne kadar ana yatırımlarımızda
Türkiye’yi öncelikli olarak tutsak
da global olarak yurt dışında da
farklı kurumlarla ve enstitülerle iş
birliğine gidiyoruz. Bunlardan bir
tanesi Harvard Üniversitesi’ndeki
Sabri Ülker Center. Orada da
bilimsel araştırmaları destekliyoruz.
Bu girişimin bize herhangi bir
ticari dönüşü olmasa bile, sadece
beslenmenin metabolizma
üzerindeki etkilerini araştırıp,
metabolizmayı daha iyi anlayıp
insanlar için faydalı bir şey
geliştirmeye gayret ediyoruz.
Daha önce verdiğiniz bir röportajınızda "İşimi
belirli saat dilimlerinde yapmaktan ziyade tam
anlamıyla yaşıyorum” sözlerini kullanmıştınız. İş
programınızın ne kadar yoğun olduğunu tahmin
edebiliyoruz. Tüm bu yoğun programınız devam
ederken sizi teşvik eden bir motivasyonunuz var mı
? Bunu bizimle paylaşabilir misiniz ?
Ben de kendime sık sık şunu soruyorum: “Niye
buradayım?” Tabii ki her şeyi maddiyatla ölçmek
mümkün değil. Günümüzde ne yazık ki maddiyat
çok ön plana çıkmakta ancak bence en önemli
tatminlerden bir tanesi de yaptığınız işten keyif
almak ve bunu manevi bir hazza çevirebilmek.
Nedense Yönetim Kurulu Başkanlarının çok yoğun
çalıştığı düşünülüyor. Ben buna katılmıyorum. Eğer
çok yoğun çalışıyor olsaydım; o yoğunluktan dolayı
sağlıklı düşünme fırsatı bulamazdım. Biraz daha
kendime boş zaman yaratmayı, bu zamanı da daha
çok gelişim için kullanmayı tercih ediyorum. Aileden
aldığım bazı değerler var. Adaletli davranmak,
dürüstlük, şeffaflık. Bunlar ailenin temel değerleri.
Bu yapıyı daha da güçlendirmek, kurumsal hale
getirmek, yönetişim modelini oturtmak, bunu
sadece Türkiye özelinde değil dünya çapında
yapmak kolay bir sorumluluk değil. Bununla ilgili
kendime seçmiş olduğum temel projelerden
bir tanesi “Global Veri Yönetişimi”. Benim tek
projem, dünyadaki bütün şirketlerimizin ortak bir
veritabanını kullanmaları ve bu ortak veritabanından
sonuçlar çıkartmaları, bir şeyler öğrenmeleri,
ortaya koymaları, birbirlerine göre üstün yönlerini
ve iyi uygulamaları tespit etmeleri. Kısacası veriyi
kullanarak performans konusunda fark yaratmaları.
Bu konu iki senelik bir proje. Oldukça ehemmiyet
veriyoruz ve global ölçekleri iyi yönetmek şu
anda bizim temel önceliğimiz. Yönetim Kurulu
Başkanı olarak birinci hedefiniz ne derseniz, bu
projeyi tamamlamak derim. Bütün dünyanın kesik
noktalarını birleştirmek, tek çizgi haline getirmek,
dünyadaki tüm şirketlerimizi birbirine bağlamak.
Pandemi süresince istihdama odaklanıp 330
milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdiniz. 2020 yılını
‘insana yatırım yılı’ olarak ilan ettiniz ve ilk altı
ayında 5 bin 300 kişiye yeni istihdam sağladınız.
Pandemi dönemindeki dijital dönüşüme hızla ayak
uydurup “Nasılsın” ismini taşıyan dijital uygulamayı
ve Dijital Koridor’u hayata geçirdiniz. Virtual JOB
Experience’ı online’a taşıyarak bu döneme hızlı bir
şekilde adapte oldunuz. Başarıyla gerçekleşen bu
adaptasyon sürecinizin nasıl ilerlediğini bizimle
paylaşabilir misiniz ?
Pandemi hayatımızı oldukça derinden etkiledi ve
şu anda Türkiye’de üretilen ürünlere ciddi bir talep
var, ihracatımız artıyor. Perakendede Türkiye’de
lider konuma gelmeyi hedefliyoruz. Dağıtım
bizim için çok önemli. Konvansiyonel olarak, yani
distribütörler aracılığıyla bakkallara, marketlere satış
yaptığımız bir organizasyon yapımız var. Bunun haricinde
de büyük, ulusal ölçekte marketler, yani organize ticarete
hizmet eden Pasifik adı altında başka bir şirketimiz var.
E-ticaret platformları ortaya çıktığında da E-Star adı
altında farklı bir organizasyon yapısı oluşturduk ve bu
kanalda farklılaşan ürünlere ve hizmetlere, promosyonlara
ihtiyacımız olduğunu bildiğimiz için orada da farklılaştık.
Öte yandan, mesela Cepte ŞOK diye bir uygulamamız var.
ŞOK Marketler’in sanal mağazalarını oluşturduk. Yakın
çevrelerine çok hızlı bir şekilde hizmet getirebiliyorlar,
birkaç saat içinde siparişi teslim edebiliyorlar.
Uzaktan çalışma, Dijital Koridor, Virtual Job Experience’dan
bahsettiniz. Bunlar güzel çözümlerimiz ama daha ileriye
bakmamız, daha kalıcı çözümler üretmemiz gerekiyor.
Dijital Koridor’da sohbet etmek harika fakat bunun
daha farklı bir şekle dönüşmesinde fayda var. Dijital
eğitimlerde profesyonel arkadaşların tecrübelerini
aktarması, yeni başlayanlar için çok önemli. Kurduğumuz
Analitik Akademi sayesinde üniversiteden mezun genç
programcı arkadaşlarla orta kademeli arkadaşları, yani
işi bizzat yöneten arkadaşları bir araya getirerek grup
içerisindeki dijital dönüşüm fırsatlarını projelendirdik. Bazı
arkadaşlarımız teknolojik fırsatlar sunarken bazıları da iş
tecrübelerini ortaya koyarak çok başarılı projelere imza
atıyorlar. Virtual Job Experience’tan da kısaca bahsetmek
isterim. Biliyorsunuz bazı fakültelerde ve bölümlerde
zorunlu stajlar var. Halbuki bizim yaptığımız proje yönetimi
bazlı bir staj. Daha uzun vadeli stajlar öngörüyoruz ve
buradan istihdama dönüştürüyoruz.
Dijital imkânlar konusunda halen öğrenme safhasındayız.
Dijital dünyanın iş hayatına getireceği ne gibi değişimler
olacak, ne gibi fırsatlar olacak, bunları yakinen takip
ediyoruz.
Ülker’in kurulduğu yıldan bugüne dek ‘israfsız şirket’
misyonuyla ve sürdürülebilirlik prensibiyle devam ettiğini
biliyoruz. Bu amaç doğrultusunda 2015 yılında BIST
Sürdürülebilirlik Endeksi’ne giren ilk gıda şirketi oldunuz.
6 yıldır yayınladığınız sürdürülebilirlik raporlarında
iklim krizi ve gıda israfı gibi konularla da mücadele
ediyorsunuz. Bu mücadele dahilinde S&P Kurumsal
Sürdürülebilirlik Değerlendirmesi’nde The Sustainability
Yearbook 2021 listesine gıda sektöründe girmeyi
başaran ilk ve tek Türk şirketi oldunuz. Peki bize bu
çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Evet, Yıldız Holding’in 2000 yılına kadar neredeyse 60 yıl
Türkiye pazarına endeksli bir yatırımı vardı. 2000’den sonra
da civardaki coğrafyalara da yatırımlarımız söz konusu oldu
çünkü ihracatla belli bir noktaya ulaşabiliyorsunuz. İhracat
fayda sağlayabiliyor ancak sürdürülebilir olamayabiliyor.
Bunun için biz sadece ihracatla değil, lokal üretici olarak
da dünyanın farklı coğrafyalarında yer aldık. En büyük
hamleler GODIVA ile Amerika’da söz sahibi olmak, United
Biscuits markası ile İngiltere’de söz sahibi olmak ve
diğer coğrafyalara açılmaktı. Biliyoruz ki zaman değişir
ve bugünün doğruları yarının yanlışları olabilir. İş yapış
şekillerinde de bizi bugünlere taşıyan geçmiş değerler
veya geçmiş uygulamalar artık geçerli değil. Biz de eski
25
“
Gençlere tek tavsiyem
lütfen gözünüzü
kulağınızı açın. Çevrenizle
irtibat halinde olun.
Dünyadaki gelişmeleri
takip edin ve kendi
gelişiminize yatırım yapın.
Okuyun, dinleyin, izleyin,
takip edin.
”
Yıldız Holding veya eski Ülker değiliz. Çok farklılaştık,
değiştik ama mühim olan bizi biz yapan temel unsurları
ve değerleri kaybetmemekti. Bunları da muhafaza
ettiğimizi görüyorum. Tüketiciye yakın olmak, tüketiciyi
iyi anlamak, etik olmak, şeffaf olmak, toplumla
bütünleşmek, müşteriyi iyi anlamak ve dinlemek, iyi
hizmet vermek, maliyet liderliğini devam ettirmek ve
performansı yüksek tutmak.
Yıldız Holding olarak dünya çapında oldukça büyük
başarılara imza atmaktasınız. Yıldız Holding’in bir
aile şirketi olarak başladığı bu yolculukta Türkiye
pazarından çıkıp dünya pazarında böyle güçlü bir yer
elde etmesinin sırrının ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden biri olan Yıldız
Holding Yönetim Kurulu başkanı olarak kariyer
basamaklarını yeni tırmanmaya başlayan gençlere, iş
yaşamı ve sosyal yaşam hakkında ne gibi tavsiyelerde
bulunmak istersiniz?
Gençlere pek fazla tavsiyede bulunmak istemiyorum
çünkü bizim yaşadığımız dünya ile geleceğin
dünyasının çok farklı olacağını biliyorum. Birbirimizden
öğreneceğimiz çok şey olduğuna inanıyorum. Gençler
kendi yollarını kendileri açacaklardır. Yine de edindiğim
tecrübelerden birkaçını, faydalı olması ümidiyle
paylaşabilirim.
En önemli tavsiyem şu: Lütfen gözünüzü kulağınızı açın.
Çevrenizle irtibat halinde olun. Dünyadaki gelişmeleri
takip edin ve kendi gelişiminize yatırım yapın. Okuyun,
dinleyin, izleyin, takip edin. İş hayatımda, özellikle
kariyerimin başlangıç dönemlerinde kendimden on yaş,
yirmi yaş, hatta daha da büyük insanlarla sohbet ettim;
onları gözlemleyerek çok şey öğrendim. Fark ettim ki
nasihat vermekten ziyade örnek olmak çok daha etkili
bir yöntem.
Çok soru sorun, anlamaya çalışın ve olayları yüzeysel
olarak değil, derinlemesine irdeleyin. Bir de tabii hiçbir
şeyi olduğu gibi kabul etmeyin.
Değişimden yana olun ama nereye doğru evrildiğinizin
ve değiştiğinizin daima bilincinde olun. Mutlak ve
kesintisiz başarı diye bir şeyin olmadığını da söylemek
26
isterim. İş dünyasında başarılı olmak istiyorsanız
düştüğünüz yerden kalkmayı ve o düşüşten dersler
çıkarmayı öğrenmek gerekiyor. Kariyer çizgisi hiçbir
zaman daima yukarı doğru gitmiyor, inişler çıkışlar
oluyor. Ben de Ülker ailesinin bir ferdi olmama karşın
düşe kalka, hata yaparak ve düzeltmeye çalışarak, hatta
kimi zaman azar yiyerek bugünlere geldim.
Öte yandan, çok basmakalıp gelse de bazı konuları
gerçekten zamana bırakmak gerektiğini öğrendim.
Mesuliyet duygum yüksektir, üzerime aldığım vazifenin
hakkını vermeyi amaçlarım. Bunlar güzel özellikler
olabilir ama insan haddinden fazla bir çabayla kendini
kanıtlama telaşına düşerse büyük bir stres yaşıyor. Ben
de böyle dönemler yaşadım ve gördüm ki zamana
bırakmak, her işi başarabileceğimizi ya da başarmak
zorunda olduğumuzu düşünmemek gerek. Her işte
başarılı olacağım diye ısrar etmeye gerek yok. Hatadan
dönmeyi bilmek, yeri geldiğinde yepyeni bir yol çizmeyi
göze almak lazım.
Gençlere her zaman güveniyorum ve Holdingimizde
özellikle genç istihdamı politikalarını destekliyorum.
Gençlere fırsat verilmesi gerektiğine, onların bizden
daha açık fikirli olduğuna inanıyorum.
27
’’GELIŞEN TEKNOLOJIDE
REKLAMCILIĞIN SERÜVENI’’
Tüketici yolculuğunun
geleceği, bilinirlikten
daha çok deneyimlere
odaklanacak.
Son yıllarda
iletişim
dünyasında
birçok yeni
teknoloji
hayatımıza girdi.
Bu teknolojilerin
de getirdiği
avantajla veri
kullanımı işimizi
yapış şeklini
değiştirdi ve
değiştirmeye
devam ediyor.
BÜLENT YAR
GroupM CEO
Dijitalin yön verdiği günümüz dünyasında yeni gelişen teknolojiler
ve davranış şekilleri, fırsatların yanında pazarlama uzmanlarının
uykularını kaçıran zorlukları da beraberinde getiriyor. Gelişen
yapay zeka uygulamaları ve tavsiye algoritmaları ile tüketicilerin
verdiği kararlar gitgide daha fazla otomatize oluyor; reklamverenler
için önemli bir bariyer haline geliyor. Sadece fonksiyon ve fiyata
odaklanmak anlamına gelmiyor. Aksine marka değerini yükseltmek
ve imajı güçlendirmek uzun vadede markasını büyütmek
isteyen reklamverenlerin birinci önceliği olmak zorunda.
Başarıya giden yol, marka vaadiyle tüketici beklentileri arasındaki dengeyi kurabilmek ve tüketicilerin markayı
ismiyle istemesini sağlayacak tetikleyici unsurları yakalamaktan geçiyor.
Yapay zeka tabanlı dijital asistan çözümleri ve akıllı buton sistemleri gibi değişen teknolojiler, markaların
iletişimlerini etkilediği kadar, tüketicilerin de karar verme süreçlerini etkileyerek onların satın alma aşamasında
daha pasif bir rol üstlenmelerine sebep oluyor. Tüketicilerin sipariş verirken belirli bir marka ismi vermek
yerine direkt Alexa’ya seslenerek “Sepete kalem pil ekle” demesi bile markalar için korkutucu olabilecek
bir konu. (Özellikle marka daha fonksiyonel ve düşük ilgi gösterilen bir kategoride ise) Fiziksel mağaza
deneyimlerinin tüketici tercihlerini etkileme şansı olmadığında birçok tüketici alışkanlıklar üzerinden hareket
ediyor ve bildiği markalarla ilerliyor. Online alışverişlerinde düzenli olarak yer alan markalar genellikle
değişmiyor. Bu pasif ve otomatize alışveriş davranışı da birçok markayı tüketici zihninden uzaklaştırıyor.
Artık birçoğumuz algoritmaların bizim yerimize karar vermesini, playlist oluşturmaktan haber filtrelemeye,
benimsemiş durumdayız. Peki bu durumda markalar nasıl hareket etmeli? Yapılması gereken veri ile empatiyi
tek bir potada eriterek kültürel anlamda uygunluğu yüksek içgörüler ortaya çıkarmak ve kişiselleştirilmiş
mesajlar verebilmek. Geleceğin pazarlama uzmanları bu iki unsuru birleştirerek, kalabalıktan
ayrışan, daha modern markalar yaratmaya çalışacak.
MARKALAR DOĞRU ZAMANDA, KALITELI, KIŞISELLEŞTIRILMIŞ MARKA MESAJI VERMEK
IÇIN ILETIŞIMLERINI OPTIMIZE EDEBILECEK YENI ÇALIŞMA YÖNTEMLERINE IHTIYAÇ
DUYACAKTIR.
28
Reklamverenler kısa vadede satış arttırmak ile uzun vadede sadakat inşa etmek konusunda nasıl bir yol
izleyeceğini ve iletişim bütçesini nasıl dağıtacağını tekrar düşünmek durumunda. Marka inşa ederken “her
soruna uygun tek bir çözüm” anlayışı geçerli değil. Geleceğin markaları kısa ve uzun vadeli hedeflerini aynı
anda yönetebilecek. Veri güdümlü bu ekosistemde markaların artık tüketicilerin ne zaman acıktıklarını,
ne zaman park yeri aradıklarını, vitamin değerlerinin ne zaman düştüğünü bilmesi gerekecek. Gerçek
zamanlı veri akışı pazarlama uzmanlarına çok daha doğru ve geniş kapsamlı içgörü sağlayacak. Burada
kilit nokta bu veriyi kullanırken olabildiğince şeffaf davranarak tüketicilerin güvenini kaybetmemek ve
uygun mesajı uygun kişiye gösterebilmek.
Başarıya giden yol, marka vaadiyle
tüketici beklentileri arasındaki
dengeyi kurabilmek ve tüketicilerin
markayı ismiyle istemesini sağlayacak
tetikleyici unsurları yakalamaktan
geçiyor.
düşünmesi gerektiği anlamına geliyor. Tüketiciler, satın
alma yolculuğunu kolaylaştırmak ve daha hızlı alışveriş
yapmak için zamanla kategoriden çok, marka adını
seslendirmeyi tercih edecek. Bu sebeple markaların,
kısa yoldan ve oldukça hızlı bir şekilde, tüketicinin
hafızasında nasıl yer edindiğini ve tüketiciyi nasıl harekete
geçirdiğini yeniden gözden geçirmeleri gerekecek. Bu
da, keşfedilebilirliği artırmak için güçlü içerik, SEO ve
Arama stratejilerine daha fazla yatırım yapılması anlamına
geliyor. Aynı tüketicinin dikkatini çekmek için yarışan pek
çok ürün ile, verilen mesajın “alakalı ve kişisel” olması hiç
bu kadar önemli olmamıştı. Programatik medya satın
alımları, reklam kreatiflerinin; kişi, yer ve motivasyona
Tüketici yolculuğunun geleceği, bilinirlikten göre dinamik olarak optimize edilmediği sürece yararsız
daha çok deneyimlere odaklanacak. Birçok olacaktır. Bir marka, sürekli değişen bir pazarda, iletişim
pazarlamacının öncelikli hedeflerinden biri planlamasını; birden fazla kanalda, birden fazla içerik
olan marka bilinirliği, hızlı bir şekilde yerini çeşidi sunmak üzere hazırladığından emin olmalıdır.
tüketici deneyimi sunma ihtiyacına bırakıyor. Ve bunu uygun bir maliyet ile yapması gerekmektedir.
Satın alma kararı gitgide tüketici yorumlarına Markalar doğru zamanda, kaliteli, kişiselleştirilmiş marka
dayanarak veriliyor. Deneyimin ön plana mesajı vermek için iletişimlerini optimize edebilecek yeni
çıktığı bu ortamda marka ve tüketici ilişkisi çalışma yöntemlerine ihtiyaç duyacaktır.
değişiyor. Tüketiciyi anlamak ve iletişimi
kişiselleştirerek yapabilmek önem kazanıyor.
Çok sayıda marka işlenebilir dijital içgörüden
yoksun çünkü veriye erişimleri sınırlı. Bu sorunu
çözmek için, markaların, tüketicilerinin kim
olduğunu ve nerede olduğunu net bir şekilde
anlamalı, tüketicilerine geniş ölçekte ulaşmak
için yeni hedefleme stratejileri kullanmaya
başlamalıdır. Önceden oluşturulmuş dijital
kitleleri satın almayı bırakıp, medya ve platform
bağımsız bir şekilde tüketicilerine geniş
ölçekte ulaşmak için yeni hedefleme stratejileri
kullanmalıdır. Pazarlama subjektif bir alan,
burada önemli olan konu gerçek insanlarla
teması kaybetmemektir. Veri güdümlü dijital
dünya içerisinde insani bağlantıyı kaybetmeyen
markalar bir adım önde olacak. Son olarak,
markalar gelecekte tüketicilerle bağlantı
kurmak için -gerçek anlamda- seslerini
bulmak zorunda kalacak çünkü Siri ve Alexa
gibi Sesli komut asistanları tüketicinin dijital
etkileşimlerini ve satın alma yolculuğunu
yeniden şekilendiriyor. Ses, davranışsal değişimi
yönlendiriyor ve yönlendirmeye de devam
edecek. Bu da markaların kreatiflerini yeniden
29
MODA SEKTÖRÜNÜN
YENİLİKÇİ YÖNETİCİSİ :
MÜGE ARPACIOĞLU
“
Kariyer bir yolculuk.
Başladığınız noktadan
çok farklı yönlere
gidebilirsiniz. Kendinizi
kalıplara koymayın.
Yapabileceklerinize inanın.
”
30
Kalıpların dışında ve
sınırların ötesindeki
kariyer yolculuğuyla moda
stratejilerine yön veren
H&M Türkiye Ülke Müdürü
Müge Arpacıoğlu ile keyifli
bir röportaj gerçekleştirdik.
Bugün moda dünyasında önde gelen H&M, 74
pazarda markaları olan küresel bir tasarım şirketi
ve sizler de 1940’lara dayanan köklü bir firma
olan H&M’in Türkiye Ülke Müdürüsünüz. Şu anki
konumunuza gelme sürecinizi anlatır mısınız?
Başarınızın sırrı nedir?
H&M benim kişisel hayatımda çok sevdiğim ve takip
ettiğim bir marka. Uzun yıllar Türkiye’de perakende
alanında çalışmış biri olarak gelişini sabırsızlıkla
bekliyordum.
2010 yılında ilk ekibi kurarken finans ve muhasebe
geçmişime bakarak o an için açık olan Muhasebe
müdürü pozisyonuna yerleştim. Benim için ilk
ekipte olmak çok önemliydi. Böyle köklü bir firmanın
Türkiye başlangıcında olmak çok heyecanlıydı.
Beraberce ilk mağazayı açarken hem çok yorulduk,
hem de çok eğlendik.
Bir senenin sonunda yeteneklerim ve liderlik
becerilerim sayesinde yöneticilerimin de desteği ile
Country Controller (CFO) pozisyonuna getirildim.
Yedi sene her gün öğrenerek ve gelişerek görevimi
yerine getirdikten sonra 2018 Ağustos ayında büyük
bir heyecanla H&M Türkiye Ülke Müdürü oldum. Bu
göreve gelen ilk Türk ve ilk kadın olmak benim için
ayrı bir gurur oldu.
Başarılı olmak için önce kendinize inanmanız
gerekiyor. Yapabileceklerinize, yeteneklerinize ve
enerjinize. H&M’de kendin ve hatta daha fazlasını
olmak için hep teşvik edilirsin. Kendim olabilmek,
kendimi dilediğimce ifade edebilmek beni daha da
güçlendirdi. H&M’de yapılan her iş görülür ve herkes
bir liderdir. Ben de bunun örneklerinden biriyim.
Daha nice başarı öyküleri mevcut. Çalıştığın şirkete
güven duygun yüksek olduğu zaman ve şirketin istek
ve ihtiyaçlarına karşılık verdiğin zaman; şirket de sana
güveniyor ve kapılar açılmaya başlıyor.
Dürüst olmak da çok önemli. Herkes hata yapabilir,
ama önemli olan hata da yapsan bunu dürüst bir
şekilde, bir çözümle beraber dile getirmektir.
Sürdürülebilirlik vizyonuna sahip H&M olarak
2040 yılına kadar değer zincirinde gezegenimizi
koruma odaklı davranmayı hedefliyor ve iklim,
biyolojik çeşitlilik, su üzerine odaklanarak moda
endüstrisinde öncülük ediyorsunuz. Bu projeniz
nasıl başladı? Hedefiniz kapsamında Türkiye nasıl
bir konumda?
Bahsettiğiniz gibi, 2040 yılına kadar tüm
ürünlerimizin baştan sona iklim pozitif olmasını
hedefliyoruz. Bu da ürettiğimiz sera gazı
emisyonlarından daha çoğunu ortadan kaldırmamız
anlamına geliyor. Bunun yapmak için hem global
hem lokal olarak aktif rol aldığımız projeler var.
Bunlar biri, 2013 yılında H&M tarafından başlatılan
globaldeki ilk Kıyafet Toplama Girişimini. Kıyafetlerin
yeniden giyilmesi, tekrar kullanılması veya
geri dönüştürülmesi için müşteriler tarafında
kullanılmayan kıyafetler mağazalarda bulunan
kutulara atılıyor. Bu sayede daha fazla tekstil
ürününün çöpe gitmesi engelleniyor. Bu proje ile
beraber doğaya katkı sağlamak ve geri dönüştürmek
üzere Türkiye’de 2013’den beri yaklaşık 106.000 ton
kıyafet topladık. Bu 500 milyon tişörte denk geliyor.
H&M olarak moda endüstrisindeki değişimin lideri
olmak için çalışıyoruz. Bu sene lanse ettiğimiz yeni
sürdürülebilirlik konseptimiz Innovation Stories
de, moda endüstrisinden sürdürülebilir bir moda
geleceği adına değişimin çok güzel bir örneği.
Modanın sınırlarını zorlayan bu yeni konsept, pozitif
yönde değişimin ön saflarında olmamızı sağlıyor. Bu
koleksiyonlarla, sürdürülebilir modayı ulaşılabilir ve
cazip hale getirmek istiyoruz. Müşterilerimizin bizlerle
birlikte sürdürülebilirlik yolculuğumuza katılabilmesi
ve bizim gibi yeni teknolojileri öğrenebilmesi için
hikâye anlatan parçalar yaratıyoruz.
2019 yılında yaptığınız röportajda diğer
perakendecilerden farklı olarak “Back Office”
uygulamasını ilk defa yaptığınızı söylediniz,
bu yıl için değerlendirecek olursak size diğer
perakendecilerden ayıran özellikler nelerdir?
Perakende sektöründe farklı firmalarda
deneyimlerim oldu, sektör içinde de gözlemlerim
her daim olur. H&M’de tüm ekip arkadaşlarımızın
çalıştıkları alanda kendilerini iyi, güvende
hissetmeleri, işlerini severek yapmaları çok önemli.
Mağaza ekiplerimizin çalıştıkları saat dilimlerini de
dikkate alarak günlük saatlerinin belirli bir kısmını
mağazalarımızda geçiriyorlar ve mağazalarımız
içindeki operasyon sürecini de dikkate alarak
Back Office alanımızı dinlenme zamanlarında
kendilerini rahat hissedecekleri, keyifli vakit
geçirecekleri, yemeklerini yiyip temel ihtiyaçlarını
mağazaya çıkmaya gerek kalmadan konforlu
şekilde yapabilmelerine odakladık. Hatta hayata
geçirdiğimiz bu yaşam alanı diğer H&M ülkelerine
de örnek teşkil ederek, uygulama olarak farklı H&M
ülkelerindeki mağazalara da entegre edildi. Mağaza
ekiplerimizden çok motive edici, pozitif geri dönüşler
alıyoruz ve kendilerini iyi hissetmeleri bizim için de
çok değerli. H&M olarak kapsayıcılık ve çeşitliliğe çok
önem veriyoruz. Kapsayıcılık bireyseldir ama daha
çok beraberliktir. Herkesin gerçekten ait olduğunu
hissettiği çalışma alanları yaratmak her daim
önceliğimiz.
Pandemi sürecinde yaşanan sokağa çıkma
yasaklarıyla birlikte internetten alışverişe ilgi
fazlasıyla arttı. Bu süreçte H&M dijital platformlara
fiziki mağazalardan daha fazla önem verip yatırım
yapmaya devam edecek mi? Müşteri potansiyelinde
ki online mağazaların satışlardaki avantaj açısından
fiziksel mağazalara etkisi nedir?
Pandemiden önce değişen müşteri alışkanlığı ile
gelişen dijital alışveriş ortamlarına şirket olarak
önem vermeye ve bu yönde yatırımlarımızı yapmaya
“
Kendin olmak, dürüst bir
tavırla açık iletişimde kalmak
ve de pozitif düşünmek bana
yolculuğumda çok yardımcı
oldu.
“
31
başlamıştık.
Pandemi ile dijital mağaza, fiziksel mağazaların
kapanması ile tek kanal olarak çalıştı. Bu da
doğal olarak dijital satışları artırdı. Fakat fiziksel
mağazalarımızın açılmasıyla birlikte müşterilerimiz
tekrar fiziksel mağazalara olan bağlılıklarını
gösterdi. Aslında iki kanal -fiziksel ve dijital birbirini
güçlendiriyor. Bizim için öncelik H&M müşterisinin
en iyi alışveriş deneyimine sahip olabilmesi.
Yatırımlarımızı bu yönde daha da hızlandırdık.
İçinde bulunduğumuz ve her geçen büyümeye
devam eden dijitalleşmeye rağmen fiziksel
mağazalar hala büyük bir öneme sahip, bu nedenle
doğru lokasyonlarda doğru mağazaların olmasını
sağlamak istiyoruz.
H&M olarak sürdürülebilirlik konusuna önem
verdiğinizi biliyoruz. Türkiye’de enerji tüketimini
azaltan yeni bir cephe tasarımı ve daha
sürdürülebilir konseptiyle yeni bir mağaza açtınız.
Bu mağazanın özellikleri ve diğer mağazalardan
daha avantajlı olan yönleri nelerdir?
Dünya’da sadece seçili ülkelerde ilk kez uygulanana
olan enerji tüketimini azaltan yeni bir cephe tasarımı
ve daha sürdürülebilir konseptiyle yeni mağazamızı
2 Eylül’de Meydan AVM’de açtık. Bu mağaza, daha
şeffaf, daha yeşil bir tasarımla daha az enerji tüketimi
amaçlıyor. Daha önce Türkiye’nin farklı noktalarındaki
mağazalarda uygulanan RED MOD tasarımını bir
adım ileri taşıyarak uzun yıllar dayanımı yüksek
malzemelerin kullanımıyla elektrik tüketimini %5
azaltmayı hedefleyen moda markası, kaynakların
bilinçli kullanımı, döngüsel ve iklim açısından olumlu
olma konusunda farkındalıklı projeler geliştirmeye
devam ediyor.
Türkiye'nin 72 ülke arasında 4 sene üst üste satış
birincisi olduğunu biliyoruz sizce bu başarının sırrı
nedir?
Türkiye potansiyeli yüksek bir pazar. Genç nüfusu,
değişen müşteri beklentileri ve ilgisi ile cazip bir
konumda.
Lokal beklentileri iyi gözlemlememiz, hızlı ve yerinde
aksiyon almamız ve en önemlisi başarıya odaklı
ekibimizin emeği ile başarı beraberinde geldi.
Moda ve kaliteyi en iyi fiyata sürdürülebilir şekilde
sunmamız ve ilk pazara girdiğimiz günden itibaren
moda severlerden gördüğümüz ilgi başarılarımızın
sırları arasında diyebilirim.
