24.03.2021 Views

Genç Girişim Dergisi 36. Sayı

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

36.SAYI

ISO 9001:2015

25. YIL

TUNCAY

ÖZİLHAN

Kariyer tecrübelerini aktarıyor

ELİF ÇAPÇI

MODA STRATEJİSİNİ

YÖNLENDİREN İŞ İNSANI

Kuantum Fiziğinin

Yarattığı Yeni Teknolojiler

Değişen Dünyada FMCG Sektörü

MURAT ÜLKER

SANATA VE SPORA KATKILARI ILE

ÜLKEMIZE DEĞER KATAN BIR LIDER

IŞIL HASDEMİR

İNOVATIF DÜŞÜNCELERIYLE

TEKNOLOJIYI YÖNETEN LIDER

ÜCRETSİZDİR



1


Genel Yayın Yönetmeni

Batın ERBALI

Editörler

Ebrar ELHAN

Gözde KIRANT

36. Sayı Ekibi

Begüm GENCER

Berkay DEMİRCİ

Beyza Nur ŞİMŞEK

İrem BİNİCİ

Kaan DUMAN

Kardelen AKTAŞ

Melike Yağmur DOĞAN

Nihaan AÇIKGÜN

Sultan ÇİFTÇİ

Şenay ÇETİNKAYA

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İŞLETME

FAKÜLTESİ İŞLETME KULÜBÜ

AVCILAR/İSTANBUL

İmtiyaz Sahibi

Muharrem BELENE

Yayın Türü

Yerel, Süreli, Yılda Bir

Baskı

Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi Giriş Kat

E blok No: 13 1BE11, Topkapı/İstanbul

Tasarım

Magnet Creative

Grafik Tasarım

Okan OKTAY, Gamze DUYAR

2020-2021 İŞLETME KULÜBÜ

YÖNETİM KURULU

Yönetim Kurulu Başkanı

İbrahim ACIOĞLU

Yönetim Kurulu Başkan Yardımcıları

Muhammed YÜZBAŞIOĞLU

Uygar AHISKA

Girişimcilik Departmanı

Batuhan BATUR

Yönetici Geliştirme Departmanı

Hamza ALTIPARMAK

Reklam ve Pazarlama Departmanı

Ezgi ÇAKIR

Genç Girişim Dergisi Departmanı

Batın ERBALI

Kariyer Planlama Departmanı

Gökçe ERASLAN

Proje Yönetim Departmanı

Berna ALTUN

Yönetim Kurulu Genel Sekreteri

Nuran Nur BAŞ

Kurumsal İletişim Departmanı

Dilara AKYÜZ

Mali İşler

Burak DEMİR

İşletme Kulübü Sosyal Medya Hesapları:

Genç Girişim Dergisi Sosyal Medya Hesapları:

isletmekulubu İşletme Kulübü isletmekulubu

gencgirisimdergisi

ikgencgirisim

2


4 Editörlerden

Genel Yayın Yönetmeninden

5

6 Röportaj: Alemşah Öztürk ‘’ Yaratıcılık ve Cesareti Tek Potada Eriten İş İnsanı’’

Röportaj: Selim Şiper “Motivasyon ve Donanımıyla Enerjiye Yön Veren Yönetici”

14 Pazarlama: Elif Kaypak ‘’Değişen Dünyada FMCG Sektörü’’

Ekonomi: Güven Sak ‘’Virüs Sonrası Küresel Ekonomi’’

18

20 Röportaj: Murat Erkan “İletişim Hizmetini Yenilik İle Zenginleştiren Yönetici”

24 Pazarlama: Ebru Darip “Evde Mutlu Olmak”

Röportaj: Işıl Hasdemir ‘’İnovatif Düşünceleriyle Teknolojiyi Yöneten Lider’’

30 Röportaj: Tuncay Özilhan “Anadolu’yu Dünyayla Buluşturan Lider”

Röportaj: Mehmet Tüfekçi ‘’Reklam ve Pazarlama Odaklı Bir Kariyer’’

26

34

38 Röportaj: Murat Ülker ‘’ Sanata ve Spora Katkıları ile Ülkemize Değer Katan Bir Lider’’

Girişimcilik : ‘’Kurum İçi Girişimcilikten Öte InvenDO’’

42

10

44 Röportaj: Redbull Basement ‘’Genç Girişimcilerden Birincilik Projesi’’

‘’Genç Girişim Dergisi Kazandırıyor!’’

47

49 Karikatür: Ömer Göksel ‘’25. Yıl Özel Karikatürü’’

Abdi İbrahim: “Ruhsal Hastalıklarla İlgili Damgalamaya Karşı ‘Öyle Söyleme’ Diyoruz”

50

52 Röportaj: Elif Çapçı ‘’ Moda Stratejisini Yönlendiren İş İnsanı’’

56

Pazarlama: Mete Yurddaş ‘’ Watsons Türkiye Genel Müdürü Mete

Yurddaş Dijital Odağında Kozmetik Sektörünü Ele Alıyor…’’

58 Kişisel Gelişim: Saadet Şen ‘’Sürekli Motivasyon İçin Başlangıç Noktası’’

Genel Kültür: Mete Atatüre ‘’ Kuantum Fiziğinin Yarattığı Yeni Teknolojiler’’

64 Röportaj: Okan Oktay ‘’Tasarımlarıyla Sanatını Konuşturan İsim’’

Yazı: Oğuz Erdoğan ‘’ Mutlu ve başarılı bir kariyer için 2 altın sır ’’

Kişisel Gelişim Melik Rupen Mıhçıyan: ‘’ Gençliğin Gelişimi’’

72

62

68

74 Bizden: ‘’Etkinliklerimiz’’

Arşivden: ‘’Savaş mı Pazarlama mı?’’

3

78

İÇİNDEKİLER


Merhaba Değerli Genç Girişim Dergisi Okurları,

Ebrar Elhan

Genç Girişim Dergisi’36 ekibi olarak aylardır yoğun bir çalışma

temposu ile hazırladığımız 36. sayımızı değerli okurlarımıza

sunmaktan büyük gurur ve mutluluk duyuyorum.

Dergimizin bu sayısında alanında uzmanlaşmış kıymetli isimlerin

hayat tecrübelerini röportaj ve yazılar aracılığıyla aktardığı öğretici

ve renkli bir içerik oluşturmayı hedefledik. Dergide yer alan başarılı

isimlerin çalışma azimleri, çok yönlü kişilikleri, girişimci ruhları ve

cesaretleri bana büyük farkındalıklar kazandırarak ilham verdi. Bu

büyük kazanımları okurlarımızla paylaşmaksa her zaman heyecanımı

arttırdı. Okurlarımızın da içeriğimizi incelerken kendilerini daha iyi

tanıyacaklarını, yeteneklerini ve hedeflerini tekrar

tartacaklarını düşünüyorum.

Umarım bu çalışmamızla okurlarımızın hayat yolculuğuna küçük de

olsa bir fener tutmuş oluruz.

Biz okurlarımıza pusula olma umuduyla azimle çalışmayı sürdürdük.

Dergi sürecinde ekip arkadaşlarımızla fiziksel olarak bir araya

gelemesek de motivasyonumuzu hiç düşürmeden, yeni düzenin

gerektirdiği şartlara entegre biçimde, çoşku ve mutluluğumuzu her

koşulda paylaşarak yeni sayımızı neticelendirdik. 25 yıldır bir adım

daha öteye taşıma motivasyonu ile bugünlere ulaşan dergimizin 36.

sayısını somut olarak sizlere sunabilmenin hazzı paha biçilmez.

Heyecanımızın her geçen gün daha da arttığı bu dönemde

desteklerini esirgemeyen Genç Girişim Dergisi Üst Yönetim’e,

emekleri geçen Genç Girişim Dergisi ekibine ve bu güzel yolculukta

yer almama vesile olan İşletme Kulübü ailesine

teşekkürü borç bilirim.

Okuduğunuz her sayfanın hayallerinizi besleyerek, kariyer

basamaklarında sizi daha yukarılara taşıması dileğiyle…

Sevgili Okurlar,

İşletme Kulübü ailesi olarak çeyrek asırdır devam eden, büyük emek

ve özveri ile çıkarttığımız Genç Girişim Dergimizin 36. Sayısını sizlere

sunuyor olmaktan mutluluk duyuyoruz.

Genç Girişim Dergimizin bu sayısında iş dünyasının duayenleri ve

alanında uzman kişilerle gerçekleştirdiğimiz röportajlar ve söyleşiler

aracılığı ile siz değerli okurlarımıza keyifli ve öğretici içerikler hazırlama

amacını benimsedik.

Geride bıraktığımız 7 aylık süreç boyunca editörlük görevimi

yürütürken birbirinden kıymetli isim ve firmalar ile iletişime geçme

fırsatı yakaladım. Bu süreç bana inanılmaz deneyimler, çok büyük

heyecanlar ve mükemmel dostluklar kattı. 13 kişilik dergi ekibimiz ile

birlikte her zaman bir adım daha ileriye gidebilmek için süreç boyunca

çalıştık. Bu çalışmalarımızın her anında eğlendik ve yeni bir şeyler

öğrendik. Umarım siz değerli okuyucularımız da dergimizi okurken

bu güzel duyguları en az bizim kadar hisseder ve her okuduğunuz

paragrafta yeni bir şeyler keşfedersiniz.

Genç Girişim Dergisi üst yönetimi başta olmak üzere, bu süreçte

her zaman yanımızda olan İşletme Kulübü ailesine, siz değerli

okuyucularımıza ve en çok da 7 ay boyunca her zaman özveri ile

çalışmalarını sürdüren ve birbirine destek olan Genç Girişim Dergisi

36.sayı ekibine çok teşekkür ederim.

EDİTÖRLERDEN

Okuduğunuz her kelimenin kariyerinizi şekillendirirken sizlere bir yapı

taşı olması dileğiyle.

4

Gözde Kırant


Değerli Okurlar,

İşletme Kulübü ailesi olarak, uzun zamandır büyük bir özveri gösterip emek vererek

çalışmalarını sürdürdüğümüz Genç Girişim Dergisi’nin 36.Sayı’sını sizlere sunmaktan büyük

gurur ve mutluluk duymaktayım. Genç Girişim Dergisi olarak belirlediğimiz sloganımız olan

“Gelecekle İletişim” ışığında günümüz koşullarını göz önünde bulundurarak geleceği daha iyi

değerlendirebilmek adına birbirinden kıymetli isimler ile sizleri buluşturmayı amaç edindik.

Bu amacımız doğrultusunda; Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan ile

spor ve sosyal sorumluluktan, Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ülker ile sanat ve

kültürel faaliyetlerden, Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper ile motivasyon ve başarıdan, Beymen

CEO’su Elif Çapçı ile stratejik moda yönetiminden, 4129Grey Ajans Başkanı Alemşah Öztürk

ile melek yatırımcılık ve mutluluktan, Dell Technologies Ülke Müdürü Işıl Hasdemir ile

teknolojinin geleceğinden, Turkcell CEO’su Murat Erkan ile yapay zekadan konuştuğumuz

keyifli röportajlarımızın yanı sıra dergimizin içerisinde birçok değerli ismin röportajlarını da

sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

Gerçekleştirdiğimiz bu değerli söyleşilerin yanı sıra günümüz koşullarının güncel konularını

Elif Kaypak, Güven Sak, Mete Ataüre, Saadet Şen Öner, Oğuz Erdoğan gibi birbirinden

değerli birçok ismin katkılarıyla sizlere sunduk. Aynı zamanda Doğuş Grubu ile birlikte kurum

içi girişimcilik konusunda, Abdi İbrahim ile birlikte de sosyal sorumluluk alanında değerli

çalışmalar gerçekleştirerek sizlere de çalışmalarımızı aktarmak istedik.

Üniversiteye adım attığım ilk günlerden itibaren gelişimi için büyük bir özveri ile çaba

sarf ettiğim ve bu doğrultuda birbirinden faydalı tecrübelerin yanında birçok değerli

dostluk kazandığım İşletme Kulübü ve Genç Girişim Dergisi maceramı 36.Sayı ile birlikte

sonlandırmaktayım. Üniversite hayatımın en güzel dönemi olarak nitelendirebileceğim

İşletme Kulübü’ne bana kattığı her şey için teşekkür ederim.

Genç Girişim Dergisi’nin 36.Sayı’sının oluşumunda çok büyük pay sahibi olan ve online

süreçte hiç yılmadan ellerinden gelenin en iyisini yapan 36.Sayı ekibine ve üst yönetimine,

bu süreçte her zaman destekçim olan aileme, her koşulda desteklerini hiç esirgemeyen

İşletme Kulübü 2020-2021 Yönetim Kurulu’na çok teşekkür ederim.

“Dergimizde okuduğunuz her kelimenin, sözlüğünüzde bir anlama kavuşabilmesi dileğiyle...”

Sevgilerimle,

5

Batın Erbalı

GENEL YAYIN YÖNETMENİNDEN


RÖPORTAJ

YARATICILIK VE CESARETI

TEK POTADA ERITEN

IŞ INSANI:

ALEMŞAH ÖZTÜRK


"Birilerinin size yol göstermesi ve

neler yapman gerektiğini söylemesi lazım.

Bunları soracağın birilerinin olması

çok değerli çünkü bunlar kitaplardan değil

insanlardan öğrenilebilecek şeyler."

Türkiye’nin "En Genç

Kreatif Direktörü"

unvanına sahip,

yurtdışında örnek

gösterilen, melek

yatırımcı ve mutluluk

müdürü olan Alemşah

Öztürk ile iş dünyasındaki

yaratıcılıktan ve dijital

reklam ve dijital reklama

dönüş hakkında

dinamik bir sohbet

gerçekleştirdik.

1999 yılında henüz 22

yaşınızdayken ilk şirketiniz olan

Plus v.2'yi kurdunuz. Daha sonra

30 yaşınızda iken 4129 Grey'i

kurdunuz.4129 Grey şu an Türkiye

de ve yurtdışı platformlarında

en çok ödül alan ajanslardan biri

haline geldi. Peki tüm bu kariyer

sürecinin yanı sıra Alemşah

Öztürk kimdir? Sizi biraz daha

yakından tanıyabilir miyiz?

Bilgisayar mühendisliği okudum

ama hiç bilgisayar mühendisliği

yapmadım. Çünkü hiç aklımdaki

gibi değildi. O yüzden tasarım

alanına yöneldim ve kendi kendimi

bu alanda geliştirmeye çalıştım.

Genellikle yaratıcılıkla ilgili her

şeyle ilgileniyorum. Şiir yazıyorum,

televizyon dizisi yazıyorum, kitap

yazıyorum, resim yapıyorum,

tasarım yapıyorum... Bir dönem

moda dergisi yönettim, uzun süre

dans ettim ve tiyatro oynadım.

Sanat ve yaratıcılık çevresindeki

konuları seviyorum çünkü bence

yaratıcılık kil gibi. Ona nasıl şekil

verdiğine bağlı olarak hayatında

kapladığı yer değişebiliyor.

Ben yaratıcılığın herkeste

olduğunu düşünüyorum. Sadece

üzerine düşmek ve uğraşmak

gerekiyor. Yaratıcılık sadece sanat

ya da bu tarz yaratıcı aktivitelerle

kısıtlı değil. Yaratıcılık bir enerji

ve onu neye kanalize ettiğinize

bağlı olarak formatı değişiyor. İş

dünyasında yaratıcı olmak diye

bir şey de var. Pazara bakış, o

pazarın ihtiyaçlarını anlamak,

boşluğu tanımlamak ve o boşluğu

doldurmak. Bir start-up, bir

servis, farklı bir şirket yaratıyor

olmak da aslında bayağı bir

yaratıcılık gerektiriyor. O yüzden

bence yaratıcılık çok önemli ve

hayatımda da büyük bir yeri var.

2011 yılında o zamanların ABD

Başkan Yardımcısı günümüzde

ise yeni ABD Başkanı olan

Joe Biden tarafından küresel

girişimcilik sempozyumunda

örnek gösterildiniz. Bunun yanı

sıra Cannes Lions Uluslararası

Yaratıcılık Festivaline iki kere

davet edilmiş ve jüri olarak

ülkemizi temsil etmişsiniz. Bu

şekilde yaşadığınız uluslararası

gelişmeler hayatınızda neleri

değiştirdi?

Ben spordaydım o haber

çıktığında. Görmedim, haberim

de yoktu. Joe Biden’a, Endeavor

diye bir global girişimcilik

organizasyonun da Türkiye’den

kimi örnek gösterirsiniz gibi bir

soru soruluyor ve kendisi beni

örnek gösteriyor.

İnsanın yaptığı işle küresel

seviyede ‘recognizingliği’ olması,

tanınıyor ve takdir ediliyor

olması çok gurur verici bir şey.

Bu aslında benim hayata bakış

açım: Ben hayatımda hiç para için

çalışmadım. Tabii ki para kazandım

ve para kazanmaya da ihtiyacım

vardı ama para benim için bir

sebep değil sonuçtu.

Bir iş yaparken temel içgüdüm

“Çevremdeki insanlara nasıl

fayda sağlarım, insanlara bir

şey aktarabilir miyim ya da

yardımcı olabilir miyim?” şeklinde.

Reklamcılık, girişimcilik, mentorluk

ya da melek yatırımcılık bunlar

hep aynı temanın konuları.

Bir şeyleri alıp daha iyi yapıyor

olmak benim çok ilgimi çekiyor.

O yüzden yazdığım şeylerle

ya da yaptığım işlerle tanınıyor

olmak veya iz bırakmak beni asıl

besleyen şey.

Son yıllarda kadın cinayetleri

Türkiye’de çok artıyor bu konuda

farkındalık oluşturmak için ben

de 3 yıldır Yanındayız Derneği’nin

içindeyim. Yıllarca Darrüşafaka’ya

destek verdik çünkü bence

annesi babası olmayan çocukların

eğitiminden daha önemli konu

yok. Ajans olarak Tohum Otizm

Vakfı’na destek oluyoruz. Biz

başladığımızda Türkiye’de Otizmli

çocukların farkındalığı %4’lerdeydi,

şimdi %84’e geldi.

O yüzden bir şekilde bir konuda

nasıl bir fark yaratırım diye bir

derdim var. Onun için çalışıyoruz,

ona uğraşıyoruz.

Bildiğimiz üzere belirlediğiniz

girişimlere “melek yatırımcı”

olarak belirli bir kaynak

sağlıyorsunuz. Melek yatırımcı

olma kararını verme süreciniz

nasıl gelişti? Destek vereceğiniz

girişimleri seçerken kriterleriniz

arasında yer alan etkenler

nelerdir?

Yeni kurulan start-up’ların

genellikle yüzde sekseni 1-2 yıl

7


içinde batıyor. Geri kalan yüzde

yirminin %10 u veya %20’si 5 yılı

tamamlıyor. Bu da demek oluyor

ki her 20 şirketten sadece 1 tanesi

başarılı olabiliyor. İşte melek

yatırımcılık o 20 şirketten bir

tanesini bulmaya çalışmaktır.

Gerçekten fikrine inandığım

şirketlere yatırım yapıyor olmak,

onların süreçlerini daha tomurcuk

seviyesindeyken tanıyıp o fikrin

yeşermesi ve o güçlü ağaca

dönüşmesi için onlara destek

olmak beni zihinsel olarak tatmin

ediyor.

Kendim de bir zaman o noktada

bulunduğum için bu yardımın

ne kadar değerli olduğunu

biliyorum. Düşünün siz bir tane

proje hayal ediyorsunuz ve o proje

dünyaya açılsın istiyorsunuz ama

Türkiye’den dışarı çıkmamışsınız

ve dünyaya proje nasıl açılır

hiçbir fikriniz yok. İşte bu noktada

onu birine sormanız gerekiyor.

Birilerinin size yol göstermesi

ve neler yapman gerektiğini

söylemesi lazım. Bunları soracağın

birilerinin olması çok değerli

çünkü bunlar kitaplardan değil

insanlardan öğrenilebilecek şeyler.

Melek yatırımcılar ve girişimciler

arasındaki bu fırsat beni çok

tatmin ediyor.

Herhangi bir kategoride belli bir

seviyeye gelmiş insanın melek

yatırımcılık yapıyor olması ya da

girişimcilere destek veriyor olması

bence çok önemli. Bu durum hem

bu toplumun gelişimini hem de

ekosistemin büyümesini sağlıyor.

Ayrıca sen onu yapınca senin

yaptığın insan da 5-10 yıl sonra

bir başkasına yapıyor. O yüzden

bence o silsileyi yaratmak da çok

önemli.

Bir röportajınızda 4129’un

çalışma şeklinin dikey değil

yatay hiyerarşik bir yapıya sahip

olduğundan, kartvizitlerinizde

unvan yazmadığından yani startup

kültürünü koruduğunuzdan

bahsediyorsunuz. Hatta

kendinize CEO veya Ajans Başkanı

demek yerine “mutluluk müdürü”

olarak adlandırıyorsunuz. Bu

sözünüzün altında yatan asıl

mesaj nedir? Bizlere start-up

kültürünün ne olduğundan

4129’da bu kültürün nasıl devam

ettiğinden bahseder misiniz?

Bu benim üçüncü kurduğum

ajans. İlk iki ajanstaki hatalarımdan

aldığım bütün dersleri kullanmak

istedim. Bu sebepten öncekilerden

farklı olarak, ajansın yapacağı

işten önce yapısına, kültürüne

kafa yordum. Çünkü özellikle

yaratıcı işlerde kültür çok kritiktir.

Kültür insanları bir arada tutar.

Bir çalışanın o şirketle ilgili

anlattığı şeyler başkalarına kültür

olarak yansıyor. O yüzden de

sen istediğin kadar kurallar koy,

şirketimizin vizyonu ve misyonu

budur de… Onların hiçbir önemi

yok. İnsanlar günlük hayatta ne

yaşıyorlarsa onu kültür olarak

görüyorlar. Yeni ajansı kurarken en

büyük hayalim güçlü bir kültürü

olan ve zaman içinde gelişen bir

ajans yaratmaktı. Bu yüzden de

baştan belli kurallar ve yapılar

tanımlamak istedim. Bunlardan ilki

yatay hiyerarşi konusuydu. Bizde

konunun sahibi insanlar ve onların

altlarında ekipler elbette var ama

öte yandan ajanstaki herkese her

şeyi sorabiliyorum. Çalışanlar

isterse ‘’Başka bir ekiple çalışmak

istiyorum.’’ diyebiliyor. Unvanların

ise insanların gelişimini kısıtlayıcı

olduğunu düşünüyorum. Karakteri

iyi gelişmemiş insanlar yüksek

unvanlı pozisyonlara geldikleri

zaman karakterleri olumsuz yönde

değişebiliyor. Bunu engellemenin

yöntemlerinden biri unvan diye

bir şeyin değerinin olmadığını

sadece bir rol tanımlamaya

yaradığını anlatmak. Bu sebepten

bizim kartlarımızda unvan yok.

Sadece bir tane unvan var, o da

benimki: “Chief Happiness Officer”.

Çünkü benim işim temelde bir

ajansın kurucusu, yöneticisi

olarak ekibimin mutluluğu ve

müşterilerimin mutluluğu. Bu

kültürü yönetmek için de 4129

Akademi var. Burada eğitimler,

happy hour’lar yapıyoruz. Aynı

zamanda bir kültür kitabımız var ve

her yeni işe başlayana dağıtıyoruz.

2007 yılında kendi ajansınız

olan 4129Grey’i kurdunuz. Bu

ajansı kurmadan öncesinde

de Türkiye’nin en genç kreatif

direktörü unvanını aldınız ve fark

yaratan projelere imza attınız.

Ajansı kurarken temel taşlarınız

ve prensipleriniz nelerdi?

4129Grey nasıl başladı ve nasıl

gidiyor? Bu denli büyümesindeki

en önemli etken sizce nedir?

Biz Türkiye’deki ilk dijital ajans

değiliz fakat dijital pazarlama

konusunda ilk kurulan ajansız.

Bu ajansı kurarken en büyük

düşüncem dijital pazarlamaydı.

Çünkü bir tarafta interaktif

ajanslar, diğer tarafta reklam

ajansları vardı. Bunların ikisinin

dışında dijital pazarlamayı yapan

ajanslar yoktu. O yüzden de bu

tarz bir ajansın varlığının pazar için

önemli olduğunu düşünüyordum.

Biz işe başlar başlamaz birçok

değişik işi hayata geçirdik. Bu

8

"Yaratıcılık bir enerji ve onu neye

kanalize ettiğinize bağlı olarak formatı

değişiyor."

durum fark yarattı. Bugün bunu

devam ettirmek bizim yaratıcı

kültürümüzle ilgili. Bu konuda

ciddi bir motivasyonumuz var.

Her yıl ‘’To Do List’’ gibi birkaç

markamıza ortalamanın çok çok

üzerinde iş yapmaya çalışıyoruz.

Bunu aslında tüm markalar için

deniyoruz ama bazı markalar

bunu onaylamıyor. Bazı markalar

o kadar cesur olmuyor, bazı

markanın o kadar bütçesi olmuyor,

bazı markanın kafası o kadar açık

olmuyor. Hepsini deneyip ikna

edebildiklerimizle değişik işler

yapıyoruz. Sektörü değiştiren,

konuşturan, çok katılımı olan işler

yapmaya çalışıyoruz. Bir yandan

da elbette doğru yetenekleri

ekibe katıyor olmak insanların

motivasyonunu yüksek tutuyor.

Doğru markalarla çalışıyor olmak

gibi dikkat ettiğimiz başka filtreler

de var.

Dijital reklama dönüş ile ilgili

dünya sizce nasıl bir ilerleme

kaydetti, Türkiye bu ilerlemeyi

yakalayabildi mi? Dijital

dünyada reklam oranlarının son

yıllarda %19 artış göstererek

%46 oranına gelmesini nasıl

değerlendiriyorsunuz? Bu oran

sizce gelecek yıllarda nasıl

değişecek?

Dijital reklamcılığın kullanımının

artmasının sebebi aslında

çok basit: Kullandığımız dijital

araçlar internette daha çok

vakit geçirmemizi sağlıyor.

Televizyonu artık internetten

yani Netflix’ten seyrediyorsun.

Hayatta en çok vaktini geçirdiğin

şey Whatsapp, Instagram

gibi uygulamalar. Kullanım

alışkanlıklarımız dijitalleşti ve

tüketim alışkanlıklarımız da

dijitale dönüşüyor. 2000 sonrası

doğan nesiller evde akıllı

telefon gibi şeylerle doğdular.

Küçüklüklerinde ellerinde Youtube

gibi uygulamalar vardı. Yeni neslin

tükettiği her şey orada. Kaçınılmaz

olarak internet hayatımızdaki her

şeyi kontrol etmeye başlayacak.

Teknolojinin tamamıyla hayatımıza

entegre olduğu bir yere doğru

gidiyoruz. Fakat markalar şu anda

tüketicilerden daha yaşlı durumda.

Hedef kitle gençleştiği için

markaların da gençleşmesi lazım.

Bunu hızlı yapan marka dijitale

daha çabuk entegre oluyor, daha

çok etki ediyor.


9


RÖPORTAJ

MOTIVASYON VE

DONANIMIYLA ENERJIYE

YÖN VEREN YÖNETICI:

SELİM ŞİPER


"En büyük başarı herhalde mutlu

olabilmek veya hüküm süren şartlar

çerçevesinde ortaya en iyisini

koyduğunuzu hissetmektir."

Çeşitli sektörlerden

edindiği tecrübeleri

doğrultusunda iş

yaşamını yenilikçi bir

biçimde şekillendiren

Petrol Ofisi CEO’su

Selim Şiper ile

akaryakıt sektörünü,

hobilerini, Afrika

merakını ve elektrikli

araçların geleceğini

konuştuğumuz keyifli bir

röportaj gerçekleştirdik.

Alman Lisesi mezunusunuz

ve bununla birlikte Almanya

Karlsruhe Üniversitesi Kimya

Mühendisliği bölümünü bitirdiniz

ve aynı okulda master ile doktora

çalışmalarınız bulunuyor.

Okuduğunuz kurumları göz

önünde bulundurursak, Alman

ekolü olan okullarda yetişmenin

hayatınıza ve kariyerinize ne gibi

etkileri oldu?

İstanbul Alman Lisesi’nden

mezun olduktan sonra

Almanya’da Almanya Karlsruhe

Üniversitesi’nde mühendislik

tahsilimi yaptım. Mühendislik

için Almanya çok doğru bir

seçim. Çünkü tarihi olarak,

Alman mühendisliğinin bir

ayrıcalığı var. Bu ayrıcalık bence

analitik düşünceye alışkanlıkla

oluşmuş bir durum. Gerek Alman

Lisesi’nde gerekse üniversite

hayatımda Alman disiplini ve

düzeni çerçevesinde ama yine

de esneklikten taviz vermeden

öğrenme imkânı buldum. Genel

yaklaşımlara baktığınız zaman

Alman ekolünde; düzen, disiplin

ve insana saygı ön plana çıkıyor.

