You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
36.SAYI
ISO 9001:2015
25. YIL
TUNCAY
ÖZİLHAN
Kariyer tecrübelerini aktarıyor
ELİF ÇAPÇI
MODA STRATEJİSİNİ
YÖNLENDİREN İŞ İNSANI
Kuantum Fiziğinin
Yarattığı Yeni Teknolojiler
Değişen Dünyada FMCG Sektörü
MURAT ÜLKER
SANATA VE SPORA KATKILARI ILE
ÜLKEMIZE DEĞER KATAN BIR LIDER
IŞIL HASDEMİR
İNOVATIF DÜŞÜNCELERIYLE
TEKNOLOJIYI YÖNETEN LIDER
ÜCRETSİZDİR
1
Genel Yayın Yönetmeni
Batın ERBALI
Editörler
Ebrar ELHAN
Gözde KIRANT
36. Sayı Ekibi
Begüm GENCER
Berkay DEMİRCİ
Beyza Nur ŞİMŞEK
İrem BİNİCİ
Kaan DUMAN
Kardelen AKTAŞ
Melike Yağmur DOĞAN
Nihaan AÇIKGÜN
Sultan ÇİFTÇİ
Şenay ÇETİNKAYA
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İŞLETME
FAKÜLTESİ İŞLETME KULÜBÜ
AVCILAR/İSTANBUL
İmtiyaz Sahibi
Muharrem BELENE
Yayın Türü
Yerel, Süreli, Yılda Bir
Baskı
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi Giriş Kat
E blok No: 13 1BE11, Topkapı/İstanbul
Tasarım
Magnet Creative
Grafik Tasarım
Okan OKTAY, Gamze DUYAR
2020-2021 İŞLETME KULÜBÜ
YÖNETİM KURULU
Yönetim Kurulu Başkanı
İbrahim ACIOĞLU
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcıları
Muhammed YÜZBAŞIOĞLU
Uygar AHISKA
Girişimcilik Departmanı
Batuhan BATUR
Yönetici Geliştirme Departmanı
Hamza ALTIPARMAK
Reklam ve Pazarlama Departmanı
Ezgi ÇAKIR
Genç Girişim Dergisi Departmanı
Batın ERBALI
Kariyer Planlama Departmanı
Gökçe ERASLAN
Proje Yönetim Departmanı
Berna ALTUN
Yönetim Kurulu Genel Sekreteri
Nuran Nur BAŞ
Kurumsal İletişim Departmanı
Dilara AKYÜZ
Mali İşler
Burak DEMİR
İşletme Kulübü Sosyal Medya Hesapları:
Genç Girişim Dergisi Sosyal Medya Hesapları:
isletmekulubu İşletme Kulübü isletmekulubu
gencgirisimdergisi
ikgencgirisim
2
4 Editörlerden
Genel Yayın Yönetmeninden
5
6 Röportaj: Alemşah Öztürk ‘’ Yaratıcılık ve Cesareti Tek Potada Eriten İş İnsanı’’
Röportaj: Selim Şiper “Motivasyon ve Donanımıyla Enerjiye Yön Veren Yönetici”
14 Pazarlama: Elif Kaypak ‘’Değişen Dünyada FMCG Sektörü’’
Ekonomi: Güven Sak ‘’Virüs Sonrası Küresel Ekonomi’’
18
20 Röportaj: Murat Erkan “İletişim Hizmetini Yenilik İle Zenginleştiren Yönetici”
24 Pazarlama: Ebru Darip “Evde Mutlu Olmak”
Röportaj: Işıl Hasdemir ‘’İnovatif Düşünceleriyle Teknolojiyi Yöneten Lider’’
30 Röportaj: Tuncay Özilhan “Anadolu’yu Dünyayla Buluşturan Lider”
Röportaj: Mehmet Tüfekçi ‘’Reklam ve Pazarlama Odaklı Bir Kariyer’’
26
34
38 Röportaj: Murat Ülker ‘’ Sanata ve Spora Katkıları ile Ülkemize Değer Katan Bir Lider’’
Girişimcilik : ‘’Kurum İçi Girişimcilikten Öte InvenDO’’
42
10
44 Röportaj: Redbull Basement ‘’Genç Girişimcilerden Birincilik Projesi’’
‘’Genç Girişim Dergisi Kazandırıyor!’’
47
49 Karikatür: Ömer Göksel ‘’25. Yıl Özel Karikatürü’’
Abdi İbrahim: “Ruhsal Hastalıklarla İlgili Damgalamaya Karşı ‘Öyle Söyleme’ Diyoruz”
50
52 Röportaj: Elif Çapçı ‘’ Moda Stratejisini Yönlendiren İş İnsanı’’
56
Pazarlama: Mete Yurddaş ‘’ Watsons Türkiye Genel Müdürü Mete
Yurddaş Dijital Odağında Kozmetik Sektörünü Ele Alıyor…’’
58 Kişisel Gelişim: Saadet Şen ‘’Sürekli Motivasyon İçin Başlangıç Noktası’’
Genel Kültür: Mete Atatüre ‘’ Kuantum Fiziğinin Yarattığı Yeni Teknolojiler’’
64 Röportaj: Okan Oktay ‘’Tasarımlarıyla Sanatını Konuşturan İsim’’
Yazı: Oğuz Erdoğan ‘’ Mutlu ve başarılı bir kariyer için 2 altın sır ’’
Kişisel Gelişim Melik Rupen Mıhçıyan: ‘’ Gençliğin Gelişimi’’
72
62
68
74 Bizden: ‘’Etkinliklerimiz’’
Arşivden: ‘’Savaş mı Pazarlama mı?’’
3
78
İÇİNDEKİLER
Merhaba Değerli Genç Girişim Dergisi Okurları,
Ebrar Elhan
Genç Girişim Dergisi’36 ekibi olarak aylardır yoğun bir çalışma
temposu ile hazırladığımız 36. sayımızı değerli okurlarımıza
sunmaktan büyük gurur ve mutluluk duyuyorum.
Dergimizin bu sayısında alanında uzmanlaşmış kıymetli isimlerin
hayat tecrübelerini röportaj ve yazılar aracılığıyla aktardığı öğretici
ve renkli bir içerik oluşturmayı hedefledik. Dergide yer alan başarılı
isimlerin çalışma azimleri, çok yönlü kişilikleri, girişimci ruhları ve
cesaretleri bana büyük farkındalıklar kazandırarak ilham verdi. Bu
büyük kazanımları okurlarımızla paylaşmaksa her zaman heyecanımı
arttırdı. Okurlarımızın da içeriğimizi incelerken kendilerini daha iyi
tanıyacaklarını, yeteneklerini ve hedeflerini tekrar
tartacaklarını düşünüyorum.
Umarım bu çalışmamızla okurlarımızın hayat yolculuğuna küçük de
olsa bir fener tutmuş oluruz.
Biz okurlarımıza pusula olma umuduyla azimle çalışmayı sürdürdük.
Dergi sürecinde ekip arkadaşlarımızla fiziksel olarak bir araya
gelemesek de motivasyonumuzu hiç düşürmeden, yeni düzenin
gerektirdiği şartlara entegre biçimde, çoşku ve mutluluğumuzu her
koşulda paylaşarak yeni sayımızı neticelendirdik. 25 yıldır bir adım
daha öteye taşıma motivasyonu ile bugünlere ulaşan dergimizin 36.
sayısını somut olarak sizlere sunabilmenin hazzı paha biçilmez.
Heyecanımızın her geçen gün daha da arttığı bu dönemde
desteklerini esirgemeyen Genç Girişim Dergisi Üst Yönetim’e,
emekleri geçen Genç Girişim Dergisi ekibine ve bu güzel yolculukta
yer almama vesile olan İşletme Kulübü ailesine
teşekkürü borç bilirim.
Okuduğunuz her sayfanın hayallerinizi besleyerek, kariyer
basamaklarında sizi daha yukarılara taşıması dileğiyle…
Sevgili Okurlar,
İşletme Kulübü ailesi olarak çeyrek asırdır devam eden, büyük emek
ve özveri ile çıkarttığımız Genç Girişim Dergimizin 36. Sayısını sizlere
sunuyor olmaktan mutluluk duyuyoruz.
Genç Girişim Dergimizin bu sayısında iş dünyasının duayenleri ve
alanında uzman kişilerle gerçekleştirdiğimiz röportajlar ve söyleşiler
aracılığı ile siz değerli okurlarımıza keyifli ve öğretici içerikler hazırlama
amacını benimsedik.
Geride bıraktığımız 7 aylık süreç boyunca editörlük görevimi
yürütürken birbirinden kıymetli isim ve firmalar ile iletişime geçme
fırsatı yakaladım. Bu süreç bana inanılmaz deneyimler, çok büyük
heyecanlar ve mükemmel dostluklar kattı. 13 kişilik dergi ekibimiz ile
birlikte her zaman bir adım daha ileriye gidebilmek için süreç boyunca
çalıştık. Bu çalışmalarımızın her anında eğlendik ve yeni bir şeyler
öğrendik. Umarım siz değerli okuyucularımız da dergimizi okurken
bu güzel duyguları en az bizim kadar hisseder ve her okuduğunuz
paragrafta yeni bir şeyler keşfedersiniz.
Genç Girişim Dergisi üst yönetimi başta olmak üzere, bu süreçte
her zaman yanımızda olan İşletme Kulübü ailesine, siz değerli
okuyucularımıza ve en çok da 7 ay boyunca her zaman özveri ile
çalışmalarını sürdüren ve birbirine destek olan Genç Girişim Dergisi
36.sayı ekibine çok teşekkür ederim.
EDİTÖRLERDEN
Okuduğunuz her kelimenin kariyerinizi şekillendirirken sizlere bir yapı
taşı olması dileğiyle.
4
Gözde Kırant
Değerli Okurlar,
İşletme Kulübü ailesi olarak, uzun zamandır büyük bir özveri gösterip emek vererek
çalışmalarını sürdürdüğümüz Genç Girişim Dergisi’nin 36.Sayı’sını sizlere sunmaktan büyük
gurur ve mutluluk duymaktayım. Genç Girişim Dergisi olarak belirlediğimiz sloganımız olan
“Gelecekle İletişim” ışığında günümüz koşullarını göz önünde bulundurarak geleceği daha iyi
değerlendirebilmek adına birbirinden kıymetli isimler ile sizleri buluşturmayı amaç edindik.
Bu amacımız doğrultusunda; Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan ile
spor ve sosyal sorumluluktan, Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ülker ile sanat ve
kültürel faaliyetlerden, Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper ile motivasyon ve başarıdan, Beymen
CEO’su Elif Çapçı ile stratejik moda yönetiminden, 4129Grey Ajans Başkanı Alemşah Öztürk
ile melek yatırımcılık ve mutluluktan, Dell Technologies Ülke Müdürü Işıl Hasdemir ile
teknolojinin geleceğinden, Turkcell CEO’su Murat Erkan ile yapay zekadan konuştuğumuz
keyifli röportajlarımızın yanı sıra dergimizin içerisinde birçok değerli ismin röportajlarını da
sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.
Gerçekleştirdiğimiz bu değerli söyleşilerin yanı sıra günümüz koşullarının güncel konularını
Elif Kaypak, Güven Sak, Mete Ataüre, Saadet Şen Öner, Oğuz Erdoğan gibi birbirinden
değerli birçok ismin katkılarıyla sizlere sunduk. Aynı zamanda Doğuş Grubu ile birlikte kurum
içi girişimcilik konusunda, Abdi İbrahim ile birlikte de sosyal sorumluluk alanında değerli
çalışmalar gerçekleştirerek sizlere de çalışmalarımızı aktarmak istedik.
Üniversiteye adım attığım ilk günlerden itibaren gelişimi için büyük bir özveri ile çaba
sarf ettiğim ve bu doğrultuda birbirinden faydalı tecrübelerin yanında birçok değerli
dostluk kazandığım İşletme Kulübü ve Genç Girişim Dergisi maceramı 36.Sayı ile birlikte
sonlandırmaktayım. Üniversite hayatımın en güzel dönemi olarak nitelendirebileceğim
İşletme Kulübü’ne bana kattığı her şey için teşekkür ederim.
Genç Girişim Dergisi’nin 36.Sayı’sının oluşumunda çok büyük pay sahibi olan ve online
süreçte hiç yılmadan ellerinden gelenin en iyisini yapan 36.Sayı ekibine ve üst yönetimine,
bu süreçte her zaman destekçim olan aileme, her koşulda desteklerini hiç esirgemeyen
İşletme Kulübü 2020-2021 Yönetim Kurulu’na çok teşekkür ederim.
“Dergimizde okuduğunuz her kelimenin, sözlüğünüzde bir anlama kavuşabilmesi dileğiyle...”
Sevgilerimle,
5
Batın Erbalı
GENEL YAYIN YÖNETMENİNDEN
RÖPORTAJ
YARATICILIK VE CESARETI
TEK POTADA ERITEN
IŞ INSANI:
ALEMŞAH ÖZTÜRK
"Birilerinin size yol göstermesi ve
neler yapman gerektiğini söylemesi lazım.
Bunları soracağın birilerinin olması
çok değerli çünkü bunlar kitaplardan değil
insanlardan öğrenilebilecek şeyler."
Türkiye’nin "En Genç
Kreatif Direktörü"
unvanına sahip,
yurtdışında örnek
gösterilen, melek
yatırımcı ve mutluluk
müdürü olan Alemşah
Öztürk ile iş dünyasındaki
yaratıcılıktan ve dijital
reklam ve dijital reklama
dönüş hakkında
dinamik bir sohbet
gerçekleştirdik.
1999 yılında henüz 22
yaşınızdayken ilk şirketiniz olan
Plus v.2'yi kurdunuz. Daha sonra
30 yaşınızda iken 4129 Grey'i
kurdunuz.4129 Grey şu an Türkiye
de ve yurtdışı platformlarında
en çok ödül alan ajanslardan biri
haline geldi. Peki tüm bu kariyer
sürecinin yanı sıra Alemşah
Öztürk kimdir? Sizi biraz daha
yakından tanıyabilir miyiz?
Bilgisayar mühendisliği okudum
ama hiç bilgisayar mühendisliği
yapmadım. Çünkü hiç aklımdaki
gibi değildi. O yüzden tasarım
alanına yöneldim ve kendi kendimi
bu alanda geliştirmeye çalıştım.
Genellikle yaratıcılıkla ilgili her
şeyle ilgileniyorum. Şiir yazıyorum,
televizyon dizisi yazıyorum, kitap
yazıyorum, resim yapıyorum,
tasarım yapıyorum... Bir dönem
moda dergisi yönettim, uzun süre
dans ettim ve tiyatro oynadım.
Sanat ve yaratıcılık çevresindeki
konuları seviyorum çünkü bence
yaratıcılık kil gibi. Ona nasıl şekil
verdiğine bağlı olarak hayatında
kapladığı yer değişebiliyor.
Ben yaratıcılığın herkeste
olduğunu düşünüyorum. Sadece
üzerine düşmek ve uğraşmak
gerekiyor. Yaratıcılık sadece sanat
ya da bu tarz yaratıcı aktivitelerle
kısıtlı değil. Yaratıcılık bir enerji
ve onu neye kanalize ettiğinize
bağlı olarak formatı değişiyor. İş
dünyasında yaratıcı olmak diye
bir şey de var. Pazara bakış, o
pazarın ihtiyaçlarını anlamak,
boşluğu tanımlamak ve o boşluğu
doldurmak. Bir start-up, bir
servis, farklı bir şirket yaratıyor
olmak da aslında bayağı bir
yaratıcılık gerektiriyor. O yüzden
bence yaratıcılık çok önemli ve
hayatımda da büyük bir yeri var.
2011 yılında o zamanların ABD
Başkan Yardımcısı günümüzde
ise yeni ABD Başkanı olan
Joe Biden tarafından küresel
girişimcilik sempozyumunda
örnek gösterildiniz. Bunun yanı
sıra Cannes Lions Uluslararası
Yaratıcılık Festivaline iki kere
davet edilmiş ve jüri olarak
ülkemizi temsil etmişsiniz. Bu
şekilde yaşadığınız uluslararası
gelişmeler hayatınızda neleri
değiştirdi?
Ben spordaydım o haber
çıktığında. Görmedim, haberim
de yoktu. Joe Biden’a, Endeavor
diye bir global girişimcilik
organizasyonun da Türkiye’den
kimi örnek gösterirsiniz gibi bir
soru soruluyor ve kendisi beni
örnek gösteriyor.
İnsanın yaptığı işle küresel
seviyede ‘recognizingliği’ olması,
tanınıyor ve takdir ediliyor
olması çok gurur verici bir şey.
Bu aslında benim hayata bakış
açım: Ben hayatımda hiç para için
çalışmadım. Tabii ki para kazandım
ve para kazanmaya da ihtiyacım
vardı ama para benim için bir
sebep değil sonuçtu.
Bir iş yaparken temel içgüdüm
“Çevremdeki insanlara nasıl
fayda sağlarım, insanlara bir
şey aktarabilir miyim ya da
yardımcı olabilir miyim?” şeklinde.
Reklamcılık, girişimcilik, mentorluk
ya da melek yatırımcılık bunlar
hep aynı temanın konuları.
Bir şeyleri alıp daha iyi yapıyor
olmak benim çok ilgimi çekiyor.
O yüzden yazdığım şeylerle
ya da yaptığım işlerle tanınıyor
olmak veya iz bırakmak beni asıl
besleyen şey.
Son yıllarda kadın cinayetleri
Türkiye’de çok artıyor bu konuda
farkındalık oluşturmak için ben
de 3 yıldır Yanındayız Derneği’nin
içindeyim. Yıllarca Darrüşafaka’ya
destek verdik çünkü bence
annesi babası olmayan çocukların
eğitiminden daha önemli konu
yok. Ajans olarak Tohum Otizm
Vakfı’na destek oluyoruz. Biz
başladığımızda Türkiye’de Otizmli
çocukların farkındalığı %4’lerdeydi,
şimdi %84’e geldi.
O yüzden bir şekilde bir konuda
nasıl bir fark yaratırım diye bir
derdim var. Onun için çalışıyoruz,
ona uğraşıyoruz.
Bildiğimiz üzere belirlediğiniz
girişimlere “melek yatırımcı”
olarak belirli bir kaynak
sağlıyorsunuz. Melek yatırımcı
olma kararını verme süreciniz
nasıl gelişti? Destek vereceğiniz
girişimleri seçerken kriterleriniz
arasında yer alan etkenler
nelerdir?
Yeni kurulan start-up’ların
genellikle yüzde sekseni 1-2 yıl
7
içinde batıyor. Geri kalan yüzde
yirminin %10 u veya %20’si 5 yılı
tamamlıyor. Bu da demek oluyor
ki her 20 şirketten sadece 1 tanesi
başarılı olabiliyor. İşte melek
yatırımcılık o 20 şirketten bir
tanesini bulmaya çalışmaktır.
Gerçekten fikrine inandığım
şirketlere yatırım yapıyor olmak,
onların süreçlerini daha tomurcuk
seviyesindeyken tanıyıp o fikrin
yeşermesi ve o güçlü ağaca
dönüşmesi için onlara destek
olmak beni zihinsel olarak tatmin
ediyor.
Kendim de bir zaman o noktada
bulunduğum için bu yardımın
ne kadar değerli olduğunu
biliyorum. Düşünün siz bir tane
proje hayal ediyorsunuz ve o proje
dünyaya açılsın istiyorsunuz ama
Türkiye’den dışarı çıkmamışsınız
ve dünyaya proje nasıl açılır
hiçbir fikriniz yok. İşte bu noktada
onu birine sormanız gerekiyor.
Birilerinin size yol göstermesi
ve neler yapman gerektiğini
söylemesi lazım. Bunları soracağın
birilerinin olması çok değerli
çünkü bunlar kitaplardan değil
insanlardan öğrenilebilecek şeyler.
Melek yatırımcılar ve girişimciler
arasındaki bu fırsat beni çok
tatmin ediyor.
Herhangi bir kategoride belli bir
seviyeye gelmiş insanın melek
yatırımcılık yapıyor olması ya da
girişimcilere destek veriyor olması
bence çok önemli. Bu durum hem
bu toplumun gelişimini hem de
ekosistemin büyümesini sağlıyor.
Ayrıca sen onu yapınca senin
yaptığın insan da 5-10 yıl sonra
bir başkasına yapıyor. O yüzden
bence o silsileyi yaratmak da çok
önemli.
Bir röportajınızda 4129’un
çalışma şeklinin dikey değil
yatay hiyerarşik bir yapıya sahip
olduğundan, kartvizitlerinizde
unvan yazmadığından yani startup
kültürünü koruduğunuzdan
bahsediyorsunuz. Hatta
kendinize CEO veya Ajans Başkanı
demek yerine “mutluluk müdürü”
olarak adlandırıyorsunuz. Bu
sözünüzün altında yatan asıl
mesaj nedir? Bizlere start-up
kültürünün ne olduğundan
4129’da bu kültürün nasıl devam
ettiğinden bahseder misiniz?
Bu benim üçüncü kurduğum
ajans. İlk iki ajanstaki hatalarımdan
aldığım bütün dersleri kullanmak
istedim. Bu sebepten öncekilerden
farklı olarak, ajansın yapacağı
işten önce yapısına, kültürüne
kafa yordum. Çünkü özellikle
yaratıcı işlerde kültür çok kritiktir.
Kültür insanları bir arada tutar.
Bir çalışanın o şirketle ilgili
anlattığı şeyler başkalarına kültür
olarak yansıyor. O yüzden de
sen istediğin kadar kurallar koy,
şirketimizin vizyonu ve misyonu
budur de… Onların hiçbir önemi
yok. İnsanlar günlük hayatta ne
yaşıyorlarsa onu kültür olarak
görüyorlar. Yeni ajansı kurarken en
büyük hayalim güçlü bir kültürü
olan ve zaman içinde gelişen bir
ajans yaratmaktı. Bu yüzden de
baştan belli kurallar ve yapılar
tanımlamak istedim. Bunlardan ilki
yatay hiyerarşi konusuydu. Bizde
konunun sahibi insanlar ve onların
altlarında ekipler elbette var ama
öte yandan ajanstaki herkese her
şeyi sorabiliyorum. Çalışanlar
isterse ‘’Başka bir ekiple çalışmak
istiyorum.’’ diyebiliyor. Unvanların
ise insanların gelişimini kısıtlayıcı
olduğunu düşünüyorum. Karakteri
iyi gelişmemiş insanlar yüksek
unvanlı pozisyonlara geldikleri
zaman karakterleri olumsuz yönde
değişebiliyor. Bunu engellemenin
yöntemlerinden biri unvan diye
bir şeyin değerinin olmadığını
sadece bir rol tanımlamaya
yaradığını anlatmak. Bu sebepten
bizim kartlarımızda unvan yok.
Sadece bir tane unvan var, o da
benimki: “Chief Happiness Officer”.
Çünkü benim işim temelde bir
ajansın kurucusu, yöneticisi
olarak ekibimin mutluluğu ve
müşterilerimin mutluluğu. Bu
kültürü yönetmek için de 4129
Akademi var. Burada eğitimler,
happy hour’lar yapıyoruz. Aynı
zamanda bir kültür kitabımız var ve
her yeni işe başlayana dağıtıyoruz.
2007 yılında kendi ajansınız
olan 4129Grey’i kurdunuz. Bu
ajansı kurmadan öncesinde
de Türkiye’nin en genç kreatif
direktörü unvanını aldınız ve fark
yaratan projelere imza attınız.
Ajansı kurarken temel taşlarınız
ve prensipleriniz nelerdi?
4129Grey nasıl başladı ve nasıl
gidiyor? Bu denli büyümesindeki
en önemli etken sizce nedir?
Biz Türkiye’deki ilk dijital ajans
değiliz fakat dijital pazarlama
konusunda ilk kurulan ajansız.
Bu ajansı kurarken en büyük
düşüncem dijital pazarlamaydı.
Çünkü bir tarafta interaktif
ajanslar, diğer tarafta reklam
ajansları vardı. Bunların ikisinin
dışında dijital pazarlamayı yapan
ajanslar yoktu. O yüzden de bu
tarz bir ajansın varlığının pazar için
önemli olduğunu düşünüyordum.
Biz işe başlar başlamaz birçok
değişik işi hayata geçirdik. Bu
8
"Yaratıcılık bir enerji ve onu neye
kanalize ettiğinize bağlı olarak formatı
değişiyor."
durum fark yarattı. Bugün bunu
devam ettirmek bizim yaratıcı
kültürümüzle ilgili. Bu konuda
ciddi bir motivasyonumuz var.
Her yıl ‘’To Do List’’ gibi birkaç
markamıza ortalamanın çok çok
üzerinde iş yapmaya çalışıyoruz.
Bunu aslında tüm markalar için
deniyoruz ama bazı markalar
bunu onaylamıyor. Bazı markalar
o kadar cesur olmuyor, bazı
markanın o kadar bütçesi olmuyor,
bazı markanın kafası o kadar açık
olmuyor. Hepsini deneyip ikna
edebildiklerimizle değişik işler
yapıyoruz. Sektörü değiştiren,
konuşturan, çok katılımı olan işler
yapmaya çalışıyoruz. Bir yandan
da elbette doğru yetenekleri
ekibe katıyor olmak insanların
motivasyonunu yüksek tutuyor.
Doğru markalarla çalışıyor olmak
gibi dikkat ettiğimiz başka filtreler
de var.
Dijital reklama dönüş ile ilgili
dünya sizce nasıl bir ilerleme
kaydetti, Türkiye bu ilerlemeyi
yakalayabildi mi? Dijital
dünyada reklam oranlarının son
yıllarda %19 artış göstererek
%46 oranına gelmesini nasıl
değerlendiriyorsunuz? Bu oran
sizce gelecek yıllarda nasıl
değişecek?
Dijital reklamcılığın kullanımının
artmasının sebebi aslında
çok basit: Kullandığımız dijital
araçlar internette daha çok
vakit geçirmemizi sağlıyor.
Televizyonu artık internetten
yani Netflix’ten seyrediyorsun.
Hayatta en çok vaktini geçirdiğin
şey Whatsapp, Instagram
gibi uygulamalar. Kullanım
alışkanlıklarımız dijitalleşti ve
tüketim alışkanlıklarımız da
dijitale dönüşüyor. 2000 sonrası
doğan nesiller evde akıllı
telefon gibi şeylerle doğdular.
Küçüklüklerinde ellerinde Youtube
gibi uygulamalar vardı. Yeni neslin
tükettiği her şey orada. Kaçınılmaz
olarak internet hayatımızdaki her
şeyi kontrol etmeye başlayacak.
Teknolojinin tamamıyla hayatımıza
entegre olduğu bir yere doğru
gidiyoruz. Fakat markalar şu anda
tüketicilerden daha yaşlı durumda.
Hedef kitle gençleştiği için
markaların da gençleşmesi lazım.
Bunu hızlı yapan marka dijitale
daha çabuk entegre oluyor, daha
çok etki ediyor.
9
RÖPORTAJ
MOTIVASYON VE
DONANIMIYLA ENERJIYE
YÖN VEREN YÖNETICI:
SELİM ŞİPER
"En büyük başarı herhalde mutlu
olabilmek veya hüküm süren şartlar
çerçevesinde ortaya en iyisini
koyduğunuzu hissetmektir."
Çeşitli sektörlerden
edindiği tecrübeleri
doğrultusunda iş
yaşamını yenilikçi bir
biçimde şekillendiren
Petrol Ofisi CEO’su
Selim Şiper ile
akaryakıt sektörünü,
hobilerini, Afrika
merakını ve elektrikli
araçların geleceğini
konuştuğumuz keyifli bir
röportaj gerçekleştirdik.
Alman Lisesi mezunusunuz
ve bununla birlikte Almanya
Karlsruhe Üniversitesi Kimya
Mühendisliği bölümünü bitirdiniz
ve aynı okulda master ile doktora
çalışmalarınız bulunuyor.
Okuduğunuz kurumları göz
önünde bulundurursak, Alman
ekolü olan okullarda yetişmenin
hayatınıza ve kariyerinize ne gibi
etkileri oldu?
İstanbul Alman Lisesi’nden
mezun olduktan sonra
Almanya’da Almanya Karlsruhe
Üniversitesi’nde mühendislik
tahsilimi yaptım. Mühendislik
için Almanya çok doğru bir
seçim. Çünkü tarihi olarak,
Alman mühendisliğinin bir
ayrıcalığı var. Bu ayrıcalık bence
analitik düşünceye alışkanlıkla
oluşmuş bir durum. Gerek Alman
Lisesi’nde gerekse üniversite
hayatımda Alman disiplini ve
düzeni çerçevesinde ama yine
de esneklikten taviz vermeden
öğrenme imkânı buldum. Genel
yaklaşımlara baktığınız zaman
Alman ekolünde; düzen, disiplin
ve insana saygı ön plana çıkıyor.
Alman ekolünde eğitim görmüş
olmanın bana ve karakterime
çok önemli etkilerinin olduğunu
düşünürüm.
İş hayatınıza 1984 yılında
başladınız. Kariyer yolunuzda
ilerlerken ilk ne zaman
“başardım” duygusunu
hissettiniz? Bu duyguyu
hissetmenizi sağlayan ve dönüm
noktası olarak nitelendirdiğiniz
bir an var mıdır?
Başarı dediğimiz şey; bir süreç, bir
nokta değil. Bir şeyin evrilmesi,
devamlılık sağlaması olarak
algılanabilir. Bazı noktalarda
olumlu duygulara kapıldığımız
yerler olabilir ama hayattaki en
büyük başarı zaten mutluluktur.
Ben, yapı itibariyle olumlu
düşünen ve pozitif yaklaşımları
tercih eden bir insanım. O yüzden
kendi kendimi de bu mutluluk
yolunda, motive edebilen bir
iç gücüm var. En büyük başarı
herhalde mutlu olabilmek veya
hüküm süren şartlar çerçevesinde
ortaya en iyisini koyduğunuzu
hissetmektir.
Mühendislik veya geliştirme
işlerini bırakıp, marketing, satış
tarafına yönelmem bir dönüm
noktasıdır. Başarı mıdır? Onu
tartışabiliriz ama dönüm noktası
olarak düşünürüm. İkincisi
hem şu anki görevimde hem
bundan önceki görevimde
yani CEO’luk görevlerimde,
başladıktan bir müddet sonra
şirketin veya organizasyonun
nabzını hissettiğinizi düşünmeye
başlarsınız. Bence, en büyük
11
başarı noktası bu hâkimiyete, bu
duyguya gelebilmektir.
Yoğun tempolu iş hayatınız
haricinde, sosyal hayatınızda
neler yapmaktan hoşlanırsınız,
hobileriniz nelerdir? Bu yoğun
tempoda motivasyonunuzu
kaybetmemek adına ne gibi
yollara başvuruyorsunuz?
Motivasyonu kaybetmek veya
kaybetmemek, bu belki de olumlu
liderliğin baş şartıdır. Bir defa
kendi kendinizi motive edebilecek
iç güce sahip olmalısınız.
Bu motivasyonu dışarıdan
beklememeniz gerekir. Motivasyon
dediğiniz şey; sizin içgüdünüzle
ortaya çıkarmanız gereken bir
şeydir. Bunun da baş etkeni;
hayata dair olumlu bir yaklaşım
içinde olmaktır. Yani; bardağın
tabii ki boş taraflarını da görmek
lazım ama dolu tarafına da bir
o kadar dikkat etmek gerekiyor.
İçerisinde bulunduğunuz durumlar
çerçevesinde kendi kendinize
belirli tatminlere ulaşmanız
lazım. Bunun en güzel yolu,
insanın kendisine küçük hedefler
koymasıdır. Bu bir seyahat olabilir,
bir kitabı okuyup bitirmek olabilir.
Bunun gibi şeyleri kendi kendinize
bilinçli bir biçimde hedeflerseniz,
o zaman motivasyonunuz da
artacaktır. Sosyal hayatın dışında
hobi sayılabilecek uğraşlarım
var. Bunların başında müzik
ve değişik alanlardaki kitapları
okumak gelir. Hobi sayılırsa,
Afrika’ya meraklıyımdır. Afrika
ile ilgili hem müzik hem de tarih
olarak, kendime göre birtakım
çalışmalarım var. Müzik konusunda
çok belirgin, çok belirli müzik
stillerine karşı merakım var.
Afrika yaban hayatı çok ilgimi
çektiği için fotoğraf çekmeye
yöneldim. En büyük merakımsa,
kimsenin fazla merak etmediği
şeyleri en ince ayrıntısına kadar
öğrenmektir. O yüzden okumakla
veyahut da insanların fazla
önemsemediği bilgilere sahip
olmakla düşünce dünyamın
zenginleştiğine inanırım. Ayrıca
spor da hayatımın oldukça önemli
bir kısmını teşkil ediyor. Pilates,
bunun yanında bu pandemi
sürecinde her gün tempolu
yürüyüşler. Bu yürüyüşlerde
özellikle insanın kendi kendine
kalabilmesi mümkün olabiliyor,
düşünülebiliyor, bir de çok
güzel müzik dinleyebiliyorum.
Öte yandan geçmişteki
profesyonelliğimden ötürü yazın
da yüzme vazgeçilmez olarak
hayatımda yer alıyor.
Akaryakıt sektöründe pazarın
lideri olarak gösterilen Petrol
Ofisi’nin Yönetim Kurulu
Üyeliği ve CEO’luk görevini
yürütüyorsunuz. Aynı zamanda
Petrol Ofisi, 2019’da madeni
yağlar pazarında liderliğe ulaştı.
Türkiye’nin en yaygın istasyon
ve distribütör ağına sahip olan
Petrol Ofisi Madeni Yağlar, yurt
dışında ise 33 ülkeye ihracat
gerçekleştiriyor. Peki, bu
başarının sırrı nedir?
Petrol Ofisi, son bir iki yıldır
çok başarılı işlere imza atıyor.
Pazar payını arttırıyor, istasyon
sayısını, ağını genişletiyor. O güne
kadar üçüncü ya da dördüncü
olduğu bazı segmentlerde, pazar
liderliğini tartışılmaz şekilde
üstlenebiliyor. Madeni yağlar buna
iyi bir örnektir. Başka şirketlerle
iş birliği kurabiliyor; mesela
Texaco ile olan birlikteliğimiz
gibi. Bunların altında yatan en
büyük etken ise, Petrol Ofisi’nin
tarihi olarak, son derece iyi
yetişmiş ve işini bilen insanlarla
donanmış bir şirket olmasıdır.
Burada geçmiş zamanlarda eksik
olan şey, belirli bir koordinasyon
ve aynı amaca yönelik
çalışmayı benimsememekti…
Bu büyüklükteki bir şirketten
beklenilmeyecek kadar çabuk
bir karar mekanizması ve her
duruma hızlı bir şekilde vaziyet
alma kabiliyetine sahip olduk.
Arkadaşların birbirleri arasındaki
koordinasyonları ve beraberce aynı
amaca yönelik çalışmaları gittikçe
arttı. Özetle diri, istekli, iştahlı ve
hedeflediği şeylere beraberce
koşabilen bir organizasyon yapısı
haline geldik. Bence, başarı
dediğimiz noktaların altında yatan
en büyük sebep budur.
"Geleceği hazırlamak bugünü
hatta daha da önemlisi
tarihi iyi analiz etmekten
geçer. Çünkü, bugün
yaşadıklarımızın veya ileride
yaşayacaklarımızın pek çok
yansımasını tarihte görmek
mümkündür."
Günümüzde elektrikli araçlar
oldukça yaygınlaşmış bir
şekilde kullanılmaktadır.
Bunun yanı sıra Çin, İngiltere,
Fransa, Almanya, Hindistan ve
Norveç gibi ülkeler benzinli
ve dizel araç satışını 2030
yılına kadar yasaklayacaklarını
açıkladılar. Önde gelen büyük
araba şirketlerinin de elektrikli
çağa hibrit modelleriyle giriş
yaptıklarını görüyoruz. Bu
haberlerden yola çıkarak
petrolün geleceğini nasıl
değerlendiriyorsunuz? Petrol
Ofisi’nin elektrikli araçlar için
yeni yatırımları olacak mı?
Elektrikli veya alternatif yakıtlı
araçların tarihi bir perspektifte
tabii ki yaygınlaşacağını öngörmek
lazım ancak bana kalırsa özellikle
elektrikli araçlardaki bu gelişim
bazı ön şartlar yerine gelmedikçe
düşünüldüğü kadar hızlı
gerçekleşemeyecektir. Elektrikli
araçların bugünkü teknoloji
çerçevesinde en büyük sorunu
batarya teknolojileridir. Çünkü
bu bataryaların üretiminde bazı
elementler önemli rol oynuyor.
Mesela; lityum gibi, kobalt gibi.
Bunların en fazla elde edilebildiği
kaynaklar da bugüne kadar
alışık olmadığımız şekilde, başta
Amerika Birleşik Devletleri
olmak üzere büyük güçlerin pek
fazla kontrol imkânı olmayan
ve kendilerinde bulunmayan
kaynaklar olmasıdır. Bugünkü
teknolojiler çerçevesinde evet
elektrikli araçlar, hibrit araçlar
olacak; ancak düşünüldüğü hızda
içten yanmalı motorlu olan araçları
ortadan kaldıracak bir durum
pek görünmüyor. Tabii elektrik
konusunda şunu da düşünmek
lazım; eninde sonunda bu fosil
yakıtlara karşı verilen bir savaş
gibi düşünülüyor veya bunun
sürdürülebilir enerjiyle bağlantısı
kuruluyor. Buna karşın elektrik
üretiminde de sürdürülebilir
12
elektrik üretim kaynaklarının
kullanım oranları henüz düşük
seviyededir. Bu nedenle elektrikli
araçlar konusunda söylediğim
teknolojik gelişmeler olmadıkça
istenilen sayılara gelinebilmesinin
daha uzun vadede olacağını
düşünüyorum. Bu da bana şunu
söyletiyor; evet, elektrikli araçlar
veya alternatif yakıtlı araçlar tabii
ki olacaktır. Fakat daha şu anda
bazı kesimlerin düşündüğünün
çok ötesindeki bir zamana kadar
da fosil yakıtların, akaryakıtın
yani içten yanmalı motorların
gündemde olduğunu hep beraber
görmeye devam edeceğiz.