H&M dijitalleşmeye önem veren bir şirket. Yeni
nesil ticarette dijitalleşmeyi de göz önünde
bulundurduğumuzda en önemli noktalar
nelerdir? Pandemi süreciyle birçok firma yeni satış
stratejileri geliştirdi. H&M’de pandemi sürecinde
marka olarak anlamlı büyümeye odaklandığınızı
söylemiştiniz. Peki pandemi sürecindeki bu anlamlı
büyüme nasıl gerçekleşti? Bu süreçte H&M ne gibi
stratejiler uyguladı?
Az önce de bahsettiğimiz gibi, COVID-19 durumu,
pandemi başlamadan önce görmeye başladığımız
dijitalleşmeyi iyice hızlandırdı. En iyi OMNI modeline
ulaşmak için fiziksel mağazalarımızı ve dijital
alışveriş kanallarımızı entegre etmeye devam
ediyoruz. Fiziksel mağazalarımız bizim için çok
önemli olmaya devam ediyor ve doğru yerlerde
doğru mağazalarımızın olmasını sağlamak istiyoruz.
Anlamlı büyüme için mağaza portföyünü sürekli
olarak optimize ediyoruz.
Başarılı bir iş kadınısınız ve yaptığınız işlerle de
birçok genci etkilemektesiniz. Kariyer hayatınız
boyunca kazandığınız tecrübelerden bahsedebilir
misiniz? Bu yolda ilerlemek isteyen ve sizleri rol
model alan gençlere yönelik tavsiyeleriniz nelerdir?
Kariyer bir yolculuk. Başladığınız noktadan çok farklı
yönlere gidebilirsiniz. Kendinizi kalıplara koymayın.
Yapabileceklerinize inanın.
İş hayatımın tüm yılları öğrenerek, yenilikleri
değerlendirerek geçiyor. Her zaman farklı bakış
açılarına açık olmak gerekli. İş hayatı ve kişisel hayat
dengesini kurmak çok önemli.
Ekibinizi farklılardan oluşturmak ve herkesin kendisi
olması için alan tanımak başarının en temel kuralı.
Kendin olmak, dürüst bir tavırla açık iletişimde
kalmak ve de pozitif düşünmek bana yolculuğumda
çok yardımcı oldu.
“
İş hayatı hep stresli. Stresi doğru
yönetmek ise gelişmek için fırsat.
“
32
33
HAYAT BOYU ÖĞRENME
MOTİVASYONUYLA KARİYERİNE
YÖN VEREN YÖNETİCİ:
TÜLİN MEDE ESMER
“
İş yaşamında elde ettiğim
başarılarda en önemli
motivasyon kaynağım, yaptığım
her işi en iyi şekilde yerine
getirmeyi prensip edinmiş
olmamdır.
”
34
1967'den günümüze kadar
uzanan Mercedes-Benz,
Türkiye’nin en büyük sermayeli
şirketlerinden biri olma
yolculuğunda, başarılı kadın
yöneticisi, Türkiye’nin 50 CFO’su
arasına giren Tülin Mede
Esmer ile keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
1994 yılında Mercedes-Benz ile yollarınız kesişmiş
ve çeşitli birimlerinde görevler üstlenmişsiniz.
Mercedes-Benz Türk’ün ana şirketi Daimler AG’nin
İtalya’da bulunan grup şirketi EvoBus’un CFO
görevini ve akabinde Almanya’da Mercedes-Benz
Kamyon Merkezi’nde Mali Kontrol ve Raporlama
Yöneticiliği görevini yürütmüşsünüz. 1 Ocak 2019
tarihinde de Mercedes-Benz Türk’ün tarihindeki
ilk kadın ve Türk CFO olarak bir ilke imza attınız.
Sizce bu başarınızın sırrı nedir ve tüm bu kariyer
sürecinin yanı sıra Tülin Mede Esmer kimdir?
Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümü’nde
lisans eğitimimi tamamladım. Belirttiğiniz gibi
1994 yılında çalışmaya başladığım Mercedes-
Benz Türk’te, ilk olarak Lojistik & Dispozisyon
Bölümü’nde görev aldım. Bu bölümdeki görevimin
ardından; şirketin İhracat & Sipariş Yönetimi, Satış
& Pazarlama ve Bütçe & Yatırım gibi birimlerinde
çeşitli görevler üstlendim. Sonrasında da,
Mercedes-Benz Türk’te Mali Kontrol ve İş Geliştirme
alanlarında çeşitli yöneticilik pozisyonlarında
çalışma hayatıma devam ettim. Daha sonraki
yıllarda, Mercedes-Benz Türk’ün ana şirketi Daimler
AG’nin İtalya’da bulunan grup şirketi EvoBus’un
CFO ile Almanya’da yer alan Mercedes-Benz
Kamyon Merkezi’nde Mali Kontrol ve Raporlama
Yöneticiliği görevlerini yürüttüm.
Son olarak, Mercedes-Benz Türk’ün ilk kadın ve Türk
Finans ve Kontrol’den Sorumlu İcra Kurulu Üyesi
(CFO) olarak bir ilke imza atarak, yürütmekten
büyük bir onur duyduğum yeni görevime atandım.
Bu atama, Daimler’in Türkiye’nin yerel potansiyeli
ve yetkinliğine inancının bir göstergesi olduğu
için ülkemiz adına da ayrıca sevinç duyduğumu
özellikle söylemek isterim.
Özel hayatıma gelince de evli ve bir çocuk
sahibiyim.
Pandemi koşullarından her firma olumlu ya da
olumsuz etkilendi Mercedes-Benz Türk, pandemi
gölgesinde geçen 2020 yılında ‘Ekonominin aşısı
üretimdir’ mottosu ile otobüs, kamyon, AR-GE ve
diğer alanlardaki hizmet ihracatı ile 2020 yılında
en fazla ihracat yapan ilk 10 şirket arasında yer
aldı sizce bu başarının sebebi nedir?
Türkiye’de 54 yılı geride bırakan Mercedes-Benz
Türk olarak, Hoşdere Otobüs Fabrikamız ve Aksaray
Kamyon Fabrikamızda ürettiğimiz araçların yanı
sıra, Türkiye’den Dünyaya sunduğumuz AR-GE ve
hizmet alanlarında da faaliyetlerimiz bulunuyor.
1.3 milyar Euro’yu aşan yatırım hacmine sahip
olan ve 6.300’ü aşkın personele istihdam sağlayan
Mercedes-Benz Türk, bugün ülkemizin en büyük
yabancı sermaye yatırımlarından biri konumunda.
Mart 2020 itibarıyla ülkemizde etkilerini
hissettiğimiz Covid-19 pandemisine rağmen;
“Ekonominin aşısı üretimdir” diyerek, Aksaray
Kamyon Fabrikamız ve Hoşdere Otobüs
Fabrikamızda sürdürülebilir üretime odaklandık.
Eylül 2020’de 95.000’inci otobüsün, 2021 yılının
Ağustos ayında da 300.000’inci kamyonun
üretimine imza attık. 2020 yılında üretim, AR-GE
ve hizmet ihracatımızla ülkemize yaklaşık 1 milyar
Euro’luk gelir sağladık. Önceki yıllarda olduğu gibi;
2021 yılında da benzer şekilde ülkemizin ihracatına
destek olmak için çalışmalarımızı her zamanki
gibi marka değerlerimiz; tutkulu, saygılı, dürüst ve
disiplinli olarak sürdürmeye devam ediyoruz.
Kuruluşundan itibaren Mercedes-Benz, başarı
hikâyesinde fırsat eşitliğinin her zaman önemli
olduğunu dile getiriyor. Bu doğrultuda da
Mercedes-Benz olarak yürütmekte olduğunuz;
Her Kızımız Bir Yıldız’dan başlayarak, mühendislik
fakültelerinde okuyan kızlarımıza verdiğiniz
destekler, pandemide bile kızlarımızı bırakmadan
devam eden eğitimler ve daha niceleri…. Bu
alandaki yatırım ve desteklerinizden de bahseder
misiniz?
Mercedes-Benz Türk olarak, “sosyal sorumluluğu”
yürüttüğümüz faaliyetlerden biri olarak değil,
işimizi yaparken izlediğimiz yol olarak görmekteyiz
ve tüm faaliyetlerimizi sorumluluk bilinciyle
yürütürken, sosyal, ekonomik ve çevresel etkilerini
değerlendirerek hareket etmekteyiz.
Her ülkenin geleceği gençlerdir. Türkiye’nin aydınlık
geleceği de gençler tarafından şekillendirilecektir.
Biz de Mercedes-Benz Türk olarak, bu mottodan
yola çıkarak «Gençler Güçlenirse Türkiye Güçlenir»
diyoruz.
Mercedes-Benz Türk olarak sosyal sorumluluk
projelerimizle Türkiye’nin geleceği olan gençleri her
koşulda destekliyor ve güçlendiriyoruz. 17 yıldır “Her
Kızımız Bir Yıldız”, 7 yıldır “EML’miz Geleceğin Yıldızı”
projeleri ve 4 yıldır “StartUP” programı ile gençlere
destek oluyor. Ayrıca 2018 ‘den beri de Women
In for Mercedes projesi ile mühendislik okuyan
35
öğrencilere destek oluyoruz.
kamyon bağışlanıyor.
seyahati hediye edilmektedir.
Her Kızımız Bir Yıldız Projesi
ile Mercedes-Benz, toplumda
kadının her alanda hak ettiği güce
kavuşması, kadınlara sosyal ve
ekonomik hayatta fırsat eşitliği
tanınması hedefiyle ÇYDD
(Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği) ile birlikte Her Kızımız Bir
Yıldız projesini gerçekleştiriyor. Bu
yıl 17. yılını dolduran Her Kızımız
Bir Yıldız projesi, 2004 yılında
17 ilde 200 kızı destekleyerek
başladı. Bugün proje kapsamında
her yıl 200’ü üniversite öğrencisi
olmak üzere, 1.000 Yıldız Kız
Mercedes-Benz’den burs
alarak eğitimine devam ediyor.
Burs alan öğrenciler kişisel ve
mesleki gelişim programları ile
destekleniyor. Mercedes-Benz
Türk, Her Kızımız Bir Yıldız desteği
ile eğitimini başarıyla tamamlayan
kızlara istihdam olanakları da
sunuluyor.
Women In for Mercedes
Mercedes-Benz olarak ihtiyaç
sahibi, başarılı ve mühendislik
okuyan kız öğrencileri
desteklemek amacıyla 2018
yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde
mühendislik okuyan öğrencilere
‘‘Women IN 4 Mercedes’’ projemiz
kapsamında eğitim bursu
vermeye başladık.
EML’miz Geleceğin Yıldızı
Projesi kapsamında, Türkiye’de
eğitimi destekleyen pek çok
uzun soluklu projeye imza atan
Mercedes-Benz, kurumsal sosyal
sorumluluk projesi “EML’miz
Geleceğin Yıldızı” kapsamında,
2014 yılından günümüze Mesleki
ve Teknik Anadolu Liseleri’nin
motor bölümlerinin geliştirilmesi
amacıyla laboratuvarlarını
yeniliyor ve gerekli ekipmanlarla
donatıyor. Mercedes-Benz
Yetkili Bayileri ile Milli Eğitim
Bakanlığı’nın işbirliğinde
gerçekleştirdiği proje kapsamında
yenilenen laboratuvarlar ile
liselerdeki motor bölümlerinin
geliştirilmesi, otomotiv sanayinin
servis ve bakım hizmetlerinde
ihtiyaç duyduğu kalifiye
teknisyenlerin yetiştirilmesi
amaçlanıyor. Teknolojik eğitim için
özel ekipmanlar ile donatılan her
okula, üzerinde uygulamalı eğitim
gerçekleştirilecek birer adet de
Mercedes-Benz Türk Almanca
eğitimini desteklemek amacıyla
2020 yılında Darüşşafaka
Lisesi Almanca sınıflarının
sponsorluğunu üstlenmiştir.
Destek çerçevesinde anadili
Almanca olan Mercedes-
Benz çalışanlarının katılımı ile
Almanca konuşma günleri de
düzenlenmektedir. Mercedes-
Benz Türk ayrıca her sene
Almanya’ya 1 yıl süre ile eğitim
almaya giden bir öğrencinin de
eğitim masraflarını bu sponsorluk
çerçevesinde karşılamaktadır.
Ayrıca girişimcileri
desteklediğimiz; Mercedes-
Benz StartUP programımız
mevcut. Mercedes-Benz, 50. yılını
kutladığı 2017 yılında yenilikçi,
sürdürülebilir ve yaratıcı fikirleri
destekleyerek topluma ve çevreye
fayda sağlayan, pozitif sosyal
etkisi olan ve hayatı kolaylaştıran
çözümler üreten yaklaşımlara
katkıda bulunmak amacıyla
StartUP projesini başlattı. Proje
çerçevesinde düzenlenen yarışma
sonucunda 50 startup’a tamamen
karşılıksız 500.000 TL para ödülü
verildi. Teknolojiyle bağı olan,
pazar değeri olan, fikir aşamasını
geçmiş, iş planı çalışması yapmış
ve prototip aşamasına gelmiş
veya prototip üretmiş girişimcilere
destek amaçlı düzenlenen proje
gördüğü büyük ilgi ve yarattığı
sosyal fayda nedeni ile devam
ediyor. Program çerçevesinde
ilk üçe giren startup’a verilen
para ödülünün yanısıra ilk 10
startup’a “StartUP Boost” adlı özel
bir gelişim programı, mentorluk
desteği ve sektör paydaşları ile
bir araya gelebilecekleri Almanya
“
Her ülkenin geleceği
gençlerdir. Türkiye’nin
aydınlık geleceği de
gençler tarafından
şekillendirilecektir. Biz
de Mercedes-Benz Türk
olarak, bu mottodan
yola çıkarak «Gençler
Güçlenirse Türkiye
Güçlenir» diyoruz.
36
”
Fabrikalarınız; üretimiyle,
istihdamıyla, AR-GE faaliyetleri ve
ihracatı ile Türkiye’nin ekonomik
ve sosyal kalkınmasına önemli
katkılar sağlıyor. Bu başarıyı
sürdürmek için nasıl stratejilerle
ilerliyorsunuz?
Türkiye’deki faaliyetlerine 1967
yılında başlayan, bugün ülkenin
en büyük yabancı sermayeli
şirketlerinden biri olan Mercedes-
Benz Türk olarak bugün 6.300’ü
aşkın çalışanımızla birlikte
çok büyük bir aileyiz. 50 yılı
aşkın süredir müşterilerimize,
çalışanlarımıza ve tüm iş
ortaklarımıza özen ve özveri
göstermeyi ilke belirledik.
Mercedes-Benz Türk olarak
Hoşdere Otobüs Fabrikamız ve
Aksaray Kamyon Fabrikamız’da
üretmeye ve liderlik
prensiplerimizle ülkemize katma
değer yaratmaya devam ettik.
Dijital dünyada, müşteri talepleri
ve pazarlar hızlı ve tahmin
edilemez bir şekilde değişiyor;
müşterilerimizi herkesten daha
iyi tanımak, ürünlerimiz ve
hizmetlerimizle ilgilenmelerini
sağlamak şimdi çok daha
önemli. Bu yüzden DNA’mızda
130 yıldan fazla bir süredir olanı
yapmaya devam ediyoruz: Öncü
ve araştırmacı olarak kalmaya ve
kendimizi yeniden keşfetmeye
devam ediyoruz.
Ülke ekonomisine ve kalkınmasına
sağladığımız katkının yanı sıra;
eğitim, kültür & sanat, girişimcilik
ve spor alanlarında yürüttüğümüz
sosyal sorumluluk projelerimiz ve
sponsorluk faaliyetlerimizle de iyi
bir kurumsal vatandaş kimliğine
sahip olmayı sürdürüyoruz.
Mercedes-Benz Türk’ün
sürdürülebilirlik yaklaşımınızın
temelinde neler var, başlangıç
adımlarınızdan biraz bahseder
misiniz? Bu konuda bugüne
kadar geliştirdiğiniz stratejiler
ve sürdürülebilirlik faaliyetleri
hakkında neler söylemek
istersiniz?
Mercedes-Benz Türk olarak
sürdürülebilirlik vizyonumuzu
tüm paydaşlarımıza ve bir bütün
olarak topluma kalıcı değerler
yaratmak olarak belirledik.
İşimizin her alanında bu vizyonu
ve ilkemizi odağımıza koyuyoruz.
Sürdürülebilirlik kapsamında yatırımıza devam
eden Mercedes-Benz Türk olarak, Hoşdere
Otobüs Fabrikası güneş santrali kurulma fikri
ile 100 kWp gücünde bir pilot güneş santrali
devreye alarak, ilerleyen yıllar içinde güneş
enerjisi kullanma hedefine yönelik ilk adımı
attık. Mercedes-Benz Türk fabrikalarımızda
yürüttüğümüz “Atık Yönetimi”, “Hava Kirliliği
Kontrolü”, “Sıfır Atık Su” ve “Kompost Gübre” gibi
daha birçok projeye ek olarak şirket genelinde
tek kullanımlık plastik ürünleri kullanımını
durdurduk. Bu kapsamda şirket içindeki içme
suyu ihtiyaçları özel arıtma sistemlerinden
sağlanmaya ve plastik yerine cam bardak ile cam
şişe kullanımı desteklenmeye başlandı.
Sürdürülebilirlik vizyonumuza doğru ilerlerken,
şirket içi yürüttüğümüz sürdürülebilirlik
projelerinin yanı sıra, bizi bu yolda destekleyen
en önemli oluşumlarımızdan biri de Koza
Merkezimiz. Koza Merkezimiz, hem şirkete
hem topluma ekonomik kalkınmada fayda
sağlayacak, toplumun sosyal gelişimini
destekleyerek insana dokunacak ve çevreci
yaklaşımlarla doğayı koruyacak fikirler için
her yıl kapılarını dönüşüm yaratmak isteyen
çalışanlarına açıyor.
Koza Merkezi’ne gelen yenilenebilir enerji
kullanma, su kullanımını azaltma, atık
oluşumunu azaltma ve geri dönüşüm oranını
arttırmak adına ekolojik fikirler destekleniyor ve
hayata geçiriliyor.
Aynı zamanda, 50. kuruluş yılının kutlanıldığı
2017 yılında başlatılan Mercedes-Benz
StartUP yarışmasına “Sürdürülebilir Kalkınma
Hedefleri”nden bir veya daha fazlasına katkıda
bulunan, topluma ve çevreye fayda sağlayan,
teknolojiyle bağı olan startup’ları davet ediliyor.
Mercedes-Benz Türk, 2018 yılında alışılmış
mentorluk uygulamalarının aksine, genç
yeteneklerin yöneticilere mentorluk yaptığı;
yeni teknolojik trendleri, dijitalleşme, sosyal
medya, girişimcilik, yapay zekâ gibi birçok
konuda bilgi paylaşımı içeren “Tersine
Mentorluk Programı”nı hayata geçirdi. Bu
“Tersine Mentorluk” fikiri nasıl ortaya çıktı?
“Tersine Mentorluk Programı”nı; yeni jenerasyon
ile önceki kuşak yöneticileri bir araya getirerek,
bilgi paylaşımları ile iş birliği yaratmayı
hedefleyen bir fikir değiş-tokuş platformu
olarak tanımlıyoruz. Alışılagelen mentorluk
programlarının tersine, güncel deneyimlerini
önceki nesil liderlerle paylaşanlar ve iş yapış
şekillerinin değişen koşullara göre adapte
edilmesine yardımcı olanlar genç mentorlardır.
Mercedes-Benz Türk olarak, çeşitliliğe önem
veren ve bundan beslenen bir aileyiz. Hedefimiz;
değişen dünyaya uygun bakış açıları geliştirmek
ve bu dünyaya ayak uydurmanın dışında kendi
alanımızda rol model olmak. Bu program
ile hem iş hayatında farklı jenerasyonları
yakınlaştırarak birbirlerini daha iyi tanımalarını
ve anlamalarını sağlamayı; hem de yeni
teknolojilerin iş hayatı üzerinde yarattığı farklı
yaklaşımlarla, yeni iş modellerini geliştirecek bir
iklimi şirket kültürünün ayrılmaz bir parçası haline
getirmeyi hedefliyoruz.
Fortune Türkiye ve DataExpert iş birliğinde
gerçekleşen Türkiye’nin En Etkin 50 CFO’su
araştırmasında 50 CFO’nun içinde yer alıyorsunuz.
Bu başarının arkasındaki motivasyon kaynağınız
nedir? Mercedes-Benz Türk’ün tarihindeki ilk kadın
ve Türk CFO olarak bir ilke imza attınız. Yaşadığınız
bu haklı gururun hissettirdikleri ile birlikte bizlere ne
gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Belirttiğiniz gibi, hem Türkiye’nin 50 CFO’sunun
içerisinde yer aldım, hem de Mercedes-Benz Türk’ün
ilk kadın ve Türk CFO’su olarak bir ilki başardım.
Böylesine önemli iki başarıya imza attığım için gurur
duyduğumu ifade etmek isterim. Bunlar, gelecekte
daha da iyilerini başarabilmek adına beni ayrıca
motive ediyor. Mercedes-Benz Türk tarihinde ilk
kadın ve Türk CFO olarak göreve getirilmiş olmak,
Daimler’in Türkiye’nin yerel potansiyeli ve yetkinliğine
olan inancın da bir göstergesi niteliğinde. Bundan
dolayı ülkemiz adına ayrı bir sevinç duyduğumu da
özellikle belirtmek isterim.
İş yaşamında elde ettiğim başarılarda en önemli
motivasyon kaynağım, yaptığım her işi en iyi şekilde
yerine getirmeyi prensip edinmiş olmamdır. Aynı
zamanda, Daimler Truck gibi global bir şirketin en
önemli operasyonlarından biri olan Mercedes Benz
Türk’teki başarılarımın ülkemizin potansiyelini tüm
dünyaya gösteriyor olması da benim için önemli bir
motivasyon kaynağı.
Yoğun bir rekabetin yaşandığı günümüz iş
dünyasında ben özellikle “hayat boyu öğrenme”
kavramının altını çizmek istiyorum. Kendinizi eğitmeyi
ve geliştirmeyi asla bitiremediğiniz bir yolculuk olan
hayat boyu öğrenmenin birçok biçimi olabilir. Sürekli
öğrenmenin önemi, alanınızda her zaman ilerlemeye
ve gelişmeye devam edebileceğinizi fark ettiğinizde
ortaya çıkıyor. Bu nedenle, iş hayatında başarılı olmak
isteyenlere hayat boyu öğrenmeye devam etmelerini
önemle tavsiye ederim.
37
‘İKLIM KRIZI ÜSTÜMÜZE
DOĞRU GELIYOR’
“İklim krizi nedeniyle 2030
yılına kadar 100 milyondan
fazla insan daha yoksulluk
tehdidi altına girecek.”
15 yıl önce
küresel ısınma
daha yeni yeni
konuşuluyordu.
İnsanlar
ne anlama
geldiğini
bilmiyordu.
Bilim
insanlarından
bazıları küresel
ısınma yerine
doğru ifadenin
iklim değişikliği
olduğunu ifade
ettiler. Peki
iklim değişikliği
neydi? Bizi neler
bekliyordu?
CELAL TOPRAK
Ekonomi Gazetecileri
Derneği Medya Grup
Başkanı
Biz bu konuyu el attığımızda 15 yıl önceydi… İklim değişikliği ya da
o zamanki ifadesiyle küresel ısınma daha yeni konuşuluyordu.
Tam olarak ne anlama geldiği konusunda uzlaşma yoktu… O
günlerde biz konuyla ilgili bir etkinlik yapılması için düğmeye
bastık.
Önce konuyla ilgili bilim insanları ile görüşmeler yaptık. Bilim
insanlarından bazıları küresel ısınma yerine doğru ifadenin iklim
değişikliği olduğu ifade ettiler.
O günlerde iklim değişikliği tam olarak anlaşılmıyordu. Bu yüzden
bu konuyu en iyi bilen isim olan Mikdat Kadıoğlu’ne “küresel
ısınmayı kullansak çok büyük yanlış olur mu” diye sorduk…
Kadıoğlu her zaman ki bilimsel zekası ile şu yanıtı verdi:
Bu iş dünyayı sarsacak geleceğimizi karartacak. Bunu önlemek
için bir adım hangi adımı hangi isimle atarsanız atın çok önemli…
Teşekkür ettik. Ve Küresel Isınma Kurultay’ı böyle başladı. Yine o
günlerde “Gereksiz işlerle uğraşmayın” diyen çok sayıda dostumuz
oldu. Onlara göre bu işler marjinallerin işleriydi. O kadar etkili
oldular ki bir ara ilkini yapacağımız Küresel Isınma Kurultayı’nı
ertelemek bile istedik.
O günlerde büyük bir kuraklık yaşadık. Dünyada yaşadı. O
yüzden yola devam ettik. Tam da o günlerde kuraklık nedeniyle
komşumuz Suriye’de 2 milyona yakın insan kırsaldan kentlere göç
etmişti.
Zaten farklı nedenlerle toplumsal sıkıntı içinde olan Suriye bu
büyük göç ile birlikte sarsıldı ve iç savaşın çıkışını bu gelişme
tetikledi.
38
O günlerde Suriye’deki gelişmelerin arkasında o kadar neden
vardı ki iklim krizi aklımıza bile gelmedi. Aradan 15 yıldan fazla
zaman geçti. Şimdilerde iklim krizinin en yakıcı sorun olduğu
noktasına geldik.
Paris’te herkes iklim krizini önlemek konusunda en azından
imza attı. Son olarak İskoçya’da yapılan toplantıya ABD bile en
üst seviyede katıldı. Dünyanın önde gelen şirketlerinin en üst
yöneticileri oradaydı.
Yani kirletenler, krize yol açanlar bindikleri dalı kestiklerini fark
etmişlerdi. Felaket o kadar üstümüze geliyordu ki artık bir şeyler
yapmak gerekiyordu.
O yüzden şimdi yeşil ekonomi zamanı olduğu konusunda
mutabakata varıldı. Avrupa Birliği’nden başlayacak yeşil ekonomi
ile ilgili kurallar kondu. 2050 yılı için iklim krizine yol açan en
önemli sıkıntı olan salınım konusunda sıfır hedefi kondu.
İklim krizi sadece Suriye’deki etkisi değil başka etkileri de
gündeme getiriyor. Mesela Madagaskar’da yıllardır yağmur
yağmıyor ve ülke açlık tehlikesi ile karşı karşıya… Dünyanın iki
dereceye yakın ısınması halinde Bangladeş’in üçte birinin sular
altında kalması konuşuluyor.
Peki bu ne demek… 30 milyon insanın batıya doğru göç etmesi demek…
Suriye’de bunun çok azının yaşandığı hatırlanırsa bu göç dalgasının
yoldaki bütün ülkelerin sosyal, ekonomik durumlarını altüst etmesi
kaçınılmaz gibi görünüyor.
Özetle iklim krizi nedeniyle 2030 yılına kadar 100 milyondan fazla insan
daha yoksulluk tehdidi altına girecek. Gıda güvenliği ve tarım sarsılacak.
Ve gıda fiyatları katlanacak.
Bu çok yakıcı bir gelişme… Bununla ilgili merkezi yönetimlerin çok
aktif olduğu söylenemez. Ama yerelde umut verici gelişmeler. Atık
meselesine ilişkin atılan adımlar çok önemli. Yine Ordu Büyükşehir
Belediye Başkanı Hilmi Güler’in yaptığı gibi kendi kendine yeten kent
çalışması yaygınlaştırılmalı. Ve yine İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
Tunç Soyer’in başlattığı daha az su ile daha fazla verim alan buğday
çalışması desteklenmeli. Bu tür örneklerin sayısı artmalı. Felaket
üstümüze doğru geliyor.
“
Felaket üstümüze
doğru geliyor.
“
39
40
41
“
18-25 yaş arasında
gözlerinizi bozuk
gibi görün. Uzağı
göremezsiniz. Bu yaşlar
size uzağı göstermez, siz
kendi hayal dünyanızla
birleştirip başka bir
uzak görürsünüz.
”
BAŞARISINI HALKIN
SEVGİSİ İLE TAÇLANDIRAN
İŞ İNSANI: ACUN ILICALI
42
Televizyonculuk
alanındaki başarılı
atılımları ile tüm
dünyada adından söz
ettiren Acun Medya
kurucusu Acun Ilıcalı
ile keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
Kadıköy Anadolu Lisesi'ni bitirdikten sonra, İstanbul
Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nü kazanmış,
ama üniversite hayatınızı yarıda bırakıp 22 yaşında
iş hayatınıza ilk adımı önce bir kot mağazası açarak
atmışsınız. Daha sonra kariyerinize ilk adımı Show Tv’de
spor muhabirliğiyle atmışsınız. Uzun yıllar boyunca bu
mesleği devam ettirip 2004 yılında kendi prodüksiyon
şirketiniz olan Acun Medya’yı kurdunuz. Günümüzde
başarılarıyla adından ve yaptığı işlerden sıkça söz ettiren
bir iş insanısınız. Peki tüm bunların dışında bizim her
gün ekranlarda gördüğümüz Acun Ilıcalı kimdir? Sizi
biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Acun Ilıcalı aslında 21-22 yaşlarında takılı kalmış ve o
yaşlarda yaşadıklarını bütün hayatına yaymış bir insan.
Belki televizyondaki başarımın sebeplerinden biride
bu, gençlerle iletişimimin yüksek olmasının sebebi
de bu, çocuklarla aramın çok iyi olmasının da çünkü
ben o yaşlarımda arkadaşlarımla çok güzel bir ortam
kurmuştum. Annemleri trafik kazasında kaybettiğim
zaman arkadaşlarımdan büyük destek aldım ve o dönem
çok masum, güzel bir hayatımız vardı. O hayatta nasıl
mutlu olduysam, bütün hayatımda da o sistemi devam
ettirdim diyebilirim. Halen arkadaşlarıyla sabaha kadar
ayak tenisi oynayan, futbol maçları yapan, futbola karşı
ciddi bir sempatisi olan aynı zamanda hep oyun oynayan
bir insanım. Aslında hayatı oyuna çevirmiş bir insanım.
Şu anda yaptığım meslek de hayatı oyuna çevirmenin
bir karşılığı, insanların da bu oyunları seyretmesi şeklinde
yorumlayabiliriz. İnsanlar seyrettiği için de biz tabii ki
başarıyı elde ediyoruz.
Variety dergisinin Amazon’un kurucusu Jeff Bezos,
Netflix’in kurucusu Reed Hastings, The Walt Disney’in
CEO’su Robert Chapek, ve Oprah Winfrey gibi
birbirinden başarılı ve dünyaca ünlü isimlerin En Etkili
500 İş İnsanı arasında belirlendiği listeye Türkiye’den
giren tek isim oldunuz. Hakkınızda ‘Kendi emeğiyle
TV dünyasında önemli bir yer edindi. Çok izlenen
TV8 kanalının sahibi ve uluslararası alandaki ayak
izlerini giderek genişletiyor.’ ifadelerine yer verildi.
Uluslararası alanda bu başarılarınızı gördükçe neler
hissediyorsunuz? Bu başarının temellerinde nelerin
yattığını düşünüyorsunuz?