Alman ekolünde eğitim görmüş

olmanın bana ve karakterime

çok önemli etkilerinin olduğunu

düşünürüm.

İş hayatınıza 1984 yılında

başladınız. Kariyer yolunuzda

ilerlerken ilk ne zaman

“başardım” duygusunu

hissettiniz? Bu duyguyu

hissetmenizi sağlayan ve dönüm

noktası olarak nitelendirdiğiniz

bir an var mıdır?

Başarı dediğimiz şey; bir süreç, bir

nokta değil. Bir şeyin evrilmesi,

devamlılık sağlaması olarak

algılanabilir. Bazı noktalarda

olumlu duygulara kapıldığımız

yerler olabilir ama hayattaki en

büyük başarı zaten mutluluktur.

Ben, yapı itibariyle olumlu

düşünen ve pozitif yaklaşımları

tercih eden bir insanım. O yüzden

kendi kendimi de bu mutluluk

yolunda, motive edebilen bir

iç gücüm var. En büyük başarı

herhalde mutlu olabilmek veya

hüküm süren şartlar çerçevesinde

ortaya en iyisini koyduğunuzu

hissetmektir.

Mühendislik veya geliştirme

işlerini bırakıp, marketing, satış

tarafına yönelmem bir dönüm

noktasıdır. Başarı mıdır? Onu

tartışabiliriz ama dönüm noktası

olarak düşünürüm. İkincisi

hem şu anki görevimde hem

bundan önceki görevimde

yani CEO’luk görevlerimde,

başladıktan bir müddet sonra

şirketin veya organizasyonun

nabzını hissettiğinizi düşünmeye

başlarsınız. Bence, en büyük

11

başarı noktası bu hâkimiyete, bu

duyguya gelebilmektir.

Yoğun tempolu iş hayatınız

haricinde, sosyal hayatınızda

neler yapmaktan hoşlanırsınız,

hobileriniz nelerdir? Bu yoğun

tempoda motivasyonunuzu

kaybetmemek adına ne gibi

yollara başvuruyorsunuz?

Motivasyonu kaybetmek veya

kaybetmemek, bu belki de olumlu

liderliğin baş şartıdır. Bir defa

kendi kendinizi motive edebilecek

iç güce sahip olmalısınız.

Bu motivasyonu dışarıdan

beklememeniz gerekir. Motivasyon

dediğiniz şey; sizin içgüdünüzle

ortaya çıkarmanız gereken bir

şeydir. Bunun da baş etkeni;

hayata dair olumlu bir yaklaşım

içinde olmaktır. Yani; bardağın

tabii ki boş taraflarını da görmek

lazım ama dolu tarafına da bir

o kadar dikkat etmek gerekiyor.

İçerisinde bulunduğunuz durumlar

çerçevesinde kendi kendinize

belirli tatminlere ulaşmanız

lazım. Bunun en güzel yolu,

insanın kendisine küçük hedefler

koymasıdır. Bu bir seyahat olabilir,

bir kitabı okuyup bitirmek olabilir.

Bunun gibi şeyleri kendi kendinize

bilinçli bir biçimde hedeflerseniz,

o zaman motivasyonunuz da

artacaktır. Sosyal hayatın dışında

hobi sayılabilecek uğraşlarım

var. Bunların başında müzik

ve değişik alanlardaki kitapları

okumak gelir. Hobi sayılırsa,

Afrika’ya meraklıyımdır. Afrika

ile ilgili hem müzik hem de tarih

olarak, kendime göre birtakım

çalışmalarım var. Müzik konusunda

çok belirgin, çok belirli müzik

stillerine karşı merakım var.

Afrika yaban hayatı çok ilgimi

çektiği için fotoğraf çekmeye

yöneldim. En büyük merakımsa,


kimsenin fazla merak etmediği

şeyleri en ince ayrıntısına kadar

öğrenmektir. O yüzden okumakla

veyahut da insanların fazla

önemsemediği bilgilere sahip

olmakla düşünce dünyamın

zenginleştiğine inanırım. Ayrıca

spor da hayatımın oldukça önemli

bir kısmını teşkil ediyor. Pilates,

bunun yanında bu pandemi

sürecinde her gün tempolu

yürüyüşler. Bu yürüyüşlerde

özellikle insanın kendi kendine

kalabilmesi mümkün olabiliyor,

düşünülebiliyor, bir de çok

güzel müzik dinleyebiliyorum.

Öte yandan geçmişteki

profesyonelliğimden ötürü yazın

da yüzme vazgeçilmez olarak

hayatımda yer alıyor.

Akaryakıt sektöründe pazarın

lideri olarak gösterilen Petrol

Ofisi’nin Yönetim Kurulu

Üyeliği ve CEO’luk görevini

yürütüyorsunuz. Aynı zamanda

Petrol Ofisi, 2019’da madeni

yağlar pazarında liderliğe ulaştı.

Türkiye’nin en yaygın istasyon

ve distribütör ağına sahip olan

Petrol Ofisi Madeni Yağlar, yurt

dışında ise 33 ülkeye ihracat

gerçekleştiriyor. Peki, bu

başarının sırrı nedir?

Petrol Ofisi, son bir iki yıldır

çok başarılı işlere imza atıyor.

Pazar payını arttırıyor, istasyon

sayısını, ağını genişletiyor. O güne

kadar üçüncü ya da dördüncü

olduğu bazı segmentlerde, pazar

liderliğini tartışılmaz şekilde

üstlenebiliyor. Madeni yağlar buna

iyi bir örnektir. Başka şirketlerle

iş birliği kurabiliyor; mesela

Texaco ile olan birlikteliğimiz

gibi. Bunların altında yatan en

büyük etken ise, Petrol Ofisi’nin

tarihi olarak, son derece iyi

yetişmiş ve işini bilen insanlarla

donanmış bir şirket olmasıdır.

Burada geçmiş zamanlarda eksik

olan şey, belirli bir koordinasyon

ve aynı amaca yönelik

çalışmayı benimsememekti…

Bu büyüklükteki bir şirketten

beklenilmeyecek kadar çabuk

bir karar mekanizması ve her

duruma hızlı bir şekilde vaziyet

alma kabiliyetine sahip olduk.

Arkadaşların birbirleri arasındaki

koordinasyonları ve beraberce aynı

amaca yönelik çalışmaları gittikçe

arttı. Özetle diri, istekli, iştahlı ve

hedeflediği şeylere beraberce

koşabilen bir organizasyon yapısı

haline geldik. Bence, başarı

dediğimiz noktaların altında yatan

en büyük sebep budur.

"Geleceği hazırlamak bugünü

hatta daha da önemlisi

tarihi iyi analiz etmekten

geçer. Çünkü, bugün

yaşadıklarımızın veya ileride

yaşayacaklarımızın pek çok

yansımasını tarihte görmek

mümkündür."

Günümüzde elektrikli araçlar

oldukça yaygınlaşmış bir

şekilde kullanılmaktadır.

Bunun yanı sıra Çin, İngiltere,

Fransa, Almanya, Hindistan ve

Norveç gibi ülkeler benzinli

ve dizel araç satışını 2030

yılına kadar yasaklayacaklarını

açıkladılar. Önde gelen büyük

araba şirketlerinin de elektrikli

çağa hibrit modelleriyle giriş

yaptıklarını görüyoruz. Bu

haberlerden yola çıkarak

petrolün geleceğini nasıl

değerlendiriyorsunuz? Petrol

Ofisi’nin elektrikli araçlar için

yeni yatırımları olacak mı?

Elektrikli veya alternatif yakıtlı

araçların tarihi bir perspektifte

tabii ki yaygınlaşacağını öngörmek

lazım ancak bana kalırsa özellikle

elektrikli araçlardaki bu gelişim

bazı ön şartlar yerine gelmedikçe

düşünüldüğü kadar hızlı

gerçekleşemeyecektir. Elektrikli

araçların bugünkü teknoloji

çerçevesinde en büyük sorunu

batarya teknolojileridir. Çünkü

bu bataryaların üretiminde bazı

elementler önemli rol oynuyor.

Mesela; lityum gibi, kobalt gibi.

Bunların en fazla elde edilebildiği

kaynaklar da bugüne kadar

alışık olmadığımız şekilde, başta

Amerika Birleşik Devletleri

olmak üzere büyük güçlerin pek

fazla kontrol imkânı olmayan

ve kendilerinde bulunmayan

kaynaklar olmasıdır. Bugünkü

teknolojiler çerçevesinde evet

elektrikli araçlar, hibrit araçlar

olacak; ancak düşünüldüğü hızda

içten yanmalı motorlu olan araçları

ortadan kaldıracak bir durum

pek görünmüyor. Tabii elektrik

konusunda şunu da düşünmek

lazım; eninde sonunda bu fosil

yakıtlara karşı verilen bir savaş

gibi düşünülüyor veya bunun

sürdürülebilir enerjiyle bağlantısı

kuruluyor. Buna karşın elektrik

üretiminde de sürdürülebilir

12

elektrik üretim kaynaklarının

kullanım oranları henüz düşük

seviyededir. Bu nedenle elektrikli

araçlar konusunda söylediğim

teknolojik gelişmeler olmadıkça

istenilen sayılara gelinebilmesinin

daha uzun vadede olacağını

düşünüyorum. Bu da bana şunu

söyletiyor; evet, elektrikli araçlar

veya alternatif yakıtlı araçlar tabii

ki olacaktır. Fakat daha şu anda

bazı kesimlerin düşündüğünün

çok ötesindeki bir zamana kadar

da fosil yakıtların, akaryakıtın

yani içten yanmalı motorların

gündemde olduğunu hep beraber

görmeye devam edeceğiz.

Dünyayı tehdit eden küresel

salgında ekonomide ayakta

kalmak ve üretime devam etmek

isteyen sektörlere destek amaçlı

“Online Sınıf Teknik Eğitimler”

projesini hayata geçirerek bu zor

süreçte bir örnek aynı zamanda

bir yol oldunuz. Süreç nasıl

işliyor? Ne gibi dönüşler aldınız?

Petrol Ofisi, iyi günde olduğu

gibi kötü günde de ülkesinin,

paydaşlarının, müşterilerinin hep

yanındadır. Dünya ve ülkemiz, her

açıdan zorlu bir süreç geçiriyor.

Bu süreçte biz de paydaşlarımız

ile online platformlarda çeşitli

projelere imza attık.

Ülkemizdeki ilk vaka açıklanarak

pandemi sürecinin başlamasıyla

birlikte, hızla harekete geçerek

müşterilerimizi desteklemek

amacıyla 'Online Sınıf Teknik

Eğitimler’ projemizi başlattık. Bu

doğrultuda verdiğimiz eğitimler

her sektörü kapsıyor. Online

eğitimlerimizin kapsamı açısından

bir örnek vermek gerekirse 36

çalışanımıza 500’e yakın kez

eğitim verdik. Ya da bir kurumsal

müşterimizin 60 çalışanı, bizden

5 gün boyunca farklı eğitimler

aldı. Türkiye’de kurumsal

müşterilerimizle birlikte 1.000’i

aşkın fazla katılımcıya, 2.000’e

yakın eğitimler verdik. Yurtdışında

Kazakistan, Azerbaycan, Kosova ve

Yunanistan’da eğitim verdik.

Ayrıca bir başka online deneyimi

de stajyerlerimizle yaşadık.

Pandemi nedeniyle birçok şirket,

mevcut iş modellerini değiştirmek

zorunda kaldı. Sektörümüzde yine

bir ilki gerçekleştirerek, üniversite

öğrencilerinin, koronavirüs

salgını nedeniyle şirketlerin staj

programlarını iptal etmesinden

kaynaklanan mağduriyetine

yenilikçi bir çözüm sunduk. “Petrol

Ofisi İle Geleceğe Bir Adım” staj

programı tamamen online’a

taşıdık.


Bir röportajınızda pazarlama

sektöründen bahsederken

‘’Geleceği hazırlamak, bugünü iyi

analiz etmekten geçer’’ söyleminde

bulunmuştunuz. Şu an pandemi

süreci içindeyiz ve her şey çok

hızlı değişiyor. Yeni normal olarak

adlandırılan dönem için siz,

geleceğe karşı bakış açınızı ne

şekilde analiz ediyorsunuz?

Geleceği hazırlamak bugünü

hatta daha da önemlisi tarihi iyi

analiz etmekten geçer. Çünkü,

bugün yaşadıklarımızın veya

ileride yaşayacaklarımızın pek

çok yansımasını tarihte görmek

mümkündür. Pandemi esasında

tarihi olarak, 100 küsur sene evvel

başımıza gelmiş, meşhur İspanyol

gribini anımsatmaktadır. Orada

saptanan bazı şeylerin bugün

için de aynen geçerli olduğunu

görüyoruz. Demek ki, o zamanı

biraz daha iyi etüt etmiş olsak belki

de şu an içinde bulunduğumuz

pandemi döneminde daha sağlıklı

bir yaklaşım ortaya koyabilirdik.

Ama genel olarak baktığımızda

pandemininin, dünyanın ve insanlığın

geleceğinde çok önemli bir dönüm

noktası olduğunu düşünüyorum.

Şöyle ki, son 20 yılda elde edilmiş

olan teknolojik ilerlemeler, insanlığı

bir yerde kendini her şeye hâkim

hissetmesi noktasını getirmişti.

İnsanlık, her şeyin üstesinden gelir

ve her şeyin çaresini bulur gibi bir

duyguya kapılmıştı. Oysa görüyoruz

ki, toplamı iki gram gelebilecek

Covid-19 virüsü, insanlığın ne kadar

güçsüz ve ne kadar hazırlıksız

olduğunu göstermiş oldu.Şimdi

insanların bundan ders alması ve

öyle birtakım şeyleri elde etmekle

ya da birtakım şeyleri sahiplenmekle

muktedir olunamayacağını görmesi

lazım. Yani insanların her şeyi

yapabilecek güçte olduğunu

hissetmemesi gerektiğini öğrenmesi

gerekiyor. Çünkü, baktığınızda, işin

temelinde insanlık yatıyor. Biz, bütün

insanlar bu gelişimler çerçevesinde

biraz bencilliğe ve ben odaklı olmaya

yönelmiştik. Ama gördük ki, bu

pandemi döneminde hiç de öyle

değilmiş. Meğer mühim olan bizler

değilmişiz.

Bunun yanında birtakım başarıların

veya elde edinimlerin sonucunda

bazı insanlar kendilerini ayrıcalıklı

ve fazla güçlü hissetmeye

başlamışlardı. Oysa gelinen noktada

şunun iyi tespit edilmiş olması

lazım; ne yaşta, hangi ırkta, hangi

dinde, hangi pozisyonda olursanız

olun Covid-19 tercih yapmıyor. O

noktada hepimiz aynı düzeyde ve

eşitiz. Herkesin insanlık bazında,

bir düzeyde ve eşit olduğunu

unutmamak lazım. Pandemi,

toplumsal bir gayretle ve karşılıklı

saygı çerçevesinde davranılırsa

ortadan kalkabilecek gibi görünüyor.

Bu yüzden de bireysellikten öte

toplum bilinciyle hareket etmek,

kendine gösterdiği özeni yanındaki

insana da gösterebilmek ve ona

saygı duyma ekseninde hepimizin

bir arada olması önem taşıyor.

Bunun aynı zamanda iş hayatına

da çok büyük etkileri olacaktır.

Dijital toplantılar, evden çalışma

yöntemleri… Bugüne kadar hep sözü

ediliyordu ve bunu yapabilen, bunu

başarabilen şirketler fevkalade takdir

görüyorlardı. Bugün artık siz hele

ki belirli bir boyutun üstünde bir

şirketseniz, evden çalışma modelleri

ile veyahut dijital ortamlarda birtakım

işleri çözmeye yönelmezseniz, zaten

ayakta kalamıyorsunuz. Pandemiden

sonra da bunların devam edeceğini

düşünüyorum. Bunun kalıcı bir

şekilde iş hayatını değiştireceğine

veya yeniden şekillendireceğine

inanıyorum.

Ama tüm bunların ötesinde

felsefi bağlamda çok daha büyük

bir değişiklik olacaktır. O da şu;

pandemiden dolayı herkesin birincil

olarak, sadece normal bir insan

olduğunu hatırlaması ve bunu da

içine sindirmesi lazım. İşte bu aynı

şekilde iş hayatına da yansıyacaktır.

Bunu biz şu şekilde göreceğiz;

suni birtakım hiyerarşik kodlar,

davranışlar ortadan kalkacaktır.

Bu iş hayatında hiyerarşik ve suni

duvarların yıkılması anlamına geliyor.

Dolayısıyla geleceğin iş dünyası;

daha eşit düzeyde, tabii ki aradaki

saygı ve pozisyon farkından doğan

ast-üst ilişkisini bozmadan ama daha

samimi, daha içten, daha birbirini

dinleyerek çalışacak.

Son olarak, Türkiye petrol piyasasını

rekabete açıklık, şeffaflık, ürün

ve hizmet kalitesi gibi unsurlarla

değerlendirdiğinizde neler

söylemek istersiniz?

Türkiye’de, istasyonlar dünyada

örnek gösterilecek standartlara

erişmiştir. Türkiye’nin kanayan yarası

olan akaryakıt kaçakçılığı denilen,

düzgün oyuncuların hiçbirinin arzu

etmediği faaliyetler bugün ortadan

kalkmıştır. Türkiye, dünyada bir ilki

başarmıştır. Bütün akaryakıt dağıtım

zincirini üretildiği veya Türkiye’ye

girdiği noktadan, hangi plakalı araca

doldurulduğuna kadar online, ontime

olarak izleyen tek ülkedir.

Gelelim hizmet kalitesine; özellikle

Avrupa ülkelerine gittiğinizde

istasyonlara bakın. Hizmet unsurunu

tamamen ortadan kaldırdılar, hepsi

self servis oldu. Ama baktığınız

zaman hem istasyon görüntüleri hem

erişebilirlikleri bizim ülkemizden

13

geridir. Yani biz, tüketici olarak

Türkiye’de hakikaten güzel bir lüksü

yaşıyoruz. Akaryakıt istasyonlarımız

şapka çıkartılacak cinstendir. Hepsi

demiyorum tabii ki kötüsü de var.

Türk insanı hizmet almaya da hizmet

vermeye de yatkındır. Bugün artık

yakıt istasyonları acil ihtiyaçların

karşılanabildiği türlü çeşitli ürünün

bulunabildiği bir nevi mikro sosyal

merkezler haline dönüştü ve sadece

yakıt istasyonu hüviyetinden çıktı.

Yani artık yakıt istasyonları sadece

araçların enerji kaynağı ihtiyaçlarını

karşılamak durumunda bulunan

merkezler değil, gece gündüz

hizmet veren ve yakıt dışı pek

çok acil ihtiyacın karşılanabildiği

merkezler olarak işlev görüyorlar.

Dolayısıyla biz de Petrol Ofisi olarak

hem bayilerimize yeni gelirler

yaratmak hem de istasyonlarımızı

müşteriler/misafirler için daha cazip

kılacak yakıt dışı ihtiyaçlarının da

temin edilebildiği merkezler haline

dönüştürdük. Bizim istasyonlarımızda

Western Union ile para transferi

yapabilir, Hepsiburada siparişlerinizi

teslim alabilir, Tchibo ve Kap Bi’Tat

markamız ile yiyecek ve içecek

ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz.


DEĞİŞEN DÜNYADA

FMCG SEKTÖRÜ

YAZI:

ELIF KAYPAK

Coca-Cola Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya

İş Birimi Pazarlama Direktörü

Aslında FMCG değişmedi. Markalar da. Ancak markaların tüketicilere ulaşımı ve iletişiminde

değişim oldu. Yani, satış kanallarındaki değişimler ve markaların iletişim stratejilerinden söz

ediyorum. Bu değişimler hayatımıza yeni girmedi, bir süredir ufukta görebiliyorduk. Ama

değişim öyle çabuk ivmelendi ki, önümüzdeki 3-5 yıl içinde olacaklar 6 ayda hızlandırılmış

olarak karşımıza çıktı.

alması gibi. Online alışveriş trendindeki artış,

hazır giyim ve teknoloji için zaten önemliyken

evlerimizden çıkamadığımız zamanlarda market

alışverişlerimiz de ayağımıza kadar geldi.

Bizler normalde marketlerdeki raf ve teşhir

düzenlerine, teknolojilerine hâkimken birdenbire

ve oldukça hızlı bir şekilde e-ticaret rafları ve

promosyonları düşünmeye başladık, tasarladık

ve tüketiciye sunduk. Aslında, FMCG şirketleri

bu yeni kanala çok da hızlı adapte oldu. Tam

burada veri kullanımı devreye girdi. Satın alan

tüketiciyi tanıyorduk. Hangi markaları sevdiğini,

hangi promosyon veya paketleri satın aldığını

anlık datayla görüp seçenekler sunabildik. Her

şeyin normale döndüğünü düşünsek bile bu

alışkanlıkların devam edeceğini öngörüyoruz.

Belki hepsi değil ama büyük bir kısmı

hayatımızın parçası olmaya devam edecek.

ANLAMLI MARKA BÜYÜKTÜR MARKA REKLAMI.

KONUŞMADAN ÖNCE YAPMAK. GERÇEK INSAN IÇ

GÖRÜSÜYLE MARKA DEĞERI YARATMAK.

“DJITALLEŞME, E-TICARET VE VERI”

KULLANIMINDAKI ARTIŞ ÇARPICI !

Dijital medya kanallarının reklam iletişiminde

kullanımında çeşitlenme, yeni kanallar ve

yöntemler gözlemledik; Instagram canlı

yayınlarından Tiktok fenomenliğinin bir

meslek haline gelmesi ve bu mecraların marka

iletişimlerinde eskisinden daha fazla yer

Son yıllarda yapılan tüm araştırmalar aynı

şeyleri söylüyor. İnsanlar, özellikle de yeni gelen

jenerasyon, markaların anlamına, hayata veya

dünyaya kattığı değere önem veriyor. Üstelik

bunu sadece sözle ya da reklamla yapması

yetmiyor. Aldığı kararların, verdiği sözlerin

arkasında durup durmadığı ya da konuyla ilgili

bir aksiyon alıp almadığı önem kazandı. Bu da

beklenen bir gelişmeydi. Ama yine pandemi

ile birlikte markaların daha cesur ve daha

kararlı olmaları ve ne yaptıklarını transparan bir

biçimde ortaya koymaları kritik bir hale geldi.

Daha önce de bahsettiğim gibi, önümüzdeki

14


dönemlerde hayatımıza girmesini beklediğimiz

bir trend, pandemi nedeniyle daha sert ve hızlı

bir zamanlamayla hayatımıza girdi.

Biz bu yıl pandemi dönemi ve sonrası için

Coca-Cola markası olarak “Aç Kendini Hayata”

isimli, hem marka aksiyonunu hem de iletişimi

kapsayan bir kampanya hayata geçirdik. İçinden

geçtiğimiz kültürel ve sosyal değişim dönemini

ele alan kampanyamız, ödüllü sanatçı George

The Poet’in Coca-Cola için özel olarak kaleme

aldığı, değişime dair etkileyici bir manifesto

ile başladı. Karantina döneminde keşfedilen

yeni olasılıklar vaadi üzerine kurulu olan

manifesto, bizleri “kendimizi hayata açmaya”,

etrafımızda bulunan her şey için minnettar

olmaya ve bunların değerini bilmeye davet

etti. Yani, kampanyamız normale ‘geri’ dönmek

zorunda olmadığımız inancı üzerine kuruluydu.

Pandeminin hayatımızda yarattığı değişikliklerle

birlikte ortaya çıkan yeni değerleri keşfetmemizi

ve bunların farkına varmamızı destekledi.

Kendimizi hayata açarak ve hepimiz ileri doğru

hareket ederek dünyayı hem daha farklı hem de

daha iyi bir hale getirebiliriz dedik. Kampanya,

aynı zamanda kapılarını müşterilerine yeniden

açan kafe ve restoranlardan oluşan yeme-içme

sektörüne tanıtım desteği başta olmak üzere;

bu zor dönemde, sektöre destek olmayı da

kapsıyordu. Bu kapsamda; yeme-içme sektörünü

desteklemek hedefiyle temmuz ayından bu

yana müşterileriyle yeniden buluşan 500’ü

aşkın küçük restoran ile yerel zincire Google

Programatik Ağı üzerinden tanıtım desteği

verdik. Yine yeme-içme sektöründe hizmet

sunan işletmeleri destekleme hedefiyle “1 Menü

Alana 1 Menü Hediye” ve toplam 1.5 milyon

kişiye sevdikleri Coca-Cola tatlarını hediye

eden “Bu Coca- Cola Bizden” kampanyasını

başlattık. Müşterileriyle yeniden buluşan küçük

yerel işletmelere dağıtılmak üzere toplam 17

bin hijyen kiti hazırladık. Dezenfektan, maske,

eldiven ve bilgilendirme broşürünün yer aldığı

kitleri Türkiye genelinde toplam 12 bin noktaya

ulaştırdık. Pandeminin başladığı ilk dönemde

de, 15 binden fazla yeme-içme hizmeti

sektörü çalışanına temel gıda ihtiyaçlarını

karşılayabilmeleri için “Ahbap Derneği”

aracılığıyla alışveriş kartı desteği sağladık.

“Aç Kendini Hayata”, toplumun her kesimine

seslenen bir kampanya oldu. Reklam filmimiz ile

yaptığımız lansmanımızı yıl boyunca süren ve

2021 yılına kadar da devam eden aralıksız bir

dizi pazar içi aktivite takip etti. Bunların çoğu,

ekosistemimizin can damarı olan ve kapılarını

yeniden açmaya başlayan yerel otel, kafe ve

restoranların desteklenmesine odaklandı.

SILOLARDAN AYRILMAK ZORUNDAYIZ. DAHA

KOORDINELI, AĞ BAĞLANTILI BIRLIKTE ÇALIŞMA VE

UZAKTAN ÇALIŞMA DÜZENINE ADAPTE OLACAĞIZ.

Aylardır ofisler kapalı. Birçok şirket uzaktan

çalışma sistemini benimsedi. Toplantılar

internet üzerinden yapılmaya başlandı,

seyahatler iptal edildi. İş hayatımızı ekran

15


üzerinden yürütüyoruz. Bence, bu dönemde

birbirine güvenmenin, dayanışma içinde ve

koordineli çalışmanın önemini, mükemmel

olmasa da ya da yeterince kaynak olmasa da

işlerin yürüyebileceğini gördük. Ben kendi

adıma ileride daha az seyahat edeceğimizi

düşünüyorum. Ofiste bulunma saatleri daha

esnek olacak. Önemli olan işleri zamanında

ortaya koyabilmekse bu kadar trafik ve seyahat

zahmetine ne gerek var, değil mi?

Pandemi öncesi bir markamıza reklam

kampanyası hazırlarken defalarca ajanslarla

toplantılar yapılırdı. Prodüksiyon öncesi bir

araya gelinir; dekor, oyuncu, kıyafet vs seçimleri

yapardık. Çekimlerimiz bazen 2-3 gün sürerdi.

Ekipler setlerde uzun uzun vakit geçirirdi. Bir

çekim için 3-5 kişi seyahat ederdi.

Karantina dönemine girerken, bu dönemde

çekeceğimiz reklam filmleriyle ilgili oldukça

endişeli zamanlar geçirdik. Sonunda ne

oldu biliyor musunuz? Azerbaycan’da bir

reklam filmi çektik, ajansımızla birlikte. Tüm

çekimleri, evlerimizde ayrı ayrı çalışarak

online gerçekleştirdik. Hem de yönetmenin

Bakü’deki kameramanına bağlanarak. Bunu

yapabileceğimizi bile bilmiyorduk pandemi

öncesi. Pazarlama sektöründe çalışanların

hayatında, bu örneklerin çok artacağını

düşünüyorum.

Birçok arkadaşımız, aramıza yeni katıldığında

ofisimiz kapalıydı. Laptopları evlerine gönderildi

ve online olarak işe başladılar. Takımın bir

parçası olmak, kültüre alışmak belki normalden

daha fazla zaman aldı ama oldu. Herkes yolunu

buldu.

Bu dönemde çalışanların şirkete bağlılığını ve

motivasyonunu yüksek tutabilmek de büyük bir

sorumluluk ve çaba gerektirdi. Şirketler farklı

yöntemler bulmaya ve daha yaratıcı olmaya

zorlandı; ne mutlu ki olanaksızlıklardan yaratıcı

fikirler çıktı. Bence bu değişen, çalışan-şirket

ilişkisi dengesi de kalıcı olacak.

VIZYONER LIDERLERE IHTIYAÇ VARDI. BU

DÖNEMDE ÇOK DAHA NET ANLAŞILDI.

Pandemi döneminin en büyük kazançlarından

birisi de liderlik özelliklerinin öneminin ortaya

çıkması oldu. Daha uzak görüşlü, sakin, kriz

yönetebilme ve ekiplerini yetkilendirebilme

yeteneğine sahip liderlerin şirketleri ve

markaları, bu süreçte kazançlı çıktı. Diğer

markalara da örnek oldular. Bu tip liderler,

Vizyoner liderlere ihtiyaç vardı.