Dünyayı tehdit eden küresel
salgında ekonomide ayakta
kalmak ve üretime devam etmek
isteyen sektörlere destek amaçlı
“Online Sınıf Teknik Eğitimler”
projesini hayata geçirerek bu zor
süreçte bir örnek aynı zamanda
bir yol oldunuz. Süreç nasıl
işliyor? Ne gibi dönüşler aldınız?
Petrol Ofisi, iyi günde olduğu
gibi kötü günde de ülkesinin,
paydaşlarının, müşterilerinin hep
yanındadır. Dünya ve ülkemiz, her
açıdan zorlu bir süreç geçiriyor.
Bu süreçte biz de paydaşlarımız
ile online platformlarda çeşitli
projelere imza attık.
Ülkemizdeki ilk vaka açıklanarak
pandemi sürecinin başlamasıyla
birlikte, hızla harekete geçerek
müşterilerimizi desteklemek
amacıyla 'Online Sınıf Teknik
Eğitimler’ projemizi başlattık. Bu
doğrultuda verdiğimiz eğitimler
her sektörü kapsıyor. Online
eğitimlerimizin kapsamı açısından
bir örnek vermek gerekirse 36
çalışanımıza 500’e yakın kez
eğitim verdik. Ya da bir kurumsal
müşterimizin 60 çalışanı, bizden
5 gün boyunca farklı eğitimler
aldı. Türkiye’de kurumsal
müşterilerimizle birlikte 1.000’i
aşkın fazla katılımcıya, 2.000’e
yakın eğitimler verdik. Yurtdışında
Kazakistan, Azerbaycan, Kosova ve
Yunanistan’da eğitim verdik.
Ayrıca bir başka online deneyimi
de stajyerlerimizle yaşadık.
Pandemi nedeniyle birçok şirket,
mevcut iş modellerini değiştirmek
zorunda kaldı. Sektörümüzde yine
bir ilki gerçekleştirerek, üniversite
öğrencilerinin, koronavirüs
salgını nedeniyle şirketlerin staj
programlarını iptal etmesinden
kaynaklanan mağduriyetine
yenilikçi bir çözüm sunduk. “Petrol
Ofisi İle Geleceğe Bir Adım” staj
programı tamamen online’a
taşıdık.
Bir röportajınızda pazarlama
sektöründen bahsederken
‘’Geleceği hazırlamak, bugünü iyi
analiz etmekten geçer’’ söyleminde
bulunmuştunuz. Şu an pandemi
süreci içindeyiz ve her şey çok
hızlı değişiyor. Yeni normal olarak
adlandırılan dönem için siz,
geleceğe karşı bakış açınızı ne
şekilde analiz ediyorsunuz?
Geleceği hazırlamak bugünü
hatta daha da önemlisi tarihi iyi
analiz etmekten geçer. Çünkü,
bugün yaşadıklarımızın veya
ileride yaşayacaklarımızın pek
çok yansımasını tarihte görmek
mümkündür. Pandemi esasında
tarihi olarak, 100 küsur sene evvel
başımıza gelmiş, meşhur İspanyol
gribini anımsatmaktadır. Orada
saptanan bazı şeylerin bugün
için de aynen geçerli olduğunu
görüyoruz. Demek ki, o zamanı
biraz daha iyi etüt etmiş olsak belki
de şu an içinde bulunduğumuz
pandemi döneminde daha sağlıklı
bir yaklaşım ortaya koyabilirdik.
Ama genel olarak baktığımızda
pandemininin, dünyanın ve insanlığın
geleceğinde çok önemli bir dönüm
noktası olduğunu düşünüyorum.
Şöyle ki, son 20 yılda elde edilmiş
olan teknolojik ilerlemeler, insanlığı
bir yerde kendini her şeye hâkim
hissetmesi noktasını getirmişti.
İnsanlık, her şeyin üstesinden gelir
ve her şeyin çaresini bulur gibi bir
duyguya kapılmıştı. Oysa görüyoruz
ki, toplamı iki gram gelebilecek
Covid-19 virüsü, insanlığın ne kadar
güçsüz ve ne kadar hazırlıksız
olduğunu göstermiş oldu.Şimdi
insanların bundan ders alması ve
öyle birtakım şeyleri elde etmekle
ya da birtakım şeyleri sahiplenmekle
muktedir olunamayacağını görmesi
lazım. Yani insanların her şeyi
yapabilecek güçte olduğunu
hissetmemesi gerektiğini öğrenmesi
gerekiyor. Çünkü, baktığınızda, işin
temelinde insanlık yatıyor. Biz, bütün
insanlar bu gelişimler çerçevesinde
biraz bencilliğe ve ben odaklı olmaya
yönelmiştik. Ama gördük ki, bu
pandemi döneminde hiç de öyle
değilmiş. Meğer mühim olan bizler
değilmişiz.
Bunun yanında birtakım başarıların
veya elde edinimlerin sonucunda
bazı insanlar kendilerini ayrıcalıklı
ve fazla güçlü hissetmeye
başlamışlardı. Oysa gelinen noktada
şunun iyi tespit edilmiş olması
lazım; ne yaşta, hangi ırkta, hangi
dinde, hangi pozisyonda olursanız
olun Covid-19 tercih yapmıyor. O
noktada hepimiz aynı düzeyde ve
eşitiz. Herkesin insanlık bazında,
bir düzeyde ve eşit olduğunu
unutmamak lazım. Pandemi,
toplumsal bir gayretle ve karşılıklı
saygı çerçevesinde davranılırsa
ortadan kalkabilecek gibi görünüyor.
Bu yüzden de bireysellikten öte
toplum bilinciyle hareket etmek,
kendine gösterdiği özeni yanındaki
insana da gösterebilmek ve ona
saygı duyma ekseninde hepimizin
bir arada olması önem taşıyor.
Bunun aynı zamanda iş hayatına
da çok büyük etkileri olacaktır.
Dijital toplantılar, evden çalışma
yöntemleri… Bugüne kadar hep sözü
ediliyordu ve bunu yapabilen, bunu
başarabilen şirketler fevkalade takdir
görüyorlardı. Bugün artık siz hele
ki belirli bir boyutun üstünde bir
şirketseniz, evden çalışma modelleri
ile veyahut dijital ortamlarda birtakım
işleri çözmeye yönelmezseniz, zaten
ayakta kalamıyorsunuz. Pandemiden
sonra da bunların devam edeceğini
düşünüyorum. Bunun kalıcı bir
şekilde iş hayatını değiştireceğine
veya yeniden şekillendireceğine
inanıyorum.
Ama tüm bunların ötesinde
felsefi bağlamda çok daha büyük
bir değişiklik olacaktır. O da şu;
pandemiden dolayı herkesin birincil
olarak, sadece normal bir insan
olduğunu hatırlaması ve bunu da
içine sindirmesi lazım. İşte bu aynı
şekilde iş hayatına da yansıyacaktır.
Bunu biz şu şekilde göreceğiz;
suni birtakım hiyerarşik kodlar,
davranışlar ortadan kalkacaktır.
Bu iş hayatında hiyerarşik ve suni
duvarların yıkılması anlamına geliyor.
Dolayısıyla geleceğin iş dünyası;
daha eşit düzeyde, tabii ki aradaki
saygı ve pozisyon farkından doğan
ast-üst ilişkisini bozmadan ama daha
samimi, daha içten, daha birbirini
dinleyerek çalışacak.
Son olarak, Türkiye petrol piyasasını
rekabete açıklık, şeffaflık, ürün
ve hizmet kalitesi gibi unsurlarla
değerlendirdiğinizde neler
söylemek istersiniz?
Türkiye’de, istasyonlar dünyada
örnek gösterilecek standartlara
erişmiştir. Türkiye’nin kanayan yarası
olan akaryakıt kaçakçılığı denilen,
düzgün oyuncuların hiçbirinin arzu
etmediği faaliyetler bugün ortadan
kalkmıştır. Türkiye, dünyada bir ilki
başarmıştır. Bütün akaryakıt dağıtım
zincirini üretildiği veya Türkiye’ye
girdiği noktadan, hangi plakalı araca
doldurulduğuna kadar online, ontime
olarak izleyen tek ülkedir.
Gelelim hizmet kalitesine; özellikle
Avrupa ülkelerine gittiğinizde
istasyonlara bakın. Hizmet unsurunu
tamamen ortadan kaldırdılar, hepsi
self servis oldu. Ama baktığınız
zaman hem istasyon görüntüleri hem
erişebilirlikleri bizim ülkemizden
13
geridir. Yani biz, tüketici olarak
Türkiye’de hakikaten güzel bir lüksü
yaşıyoruz. Akaryakıt istasyonlarımız
şapka çıkartılacak cinstendir. Hepsi
demiyorum tabii ki kötüsü de var.
Türk insanı hizmet almaya da hizmet
vermeye de yatkındır. Bugün artık
yakıt istasyonları acil ihtiyaçların
karşılanabildiği türlü çeşitli ürünün
bulunabildiği bir nevi mikro sosyal
merkezler haline dönüştü ve sadece
yakıt istasyonu hüviyetinden çıktı.
Yani artık yakıt istasyonları sadece
araçların enerji kaynağı ihtiyaçlarını
karşılamak durumunda bulunan
merkezler değil, gece gündüz
hizmet veren ve yakıt dışı pek
çok acil ihtiyacın karşılanabildiği
merkezler olarak işlev görüyorlar.
Dolayısıyla biz de Petrol Ofisi olarak
hem bayilerimize yeni gelirler
yaratmak hem de istasyonlarımızı
müşteriler/misafirler için daha cazip
kılacak yakıt dışı ihtiyaçlarının da
temin edilebildiği merkezler haline
dönüştürdük. Bizim istasyonlarımızda
Western Union ile para transferi
yapabilir, Hepsiburada siparişlerinizi
teslim alabilir, Tchibo ve Kap Bi’Tat
markamız ile yiyecek ve içecek
ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz.
DEĞİŞEN DÜNYADA
FMCG SEKTÖRÜ
YAZI:
ELIF KAYPAK
Coca-Cola Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya
İş Birimi Pazarlama Direktörü
Aslında FMCG değişmedi. Markalar da. Ancak markaların tüketicilere ulaşımı ve iletişiminde
değişim oldu. Yani, satış kanallarındaki değişimler ve markaların iletişim stratejilerinden söz
ediyorum. Bu değişimler hayatımıza yeni girmedi, bir süredir ufukta görebiliyorduk. Ama
değişim öyle çabuk ivmelendi ki, önümüzdeki 3-5 yıl içinde olacaklar 6 ayda hızlandırılmış
olarak karşımıza çıktı.
alması gibi. Online alışveriş trendindeki artış,
hazır giyim ve teknoloji için zaten önemliyken
evlerimizden çıkamadığımız zamanlarda market
alışverişlerimiz de ayağımıza kadar geldi.
Bizler normalde marketlerdeki raf ve teşhir
düzenlerine, teknolojilerine hâkimken birdenbire
ve oldukça hızlı bir şekilde e-ticaret rafları ve
promosyonları düşünmeye başladık, tasarladık
ve tüketiciye sunduk. Aslında, FMCG şirketleri
bu yeni kanala çok da hızlı adapte oldu. Tam
burada veri kullanımı devreye girdi. Satın alan
tüketiciyi tanıyorduk. Hangi markaları sevdiğini,
hangi promosyon veya paketleri satın aldığını
anlık datayla görüp seçenekler sunabildik. Her
şeyin normale döndüğünü düşünsek bile bu
alışkanlıkların devam edeceğini öngörüyoruz.
Belki hepsi değil ama büyük bir kısmı
hayatımızın parçası olmaya devam edecek.
ANLAMLI MARKA BÜYÜKTÜR MARKA REKLAMI.
KONUŞMADAN ÖNCE YAPMAK. GERÇEK INSAN IÇ
GÖRÜSÜYLE MARKA DEĞERI YARATMAK.
“DJITALLEŞME, E-TICARET VE VERI”
KULLANIMINDAKI ARTIŞ ÇARPICI !
Dijital medya kanallarının reklam iletişiminde
kullanımında çeşitlenme, yeni kanallar ve
yöntemler gözlemledik; Instagram canlı
yayınlarından Tiktok fenomenliğinin bir
meslek haline gelmesi ve bu mecraların marka
iletişimlerinde eskisinden daha fazla yer
Son yıllarda yapılan tüm araştırmalar aynı
şeyleri söylüyor. İnsanlar, özellikle de yeni gelen
jenerasyon, markaların anlamına, hayata veya
dünyaya kattığı değere önem veriyor. Üstelik
bunu sadece sözle ya da reklamla yapması
yetmiyor. Aldığı kararların, verdiği sözlerin
arkasında durup durmadığı ya da konuyla ilgili
bir aksiyon alıp almadığı önem kazandı. Bu da
beklenen bir gelişmeydi. Ama yine pandemi
ile birlikte markaların daha cesur ve daha
kararlı olmaları ve ne yaptıklarını transparan bir
biçimde ortaya koymaları kritik bir hale geldi.
Daha önce de bahsettiğim gibi, önümüzdeki
14
dönemlerde hayatımıza girmesini beklediğimiz
bir trend, pandemi nedeniyle daha sert ve hızlı
bir zamanlamayla hayatımıza girdi.
Biz bu yıl pandemi dönemi ve sonrası için
Coca-Cola markası olarak “Aç Kendini Hayata”
isimli, hem marka aksiyonunu hem de iletişimi
kapsayan bir kampanya hayata geçirdik. İçinden
geçtiğimiz kültürel ve sosyal değişim dönemini
ele alan kampanyamız, ödüllü sanatçı George
The Poet’in Coca-Cola için özel olarak kaleme
aldığı, değişime dair etkileyici bir manifesto
ile başladı. Karantina döneminde keşfedilen
yeni olasılıklar vaadi üzerine kurulu olan
manifesto, bizleri “kendimizi hayata açmaya”,
etrafımızda bulunan her şey için minnettar
olmaya ve bunların değerini bilmeye davet
etti. Yani, kampanyamız normale ‘geri’ dönmek
zorunda olmadığımız inancı üzerine kuruluydu.
Pandeminin hayatımızda yarattığı değişikliklerle
birlikte ortaya çıkan yeni değerleri keşfetmemizi
ve bunların farkına varmamızı destekledi.
Kendimizi hayata açarak ve hepimiz ileri doğru
hareket ederek dünyayı hem daha farklı hem de
daha iyi bir hale getirebiliriz dedik. Kampanya,
aynı zamanda kapılarını müşterilerine yeniden
açan kafe ve restoranlardan oluşan yeme-içme
sektörüne tanıtım desteği başta olmak üzere;
bu zor dönemde, sektöre destek olmayı da
kapsıyordu. Bu kapsamda; yeme-içme sektörünü
desteklemek hedefiyle temmuz ayından bu
yana müşterileriyle yeniden buluşan 500’ü
aşkın küçük restoran ile yerel zincire Google
Programatik Ağı üzerinden tanıtım desteği
verdik. Yine yeme-içme sektöründe hizmet
sunan işletmeleri destekleme hedefiyle “1 Menü
Alana 1 Menü Hediye” ve toplam 1.5 milyon
kişiye sevdikleri Coca-Cola tatlarını hediye
eden “Bu Coca- Cola Bizden” kampanyasını
başlattık. Müşterileriyle yeniden buluşan küçük
yerel işletmelere dağıtılmak üzere toplam 17
bin hijyen kiti hazırladık. Dezenfektan, maske,
eldiven ve bilgilendirme broşürünün yer aldığı
kitleri Türkiye genelinde toplam 12 bin noktaya
ulaştırdık. Pandeminin başladığı ilk dönemde
de, 15 binden fazla yeme-içme hizmeti
sektörü çalışanına temel gıda ihtiyaçlarını
karşılayabilmeleri için “Ahbap Derneği”
aracılığıyla alışveriş kartı desteği sağladık.
“Aç Kendini Hayata”, toplumun her kesimine
seslenen bir kampanya oldu. Reklam filmimiz ile
yaptığımız lansmanımızı yıl boyunca süren ve
2021 yılına kadar da devam eden aralıksız bir
dizi pazar içi aktivite takip etti. Bunların çoğu,
ekosistemimizin can damarı olan ve kapılarını
yeniden açmaya başlayan yerel otel, kafe ve
restoranların desteklenmesine odaklandı.
SILOLARDAN AYRILMAK ZORUNDAYIZ. DAHA
KOORDINELI, AĞ BAĞLANTILI BIRLIKTE ÇALIŞMA VE
UZAKTAN ÇALIŞMA DÜZENINE ADAPTE OLACAĞIZ.
Aylardır ofisler kapalı. Birçok şirket uzaktan
çalışma sistemini benimsedi. Toplantılar
internet üzerinden yapılmaya başlandı,
seyahatler iptal edildi. İş hayatımızı ekran
15
üzerinden yürütüyoruz. Bence, bu dönemde
birbirine güvenmenin, dayanışma içinde ve
koordineli çalışmanın önemini, mükemmel
olmasa da ya da yeterince kaynak olmasa da
işlerin yürüyebileceğini gördük. Ben kendi
adıma ileride daha az seyahat edeceğimizi
düşünüyorum. Ofiste bulunma saatleri daha
esnek olacak. Önemli olan işleri zamanında
ortaya koyabilmekse bu kadar trafik ve seyahat
zahmetine ne gerek var, değil mi?
Pandemi öncesi bir markamıza reklam
kampanyası hazırlarken defalarca ajanslarla
toplantılar yapılırdı. Prodüksiyon öncesi bir
araya gelinir; dekor, oyuncu, kıyafet vs seçimleri
yapardık. Çekimlerimiz bazen 2-3 gün sürerdi.
Ekipler setlerde uzun uzun vakit geçirirdi. Bir
çekim için 3-5 kişi seyahat ederdi.
Karantina dönemine girerken, bu dönemde
çekeceğimiz reklam filmleriyle ilgili oldukça
endişeli zamanlar geçirdik. Sonunda ne
oldu biliyor musunuz? Azerbaycan’da bir
reklam filmi çektik, ajansımızla birlikte. Tüm
çekimleri, evlerimizde ayrı ayrı çalışarak
online gerçekleştirdik. Hem de yönetmenin
Bakü’deki kameramanına bağlanarak. Bunu
yapabileceğimizi bile bilmiyorduk pandemi
öncesi. Pazarlama sektöründe çalışanların
hayatında, bu örneklerin çok artacağını
düşünüyorum.
Birçok arkadaşımız, aramıza yeni katıldığında
ofisimiz kapalıydı. Laptopları evlerine gönderildi
ve online olarak işe başladılar. Takımın bir
parçası olmak, kültüre alışmak belki normalden
daha fazla zaman aldı ama oldu. Herkes yolunu
buldu.
Bu dönemde çalışanların şirkete bağlılığını ve
motivasyonunu yüksek tutabilmek de büyük bir
sorumluluk ve çaba gerektirdi. Şirketler farklı
yöntemler bulmaya ve daha yaratıcı olmaya
zorlandı; ne mutlu ki olanaksızlıklardan yaratıcı
fikirler çıktı. Bence bu değişen, çalışan-şirket
ilişkisi dengesi de kalıcı olacak.
VIZYONER LIDERLERE IHTIYAÇ VARDI. BU
DÖNEMDE ÇOK DAHA NET ANLAŞILDI.
Pandemi döneminin en büyük kazançlarından
birisi de liderlik özelliklerinin öneminin ortaya
çıkması oldu. Daha uzak görüşlü, sakin, kriz
yönetebilme ve ekiplerini yetkilendirebilme
yeteneğine sahip liderlerin şirketleri ve
markaları, bu süreçte kazançlı çıktı. Diğer
markalara da örnek oldular. Bu tip liderler,
Vizyoner liderlere ihtiyaç vardı.
Bu dönemde çok daha net anlaşıldı.
insan psikolojisinden anlayan, tüketici iç
görüsünü iyi okuyan liderlerdi ve markalarının
sesini, aksiyonlarını, iletişimlerini çeviklikle
yönlendirdiler. Pandemiyle birlikte, değişen
ortama ve insana uyum sağlayabilmenin çok
önemli bir meziyet olduğunu daha iyi anladık.
İletişimde uyum sağlayabilmek, satın alma
gücüne uyum sağlayabilmek, verilen hizmet
ve ürünle uyum sağlayabilmek... Yani, uyum
sağlayabilme etkisi diye bir çarpan önem
kazandı iş hayatında. Şirketler bu özellikteki
pazarlama liderleriyle devam etmeye ve bu
tip liderler seçmeye devam edecekler. Çünkü
krizler bitmeyecek. Değişim bitmeyecek.
Büyük gemileri, kararlı manevralarıyla fırtınalı
denizlerden kıyıya getirmeyi başaran liderlere
ihtiyaç olduğu çok net biçimde anlaşıldı.
Bu hafta Spencer Stuart’ın CMO’lar üzerinde
yaptığı bir araştırmayı okudum. Yeni dönem
CMO’ları için olmazsa olmaz 5 özelliği
anlatmış. Çok beğendim ve sanırım özellikle
bu dönemden güçlü çıkan markaların liderleri
mutlaka bu özelliklere sahip kişilerdir. Bence,
yeni dönemde de liderlerde bu özellikler
aranacak:
Merak ve çevikliğe sahip olma
Bağlantı kurabilme ve uyumlu çalışabilme
Dinleme yeteneği ve ekiplerini yetkilendirme
Hızlı ve etkili kararlar alabilme
Cesur ve ilham verici bir hikâye anlatıcısı olma
Zor bir dönem yaşıyoruz ve bu dönemin daha
sonuna gelmedik. İş yapışımıza, markalarımızın
konumlamasına, insan doğasına dair çok şey
öğrendik; hala da öğreniyoruz. Asla yapamayız
dediğimiz şeyleri yaptık. Yaratıcı çözümler
bulmayı öğrendik. Hem işimize hem hayatımıza
dair önemli kararlar aldık, değişiklikler yaptık.
Bunların çoğu devam edecek. Ben kendi adıma
büyük bir değişim yaşadığıma inanıyorum; kişisel
olarak da bir pazarlama yöneticisi olarak da.
Zorlukları unutup, öğrendiklerimi yanıma alıp
yola devam ediyorum.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
16
17
VIRÜS SONRASI
KÜRESEL EKONOMI
YAZI:
GÜVEN SAK
Ekonomist ve Akademisyen
Dünyada salgın sebebiyle insanlardan sonra en büyük hasarı belki de ekonomi aldı. Artık
hepimiz hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını çok iyi biliyoruz ama hepimiz ekonomiyi
eski haline yakın bir konuma getirmek için çabalıyoruz. Artık yeni düzeni olan bu dünyada
ekonomi için en doğru adımları atmak istiyoruz. Peki yeni dünya düzeninde bizi nelerin
beklediğinden haberimiz var mı?
Aslında benden “yeni dünya düzeninde ekonomi” konulu bir yazı yazmam istendiğini gayet iyi biliyorum.
Ama doğrusu o başlığı çok iddialı bulduğumu ifade ederek başlayayım. Önceki döneme benzemeyen bir
dönem olacağı açıklıkla ortada ama esasen virüsten önce etkili olan mega trendlerin belirleyici olacağı
bir dönem olacak bu “yeni dünya düzeni” sonuçta. Meseleye 9/11 sonrasında, uçağa binerken getirilen
ek güvenlik önlemlerini düşünerek yaklaşmakta fayda var. Ne oldu? Ticari yolcu uçaklarının bir saldırı
aracı olarak kullanılması sonrasında uçakla seyahate eskisi gibi devam ettik. Pilot kabini kapısına kilit
koymaktan, havaalanındaki ek güvenlik önlemlerine bir dizi can sıkıcı ama gerekli tedbir alarak elbette.
Bana yine öyle olacak gibi geliyor doğrusu.
Peki, virüs sonrası toparlanma döneminde küresel ekonomi nasıl bir seyir izler? Doğrusu, hadiseye
beş temel mega trend çerçevesinde bakmakta fayda var gibi geliyor bana. Birincisi, Amerika ve Avrupa
Birliği, dünyanın toplam milli gelirinin yüzde 43’ünü üretiyorlar bugün itibariyle. Bu oran daha 2013
yılında yüzde 50 düzeyindeydi. Şimdi artık yarıdan az. Batı’nın toplamdaki payı azalırken, Doğu’nun ki
artıyor. Doğu diyorsam, Çin ve etrafındaki ülkelerden bahsediyorum. Bu anlamda küreselleşme süreci
virüs sonrası toparlanma da değişir mi? Hayır. Karşılıklı etkileşim bitmez. Kimse kimseyi yok etmez ama
karşılıklı etkileşimin biçimi değişebilir.
Amerika ve Çin arasındaki sorunlar, üretimin ve tüketimin Doğu’ya doğru kayması konusunda değil benim
gördüğüm. Daha çok bundan sonra ağırlığı artacak, veri yönetimi konusunda derin bir görüş ayrılığı var
ortada. Veriler kamu mülkiyetinde mi olacak, özel mülkiyette mi meselesi bu daha çok.
İkinci mega trend, demografik değişim süreci. Güney’de genç nüfus ve Kuzey’de yaşlanan nüfus söz
konusu. Türkiye, artık yaşlanmakta olan ülkelerden biri. Çin ise geçmişin tek çocuk politikası nedeniyle
en hızlı yaşlanacak olan ülkelerden bir tanesi. Yaşlanan nüfus, azalan çalışma çağında nüfus ve
yavaşlayan büyüme manasına geliyor. Güneydeki genç nüfusa yatırım yapılmadığı için ülkeler arası göçler
azalmayacak, artacak. Burada bir değişiklik var mı? Yok.
Üçüncü mega trend, iklim değişikliği kaynaklı. Dünyayı hoyrat bir biçimde kullanıp, dengesini
bozduğumuz için bir dizi değişiklik beklemek gerekiyor. Özellikle bizim bulunduğumuz coğrafyada
iki mega trend görünüyor. Bunlardan biri, azalan su kaynakları ve tarım toprakları nedeniyle ortaya
çıkacak değişiklikler. İkincisi ise tek bir doğal kaynağa, petrole dayalı pek çok ülkenin varlığı ve azalan
petrol tüketimi nedeniyle, etrafımızdaki birçok ülkenin iş planını kaybedecek olması: Rusya’dan Suudi
Arabistan’a. Burada bir değişiklik olma olasılığı var mı yeni dönemde? Hayır.
18
Dördüncü mega trend, yeni teknolojik devrim
süreciydi. Sanayi 4.0’dan ne uzun bir süredir
bahsediyorduk. Virüsle birlikte yaşadığımız
şu dönem, yeni teknolojilerin büyük bir hızla
günlük hayatımızı kaplamaya başladığı bir dönem
oldu. Uzaktan çalışmadan uzaktan eğitime ve
alışverişe, hızlanan dijitalleşme ve robotlaşma
süreci içindeyiz. Dijitalleşme açısından bu
bir yıl, on yıllık bir değişim getirdi. Pandemi
ortamına yeni teknolojiler sayesinde hızla uyum
sağladık. Burada bir değişiklik var mı? Evet. Yeni
teknolojilerin bu dünyada yaşamımızı ne kadar
kolaylaştırabileceğini doğrusu yaşayarak öğrendik.
Sanayi 5,0 bu öğrendiklerimizi yansıtacak.
Gezegenimizin insan çağında (Antroposen)
yalnızca gelişmenin bize getirdiği refaha değil, o
gelişmenin gezegenimize maliyetine de bakacağız.
UNDP’nin 2020 İnsani Gelişme Raporu bu
konudaydı.
Beşincisi, virüs sonrası toparlanma, kamu eliyle
tasarlanmış yeşil dönüşüm programlarına dayalı
olacak. Sanayi 5.0, bir nevi. Yeni dönemin en
yeni mega trendi işte tam da bu. Nedir? Yeni
teknolojileri, karbon bazlı olmayan bir büyüme
için eski sektörlere uyarlayacağız. AB’de Yeşil
Mutabakat dedikleri esasen bu.
Burada iki husus öne çıkıyor aslında. Birincisi,
virüs sonrası toparlanma için ne yaptığını
bilen bir kamu idaresine ihtiyacımız var. Öyle
anlaşılıyor ki, bu toparlanma dönemi kamu eliyle
ve kamu yatırımları ile yönlendirilecek. Kolay
mı? Zor. İkincisi ise virüs sonrası toparlanma
döneminde, tek tek şirketlere bırakılırsa,
istihdamda çok daha yavaş bir toparlanma
beklemek gerekiyor. Daha kapsamlı bir yapısal
reform sürecine ihtiyacımız olacak.
Virüsle birlikte yaşamak bize işbirliğinin
rekabetten daha hayırlı olduğunu şimdilik
öğretmiş gibi görünüyor. Ben bunun bu dönemin
en temel kazanımlarından biri olduğunu
düşünüyorum doğrusu. Neyi öğrendik? Tek ülkede
bu virüsü yenmenin hiçbir manası olmadığını
öğrendik. İşi burada kontrol altına alsanız
bile, yandaki ülkede beceriksiz yöneticiler aşı
kampanyalarını örgütleyemiyorsa, etkili mücadele
veremiyorsa; virüsün mutasyona uğramaya devam
etmesi, sizin aşı dâhil aldığınız tedbirleri geçersiz
hale getirebiliyor. Bu da üçüncü nokta ileriye
doğru bakıldığında.
Ortada küresel bir felaket var ve ancak
küresel işbirliği ile çok taraflı bir mutabakat ile
çözülebilir. Virüs sonrası toparlanma döneminde
de yeşil gündemi uygularken de yoğun küresel iş
birliğine ihtiyacımız olacak. Her şerden bir hayır
çıkar diye bakıyorsanız, işte size bir hayır.
Peki, bize düşen nedir? Bana sorarsanız, öncelikle
yapılması gereken son derece basit bir adım var.
Türkiye’nin küresel rekabette geri düşmemek
için, bir an önce kendi yeşil dönüşüm programını
tasarlaması gerekiyor. Aksi takdirde, Batı yeni
teknolojileri eski sektörlere uyarlarken, biz bir
kez daha kenardan bakıyor olacağız. Halbuki bunu
hak etmiyoruz. Bu bir.
İkincisi, Türkiye’nin öncelikle, kumda oynamayı
bırakıp, hala onaylamadığı Paris İklim Anlaşması’nı
bir an önce Meclis’ten geçirip onaylaması
gerekiyor. Anlaşmanın dışında kalan ülkeler ligi
Türkiye’ye yakışmıyor doğrusu.
G20 içinde anlaşmayı imzaladığı halde
onaylamayan tek ülke Türkiye. Kimlerle aynı
listede olduğumuzu da yineleyeyim: İran, Irak,
Yemen, Güney Sudan, Eritre, Libya ve bir de
Türkiye. Arada bir hidrokarbon lobisinin dediği
gibi mevcut anlaşma nedeniyle Türkiye’nin olası
bir finansal katkı sağlama yükümlülüğü de yok. Bu
da ikinci nokta.
Üçüncüsü, Enerji Bakanlığı’nın artık hem de ithal
kömüre dayalı yeni termik santral projelerinin
tamamını artık iptal etmesi gerekiyor. Hem de
hemen.
Halihazırda inşa halinde olan 9 termik santral
var. Bunlar içinde 2015 yılında elektrik üretim
lisansı alınmış ve halen yapımı devam eden Adana
Yumurtalık’taki Hunutlu Termik Santrali’nin ithal
kömüre dayalı ve işletmeye geçtiğinde en önemli
değişken maliyeti, Çin’den ithal edilecek kömür
olacak.
Enerji piyasasında gelişen yeni teknolojilerin
önemi, yeşil dönüşüm ile iklim değişikliğinin
dayattığı sürdürülebilir kaynak kullanımı
ve ödemeler dengesindeki olumsuz etkiler
düşünüldüğünde ithal kömüre dayalı termik
santrallerinin yapımı hemen durdurulmalı. Hele
ki Adana gibi Türkiye’nin en değerli ovalarından
birinde.
Malum, işe bir yerden başlamak lazım. Virüs
sonrası toparlanma döneminde neyin iyi neyin
kötü olduğunu ülkemiz açısından şimdiden tespit
etmekte fayda var.
19
RÖPORTAJ
İLETİŞİM HİZMETİNİ YENİLİK
İLE ZENGİNLEŞTİREN
YÖNETİCİ:
MURAT ERKAN
"Eğer bir şeyleri başarmaya yeterince
cesaretiniz varsa; şartlar ne olursa olsun
mevcut koşulları kabul edip, hedefinize
ulaşmak için çalışmaya başlayabiliyorsunuz."
İş hayatına yeni adım atan
gençlere destek sağlayan
ve cesaretin önemini
her zaman dile getiren;
Türkiye’de iletişim
alanında en büyük
marka olan Turkcell
CEO’su Murat Erkan ile
ilham verici bir röportaj
gerçekleştirdik.
Dünyanın sayılı üniversiteleri
arasında yer alan Harvard'da
Stratejik Pazarlama Programı
eğitimi aldınız. Aynı zamanda
Türkiye'nin ilk "Sistem Mühendisi"
olarak Cisco Türkiye’de
görev yaptınız. Şu anda da
Turkcell’in CEO’su olarak görev
yapıyorsunuz. Bizlere hem
bu süreçlerden hem de biraz
kendinizden bahsedebilir misiniz?
Yıldız Teknik Üniversitesi
Elektronik ve Haberleşme
Mühendisliği Bölümü mezunuyum.
Daha sonra, sizin de belirttiğiniz
gibi Harvard Business School’da
Stratejik Pazarlama Programı’nı
tamamladım. Profesyonel iş
hayatıma Toshiba’da başladım.
Sonrasında Biltam Mühendislik’te
Uygulama Mühendisi olarak
çalıştım. Ardından Türkiye’nin
ilk “Sistem Mühendisi” olarak
Cisco Türkiye’de görev aldım.
10 yıl boyunca Cisco Systems
bünyesinde Teknoloji, Satış, İş
Geliştirme ve Kanal Yönetiminden
Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı
olarak çalıştım.
Cisco sonrası Aneltech’te,
telekom, mobil, ICT, savunma
sanayi ve endüstriyel ürünler
sektörlerine yönelik çözümlerin
“İş Birimi Yöneticiliği” görevini
üstlendim. Haziran 2008’de
Turkcell’e “Superonline Genel
Müdürü” olarak katıldım.
Aralıksız yedi yılı aşkın bu görevi
yürüttükten sonra “Turkcell
Satıştan Sorumlu Genel Müdür
Yardımcısı” olarak çalıştım. Bu
görevde keyifle geçen 4 yılın
ardından “Turkcell Genel Müdürü”
olarak göreve geldim. 15 Mart
2019 tarihinden bu yana Turkcell
Genel Müdürü olarak görevimi
sürdürüyorum. Uzun yıllardır
Turkcell Grubu’nda görev yapan
biri olarak şirket içinden atanan ilk
genel müdür oldum.
Bir röportajınızda çok uluslu bir
şirket olan Cisco’da çalıştığınız
zamanlarda Türkiye’deki 3
çalışandan biri olduğunuzu ve
işe girdiğiniz sırada Cisco’nun
sıfıra yakın ciroyla işe başladığını
söylüyorsunuz. Yeni bir oluşum
olması sizi korkutmadı mı?
Bu şekilde bir oluşum içinde
bulunmaya nasıl karar verdiniz?
Üniversite yıllarımdan beri yeni
teknolojileri öğrenmekten büyük
heyecan duyuyorum. Gün geçtikçe
yeni şeyler başaracak olmanın
heyecanı da beni motive eden
diğer bir unsur oldu. Tabii ki işe
kabul edilmek için sahip olduğum
donanımın yanı sıra güçlü
iletişim özelliklerimin de kararımı
kolaylaştırdığını söyleyebilirim.
Eğer bir şeyleri başarmaya
yeterince cesaretiniz varsa; şartlar
ne olursa olsun mevcut koşulları
kabul edip, hedefinize ulaşmak
için çalışmaya başlayabiliyorsunuz.
Turkcell olarak e-SIM alanında
Ar-Ge anlamında çalışmaya
başlayan ilk telekomünikasyon
şirketi olarak faaliyet
göstermektesiniz. Yerli teknoloji
ile Türkiye’ye özel geliştirilen
e-SIM uygulamasından bahseder
misiniz? Bu uygulamanın
kullanıcılara ne gibi avantajlar
sağlayacağını düşünüyorsunuz?
Turkcell olarak en yeni teknolojileri
ülke insanın kullanımına sunmak
için çalışmalarımızı aralıksız
olarak sürdürüyoruz. Bunlardan
bir tanesi de e-SIM. Dünya
Mobil Operatörler Birliği (GSMA)
tarafından ilk olarak 2015 yılında
teknik çalışmaları başlatılan
e-SIM, yaklaşık 4 yıldır bizim de
gündemimizde olan bir konu.