Yıllar önce bazı insanların yaptığı yorumlar kafama çok
takılmıştı; Acun Türk insanının beğendiği programları
yapıyor, o formatları alıyor, Türk insanının seveceği
hale getiriyor. Aslında bizim yapmak istediğimiz tek
bir şey vardı; kaliteli program yapmak. O yüzden de
hayatımız boyunca iyi programlar yapmaya çalıştık.
İyi programlar yaptıkça da önce Türkiye’de sevildik.
Sonra kendi kendime düşündüm. Türkiye dünyanın en
rekabetçi marketlerinden biri, biz niye bu yeteneğimizi
yurt dışında sergilemeyelim. Bunun için bir Yunanistan
denemesi yaptık. Yunanistan televizyon tarihinin en
yüksek reytingini aldık. O bizi iyice bir güven verdi. Ondan
sonra artık yurt dışına açıldık. Şu anda tahmin ediyorum
15 ülkeye gelmiş durumdayız. Önemli bir iki anlaşma
yaptık. Belki yakın zamanda çok daha yüksek rakamlara
da çıkacağız. Yani Variety dergisinin bunu takdir etmesi
çok güzel bir olay benim için ama şöyle de bir gerçek var
dünyadaki en yüksek yayın yapan prodüksiyon şirketi
Acun Medya olabilir. Acun Medya Global şu anda prime
time’daki yayın süresi olarak dünyadaki en yüksek yayın
yapan prodüksiyon şirketi. Ülke ülke üst üste başarı elde
etmenin mutluluğunu anlatamam. Değişik kültürlerle
buluşuyoruz. Ben şimdi buradan biraz sonra seçme
yapmaya Atina’ya gideceğim. Yarın Çek Cumhuriyeti’ne
gideceğim. Sonra da akşamüstü Romanya’ya gideceğim
yarışmacı seçmeye. Tabii değişik bir olay, zor bir olay
ama başarı motive ediyor ve çok da eğleniyoruz bu işleri
yaparken. O yüzden ben şükrediyorum.
Acun Medya Akademi’nin 7 Haziran’da eğitim vermeye
başladığını biliyoruz. “Hayalin işin olsun” misyonuyla
başladığınız bu yolculukta televizyon, dijital ve
gastronomi alanlarında çeşitli eğitimler veriyorsunuz.
Eğitim vermeye başladığı ilk günden itibaren çok büyük
bir ilgi gören ve birçok kişiyi hayalleriyle buluşturan bu
kurumun ortaya çıkış sürecinden biraz bahsedebilir
misiniz? İlk senesinden böylesine büyük bir ilgiyle
karşılanmasının ardında ne yattığını düşünüyorsunuz?
Nişantaşı Üniversitesi ile hayata geçirdiğimiz çok güzel
bir proje. Açıkçası biz bu olaya maddi hesaplar içerisinde
girmedik. Bizim amacımız gençlerin bizimle buluşmasını
sağlamak, onların bir kısmına kendi bünyemizde faydalı
olmak ama onun dışında da yine gençlerin hayatına
bir dokunuş yapıp onların daha rahat iş bulabilmesini
sağlamak. İş bulmanın ne kadar zor olduğunu hepimiz
biliyoruz. Zamanında ben de yaşadım. O yüzden
illa bizimle çalışacak demememle birlikte bu sabah
arkadaşlarla konuştuk. 36 tane öğrenciyi işe almışız. Onun
dışında gastronomideki herkes belli işlere yerleştirilmiş.
Ciddi bir oranda iş ile buluşturma olanağı sağlıyoruz
birçok kardeşimize. Bu benim için çok önemli. Onun
dışında da zaten baktığın zaman hani dışardan geçmişini
bilmediğim bir insanı bir iş görüşmesinde alacağıma
Acun Medya Akademi’de başarı sağlamış bir kardeşimi
alıp burada kullanmak benim için de çok büyük bir
avantaj. Yani bu tam bir win-win projesi. Nişantaşı
Üniversitesi için parantez açmam lazım. Çok güzel bir
şekilde bu projeyi bize teklif ettiler. Onun dışında da
projenin hayata güzel geçmesini sağladılar. Çok destek
oluyorlar. Benim şu anda ilgilendiğim herhalde 200-250
konu vardır. Bana burada çok ciddi bir destek gelmeseydi
bu proje başarılı olmazdı diye düşünüyorum, onlara
teşekkür ediyorum.
43
geliyor. O yasanın bizi daha ciddi rakamlara ulaştıracağını
düşünüyorum.
Televizyoncu, sunucu, girişimci, iş insanı gibi
sizi tanımlayan sıfatların ötesinde birçok sosyal
sorumluluk projesine öncülük ediyor ve süreçte
önemli bir rol oynuyorsunuz. Başarıyla yürüttüğünüz
bu sosyal sorumluluk projeleri ve kampanyalarla
pek çok insanın kalbine dokunup destek oldunuz.
Peki siz bu projeleri ve kampanyaları hayatınızda
nasıl konumlandırıyorsunuz? Gönül işi olarak
adlandırabileceğimiz bu projeler sizin için ne anlam
ifade ediyor?
Hayatım boyunca elimden geldiğince insanları
desteklemeye çalıştım. Tabii ki belirli bir gücüm var
ama o gücümün de ciddi bir kısmını bir şekilde zorda
kalanlara harcamak istiyorum. Bunun sebebi zamanında
ben de zordaydım. O zaman da ben destek gördüm.
Destek görmesem buralara gelemezdim. O zaman
çevremden, ailemden ciddi derecede maddi manevi
destekler gördüm. Bütün Türkiye’ye yetişme şansım yok.
Zorda kalan birçok vatandaşımız, kardeşimiz var ama
ne bileyim işitme engelli kardeşlerimiz için defalarca
kampanya yaptık. Erzincan depremi için çok güzel bir
kampanya yaptık. Onun dışında kitap kampanyası yaptık.
Milli Eğitim Bakanlığı ile laptop kampanyası yaptık. Yani
yardım etmeyi seviyorum. Tabii ki her gün kampanya
yapma şansım yok ama Allah bana bu gücü verdiği
sürece bu konularda ailemden aldığım, annemden,
babamdan aldığım o dönemki bana öğrettikleri ‘’komşun
açken sen rahat uyuma’’ telkinini gerçekleştireceğim.
Onlarda da bunu hep yaşadım. Onlar da zengin değillerdi
ama çok yardımsever insanlardı. Bu konuda biraz aileden
gelen ciddi bir heves de var diyebilirim. Sanki yaptığım
mutluluklar pozitif olarak işime ve hayatıma yansıyor diye
düşünüyorum.
900 milyonluk bir yatırımla 2021 yılı itibariyle izleyicinin
kullanımına açtığınız dijital içerik platformunuz Exxen,
henüz birinci yılını tamamlamadan 1 milyon abone gibi
bir rakamı gördü. Dizilerin, belgesellerin, programların
yanı sıra son dönemde faaliyet göstermeye başlayan bir
diğer içerik de UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi
ve UEFA Konferans Ligi maçları. Peki içerik kalitesiyle,
topladığı beğeniyle Exxen’in bir yıl gibi bir sürede bu
noktaya gelmesinde ve dünyaya açılmasında arka
planda yürütülen sürecin payı nedir? Bu başarının
yakalanması sürecinde atılan önemli adımlar ve dönüm
noktaları nelerdir?
Dünya geliştikçe insanların içerik seyredim platformları
değişmeye başlıyor. Biz eskiden tek kanal TRT
seyrederdik, sonra çok kanallar çıktı. Sonra da
biliyorsunuz dijital platformlar çıktı. Baktığınız zaman
yeni nesil televizyon seyretmekle birlikte bir yandan
da ellerinde telefon ve rahat bir şekilde birçok içeriğe
ulaşabiliyor. Böyle bir durum varken ve gelecek dijitale
doğru gitmişken de biz ekip olarak o platformlarda da
yer almak istedik. Bununla ilgili de çok güzel projelerin
içinde olduğu sevgili Hasan Can Kaya’nın da dahil
olduğu bir Exxen dünyası kurduk. Exxen’in en büyük
özelliği bence sıra dışı olması yani biz tabii ki böyle bir
American content’i şeklinde bir yayın akışı yapmadık
ana olarak üç alanda gidiyoruz. Bir komedi, iki spor, üç
de yarışmalar. Yani Exxen 3 alan üzerinde, devamında
da bazı belgeseller olsun, talk showlar olsun başka
programlarımız da var. Gençlerin daha çok seveceği
ama her yaş grubunun seyredeceği içeriklerle yeni bir
medya kaynağı oluşturduk diyebilirim. Gelişen dünya
bunu gerektiriyordu. 1 milyon abone bizim için büyük
bir mutluluk. Şu anda 1 milyonu da geçmiş durumdayız.
Bakalım şimdi kaçak kullanımlarla ilgili çok ciddi bir yasa
Günlük takviminizin ve seyahat programınızın
ne kadar yoğun olduğunu biliyoruz. Daha önce
verdiğiniz bir röportajınızda saat 5.00’te yattığınızı
belirtmiş ve “Dünyanın sayılı hızlı yaşayanlarından biri
olabilirim. Ama kendi eğlence dünyamı bu hayatın
içine entegre ettim,” sözlerini kullanmıştınız. Tüm bu
yoğun takviminize rağmen iş ve eğlence arasındaki
bu dengeyi sizi mutlu edecek seviyede tutmayı nasıl
başarıyorsunuz? Bize verebileceğiniz tüyolar var mı?
İnsan güçlü olunca böyle bir şansı oluyor. Yani açıkçası bu
iş nasıl biliyor musun, ben oyunu işin içinde her zaman
tuttum. Lise hayatım da oyunlarla geçti. Ben muhabirken,
öğlenleri 2 saat king oynamaya giderdik arkadaki
kahveye. Bir dönem hayatımız öğlenleri kağıt oynamakla
geçti. Akşamları playstation oynardık. Yani ben
hayatta işim ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın kendi
zevklerimin alanına işi sokmadım. Onun yerine zevklerimi
yaşamadığım yerlerde daha yoğun çalışarak o zevklerime
de alan yarattım çünkü kendi zevklerimi, kendi mutlu
olacağım kadar yaşayamazsam, buna mesela kızlarımla
geçireceğim vakit de dahil olmak üzere, o zaman ben
niye çalışıyorum ki. Sabahtan akşama kadar çalışıp da
para kazanma diye bir derdim yok. Daha çok kazanayım,
aman param olsun, öyle bir derdim hiçbir zaman olmadı.
Tabii ki, rahat bir hayat yaşamak isterim. Onun dışında
da kendi eğlencemden taviz vermemek üzerine bir
sistem kurdum. Bu yüzden maalesef 24’ten sonrası
bana kalmış durumda. İş yoğunluğumu biliyorsunuz.
Ben bugün 8 toplantı yaptım, sizinle buluştum, akşam
Atina’da yemek yiyeceğim. Sonra casting yapacağım.
Ondan sonra da dediğim gibi 3 ülke göreceğim. Sonra
pazar günü Miami’deyim. Baktığın zaman bu sirkülasyon
çok normal bir sirkülasyon değil ama uçağım var, o çok
büyük bir avantaj. Uçağınız olduğu zaman kaptan saat
2’de havaalanında buluşuyoruz diyip gidebiliyorsunuz. O
yüzden o bana hareket kabiliyeti olarak ciddi bir avantaj
sağlıyor. Bu kadar ülkede operasyon yaparken uçağınız
olmasa tarifeli ile gittiğimi düşünsenize. Ben nasıl
gideceğim o 3 ülkeye, bir günde gidemem, 3 gün sürer.
44
O 3 gün de benim çocuklarımdan gider, arkadaşlarımdan
gider diye düşünün. Maalesef ki 24 sonrası bir hayat
kurabildim kendime. 24 gibi ofise arkadaşlarım gelir.
Saat 01.00 – 01.30 gibi ofis dolmaya başlar. İşte 2’den
sonra da ayak tenisine başlarız. Sohbet başka yerlere
gider, muhabbet ederiz. 05.30 gibi. Bu NBA saat farkı
yüzünden 4’te başlamaya başladı. Akşamları NBA
maçlarını seyrediyoruz. Maç zaten 04.00’da başlıyor. Dün
06.30’da bitti. Miami maçı seyredelim dedik tam maç bitti
Los Angeles Lakers maçı varmış, hadi buna da bakalım
diyenlerle bir kaos yaşandı. Sonra 7’ye doğru dağılmıştık.
Aslında geceyi kendime ayırarak gece boyunca
arkadaşlarımı, dostlarımı görebiliyorum. Sevdiğim bütün
insanlar buraya gelebiliyor. Ofisin bahçesi aslında bizim
için ev gibi, orada güzel bir hayatımız var.
Dünyada bir ilk olarak sporun ve realitenin birlikte yer
aldığı bir formatın, Exathlon’un sahibisiniz. Kolombiya,
Meksika, Romanya gibi ülkelerde yayınlanan bu
proje aynı zamanda Acun Medya’nın globalde imza
attığı büyük başarılarından biri de diyebiliriz. Ulusal
çapta elde edilen başarıların ardından globalde de
böyle önemli bir başarının yakalanması hakkında ne
düşünüyorsunuz? Acun Medya global tarafta yeni
projeler geliştirmeyi düşünüyor mu? Gelecek planlarınız
nedir?
Globalde her geçen gün büyüyoruz. Exathlon bizim göz
bebeğimizdi. Artık büyüdü, okul çağına geldi diyebiliriz.
Şu anda tahmin ediyorum 9-10 ülkede Exathlon var.
Onun dışında da çok ciddi görüşmeler yapıyoruz
büyümekle ilgili. Exathlon spor ve reality’nin beraber
olduğu çok enteresan bir format. Aslında bizdeki Survivor
tadı veriyor diyebiliriz. Bizdeki Survivor bizim icadımız.
Dünyadaki hiçbir Survivor bizdeki Survivor gibi değil. Biz
bu kadar değişik bir Survivor yapıp bu icadı yaptıktan
sonra bu işin açlık kısmını da ortadan kaldırıp sportif bir
müsabakaya döndürelim dedik ve Exathlon’u bu felsefe
ile dünyada launch ettik. Çok iyi de bir karşılık aldık.
Çok güzel sonuçlar aldık. O yüzden de geleceğimiz için
çok önemli. Onun dışında da şimdi Amerika’da yeni bir
formata başladık. O da güzel başladı. Siz belli bir isim
yaptıktan sonra kapılar açılır ya size, bu işlerde öyle olur.
Randevu alamazsın, üç kere başarı sağlarsın, herkes seni
davet eder. Zaten hayatın kuralı da bu. Biz sanki o evreyi
geçtik. Artık bütün televizyon şirketleri bizle görüşmek
istiyor gibi bir durum var. Çok mutluyuz.
Türkiye’nin en önde gelen girişimcilerinden birisiniz.
Sürekli olarak yeni bir şeyler ortaya çıkarıyorsunuz.
Televizyonculuk, dijital platformlar, spor alanında
yeni atılımlarda bulunuyorsunuz. Girişimci ruhunuz
sönmüyor. Peki girişimci olmak, hedeflerini sağlam bir
şekilde gerçekleştirmek isteyen kişilere özellikle genç
yaşta bunu gerçekleştirmek isteyen kişilere girişimcilik
hakkında ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Bence en önemli şey insanın kendisini doğru analiz
etmesi. Size ve gençlere buradan vereceğim tek mesaj
var; “kendinizi doğru analiz edip tanıyın.” Kendinizi
fazla yukarıda ya da aşağıda görürseniz çok önemli
fırsatları kaçırıp hayatınızı kabusa çevirebilirsiniz. Bence
girişimcilik herkesin yapabileceği bir şey değil. İnsanın
ruhunda olması lazım. Herkes girişimci olmak zorunda
da değil. Şöyle düşünün; bu şirkette çalışanlar var. Hepsi
mutlu, birçoğu girişimci değil. Benimle beraber bir yola
çıkmışlar. İlla siz bir şey icat etmek zorunda değilsiniz,
riske girmek zorunda değilsiniz. Bu arada mesela
benim kot dükkanım vardı, battım. O da girişimcilik,
battım işte. Sonra bir kırtasiye dükkanımız vardı, çok iş
yapmadı. Baktığımız zaman televizyonculuk alanında
işe nasıl başlıyorum. Önce maaşla başlıyorum. Bu
sefer ne yapıyorum, maaşlı başlayıp kendimi geliştirip
sonra girişimcilik bölümüne başlıyorum. Yani orada
doğru zamanda kendime güvenmem ve kendimi
iyi hissetmemle alakalı. Bir de yaş olarak ben 25’in
altında herhangi birisinin girişimcilikle ilgili çok ciddi
düşünmemesi gerektiğini düşünüyorum. 25 altı hatalar
yaşları. Atina’da fırın açalım diye projemiz vardı. Ne alaka
belli değil. Bir arkadaşımızdan duymuşuz. Atina’da niye
fırın açıyorsun, o anda bir gaza gelmişsin. O an benim için
o kadar parlak bir projeydi ki o, Atina’da fırın diye gezdim
2 3 ay boyunca. Sonra beni saçma bir fikir olduğuna ikna
ettiler. Doğruymuş dedik. Şimdi düşününce gülüyorum.
Şu an özellikle 18-25 yaş arasında gözlerinizi bozuk
gibi görün. Uzağı göremezsiniz. Bu yaşlar size uzağı
göstermez çünkü siz kendi hayal dünyanız ile birleştirip
başka bir uzak görürsünüz. Bana sorarsanız girişimciliğin
altyapısının dolu olması lazım. O yüzden de ben hadi
şunu yapayıma son derece karşıyım.
45
PANDEMIYLE BIRLIKTE DEĞIŞIM;
YENI PAZARLAMA TRENDLERI
“Saygı odağında, ayrıştırıcı değil
birleştirici bir çağrıda bulunmuş
olmaktan gurur duyduğumuz
kampanyamız, pazarlama sektörü
için çok büyük önem
taşımaktadır.”
Sağlığın ve birlikte
zaman geçirebilmenin
ne kadar önemli olduğu
bir dönemden geçiyoruz.
Bu dönemde uzun
vadeli planlamaların
artık geçerliliğini
yitirmesini, anlık ve
hızlı karar almanın
her zamankinden çok
önem kazanmasını,
günlük hatta saatlik
planlamaların
hayatımıza yön
vermesini, hız
ve değişimin
vazgeçilmezlerimiz
arasında girmesini
deneyimleyerek,
benimsedik. Pandemi
sürecinin yarattığı
farkındalıkla birlikte
birçok yeni alanda da
dijital dönüşüme tanık
olmaya başladık.
BÜŞRA MİRAY
MÜFTÜOĞLU
Koton Pazarlama
Ve Görsel İletişim
Müdürü
Pazarlama iletişiminde tüketici davranışlarında pandeminin etkisi
ile çok büyük değişiklikler oldu ve olmaya devam ediyor. 10 yıl
içinde ancak gerçekleşebilecek dönüşümler, 2 yıl gibi kısa bir süre
içinde çok hızlı bir şekilde gerçekleşti. Tüm segmentlerde satın
almalar da farklılaştı. Dijital tüketimlerin artışına paralel olarak,
marka iletişimi açısından bu kanallarda yeni hedef kitleler ortaya
çıktı.
Bu yıla dair diğer bir önemli tespitimiz ise, tüketicilerin
markalardan artık çok net bir şekilde topluma katkı sağlamalarını
beklediğini görmemiz oldu. Özellikle çeşitlilik, kapsayıcılık ve
gezegene saygı gibi konular artık markaların olmazsa olmazları
arasında yer alacak.
Samimiyet, içtenlik ve sürdürülebilirlik bu yılın kazanan kavramları
arasında yer aldı. Artık yeni dünyamızda, içten ve samimi olmayan
hiçbir proje ya da içerik değerli kabul edilmeyecek. “Mış” gibi
yapma zamanları bitti.
Sektörde genel trendlerde biri de, 2022 yılında da iletişimde
konuşacağımız teknolojik inovatif konular olacak. Bunların
arasında sağlık teknolojileri, metaverse, nft, daha temiz
teknolojiler, tarım teknolojileri, tele-health, uçan taşıtlar ve evde
eğlence gibi kavramlar ve trendlerin öne çıkacağını ön görüyoruz.
Tüm bunların hayatımızı farklılaştıracağını düşünüyorum. Bu
anlamda yine yeni dijital platformlar ve yeni mecralar hayatımıza
girecek.
Benim de Pazarlama ve Görsel İletişim Müdürü olarak görev
yaptığım Koton da sürdürülebilirlik alanında 2020 yılında büyük
46
bir adım attı. 33 yıllık deneyime sahip Koton, hazır giyim kategorisinde globalleşen başarılı bir Türk şirketi.
Yenilikçi yaklaşımı ve girişimci ruhuyla Koton, benim de ekibinde olmaktan gurur duyduğum bir marka
olarak sektöründe ilk’lere imza atıyor ve öncülük ediyor.
Pandemi sebebiyle uygulanamayan geleneksel pazarlama metodlarının yerini tutan ve interaktif öğeler
ile kullanıcı katılımını teşvik eden artırılmış gerçeklik uygulaması üzerine kurgulanan lansman ile hem
pazarlama hedefleri karşılandı hem de koleksiyonun tanıtımı geniş kitlelere ulaştırıldı. Arzu Sabancı for
Koton uygulaması tasarlanırken sunulacak artırılmış gerçeklik deneyimi hem “VIP” davetlileri hem de
geniş kitleleri kapsayacak şekilde özelleştirildi.
Bu gönderimler ve özelleştirilmiş augmented reality deneyim ile toplam takipçi sayısı 11 milyonu geçen
kitle harekete geçirilerek koleksiyonun ve uygulamanın yayılımını sağlayacak medya görünürlüğü
sağlandı. Dünyada sayılı örneği olan uygulama Türkiye moda sektöründe ilk olması, Arzu Sabancı ve
Koton işbirliğinin marka değeri ile müşteriler kadar sektör ve kanaat önderlerinin de dikkatini çekerek
geleneksel ve dijital basında geniş yansıma yaratan bir çalışmamız oldu. Dijital marka imajını perçinleyen
bu uygulamayı sadece pazarlama şapkamızla değil, tüm proje adımlarına proje fikrinin sahibi olarak da
projenin hayata geçirdik.
Tüketicinin markalardan beklentileri değişiyor. Hem dünyaya hem insana hem topluma karşı daha
sorumlu ve duyarlı davranmalarını bekliyorlar. Bugün artık markaların da kendilerinden beklenen
bu sorumluluklardan bağımsız davranması mümkün değil. Pandemi dönemi bizim de Koton olarak
sürdürülebilirlik çalışmalarımızda hızlandığımız bir dönem oldu.
Sürdürülebilirliği tüm iş stratejilerimizin kalbine koyduk ve ürünlerimizi, süreçlerimizi, iş politikalarımızı
ve projelerimizi bu anlayışla yapılandırdığımız “YAŞAMA SAYGI / RESPECT LIFE” lansmanını yaptık.
Nitekim pandemi döneminde 2020 yılı son reklam filmimiz “Şimdi Herkese Saygı Moda” sloganıyla
bu yaklaşımımızın bir yansıması oldu. Dünyamıza, topluma, insana ve işimize olan saygımızı bu başlık
altında topladık. Bu anlayışı Yaşama Saygı Manifestomuz ile ortaya koyduk. Yaşama Saygı adını
verdiğimiz yaklaşımımız, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile uyumlandırdığımız bir
sürdürülebilirlik anlayışını tarif ediyor. Dünyamıza, içinde var olduğumuz toplumumuza, dokunduğumuz
tüm insanlara ve marka değerimizin temel kaynağı olan işimize saygı, sürdürülebilirlik anlayışımızın özünü
oluşturuyor. Yaşama Saygı, DÜNYAMIZA SAYGI, İNSANA SAYGI, TOPLUMA SAYGI VE İŞİMİZE SAYGI olmak
üzere dört taşıyıcı ilkenin çatısını oluşturan bir felsefe. Respect Life sürdürülebilirlik çatı stratejimizin
isminin oluşumundan tüm markalama çalışmaların detayına kadar ajanslarımız, danışmanlarımız ve üst
yönetim ile gerçekleştirdiğimiz çalışmalar sonucunda pazarlama olarak gerçekleştirdik. İç müşteri ve
dış müşterimiz için de yeni bir konu olduğundan, gerek şirket içi tüm çalışanlarla üretim teknik konuları
47
gerekse de dış müşteri ile buluşma sürecindeki tüm süreçleri çok titizlikle ilerlettik.
Bu manifestoyla birlikte çok önemli bir adım atarak Türkiye’de Better Cotton Initiative’e üye olan ilk Türk
markası olduk. Better Cotton Inintiative, dünya çapında milyonlarca çiftçinin daha sağlıklı koşullarda
pamuk üretmesini sağlamak için oluşturulmuş, kar amacı gütmeyen bir program. (BCI) Türkiye’de
sürdürülebilir pamuk bilincinin oluşturulması ve yaygınlaştırılmasına liderlik etmekten ve değişimin
öncüsü olmaktan gurur duyduğumuz bu üyeliğimizin de pazarlama faaliyetlerini yürütüyoruz.
Pandemi sonrası sürdürülebilirlik çatımız “Yaşama Saygı” dünyadaki büyük eşsiz değişimin ve insanların
beklentilerinin bir yansıması. Son reklam kampanyamız filmimiz “Şimdi Herkese Saygı Moda” sloganıyla
bu yaklaşımımızın bir yansıması oldu. “Şimdi Herkese Saygı Moda” mottosuyla kurguladığımız Etiketleri
Çıkar kampanyamız ile markamızın yeni konumlandırmasını lanse ederken yeni hedef kitle analizimiz
ve dijital dünya trendlerinin de etkisi ile TikTok platformuna giriş yaptık. Focus gruplardan alınan
mesajları kreatiflerimiz ile mecralara taşırken TikTok kullanıcılarının yaratacağı içerikler ile de bu harekete
katılmalarını amaçlamıştık. Gerçekleştirdiğimiz aktivasyon ile TikTok tarihinde de ilk kez felsefesi olan,
gerçek hayata göz kırpan bir akım gerçekleşmiş oldu.
Global arenada hem uluslararası, hem de yerel rakiplerle rekabet ederek liderliğe tırmanmak için yenilikçi
bakış açısından ödün vermememiz, pazarlama fonksiyonunun rüzgarını da arkamıza almamız Koton’un
dünyanın çeşitli noktalarındaki pek çok coğrafyaya iz bırakmasını sağlıyor.
“Tüketicinin markalardan beklentileri değişiyor.
Hem dünyaya hem insana hem topluma karşı daha
sorumlu ve duyarlı davranmalarını bekliyorlar.”
Yapılan araştırmalara göre her 4 kadından 3’ü tarafından ‘kadın markası’ denildiğinde ilk sırada anılan
ve 8 yıldır üst üste “En Beğenilen Kadın Markası” ödülünü alan bir marka olarak; müşterilerimizin ne
istediğini, nasıl görünmek istediklerini anlamak ve bu doğrultuda ürünler sunmak gibi doğru bir strateji
oluşturduğumuzu ve sürdürdüğümüzü düşünüyoruz. Bu stratejimizin sürdürülebilir olmasını üretim
kalitemizin yanı sıra, tasarımlarımızın ve koleksiyonlarımızın özelliklerinin doğru hedef kitleye doğru
mesajlarla iletilmesiyle sağladığımıza inanıyoruz.
Saygı odağında, ayrıştırıcı değil birleştirici bir çağrıda bulunmuş olmaktan gurur duyduğumuz
kampanyamız, pazarlama sektörü için çok büyük önem taşımaktadır. Önümüzdeki dönem için pazarlama
trendlerini değerlendirdiğimizde, esas olan yine doğayı ve canlıyı odağına koyan, “yaşama ve dünyamıza
saygı duyan”, kendini dönemsel değişimlere hızlı adapte edebilen marka ve kurumların sürdürülebilir
olacağıdır.
48
kariyere, geleceğe, yeniliğe giden yolda
Yeteneğinle fark yaratmak,
dünya markalarının pazarlama
süreçlerinde aktif rol alarak
işe doğru yerden başlamak
istiyorsan, Düzey’deki kariyer
fırsatlarına göz gezdir!
BURADAN BAŞLA!
49
MARKASINDA ZARAFETİ
YAŞATAN BAŞARILI GİRİŞİMCİ:
CANAN ÖZDEMİR İŞMEN
Hayalinizi ve vizyonunuzu
hiç kaybetmeyin. Bu yolda
farklı şeyler önünüze
çıkabilir ama odağınızı
sakın kaybetmeyin, en
önemlisi yaptığınız işe olan
tutkunuz ve aşkınızı hiçbir
zaman kaybetmeyin.
“
”
50
İş hayatında
başarılarıyla
adından sıkça
söz ettiren Canan
Özdemir İşmen ile
felsefesi ‘’ilk’’leri
yaratmak olan The
House Cafe’nin
hikayesini konuştuk.
Eğitim hayatınızı İstanbul Üniversitesi İktisat
Bölümü’nde tamamlamışsınız. Bu süreçte okul hayatınız
devam ederken bir yandan da Pricewatercoopers’da
staj yaptığınızı biliyoruz. Mezun olduktan sonra da
çeşitli departmanlarda çalışmış ve daha sonra kendi
işinizin başına geçmişsiniz. Şu an The House Cafe’nin
kurucu ortağı ve genel müdürü olarak başarılı kadın bir
girişimcisiniz. Peki bizim tanıdığımız ve bildiğimizin
ardında Canan Özdemir kimdir? Bize biraz kendinizden
bahsedebilir misiniz?
İstanbul doğumluyum. Lise öğrenimimi Pertevniyal
Lisesi’nde tamamladım. Üniversite eğitimimi ise, İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi, İngilizce İktisat Bölümü’nde
tamamladıktan sonra bir Amerikan finansal denetim
şirketi olan Ernst & Young’da iş hayatıma başladım. İş
hayatıma kısa bir ara vererek bir dönem London School
of Economics’de Pazarlama ve Satış alanında sertifika
programına katıldım. Sonrasında kısa bir süre daha Ernst
& Young’taki işime devam ettim ve 2002 yılında The
House Cafe yolculuğum başladı. 2007 yılında önce The
House Apart sonrasında ise The House Hotel markasını
ortaklarımla beraber yarattık. The House Apart Türkiye’de
kurulmuş ilk apart konseptiydi, The House Hotel de
Türkiye’de butik otelcilik alanında farklılık yaratan ilk
konsept diyebilirim. The House Cafe ve The House
Hotel’ler kısa sürede öncelikle Türkiye’de ve tüm dünyada
gerek tasarımı gerekse sunduğu hizmet ve farklılıkları
ile birçok uluslararası dergi ve gazetede yer aldı. 2016
yılında The House Hotel’leri buradaki yabancı ortağımıza
devrettik ve bugün The House Cafe ortağı ve genel
müdürü olarak iş hayatıma devam etmekteyim. Ayrıca
2014 yılından beri Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kadın
Girişimci Üst Kurul Üyesiyim.