Bu dönemde çok daha net anlaşıldı.

insan psikolojisinden anlayan, tüketici iç

görüsünü iyi okuyan liderlerdi ve markalarının

sesini, aksiyonlarını, iletişimlerini çeviklikle

yönlendirdiler. Pandemiyle birlikte, değişen

ortama ve insana uyum sağlayabilmenin çok

önemli bir meziyet olduğunu daha iyi anladık.

İletişimde uyum sağlayabilmek, satın alma

gücüne uyum sağlayabilmek, verilen hizmet

ve ürünle uyum sağlayabilmek... Yani, uyum

sağlayabilme etkisi diye bir çarpan önem

kazandı iş hayatında. Şirketler bu özellikteki

pazarlama liderleriyle devam etmeye ve bu

tip liderler seçmeye devam edecekler. Çünkü

krizler bitmeyecek. Değişim bitmeyecek.

Büyük gemileri, kararlı manevralarıyla fırtınalı

denizlerden kıyıya getirmeyi başaran liderlere

ihtiyaç olduğu çok net biçimde anlaşıldı.

Bu hafta Spencer Stuart’ın CMO’lar üzerinde

yaptığı bir araştırmayı okudum. Yeni dönem

CMO’ları için olmazsa olmaz 5 özelliği

anlatmış. Çok beğendim ve sanırım özellikle

bu dönemden güçlü çıkan markaların liderleri

mutlaka bu özelliklere sahip kişilerdir. Bence,

yeni dönemde de liderlerde bu özellikler

aranacak:

Merak ve çevikliğe sahip olma

Bağlantı kurabilme ve uyumlu çalışabilme

Dinleme yeteneği ve ekiplerini yetkilendirme

Hızlı ve etkili kararlar alabilme

Cesur ve ilham verici bir hikâye anlatıcısı olma

Zor bir dönem yaşıyoruz ve bu dönemin daha

sonuna gelmedik. İş yapışımıza, markalarımızın

konumlamasına, insan doğasına dair çok şey

öğrendik; hala da öğreniyoruz. Asla yapamayız

dediğimiz şeyleri yaptık. Yaratıcı çözümler

bulmayı öğrendik. Hem işimize hem hayatımıza

dair önemli kararlar aldık, değişiklikler yaptık.

Bunların çoğu devam edecek. Ben kendi adıma

büyük bir değişim yaşadığıma inanıyorum; kişisel

olarak da bir pazarlama yöneticisi olarak da.

Zorlukları unutup, öğrendiklerimi yanıma alıp

yola devam ediyorum.

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

16


17


VIRÜS SONRASI

KÜRESEL EKONOMI

YAZI:

GÜVEN SAK

Ekonomist ve Akademisyen

Dünyada salgın sebebiyle insanlardan sonra en büyük hasarı belki de ekonomi aldı. Artık

hepimiz hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını çok iyi biliyoruz ama hepimiz ekonomiyi

eski haline yakın bir konuma getirmek için çabalıyoruz. Artık yeni düzeni olan bu dünyada

ekonomi için en doğru adımları atmak istiyoruz. Peki yeni dünya düzeninde bizi nelerin

beklediğinden haberimiz var mı?

Aslında benden “yeni dünya düzeninde ekonomi” konulu bir yazı yazmam istendiğini gayet iyi biliyorum.

Ama doğrusu o başlığı çok iddialı bulduğumu ifade ederek başlayayım. Önceki döneme benzemeyen bir

dönem olacağı açıklıkla ortada ama esasen virüsten önce etkili olan mega trendlerin belirleyici olacağı

bir dönem olacak bu “yeni dünya düzeni” sonuçta. Meseleye 9/11 sonrasında, uçağa binerken getirilen

ek güvenlik önlemlerini düşünerek yaklaşmakta fayda var. Ne oldu? Ticari yolcu uçaklarının bir saldırı

aracı olarak kullanılması sonrasında uçakla seyahate eskisi gibi devam ettik. Pilot kabini kapısına kilit

koymaktan, havaalanındaki ek güvenlik önlemlerine bir dizi can sıkıcı ama gerekli tedbir alarak elbette.

Bana yine öyle olacak gibi geliyor doğrusu.

Peki, virüs sonrası toparlanma döneminde küresel ekonomi nasıl bir seyir izler? Doğrusu, hadiseye

beş temel mega trend çerçevesinde bakmakta fayda var gibi geliyor bana. Birincisi, Amerika ve Avrupa

Birliği, dünyanın toplam milli gelirinin yüzde 43’ünü üretiyorlar bugün itibariyle. Bu oran daha 2013

yılında yüzde 50 düzeyindeydi. Şimdi artık yarıdan az. Batı’nın toplamdaki payı azalırken, Doğu’nun ki

artıyor. Doğu diyorsam, Çin ve etrafındaki ülkelerden bahsediyorum. Bu anlamda küreselleşme süreci

virüs sonrası toparlanma da değişir mi? Hayır. Karşılıklı etkileşim bitmez. Kimse kimseyi yok etmez ama

karşılıklı etkileşimin biçimi değişebilir.

Amerika ve Çin arasındaki sorunlar, üretimin ve tüketimin Doğu’ya doğru kayması konusunda değil benim

gördüğüm. Daha çok bundan sonra ağırlığı artacak, veri yönetimi konusunda derin bir görüş ayrılığı var

ortada. Veriler kamu mülkiyetinde mi olacak, özel mülkiyette mi meselesi bu daha çok.

İkinci mega trend, demografik değişim süreci. Güney’de genç nüfus ve Kuzey’de yaşlanan nüfus söz

konusu. Türkiye, artık yaşlanmakta olan ülkelerden biri. Çin ise geçmişin tek çocuk politikası nedeniyle

en hızlı yaşlanacak olan ülkelerden bir tanesi. Yaşlanan nüfus, azalan çalışma çağında nüfus ve

yavaşlayan büyüme manasına geliyor. Güneydeki genç nüfusa yatırım yapılmadığı için ülkeler arası göçler

azalmayacak, artacak. Burada bir değişiklik var mı? Yok.

Üçüncü mega trend, iklim değişikliği kaynaklı. Dünyayı hoyrat bir biçimde kullanıp, dengesini

bozduğumuz için bir dizi değişiklik beklemek gerekiyor. Özellikle bizim bulunduğumuz coğrafyada

iki mega trend görünüyor. Bunlardan biri, azalan su kaynakları ve tarım toprakları nedeniyle ortaya

çıkacak değişiklikler. İkincisi ise tek bir doğal kaynağa, petrole dayalı pek çok ülkenin varlığı ve azalan

petrol tüketimi nedeniyle, etrafımızdaki birçok ülkenin iş planını kaybedecek olması: Rusya’dan Suudi

Arabistan’a. Burada bir değişiklik olma olasılığı var mı yeni dönemde? Hayır.

18


Dördüncü mega trend, yeni teknolojik devrim

süreciydi. Sanayi 4.0’dan ne uzun bir süredir

bahsediyorduk. Virüsle birlikte yaşadığımız

şu dönem, yeni teknolojilerin büyük bir hızla

günlük hayatımızı kaplamaya başladığı bir dönem

oldu. Uzaktan çalışmadan uzaktan eğitime ve

alışverişe, hızlanan dijitalleşme ve robotlaşma

süreci içindeyiz. Dijitalleşme açısından bu

bir yıl, on yıllık bir değişim getirdi. Pandemi

ortamına yeni teknolojiler sayesinde hızla uyum

sağladık. Burada bir değişiklik var mı? Evet. Yeni

teknolojilerin bu dünyada yaşamımızı ne kadar

kolaylaştırabileceğini doğrusu yaşayarak öğrendik.

Sanayi 5,0 bu öğrendiklerimizi yansıtacak.

Gezegenimizin insan çağında (Antroposen)

yalnızca gelişmenin bize getirdiği refaha değil, o

gelişmenin gezegenimize maliyetine de bakacağız.

UNDP’nin 2020 İnsani Gelişme Raporu bu

konudaydı.

Beşincisi, virüs sonrası toparlanma, kamu eliyle

tasarlanmış yeşil dönüşüm programlarına dayalı

olacak. Sanayi 5.0, bir nevi. Yeni dönemin en

yeni mega trendi işte tam da bu. Nedir? Yeni

teknolojileri, karbon bazlı olmayan bir büyüme

için eski sektörlere uyarlayacağız. AB’de Yeşil

Mutabakat dedikleri esasen bu.

Burada iki husus öne çıkıyor aslında. Birincisi,

virüs sonrası toparlanma için ne yaptığını

bilen bir kamu idaresine ihtiyacımız var. Öyle

anlaşılıyor ki, bu toparlanma dönemi kamu eliyle

ve kamu yatırımları ile yönlendirilecek. Kolay

mı? Zor. İkincisi ise virüs sonrası toparlanma

döneminde, tek tek şirketlere bırakılırsa,

istihdamda çok daha yavaş bir toparlanma

beklemek gerekiyor. Daha kapsamlı bir yapısal

reform sürecine ihtiyacımız olacak.

Virüsle birlikte yaşamak bize işbirliğinin

rekabetten daha hayırlı olduğunu şimdilik

öğretmiş gibi görünüyor. Ben bunun bu dönemin

en temel kazanımlarından biri olduğunu

düşünüyorum doğrusu. Neyi öğrendik? Tek ülkede

bu virüsü yenmenin hiçbir manası olmadığını

öğrendik. İşi burada kontrol altına alsanız

bile, yandaki ülkede beceriksiz yöneticiler aşı

kampanyalarını örgütleyemiyorsa, etkili mücadele

veremiyorsa; virüsün mutasyona uğramaya devam

etmesi, sizin aşı dâhil aldığınız tedbirleri geçersiz

hale getirebiliyor. Bu da üçüncü nokta ileriye

doğru bakıldığında.

Ortada küresel bir felaket var ve ancak

küresel işbirliği ile çok taraflı bir mutabakat ile

çözülebilir. Virüs sonrası toparlanma döneminde

de yeşil gündemi uygularken de yoğun küresel iş

birliğine ihtiyacımız olacak. Her şerden bir hayır

çıkar diye bakıyorsanız, işte size bir hayır.

Peki, bize düşen nedir? Bana sorarsanız, öncelikle

yapılması gereken son derece basit bir adım var.

Türkiye’nin küresel rekabette geri düşmemek

için, bir an önce kendi yeşil dönüşüm programını

tasarlaması gerekiyor. Aksi takdirde, Batı yeni

teknolojileri eski sektörlere uyarlarken, biz bir

kez daha kenardan bakıyor olacağız. Halbuki bunu

hak etmiyoruz. Bu bir.

İkincisi, Türkiye’nin öncelikle, kumda oynamayı

bırakıp, hala onaylamadığı Paris İklim Anlaşması’nı

bir an önce Meclis’ten geçirip onaylaması

gerekiyor. Anlaşmanın dışında kalan ülkeler ligi

Türkiye’ye yakışmıyor doğrusu.

G20 içinde anlaşmayı imzaladığı halde

onaylamayan tek ülke Türkiye. Kimlerle aynı

listede olduğumuzu da yineleyeyim: İran, Irak,

Yemen, Güney Sudan, Eritre, Libya ve bir de

Türkiye. Arada bir hidrokarbon lobisinin dediği

gibi mevcut anlaşma nedeniyle Türkiye’nin olası

bir finansal katkı sağlama yükümlülüğü de yok. Bu

da ikinci nokta.

Üçüncüsü, Enerji Bakanlığı’nın artık hem de ithal

kömüre dayalı yeni termik santral projelerinin

tamamını artık iptal etmesi gerekiyor. Hem de

hemen.

Halihazırda inşa halinde olan 9 termik santral

var. Bunlar içinde 2015 yılında elektrik üretim

lisansı alınmış ve halen yapımı devam eden Adana

Yumurtalık’taki Hunutlu Termik Santrali’nin ithal

kömüre dayalı ve işletmeye geçtiğinde en önemli

değişken maliyeti, Çin’den ithal edilecek kömür

olacak.

Enerji piyasasında gelişen yeni teknolojilerin

önemi, yeşil dönüşüm ile iklim değişikliğinin

dayattığı sürdürülebilir kaynak kullanımı

ve ödemeler dengesindeki olumsuz etkiler

düşünüldüğünde ithal kömüre dayalı termik

santrallerinin yapımı hemen durdurulmalı. Hele

ki Adana gibi Türkiye’nin en değerli ovalarından

birinde.

Malum, işe bir yerden başlamak lazım. Virüs

sonrası toparlanma döneminde neyin iyi neyin

kötü olduğunu ülkemiz açısından şimdiden tespit

etmekte fayda var.

19


RÖPORTAJ

İLETİŞİM HİZMETİNİ YENİLİK

İLE ZENGİNLEŞTİREN

YÖNETİCİ:

MURAT ERKAN


"Eğer bir şeyleri başarmaya yeterince

cesaretiniz varsa; şartlar ne olursa olsun

mevcut koşulları kabul edip, hedefinize

ulaşmak için çalışmaya başlayabiliyorsunuz."

İş hayatına yeni adım atan

gençlere destek sağlayan

ve cesaretin önemini

her zaman dile getiren;

Türkiye’de iletişim

alanında en büyük

marka olan Turkcell

CEO’su Murat Erkan ile

ilham verici bir röportaj

gerçekleştirdik.

Dünyanın sayılı üniversiteleri

arasında yer alan Harvard'da

Stratejik Pazarlama Programı

eğitimi aldınız. Aynı zamanda

Türkiye'nin ilk "Sistem Mühendisi"

olarak Cisco Türkiye’de

görev yaptınız. Şu anda da

Turkcell’in CEO’su olarak görev

yapıyorsunuz. Bizlere hem

bu süreçlerden hem de biraz

kendinizden bahsedebilir misiniz?

Yıldız Teknik Üniversitesi

Elektronik ve Haberleşme

Mühendisliği Bölümü mezunuyum.

Daha sonra, sizin de belirttiğiniz

gibi Harvard Business School’da

Stratejik Pazarlama Programı’nı

tamamladım. Profesyonel iş

hayatıma Toshiba’da başladım.

Sonrasında Biltam Mühendislik’te

Uygulama Mühendisi olarak

çalıştım. Ardından Türkiye’nin

ilk “Sistem Mühendisi” olarak

Cisco Türkiye’de görev aldım.

10 yıl boyunca Cisco Systems

bünyesinde Teknoloji, Satış, İş

Geliştirme ve Kanal Yönetiminden

Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı

olarak çalıştım.

Cisco sonrası Aneltech’te,

telekom, mobil, ICT, savunma

sanayi ve endüstriyel ürünler

sektörlerine yönelik çözümlerin

“İş Birimi Yöneticiliği” görevini

üstlendim. Haziran 2008’de

Turkcell’e “Superonline Genel

Müdürü” olarak katıldım.

Aralıksız yedi yılı aşkın bu görevi

yürüttükten sonra “Turkcell

Satıştan Sorumlu Genel Müdür

Yardımcısı” olarak çalıştım. Bu

görevde keyifle geçen 4 yılın

ardından “Turkcell Genel Müdürü”

olarak göreve geldim. 15 Mart

2019 tarihinden bu yana Turkcell

Genel Müdürü olarak görevimi

sürdürüyorum. Uzun yıllardır

Turkcell Grubu’nda görev yapan

biri olarak şirket içinden atanan ilk

genel müdür oldum.

Bir röportajınızda çok uluslu bir

şirket olan Cisco’da çalıştığınız

zamanlarda Türkiye’deki 3

çalışandan biri olduğunuzu ve

işe girdiğiniz sırada Cisco’nun

sıfıra yakın ciroyla işe başladığını

söylüyorsunuz. Yeni bir oluşum

olması sizi korkutmadı mı?

Bu şekilde bir oluşum içinde

bulunmaya nasıl karar verdiniz?

Üniversite yıllarımdan beri yeni

teknolojileri öğrenmekten büyük

heyecan duyuyorum. Gün geçtikçe

yeni şeyler başaracak olmanın

heyecanı da beni motive eden

diğer bir unsur oldu. Tabii ki işe

kabul edilmek için sahip olduğum

donanımın yanı sıra güçlü

iletişim özelliklerimin de kararımı

kolaylaştırdığını söyleyebilirim.

Eğer bir şeyleri başarmaya

yeterince cesaretiniz varsa; şartlar

ne olursa olsun mevcut koşulları

kabul edip, hedefinize ulaşmak

için çalışmaya başlayabiliyorsunuz.

Turkcell olarak e-SIM alanında

Ar-Ge anlamında çalışmaya

başlayan ilk telekomünikasyon

şirketi olarak faaliyet

göstermektesiniz. Yerli teknoloji

ile Türkiye’ye özel geliştirilen

e-SIM uygulamasından bahseder

misiniz? Bu uygulamanın

kullanıcılara ne gibi avantajlar

sağlayacağını düşünüyorsunuz?

Turkcell olarak en yeni teknolojileri

ülke insanın kullanımına sunmak

için çalışmalarımızı aralıksız

olarak sürdürüyoruz. Bunlardan

bir tanesi de e-SIM. Dünya

Mobil Operatörler Birliği (GSMA)

tarafından ilk olarak 2015 yılında

teknik çalışmaları başlatılan

e-SIM, yaklaşık 4 yıldır bizim de

gündemimizde olan bir konu.

Burada 2015 yılından bu yana

yeni yeteneklerin standartlarının

spesifikasyon çalışmalarında dahi

yer alarak, konu hakkında pek

çok deneysel AR-GE çalışması

gerçekleştirdik. e-SIM özelinde

makineler arası iletişim/nesnelerin

interneti alanında daha büyük

bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.

e-SIM teknolojisiyle birlikte ticaret

amaçlı ülke değiştiren araçlar,

arabalar ve diğer her türlü mobil

cihaz, iş amacına uygun şekilde

kolaylıkla dinamik olarak farklı

lokal işletmecilerden hizmet alıyor

olabilecek.

Bu teknolojinin önümüzdeki

dönemde giderek daha çok

yaygınlaşmasını bekliyoruz.

Sadece 2018’de dünya çapında

360 milyon e-SIM destekli

cihaz üretildi. Bu rakamın 2025

yılında 2 milyara kadar çıkacağı

öngörülüyor. Mühendislerimizin

bu alanda geliştirdiği çözümler

ile Turkcell olarak e-SIM’e tüm

yönleriyle hazırız.

21


2020’nin ilk 6 ayında nPerf

uygulaması ile Türkiye’de 67115

test gerçekleştirildi ve bu testler

sonucunda en iyi performansı

sergileyen operatörün Turkcell

olduğu görüldü. Bu istikrarlı

büyümenin sırrı sizce nedir? Görev

süreniz boyunca hedeflerinizi ne

denli gerçekleştirdiniz ve gelecek

hedefleriniz nelerdir?

İstikrarlı büyümedeki en büyük

farkımız altyapımıza yaptığımız

yatırım. Bugünleri düşünerek

mobilde 1.4 Gbps, sabit tarafta

ise 10 Gbps hızları destekleyen

dünyanın en iyi internet

altyapılarından birini ülkemize

kazandırdık. .

Türkiye’nin Turkcell’i olarak

kuruluşumuzdan bu yana, lisans

bedelleri, kule ve baz istasyonları,

fiber ekipmanları ve kazıları, veri

merkezleri, yerli ve milli dijital

ürünler de dahil olmak üzere

ülkemize 50 milyar TL’lik yatırım

yaptık ve bu yatırım her geçen

gün artıyor. Pandemi koşullarına

rağmen sadece 2020 yılında

yaptığımız yatırımların toplamı

yaklaşık 9 milyar TL seviyesine

ulaştı. Ülkemize önümüzdeki 3

senede 16 milyar TL daha yatırım

yapmayı planlıyoruz.

Türkiye’nin dijital öncüsü olarak

dünya trendlerini yakından takip

etmeye ve teknolojik altyapımıza

yaptığımız yatırımlarla bu alandaki

öncü rolümüzü sürdüreceğiz.

Bununla birlikte başarıyla

yürüttüğümüz odak alanlarımız

techfin, dijital iş servisleri ve dijital

servis alanlarında büyümeye

devam edeceğiz. Başta 5G

ve yapay zekâ olmak üzere,

robotik teknolojiler, Endüstri

4.0, nesnelerin interneti, büyük

veri, siber güvenlik ve bulut

teknolojileri yatırım yapacağımız

konular arasında yer alacak.

Yapay zeka alanında önemli AR-

GE çalışmaları yürütüyorsunuz.

Şirketinizde yemekhanede,

işe alım sürecinde hatta genel

müdürlük binanıza girerken bile

yüz tanıma teknolojisi olarak

yapay zekayı kullanıyorsunuz.

Tüm bunların yanı sıra fintech

alanında yapay zekayı daha

aktif kullanmayı ve hata payını

0’a indirip verimi maksimuma

çıkartmak istediğiniz görüyoruz.

Yapay zekaya bu denli önem

göstermenizin sebepleri ve size

sağladığı faydalar nelerdir?

Gelecek 10 yılda dünyayı

şekillendirecek teknolojilerin

birçoğu bugün Turkcell tarafından

etkin şekilde kullanılıyor. Yakın

gelecekte daha da yaygınlaşacak

teknolojilerin başında yapay zeka

teknolojisi geliyor. Bu noktada

en önemli potansiyel büyüme

alanlarından birisi de nesnelerin

yapay zekası (AIOT) olarak

adlandırılan ve yapay zekanın

nesnelerin interneti (IOT) ile

birleştiği alan. Yapay zekanın bu

alanı dönüştürmesiyle birlikte

giyilebilir teknolojiler, akıllı ev ve

akıllı şehir teknolojileri, otonom

fabrikalar ve üretim araçları gibi

akıllı endüstri çözümleriyle birlikte

çok önemli bir değişim yaşanacak.

Burada hem Türkiye’nin hem

de Turkcell’in çok büyük

bir potansiyeli olduğunu

düşünüyorum. Dijital İş Servisleri

aracılığıyla şirketlerin dijital

dönüşümüne, nesnelerin yapay

zekasının yanı sıra diğer yeni

teknolojilerle de katkı sağlamayı

sürdüreceğiz.

Turkcell olarak birçok alanda

destekleyici bir yapıya

sahipsiniz. Bizlere start-up’ları

desteklediğiniz “Büyük Ortağım”

projesinden bahsedebilir misiniz?

Turkcell 26 yıldır Türkiye’den

kazandığını ülkesine geri veren bir

şirket oldu. Biz usta-çırak ilişkisinin

önemine inanan bir şirketiz.

Başlattığımız Büyük Ortağım

programıyla ekosistemimize dahil

olan start-up’lara destek oluyoruz.

Program sayesinde ek finansman

ve iş sürekliliği imkanı elde eden

küçük firmalar, Turkcell ve büyük

iş ortaklarıyla çalışarak kurumsal

tecrübe edinirken yeni iş fırsatları

da buluyor. Başta İstanbul, Ankara

ve İzmir olmak üzere, Türkiye

genelindeki 10 farklı şehirde,

17 farklı teknokentte faaliyet

gösteren 30 start-up, geçen

yıl başlatılan “Büyük Ortağım”

programı kapsamında, Turkcell

bünyesinde büyük firmalarla

çalışma imkanı buldu.

Program kapsamına dahil olan

start-up’larla bugüne kadar 14

milyon 700 bin TL’lik anlaşma

yapıldı. Katılımcı 30 start-up

firmanın program öncesindeki

ciroları 4,1 milyon TL civarındaydı.

Çalışma sonrası bu rakam

Turkcell’in verdiği destekle 8,5

milyon TL’ye yükseldi.

Önümüzdeki dönemlerde de

ekosistemimizi zenginleştirmek

ve istihdama katkıda bulunmak

için start-up’ları desteklemeyi

sürdüreceğiz.

Turkcell Genç Yetenek

Programıyla yeni mezunları bir

eğitim sürecinden geçirdikten

sonra Turkcell’de çalışmaya kadar

uzanan imkanlar sunmaktasınız.

22

Farklı kuşaklardan çalışanlar

barındıran bir işletme olarak bu

kuşak farklılıklarını ve özellikle

milenyum kuşağıyla birlikte

çalışmayı nasıl değerlendirirsiniz?

Öncelikle kendimden örnek

vermem gerekirse; meslek

hayatımın başından bu yana işimi

hep severek yaptım. Turkcell’de

bulunduğum süre boyunca

aklımda hiçbir zaman başka bir iş

alanına ya da bir şirkete geçmek

olmadı. Yani farklı kuşakların bir

arada çalışmasını sağlayan en

önemli şey, benim de Turkcell’de

çalışmaya başladığım ilk günden

bu yana hissettiğim herkesin

benimsediği kurum kültürü

oldu. Herkeste ayrı ayrı en üst

seviyede olan ekip ruhu kuşak

farkı gözetmeksizin başarılı işler

çıkarmamıza ve motivasyonumuzu

her zaman yüksek tutmamıza aracı

oluyor.

Çalışırken stratejilerin iyi

belirlenmesi ve bunların hayata

eksiksiz geçirilmesi dışında,

ekip ruhunun ve şeffaflığın da

önemli olduğunu düşünüyorum.

Herkes aynı hedef için birlikte

hareket ediyor, birbirlerinin

istek ve heyecanlarından güç

alarak çalışıyor. Tüm bunlar iş

süreçlerinde başarılı olmamızı

sağlayan ve tüm yaştan çalışanları

kuruma bağlayan en önemli

etkenler arasında yer alıyor.

"Bir işte birlikte çalışırken

stratejilerin iyi belirlenmesi

ve bunların hayata eksiksiz

geçirilmesi dışında, ekip

ruhunun ve şeffaflığın

da önemli olduğunu

düşünüyorum."


23


EVDE MUTLU OLMAK

YAZI:

EBRU DARİP

KOÇTAŞ PAZARLAMA VE DİJİTAL KANALLARDAN SORUMLU

GENEL MÜDÜR YARDIMCISI

Pandemiyle beraber insanların evde geçirdiği süre arttı ve tüketiciler bu sürede hem yaşam alanlarını

güzelleştirmek için alışverişe yöneldiler. Bu dönemde dijital platformlarda müşterilere pürüzsüz

bir alışveriş deneyimi sunmak daha da önem kazandı. Yeni dönemde artık evin içinde, evle mutlu

olmak odakta. Koçtaş olarak biz; ev geliştirme sektöründe çözüm odaklı güzel fikirler sunan,

müşterilerimizin hızla ve kolaylıkla alışveriş yapmasına imkân tanıyan ve bu süreci keyfe dönüştüren

bir marka olma hedefiyle ilerliyoruz.

Dünyada yeni perakendenin ve çok kanallı perakendeciliğin gelişimiyle daha fazla sayıda müşteriye

dokunulan bir dönüşüm süreci yaşanıyor. Perakende sektörü dijital dönüşüm yarışında bayrağı taşıyan

sektörlerden bir tanesi. Tüm iş yapış biçimleri hızlı bir şekilde dijitalleşiyor ve dijital teknolojiler

ekseninde yeniden yapılanıyor.

Tüm dünyayla birlikte ülkemiz de Covid-19 salgını sebebiyle olağanüstü bir dönemden geçiyor. Çalışma

şekillerinden alışveriş davranışlarına kadar her alanda etkilerini derinden hissettiren bu kriz; daha

önce karşılaşmadığımız, benzerini yaşamadığımız uzun vadeli bir belirsizliğe sahip. Bir kurumun sürekli

değişen küresel bir pazarda rekabet edebilmesini sağlayan “hızlı adaptasyon yeteneği” tam da içinde

bulunduğumuz pandemi döneminde önemini tekrar gözler önüne serdi.

“Temassız ve güvenilir alışveriş özelliğiyle e-ticarette ciddi büyümeler yaşandı”

Pandemiyle karşı karşıya kaldığımızda “Şirketi şimdi kursaydık, nasıl yapılandırırdık?” sorusuna cevaplar

aradık. Nisan ayının başında her kademeden Koçtaş çalışanının geliştirdiği fikirler ile “Koçtaş 2.0”

adıyla büyük bir proje başlattık. Bu sayede, değişen müşteri beklentilerine karşılık tüm süreçlerimizi

değerlendirip birçok yenilikçi projeyi hayata geçirdik.

Bu hızlı adaptasyonumuzun, bir süredir üzerinde titizlikle

çalıştığımız çevik organizasyonumuz sayesinde mümkün olduğunu

belirtmeliyim. 21 tane çevik takımımız ve burada ürettiğimiz

çıktılar, 2020 yılında bize oldukça fayda sağladı ve bu sıkıntılı

süreci en az hasarla atlatmamıza olanak tanıdı. Önümüzdeki

dönemde de en önemli güçlerimizden biri olmaya devam edecek.

Pandemi geleceğe dönük alışveriş alışkanlıklarında ciddi bir değişim

yarattı. Müşterilerin; mağazalara gittiğinde ürün bulunurluğuna

daha çok dikkat edeceği, güvenilir markalardan alışveriş yapma

isteğinin artacağı, alışverişlerini hızlıca tamamlamak isteyeceği

ve sosyal mesafenin devam edeceği bir dönem bizleri bekliyor.