Burada 2015 yılından bu yana
yeni yeteneklerin standartlarının
spesifikasyon çalışmalarında dahi
yer alarak, konu hakkında pek
çok deneysel AR-GE çalışması
gerçekleştirdik. e-SIM özelinde
makineler arası iletişim/nesnelerin
interneti alanında daha büyük
bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.
e-SIM teknolojisiyle birlikte ticaret
amaçlı ülke değiştiren araçlar,
arabalar ve diğer her türlü mobil
cihaz, iş amacına uygun şekilde
kolaylıkla dinamik olarak farklı
lokal işletmecilerden hizmet alıyor
olabilecek.
Bu teknolojinin önümüzdeki
dönemde giderek daha çok
yaygınlaşmasını bekliyoruz.
Sadece 2018’de dünya çapında
360 milyon e-SIM destekli
cihaz üretildi. Bu rakamın 2025
yılında 2 milyara kadar çıkacağı
öngörülüyor. Mühendislerimizin
bu alanda geliştirdiği çözümler
ile Turkcell olarak e-SIM’e tüm
yönleriyle hazırız.
21
2020’nin ilk 6 ayında nPerf
uygulaması ile Türkiye’de 67115
test gerçekleştirildi ve bu testler
sonucunda en iyi performansı
sergileyen operatörün Turkcell
olduğu görüldü. Bu istikrarlı
büyümenin sırrı sizce nedir? Görev
süreniz boyunca hedeflerinizi ne
denli gerçekleştirdiniz ve gelecek
hedefleriniz nelerdir?
İstikrarlı büyümedeki en büyük
farkımız altyapımıza yaptığımız
yatırım. Bugünleri düşünerek
mobilde 1.4 Gbps, sabit tarafta
ise 10 Gbps hızları destekleyen
dünyanın en iyi internet
altyapılarından birini ülkemize
kazandırdık. .
Türkiye’nin Turkcell’i olarak
kuruluşumuzdan bu yana, lisans
bedelleri, kule ve baz istasyonları,
fiber ekipmanları ve kazıları, veri
merkezleri, yerli ve milli dijital
ürünler de dahil olmak üzere
ülkemize 50 milyar TL’lik yatırım
yaptık ve bu yatırım her geçen
gün artıyor. Pandemi koşullarına
rağmen sadece 2020 yılında
yaptığımız yatırımların toplamı
yaklaşık 9 milyar TL seviyesine
ulaştı. Ülkemize önümüzdeki 3
senede 16 milyar TL daha yatırım
yapmayı planlıyoruz.
Türkiye’nin dijital öncüsü olarak
dünya trendlerini yakından takip
etmeye ve teknolojik altyapımıza
yaptığımız yatırımlarla bu alandaki
öncü rolümüzü sürdüreceğiz.
Bununla birlikte başarıyla
yürüttüğümüz odak alanlarımız
techfin, dijital iş servisleri ve dijital
servis alanlarında büyümeye
devam edeceğiz. Başta 5G
ve yapay zekâ olmak üzere,
robotik teknolojiler, Endüstri
4.0, nesnelerin interneti, büyük
veri, siber güvenlik ve bulut
teknolojileri yatırım yapacağımız
konular arasında yer alacak.
Yapay zeka alanında önemli AR-
GE çalışmaları yürütüyorsunuz.
Şirketinizde yemekhanede,
işe alım sürecinde hatta genel
müdürlük binanıza girerken bile
yüz tanıma teknolojisi olarak
yapay zekayı kullanıyorsunuz.
Tüm bunların yanı sıra fintech
alanında yapay zekayı daha
aktif kullanmayı ve hata payını
0’a indirip verimi maksimuma
çıkartmak istediğiniz görüyoruz.
Yapay zekaya bu denli önem
göstermenizin sebepleri ve size
sağladığı faydalar nelerdir?
Gelecek 10 yılda dünyayı
şekillendirecek teknolojilerin
birçoğu bugün Turkcell tarafından
etkin şekilde kullanılıyor. Yakın
gelecekte daha da yaygınlaşacak
teknolojilerin başında yapay zeka
teknolojisi geliyor. Bu noktada
en önemli potansiyel büyüme
alanlarından birisi de nesnelerin
yapay zekası (AIOT) olarak
adlandırılan ve yapay zekanın
nesnelerin interneti (IOT) ile
birleştiği alan. Yapay zekanın bu
alanı dönüştürmesiyle birlikte
giyilebilir teknolojiler, akıllı ev ve
akıllı şehir teknolojileri, otonom
fabrikalar ve üretim araçları gibi
akıllı endüstri çözümleriyle birlikte
çok önemli bir değişim yaşanacak.
Burada hem Türkiye’nin hem
de Turkcell’in çok büyük
bir potansiyeli olduğunu
düşünüyorum. Dijital İş Servisleri
aracılığıyla şirketlerin dijital
dönüşümüne, nesnelerin yapay
zekasının yanı sıra diğer yeni
teknolojilerle de katkı sağlamayı
sürdüreceğiz.
Turkcell olarak birçok alanda
destekleyici bir yapıya
sahipsiniz. Bizlere start-up’ları
desteklediğiniz “Büyük Ortağım”
projesinden bahsedebilir misiniz?
Turkcell 26 yıldır Türkiye’den
kazandığını ülkesine geri veren bir
şirket oldu. Biz usta-çırak ilişkisinin
önemine inanan bir şirketiz.
Başlattığımız Büyük Ortağım
programıyla ekosistemimize dahil
olan start-up’lara destek oluyoruz.
Program sayesinde ek finansman
ve iş sürekliliği imkanı elde eden
küçük firmalar, Turkcell ve büyük
iş ortaklarıyla çalışarak kurumsal
tecrübe edinirken yeni iş fırsatları
da buluyor. Başta İstanbul, Ankara
ve İzmir olmak üzere, Türkiye
genelindeki 10 farklı şehirde,
17 farklı teknokentte faaliyet
gösteren 30 start-up, geçen
yıl başlatılan “Büyük Ortağım”
programı kapsamında, Turkcell
bünyesinde büyük firmalarla
çalışma imkanı buldu.
Program kapsamına dahil olan
start-up’larla bugüne kadar 14
milyon 700 bin TL’lik anlaşma
yapıldı. Katılımcı 30 start-up
firmanın program öncesindeki
ciroları 4,1 milyon TL civarındaydı.
Çalışma sonrası bu rakam
Turkcell’in verdiği destekle 8,5
milyon TL’ye yükseldi.
Önümüzdeki dönemlerde de
ekosistemimizi zenginleştirmek
ve istihdama katkıda bulunmak
için start-up’ları desteklemeyi
sürdüreceğiz.
Turkcell Genç Yetenek
Programıyla yeni mezunları bir
eğitim sürecinden geçirdikten
sonra Turkcell’de çalışmaya kadar
uzanan imkanlar sunmaktasınız.
22
Farklı kuşaklardan çalışanlar
barındıran bir işletme olarak bu
kuşak farklılıklarını ve özellikle
milenyum kuşağıyla birlikte
çalışmayı nasıl değerlendirirsiniz?
Öncelikle kendimden örnek
vermem gerekirse; meslek
hayatımın başından bu yana işimi
hep severek yaptım. Turkcell’de
bulunduğum süre boyunca
aklımda hiçbir zaman başka bir iş
alanına ya da bir şirkete geçmek
olmadı. Yani farklı kuşakların bir
arada çalışmasını sağlayan en
önemli şey, benim de Turkcell’de
çalışmaya başladığım ilk günden
bu yana hissettiğim herkesin
benimsediği kurum kültürü
oldu. Herkeste ayrı ayrı en üst
seviyede olan ekip ruhu kuşak
farkı gözetmeksizin başarılı işler
çıkarmamıza ve motivasyonumuzu
her zaman yüksek tutmamıza aracı
oluyor.
Çalışırken stratejilerin iyi
belirlenmesi ve bunların hayata
eksiksiz geçirilmesi dışında,
ekip ruhunun ve şeffaflığın da
önemli olduğunu düşünüyorum.
Herkes aynı hedef için birlikte
hareket ediyor, birbirlerinin
istek ve heyecanlarından güç
alarak çalışıyor. Tüm bunlar iş
süreçlerinde başarılı olmamızı
sağlayan ve tüm yaştan çalışanları
kuruma bağlayan en önemli
etkenler arasında yer alıyor.
"Bir işte birlikte çalışırken
stratejilerin iyi belirlenmesi
ve bunların hayata eksiksiz
geçirilmesi dışında, ekip
ruhunun ve şeffaflığın
da önemli olduğunu
düşünüyorum."
23
EVDE MUTLU OLMAK
YAZI:
EBRU DARİP
KOÇTAŞ PAZARLAMA VE DİJİTAL KANALLARDAN SORUMLU
GENEL MÜDÜR YARDIMCISI
Pandemiyle beraber insanların evde geçirdiği süre arttı ve tüketiciler bu sürede hem yaşam alanlarını
güzelleştirmek için alışverişe yöneldiler. Bu dönemde dijital platformlarda müşterilere pürüzsüz
bir alışveriş deneyimi sunmak daha da önem kazandı. Yeni dönemde artık evin içinde, evle mutlu
olmak odakta. Koçtaş olarak biz; ev geliştirme sektöründe çözüm odaklı güzel fikirler sunan,
müşterilerimizin hızla ve kolaylıkla alışveriş yapmasına imkân tanıyan ve bu süreci keyfe dönüştüren
bir marka olma hedefiyle ilerliyoruz.
Dünyada yeni perakendenin ve çok kanallı perakendeciliğin gelişimiyle daha fazla sayıda müşteriye
dokunulan bir dönüşüm süreci yaşanıyor. Perakende sektörü dijital dönüşüm yarışında bayrağı taşıyan
sektörlerden bir tanesi. Tüm iş yapış biçimleri hızlı bir şekilde dijitalleşiyor ve dijital teknolojiler
ekseninde yeniden yapılanıyor.
Tüm dünyayla birlikte ülkemiz de Covid-19 salgını sebebiyle olağanüstü bir dönemden geçiyor. Çalışma
şekillerinden alışveriş davranışlarına kadar her alanda etkilerini derinden hissettiren bu kriz; daha
önce karşılaşmadığımız, benzerini yaşamadığımız uzun vadeli bir belirsizliğe sahip. Bir kurumun sürekli
değişen küresel bir pazarda rekabet edebilmesini sağlayan “hızlı adaptasyon yeteneği” tam da içinde
bulunduğumuz pandemi döneminde önemini tekrar gözler önüne serdi.
“Temassız ve güvenilir alışveriş özelliğiyle e-ticarette ciddi büyümeler yaşandı”
Pandemiyle karşı karşıya kaldığımızda “Şirketi şimdi kursaydık, nasıl yapılandırırdık?” sorusuna cevaplar
aradık. Nisan ayının başında her kademeden Koçtaş çalışanının geliştirdiği fikirler ile “Koçtaş 2.0”
adıyla büyük bir proje başlattık. Bu sayede, değişen müşteri beklentilerine karşılık tüm süreçlerimizi
değerlendirip birçok yenilikçi projeyi hayata geçirdik.
Bu hızlı adaptasyonumuzun, bir süredir üzerinde titizlikle
çalıştığımız çevik organizasyonumuz sayesinde mümkün olduğunu
belirtmeliyim. 21 tane çevik takımımız ve burada ürettiğimiz
çıktılar, 2020 yılında bize oldukça fayda sağladı ve bu sıkıntılı
süreci en az hasarla atlatmamıza olanak tanıdı. Önümüzdeki
dönemde de en önemli güçlerimizden biri olmaya devam edecek.
Pandemi geleceğe dönük alışveriş alışkanlıklarında ciddi bir değişim
yarattı. Müşterilerin; mağazalara gittiğinde ürün bulunurluğuna
daha çok dikkat edeceği, güvenilir markalardan alışveriş yapma
isteğinin artacağı, alışverişlerini hızlıca tamamlamak isteyeceği
ve sosyal mesafenin devam edeceği bir dönem bizleri bekliyor.
Bundan sonra da sağlıklı yaşam, hijyen ve güvenli alışveriş
hayatımızın öncelikli standartları haline gelecek.
Karantina sürecinin başlamasıyla beraber insanların evde
geçirdiği süre arttı ve tüketiciler bu sürede hem yaşam alanlarını
güzelleştirmek hem de eksikleri gidermek için alışverişe yöneldiler.
24
Daha önce dijital dünyayla ilgisi olmayan bir
kesimin de bu süreçte online kanalda aktif
rol aldığını söyleyebiliriz. Bu dönemde dijital
platformlarda müşterilere pürüzsüz bir alışveriş
deneyimi sunmak daha da önem kazandı. Burada
yaşattığınız deneyim, kullanıcının sadık bir
müşteri mi yoksa tek seferlik bir müşteri mi
olacağı konusunda oldukça önemli bir kriter
haline geldi.
“Herkes kendi evinin ustası olacak”
Ev geliştirme perakendeciliğinin lideri olarak,
2016 yılında “Dijital Dönüşüm” sürecimize start
verip, Ar-Ge merkezimizdeki iç kaynaklarımız
ile projelerimizi hayata geçirmeye başlamıştık.
Fiziksel mağazalarımızla dijital kanallarımızı
entegre etmek için yıllar önce başlattığımız
bu yolculukta emin adımlara ilerliyoruz.
Müşterimizin hangi alışveriş kanalını tercih ettiği
fark etmeksizin alışveriş deneyiminin kusursuz
olmasını sağlamak için tüm birimlerimiz entegre
bir şekilde çalışıyor. Pandemiyle birlikte dijitalin
hayatımızın vazgeçilmezi haline geldiği bu
noktada, hem iş süreçlerinin yalınlaştırılması
hem de müşteriye dokunan tüm süreçlerde hız,
esneklik ve kolaylık sağlamak her kurumun ana
öncelikleri olmalı.
2021 yılında perakendecilikte 25. yılını
dolduracak olan ve %99 bilinirliğe sahip
bir marka olarak, müşterilerimizde uzun
vadeli bir memnuniyet sağlamak için onların
davranışlarının nelerden etkilendiğini bilmeye
ve onları iyi anlamaya odaklandık. Tüm iş
yapış biçimlerimizi müşterimizi merkeze alarak
kurguluyoruz. Müşterilerimizi daha iyi anlamaya
ve bunu iş sonuçlarımıza aktarmaya yönelik
önemli bir dönüşüm süreci içerisindeyiz, tüm
iş süreçlerimizde sürekli iyileştirme çalışmaları
gerçekleştiriyoruz.
Evlerde geçen zamanın arttığı bu yeni dönemde
“herkesin kendi evinin ustası” olacağını
öngörüyoruz. Bu noktada Koçtaş Yaşayan Evler
BLOG, 154K takipçili Youtube kanalımız ve
sosyal medya hesaplarımızla yenilikçi çözümler
sunuyoruz; ilham vermeyi sürdürüyoruz.
Mağazalarımızda alanında uzman personelimiz de
müşterilerimize ihtiyaç duyacakları tüm bilgileri
sunuyor ve danışmanlık hizmeti veriyor.
Yaptığımız her işte “müşterimiz ne ister” diye
düşünmek, bizi ayrıştıracak ürün ve hizmetleri
geliştirmemize olanak tanıyor. Koçtaş olarak biz;
ev geliştirme sektöründe çözüm odaklı güzel
fikirler sunan, müşterilerimizin hızla ve kolaylıkla
alışveriş yapmasına imkân tanıyan ve bu süreci
keyfe dönüştüren bir marka olma hedefiyle
ilerliyoruz.
“Herkes kendi evinin ustası olacak”
“BU YENI DÖNEMDE ARTIK EVIN IÇINDE,
EVLE MUTLU OLMAK ODAKTA”
Yapılan araştırmalar, tüketicilerin %55’inin
ekonomik kriz karşısında markaların devletlerden
daha hızlı aksiyon alacaklarını düşündüğünü
gösteriyor. Yine tüketicilerin %62’si markaların
yaşanacak krize karşı hazırlıklı olması ve devlete
yardımcı olması gerektiği inancında (Edelman,
Trust Barometer Special Report, 2020). Toplumsal
olarak yaşanan bu zor dönemde, tüketiciler
markaların ne söylediğinden çok ne yaptığıyla
ilgileniyor. Bu noktada tüketiciyle kurulacak bağ,
her zamankinden daha önemli bir hale geldi. Bu
anlamda sosyal marka kimliğimizi güçlendirmek
için birbiri ardına adımlar atmayı sürdürüyoruz.
Sunduğumuz ürün ve hizmetlerle yaşamın olduğu
her yeri güzelleştirirken bir yandan da insana ve
topluma değer katan projeleri hayata geçiriyoruz.
Kullanıcıların şu dönemde evlerinden çıkmadan
istedikleri her şeye tek tıkla ulaşabilmeleri,
fiyat kıyaslamasını kolaylıkla yaparak avantaj
sağlamaları ve yine iadesini de aynı kolaylıkla
gerçekleştirebilmeleri çok kritik. Online
alışverişte fiziksel veya zihinsel olarak da
yorulmamak bir avantaj. Yaptığımız tüketici
analizleri de bu görüşlerimizi doğruluyor. Dijital
kanallarda önemli oranda bir artış olduğunu
görüyoruz. Dijitalin toplam satışlar içindeki payı
bu dönemde 2 sene sonrası hedeflere ulaşmış
durumda.
Bu yeni dönemde artık evin içinde, evle mutlu
olmak odakta. Evin daha güzel olması, yaşadığımız
zamanı konforlu hale getirmek, evdeki zamanın
kalitesi artık daha önemli. Müşterilerimizin
evlerindeki değişiklikler için eskisi gibi DIFM
(do it for me) yerine DIY (do it yourself) tarafına
kaydığını gözlemlemeye devam edeceğiz.
25
RÖPORTAJ
"Liderlik,
statükoya
meydan okumak
ve gerektiğinde
işleri daha iyi
hale getirmek
için değişmek,
değiştirebilmektir."
İNOVATIF
DÜŞÜNCELERIYLE
TEKNOLOJIYI YÖNETEN
LIDER:
IŞIL HASDEMIR
“Türkiye’nin En Etkili
Kadın CEO’ları” listesinde
üç yıl üst üste yer
alan ve iş dünyasını
dönüştürmek, insanlığın
ilerlemesini sağlamak ve
inovasyonun geleceğini
şekillendirmek için
teknolojiler geliştirmeye
kararlı olan Işıl Hasdemir
ile keyifli bir sohbet
gerçekleştirdik.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Elektrik-Elektronik bölümünden
mezun olduktan sonra London
Business School’da eğitim
gördüğünüzü biliyoruz. Şu
an DELL gibi çok büyük bir
teknoloji şirketinde, Türkiye
Genel Müdürlüğü görevindesiniz.
Peki tüm bunların dışında Işıl
Hasdemir kimdir? Sizi biraz daha
yakından tanıyabilir miyiz?
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Elektrik-Elektronik
Mühendisliğinden mezun
oldum. Aldığım eğitim ışığında
teknoloji alanında çalışmak
istedim. Zira bu alanda kendimi
geliştirebileceğimi biliyordum.
Profesyonel olarak basketbol
oynadım. Şimdi de fırsat
buldukça oynamaya devam
ediyorum. Takım sporlarına olan
yatkınlığımın kariyerimde de bana
destek olduğunu gözlemledim.
Şu an ki görevinizden önce
Türkiye, Mısır, Ürdün, Lübnan
gibi ülkeleri kapsayan “Büyüyen
Pazarlar” olarak adlandırılan
bölgelerde NCR’ın Bölge Başkan
Yardımcılığını yaptınız. Farklı
bölgelerde, farklı kültürdeki
insanlarla çalışıyor olmanın size
ne gibi katkıları oldu?
İş hayatındaki yolculuğum
sırasında Cisco, NCR ve Alcatel
gibi küresel şirketlerde çalışma
şansı buldum. Yaklaşık 20 yıldır
bu alanda çalışıyorum. Daha önce
üstlendiğim rollerde, dolaylı ve
dolaysız iş modelleri aracılığıyla,
farklı bölgelerdeki ekiplerle
çalışarak birden fazla kültürde
çalışma ve liderlik deneyimi
kazandım. Dell Technologies’teki
görevime başlamadan önce son
olarak Türkiye, Mısır, Ürdün ve
Lübnan gibi ülkeleri kapsayan
‘Büyüyen Pazarlar’ adı verilen
bölgede görev alıyordum.
Bu tecrübe birden fazla kültürle
çalışabilme imkânı vererek,
kendimi geliştirmeme ve empati
duygumu artırmama olanak tanıdı.
Dünya üzerinde günümüzün odak
noktası olan teknoloji sektörünün
önde gelen isimlerden olan Dell
Tecghnologies’in sektördeki
marka başarısını koruma adına
yapmış olduğu faaliyetler ve AR-
GE çalışmalarından bahsedebilir
misiniz?
Dell Technologies olarak
hedefimiz teknolojiyi kullanarak
şirketleri dönüştürmek
ve insanlığın ilerlemesini
sağlayabilmek. Ayrıca Türkiye
ekonomisini çeşitlendirmenin
temel unsurlarından biri de
teknoloji. Biz, kurumlar için
güvenilir bir danışman rolü
üstlenmeyi ve bunun yanı sıra
sürdürülebilir bir gelecek ile
iyileştirilmiş yaşam kalitesi sunan
akıllı, inovasyon destekli ekonomi
vizyonunun gerçekleşmesine
yardımcı olmaya çalışmayı
amaçlıyoruz. Covid-19’un
etkileri sürmeye devam ederken
biz de öncelikli olarak ekip
arkadaşlarımızın ve ailelerinin
sağlığına odaklandık. Ayrıca iş
ortaklarımızı da bu dönemde
yalnız bırakmadık ve pandemiyle
mücadeleye yardımcı olmak
için dünya çapında teknoloji ve
uzmanlık alanlarımız konusunda
desteklerimize devam ettik.
Tüm bunların yanında yine
pandemi sebebiyle, tüm dünyada
ciddi bir değişim ve dönüşüm söz
konusu. Biz de dönüşümü teşvik
etmek ve iş sürekliliğini sağlamak
için teknolojiden yararlanmaya
devam ettik. Küresel olarak tüm
ekip üyelerimiz Bağlantılı İş yeri
Politikamız ve Programımızın
bir parçası olarak uzaktan
erişim sistemini kullanıyor.
Yıllardır lider olduğumuz
uzaktan çalışma teknolojileri
konusunda, pandemi sürecinin
başından beri müşterilerimize
yardımcı oluyoruz. Türkiye’de
telekomünikasyon, bankacılık,
enerji, otomotiv, sağlık gibi birçok
farklı sektöre hizmet veriyoruz.
Tamamlandığında dünyanın en
büyük uluslararası havalimanı
olacak İstanbul Havalimanı'nın
teknoloji altyapısını destekliyor,
sadece büyük yolcu kapasitesiyle
değil güvenlik önlemlerini
artıracak ve yolcuların hayatını
kolaylaştıracak teknolojiler
üretiyoruz.
27
İş hayatımızdan gündelik
yaşamımıza kadar her şeyin
farklılaştığı bu dönemde, iki
senede tamamlanabilecek
teknolojik değişim ve dönüşümler,
haftalara sığdırıldı. Bu trend
2021’de de devam edecek
çünkü pandemi sonrası hiçbir
şey tamamen eski haline
dönmeyecek.
Bankacılık, eğitim, sağlık ve
sosyal etki girişimleri, bilgi
transferi ve eğitim programları
dahil olmak üzere temel büyüme
sektörlerinde, dijital dönüşüm
gündemimiz aracılığıyla ekonomik
çeşitlendirme konusunda
Türkiye'nin kalkınma hedeflerini
ve 2023 Vizyonunu aktif olarak
destekliyoruz. Dell Technologies
olarak müşterilerimizin en
güvenilir teknoloji ortağı olmaya
devam ederken, aynı zamanda
esnek finansal modelleri de
değerlendirmelerine sunacağız.
Biz insanlığın gelişimine katkı
verecek her türlü teknolojiyi
tüketicilere sunmak üzere yola
çıkmış bir şirket olarak, yeni yılda
da ülkemizdeki tüm işletmeler ve
bireyleri dünya standartlarında
teknolojilerle buluşturacağız.
Onlara dijital dönüşüm ve yeni
normale hazırlık aşamalarında her
zaman destek vermeye devam
edeceğiz. Tüm bunları yaparken
de sürdürülebilirlik, kadınların
daha fazla iş hayatına katılımı gibi
sosyal konularda da kamuoyunun
dikkatini çekecek projelere imza
atmayı sürdüreceğiz.
Yapay zekâlar şimdiden insan
gücüyle yapılabilen bazı
işlere olan ihtiyacı azaltmış
durumda. Yapay zekânın gelişim
göstermesinin öngörüldüğü
gelecek yıllarda insan gücünü
işlevsiz bırakabilecek bir
etken olabileceğini düşünüyor
musunuz? Yapay zekâların
dünyamızı nasıl değiştireceğini
düşünüyorsunuz, Dell
Technologies olarak bu konu
hakkında çalışmalarınız var
mıdır?
Geçtiğimiz aylarda sağlık, yaşam
bilimleri, üretim sektörlerinde
yapay zekâ ve gelişmiş bilgi işlem
inovasyonlarına hız kazandırmak
üzere yeni Dell EMC Ready
Solutions ve HPC bulut hizmeti
sağlayıcı ile iş birliklerimizi
duyurduk. Akıllı şehirler,
ulaşım tesisleri, hastaneler,
okullardaki iletişim ve otomasyon
kaynaklarına olan yatırımların öne
çıkmasını bekliyoruz.
Yazılım tanımlı ağlar ile 5G’ye
odaklanan network yatırımları
artacak. Bununla birlikte artan
veri aktarımı, işleme ve depolama
ihtiyacının ana kaynakları yapay
zekâ (AI) ve makine öğrenimi
olmaya devam edecek. IDC’nin
rakamlarına göre, 2023 yılına
gelindiğinde dünya çapındaki
yapay zekâ pazarı 98 milyar
dolarlık büyüklüğe ulaşacak, 2025
yılına gelindiğinde ise yapay zekâ
tabanlı işletmeler üretkenlikte
yüzde 100 artışa sahip olacak.
Bir röportajınızda 2030 yılına
kadar tüm dünyada çalışan iş
gücünüzün %50’sinin, yönetim
kadronuzun %40’ının kadın
olmasını hedeflediğinizi ve bu
hedefi 2020 yılında yönetim
kadronuzda %50’yi geçerek
gerçekleştirdiğinizi söylemişsiniz.
Bu hedefi kısa sürede başarmak
adına ne gibi çalışmalar
gerçekleştirdiniz?
Şu anda Dell Technologies olarak
dünya çapında kadın istihdam
oranı yüzde 30 seviyesinde.
2030 hedeflerimize göre, bu
oran dünya çapında yüzde 50’ye
ulaşacak. Gururla belirtmeliyim ki
Türkiye’de kadın yönetici oranımız
şimdiden yüzde 50 seviyesinde.
Bu kültür ve yaklaşım benim de
şirkete katılmam da çok önemli
bir etkendi.
Biz kız çocuklarının STEM
alanındaki ilgisini artırmak,
onlara destek olmak için 2021
yılının ilk yarısında Habitat
Derneği ile özel bir projeyi
hayata geçirmeyi planlıyoruz. Kız
çocuklarının üniversite sonrasında
kendi alanlarında iş hayatına
devam etmeleri için mentorluk
çalışmalarını sürdürüyoruz.
Bu çalışmaların yanı sıra Dell
Technologies, kadınların
güçlendirilmesi konularına
seslenmek ve daha iyi bir çalışma
yeri için harekete geçmek için
çeşitli girişimlerde bulunuyor.
Aslına bakarsanız, uygulamakta
olduğumuz bir çeşitlilik ve
kapsayıcılık stratejisi var. Bu
strateji üç adıma dayanıyor:
Çeşitliliğe kucak açan bir çalışma
ortamı yaratılması,
Toplumdaki farklı örgütler
ve gruplar ile dış ilişkilerin
geliştirilmesi,
Çeşitliliğe sahip bir işgücü
oluşturulması.
Şirketimizdeki herkesin sesinin
duyulması, anlaşılması, saygı
görmesi ve en önemlisi kendini
şirketin gittiği yönü etkileyecek
rahatlıkta hissetmesini sağlamak
için çalışıyoruz.
Kadınların şirketimizde
güçlenmesi için küresel
"Ben tüm kariyerim boyunca
problem çözmeye odaklandım;
hep söylediğim gibi şikâyetin
değil çözümün parçası olmayı
inisiyatifle birlikte Türkiye’de
şunları uyguluyoruz:
Eyleme Geçen Kadınlar (Women
in Action): Eyleme Geçen
Kadınlar, Dell’in stratejisinin
uygulanması için bağlantılar
oluşturarak, liderlik ve uzmanlık
sunarak kadınların gelişmelerine
ve başarılı olmalarına olanak
tanıyan bir Dell EMC çalışan
kaynak grubu. Bu grup şirketteki
kadınların, şirkette ve bilgi
teknolojileri sektöründe önemli
etkiye sahip olması fırsatını
sunuyor.
Dell Kadınları (Women at
Dell) Mentorluk Programı: Bu
mentörlük programı Eyleme
Geçen Kadınların ve İsveç’te
bulunan üç diğer çalışan kaynak
grubunun bir girişimidir. Bu
kaynak grupları hem ast hem de
üst düzeylerdeki kadınlar için
bir program başlatmak üzere
bir araya geldi. Bu programın
amacı, kadınları kariyerlerinde
güçlendirmek ve bu sayede
birçok ülkede istihdam edilen
kadın sayısını artırmaktır.
MARC eğitim oturumu: Dell,
bilişim teknolojileri sektöründe
“Gerçek Değişimi Savunan
Erkekler” (MARC) eğitimini
çalışanlarına sunan ilk şirket oldu.
Bu eğitim kâr amacı gütmeyen
Catalyst tarafından geliştirilen
ve liderleri daha kapsayıcı bir
çalışma ortamı yaratmaya teşvik
etmek için tasarlanan interaktif
kurstan oluşuyor.
DWEN: Dell Women’s
Entrepreneur Network (DWEN),
canlı girişimcilik toplumunun
içinde dünyanın önde gelen
kadın işletme sahiplerini bir araya
getiriyor. Kadınların girişimcilik
alanındaki başarısını ortaya
koyan ve destekleyici bir ortam
oluşturan DWEN, aynı düşünce
yapısına sahip kadınların en iyi
girişimlerini paylaşmalarına,
iş birliği yollarıyla iş fırsatları
oluşturmalarına, uluslararası
alanda büyüme fırsatlarını
görmelerine ve büyümeyi
destekleyecek yeni kaynaklara
erişmelerine yardımcı oluyor.
28
hedefledim."
“Türkiye’nin En Etkili Kadın
CEO’ları” listesinde üç yıl üst üste
yer alma başarısı gösterdiniz. Bu
başarınızın ardındaki motivasyon
kaynağınız nedir? Sizce değişen
dünyada düzeninde başarılı bir
lider olmanın kriterleri nelerdir?
Açıkçası öncelikle teknoloji
alanında çalışmanın insanı
motive eden, sürekli yenilikleri
kucaklayan yapısı beni oldukça
çekiyor. Bununla birlikte uzun
süre basketbol oynamamın
kariyerimde önemli bir takım
olgusu yarattığını düşünüyorum.
Bu sayede daha mücadeleci ve
ekip çalışmasına yatkın yapıda
çalışmayı sürdürebiliyorum. Ayrıca
ekibi daha iyi anlayarak liderlik
etme konusunda da sektörde 20
yılı aşkın süredir bulunmamın
da etkisini görüyorum. Başarının
anahtarının takım çalışmasından
geçtiğine inanıyorum. Sizlerin
aracılığıyla da kız çocuklarının da
kariyerlerinde öz güvenli olmaları
için erken yaşlardan itibaren
spor ve sanat gibi disiplinleri
hayatlarına sokmaları gerektiğini
yeniden belirtmek isterim. İyi
bir eğitimle birlikte ilerleyen
dönemde kadın yönetici oranının
artacağına inanıyorum!
Bu ülkede liderlikle ilgili temel
bir yanlış anlama olduğuna
inanıyorum. En büyük ve
güzel ofise sahip olanın, en
emrederek konuşanın veya her
şeyi bildiğini düşünerek yorum
yapan yöneticinin en güçlü
lider olduğunu düşünüyoruz.
Aslında liderlik bunların hiçbiri
ile ilgili değil. Liderlik, statükoya
meydan okumak ve gerektiğinde
işleri daha iyi hale getirmek için
değişmek, değiştirebilmektir.
Herkesin lider olma potansiyeli
vardır ancak herkes liderlik etmez.
Neden? Çünkü statüko güçlüdür.
İnsanlar sıklıkla değişimden
korkarlar, sahip oldukları bir şeyi
kaybetmekten korkarlar; yeni bir
şey denemek, başarısız olmak,
hata yapmak ve eleştirilmekten
çekinirler. Eleştirilmeyi hiç
kimse sevmez. Liderliğin bedeli
eleştiridir; sonucu ise problemleri
çözmektir.
Ben tüm kariyerim boyunca
problem çözmeye odaklandım;
hep söylediğim gibi şikâyetin
değil çözümün parçası olmayı
hedefledim.
Kadın çalışanlara en büyük
tavsiyem ise hiçbir şeyden
korkmamaları. Eleştirilmekten,
hata yapmaktan, statükoya karşı
koymaktan, düşüncelerini dile
getirmekten korkmamaları!
KADININ İŞ DÜNYASINDAKİ
VARLIĞINI, %57 KADIN
ÇALIŞAN ORANIMIZ İLE
DESTEKLİYORUZ.
koraykimya.com
29
RÖPORTAJ
ANADOLU’YU DÜNYAYLA
BULUŞTURAN LİDER:
TUNCAY ÖZİLHAN
Anadolu’dan Yarınlara
markası ile gelecek
odaklı çalışmalarında
önemli adımlar atan
Anadolu Grubu
Yönetim Kurulu Başkanı
Sn.Tuncay Özilhan ile
yatırımlarından, sosyal
sorumluluk projelerine;
Covid-19 önlemlerinden
sportif desteklerine kadar
uzanan keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi
Başkanlığı, DEİK Yönetim
Kurulu Başkan Yardımcılığı,
Anadolu Grubu Yönetim Kurulu
Başkanlığı gibi birçok farklı
görevi yürütmektesiniz. Tüm
bu süreçleri profesyonel bir
şekilde başarıyla yürüten
Tuncay Özilhan’ı daha yakından
tanıyabilir miyiz?
Ben Kayseri doğumluyum.
Saint Joseph Lisesi ve İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni
bitirdikten sonra ABD’de Long
Island Üniversitesi’nde işletme
alanında yüksek lisans (MBA)
yaptım. Anadolu Grubu’nun
kurucuları olan babam İzzet
Özilhan ve Kamil Yazıcı’nın
yanında genç yaşta iş hayatının da
içerisinde yer almaya başladım.
1977 yılından itibaren Erciyas
Biracılık Genel Müdürlüğü,
Anadolu Endüstri Holding Bira
Grubu Koordinatörlüğü ve
Anadolu Endüstri Holding Genel
Koordinatörlüğü gibi görevlerde
bulundum. 1984 yılında Anadolu
Grubu İcra Başkanlığına atandım.
Bu görevi 33 sene sürdürdükten
sonra Şubat 2017’de şu anki
İcra Başkanımız Hurşit Zorlu’ya
devrettim. 2007 yılı Mayıs ayında
Anadolu Grubu Yönetim Kurulu
Başkanlığını devraldım ve bu
görevi halen yürütüyorum. Aynı
zamanda Anadolu Vakfı ve çeşitli
Anadolu Grubu şirketlerinin de
Yönetim Kurulu Başkanıyım. 2001
- 2003 yılları arasında TÜSİAD
Başkanlığı görevini yürüttüm,
halen de TÜSİAD Yüksek İstişare
Konseyi Başkanlığı görevine
devam ediyorum. DEİK Yönetim
Kurulu Üyeliği, Estonya Fahri
Konsolosluğu ve Anadolu
Efes Spor Kulübü Başkanlığı
görevlerimi de sürdürüyorum.
Evliyim, 3 çocuğum ve 4
torunum var. Başlıca hobilerim
arasında basketbol ve kalem
koleksiyonculuğu yer alıyor.
Anadolu Grubu ile devam edelim.
Bira, meşrubat, perakende, tarım,
kırtasiye, otomotiv, hızlı servis
restoranı, enerji, gayrimenkul
gibi birçok sektörde faaliyet
göstermektesiniz. Türkiye’nin
Otomobili Girişim Grubu’nun
üretici 5 şirketinden birisi de
Anadolu Grubu oldu. Anadolu
Grubu’nun hedeflerinden ve
TOGG ile ilgili düşüncelerinizden
bahsedebilir misiniz?
Anadolu Grubu, bugün 19 ülkede,
80’e yakın şirket, 66 üretim tesisi
ile faaliyetlerini bira, meşrubat,
perakende, tarım, otomotiv,
kırtasiye, hızlı servis restoranı,
gayrimenkul ve enerji olmak
üzere 9 sektörde ve geniş bir
coğrafyada sürdürüyor. Hem
rakamsal verilerimiz ve üretim
gücümüz, hem de sosyal ve
toplumsal anlamda geliştirdiğimiz
ve içinde yer aldığımız projelerle,
Türkiye ekonomisinin en
büyük itici güçlerinden birisi
konumundayız. Dünyanın önde
gelen markalarıyla kurduğumuz
ortaklıklar ve çok uluslu şirketlerle
gerçekleştirdiğimiz iş birlikleriyle;
çok uluslu, girişimci bir grup
olma misyonumuz doğrultusunda
hareket ediyoruz. ABInBev, The
Coca-Cola Company, Faber-
Castell, Isuzu gibi alanlarında
dünyanın önde gelen isimleri
olan markalarla uluslararası
iş ortaklıklarımız kapsamında
önemli operasyonlar yürütüyoruz.