Ben, orta direk olarak tanımlayabileceğimiz bir aileden
geliyorum. Bundan dolayı üniversite hazırlık ve üniversite
yıllarımda eğitim giderlerimde aileme destek olabilmek
adına hep çalıştım. Üniversite hazırlık yıllarımda bir
İtalyan restoranında misafir karşılama ve organizasyon
sorumlusu olarak çalıştım, bugün bu sektörde olmamın
ilk tohumları burada atıldı sanırım. Üniversiteye devam
ederken de kendi dalımla ilgili birçok şirketin yanı sıra
yine başka bir Amerikan finansal denetim şirketi olan
Price Water House Coopers’ta uzun süre stajyerlik
yaptım. Çocukluğumdan beri çok kararlı, disiplinli ve
çalışkan bir insanım. Dünyaya gelen her bireyin özel
bir geliş amacı olduğuna inanırım. İnsanın insana ve
dünyadaki diğer tüm canlılara sevgi ve saygı duyup fayda
sağlaması üzerine kurulmuş hayat felsefesi olan bir kişi
ve çocuğunu da bu değerler ile büyüten bir anneyim.
Evliyim ve 3 yaşında bir oğlum var. İş kadını, anne ve eş
olma sorumlukları ile doğal olarak gelen stres yönetimimi
ve iç dengemi korumayı yıllardır yaptığım yoga ve doğa
yürüyüşleri ile sağlıyorum. Ayrıca bunlar yıllar içinde
benim hobilerim oldular. Bunun haricinde seyahat
etmeyi, yeni ülkeler gezip yeni kültürler tanımayı, gittiğim
bu yerlerde mesleğimle ilgili son yenilik ve gelişmeleri
takip etmeyi çok severim. Kişisel olarak doğal hayata
ilgim oldukça fazla. Eşimin işlerinden dolayı yarı zamanlı
olarak çiftlikte yaşıyoruz ve burada sebze & meyve ve
bitki ekimi, bahçe düzenleme işleri ile ilgilenmeyi çok
seviyorum.
The House Cafe’nin 2002 yılıda üç ortağın girişimi
olarak kurulduğunu biliyoruz. 2021 yılına geldiğimizde
İstanbul’da 9, İzmir’de 2, Bakü’de 2 Kayseri’de ise 1
şubeyle işletme hayatına devam ediyor. Peki 19 yılda
14 şubeyle, müşteri memnuniyetini en üst seviyede
tutmayı başararak yoluna devam eden The House
Cafe’nin kuruluş hikayesini öğrenebilir miyiz? Bu yola
çıkarkenki motivasyonunuz neydi ? The House Cafe
olarak mekanınızın ana felsefesinin ilkleri yaratmak
olduğunu belirtiyorsunuz. Peki The House Cafe olarak
kendi alanınızda yarattığınız farklılıklar nelerdir?
Üniversite süresi ve sonrasında çalıştığım şirketlerde
edindiğim tecrübe benim The House Cafe ile başlayan
girişimcilik yolculuğumun temel taşlarını oluşturdu.
Ekip yönetebilme yetisi, problemler ile savaşabilme,
analitik düşünce gibi birçok alanda bana kendi işimi
yapabilme ve başarılı olabilmem için baz oluşturdu.
Bugün geleceğin girişimci gençleri ile yaptığım sohbet
51
ve hep söylerim; aile işiniz olabilir ve bunun sürdürmek ya
da bir an önce kendi işinizi kurmak isteyebilirsiniz ama her
şeyden önce en önemlisi mezun olduktan sonra mutlaka
ve mutlaka 3-5 sene başka bir şirkette çalışın. Çok kıymetli
üniversitelerde çok önemli eğitimler almış olabilirsiniz ve
girdiğiniz işte belki ilk sene en basit işleri yapmak zorunda
kalabilirsiniz ama bu en basit işlerle başlamak ve burada
yükselip tecrübe edinmek sizin gelecekteki başarılarınıza
ışık tutacaktır.
Ben Ekonomi/İktisat okumama rağmen işin finans
tarafını hiçbir zaman sevemedim, bir şekilde günün
sonunda beni mutlu eden bir meslek olmadı okuduğum
bölüm. Bundan dolayı kendimi hep yarım hissediyordum.
Önüme küçük bir kafe açma fikri geldiğinde birçok
kişi gibi ben de öncesinde tereddüt ettim. Bir tarafta
sevdiğim bir işi yapacaktım ama bir taraftan da
okuduğum emek verdiğim mesleğimde yükselip üst
pozisyonlara gelip önemli görevlerde bulunmak vardı.
Sonrasında düşündüm ki ben bunları o küçücük kafe ile
de yapabilirim ve böylelikle The House Cafe yolculuğum
başlamış oldu. Aslen Bulgaristan kökenli Trakyalı bir
ailenin 3 kızından biriyim. Köklerim ve ailemin yetiştiği
coğrafya bana hep yemek yapmayı ve yemeği sevdirmiştir.
Çocukluğum ailece biraraya gelerek yapılan yemekli
birliktelikler ve piknikler ile geçti. Evimize gelen misafiri
güzel ağırlamak benim ailem için çok önemliydi. Ben
bunları görerek büyüdüm. 8 yaşımdayken evde kendi
yaptığım yemek denemelerim olduğunu hatırlıyorum.
Çocukken oynadığım oyunlarda hep bir mekânı
güzelleştirmek ve orada misafir ağırlamak üzerine oyunlar
kurardım tabii o zamanlar bu bir kafe ve restoran değildi
tabii ama adını koymadığım kurgular hep bu şekildeydi.
Aslında her çocuk kendi karakteri ile doğuyor. Bu karakter,
onu ileride ne yapmak istediği konusunda yönlendiriyor
sanırım. Ben bugün yataktan kalktığımda beni motive ve
mutlu eden karakterimle uyumlu ve sevdiğim bir işe sahip
olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.
The House Cafe Türkiye’de benzeri olmayan bir konsepte
kuruldu. Ben ve ortağım bu kurguda biz bir mekâna
gittiğimizde neleri görmek istiyoruz, sevdiğimiz lezzetler
neler, misafire nasıl davranılmasını istiyoruz, neleri daha
farklı yapabiliriz hep öne çıkardık. Büyük paylaşımlı masa
konsepti ilk defa The House Cafe ile Türkiye’de yaşandı. İlk
zamanlarda insanlar başka biri ile aynı masada oturmayı
yadırgadılar ama kısa zamanda bu masalarda çok derin
sohbetler oldu, gazeteciler her sabah kahvelerini içip
gündemi tartıştılar, bu masalarda başlayan tanışmalardan
güzel aşklar ve evlilikler doğdu. Esnaf lokantalarında
çorbaların altına konan metal tabaklar böyle Avrupai
bir konseptin içinde hesap sumeni olarak ilk defa
önünüze geldi, annelerimizin evlerinde sakladığı sonra
da kullanmıyoruz artık diye eskicilere verdiği kesme cam
tabaklarda yeşil elmalar masalar kondu, kesme cam
bardaklarda bitki çayları meyveler eşliğinde yine ilk defa
sunuldu, annelerimizin ev limonataları ve poğaçaları bu
mekanda menülerde yerini aldı, eskicilerde kaderine
terkedilmiş avizeler, koltuklar ilk defa The House Cafe’ler
ile bu tarz mekanlarda kullanılmaya başlandı. Yıllarca
masalardan taze çiçekler eksik olmadı. İşte tüm bunlar
bugün hala tüm The House Cafe’lerde devam eden ve The
House Cafe’lerin ilkleri ve farklılıklarını oluşturan her şey.
2014 yılından bugüne Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği’nin Kadın Girişimci İcra Kurulu Üyesisiniz. 2012
yılında Economist dergisi tarafından ‘Yılın Kadın
Girişimcisi’ seçildiniz. 2018 yılında da Şangay’da
düzenlenen bir törende ‘Uluslararası Kadın Girişimciler’
ödülünü elde ettiniz. Hem Türkiye’de hem de Uluslararası
alanda elde ettiğiniz bu başarıların arkasında neler
yattığını düşünüyorsunuz? Sizce bu başarıyı sağlamanıza
sebep olan etmenler nelerdir?
Emek verdiğiniz hiçbir şey karşılıksız kalmıyor. Dolayısıyla
çok çalışmak, inanmak, disiplinli olmak diyebilirim. Ben
ve ortaklarım belki klişe olacak ama bir hayal ile yola
çıktık. Hiçbir başarı güllük gülistanlık bir yoldan geçerek
gelmiyor, tersine engebeli taşlarla dolu bir yoldan
geçiyorsun, tökezleyip düşüyorsun, önüne gelen taşları
52
tek tek elinle temizlemek zorundasın. 2005 yılında zincir
restoran olma kararını verip 2. şubemiz olan The House
Cafe Ortaköy’ü açarken bizi inandıklarımız ve hayal
ettiklerimizden vazgeçirecek çok şeyler oldu. Ortağımla
buranın fizibilitesini yaptığımız günü daha dün gibi
hatırlıyorum. Bir A4 kâğıt üzerine el yazısı ile yapılmış
küçük bir fizibilite çalışması, hangi gün ne ciro yaparız,
hangi yıl yatırımımızı çıkarırız. Bugün bu kağıtları hala
saklıyorum. Bu şubede ilk yazılım sistemi kasaya geçişini
ben öğrenmiştim ve herkese ben eğitim vermiştim. Gün
bitiminde depo temizliği yaptığım günler olurdu. Servis
elemanı hastalanır gelmez ise servise girerdim. Bugün
hala şubelerimiz dolaştığımda yerde bir parça kâğıt
görürsem durup alır çöpe atarım, bir boş bardak karşıma
çıkarsa alıp götürürüm. Başarı detaylarda gizli. Bugün
ofiste ortaklarımla oturup yeni yatırım kararlarına ya da
şirketimizin mevcut durumu ve geleceği ile ilgili stratejik
konuşmaları yapabiliriz ama sahaya çıktığımızda hepimiz
operasyonun bir parçası oluruz.
The House Cafe menüsünü yaz ve kış sezonu olarak
yılda 2 kez belirliyor ve lezzet konusunda misyonunu
klasik damak tadının yanı sıra maceracı damak tadına
da hitap eden şeklinde tanımlıyor. Günümüzde yeme
içme alışkanlıkları trendlere göre büyük oranda
değişiklik gösterebiliyor. Ayrıca yerel lezzetlerin yanı
sıra yabancı lezzetler de ön plana çıkıyor. Peki siz
menünüzü oluşturma noktasında bu değişimleri nasıl
göz önüne alıyorsunuz ? Değişimlere ayak uydurmayı
mı yoksa stabil kalarak güvendiğiniz menüyle mi devam
etmeyi tercih ediyorsunuz ?
Trend adı üstünde gelir ve geçer. Trend olmak hiçbir
zaman ne menümüzü yaparken ne de mekanlarımızı
yaratırken önceliğimiz oldu. Trendleri takip etmeye
katılıyorum ama tamamen trend üzerinde kurulmuş
ne bir mekânın ne de oluşturulmuş bir menünün
sürekliliği ve sürdürebilirliği mümkün olur. Bu tepeden
tırnağa trend giyinmek ile aynı şeydir benim için. Keyifsiz,
Hiçbir başarı güllük
gülistanlık bir yoldan
geçerek gelmiyor, tersine
engebeli taşlarla dolu bir
yoldan geçiyorsun,
tökezleyip düşüyorsun,
önüne gelen taşları tek
tek elinle temizlemek
zorundasın.
“
”
karakteri olmayan ve sıkıcı. The House
Cafe’lerin menüleri kuruluşundan
bu yana yılda 2 kez, yaz ve kış olarak
değişirdi. Temel olarak insanların
her daim sevdiği ve tercih ettiği
yemekler aynı kalır ama mutlaka
üzerine sezonun yenilikleri ve yeme
içmede insanların güncel eğilimleri
göz önüne alınarak eklemeler olurdu.
Pandemiden sonra bu durum
biraz değişti. Öncelikle pandemi
döneminde uzunca bir süre açma ve
kapamalar olduğundan menümüzü
basit ama herkesin çok sevdiği
lezzetleri barındıracak şekilde tuttuk.
Şu an ise yine pandemi ile beraber
dijital menüler hayatımıza girdi
ve bu da bize dilediğimiz zaman
menülerimize yenilik ve güncelleme
yapma imkânı verdi. Önceden biz bu
değişimleri yılda iki kere ile sınırlardık,
menü basım maliyetleri bizim bu
güncellemeleri sık yapmamıza izin
vermezdi. Bu oldukça meşakkatli bir
süreçti. Şu an geldiğimiz nokta, bizim
menüleri dijital ortamda her daim
güncelleyebiliyor ve yenileyebiliyor
olmamız sezonsallığı daha çok öne
çıkarmamıza izin verdi. The House
Cafe menüleri kuruluşundan bu yana
yerel lezzetleri uluslararası lezzetler ile
sentezleyerek kendi imza yemeklerini
yaratması ile ön plana çıkmıştır. The
House Cafe’nin birçok imza yemeği
bu ve benzeri yemeklerden oluşur
ve arkasında benim ve şefimizin çok
özel ve güzel çocukluk anılarından,
yetiştiğimiz bölge ve kültürün izlerini
taşıyan hikayeler barındırır.
İçinde bulunduğumuz pandemi
döneminden bahsedecek olursak
bu zorlu dönemin sektörler
üzerindeki en büyük yıkıcı etkisinin
restoran ve kafeler üzerinde
yaşandığını söyleyebiliriz. Salgının ilk
döneminden itibaren çok uzun bir
zaman boyunca işletmelerin kapalı
kalması, devam eden süreçte ise yarı
kapasiteyle devam edilmesi hem
işletmecileri hem de sektörde çalışan
istihdamı kötü yönde etkiledi. Peki
siz The House Cafe olarak bu süreci
nasıl geçirdiniz ve geçiriyorsunuz?
Salgın dönemi koşullarına karşı nasıl
bir adaptasyon sağladınız? Markanızı
korumak ve devam ettirmek adına
ne gibi kararlar aldınız?
Tüm yeme içme sektörü gibi bizde
pandemi dönemiyle beraber çok
zor zamanlar geçirdik. Bu sektör
ciddi yara aldı. Ancak aşı ile beraber
sektörün de açılmasıyla son 6 aydır
tekrar ayaklandık. İnsanların bu
süreçte sosyalleşmeye duydukları
özlem restoranların açılmasıyla
beraber kendini gösterdi ve bir nevi
kapalı kaldığımız dönemlerin rövanşı
yaşanıyor diyebiliriz. Sektör tekrar
ayaklandı ama yaraların geçmesi
şüphesiz bu kadar kısa sürede
olmayacaktır.
Pandemi süresince, restoranların açık
olduğu dönemlerde çalışanlarımızın
ve misafirlerimizin sağlığını korumak
önceliğimiz oldu. Bu süreçte şirket
içinde bir Covid 19 ekibi oluşturduk,
İş Güvenliği ve Gıda Uzmanımız
önderliğinde Sağlık Bakanlığı'nın
yayınladığı genelgelere harfiyen uyan
önlemleri tüm şubelerimize adapte
ettik ve sonrasında bu önlemlerin
denetim ve kontrolünü sağlayarak bu
süreci geçirdik. Şu anda önlemlerin
bir kısmı aşı çalışmalarıyla beraber
rahatlatılmış olsa da bu konuda
denetim mekanizmamız devam
etmekte. Salgınla beraber sektörün
birçok önemli dinamiğinde olumlu ve
olumsuz değişimler yaşandı. Mesela
sadece ülkemizde değil tüm dünyada
tedarik zinciri bozuldu, diğer taraftan
birçok sektör çalışanı pandemi ile
beraber yıldızları çok yükselen paket
servis elemanı ve kurye olarak meslek
değiştirdiler, bu da sektörümüzde
eleman sıkıntısı yarattı ve bu durum
hala böyle devam ediyor ancak
diğer taraftan daha az eleman ile
daha üretken olmayı öğrendik, bu
da bize maliyetler anlamında fayda
sağladı. Pandemi süreci ve sonrasında
elimizdeki kaynak kullanımının
değerini daha iyi anladık her
beraber. Biz hiçbir zaman kitap gibi
menüler yapmadık, mutfakta zayii
olacağına çok da satmayacağına
inandığım bir yemeği sırf menüm
kalabalık olsun göz doldursun diye
koymadım ama bu süreçte sanırım
hepimiz bu konuda sektör olarak
daha dikkatli olmayı, kaynakların
değerli ve kısıtlı olduğunu ve zayiinin
hem bu kaynakları tüketmek hem
de bizi zarara sokmak olduğunu
anlamış olduk. Şüphesiz bu süreçte
finansal olarak geçirdiğimiz zor
dönemler oldu. Personel maliyetleri
konusunda devlet desteği şüphesiz
bir nebze olsun yardımcı oldu ama
yaşanan gelir kaybının, kapalı kalınan
dönemlerde ödenmek zorunda
kalınan yüksek kiraların telafisi bu
sektör açısından kısa dönemde
olmayacaktır.
Türkiye’nin önde gelen
girişimcilerinden birisiniz. Yaptığınız
yatırımlarla günden güne marka
bilinirliğinizi arttırıyorsunuz. Sizi
kendi alanınızda öne çıkaran
özelliklerinizin ne olduğunu
düşünüyorsunuz? Girişimci olmak
ve bu sektöre girmek isteyen genç
girişimci adaylarına ne tavsiye
edersiniz ?
Başarı insana yaşam sevinci verir, bu
da sizin motivasyonunuzu arttırır,
ancak başarı hiçbir zaman bireysel
değildir, arkasında büyük bir ekip
işini gerektirir. Biz çok şükür ki böyle
bir ekibe sahibiz. Bizlere ve şirketine
inanan, sevgisini vererek çalışan
bir ekip. Yaptığı işi en iyi yapmaya
çalışan ve bu yolda emek veren
hep başarılıdır. Ben kendimi böyle
görüyorum. Ümitsizliğe kapılmam,
gerçekçi olurum ve olayların üstüne
giderim, ekip çalışmasına inanırım
ve her daim çok dinlemeye ve
öğrenmeğe çalışırım. Gerçekten
inanır ve üzerine emek harcarsan
yapamayacağın çok az şey olduğuna
inanırım.
Girişimci, kendine güvenen, pes
etmeyen, risk alabilen, cesur, hayal
kurabilen, bireysel ve toplumsal
düşünebilen, başarı odaklı, yenilikçi
ve işini seven kişidir. Networking,
pazarı takip etme, trendleri izleme ve
ihtiyaç analizi bir girişimcinin olmazsa
olmazlarıdır. Öncelikle böyle bir
riske girdiğinizde sabırlı olmalısınız,
Emeğinizin geri dönüşü hemen
olmayabilir ama inanıp çok çalışırsanız
ve de doğru zamanda iyi bir fırsat
yakaladıysanız geri dönüşü mutlaka
olacaktır. Hayalinizi ve vizyonunuz hiç
kaybetmeyin. Bu yolda farklı şeyler
önünüze çıkabilir ama odağınızı sakın
kaybetmeyin, en önemlisi yaptığınız
işe olan tutkunuz ve aşkınızı hiçbir
zaman kaybetmeyin.
53
BAĞIMSIZ YÖNETİM KURULU ÜYESİ EBRU
DORMAN; GİRİŞİMCİLİĞE DAİR DİKKAT ÇEKEN
NOKTALARI ELE ALIYOR
Günümüz iş
dünyasının en popüler
kavramlarından
biri olan girişimcilik
sizin de hayalinizi
süslüyor mu?
Girişimci ruhu
doğuştan
“
gelen bir şey midir
yoksa öğrenilebilir mi?
Peki bu girişimci ruhu
nedir, nasıl özelliklere
sahip olmak gerekir?
Girişimcilik bir meslek
değil, bir ruh hali,
bir kafa yapısı,
bir yaklaşım.
EBRU DORMAN
Bağımsız Yönetim
Kurulu Üyesi ve Yazar
GİRİŞİMCİ Mİ OLSAM?
“Girişimci mi olsam, bir şirkette mi çalışsam?” üniversiteli genç arkadaşlardan
sıkça duyduğum sorulardan biri. Bu sorunun cevabı
kişiye göre değişir ama değişmeyen bir tavsiyem var: “Ne yaparsanız,
tutku ve girişimci ruhu ile yapın.”
Eğer girişimci olmak isteme sebebiniz hızlıca zengin olmak, ünlü
olmak, güç sahibi olmak, kendinizin patronu olmak, esnek çalışma
saatleri ise girişimci olmanızı tavsiye etmem.
Bir konuşmadaki şu espri çok hoşuma gitmişti: “Esnek zaman
mı istiyorsunuz, oh tabii, girişimci olarak esnek zamanlı çalışabilirsiniz.
24 saatin hangi 20 saati çalışacağınıza karar vermek sizin
elinizde.”
Eğer dünyada bir şeyleri değiştirmek, büyük bir problemi çözmek,
bir fark yaratmak istiyorsanız, bunu nasıl yapacağınız konusunda
iyi bir fikriniz varsa ve kendinizi hazır hissediyorsanız, o zaman girişimci
olabilirsiniz. Bu kendi fikriniz olmayabilir, bir arkadaşınız size
gelip “Hadi beraber şöyle bir startup yapalım mı?” diyebilir. Ancak
o vizyona yeterince inanmıyorsanız, sizi yeterince heyecanlandırmıyorsa,
sırf girişimci olmak için girişimci olmayın.
Mutlaka girişimcilik veya teknoloji dünyasının parçası olmak istiyorsanız
misyonunu beğendiğiniz, kurucu ekibine güvendiğiniz,
bir scale up veya ileri aşama teknoloji şirketine katılmak da bir
seçenek.
Özellikle B2B (kurumlara satış yapan) iş modeli olan fikirlerde işin
icraatını daha başarılı yürütebilmek için bir miktar kurumsal deneyim
sahibi olmak da çok kıymetli.
Çözmek istediğiniz problemi bizzat veya yakınlarınız sebebiyle
yaşamış veya gözlemlemiş olmak da fikrin gücüne ve icraatın
başarısına güç katıyor.
54
”
GİRİŞİMCİ RUHU
Bazı insanlar doğuştan girişimci ruhuna sahip olabilir, ama bu öğrenilebilen bir şey aynı zamanda. Ancak
kitaplardan okuyarak değil, uygulayarak.
Girişimcilik ruhunu bir kasa benzetiyorum. Nasıl ki kaslarımız kullandıkça güçlenirse, girişimcilik ruhu da
kullandıkça gelişiyor. Üstelik bunu yapmak için ille de bir girişim kurmamız gerekmiyor. Okul yıllarında
veya çalıştığımız kurumun içinde veya bir sivil toplum hareketinin parçası olarak bu girişimcilik kasımızı
çalıştırıp geliştirmemiz mümkün.
Peki nedir bu girişimcilik ruhu?
Tutkulu olmak. Meraklı olmak. Problemlere yaratıcı çözümler bulabilmek.
Risk alabilmek. Yeniliklere açık olmak. Sınırları zorlamak. Denemekten, reddedilmekten, başarısızlıktan
korkmamak.
Olumlu düşünmek. Kendine güvenmek, başarabileceğine inanmak. Her zorluğu bir fırsat olarak görmek.
Belirsizlikten çekinmemek.
Harekete geçmek. Aksiyon odaklı olmak. Hem hırslı ve kararlı hem de esnek ve değişime açık olmak. Bir
amaca ulaşmanın birden fazla yolu olduğunu bilmek. Ümidini kaybetmeden, olumsuz telkinlerden etkilenmeden
yoluna devam edebilmek.
Hayal ortaklarını bulabilmek. Takım arkadaşı, mentor, yatırımcı, iş ortağı gibi hedefimize ulaşmamıza yardımcı
olabilecek herkesi hayal ortağına dönüştürebilmek.
Girişimcilik kasımızı geliştirirken yeni fırsatlara açık olmamız, konfor alanımızın dışına çıkmayı kabul etmemiz,
başarısızlıktan korkmamamız gerekiyor. Kas geliştirmenin kendimizi zorladığımızda kasların yırtılıp
kendini onarması ve daha güçlü olarak yeniden yapılanmasından ibaret olduğunu öğrendiğimde bu benzetmenin
ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anlamıştım.
Başarısızlıklar bizi daha güçlü yapıyor. O yüzden kendimizi zorlamaktan ve zaman zaman başarısız olmaktan
korkmayalım. Hatta nasıl ki kas çalıştırırken hep aynı egzersizi yapmak yerine değişik egzersizler
yapmamızda fayda varsa, kendimizi zorladığımız alanlara hep yenilerini eklememizde de fayda var.
Unutmayalım ki eğer yeteri kadar başarısız olmamışsak, kendimizi yeteri kadar zorlamamış ve gerçek potansiyelimize
ulaşmamışız demektir. Konfor alanımızı terk etmek sadece girişimcilik ruhu açısından değil,
kişisel ve kariyer gelişimimiz açısından da müthiş önemli.
“
Çağımızın en önemli özelliklerinden biri değişim hızı ve yüksek
belirsizlik. Sadece değişime maruz kalan değil, değişimi yönlendiren
insanlardan biri olmak için girişimci ruhumuzun güçlü olması gerekiyor.
55
”
GİRİŞİMCİ RUHLU KURUMLAR
Girişimcilik ruhu sadece bireyler değil kurumlar için
de geçerli bir kavram. Girişimcilik ruhuna sahip kurumlar;
çalışanlarının yenilikçi fikirler geliştirmesini
cesaretlendiren, bunlara değer veren; risk almaya
fırsat tanıyan; yeni fikirler başarısızlıkla sonuçlansa
da bunu bir öğrenim olarak gören; bürokrasinin, hiyerarşinin
yaratıcılığın önüne geçmesini engelleyen
kurumlar oluyor.
Büyük kurumların startupların iş yapma modellerinden
öğrenecekleri çok şey olduğunu düşünüyorum.
Kurum içi girişimcilik, startuplar ile işbirliği
yapmak; yeni ürün ve hizmetler, yaratıcı iş modelleri,
yepyeni müşteri deneyimleri sunarken açık inovasyonu
kucaklamak her geçen gün önemi artan
konular.
Ne yaparsanız, tutku ve
“ girişimci ruhu ile yapın.
”
Yeniliğe açık olmayan, “bize bir şey olmaz” diyen şirketlere
Nokia gibi değişime ayak uyduramadığı için
yok olan pazar liderlerinin hikâyesini hatırlatıyorum.
GİRİŞİMCİ OLMANIN YERİ VE YAŞI YOK
Ben girişimciyi bir problemi çözmek veya bir fırsatı
değere dönüştürmek için harekete geçen kişi olarak
tanımlıyorum. Girişimcilik bir meslek değil, bir
ruh hali, bir kafa yapısı, bir yaklaşım. Girişimci olmak
için ille de bir startup kurmanız gerekmiyor. Çalıştığınız
kurumun içinde girişimcilik ruhu ile attığınız
adımlar hem kendi gelişimize hem de kurumunuza
büyük fayda sağlayacaktır.
Spora başlayıp kas geliştirmenin yaşı olmadığı gibi
girişimcilik ruhunu geliştirmenin de yaşı yok. Hatta
araştırmalar gösteriyor ki hem büyüme hızı hem de
en başarılı IPO yani halka arz ve çıkışlar açısından
değerlendirildiğinde en başarılı girişimciler kurucularının
40’lı yaşlarında söz konusu şirketi kurdukları
girişimciler. 2,7 milyon girişim arasında en başarılı
1000’de birlik dilime giren girişimcilerin şirketlerini
kurdukları yaş ortalaması 45 çıkmış.
Başarılı bir girişimci olma olasılığı 20’li yaşlardan 41
yaşına kadar azalma gösterip 41 yaşından sonra da
artış gösteriyor diye görülmüş. Başarılı bir girişim
kurma olasılığı açısından 50’li yaşlarındaki bir girişimcinin
olasılığı 20’li yaşlardaki girişimci ile benzer
seviyede.
Genç girişimciler daha cesur ve teknolojiye daha
aşina olabilir ama daha ileri yaşlardaki girişimcilerin
tecrübe, güçlü ilişki ağı ve kaynaklara erişim gücü
gibi avantajları bunu dengeliyor.
DAVET
Çağımızın en önemli özelliklerinden biri değişim
hızı ve yüksek belirsizlik. Sadece değişime maruz
kalan değil, değişimi yönlendiren insanlardan
biri olmak için girişimci ruhumuzun güçlü olması
gerekiyor. Ne yaparsak yapalım, mutlaka tutku ve
girişimci ruhu ile yapalım.
Ebru Dorman “Hayallerin Ötesinde
Yaşamak” kitabında girişimcilik konusuna
da bir bölüm ayırıp okuyucularıyla değerli
paylaşımlarda bulunuyor.
56
57
UZUN VADEDE DEĞER;
KURUMSAL SÜRDÜRÜLEBILIRLIK
“Toplumsal cinsiyet eşitliği ve
fırsat eşitliği başlıklarında önemli
sosyal yatırım projeleri
hayata geçiriyoruz.”
Toplumun çevre
üzerindeki etkilerinin
öneminin farkına
varıldığı bu süreçte ,
sürdürülebilirliğin
önemi de gün geçtikçe
ortaya çıkıyor. Boyner
Grup bu çalışmaları
sahipleniyor ve
sürdürülebilirlik
alanında önemli
çalışmalara imza atıyor.
Dr. EMRAH ÖZBAY
Boyner Risk Yönetimi,
İç Denetim ve
Sürdürülebilirlik
Direktörü
Boyner Grup’ta sürdürülebilirlik yönetimi anlayışının temelinde şeffaflık,
açıklık, hesap verebilirlik ve katılımcılık yer alıyor. Sürdürülebilirlik
çalışmalarımızı, insan kaynakları politikalarımızı, tedarikçi ilişkilerimizi,
müşteri iletişimimizi ve sunduğumuz hizmeti, 2015’te Birleşmiş Milletler
tarafından kabul edilen ‘Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ doğrultusunda
şekillendiriyoruz. İşimizden bağımsız olarak ayrıca topluma değer katan
projeler hayata geçirmeye de önem veriyor ve bu alanda çalışıyoruz.
Sürdürülebilir iş modellerini Grup şirketlerimizin yanı sıra tedarik
zincirimiz ve iş ortağı ağımızda da yaygınlaştırmaya odaklanıyor, böylece
sürdürülebilirlik çalışmalarımızın etkisini de artırıyoruz. Özellikle toplumsal
cinsiyet eşitliği ciddiyetle ele aldığımız ve kurum olarak her bir kolumuzla
temas etmeye çalıştığımız bir konu.
Boyner Grup olarak ancak kadınlar da güçlendiğinde ekonominin
iyileşeceğine, kadın eğitimi arttıkça, kadın istihdamı yaygınlaştıkça
ekonomik ve sosyal olarak daha çok gelişeceğimize inanıyoruz. Bu bakış
açısıyla 2009 yılından bu yana her yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde
toplumsal cinsiyet eşitliğini gündeme taşıyacak bir kampanyayla, kadınların
eşitlik ve özgürlük taleplerine destek vermeyi amaçlıyoruz.