Bundan sonra da sağlıklı yaşam, hijyen ve güvenli alışveriş

hayatımızın öncelikli standartları haline gelecek.

Karantina sürecinin başlamasıyla beraber insanların evde

geçirdiği süre arttı ve tüketiciler bu sürede hem yaşam alanlarını

güzelleştirmek hem de eksikleri gidermek için alışverişe yöneldiler.

24


Daha önce dijital dünyayla ilgisi olmayan bir

kesimin de bu süreçte online kanalda aktif

rol aldığını söyleyebiliriz. Bu dönemde dijital

platformlarda müşterilere pürüzsüz bir alışveriş

deneyimi sunmak daha da önem kazandı. Burada

yaşattığınız deneyim, kullanıcının sadık bir

müşteri mi yoksa tek seferlik bir müşteri mi

olacağı konusunda oldukça önemli bir kriter

haline geldi.

“Herkes kendi evinin ustası olacak”

Ev geliştirme perakendeciliğinin lideri olarak,

2016 yılında “Dijital Dönüşüm” sürecimize start

verip, Ar-Ge merkezimizdeki iç kaynaklarımız

ile projelerimizi hayata geçirmeye başlamıştık.

Fiziksel mağazalarımızla dijital kanallarımızı

entegre etmek için yıllar önce başlattığımız

bu yolculukta emin adımlara ilerliyoruz.

Müşterimizin hangi alışveriş kanalını tercih ettiği

fark etmeksizin alışveriş deneyiminin kusursuz

olmasını sağlamak için tüm birimlerimiz entegre

bir şekilde çalışıyor. Pandemiyle birlikte dijitalin

hayatımızın vazgeçilmezi haline geldiği bu

noktada, hem iş süreçlerinin yalınlaştırılması

hem de müşteriye dokunan tüm süreçlerde hız,

esneklik ve kolaylık sağlamak her kurumun ana

öncelikleri olmalı.

2021 yılında perakendecilikte 25. yılını

dolduracak olan ve %99 bilinirliğe sahip

bir marka olarak, müşterilerimizde uzun

vadeli bir memnuniyet sağlamak için onların

davranışlarının nelerden etkilendiğini bilmeye

ve onları iyi anlamaya odaklandık. Tüm iş

yapış biçimlerimizi müşterimizi merkeze alarak

kurguluyoruz. Müşterilerimizi daha iyi anlamaya

ve bunu iş sonuçlarımıza aktarmaya yönelik

önemli bir dönüşüm süreci içerisindeyiz, tüm

iş süreçlerimizde sürekli iyileştirme çalışmaları

gerçekleştiriyoruz.

Evlerde geçen zamanın arttığı bu yeni dönemde

“herkesin kendi evinin ustası” olacağını

öngörüyoruz. Bu noktada Koçtaş Yaşayan Evler

BLOG, 154K takipçili Youtube kanalımız ve

sosyal medya hesaplarımızla yenilikçi çözümler

sunuyoruz; ilham vermeyi sürdürüyoruz.

Mağazalarımızda alanında uzman personelimiz de

müşterilerimize ihtiyaç duyacakları tüm bilgileri

sunuyor ve danışmanlık hizmeti veriyor.

Yaptığımız her işte “müşterimiz ne ister” diye

düşünmek, bizi ayrıştıracak ürün ve hizmetleri

geliştirmemize olanak tanıyor. Koçtaş olarak biz;

ev geliştirme sektöründe çözüm odaklı güzel

fikirler sunan, müşterilerimizin hızla ve kolaylıkla

alışveriş yapmasına imkân tanıyan ve bu süreci

keyfe dönüştüren bir marka olma hedefiyle

ilerliyoruz.

“Herkes kendi evinin ustası olacak”

“BU YENI DÖNEMDE ARTIK EVIN IÇINDE,

EVLE MUTLU OLMAK ODAKTA”

Yapılan araştırmalar, tüketicilerin %55’inin

ekonomik kriz karşısında markaların devletlerden

daha hızlı aksiyon alacaklarını düşündüğünü

gösteriyor. Yine tüketicilerin %62’si markaların

yaşanacak krize karşı hazırlıklı olması ve devlete

yardımcı olması gerektiği inancında (Edelman,

Trust Barometer Special Report, 2020). Toplumsal

olarak yaşanan bu zor dönemde, tüketiciler

markaların ne söylediğinden çok ne yaptığıyla

ilgileniyor. Bu noktada tüketiciyle kurulacak bağ,

her zamankinden daha önemli bir hale geldi. Bu

anlamda sosyal marka kimliğimizi güçlendirmek

için birbiri ardına adımlar atmayı sürdürüyoruz.

Sunduğumuz ürün ve hizmetlerle yaşamın olduğu

her yeri güzelleştirirken bir yandan da insana ve

topluma değer katan projeleri hayata geçiriyoruz.

Kullanıcıların şu dönemde evlerinden çıkmadan

istedikleri her şeye tek tıkla ulaşabilmeleri,

fiyat kıyaslamasını kolaylıkla yaparak avantaj

sağlamaları ve yine iadesini de aynı kolaylıkla

gerçekleştirebilmeleri çok kritik. Online

alışverişte fiziksel veya zihinsel olarak da

yorulmamak bir avantaj. Yaptığımız tüketici

analizleri de bu görüşlerimizi doğruluyor. Dijital

kanallarda önemli oranda bir artış olduğunu

görüyoruz. Dijitalin toplam satışlar içindeki payı

bu dönemde 2 sene sonrası hedeflere ulaşmış

durumda.

Bu yeni dönemde artık evin içinde, evle mutlu

olmak odakta. Evin daha güzel olması, yaşadığımız

zamanı konforlu hale getirmek, evdeki zamanın

kalitesi artık daha önemli. Müşterilerimizin

evlerindeki değişiklikler için eskisi gibi DIFM

(do it for me) yerine DIY (do it yourself) tarafına

kaydığını gözlemlemeye devam edeceğiz.

25


RÖPORTAJ

"Liderlik,

statükoya

meydan okumak

ve gerektiğinde

işleri daha iyi

hale getirmek

için değişmek,

değiştirebilmektir."

İNOVATIF

DÜŞÜNCELERIYLE

TEKNOLOJIYI YÖNETEN

LIDER:

IŞIL HASDEMIR


“Türkiye’nin En Etkili

Kadın CEO’ları” listesinde

üç yıl üst üste yer

alan ve iş dünyasını

dönüştürmek, insanlığın

ilerlemesini sağlamak ve

inovasyonun geleceğini

şekillendirmek için

teknolojiler geliştirmeye

kararlı olan Işıl Hasdemir

ile keyifli bir sohbet

gerçekleştirdik.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Elektrik-Elektronik bölümünden

mezun olduktan sonra London

Business School’da eğitim

gördüğünüzü biliyoruz. Şu

an DELL gibi çok büyük bir

teknoloji şirketinde, Türkiye

Genel Müdürlüğü görevindesiniz.

Peki tüm bunların dışında Işıl

Hasdemir kimdir? Sizi biraz daha

yakından tanıyabilir miyiz?

Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Elektrik-Elektronik

Mühendisliğinden mezun

oldum. Aldığım eğitim ışığında

teknoloji alanında çalışmak

istedim. Zira bu alanda kendimi

geliştirebileceğimi biliyordum.

Profesyonel olarak basketbol

oynadım. Şimdi de fırsat

buldukça oynamaya devam

ediyorum. Takım sporlarına olan

yatkınlığımın kariyerimde de bana

destek olduğunu gözlemledim.

Şu an ki görevinizden önce

Türkiye, Mısır, Ürdün, Lübnan

gibi ülkeleri kapsayan “Büyüyen

Pazarlar” olarak adlandırılan

bölgelerde NCR’ın Bölge Başkan

Yardımcılığını yaptınız. Farklı

bölgelerde, farklı kültürdeki

insanlarla çalışıyor olmanın size

ne gibi katkıları oldu?

İş hayatındaki yolculuğum

sırasında Cisco, NCR ve Alcatel

gibi küresel şirketlerde çalışma

şansı buldum. Yaklaşık 20 yıldır

bu alanda çalışıyorum. Daha önce

üstlendiğim rollerde, dolaylı ve

dolaysız iş modelleri aracılığıyla,

farklı bölgelerdeki ekiplerle

çalışarak birden fazla kültürde

çalışma ve liderlik deneyimi

kazandım. Dell Technologies’teki

görevime başlamadan önce son

olarak Türkiye, Mısır, Ürdün ve

Lübnan gibi ülkeleri kapsayan

‘Büyüyen Pazarlar’ adı verilen

bölgede görev alıyordum.

Bu tecrübe birden fazla kültürle

çalışabilme imkânı vererek,

kendimi geliştirmeme ve empati

duygumu artırmama olanak tanıdı.

Dünya üzerinde günümüzün odak

noktası olan teknoloji sektörünün

önde gelen isimlerden olan Dell

Tecghnologies’in sektördeki

marka başarısını koruma adına

yapmış olduğu faaliyetler ve AR-

GE çalışmalarından bahsedebilir

misiniz?

Dell Technologies olarak

hedefimiz teknolojiyi kullanarak

şirketleri dönüştürmek

ve insanlığın ilerlemesini

sağlayabilmek. Ayrıca Türkiye

ekonomisini çeşitlendirmenin

temel unsurlarından biri de

teknoloji. Biz, kurumlar için

güvenilir bir danışman rolü

üstlenmeyi ve bunun yanı sıra

sürdürülebilir bir gelecek ile

iyileştirilmiş yaşam kalitesi sunan

akıllı, inovasyon destekli ekonomi

vizyonunun gerçekleşmesine

yardımcı olmaya çalışmayı

amaçlıyoruz. Covid-19’un

etkileri sürmeye devam ederken

biz de öncelikli olarak ekip

arkadaşlarımızın ve ailelerinin

sağlığına odaklandık. Ayrıca iş

ortaklarımızı da bu dönemde

yalnız bırakmadık ve pandemiyle

mücadeleye yardımcı olmak

için dünya çapında teknoloji ve

uzmanlık alanlarımız konusunda

desteklerimize devam ettik.

Tüm bunların yanında yine

pandemi sebebiyle, tüm dünyada

ciddi bir değişim ve dönüşüm söz

konusu. Biz de dönüşümü teşvik

etmek ve iş sürekliliğini sağlamak

için teknolojiden yararlanmaya

devam ettik. Küresel olarak tüm

ekip üyelerimiz Bağlantılı İş yeri

Politikamız ve Programımızın

bir parçası olarak uzaktan

erişim sistemini kullanıyor.

Yıllardır lider olduğumuz

uzaktan çalışma teknolojileri

konusunda, pandemi sürecinin

başından beri müşterilerimize

yardımcı oluyoruz. Türkiye’de

telekomünikasyon, bankacılık,

enerji, otomotiv, sağlık gibi birçok

farklı sektöre hizmet veriyoruz.

Tamamlandığında dünyanın en

büyük uluslararası havalimanı

olacak İstanbul Havalimanı'nın

teknoloji altyapısını destekliyor,

sadece büyük yolcu kapasitesiyle

değil güvenlik önlemlerini

artıracak ve yolcuların hayatını

kolaylaştıracak teknolojiler

üretiyoruz.

27

İş hayatımızdan gündelik

yaşamımıza kadar her şeyin

farklılaştığı bu dönemde, iki

senede tamamlanabilecek

teknolojik değişim ve dönüşümler,

haftalara sığdırıldı. Bu trend

2021’de de devam edecek

çünkü pandemi sonrası hiçbir

şey tamamen eski haline

dönmeyecek.

Bankacılık, eğitim, sağlık ve

sosyal etki girişimleri, bilgi

transferi ve eğitim programları

dahil olmak üzere temel büyüme

sektörlerinde, dijital dönüşüm

gündemimiz aracılığıyla ekonomik

çeşitlendirme konusunda

Türkiye'nin kalkınma hedeflerini

ve 2023 Vizyonunu aktif olarak

destekliyoruz. Dell Technologies

olarak müşterilerimizin en

güvenilir teknoloji ortağı olmaya

devam ederken, aynı zamanda

esnek finansal modelleri de

değerlendirmelerine sunacağız.

Biz insanlığın gelişimine katkı

verecek her türlü teknolojiyi

tüketicilere sunmak üzere yola

çıkmış bir şirket olarak, yeni yılda

da ülkemizdeki tüm işletmeler ve

bireyleri dünya standartlarında

teknolojilerle buluşturacağız.

Onlara dijital dönüşüm ve yeni

normale hazırlık aşamalarında her

zaman destek vermeye devam

edeceğiz. Tüm bunları yaparken

de sürdürülebilirlik, kadınların

daha fazla iş hayatına katılımı gibi

sosyal konularda da kamuoyunun

dikkatini çekecek projelere imza

atmayı sürdüreceğiz.

Yapay zekâlar şimdiden insan

gücüyle yapılabilen bazı

işlere olan ihtiyacı azaltmış

durumda. Yapay zekânın gelişim

göstermesinin öngörüldüğü

gelecek yıllarda insan gücünü

işlevsiz bırakabilecek bir

etken olabileceğini düşünüyor

musunuz? Yapay zekâların

dünyamızı nasıl değiştireceğini

düşünüyorsunuz, Dell

Technologies olarak bu konu

hakkında çalışmalarınız var

mıdır?

Geçtiğimiz aylarda sağlık, yaşam

bilimleri, üretim sektörlerinde

yapay zekâ ve gelişmiş bilgi işlem

inovasyonlarına hız kazandırmak

üzere yeni Dell EMC Ready

Solutions ve HPC bulut hizmeti

sağlayıcı ile iş birliklerimizi

duyurduk. Akıllı şehirler,

ulaşım tesisleri, hastaneler,

okullardaki iletişim ve otomasyon

kaynaklarına olan yatırımların öne

çıkmasını bekliyoruz.

Yazılım tanımlı ağlar ile 5G’ye

odaklanan network yatırımları


artacak. Bununla birlikte artan

veri aktarımı, işleme ve depolama

ihtiyacının ana kaynakları yapay

zekâ (AI) ve makine öğrenimi

olmaya devam edecek. IDC’nin

rakamlarına göre, 2023 yılına

gelindiğinde dünya çapındaki

yapay zekâ pazarı 98 milyar

dolarlık büyüklüğe ulaşacak, 2025

yılına gelindiğinde ise yapay zekâ

tabanlı işletmeler üretkenlikte

yüzde 100 artışa sahip olacak.

Bir röportajınızda 2030 yılına

kadar tüm dünyada çalışan iş

gücünüzün %50’sinin, yönetim

kadronuzun %40’ının kadın

olmasını hedeflediğinizi ve bu

hedefi 2020 yılında yönetim

kadronuzda %50’yi geçerek

gerçekleştirdiğinizi söylemişsiniz.

Bu hedefi kısa sürede başarmak

adına ne gibi çalışmalar

gerçekleştirdiniz?

Şu anda Dell Technologies olarak

dünya çapında kadın istihdam

oranı yüzde 30 seviyesinde.

2030 hedeflerimize göre, bu

oran dünya çapında yüzde 50’ye

ulaşacak. Gururla belirtmeliyim ki

Türkiye’de kadın yönetici oranımız

şimdiden yüzde 50 seviyesinde.

Bu kültür ve yaklaşım benim de

şirkete katılmam da çok önemli

bir etkendi.

Biz kız çocuklarının STEM

alanındaki ilgisini artırmak,

onlara destek olmak için 2021

yılının ilk yarısında Habitat

Derneği ile özel bir projeyi

hayata geçirmeyi planlıyoruz. Kız

çocuklarının üniversite sonrasında

kendi alanlarında iş hayatına

devam etmeleri için mentorluk

çalışmalarını sürdürüyoruz.

Bu çalışmaların yanı sıra Dell

Technologies, kadınların

güçlendirilmesi konularına

seslenmek ve daha iyi bir çalışma

yeri için harekete geçmek için

çeşitli girişimlerde bulunuyor.

Aslına bakarsanız, uygulamakta

olduğumuz bir çeşitlilik ve

kapsayıcılık stratejisi var. Bu

strateji üç adıma dayanıyor:

Çeşitliliğe kucak açan bir çalışma

ortamı yaratılması,

Toplumdaki farklı örgütler

ve gruplar ile dış ilişkilerin

geliştirilmesi,

Çeşitliliğe sahip bir işgücü

oluşturulması.

Şirketimizdeki herkesin sesinin

duyulması, anlaşılması, saygı

görmesi ve en önemlisi kendini

şirketin gittiği yönü etkileyecek

rahatlıkta hissetmesini sağlamak

için çalışıyoruz.

Kadınların şirketimizde

güçlenmesi için küresel

"Ben tüm kariyerim boyunca

problem çözmeye odaklandım;

hep söylediğim gibi şikâyetin

değil çözümün parçası olmayı

inisiyatifle birlikte Türkiye’de

şunları uyguluyoruz:

Eyleme Geçen Kadınlar (Women

in Action): Eyleme Geçen

Kadınlar, Dell’in stratejisinin

uygulanması için bağlantılar

oluşturarak, liderlik ve uzmanlık

sunarak kadınların gelişmelerine

ve başarılı olmalarına olanak

tanıyan bir Dell EMC çalışan

kaynak grubu. Bu grup şirketteki

kadınların, şirkette ve bilgi

teknolojileri sektöründe önemli

etkiye sahip olması fırsatını

sunuyor.

Dell Kadınları (Women at

Dell) Mentorluk Programı: Bu

mentörlük programı Eyleme

Geçen Kadınların ve İsveç’te

bulunan üç diğer çalışan kaynak

grubunun bir girişimidir. Bu

kaynak grupları hem ast hem de

üst düzeylerdeki kadınlar için

bir program başlatmak üzere

bir araya geldi. Bu programın

amacı, kadınları kariyerlerinde

güçlendirmek ve bu sayede

birçok ülkede istihdam edilen

kadın sayısını artırmaktır.

MARC eğitim oturumu: Dell,

bilişim teknolojileri sektöründe

“Gerçek Değişimi Savunan

Erkekler” (MARC) eğitimini

çalışanlarına sunan ilk şirket oldu.

Bu eğitim kâr amacı gütmeyen

Catalyst tarafından geliştirilen

ve liderleri daha kapsayıcı bir

çalışma ortamı yaratmaya teşvik

etmek için tasarlanan interaktif

kurstan oluşuyor.

DWEN: Dell Women’s

Entrepreneur Network (DWEN),

canlı girişimcilik toplumunun

içinde dünyanın önde gelen

kadın işletme sahiplerini bir araya

getiriyor. Kadınların girişimcilik

alanındaki başarısını ortaya

koyan ve destekleyici bir ortam

oluşturan DWEN, aynı düşünce

yapısına sahip kadınların en iyi

girişimlerini paylaşmalarına,

iş birliği yollarıyla iş fırsatları

oluşturmalarına, uluslararası

alanda büyüme fırsatlarını

görmelerine ve büyümeyi

destekleyecek yeni kaynaklara

erişmelerine yardımcı oluyor.

28

hedefledim."

“Türkiye’nin En Etkili Kadın

CEO’ları” listesinde üç yıl üst üste

yer alma başarısı gösterdiniz. Bu

başarınızın ardındaki motivasyon

kaynağınız nedir? Sizce değişen

dünyada düzeninde başarılı bir

lider olmanın kriterleri nelerdir?

Açıkçası öncelikle teknoloji

alanında çalışmanın insanı

motive eden, sürekli yenilikleri

kucaklayan yapısı beni oldukça

çekiyor. Bununla birlikte uzun

süre basketbol oynamamın

kariyerimde önemli bir takım

olgusu yarattığını düşünüyorum.

Bu sayede daha mücadeleci ve

ekip çalışmasına yatkın yapıda

çalışmayı sürdürebiliyorum. Ayrıca

ekibi daha iyi anlayarak liderlik

etme konusunda da sektörde 20

yılı aşkın süredir bulunmamın

da etkisini görüyorum. Başarının

anahtarının takım çalışmasından

geçtiğine inanıyorum. Sizlerin

aracılığıyla da kız çocuklarının da

kariyerlerinde öz güvenli olmaları

için erken yaşlardan itibaren

spor ve sanat gibi disiplinleri

hayatlarına sokmaları gerektiğini

yeniden belirtmek isterim. İyi

bir eğitimle birlikte ilerleyen

dönemde kadın yönetici oranının

artacağına inanıyorum!

Bu ülkede liderlikle ilgili temel

bir yanlış anlama olduğuna

inanıyorum. En büyük ve

güzel ofise sahip olanın, en

emrederek konuşanın veya her

şeyi bildiğini düşünerek yorum

yapan yöneticinin en güçlü

lider olduğunu düşünüyoruz.

Aslında liderlik bunların hiçbiri

ile ilgili değil. Liderlik, statükoya

meydan okumak ve gerektiğinde

işleri daha iyi hale getirmek için

değişmek, değiştirebilmektir.

Herkesin lider olma potansiyeli

vardır ancak herkes liderlik etmez.

Neden? Çünkü statüko güçlüdür.

İnsanlar sıklıkla değişimden

korkarlar, sahip oldukları bir şeyi

kaybetmekten korkarlar; yeni bir

şey denemek, başarısız olmak,

hata yapmak ve eleştirilmekten

çekinirler. Eleştirilmeyi hiç

kimse sevmez. Liderliğin bedeli

eleştiridir; sonucu ise problemleri

çözmektir.

Ben tüm kariyerim boyunca

problem çözmeye odaklandım;

hep söylediğim gibi şikâyetin

değil çözümün parçası olmayı

hedefledim.

Kadın çalışanlara en büyük

tavsiyem ise hiçbir şeyden

korkmamaları. Eleştirilmekten,

hata yapmaktan, statükoya karşı

koymaktan, düşüncelerini dile

getirmekten korkmamaları!


KADININ İŞ DÜNYASINDAKİ

VARLIĞINI, %57 KADIN

ÇALIŞAN ORANIMIZ İLE

DESTEKLİYORUZ.

koraykimya.com

29


RÖPORTAJ

ANADOLU’YU DÜNYAYLA

BULUŞTURAN LİDER:

TUNCAY ÖZİLHAN


Anadolu’dan Yarınlara

markası ile gelecek

odaklı çalışmalarında

önemli adımlar atan

Anadolu Grubu

Yönetim Kurulu Başkanı

Sn.Tuncay Özilhan ile

yatırımlarından, sosyal

sorumluluk projelerine;

Covid-19 önlemlerinden

sportif desteklerine kadar

uzanan keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi

Başkanlığı, DEİK Yönetim

Kurulu Başkan Yardımcılığı,

Anadolu Grubu Yönetim Kurulu

Başkanlığı gibi birçok farklı

görevi yürütmektesiniz. Tüm

bu süreçleri profesyonel bir

şekilde başarıyla yürüten

Tuncay Özilhan’ı daha yakından

tanıyabilir miyiz?

Ben Kayseri doğumluyum.

Saint Joseph Lisesi ve İstanbul

Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni

bitirdikten sonra ABD’de Long

Island Üniversitesi’nde işletme

alanında yüksek lisans (MBA)

yaptım. Anadolu Grubu’nun

kurucuları olan babam İzzet

Özilhan ve Kamil Yazıcı’nın

yanında genç yaşta iş hayatının da

içerisinde yer almaya başladım.

1977 yılından itibaren Erciyas

Biracılık Genel Müdürlüğü,

Anadolu Endüstri Holding Bira

Grubu Koordinatörlüğü ve

Anadolu Endüstri Holding Genel

Koordinatörlüğü gibi görevlerde

bulundum. 1984 yılında Anadolu

Grubu İcra Başkanlığına atandım.

Bu görevi 33 sene sürdürdükten

sonra Şubat 2017’de şu anki

İcra Başkanımız Hurşit Zorlu’ya

devrettim. 2007 yılı Mayıs ayında

Anadolu Grubu Yönetim Kurulu

Başkanlığını devraldım ve bu

görevi halen yürütüyorum. Aynı

zamanda Anadolu Vakfı ve çeşitli

Anadolu Grubu şirketlerinin de

Yönetim Kurulu Başkanıyım. 2001

- 2003 yılları arasında TÜSİAD

Başkanlığı görevini yürüttüm,

halen de TÜSİAD Yüksek İstişare

Konseyi Başkanlığı görevine

devam ediyorum. DEİK Yönetim

Kurulu Üyeliği, Estonya Fahri

Konsolosluğu ve Anadolu

Efes Spor Kulübü Başkanlığı

görevlerimi de sürdürüyorum.

Evliyim, 3 çocuğum ve 4

torunum var. Başlıca hobilerim

arasında basketbol ve kalem

koleksiyonculuğu yer alıyor.

Anadolu Grubu ile devam edelim.

Bira, meşrubat, perakende, tarım,

kırtasiye, otomotiv, hızlı servis

restoranı, enerji, gayrimenkul

gibi birçok sektörde faaliyet

göstermektesiniz. Türkiye’nin

Otomobili Girişim Grubu’nun

üretici 5 şirketinden birisi de

Anadolu Grubu oldu. Anadolu

Grubu’nun hedeflerinden ve

TOGG ile ilgili düşüncelerinizden

bahsedebilir misiniz?

Anadolu Grubu, bugün 19 ülkede,

80’e yakın şirket, 66 üretim tesisi

ile faaliyetlerini bira, meşrubat,

perakende, tarım, otomotiv,

kırtasiye, hızlı servis restoranı,

gayrimenkul ve enerji olmak

üzere 9 sektörde ve geniş bir

coğrafyada sürdürüyor. Hem

rakamsal verilerimiz ve üretim

gücümüz, hem de sosyal ve

toplumsal anlamda geliştirdiğimiz

ve içinde yer aldığımız projelerle,

Türkiye ekonomisinin en

büyük itici güçlerinden birisi

konumundayız. Dünyanın önde

gelen markalarıyla kurduğumuz

ortaklıklar ve çok uluslu şirketlerle

gerçekleştirdiğimiz iş birlikleriyle;

çok uluslu, girişimci bir grup

olma misyonumuz doğrultusunda

hareket ediyoruz. ABInBev, The

Coca-Cola Company, Faber-

Castell, Isuzu gibi alanlarında

dünyanın önde gelen isimleri

olan markalarla uluslararası

iş ortaklıklarımız kapsamında

önemli operasyonlar yürütüyoruz.

Grubumuzun 2019 yılı cirosu 51,7

milyar TL olarak gerçekleşirken,

2019 yılında fiilen Anadolu Grubu

şirketlerince devlete intikali

sağlanan vergiler toplamı, 2019

merkezi yönetim bütçe gelirleri

gerçekleşmelerinin %1,2’sini

oluşturdu. 2020 yılı dokuz aylık

dönemde de konsolide bazda

satış gelirlerimizi geçen yılın aynı

dönemine göre %18.9 artırdık.

Sosyal sorumluluk anlayışımız

çerçevesinde eğitim, sağlık ve

spor alanlarında sosyal kuruluşları

olan Anadolu Vakfı, Anadolu Sağlık

Merkezi ve Anadolu Efes Spor

Kulübü ile topluma katkılarımızı

duyarlılıkla gerçekleştiriyoruz.

2019 yılında oluşturduğumuz

Anadolu’dan Yarınlara markası ile

sürdürülebilirlik odaklı gelecek

vizyonunu ortaya koyan kapsamlı

çalışmalar yapıyoruz. Yurt

dışında bölgesel oyuncu olarak

küreselleşme, ortaklık kültürüne

olan bağlılığıyla dünyanın en

büyük şirketleriyle ortaklıklar

kurma ve markalı tüketici

ürünleri geliştirme hedeflerimiz

doğrultusunda, Türkiye için katma

31

değer yaratarak hızlı ve sağlıklı

büyümemizi devam ettiriyoruz.

Bir dönem ülkemizin en büyük

hayallerinden biri olan Türkiye’nin

otomobili için yapılan çalışmaların

bir parçası olmaktan gurur

duyuyoruz. Türkiye’nin en önemli

ve köklü sınai gruplarından biri

olarak, yerli üretimi her zaman

stratejik önceliklerimiz arasında

tutuyoruz ve böyle bir projenin

ülkemize kazandırabileceği

büyük değerlerin farkındayız. Bu

projenin sadece üretim açısından

değil, aynı zamanda oluşturacağı

ekosistemle ekonomi, teknoloji ve

istihdam açısından da ülkemize

önemli kazanımlar getireceğini

düşünüyorum. Ülkemizin önde

gelen sanayi gruplarının ve

kurumlarının iş birliğine dayalı

olan iş modelimiz, otomotiv

sektörümüzün hem teknolojik

açıdan hem de iş modellerimiz

açısından dönüşümünü

sağlayacak. Dünyada elektrikli ve

bağlantılı otomobil başta olmak

üzere sektörü şekillendirecek

yeni teknolojiler konusunda tüm

ülkeler yolun başındalar. Biz de bu

projede hedeflerimizi tutturursak,

bu alanda diğer ülkelerle rekabet

edecek ve dünya piyasalarında

markamızı öne sürecek konumda

olabiliriz.