Grubumuzun 2019 yılı cirosu 51,7
milyar TL olarak gerçekleşirken,
2019 yılında fiilen Anadolu Grubu
şirketlerince devlete intikali
sağlanan vergiler toplamı, 2019
merkezi yönetim bütçe gelirleri
gerçekleşmelerinin %1,2’sini
oluşturdu. 2020 yılı dokuz aylık
dönemde de konsolide bazda
satış gelirlerimizi geçen yılın aynı
dönemine göre %18.9 artırdık.
Sosyal sorumluluk anlayışımız
çerçevesinde eğitim, sağlık ve
spor alanlarında sosyal kuruluşları
olan Anadolu Vakfı, Anadolu Sağlık
Merkezi ve Anadolu Efes Spor
Kulübü ile topluma katkılarımızı
duyarlılıkla gerçekleştiriyoruz.
2019 yılında oluşturduğumuz
Anadolu’dan Yarınlara markası ile
sürdürülebilirlik odaklı gelecek
vizyonunu ortaya koyan kapsamlı
çalışmalar yapıyoruz. Yurt
dışında bölgesel oyuncu olarak
küreselleşme, ortaklık kültürüne
olan bağlılığıyla dünyanın en
büyük şirketleriyle ortaklıklar
kurma ve markalı tüketici
ürünleri geliştirme hedeflerimiz
doğrultusunda, Türkiye için katma
31
değer yaratarak hızlı ve sağlıklı
büyümemizi devam ettiriyoruz.
Bir dönem ülkemizin en büyük
hayallerinden biri olan Türkiye’nin
otomobili için yapılan çalışmaların
bir parçası olmaktan gurur
duyuyoruz. Türkiye’nin en önemli
ve köklü sınai gruplarından biri
olarak, yerli üretimi her zaman
stratejik önceliklerimiz arasında
tutuyoruz ve böyle bir projenin
ülkemize kazandırabileceği
büyük değerlerin farkındayız. Bu
projenin sadece üretim açısından
değil, aynı zamanda oluşturacağı
ekosistemle ekonomi, teknoloji ve
istihdam açısından da ülkemize
önemli kazanımlar getireceğini
düşünüyorum. Ülkemizin önde
gelen sanayi gruplarının ve
kurumlarının iş birliğine dayalı
olan iş modelimiz, otomotiv
sektörümüzün hem teknolojik
açıdan hem de iş modellerimiz
açısından dönüşümünü
sağlayacak. Dünyada elektrikli ve
bağlantılı otomobil başta olmak
üzere sektörü şekillendirecek
yeni teknolojiler konusunda tüm
ülkeler yolun başındalar. Biz de bu
projede hedeflerimizi tutturursak,
bu alanda diğer ülkelerle rekabet
edecek ve dünya piyasalarında
markamızı öne sürecek konumda
olabiliriz.
2019 yılında Anadolu Grubu
geleceğe yatırım olarak
sürdürülebilirlik markası
olan “Anadolu’dan Yarınlara” yı
oluşturdu. 2 yıldır aktif olarak
yürüttüğünüz bu çalışmayla
markanız dahilinde yeni
hedefleriniz nelerdir?
Anadolu Grubu’nda,
sürdürülebilirlik her alanda iş
stratejimizin temelini oluşturuyor.
Grup şirketlerimiz yıllardır
sürdürülebilirlik alanında ilklere ve
önemli başarılara imza atıyorlar.
Uzun yıllardır eğitim, sağlık, spor,
kültür-sanat ve turizm başta
olmak üzere pek çok alanda
insana değer katacak projeler
hayata geçiriyoruz. Hem bugünün
hem de geleceğin sektörü
olarak gördüğümüz ve pandemi
sürecinde önemi daha da anlaşılan
tarım alanında yatırımlar yapıyor,
Grup şirketlerimizle birlikte bu
alanda kapsamlı çalışmalar
gerçekleştiriyoruz. Gelecekte
iş yapış şeklimizi belirleyecek
olan dijital dönüşüm projeleri
yürütüyor, yenilikçi bir bakış
açısıyla tüm sektörlerimizde Ar-Ge
ve inovasyona odaklanıyor, kurum
içi girişimciliği kendi geliştirdiğimiz
platformlarla destekliyoruz.
Anadolu Grubu olarak ekonomik,
toplumsal, çevresel alanlarda
mevcut katkımızı ölçümlemek ve
geleceğe yönelik stratejilerimizi
belirlemek üzere son iki yılda
holding bünyesinde çok önemli
çalışmalar yaptık. 2019 yılında
Anadolu Grubu’nun gelecek
odaklı sürdürülebilirlik vizyonunu
temsil eden Anadolu’dan
Yarınlara markamızı oluşturduk.
Her yıl güncelleyeceğimiz
Anadolu’dan Yarınlara Anadolu
Grubu Sürdürülebilir Kalkınma
Amaçları Uyumluluk Raporu’muzu
yayınlayarak Grup şirketlerimizin
hayata geçirdiği, ekonomik,
çevresel ve sosyal alanlarda etki
yaratan proje ve uygulamaların
BM Sürdürülebilir Kalkınma
Amaçları ile ilişkisini analiz
ettik. Metodolojisiyle Türk iş
dünyasında öncü bir nitelik taşıyan
bu raporumuzla, Grubumuzun
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir
Kalkınma Amaçları ile doğrudan
ilgili ve onları destekleyecek
birçok faaliyet içinde bulunduğunu
ortaya koyduk. Sürdürülebilirlik
uygulamalarımızın iletişimiyle
dünyada ihtiyaç duyulan çözüm
paylaşımına da olumlu yönde
katkı sağlamayı amaçlıyor,
paydaşlarımızla birlikte yarınlara
değer katacağına inandığımız
önemli çalışmalar yürütüyoruz.
Öncelikli sürdürülebilirlik
konularımızdan olan çok
paydaşlı girişimlerin bir parçası
ve değişimin öncüsü olma
amacımız doğrultusunda, plastik
kirliliğiyle mücadele için Global
Compact Türkiye, İş Dünyası ve
Sürdürülebilir Kalkınma Derneği
ve TÜSİAD iş birliğiyle kurulan
İş Dünyası Plastik Girişimine
katıldık. Aynı zamanda, Grup
şirketlerimizle birlikte en önemli
küresel çevre sorunlarından biri
olan iklim kriziyle mücadeleye
katkı sağlamak için çalışıyoruz. Bu
yıl, grup olarak farklı sektörlerin
dinamikleri ve ihtiyaçlarına
yanıt verebilecek kapsamda
sürdürülebilirlik önceliklerimizi
belirledik. Hem holding olarak
sürdürülebilirlik raporumuzu
GRI onaylı yayınladık, hem de
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları
Uyumluluk Raporumuzun
güncellenmiş versiyonunu
hazırladık. Dünya standartlarında
hayata geçen projeleri ülkemizde
uygulayarak ilgili sektörlere
ilham verecek, sürdürülebilirlik
konusunda paydaşlarımızın
farkındalıklarının artmasını
sağlayacak model projeler
geliştirmek için çalışıyoruz.
Yakın zamanda, Hedefler için
İş Dünyası Platformu ile önemli
bir iş birliğine imza atarak iş
dünyasına sürdürülebilirlik
alanında yol gösterici nitelik
taşıyan bir rehber set yayınladık.
Çalışma kültürü, risk yönetimi,
kriz yönetimi, denetim, iletişim,
teknoloji, eğitim ve daha birçok
iş sürecimizde sürdürülebilir bir
gelişim anlayışıyla çalışıyor ve
geleceğe yönelik önemli dönüşüm
projeleri gerçekleştiriyoruz.
Paydaşlarımızın ve dünyamızın
geleceğine yatırım yapmak
yönünde yoğunlaştırdığımız
çalışmalarımızla sürdürülebilir
gelişimi desteklemeye devam
ediyoruz.
Anadolu Vakfı ile hem eğitim
hem de sağlık alanında önemli
projeler yürütüyorsunuz.
Anadolu Grubu bünyesindeki bu
vakfın ortaya çıkış sürecinden
ve ideallerinden bizlere
bahsedebilir misiniz?
Anadolu Vakfı ile 40 yılı
aşkın süredir insanımızın ve
toplumumuzun sosyal gelişimini
odağa alan, yaşam kalitesini
yükselten çalışmalar yürütüyor,
sosyal etkisi yüksek projelerimizle
toplumumuzun yarınlarına
yatırım yapıyoruz. Bugüne kadar
eğitim kurumu, yurt, spor salonu,
hastane ve sağlık ocağı olarak
kullanılan 50’nin üzerinde eser
yaptırdık. Toplumun nabzını
tutarak ihtiyaçları tespit etmeye
çalışıyor, başta eğitim ve sağlık
olmak üzere insanımızın ihtiyaç
duyduğu alanlara yönelik
yenilikçi ve öncü uygulamalar
geliştiriyor, her geçen gün
kapsamı genişleyen projelerimizle
yüz binlerce insanın hayatına
dokunuyoruz. Eğitim alanında
sağladığımız 30.000’den fazla
bursun yanı sıra, bu alanda hizmet
veren tüm paydaşlara dokunmaya,
projelerimizle eğitim sistemimize
her alanda destek olmaya
çalışıyoruz. Pandemi sürecinin bir
gerekliliği olarak dijital platforma
taşıdığımız eğitimlerimiz ve
Türkiye’de seçkin bir noktaya
gelen mentorluk programımızla
bursiyerlerimizi bu süreçte de
desteklemeye devam ediyoruz.
Yine dijital platforma taşıdığımız
ve artık sosyal girişimcilik
alanında ülkemizin önde gelen
projelerinden biri halini almış olan
Değerli Öğretmenim projesi ile
de Türkiye’nin dört bir yanındaki
öğretmenlerimize ve eğitim
alanında çalışan yöneticilerimize
ulaşmaya devam ediyoruz. Sağlık
alanında da Vakfımız, Sağlıkta
Sosyal Sorumluluk projemiz
ile kurulduğu günden bu yana
50 binden fazla ihtiyaç sahibi
hastaya toplamda 650 binden
fazla bedelsiz sağlık hizmeti
sağladı. Yine Vakfımız çatısı altında
faaliyet gösteren Anadolu Sağlık
Merkezi ile dünya standartlarında
sağlık hizmeti sunmaya pandemi
sürecinde de kesintisiz devam
ediyoruz. Sektörde birçok alanda
referans merkezi kabul edilen
hastanemiz bugüne kadar
65 ülkeden hastaya hizmet
32
sundu. Hastanemizin hizmet
kalitesinin alanında kabul gören
pek çok uluslararası sertifika
ve akreditasyonla tescillenmiş
olmasının haklı gururunu
yaşıyoruz.
Türkiye’yi Avrupa Arenası’nda
gururlandıran Anadolu Efes
Spor Kulübü’nün başkanlığını
da üstleniyorsunuz. Anadolu
Efes olarak ‘’One Team’’ adında
bir sosyal sorumluluk projesini
de yürütüyorsunuz ve genç
oyunculara şans veriyorsunuz.
‘’One Team’’ projesini ve
Anadolu Efes’in bu şekilde
bir ivme yakalamasını nasıl
yorumluyorsunuz?
1976 yılında kurduğumuz Anadolu
Efes Spor Kulübü’nün amacı;
Türk sporunu ileriye götürmek,
Avrupa kupalarında ülkemizi
başarıyla temsil etmek ve Türk
gençlerinin kendilerini uluslararası
mecrada kanıtlamalarına yardımcı
olmak. Türk basketbolunun en
çok kupa kazanan takımı olan
Anadolu Efes, çok büyük sportif
başarılar kazanırken on binlerce
gencin basketbolla tanışmasını
da sağladı. Kulübümüzün
altyapı ekosisteminde çok
nitelikli basketbol eğitimi alan
gençlerimiz, gerek Anadolu
Efes formasıyla gerek Milli
Takımlarımızın formasıyla gerekse
de NBA’deki takımlarında ülkemizi
gururlandırdı.
Kulübümüz için kurumsal
sosyal sorumluluk projeleri de
en az saha içi başarılar kadar
değerli. Özellikle Turkish Airlines
EuroLeague’in kurumsal sosyal
sorumluluk programı One Team
kapsamında gerçekleştirdiğimiz
projelerle fark yaratıyoruz.
EuroLeague One Team
projelerimizde değerli partnerlerle
çalışıyor, katılımcılarımızla en
az 8 hafta boyunca çalışmalar
yapıyoruz. Bu çalışmalarda uzman
eğitmenlerimiz, basketbolu
bir metafor olarak kullanarak
problem çözme, karar alma,
takım çalışması, özgüven ve spor
yapma alışkanlığı kazanma gibi
konularda eğitimler veriyor ve
katılımcıların sosyal gelişimlerine
katkıda bulunuyor. Ayrıca her
yıl bir oyuncumuz da One Team
elçimiz olarak katılımcılarımızla
bir araya geliyor. Profesyonel,
eğitici, eğlenceli ve aynı
zamanda disiplinli One Team
çalışmalarımızla hem 2019 hem
de 2020 yılında tüm EuroLeague
ve EuroCup takımlarının One
Team projelerinin değerlendirildiği
One Team Ödülleri’nde Altın
Ödül’ün sahibi olduk. Avrupa
genelinde iki altın ödüle sahip
olan tek takım olmamızın yanı
sıra Altın Ödül kazanan tek Türk
takımı konumundayız. One Team
projelerimizin yanı sıra kulübümüz,
Anadolu Sağlık Merkezi iş birliğiyle
gerçekleştirdiği ve meme kanserinde
erken tanının önemine vurgu yapan
‘Pembe Top Sahada’ projesi ile
ihtiyaç sahibi öğrencileri eğitim
hayatlarına destek olacak kitaplarla
buluşturduğumuz ‘Bir Kitap da Sen
Getir’ projesi sayesinde milyonlarca
kişiye ulaşan farkındalık yaratıyor.
Dünyayı etkisi altına alan Covid-19
sürecinde iş hayatı başta olmak
üzere birçok alan bu durumdan
etkilendi. Bu durum karşısında
Anadolu Grubu olarak siz nasıl bir
yol izlediniz?
Bu dönemde en önemli önceliği
insanımıza veriyoruz. Başta
çalışanlarımız ve paydaşlarımız
olmak üzere dünyamıza
ve toplumumuza karşı
sorumluluklarımızı gerçekleştirmek
için pek çok çalışma yaptık ve
yapmaya da devam ediyoruz.
Covid-19 ile mücadele kapsamında,
salgında etkilenen kesimlere
destek olmak ve farkındalık
yaratmak amacıyla 30 milyon TL’yi
aşan bir kaynak ayırdık. Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
tarafından başlatılan Milli Dayanışma
Kampanyası’na Grup şirketlerimizden
Anadolu Efes, Coca-Cola İçecek,
Migros ve Anadolu Isuzu’nun da
desteği ile toplam 5 milyon TL’lik
bağış yaptık. Grup şirketlerimiz
ve markalarımız da konuyla ilgili
hem paydaşlarına yönelik hem
de toplumsal fayda yaratacak
çalışmalarla ellerini taşın altına
koyuyorlar. Anadolu Efes, Covid-19
salgınından etkilenen yeme içme
eğlence sektörü çalışanlarının
yanında olmak için 1 milyon TL
kaynak ayırarak Ahbap Derneği
ile “Dayanışma Birlikte Güzel” adlı
bir çalışma başlattı. Yine Ahbap
Derneği ile başlattığı “Kendine
Has Dayanışma Hareketi” ile de
sokak hayvanlarına mama ve kedi
köpek kulübesi bağışladı. Coca-
Cola İçecek yurtdışından ülkemize
dönen karantina merkezlerinde
misafir edilen vatandaşlarımız için
Türk Kızılayı’nın 13 ilimizde bulunan
Afet Yönetim Merkezlerine, su
ve meyve suyu tedarik etti. Aynı
zamanda, sağlık çalışanlarımızın
ve vatandaşlarımızın bu süreçte
özellikle ihtiyaç duyduğu
maddelerden el ve yüzey
dezenfektanını, Sağlık Bakanlığı
onayıyla fabrikalarımızda üreterek
il sağlık müdürlüklerine hibe etti.
Migros, bir yandan tüm mağazalarını
açık tutarak, çalışanlarıyla birlikte
canla başla halkın ihtiyaçlarına
yanıt veriyor, bu zorlu süreçte ek
istihdam sağlıyor, bir yandan da
hem çalışanlarının hem de hizmet
sunduğu tüketicilerinin sağlığını
korumak için çok yoğun çalışmalar
yürütüyor. Anadolu Isuzu, Garenta
ve KIA, sağlık personelini salgından
korumak amacıyla entübasyon
ve biyolojik numune alma kabini
üretimi gerçekleştirerek ihtiyacı olan
hastanelere teslim etti. Anadolu Etap
halkımızın gıda ihtiyacını karşılamak
için, tüm operasyonlarında en üst
düzeyde tedbirleri alarak üretmeye
ve hizmet vermeye devam ediyor.
Birçok şirketimiz bir taraftan
toplumda tedbirler konusunda
farkındalık yaratacak, bir taraftan
da paydaşlarına moral verecek
pazarlama ve iletişim çalışmaları
yapıyorlar.
Anadolu Grubu olarak
kurumsal değerleriniz
kapsamında; girişimcilik,
yenilikçilik ve yaptığı her işte
öncü olma gibi yaklaşımlar
bulunduruyorsunuz. Bu
değerlerinizden yola çıkarak
oluşturduğunuz Bi-Fikir
adlı projenizde üniversite
öğrencilerinin yenilikçi fikirlerini
de değerlendiriyorsunuz. 2015’den
beri aktif olarak yürüttüğünüz
bu inovasyon programınızdan
bahseder misiniz?
Anadolu Grubu’nun inovasyon
programı olarak tasarladığımız
Bi-Fikir’i, çalışanlarımızın işlerine
getirdikleri farklı bakış açılarını,
iyileştirici, geliştirici ve yenilikçi
fikirlerini ortaya koyabilecekleri bir
program olarak hayata geçirdik. Bi-
Fikir sayesinde, Grup çalışanlarımızın
bireysel ve ekip olarak yaratıcılıklarını
geliştiriyor, yaratıcılık sürecinin
sürdürülebilirliğini sağlıyor,
yenilikçi fikirler üreten ve öğrenen
bir organizasyon kültürünü
pekiştiriyoruz. Çalışanlarımız yeni
ürün, hizmet ya da teknolojiler
ile ilgili fikirler önerebilecekleri
gibi verimlilik, maliyet azaltma,
e-dönüşüm, paydaş memnuniyeti,
sürdürülebilirlik, iş sağlığı ve
güvenliği, motivasyon, iletişim,
sosyal sorumluluk gibi pek çok
konuda fikir ya da proje geliştirerek
Bi-Fikir üzerinden paylaşabiliyorlar.
Bu fikirler, yarattığı fayda, yenilikçilik
ve uygulanabilirlik kriterlerine göre
değerlendiriliyor. Sonunda seçilen
fikirler uygulamaya konuyor ve hem
fikrin sahipleri için hem de Grubumuz
için önemli bir fayda yaratıyor. Bi-
Fikir’in çalışanlarımız için de bu
kadar değer yarattığını ve ortaya
bu kadar yaratıcı fikirlerin ve büyük
faydaların çıktığını gördüğümüzde,
biz bu önemli platformun
dışarıya da açılmasının zamanı
geldiğini düşündük. Üniversite
öğrencilerinden gelecek yaratıcı
ve yenilikçi fikirlerin programımıza
büyük katkı sağlayacağına inandık.
Üniversite öğrencileri geleceğin
çalışanları, geleceğin tüketicileri,
geleceğin üreticileri ve geleceğin
en önemli fikirlerinin mucitleri
33
olarak her zaman odağımızdalar.
Geniş bir faaliyet alanında önemli
istihdam rakamlarına sahip olan
bir Grup olarak, yeni yetenekleri,
yeni bakış açılarını değerlendirmek
isteyebileceğimiz pek çok alanımız
var. Bu noktada hem yenilikçi bakış
açılarımızı onlarla paylaşmak, hem
de yaratıcı fikirlerini destekleyerek
Grup bünyemizde hayata geçirme
fırsatı sunmak amacıyla Bi-Fikir’i,
Anadolu Grubu’nun kampüs markası
KAP (Kariyerini Anadolu Grubu’nda
Planla) ile birleştirdik ve 3 yıl önce
üniversite öğrencilerine açtık. Bu
süreçte öğrencilerimizle çok değerli
çalışmalar yaparak, önemli çıktılar
elde ettik. Ben tüm üniversite
öğrencilerini yaratıcı ve yenilikçi
fikirleri ile Bi-Fikir KAP’a başvurmaya
davet ediyorum.
Estonya Cumhuriyeti Dışişleri
Bakanlığı tarafından, fahri
konsolosluğunuz süresince
gösterdiğiniz üstün hizmetleriniz
doğrultusunda ‘’bakanlık nişanı’’
ile onurlandırılmıştınız. Aynı
zamanda 2016 senesinde de,
Japon hükümetince takdim edilen
en önemli nişanlardan olan, “The
Order of the Rising Sun, Gold and
Silver Star ile onurlandırılmıştınız.
Sizce bu uluslararası başarıları
yakalamanızdaki en büyük etken
nedir ve gençlere başarılı bir
kariyer yolu için ne gibi tavsiyelerde
bulunmak istersiniz?
Ülkemizin geleceğe emin adımlarla
ilerlemesi için yeni nesilden
beklentimiz çok büyük. Özellikle
üretim, sanayi, tarım ve eğitim
gibi pek çok alanda altyapılarımızı
kuvvetlendirmemiz, inovasyon
ve teknoloji alanında yatırımlar
yapmamız, her alanda üreten bir
ülke haline gelmemiz gerekiyor.
Bunun için de değişimlere açık ve
esnek olabilen bir nesil yetiştirmemiz
gerekiyor. Benim gençlere en
büyük tavsiyem gündemi yakından
takip etmeleri ve değişen dünyanın
koşullarına yönelik olarak kendilerini
her alanda geliştirmeleri. Bunun
için de her zaman çalışkan olmalı,
okumalı ve araştırmalılar. Bilgi
çağına kolaylıkla ayak uydurabilen,
farkındalığı yüksek, girişimci,
üretken ve yaratıcı bireyler olarak
kendilerini yetiştirmeleri gerekiyor.
Eğer altyapıları sağlam olursa,
cesur kararlar alabilir, sağlam fikir
ve projeler ortaya atabilir, önemli
inovasyonlar gerçekleştirebilirler.
Tabii bu anlamda eğitim ve gelişim
imkanlarını çağın gerektirdiği
standartlarda tutmak tarafında
devletimize ve bizlere de önemli
sorumluluklar düşüyor.
RÖPORTAJ
REKLAM VE
PAZARLAMA ODAKLI
BIR KARIYER:
MEHMET TÜFEKÇI
"İş hayatına bir yerden başlamanızı, henüz
hiç tecrübeniz yoksa geç kalmadan hayata
adım atmanızı öneriyorum. Ayrıca ne iş
yaparsanız yapın işinizi mutlaka severek,
aşk ile yapın."
Günümüz iş dünyasında
oldukça önemli
konuma sahip olan
reklam ve pazarlama
sektörünü; püf
noktalarıyla birlikte,
alanında önde gelen
şirketlerden birisi
olan Arçelik’in Türkiye
Pazarlama Direktörü
Mehmet Tüfekçi’den
dinlediğimiz bir röportaj
gerçekleştirdik.
2003 yılında başladığınız Arçelik
kariyerinize 2015 yılından bu
yana Arçelik Türkiye Pazarlama
Direktörü olarak devam
ediyorsunuz. Aynı zamanda
İstanbul Üniversitesi’nde Öğretim
Üyesi ve Türkiye Beyaz Eşya
Sanayicileri Derneği üyesisiniz.
İş hayatınızda bu başarınızın
başlangıç noktası nedir ve bu
başarılarınızı neye borçlusunuz?
İş hayatımdaki başarının arkasında
çocuk yaşlardan itibaren başlayan
kariyer yolculuğumun çok etkili
olduğunu söyleyebilirim. İlkokulun
ilk yıllarından başlayarak her yaz
bir iş yerinde çalışmak, ardından
üniversite döneminde birçok
farklı sektörde yarı zamanlı olarak
çalışmamın, özellikle iletişim,
müşteri ilişkileri, süreç yönetimi,
ekip yönetimi, iş disiplini, sabır,
iyi niyet ve insan tanıma başta
olmak üzere birçok farklı alanda
yetkinliklerimi ve tecrübemi
arttırdığını düşünüyorum. Bununla
birlikte hiç bitmeyen eğitim
ve öğrenme sürecimin, birçok
farklı kaynaktan farklı konularda
okuma, araştırma merakımın
bu iş tecrübesi ile birleşince
başarıya giden yolda bana önemli
katkılar sağladığını düşünüyorum.
Dolayısıyla gençlerle birlikte
olduğum her ortamda söylediğim
gibi: İş hayatına bir yerden
başlamanızı, henüz hiç tecrübeniz
yoksa geç kalmadan hayata adım
atmanızı öneriyorum. Ayrıca ne iş
yaparsanız yapın işinizi mutlaka
severek, aşk ile yapın.
Arçelik olarak "Sürdürülebilir
Yaşam” sorumluluğunun
bilinciyle birlikte; çevre dostu
faaliyetleriniz ve ürünlerinizle,
“Ürün Hayat Çevrimi” boyunca
çevreyi ve doğal kaynakları
korumayı sürdürülebilir
kılmayı hedeflemektesiniz.
Bu durum “Yeşil Pazarlama’yı
da beraberinde getirdi. Artık
üreticiler, tüketicinin çevreye
verdiği zararı minimuma
indirerek kalitenin arttırıldığı yeni
ürünler piyasaya sunup bunları
pazarlamaya başladılar. Siz
Arçelik A.Ş olarak çevreye zararı
minimuma indirmek adına ne gibi
çalışmalar yapmaktasınız?
Arçelik olarak “Dünyaya Saygılı,
Dünyada Saygın” vizyonumuz
doğrultusunda, karbon ayak
izimizi azaltmak ve toplumsal
gelişimi desteklemek adına
sürdürülebilirlik vizyonuyla
çalışıyoruz. Bugün dünyanın en
enerji verimli beyaz eşyalarını
üreten, sürdürülebilirlikte öncü
şirketlerden biriyiz. Üründen
üretime tüm operasyonlarımızda
enerji ve su verimliliğine
odaklanıyor, karbon ayak izimizi
giderek azaltıyoruz.
Arçelik tüm markalarıyla
toplumsal faydayı merkezine
alan bir anlayış benimsiyor.
Gezegenimizi korurken, tüketiciyi
bilinçlendirmeyi de önemli bir
sorumluluk olarak görüyoruz.
Müşterilerimize doğa dostu ürün
ve teknolojiler sunuyoruz. Yüksek
enerji verimli ürünler geliştirmenin
dışında, üretimde dönüştürülmüş
malzemeleri de kullanıyoruz.
Geri dönüştürülmüş PET şişeleri
kullanarak çamaşır makinesi
ve yıkayıcı-kurutucu kazanları
üretiyoruz. Geri dönüştürülmüş
atık balık ağlarını; yumurta
kabuğu, mısır, soya gibi doğal
ürünlerle karıştırarak ürettiğimiz
biyoplastikleri, beyaz eşya ve
küçük ev aletleri üretiminde
kullanıyoruz. Yıkama esnasında
tekstil ürünlerinden çıkan ve atık
sular ile denizlere ve okyanuslara
karışan mikrofiber parçacıkları
yüzde 90’a varan oranda
engelleyen sentetik Mikrofiber
Filtre sistemine sahip çamaşır
makinesini yakın zamanda seri
üretime sokacağız. Bu örnekler
gibi daha birçok sürdürülebilir
teknolojiye yatırım yapıyoruz.
Günümüz tüketicisinin de çevre
konusunda farkındalığının
yüksek olduğuna inanıyoruz.
Pazar araştırmaları müşterilerin
yüksek enerji verimli ürünleri
tercih ettiğini ve satın alma
kararlarında şirketlerin
sürdürülebilirlik konusundaki
hassasiyetlerinin belirleyici
olduğunu ortaya koyuyor. Bu
etkinin yakın bir gelecekte daha
belirgin olacağına inanıyoruz.
Fakat tüm bu çalışmalarımızı
salt tüketici beklentileri için
değil; gezegenimize karşı
sorumluluğumuzun bir gereği
olarak görüyor ve hayata
35
geçiriyoruz. Sorumlu üretim bilinci
ile daha yaşanabilir bir dünya için
üzerimize düşen görevleri yerine
getiriyoruz.
Markalarımız, sürdürülebilirliği
öncelik hale getiren projeler
geliştiriyor. Beko markamız
ile odaklandığımız, sağlıklı
yaşam alanında sürdürülen
çalışmalarla 2030 yılına kadar
80 milyon kişinin sağlıklı yaşam
konusunda farkındalığını
artırmayı hedefliyoruz. Grundig
markamızla globalde ünlü şef
Massimo Bottura ve “Food for
Soul” girişimi ile gıda israfını
önlemeye yönelik projeler
gerçekleştiriyoruz. Türkiye’de ise
Mehmet Gürs ile “Ruhun Doysun”
projesini sürdürüyoruz. Gıda israfı
ile mücadele ve tüketim bilincini
artırmak amacıyla yürütülen
projelerimiz ile 500 bin kişiye 1
milyon öğün ulaştırmayı, 1200 ton
gıda atığının önüne geçmeyi ve
3,5 milyon kişinin gıda israfıyla
ilgili farkındalığını artırmayı
amaçlıyoruz.
Dow Jones Sürdürülebilirlik
Endeksi’nde 2’nci kez Dayanıklı
Ev Aletleri Kategorisinde
“Endüstri Lideri” olduk. Dow
Jones Sürdürülebilirlik Endeksi
Gelişmekte olan Piyasalar
Kategorisinde de dört yıl üst üste
listelenen ilk ve tek Türk sanayi
şirketi olmaya devam ederek de
başarımızı koruduk.
Arçelik A.Ş. olarak bugün; dünya
çapında 30.000 çalışanınız
ile, Türkiye, Romanya, Rusya,
Çin, Güney Afrika, Tayland
ve Pakistan’da olmak üzere
7 ülkede 18 üretim tesisi, 31
ülkede 33 satış ve pazarlama
ofisinde hizmet sunmaktasınız.
Tüm bu hizmetlerinizi Arçelik,
Beko, Grundig, Blomberg,
Elektrabregenz, Arctic,
Leisure, Flavel, Defy, Altus
ve Dawlance markaları adı
altında sunuyorsunuz. Arçelik
A.Ş bünyesinde aynı pazara
ürün sunan farklı markaların
bulunmasının hedeflediği
pazarlama stratejisi nedir?
Arçelik A.Ş olarak dünya
genelinde 145’ten fazla ülkede
faaliyet gösteriyoruz. Pazara giriş
şartlarına bağlı olarak değişen
ülke pazarlarındaki marka
pozisyonlarına baktığınızda; bazı
pazarlara kuvvetli bir markayı satın
alma yolu ile girerek, aldığımız
marka ile o pazarda faaliyetlere
devam ediyoruz. Eğer pazarda
yeterli potansiyel varsa pazardaki
potansiyeli büyütmek için global
olarak konumladığımız Beko ve/
veya Grundig markalarımızı da
devreye alarak o pazarda faaliyet
göstermeye devam ediyoruz.
Örneğin Romanya’da Arctic,
Güney Afrika’da Defy markalarının
satın alınmasından sonra ülkede
potansiyelimizi arttırmak amacıyla
Beko markası ile faaliyette
bulunmak gibi.
Bazı pazarlarda ise ülkenin
potansiyeline, müşteri
segmentlerine, rekabet durumuna,
ülkedeki hedef ve stratejilerimize
göre satın alma yapmadan bizim
global markalarımız olan Beko ve/
veya Grundig markalarımızla yer
alıyoruz.
Nesnelerin interneti (IoT) ve
yapay zekâ alanındaki gelişmeler,
ürün tasarımlarının da daha
“insan merkezli” hale gelmesini
sağladı. Bir teknolojinin başarısını
ölçmede insan-teknoloji bariyeri
önemli bir faktör haline geldi.
Arçelik A.Ş olarak bu konuda
geliştirdiğiniz projeler hakkında
bilgi verebilir misiniz?
Dünya önemli bir değişime
şahit oluyor. Bu değişim farklı
düşünmemize olanak tanıyor
ve global trendler ışığında
büyüme stratejilerimizi
şekillendiriyoruz. Dijitalleşmenin
etkisiyle sektörümüz, ekonomik
güç dengesindeki değişim,
şehirleşmedeki artış, yaşlanan
nüfus, orta sınıfın büyümesi, sınırlı
kaynaklar gibi önemli bir dönüşüm
yaşıyor. Yatırımlarımıza kararlılıkla
devam ederken, Ar-Ge, inovasyon,
kalite, tasarım, marka ve tüketiciler
stratejimizin odağında bulunuyor.
Hızla gelişen bir teknoloji
devrimine tanık oluyoruz. Yapay
zekâ, akıllı robotlar, nesnelerin
interneti, büyük veri, bulut
bilişim dünyamızı dönüştürmeye
devam ediyor. Teknolojideki bu
dönüşümü, iş modelimize entegre
etmek stratejik önceliklerimizden
biri.
Global rekabette bir adım
önde olmak için, üretimin her
aşamasında dijital dönüşümü
gerçekleştirmeye oldukça önem
veriyoruz. Ürün ve hizmetler
alanında nesnelerin interneti
(IoT), müşteriye her kanalda
aynı deneyimi yaşatmayı
hedeflediğimiz ‘Omnichannel
Projesi’, Endüstri 4.0 projelerini
başlattık. Bu alanda bütünsel
bir vizyonla hareket ederek,
dijital dönüşüm yol haritamızı
oluşturduk. Arçelik olarak hız
kesmeden devam ettiğimiz
yatırımlarımızı bundan sonra da
artırarak sürdüreceğiz.
36
Hedeflediğimiz büyümeyi
sağlayabilmek için mevcut
pazarlarda ürün ve yönetim farkı
ile organik büyümeyi hızlandırıyor,
yeni pazarlarda ise üretim tesisi
yatırımı, birleşme ve satın alma
fırsatlarını değerlendiriyoruz.
Tüketicilerimizin beklentilerini en
iyi anlayan şirket olarak onların
hayatını kolaylaştıracak çözümler
üretmeye odaklanıyoruz.
Mehmet Bey aynı zamanda
Reklam Verenler Derneği Yönetim
Kurulu üyesisiniz. Peki Reklam
Verenler Derneği nedir? Bir
pazarlamacı olarak bizlere bu
alanda nasıl bir yol izlememiz
gerektiğine dair verebileceğiniz
tavsiyeler nelerdir?
“Reklam Verenler Derneği”, reklam
veren firmaların temsilcilerinden
oluşan, reklam sektörünün sağlıklı
işleyişi ve gelişimi için öncülük
etmek amacıyla markalaşma ve
pazarda yaşanan problemlere
odaklanmayı, sektörün ileri
gelenlerini bir araya getirerek
sorunları çözüme ulaştırmayı
ve reklam verenleri sektörel
gelişmelerden haberdar etmeyi
hedefleyen bir yapıya sahiptir.
Derneğin misyonu Türkiye'de
reklamın önemini, etkinliğini,
verimliliğini, bilincini anlatmak
ve artırmak, reklamla ilgili tüm
süreçlerde reklam verenlerin
haklarını korumaktır.
Reklam Verenler Derneği’nde yer
almak için öncelikle gelecekte
kariyer hayatınızda yer alacak
şirketin pazarlama, pazarlama
iletişimi ve medya satın alma
yetkisine sahip departmanlarında
görev almanız gerekiyor.
Belirttiğim pozisyonlardan
derneğe üye olunması
durumunda, sektöre faydalı
olabilecek rollerde bulunma
fırsatını elde edebilirsiniz.
"Yapay zekâ, akıllı robotlar,
nesnelerin interneti, büyük
veri, bulut bilişim dünyamızı
dönüştürmeye devam ediyor.
Teknolojideki bu dönüşümü,
iş modelimize entegre etmek
stratejik önceliklerimizden biri."
37
RÖPORTAJ
SANATA VE SPORA
KATKILARI İLE ÜLKEMİZE
DEĞER KATAN BİR LİDER:
MURAT ÜLKER
38
"İstediğiniz kadar paranız olsun, hayatı
günde 24 saatten bir salise fazla yaşamak
mümkün değil. Bu yüzden de öncelikleri
belirlemek çok önemli."
Çalışmayı kendine
prensip haline getirmiş,
birçok listede adını üst
sıralarda gördüğümüz;
küresel başarılarıyla
ülkemizi en iyi şekilde
temsil eden Yıldız
Holding’in Yönetim
Kurulu Üyesi Sn. Murat
Ülker’in GOYA felsefesi,
sanatsever kişiliği ve
pek çok konuyu bir de
kendisinden dinleyin!
İstanbul Erkek Lisesi’nden
mezun olmuş ve daha sonra
Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletme
bölümünde eğitim görmüşsünüz.