Bu doğrultuda da toplumsal cinsiyet eşitliği ve fırsat eşitliği başlıklarında
önemli sosyal yatırım projeleri hayata geçiriyoruz. KAGİDER ile hayata
geçirdiğimiz “İyi İşler: Tedarik Zincirlerinde Yer Alan Kadın Girişimcileri
Güçlendirme” programı ile 2015 yılından bu yana kadın girişimcilerin
ve tedarikçilerin sürdürülebilir iş modelleri ile işletme kapasitelerini
artırmalarını destekliyoruz. Programdan mezun olan kadın girişimcilere
Morhipo’da yer alan “İyi İşler Dükkan”da ürünlerini tüketiciye ulaştırmaları
için pazar yeri imkanı sunuyoruz.
2020 yılında hayata geçirdiğimiz lojistik ve teslimat alanındaki yeni
girişimimiz Boyner Express’te yüzde 60 kadın çalışan hedefimiz var. Kadın
istihdamının az olduğu lojistik ve teslimat işinde farkındalık yaratmak
istiyoruz.
Boyner Grup Akademi ve Maltepe Belediyesi iş birliğiyle 'Temel Mağazacılık
Eğitim Programı'nı 2020 yılında bu vizyon doğrultusunda hayata geçirdik.
Kadına destek ve eğitim konularının birleştiği 'Temel Mağazacılık Eğitim
58
Programı' ile 18-45 yaş arası Maltepe'de ikamet eden kadınların iş hayatına katılımlarını teşvik ettik. Ayrıca
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki Kadın Dayanışma Birimi’nde kalan kadınların da iş yaşamında yer
almalarına destek olmak amacıyla mağazacılık eğitimleri veriyoruz.
Yine İBB ile geçtiğimiz günlerde önemli bir projeye daha imza attık. “Gönülden İşaret” eğitim projesi
kapsamında her mağazada en az bir çalışanımızın işaret dili öğrenmesini hedefliyoruz. Tamamen çalışanların
gönüllülük esasına dayalı olan proje ile iletişimde engelleri kaldırmayı amaçlıyoruz.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanı sıra sürdürülebilir bir çevre için attığımız adımları da her geçen gün
güçlendiriyoruz. Sadece kendi şirketlerimizde değil tedarik zincirinde yer alan üreticilerin de sürdürülebilir bir
geleceğe katkı sağlamaları için faaliyetler yürütüyoruz. Emisyon, karbon salınımı, plastik atıklar, elektrik, doğal
gaz ve su tüketimi konularına önem veriyoruz. 2020 yılında merkez ofisimizdeki karbon salımını bir önceki yıla
oranla yüzde 16,75 seviyesinde indirdik. Bu rakam referans yılı olarak belirlediğimiz 2013 yılına göre neredeyse
yarı yarıya düştü. Bu alandaki çalışmalarımızı da iş birlikleri ile de destekliyoruz.
TÜSİAD, Global Compact ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği'nin önderliğinde, 34 kurumun imzasıyla hayata
geçen İş Dünyası Plastik Girişimi’ne dahil olarak plastik tüketimini azaltmayı taahhüt ettik. Bu doğrultuda
ilk başta 2023 yılına kadar plastik kullanımımızı 11,5 ton azaltmayı hedefliyoruz. Sonraki yıllarda da plastik
kullanımını azaltacak projelerimizi hayata geçirmeye devam edeceğiz.
Geçtiğimiz Eylül ayında Bağdat Caddesi’nde sürdürülebilir, doğa dostu, yaratıcı, yenilikçi, sanat ve sporla iç
içe yeni nesil deneyim mağazacılığının bir örneği olarak Boyner Cadde’yi hayata geçirdik. Sürdürülebilirliğin
ön planda olduğu yeni mağazamız çatıya yerleştirilen güneş panelleriyle kendi elektriğini üretecek. Karbon
ayak izini, kullandığı doğal kaynakları ve atık miktarını minimuma indirmeyi amaçlayan yeni mağazamızda
havalandırma ve yağmur suları arıtılarak mağaza içindeki rezervuarlarda ve kısa bir süre sonra mağazanın arka
bahçesinde hayat bulacak dikey tarım faaliyetlerinde kullanılacak. Yeni mağaza konseptimizi minimum atık,
minimum israf ve maksimum mutluluk anlayışı üzerine kurduk.
Boyner Grup olarak “İyiliğin Modası Geçmez” çatısı altında “Askıda İyilik” gibi ve “İyiliği Dönüştür” gibi geri
dönüşüm ve sosyal sorumluluk odaklı projelerimizle de topluma değer katmayı sürdürüyoruz. Bu kapsamda
ihtiyaç sahipleri için hazırlanan ve kâr amacı güdülmeyen Askıda İyilik paketlerini satışa sunuyoruz. Proje ile
2016 yılından bu yana 50 binden fazla Askıda İyilik paketi ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı. Diğer taraftan Lokman
Hekim Sağlık Vakfı ile 2014 yılında başlattığımız “İyiliğe Dönüştür” projesi ile son kullanıcıda artık kullanım
değeri olmayan tekstil ürünlerinin farklı yöntemlerle geri dönüşümünü hedefliyoruz. “İyiliğe Dönüştür” projesi
ile projenin başladığı yıldan bu yana toplam 176,1 ton atık toplandı. Toplanan tüm atıklar ayrıştırıldı, giyilebilir
toplam 79,3 ton ürün temizlenerek yeniden kullanıma sunuldu. Bunlardan 42,4 ton ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı.
36.9 ton kermeslerde satışa sunuldu. 26,8 ton tekstil ürünü ipliğe, 2 tona yakın metal ve plastik aksesuarı ise
ham maddeye dönüştürüldü. Toplam 64 ton ikinci el giysi enerjiye dönüştürüldü. 4 tona yakın malzeme geri
örüşüme tabi tutuldu. Toplam 36.9 ton ürünün kermeslerde satılmasıyla projenin başladığı günden bugüne
toplamda 47 öğrenciye öğrenim bursu verildi.
Grup şirketlerimizden, kurulduğu 1952 yılından bu yana Türk kumaşını dünyaya tanıtan marka olarak
konumlanan Altınyıldız da global markalara sürdürülebilir kumaş koleksiyonları hazırlayarak sürdürülebilir
tekstil alanında sektöründe öncü oldu. Dünyanın en etkin geri dönüşüm
firmalarından Unifi ile çalışan Altınyıldız, pet şişelerden elde edilen özel elyafı
Çerkezköy’deki fabrikasında repreve kumaşına çevirdi. Yaklaşık 1 milyon
200 bin pet şişeyi geri dönüştürerek 13 ton elyaf elde eden Altınyıldız, 73 bin
metrekare kumaş üretti. Boyner Grup sürdürülebilirlik raporunda repreve
kumaş üretiminde normal elyaf üretimine kıyasla su kullanımının yüzde
20, enerji kullanımının yüzde 40, karbon salınımının ise yüzde 50 oranında
azaldığına dikkat çekiyor.
Boyner “Tasarım Merkezi” çatısı altında da özellikle yüksek performans,
fonksiyonellik, ergonomi, dayanıklılık, konfor, sürdürülebilirlik, doğal ve
insan/çevre dostu gibi daha nitelikli alanlarda ön plana çıkan çalışmalar
gerçekleştiriyoruz.
Boyner Grup olarak önceliğimiz topluma değer katan işler yapmak.
Sürdürülebilirlikten toplumsal cinsiyet eşitliğine, tedarikçi ilişkilerimizden
müşteri mutluluğuna kadar her alanda çevreye ve topluma değer katan
çalışmalarımıza devam edeceğiz.
“ Sürdürülebilir bir çevre için attığımız
adımları her geçen gün güçlendiriyoruz.
“
59
“ Başlangıçta
imkânsız
gibi görünen
hayalimin
bir gün
gerçekleşeceğine
dair inancımı
kaybetmedim.
hiçbir zaman
”
TEKNOLOJİ DÜNYASINDAKİ
TRENDLERE ÖNCÜLÜK EDEN
YÖNETİCİ: İLHAN YILMAZ
60
Ansiklopedilerin, çizgi
romanların, bilimkurgu
hikayelerinin
yön verdiği
kariyeriyle; Oyun
dünyasının ilham
veren yöneticisi İlhan
Yılmaz ile keyifli bir
röportaj
gerçekleştirdik.
Eğitiminizi Marmara Üniversitesi Elektronik Bölümü’nde
tamamlamışsınız. 2000 yılından bugüne kurucusu
olduğunuz Monster Notebook’un Yönetim Kurulu
Başkanlığı’nı yürütmektesiniz. Peki bu başarıların
ardında İlhan Yılmaz kimdir? Bize biraz kendinizden
bahsedebilir misiniz?
Tabii, 1975 yılında İstanbul’da doğdum. Meryem Yılmaz
ile evliyim, iki küçük kızım var. Çocukluğumdan beri
hayata olabildiğince pozitif yaklaşan, sabırlı ve azimli
olmaya özen gösteren biriyim. Aynı anda gerçekçi ve
idealist olmanın mümkün olduğuna inananlardanım.
Hayatı, değerlerimden ve prensiplerimden taviz
vermeden hayallerimin peşinden giderek yaşıyorum.
İlkokul yıllarımdan itibaren her zaman ileri teknolojiye,
bilgisayarlara ve elektroniğe ilgi duydum. Liseyi Endüstri
Meslek Lisesi’nde Elektronik Bölümü’nde okudum.
Ardından da Marmara Üniversitesi Elektronik Yüksek
Okulu’na gittim. Üniversiteden 1996’da mezun oldum.
Çalışma hayatını çok erken yaşlarda deneyimledim.
Okuldan arta kalan zamanlarda ve yaz dönemlerinde
sanayide tamirci çıraklığından tutun da eğitim
sektöründe satış ve pazarlama rollerine kadar çeşitli işler
yaptım. Okulda öğrenciyken bilgisayar parçaları satan bir
firmada staj yapmıştım. Bilişim sektörüne böylece girmiş
oldum. Sektörden çeşitli firmalarda aklınıza gelebilecek
her pozisyonda çalıştım. 1999’da son çalıştığım şirkette
işler iyi gitmedi ve ben de ekibimdeki arkadaşlar
ile birlikte ayrıldım. Sonraki süreç kendi girişimimi
kurmamla devam etti ve bugün 21 seneyi geride bırakan
Monster Notebook serüveni başladı.
Bir röportajınızda Monster Notebook olarak
bugünden, 2030 yılında gerçekleştirmek istediklerinizi
planladığınızı ve bu planlar arasına bugünkü süper
bilgisayarların gücünde, kuantum işlemcili ve kâğıt
inceliğinde bilgisayarlar üretme hedefi koyduğunuzu
dile getiriyorsunuz. Aynı zamanda kurulduğunuz
günden itibaren Türkiye’den bir dünya markası çıkarma
hedefi ile ilerlediğinizi dile getiriyorsunuz. Bu hedef
doğrultusunda 2020 yılında Almanya’da ilk Avrupa
mağazanızı açtığınızı biliyoruz. Peki bu hedefleri
gerçekleştirmek için gelecekte global çapta neler
yapmayı düşünüyorsunuz?
Doğrudur, Monster Notebook’un hikayesinin arka
planında Türkiye’den küresel bir teknoloji markası
çıkarma hedefi var. Tüm adımlarımızı bu hedef
doğrultusunda atıyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz sektörün
ve parçası olduğumuz ekosistemlerin doğasına uygun
olarak sürekli yenilenen ve dönüşen bir markayız. Oyun
dünyasındaki en yeni trendlere öncülük ederek faaliyet
gösteriyoruz. Logomuzdaki her zaman gözü açık, asla
uyumayan, her zaman tetikte ve yeni maceralara hazır
yeşil canavar gözünün sembolize ettiği gibi teknoloji
dünyasındaki en güncel gelişmelere hâkim olarak
kullanıcılarımıza her zaman ilkleri ve yenilikleri sunmayı
hedefliyoruz. Kuantum işlemcili ve kâğıt inceliğinde
bilgisayarlarla ilgili hedefimiz de bu vizyonun bir
parçası. Önümüzdeki beş yıl içerisinde; dünya genelinde
ürünlerimizin satıldığı, satış sonrası hizmetlerimizle ve
diğer tüm vaatlerimizle markamızı en baştaki hedefimiz
doğrultusunda global bir marka haline getirmek
istiyoruz.
Bu doğrultuda uzun süredir uluslararası yatırımlarımıza
odaklanmış durumdayız. Daha önce Kıbrıs ve Dubai
ile başlattığımız yurt dışı yatırımlarımızda rotayı
Avrupa’ya çevirdik. Sizin de ifade ettiğiniz gibi 2020’de
Almanya üzerinden Avrupa pazarına açıldık. Avrupa’daki
operasyonlarımızı oyun ekosisteminin en dinamik
olduğu ve girişimcilik açısından Avrupa’nın başkenti
sayılan Berlin’in en merkezi yerinde, Alexandreplatz
meydanında bulunan mağazamızdan yönetiyoruz.
Berlin mağazamız Avrupa’nın en büyük oyun deneyim
mağazası olarak faaliyet gösteriyor. Türkiye’de de
olduğu gibi, satışlarımızın çok ciddi bir bölümü dijital
kanallar üzerinden gerçekleşiyor ve sadece Almanya’daki
değil İtalya, Hollanda gibi birçok Avrupa ülkesindeki
kullanıcılara da hizmet götürüyoruz.
Bu yolculuktaki bir diğer kilometre taşı ise Birleşik Krallık
açılımımız. Resmi süreçleri tamamladık, çok yakında
çevrimiçi kanallarda ardından ise Londra’da fiziksel
mağaza ile aksiyon alacağız. En kısa sürede pazarın
61
en iddialı oyuncuları arasına gireceğimizden kuşku
duymuyorum. Bunun dışında şu an dünyanın 20 farklı
ülkesinde marka tescil çalışmalarımız devam ediyor.
Monster Notebook olarak ‘Oynayamadığın Oyun
Olursa Anında İade Garantisi’ sloganı ile müşteri
memnuniyetine çok büyük önem verdiğinizi biliyoruz.
Peki yıllar boyunca ince elenip sık dokunarak
oluşturulmuş “müşteri memnuniyeti yaklaşımı” ve
“güvenilir marka” vizyonun temelini ne oluşturuyor?
Markanızın, müşterinizle olan bu bağının oluşum
sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında bu vizyonu “Monster” markasının ortaya çıktığı
an benimsedik diyebilirim. Şirketimiz Fokus Bilgisayar
adıyla 2000 senesinde kurulmuştu ama markamızın
ortaya çıkışı sonraki yıllarda gerçekleşti. Marka arayışımız
esnasında bir gün eşim Meryem Hanım’la Pixar yapımı
“Monster Inc.” filmini seyrettik ve Monster Notebook
markasının doğuşu bu filmden ilhamla gerçekleşti.
Monster sözcüğünün çağrıştırdığı güç ve yenilmezlik
anlamlarının aslında bir müşteri vaadi olduğu
düşüncesinden hareketle, şirketin faaliyetleri dayanıklı
ve yüksek performanslı dizüstü bilgisayarlar dikeyinde
geliştirdik. Böylece, canavar gibi güçlü, rekabette
yenilmez dizüstü bilgisayarların üretimine başladık.
Bugün ürünlerimiz hem oyuncular tarafından hem de
savunma sanayi, mimarlık, grafik tasarımı, video içerik
üreticiliği gibi alanlarda, çalışırken yüksek performansa
gereksinim duyan kullanıcılar tarafından tercih ediliyor.
Türkiye’nin oyun bilgisayarı denilince akla gelen ilk
markasıyız. Sizin de değindiğiniz “Oynayamadığın oyun
olursa anında iade garantisi” sloganımız ile oyun ve espor
ekosisteminin en bilinen aktörlerinden biriyiz. Ayrıca,
tüketici araştırmalarına göre bilgisayar markaları arasında
müşteri memnuniyeti en yüksek ve en çok teşekkür
edilen markayız. Hatta geçtiğimiz günlerde Şikayetvar.
com’da müşteri memnuniyet skorunda sektörümüzdeki
markaların hepsini geride bırakarak “Dizüstü Bilgisayar
– Tablet Sektörünün En İyisi” unvanını aldık. Kısacası
kullanıcılarımıza yüksek performanslı bir teknoloji
deneyiminin sözünü veriyoruz ve hem ürünlerimizle
hem de satış sonrası hizmetlerimizle bu sözün arkasında
sonuna kadar duruyoruz.
30 Haziran 2021 yılı itibariyle ilk kez gerçekleştirdiğiniz
Monster #WASD etkinliğiyle kullanıcıları ve Monster
Notebook’u bir araya getirdiniz. Yeni ürün ve hizmetleri
tanıtmanın yanı sıra oyun, teknoloji, espor, kreatif
içerik üreticiliği noktasında birçok gelişme kullanıcılara
aktarıldı. Yılın en büyük etkinliği olarak adlandırılan
bu etkinliğin oluşum fikri nasıl ortaya çıktı? Monster
#WASD etkinliğiyle birlikte ulaşmak istediğiniz hedefler
nelerdir?
Monster Notebook olarak bizi sektördeki diğer
markalardan farklılaştıran ve biraz önce bahsettiğim
konuma taşıyan en büyük özelliğimiz tüm
faaliyetlerimizde kullanıcı odaklı bir marka olmamız.
Kullanıcılarımızla ömür boyu birliktelik hedefliyoruz.
Böyle bir hedefe ancak koşulsuz müşteri memnuniyeti
ile ulaşabileceğimizi biliyor, en iyi deneyimi sunmak için
gerçekleştirdiğimiz uygulamalarda sınır tanımıyoruz.
Sektörde daha önce benzeri görülmemiş birçok
uygulamamız var. Örneğin, ömür boyu ücretsiz bakım
garantisi kapsamında altı ayda bir ücretsiz bakım desteği
sağlıyoruz. Monster Notebook sahipleri bilgisayarlarını
teknik servisimize anlaşmalı kargo şirketleri aracılığıyla
ücretsiz olarak gönderebiliyor, cihaz içi temizliği,
fan temizliği, termal macun değişimi gibi işlemleri
ücretsiz olarak yaptırıyor. Bu bakım ile ürünlerinin
performansının düzenli ve uzun süreli olmasını
sağlayabiliyor. Senede ortalama 20 bin kullanıcımız
ücretsiz bakım hizmetimizden yararlanıyor. Kullanıcı
dostu garanti kapsamımız da bizi rakiplerimizden
ayrıştıran, kullanıcılarımızla aramızdaki bağı güçlendiren
bir diğer konu. Kullanıcılarımız satın aldıkları ürünün RAM
ve SSD gibi donanımlarını zaman içinde değiştirmeyi
arzu ederse bu değişiklikleri garanti kapsamı dışında
tutmuyoruz. Bu değişikleri isterlerse ürün garantisi
bozulmadan kendileri yapabiliyorlar veya Monster
Notebook teknik servislerinden ürünü satın alıp ücretsiz
olarak montaj işlemini gerçekleştirebiliyorlar. Satın
alma esnasında ürün özelleştirme imkânı sunmamız,
normalde yasal sınır 21 gün olmasına rağmen teknik
servis hizmetlerimizi 1-3 iş günü ile sınırlı tutmamız gibi
daha birçok uygulamamız var.
Yalnızca satış sonrası desteklerimiz konusunda değil,
oyun ve espor söz konusu olduğunda da çeşitli projeler ve
inisiyatifler hayata geçiriyor, sektörümüze yön veriyoruz.
2021 sizin de bahsettiğiniz gibi birçok alanda çok ciddi
yatırımlarımızın olduğu, oyun ve teknoloji ekosistemine
büyük çapta katkılar sunmaya devam ettiğimiz bir
seneydi. Gücünü her zaman kullanıcılarıyla birebir
temasta olmasına borçlu olan bir marka olarak tüm bu
gelişmeleri yine kullanıcılarımızla doğrudan paylaşalım
istedik. Monster #WASD’ın ortaya çıkışı böylece oldu.
Nasıl ki klavyedeki WASD tuşları oyunun kaderine yön
veriyor, biz de Monster Notebook olarak oyun ve teknoloji
ekosistemine yön veriyoruz. Bundan sonra her sene
kullanıcılarımızla bir araya geleceğiz, oyun ve teknoloji
dünyasına dair keşfettiğimiz çözümleri, geliştirdiğimiz
yenilikleri Monster #WASD’ta kullanıcılarımızla ve
ekosistemimizle paylaşacağız.
Son yıllarda Türkiye’de girişimciliğe olan ilginin arttığını
gözlemliyoruz. Girişimcilik denilince Türkiye’de akla
gelen isimlerden birisiniz. Bir röportajınızda hikayenizin
ilkokul dönemlerinde çizgi roman okumakla başladığını
söylüyorsunuz. 1980’li yıllarda bugün yapmak
istediklerinizin hayalini kurduğunuzu da ekliyorsunuz.
Peki, bu hayalleri gerçekleştiriş bir isim olarak şu an
hayalleri olan gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak
istersiniz?
Evet çocukluğum ansiklopedilerin, çizgi romanların,
bilim-kurgu hikayelerinin dünyasında geçti. Çok fazla
imkanları olan bir ortamda büyümedim halbuki. Annem
ve babam işçi, dedem çiftçiydi. Üç çocuklu, o dönemlerin
Türkiye’si için en yaygın aile profiline uygun bir ailede
yetiştim. Bugün sahip olduğum şahsi değerlerin,
alışkanlıklarımın önemli bir kısmının çocukluk yıllarımda
şekillenmeye başladığını düşünüyorum. Annemin
çabaları sayesinde okuma-yazmayı çok erken yaşta
öğrendim, sonrasında da ciddi bir okuma alışkanlığı
kazanmıştım. Daha sonra kitaplarla kurduğum bağ, hayal
gücü yüksek biri olmama yol açtı. İdealist yönüm bu
şekilde gelişti.
Türkiye’den küresel bir teknoloji markası çıkarma
hayaliyle şirketi kuruduğum gün; zorlu şartlarda,
büyük riskler alarak, ideallerim ve hayallerim uğruna
bir maceraya atıldım tabiri caizse. Maceralar cesaret
ister. Ben en temelde şu iki konuda çok cesur oldum:
hayal kurarken ve prensiplerimden taviz vermeyerek.
Başlangıçta imkânsız gibi görünen hayalimin bir
gün gerçekleşeceğine dair inancımı hiçbir zaman
kaybetmedim. İş dünyası zorludur, özellikle de
büyük hedefleri olanlar için. Girişimimi kurarken en
büyük sermayem itibarımdı ve bu itibarımı dürüst iş
yapma etiğine bağlı kalarak kazanmıştım. Çok şükür
dürüstlükten hiçbir zaman taviz vermeme cesaretini
hep taşıdım. Sıfırdan iş kurmak isteyenler için de
tavsiyem cesur olmaları. Hayal kurmaya ve bu hayali
prensiplerinden taviz vermeyerek gerçekleştirmeye
cesaret etsinler. Bu da elbette sabır gerektiriyor. Dediğiniz
gibi girişimcilik büyük ilgi görüyor ancak girişimcilerin
büyük çoğunda aceleci bir yaklaşım gözlemliyorum.
Arkadaşlara tavsiyem, kısa vadede pes etmeme, çabuk
kazanımlar peşinde koşmama gibi ayırt edici özellikleri
olan girişimciler olmaya çalışsınlar.
“
Maceralar cesaret ister. Ben en temelde şu
iki konuda çok cesur oldum: hayal kurarken ve
prensiplerimden taviz vermeyerek.
”
62
63
Var olanı
sürdürmek
için değil,
yıkıcı ve
yenilikçi
olanı bulup
hayata
geçirmek için
buradayız.
“
”
FİNANSAL TEKNOLOJİNİN
ÖNCÜ YÖNETİCİSİ:
GÜRHAN ÇAM
64
Kariyerinde hem teknoloji,
hem de bankacılık
tecrübelerini harmanlayan,
tam bir finansal teknoloji
profesyoneli olan,
DenizBank’ın yeni nesil
iştiraki NEOHUB’ın Genel
Müdürü Gürhan Çam
ile keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği
Bölümü’nü tamamlayıp ardından Bahçeşehir
Üniversitesi Stratejik Pazarlama ve Marka Yönetimi
Yüksek Lisans Bölümü’nde eğitiminizi tamamlamışsınız.
Kariyerinize 2002 yılında Fortis Bank’ta Kurumsal
Pazarlama Yönetici Yardımcısı olarak başlayıp 2004
yılında şu anda hala bünyesinde devam ettiğiniz
DenizBank ailesine katılmışsınız. 2021 Temmuz
ayından itibaren NEOHUB Genel Müdürlüğü görevini
üstlenmektesiniz. Peki tüm bunların ardında Gürhan
Çam kimdir? Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Aslında sürprizlerle dolu bir başlangıç hikayem var
diyebilirim. Çanakkale Fen Lisesi’nden mezun olduktan
sonra 8 üniversite tercihimden biri olan İstanbul Teknik
Üniversitesi’ni kazanmamla İstanbul maceram başladı.
Üniversiteden mezun olup, Fortis Bank’ta işe başladığım
2002 yılından tam 2 sene sonra önemli bir dönüm
noktasında olduğumun farkına vardım. Ya kurumsal
bankacılık kariyerime devam edecektim ya da
mühendislik kasımı kullanabileceğim yeni bir yolculuğa
yelken açacaktım.
Yine bu noktada hayat karşıma, bankacılar ve bilgisayar
mühendisleri arasında köprü kurma görevi üstlenen İş
Analisti pozisyonu için Intertech’in açtığı ilanı çıkardı ve
ben de hemen başvurdum.
İşe alım kararının onaylanması için oldukça zorlu
bir süreçten geçmiş olmama rağmen çok güzel bir
dönemde girdiğimin farkındaydım. Böylelikle Intertech’le
başlayan DenizBank Finansal Hizmetler Grubu
kariyerime adım atmış oldum.
Intertech’te 8 yılımı tamamladıktan sonra, sektörde
bir ilki gerçekleştirmek ve Dijital Kuşak Bankacılığı iş
kolunun kurucu ekibinde yer almak üzere DenizBank’a
geçiş yaptım. Böylelikle 13 yıl sürecek bankacılık kariyerim
başlamış oldu.
NEOHUB’ın 2021 yılının Temmuz ayında kuruluşu
itibarıyla da artık bankacı değil, bir startup çalışanıyım.
DenizBank Finansal Hizmetler Grubu’nun yeni nesil
iştiraki NEOHUB’ı kurdunuz. NEOHUB’ı iş birimi, iş
geliştirme, satış, pazarlama ve yazılım evi fonksiyonları
ile bir “Venture Builder” olarak tanımlıyorsunuz. Venture
Builder ne demek ve bu kavramda NEOHUB’ı nasıl
konumlandırıyorsunuz?
DenizBank, kurulduğu ilk günden bu yana, ortak akla ve
birlikten güç doğduğuna inanan bir banka. Bu felsefeyi,
dışarıya da yansıtıyoruz. Ekosistem bankacılığını “diğer
bankalarla, sektörlerle ve elektronik para şirketleriyle
birlikte, insanın temel problemlerini çözmek için nasıl
modeller geliştirebilir ve gelir yaratabiliriz?” sorusundan
hareketle kurguluyoruz. Bu anlayış, NEOHUB’ın da temel
taşı.
NEO, yeni; HUB ise birleşme yeri anlamına geliyor. Bu
iki kelimenin birleşmesiyle NEOHUB’ın hem ismi hem
de vizyonu oluşuyor. Yenilikçi ve herkesin gelmeye
can attığı cazibe merkezi olma misyonuyla yola çıktık.
Arkamıza aldığımız; Deniz Akvaryum İnovasyon ve
Girişimcilik Merkezi, Deniz Ventures Risk Sermayesi
Yatırım Fonu, fastPay Elektronik Para A.Ş. gibi güçlerle,
girişimcilik ekosistemine ve finansal teknoloji sektörüne
yön veren bir rol oynamayı hedefliyoruz. Yenilikçi iş
modelleri, ürünler, projeler ve hatta girişimler yaratmayı
hedefliyoruz. Bu misyon da bizi Venture Builder
kavramının merkezine yerleştiriyor. Venture Builder,
kendi girişimlerini yaratan bir şirket diyebiliriz. Girişimlerin
büyüme ve genişleme yolculuğunda aklınıza gelen her
türlü teknik ve network danışmanlığı için elimizi taşın
altına koyuyoruz.
Var olanı sürdürmek için değil, yıkıcı ve yenilikçi olanı
bulup hayata geçirmek için buradayız. Hatta bu
yolculuğa ilk olarak kendi işimizi yıkacak yeni fikirler
arayarak başladık. Finans dünyasını şekillendirirken, biz
de durmaksızın değişmeye, dönüşmeye ve yenilenmeye
devam edeceğiz. Tıpkı bir kelebeğin geçirdiği
metamorfoz gibi…
Bir röportajınızda yarının müşterisinin hayatı daha
hızlı, sorunsuz ve kişiselleştirilmiş olarak yaşamak
istediğini, pandemi ile birlikte artan dijitalleşmenin de
müşteri üzerinde çok daha ciddi etkisinin olduğunu
belirtiyorsunuz. Peki siz NEOHUB olarak bu konuda ne
gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? Gelecekte müşterileri
neler bekliyor?
Burada iki kavramdan bahsedebilirim. İlki açık bankacılık,
diğeri Neobanklar. Hızla hayatımıza giren ve finans
dünyasında yerini giderek sağlamlaştıran açık bankacılık;
en basit haliyle bankaların sahip olduğu yetenekleri API
adı verilen teknoloji vasıtasıyla dışarı sunması şeklinde
tanımlanabilir. Bankaların giderek daha görünmez
konuma çekildiği, servislerini finansal teknoloji şirketleri
üzerinden kullanıcılara sunduğu bir dünyaya doğru hızla
ilerliyoruz. NEOHUB olarak biz de finans dünyasının
dönüşümünde öncü adımları atmak üzere çoktan
yerimizi aldık.
İkincisi ise Neobank. Neobank; dijital, hiçbir şubesi
olmayan, bir mobil uygulama ya da bir web platformuyla
bankacılık işlemlerini gerçekleştirebileceğimiz
yeni nesil bankacılık anlamına geliyor. BDDK’nın
yayınladığı yönetmelik ile gerekli izinleri alan bankalar,
bu yıl hizmetlerine başlayabilecek. Biz de dijital
bankacılık alanında neler yapabileceğimiz konusunda
65
hazırlıklarımızı sürdürüyoruz.
Bugünün üniversite öğrencilerine belki çağlarca önce
gibi gelebilecek, benim jenerasyonum içinse çok da uzak
olmayan bir geçmişte bankalarda haberleşme, e-mail
yerine fax sistemi ile gerçekleştiriliyordu. Genel Müdürlük
birimleri duyurularını şubelere fax ile gönderir, şube
çalışanları da gelen fax kağıdını tek tek okurdu. Bugün
geldiğimiz noktada ise metaverse üzerinde bankacılık
işlemleri yapmaktan, müşterilerin evlerinden çıkmadan
sanal şubeleri ziyaret edebilecekleri alternatif gerçeklikler
yaratmaktan bahsediyoruz.
Değişimin hızı her geçen saniye artıyor. NEOHUB
değişimin peşinden koşmak için değil, değişimle birlikte
yol almak için hayata geçti. Bundan sonra da adımızı çok
daha sık duyacağınızdan emin olabilirsiniz.