2019 yılında Anadolu Grubu

geleceğe yatırım olarak

sürdürülebilirlik markası

olan “Anadolu’dan Yarınlara” yı

oluşturdu. 2 yıldır aktif olarak

yürüttüğünüz bu çalışmayla

markanız dahilinde yeni

hedefleriniz nelerdir?

Anadolu Grubu’nda,

sürdürülebilirlik her alanda iş

stratejimizin temelini oluşturuyor.

Grup şirketlerimiz yıllardır

sürdürülebilirlik alanında ilklere ve

önemli başarılara imza atıyorlar.

Uzun yıllardır eğitim, sağlık, spor,

kültür-sanat ve turizm başta

olmak üzere pek çok alanda

insana değer katacak projeler

hayata geçiriyoruz. Hem bugünün

hem de geleceğin sektörü

olarak gördüğümüz ve pandemi

sürecinde önemi daha da anlaşılan

tarım alanında yatırımlar yapıyor,

Grup şirketlerimizle birlikte bu

alanda kapsamlı çalışmalar

gerçekleştiriyoruz. Gelecekte

iş yapış şeklimizi belirleyecek

olan dijital dönüşüm projeleri

yürütüyor, yenilikçi bir bakış

açısıyla tüm sektörlerimizde Ar-Ge

ve inovasyona odaklanıyor, kurum

içi girişimciliği kendi geliştirdiğimiz

platformlarla destekliyoruz.

Anadolu Grubu olarak ekonomik,

toplumsal, çevresel alanlarda

mevcut katkımızı ölçümlemek ve

geleceğe yönelik stratejilerimizi

belirlemek üzere son iki yılda


holding bünyesinde çok önemli

çalışmalar yaptık. 2019 yılında

Anadolu Grubu’nun gelecek

odaklı sürdürülebilirlik vizyonunu

temsil eden Anadolu’dan

Yarınlara markamızı oluşturduk.

Her yıl güncelleyeceğimiz

Anadolu’dan Yarınlara Anadolu

Grubu Sürdürülebilir Kalkınma

Amaçları Uyumluluk Raporu’muzu

yayınlayarak Grup şirketlerimizin

hayata geçirdiği, ekonomik,

çevresel ve sosyal alanlarda etki

yaratan proje ve uygulamaların

BM Sürdürülebilir Kalkınma

Amaçları ile ilişkisini analiz

ettik. Metodolojisiyle Türk iş

dünyasında öncü bir nitelik taşıyan

bu raporumuzla, Grubumuzun

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir

Kalkınma Amaçları ile doğrudan

ilgili ve onları destekleyecek

birçok faaliyet içinde bulunduğunu

ortaya koyduk. Sürdürülebilirlik

uygulamalarımızın iletişimiyle

dünyada ihtiyaç duyulan çözüm

paylaşımına da olumlu yönde

katkı sağlamayı amaçlıyor,

paydaşlarımızla birlikte yarınlara

değer katacağına inandığımız

önemli çalışmalar yürütüyoruz.

Öncelikli sürdürülebilirlik

konularımızdan olan çok

paydaşlı girişimlerin bir parçası

ve değişimin öncüsü olma

amacımız doğrultusunda, plastik

kirliliğiyle mücadele için Global

Compact Türkiye, İş Dünyası ve

Sürdürülebilir Kalkınma Derneği

ve TÜSİAD iş birliğiyle kurulan

İş Dünyası Plastik Girişimine

katıldık. Aynı zamanda, Grup

şirketlerimizle birlikte en önemli

küresel çevre sorunlarından biri

olan iklim kriziyle mücadeleye

katkı sağlamak için çalışıyoruz. Bu

yıl, grup olarak farklı sektörlerin

dinamikleri ve ihtiyaçlarına

yanıt verebilecek kapsamda

sürdürülebilirlik önceliklerimizi

belirledik. Hem holding olarak

sürdürülebilirlik raporumuzu

GRI onaylı yayınladık, hem de

Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları

Uyumluluk Raporumuzun

güncellenmiş versiyonunu

hazırladık. Dünya standartlarında

hayata geçen projeleri ülkemizde

uygulayarak ilgili sektörlere

ilham verecek, sürdürülebilirlik

konusunda paydaşlarımızın

farkındalıklarının artmasını

sağlayacak model projeler

geliştirmek için çalışıyoruz.

Yakın zamanda, Hedefler için

İş Dünyası Platformu ile önemli

bir iş birliğine imza atarak iş

dünyasına sürdürülebilirlik

alanında yol gösterici nitelik

taşıyan bir rehber set yayınladık.

Çalışma kültürü, risk yönetimi,

kriz yönetimi, denetim, iletişim,

teknoloji, eğitim ve daha birçok

iş sürecimizde sürdürülebilir bir

gelişim anlayışıyla çalışıyor ve

geleceğe yönelik önemli dönüşüm

projeleri gerçekleştiriyoruz.

Paydaşlarımızın ve dünyamızın

geleceğine yatırım yapmak

yönünde yoğunlaştırdığımız

çalışmalarımızla sürdürülebilir

gelişimi desteklemeye devam

ediyoruz.

Anadolu Vakfı ile hem eğitim

hem de sağlık alanında önemli

projeler yürütüyorsunuz.

Anadolu Grubu bünyesindeki bu

vakfın ortaya çıkış sürecinden

ve ideallerinden bizlere

bahsedebilir misiniz?

Anadolu Vakfı ile 40 yılı

aşkın süredir insanımızın ve

toplumumuzun sosyal gelişimini

odağa alan, yaşam kalitesini

yükselten çalışmalar yürütüyor,

sosyal etkisi yüksek projelerimizle

toplumumuzun yarınlarına

yatırım yapıyoruz. Bugüne kadar

eğitim kurumu, yurt, spor salonu,

hastane ve sağlık ocağı olarak

kullanılan 50’nin üzerinde eser

yaptırdık. Toplumun nabzını

tutarak ihtiyaçları tespit etmeye

çalışıyor, başta eğitim ve sağlık

olmak üzere insanımızın ihtiyaç

duyduğu alanlara yönelik

yenilikçi ve öncü uygulamalar

geliştiriyor, her geçen gün

kapsamı genişleyen projelerimizle

yüz binlerce insanın hayatına

dokunuyoruz. Eğitim alanında

sağladığımız 30.000’den fazla

bursun yanı sıra, bu alanda hizmet

veren tüm paydaşlara dokunmaya,

projelerimizle eğitim sistemimize

her alanda destek olmaya

çalışıyoruz. Pandemi sürecinin bir

gerekliliği olarak dijital platforma

taşıdığımız eğitimlerimiz ve

Türkiye’de seçkin bir noktaya

gelen mentorluk programımızla

bursiyerlerimizi bu süreçte de

desteklemeye devam ediyoruz.

Yine dijital platforma taşıdığımız

ve artık sosyal girişimcilik

alanında ülkemizin önde gelen

projelerinden biri halini almış olan

Değerli Öğretmenim projesi ile

de Türkiye’nin dört bir yanındaki

öğretmenlerimize ve eğitim

alanında çalışan yöneticilerimize

ulaşmaya devam ediyoruz. Sağlık

alanında da Vakfımız, Sağlıkta

Sosyal Sorumluluk projemiz

ile kurulduğu günden bu yana

50 binden fazla ihtiyaç sahibi

hastaya toplamda 650 binden

fazla bedelsiz sağlık hizmeti

sağladı. Yine Vakfımız çatısı altında

faaliyet gösteren Anadolu Sağlık

Merkezi ile dünya standartlarında

sağlık hizmeti sunmaya pandemi

sürecinde de kesintisiz devam

ediyoruz. Sektörde birçok alanda

referans merkezi kabul edilen

hastanemiz bugüne kadar

65 ülkeden hastaya hizmet

32

sundu. Hastanemizin hizmet

kalitesinin alanında kabul gören

pek çok uluslararası sertifika

ve akreditasyonla tescillenmiş

olmasının haklı gururunu

yaşıyoruz.

Türkiye’yi Avrupa Arenası’nda

gururlandıran Anadolu Efes

Spor Kulübü’nün başkanlığını

da üstleniyorsunuz. Anadolu

Efes olarak ‘’One Team’’ adında

bir sosyal sorumluluk projesini

de yürütüyorsunuz ve genç

oyunculara şans veriyorsunuz.

‘’One Team’’ projesini ve

Anadolu Efes’in bu şekilde

bir ivme yakalamasını nasıl

yorumluyorsunuz?

1976 yılında kurduğumuz Anadolu

Efes Spor Kulübü’nün amacı;

Türk sporunu ileriye götürmek,

Avrupa kupalarında ülkemizi

başarıyla temsil etmek ve Türk

gençlerinin kendilerini uluslararası

mecrada kanıtlamalarına yardımcı

olmak. Türk basketbolunun en

çok kupa kazanan takımı olan

Anadolu Efes, çok büyük sportif

başarılar kazanırken on binlerce

gencin basketbolla tanışmasını

da sağladı. Kulübümüzün

altyapı ekosisteminde çok

nitelikli basketbol eğitimi alan

gençlerimiz, gerek Anadolu

Efes formasıyla gerek Milli

Takımlarımızın formasıyla gerekse

de NBA’deki takımlarında ülkemizi

gururlandırdı.

Kulübümüz için kurumsal

sosyal sorumluluk projeleri de

en az saha içi başarılar kadar

değerli. Özellikle Turkish Airlines

EuroLeague’in kurumsal sosyal

sorumluluk programı One Team

kapsamında gerçekleştirdiğimiz

projelerle fark yaratıyoruz.

EuroLeague One Team

projelerimizde değerli partnerlerle

çalışıyor, katılımcılarımızla en

az 8 hafta boyunca çalışmalar

yapıyoruz. Bu çalışmalarda uzman

eğitmenlerimiz, basketbolu

bir metafor olarak kullanarak

problem çözme, karar alma,

takım çalışması, özgüven ve spor

yapma alışkanlığı kazanma gibi

konularda eğitimler veriyor ve

katılımcıların sosyal gelişimlerine

katkıda bulunuyor. Ayrıca her

yıl bir oyuncumuz da One Team

elçimiz olarak katılımcılarımızla

bir araya geliyor. Profesyonel,

eğitici, eğlenceli ve aynı

zamanda disiplinli One Team

çalışmalarımızla hem 2019 hem

de 2020 yılında tüm EuroLeague

ve EuroCup takımlarının One

Team projelerinin değerlendirildiği

One Team Ödülleri’nde Altın

Ödül’ün sahibi olduk. Avrupa

genelinde iki altın ödüle sahip

olan tek takım olmamızın yanı

sıra Altın Ödül kazanan tek Türk


takımı konumundayız. One Team

projelerimizin yanı sıra kulübümüz,

Anadolu Sağlık Merkezi iş birliğiyle

gerçekleştirdiği ve meme kanserinde

erken tanının önemine vurgu yapan

‘Pembe Top Sahada’ projesi ile

ihtiyaç sahibi öğrencileri eğitim

hayatlarına destek olacak kitaplarla

buluşturduğumuz ‘Bir Kitap da Sen

Getir’ projesi sayesinde milyonlarca

kişiye ulaşan farkındalık yaratıyor.

Dünyayı etkisi altına alan Covid-19

sürecinde iş hayatı başta olmak

üzere birçok alan bu durumdan

etkilendi. Bu durum karşısında

Anadolu Grubu olarak siz nasıl bir

yol izlediniz?

Bu dönemde en önemli önceliği

insanımıza veriyoruz. Başta

çalışanlarımız ve paydaşlarımız

olmak üzere dünyamıza

ve toplumumuza karşı

sorumluluklarımızı gerçekleştirmek

için pek çok çalışma yaptık ve

yapmaya da devam ediyoruz.

Covid-19 ile mücadele kapsamında,

salgında etkilenen kesimlere

destek olmak ve farkındalık

yaratmak amacıyla 30 milyon TL’yi

aşan bir kaynak ayırdık. Türkiye

Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı

tarafından başlatılan Milli Dayanışma

Kampanyası’na Grup şirketlerimizden

Anadolu Efes, Coca-Cola İçecek,

Migros ve Anadolu Isuzu’nun da

desteği ile toplam 5 milyon TL’lik

bağış yaptık. Grup şirketlerimiz

ve markalarımız da konuyla ilgili

hem paydaşlarına yönelik hem

de toplumsal fayda yaratacak

çalışmalarla ellerini taşın altına

koyuyorlar. Anadolu Efes, Covid-19

salgınından etkilenen yeme içme

eğlence sektörü çalışanlarının

yanında olmak için 1 milyon TL

kaynak ayırarak Ahbap Derneği

ile “Dayanışma Birlikte Güzel” adlı

bir çalışma başlattı. Yine Ahbap

Derneği ile başlattığı “Kendine

Has Dayanışma Hareketi” ile de

sokak hayvanlarına mama ve kedi

köpek kulübesi bağışladı. Coca-

Cola İçecek yurtdışından ülkemize

dönen karantina merkezlerinde

misafir edilen vatandaşlarımız için

Türk Kızılayı’nın 13 ilimizde bulunan

Afet Yönetim Merkezlerine, su

ve meyve suyu tedarik etti. Aynı

zamanda, sağlık çalışanlarımızın

ve vatandaşlarımızın bu süreçte

özellikle ihtiyaç duyduğu

maddelerden el ve yüzey

dezenfektanını, Sağlık Bakanlığı

onayıyla fabrikalarımızda üreterek

il sağlık müdürlüklerine hibe etti.

Migros, bir yandan tüm mağazalarını

açık tutarak, çalışanlarıyla birlikte

canla başla halkın ihtiyaçlarına

yanıt veriyor, bu zorlu süreçte ek

istihdam sağlıyor, bir yandan da

hem çalışanlarının hem de hizmet

sunduğu tüketicilerinin sağlığını

korumak için çok yoğun çalışmalar

yürütüyor. Anadolu Isuzu, Garenta

ve KIA, sağlık personelini salgından

korumak amacıyla entübasyon

ve biyolojik numune alma kabini

üretimi gerçekleştirerek ihtiyacı olan

hastanelere teslim etti. Anadolu Etap

halkımızın gıda ihtiyacını karşılamak

için, tüm operasyonlarında en üst

düzeyde tedbirleri alarak üretmeye

ve hizmet vermeye devam ediyor.

Birçok şirketimiz bir taraftan

toplumda tedbirler konusunda

farkındalık yaratacak, bir taraftan

da paydaşlarına moral verecek

pazarlama ve iletişim çalışmaları

yapıyorlar.

Anadolu Grubu olarak

kurumsal değerleriniz

kapsamında; girişimcilik,

yenilikçilik ve yaptığı her işte

öncü olma gibi yaklaşımlar

bulunduruyorsunuz. Bu

değerlerinizden yola çıkarak

oluşturduğunuz Bi-Fikir

adlı projenizde üniversite

öğrencilerinin yenilikçi fikirlerini

de değerlendiriyorsunuz. 2015’den

beri aktif olarak yürüttüğünüz

bu inovasyon programınızdan

bahseder misiniz?

Anadolu Grubu’nun inovasyon

programı olarak tasarladığımız

Bi-Fikir’i, çalışanlarımızın işlerine

getirdikleri farklı bakış açılarını,

iyileştirici, geliştirici ve yenilikçi

fikirlerini ortaya koyabilecekleri bir

program olarak hayata geçirdik. Bi-

Fikir sayesinde, Grup çalışanlarımızın

bireysel ve ekip olarak yaratıcılıklarını

geliştiriyor, yaratıcılık sürecinin

sürdürülebilirliğini sağlıyor,

yenilikçi fikirler üreten ve öğrenen

bir organizasyon kültürünü

pekiştiriyoruz. Çalışanlarımız yeni

ürün, hizmet ya da teknolojiler

ile ilgili fikirler önerebilecekleri

gibi verimlilik, maliyet azaltma,

e-dönüşüm, paydaş memnuniyeti,

sürdürülebilirlik, iş sağlığı ve

güvenliği, motivasyon, iletişim,

sosyal sorumluluk gibi pek çok

konuda fikir ya da proje geliştirerek

Bi-Fikir üzerinden paylaşabiliyorlar.

Bu fikirler, yarattığı fayda, yenilikçilik

ve uygulanabilirlik kriterlerine göre

değerlendiriliyor. Sonunda seçilen

fikirler uygulamaya konuyor ve hem

fikrin sahipleri için hem de Grubumuz

için önemli bir fayda yaratıyor. Bi-

Fikir’in çalışanlarımız için de bu

kadar değer yarattığını ve ortaya

bu kadar yaratıcı fikirlerin ve büyük

faydaların çıktığını gördüğümüzde,

biz bu önemli platformun

dışarıya da açılmasının zamanı

geldiğini düşündük. Üniversite

öğrencilerinden gelecek yaratıcı

ve yenilikçi fikirlerin programımıza

büyük katkı sağlayacağına inandık.

Üniversite öğrencileri geleceğin

çalışanları, geleceğin tüketicileri,

geleceğin üreticileri ve geleceğin

en önemli fikirlerinin mucitleri

33

olarak her zaman odağımızdalar.

Geniş bir faaliyet alanında önemli

istihdam rakamlarına sahip olan

bir Grup olarak, yeni yetenekleri,

yeni bakış açılarını değerlendirmek

isteyebileceğimiz pek çok alanımız

var. Bu noktada hem yenilikçi bakış

açılarımızı onlarla paylaşmak, hem

de yaratıcı fikirlerini destekleyerek

Grup bünyemizde hayata geçirme

fırsatı sunmak amacıyla Bi-Fikir’i,

Anadolu Grubu’nun kampüs markası

KAP (Kariyerini Anadolu Grubu’nda

Planla) ile birleştirdik ve 3 yıl önce

üniversite öğrencilerine açtık. Bu

süreçte öğrencilerimizle çok değerli

çalışmalar yaparak, önemli çıktılar

elde ettik. Ben tüm üniversite

öğrencilerini yaratıcı ve yenilikçi

fikirleri ile Bi-Fikir KAP’a başvurmaya

davet ediyorum.

Estonya Cumhuriyeti Dışişleri

Bakanlığı tarafından, fahri

konsolosluğunuz süresince

gösterdiğiniz üstün hizmetleriniz

doğrultusunda ‘’bakanlık nişanı’’

ile onurlandırılmıştınız. Aynı

zamanda 2016 senesinde de,

Japon hükümetince takdim edilen

en önemli nişanlardan olan, “The

Order of the Rising Sun, Gold and

Silver Star ile onurlandırılmıştınız.

Sizce bu uluslararası başarıları

yakalamanızdaki en büyük etken

nedir ve gençlere başarılı bir

kariyer yolu için ne gibi tavsiyelerde

bulunmak istersiniz?

Ülkemizin geleceğe emin adımlarla

ilerlemesi için yeni nesilden

beklentimiz çok büyük. Özellikle

üretim, sanayi, tarım ve eğitim

gibi pek çok alanda altyapılarımızı

kuvvetlendirmemiz, inovasyon

ve teknoloji alanında yatırımlar

yapmamız, her alanda üreten bir

ülke haline gelmemiz gerekiyor.

Bunun için de değişimlere açık ve

esnek olabilen bir nesil yetiştirmemiz

gerekiyor. Benim gençlere en

büyük tavsiyem gündemi yakından

takip etmeleri ve değişen dünyanın

koşullarına yönelik olarak kendilerini

her alanda geliştirmeleri. Bunun

için de her zaman çalışkan olmalı,

okumalı ve araştırmalılar. Bilgi

çağına kolaylıkla ayak uydurabilen,

farkındalığı yüksek, girişimci,

üretken ve yaratıcı bireyler olarak

kendilerini yetiştirmeleri gerekiyor.

Eğer altyapıları sağlam olursa,

cesur kararlar alabilir, sağlam fikir

ve projeler ortaya atabilir, önemli

inovasyonlar gerçekleştirebilirler.

Tabii bu anlamda eğitim ve gelişim

imkanlarını çağın gerektirdiği

standartlarda tutmak tarafında

devletimize ve bizlere de önemli

sorumluluklar düşüyor.


RÖPORTAJ

REKLAM VE

PAZARLAMA ODAKLI

BIR KARIYER:

MEHMET TÜFEKÇI


"İş hayatına bir yerden başlamanızı, henüz

hiç tecrübeniz yoksa geç kalmadan hayata

adım atmanızı öneriyorum. Ayrıca ne iş

yaparsanız yapın işinizi mutlaka severek,

aşk ile yapın."

Günümüz iş dünyasında

oldukça önemli

konuma sahip olan

reklam ve pazarlama

sektörünü; püf

noktalarıyla birlikte,

alanında önde gelen

şirketlerden birisi

olan Arçelik’in Türkiye

Pazarlama Direktörü

Mehmet Tüfekçi’den

dinlediğimiz bir röportaj

gerçekleştirdik.

2003 yılında başladığınız Arçelik

kariyerinize 2015 yılından bu

yana Arçelik Türkiye Pazarlama

Direktörü olarak devam

ediyorsunuz. Aynı zamanda

İstanbul Üniversitesi’nde Öğretim

Üyesi ve Türkiye Beyaz Eşya

Sanayicileri Derneği üyesisiniz.

İş hayatınızda bu başarınızın

başlangıç noktası nedir ve bu

başarılarınızı neye borçlusunuz?

İş hayatımdaki başarının arkasında

çocuk yaşlardan itibaren başlayan

kariyer yolculuğumun çok etkili

olduğunu söyleyebilirim. İlkokulun

ilk yıllarından başlayarak her yaz

bir iş yerinde çalışmak, ardından

üniversite döneminde birçok

farklı sektörde yarı zamanlı olarak

çalışmamın, özellikle iletişim,

müşteri ilişkileri, süreç yönetimi,

ekip yönetimi, iş disiplini, sabır,

iyi niyet ve insan tanıma başta

olmak üzere birçok farklı alanda

yetkinliklerimi ve tecrübemi

arttırdığını düşünüyorum. Bununla

birlikte hiç bitmeyen eğitim

ve öğrenme sürecimin, birçok

farklı kaynaktan farklı konularda

okuma, araştırma merakımın

bu iş tecrübesi ile birleşince

başarıya giden yolda bana önemli

katkılar sağladığını düşünüyorum.

Dolayısıyla gençlerle birlikte

olduğum her ortamda söylediğim

gibi: İş hayatına bir yerden

başlamanızı, henüz hiç tecrübeniz

yoksa geç kalmadan hayata adım

atmanızı öneriyorum. Ayrıca ne iş

yaparsanız yapın işinizi mutlaka

severek, aşk ile yapın.

Arçelik olarak "Sürdürülebilir

Yaşam” sorumluluğunun

bilinciyle birlikte; çevre dostu

faaliyetleriniz ve ürünlerinizle,

“Ürün Hayat Çevrimi” boyunca

çevreyi ve doğal kaynakları

korumayı sürdürülebilir

kılmayı hedeflemektesiniz.

Bu durum “Yeşil Pazarlama’yı

da beraberinde getirdi. Artık

üreticiler, tüketicinin çevreye

verdiği zararı minimuma

indirerek kalitenin arttırıldığı yeni

ürünler piyasaya sunup bunları

pazarlamaya başladılar. Siz

Arçelik A.Ş olarak çevreye zararı

minimuma indirmek adına ne gibi

çalışmalar yapmaktasınız?

Arçelik olarak “Dünyaya Saygılı,

Dünyada Saygın” vizyonumuz

doğrultusunda, karbon ayak

izimizi azaltmak ve toplumsal

gelişimi desteklemek adına

sürdürülebilirlik vizyonuyla

çalışıyoruz. Bugün dünyanın en

enerji verimli beyaz eşyalarını

üreten, sürdürülebilirlikte öncü

şirketlerden biriyiz. Üründen

üretime tüm operasyonlarımızda

enerji ve su verimliliğine

odaklanıyor, karbon ayak izimizi

giderek azaltıyoruz.

Arçelik tüm markalarıyla

toplumsal faydayı merkezine

alan bir anlayış benimsiyor.

Gezegenimizi korurken, tüketiciyi

bilinçlendirmeyi de önemli bir

sorumluluk olarak görüyoruz.

Müşterilerimize doğa dostu ürün

ve teknolojiler sunuyoruz. Yüksek

enerji verimli ürünler geliştirmenin

dışında, üretimde dönüştürülmüş

malzemeleri de kullanıyoruz.

Geri dönüştürülmüş PET şişeleri

kullanarak çamaşır makinesi

ve yıkayıcı-kurutucu kazanları

üretiyoruz. Geri dönüştürülmüş

atık balık ağlarını; yumurta

kabuğu, mısır, soya gibi doğal

ürünlerle karıştırarak ürettiğimiz

biyoplastikleri, beyaz eşya ve

küçük ev aletleri üretiminde

kullanıyoruz. Yıkama esnasında

tekstil ürünlerinden çıkan ve atık

sular ile denizlere ve okyanuslara

karışan mikrofiber parçacıkları

yüzde 90’a varan oranda

engelleyen sentetik Mikrofiber

Filtre sistemine sahip çamaşır

makinesini yakın zamanda seri

üretime sokacağız. Bu örnekler

gibi daha birçok sürdürülebilir

teknolojiye yatırım yapıyoruz.

Günümüz tüketicisinin de çevre

konusunda farkındalığının

yüksek olduğuna inanıyoruz.

Pazar araştırmaları müşterilerin

yüksek enerji verimli ürünleri

tercih ettiğini ve satın alma

kararlarında şirketlerin

sürdürülebilirlik konusundaki

hassasiyetlerinin belirleyici

olduğunu ortaya koyuyor. Bu

etkinin yakın bir gelecekte daha

belirgin olacağına inanıyoruz.

Fakat tüm bu çalışmalarımızı

salt tüketici beklentileri için

değil; gezegenimize karşı

sorumluluğumuzun bir gereği

olarak görüyor ve hayata

35


geçiriyoruz. Sorumlu üretim bilinci

ile daha yaşanabilir bir dünya için

üzerimize düşen görevleri yerine

getiriyoruz.

Markalarımız, sürdürülebilirliği

öncelik hale getiren projeler

geliştiriyor. Beko markamız

ile odaklandığımız, sağlıklı

yaşam alanında sürdürülen

çalışmalarla 2030 yılına kadar

80 milyon kişinin sağlıklı yaşam

konusunda farkındalığını

artırmayı hedefliyoruz. Grundig

markamızla globalde ünlü şef

Massimo Bottura ve “Food for

Soul” girişimi ile gıda israfını

önlemeye yönelik projeler

gerçekleştiriyoruz. Türkiye’de ise

Mehmet Gürs ile “Ruhun Doysun”

projesini sürdürüyoruz. Gıda israfı

ile mücadele ve tüketim bilincini

artırmak amacıyla yürütülen

projelerimiz ile 500 bin kişiye 1

milyon öğün ulaştırmayı, 1200 ton

gıda atığının önüne geçmeyi ve

3,5 milyon kişinin gıda israfıyla

ilgili farkındalığını artırmayı

amaçlıyoruz.

Dow Jones Sürdürülebilirlik

Endeksi’nde 2’nci kez Dayanıklı

Ev Aletleri Kategorisinde

“Endüstri Lideri” olduk. Dow

Jones Sürdürülebilirlik Endeksi

Gelişmekte olan Piyasalar

Kategorisinde de dört yıl üst üste

listelenen ilk ve tek Türk sanayi

şirketi olmaya devam ederek de

başarımızı koruduk.

Arçelik A.Ş. olarak bugün; dünya

çapında 30.000 çalışanınız

ile, Türkiye, Romanya, Rusya,

Çin, Güney Afrika, Tayland

ve Pakistan’da olmak üzere

7 ülkede 18 üretim tesisi, 31

ülkede 33 satış ve pazarlama

ofisinde hizmet sunmaktasınız.

Tüm bu hizmetlerinizi Arçelik,

Beko, Grundig, Blomberg,

Elektrabregenz, Arctic,

Leisure, Flavel, Defy, Altus

ve Dawlance markaları adı

altında sunuyorsunuz. Arçelik

A.Ş bünyesinde aynı pazara

ürün sunan farklı markaların

bulunmasının hedeflediği

pazarlama stratejisi nedir?

Arçelik A.Ş olarak dünya

genelinde 145’ten fazla ülkede

faaliyet gösteriyoruz. Pazara giriş

şartlarına bağlı olarak değişen

ülke pazarlarındaki marka

pozisyonlarına baktığınızda; bazı

pazarlara kuvvetli bir markayı satın

alma yolu ile girerek, aldığımız

marka ile o pazarda faaliyetlere

devam ediyoruz. Eğer pazarda

yeterli potansiyel varsa pazardaki

potansiyeli büyütmek için global

olarak konumladığımız Beko ve/

veya Grundig markalarımızı da

devreye alarak o pazarda faaliyet

göstermeye devam ediyoruz.

Örneğin Romanya’da Arctic,

Güney Afrika’da Defy markalarının

satın alınmasından sonra ülkede

potansiyelimizi arttırmak amacıyla

Beko markası ile faaliyette

bulunmak gibi.