Forbes Türkiye’nin hazırladığı
listeler de dahil olmak üzere
birçok alanda isminizi üst
sıralarda görüyoruz. Türkiye’nin
en önemli insanları arasında
gösterildiniz ve gösterilmeye
devam ediyorsunuz. Globalde
herkes tarafından tanınıyor ve
biliniyorsunuz. Peki Murat Ülker
tüm bu başarılarının ardında
aslında kimdir? Bizlere biraz
kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul Erkek Lisesi’nin ardından,
sizler gibi ben de İşletme okumayı
seçtim ve Boğaziçi Üniversitesi
İşletme Fakültesi’nden mezun
oldum. Aslında mühendisliğe ilgim
vardı. Hatta lisedeyken kimya
mühendisi olmayı isterdim, sonra
elektrik-elektroniği düşünmeye
başladım. Aslına bakarsanız,
kamyon şoförlüğü de dahil olmak
üzere gönlümden geçen pek çok
mesleği değerlendirme şansım
oldu ve nihayetinde ikinci tercihim
olan Boğaziçi Üniversitesi İşletme
Fakültesi’ne girdim. Ardından
Amerika’da American Institute of
Baking’de gıda işleme konusunda,
Almanya ZentralfachSchule der
Deutschen Süsswarenwirtschaft’ta
da şekerleme konularında eğitim
aldım. 1982 yılından itibaren
de çalışmaya başladım. Ama
tabii aslında babam Sabri Ülker
sayesinde çocukluğumdan beri bu
işlerin içindeyim.
Tam zamanlı olarak çalışmaya
başladıktan sonra sahada
ve yönetici olarak pek çok
kademeden geçtim. Müşteriyi,
tüketiciyi, üreticiyi, bu işin
bütün paydaşlarını en iyi
tanıyabileceğiniz yer sahadır.
Yıldız Holding’de çalışma
arkadaşlarımla da paylaştığım bazı
temel prensiplerim var; bunlardan
biri de GOYA. Yani “Gez, Oturma
Yerinde Artık”! Hareket et, kolları
sıva, işe giriş! GOYA’yı çalışanlara
dikte etmiş değilim; herkesten
önce ben GOYA yapıyorum zaten.
Piyasayı dolaşıyorum, bakkalları
geziyorum. Hatta bir defasında
bir bakkalda raflara bakarken
adam “Hangi şirket?” diye sordu.
“Ülker’den geliyorum. Bir sıkıntınız
var mı?” dedim. “Bana bak,” dedi,
“Ülker’in başındakilere söyle,
Çamlıca Tepesi’nde oturup Cafe
Crown içmekle bu işler olmaz.
Buraya gelsinler!” Hiç bozuntuya
vermeden, “Olur” dedim, “Bizzat
söyleyeceğim.” Sahada olmak size
böyle güzel anılar da kazandırıyor.
Pandemi döneminde tabii bunu
yapmak mümkün olmuyor
ama çalışma arkadaşlarımın
tüm dünyadan paylaştıkları
GOYA gözlemlerinden de çok
faydalanıyorum.
Kendimle ilgili olarak
söyleyeceğim, ama aslında
gençlere yol gösterebileceğine
inandığım bir başka konu da
merak, çok çalışmak ve daima
öğrenmeye açık olmak. Bazen
ders çalışırken yorulurdum. Babam
görünce, “Madem yoruldun, şimdi
başka bir iş yaparak dinlen.” derdi.
Hayatta en önemli şey, zamanı
kullanmayı öğrenmek. Hepimizin
24 saati var ve o zaman içinde
yaptıklarımıza göre sonuçlar elde
ediyoruz. İstediğiniz kadar paranız
olsun, hayatı günde 24 saatten
bir salise fazla yaşamak mümkün
değil. Bu yüzden de öncelikleri
belirlemek çok önemli.
Hat sanatına ilginiz olduğunu
biliyoruz. Aynı zamanda çağdaş
ve modern yapıtlar ile geleneksel
eserleri içinde barındıran iki ayrı
koleksiyona sahipsiniz. Yıldız
Holding’in Çamlıca’daki mini
sergi salonunda sanatseverlere
serginizin kapılarını açtınız.
Sanata olan ilginiz nasıl başladı?
Öncelikle şunu açıklığa
kavuşturmak isterim: Sanat
koleksiyonları benim değil,
Yıldız Holding’in ve o vasıtayla
da tüm sanatseverlerin aslında.
Çalışanlarımız beğendikleri
tabloları alıp çalışma mekanlarının
duvarlarına asabiliyor. Dediğiniz
gibi, pandemi öncesinde halka
açık bir sergi salonumuz vardı.
Dünya sağlığına kavuşunca,
sanatseverlerle yeniden
salonumuzda buluşmayı çok
istiyorum.
Aslında ailede sanat merakı,
dedemden bu yana hep vardı.
Çocukluğumda, annemin babası
olan Muharrem dedemle zaman
geçirme şansım oldu. Hatırlıyorum,
39
"Yıldız Holding’de çalışma
arkadaşlarımla da
paylaştığım bazı temel
prensiplerim var; bunlardan
biri de GOYA. Yani
“Gez, Oturma Yerinde
Artık”! Hareket et,
kolları sıva,
işe giriş!"
hiçbir şey bulamasa, güzel
yazıların olduğu takvim
yapraklarını ya da gazetede çıkmış
bir şeyleri keser, çerçeveletip
asardı. Hep böyle bir arzusu
vardı. Babamda da bunu gördüm.
Mesela biz çok ev değiştirdik.
Yeni bir eve taşınınca hep salona
asılacak bir tablo beğenir, alır ve
asardı. Yine babamın zamanında
insanların birbirlerine iyi dileklerin,
temennilerin yazılı olduğu güzel
levhalar, tablolar hediye ettiğini
gördüm.
Ek olarak, çok genç yaşımdan
itibaren dünyanın farklı ülkelerinde
bulunma, iş yaptığımız insanların
hobilerine şahit olma imkânı
buldum. Dünyanın her köşesinde
görüştüğüm, iş yaptığım, fabrika
ziyaretlerinde bulunduğum iş
insanları, zaman zaman sanat
koleksiyonlarından da söz
ederlerdi. Kimileri için merak,
kimileri içinse yatırım aracıydı.
Bütün bunlar bir araya gelince
sanata meraklı biri oldum. Sanat
eseri seçiminde kriterim çok
basittir: eseri sevmek. Eğer eseri
beğenirsem, hissederek, severek
alıyorum. Yani bu eserleri yatırım
olsun diye almıyorum. Klasik veya
çağdaş, her sanatçı yaşadığımız
dünyayı kendi hayal gücüyle ve
bakış açısıyla yorumluyor. Üstelik
bu yorumlamayı son derece
estetik bir şekilde yapıyor. Eserlere
bakarken sanatçının o eseri hangi
duygularla, ne düşünerek yaptığını
anlamaya çalışıyorum. İslam sanatı
manevi dünyama büyük ışık tutan
eserler sunuyor. Manevi dünyamı
zenginleştiren, şenlendiren Hilye-i
Şeriflerimiz, başka hat ve tezhip
eserleri mana itibarıyla benim için
tarifsiz bir zenginlik.
Modern sanatı sevme sebebim
ise, her bakanın başka bir şey
görüp algılaması. Bu bana
insanların ne kadar farklı bakış
açıları olduğunu gösteriyor.
Herkesin farklı düşünceleri olabilir,
olmalı. Farklı bir yorumu görmek
için ressamların eserleri iyi bir
alternatif sunuyor.
Yurtdışında 13 ülkede 23
fabrikaya sahipsiniz. Aynı
zamanda 2007 yılında dünya
çapındaki markalardan biri olan
GODIVA’yı bünyenize kattınız. Bu
süreçten sonra yatırımlarınızın
çok büyük bir kısmını yurt
dışına kaydırdınız. Bu atılımları
yaparken hedefleriniz nelerdi?
Bu hedefleri gerçekleştirebildiniz
mi?
Küresel bir şirket olarak
Türkiye’deki 76 yıllık tecrübemizi
dünyaya taşıyor, bu tecrübeleri
"evrensel iş dili" ile ifade
ediyoruz. Ülker ailesinin
gözü daima dünyada oldu,
çünkü sektörümüzde dünya
markası olmanın yolu, küresel
yatırımlardan geçiyor.
Her şeyden önce, dünyadaki
yatırımlarımız ve markalarımızla,
Türkiye’den yükselen bir şirket
olarak ülkemizi temsil ediyoruz.
Bizim dünyaya açılmamız,
Türkiye’nin imajına çok değerli bir
pozitif katkı sağlıyor. Kültürlerin
tanışması bakımından "iş yapmak"
önünüze güçlü bir yol açıyor. Bizim
için de öyle oldu. İş yaptığımız her
ülkede dost kazandık, aynı şekilde
bizimle iş yapmak için gelen
yabancı ortaklarımız ülkemizi
bizler kadar sevdiler, iş yapmayı
sürdürdüler.
Yıldız Holding bugün gerek
sektörünün lideri olan yabancı
şirketlerle yaptığı iş birlikleriyle
gerekse yurt dışında stratejik satın
almalarıyla küresel bir Türk şirketi
haline geldi. Ama diğer yandan da
global büyüme projeksiyonumuz
her zaman Türkiye’yi merkezde
tutan bir anlayışın etrafında
gelişti. Bu nedenle ülkemiz tüm
global işlerimizin, üretimimizin
ve ihracatımızın ana merkezi
konumunda bulunuyor. Mesela
Türkiye’de Ar-Ge ekiplerimizin
ürettiği bisküvileri İngiltere’de
ve dünyanın dört bir noktasında
tüketicimizle buluşturuyoruz.
Zaten Türkiye’deki fabrika sayımız
yurtdışındakilerin iki mislinden
fazla.
Teknolojik gelişmelerin
hayatımızda çok önemli yer
tuttuğu dönemler geçirmekteyiz.
Bu bağlamda elektronik ticaret
sektörü gelişimini sürdürüyor.
Yıldız Holding olarak 2019
40
yılında “E-Star’ı” kurdunuz. Bize
bu projenizden ve e-ticarete
yönelme sürecinizden
bahsedebilir misiniz?
Dünyada büyük bir değişim var.
Bu değişim pandemiden çok daha
önce başlamıştı. Çünkü endüstri
değişiyor, Z kuşağının tüketim
kalıpları çok farklı. Şirketler daha
önce hiç görülmemiş hızlarda
inovasyon yapıyor, rekabet
katlanarak büyüyor. Dolayısıyla
inovasyon artık bir “yapsak mı
yapmasak mı” değil, “nasıl,
hangi yöntemlerle yapsak”
meselesi. İçinde bulunduğumuz
sektörde yapılan inovasyonların
yaklaşık üçte ikisi üç yıl içinde
hükümsüz kalıyor. Tüketiciler
yeni deneyimleri anlıyorlar. Yani
yeniliğin arkasındaki hikâye ve
önündeki senaryo çok önemli.
Biz de zaten Ar-Ge ve inovasyon
çalışmaları yapıyorduk ama
bunun da ötesinde Yıldız
Holding’de disruption (altüst
etme, ezber bozma) grupları
oluşturmaya başladık. Sonuçları
öngörülebilir, işimize değer katan,
tüketicilerimizle bağlarımızı
güçlendiren inovasyonları daha iyi
nasıl yapabiliriz? Bu konuda ortak
akıl yürütebileceğimiz platformlar
kurduk. Öz değerlerimizi,
amacımızı, otantikliğimizi
kaybetmeden, süreçlerin zamanla
ortaya çıkardığı görünmez
engelleri aşarak ve birbirimizden
ilham alarak inovasyon sürecini
nasıl içselleştiririz? Bu sorunun
cevabını aradık.
E-Star aslında bu cevaplardan
biridir. Elektronik ticaretin
dünyada olduğu gibi Türkiye’de
de hızla geliştiği bir dönemde,
bu ekosistemdeki şirketler için
uzman, çevik ve inovatif yapısıyla
lider bir e-ticaret şirketi olma
hedefiyle kuruldu. B2B ve B2C
alanında e-ticaret şirketleriyle iş
birliğinin yanı sıra, bu alanda var
olmaya çalışan firmalar için de
e-ticaret kanalı niteliğinde eşsiz bir
iş modelidir. Ülker’in başarı sırrının
yaygın satış ağı olduğu söylenir
hep; evet, kısmen doğrudur. Bu
alandaki deneyimimizi e-ticaret
alanında gösterebilmek, yukarıda
bahsetmiş olduğum inovasyona
bakış açımızı özetliyor.
2010’da FIBA Dünya Basketbol
Şampiyonasında 110 ülkeden
300 çocuğun buluştuğu
Children of the World (COW)
Projesine ve Türkiye’deki ilk FIFA
organizasyonu FIFA U20 Dünya
Kupası’na destek oldunuz. Ayrıca
İstanbul’un 2020 Olimpiyatları’na
ev sahipliği yapmak için
Madrid ve Tokyo ile girdiği yarışta
destekçilerden biri de Yıldız
Holding oldu. Yıldız Holding olarak
sportif ve kültürel faaliyetleri
destekleme adımlarınız nasıl ortaya
çıktı?
1993 yılında Yönetim Kurulu
Üyemiz Orhan Özokur spor
dünyasına girişimizin hem sosyal
sorumluluğumuzun bir gereği olarak
hem de grubumuzun kamuoyuyla
iletişimine katkı sağlayabileceğini
düşünerek, Sabri Bey’e bu konuda
bir teklifte bulunmamızı önerdi.
Bunun üzerine her ikimiz de konuyu
Sabri Bey’e açtık. Teklifimizi kabul
edeceğine hiç ihtimal vermiyorduk.
Sabri Bey bizi dikkatlice dinledi,
“Tamam, yapalım. Şu kadar da para
koyalım.” dedi. İş bununla bitmedi,
arkasından ağır bir şart da getirdi:
“Ya birinci ya da ikinci olacaksınız;
yoksa kimse üçüncüyü hatırlamaz.”
Sabri Bey’den aldığımız cesaret ve
talimatla Ülkerspor’un basketbol
takımı oluştu. Böylelikle spor
dünyasına da adımımızı atmış olduk.
Ülkerspor kurulup basketbol takımı
oluştuktan sonra, bir gün Sabri
Bey’le birlikte sporcuların kampına
gittik. Sabri Bey, sporculara hem
tembihte bulundu hem de onları
motive etti. 1994 yılında iyi bir sonuç
aldık, şampiyon olduk. Ülkerspor,
kısa sürede Türk basketbol kulüpleri
arasında iddialı bir konuma ulaştı.
13 yılda 14 kupa kazanan Ülkerspor,
bu süre içinde başarılı, ülkemiz
basketboluna önemli katkıları olan
sporcular da yetiştirdi.
2006 yılında, müessese takımı sahibi
olmanın olumlu ve olumsuz yanlarını
değerlendirdikten sonra, mevcut
profesyonel takımlara sponsor
olmayı daha uygun gördük ve bu
sisteme geçtik. Ülker, 2006’dan
itibaren Ülkerspor Fenerbahçe
Basketbol Şubesi’yle birleşti.
Sonrasında sırasıyla diğer basketbol
kulüplerine, futbol kulüplerine ve
Futbol Milli Takımı’na da destek
olduk. Çok amaçlı Ülker Sports
Arena’yı 2012 yılında Türkiye’ye
kazandırdık. Çocuklarımızın
ülkemizin geleceği olduğuna
gönülden inandığımız için sadece
profesyonel futbola değil, 6-12
yaş grubundaki çocuklara yönelik
spor projelerine de Ülker Çocuklar
İçin Futbol (Grassroots) adı altında
katkıda bulunduk. Ülker Çocuklar İçin
Futbol projesine basketbol projeleri
de dahil edildiğinde yüz binlerce
çocuğumuza spor yapma alışkanlığı
kazandırmak için çalıştık.
Harvard Sabri Ülker Metabolik
Araştırmalar Merkezi’ne Yıldız
Holding’in sağlık alanına yaptığı
bağış ve verdiği önem oldukça
bilinmekte. Özellikle şu an içinde
bulunduğumuz bu zorlu pandemi
sürecinde bu yatırım ve bağışların
etkisi göz ardı edilemez bir
seviyede. Bu projede olduğu gibi
sağlık alanında başka projeleriniz
var mıdır? Var ise nelerdir?
Rahmetli Babam Sabri Ülker’in
adına kurulan, Sabri Ülker Gıda
Araştırmaları Enstitüsü Vakfı ilk
günden itibaren kıymetli ekibi
ve ortak amaçla bir araya geldiği
değerli paydaşlarıyla bilime katkı
için çalışıyor. Toplumların ve gelecek
kuşakların selameti için bilim
insanlarımıza ve toplumsal fayda
üreten sağlık araştırmalarına destek
olmayı bir görev kabul ediyoruz.
İşimizi küresel çapta sürdürürken,
ülkemize ve dünyaya fayda
sağlayacak sosyal-bilimsel yatırımları
da önemsiyoruz. Harvard Üniversitesi
Kamu Sağlığı Fakültesi Genetik ve
Kompleks Hastalıklar Laboratuvarı’na
vakfımız aracılığıyla verdiğimiz
destek de bu felsefeyle geliştirildi.
Bu destek, fakültenin sadece 10 yıl
süreyle Sabri Ülker Merkezi adıyla
anılarak, aynı zamanda laboratuvarın
analiz kapasitesinin geliştirilmesini
ve burada geliştirilecek yeni
teknolojilerle toplum sağlığına fayda
sağlamayı içeriyor. Bu yatırımla
ülkemizdeki sağlık ve beslenme
konusuna katkımızı ilk kez dünya
ölçeğine taşımış olduk. Dünyada
olmak istiyorsak bunu sadece tek
bir alanla sınırlayamayız. Bu merkez,
gelecekte insan sağlığına katkı
sağlayacak projeler geliştiriyor.
Ulusal ve uluslararası düzeyde bir
farkındalık oluşturmak açısından
hem Sabri Ülker Merkezi olarak hem
de biz üstümüze düşeni bir nebze de
olsa yapmayı amaçlıyoruz.
Merkezde beni büyüleyen
bir gelişmeyi sosyal medya
hesaplarımdan da paylaşmıştım: Prof.
Dr. Gökhan Hotamışlıgil, Hepatik ER
mimarisi ve metabolizma üzerindeki
etkisi konusundaki çalışmalarını
paylaştı. Yani, alt hücre yapılarının
yaşayan organizmadaki en ayrıntılı
incelemesini yapmışlar ve bunu,
değerli dijital sanatçı Refik Anadol'la
birlikte hücrelerin üç boyutlu
filmlerine dönüştürmüşler.
Bu vesileyle Gökhan Hoca’nın son
çalışmasından da bahsedeyim:
Kilolu kişilerde karaciğer yağlanıyor
ve bazı metabolik hastalıklar
ortaya çıkıyor. Gökhan Hoca ve
ekibi yakın zamanda yağlanma
ve beraberindeki hastalıkların
karaciğere nasıl yayıldığını ve bunun
nasıl önlenebileceğini gösterdi.
Yağlanmayı organın tamamına
yayan kanal proteinini buldu. Fare
modelinde bu proteini kodlayan
gen silinince, yüksek kalori ve
41
yağ içeren bir beslenmeye karşın
karaciğer fonksiyonları normal kaldı
ve metabolizma normal dengesini
korudu. Yani bu değerli ekip,
karaciğerdeki bir iletişim kanalını
kapatarak bu organı korumaya
yönelik önemli bir adım attı.
Bu gibi çalışmaları gördükçe, Sabri
Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü
Vakfı’nı kurmakla ne kadar doğru
bir karar verdiğimizi çok daha iyi
anlıyorum.
Bir de özellikle vakfın kısa süre önce
düzenlediği dördüncü Beslenme
ve Sağlık İletişimi Konferansı’ndan
bahsetmek isterim. Pandemi
döneminde özellikle “COVID-19
Sırasında Beslenme” ve “Bilgi Kirliliği
ile Mücadelede Medya Okuryazarlığı”
konularına odaklanan bu çalışmanın
da ülkemiz ve dünya kamuoyuna çok
faydalı olduğunu düşünüyorum.
20 yıldır sürdürdüğünüz
Yıldız Holding Yönetim Kurulu
Başkanlığı’nı yeğeniniz Ali Ülker’e
devrettiniz ve bu konu hakkında
"Babam Sabri Ülker yönetim
kurulu başkanlığını bana 15 yılda
devretmişti. Benim 20 yıl oldu.
Geç bile kaldım.” demişsiniz.
1944’den beri hep daha iyisini
gerçekleştirerek bugünlere
gelmiş bir şirket olarak babanız
Sayın Sabri Ülker’den size kalan
unutamadığınız bir nasihati
paylaşabilir misiniz?
Rahmetli babam ve amcam bir
yelkenli yaptılar ve donattılar. Her
şey hazırdı. Ben yelkenleri açılmış
bir teknenin dümenine oturdum,
rüzgâr da uygun esince yol aldık.
2000 yılında Sabri Ülker'den
devraldığım başkanlığı kesintisiz
20 yıl sürdürdüm. Bu bir bayrak
yarışıdır. Bayrağı güvenle Ali
Ülker'e devrettim. Şu anda yönetim
kurulunda üye olarak çalışıyorum,
iş hayatıma da Holding’e bağlı
şirketlerde devam ediyorum.
Rahmetli babam aslında
nasihat etmekten ziyade kendi
davranışlarıyla örnek olmayı severdi.
Yine de çok faydalandığım iki sözünü
paylaşmak isterim: “Yaptığınız işin ya
müşterisi ya da satıcısı olun’’ derdi.
Böylece, atıştırmalık üretiminde
kullandığımız malzemelerin ve
hammaddelerin aynı zamanda
üreticisi de olduk. Başta yağ olmak
üzere pek çok hammaddeyi imal
ediyoruz, aynı zamanda da imal
ettiğimiz bu ürünlerin müşterisi
oluyoruz.
Bir de daima B planı yapmamızı
isterdi. “Başka sahalara bakın
bakalım.” derdi. Biz de ondan
aldığımız bu derslerle daima
alternatif çözümler düşünüyor, hesap
kitap yapmadan hareket etmiyor,
hesapsız risk almıyoruz.
YAZI:
KURUM IÇI GIRIŞIMCILIKTEN
ÖTE INVENDO
Doğuş Grubu olarak girişimciliği, yeniliği ve yaratıcılığı ön planda tutup, girişimcilik
konusunda çalışanlarımıza kendilerini tanıma ve geliştirme imkanı sunmak amacıyla 2016
yılında Kurum İçi Girişimcilik Programı InvenDO’yu hayata geçirdik. Peki InvenDO nedir?
Doğuş Grubu içerisinde inovasyonu ve
yaratıcı projelerin gelişimini desteklediğimiz
çalışanlarımızın girişimcilik yeteneklerini
geliştirmek amacıyla 2016 yılında Kurum
İçi Girişimcilik Programı olarak başlattığımız
InvenDO ile kurumumuz içerisinde fikri
olan çalışanlarımıza fikirlerini geliştireceği,
ticarileştirmelerine olanak sağladığımız bir zemin
hazırladık.
Programın daha sürdürülebilir bir yapı olarak
hayatına devam edebilmesi ve tüm projelerimizi
tek bir noktadan yönetebilmek için ise InvenDO
2017’den bu yana Doğuş̧ Holding iştiraki olan
Doğuş Yeni Girişimler ve Projeleri A.Ş. adı
altında hizmet veriyor. Kurulan şirket Doğuş̧
Holding tarafından fonlanıyor idari, muhasebe,
hukuk ve yazılım konularında da Doğuş̧ Teknoloji
tarafından destekleniyoruz.
Bu program kapsamında çalışanlarımızın yeni
fikirler üretmesine katkı sağlamak amacıyla “Fikir
Üretim Kampları” düzenliyoruz. Çalışanlarımız
yeni girişim fikirlerini Doğuş Teknoloji tarafından
geliştirilmiş olan İnovasyon Platformu aracılığıyla
bizlere ulaştırıyor. Her dönem yaklaşık 100-150
arası fikir başvurusu alıyoruz. Yapılan ön elemeyi
geçen proje fikir sahiplerine ise yalın girişim
eğitimleri ve mentorluk destekleri veriyoruz.
İlk aşamada iş modelini oluşturan ve proje fikri
netleşen çalışanlarımız yatırımcı komitesine
yatırım sunumları gerçekleştiriyor. Finale kalan
projelerimiz ise yaklaşık 3 ay süren kuluçka
aşamasından geçiyor. Her bir projemize 50.000
TL tutarında bir pilot bütçe sağlıyoruz.
Kuluçka dönemi sonrasında tekrar yatırımcı
sunumları ile uzun vadeli fonlayacağımız projeleri
seçiyoruz. Seçilen proje fikir sahiplerimiz mevcut
çalıştıkları Doğuş̧ Grubu şirketinden ayrılarak
Doğuş Yeni Girişimler bordrosunda 1 yıl süre
ile verilen fon ile sadece projelerinin üzerinden
çalışma hakkı kazanıyor. 1 yılın sonunda
belirlenen performans hedeflerine ulaşan
projelerimize ise şirket kurma imkânı tanıyoruz.
Doğuş̧ Grubu’nun %20, kurucu ortakların ise %80
pay sahibi olacağı yeni bir şirket kuruluyor.
InvenDO’ya kurum içi girişimciliği merak eden,
yeni bir fikri olan veya kurum içerisinde bir
problemi çözmeyi isteyen tüm Doğuş̧ Grubu
çalışanlarımız katılabiliyor. Buradaki en önemli
ayrıntı ise proje eakibinden minimum bir kişinin
Doğuş̧ Grubu çalışanı olmasının katılım için
yeterli olması. Böylece projelere dışarıdan da
kurucu ya da çalışan olarak ekip arkadaşları
katılabiliyor.
2016 yılından bu yana toplam 4 dönemini
tamamladığımız InvenDO’nun 5. Dönemini ise
Kasım 2020’de açtık.
42
70 ülkeden 700’den fazla üyesi bulunan Stokartı,
listelenen 30 bin stok kalemiyle geçtiğimiz 1 yıl
içerisinde 10 ülkeye ihracat gerçekleştirdi.
Stokartı geçtiğimiz yıl performans hedeflerine
ulaştığından ötürü Kasım 2020’de ayrı bir şirket
olarak yoluna devam edecek.
Deneyim aktiviteleri, doğa ve adrenalin sporları
ile atölyeleri de kapsayan geniş̧ bir yelpazede
hem bireylere hem de kurumlara hizmet sunan
Aktivido, aktivite sağlayıcıları ile müşterileri
buluşturduğumuz bir pazaryeri platformudur.
VDF’de çalışan iç girişimcilerimizin proje fikridir.
Aktivido belirlediğimiz performans hedeflerine
ulaşamadığı için yollarımızı ayırmak durumunda
kaldık. Çalışanlarımız proje fikirlerine ilişkin tüm
fikri mülkiyet haklarını alarak şirketlerini kurdular
ve yollarına girişimci olarak devam ediyorlar.
Toplam 4 döneme ait bazı istatistikleri de sizlerle
paylaşmak istiyoruz.
InvenDO’ya şimdiye kadar grup içerisinden toplam
400’den fazla proje fikir başvurusu geldi. 44
projemiz eğitim aşamamıza geçmeye hak kazandı. Bu
da yaklaşık olarak 100 çalışanımızın yalın girişimcilik
eğitimlerimizi aldığını gösteriyor. 32 proje fikrimiz
yatırım komitesi sunumları gerçekleştirdi. 9 proje
pilot bütçe almaya hak kazanarak kuluçka dönemine
girdi.
Çalışanlarımızın kişisel ve yönetimsel gelişimlerine
katkıda bulunmak amacıyla geliştirdiğimiz
bu programda, grup içerisinde inovatif
düşüncenin ve fikir gelişiminin desteklenmesini
amaçlamaktayız.
Kuluçka dönemlerini tamamlayan 2 proje de yaptığı
yatırımcı sunumları neticesinde uzun dönemli
fonlanmaya hak kazandı.
Uzun dönem fonladığımız 2 InvenDO projemiz →
Stokartı (1. dönem) ve Aktivido (2.dönem)
Stokartı; inşaat, madencilik, endüstri gibi
dijitalleşmenin nispeten az olduğu sektörlerde
dijitalleşmeyi sağlayarak envanterlerindeki fazla
stok ve varlıkların sistemde kayıtlı olan üye
firmalara satışını gerçekleştiren online pazaryeri
platformudur. Doğuş̧ İnşaat’ta çalışan bir iç
girişimcimizin proje fikridir.
Bu program sayesinde grup bünyesinde yer
alan farklı sektörlerimizde faaliyet gösteren
şirket çalışanlarımıza birbirini tanıma ve beraber
çalışma fırsatları yarattık. Vermiş̧ olduğumuz
eğitimlerle inovatif bakış̧ açısını destekleyerek
çalışanlarımızın geniş̧ bir perspektifte
düşünmesine olanak sağlıyoruz.
Programda verdiğimiz bu eğitimlerin ve bakış̧
açısının tüm çalışanlarımız tarafından mevcut
islerinde de sahiplenilmesini önemsiyoruz.
InvenDO, hem mevcut çalışanlarımız hem de
Doğuş̧ Grubu’nda çalışmayı düşünen tüm kişiler
için motivasyon kaynağı bir program olarak yoluna
devam ediyor.
43
RÖPORTAJ
"Girişimcilik uzun soluklu,
sabır isteyen, mücadele
gerektiren ve hatalardan
ders alarak sürekli kendinizi
geliştirmeniz gereken bir
yaşam biçimidir."
GENÇ GİRİŞİMCİLERDEN
BİRİNCİLİK PROJESİ
Genç girişimcilerin
fikirlerinin yarıştığı
Red Bull Basement
yarışmasında, 38
finalist arasından
birinci seçilen,
“PLANTRIC”
projeleriyle tanıdığımız
Doğuş Üniversitesi
öğrencileri Aylin Yazıcı
ve Can Zenginel'le
girişimcilik hakkında
keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
Bildiğimiz üzere Red Bull, Red Bull
Basement adında küresel sorunlara
çözüm üretmek için inovatif
fikirleri bir araya getirdiği bir
program gerçekleştirmekte. Sizler
de Red Bull Basement 2020’de
PLANTRIC adlı projenizle Türkiye’yi
temsil etmeye hak kazandınız.
Başarınızdan dolayı sizleri tebrik
ederiz. Bize biraz kendinizden
bahseder misiniz? Yarışmaya
katılmaya nasıl karar verdiniz?
Merhaba ben Aylin. Doğuş
Üniversitesi'nde Endüstriyel Tasarım
okuyorum. 3. sınıftayım. ItsMee
Startup’ında UI/UX designer olarak
çalışıyorum. Yaklaşık bir buçuk
senedir aktif olarak uluslararası
ve Türkiye genelinde yarışmalara
katılıyorum. Kendimi girişimci olmaya
adadım diyebilirim. 3D modelleme
dışında grafik tasarım alanında da
kendimi geliştirmeye çalışıyorum. 11
yaşından beri müzikle uğraşıyorum;
gitar çalıyorum.
Merhabalar, ben Can. Doğuş
Üniversitesi İngilizce Endüstri
Mühendisliği 2. sınıf öğrencisiyim.
Hazırlıktan bu yana MGS’de Çevrim
içi Satış Temsilcisi olarak çalışıyorum.
Okulumuzun Girişimcilik Kulübü
DOU Startup’ın organizasyon
koordinatörüyüm. Okulumuzun
kuluçka merkezinde yolumuzun
kesiştiği Aylin’le PLANTRIC için
güçlerimizi birleştirdik ve bu yola
çıktık.
“Girişimcilik” kavramı sizler için
neler ifade ediyor? Sizlerin genç
bir girişimci olmasını etkileyen
faktörler nelerdi?
Girişimcilik uzun soluklu, sabır
isteyen, mücadele gerektiren ve
hatalardan ders alarak sürekli
kendinizi geliştirmeniz gereken bir
yaşam biçimi. İçimizdeki kendimizi
geliştirme hevesi, olanla yetinmeme,
hep daha ilerisini hayal etme
tutkumuz bizi girişimcilik maratonuna
sürükledi. Bir kere girişimcilik ruhunu
benimsediğinizde zaten bu yoldan
kolay kolay çıkamıyorsunuz.
44
Bizlere biraz PLANTRIC’ten
bahseder misiniz? Bu proje
nasıl ortaya çıktı? Bu proje
ile kullanıcıya nasıl bir fayda
sağlamayı hedeflemektesiniz?
PLANTRIC, kendi kendine
yetebilen bir bahçe sistemidir.
Bu sistem yemek atıklarının
kompostlanma yöntemine dayalı
olarak çalışır. Üç ana çalışma
bölümünden oluşur; yemek
atıkları için konteyner, büyük
toprak kap ve otomatik sulama
sistemi. Sistem, gıda atıkları
konteynerlere döküldükten sonra
çalışır ve saksıda bulunan toprağı
gübreleyerek bitkilerin büyümesi
ve gelişmesi için enerji sağlar.
Çürütmenin genelde olumsuz bir
anlamı vardır ama konu kompost
olunca çürütmek yeniden
yaşatmak demek.
Yiyecekler, kompostlanabilir yanıcı
atıkların % 46,2'sini oluşturuyor.
Bu, bitkilerin büyümesi için
muazzam bir enerji potansiyeli ve
kaçırdığımız çok büyük bir sayı
oranı. Toplu alanlarda ve yemek
atıklarının fazla olduğu yerlerde,
bu atıkların çöpe gitmesi yerine
bir bitki gelişim aşamasına dâhil
edilmesi asıl hedefimiz. Bitkilerin
ekosisteme kattığı fayda da
yadsınamaz bir gerçek.
Aslında sizler PLANTRIC
konteynerlerına bir muz çöpünüzü
attığınızda potansiyel olarak
bir bitki yetiştirmiş olacaksınız.
Çünkü siz farkında olmadan, 24
saat içerisinde, sizin sayenizde
bitkilerin gelişmesinde önem
rol oynayan yüksek miktarda
enerji elde edilmiş olacaktır.
Hedeflerimizin en büyüğü de
bu bilinci uyandırıp kitlesel bir
hareket oluşturmak. Bu projede en
büyük kaynağımız olan insanları
buna dahil etmek.
PLANTRIC’i geliştirirken en
zorlandığınız noktalar neydi?
Henüz girişimlerini hayata
geçirmemiş girişimcilere
özellikle nelere dikkat etmelerini
önerirsiniz?
Red Bull Basement ile hayata
geçmiş bir proje olarak sürecimizi
iki aşamaya ayırdık; Red Bull
öncesi ve sonrası olarak.
Şu an bu yoğun geliştirme
sürecinde olduğumuzdan
yarışma sonrası hızımızı ve
motivasyonumuzu bozmadan
ilerlememiz gerekmekte. Şu an
için zorlandığımız kısımlarda
Red Bull bize her türlü desteği
verdiğinden, sorulduğunda
spesifik bir cevap veremiyoruz. Bu
sürecin çok hızlı gelişiyor olması
ve bizim çok daha fazla çalışıp
yorulmamız bu zorlayıcı faktör
arasına girebilir belki. Yoruluyoruz
fakat gün sonunda yine elde
ettiğimiz çıktılara ve görüşme
sağlayabildiğimiz değerli insanlara
baktığımızda tekrar motive
olabiliyoruz.
Girişimleri hayata geçirmek
bu süreçteki en önemli nokta.
Bu aşamada kime, ne şekilde
ulaşabiliyorsanız peşini bırakmayın
derim. Bir fikriniz varsa bunu
yüzlerce insanla paylaşın. Sizin
düşündüğünüzden çok farklı
boyutlara evrilebilir. Herkesin
yorumunu ve fikrini dinleyin. En
önemlisi ise güzel bir ekip ve
birbirinizi sürekli ayağa kaldırıp,
aksiyon almanızı sağlayan,
enerjinizi aktarabildiğiniz o ortamı
yakalayabilmek. Pes etmek
girişimcilerin kitabında olmamalı.
Genç girişimciler olarak
Türkiye’deki girişimcilik
sektörünün şu anki konumunu
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de bu sektöre etki eden
etkenleri kendi perspektifinizde
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fikri olan ve düşünen insanlar
çok fazla var. Her fikir değerli ve
önemlidir fakat en önemlisinin
aksiyon ve somut sonuçlar elde
edebilmek olduğunu unutmamak
gerekir. Baktığımızda Türkiye’nin
girişimcilikte çok büyük başarıları
var fakat ilk adım önemli olduğu
kadar, son adım da bir o kadar
önemlidir. Bu bilince sahip
olabilirsek, çok daha büyük
başarılarla dünyaya ismimizi
duyurabiliriz. Genç girişimcileri
destekleyen birçok insan var fakat
çoğu zaman girişimciler için yeterli
imkân sağlanamadığından beyin
göçü çok fazla oluyor. Daha fazla
desteklenirse, insanları daha çok
aksiyona sürükleyebiliriz.
Çevrenizden veya girişimciler
arasından kendinize rol model
olarak aldığınız bir girişimci
var mı? Girişimcilik alanında
gelecek ile ilgili planlarınız var
mı? Bu konuda kendi enerjinizi
ve motivasyonunuz nasıl
değerlendirirsiniz?
Bize göre bu toprakların en
büyük girişimcisi ulu önderimiz
Mustafa Kemal Atatürk.
Aydınlanmayı, sanayi devrimini
yaşamamış, gerilemiş ve çökmüş
bir imparatorluk üzerine, dünya
tarihinin yetiştirdiği büyük lider
Mustafa Kemal’in girişimci ruhu bu
topraklara modern bir cumhuriyeti
armağan etti.
Günümüzde kimi örnek
alıyorsunuz diye soracak olursanız,
kesinlikle Elon Musk diyoruz.