NEOHUB’ın 2021 yılı itibarıyla sürekli olarak değişim
gösteren ekosistemde, girişimcilere büyümeleri
için gerekli desteği vermek adına Deniz Akvaryum
Girişim Hızlandırma Programı’nı hayata geçirdiğini
biliyoruz. Şu anki dönem için Girişim Hızlandırma
Programı, İnovasyon ve Kurum İçi Girişimcilik, Deniz
Ventures, Blockchain Lab, Kitlesel Fonlama ve API
Market programları ile mentorluk ve yatırım gibi
hizmetler sağlıyorsunuz. Peki Deniz Akvaryum Girişim
Hızlandırma Programı’nın kuruluş amacından bugüne
hedeflerini gerçekleştirme noktasında nasıl bir yol
katettiğini düşünüyorsunuz? Yeni projeler geliştirmeyi
düşünüyor musunuz?
2021 yılı bizim için oldukça heyecanlı ve verimli geçti.
Sürekli açık çağrımız ile aldığımız girişim başvurularını
değerlendirdik ve hepsi birbirinden değerli isimlerin yer
aldığı Girişim Değerlendirme Jürimizin karşısına çıkardık.
2022 itibarıyla da ilk 6 girişimimiz ile programımıza
başladık.
Girişimcilerin en büyük ihtiyacı, paradan ziyade
motivasyon. Daha önce aynı yollardan geçmiş insanların
onları desteklemesi çok önemli. Ardından network
ihtiyacı geliyor. Kısacası, girişimcilere en büyük katma
değerimiz, network ve deneyim. Bankaların, bireysel
müşteriden en tepedeki kurumlara kadar, A’dan Z’ye
hizmet sunma ve hepsini birbirine bağlama gücü var.
Biz de, girişimcilere bu etkileşimi sunmak ve yaratılan
modelleri mutlaka ihraç etmek üzere bir düzen kurduk.
Hedefimiz, oluşturulan modellerin, Türkiye’den bir yazılım
ya da hizmet ihracatı olarak yayılması ve küreselleşme
bağlamında bu topraklarda yeni bir değer yaratabilmek.
“
Şans elinize geçtiğinde peşinden
koşmak için cesur olun.
”
NEOHUB olarak ana odağınızın fintechler olduğunu
belirtip, bunun yanı sıra yapay zeka, blockchain,
tarımsal teknolojileri, sağlık ve biyoteknoloji
tarafındaki girişimlerde yatırım yapmayı planladığınızı
belirtiyorsunuz. Özellikle yarattığı iş modelini dışarıya
da ihraç etme potansiyeli olan girişimlere daha özel
bakıyorsunuz. Bu girişimlere ne gibi hedeflerle yatırım
yapıyorsunuz? Bu konudaki gelecek planlarınız nelerdir?
Bir girişimcide ilk aradığımız şey, heyecan. Zira piyasada
66
çok fazla fikir var. Bu nedenle, icra kabiliyeti de aynı
zamanda eş değer önemde. Ayrıca globalleşmenin gereği
olarak, mutlaka ihracatı hedeflemesini, yurt dışında
büyümeyi hayal etmesini de bekliyoruz.
Bu kapsamda Deniz Yatırım tarafından yönetilen Deniz
Ventures Girişim Sermayesi Yatırım Fonu’nu kurduk.
Girişimlere NEOHUB tarafından da yatırım yapmak
üzere kurulmuş 7 senelik açık bir fon bu. Diğer fonlar ve
dışarıdan katılabilecek yatırımcılarla birlikte NEOHUB
tarafından yatırım yapmayı hedefliyoruz. Burada
girişimlere Early Bird, Seat ve Seri A yatırımları yapmakta
istekliyiz. Seri B ve Seri C'den sonra biraz değişiyor ve
palazlanmış oluyorlar. Biz daha ufak çaplı, daha genele
yaygın yatırım yapmayı planlıyoruz.
Fintech kavramı 2015’te Türkiye pazarında yer bulmaya
ve hayatımıza girdiğini söyleyebiliriz. Çok kısa bir sürede
pandemi sürecinin de etkisiyle hızlı bir gelişme gösterdi
ve günümüz konumuna ulaştı. 2020 yılı içerisinde
Türkiye, 139 milyar dolar fonlama ile Avrupa ülkeleri
arasında 18. sırada yer aldı. 2021 yılında KPMG’nin
hazırladığı rapora göre ise Türkiye’de fintech ekosistemi,
bankacılık sisteminin güçlü desteğiyle devamlı büyüme
gösteriyor. Siz bu noktada gelecek yıllar içerisinde fintech
uygulamalarının ve şirketlerinin ne yönde ilerleme
kaydedeceğini söylersiniz? Geleceğin dünyasında fintech
ekosisteminin konumu nedir?
Öncelikle konuya bankacılık tarafından bakalım.
Bankacılığın tarihi para kadar eskiye, hatta öncesinde
değerli eşyaların muhafaza edilmesi gerekliliği göz önünde
bulundurulursa, paradan çok daha eskiye dayanıyor.
Günümüze uzanan bu uzun yolculuk esnasında bankalar
elbette birçok farklı koşul ve zorluk ile karşılaştı ve bunların
her birini güçlü olarak atlatmayı başardı. Bu başarının
altında üzerine konuşabileceğimiz, tartışabileceğimiz
çok fazla neden var. Fakat bir kelime son derece önemli:
Adaptasyon…
Bir değişim dalgası ile karşılaştığınızda iki seçeneğiniz olur.
Ya kolay olanı yapar; konfor alanınızda kalır ve değişime
direnç gösterirsiniz. Ya da zor yolu seçer; konfor alanınızdan
çıkarak değişime adapte olursunuz. Özellikle 2018
yılından sonra hayatımızda etkisini artıran yıkıcı inovasyon
dönemine kadar değişime direnç göstermek bir yere
kadar etkili bir yöntemken, yıkıcı inovasyon çağı ile seçenek
olmaktan çıktı.
Aynı durum fintekler için de geçerli. Fintekler finans
dünyasına çeşitlilik ve yenilik getiren, değişimi ve gelişimi
destekleyen unsurlar olarak hayatımızdalar. Rekaberlik
bu noktada tarif için çok güzel bir kavram. Ne kadar
bankaların rakipleri olarak görülseler de, aynı zamanda çok
önemli potansiyel iş ortakları. Ya onlarla iş birliği yaparak
hep birlikte bu ekosistemi büyütür ve geliştirirsiniz ya da
rakip görerek beyhude bir mücadelenin içine girersiniz.
Biz her zaman kendi ekosistemimizi büyütmenin, yeni
partnerlerle, yeni dünyaya ait, yeni iş modelleri hayata
geçirmenin peşinde olduk; öyle de olmaya devam
edeceğiz.
“
Cesaret kariyer yolculuğunuzdaki
en önemli silahınızdır.
Başarılı bir eğitim hayatını geride bıraktıktan sonra, 2004
yılından beri Denizbank bünyesinde çalışmakta olup,
2021 yılı Temmuz ayından itibaren ise NEOHUB Genel
Müdürlüğü görevini yürütüyorsunuz. Peki bu başarıya
sizi ne gibi özelliklerinizin ulaştırdığını düşünüyorsunuz?
Henüz kariyer hayatının çok başında olan gençlere
başarılı bir gelecek için ne gibi tavsiyelerde bulunmak
istersiniz?
Biz, ekip olarak kendimize NEOHUBBER diyoruz.
Bu noktada gençlere, NEOHUBBER’lara her zaman
söylediğim şeyi söylemek istiyorum: Hayal kurmayı
bırakmayın ve elbette o hayaller için çok çalışın. Şans
önemli bir faktördür. Bu yüzden kariyerle ilgili çok beylik
laflar etmeyi sevmem. Zira şanslı değilseniz veya şansı
doğru kullanamazsanız, çok isteseniz de olmayabilir.
Ancak şunu önerebilirim; şans elinize geçtiğinde
peşinden koşmak için cesur olun. Cesaret kariyer
yolculuğunuzdaki en önemli silahınızdır, unutmayın.
Hepinize harika bir hayat dilerim.
”
67
TEKNOLOJI İŞ YAŞAMINI NASIL
DEĞIŞTIRDI; GELECEĞE BAKIŞ
“Her ne kadar teknoloji hızlı bir
şekilde gelişip yeni yöntemler
doğursa da kurumsal şirketler için
on yıllardır devam eden süreçlerin
dışına çıkmak radikal bir karardı.”
Günümüzde teknoloji,
neredeyse tüm
sektörlerdeki iş
yapma biçimlerinde
önemli bir değişim
ve dönüşümü
beraberinde getiriyor.
2000’li yılların başında
ise sürdürülebilir
teknolojilerin gelişimi
daha büyük bir önem
kazandı. Peki bu
gelişim iş yaşamını
nasıl etkiledi?
Gelecekte bizi neler
bekliyor?
LALE ŞAHİN
Vestel Ventures
Üst Düzey Yönetici
Vestel Ventures Kıdemli Tasarım Mimarı
Teknoloji; bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç,
gereç ve aletleri, bunların kullanım biçimlerini kapsayan uygulama
bilgisi, uygulayım bilimidir. Okuduğumuz şey teknolojinin TDK’da
yer alan tanımıdır. Ancak 21. yüzyılda teknolojinin etkisi bu cümlenin
sınırlarını çoktan aşıp gitmiştir. Günümüzde teknoloji, neredeyse
tüm sektörlerdeki iş yapış biçimlerinde önemli bir dönüşümü
beraberinde getiriyor. Bu dönüşüm ise hem çalışma ortamı hem de
çalışan potansiyeli açısında birçok değişikliği ortaya çıkarıyor.
Mevcut durum dahilinde teknolojinin varlığı ve gelişimi bazı sınırları
ortadan kaldırmasıyla ve daha verimli süreçleri ortaya çıkarmasıyla
önemli bir hal aldı ancak teknolojinin ve verimliliğin hem çevresel
anlamda hem de iş modeli anlamındaki sürdürülebilirliği
günümüzde kritik bir nokta haline geldi.
Kurumsal Şirketler ve Teknoloji Gelişimi
Teknolojik gelişimlerin endüstrideki ilk ve en önemli adımını birinci
endüstri devrimi olarak görebiliriz. Üretim süreçlerinde makinelerin
ve buhar gücünün kullanılmaya başlamasıyla üretim insan
gücünden makine gücüne doğru yöneldi ve daha verimli sistemler
ortaya çıktı. İyileşen bu sistemler de şirketlerin çok daha hızlı, yüksek
sayıda ve aynı kalitede ürünler üretebilmesini sağladı. Ancak bu
süreçlerde kullanılan kaynaklar genellikle sınırlı miktarlarda sahip
olduğumuz ve çevresel ekosisteme zararlı çıktıları olan kaynaklardır.
Dolayısıyla bu durum günümüzde bu tarz sistemlerin en büyük
kısıtlayıcıları haline geldi.
2000’li yılların başında sürdürülebilir teknolojilerin gelişimi daha
68
büyük bir önem kazandı. Burada da kurumsal
şirketlerin yanında girişimlerin ortaya çıkardığı
değerler alışılmışın dışında değerler oldu
ve büyük değişimler girişimlerle birlikte
hayatımıza dahil oldu. Mesela biyo bazlı plastik
üreten Biolive’i marketlerde ve perakendede
görmeye başladık ve araba sektöründen gıda
kabı sektörüne birçok alana yayılmasına tanık
olmaktayız. Bu durum kurumsal şirketlerin hem
sürdürülebilirlik konusuna olan yaklaşımı hem
de girişimlere ve girişimcilere olan yaklaşımı çok
daha iyi seviyelere taşıdı. Örnek olarak görme
engellilere akıllı baston üreten WeWALK dünya
çapında Amazon’dan Microsoft’una birçok oncu
kurumdan ödül aldı. Günümüzde çoğu kurumsal
şirket, önemli teknolojilerin girişimlerle birlikte
geldiği konusunda hemfikir. . Geleceğin otomotiv
teknolojisi Cyvision üç boyutlu artırılmış gerçeklik
teknolojisi ile otomotivde geleceğin bas ustu
ekranlarına imza atmakla kalmadı, metaverse’u
oluşturacak oncu şirketler arasına girdi.
Çalışanların Yaklaşımı
Konuya çalışanlar, girişimler ve teknoloji üçlüsü
açısından bakacak olursak ise, daha önce herkes
için popüler olan kurumsal bir şirkette çalışmak,
bir kurumun parçası olmak; teknolojiyi üreten
tarafın girişimlere geçmesiyle değişime uğradı.
İnsanlar halihazırda olan bir teknolojiyi sürdüren
şirketlerde çalışmaktansa yeni teknolojileri
geliştiren ve dünyayı dönüştüren girişimlerde
çalışmayı hatta o girişimlerin kurucusu olmayı
daha ilgi çekici bulmaya başladı. Kurumsal
şirketler de bu durumun farkına vararak kendi
gelişimleri için girişimlerle daha çok çalışmaya,
kendi içlerinde girişimci gibi çalışan ekipler
oluşturmaya ve hatta kurum içinde geliştirilen
teknolojinin farklı bir şirket olarak kurum dışına
çıkarılması konusunda çalışmalara yöneldi.
Bu da aslında hem şirketlerin iş yaşamını hem
çalışanların iş yaşamını hem de girişimlerin
ve girişimcilerin iş yaşamını farklı bir yöne doğru
geliştirdi.
Zorlu Holding genelinde yürüttüğümüz Parlak Bi’Fikir
kurum içi girişimcilik programı bu dönüşümde
bizler için çok değerli. Hem program sonucu yatırım
alan şirketler hem de Zorlu Holding içerisinde kalıp
bizlerin elçisi olan kişiler Zorlu Holding’in inovasyon
dönüşümünde önemli rol oynamakta.
Her ne kadar teknoloji hızlı bir şekilde gelişip yeni
yöntemler doğursa da kurumsal şirketler için on
yıllardır devam eden süreçlerin dışına çıkmak radikal
bir karardı. Ancak daha küçük ekiplerle çalışan
girişimler için bu çok daha kolay uygulanabilir bir
durumdu. Bu farklı yöntemleri uygulayıp başarıya
ulaşan girişimler neredeyse tüm endüstrilerdeki
iş yaşamını etkiledi. Günümüzde uzaktan çalışma,
teknoloji ile iç içe olan online süreçler, agile çalışma
metodolojisi ve daha yatay hiyerarşik düzenler
kurumsal şirketler için de başarıya giden süreçte
olması gerekenler olarak görülmeye başlandı.
Girişimcilik Ekosisteminde Kurumsal
Yatırımcılar
Günümüzde kurumsal şirketler özellikle yeni
teknolojileri daha yakından takip edebilmek için
çeşitli yatırımlar gerçekleştirmeye başladı. Bu
teknolojik yatırımlar hem girişimcilik dünyasını
tanımak hem de yeni iş yaşamını gelişimi açısından
“Gelecekte de hem girişimcilik ekosistemi
hem de girişim-kurumsal şirket işbirlikleri
artarak devam edecektir.Daha fazla
kurumsal şirket iş yapış şekillerini
girişimlere benzer hale getirmeye
çalışacak, bunun için de girişimcilerle
daha yakın ilişkiler kuracaktır.”
69
çok önemli. Girişimciler açısından da bu yatırımlar kritik önem taşımakta. Girişimcilerin ihtiyaçları olan
finansmana ulaşması için bu yatırımları alması önemli bir süreç. Teknolojik yatırımların bir diğer yönünde
ise global rekabet gücü kaygısı yer almaktadır. Küreselleşen dünyada uluslararası firmaların, rekabet
gücünü belirlemede etkin olduğu savunulmaktadır. Yine bu teoriye göre, firmalara rekabet gücü sağlayan
temel unsur ise ürün veya üretim sistemlerinde yeniliktir.
Vestel Ventures olarak biz de 2015 yılında kurulmuş ve ülkemizde bu alanda öncü şirketlerdeniz.
Geçtiğimiz 6 senede de hem yurt içi hem de yurt dışından 25 girişime yatırım gerçekleştirdik. Finansal
desteğin yanında Zorlu Holding’in sağlayabileceği her türlü destekle girişimcilik ekosisteminin içinde aktif
olarak yer almayı hedefliyoruz.
Gelecekte de hem girişimcilik ekosistemi hem girişim – kurumsal şirket işbirlikleri artarak devam
edecektir. Daha fazla kurumsal şirket iş yapış şekillerini girişimlere benzer hale getirmeye çalışacak, bunun
için de girişimcilerle daha yakın ilişkiler kuracaktır. Girişimciler de ihtiyaçları olan fonlamaya ulaşacak
ve dünyayı değiştirebilecek sürdürülebilir yeni teknolojilerin keşfi için çok hızlı şekilde çalışmaya devam
edeceklerdir.
70
71
Önemli olan
yolculuğa iyi
hazırlanmak,
planlamayı iyi
yapmak ve
mutlu
olacağınız işi
seçmek.
“
”
PARİBU CEO'SU YASİN ORAL
72
Türkiye’de kripto para
piyasasının en yüksek
hacmine sahip olan ve
gün geçtikçe üzerine
koyarak büyümeye
devam eden Paribu’nun
Ceo’su Yasin Oral ile
keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
Ankara’da doğup ortaöğretim
ve lise eğitim hayatınızı burada
tamamlamışsınız. Ardından 2009
yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun
olmuşsunuz. Şu ana dek birçok girişimin
içerisinde yer almış olan 2016 yılında ise
Paribu’yu kurarak şimdiki konumunuza
ulaşmışsınız. Peki tüm bunların ardında
Yasin Oral kimdir? Bize biraz kendinizden
bahsedebilir misiniz?
Yazılımla lise yıllarımdan beri ilgileniyorum.
İnternet girişimciliğine yönelmemin
altyapısı o yıllarda oluştu diyebilirim.
Lisedeyken TÜBİTAK’ın bir yarışmasına
katıldım ve web sitesi geliştirmelerine
dışarıdan destek oldum. Bu süreçte
taşımacılık sektörüyle ilgili internet
siteleri kurdum ve bu siteler bilgilendirici
içeriklerle öne çıktı. Kısa süre içinde
Türkiye’de ev taşımacılığı koordinasyonunu
sağlayan e-taşınma platformu ile dijital
girişimci hâline geldim. 2009 yılında
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi’nden mezun oldum. 2010’da
Türkiye’nin ilk web2print platformu
matbuu.com’u kurduk. Sonrasında tüm
dünyada hizmet veren mesafe hesaplama
ve rota görüntüleme projelerini hayata
geçirdik. Günde 250 bin kişiye hizmet
veriyorduk. 2015’te ise BiletGo’yu kurduk
ve online bilet satışı gerçekleştirmeye
başlayarak dijital girişimci yolculuğuna
devam ettim. Bu projelerin tamamında
yazılımın yanı sıra, marka ve kurumsal
kimlik oluşturma çalışmalarını, ara yüz
tasarımlarını gerçekleştiriyordum. Kripto
paralara ve blokzincir teknolojisine
üniversite döneminde ilgi duymaya
başladım. 2015’te Paribu’nun ön hazırlıkları
başladı. Sağlam temellere dayanan bir
yapı inşa etmek için çok çalıştık. Paribu’yu
2016’da kurduk ve 14 Şubat 2017’de
kullanıma açtık. Şu anda da Paribu’da
CEO’luk görevimin yanı sıra, Blockchain
Türkiye Platformu Yürütme Kurulu ve
Türkiye Genç İş Adamları Derneği üyesiyim.
Türkiye'nin en yüksek hacimli kripto
varlık işlem platformu olan Paribu’yu
2016 yılında kurdunuz ve 2017 yılında
halkın kullanımına açtınız. Kurucusu ve
CEO’su olduğunuz Paribu’yu kurarken
neyi hedeflediniz? Bu hedefleri
gerçekleştirebildiniz mi? Bize Paribu’nun
kuruluş hikayesinden bahseder misiniz?
Paribu'yu kurmaya karar verdiğimiz
dönemlerde kripto paralara dünya çapında
bir ilgi vardı. 2016’da Bitcoin ve diğer kripto
paralar Türkiye’de önemli bir hacme
ulaşmıştı ancak hızlı, kolay ve güvenli işlem
hizmeti veren bir platform ihtiyacı söz
konusuydu. Bu ihtiyacı tespit ettikten sonra
yoğun bir çalışma süreci başladı. Benim
öncülüğümde bir yazılım ekibi tarafından
sürdürülen çalışmalar kısa sürede meyve
verdi. Ortaya işlevsel bir arayüz, kolay
işlem yapılabilen bir altyapı, verilerin ve
varlıkların güvenle muhafaza edilmesini
sağlayan protokol ve uygulamaları ile
Paribu çıktı. Kurulduğumuz günden bu
yana hedeflerimizi gerçekleştirerek çıtayı
yükseltmeyi başardık. Bugün Paribu’nun
günlük ortalama hacmi 600 milyon dolara
ulaştı ve 5 milyonu aşkın kullanıcısıyla
sadece bir kripto para işlem platformu
olarak değil, teknoloji şirketi olarak varlığını
sürdürüyor. Yakın zamanda faaliyete
geçecek projelerimiz, teknoloji şirketi
kimliğimizin en önemli ürünleri olacak.
73
32 yaşında şu anda Türkiye’de en büyük
hacme sahip kripto para alım satım
platformu olan Paribu’yu kurdunuz ve
5 milyonu aşkın kullanıcıya ulaşmayı
sağladınız. Bu kadar genç yaşta
hayallerinizin peşinden koşup bu işi
başarmanızdaki en büyük etkenin ne
olduğunu düşünüyorsunuz?
Lise yıllarımdan beri bu alanlarda bana
fayda sağlayacak donanımlara ilgi
duyuyordum. Yazılıma olan ilgim, internet
girişimciliği tecrübelerim ve dijital dünyaya
odaklanmam, bugün için önemli bir altyapı
oluşturdu. Burada başarıyı elde ederken
birlikte çalıştığınız ekibin de oldukça
önemli olduğunun altını çizmek isterim.
Aynı sinerjiyi, aynı heyecanı paylaşabilmek
önemli. Paribu özelinde işi sahiplenen, iş
“
Öncelikle hayallerin adım
atmadan gerçekleşmediğini
söylemek isterim. Hayaller ne
kadar büyük olursa olsun bir
adım atmak önemli.
”
geliştirme ve teknoloji anlamında günceli
takip eden bir ekibe sahibiz. Bu da doğru
iş birlikleri ve doğru ortaklarla hedefe daha
hızlı ulaşmamıza yardımcı oluyor. Güven
ilişkisi ve ekip ruhuyla oluşan güçlü bağ
daha sonra kullanıcılarla marka arasında
da benzer bir bağın kurulmasına ön ayak
oluyor.
Gün geçtikte dijital medyaya daha çok
entegre olan bir dünyada yaşıyoruz.
Dijitalleşme, günlük aktivitelerimizde ve
yaşamımızda büyük yer kaplar bir hale
geldi. Siz de bu dijital sektörün bir parçası
olarak gelecekte bu dönüşümün nasıl bir
hal alacağını düşünüyorsunuz?
Dijitalleşmeyle birlikte dünya da değişiyor.
Pek çok sektör ve iş kolu, bu değişimden
nasibini aldı. Değişime ve yeniliğe ayak
uydurabilenler kendi sektörlerinde fark
yaratıyorlar. Biz de dijital sektörün bir
parçası olarak bu dönüşümü heyecanla
takip ediyor, değişimin öncüleri arasında
yer alarak sektörümüze yön vermeyi
hedefliyoruz. Kripto varlık sektörü son
dönemlerde yükselişe geçti. Büyük
bir kullanıcı ilgisiyle karşı karşıyayız.
Önümüzdeki dönemde de sektör
gelişmeye ve büyümeye devam edecek.
2021’de öne çıkan NFT, DeFi, Metaverse ve
oyun sektöründeki gelişmelerin devamını
göreceğiz. Metaverse ve oyun sektörünün
blokzincirle olan ilişkileri henüz yolun
başında diyebiliriz. Bu alanda gidilecek
daha çok yol var. 2022’de bu alanlara ve
Web3 teknolojilerine artan yatırımlarla
beraber ilgi ve gelişim devam edecek.
Geçtiğimiz 5-6 yıllık süreçten bu yana
kripto para kavramı dünya gündeminde
kendine büyük bir yer buldu. Bundan
15 yıl öncesinde böyle bir kavramın
hayatımızda olmadığını düşünürsek 15
yıl sonrası için dijital para kavramının
geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gelecekte dijital parayı neler bekliyor?
Blokzincir teknolojisinin yarattığı
merkeziyetsiz finans olanağının, verilerin
değiştirilemez şekilde muhafaza
edilmesinin bir dönüm noktası yarattığı
ortada. Hiçbir merkezi otoriteye ihtiyaç
olmadan finansal işlem yapabilmenin,
manipülasyonun imkânsız olduğu bir
sistemin mümkün olduğunu gördük.
Geleneksel finans enstrümanlarının
sağlayamayacağı hız, maliyet ve güvenlik
olanaklarından söz ediyoruz. Bundan
74
sonraki süreçte geleneksel finans
yapılarının da bu teknolojiye yaklaşacağını
öngörmek mümkün. Değişen dünyada,
yatırım aracı olarak kripto paraların
popülerliği aslında yalnızca Türkiye’de
değil tüm dünyada arttı. Türkiye’nin
bu konudaki farkı, yatırım araçlarına ve
teknolojiye duyulan ilgi oldu. Bitcoin,
kripto paralar arasında en popüleri olarak
konumlansa da son dönemlerde sosyal
medyanın da etkisiyle kripto varlıkların
çeşidi ve popülerliği artmaya başladı.
Gelecek dönemde de bu ilginin artarak
devam etmesini öngörüyoruz.
“
Gençlere verebileceğim en
doğru tavsiye riskleri analiz
ederek, gerekli donanıma sahip
olarak, doğru stratejileri
izlemeleri olur.
”
Yaptığınız girişim ve atılımlarla şu anda
Türkiye’de tanınan bir isimsiniz. Peki
siz hayallerini gerçekleştirmek isteyen,
hedeflerine ulaşamaya çalışan gençlere
ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Öncelikle hayallerin adım atmadan
gerçekleşmediğini söylemek isterim.
Hayaller ne kadar büyük olursa olsun
bir adım atmak önemli. Bunun için de
gerekli donanıma sahip olmak eğer yoksa
bu bilgiye erişmek için çaba göstermek
gerekiyor. İhtiyaçları iyi tespit ederek
hazırlıkları yapmak ve zamanlamayı
tutturmak önemli. Buradan gençlere
verebileceğim en doğru tavsiye riskleri
analiz ederek, gerekli donanıma sahip
olarak, doğru stratejileri izlemeleri olur.
Şunu unutmamakta fayda var, şu an
takdir ettiğimiz dünyanın dev markaları ilk
etapta birer fikirdiler, daha sonra filizlenip
bir dünya markası haline geldiler. Hayaller
de böyle, hayal etmek hedeflemek, fikri
harekete geçirmek bir başlangıç. Burada
önemli olan yolculuğa iyi hazırlanmak,
75
planlamayı iyi yapmak ve mutlu olacağınız
işi seçmek.
CEO’luk görevini üstlendiğiniz Paribu’nun
geleceğe ve girişime yaklaşımı nasıl, bilgi
verebilir misiniz?
Paribu’nun yol haritası teknoloji alanında
öncü çalışmalara imza atmak üzerine
kurulu. Bu amaç doğrultusunda geleceği
inşa edenlerden olmayı seçerek proje
ve çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Yakın
zamanda duyurduğumuz blokzincir
projemiz Paribu Net, bir teknoloji şirketi
olarak konumlanmamızın en önemli
örneklerinden. Global bir bakış açısıyla
inovasyon temelli, fark yaratan girişimcilerin
projelerinin erken ve ileri aşamalarda
keşfedilmesi için de Paribu Ventures
oluşumunu kurduk. Gerek maddi kaynak
sunarak gerekse de Paribu'nun teknolojik
altyapısına erişmelerini sağlayarak
yanlarında yürümek amacındayız. Bu
çalışmaların tamamı, Paribu’nun geleceğe
ve girişime bakış açısını da yansıtıyor.
TÜRKİYE’NİN EN KÖKLÜ
EĞİTİM ÇINARI:
DARÜŞŞAFAKA
“ Darüşşafaka sadece
bir okul değil,
bir ilim irfan yuvası.”
159 Yıldır süregelen
köklü geleneği ile
geleceği parlak
öğrenciler yetiştirmeyi
hedefleyen
Darüşşafaka,
Yönetim Kurulu
Başkanı M. Tayfun
Öktem’in katkılarıyla
eğitim ve bağışçılık
kültürünü anlatıyor,
kurulduğu günden
bugüne dek devam
eden yolculuğunda
Darüşşafaka’nın
benimsediği ilkeleri
ve amaçları bizlerle
paylaşıyor.
Kökleri Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan, 1863 yılında
padişah fermanıyla beş Osmanlı aydını tarafından kurulan bir
müessese Darüşşafaka. Amacı ilk günlerden bu yana maddi
durumu iyi bir eğitim almak için elverişli olmayan, annesi
veya babası vefat etmiş çocukların eğitim-öğretimine destek
olmak.
Türkiye’nin eğitim alanındaki ilk sivil toplum kuruluşu olma
özelliğini taşıyan Darüşşafaka, her daim ülkesine ve milletine
faydalı, bu topraklara karşı sorumluluğunun bilincinde lider
bireyler yetiştirmeyi ilke edinmiştir.
Darüşşafaka sadece bir okul değil, bir ilim irfan yuvası.
Bugün binlerce bağışçısı, binlerce mezunu ve şu anda
bünyesinde bulundurduğu yaklaşık 1.000 öğrencisiyle, eğitim
sevdalılarından oluşan çok büyük bir aile.
DARÜŞŞAFAKA GİRİŞ SINAVI
Darüşşafaka’ya girişler her yıl açılan bir sınav üzerinden
olmaktadır. Darüşşafaka’nın en önem verdiği konuların
başında bu sınav geliyor. “Biz çocuklarımıza eğitimde fırsat
eşitliğini ilk olarak sınavla veriyoruz. Kriterleri taşıyan her
çocuğumuza açık olan Darüşşafaka Giriş Sınavımız tamamen
ücretsiz. Yıl boyu yaptığımız çalışmalarla koşullarımıza
uyan bütün çocuklara ulaşmaya çalışıyoruz. Millî Eğitim
Bakanlığımız da bizlere destekte bulunuyor. Öğretmenler,
muhtarlar ve tabii aileler, hepsi bizim için çok kıymetli.