Bazı pazarlarda ise ülkenin

potansiyeline, müşteri

segmentlerine, rekabet durumuna,

ülkedeki hedef ve stratejilerimize

göre satın alma yapmadan bizim

global markalarımız olan Beko ve/

veya Grundig markalarımızla yer

alıyoruz.

Nesnelerin interneti (IoT) ve

yapay zekâ alanındaki gelişmeler,

ürün tasarımlarının da daha

“insan merkezli” hale gelmesini

sağladı. Bir teknolojinin başarısını

ölçmede insan-teknoloji bariyeri

önemli bir faktör haline geldi.

Arçelik A.Ş olarak bu konuda

geliştirdiğiniz projeler hakkında

bilgi verebilir misiniz?

Dünya önemli bir değişime

şahit oluyor. Bu değişim farklı

düşünmemize olanak tanıyor

ve global trendler ışığında

büyüme stratejilerimizi

şekillendiriyoruz. Dijitalleşmenin

etkisiyle sektörümüz, ekonomik

güç dengesindeki değişim,

şehirleşmedeki artış, yaşlanan

nüfus, orta sınıfın büyümesi, sınırlı

kaynaklar gibi önemli bir dönüşüm

yaşıyor. Yatırımlarımıza kararlılıkla

devam ederken, Ar-Ge, inovasyon,

kalite, tasarım, marka ve tüketiciler

stratejimizin odağında bulunuyor.

Hızla gelişen bir teknoloji

devrimine tanık oluyoruz. Yapay

zekâ, akıllı robotlar, nesnelerin

interneti, büyük veri, bulut

bilişim dünyamızı dönüştürmeye

devam ediyor. Teknolojideki bu

dönüşümü, iş modelimize entegre

etmek stratejik önceliklerimizden

biri.

Global rekabette bir adım

önde olmak için, üretimin her

aşamasında dijital dönüşümü

gerçekleştirmeye oldukça önem

veriyoruz. Ürün ve hizmetler

alanında nesnelerin interneti

(IoT), müşteriye her kanalda

aynı deneyimi yaşatmayı

hedeflediğimiz ‘Omnichannel

Projesi’, Endüstri 4.0 projelerini

başlattık. Bu alanda bütünsel

bir vizyonla hareket ederek,

dijital dönüşüm yol haritamızı

oluşturduk. Arçelik olarak hız

kesmeden devam ettiğimiz

yatırımlarımızı bundan sonra da

artırarak sürdüreceğiz.

36

Hedeflediğimiz büyümeyi

sağlayabilmek için mevcut

pazarlarda ürün ve yönetim farkı

ile organik büyümeyi hızlandırıyor,

yeni pazarlarda ise üretim tesisi

yatırımı, birleşme ve satın alma

fırsatlarını değerlendiriyoruz.

Tüketicilerimizin beklentilerini en

iyi anlayan şirket olarak onların

hayatını kolaylaştıracak çözümler

üretmeye odaklanıyoruz.

Mehmet Bey aynı zamanda

Reklam Verenler Derneği Yönetim

Kurulu üyesisiniz. Peki Reklam

Verenler Derneği nedir? Bir

pazarlamacı olarak bizlere bu

alanda nasıl bir yol izlememiz

gerektiğine dair verebileceğiniz

tavsiyeler nelerdir?

“Reklam Verenler Derneği”, reklam

veren firmaların temsilcilerinden

oluşan, reklam sektörünün sağlıklı

işleyişi ve gelişimi için öncülük

etmek amacıyla markalaşma ve

pazarda yaşanan problemlere

odaklanmayı, sektörün ileri

gelenlerini bir araya getirerek

sorunları çözüme ulaştırmayı

ve reklam verenleri sektörel

gelişmelerden haberdar etmeyi

hedefleyen bir yapıya sahiptir.

Derneğin misyonu Türkiye'de

reklamın önemini, etkinliğini,

verimliliğini, bilincini anlatmak

ve artırmak, reklamla ilgili tüm

süreçlerde reklam verenlerin

haklarını korumaktır.

Reklam Verenler Derneği’nde yer

almak için öncelikle gelecekte

kariyer hayatınızda yer alacak

şirketin pazarlama, pazarlama

iletişimi ve medya satın alma

yetkisine sahip departmanlarında

görev almanız gerekiyor.

Belirttiğim pozisyonlardan

derneğe üye olunması

durumunda, sektöre faydalı

olabilecek rollerde bulunma

fırsatını elde edebilirsiniz.

"Yapay zekâ, akıllı robotlar,

nesnelerin interneti, büyük

veri, bulut bilişim dünyamızı

dönüştürmeye devam ediyor.

Teknolojideki bu dönüşümü,

iş modelimize entegre etmek

stratejik önceliklerimizden biri."


37


RÖPORTAJ

SANATA VE SPORA

KATKILARI İLE ÜLKEMİZE

DEĞER KATAN BİR LİDER:

MURAT ÜLKER

38


"İstediğiniz kadar paranız olsun, hayatı

günde 24 saatten bir salise fazla yaşamak

mümkün değil. Bu yüzden de öncelikleri

belirlemek çok önemli."

Çalışmayı kendine

prensip haline getirmiş,

birçok listede adını üst

sıralarda gördüğümüz;

küresel başarılarıyla

ülkemizi en iyi şekilde

temsil eden Yıldız

Holding’in Yönetim

Kurulu Üyesi Sn. Murat

Ülker’in GOYA felsefesi,

sanatsever kişiliği ve

pek çok konuyu bir de

kendisinden dinleyin!

İstanbul Erkek Lisesi’nden

mezun olmuş ve daha sonra

Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletme

bölümünde eğitim görmüşsünüz.

Forbes Türkiye’nin hazırladığı

listeler de dahil olmak üzere

birçok alanda isminizi üst

sıralarda görüyoruz. Türkiye’nin

en önemli insanları arasında

gösterildiniz ve gösterilmeye

devam ediyorsunuz. Globalde

herkes tarafından tanınıyor ve

biliniyorsunuz. Peki Murat Ülker

tüm bu başarılarının ardında

aslında kimdir? Bizlere biraz

kendinizden bahseder misiniz?

İstanbul Erkek Lisesi’nin ardından,

sizler gibi ben de İşletme okumayı

seçtim ve Boğaziçi Üniversitesi

İşletme Fakültesi’nden mezun

oldum. Aslında mühendisliğe ilgim

vardı. Hatta lisedeyken kimya

mühendisi olmayı isterdim, sonra

elektrik-elektroniği düşünmeye

başladım. Aslına bakarsanız,

kamyon şoförlüğü de dahil olmak

üzere gönlümden geçen pek çok

mesleği değerlendirme şansım

oldu ve nihayetinde ikinci tercihim

olan Boğaziçi Üniversitesi İşletme

Fakültesi’ne girdim. Ardından

Amerika’da American Institute of

Baking’de gıda işleme konusunda,

Almanya ZentralfachSchule der

Deutschen Süsswarenwirtschaft’ta

da şekerleme konularında eğitim

aldım. 1982 yılından itibaren

de çalışmaya başladım. Ama

tabii aslında babam Sabri Ülker

sayesinde çocukluğumdan beri bu

işlerin içindeyim.

Tam zamanlı olarak çalışmaya

başladıktan sonra sahada

ve yönetici olarak pek çok

kademeden geçtim. Müşteriyi,

tüketiciyi, üreticiyi, bu işin

bütün paydaşlarını en iyi

tanıyabileceğiniz yer sahadır.

Yıldız Holding’de çalışma

arkadaşlarımla da paylaştığım bazı

temel prensiplerim var; bunlardan

biri de GOYA. Yani “Gez, Oturma

Yerinde Artık”! Hareket et, kolları

sıva, işe giriş! GOYA’yı çalışanlara

dikte etmiş değilim; herkesten

önce ben GOYA yapıyorum zaten.

Piyasayı dolaşıyorum, bakkalları

geziyorum. Hatta bir defasında

bir bakkalda raflara bakarken

adam “Hangi şirket?” diye sordu.

“Ülker’den geliyorum. Bir sıkıntınız

var mı?” dedim. “Bana bak,” dedi,

“Ülker’in başındakilere söyle,

Çamlıca Tepesi’nde oturup Cafe

Crown içmekle bu işler olmaz.

Buraya gelsinler!” Hiç bozuntuya

vermeden, “Olur” dedim, “Bizzat

söyleyeceğim.” Sahada olmak size

böyle güzel anılar da kazandırıyor.

Pandemi döneminde tabii bunu

yapmak mümkün olmuyor

ama çalışma arkadaşlarımın

tüm dünyadan paylaştıkları

GOYA gözlemlerinden de çok

faydalanıyorum.

Kendimle ilgili olarak

söyleyeceğim, ama aslında

gençlere yol gösterebileceğine

inandığım bir başka konu da

merak, çok çalışmak ve daima

öğrenmeye açık olmak. Bazen

ders çalışırken yorulurdum. Babam

görünce, “Madem yoruldun, şimdi

başka bir iş yaparak dinlen.” derdi.

Hayatta en önemli şey, zamanı

kullanmayı öğrenmek. Hepimizin

24 saati var ve o zaman içinde

yaptıklarımıza göre sonuçlar elde

ediyoruz. İstediğiniz kadar paranız

olsun, hayatı günde 24 saatten

bir salise fazla yaşamak mümkün

değil. Bu yüzden de öncelikleri

belirlemek çok önemli.

Hat sanatına ilginiz olduğunu

biliyoruz. Aynı zamanda çağdaş

ve modern yapıtlar ile geleneksel

eserleri içinde barındıran iki ayrı

koleksiyona sahipsiniz. Yıldız

Holding’in Çamlıca’daki mini

sergi salonunda sanatseverlere

serginizin kapılarını açtınız.

Sanata olan ilginiz nasıl başladı?

Öncelikle şunu açıklığa

kavuşturmak isterim: Sanat

koleksiyonları benim değil,

Yıldız Holding’in ve o vasıtayla

da tüm sanatseverlerin aslında.

Çalışanlarımız beğendikleri

tabloları alıp çalışma mekanlarının

duvarlarına asabiliyor. Dediğiniz

gibi, pandemi öncesinde halka

açık bir sergi salonumuz vardı.

Dünya sağlığına kavuşunca,

sanatseverlerle yeniden

salonumuzda buluşmayı çok

istiyorum.

Aslında ailede sanat merakı,

dedemden bu yana hep vardı.

Çocukluğumda, annemin babası

olan Muharrem dedemle zaman

geçirme şansım oldu. Hatırlıyorum,

39


"Yıldız Holding’de çalışma

arkadaşlarımla da

paylaştığım bazı temel

prensiplerim var; bunlardan

biri de GOYA. Yani

“Gez, Oturma Yerinde

Artık”! Hareket et,

kolları sıva,

işe giriş!"

hiçbir şey bulamasa, güzel

yazıların olduğu takvim

yapraklarını ya da gazetede çıkmış

bir şeyleri keser, çerçeveletip

asardı. Hep böyle bir arzusu

vardı. Babamda da bunu gördüm.

Mesela biz çok ev değiştirdik.

Yeni bir eve taşınınca hep salona

asılacak bir tablo beğenir, alır ve

asardı. Yine babamın zamanında

insanların birbirlerine iyi dileklerin,

temennilerin yazılı olduğu güzel

levhalar, tablolar hediye ettiğini

gördüm.

Ek olarak, çok genç yaşımdan

itibaren dünyanın farklı ülkelerinde

bulunma, iş yaptığımız insanların

hobilerine şahit olma imkânı

buldum. Dünyanın her köşesinde

görüştüğüm, iş yaptığım, fabrika

ziyaretlerinde bulunduğum iş

insanları, zaman zaman sanat

koleksiyonlarından da söz

ederlerdi. Kimileri için merak,

kimileri içinse yatırım aracıydı.

Bütün bunlar bir araya gelince

sanata meraklı biri oldum. Sanat

eseri seçiminde kriterim çok

basittir: eseri sevmek. Eğer eseri

beğenirsem, hissederek, severek

alıyorum. Yani bu eserleri yatırım

olsun diye almıyorum. Klasik veya

çağdaş, her sanatçı yaşadığımız

dünyayı kendi hayal gücüyle ve

bakış açısıyla yorumluyor. Üstelik

bu yorumlamayı son derece

estetik bir şekilde yapıyor. Eserlere

bakarken sanatçının o eseri hangi

duygularla, ne düşünerek yaptığını

anlamaya çalışıyorum. İslam sanatı

manevi dünyama büyük ışık tutan

eserler sunuyor. Manevi dünyamı

zenginleştiren, şenlendiren Hilye-i

Şeriflerimiz, başka hat ve tezhip

eserleri mana itibarıyla benim için

tarifsiz bir zenginlik.

Modern sanatı sevme sebebim

ise, her bakanın başka bir şey

görüp algılaması. Bu bana

insanların ne kadar farklı bakış

açıları olduğunu gösteriyor.

Herkesin farklı düşünceleri olabilir,

olmalı. Farklı bir yorumu görmek

için ressamların eserleri iyi bir

alternatif sunuyor.

Yurtdışında 13 ülkede 23

fabrikaya sahipsiniz. Aynı

zamanda 2007 yılında dünya

çapındaki markalardan biri olan

GODIVA’yı bünyenize kattınız. Bu

süreçten sonra yatırımlarınızın

çok büyük bir kısmını yurt

dışına kaydırdınız. Bu atılımları

yaparken hedefleriniz nelerdi?

Bu hedefleri gerçekleştirebildiniz

mi?

Küresel bir şirket olarak

Türkiye’deki 76 yıllık tecrübemizi

dünyaya taşıyor, bu tecrübeleri

"evrensel iş dili" ile ifade

ediyoruz. Ülker ailesinin

gözü daima dünyada oldu,

çünkü sektörümüzde dünya

markası olmanın yolu, küresel

yatırımlardan geçiyor.

Her şeyden önce, dünyadaki

yatırımlarımız ve markalarımızla,

Türkiye’den yükselen bir şirket

olarak ülkemizi temsil ediyoruz.

Bizim dünyaya açılmamız,

Türkiye’nin imajına çok değerli bir

pozitif katkı sağlıyor. Kültürlerin

tanışması bakımından "iş yapmak"

önünüze güçlü bir yol açıyor. Bizim

için de öyle oldu. İş yaptığımız her

ülkede dost kazandık, aynı şekilde

bizimle iş yapmak için gelen

yabancı ortaklarımız ülkemizi

bizler kadar sevdiler, iş yapmayı

sürdürdüler.

Yıldız Holding bugün gerek

sektörünün lideri olan yabancı

şirketlerle yaptığı iş birlikleriyle

gerekse yurt dışında stratejik satın

almalarıyla küresel bir Türk şirketi

haline geldi. Ama diğer yandan da

global büyüme projeksiyonumuz

her zaman Türkiye’yi merkezde

tutan bir anlayışın etrafında

gelişti. Bu nedenle ülkemiz tüm

global işlerimizin, üretimimizin

ve ihracatımızın ana merkezi

konumunda bulunuyor. Mesela

Türkiye’de Ar-Ge ekiplerimizin

ürettiği bisküvileri İngiltere’de

ve dünyanın dört bir noktasında

tüketicimizle buluşturuyoruz.

Zaten Türkiye’deki fabrika sayımız

yurtdışındakilerin iki mislinden

fazla.

Teknolojik gelişmelerin

hayatımızda çok önemli yer

tuttuğu dönemler geçirmekteyiz.

Bu bağlamda elektronik ticaret

sektörü gelişimini sürdürüyor.

Yıldız Holding olarak 2019

40

yılında “E-Star’ı” kurdunuz. Bize

bu projenizden ve e-ticarete

yönelme sürecinizden

bahsedebilir misiniz?

Dünyada büyük bir değişim var.

Bu değişim pandemiden çok daha

önce başlamıştı. Çünkü endüstri

değişiyor, Z kuşağının tüketim

kalıpları çok farklı. Şirketler daha

önce hiç görülmemiş hızlarda

inovasyon yapıyor, rekabet

katlanarak büyüyor. Dolayısıyla

inovasyon artık bir “yapsak mı

yapmasak mı” değil, “nasıl,

hangi yöntemlerle yapsak”

meselesi. İçinde bulunduğumuz

sektörde yapılan inovasyonların

yaklaşık üçte ikisi üç yıl içinde

hükümsüz kalıyor. Tüketiciler

yeni deneyimleri anlıyorlar. Yani

yeniliğin arkasındaki hikâye ve

önündeki senaryo çok önemli.

Biz de zaten Ar-Ge ve inovasyon

çalışmaları yapıyorduk ama

bunun da ötesinde Yıldız

Holding’de disruption (altüst

etme, ezber bozma) grupları

oluşturmaya başladık. Sonuçları

öngörülebilir, işimize değer katan,

tüketicilerimizle bağlarımızı

güçlendiren inovasyonları daha iyi

nasıl yapabiliriz? Bu konuda ortak

akıl yürütebileceğimiz platformlar

kurduk. Öz değerlerimizi,

amacımızı, otantikliğimizi

kaybetmeden, süreçlerin zamanla

ortaya çıkardığı görünmez

engelleri aşarak ve birbirimizden

ilham alarak inovasyon sürecini

nasıl içselleştiririz? Bu sorunun

cevabını aradık.

E-Star aslında bu cevaplardan

biridir. Elektronik ticaretin

dünyada olduğu gibi Türkiye’de

de hızla geliştiği bir dönemde,

bu ekosistemdeki şirketler için

uzman, çevik ve inovatif yapısıyla

lider bir e-ticaret şirketi olma

hedefiyle kuruldu. B2B ve B2C

alanında e-ticaret şirketleriyle iş

birliğinin yanı sıra, bu alanda var

olmaya çalışan firmalar için de

e-ticaret kanalı niteliğinde eşsiz bir

iş modelidir. Ülker’in başarı sırrının

yaygın satış ağı olduğu söylenir

hep; evet, kısmen doğrudur. Bu

alandaki deneyimimizi e-ticaret

alanında gösterebilmek, yukarıda

bahsetmiş olduğum inovasyona

bakış açımızı özetliyor.

2010’da FIBA Dünya Basketbol

Şampiyonasında 110 ülkeden

300 çocuğun buluştuğu

Children of the World (COW)

Projesine ve Türkiye’deki ilk FIFA

organizasyonu FIFA U20 Dünya

Kupası’na destek oldunuz. Ayrıca

İstanbul’un 2020 Olimpiyatları’na

ev sahipliği yapmak için


Madrid ve Tokyo ile girdiği yarışta

destekçilerden biri de Yıldız

Holding oldu. Yıldız Holding olarak

sportif ve kültürel faaliyetleri

destekleme adımlarınız nasıl ortaya

çıktı?

1993 yılında Yönetim Kurulu

Üyemiz Orhan Özokur spor

dünyasına girişimizin hem sosyal

sorumluluğumuzun bir gereği olarak

hem de grubumuzun kamuoyuyla

iletişimine katkı sağlayabileceğini

düşünerek, Sabri Bey’e bu konuda

bir teklifte bulunmamızı önerdi.

Bunun üzerine her ikimiz de konuyu

Sabri Bey’e açtık. Teklifimizi kabul

edeceğine hiç ihtimal vermiyorduk.

Sabri Bey bizi dikkatlice dinledi,

“Tamam, yapalım. Şu kadar da para

koyalım.” dedi. İş bununla bitmedi,

arkasından ağır bir şart da getirdi:

“Ya birinci ya da ikinci olacaksınız;

yoksa kimse üçüncüyü hatırlamaz.”

Sabri Bey’den aldığımız cesaret ve

talimatla Ülkerspor’un basketbol

takımı oluştu. Böylelikle spor

dünyasına da adımımızı atmış olduk.

Ülkerspor kurulup basketbol takımı

oluştuktan sonra, bir gün Sabri

Bey’le birlikte sporcuların kampına

gittik. Sabri Bey, sporculara hem

tembihte bulundu hem de onları

motive etti. 1994 yılında iyi bir sonuç

aldık, şampiyon olduk. Ülkerspor,

kısa sürede Türk basketbol kulüpleri

arasında iddialı bir konuma ulaştı.

13 yılda 14 kupa kazanan Ülkerspor,

bu süre içinde başarılı, ülkemiz

basketboluna önemli katkıları olan

sporcular da yetiştirdi.

2006 yılında, müessese takımı sahibi

olmanın olumlu ve olumsuz yanlarını

değerlendirdikten sonra, mevcut

profesyonel takımlara sponsor

olmayı daha uygun gördük ve bu

sisteme geçtik. Ülker, 2006’dan

itibaren Ülkerspor Fenerbahçe

Basketbol Şubesi’yle birleşti.

Sonrasında sırasıyla diğer basketbol

kulüplerine, futbol kulüplerine ve

Futbol Milli Takımı’na da destek

olduk. Çok amaçlı Ülker Sports

Arena’yı 2012 yılında Türkiye’ye

kazandırdık. Çocuklarımızın

ülkemizin geleceği olduğuna

gönülden inandığımız için sadece

profesyonel futbola değil, 6-12

yaş grubundaki çocuklara yönelik

spor projelerine de Ülker Çocuklar

İçin Futbol (Grassroots) adı altında

katkıda bulunduk. Ülker Çocuklar İçin

Futbol projesine basketbol projeleri

de dahil edildiğinde yüz binlerce

çocuğumuza spor yapma alışkanlığı

kazandırmak için çalıştık.

Harvard Sabri Ülker Metabolik

Araştırmalar Merkezi’ne Yıldız

Holding’in sağlık alanına yaptığı

bağış ve verdiği önem oldukça

bilinmekte. Özellikle şu an içinde

bulunduğumuz bu zorlu pandemi

sürecinde bu yatırım ve bağışların

etkisi göz ardı edilemez bir

seviyede. Bu projede olduğu gibi

sağlık alanında başka projeleriniz

var mıdır? Var ise nelerdir?

Rahmetli Babam Sabri Ülker’in

adına kurulan, Sabri Ülker Gıda

Araştırmaları Enstitüsü Vakfı ilk

günden itibaren kıymetli ekibi

ve ortak amaçla bir araya geldiği

değerli paydaşlarıyla bilime katkı

için çalışıyor. Toplumların ve gelecek

kuşakların selameti için bilim

insanlarımıza ve toplumsal fayda

üreten sağlık araştırmalarına destek

olmayı bir görev kabul ediyoruz.

İşimizi küresel çapta sürdürürken,

ülkemize ve dünyaya fayda

sağlayacak sosyal-bilimsel yatırımları

da önemsiyoruz. Harvard Üniversitesi

Kamu Sağlığı Fakültesi Genetik ve

Kompleks Hastalıklar Laboratuvarı’na

vakfımız aracılığıyla verdiğimiz

destek de bu felsefeyle geliştirildi.

Bu destek, fakültenin sadece 10 yıl

süreyle Sabri Ülker Merkezi adıyla

anılarak, aynı zamanda laboratuvarın

analiz kapasitesinin geliştirilmesini

ve burada geliştirilecek yeni

teknolojilerle toplum sağlığına fayda

sağlamayı içeriyor. Bu yatırımla

ülkemizdeki sağlık ve beslenme

konusuna katkımızı ilk kez dünya

ölçeğine taşımış olduk. Dünyada

olmak istiyorsak bunu sadece tek

bir alanla sınırlayamayız. Bu merkez,

gelecekte insan sağlığına katkı

sağlayacak projeler geliştiriyor.

Ulusal ve uluslararası düzeyde bir

farkındalık oluşturmak açısından

hem Sabri Ülker Merkezi olarak hem

de biz üstümüze düşeni bir nebze de

olsa yapmayı amaçlıyoruz.

Merkezde beni büyüleyen

bir gelişmeyi sosyal medya

hesaplarımdan da paylaşmıştım: Prof.

Dr. Gökhan Hotamışlıgil, Hepatik ER

mimarisi ve metabolizma üzerindeki

etkisi konusundaki çalışmalarını

paylaştı. Yani, alt hücre yapılarının

yaşayan organizmadaki en ayrıntılı

incelemesini yapmışlar ve bunu,

değerli dijital sanatçı Refik Anadol'la

birlikte hücrelerin üç boyutlu

filmlerine dönüştürmüşler.

Bu vesileyle Gökhan Hoca’nın son

çalışmasından da bahsedeyim:

Kilolu kişilerde karaciğer yağlanıyor

ve bazı metabolik hastalıklar

ortaya çıkıyor. Gökhan Hoca ve

ekibi yakın zamanda yağlanma

ve beraberindeki hastalıkların

karaciğere nasıl yayıldığını ve bunun

nasıl önlenebileceğini gösterdi.

Yağlanmayı organın tamamına

yayan kanal proteinini buldu. Fare

modelinde bu proteini kodlayan

gen silinince, yüksek kalori ve

41

yağ içeren bir beslenmeye karşın

karaciğer fonksiyonları normal kaldı

ve metabolizma normal dengesini

korudu. Yani bu değerli ekip,

karaciğerdeki bir iletişim kanalını

kapatarak bu organı korumaya

yönelik önemli bir adım attı.

Bu gibi çalışmaları gördükçe, Sabri

Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü

Vakfı’nı kurmakla ne kadar doğru

bir karar verdiğimizi çok daha iyi

anlıyorum.

Bir de özellikle vakfın kısa süre önce

düzenlediği dördüncü Beslenme

ve Sağlık İletişimi Konferansı’ndan

bahsetmek isterim. Pandemi

döneminde özellikle “COVID-19

Sırasında Beslenme” ve “Bilgi Kirliliği

ile Mücadelede Medya Okuryazarlığı”

konularına odaklanan bu çalışmanın

da ülkemiz ve dünya kamuoyuna çok

faydalı olduğunu düşünüyorum.

20 yıldır sürdürdüğünüz

Yıldız Holding Yönetim Kurulu

Başkanlığı’nı yeğeniniz Ali Ülker’e

devrettiniz ve bu konu hakkında

"Babam Sabri Ülker yönetim

kurulu başkanlığını bana 15 yılda

devretmişti. Benim 20 yıl oldu.

Geç bile kaldım.” demişsiniz.

1944’den beri hep daha iyisini

gerçekleştirerek bugünlere

gelmiş bir şirket olarak babanız

Sayın Sabri Ülker’den size kalan

unutamadığınız bir nasihati

paylaşabilir misiniz?

Rahmetli babam ve amcam bir

yelkenli yaptılar ve donattılar. Her

şey hazırdı. Ben yelkenleri açılmış

bir teknenin dümenine oturdum,

rüzgâr da uygun esince yol aldık.

2000 yılında Sabri Ülker'den

devraldığım başkanlığı kesintisiz

20 yıl sürdürdüm. Bu bir bayrak

yarışıdır. Bayrağı güvenle Ali

Ülker'e devrettim. Şu anda yönetim

kurulunda üye olarak çalışıyorum,

iş hayatıma da Holding’e bağlı

şirketlerde devam ediyorum.

Rahmetli babam aslında

nasihat etmekten ziyade kendi

davranışlarıyla örnek olmayı severdi.

Yine de çok faydalandığım iki sözünü

paylaşmak isterim: “Yaptığınız işin ya

müşterisi ya da satıcısı olun’’ derdi.

Böylece, atıştırmalık üretiminde

kullandığımız malzemelerin ve

hammaddelerin aynı zamanda

üreticisi de olduk. Başta yağ olmak

üzere pek çok hammaddeyi imal

ediyoruz, aynı zamanda da imal

ettiğimiz bu ürünlerin müşterisi

oluyoruz.

Bir de daima B planı yapmamızı

isterdi. “Başka sahalara bakın

bakalım.” derdi. Biz de ondan

aldığımız bu derslerle daima

alternatif çözümler düşünüyor, hesap

kitap yapmadan hareket etmiyor,

hesapsız risk almıyoruz.


YAZI:

KURUM IÇI GIRIŞIMCILIKTEN

ÖTE INVENDO

Doğuş Grubu olarak girişimciliği, yeniliği ve yaratıcılığı ön planda tutup, girişimcilik

konusunda çalışanlarımıza kendilerini tanıma ve geliştirme imkanı sunmak amacıyla 2016

yılında Kurum İçi Girişimcilik Programı InvenDO’yu hayata geçirdik. Peki InvenDO nedir?

Doğuş Grubu içerisinde inovasyonu ve

yaratıcı projelerin gelişimini desteklediğimiz

çalışanlarımızın girişimcilik yeteneklerini

geliştirmek amacıyla 2016 yılında Kurum

İçi Girişimcilik Programı olarak başlattığımız

InvenDO ile kurumumuz içerisinde fikri

olan çalışanlarımıza fikirlerini geliştireceği,

ticarileştirmelerine olanak sağladığımız bir zemin

hazırladık.

Programın daha sürdürülebilir bir yapı olarak

hayatına devam edebilmesi ve tüm projelerimizi

tek bir noktadan yönetebilmek için ise InvenDO

2017’den bu yana Doğuş̧ Holding iştiraki olan

Doğuş Yeni Girişimler ve Projeleri A.Ş. adı

altında hizmet veriyor. Kurulan şirket Doğuş̧

Holding tarafından fonlanıyor idari, muhasebe,

hukuk ve yazılım konularında da Doğuş̧ Teknoloji

tarafından destekleniyoruz.