Hayat hikâyesini dinlemediyseniz
mutlaka göz atmalısınız. Afrika’da
dünyaya gelip şu anki konumuna
ulaşabilmiş, risk alan ve ileri
görüşlü bir insan. Hayattaki
değerleri çok net ve tamamen
her şeyini bu değerlere göre
şekillendiriyor. Hedefi her zaman
uzaklarda...Yani Mars’ta. Ne kadar
başarıya sahip olsa da tatmin
olmamak onu devam etmeye
sürükleyen en büyük faktör. Risk
almak ise başarıya giden yolda en
cesur olmanız ve değerlerinizden
vazgeçmemeniz gereken nokta.
Mutlaka hayatına göz atmalısınız.
O, dünyadaki sayılı insanlardan.
Red Bull Basement 2020 yarışma
süreci tamamlandıktan sonra
da olabildiğince kısa sürede
şirketleşip pazara açılmak ve
çevre bilinci konusunda halkımızı
bilinçlendirmek planlarımız
arasında. Mental ve zihinsel olarak
yorulsak da çevremizden aldığımız
pozitif destekler,
Türkiye kazananı seçilmek ve
global buluşmada ülkemizi temsil
edecek olmak bize motivasyon
kaynağı oluyor.
Her fikir değerli ve
önemlidir fakat en önemlisinin
aksiyon ve somut sonuçlar
elde edebilmek olduğunu
unutmamak gerekir."
46
47
48
49
YAZI:
RUHSAL HASTALIKLARLA İLGILI
DAMGALAMAYA KARŞI
‘ÖYLE SÖYLEME’ DIYORUZ
Günlük dilde kullanılan ve “damgalama” içeren hatalı söylemler, ruhsal hastalıklarla mücadele
eden insanlar için hastalıktan daha zarar verici bir hal alabiliyor. Abdi İbrahim Otsuka,
toplumsal damgalama ile mücadele alanını sahipleniyor ve “Öyle Söyleme!” kampanyası ile
toplumun tüm kesimlerini damgalama içeren hatalı söylemlere karşı farkındalığa davet ediyor.
Abdi İbrahim Otsuka olarak Türkiye’de psikiyatri alanında öncü ürün ve teknolojilere sahibiz.
Türkiye ilaç sektöründeki ilk ve tek Japon ortaklığı olarak kurulan Abdi İbrahim Otsuka olarak, 8 yıldır
faaliyet gösteriyoruz. Japonya’nın ilk 3 firması arasında yer alan Otsuka ile Türkiye’nin lider ilaç şirketi
Abdi İbrahim’in; geçmişi 2003 yılına dayanan güçlü işbirliği, 2012 yılında gerçekleştirilen anlaşmayla
yepyeni bir platforma taşındı ve yüzde 50 ortaklık ile Abdi İbrahim Otsuka kuruldu.
Otsuka Ar-Ge’si tarafından geliştirilen yenilikçi ürünleri; Abdi İbrahim’in, en ileri teknolojilerin kullanıldığı
GMP standartlarındaki tesislerinde üreterek tıp dünyasının hizmetine sunuyoruz. Abdi İbrahim Otsuka
olarak, her iki şirketin vizyon ve misyonlarından aldığımız güçle Türkiye ve yakın pazarlara değer katma
hedefiyle faaliyetlerimizi sürdürüyor, yenilikçi yaklaşımlar ve ilaç endüstrisine yatırım yapma tutkusuyla
çalışıyoruz.
Genç ve dinamik bir şirket olarak bugün, şizofreni, bipolar bozukluk, majör depresyon ve otizm gibi
tedavilerin yanı sıra hiponatremi, polikistik böbrek hastalığı, kemik iliği transplantasyonu, periferik
arter hastalığı gibi alanlarda ürün portföyümüz bulunuyor. Bunun yanı sıra sadece ürünlerimizle değil
gerçekleştirdiğimiz sosyal sorumluluk alanındaki birçok başarılı proje ile de hayatları iyileştirmeye gayret
gösteriyoruz. “Hasta odaklılıkla değer yaratmaya” inanarak, toplumsal sorumluluk noktasında hayata
geçirdiğimiz son derece etkili, fark yaratan projelerle, araştırmalarla çok cesur adımlar attık. Toplumsal
önyargılar, hatta çok yaygın olarak gördüğümüz toplumsal “damgalama”, özellikle ruhsal hastalıklarla
mücadele eden insanlar için hastalıkların verdiği zararın bile önüne geçebiliyor. Bu nedenle biz de
”toplumsal damgalama” ile mücadele alanını sahiplendik.
Damgalamaya karşı farkındalık oluşturmak için çalışmalarımızı hız kesmeden sürdürüyoruz.
2014 yılında Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde “Şizofreni ile Yaşam” temasından hareketle hayata geçirilen
Görmezden Gelmeyelim projesi kapsamında camo (insan vücudunun boyanarak çevrenin bir parçası
haline getirilme sanatı) sanatçısı Trina Merry’i Türkiye’de ağırladık. Trina Merry, vücutlarını boyadığı
modelleri, başta Galata Kulesi olmak üzere İstanbul silueti içine gizleyerek, görmezden gelinen gerçeklere
dikkat çekmişti. 2015 yılında ise hayata geçirdiğimiz ‘Görmezden Gelmeyelim - Tarih Öncesinden
50
Günümüze Şizofreni Serüveni’ sergisiyle bir kez daha şizofreni hastalarının görmezden gelinmesine
dikkat çekmek istedik. Bilinen birçok sergiden farklı olarak deneyim kabinleri, üç boyutlu görselleri,
gerçek canlandırmaları ile izleyenlerin son derece etkilendiği bir sergi ortaya çıktı. Sergimizle ilgili ilk
günden itibaren çok güzel geri dönüşler aldık. Bu sergiyi; İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli’ye taşıdık ve 4
yılda 2 milyondan fazla insana ulaşmayı başardık. Pandemi öncesinde, Denizbank Genel Müdürlük binası
ve Sabiha Gökçen Havalimanı sergimize ev sahipliği yaptı. Salgın sürecini atlattıktan sonra sergimizle
ilgili çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Bununla birlikte otizmli çocukların topluma entegre olmasına katkı sağlamak amacıyla hasta ve hasta
yakınlarına, internet ve sosyal medya üzerinden, konusunda yetkin pek çok uzman hekim ile hazırlanan,
güncel, pratik ve doğru bilgiye ulaşım imkanı veren Otizm Ailem projesi de on binlerce kişiye ulaştı. Abdi
İbrahim Otsuka olarak “İyileştirmeye Gönüllüyüz” mottosuyla hayata geçirdiğimiz tüm gönüllülük ve
sosyal sorumluluk projelerimizi “Adımız İyilik Olsun” çatısı ile sürdürüyoruz.
İnsan sağlığını merkezine alan bir şirket olarak, hastaların ihtiyaçlarını anlayıp, onların hayatlarını her
anlamda iyileştirmeyi hedefliyoruz. Bu kapsamda Şizofreni Dernekleri Federasyonu ile bir araya gelerek
alanında Türkiye’de bir ilk olan Türkiye Şizofreni Algısı, Bilgi Düzeyi ve Şizofreniye Bağlı Damgalama ve
Ayrımcılık araştırmasını hazırladık. Araştırmada oldukça dikkat çeken sonuçlar elde ettik. Doç. Dr. Haldun
Soygür, Prof. Dr. Köksal Alptekin, Prof. Dr. Alp Üçok ve Prof. Dr. Mustafa Yıldız’ın destek verdiği, XSight
araştırma şirketi tarafından hazırlanan araştırmada, şizofreninin toplumumuzda nasıl algılandığı, şizofreni
hakkında ne düzeyde bilgi sahibi olunduğu ile şizofreniye bağlı damgalama ve ayrımcılık düzeyi ve ilişkili
etkenler araştırıldı.
Bu araştırmanın, şizofreni konusunda farkındalık yaratmanın ötesinde, saptanan sorunlar özelinde,
bundan sonra hep birlikte çözümler ortaya koyabilmemize, güçlü ve somut adımlar atabilmemize imkan
sağlayacağına inanıyoruz.
Bu araştırmamız, dünya genelinde toplumun iyiliği için yapılan araştırmaları en verimli şekilde kullanan
kurumlara verilmek üzere düzenlenen ESOMAR Vakfı Ödülleri (ESOMAR Foundation Awards) kapsamında
“Fark Yaratma” (Making-a-Difference -Good Health and Well-being) kategorisinde birincilik ödülünü aldı.
Ruhsal hastalıklarla ilgili sözcükleri aşağılama ya da hakaret olarak kullananlara “Öyle Söyleme” diyoruz.
Ne yazık ki yıllardır süregelen çabalara rağmen, günlük dilde kullanılan ve damgalama içeren hatalı
söylemler konusu toplumun tüm kesimlerinde önemli sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Türkiye’de
450 - 600 bin arasında şizofreni hastası olduğu biliniyor. Otizm ise 2006 yılından bu yana artış
gösteriyor ve günümüzde her 59 çocuktan 1’inde görülüyor. Ülkemizde depresyon başta olmak üzere,
ruhsal hastalıklara bağlı olarak yılda 3 binin üzerinde intihar vakası gerçekleşiyor.
Ruhsal hastalıklar yaşayan bireyler ve yakınlarının yaşadığı en büyük sorunlardan biri olan damgalamayı
hepimiz gündelik yaşantımızda birebir görüyoruz. Damgalamaya karşı birçok kişi üzerine düşen
sorumluluktan ne yazık ki habersiz.
Hepimiz çocukluğumuzdan bugüne ruhsal hastalıklar konusunda pek çok önyargı ile büyüyoruz. Arkadaş
çevremiz, ailelerimiz ve iş çevremizde bu konuyla ilgili olarak önyargılar ile yetiştiriyoruz. Bu önyargıları
aştığımız günün, toplumdaki tüm bireylerin özgürleşeceği gün olduğuna inanıyorum.
Abdi İbrahim Otsuka olarak, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde başlattığımız “ÖYLE SÖYLEME!”
kampanyası; toplumun tüm kesimlerini, günlük dilde kullanılan ve damgalama içeren hatalı söylemler
konusunda farkındalığa davet ediyor. Bu konuda toplumun tüm kesimlerini yan yana, dayanışma
içerisinde olmaya çağırıyor.
Ruhsal hastalıklar yaşayan bireyler ve yakınlarının yaşadığı en büyük sorunlardan biri olan damgalamaya
(stigma) karşı dilde değişim çağrısı yaptığımız “ÖYLE SÖYLEME!” hareketine, Şizofreni Dernekleri
Federasyonu, Bipolar Yaşam Derneği, Türk Nöropsikiyatri Derneği ile Türkiye Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi
Derneği de destek veriyor.
ÖYLE SÖYLEME! hareketimizle öncelikle kendi düşünce ve sözlerimizde başlayacak bir davranış
değişikliğine çağrı yapıyoruz. Sesimizi; arkadaşlarımızı, ailelerimizi ve iş çevremizdeki herkesi, günlük
dilde ruhsal hastalıklara atıfta bulunan damgalayıcı söylemlerden uzak durması için çıkarıyoruz. Bunu
yapabilmemiz için, öncelikle hasta ve hasta yakınlarının yaşadıkları zorlukları dinlememiz ve anlamamız
gerekiyor. Özellikle hasta ve hasta yakınlarının yaşadıkları zorluklar konusunda empati yaparak ve günlük
dildeki hatalı kalıplara karşı daha dikkatli olarak hareketimize katılmalarını bekliyoruz.
Toplumun her bir bireyi olarak önyargıların yıkılabilmesi için bir şeyler yapma gücüne sahibiz. Bunun için
kamudan, basına, futbol kulüplerinden, iş dünyası derneklerine, hastanelere, tedarikçilerimize, sağlık
örgütlerine kadar çok geniş bir kesime mektuplar göndererek onları farkındalığa ve bu harekete destek
olmaya çağırdık. Önümüzdeki dönemde de gençlerle ve üniversitelerle önemli çalışmalar gerçekleştirmeyi
planlıyoruz.
Bundan sonra günlük dilde kullanılan ve damgalama içeren hatalı söylemleri kullanmamak hepimize
düşüyor. Abdi İbrahim Otsuka olarak “Öyle Söyleme” hareketini toplumun tüm kesimlerine yaymak ve
hatta küresel bir harekete dönüştürmek üzere önümüzdeki bir yıl içinde çok aktif olarak çalışmalarımıza
devam edeceğiz.
51
RÖPORTAJ
MODA STRATEJISINI
YÖNLENDIREN İŞ İNSANI:
ELIF ÇAPÇI
"Hedefin geleceği belirlemek olduğu
felsefesi ile mevcut durumu da bir yana
koymadan, gelecek üzerine yoğunlaşarak
düşünmek çok önemli."
Kariyer basamaklarını
her daim başarılı
bir biçimde çıkan
ve yaptığı stratejik
hamlelerle Beymen’e
çok önemli katkılar
sağlamış olan
başarılı iş insanı
Beymen CEO’su Elif
Çapçı’nın tecrübelerini
aktardığı bir röportaj
gerçekleştirdik.
Bilkent Üniversitesi İşletme
Bölümünden mezun olduktan
sonra Duke Üniversitesi’nden
MBA derecesi aldınız. Çalışma
hayatınıza ABD’de Signet
Bankt’ta başlayıp ardından
CitiGroup’da çalıştınız.
Günümüzde de Beymen’in
CEO’luğunu yapmaktasınız. Peki
tüm bunların dışında Elif Çapçı
kimdir? Sizi biraz daha yakından
tanıyabilir miyiz?
Bilkent İşletme Fakültesi’nden
mezun olduktan sonra Duke
Üniversitesi’nde MBA yaptım.
Ardında da Amerika’da kalarak
bankacılık alanında çalışmaya
başladım. Finans kökenliyim,
stratejik danışmanlık ve bankacılık
geçmişim var. Kariyerime
Bain&Company’de danışmanlık
tarafında başladım daha sonra
Citigroup’un New York, Brüksel
ve Londra ofislerinde çalıştım.
Citibank Türkiye’de, perakende
bankacılık operasyonun başına
geçtim. Beymen’le tanışmam ise
1988 yılında Bain&Company’deki
günlerime dayanıyor. O dönemde
Beymen müşterimizdi ve birlikte
çeşitli projelerde çalışmıştık.
Yıllar sonra yollarımız tekrar
kesişti. 2008 yılında Boyner
Holding Başkan Yardımcısı
olarak perakende sektörüne
geçiş yaptım. 2009 yılında
Beymen CEO’su oldum, bunun
yanı sıra 2016 - 2019 yılları
arasında Boyner Grup Perakende
Operasyonlarından Sorumlu
Başkan Yardımcısı görevini de
yürüttüm. 2019 yılında Beymen
ile AyMarka’nın Beymen Grup
adı altında bir araya gelmesini
takiben, Beymen Grup CEO ve
Yönetim Kurulu üyesi olarak görev
yapıyorum.
Kariyer kişinin hayatı için çok
önemli çünkü siz onu o da sizi
değiştiriyor ve dönüştürüyor.
Bugün olduğum kişi haline
gelmemde bu yolculuğun çok
etkisi olduğuna inanıyorum.
Örneğin bankacılık beni analitik
anlamda çok geliştirdi. Ardından
gelen danışmanlık dönemi stratejik
ve sonuç odaklı düşünmeyi, büyük
resmi görmeyi, hissedar ve üst
düzey yönetici seviyesinde iletişim
becerileri kazanmamı sağladı.
Citigroup deneyimi ise çok büyük
uluslararası bir şirkette çalışmanın
getirdiği dinamikleri öğretti.
Bain and Company bünyesine
katılarak Türkiye ve İsrail’de farklı
sektörlerde strateji danışmanlığı
yapmışsınız. Bu tecrübelerinize
de dayanarak, stratejiyi nasıl
tanımlarsınız? Stratejik bakış
açısının nasıl geliştirilebileceğini
düşünüyorsunuz?
Strateji; geleceği bugünden
planlamak, bunun için yollarınızı
oluşturmak ve yöntemlerinizi
belirlemektir. Nasıl geliştirilebilir
dediğimizde bu tabii yıllar içinde
kazandığımız tecrübelerle oluyor.
Danışmanlıktan gelen makro
bakış açısının ve bankacılığın
sonuç odaklı disiplinle çalışma
kültürünün bana her zaman artı
değer kattığını düşünüyorum. İş
hayatında sektörünüz ne olursa
olsun karşılaştığınız konulara
uygun bir çerçeve çizebilme ve
çözüme doğru sistemle gidebilme
yetisi size avantaj sağlıyor.
Bu bakış açısını geliştirmek
isteyenlere ilk tavsiyem, sadece
bakmak değil görmenin de
önemini kavramaları. Buna büyük
resmi görmek diyebiliriz. Bir
yandan da stratejik bakış açısı
dinamik bir olgu, bunun değişen
bir şey olduğunu unutmamak
gerekiyor. Hedefin geleceği
belirlemek olduğu felsefesi ile
mevcut durumu da bir yana
koymadan, gelecek üzerine
yoğunlaşarak düşünmek çok
önemli. Bunu sistematik olarak,
düşünce yapınıza uyarlayarak,
her olaya ve duruma stratejik
yaklaşmayı normaliniz haline
getirebilirsiniz.
2009 yılından itibaren Beymen 8
yılda 5 kat büyüme gerçekleştirdi
ve cirosu ilk defa 2016’da 1
milyon TL’yi aştı. Tüm grupta
internet satışlarının içindeki
toplam payı yüzde 12’yi buldu.
Bu başarınızda rol oynayan püf
noktalar nelerdir? Yaptığınız
yatırımlar ve verdiğiniz kararlar
çerçevesinde de düşünülünce
Beymen olarak sahip olduğunuz
başarının püf noktaları nelerdir?
Beymen, 50 yıllık geçmişi ile
bugün Türk moda sektörünün
yanı sıra dünya lüks perakende
sektörünün de önde gelen
oyuncuları arasında yer alıyor.
Aldığı birçok uluslararası ödülle
53
bugün mağazacılık alanında
dünyada sınıfının en iyileri
arasında gösteriliyor. 900’ü
aşkın dünya markasının yanı
sıra kendi markalarımız olan
Beymen Collection ve Academia’yı
modaseverlerle buluşturuyoruz.
Alexander McQueen, Bottega
Veneta, Balmain, Balenciaga,
Dolce & Gabbana, Saint
Laurent, Stella McCartney,
Valentino, Tom Ford, Victoria
Beckham gibi dünyaca ünlü pek
çok marka, Türkiye’de sadece
Beymen’de satışa sunuluyor.
Bu gücün arkasında pek çok etken
var. Öncelikle Beymen, yarım
asırlık tarihi boyunca yenilikçi ve
lider kimliği, üstün servis anlayışı,
ayrıcalıklı mağazacılık deneyimi,
koşulsuz müşteri mutluluğu
ilkesi ile Türkiye'de perakende
sektöründe pek çok ilke öncülük
etmiş ve aynı zamanda Türkiye’yi
lüks kavramı ile tanıştırmış bir
marka. Beymen’in bir diğer en
önemli özelliği de çoklu formatlı
yapısıdır. Türkiye’deki ve dünyadaki
rakiplerimizden bu özelliğimiz ile
ayrılıyoruz. Beymen mağazaları,
mono brand butiklerimiz, Beymen
Club, Beymen Seasons, Beymen.
com ve Beymen App ile hizmet
veriyoruz.Müşterilerimizi çok iyi
tanıyoruz, ihtiyaç ve talepleri için
onlarla sürekli iletişim içindeyiz,
özellikle satış danışmanlarımız
ile müşterilerimiz arasında çok
özel ve değerli bir bağ var. Sosyal
medya ve online uygulamalara
büyük önem veriyoruz. Beymen,
Academia ve Mr. Beymen
instagram hesaplarımız Türkiye’de
en çok takip edilen moda
hesapları arasında ilk sıralarda
yer alıyor. Güçlü, deneyimli ve
eleştiriye çok açık bir ekibiz,
yenilikçi fikirleri her zaman
destekliyoruz, ulaşılabiliriz,
bilginin şeffaflığına inanıyoruz. En
önemlisi Beymen Grup olarak “biz”
ruhuyla düşünebiliyoruz. Birbirine
saygı duymak, anlayış göstermek,
keyif alarak çalışmak Beymen
Grup olarak ortak değerlerimiz.
Tüm bu özelliklerimizin Beymen’in
başarısında çok önemli bir yerde
yer aldığına inanıyorum.
“Olduğunuz Her Yer Beymen”
adı altında VIP müşterilerinize
Whatsapp üzerinden online
stil danışmanlığı, alışveriş
sepetini paylaş, 24 saatte teslim,
randevulu alışveriş gibi özel
hizmetler sunuyorsunuz. Bu fikir
nasıl ortaya çıktı ve nasıl gelişti?
Bu sistemdeki gibi Beymen
olarak başka yatırımlarınız var
mı?
Geçtiğimiz yıl tüm dünyayı
etkileyen Pandemi süreciyle
değişen müşteri ihtiyaçlarına
cevap vermek için, hem
mağazalarımızı ziyaret etmek
isteyen, hem de evlerinden
çıkmadan Beymen ayrıcalığını
yaşamak isteyen Beymen dostları
için pek çok yeni servisi hayata
geçirdik. Bu servislerimizi de
“Olduğunuz Her Yer Beymen”
çatısı altında topladık. Alışveriş
keyfini evde yaşamak isteyenler
“Beymen Danışmanım” ile
diledikleri yerden “Beymen Özel
Müşteri İlişkileri Hattımızı” arayarak
ya da WhatsApp üzerinden satış
danışmanlarımızla konuşarak
tarzlarına uygun ürünleri online
olarak seçebiliyorlar. “Beymen24”
ile online’dan aldıkları ürünleri,
aynı şehirde diledikleri adrese
24 saat içerisinde ulaştırıyoruz.
“Mağazadan Teslim” servisimiz
ile online alışveriş yapan
Beymen dostlarının siparişlerini
tercih ettikleri mağazamıza
yönlendiriyoruz. Beymen.com’daki
“Sepeti Paylaş” linki ile alışveriş
sepetlerini sevdikleriyle paylaşma
fırsatı sunuyoruz. Alışveriş
deneyimini mağazada yaşamak
isteyen müşterilerimiz, “Beymen
Özel Müşteri İlişkileri Hattımızı”
veya satış danışmanlarını arayarak
“Randevulu Özel Alışveriş”
servisimiz için diledikleri gün ve
saat aralığında mağazalarımızdan
özel randevu alabiliyor, tercihleri
doğrultusunda hazırlanan ürünleri
mağazalarımızda beklemeden
keşfedebiliyorlar.
Ayrıca bu dönemde yine bir ilke
imza attık ve kendi uygulaması
üzerinden Temassız / Uzaktan
Alışveriş dönemini başlatan ilk
marka olduk. Beymen olarak
önümüzdeki dönemde de hayatı
kolaylaştıran, yenilikçi hizmet ve
servislerimizi geliştirmeye devam
edeceğiz.
Nisan ayında Beymen.com’un
sipariş hacmi ve yeni müşteri
sayısı büyük derecede bir artış
gösterdi. Dünyanın dijitalleşmesi
ve salgın süreci bizleri dijitale
yönlendirdi. Salgın ile beraber
eski alış-veriş tipinin bitip yeni
bir alış-veriş çağının başladığını
düşünüyor musunuz?
Online alışveriş, dilediğin
yer ve zamanda hızlı şekilde
7/24 ürünlere ulaşma imkânı
sunarken, mağazalardan yapılan
offline alışverişler ise kişiye
sosyalleşme ve deneyim fırsatı
sunuyor. Mağazada geçirdiğimiz
süre, ürünlere dokumak ve
denemek, satış danışmanının
54
size sunduğu servis, alışveriş
boyunca mağazada yaşadığımız
deneyim hepimiz için çok değerli.
Bu nedenle pandemi sonrası
koşullara ve satın alınacak ürün
gruplarının özelliklerine uygun
olarak müşterilerin hem online
hem de offline kanallardan hibrit
şekilde alışveriş yapmaya devam
edeceğini düşünüyorum ve bu iki
farklı deneyimin birbirinin yerine
geçmeyeceğine inanıyorum.
Bir konuşmanızda “kadının
ilerlemesi toplumun ilerlemesi”
anlamına geldiğini söylemiştiniz.
Sizce yakın gelecekte kadının
egemen olduğu bir iş dünyası
görebilir miyiz? İş dünyasındaki
cam tavan algısını kaldırabilmek
için neler yapabiliriz?
Cam tavan tüm sektörlerde söz
konusu. Bu konuda bakış açısını
değiştirmek ve sınırsız düşünmek
gerektiğine inanıyorum. Sınırlara
aldırmadığınız ve kendinizi
kısıtlamadığınız zaman belki o cam
tavana birkaç kez çarpıyorsunuz
ama inat edip devam ettiğiniz
takdirde de o tavanı kırıp
çıkıyorsunuz.
Beymen Grup’ta ayırımcılığı
kabul etmeyen, cinsiyet ve fırsat
eşitliğine dayalı bir kurumsal
kültüre sahibiz. İşe alımdan
ücretlendirmeye, terfiden
emekliliğe tüm süreçlerde
kadın erkek ayırt etmeksizin tüm
çalışanlarımıza ‘fırsat eşitliği’
sunuyoruz. 3.300 kişilik Beymen
Grup ailemizin yarısı kadınlardan
oluşuyor.
Cam tavanları yıkmak için
kadın erkek her bireyin cinsiyet
eşitliğini kültürel olarak
sahiplenmesi ve içselleştirmesi
gerekiyor. Cinsiyet eşitliğinin
toplumun tüm katmanlarında
benimsenmeden bu görünmez
tavanlardan kurtulmamız zor. Kız
çocuklarının küçük yaşlardan
itibaren cesaretlendirilmelerinin
çok önemli olduğuna inanıyorum.
Kızlarımızın; yaratıcı, üretken,
çalışan iş kadınlarını rol model
olarak almaya özendirilmeleri
gerekiyor. Toplumsal cinsiyet
eşitliği konusunda hayata
geçirilen projelere destek
vermeli, bu konuda çalışmalar
yürüten sivil toplum kuruluşlarının
yanlarında yer almalı, kadınların
iş yaşamlarına aktif katılımlarını
her platformda dile getirmeli ve
gündemde tutmalıyız.
HER ŞEYİ ARKANIZDA BIRAKIN,
DÖRT MEVSİMİ
NEF RESERVE YALIKAVAK’TA
YAŞAYIN.
www.nef.com.tr/nef-yalikavak
444 9 633
55
YAZI:
WATSONS TÜRKIYE GENEL MÜDÜRÜ
METE YURDDAŞ DIJITAL ODAĞINDA
KOZMETIK SEKTÖRÜNÜ ELE ALIYOR…
Her geçen gün gelişmekte olan dünya
düzeni bizi dijitalleşmeye yönlendiriyor ve
bizi değişimin bir parçası haline getiriyor.
Bu değişimle birlikte birçok oluşum, firma
yeni düzeni yakalamaya çalışıyor. Güzellik
ve kişisel bakım sektöründe hizmet veren
Watsons Türkiye; online alışveriş siteleri,
dijital filtreleri, özel kampanyaları ve zengin
ürün skalası ile müşterilerine keyifli bir
alışveriş deneyimi sunuyor.
Watsons olarak 60 ilde 350’ye yakın
mağaza sayımız ile Türkiye’nin önde
gelen güzellik ve kişisel bakım
zincirlerinden biriyiz. Kaliteli ve yenilikçi bir
perakende markası anlayışıyla, geniş yelpazedeki
ürün gruplarımızı, zevkli ve eğlenceli mağaza
konseptimiz ile müşterilerimizle buluşturuyoruz.
Sunduğumuz ürünler ve hizmetlerle birlikte,
bünyemizdeki 3.500’e yakın çalışanımızın da
başarısıyla müşterilerimizin hayatında pozitif bir
fark yaratmak için çalışıyoruz.
14 yıldır müşteri sayımızı ve ürün gamımızı
artırarak devam ettiğimiz bu yolculukta
yenilikçiliğimizi ve öncülüğümüzü her zaman
işimizin temeline koyduk. Çünkü Watsons
olarak sadece kişisel bakım ve kozmetik ürünleri
satmıyoruz. Biz bir yaşam, bakım ve kalite anlayışı
sunuyoruz. Bununla birlikte mağazalarımızın
lokasyonlarına da büyük bir titizlikle karar
veriyoruz. Bu nedenle Watsons Türkiye olarak
ülkemizdeki mağazalarımızı gayrimenkul yatırım
değerlerini göz önünde bulundurarak detaylı
finansal planlamalar sonucunda kiralıyoruz.
Başarımızın sırrının, müşterimizle sadece
ürünlerimiz aracılığıyla buluşmamamızda yattığını
düşünüyorum. Müşterilerimize kaliteli hizmet
ve eşsiz bir deneyim sunduğumuz için tercih
ediliyoruz. Güzellik ve kişisel bakım alanında her
ihtiyaca ve zevke uygun ürünleri, en son trendleri
müşterilerimizle buluşturuyoruz. Tüm bunlara
ek olarak bu bağı güçlendirmek ve daha da özel
kılmak için Watsons Card ile üyelerimize özel
kampanyalar ve 360 derece müşteri memnuniyeti
üzerine kurulu bir dünya sunuyoruz.
Global bir marka olmanın sağladığı avantajlardan
biri de gelişen teknoloji ve dijital trendleri
yakından takip edebilmek. Watsons Türkiye
olarak Türkiye genelindeki mağaza sayımızı
artırmaya devam ederken eş zamanlı olarak
online kanalımızdaki varlığımızı da genişletiyoruz.
Perakende sektörü başta olmak üzere birçok
farklı alanda fiziksel mağazaların ömrünün
bittiği yönünde yanlış bir düşünce var. Evet,
dijitalleşen dünya tüketici alışkanlıklarını
değiştirerek hepimizi daha fazla online bir
hayata yönlendirdi. Ancak buradaki değişim
markalarla olan fiziksel temas noktalarının
miladını tamamlandığı anlamına gelmiyor.
Şöyle ki, tüketiciler her ne kadar online’ı
hızlı ve istedikleri her an yanlarında olduğu
için tercih etseler de markaların ürünleriyle
birebir temasta olmayı da tercih ediyorlar.
Buradaki gerçek başarı ise fiziksel mağazaları
dijital dönüşüme uygun olarak müşterilerinizle
buluşturabildiğiniz noktada geliyor. Sunduğumuz
dijital deneyimin gerek mağazalarımızda gerekse
online kanalımızda onların alışveriş deneyimlerini
mükemmelleştirdiğini görüyoruz. Bu nedenle
son birkaç yıldır mağazalarımızı dijitalleştirerek
yeniliyoruz.
Watsons Türkiye olarak e-dönüşüm çerçevesinde
2019 yılından itibaren 3 yıllık büyük bir
transformasyon programına girdik. Genel
müdürlükteki , mağazalarımızdaki ve dağıtım
merkezimizdeki tüm altyapımızı yeniliyoruz.
Müşteri odaklı olarak yapılan bu transformasyon
ile müşteriye hem mağazada, hem e-ticarette,
hem de mobil uygulamada dokunacak ve
müşteri deneyimini geliştirecek yeni yazılımlarla
şirketimizin tam transformasyonunu sağlayacağız.
E-dönüşüm konusunda çok ciddi yatırımlar
yapıyoruz ve bu transformasyonu kademe
kademe devreye sokuyoruz.
E-fatura ve benzeri çalışmalar öncelikle tüm iş
süreçlerimizi hızlandırmakla birlikte kağıt atık
ve baskı israfını da en aza indirdi. Doğaya ve
çevreye duyarlı bir marka olarak dünyamızın
56
güzelliğini önemsiyoruz ve süreçlerimizi
dijitalleştirmekten büyük mutluluk duyuyoruz.
Yakın zamanda dijital dönüşüm konusunda online
siparişi mağazadan ekspres teslimat, online
siparişi mağazadan iade, mağazadan alışverişin
eve teslimatı, mobil uygulamayla mağazada
temassız ödeme gibi projelerimiz olacak.
Mağazalarımızı müşterilerimizin ihtiyaçlarına çok
daha iyi cevap verebilecek bir transformasyon
sürecine sokuyoruz. Müşterilerimize sunacağımız
deneyimi mağazalarımızda, e-ticaret sitemizde
ve mobil uygulamamızda entegre bir şekilde
birleştirecek bir yazılımsal altyapıya yatırım
yapıyoruz. Yaptığımız bu e-dönüşüm yatırımlarının
nihai amacı pürüzsüz bir müşteri deneyimi
sunmak.
Fiziksel mağaza deneyimi ile online alışveriş
deneyimini bir tutmak çok doğru olmayacaktır,
ikisinin alışveriş motivasyonları farklılaşmakla
birlikte bir noktada birbirine destek de oluyorlar.
Operasyonel tarafta offline ve online mağaza
deneyimi, satış ve hizmet yönünden birbirini
olumlu yönde etkiliyor. Ancak elbette offline
ve online kanalların etkileşimini göz önünde
bulundurursak her iki kanalda da müşteri
ihtiyaçları, talepleri ve teknolojinin gelişimiyle
doğru orantılı olarak alınacak çok yol var.
2017 yılında online alışveriş platformumuz
www.watsons.com.tr’yi açtık ve www.watsons.
com.tr, 3 yıldır müşterilerimizden büyük ilgi
görüyor. Online kanalımızı yalnızca buraya özel
geliştirdiğimiz kampanyalar ve fırsatlarla düzenli
olarak besliyoruz. Online satış operasyonumuz ilk
yılından itibaren hızla büyüdü.
Online satış kanalımızla mağazalarımızın entegre
işlediği sistemler inşa ediyoruz. Bunlardan
biri de ‘’TıklaGelAl’’. Bu sistem sayesinde
müşterilerimiz online’dan verdikleri siparişlerini
mağazalarımızdan teslim alabiliyorlar. Bu sistem
gün içerisinde evde olmayan müşterilerimizin
ürünlerini gidip mağazalarımızdan teslim
almalarına da olanak sağlıyor. Bununla birlikte
mağazalarımıza gelen müşterilerimiz diledikleri
diğer ürünleri deneyimleme ve aldıkları ürün
hakkında detaylı bilgi edinebilme imkânı
buluyorlar. Bunların yanı sıra hizmet kalitemizi
artırabilmek için çok sayıda yeni proje üzerinde
çalışıyoruz. Bu projelerin en önemlisi gönderim
seçeneklerimizi artırmak üzerine. Yakında
müşterilerimize aynı gün teslimat, randevulu
teslimat ve 1 saat içerisinde teslimat gibi
seçenekler sunmayı hedefliyoruz. Mobildeki
varlığımızı geliştirmek de yine yeni dönem
planlarımız arasında yer alıyor. Bu kapsamda
yakın zamanda müşterilerimizi yeni mobil
uygulamamız ile buluşturduk.
Online mağazamızda yaklaşık 7.000’in
üzerinde ürün bulunuyor. Bu sayı elbette ki
mağazalarımızdaki ürün sayısından az. Ancak her
ürünün online mağazamızda satılmaması ve online
mağazamızda mağazalarımızda olmayan ürünlerin
satılması müşterilerimizin tüketim alışkanlıklarına
göre belirlenmiş bir stratejinin sonucu. Bu sayede
müşterilerimizin satın alma alışkanlıklarına göre
onları fiziksel, online veya her iki mağazamıza da
aradıkları ürünleri bulabilmeleri için yönlendirerek
vakit kaybetmelerinin önüne geçiyoruz.
İşin doğası gereği online’da offline’dan daha
farklı bir yol izlemeniz gerekiyor. Mağazalardaki
kampanyaları online’a aynen taşıyoruz ve buna
ek olarak sadece online’a özel birçok fırsat ve
kampanya da sunuyoruz. Online’da performans
daha hızlı takip edildiği için burada daha çok ve
daha detaylı kampanyalar düzenleyebiliyoruz.
Örneğin tüm dünyadaki Watsons ülkelerinde
“Watsons Online Shopping Day” olarak kutlanan
8.8’de müşterilerimize online’a özel büyük
avantajlar sunuyoruz. 2019 Nisan ayında
yaptığımız 4.4 kampanyamızla e-ticaret nisan ayı
satışımızın %50’sini bir günde gerçekleştirdik.
2019 yılının başından itibaren e-ticaret kanalımız
en büyük, en fazla ciro yapan mağazamız
konumunda. Büyük kampanya günlerinde
milyonlarca Watsons müşterisi alışveriş yapıyor,
özellikle bu günleri takip ediyor ve bekliyorlar.
Watsons için özellikle Kasım ayı 11.11 ve Black
friday kampanyaları ile adeta bir online alışveriş
festivaline dönüştü.
Tüm bunlara ek olarak sosyal medyada en
çok takipçisi olan markalardan bir tanesiyiz.
Önümüzdeki dönemde de hız kesmeden blogger
iş birlikleri, müşterilerimize özel kampanya ve
sürprizler yaparak takipçi sayımızı artırmaya
devam edeceğiz.
Bununla birlikte pandemi döneminde
tester ürünlerin hijyen tedbirleri nedeniyle
raflarımızdan geçici süre ile kaldırılmasının
üzerine, müşterilerimize dijital filtreler üzerinden
ürünleri deneyimleme imkanı sunduk. Kullanıcılar
Watsonsturkiye Instagram sayfasındaki filtre
sayesinde Revolution x Sebile koleksiyonunda
yer alan 3 farklı ruj Venus Kiss, Reborn ve Get
Noticed’i evlerinin rahatlığında deneyimleme
imkanına sahip oldu. Şu an için Revolution x
Sebile koleksiyonundaki rujlarla sınırlı olan
online filtre uygulamasına, önümüzdeki dönemde
Watsons’ın sevilen birçok markasının ve
ürününün de dahil edilmesini planlıyoruz.