Çocuklar gelsinler, en azından bu sınava girsinler. Hayatlarını
değiştirecek bir fırsat.” diyen Darüşşafaka Yönetim Kurulu
76
Başkanı M.Tayfun Öktem sözlerine şöyle devam ediyor: “Darüşşafaka Cemiyeti olarak, yine her
çocuğumuza fırsat eşitliği sağlayabilmek adına tamamen bilgiye dayalı bir sınav yapmaktan
kaçınıp, onların potansiyellerini ölçümlüyoruz. Sınavımız iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde
genel bilgi düzeyinde Türkçe-matematik soruları, ikinci bölümde ise öğrencilerin algılama
ve yorumlamalarını ölçmek için genel yetenek soruları yer alıyor. Burada amaç sadece bilgiyi
ölçmek değil, çocuğun öğrenme becerisini de gözlemlemek. Bilgi eksikliğini okulumuzda kısa
sürede eşitlemek zaten mümkün. Çocukta öğrenme becerisi ve potansiyelinin olması bizim için
büyük önem taşıyor.”
Sınava, Türkiye’nin her ilinden annesi ya da babasını kaybetmiş, maddi durumu yetersiz,
4’üncü sınıf öğrencileri katılabiliyor. Sınavda başarılı olan öğrenciler mali durum araştırması
ve sağlık kurulu kontrolünden geçiriliyor. Tüm bunların sonunda her yıl 100’ün üzerinde yeni
öğrenci, ‘Şefkat Yuvası’ndan içeri adımlarını atıyor; 5’inci sınıftan lise sona kadar 8 yıl boyunca
Darüşşafaka’da tam burslu ve yatılı kolej eğitimi alıyor.
“ Bizim ülkemizin, milletimizin geninde var; paylaşmak, desteklemek, elden
tutmak. Bizim toplumumuzun yapı taşları olan bu değerlerin yeniden
yeşermesine ön ayak oldukları için de tüm bağışçılarımıza buradan bir kez
daha şükranlarımı sunuyorum.”
BAĞIŞÇILIK KÜLTÜRÜNÜN EN GÜZEL TEMSİLCİSİ DARÜŞŞAFAKA…
Darüşşafaka Cemiyeti, sadece bağışlarla ayakta duran bir sivil toplum örgütü… “Bizim
için de önemli olan; hamiyetperver milletimizden aldığımızı, ülkemizin toplumsal
kalkınması için, çocuklarımızın daha iyi bir geleceğe sahip olabilmesi için doğru şekilde
kullanmak. Bizim aldığımız bağışlar hayatları değiştiriyor.” diyen Öktem, sözlerine şöyle
devam ediyor: “Darüşşafaka’yı ülkemizin diğer değerli STK’larından ayıran önemli bir
fark var. Her yıl Darüşşafaka’ya aldığımız öğrencilere, 8 yıl boyunca ücretsiz eğitim
sunacağımızın garantisini veriyoruz. Dolayısıyla biz de her yılbaşında, bağış gelirlerini
sıfırdan geliştirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle desteklerin sürdürülebilir olması çok
önemli. Darüşşafaka Cemiyeti’ne ürün, hizmet, gayrimenkul, menkul, vasiyet bağışı
yapılabileceği gibi, tüm bağış kampanyalarımızı nakdi olarak desteklemek mümkün.
1863'ten bu yana toplumun her kesiminin desteğiyle devam eden bu hikâyenin hiç
77
bitmemesi için bireysel ve kurumsal düzenli bağışçı sayımızı artırmamız gerekiyor.
Düzenli bağışlar, önümüzü görebilmemizi ve geleceği planlamamızı sağlıyor. Bunun
için Darüşşafaka’nın geleceğini garanti altına alacak, çocuklarımızın eğitiminin;
kurumumuzun fırsat eşitliği ilkesinin sürdürülebilirliğini sağlayacak düzenli bağışçılık
sistemini de mümkün olduğunca yaymak bizim için en büyük önceliklerden biri.
Mesela Türkiye İş Bankası kurumsal anlamda en önemli destekçimiz. Türkiye İş Bankası
ile Darüşşafaka Cemiyeti iş birliğiyle 3 Eylül 2008 tarihinde hayata geçirilen ‘81 İlden 81
Öğrenci’ projesi, ülkemizde eğitim alanında gerçekleştirilen en uzun soluklu projelerden
biri. Proje kapsamında; Darüşşafaka sınavını kazanan 81 öğrencinin başta eğitim olmak
üzere giyim, gıda, barınma, kırtasiye gibi tüm giderleri Türkiye İş Bankası tarafından
karşılanıyor. Türkiye İş Bankası her yıl destek verdikleri bu öğrenciler okulumuzdan
mezun olana kadar desteğine devam edecek. Bu gibi iş birliklerini artırmak en büyük
önceliklerimizden biri. Bağışlar için söylediklerim sadece Darüşşafaka için geçerli değil
aslında… Bizim ülkemizin, milletimizin geninde var; paylaşmak, desteklemek, elden
tutmak. Bizim toplumumuzun yapı taşları olan bu değerlerin yeniden yeşermesine
ön ayak oldukları için de tüm bağışçılarımıza buradan bir kez daha şükranlarımı
sunuyorum.”
78
79
80
GENÇ GIRIŞIM DERGISI
OKUYUCUSUNA AÇIK MEKTUP
"Benim için tiyatro yaşamın ta
kendisidir ve de bu yaşam indisiyle
çıktısıyla beni çok mutlu etmiş
bugünkü halime getirmiştir."
HALDUN DORMEN
Tiyatrocu
Türk tiyatro oyuncusu
ve yönetmeni Haldun
Dormen güldürü
ve vodvil türünde
uzmanlaşmış bir
tiyatro yönetmenidir.
Sahneye ilk defa
Galatasaray Lisesi’nde
ortaokul öğrencisi iken
çıkmış ve 1955 yılında
kendi tiyatrosunu
kurmuştur. Türkiye’de
sahnelenen ilk
batılı müzikal olan
Sokak Kızı İrma’yı
yönetmiştir. Başarılı
sanat hayatına bir çok
ödül sığdıran Haldun
Dormen, 1966 yılında 3.
Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde
"Bozuk Düzen" ile
En İyi Film & En İyi
Senaryo ve 1967, 4.
Antalya Altın Portakal
Film Festivali’nde
ise , "Güzel Bir Gün
İçin" ile En İyi Komedi
Filmi ödüllerini
kazanmıştır. Halen
İzmir’deki Sahne
Tozu Tiyatrosu’nun
sanat danışmanlığını
yürütmekte olan
Dormen Genç Girişim
Dergisi okuyucuları
için bir açık mektup
kaleme aldı.
“Tiyatro, benim için bir yaşam tarzıdır.” cümlesi doğrusunu
söylemek gerekirse bana hiç mi hiç uymuyor. Uymuyor çünkü
benim için tiyatro bir yaşam tarzı değil yaşamın ta kendisidir. Ben
öyle doğdum. Farkında bile olmadan kendimi öyle yetiştirdim ve
bugünkü tiyatro duayeni denen kişi haline geldim. İyi mi oldum
kötü mü oldum bu konuda bir şey söyleme yetkisi kendimde
bulamıyorum ama etrafta çoğunlukla iyi olduğum söyleniyor.
Sonuç olarak tiyatro diye adlandırdığım yaşamım beni çok mutlu
etti. Şimdi geriye baktığım zaman ne güzel, ne işe yarayan bir
yaşamım oldu diyebiliyorum. Daha önce de söylediğim gibi
benim için tiyatro yaşamın ta kendisidir ve de bu yaşam indisiyle
çıktısıyla beni çok mutlu etmiş bugünkü halime getirmiştir. Bu
yaşta hala dimdik ayakta kalmamı sağlamış, geriye baktığım
zaman ne güzel bir yaşamım olmuş diyebilme güzelliğini bana
tattırmıştır.
Bir işi yapmak isteyen her kimse, yapacağı iş ne olursa olsun
benim gibi hayatının merkezi yapmak, onun için didinip
uğraşmak o işi seçenleri mutlu edecek ve yaşadıklarına
inanılmaz bir değer katacaktır. Tiyatro haricindeki diğer işler
için pek konuşamam ama tiyatrocu olmak isteyen herkese var
güçleriyle bu işe sarılmalarını, “Acaba yapsam mı, yapmasam mı?”
düşüncesini kafalarından bir an önce atmalarını ve her şeyleriyle
tiyatronun engin denizine atlamalarını şiddetle öneririm. Tabii ki
üzülecekleri günler, hayal kırıklıkları yaşadıkları devirler olacaktır
ama sonunda onları çok mutlu eden bir yaşam süreceklerdir. Ben
o denizde hala bocalıyorum ve buna bayılıyorum. Buyrun siz de
bir an önce atlayıp benim gibi bocalamaya başlayın. Bekliyorum…
81
YARATICI GİRİŞİMİYLE BİR
İLKE İMZA ATAN İSİM:
BAŞAK TAŞPINAR DEĞİM
İnsanların
vizyonunu daha
geniş tutması
ve kendilerine
önyargısız
bakmaları
gerekiyor.
“
”
82
Türkiye’de farklı bir
girişimcilik hikayesi yaşatan
Armut.com kurucusu Başak
Taşpınar Değim ile Armut.
com’un öyküsünü ele
aldığımız keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü’nden mezun
oldunuz. Daha sonra Amerika’da yüksek
lisans yaptınız. 2010 yılında Türkiye’ye geri
dönerek 2011 yılında Armut’u kurdunuz.
Kısa süre içerisinde Türkiye’nin en hızlı
büyüyen 5 internet sitesi girişiminden
biri olarak seçildi. Şu an ise Türkiye’nin
lider hizmet bulma platformlarından biri
haline gelmiş durumda. Peki, tüm bu
kariyer sürecinin yanı sıra Başak Taşpınar
Değim kimdir? Sizi daha yakından
tanıyabilir miyiz?
Kariyer yolculuğum hem yurt dışında
hem de Türkiye’de önemli markalarda
çalışarak geçti. Chicago’daki Morgan
Stanley ofisinde pazarlama uzmanı olarak
iş dünyasına atıldım. Ardından ACNielsen
Bases’da kıdemli araştırma analisti olarak
kariyerime devam ettim. 2007 yılında New
York’taki Revlon’da ürün müdürü olarak
çalıştım. 2010 yılında ise Türkiye’ye dönerek
Koç Holding bünyesindeki Tat ve SEK
markalarının marka müdürü olarak görev
aldım. Kısacası Armut’tan önce beyaz
yakalı bir çalışandım, herhangi bir girişim
denemem olmamıştı.
2011’de kurulan ve sloganı “Hizmet
piş, ağzıma düş.” olan Armut, hizmet
alanlarla verenlerin buluştuğu bir online
hizmet platformu. Sizler de Armut
sayesinde kaliteli ve güvenilir hizmet
verenleri, hizmet almak isteyenlerle
buluşturuyorsunuz. Peki, bu başarılı
girişimcilik fikri ne kadar sürede ve nasıl
gelişti?
Amerika’dan Türkiye’ye kesin dönüş
yaptığımız sırada yeni taşındığımız ev
için nakliye, boyacı, temizlikçi gibi birçok
konuda yardım arayışına girdik. Bu
süreçte hoş olmayan tecrübeler yaşadık ve
çevremize, “Güvenilir nakliyeci, temizlikçi,
boyacı bulabileceğimiz bir internet sitesi
yok mu?” diye sorduğumuzda Türkiye’de
her şeyin internet üzerinden yapılmadığı
cevabıyla karşılaştık. O dönemde hayatın
bize getirdikleri ve çeşitli tesadüfler
sonucunda, kendi yaşadığımız kaliteli
ve güvenilir hizmet verenlere kolayca
ulaşamama probleminden de yola çıkarak
2011 yılında Armut.com’u hayata geçirdik.
Kurulduğumuz ilk birkaç yıl tamamen
ürün geliştirmeye ve hizmet kalitesi
problemini çözmeye odaklandık ve çözer
çözmez hızlı bir büyüme sürecine girdik.
Ardından Ocak 2014’te 1 milyon dolarlık ilk
yatırımımızı Hummingbird Ventures’dan
aldık. Bu yatırımı aldığımızda 4 kişiydik,
bugün 100 kişiyi geçti. Her yıl büyük
oranlarla büyümeye devam ettik. 2016’da
ise 3,2 milyon dolarlık ikinci tur yatırımımızı
aldık. Yatırımlardan aldığımız güçle
büyümeye ve müşteri memnuniyetini
geliştirmeye devam ettik.
Armut’u kurduğunuz zaman dünyaya
açılma fikrinizin olmadığı söylemişsiniz
ama 2017 yılında yurt dışına açılım
için temellerini başlattınız. HomeRun
ile yurtdışına açıldınız. İlk tur için
seçtiğiniz ülkelerde Romanya, İngiltere,
Suudi Arabistan ve Mısır vardı. Peki, bu
yurt dışına açılma fikri nasıl gelişti, bu
başarınızın sırrı nedir? Ve ilk tur için
belirlediğiniz ülkeleri hangi kriterlere göre
seçtiniz? Yurtdışında kendine yer edinmiş
büyük siteler arasında kendinizi nasıl
konumlandırıyorsunuz?
Armut’un etki alanını genişletmek
istedik ve global markamız HomeRun’ı
yarattık. HomeRun, bizim yurt dışında
hizmetimizi devam ettirmek adına
yaptığımız bir yatırımdı. Yurt dışında
yatırım yapacağımız ülkelerdeki ihtiyaçları
gözlemledik, Türkiye ile benzer bulgular
çıkardık ve HomeRun’ı hayata geçirdik.
Bugün, faaliyet gösterdiğimiz Romanya,
Mısır ve Suudi Arabistan’da pazar lideriyiz.
Romanya’da geçen seneye göre %223,
Suudi Arabistan’da %111, İngiltere’de %86
ve Mısır’da %78’lik büyüme kaydettik. Ekim
ayından itibaren de HomeRun ile Polonya,
Çekya ve Macaristan olmak üzere 3 yeni
ülkede daha faaliyetlerimize başladık.
83
HomeRun ile Avrupa ve Orta Doğu’da
sektörümüzün liderliğini olarak
hedeflediğimizden tüm planlamamızı da
bu doğrultuda yapıyor ve adımlarımızı
buna uygun olarak atıyoruz. Dünyaya
internet teknolojisi ihraç edebilen ve bu
alanda global şirketlerle rekabet edebilme
başarısı gösteren uluslararası bir marka
olduğumuzu söyleyebiliriz.
İnsanların bir uygulamadan beklediği
en önemli 2 şey kolaylık ve güvenilirlik.
Uygulamanızda bu iki durumu nasıl
dengede tutuyorsunuz? Uygulamanızı
kullanan müşterilerinizin memnun olması
sizler için ne derecede önemlidir?
Teknolojimize yaptığımız yatırımlarla
birlikte, düzenli olarak akıllı öğrenme
algoritmalarımızı geliştiriyoruz. Bu şekilde,
müşterilerimizi daha iyi segmentlere
ayırıp, davranışlarına göre ihtiyaçları
olabilecek hizmetleri daha iyi tahmin
etmeye çalışıyoruz. Bu konuda birçok
farklı çalışmamız bulunuyor. Algoritmalar
daha fazla bilgi sağlandığında daha
hızlı gelişebiliyor ve güvenlik taramaları,
eşleştirme ve takvim yönetimi gibi
konularda çok daha iyi bir noktaya geliyor.
Mobil uygulamalarımız bu amaca göre
ilgili hizmetlere en kolay ulaşabilecekleri
şekilde tasarlandı. Hizmet alanlar ve
hizmet verenler için ayrı ayrı iOS ve
Android uygulamalarımız var. Hizmet
alanların birkaç tıkla, bekleyen tüm işlerini
uygulamadan halledebilecekleri bir kaynak
olma noktasındayız. Teknoloji sürekli
gelişiyor ve biz de bir teknoloji markası
olarak, bu gelişimlere yatırım yapıp o
doğrultuda evirilmemiz gerekiyor.
‘Herkesin aklına güzel bir fikir gelebilir
fakat yapılması gereken biraz gayret
etmek ve bir adım atmak çünkü zor olan
şey ilk adımı atmaktır.’ diyorsunuz. Peki
bu ilk adım sizce nasıl olmalıdır, nasıl
atılabilir?
Kurumsal tarafta ilerleyen bir kariyerim
olacağını düşünürken, kendi yaşadığım
problemi çözmek için başladığım
girişimcilik yolunda Armut ile müşterilerin
hayatlarını kolaylaştırmaya odaklanarak,
belki de hayallerimin de ötesinde bir
kariyer yolculuğuna girmiş oldum. Armut
gerçek bir problemi çözmek üzerine hayat
bulmuş bir girişim. İnsanların hayatını
kolaylaştırmak ve güven ile aradıkları
hizmete kolayca ulaştırmak gibi güzel bir
amacı var. Ben bu problemi çözmek için
yola çıkmaya cesaret ettim ve başarısız
olabilme riskini göze aldım. Tüm ekibimizle
beraber çok çalıştık, karşılaştığımız
herhangi bir sorunda hemen yılmadık.
Çalışmanın ve vazgeçmemenin bir işin
başarılmasında önemli rolü olduğuna
inanıyorum.
“
Başta çalışkanlık olmak üzere
cesaret, iç motivasyon, başarısız
olabilme ihtimaliyle barışık olmak
ve ilk sorunda pes etmemek oldukça
önemli.
”
Mobil uygulamalar sürekli kendini
yenilemekte. Günümüzde müşteri
kaybetmek istemeyen her uygulama
sürekli kendini yeniliyor ve pazardaki
yerini koruyor. Peki Armut ne gibi
yeniliklerle pazardaki yerini korumakta?
84
Bir teknoloji ürünü geliştiriyorsanız, bir fiziksel ürün gibi, "yaptım oldu", "bir daha hiç
değiştirmeyeyim gibi bir durum yok. Sürekli hem yeni özellikler ekleyerek ürünü
geliştirmeye devam etmek, hem de büyümenin getirdiği yeni ölçek problemlerini
çözmeye devam etmek zorundasınız. Yani değişim ve yenilik bu işin olmazsa olmazı.
6 ay önceki ürün ile şimdi kullanacağınız üründen alacaklarınız farklı, şu an çok daha
iyi bir deneyim yaşatıyoruz, bundan birkaç ay sonra daha da iyi olması gerekiyor. Bu
doğrultuda her geçen gün yenileniyor, gelişiyor ve büyüyoruz.
Armut’un bu zamana kadar hızlı büyümesindeki en önemli etkenlerden biri, datayı
verimli bir şekilde kullanabilmemiz ve yaptığımız işlerin data odaklı analizlerini
yapabilmemizde yatıyor. Farklı servisler, ülkeler ve sistemimizde oluşan datalarla
yapay zeka ve makine öğrenimi ekiplerimiz, düzenli olarak kullandığımız algoritmaları
geliştiriyor.
Bugün binlerce kullanıcının nakliyattan, tamirata, düğün organizasyonundan fotoğraf
çekimine tüm ihtiyaçlarına çözüm oluyorsunuz. Peki, “Yaşadığım bir problemi
çözebilir miyim?” diye başlayan fikrinizde siz nasıl problemler yaşadınız? Armut’u
kurduktan sonra yaşadığınız zorluklar nelerdi? Bu süre içinde motivasyonunuzu nasıl
koruyordunuz?
Hizmet sektörü karmaşık olmakla birlikte memnuniyetin çok önemli olduğu bir alan.
Armut olarak başlangıçta, güven ve kalite problemini çözebileceksek bu işe girmeliyiz
düşüncesiyle bakıyorduk. Amacımız bu problemi teknolojiyi kullanarak çözmekti. Bunu
yapmanın kritik adımı öncelikle basit bir ürünü ortaya çıkartıp sonrasında müşterilerin
geri bildirimleriyle hızlı inovasyon yaparak, tecrübeyi iyileştirmekti. İlk 2 yıl boyunca
hiçbir yatırım almadan, teknolojik altyapısı sağlam, veriye dayalı ürün geliştirmeye
ve hizmet kalitesi problemini çözmeye odaklandık. Sonrasında markamıza daha çok
yatırım yapmaya, kullanıcı kitlemizi genişletmeye başladık. Başta çalışkanlık olmak üzere
cesaret, iç motivasyon, başarısız olabilme ihtimaliyle barışık olmak ve ilk sorunda pes
etmemek oldukça önemli.
“
Armut gerçek bir problemi çözmek üzerine hayat bulmuş bir girişim.
İnsanların hayatını kolaylaştırmak ve güven ile aradıkları hizmete kolayca
ulaştırmak gibi güzel bir amacı var. Ben bu problemi çözmek için yola
çıkmaya cesaret ettim ve başarısız olabilme riskini göze aldım.
Genç bir girişimci olarak sizleri örnek alan Genç Girişim Dergisi okuyucularına ne gibi
tavsiyelerde bulunmak istersiniz? Sizce önemli olan fikir mi yoksa çalışmak mı?
Girişimciliğin aslında farklı kategorileri var. Kendi emeğini satan, küçük işletmesini
kuran bir girişimci ile ölçeklenebilir bir dünya markası yaratma hedefi olan girişimcinin
farklı yetkinliklere, mentorluğa, finansmana ihtiyaçları var. Bir yandan teknoloji alanında
girişim fikri olanların; işleyiş, strateji ve operasyon gibi konularda tecrübe edinmeleri
için teknoloji şirketlerinde çalışmasının faydalı olacağına inanıyorum. Ben bu alanlardan
daha ölçeklenebilir bir girişim tarafında bir iş ile uğraştığım için bu kısım ile ilgili biraz
daha fazla gözlemim oldu. İnsanların vizyonunu daha geniş tutması ve kendilerine
önyargısız bakmaları gerekiyor. Pes etmeden, gerçekten çok çalışarak, hak ettiğimiz
değeri kendimize vererek ve cesaret ederek bu dünyada yapamayacağımız şey yok.
”
85
ETKİNLİKLERİMİZ
86
87
HEDİYE EDİLEBİLİR ÜRÜN
PAZARINA LİDERLİK EDEN
GİRİŞİMCİ: EMRE ABAT
“ Siz fikrinizi
açın. Belki
birine bir ışık
yakar. O size
bir şekilde
gelir. Burada
kendinizi
keşfedin.
”
88
Farklı sektörlerdeki
deneyimleri, tecrübesi ve
Türkiye’nin hediye edilebilir
ürün sektörünün öncüsü
konumundaki Sosyopix
Kurucu Ortağı ve CEO’su
Emre Abat ile bir röportaj
gerçekleştirdik.
Türkiye’nin ilk ve en büyük kişiselleştirilmiş hediye
platformu olan Sosyopix’in 2015’te ağabey-kardeş
tarafından hayata geçirmiş bir e-ticaret girişimi olduğunu
söyleyebiliriz. Peki, tüm bu kariyer sürecinin
yanı sıra Emre Abat ve Sezgi Abat kimdir? Sizi
daha yakından tanıyabilir miyiz?
Ben Emre Abat. Eğitimimden başlayayım; İzmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü Bilgisayar Mühendisliği
mezunuyum. Mezuniyet sonrası hemen iş hayatına
başladım. Burada sizler gibi bir staj ayarladım. Daha
sonrasında birden fazla staj yaptıktan sonra kendime
uygun gördüğüm Mackolik.com’da iş hayatına
başladım ki zaten şu anki çalışma arkadaşlarım,
ortaklarımız ağabey-kardeş başladığımız sürecin de
ilk ayak izlerini burada yarattık. Şu an ortağımız ve
CTO’muz olan Erdem Gezer de aynı şekilde Mackolik.com’dan
iş arkadaşımız. Aslında güzel bir iş
birliğinin doğurduğu bir yer gibi görünüyor. Doğru
şekilde, düzgün ve güzel çalışabildiğiniz kişilerle
bir iş kurma fikrinden başlayabilirim size. Sosyopix
hikayesi bundan 6 yıl önce başladı. Maçkolik’te
çalışıyorken işten ayrılıp bu fikri hayata geçirmek
üzere bir sürece başladık. Bu süreçte de binbir
zorluklar yaşadık ama güzel sonuçlar aldık. Evet iki
kişi, ağabey-kardeş başladık. Şu an 80 kişilik bir ekip
olma sonucunu gördüğümüz bir Sosyopix var. 2
kişiden 80 kişiye ilerledik. Güzel büyümeler, güzel
işler yaptık. Bu tamamen birlikte çalışmanın verdiği
kuvvet ve güçle oldu. Ben bu arada Sosyopix’te ne
yapıyorum? Sosyopix’in kurucu ortağı ve CEO’su
olarak görev alıyorum. Burada en çok günümü
geçirdiğim noktalar Sosyopix'in marketing tarafı,
finans tarafı ve bununla beraber kullanıcı memnuniyeti
tarafı. Burada müşteri değil, kullanıcı diye
tanımlıyoruz. Sosyopix severler diyoruz. Günümün
birçok kısmı bunlarla geçiyor. Yarım saati, bir saati
sizlerden gelen dönüşleri okuyup bunlara uygun
hizmet verebilmek için kendimizi geliştiriyoruz.
Buradan çıkardığımız sonuçlara göre Sosyopix ürün
geliştiriyor, kendini değiştiriyor diyebiliriz.
Başta fotoğraf baskı ürünleri ile başlayan yolculuğunuza;
hediye kutularından dekorasyon ürünlerine,
modadan aksesuarlara, lezzetli hediyelerden
çiçeklere kadar birçok yeni kategoriler eklediniz.
Sosyopix olarak devamlı bir şekilde kendinizi
yenileyip geliştirdiğinizi de görmekteyiz. Pandemi
sürecinde eklediğiniz yeni kategoriler ile de bunu
müşterilerinize kanıtladınız. Peki Sosyopix olarak
ileride gerçekleştirmeyi planladığınız başka ne
gibi yenilikler var?
Tam da az önce konuştuğum gibi sizlerden gelen
yeni ürünleri geliştirdiğimiz noktası, kullanıcılarımızdan
gelen dönüşlerle ürünleri geliştiriyoruz. Orada
bir ufak örnek. Bundan yaklaşık 4-4,5 yıl öncesinde
fotoğraflarımızı gönderirken kullanıcılarımızdan bir
veya birkaçı, bu ürünleri biz bir albüm içerisinde
görsek çok güzel olur, kendi yaşam alanlarımızda
görsek çok güzel olur fikriyle bize kendi yaptığı bir
‘Do It Yourself’ kitabını gönderdi. Biz hemen bunu
89
ürünleştirdik. Bu bize süper bir yol açtı. Bu ürün,
gördüğünüz gibi anı kitabı ürünümüzdü. Bunun gibi
birçok ürünün geliştirilmesinde sizden gelen dönüşlerle
ürünleri geliştirip en iyi hale getiriyoruz. Pandemi
dönemiyle birlikte Sosyopix olarak daha çok kişiye
özel hediye edilebilir ürün kategorisindeyiz. Bundan
öncesinde ilk çıkış yeri fotoğraflı ürünler dikeyinde
olmasını, biraz da pandemiyle beraber değiştirdik.
Çünkü biliyorsunuz pandemi nedeniyle ailemizle,
arkadaşlarımızla, sevdiklerimizle vakit geçirmemiz;
düğünler, organizasyonlar azaldı. Artık hepimizdeki
fotoğraf biriktirme, biraz daha eskiye göre kısır bir
hale geldi. Bu noktada aslında Sosyopix’te hemen
bir dokunuş yapıp bu ürünleri hediye edebiliyordu.
Kendi anılarımızı güzelleştirmek için yapıyorduk.
Sadece fotoğraf değil, kişiye özel yaparak bu ürünleri
daha farklı donelerle doldurabiliriz. Zaten bu daha
öncesinde sizlerden gelen istek oluyor. Bunu bir hediye
kutusu, çiçek buketi, yenilebilir bir hediye olarak
yapma fikriyle aslında Sosyopix’i bugünkü konumuna
getirdi.
Sosyopix bundan sonra neler yapacak? Tabii ki
ürünlerini geliştirecek, daha farklı ürünlerle karşımıza
çıkacak. Buradan bu ürünler tek tek şunlar olur
diyemem ama kişiye özel hediye edilebilir ürünlerde
çok daha fazla çeşit göreceğimizi söyleyebilirim. Buradaki
bakış açımız, ürünleri seçerken ve geliştirirken
önce kendi beğenimiz. Sonra sizlere bazı kontrol test
gruplarıyla beğenip beğenmediğinizin yorumlarınızı
alıp, ürünleri geliştirip canlıya alıyoruz.
Bu süreç çok kısa bir süreç olmuyor. Baştan sona bu
süreç bir development. Daha sonra ürün tedarik zincirine
giriyor. Buradan satın alması ve son paketleme
noktasına kadar bir ürün süreci var. Şirketteki bütün
herkesin çalışma şeklini değiştiren bir yere kadar gidiyor.
Bu noktada da güzel yenilikler göreceğiz. Daha
seveceğiniz, daha da kişiye özel göreceğiniz ürünleri
2022 yılı içerisine koymayı hedefliyoruz.
Sosyopix 2015 yılında kurulmuş ve 2015 yılından
beri başarılarını devam ettirmiş bir girişim. Peki
arka planda sizlerin bu süreçte en çok zorlandığı,
pes etme noktasına geldiği bir an oldu mu? Umutsuzluğa
kapıldığınız anlarda sizleri motive eden ve
devam etmenizi sağlayan güç neydi? Veya her şeyin
harika gittiği ve biz gerçekten başardık dediğiniz
bir an oldu mu?
Şimdi burada Genç Girişim dergisi ve üyeleri olarak
biliyorsunuz; tam olarak girişim benim tanımlamam
ve gördüğüm tarafı söylüyorum; daha çok sorun ve
problem çözme yeteneğinize göre değişen bir nokta.
Bu süreçte herhangi bir iş kolu olsun, ne yapmak istiyorsak
yapalım, sürekli bir problem çözmek üzerine
kendinizi challenge içerisinde veya ikilemler içerisinde
bulacaksınız. Burada benim ilk söyleyeceğim şey,
tek başınıza bir işi sizin yapmanız imkânsız. Burada
bir ekibe ihtiyacımız var. Öncelikle benim yorumum,
bunu yapmak için doğru bir birlikteliğe ihtiyacınız
var. Burada da ağabey - kardeş başladık diyoruz ya,
bu doğru birliktelik, doğru ortak seçimi. Bizim Sosyopix’te
yaşadığımız deneyimden söylüyorum bu
çok önemli. Bu süreçte çok kavgalar ve tartışmalar
yaşamışızdır ama ortak noktası Sosyopix’in yapacağı
işleri, ürünleri iyiye götürmek olduğu için sırt sırta
verip aslında üç yüz altmış derece dünyayı görmekten
geçiyor. Benim gördüğüm bir tarafı diğer tarafın
göremeyişi onun motivasyonunu düşürüyor olabilir.
Ben o gördüğüm değeri, parlak yıldızı, o her neyse
bunu alıp anlatıp bak bunu böyle bir yere götürebiliriz
deyip aslında motivasyonlarımızı arttıran bir çalışma
yapmış oluyoruz. Burada bu işe motive olmamızı
sağlayan şey, birinci ana önceliğimiz Sosyopix’e olan
inancımız. Yani yapacağınız işe olan inancınız ve
tutkunuz. En büyük güç bu diye görüyorum. Devamında
ortağınız, birlikte çalışacağınız kişi. Çünkü
beraber birçok şeye karar vermektesiniz. Birbirinize
sıkı sıkıya bağlı olmalısınız. Bunları tartışarak güzel
yere götüreceksiniz. Bunların hepsini de bir ekiple
yapmak en güzeli ve en iyisi. Çünkü iki kişi de olsanız
tek başına da olsanız bir şey yapamayacaksınız.