Bu program kapsamında çalışanlarımızın yeni

fikirler üretmesine katkı sağlamak amacıyla “Fikir

Üretim Kampları” düzenliyoruz. Çalışanlarımız

yeni girişim fikirlerini Doğuş Teknoloji tarafından

geliştirilmiş olan İnovasyon Platformu aracılığıyla

bizlere ulaştırıyor. Her dönem yaklaşık 100-150

arası fikir başvurusu alıyoruz. Yapılan ön elemeyi

geçen proje fikir sahiplerine ise yalın girişim

eğitimleri ve mentorluk destekleri veriyoruz.

İlk aşamada iş modelini oluşturan ve proje fikri

netleşen çalışanlarımız yatırımcı komitesine

yatırım sunumları gerçekleştiriyor. Finale kalan

projelerimiz ise yaklaşık 3 ay süren kuluçka

aşamasından geçiyor. Her bir projemize 50.000

TL tutarında bir pilot bütçe sağlıyoruz.

Kuluçka dönemi sonrasında tekrar yatırımcı

sunumları ile uzun vadeli fonlayacağımız projeleri

seçiyoruz. Seçilen proje fikir sahiplerimiz mevcut

çalıştıkları Doğuş̧ Grubu şirketinden ayrılarak

Doğuş Yeni Girişimler bordrosunda 1 yıl süre

ile verilen fon ile sadece projelerinin üzerinden

çalışma hakkı kazanıyor. 1 yılın sonunda

belirlenen performans hedeflerine ulaşan

projelerimize ise şirket kurma imkânı tanıyoruz.

Doğuş̧ Grubu’nun %20, kurucu ortakların ise %80

pay sahibi olacağı yeni bir şirket kuruluyor.

InvenDO’ya kurum içi girişimciliği merak eden,

yeni bir fikri olan veya kurum içerisinde bir

problemi çözmeyi isteyen tüm Doğuş̧ Grubu

çalışanlarımız katılabiliyor. Buradaki en önemli

ayrıntı ise proje eakibinden minimum bir kişinin

Doğuş̧ Grubu çalışanı olmasının katılım için

yeterli olması. Böylece projelere dışarıdan da

kurucu ya da çalışan olarak ekip arkadaşları

katılabiliyor.

2016 yılından bu yana toplam 4 dönemini

tamamladığımız InvenDO’nun 5. Dönemini ise

Kasım 2020’de açtık.

42


70 ülkeden 700’den fazla üyesi bulunan Stokartı,

listelenen 30 bin stok kalemiyle geçtiğimiz 1 yıl

içerisinde 10 ülkeye ihracat gerçekleştirdi.

Stokartı geçtiğimiz yıl performans hedeflerine

ulaştığından ötürü Kasım 2020’de ayrı bir şirket

olarak yoluna devam edecek.

Deneyim aktiviteleri, doğa ve adrenalin sporları

ile atölyeleri de kapsayan geniş̧ bir yelpazede

hem bireylere hem de kurumlara hizmet sunan

Aktivido, aktivite sağlayıcıları ile müşterileri

buluşturduğumuz bir pazaryeri platformudur.

VDF’de çalışan iç girişimcilerimizin proje fikridir.

Aktivido belirlediğimiz performans hedeflerine

ulaşamadığı için yollarımızı ayırmak durumunda

kaldık. Çalışanlarımız proje fikirlerine ilişkin tüm

fikri mülkiyet haklarını alarak şirketlerini kurdular

ve yollarına girişimci olarak devam ediyorlar.

Toplam 4 döneme ait bazı istatistikleri de sizlerle

paylaşmak istiyoruz.

InvenDO’ya şimdiye kadar grup içerisinden toplam

400’den fazla proje fikir başvurusu geldi. 44

projemiz eğitim aşamamıza geçmeye hak kazandı. Bu

da yaklaşık olarak 100 çalışanımızın yalın girişimcilik

eğitimlerimizi aldığını gösteriyor. 32 proje fikrimiz

yatırım komitesi sunumları gerçekleştirdi. 9 proje

pilot bütçe almaya hak kazanarak kuluçka dönemine

girdi.

Çalışanlarımızın kişisel ve yönetimsel gelişimlerine

katkıda bulunmak amacıyla geliştirdiğimiz

bu programda, grup içerisinde inovatif

düşüncenin ve fikir gelişiminin desteklenmesini

amaçlamaktayız.

Kuluçka dönemlerini tamamlayan 2 proje de yaptığı

yatırımcı sunumları neticesinde uzun dönemli

fonlanmaya hak kazandı.

Uzun dönem fonladığımız 2 InvenDO projemiz →

Stokartı (1. dönem) ve Aktivido (2.dönem)

Stokartı; inşaat, madencilik, endüstri gibi

dijitalleşmenin nispeten az olduğu sektörlerde

dijitalleşmeyi sağlayarak envanterlerindeki fazla

stok ve varlıkların sistemde kayıtlı olan üye

firmalara satışını gerçekleştiren online pazaryeri

platformudur. Doğuş̧ İnşaat’ta çalışan bir iç

girişimcimizin proje fikridir.

Bu program sayesinde grup bünyesinde yer

alan farklı sektörlerimizde faaliyet gösteren

şirket çalışanlarımıza birbirini tanıma ve beraber

çalışma fırsatları yarattık. Vermiş̧ olduğumuz

eğitimlerle inovatif bakış̧ açısını destekleyerek

çalışanlarımızın geniş̧ bir perspektifte

düşünmesine olanak sağlıyoruz.

Programda verdiğimiz bu eğitimlerin ve bakış̧

açısının tüm çalışanlarımız tarafından mevcut

islerinde de sahiplenilmesini önemsiyoruz.

InvenDO, hem mevcut çalışanlarımız hem de

Doğuş̧ Grubu’nda çalışmayı düşünen tüm kişiler

için motivasyon kaynağı bir program olarak yoluna

devam ediyor.

43


RÖPORTAJ

"Girişimcilik uzun soluklu,

sabır isteyen, mücadele

gerektiren ve hatalardan

ders alarak sürekli kendinizi

geliştirmeniz gereken bir

yaşam biçimidir."

GENÇ GİRİŞİMCİLERDEN

BİRİNCİLİK PROJESİ

Genç girişimcilerin

fikirlerinin yarıştığı

Red Bull Basement

yarışmasında, 38

finalist arasından

birinci seçilen,

“PLANTRIC”

projeleriyle tanıdığımız

Doğuş Üniversitesi

öğrencileri Aylin Yazıcı

ve Can Zenginel'le

girişimcilik hakkında

keyifli bir röportaj

gerçekleştirdik.

Bildiğimiz üzere Red Bull, Red Bull

Basement adında küresel sorunlara

çözüm üretmek için inovatif

fikirleri bir araya getirdiği bir

program gerçekleştirmekte. Sizler

de Red Bull Basement 2020’de

PLANTRIC adlı projenizle Türkiye’yi

temsil etmeye hak kazandınız.

Başarınızdan dolayı sizleri tebrik

ederiz. Bize biraz kendinizden

bahseder misiniz? Yarışmaya

katılmaya nasıl karar verdiniz?

Merhaba ben Aylin. Doğuş

Üniversitesi'nde Endüstriyel Tasarım

okuyorum. 3. sınıftayım. ItsMee

Startup’ında UI/UX designer olarak

çalışıyorum. Yaklaşık bir buçuk

senedir aktif olarak uluslararası

ve Türkiye genelinde yarışmalara

katılıyorum. Kendimi girişimci olmaya

adadım diyebilirim. 3D modelleme

dışında grafik tasarım alanında da

kendimi geliştirmeye çalışıyorum. 11

yaşından beri müzikle uğraşıyorum;

gitar çalıyorum.

Merhabalar, ben Can. Doğuş

Üniversitesi İngilizce Endüstri

Mühendisliği 2. sınıf öğrencisiyim.

Hazırlıktan bu yana MGS’de Çevrim

içi Satış Temsilcisi olarak çalışıyorum.

Okulumuzun Girişimcilik Kulübü

DOU Startup’ın organizasyon

koordinatörüyüm. Okulumuzun

kuluçka merkezinde yolumuzun

kesiştiği Aylin’le PLANTRIC için

güçlerimizi birleştirdik ve bu yola

çıktık.

“Girişimcilik” kavramı sizler için

neler ifade ediyor? Sizlerin genç

bir girişimci olmasını etkileyen

faktörler nelerdi?

Girişimcilik uzun soluklu, sabır

isteyen, mücadele gerektiren ve

hatalardan ders alarak sürekli

kendinizi geliştirmeniz gereken bir

yaşam biçimi. İçimizdeki kendimizi

geliştirme hevesi, olanla yetinmeme,

hep daha ilerisini hayal etme

tutkumuz bizi girişimcilik maratonuna

sürükledi. Bir kere girişimcilik ruhunu

benimsediğinizde zaten bu yoldan

kolay kolay çıkamıyorsunuz.

44


Bizlere biraz PLANTRIC’ten

bahseder misiniz? Bu proje

nasıl ortaya çıktı? Bu proje

ile kullanıcıya nasıl bir fayda

sağlamayı hedeflemektesiniz?

PLANTRIC, kendi kendine

yetebilen bir bahçe sistemidir.

Bu sistem yemek atıklarının

kompostlanma yöntemine dayalı

olarak çalışır. Üç ana çalışma

bölümünden oluşur; yemek

atıkları için konteyner, büyük

toprak kap ve otomatik sulama

sistemi. Sistem, gıda atıkları

konteynerlere döküldükten sonra

çalışır ve saksıda bulunan toprağı

gübreleyerek bitkilerin büyümesi

ve gelişmesi için enerji sağlar.

Çürütmenin genelde olumsuz bir

anlamı vardır ama konu kompost

olunca çürütmek yeniden

yaşatmak demek.

Yiyecekler, kompostlanabilir yanıcı

atıkların % 46,2'sini oluşturuyor.

Bu, bitkilerin büyümesi için

muazzam bir enerji potansiyeli ve

kaçırdığımız çok büyük bir sayı

oranı. Toplu alanlarda ve yemek

atıklarının fazla olduğu yerlerde,

bu atıkların çöpe gitmesi yerine

bir bitki gelişim aşamasına dâhil

edilmesi asıl hedefimiz. Bitkilerin

ekosisteme kattığı fayda da

yadsınamaz bir gerçek.

Aslında sizler PLANTRIC

konteynerlerına bir muz çöpünüzü

attığınızda potansiyel olarak

bir bitki yetiştirmiş olacaksınız.

Çünkü siz farkında olmadan, 24

saat içerisinde, sizin sayenizde

bitkilerin gelişmesinde önem

rol oynayan yüksek miktarda

enerji elde edilmiş olacaktır.

Hedeflerimizin en büyüğü de

bu bilinci uyandırıp kitlesel bir

hareket oluşturmak. Bu projede en

büyük kaynağımız olan insanları

buna dahil etmek.

PLANTRIC’i geliştirirken en

zorlandığınız noktalar neydi?

Henüz girişimlerini hayata

geçirmemiş girişimcilere

özellikle nelere dikkat etmelerini

önerirsiniz?

Red Bull Basement ile hayata

geçmiş bir proje olarak sürecimizi

iki aşamaya ayırdık; Red Bull

öncesi ve sonrası olarak.

Şu an bu yoğun geliştirme

sürecinde olduğumuzdan

yarışma sonrası hızımızı ve

motivasyonumuzu bozmadan

ilerlememiz gerekmekte. Şu an

için zorlandığımız kısımlarda

Red Bull bize her türlü desteği

verdiğinden, sorulduğunda

spesifik bir cevap veremiyoruz. Bu

sürecin çok hızlı gelişiyor olması

ve bizim çok daha fazla çalışıp

yorulmamız bu zorlayıcı faktör

arasına girebilir belki. Yoruluyoruz

fakat gün sonunda yine elde

ettiğimiz çıktılara ve görüşme

sağlayabildiğimiz değerli insanlara

baktığımızda tekrar motive

olabiliyoruz.

Girişimleri hayata geçirmek

bu süreçteki en önemli nokta.

Bu aşamada kime, ne şekilde

ulaşabiliyorsanız peşini bırakmayın

derim. Bir fikriniz varsa bunu

yüzlerce insanla paylaşın. Sizin

düşündüğünüzden çok farklı

boyutlara evrilebilir. Herkesin

yorumunu ve fikrini dinleyin. En

önemlisi ise güzel bir ekip ve

birbirinizi sürekli ayağa kaldırıp,

aksiyon almanızı sağlayan,

enerjinizi aktarabildiğiniz o ortamı

yakalayabilmek. Pes etmek

girişimcilerin kitabında olmamalı.

Genç girişimciler olarak

Türkiye’deki girişimcilik

sektörünün şu anki konumunu

nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de bu sektöre etki eden

etkenleri kendi perspektifinizde

nasıl değerlendiriyorsunuz?

Fikri olan ve düşünen insanlar

çok fazla var. Her fikir değerli ve

önemlidir fakat en önemlisinin

aksiyon ve somut sonuçlar elde

edebilmek olduğunu unutmamak

gerekir. Baktığımızda Türkiye’nin

girişimcilikte çok büyük başarıları

var fakat ilk adım önemli olduğu


kadar, son adım da bir o kadar

önemlidir. Bu bilince sahip

olabilirsek, çok daha büyük

başarılarla dünyaya ismimizi

duyurabiliriz. Genç girişimcileri

destekleyen birçok insan var fakat

çoğu zaman girişimciler için yeterli

imkân sağlanamadığından beyin

göçü çok fazla oluyor. Daha fazla

desteklenirse, insanları daha çok

aksiyona sürükleyebiliriz.

Çevrenizden veya girişimciler

arasından kendinize rol model

olarak aldığınız bir girişimci

var mı? Girişimcilik alanında

gelecek ile ilgili planlarınız var

mı? Bu konuda kendi enerjinizi

ve motivasyonunuz nasıl

değerlendirirsiniz?

Bize göre bu toprakların en

büyük girişimcisi ulu önderimiz

Mustafa Kemal Atatürk.

Aydınlanmayı, sanayi devrimini

yaşamamış, gerilemiş ve çökmüş

bir imparatorluk üzerine, dünya

tarihinin yetiştirdiği büyük lider

Mustafa Kemal’in girişimci ruhu bu

topraklara modern bir cumhuriyeti

armağan etti.

Günümüzde kimi örnek

alıyorsunuz diye soracak olursanız,

kesinlikle Elon Musk diyoruz.

Hayat hikâyesini dinlemediyseniz

mutlaka göz atmalısınız. Afrika’da

dünyaya gelip şu anki konumuna

ulaşabilmiş, risk alan ve ileri

görüşlü bir insan. Hayattaki

değerleri çok net ve tamamen

her şeyini bu değerlere göre

şekillendiriyor. Hedefi her zaman

uzaklarda...Yani Mars’ta. Ne kadar

başarıya sahip olsa da tatmin

olmamak onu devam etmeye

sürükleyen en büyük faktör. Risk

almak ise başarıya giden yolda en

cesur olmanız ve değerlerinizden

vazgeçmemeniz gereken nokta.

Mutlaka hayatına göz atmalısınız.

O, dünyadaki sayılı insanlardan.

Red Bull Basement 2020 yarışma

süreci tamamlandıktan sonra

da olabildiğince kısa sürede

şirketleşip pazara açılmak ve

çevre bilinci konusunda halkımızı

bilinçlendirmek planlarımız

arasında. Mental ve zihinsel olarak

yorulsak da çevremizden aldığımız

pozitif destekler,

Türkiye kazananı seçilmek ve

global buluşmada ülkemizi temsil

edecek olmak bize motivasyon

kaynağı oluyor.

Her fikir değerli ve

önemlidir fakat en önemlisinin

aksiyon ve somut sonuçlar

elde edebilmek olduğunu

unutmamak gerekir."

46


47


48


49


YAZI:

RUHSAL HASTALIKLARLA İLGILI

DAMGALAMAYA KARŞI

‘ÖYLE SÖYLEME’ DIYORUZ

Günlük dilde kullanılan ve “damgalama” içeren hatalı söylemler, ruhsal hastalıklarla mücadele

eden insanlar için hastalıktan daha zarar verici bir hal alabiliyor. Abdi İbrahim Otsuka,

toplumsal damgalama ile mücadele alanını sahipleniyor ve “Öyle Söyleme!” kampanyası ile

toplumun tüm kesimlerini damgalama içeren hatalı söylemlere karşı farkındalığa davet ediyor.

Abdi İbrahim Otsuka olarak Türkiye’de psikiyatri alanında öncü ürün ve teknolojilere sahibiz.

Türkiye ilaç sektöründeki ilk ve tek Japon ortaklığı olarak kurulan Abdi İbrahim Otsuka olarak, 8 yıldır

faaliyet gösteriyoruz. Japonya’nın ilk 3 firması arasında yer alan Otsuka ile Türkiye’nin lider ilaç şirketi

Abdi İbrahim’in; geçmişi 2003 yılına dayanan güçlü işbirliği, 2012 yılında gerçekleştirilen anlaşmayla

yepyeni bir platforma taşındı ve yüzde 50 ortaklık ile Abdi İbrahim Otsuka kuruldu.

Otsuka Ar-Ge’si tarafından geliştirilen yenilikçi ürünleri; Abdi İbrahim’in, en ileri teknolojilerin kullanıldığı

GMP standartlarındaki tesislerinde üreterek tıp dünyasının hizmetine sunuyoruz. Abdi İbrahim Otsuka

olarak, her iki şirketin vizyon ve misyonlarından aldığımız güçle Türkiye ve yakın pazarlara değer katma

hedefiyle faaliyetlerimizi sürdürüyor, yenilikçi yaklaşımlar ve ilaç endüstrisine yatırım yapma tutkusuyla

çalışıyoruz.

Genç ve dinamik bir şirket olarak bugün, şizofreni, bipolar bozukluk, majör depresyon ve otizm gibi

tedavilerin yanı sıra hiponatremi, polikistik böbrek hastalığı, kemik iliği transplantasyonu, periferik

arter hastalığı gibi alanlarda ürün portföyümüz bulunuyor. Bunun yanı sıra sadece ürünlerimizle değil

gerçekleştirdiğimiz sosyal sorumluluk alanındaki birçok başarılı proje ile de hayatları iyileştirmeye gayret

gösteriyoruz. “Hasta odaklılıkla değer yaratmaya” inanarak, toplumsal sorumluluk noktasında hayata

geçirdiğimiz son derece etkili, fark yaratan projelerle, araştırmalarla çok cesur adımlar attık. Toplumsal

önyargılar, hatta çok yaygın olarak gördüğümüz toplumsal “damgalama”, özellikle ruhsal hastalıklarla

mücadele eden insanlar için hastalıkların verdiği zararın bile önüne geçebiliyor. Bu nedenle biz de

”toplumsal damgalama” ile mücadele alanını sahiplendik.

Damgalamaya karşı farkındalık oluşturmak için çalışmalarımızı hız kesmeden sürdürüyoruz.

2014 yılında Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde “Şizofreni ile Yaşam” temasından hareketle hayata geçirilen

Görmezden Gelmeyelim projesi kapsamında camo (insan vücudunun boyanarak çevrenin bir parçası

haline getirilme sanatı) sanatçısı Trina Merry’i Türkiye’de ağırladık. Trina Merry, vücutlarını boyadığı

modelleri, başta Galata Kulesi olmak üzere İstanbul silueti içine gizleyerek, görmezden gelinen gerçeklere

dikkat çekmişti. 2015 yılında ise hayata geçirdiğimiz ‘Görmezden Gelmeyelim - Tarih Öncesinden

50


Günümüze Şizofreni Serüveni’ sergisiyle bir kez daha şizofreni hastalarının görmezden gelinmesine

dikkat çekmek istedik. Bilinen birçok sergiden farklı olarak deneyim kabinleri, üç boyutlu görselleri,

gerçek canlandırmaları ile izleyenlerin son derece etkilendiği bir sergi ortaya çıktı. Sergimizle ilgili ilk

günden itibaren çok güzel geri dönüşler aldık. Bu sergiyi; İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli’ye taşıdık ve 4

yılda 2 milyondan fazla insana ulaşmayı başardık. Pandemi öncesinde, Denizbank Genel Müdürlük binası

ve Sabiha Gökçen Havalimanı sergimize ev sahipliği yaptı. Salgın sürecini atlattıktan sonra sergimizle

ilgili çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Bununla birlikte otizmli çocukların topluma entegre olmasına katkı sağlamak amacıyla hasta ve hasta

yakınlarına, internet ve sosyal medya üzerinden, konusunda yetkin pek çok uzman hekim ile hazırlanan,

güncel, pratik ve doğru bilgiye ulaşım imkanı veren Otizm Ailem projesi de on binlerce kişiye ulaştı. Abdi

İbrahim Otsuka olarak “İyileştirmeye Gönüllüyüz” mottosuyla hayata geçirdiğimiz tüm gönüllülük ve

sosyal sorumluluk projelerimizi “Adımız İyilik Olsun” çatısı ile sürdürüyoruz.

İnsan sağlığını merkezine alan bir şirket olarak, hastaların ihtiyaçlarını anlayıp, onların hayatlarını her

anlamda iyileştirmeyi hedefliyoruz. Bu kapsamda Şizofreni Dernekleri Federasyonu ile bir araya gelerek

alanında Türkiye’de bir ilk olan Türkiye Şizofreni Algısı, Bilgi Düzeyi ve Şizofreniye Bağlı Damgalama ve

Ayrımcılık araştırmasını hazırladık. Araştırmada oldukça dikkat çeken sonuçlar elde ettik. Doç. Dr. Haldun

Soygür, Prof. Dr. Köksal Alptekin, Prof. Dr. Alp Üçok ve Prof. Dr. Mustafa Yıldız’ın destek verdiği, XSight

araştırma şirketi tarafından hazırlanan araştırmada, şizofreninin toplumumuzda nasıl algılandığı, şizofreni

hakkında ne düzeyde bilgi sahibi olunduğu ile şizofreniye bağlı damgalama ve ayrımcılık düzeyi ve ilişkili

etkenler araştırıldı.

Bu araştırmanın, şizofreni konusunda farkındalık yaratmanın ötesinde, saptanan sorunlar özelinde,

bundan sonra hep birlikte çözümler ortaya koyabilmemize, güçlü ve somut adımlar atabilmemize imkan

sağlayacağına inanıyoruz.

Bu araştırmamız, dünya genelinde toplumun iyiliği için yapılan araştırmaları en verimli şekilde kullanan

kurumlara verilmek üzere düzenlenen ESOMAR Vakfı Ödülleri (ESOMAR Foundation Awards) kapsamında

“Fark Yaratma” (Making-a-Difference -Good Health and Well-being) kategorisinde birincilik ödülünü aldı.

Ruhsal hastalıklarla ilgili sözcükleri aşağılama ya da hakaret olarak kullananlara “Öyle Söyleme” diyoruz.

Ne yazık ki yıllardır süregelen çabalara rağmen, günlük dilde kullanılan ve damgalama içeren hatalı

söylemler konusu toplumun tüm kesimlerinde önemli sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Türkiye’de

450 - 600 bin arasında şizofreni hastası olduğu biliniyor. Otizm ise 2006 yılından bu yana artış

gösteriyor ve günümüzde her 59 çocuktan 1’inde görülüyor. Ülkemizde depresyon başta olmak üzere,

ruhsal hastalıklara bağlı olarak yılda 3 binin üzerinde intihar vakası gerçekleşiyor.

Ruhsal hastalıklar yaşayan bireyler ve yakınlarının yaşadığı en büyük sorunlardan biri olan damgalamayı

hepimiz gündelik yaşantımızda birebir görüyoruz. Damgalamaya karşı birçok kişi üzerine düşen

sorumluluktan ne yazık ki habersiz.

Hepimiz çocukluğumuzdan bugüne ruhsal hastalıklar konusunda pek çok önyargı ile büyüyoruz. Arkadaş

çevremiz, ailelerimiz ve iş çevremizde bu konuyla ilgili olarak önyargılar ile yetiştiriyoruz. Bu önyargıları

aştığımız günün, toplumdaki tüm bireylerin özgürleşeceği gün olduğuna inanıyorum.

Abdi İbrahim Otsuka olarak, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde başlattığımız “ÖYLE SÖYLEME!”

kampanyası; toplumun tüm kesimlerini, günlük dilde kullanılan ve damgalama içeren hatalı söylemler

konusunda farkındalığa davet ediyor. Bu konuda toplumun tüm kesimlerini yan yana, dayanışma

içerisinde olmaya çağırıyor.

Ruhsal hastalıklar yaşayan bireyler ve yakınlarının yaşadığı en büyük sorunlardan biri olan damgalamaya

(stigma) karşı dilde değişim çağrısı yaptığımız “ÖYLE SÖYLEME!” hareketine, Şizofreni Dernekleri

Federasyonu, Bipolar Yaşam Derneği, Türk Nöropsikiyatri Derneği ile Türkiye Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi

Derneği de destek veriyor.

ÖYLE SÖYLEME! hareketimizle öncelikle kendi düşünce ve sözlerimizde başlayacak bir davranış

değişikliğine çağrı yapıyoruz. Sesimizi; arkadaşlarımızı, ailelerimizi ve iş çevremizdeki herkesi, günlük

dilde ruhsal hastalıklara atıfta bulunan damgalayıcı söylemlerden uzak durması için çıkarıyoruz. Bunu

yapabilmemiz için, öncelikle hasta ve hasta yakınlarının yaşadıkları zorlukları dinlememiz ve anlamamız

gerekiyor. Özellikle hasta ve hasta yakınlarının yaşadıkları zorluklar konusunda empati yaparak ve günlük

dildeki hatalı kalıplara karşı daha dikkatli olarak hareketimize katılmalarını bekliyoruz.

Toplumun her bir bireyi olarak önyargıların yıkılabilmesi için bir şeyler yapma gücüne sahibiz. Bunun için

kamudan, basına, futbol kulüplerinden, iş dünyası derneklerine, hastanelere, tedarikçilerimize, sağlık

örgütlerine kadar çok geniş bir kesime mektuplar göndererek onları farkındalığa ve bu harekete destek

olmaya çağırdık. Önümüzdeki dönemde de gençlerle ve üniversitelerle önemli çalışmalar gerçekleştirmeyi

planlıyoruz.

Bundan sonra günlük dilde kullanılan ve damgalama içeren hatalı söylemleri kullanmamak hepimize

düşüyor. Abdi İbrahim Otsuka olarak “Öyle Söyleme” hareketini toplumun tüm kesimlerine yaymak ve

hatta küresel bir harekete dönüştürmek üzere önümüzdeki bir yıl içinde çok aktif olarak çalışmalarımıza

devam edeceğiz.

51


RÖPORTAJ

MODA STRATEJISINI

YÖNLENDIREN İŞ İNSANI:

ELIF ÇAPÇI


"Hedefin geleceği belirlemek olduğu

felsefesi ile mevcut durumu da bir yana

koymadan, gelecek üzerine yoğunlaşarak

düşünmek çok önemli."

Kariyer basamaklarını

her daim başarılı

bir biçimde çıkan

ve yaptığı stratejik

hamlelerle Beymen’e

çok önemli katkılar

sağlamış olan

başarılı iş insanı

Beymen CEO’su Elif

Çapçı’nın tecrübelerini

aktardığı bir röportaj

gerçekleştirdik.

Bilkent Üniversitesi İşletme

Bölümünden mezun olduktan

sonra Duke Üniversitesi’nden

MBA derecesi aldınız. Çalışma

hayatınıza ABD’de Signet

Bankt’ta başlayıp ardından

CitiGroup’da çalıştınız.

Günümüzde de Beymen’in

CEO’luğunu yapmaktasınız. Peki

tüm bunların dışında Elif Çapçı

kimdir? Sizi biraz daha yakından

tanıyabilir miyiz?

Bilkent İşletme Fakültesi’nden

mezun olduktan sonra Duke

Üniversitesi’nde MBA yaptım.

Ardında da Amerika’da kalarak

bankacılık alanında çalışmaya

başladım. Finans kökenliyim,

stratejik danışmanlık ve bankacılık

geçmişim var. Kariyerime

Bain&Company’de danışmanlık

tarafında başladım daha sonra

Citigroup’un New York, Brüksel

ve Londra ofislerinde çalıştım.

Citibank Türkiye’de, perakende

bankacılık operasyonun başına

geçtim. Beymen’le tanışmam ise

1988 yılında Bain&Company’deki

günlerime dayanıyor. O dönemde

Beymen müşterimizdi ve birlikte

çeşitli projelerde çalışmıştık.