Watsons Türkiye olarak genç tüketicilerimizin
özellikle ilgi gösterdiği Kore Güzelliği K-Beauty
akımının da Türkiye’deki öncü markasıyız. Pure
Beauty, Frudia, Scinic, SNP gibi Kore’nin en
sevilen güzellik markaları Türkiye’de sadece
Watsons aracılığı ile müşterileriyle buluşuyor.
57
SÜREKLI MOTIVASYON İÇIN
BAŞLANGIÇ NOKTASI
YAZI:
SAADET ŞEN
Motivasyon Konuşmacısı, Girişimci
Günlük koşuşturmalar, kaygılar, acabalar içinde hayat enerjimizi kaybediyoruz. Olaylar
karşısında kontrolümüz, odaklanma gücümüz zayıflıyor. Duygularımızdaki eksilmeyi fark
edemiyoruz bile. İyi hissetme kararlılığımızı yitiriyoruz. Bedensel birtakım sorunlarla -kas,
eklem ağrıları, uyku beslenme sorunları- boğuşmak, tükenmişlik hissi ile buluşturuyor bizleri.
İyi görünmeye çalışmak! Bunun için “çalışıyor olmak” enerjimizi alıp götüren asıl faktör. İyi
olmak için doğal akışı nasıl başlatabiliriz?
Sizin de çevrenizde kendini çaresiz hisseden, çözümsüz olduğunu düşünen ve bunu kabul eden insanlar
var mı? Zamana yetişemeyen, aklı karışmış, işlerin yoğunluğunda kaybolmuş, mutsuz ve yorgun kişiler. Bu
durum kırılganlığa, alınganlığa, hassaslaşmaya ve hastalanmaya sebep oluyor. İş dünyasında zaman, enerji
ve maddi kayıplarına mal oluyor. Ya kişinin özel hayatında nelere mal oluyor?
Sosyal ortamlar için dizayn edilmiş olan insan, sosyal mesafelerde, ekranlarda kurduğu göz temasıyla ne
yapabilecek ve kendi motivasyonunu nasıl güçlü tutabilecek?
İnsanlık tarihi boyunca, ilerlemeyi başarabildiysek -ki
hep krizler çıktı Adem ile Havva’dan bu yana- sanırım
içimizden bazıları farklı düşündü, farklı baktı ve
diğerlerinin yapmadığını yaptı: Harekete geçti.
Farklı eylemler farklı sonuçlar getirir!
Tüm hayatı bir anda değiştirecek o şeye hemen
şu anda başlayabiliriz. Bakış açımızı değiştirecek,
duygu durumumuzu, tutumumuzu ve düşüncelerimizi
değiştirecek. Sadece bizim değil çevremizdekileri de
etkisi altına alacak, enerjimizi yenileyecek ve durumu
dönüştürecek olan o şey: Soru Sormak!
Hep soru soruyoruz kendimize içten, derinden. “Neden
ben, neden istediğim gibi değil? Neden...?” Bu tarz
sorular elimizdeki gücü de bizden alır.
Kendi yetersizliklerimiz, beceriksizliklerimiz hakkında
sorduğumuz sorular, (ya da iyi olmayan takımımız,
ailemiz) durumu düzeltemeyeceği gibi daha da kötü
58
yapacaktır. İstediğimiz sonuçlar için odaklanırsak
gerekenleri fark edebiliriz.
Sadece yaptıklarımızdan değil yapmadıklarımızdan
da sorumluyuz hayatta. Sorduğumuz sorular
kadar, sormadıklarımızda etki gücüne sahip.
Planlarımızda bir duruma, olaya, ya da
kişiye bakış açımızı değiştirmek, her sonucu
değiştirecek kadar etkili olabiliyor.
“Neden bunu yaşıyorum” dediğimizde bu
nedenlere odaklanmak odağımıza merkezlediğimiz
olumsuzlukları kronikleştirir. Çözüm getirmediği
gibi, yaşanan olumsuzluğu körükler. Nasıl
değiştirebilirim sorusu ise çözümü getiren
yaklaşımdır. Beni ne iyi hissettir sorusu ise
sadece iyi hissettiren ve hissettirecek olanı
getirir. İyi hissettiren tecrübeleri düşünürken
bedeniniz o anlardaki gibi güvenli, dik ve neşeli
olur. Bu nedenle konuşurken, plan yaparken,
stratejilerinizi hazırlarken ve uygularken
seçtiğimiz kelimeler kişisel tercihlerimizin
kalitesini oluşturur. Bedenimizin duruşu, özenle
seçtiğimiz düşüncelere uyumlanır. Duygularımız
ise seçtiğimiz düşünceleri takip eder. Böylece
iç içe geçmiş bir döngü başlar. Nefesimiz
duygulara uyumlanır, tüm beden ritmimiz; içinde
bulunduğumuz aklımızın getirdiği hatıralara
dönüşür.
Farkında olmak, şu anın içinde kalarak
seçmek, kontrolü bize geçirir. Ne istiyoruz,
nasıl hissetmek, neyi deneyimlemek, ne kadar
güçlü olmak, nelere teşekkür etmek istiyoruz.
Yaşadıklarımızdan ne öğrenebiliriz ki tekrar
yaşanmasın.
Bir daha ki sefere neyi farklı yapacağımızı
biliyorsak, öğrendik demektir.
Ancak güçlendirici sorularla, bizi güçlendirecek
cevaplara ulaşabiliriz.
Öyle ise soruları değiştirerek işe başlayalım.
“Önümüzdeki 5 yıl içinde dünya nerede olur, ben
nerede olmak istiyorum?
“Nasıl bir plan beni, istediğim hayata, başarıya,
güce ya da sevgiye götürür?” “Hangi konuda
kendimi geliştirirsem rekabet üstü olurum?”
“Gerçekte yapmakta olduğum şey için yeterli
miyim, yeterli olduğum şeyler neler, hangi
konularda yeterli olmak beni heyecanlandırır?”
“Zamanım, enerjim ve param tam olarak doğru
yönde mi?”
Benim öğretmenim “Zamanın, enerjin ve paran
nereye gidiyorsa, o sensin.” derdi. Bu kaynağı
gerçekten önem verdiğin, iyi hissettiğin şeylere
harcadığından emin olmak için soruların hazır mı?
Sokrates öğrencilerine sorular sorar, kendilerinin
cevaplarını bulmalarını sağlarmış. Koçluğun
başlangıcı olan bu tarz, bana kalırsa, iyi
sonuçlar getirmesinin nedeni de aslında. Benim
öğretmenimin dediği gibi “Bu gezegende akıllara
nazar değmiyor çünkü kimse kimsenin aklını
beğenmiyor.” Bu nedenle iyi bir sorudan sonra
kendi doğrusunu bulan kişi, motivasyonunu da
kendini de güçlendirmiş oluyor.
Başarılı insanların daha iyi sorular sormaları,
onlara daha iyi cevaplar getiriyor. İstedikleri
sonuçlara ulaşmak için soruyorlar. Gelen
cevapları yol haritalarına ekliyorlar. Buna düzenli
bir ayarlama süreci olarak bakmak gerekiyor.
Sürdürülebilir bir motivasyon için, kendimizi
sürekli akort etmemiz gerekiyor.
En iyi motive etme yöntemi güçlendirici sorular
sormaktır.
Hayatımızı kaliteli yaşamak, verimli kılmak, değerli
kılmak için; sorularımızın- cevaplarımızın bize bir
yol haritası sunacağını bilerek güçlenebiliriz.
Hızla yitirdiğimiz motivasyonumuz sorular
sayesinde dengelesin ki, çevremizi de
yapılandırsın. Öyle bir zamandan geçiyor ki
dünya sadece kendi motivasyonumuz yetmiyor
artık, takım arkadaşlarımızı, müşterilerimizi aile
üyelerimizi de motive etmemiz gerekebiliyor.
Hamurumuza katılmış bir yeteneğimiz var
ancak ona ulaşmak için yapmamız gereken de
var. Bunun için içinde bulunduğumuz duygu
güven olmalı. Esneklik, uyumlanma ve eylem.
Düşüncelerimizi hareket ettirmezsek, durgun
bir gölün bir müddet sonra kirlenmesi,
ağırlaşması, berraklığını yitirmesi gibi,
düşüncelerimiz de kirlenecek.
Mutlu olmak istiyorsak, bunu düşünmeye değer
bulurduk. Belki de denemeye değer bulurduk.
Nasıl mı?
Hemen şimdi sizi mutlu, başarılı, yeterli
hissettiren anlara, durumlara, konulara
odaklanmaya ne dersiniz?
İşte bu tam da istediğimiz başlangıç noktası.
Destekleyici, yapılandırıcı, harekete geçirici. Bir
lazer gibi, odağımızı en iyi şekle yoğunlaştıralım.
Hareket noktamız, değerli bir
soru sormak!
İyi hissetmek istemiyorken bile iyi hissettirecek,
bakış açımızı saniyeler içinde değiştirecek.
Gerçek potansiyelimiz ortaya çıkaracak,
performansımızı arttıracak, bizi daha enerjik,
daha mutlu kılacak sorular neler olabilir?
İlk önce bilmeliyiz, kendimizi iyi hissettirecek
neler var hayatımızda. An itibari ile kimler
yerimizde olmak ister? Bizi daha iyi hissettiren,
hayatımıza zevk, keyif katacak ne değişiklikler
hazırlayabiliriz kendimize. Başkaları için
gösterdiğiniz özeni, kendimize de gösterme
gayretine davet ediyorum sizi.
Okuduğumuz metin, dinlediğimiz müzik,
yediklerimiz, içtiklerimiz, gördüklerimiz;
davranışlarımızı, duygularımız, beynimizdeki
biyokimyasalları etkiliyorsa, bize iyi seçenekler
getirecek sorular ile başlayabiliriz.
Sorular armağandır. Kör noktaları görünür kılar.
SIR: Odağımızda ne varsa, onu gerçekleştireceğiz.
Potansiyelin darboğazı, vizyonumuzdur.
Gelecek bizden ne istiyor olacak? Kusurlarımız
yeteneğimiz olabilir mi? Tüm alışkanlıkların,
deneyimlerin hızla değiştiği bu zaman diliminde,
yeni beceriler için meydan okumaya hazır mıyız,
dar kalan bir vizyon bizi geleceğe taşıyabilir
mi? Vizyonu genişletecek çevreye sahip miyiz?
Değilsek eğer bu çevreyi oluşturmak için ne
kadar hevesliyiz?
“Etrafınızdaki beş kişinin ortalamasısınız” diyor
Jim Rohn. Bizi destekleyecek, güçlendirecek,
derinleştirecek kişileri nasıl buluruz?
İşinde iyi olanların da dahil olduğu bazı anlar var,
tıkanıklık yaşadığımız. Bu daha iyi olma yolunda
olduğumuzu gösteriyor. Çünkü alçak bir tepeden
yüksek bir dağa tırmanmak için, önce vadiye
inmemiz gerekiyor.
Bu açı güç ve kararlılığı getiren açı. Bu açıya
hemen hepimizin, hemen her gün ihtiyacı var.
Bizim, takımımızın, ailemizin, sevdiklerimizin,
ülkemizin, bu gezegenin…
Her gün dikkatimizi dağıtacak durumlara,
caydırıcı etkenlere karşı bizi güçlendirecek
sorular olmalı hayatımızda:
İşimizi daha az efor sarf ederek sonuçlandırmayı,
Odağımızı korumayı,
Daha verimli çalışmayı,
Beklentilerin getirdiği stresi yönetmeyi,
Zamanı yönetecek bilgiye ulaşmayı,
İlham verici bir şeyler yapmak için heveslenmeyi,
“Nasıl, nerede, ne zaman, kimlerle “cevaplarını
bize getirecek sorular.
60
61
YAZI:
KUANTUM FIZIĞININ
YARATTIĞI YENI
TEKNOLOJILER
Yarı-iletken devreler, Manyetik Resonans (MR) cihazları, lazer… Temellerini kuantum
fiziğinden alan ve günlük hayatımıza entegre olmuş teknolojilere birer örnektirler.
Artık kuantum fiziğinin o sezgilerimizi zorlayan uçuk özelliklerinin de hayatımızda yer
almasının tam zamanı!
METE ATATÜRE
Türk Fizikçi ve Akademisyen
“Düşünce Deneyi” kavramı, özellikle 20. yüzyılın
ilk yarısında Einstein, Bohr, Schrödinger ve
daha nice ünlü bilim insanının tartışmalarında
yer alır. Kavram adını, gerçek yaşamda ya da
laboratuvarda gözlemleme imkanımız olmayan
olgulardan alır. Yani hayal gücümüzü zorlayarak
“Yapılamaz, ama bu deneyi yapabilseydik
sonucu ne olurdu?” minvalinde sorular sorma
pratiğidir. Yıllarca bu “yapılamaz” diye varsayılan
deneyler arasında, tek bir atomu her şeyden
izole edip özelliklerini inceleyebilmek ve
ışığın temel parçacığı kabul edilen fotonu tek
başına gözlemleyebilmek vardı. 20. yüzyılın
ilk yarısı bu hayal gücüyle üretilen düşünce
deneylerine adanmışken, ikinci yarısı bu
deneylerin gerçekleştirilebildiği muazzam bir
dönem oldu. 21. yüzyılın henüz ilk çeyreğinde
kuantum fiziğinin en uçuk özelliklerini bırakın
gözlemleyebilmeyi, teknoloji geliştirmekte
kullanabilir bir noktaya geldik. Bu teknolojiler
neler mi?
ZORU ÇÖZEN BILGISAYARLAR
Temelini kuantum fiziğinden alan geleceğin olası
teknolojileri için verilen en popüler örnekler
arasında şüphesiz kuantum bilgisayarlar yer
alıyor. Zor sayılan bazı problemlerin çözümünü
bugünün bilgisayarlarından daha hızlı çözme
gücüne sahip olmasını beklediğimiz bu
bilgisayarlar hayata geçirildiğinde, doğrudan
etki edeceği konular arasında faktörizasyon,
optimizasyon ve örnekleme gibi problemler yer
almakta. Ancak bu tür problemleri çözebilmek
için daha önümüzde uzun bir yol var. Fizikçiler
kuantum hesaplama kavramının doğuşundan beri
çok iyi kalitede kuantum bitler üretebilmeye
odaklanmıştı. Gerek atomlar ve iyonlar, gerek
yarı-iletkenler ve süper iletkenler, birçok kuantum
bit olarak tanımlanabilen sistemleri içermektedir.
En iyi kalitede kuantum bit elde etmek tabi ki
önemli, ama binlerce hatta milyonlarcasını bir
araya getirmek zorunda olduğumuz düşünülürse
daha verimli çalışan algoritmalar gibi faktörlerin
de önemli olacağını görüyoruz. Yine de 100
gibi çok daha az sayıda kuantum bit kullanarak
ve hesaplama hatalarını düzelten algoritmalar
kullanmaya gerek kalmadan da kuantum
hesaplamanın meyvelerini toplayabilmemiz
mümkün. Bu bağlamda yakın zamanda en heyecan
verici başarı, Kuantum Üstünlük (ya da Kuantum
Avantaj) dediğimiz psikolojik eşiğin deneysel
olarak geçilmesi oldu. 2019 yılında Google süper
iletken kuantum bitlerle, 2020 sonunda ise
Çin’de Jian-Wei Pan ve ekibinin tekil fotonlar
kullanarak gösterdiği kuantum avantaj, bu konuda
geleceğe çok daha iyimser bakmamıza iyi birer
neden oldular.
TAM GÜVENLI İLETIŞIM
Kuantum bilgisayarların bir hedefi faktörizasyon;
yani büyük bir sayıyı çarpanlarına ayırabilmedir.
Bu kendi başına önemli bir konu çünkü uzun
süredir ‘’güvenli iletişim’’ için kullandığımız
şifreleri çok kısa bir sürede kırabilmeyi
beraberinde getiriyor. Dolayısıyla şimdiden bu
riske karşı önlemler alınmaya başlandı bile, ki
bununla ilgili bir yaklaşım da iletişimi temelden
güvenli hale getirmek yine kuantum fiziği
sayesinde!
Kuantum Fiziğinin yine sezgilerimize aykırı
bir özelliği, kopyalanamama özelliğidir. Yani
bir nesnenin kuantum durumunu tek seferde
62
her şeyiyle başka nesnelere kopyalamak
mümkün değil. Bu kulağa garip gelen özelliğin
en doğrudan yarar sağladığı konu güvenli
iletişimdir. Bugün kıtalar arası iletişimde, gerek
okyanus tabanındaki fiber optik kablolarda,
gerek yer-uydu arası iletişimde kullanılan bilgi
aracı ışık (yani 1960 yılında icat edilen lazer)
ilk kuantum teknolojilerinden yalnız biri ve
günlük hayatımızda yaygın iletişimin temelini
oluşturuyor. Ancak güçlü lazer darbelerine
kodlanmış bilgiye “kulak misafiri” olmak zor
değil. O yüzden gittikçe daha karmaşık şifreleme
kullanmamız gerekiyor. Kuantum iletişim, bilgiyi
güçlü lazer darbeleri yerine tekil fotonları
kodlayarak ulaştırmayı hedefliyor. Prensipte
bugünkü lazer sistemleriyle aynı olsa da, temel
fark tek bir fotona kulak misafiri olamayacağımız.
Yani bir fotonu gözlemlemeden taşıdığı bilgiye
ulaşmamız mümkün değil, kopyalamamız zaten
mümkün değil. O yüzden foton bazlı iletişimde,
araya istenmeyen kulak misafiri girmeye
çalıştığında anında haberimiz olabilir. Bugün ID
Quantique ve Toshiba’nın yanı sıra birçok şirket
kuantum iletişim ve kriptoloji sistemleri veya
parçaları üretmekte.
YENI SENSÖRLER
Kuantum fiziğine dayalı sensörler, belki de
hayatımıza diğerlerine kıyasla en kısa sürede
girebilecek kuantum teknolojisi. Kuantum
sistemlerini daha iyi kontrol edebilmek ve var
olan kuantum özelliklerini dış etkenlerden
koruyabilmek için geliştirilmiş reçetelerin, bu
kez ölçüm yapmada kullanıldığı alan. Kullanımı;
elmas çiplerle nano boyutta MR ölçümlerinden,
soğutulmuş atom gazlarıyla kütleçekim
ölçümlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Sensörler konusunda ticarileşme de çoktan
başladı. Bu konuda laboratuvardan ürüne ulaşan
yolda özellikle elmas bazlı ölçümler için ‘’QNami’’
ve ‘’QZabre’’ önde gelen şirketlere iki örnek.
Soğutulmuş atomların kütleçekim değişikliklerine
çok hassas olması, yeraltı ölçümlerinde ve inşaat
sektöründe kalite kontrol için bir fırsat yaratıyor.
Son birkaç senedir prensipte çalışabileceği
gösterilmişti. Şu an çabalar, maliyeti düşürme
ve daha taşınabilir boyuta indirebilme üzerine
yoğunlaşmış durumda.
KUANTUM METROLOJI
Metroloji de yine ölçüm amaçlıdır ancak hedefleri
çok daha temel olgular; örneğin zamanı daha
hassas ve daha kesin ölçmek gibi. Bu konuda
uzun süredir devam eden çalışmalar sonucu
sezyum ve potasyum gibi atomların enerji
seviyeleri arasındaki geçişi baz alarak zamanı
yeniden tanımlama fırsatımız hali hazırda mevcut.
Bu metotla zamanı o kadar hassas seviyede
ölçebiliyoruz ki, bu kuantum saatin bir saniye
geri kalması için en az 15 milyar yılın geçmesi
gerekiyor. Dünyamızın yaklaşık 4.5 milyar
yaşında olduğunu düşününce, ne seviyede bir
hassaslıktan bahsettiğimiz daha iyi anlaşılabilir.
Bu kadar az hatayla zamanı ölçmek, aslında
zamanı tanımlamak demek, ki zaten 2019 yılından
beri saniye (yani zaman) resmi olarak bu sezyum
atomlarına dayanan kuantum teknolojisiyle
tanımlanıyor.
Laboratuvardan Endüstriye: Düşünce Deneyinden
Cebinizdeki Teknolojiye Kanada, Avusturalya ve
Singapur, kuantum fiziğinin üretebileceği yeni
teknolojilere hatırı sayılır fon ayıran ülkeler olsa
da; Birlesik Krallık, Almanya, ABD ve Avrupa
Birliği’nin son beş yıl içinde sadece bu alana
yaptığı yatırım yaklaşık üç milyar dolara ulaştı.
Buna paralel olarak, özel sektörde de bu alana
ciddi yatırımlar söz konusu. 2017 ve 2018’de
özel sektör tarafından yapılan yatırım yarım
milyar dolar ve bu rakam katlanarak artmakta.
Kuantum teknolojileri alanında öncü şirketler
onlarca yıl öncesinde kurulmuş olsa da, son
beş yıldaki ilerleme de fonlamayla ilintili olarak
hızlandı. IBM ve Google gibi dev aktörlerle
yarışan yeni şirketler arasında özellikle IonQ,
Rigetti, Honeywell ve Xapata Computing dikkat
çekiyor. Hepsinin ortak noktası ise akademik
araştırma laboratuvarlarından çıkmış olmalarının
yanında, akademik laboratuvarlarda yaratması
çok zor olan interdisipliner ekiplerle çalışıyor
olmaları. Kuantum fiziğiyle ilginç oyunların
sadece kuantum fizikçilerine kaldığı dönemin
sonuna geldiğimizi görmek çok zor değil. Artık,
bir kariyer fırsatı olarak kuantum teknolojilerinde
herkese yer var!
63
RÖPORTAJ
TASARIMLARIYLA
SANATINI KONUŞTURAN İSİM:
OKAN OKTAY
64
Tasarımcılık kariyerine
erken yaşlarda başlayan
ve farklı kültürlerin iş
disiplinlerini tecrübe
ederek daima kendini
geliştiren Magnet
Creative Sanat
Direktörü Okan Oktay ile
tasarımda dijitalleşme
ve deneyimleri hakkında
konuştuğumuz keyifli bir
sohbet gerçekleştirdik.
2017 yılından beri Magnet
Creative de sanat direktörü
olarak çalışıyorsunuz ve çok
güzel işler başarıyorsunuz.
Tasarımcı olmaya nasıl karar
verdiniz? Tüm bu yaratıcılığın
arkasındaki Okan Oktay kimdir?
Nelere ilgi duyar?
İstanbul’da doğup büyümüş bir
çocuk olarak, erken yaşlarımdan
itibaren, yaratıcılık benim için
hep ön planda olmuştur. İlkokul
dönemimden beri resim, müzik
gibi sanat alanlarında büyük
heyecan yaşayarak üretkenliğimi
ortaya koymaya çalışırdım ve
hatırlıyorum da öğretmenlerim
tarafından takdir görürdüm.
Daha ortaokuldayken grafik
tasarım alanıyla tanışmıştım ve
o zamanlar mesleki konuşmalar
yapan bir öğretmenim tarafından
ilk defa sanat yönetmenliğinin bu
alanda çok yönlülüğü hakkında
ve geleceğin mesleği olacağı
hakkında bilgi edindiğimde; o
an kafamda kurduğum kariyer
planım için öncü olmuştu ve
sonraki dönemde tamamen bu
yönde atılımda bulunmak adına
planlarımı oluşturmaya başladım.
Tabii ki hayat zordu ve bu alanda
ilerlemek benim için hiç kolay
olmadı. Babam yıllarını inşaat
sektörüne adamış bir girişimci ve
onun gözünde benim geleceğim
için kurduğu plan mimar ya
da inşaat mühendisi olmamdı.
Mimarlıkta ilgi çekici olabilirdi
benim için fakat farklı disiplinleri
birleştirecek çok yönlü bir kariyere
sahip olmak benim için öncelik
oldu. Üniversite dönemine
kadar, bir çok sanatsal aktiviteye
katılarak kendimi geliştirmek
adına elimden gelen bütün çabayı
ortaya koydum. Bu bahsettiğim
görsel sanatlar alanlarıyla birlikte
moda, müzik, drama, yaratıcı
metin üretmek ve dans etmek gibi
çeşitli alanlar da içeriyordu. Daha
küçük yaştayken dizinin dibinden
ayrılmadığım annemi kaybetmenin
hüznü içerisinde zorlu bir
çocukluk dönemi geçirdim. Fakat
yaşadığım bu zorluk benim için
büyük ölçüde ilerletici bir etken
oldu. Akranlarım arasında hep
daha fazla çalışmam gerektiğinin
bilincindeydim. Üretkenlik
kendi dünyamda sorunlarımdan
uzaklaştıran iyileştirici bir alan
haline geldi. İlk olarak lisans
hayatıma başladığımda büyük
ölçüde maddi sıkıntılar çekmeye
başladık ve farkına vardım ki
hem hayatımı idame ettirmek
hem de eğitimime devam etmek
benim kendi görevimdi, zaman
kaybetmeden para kazanmaya
başlamalıydım. O zamanlar okula
devam ederken birçok öğrenci
gibi yarı zamanlı bir iş bulup okula
ağırlık vermektense kariyerimde
vakit kaybetmemem gerektiğine
karar verdim ve geçinebileceğim
kadar minimum bir ödemeyle
kendi alanımda junior olarak
çalışmaya başladım. Gece gündüz
demeden çalışıyordum fakat para
için değil öğrenmek ve kendimi
geliştirmek için.
Para hiçbir zaman amacım
değildi, önemli olan başarılı
olmak ve başarılı işlere imza
atabilmekti. Çok çalışıp çok
üreterek zamanla daha nitelikli
işler üretebileceğimin bilinciyle
yoluma devam ettim. Sonraki
süreçte, bu durum okuduğum
görsel iletişim tasarımı bölümünde
notlarımı etkiledi.Çünkü işe ağırlık
verirken çoğu zaman derslere
katılım gösteremiyordum ve sonuç
olarakta okulu bırakmak zorunda
kaldım. Bu konuda hiçbir zaman
pişman olmadım çünkü işi işte
öğrenmiştim ve mentor olarak
gördüğüm kişiler de girişimimi
onaylıyorlardı. 2013 yılında kesin
olarak başladığım kariyerime
2015 yılına kadar Türkiye’de
devam ettim. 2015 yılında tatil
amaçlı gittiğim Birleşik Arap
Emirlikleri’nde, Dubai’yi ziyaret
ettiğim sırada aldığım iş teklifiyle
orada kalmaya karar verdim.
İlk dönemde bir prodüksiyon
şirketi bünyesinde reklam
kampanya projelerinde çalışırken
daha sonrasında Omnicom Media,
Resolution MENA bünyesinde
65
içerik tasarımcısı olarak 2017 yılına
kadar kariyerime devam ettim.
Sözleşmemin bitmesi ve çalıştığım
ekibin şirket bünyesinden
ayrılması sonucu, arkadaşlarıma
ve aileme olan özlemimin de
etkisiyle ülkeme temelli geri
dönmeye karar verdim. Hemen
sonrasında tanıştığım Magnet
ekibinin sıcaklığı sonraki dönemde
çalışmalarıma İstanbul’da
devam etmem için beni ikna
etti. O günden beri birlikteyiz ve
geçirdiğimiz zamanda yaptığımız
işlerlerle birbirimize kattıklarımız
için çok sevdiğim ekibime
minnettarım.
Dubai’de geçirdiğiniz
üretkenlikle dolu iki yıldan sonra
Türkiye’ye dönüşünüzde,
gitmeden önceki Okan Oktay
ile Dubai’yi deneyimleyen Okan
Oktay arasında fark oldu mu?
Kendinizde ne gibi farklılıklar
gözlemlediniz?
Dubai gibi birçok farklı ulustan
gelmiş insanlara ev sahipliği
yapan bir şehrin bana kattığı
en büyük özellik iletişimde
kendimi geliştirmek oldu. Burada
bahsettiğim yabancı dil değil
iletişimin bizatihi kendisi çünkü
bir dili konuşmak, kişiler arasında
iletişimi sağlamak için yüzde
yüz yeterli değildir. Kişilerin
kültürlerine, gündelik yaşamlarına
dair bilgi sahibi olmanız gerekir.
Dünyanın herhangi bir yerinde
bu durum bulunduğunuz şehri
de miras ve kültürel izleriyle
algılamak ve o şehrin insanlarıyla
iletişime geçmek daha kolay
olabilirken Dubai gibi multikültürel
bir şehirde bunu yapmak
daha zordur. Aynı anda bir çok
medeniyetten insanla iletişim
kurmaya çalışmak ve her birinin
farklı iş disiplinini anlayamaya
çalışarak birlikte ekip işi yapmak
zorlayıcı olduğu gibi iletişim
kurmak konusunda kendimi kısa
sürede daha hızlı geliştirmemi
sağladı ve bunun işime olan katkısı
da çok büyük tabii ki.
"Başarı, içinizde bulunan
yetenekle efor sarf ederek
üzerine eklediklerinizdir
ve sizi ulaştırdığı
tatmin olma duygusu sahip
olduğunuz tutkudan gelir."
Bundan 20 yıl önceki tasarımlarla
şu an da neredeyse tamamen
dijitalleşen dünyamızdaki
tasarımlar arasındaki temel
farklar nelerdir? Dijitalleşmenin
sanat üzerindeki etkisi hakkında
ne düşünüyorsunuz? Sizce
ilerleyen zamanlarda nasıl
değişiklikler olacak?
Genel bir değerlendirme
yapacak olursam eğer 20 yıl
öncesiyle şimdi arasındaki
fark çoğunlukla kullanıcı
deneyimleri ve geribildirimleriyle
trendlerin gelişmesi olabilir.
Bizler tasarımlarımızı değiştiren
trendlerin modern işler
olduğunu düşünürken aslında
çağdaş olan trendlerin birçoğu
geçmişimizden gelen ve ilk
çağlardan beri kullanılan
görsel öğelerin aktarımının
sonucunda oluşmaktadır.
Örneğin günümüzde geçerli bir
dil olan Flat Design kavramının
izlerini antik çağlarda kullanılan
Hiyerogliflerde görebiliriz.
20 yıl öncesine baktığımızda
kullanıcı deneyimlerine ulaşmak
günümüzdeki kadar kolay değildi
bu yüzden tasarım örneklerinde
de büyük yığılmalar, aşırı detaylı
işler, derinliğin fazlalığı ve
önemi gibi birçok ayrıntıdan
bahsedebiliriz. Günümüzde ise
daha minimal tasarımlar, daha
kalın ve düz yazılar ön planda.
Bunun bir başka sebebi de
kullanılan cihazların farklılığı ve
uyum sorununa aranan çözüm
aslında. Sanat üzerine etkisi ise
bambaşka bir mesele fakat yine
burada deneyim söz konusu.
Geleneksel sanatın günümüzde
oluşturduğu doyum ile farklılık
yaratmak adına daha farklı
duyulara hitap arayışı diyebilirim
dijitalin sanat üzerine olan
etkisine.Şahsen yakın gelecek için
geçmişte yaratılanların üzerine
çok yeni ve bilinmeyen etkilerin
ekleneceğini düşünmüyorum fakat
uzak gelecek için inançlarımdan
biri analog işlere geri dönüş
olacağı ya da benzer bir hissiyatla
üretim olacağıdır.
"Bence önemli olan
farkındalık ve özgüven için
içsel yatırım."
Profesyonel yaşamda tasarım
anlayışınız ile müşterinin
beklentileri veya kararları
arasında nasıl bir denge
kuruyorsunuz? Tasarım
sürecinde başkasının etkisi
altında kalmamak ve kendinizi
tekrar etmemek için neler
yapıyorsunuz?
Burada anahtar nokta benim
için samimiyet ve inandığım
değerlerin arkasında durmak.
Özellikle bizim sektörün önemli
sorunlarından biri müşterilerin
profesyonellere olan ihtiyaçlarını
tam olarak anlayamaması
olduğunu söyleyebilirim. Benim
buna çözümümüm müşterilerimle
aramda samimi ve güçlü bir
iletişim kurmak. Bu sayede
müşterilerimin bana ve yaptığım
işlerin başarısına olan güvenleri
ve kendi inandığım değerlere
olan saygılarıyla, orataya çıkan
işlerin temeli sağlam ve gelişime
açık oluyor. Tasarım sürecinde
en önemli nokta benim için
yine iletişim. Bahsettiğim
iletişim sadece müşteriyle ya da
çevremdeki kişilerle olan iletişim
değil; aynı zamanda etrafımdaki
maddelerle, nesnelerle, doğayla
ve enerjiyle olan iletişimden
de geçiyor. Bir işe başlarken
özellikle başkalarının yaptığı iş
örneklerine bakarak başlamayı
pek doğru bulmuyorum. Bunun
yerine kendimi sokağa atıyorum,
insanlarla sosyalleşiyorum,
doğa yürüyüşü yapıyorum
farklı detaylara göz atıyorum
ve işin başına geçtiğimde
gördüklerimden, bana geçen
enerjiden ilham alıyorum.
Geçmişte daha farklı iş
deneyimleriniz oldu mu? İleride
farklı bir sanat dalında bir şeyler
yapmayı düşünüyor musunuz?
Çok yönlü bir sanat bakış açısına
sahip olabilmek adına bireyde
bulunması gereken temel
yetkinliklerin neler olduğunu
düşünüyorsunuz?
Evet oldu, 2016 yılında If! İstanbul
bağımsız film festivalinde fuaye
koordinatörlüğü yaptım, 45 kişilik
bir ekibin başındaydım. Aşırı
yorucu ve stresli bir iş olmasına
rağmen en keyif aldığım işlerden
biriydi diyebilirim. Yine aynı
yıl benzer bir şekilde İstanbul
Moda haftasında Backstage
koordinatörlüğü yaptım. Bu
işlerde bulunma amacım iletişimin
hayatımdaki besleyici rolü oldu.
66
Sonraki yıllarda beni besleyen çok
güzel arkadaşlıklara ve hayatımda
ilham yaratacak farkındalıklar
yaşamamı sağladı. Müzikle ve
dansla ilgileniyorum, geleceğim
için kurguladığım bazı sanat
projelerim var şu an için tamamen
kendimi geliştirmeye odaklıyım.
Bence önemli olan farkındalık
ve özgüven için içsel yatırım.
Farkındalık için kendinizini ne
kadar açarsanız geri dönüşü o
kadar çok oluyor ve ne istediğinizi
anlamanızı, hangi konuda ne kadar
başarılı olabileceğinizi anlamanızı
sağlıyor.
"Çevremde ve doğada bulunan
farklı detaylara göz atarak
gördüklerimden ve bana geçen
enerjiden ilham alıyorum."
Bu mesleği yapamaya karar
verdiğiniz güne dönecek
olsanız, kendinize nasıl bir
tavsiye verirdiniz? Kendinizden
yola çıkarak İleride bu mesleği
seçmek isteyen gençlere ne gibi
tavsiyelerde bulunmak istersiniz,
sizce gelişim süreçlerini en
verimli nasıl geçirebilirler?
Aslında bunun için kesin bir
formül olduğunu söyleyemem
çünkü hepimizin yaşadığımız bu
hayata farklı amaç ve yetkinliklerle
geldiğine inanıyorum.Esas olan
karşınıza çıkan zorluklardan ve
farklılıklarınızdan korkmamak,
kendinizi olduğunuz gibi kabul
etmeniz. ‘Sizi öldürmeyen şey
güçlendirir’, bu benim inandığım
önemli bir hayat felsefesi.
Eğer hayatı bir kanvas olarak
düşünürsek yaşamınız sizi
oluşturan en değerli eskizdir.
Başarı, içinizde bulunan
yetenekle efor sarf ederek
üzerine eklediklerinizdir ve sizi
ulaştırdığı tatmin olma duygusu
sahip olduğunuz tutkudan gelir.
En önemlisi ise inandığınız
hayallerle bunu renklendirmektir.
Hayallerinizden asla vazgeçmeyin.
MUTLU VE BAŞARILI BİR
KARİYER İÇİN 2 ALTIN SIR
YAZI:
OĞUZ ERDOĞAN
İnsan Kaynakları Uzmanı
Bazen yaşadıklarımız, hayallerimiz ve planlarımız doğrultusunda gerçekleşmez. Hayat bizi
planlarımızda olmayan bir noktaya yönlendirebilir. Bu noktada bile hayallerimize ulaşabilmek
için umudumuzu kaybetmemeli, başarıya giden yollarda kendimizi bir adım öne taşımak için
altın sırları göz ardı etmemeliyiz.
İşe alım danışmanlığı yapan biri olarak size bir
iyi bir de kötü haberim var. Kötü haberi zaten
biliyorsunuz: On milyona yaklaşan işsiz sayısı,
bunun yaklaşık 1 milyon 350 bininin üniversite
mezunu olması, çalışanların 1/3’nün kayıt dışı
çalışması vb. sayılar, oranlar…
Evet, kötü haber bu... Peki, iyi haber ne? Bütün
bunlara rağmen şirketler boş olan kadrolarına
aday bulmamız için bizim gibi danışmanlık
şirketlerine ciddi bedeller ödüyorlar.
Şu sözü hayat düsturu yapmış biri olarak size
söyleyeceklerim var:
“Tanrım, değiştiremediğim şeyleri sükunetle kabul
etme lütfunu bahşet, değiştirebileceğim şeyleri
değiştirme cesareti ve farkı bilmek için bilgelik
ver…” Reinhold Niebuhr
İlk verdiğim rakamlar bizi etkileyen ama
etki alanımızın dışında olan olgular. Bunlara
dertlenmemizin, üzülmemizin, karamsarlığa
kapılmamızın pratikte bize hiçbir faydası yok.
Biz “rağmene rağmen” ne yapabilirize
odaklanacağız.