Sosyopix ilk kurulduğu günlerde benim de yazılım
geçmişim aynı şekilde ağabeyimin de yazılım geçmişi
vardı. Bu noktada beraber karar verip, birlikte
düşünüp yol almamız gerekiyordu. Bunun için
ben de oradaki fırsatları öne çıkardım. Diğer taraftan
ikimizin de yazılım geçmişi olmasına rağmen
farklı çözümlerle işi daha iyi hale getirdik. Ama en
büyük temel bilincimiz Sosyopix’e olan tutkumuz,
inancımız diyorum. Burada ekip noktasında mesela
marketing tarafında en başlarda çok yeteneksiz ve
eksik olduğumuz durumlarda ekibe dahil ettiğimiz
arkadaşlar var. Şu an hepsi Sosyopix bünyesine
dahil, hala çalışıyor. Dört kişi başladık yola. Bir gün
sosyal medya post’unu ben atmaya çalıştım ama
ben şey yazıyorum. “Hadi herkese hayırlı cumalar”
değişik bir şey yazmaya çalışıyorum ama yapmam
gereken bu değil. Bunu doğru yapan kişi de ben
olmayacağım. Ekibimize dahil olan kişiler Pelin ve
Cennet var. Çok yakınız ve hala bizimle çalışıyorlar.
Sosyopix’te yıllar boyunca farklı farklı deneyimler süreçler
yaşadılar. Hemen birinin eline kalemi verdik.
O işi daha iyi yapıyor ve atıyor. Arkasından DM’lere
cevap veriyor, arkasından telefonlara cevap veriyor,
arkasından fatura kesiyor vs... Böyle işleri paylaşarak
bugünlere getirdik. Pes etme noktasına getiren
şeyler, Sosyopix’te çok fazla iş olması ve sizin zamanınızın
yetememesi. Pes etmek değil ama canınızı
sıkabilir. Ama gözümüzü açıp kapatıp bakınca
bunun çözümü var. Ekipçe yapabiliriz ve yapmaktan
da çok keyif alıyorsak zaten herhangi bir engel
kalmıyor. O motivasyonu hiç kaybetmeden çalışıyor
olmak lazım. İlk yılları daha yoğun çalıştığımız
dönemler oldu. Burada en büyük bilinç, yeteneğiniz
sizi farklı yerlere götürebilir. Farklı yerlere çıkarabilir.
Bu değerler, kuvvetler bence en kıymetli olan.
“
Deneyerek öğrenmemiz gerekiyor.
Kendim nerede kıymetliysem,
kendimi nerede iyi hissediyorsam
daha mutlu hissediyorsam
oraya yönelmeye başladım.
”
Kişiselleştirilmiş hediye sektörünün önde gelen
oyuncuları arasında yer alan yerli girişim Sosyopix,
uluslararası girişimci ağı Endeavor tarafından
“Ülke Adayı” seçildi. Geçen yıl 1.2 milyon üye sayısına
ulaşan girişimin kurucuları olarak şimdi de
Türkiye’yi temsilen, uluslararası seçmelere katılmak
sizde ne gibi hisler uyandırdı?
2021’in başında çok güzel bir deneyim oldu bizim
için. Biz de böyle uzun yıllar devam eden ilişkimizi
artık Endeavor Türkiye adayı olarak seçilmekle taçlandırdık.
Bu çok güzel bir his, çok güzel bir duygu.
Evet Türkiye'de bir adayız. Bu ne demek? Yurt
dışında Endeavor’ın belirlediği bir girişim olarak yer
almak üzere koyulduk. Orada bir güven endeksi
yarattık. Kendimize, ekibimize ve de dışarıya karşı.
Sizin yaptığınız bir işte bir başarının takdir edilmesi,
bu iş ufacık bir kahve hazırlamak bile olsa, bunun
çok güzel olduğunu birinden duymak insana büyük
bir keyif ve büyük haz veriyor. Bir daha yapma
isteği uyandırıyor.. Biz de bugüne kadar Sosyopix’te
yaptığımız işlerde, doğrusunu yanlışını biliyoruz
ki çoğunlukla doğru işler yaptık, güzel sonuçlar
çıkardık. Bu doğruluğu da bir mentor’un büyük
bir çatı altında Endeavor’ın söylemesi, güzel işler
yaptığımızı gösteriyor. Birçok mentor’un birçok jüri
üyesinin bizi o kürsüye koyup ‘’Başardınız’’ demesi
insanı gerçekten olağanüstü gururlandırıyor,
mutlu ediyor. O duyguları gerçekten tarif etmek
çok zor. Umarım sizler de yaşamınızın herhangi bir
kısmında böyle bir kürsüde takdir edilip o hissi yaşarsınız
ve anlarsınız. Tarif etmesi bayağı güç. Ama
ne oluyor, insan doğası gereği daha fazla bir şey
yapmak istiyor. Bununla yetinmiyor. Ne oldu? Evet
ülke adayı olduk. Bundan sonra globalde bu onayı
almak bize bir hedef oldu. Globalde bu kürsüye çıkıp
onay almak bizim için arkasından koştuğumuz
challangelardan birisi oldu. Bu duyguları böyle tarif
edebilirim açıkçası.
Gün geçtikçe büyüyen bir sosyopix var. 85’ten fazla
ülkeye gönderim yapıyorsunuz, MENA ve EMEA
bölgelerine öncelik veren yurtdışı planlarınız
olduğunu biliyoruz. Peki bu süreçte globalleşme
üzerine ne gibi planlarınız var?
Teşekkürler. Evet global tarafta yurt dışına gönderim
yapabilen ve bu hizmetimizin sadece Türkiye
değil, tüm dünyaya tanıtmak isteyen bakış açımızı
her geçen gün daha da doldurmak istiyoruz. Hedef
belirlediğimiz pazarlarda geliştirmek üzere planlarımız;
Türkiye'de yaptığımız deneyimleri, çalışmaları
oraya yansıtıp kendimizi ve bir marketing bakış açısı
tarifleyeceğimiz üretim yerleridir. Öncelikle burada
yurt dışı planlarında tedarikçimiz olan Fujifilm’le bir
iş birliği içerisindeyiz. Bu imzalanan bir süreç değil
ama not düşmekte fayda var. Biz Türkiye'de şu
an fotoğraf baskı sektöründe lider konumundayız.
Biz aslında farkında olmadığımız bi durumda. Bir
gün Fujifilm bize geldi. Japon bir şirket ve kendi
başkanlarıyla yönetilen bir yapısı var. Türkiye coğrafyasındaki
yerlere bakan başkanları geldi, ziyaret
etti ve şunu dedi; Sosyopix şu an Avrupa'da en çok
fotoğraf kağıdı satın alan ilk dört şirketten birisi.
Bu inanılmaz gurur verici bir şey bizim için. Bunun
arkasından işler gelmeye başladı. Nasıl oldu? Bizi
çok beğendi. Fujifilm Dubai hemen bir iş birliği
yapmak istedi. Merkezi orada, körfez ülkelerini hizmet
edebilecek seviyede operasyon merkezi kurup
Fujifilm üstlenecek. Biz de daha çok siparişi yapabilme
gücümüzü oraya aktarıp körfez ülkelerine satış
yapabileceğiz. Aslında Sosyopix tamamen buradan
yönetilen ve üretiminin orada yapıldığı bir forma
bürünecek. Bu deneme başarılı olduğu takdirde
başka ülkelere de gider. Alırız bunu Güney Afrika'ya
götürürüz ki bu onların söylemi. Bunu farklı coğrafyalarda
deneyerek, Sosyopix kendi üretim merkezlerini
kurarak dünyaya hizmet eder pozisyona
gelecek. Önümüzdeki yurt dışı planlarımızı yapmak
için de çalışıyoruz. Ben bir parmak şaklatmasıyla
olsa keşke diyorum ama zamanla oluyor. Belki geç
kalınmış da olabilir ama bu süreçte doğru temelleri
oturtmak için aslında doğru zamanı kolluyoruz. Burada
gerçekten çok önemli noktalar bunlar. Doğru
zamanlama, doğru iş, doğru kişi. Bence başarının
sırrı buradan geliyor. Bu noktada global tarafta
gerçekten hevesliyiz, istekliyiz. Kullanıcılarımızdan
aldığımız birçok dönüşler var. Yurt dışında ilk başta
şuradan başladık; Azerbaycan'dan bazı kullanıcılarımız
yazıyordu çok öncesinde. Sorun çözmek için
seri bir şekilde en azından gönderim yapabilecek
seviyede bir altyapı ağı kurduk. Beraberinde Almanya'da,
İtalya'da yaşayan Türkler tanıdı bizi. Böylece
ağımızı genişlettik. Bundan sonra da önümüzdeki
aylarda Sosyopix’i tüm dünyaya daha fazla hizmet
eder halde göreceğiz. Bunun sebebi de Türkiye'den
gönderim yapabiliyoruz ama orada kargo fiyatlarının
yüksek oluşu nedeniyle kullanıcıya daha iyi
servis hizmet verebilmemiz için üretim merkezini
orada kurmamız daha mantıklı geliyor.
90
Çünkü gönderim orada daha uygun fiyatlı olacak.
Bu gönderdiğimiz ürünlerin sepet ağırlığıyla
ilgili bir konu. Hem sepet ağırlığımızı yükseltecek
ürünleri katıyoruz hem de bizim orada yapabileceğimiz
çalışmaları arıyoruz.
Büyürken kontrollü şekilde büyümek, kalitenizden
ödün vermemek markanızın birinci önceliği
olduğunu ifade etmiştiniz aynı zaman da yurt
dışına açılmaya da devam etmektesiniz. Bu konuda
kalitenizden ödün vermemek için daha çok
nelere dikkat ediyorsunuz?
Teşekkürler… Sosyopix daha önce kullandınız
mı? Diğer aldığınız ürünlere göre veya kişiye özel
bir hediye alıp kendiniz deneyimleme ve hediye
olarak gönderdiğinde kalite odağını fark etmişsinizdir.
Burada birçok nokta var bizim dokunmak
istediğimiz. En ince ayrıntısına kadar Sosyopix
bunları yapmak istiyor. Bunlara dokunmak istiyor.
İçinde gönderdiğimiz o minik ürünü kullandığınızda
gerek dokunuşu gerek faydası olan bir şeyi
bile düşünmek bizim için bir keyif. Bunu yaparken
ne yapıyoruz? Evet Türkiye'de zorlandığımız
süreçler olmuştur ki burayı çözdükten sonra bunu
daha da geliştiriyoruz. Ürünün en kalitelisi aslında
tedarikten ham maddeden başlıyor. Sosyopix,
bu ham maddenin veya ürünün en kaliteli olanına
odaklanıyor. Burada bunu birçok örneklerle
geçmişte yaşadık. Kalitenin bir tık düştüğü durumlarda
ki o zaman outsource yapıyorduk işimizi.
Sosyopix kendi üretim yerine sahip değildi ama
bir yerde kendi üretmeye başladı o girişimcilik. O
Start Up’ta her şeyi cebinize koyamıyorsunuz. MVP
bakış açısıyla önce outsource üretimle başladı.
Buradaki kalite değişkeni zaten Sosyopix’in en ana
ekseni olan kaliteyi sallamaya başladığı anda dur
dedik biz. Bunu kendimizin yapıyor olması lazım
ki kaliteyi kontrol edebilelim. Bunun için doğru
üretim makineleri, doğru tedarikçiler, doğru ham
maddeleri birbirinin üzerine ekleyerek üretmeye
başladık. Şu an yaptığımız noktada da her üretim
bandında her ürünü paketlerken koyduğumuz
ürünün tek tek aslında test edildiği ve düzgün
şekilde kodlanması için belli bir üretim bandından
geçtiği bir serüveni yaşıyoruz. Bu sadece üretim
tarafı. Kullanıcı memnuniyeti tarafındaki kalite
de çok değerli bizim için. Sizin, uygulamamızda
veya sitemizde gördüğünüz görselleri, oranın
tasarımını en kolay kullanımınıza uygun olması
için yapıyoruz. Tek amacı daha rahat bir yolculuğa
kavuşmanız, daha hızlı bir şekilde alıyor olmanız.
Bu süreçte de kaliteli hissedilmesi en önemli, en
değerli gördüğümüz şeylerden birisi. Ve kalite
odağı Sosyopix’in gerçekten çok kıymet verdiği
bir şey. Bu noktada sizlerin de önerileriniz, şöyle
yapılabilir dediğiniz noktalar varsa Sosyopix olarak
bunu dinlemeyi çok isteriz. Her biri, bize atılan
herhangi bir mail cevapsız kalmaz ve aynı şekilde
bunun arkasından bir çıktısı olmasını çok isteriz.
Sizlerden genç girişimciler için tavsiyeler istesek
bunlar neler olurdu? Özellikle son zamanda
popülerliği artan e-ticaret girişimleri için neler
söylemek istersiniz?
Bu süreçte kendim, sizleri de görünce ilk aklıma
gelen şey öğrencilik yıllarında neler yaptığım oluyor.
Belki bir faydası olacaksa ben oradan başlayayım
isterim. Ben de öğrenci olduğum yıllarda
en büyük kazanımı stajlarımda yaşadım. Yanlış
anlaşılmasın, okulda birçok şey öğrenmiştim, o
zaten cepte. Bununla beraber dış dünyaya farklı
bakış açısından bakmak gerekiyor. Şu an sizler de
bu bulunduğunuz dergide, kulüpte tam olarak
bunları yaşıyorsunuz. Kesinlikle şu an gördüğüm
kişiler doğru yoldasınız. Çünkü bir şeyleri deniyorsunuz.
Bir şeylere farkındalığınızı arttırıyorsunuz.
Ben de yaptığım stajlarda, katıldığım görüşmelerde,
toplantılarda, etkinliklerde bunu yaşadım. Kendinize
bir şey katmanızı isterim. Bu bir şey ne demek?
Çok havada kalabilir ama şöyle diyeyim; deneyerek öğrenmemiz
gerekiyor. Dene-yanıl yöntemi deyin buna.
Şu an staj da bir deneme yanılmadır. Benim de özellikle
ilk yaptığım şeylerden birisi oydu. Bir Start Up’ta
yaptım, iki kurumsal şirkette yaptım, üç KOBİ daha
orta ölçekli bir yerde yaptım. Aslında kendimi tanımaya
çalıştım. Kendim nerede kıymetliysem kendimi
nerede iyi hissediyorsam daha mutlu hissediyorsam
oraya yönelmeye başladım. Bu noktada kendimi Start
Up’ta daha iyi hissettiğimi gördüm. O yıllarda mesela
kurumsal tarafa girdim. Stajımı yaptım. Evet güzel, iyi
şeyler. Oradan da farklı şeyler var. Kötü demiyorum
ama benim kişiliğime uymayan tarafları gördüm. Bazı
kalıpların dışına çıkabilme özgürlüğünü alıyor. Benim
içimdeki o Emre kalıpların dışına çıkabilme özgürlüğünü
istiyordu. Buna yönelik yerlerde çalışmaya
başladım. Daha sonra kendimi Start Up’ta daha iyi
ifade edebildiğimi fark ettim. Daha güzel işler çıkarabildiğimi
görünce evet dedim, ben buyum. Ben kendi
işimi yapabilirim. Bir inancım, bir fikrim var. Bir ekipte
arkadaşlar veya bir ortakla güzel işler çıkarabilirim
dedim. Fikir olmak zorunda değil ama doğru takımla
beraber, doğru ortaklıkla beraber güzel işler çıkar. Bu
noktada sizlerin yeteneğiniz, eğitimini aldığınız tarafın
yanında başka taraflarda bir eğitim alan kişilerle daha
çok arkadaş olabilirsiniz. Farklı arkadaşlıklar edinmek
adına bu stajı da denemelisiniz. Çayınızı, kahvenizi
gidip mühendislik fakültesinde için veya başka bir
yerde için. Orada birileriyle tanışın. Zaten o topluluklar,
etkinlikler bu yüzden güzel. Yüzde yüz paylaşımcı olmaya
çalışın derim ben bu noktada. Çünkü evet fikrin
kıymetli olabilir ama benim inancım o değil açıkçası.
Ben bir fikrimi paylaşmaktan hiç çekinmem. Söylerim.
Yapabilen yapsın. Zaten başarı budur. Bu yüzden
ekip olmak önemli. Siz fikrinizi açın. Belki birine bir ışık
yakar. O size bir şekilde gelir. Burada kendinizi keşfedin.
Çünkü üniversite yıllarımda, birebir şu işi yaparım
diyebildiğim bir nokta yoktu. Daha çok kendini
tanımayla geçiriyordu üniversite yılları. Stajda da ben
onu gördüm. İş hayatınıza geçtiğinizde dediğim gibi
doğru takım arkadaşlarıyla yeni işleri deneyeceksiniz
ve kendinizi iyi hissettiğiniz yere gideceksiniz. Burada
derginin adı Genç Girişim ama herkesin kendi işini
yapma odağı olmak zorunda değil. Hatta mümkünse
yapmakta çok çekingen davranın. Oranları biliyorsunuz
ki şu an Türkiye'de kurulan bir Start Up’ın dört yıl
içerisinde başarılı olma oranı gerçekten çok düşük.
Yüzde dört seviyesinde. Yani şu an aramızdan bir kişi
bile başarılı olamayacak diyen bir istatistik var. Bunları
da bilerek aslında bu challengeları yıkmak adına,
siz o başarmak için eksik olan neyse; deneme, doğru
kişi, doğru zaman, doğru ürünü koyarsanız olacak. Bu
doğrunun tanımı yok. Deneyerek göreceğiz, yaşayacağız.
İkinci, üçüncü ve son sınıf öğrencileri için bu
konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani
ilk adımın staj olmalı. Staj konusunda bir yola giderken
aslında dümdüz değil de biraz daha farklı yolları
denemelisiniz. Bunları da aklınızdan çıkarmayın.
Çalışmak istediğiniz bir yer vardır. Şu an bunun adına
Sosyopix diyelim. Gidip orada çalışma isteğiniz varsa
şu an mesela benimle tanıştınız. Bana söyleyebilirsiniz.
Bunu farklı yollarla yapmak güzel. Sosyopix’e klasik bir
mail atarak ben çalışmak istiyorum demektense farklı
şekilde iletişim kurun. Bilmiyorum Linkedln’leriniz var
mı? Burayı aktifleştirin. Burada farklılaşma da önemli.
Daha fazla detay söylerim ama çok havada kalmaması
için ilk başlangıç seviyesi böyle diyebilirim.
91
“
Doğru zamanlama, doğru iş, doğru
kişi. Bence başarının sırrı buradan
geliyor.
”
ARŞİVDEN Yazı: DERYA ÇETİN / 2009
Marka kavramını detaylı olarak incelediğimizde, marka unsuru ile insanların oluşturduğu
kurum kavramı arasında önemli benzerlikler vardır.
Her insanın doğuştan bir marka değeri taşıdığını düşünüyorum ben aslında. Kişiliğin
oluşması ile birlikte, eklenen eğitim ve tecrübeler bizi yaşamda bir noktaya getirir. Bu
noktaların herhangi birinde ise de insanlara "marka" olduğunu söyleyen birileri olmadıkça
ya da bu konuda teşvik edilmedikçe kendilerini "marka" olarak kabul etmezler. İşte
insanların bunu yenmeleri gerekiyor. Bizim amacımız, kişisel markalaşma konusunda
insanların bilinçli farkındalığını artırabilmek ve yaşamda "marka" olarak örnek aldığı insanları
takip edebilmelerini sağlamak olmalıdır.
Günümüzde şirketler ürün ve hizmetleriyle marka yaratmak, başarılı markalar haline
gelmek için uğraşırken bireyler de bireysel farkındalıklarını geliştirip kişisel marka olmak
için çabalıyorlar. Kişisel markalaşma, hem ünlüler için hem girişimciler hem de profesyoneller
için kullanılmayı bekleyen bir fırsattır aslında, hem bu fırsatı değerlendirmek için
Madonna gibi ünlü olmanız da gerekmiyor, sizi diğer insanlardan ayıran yetenekleriniz
ve kişisel özelliklerinizle ve bu özellikleri yerinde ve doğru kullandığınızda, kişisel marka
olmanız mümkündür.
Kişisel markalaşma, üzerinizde taşıdığınız "değer etiketleri"nin farkında olmanızdır. Aynı
zamanda geliştirilebilecek potansiyelinizi keşfetmenizdir. Kimsin, ne için yaşıyorsun,
güçlü ve zayıf özelliklerin neler, çevrende nasıl tanınıyorsun, hayata nasıl bir katma değer
sunuyorsun gibi soruların cevabının verilmesidir.
Bir çeşit marka kimlik sorgulaması gibi. Doğuştan gelen özelliklerle birlikte eğitim ve
tecrübelerimiz de yaşamınıza yön verir. Tüm bu sorgulamalar aslında yaşamın ta kendisidir.
Her hareketiniz, markanıza pozitif ya da negatif bir şeyler yükler. Başarı, saygınlık,
bilinirlik gibi kategorilerde ibreniz gider veya gelir.
Ancak kişisel markalaşma şu şekilde algılanmamalıdır. Tabii ki bazı insanları örnek alabilirsiniz
ancak taklit etmek veya yapay davranışlarda bulunmak hoş değildir. Kişisel bir
marka olabilmek için belli kurallar vardır. Bunları belli bir sıraya sokmak gerekirse önce
bir konu belirlemeniz ve bu konu üzerinde yoğunlaşıp uzmanlaşmanız gerekiyor. Daha
sonraki süreçlerde uzmanlaştığınız alan için diğerlerinin sizi o uzmanlık alanının lideri
şeklinde algılaması önemlidir. Gerçek bir kişisel marka, tamamıyla sizin kişiliğiniz üzerine
kurulmak zorundadır. Kişisel markanın etkili olması için rakiplerine göre farklılık
yaratması ve başarılı olabilmesi için de sürekli göz önünde olması gerekir. Kişisel marka
ardındaki kişi, markanın uyandırdığı ahlaki ve davranışsal hali ile tamamıyla uyuşmalıdır.
Ancak bütün bunları sağlasak da kişisel markayı oluşturmak uzun sürecektir.
Ancak devamlılığını sağlamak istiyorsanız bu süreçte markanıza sahip çıkmalı ve değiştirmeye
çalışmamalısınız. Günümüzde bunu başarmış birçok ünlü sanatçı ve iş adamları
mevcut.
Sakıp Sabancı (SA); yıllarca Sabancı Holding yönetim
kurulu başkanlığını başarıyla sürdürmüş,
renkli ve enerjik kişiliği ile halka yakın tavırları ile
halkın sevgisini kazanmış ve bu sevginin sonucu
olarak "Sakıp Ağa" lakabını kazanmış başarılı iş
adamlarımızdan biriydi. Ve bu başarısı onu 2004
yılında Amerikan iş dergisi
Forbes'un milyarderler listesinde 147. Sıraya kadar
taşımıştır. Markalaşarak kitlelerce tanınan Sabancı
sürekli artış gösteren bir
başarıyla faaliyetlerine devam etmektir.
92
Vehbi Koç (KOÇ); Türk sanayici ve başarılı iş adamlarımızdan
bir diğeridir. 1917 yılında esnaflıktan başlayarak yavaş yavaş ama
emin adımlarla büyüyüp Koç isminin bu noktaya gelmesini ve
Koç isminin, kendi isminin markalaşmasını sağladı.
Abdullah Kiğılı (KİĞILI); Kiğılı Giyim Mağazaları
zincirinin kurucusu ve sahibi olan iş adamıdır. Aynı
zamanda İstanbulspor ve Fenerbahçe kulüplerinde
ve Güreş Federasyonu, Kayak Federasyonu
ve Futbol Federasyonu'nda yöneticilik yapmıştır.
1997'de kısa bir dönem boyunca Futbol Federasyonu
Başkanı da olmuştur. 1965 yılında Kiğılı markası
ile gömlek ve pantolon üretimine başlamıştır. 1969
yılında İstiklal Caddesi'nde şimdiki Kiğılı mağazasını
açmış, 1973 yılında Beymen Beyoğlu mağazasına
ortak olmuştur. 1980 yılında Kiğılı hazır giyim
fabrikasını kurmuştur. Bu tarihten itibaren fabrikasında
Almanya ve Hollanda’ya erkek takım elbise
fason üretimi yapmıştır. Ayrıca ürünlerini Türkiye
genelinde 300 bayii aracılığıyla satar hale gelmiştir.
1995 yılından itibaren toptan satışlarını kaldırmasıyla
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde toplam 100 mağaza
aracılığıyla satışlarını sürdürmektedir.
Vitali Hakko ve Cem Hakko (VAKKO); 1934 yılında şapka devriminin
ilk günlerinde Şen Şapka mağazasını açarak iş dünyasına adımını
attı. Şapkanın modası geçtikten sonra eşarp satmaya başlayan mağazasına
Vakko adını verdi. 1962 yılında Beyoğlu'nda ilk mağazasını
açtı. Beyoğlu’ndaki bu mağaza açıldığı zaman Türkiye’nin o zamana
kadar açılmış en büyük mağazasıydı. O zamandan beri Vakko mağazaları
Türkiye’nin en saygın giyim mağazalarından biri olarak bilinmektedir.
Gençlere yönelik Vakkorama mağazalarıyla birlikte 20'yi
aşan sayıda şubeleri vardır. Vitali Hakko ilerleyen yaşlarında mağazaların
diğer aile üyelerine özellikle oğlu Cem Hakko'ya bıraktı. Vakko
ismi yıllarca süregelen bu çabayla markalaşmayı hak etti ve dünyaca
bilinen bir markaya dönüştü.
Eyüp Sabri Tuncer; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yılında Ankara'da,
O zamanki adıyla "Bonmarşe" olarak tanımlanan ilk perakende
satış mağazasının açılışı ile başlamıştır. Bu dönemde; ana faaliyet
kolu olan ısmarlama gömlekçilik ile birlikte; şapka, atkı, mendil, çorap,
kösele ve deri valiz, el çantası, şemsiye gibi tuhafiye ürünlerinin
satışı faaliyetleri yürütülmüştür. Mağazada, mevcut ürün ve hizmetlerinin
yanında, yan ürün olarak da bir vatandaşımızın teşvikiyle
kolonya üretimine başlanmıştı. 1930'Iu yılların pazar koşullarında
ürün kataloğu olarak da kullanılan fiyat listeleri hazırlanmıştır. İşletme
1989'a kadar çok sayıda ortağın girişimiyle büyümüştür. 1990'dan
sonra ortaklık yapısında büyük bir değişme gerçekleşmiş, % 90 hisse
Sabahattin Tuncer ve oğlu H. Engin Tuncer'de toplanmıştır. Böylece
işletme tamamen bir aile şirketi haline dönüşmüştür. Ve Eyüp Sabri
Tuncer şu anki konumuna ulaşmıştır. Bunların dışında; Zeki Başeskioğlu
(Zeki Triko), Jazk Neyir İzisel (Neyir Triko) ve daha bunlar gibi
birçok isim; Türkiye’de ve dünyada tanınmış markalar haline gelen
isimlerdir.
93
Cemalettin Sarar (SARAR); Küçük yaşta ticaret
hayatına başladı ve uzun yıllar esnaflık yaptı. Yıllarca
babasından kalan Beypazarı'ndaki dükkanlarında
terzi-hazır giyim işi ile uğraştı. 1983 yılında
kardeşleriyle birlikte fabrikasyon imalata geçme
kararı aldı. Hızla büyüyen SARAR markasını yarattı.
Cem Boyner (BOYNER); Boyner mağazalar zinciri
sahibi olması dışında, Yeni Demokrasi Hareketi
Genel Başkanı ve Kurucusu, dalgıç ve amatör
sualtı fotoğrafçısıdır. Aynı zamanda Altınyıldız
Holding Yönetim Kurulu Başkanı, TÜSİAD Başkan
Yardımcılığı ve Başkanlığı yapmıştır.
Sadece bunlarla bitmiyor tabii ki. Ünlü sanatçılar, showmanler de kendi isimlerini ya
da kendileriyle özleşmiş olan isimleri tescilleyip marka haline getiriyorlar. Örneğin; Gülben
Ergen'in Dadı ve Gülbence adında 2 adet tescilli markası bulunmakta. Aynı şekilde
Beyazıt Öztürk de Beyaz ismini tescillemiştir. Bunların dışında Kenan Doğulu, İbrahim
Tatlıses, Yılmaz Erdoğan, Hülya Avşar ve daha birçok isim de kendi adlarını veya kendileriyle
özdeşleşen isimleri tescil ettirmiş bulunmaktalar. Tabi bu durum sadece ülkemizde
değil. Yabancı firmalar da birçok marka sahibinin, kurucusunun adını taşımaktadır.
Pierre Cardin. Giorgia Armani, Donatella Versace, Gianni Versace, Tommy Hilfiger, Coco
Chanel, Christian Dior, Guccio Gucci, Harley Davidson, Louis Vuitton; tarih boyunca çoğunlukla
tekstil sektörü olmak üzere büyük başarılara imza atmış isimlerdir. En başta
da söylediğim gibi markalaşmak belli bir süreç gerektirir. Çok kolay bir süreç olduğu da
söylenemez ancak gerçekten hak eden ve bunun için çaba harcayan herkesin bir şekilde
başarılı olabileceğine inanıyorum ben. Bence insanın önce kendisine inanması gerekiyor
bir işe başlamadan önce. Bütün süreç bu şekilde başlıyor. Bir insan kendine güvenmediği
sürece atacağı her adımı güvensiz atmış demektir. Ve bir insan attığı ilk adımı korkak
atarsa sonraki her adımda tökezleyecektir. Bir işte başarılı olmak istiyorsanız risk almalısınız,
doğru yerde doğru zamanda doğru kararlar vermelisiniz. Yapacağınız her iş her
seçim daha önceden programlı ve planlı olmalı. Ve başarıya giden her yolda mutlaka bir
şeylerden fedakarlık edilmelidir diye düşünüyorum.
Kimse doğuştan şanslı değildir. İnsan kendi şansını kendi yaratır. Ancak şöyle bir istisna
var ki herkesin imkanı bir olmayabilir ama bu da bir engel değildir. Bir insan gerçekten
isterse birçok şeyi başarabilir.
Bütün bunlar sağlandığı takdirde başarılı olma garantisini tabii ki de veremiyorum çünkü
profesyonel değilim ancak bir insan pozitif olduğu sürece ve gerçekten kendine inandığı
sürece iyi işlere imza atacaktır.
Kim bilir belki de yıllar sonra bu satırlarda adı geçen isim siz olabilirsiniz "markalamış bir
insan" olarak. Olmaz demeyin. Neden olmasın?
94
95
SOSYAL MEDYA
HESAPLARIMIZ
İşletme Kulübü
Sosyal Medya Hesapları:
www.isletmekulubu.com
isletmekulubu
Web sitesi ve geçmiş sayılar için:
İşletme Kulübü
isletmekulubu
Genç Girişim Dergisi
Sosyal Medya Hesapları:
gencgirisimdergisi
ikgencgirisim
96
97