Üniversite ziyaretlerimde salondaki öğrenci
arkadaşlara genellikle sorarım: Kimler hayal
ettiği bölümde okuyor? Kalkan birkaç çekingen
el aslında çoğumuzun başka birinin hayalini
gerçekleştirdiğimizin açık ifadesidir.
Kimimiz annemizin, kimimiz babamızın,
kimimiz komşunun oğlunun, kimimiz de hala
kızının tavsiyesi üzerine okuduğumuz bölümü
seçmişizdir. Üzülmeyin daha kötüsünü de
duydum. Üç genç kahvehanede tercih formu
doldururken tanımadıkları bir amca yanlarına
yaklaşıp geleceği parlak diyerek makine
mühendisliği yazmalarını tavsiye etmiş. Üçü de
makine mühendisliğini yazmış ve enteresan bir
şekilde üçü de kazanmış. Amcanın kim olduğu ise
muamma…
Siz hiç değilse sizi kimin manipüle ettiğini
biliyorsunuz. Şaka bir yana size uygun olmayan
bir bölümde okuduğunuzu düşünüyor ve artık
üçüncü veya dördüncü sınıfa gelmişseniz
bunun için hayıflanmanıza hiç gerek yok. Güzel
ülkemiz bir şekilde makas değiştirmenize imkân
verecektir. Nereden mi biliyorum: yirmi beş yıldır
aşkla insan kaynakları alanında çalışan biri olarak
çalışma hayatına otuz iki yıl önce Topçu Teğmen
olarak başladığım için olabilir mi?
İlk altın sırrımı verdim: Aşkla çalışmak. Yirmi
beş yıldır insan kaynakları alanında çalışıyorum
ama bir gün dahi çalıştım diyemem. Bu alanda
çalışmak benim için büyük bir keyif, büyük bir
eğlence…
68
İşte, öncelikli olarak cevabını bulmanız gereken
soru bu:
Sizin için bu iş ne olabilir?
Üniversiteye giriş çağına gelmiş çocuğu olan
arkadaşlarım arayıp çocuklarının hangi mesleğe
yönlenmesinin doğru olacağını soruyorlar.
Koruma içgüdüsüyle çocukları için bir kariyer
danışmanından tavsiye almak istiyorlar. Cevabım:
Bütün meslekler çok iyi, bütün meslekler çok
kötü. Her mesleğin zirvesinde olanları da gördüm
dibinde olanları da… Dolayısıyla senin çocuğun
hangi mesleğe uygun ona bakmak lazım. Seçtiği
mesleği aşkla yapabilecekse çok başarılı olur ve
zirvesine çıkar, o meslek onun için çok iyidir.
Aşkla yapacağı bir meslek seçemeyecekse sadece
başarısız biri olmaz bir hayatı da heba etmiş olur.
Dolayısıyla o meslek onun için kötü…
Peki; aşkla yapacağımız mesleği nasıl seçeceğiz?
Sıkı durun ikinci altın sırrımı veriyorum: Öncelikle
kendini tanıyacaksın. İkinci sırada verdim ama
ağırlık olarak en önemli ve aslında birinci altın sır
bu.
Her şey kendini tanıyarak başlıyor. Ben kimim?
Dünyaya geliş amacım ne? Olmazsa olmazlarım,
değerlerim ne? Bunları düşünmek ve mümkünse
yazılı hale getirmek en güzeli…
Uyguladığım bir yöntemi paylaşmak istiyorum,
belki işinize yarar. Kendinizi doksan yedi
yaşında bir banka oturmuş, bastonunu çenesinin
altına almış ufka bakarken hayal edin. Geçmiş
gözünüzün önünden film şeridi gibi akıp gidiyor.
Nasıl bir hayat yaşamış olmak isterdiniz? Neler
size tebessüm ettirir, neler hayattan kıvanç
duymanızı sağlardı? Deneyin lütfen, çok işinize
yarayacak.
Aklına, izanına güvendiğiniz arkadaşlarınızı,
hocalarınızı, büyüklerinizi de bu kendini
tanıma çabasına dahil edin. Onlara da sizi
nasıl gördüklerini sorun. Bütün bu çalışmalar
sonrasında güçlü ve zayıf yönlerinizi de yazılı
hale getirin.Bütün bunları yaptığınızda ortaya
değerleri, misyonu, hayalleri belli olan güçlü ve
gelişim alanları net bir şekilde bilinen biri çıktı.
Bu ortaya çıkan kişi sizi şaşırtmasın. Bu tam
olarak sizsiniz.
Bu aşamayı başarı ile tamamladığımıza göre sıra
geldi ikinci aşamaya. Az önce tanımladığımız
kişi nasıl bir iş yapmalı ki doksan yedi yaşında
“Evet, güzel, başarılı ve mutlu bir hayat yaşadım”
diyebilsin.
Bir kongrede tanıştığım hanımefendi otuz beş yıl
mali müşavirlik yaptıktan sonra emekli olduğunu
anlatıyordu. Emekli olduktan sonra anladım ki
bu iş hiç bana göre değilmiş, diyordu. Neyse ki
emeklilik sonrası kurduğu işi ulusal bir marka
haline getirmişti.
Otuz beş yıl sonra bu iş bana göre değilmiş
dememek için yukarıda anlatmaya çalıştığım
hangi iş bana uygun konusunu belirlemek çok
önemli. Çoğu zaman insanlar önüne çıkan ilk
merdivene tırmanmaya başlıyor. Son basamağına
gelince aslında merdivenin çıkmak istediği duvara
dayalı olmadığını görmek son derece üzücü.
Bu nedenle öncelikle çıkmak istediğiniz duvarı
belirlemelisiniz.
Evet, şimdi epeyce bir yol aldık. Karşımızda kim
olduğunu ve ne yapmak istediğini bilen biri var.
Şimdi hedefe nasıl ulaşacağız bölümüne sıra
geldi.
Bu aşamada iyi haberlerim var. Yukarıda
bahsettiğim bu temel iki adımı çoğunluk
yapmayacağı için rekabet edeceğiniz kişi sayısı
tahmin ettiğinizden daha az olacak.
Fıkrayı bilirsiniz. İki arkadaş Afrika’da safarideler.
Karşıdan aslanın geldiğini görünce içlerinden
biri hemen çantasından spor ayakkabısını
çıkarıp giymeye başlamış. Diğeri “Neden bunu
yapıyorsun aslandan hızlı koşman mümkün değil”
demiş. Arkadaşının cevabı süper: “Senden hızlı
koşsam, yeter.”
69
Hayal ettiğiniz, hedeflediğiniz işe ulaşmak için
diğerlerinden bazı şeyleri biraz iyi yapmanız
yeterli olacaktır.
Şu ana kadar anlatmak istediklerimi özetleyen bir
anımı paylaşmak istiyorum:
Yollarımızın kesiştiği yaz son sınıfa geçmişti.
Üniversiteden mezun olacak her genç gibi
kaygı seviyesi yüksek, geleceğe dair kafası allak
bullaktı.
İlk görüşmemizin sonunda görevi kendini
tanımaktı. İkinci görüşmeye gayet hazırlıklı
gelerek kişisel vizyonunu, misyonunu, güçlü
ve zayıf yönlerini belirleyip hedeflerini
netleştirmişti. Üçüncü toplantıya da hazırlıklı
gelmişti. Bir yıl sonra iş arayan milyonlarca
üniversite mezunu arasına katılacak yüzbinler
vardı ve önünde de onlar arasından sıyrılıp öne
çıkmak için bir yıl… Bir yıllık eylem planı yaptı.
Tekrar görüştüğümüzde kurs ve seminerlere
katılarak, hedeflediği alanda kitaplar okuyarak
planını %85 oranında gerçekleştirmişti.
Artık iş arama zamanı gelmişti.
Etkili Linkedin kullanımı üzerine seminere katılmış
doğru profil oluşturmayı öğrenmişti. Torpil Değil
Networking kitabını okurken birisine en fazla
altı adımda ulaşabileceğini fark etmişti. Kitaptan
ve seminerden öğrendiği bilgilerle profilini
düzenleyerek Linkedin’de bir post paylaştı. Postu
çok fazla etkileşim aldı. Paylaşımını gören aynı
okuldan mezun olduğu bir yönetici kendisiyle
iletişime geçerek CV’sini istedi.
Bir seri mülakat sonrası çok istediği yeni işine
başlamıştı.
Evet, işte bu kadar basit...
Hayal kurmanın gücüne çok inanıyorum.
Örnekteki genç arkadaşımız hayalini kurmuş
ve sonunda da gerçekleştirmişti. Bir şeyin
hayalini kurduğunuz anda %50 oranında
gerçekleştiğini söyleyebilirim. Diğer %50’de
ise yapılması gereken şeyler var. Hayalinizin
gerçekleştirilemeyecek bir hayal olduğuna sizi
ikna etmek isteyen, gerçekleştiremeyeceğinize
inandırmaya çalışan -ki, bunlar en yakınınızdaki,
sizi en çok seven insanlar da olabilir- insanlara
kanmamak, bu hayali gerçekleştirmek için çok
çalışmak, yılmamak, sabretmek gibi birçok şey
var. Bunları yaptığınızda hayaliniz artık gerçeğiniz
oluyor.
Dikkat ederseniz bir İK’cı olarak nasıl
CV hazırlamanız gerekir, mülakatlarda ne
konuşmalısınız, ne konuşmamalısınız, nasıl
giyinmelisiniz, hangi soruya nasıl cevap
vermelisiniz gibi detaylara girmiyorum. Bunlar
önemsiz olduğu için mi? Hayır, kesinlikle çok
önemli. Doğru yapılmadığında işi almanızı
engeller. Ama yine de bu konuları taktiksel
konular olarak nitelendirebiliriz. Bu konularda
birkaç kitap okumak, birkaç video izlemek sizi
yeteri kadar donanımlı hale getirir.
Yukarıda bahsettiğim konular (kendini tanıma,
hedefini belirleme, fark yaratmak için kendine
yatırım yapma) ise stratejik konulardır.
“Stratejik hatalar taktik başarılarla düzeltilemez.”
Ne demek istediğimi bir cümlede özetleyen bir
özlü söz…
Bugüne kadar otuz bini aşkın mülakat yaptım.
Bunların büyük bölümü iş hayatına yeni
başlayacak gençlerleydi. Bunun verdiği özgüvenle
diyorum ki gelecekten korkmayın. Yukarıdaki
adımları yapmaya gayret etmek ve hatta bu yazıyı
buraya kadar okumak bile sizi akranlarınızdan bir
adım öne çıkaracaktır.
İsteyen ve bunun için çaba gösterenleri güzel ve
mutlu bir gelecek bekliyor, rahat olun!
Gençliğinizin tadını çıkarın!
Oğuz ERDOĞAN 1988 yılında Kara Harp Okulundan mezun oldu. Yirmi beş yılı aşkın süredir insan kaynakları
alanında çalışmaktadır. Halihazırda İngiltere’de yaşıyor. İşe alım ve kariyer danışmanlığı yapıyor. İşte Mülakat
ve Mutluluk Müdürü isimli iki kitabı yayınlanmıştır.
70
71
GENÇLIĞIN GELIŞIMI
YAZI:
MELIK RUPEN MIHÇIYAN
TÜGİAD Genel Sekreteri
Dünyamız büyük bir hızla küreselleşti ve genç girişimcilerin büyük
fırsatlar yakalayabildiği bir noktaya geldi. Bu fırsatları yakalamak ve
fırsatların getirdiği risklere göğüs germek de genç girişimciler düşüyor.
Hızla dijitalleşen yeni Dünya’da, Türkiye ve Türk gençliği nerede? Bu
olaylara nasıl tepki veriyor veya nasıl tepki vermeli? Türkiye Genç İş
Adamları Derneği olarak sürecin hangi kısmında bulunuyoruz?
Çağımız genç iş insanlarının çağı. Binlerce yıllık bir tarihin üzerine inşa edilmiş bulunan cumhuriyetimizin
gelişmesinin ve herkes için yeni fırsatlar ve imkânlar barındırabilmesinin temelinde büyüklerimizin
‘’müteşebbis ruh’’ olarak adlandırdıkları daha sonraları girişimcilik ve entrepreneurship olarak bizlerin
duymaya devam ettiği olgu yatmaktadır.
Pek çok farklı kültürün bir arada yaşadığı bu topraklarda genç bir iş insanı olmak, Türk genç girişimcisini
iş hayatına atılırken olaylara daha geniş bir açıdan bakabilmesine, konuları çok boyutlu inceleyebilmesine
imkân tanımaktadır.
Dijital dönüşümün, ticaretin ve rekabetin sınırlarını kaldırdığı, Türk girişimcisinin fikirleri ve emeği ile
dünyada rekabete girebildiği mevcut ticari düzende, hızlı bir değişim ve dönüşüm içindeki ülkemizin
şartları girişimcilerimize daha esnek olmanın, olaylara ve sorunlara daha hızlı tepki vererek, daha hızlı
çözümler üretebilmesinin önünü açmaktadır.
Türk genç iş insanları gerek Avrupa’da gerekse dünyada ihtiyaçları, piyasa şartlarını ve yenilikleri en hızlı
şekilde algılayıp bunlara en hızlı tepkiyi verebilmektedir.
Sermayeye erişim imkânlarının Avrupa ve Amerika’da bulunan akranlarına göre henüz çok geride
bulunmasına rağmen geçtiğimiz on yıl içerisinde girişimcilik ekosisteminde yaşanan çok büyük
gelişmelerin ışığında ülkemizde de gerek sermayeye gerekse ilgili mentörlere ulaşma açısında çok büyük
gelişmeler gerçekleşmiştir.
İş ve projeye inanç, yeni ödeme sistemlerinin entegrasyonu, dijital iş yapma metotlarında yaşanan
gelişmeler, lojistik ve dağıtım entegrasyonlarının çok geniş ölçeklere ulaşmış olması genç iş insanlarının
yatırımcılarla bir araya gelmesinin ve birlikte projeler üretip iş yaşamında yer edinmelerinin önünü ciddi
oranda açmıştır.
Türk genç girişimcisini, dünya ile olan entegrasyonuna yaklaştıran adımlardan birisi de hukuksal ve
mali sistemde girişimcilerin kendi yollarını yapıp aydınlattığı bu dönemde, melek yatırımcılığın kanuni
altyapısının oluşması, sermaye ve girişimci ilişkisini belirleyen hukuksal altyapıdır. Girişimcinin dünya
ile paralel devam edebilmesi için hangi engelleri aştığını, nasıl yollardan geçtiğini bazı örneklerle
hatırlamakta ve Türkiye Genç İş adamları Derneğinin çabalarını hatırlamakta büyük fayda var.
Otuz dört yıl önce kurulan TÜGİAD, genç iş insanlarının seslerini duyurabilir olması ve dünya ile
entegrasyonda yaşanan tecrübelerin ve gelişmelerin Türkiye çapında bilinebilmesi için büyük çaba ve
72
emek harcamıştır. Avrupa Genç Girişimciler Konfederasyonu’nun (YES for Europe) üyeliğini yirmi yılın
üzerinde sürdüren TÜGİAD, Avrupa Birliği çatısı altında genç girişimcilerin deneyimlerini, bakış açılarını
ve gelecek ile ilgili düşüncelerini Türk genç girişimcilerine anlatmak için pek çok projeye imza atmıştır.
Üniversiteler ile yaptığı iş birlikleri ile girişimciliğin önemini vurgulayıp geleceğin girişimcilerine yol
haritaları hazırlamaları için yardımcı olmuştur.
Girişimcilik kültürünün dünyada aldığı yön, girişimcilik ekosisteminin oluşması için yapılması gereken
çalışmalar ve bu çalışmalar kapsamında yapılan yüzlerce etkinlik, toplantı, proje, devlet makamlarında
gelişen girişimcilik kültürünün anlaşılabilmesi ile devam etmiştir. Devlet tarafından gerekli desteklerin
sağlanabilmesi için devamlı surette devlet makamlarına yapılan ziyaretler, paydaş kurumlarla yapılan
ortak çalışmalar, Ticaret ve Sanayi Odaları ile iş birliği projeleri çıkılan bu yolda döşenen parke taşları
olmuş ve dünyada gelişen girişimcilik kültüründen ve dijital ticaret altyapısından genç iş insanlarının uzak
kalmaması sağlanmıştır.
TÜGİAD aynı zamanda G20 Genç Girişimciler Örgütü G20 YEA içerisinde Türkiye’yi temsil ederek;
onların vizyonunun paylaşılabilmesi için genç girişimcileri G20 YEA zirvelerine taşırken, 2015 yılı
içerisinde de Türkiye'de gerçekleşen zirveye ev sahipliği yapmış ve dünyadaki öncü girişimciler ile Türk
genç iş insanlarını bir araya getirmiştir. Ticarete entegre olan teknolojilerin, konvansiyonel sektörlerle
nasıl bir entegrasyon geçireceğinin önemli bir konu başlığı olduğu zirve, genç iş insanlarının yeni fikir ve
bakış açıları ile donanması için büyük bir vesile olmuştur.
2021 yılında olabilecekler içinse:
Türkiye ekonomisinin ve Türkiye ekonomisinin aktörlerinin dünyada gerek ihracatçı gerekse de yatırımcı
kimlikleri ile öne çıkmalarının daha fazla gündem olacağı bir yıl öngörülüyor.
Genç nüfusumuzun bizlere sağladığı en önemli avantajlardan biri de Avrupa genelinde sahiplerinin
devredeceği ikinci bir kuşağı bulunmayan işletmeler, büyük bir “Know-How”a ve geçmişe sahip bu
tür işletmelerin ülkemizin dinamik firmaları tarafından satın alınma imkânları bizlere bilgiye ve yeni
Pazar paylarına daha hızlı ulaşma imkânı sunacağı öngörülüyor. İş dünyasının yeni pazarlar kazanmak
için lobi faaliyetlerine desteklere, eğitimlerine ağırlık vereceği ve dünya paralelinde büyüyen ve yeni
ekonomide yerini alan bir Türkiye için durmadan çalışacağı bir yıl olması öngörülüyor. Hızlı ve dinamik
iş insanlarının; köklü ve kurumsal firmalarla rekabete girmesinin daha da kolaylaşabileceği, bilgiye ve
öngörüye sahip firmaların pazarda daha etkin olabileceği bir dönem olacak. Ticaret hacmimizin büyük
bölümünü gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliği ile her gün daha da artan bir frekansla yeşil mutabakat ve
dijital dönüşüm konuşacağımız bir yıl olacağı düşünülüyor.
Sözlerime başlarken belirttiğim gibi çağımız genç iş insanlarının çağı, çağımız genç girişimcilerin parlayan
gözlerinden yansıyan yeniliklerin çağı ve hepimiz bunun bir parçası olarak ilerliyoruz.
Daha donanımlı, dünyaya daha açık bir algı ile bakan genç iş insanlarımızın, bizi ve ülkemizi bu çağda
daha ileriye taşıyacağından emin olarak el ele çalışmaya ve üretmeye hep birlikte devam ediyoruz.
Mezunu olmaktan gurur duyduğum İstanbul Üniversitesinin tüm öğrencilerine ve değerli
akademisyenlerine yeni yılda sağlık, başarı ve mutluluk dilerim.
73
ET
KİN
LİK
LE
Rİ
MİZ
MODOKO’DA BİR GÜN DEĞİL,
HER GÜN FUAR!
MODOKO, mobilya sektöründe bir ilki başlatıyor, sanal fuarla Türkiye’yi 365 gün tanıtıyor.
sanalfuar.modoko.com.tr ile mobilya ihracatına ilk aşamada minimumda yüzde 10 katkı sunması hedeflenirken,
öncelikli pazarlar ise Almanya, Libya, Suudi Arabistan, ABD, Fransa ve İngiltere olarak belirlendi.
Modoko Yönetim Kurulu Başkanı
KORAY ÇALIŞKAN
MODOKO, mobilya sektöründe
bir ilki başlatıyor, sanal
fuarla Türkiye’yi 365 gün tanıtıyor.
sanalfuar.modoko.com.tr ile mobilya
ihracatına ilk aşamada minimumda
yüzde 10 katkı sunması hedeflenirken,
öncelikli pazarlar ise Almanya, Libya,
Suudi Arabistan, ABD, Fransa ve
İngiltere olarak belirlendi.
Mobilya sektörünün öncü
oyuncularından olan ve 50 yılı
geride bırakan MODOKO, mobilya
sektöründe bir ilki gerçekleştirerek
sanal fuarı başlattı. Türkiye’de ilk
kez 350 marka sanal fuarda bir araya
geldi. Modoko’nun 350 markasını bir
araya getiren sanalfuar.modoko.
com.tr ile Türkiye mobilya sektörü bir
tıkla tüm dünyaya açılıyor. Konuyla
ilgili açıklama yapan MODOKO
Başkanı Koray Çalışkan: “İhracata
yönelik yapılan 4–5 günlük fuarlar
geçici ve yetersiz. Oysa kalıcı büyüme
ve istikrarlı ivmelenme için Türk
firmalarının yurt dışında konumlanması
gerekiyor. MODOKO olarak 365 gün
süren sanal fuarı başlattık. Amacımız
yapacağımız dijital reklamlarla da Türk
mobilyasını tanıtmak ve herkesin bize
istediği zaman ulaşmasını sağlamak.
Çünkü ihracatta artık yeni trend sanal
fuarlar ve biz de sektörde ilk defa sanal
fuar projesini hayata geçiriyoruz. 4
dil seçeneğiyle internet sitesine giren
herkes MODOKO’daki tüm mağazaları
gezebiliyor, firma sahipleriyle online ya
da telefonda görüşebiliyor.” dedi.
SALGIN DURUMUNDA DAHI
TICARET AKIŞI DEVAM EDER.
Türkiye’nin en eski mobilya sitesi
MODOKO, bugün 150 bin metrekarelik
bir alanda 350 mağazasıyla hizmet
veriyor. “Türkiye’nin Mobilya Başkenti”,
5 bin dolaylı olarak ise 35 bin kişiye
istihdam sağlıyor. MODOKO’da
350 marka ürünlerini sergiliyor.
Diğer sanal fuarlardan farklı olarak
çizimden ziyade video özelliklerinin ön
plana çıktığı fuarda, bütün mağazalar
gezilebiliyor anında mağaza
yetkilisiyle iletişime geçilebiliyor.
“Türkiye’de bir ilki taşıyan fuarın ilk
olmasının özelliği ise fiziki olarak kurulu
bir ağın üzerinden fuarın geziliyor olması.
Yurt dışı fuarlarında üreticiler ürünlerini
göstermek için telefonlarından ya da
bilgisayarlarından ürünlerini gösterirken,
şimdi bu reel ortama taşınmış oluyor.
Sanal fuar için ciddi bir tanıtım bütçesi de
ayırdık. Özellikle dizi ihracatının yükselişi
göz önüne alınırsa, onu destekleyen
sanal fuarla yabancıların mobilya
alım süreçlerini hızlandırabiliriz.”
diyen Çalışkan, sanal fuarla ilk
olarak Almanya, Libya, Suudi
Arabistan, ABD, Fransa ve İngiltere’yi
hedeflediklerini belirtti. “Yılın ikinci
yarısında ise performansımıza göre ülke
sayımızı arttırmak istiyoruz. Sanal fuar,
herhangi bir salgın durumunda ticaret
akışının devam etmesi, daha önce ihracat
yapmamış firmalara bile büyük bir katkı
sunmayı hedefliyor. Bizim burada asıl
amacımız katma değeri yüksek pazarlara
ağırlık vermektir.”
İHRACATA MİNİMUMDA
YÜZDE 10 KATKI
Sanal fuarla Türkiye’deki bütün
sektör oyuncularının birbirleriyle
iş yapabilme fırsatını sunduklarını
ifade eden MODOKO Başkanı Koray
Çalışkan, “Geleneksel bir sektörü dijital
üzerinden dünyaya açabilmek, bazı
firmaların ilk kez ihracat yapmalarını
sağlamak, bazılarına yeni ihracat
pazarları sunabilmek ve en önemlisi
de Türk mobilyasını dünyaya doğru
tanıtabilmek, ana hedef noktalarımız.
Sanal fuarla daha efektif bir çalışma
sunuyoruz ve bu tanıtım aracılığıyla
ilk etapta 3,5 milyar dolarlık mobilya
ihracatına yüzde 10 katkı sunmayı
hedefliyoruz. Yani bu seneki ihracatın
yüzde 10’unu biz sanal fuar üzerinden
sağlamış olacağız.” açıklamalarında
bulundu.
HEDEF 1 MİLYON ZİYARETÇİ!
İlk aşamada ayda 500 bin kişiye
erişmesi beklenen fuar, açıldığı gün
50 binin üzerinde kişiyi ağırladı. Yoğun
bir ziyaretçi trafiğinin yaşandığı fuar,
hedeflerin üzerinde bir ziyaretçiyi
ağırlayacağını da işaretini vermiş
oldu. Tüm firma yetkililerini fuarda
yer almaya davet eden Çalışkan,
sanalfuar.modoko.com.tr’yi yaşayan,
sürdürülebilir bir fuar platformuna
dönüştüreceklerinin de altını çizdi.
77
YAZI:
ARŞİVDEN
WARKETİNG:
Savaş mı Pazarlama mı?
Günümüzde bu iki kavramı birbirinden ayırt etmek pek de kolay değil. Şirketler yaptıkları rekabetçi
stratejilerle pazarlama konusunu içinden kolay çıkılamaz bir savaş alanına çevirdiler. Sürekli çıkan yeni
ve daha yeni ürünler, eski ve köklü firmaları bile yıpratabiliyor. O kadar ki stratejilerini yenilemedikleri
için birçok firma batma tehdidi altında. Ancak bu savaş ortamında ayakta kalabilmek için size bir isim
önerebilirim: Sun-Tzu
Savaşmak insanın doğasında bulunan; son derece
gereksizmiş gibi gözüken; ancak iyice tahlil
edildiğinde önemi kavranabilen bir olgu. Öyle ki
yaklaşık 6.000 yıllık bilinen insanlık tarihi boyunca
savaşmadan geçirilebilen yıl sayısı 300’ü geçmez.
Bu süre zarfında birçok kitap yazılmış; kimileri
efsaneleri anlatırken; kimileri de savaşların gerçek
yüzünü göstermiştir. Ama çok az kitap Sun-Tzu’nun
Savaş Sanatı kitabı kadar zamanını ve zamanından
binlerce yıl sonrasını aydınlatıcı ışığa ulaşabilmiştir.
Sun-Tzu zamanımızdan 2.500 yıl öncesinde yaşamış
Çinli bir filozof savaşçıdır. Günümüzden bu kadar
uzak olan tarihin şartları göz önüne alındığında; şu
zamanki stratejilerin sadece yakınından geçmesini
beklemek doğaldır ama ‘’Cephe Savaşı’’ dediğimiz
sistem kalktığı halde stratejileri hala geçerlidir.
İlginçtir ki Sun-Tzu’nun kaleme aldığı savaş
stratejileri bizim bugün kullandığımız pazarlama
ve ekonomi stratejilerine gönderme yapar.
Pazarlamanın basitçe amacı karını maksimize
etmektir. Bunun içinde piyasada olan rakiplerini alt
etmen ve de onlardan daha iyi stratejiler geliştirerek
karşı tarafın atacağı herhangi bir adımı; o adımı
atmadan önce bilmen e onun kötü etkilerini
engellemen gerekir. Bunu yapabilmek her zaman
kolay olmadığı gibi belli bilgi birikimi ve gözlem
gerektirir. Bu gözlemler o kadar detaylı ve iyi bir
biçimde yapılmalıdır ki ortaya fikir olarak çıkacak
stratejiler ihtiyacı karşılayabilir nitelikte olsun.
Savaşın da basit amacı aynıdır: Kârını maksimize
etmek. Dünyada şu ana kadar olan savaşlar çoğu
‘’çıkar’’ savaşıdır. Hiçbir gerçekçi lider bu çöl benim
olsun diye savaşa girişmemiştir. Ya orada belli
maden yatakları vardır, ya da çıkarını sağlayabilecek
herhangi bir şey vardır. Ama mutlaka işin ucunda
‘’çıkar’’ vardır. Zaten yüzyıllardır bütün savaşları,
bütün davranışları, politikaları belirleyen bir
numaralı nesne ‘’çıkar etkeni’’ olmuştur.
Bir rekabet yada savaş öncesi önemli olan kendinizi
bilmenizdir. İyi bir stratejist ilk önce kendisini
ve çevresini daha sonra da düşmanını tanır. Bu
kavramlar üzerinde bol bol düşünür, yorumlar
yapar. Ayrıca en önemli zaferin savaşa girmeden
kazanılacağını bilir.
Sun-Tzu şöyle der:
‘’Savaşmadan kazanmak en büyük başarıdır.’’
Üzerinde biraz düşünürsek aslına bunun pazarlama
için çok önemli bir kural olduğunun farkına varırız.
Burada anlamamız gereken, ilk önce kendimizi
sonra rakiplerimizi yeterince iyi tanıyarak onlara
vereceğimiz gözdağıyla daha onlar bizimle
rekabete başlamadan onları piyasadan sileceğimize
ikna etmektir. Böylece daha piyasaya girmeden
ya da piyasadayken bizim gibi bir rakip gördüğü
zaman maça 1-0 yenik başlayacaktır. Bu da bizim
için büyük bir avantajdır.
Cengiz Han’ın şu sözü unutulmamalıdır:
‘’Arkasında düşmanı hisseden önündekiyle
savaşamaz.’’
Sun-Tzu savaş sanatı stratejilerini 13 ana başlık
altında toplamıştır. İçinde pazarlama, liderlik,
ekonomi ve rekabet gibi dallarda doğrudan
ya da dolaylı olarak verilen stratejiler saklıdır.
Bunların birkaçına göz atarsak; ‘’Zaferi kazanan
komutan savaş öncesi en çok hesaplamayı yapan
komutandır. Savaşı yitiren komutan ise savaş öncesi
mutlaka yeteri kadar plan yapmamıştır. Bu nedenle
savaşa girmeden önce mutlaka zafer yapın. Ancak,
bu arada her ihtimale karşı, yenilgi hesabını ve
stratejisini yapmayı da unutmayın. Plan yapmaya
verdiğiniz önem; zafer ya da yenilginin belirleyici
faktörü olacaktır.’’
Pazarlama konusunda en önemli maddelerden
birisi plan yapmaktır. İyi planlanan bir stratejinin
kaybetme olasılığı azdır. Fakat üzerinde yeterince
düşünülmeyen ve de iyi planlanmayan bir strateji
uygulandığında kazanmak ancak şansa bağlıdır.
“Silahlarınız yetersiz kalıp, şevkiniz kırılıp gücünüz
tükenip, hazineniz eridiğinde daha önce yanınızda
bulunan diğer komutanların sizin yaptığınız
aşırılıklardan yararlanmaya çalışmak için harekete
geçtiklerini göreceksiniz. Bu durumda ne kadar
akıllı olursa olsun hiçbir kimse böyle bir durumun
yaratacağı sonuçları engelleyemez.”
Savaş kadar acımasız olan rekabet iş dünyasında
sadece firmalar arasında olmaz. Bu rekabete
kişiler de dahil olur. Öyle ki yöneticilerin yaptıkları
78
hatalar zor zamanlarında onların aleyhine döner
ve kafalarını ileriye döndürüp baktıklarında
karşılarında sadece ve sadece uçuruma görürler.
“Savaşların tümünde savaşarak zapt etmek
en üstün başarı demek değildir. Üstün başarı
düşmanın direncini savaşmadan kırmaktır.”
Pazarlama konusunda daha önce de bahsettiğim
gibi bir firmayla rekabeti engellemek istiyorsanız
onu oyun dışı bırakmanız gerekir. En büyük güç
akıldır ve bir firmayı oyun dışı bırakmak da üstünde
çalışılan stratejilere bağlıdır.
“Komutanlar devletin kalesidir. Kalenin her noktası
sağlam ise, devlet güçlü; kale çürükse, devlet
zayıftır.”
Liderlik!... Liderlik bir insanda bulunabilecek en
önemli özelliklerden birisidir. Kimilerine göre
doğuştan gelen, kimilerine göre de sonradan
edinilebilecek bir beceri olsa da, insanları
yönetmesini iyi bilen önderlere ihtiyaç vardır.
Şirketleri ve devletleri ayakta tutabilecek insanlar,
stratejilerini iyi kuran, planlarını iyi yapan, ne
istediğini bilen güçlü liderlerdir. Verilen işi doğru
yapana yönetici, doğru işi yapana lider denir.
“Düşmanı ve kendinizi iyi biliyorsanız, yüzlerce
savaşa bile girseniz sonuçtan emin olabilirsiniz.
Kendinizi bilip düşmanı bilmiyorsanız
kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyle
de tanışabilirsiniz. Ne kendinizi ne düşmanı
biliyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi
kaçınılmazdır.”
“Yenilgiden kendimizi korumak bizim elimizdedir.
Ancak, düşmanı yenme fırsatını bize düşman verir.”
Sun-Tzu’nun özetlediği savaş sanatında kazanma
elementlerini pazarlama konusunda günümüzün
stratejik dehası olarak kabul edilen Chin-Ning Chu
şöyle özetler:
1.TAO: Uyum, ahlak faktörü
2.TIEN: Zamanlama
3.DI: Coğrafi koşullar, sahip olunanlar
4.JIAN: Liderlik
5.FA: Planın uygulanması
Sun-Tzu bu elementler için:
Bu koşulların bilinmesiyle savaşı kimin kazanıp,
kimini kaybedeceğini size söyleyebilirim der.
Ayrıca Sun-Tzu gizliliğin önemini anlatır. Strateji
gizeme dayanır ve bilindiği zaman bir galibiyet
stratejisi olmaktan çok bir yenilgi oyununa dönüşür.
Pazarlama taktikleri de aynı metoda dayanır:
Gizem! Bu nedenle şirketler pazarlama stratejilerini
gizli tutarlar. Hakkında hiçbir şey bilinmeyen bir
düşmanla uğraşmak çok zordur.
“Kurnazlık ve gizlilik denilen kutsal sanat! Senin
sayende görünmez olmayı; senin sayende
duyulmaz olmayı öğrenip, düşmanın kaderini
elimizde tutuyoruz.”
“Savaş için en güçlü olduğunuzda, kendinizi
güçsüz göstermeli; kuvvetlerinizi harekete
geçirirken, hareketsizmiş gibi durmalı; düşmana
yaklaştığınızda, uzakta olduğunuz izlenimi vermeli;
uzakta olduğunuzda ise düşmanın burnunun
dibinde olduğunuza düşmanı inandırmalısınız.”
M.S 7-8. Yüzyıllar arasında yaşamış olan Çinli
komutan Li Quan Bir anısında bu teoremden
bahseder.
İmparator düşman güçlerini anlamak amacıyla on
izci gönderdi. İzcilerin hepsi de düşmana saldırının
uygun olduğunu bildirdi. İmparatorun en son
gönderdiği Lou Jing tam tersine Hunlar’a saldırının
hiç de doğru olmayacağını söyledi. İmparator böyle
düşünmesinin nedenini sorduğunda Lou Jing şu
cevabı verdi:
“İki düşman karşı karşıya geldiğinde ön plana
normal olarak en güçlü birliklerini yerleştirir.
Ben ise Hun ordusunda en önde sadece yaşlı ve
zayıf askerlerin yer aldığını gördüm. O zaman
da bunun kendilerini zayıf göstermek üzere
hazırlanmış bir oyun olduğunu anladım. Saldırı için
durumun uygun olmadığına olan inancım bundan
kaynaklanıyor.”
İmparator, Lou Jing’in sözlerine inanmayarak
onu cezalandır. Sonra da kuvvetli bir birliğin
başına geçerek bizzat akına katılır. Hunlar’ın
tuzağına düşerek kuşatılır ve tam yedi gün süreyle
malzemesiz savaşmak zorunda kalır. İşte der Li, bu
bir ordunun güçsüz gözükme taktiğinin başarısıdır.
Kendin için gizemli olman gerektiği gibi düşmanın
da gizemini bozman gerekir. Düşmanın gizemini
bozmak da istihbarata bağlıdır. Gelen istihbarat ne
kadar güçlü olursa yapılacak stratejiler de o kadar
anlamlı ve talebi karşılayacak şekilde olur.
“Bilge hükümdar ve iyi komutanın düşmanın her
hareketini bilmesi ve onu yenmesi istihbarata
bağlıdır.” Liderliği ön plana çıkaran Sun-Tzu;
Başarının liderlerde olduğunu ve onların
yönlendirmesi ile zafere gidilebileceğini belirtir. İyi
bir liderin savaşı savaş meydanında değil, yaptığı
dolaylı stratejilerle savaşa girmeden kazanması
gerektiğini söyler.
“Zafer stratejisine sahip komutan çatışmaya
ancak zaferi kazandıktan sonra girer. Yenilgiye
mahkum komutan ise önce çatışmaya girer, zafere
sonra yönelir.” Yüzyıllardır harp akademilerinde
kaynak kitap olarak kullanılan “Sun-Tzu’nun
Teoremleri” savaş alanında olduğu kadar
ekonomi, politika, pazarlama alanlarında da
günümüz ekonomistlerine ve stratejistlerine yol
göstermektedir. Biz işletmecilerin de bugünün
değişen durumuna ayak uydurmak için yapması
gereken insanlığın tarih boyunca hazırlayıp
önümüze sunduğu kaynaklardan yararlanıp, sahip
olduğumuz yetenekleri geliştirmektir. Çünkü
pazarlamada savaş; gerçek savaşlarda olduğu gibi
akıl savaşıdır. En iyi stratejiyi yapan kazanacaktır .
79