Yıllar sonra yollarımız tekrar

kesişti. 2008 yılında Boyner

Holding Başkan Yardımcısı

olarak perakende sektörüne

geçiş yaptım. 2009 yılında

Beymen CEO’su oldum, bunun

yanı sıra 2016 - 2019 yılları

arasında Boyner Grup Perakende

Operasyonlarından Sorumlu

Başkan Yardımcısı görevini de

yürüttüm. 2019 yılında Beymen

ile AyMarka’nın Beymen Grup

adı altında bir araya gelmesini

takiben, Beymen Grup CEO ve

Yönetim Kurulu üyesi olarak görev

yapıyorum.

Kariyer kişinin hayatı için çok

önemli çünkü siz onu o da sizi

değiştiriyor ve dönüştürüyor.

Bugün olduğum kişi haline

gelmemde bu yolculuğun çok

etkisi olduğuna inanıyorum.

Örneğin bankacılık beni analitik

anlamda çok geliştirdi. Ardından

gelen danışmanlık dönemi stratejik

ve sonuç odaklı düşünmeyi, büyük

resmi görmeyi, hissedar ve üst

düzey yönetici seviyesinde iletişim

becerileri kazanmamı sağladı.

Citigroup deneyimi ise çok büyük

uluslararası bir şirkette çalışmanın

getirdiği dinamikleri öğretti.

Bain and Company bünyesine

katılarak Türkiye ve İsrail’de farklı

sektörlerde strateji danışmanlığı

yapmışsınız. Bu tecrübelerinize

de dayanarak, stratejiyi nasıl

tanımlarsınız? Stratejik bakış

açısının nasıl geliştirilebileceğini

düşünüyorsunuz?

Strateji; geleceği bugünden

planlamak, bunun için yollarınızı

oluşturmak ve yöntemlerinizi

belirlemektir. Nasıl geliştirilebilir

dediğimizde bu tabii yıllar içinde

kazandığımız tecrübelerle oluyor.

Danışmanlıktan gelen makro

bakış açısının ve bankacılığın

sonuç odaklı disiplinle çalışma

kültürünün bana her zaman artı

değer kattığını düşünüyorum. İş

hayatında sektörünüz ne olursa

olsun karşılaştığınız konulara

uygun bir çerçeve çizebilme ve

çözüme doğru sistemle gidebilme

yetisi size avantaj sağlıyor.

Bu bakış açısını geliştirmek

isteyenlere ilk tavsiyem, sadece

bakmak değil görmenin de

önemini kavramaları. Buna büyük

resmi görmek diyebiliriz. Bir

yandan da stratejik bakış açısı

dinamik bir olgu, bunun değişen

bir şey olduğunu unutmamak

gerekiyor. Hedefin geleceği

belirlemek olduğu felsefesi ile

mevcut durumu da bir yana

koymadan, gelecek üzerine

yoğunlaşarak düşünmek çok

önemli. Bunu sistematik olarak,

düşünce yapınıza uyarlayarak,

her olaya ve duruma stratejik

yaklaşmayı normaliniz haline

getirebilirsiniz.

2009 yılından itibaren Beymen 8

yılda 5 kat büyüme gerçekleştirdi

ve cirosu ilk defa 2016’da 1

milyon TL’yi aştı. Tüm grupta

internet satışlarının içindeki

toplam payı yüzde 12’yi buldu.

Bu başarınızda rol oynayan püf

noktalar nelerdir? Yaptığınız

yatırımlar ve verdiğiniz kararlar

çerçevesinde de düşünülünce

Beymen olarak sahip olduğunuz

başarının püf noktaları nelerdir?

Beymen, 50 yıllık geçmişi ile

bugün Türk moda sektörünün

yanı sıra dünya lüks perakende

sektörünün de önde gelen

oyuncuları arasında yer alıyor.

Aldığı birçok uluslararası ödülle

53


bugün mağazacılık alanında

dünyada sınıfının en iyileri

arasında gösteriliyor. 900’ü

aşkın dünya markasının yanı

sıra kendi markalarımız olan

Beymen Collection ve Academia’yı

modaseverlerle buluşturuyoruz.

Alexander McQueen, Bottega

Veneta, Balmain, Balenciaga,

Dolce & Gabbana, Saint

Laurent, Stella McCartney,

Valentino, Tom Ford, Victoria

Beckham gibi dünyaca ünlü pek

çok marka, Türkiye’de sadece

Beymen’de satışa sunuluyor.

Bu gücün arkasında pek çok etken

var. Öncelikle Beymen, yarım

asırlık tarihi boyunca yenilikçi ve

lider kimliği, üstün servis anlayışı,

ayrıcalıklı mağazacılık deneyimi,

koşulsuz müşteri mutluluğu

ilkesi ile Türkiye'de perakende

sektöründe pek çok ilke öncülük

etmiş ve aynı zamanda Türkiye’yi

lüks kavramı ile tanıştırmış bir

marka. Beymen’in bir diğer en

önemli özelliği de çoklu formatlı

yapısıdır. Türkiye’deki ve dünyadaki

rakiplerimizden bu özelliğimiz ile

ayrılıyoruz. Beymen mağazaları,

mono brand butiklerimiz, Beymen

Club, Beymen Seasons, Beymen.

com ve Beymen App ile hizmet

veriyoruz.Müşterilerimizi çok iyi

tanıyoruz, ihtiyaç ve talepleri için

onlarla sürekli iletişim içindeyiz,

özellikle satış danışmanlarımız

ile müşterilerimiz arasında çok

özel ve değerli bir bağ var. Sosyal

medya ve online uygulamalara

büyük önem veriyoruz. Beymen,

Academia ve Mr. Beymen

instagram hesaplarımız Türkiye’de

en çok takip edilen moda

hesapları arasında ilk sıralarda

yer alıyor. Güçlü, deneyimli ve

eleştiriye çok açık bir ekibiz,

yenilikçi fikirleri her zaman

destekliyoruz, ulaşılabiliriz,

bilginin şeffaflığına inanıyoruz. En

önemlisi Beymen Grup olarak “biz”

ruhuyla düşünebiliyoruz. Birbirine

saygı duymak, anlayış göstermek,

keyif alarak çalışmak Beymen

Grup olarak ortak değerlerimiz.

Tüm bu özelliklerimizin Beymen’in

başarısında çok önemli bir yerde

yer aldığına inanıyorum.

“Olduğunuz Her Yer Beymen”

adı altında VIP müşterilerinize

Whatsapp üzerinden online

stil danışmanlığı, alışveriş

sepetini paylaş, 24 saatte teslim,

randevulu alışveriş gibi özel

hizmetler sunuyorsunuz. Bu fikir

nasıl ortaya çıktı ve nasıl gelişti?

Bu sistemdeki gibi Beymen

olarak başka yatırımlarınız var

mı?

Geçtiğimiz yıl tüm dünyayı

etkileyen Pandemi süreciyle

değişen müşteri ihtiyaçlarına

cevap vermek için, hem

mağazalarımızı ziyaret etmek

isteyen, hem de evlerinden

çıkmadan Beymen ayrıcalığını

yaşamak isteyen Beymen dostları

için pek çok yeni servisi hayata

geçirdik. Bu servislerimizi de

“Olduğunuz Her Yer Beymen”

çatısı altında topladık. Alışveriş

keyfini evde yaşamak isteyenler

“Beymen Danışmanım” ile

diledikleri yerden “Beymen Özel

Müşteri İlişkileri Hattımızı” arayarak

ya da WhatsApp üzerinden satış

danışmanlarımızla konuşarak

tarzlarına uygun ürünleri online

olarak seçebiliyorlar. “Beymen24”

ile online’dan aldıkları ürünleri,

aynı şehirde diledikleri adrese

24 saat içerisinde ulaştırıyoruz.

“Mağazadan Teslim” servisimiz

ile online alışveriş yapan

Beymen dostlarının siparişlerini

tercih ettikleri mağazamıza

yönlendiriyoruz. Beymen.com’daki

“Sepeti Paylaş” linki ile alışveriş

sepetlerini sevdikleriyle paylaşma

fırsatı sunuyoruz. Alışveriş

deneyimini mağazada yaşamak

isteyen müşterilerimiz, “Beymen

Özel Müşteri İlişkileri Hattımızı”

veya satış danışmanlarını arayarak

“Randevulu Özel Alışveriş”

servisimiz için diledikleri gün ve

saat aralığında mağazalarımızdan

özel randevu alabiliyor, tercihleri

doğrultusunda hazırlanan ürünleri

mağazalarımızda beklemeden

keşfedebiliyorlar.

Ayrıca bu dönemde yine bir ilke

imza attık ve kendi uygulaması

üzerinden Temassız / Uzaktan

Alışveriş dönemini başlatan ilk

marka olduk. Beymen olarak

önümüzdeki dönemde de hayatı

kolaylaştıran, yenilikçi hizmet ve

servislerimizi geliştirmeye devam

edeceğiz.

Nisan ayında Beymen.com’un

sipariş hacmi ve yeni müşteri

sayısı büyük derecede bir artış

gösterdi. Dünyanın dijitalleşmesi

ve salgın süreci bizleri dijitale

yönlendirdi. Salgın ile beraber

eski alış-veriş tipinin bitip yeni

bir alış-veriş çağının başladığını

düşünüyor musunuz?

Online alışveriş, dilediğin

yer ve zamanda hızlı şekilde

7/24 ürünlere ulaşma imkânı

sunarken, mağazalardan yapılan

offline alışverişler ise kişiye

sosyalleşme ve deneyim fırsatı

sunuyor. Mağazada geçirdiğimiz

süre, ürünlere dokumak ve

denemek, satış danışmanının

54

size sunduğu servis, alışveriş

boyunca mağazada yaşadığımız

deneyim hepimiz için çok değerli.

Bu nedenle pandemi sonrası

koşullara ve satın alınacak ürün

gruplarının özelliklerine uygun

olarak müşterilerin hem online

hem de offline kanallardan hibrit

şekilde alışveriş yapmaya devam

edeceğini düşünüyorum ve bu iki

farklı deneyimin birbirinin yerine

geçmeyeceğine inanıyorum.

Bir konuşmanızda “kadının

ilerlemesi toplumun ilerlemesi”

anlamına geldiğini söylemiştiniz.

Sizce yakın gelecekte kadının

egemen olduğu bir iş dünyası

görebilir miyiz? İş dünyasındaki

cam tavan algısını kaldırabilmek

için neler yapabiliriz?

Cam tavan tüm sektörlerde söz

konusu. Bu konuda bakış açısını

değiştirmek ve sınırsız düşünmek

gerektiğine inanıyorum. Sınırlara

aldırmadığınız ve kendinizi

kısıtlamadığınız zaman belki o cam

tavana birkaç kez çarpıyorsunuz

ama inat edip devam ettiğiniz

takdirde de o tavanı kırıp

çıkıyorsunuz.

Beymen Grup’ta ayırımcılığı

kabul etmeyen, cinsiyet ve fırsat

eşitliğine dayalı bir kurumsal

kültüre sahibiz. İşe alımdan

ücretlendirmeye, terfiden

emekliliğe tüm süreçlerde

kadın erkek ayırt etmeksizin tüm

çalışanlarımıza ‘fırsat eşitliği’

sunuyoruz. 3.300 kişilik Beymen

Grup ailemizin yarısı kadınlardan

oluşuyor.

Cam tavanları yıkmak için

kadın erkek her bireyin cinsiyet

eşitliğini kültürel olarak

sahiplenmesi ve içselleştirmesi

gerekiyor. Cinsiyet eşitliğinin

toplumun tüm katmanlarında

benimsenmeden bu görünmez

tavanlardan kurtulmamız zor. Kız

çocuklarının küçük yaşlardan

itibaren cesaretlendirilmelerinin

çok önemli olduğuna inanıyorum.

Kızlarımızın; yaratıcı, üretken,

çalışan iş kadınlarını rol model

olarak almaya özendirilmeleri

gerekiyor. Toplumsal cinsiyet

eşitliği konusunda hayata

geçirilen projelere destek

vermeli, bu konuda çalışmalar

yürüten sivil toplum kuruluşlarının

yanlarında yer almalı, kadınların

iş yaşamlarına aktif katılımlarını

her platformda dile getirmeli ve

gündemde tutmalıyız.


HER ŞEYİ ARKANIZDA BIRAKIN,

DÖRT MEVSİMİ

NEF RESERVE YALIKAVAK’TA

YAŞAYIN.

www.nef.com.tr/nef-yalikavak

444 9 633

55


YAZI:

WATSONS TÜRKIYE GENEL MÜDÜRÜ

METE YURDDAŞ DIJITAL ODAĞINDA

KOZMETIK SEKTÖRÜNÜ ELE ALIYOR…

Her geçen gün gelişmekte olan dünya

düzeni bizi dijitalleşmeye yönlendiriyor ve

bizi değişimin bir parçası haline getiriyor.

Bu değişimle birlikte birçok oluşum, firma

yeni düzeni yakalamaya çalışıyor. Güzellik

ve kişisel bakım sektöründe hizmet veren

Watsons Türkiye; online alışveriş siteleri,

dijital filtreleri, özel kampanyaları ve zengin

ürün skalası ile müşterilerine keyifli bir

alışveriş deneyimi sunuyor.

Watsons olarak 60 ilde 350’ye yakın

mağaza sayımız ile Türkiye’nin önde

gelen güzellik ve kişisel bakım

zincirlerinden biriyiz. Kaliteli ve yenilikçi bir

perakende markası anlayışıyla, geniş yelpazedeki

ürün gruplarımızı, zevkli ve eğlenceli mağaza

konseptimiz ile müşterilerimizle buluşturuyoruz.

Sunduğumuz ürünler ve hizmetlerle birlikte,

bünyemizdeki 3.500’e yakın çalışanımızın da

başarısıyla müşterilerimizin hayatında pozitif bir

fark yaratmak için çalışıyoruz.

14 yıldır müşteri sayımızı ve ürün gamımızı

artırarak devam ettiğimiz bu yolculukta

yenilikçiliğimizi ve öncülüğümüzü her zaman

işimizin temeline koyduk. Çünkü Watsons

olarak sadece kişisel bakım ve kozmetik ürünleri

satmıyoruz. Biz bir yaşam, bakım ve kalite anlayışı

sunuyoruz. Bununla birlikte mağazalarımızın

lokasyonlarına da büyük bir titizlikle karar

veriyoruz. Bu nedenle Watsons Türkiye olarak

ülkemizdeki mağazalarımızı gayrimenkul yatırım

değerlerini göz önünde bulundurarak detaylı

finansal planlamalar sonucunda kiralıyoruz.

Başarımızın sırrının, müşterimizle sadece

ürünlerimiz aracılığıyla buluşmamamızda yattığını

düşünüyorum. Müşterilerimize kaliteli hizmet

ve eşsiz bir deneyim sunduğumuz için tercih

ediliyoruz. Güzellik ve kişisel bakım alanında her

ihtiyaca ve zevke uygun ürünleri, en son trendleri

müşterilerimizle buluşturuyoruz. Tüm bunlara

ek olarak bu bağı güçlendirmek ve daha da özel

kılmak için Watsons Card ile üyelerimize özel

kampanyalar ve 360 derece müşteri memnuniyeti

üzerine kurulu bir dünya sunuyoruz.

Global bir marka olmanın sağladığı avantajlardan

biri de gelişen teknoloji ve dijital trendleri

yakından takip edebilmek. Watsons Türkiye

olarak Türkiye genelindeki mağaza sayımızı

artırmaya devam ederken eş zamanlı olarak

online kanalımızdaki varlığımızı da genişletiyoruz.

Perakende sektörü başta olmak üzere birçok

farklı alanda fiziksel mağazaların ömrünün

bittiği yönünde yanlış bir düşünce var. Evet,

dijitalleşen dünya tüketici alışkanlıklarını

değiştirerek hepimizi daha fazla online bir

hayata yönlendirdi. Ancak buradaki değişim

markalarla olan fiziksel temas noktalarının

miladını tamamlandığı anlamına gelmiyor.

Şöyle ki, tüketiciler her ne kadar online’ı

hızlı ve istedikleri her an yanlarında olduğu

için tercih etseler de markaların ürünleriyle

birebir temasta olmayı da tercih ediyorlar.

Buradaki gerçek başarı ise fiziksel mağazaları

dijital dönüşüme uygun olarak müşterilerinizle

buluşturabildiğiniz noktada geliyor. Sunduğumuz

dijital deneyimin gerek mağazalarımızda gerekse

online kanalımızda onların alışveriş deneyimlerini

mükemmelleştirdiğini görüyoruz. Bu nedenle

son birkaç yıldır mağazalarımızı dijitalleştirerek

yeniliyoruz.

Watsons Türkiye olarak e-dönüşüm çerçevesinde

2019 yılından itibaren 3 yıllık büyük bir

transformasyon programına girdik. Genel

müdürlükteki , mağazalarımızdaki ve dağıtım

merkezimizdeki tüm altyapımızı yeniliyoruz.

Müşteri odaklı olarak yapılan bu transformasyon

ile müşteriye hem mağazada, hem e-ticarette,

hem de mobil uygulamada dokunacak ve

müşteri deneyimini geliştirecek yeni yazılımlarla

şirketimizin tam transformasyonunu sağlayacağız.

E-dönüşüm konusunda çok ciddi yatırımlar

yapıyoruz ve bu transformasyonu kademe

kademe devreye sokuyoruz.

E-fatura ve benzeri çalışmalar öncelikle tüm iş

süreçlerimizi hızlandırmakla birlikte kağıt atık

ve baskı israfını da en aza indirdi. Doğaya ve

çevreye duyarlı bir marka olarak dünyamızın

56


güzelliğini önemsiyoruz ve süreçlerimizi

dijitalleştirmekten büyük mutluluk duyuyoruz.

Yakın zamanda dijital dönüşüm konusunda online

siparişi mağazadan ekspres teslimat, online

siparişi mağazadan iade, mağazadan alışverişin

eve teslimatı, mobil uygulamayla mağazada

temassız ödeme gibi projelerimiz olacak.

Mağazalarımızı müşterilerimizin ihtiyaçlarına çok

daha iyi cevap verebilecek bir transformasyon

sürecine sokuyoruz. Müşterilerimize sunacağımız

deneyimi mağazalarımızda, e-ticaret sitemizde

ve mobil uygulamamızda entegre bir şekilde

birleştirecek bir yazılımsal altyapıya yatırım

yapıyoruz. Yaptığımız bu e-dönüşüm yatırımlarının

nihai amacı pürüzsüz bir müşteri deneyimi

sunmak.

Fiziksel mağaza deneyimi ile online alışveriş

deneyimini bir tutmak çok doğru olmayacaktır,

ikisinin alışveriş motivasyonları farklılaşmakla

birlikte bir noktada birbirine destek de oluyorlar.

Operasyonel tarafta offline ve online mağaza

deneyimi, satış ve hizmet yönünden birbirini

olumlu yönde etkiliyor. Ancak elbette offline

ve online kanalların etkileşimini göz önünde

bulundurursak her iki kanalda da müşteri

ihtiyaçları, talepleri ve teknolojinin gelişimiyle

doğru orantılı olarak alınacak çok yol var.

2017 yılında online alışveriş platformumuz

www.watsons.com.tr’yi açtık ve www.watsons.

com.tr, 3 yıldır müşterilerimizden büyük ilgi

görüyor. Online kanalımızı yalnızca buraya özel

geliştirdiğimiz kampanyalar ve fırsatlarla düzenli

olarak besliyoruz. Online satış operasyonumuz ilk

yılından itibaren hızla büyüdü.

Online satış kanalımızla mağazalarımızın entegre

işlediği sistemler inşa ediyoruz. Bunlardan

biri de ‘’TıklaGelAl’’. Bu sistem sayesinde

müşterilerimiz online’dan verdikleri siparişlerini

mağazalarımızdan teslim alabiliyorlar. Bu sistem

gün içerisinde evde olmayan müşterilerimizin

ürünlerini gidip mağazalarımızdan teslim

almalarına da olanak sağlıyor. Bununla birlikte

mağazalarımıza gelen müşterilerimiz diledikleri

diğer ürünleri deneyimleme ve aldıkları ürün

hakkında detaylı bilgi edinebilme imkânı

buluyorlar. Bunların yanı sıra hizmet kalitemizi

artırabilmek için çok sayıda yeni proje üzerinde

çalışıyoruz. Bu projelerin en önemlisi gönderim

seçeneklerimizi artırmak üzerine. Yakında

müşterilerimize aynı gün teslimat, randevulu

teslimat ve 1 saat içerisinde teslimat gibi

seçenekler sunmayı hedefliyoruz. Mobildeki

varlığımızı geliştirmek de yine yeni dönem

planlarımız arasında yer alıyor. Bu kapsamda

yakın zamanda müşterilerimizi yeni mobil

uygulamamız ile buluşturduk.

Online mağazamızda yaklaşık 7.000’in

üzerinde ürün bulunuyor. Bu sayı elbette ki

mağazalarımızdaki ürün sayısından az. Ancak her

ürünün online mağazamızda satılmaması ve online

mağazamızda mağazalarımızda olmayan ürünlerin

satılması müşterilerimizin tüketim alışkanlıklarına

göre belirlenmiş bir stratejinin sonucu. Bu sayede

müşterilerimizin satın alma alışkanlıklarına göre

onları fiziksel, online veya her iki mağazamıza da

aradıkları ürünleri bulabilmeleri için yönlendirerek

vakit kaybetmelerinin önüne geçiyoruz.

İşin doğası gereği online’da offline’dan daha

farklı bir yol izlemeniz gerekiyor. Mağazalardaki

kampanyaları online’a aynen taşıyoruz ve buna

ek olarak sadece online’a özel birçok fırsat ve

kampanya da sunuyoruz. Online’da performans

daha hızlı takip edildiği için burada daha çok ve

daha detaylı kampanyalar düzenleyebiliyoruz.

Örneğin tüm dünyadaki Watsons ülkelerinde

“Watsons Online Shopping Day” olarak kutlanan

8.8’de müşterilerimize online’a özel büyük

avantajlar sunuyoruz. 2019 Nisan ayında

yaptığımız 4.4 kampanyamızla e-ticaret nisan ayı

satışımızın %50’sini bir günde gerçekleştirdik.

2019 yılının başından itibaren e-ticaret kanalımız

en büyük, en fazla ciro yapan mağazamız

konumunda. Büyük kampanya günlerinde

milyonlarca Watsons müşterisi alışveriş yapıyor,

özellikle bu günleri takip ediyor ve bekliyorlar.

Watsons için özellikle Kasım ayı 11.11 ve Black

friday kampanyaları ile adeta bir online alışveriş

festivaline dönüştü.

Tüm bunlara ek olarak sosyal medyada en

çok takipçisi olan markalardan bir tanesiyiz.

Önümüzdeki dönemde de hız kesmeden blogger

iş birlikleri, müşterilerimize özel kampanya ve

sürprizler yaparak takipçi sayımızı artırmaya

devam edeceğiz.

Bununla birlikte pandemi döneminde

tester ürünlerin hijyen tedbirleri nedeniyle

raflarımızdan geçici süre ile kaldırılmasının

üzerine, müşterilerimize dijital filtreler üzerinden

ürünleri deneyimleme imkanı sunduk. Kullanıcılar

Watsonsturkiye Instagram sayfasındaki filtre

sayesinde Revolution x Sebile koleksiyonunda

yer alan 3 farklı ruj Venus Kiss, Reborn ve Get

Noticed’i evlerinin rahatlığında deneyimleme

imkanına sahip oldu. Şu an için Revolution x

Sebile koleksiyonundaki rujlarla sınırlı olan

online filtre uygulamasına, önümüzdeki dönemde

Watsons’ın sevilen birçok markasının ve

ürününün de dahil edilmesini planlıyoruz.

Watsons Türkiye olarak genç tüketicilerimizin

özellikle ilgi gösterdiği Kore Güzelliği K-Beauty

akımının da Türkiye’deki öncü markasıyız. Pure

Beauty, Frudia, Scinic, SNP gibi Kore’nin en

sevilen güzellik markaları Türkiye’de sadece

Watsons aracılığı ile müşterileriyle buluşuyor.

57


SÜREKLI MOTIVASYON İÇIN

BAŞLANGIÇ NOKTASI

YAZI:

SAADET ŞEN

Motivasyon Konuşmacısı, Girişimci

Günlük koşuşturmalar, kaygılar, acabalar içinde hayat enerjimizi kaybediyoruz. Olaylar

karşısında kontrolümüz, odaklanma gücümüz zayıflıyor. Duygularımızdaki eksilmeyi fark

edemiyoruz bile. İyi hissetme kararlılığımızı yitiriyoruz. Bedensel birtakım sorunlarla -kas,

eklem ağrıları, uyku beslenme sorunları- boğuşmak, tükenmişlik hissi ile buluşturuyor bizleri.

İyi görünmeye çalışmak! Bunun için “çalışıyor olmak” enerjimizi alıp götüren asıl faktör. İyi

olmak için doğal akışı nasıl başlatabiliriz?

Sizin de çevrenizde kendini çaresiz hisseden, çözümsüz olduğunu düşünen ve bunu kabul eden insanlar

var mı? Zamana yetişemeyen, aklı karışmış, işlerin yoğunluğunda kaybolmuş, mutsuz ve yorgun kişiler. Bu

durum kırılganlığa, alınganlığa, hassaslaşmaya ve hastalanmaya sebep oluyor. İş dünyasında zaman, enerji

ve maddi kayıplarına mal oluyor. Ya kişinin özel hayatında nelere mal oluyor?

Sosyal ortamlar için dizayn edilmiş olan insan, sosyal mesafelerde, ekranlarda kurduğu göz temasıyla ne

yapabilecek ve kendi motivasyonunu nasıl güçlü tutabilecek?

İnsanlık tarihi boyunca, ilerlemeyi başarabildiysek -ki

hep krizler çıktı Adem ile Havva’dan bu yana- sanırım

içimizden bazıları farklı düşündü, farklı baktı ve

diğerlerinin yapmadığını yaptı: Harekete geçti.

Farklı eylemler farklı sonuçlar getirir!

Tüm hayatı bir anda değiştirecek o şeye hemen

şu anda başlayabiliriz. Bakış açımızı değiştirecek,

duygu durumumuzu, tutumumuzu ve düşüncelerimizi

değiştirecek. Sadece bizim değil çevremizdekileri de

etkisi altına alacak, enerjimizi yenileyecek ve durumu

dönüştürecek olan o şey: Soru Sormak!

Hep soru soruyoruz kendimize içten, derinden. “Neden

ben, neden istediğim gibi değil? Neden...?” Bu tarz

sorular elimizdeki gücü de bizden alır.

Kendi yetersizliklerimiz, beceriksizliklerimiz hakkında

sorduğumuz sorular, (ya da iyi olmayan takımımız,

ailemiz) durumu düzeltemeyeceği gibi daha da kötü

58


yapacaktır. İstediğimiz sonuçlar için odaklanırsak

gerekenleri fark edebiliriz.

Sadece yaptıklarımızdan değil yapmadıklarımızdan

da sorumluyuz hayatta. Sorduğumuz sorular

kadar, sormadıklarımızda etki gücüne sahip.

Planlarımızda bir duruma, olaya, ya da

kişiye bakış açımızı değiştirmek, her sonucu

değiştirecek kadar etkili olabiliyor.

“Neden bunu yaşıyorum” dediğimizde bu

nedenlere odaklanmak odağımıza merkezlediğimiz

olumsuzlukları kronikleştirir. Çözüm getirmediği

gibi, yaşanan olumsuzluğu körükler. Nasıl

değiştirebilirim sorusu ise çözümü getiren

yaklaşımdır. Beni ne iyi hissettir sorusu ise

sadece iyi hissettiren ve hissettirecek olanı

getirir. İyi hissettiren tecrübeleri düşünürken

bedeniniz o anlardaki gibi güvenli, dik ve neşeli

olur. Bu nedenle konuşurken, plan yaparken,

stratejilerinizi hazırlarken ve uygularken

seçtiğimiz kelimeler kişisel tercihlerimizin

kalitesini oluşturur. Bedenimizin duruşu, özenle

seçtiğimiz düşüncelere uyumlanır. Duygularımız

ise seçtiğimiz düşünceleri takip eder. Böylece

iç içe geçmiş bir döngü başlar. Nefesimiz

duygulara uyumlanır, tüm beden ritmimiz; içinde

bulunduğumuz aklımızın getirdiği hatıralara

dönüşür.

Farkında olmak, şu anın içinde kalarak

seçmek, kontrolü bize geçirir. Ne istiyoruz,

nasıl hissetmek, neyi deneyimlemek, ne kadar

güçlü olmak, nelere teşekkür etmek istiyoruz.

Yaşadıklarımızdan ne öğrenebiliriz ki tekrar

yaşanmasın.

Bir daha ki sefere neyi farklı yapacağımızı

biliyorsak, öğrendik demektir.

Ancak güçlendirici sorularla, bizi güçlendirecek

cevaplara ulaşabiliriz.

Öyle ise soruları değiştirerek işe başlayalım.

“Önümüzdeki 5 yıl içinde dünya nerede olur, ben

nerede olmak istiyorum?

“Nasıl bir plan beni, istediğim hayata, başarıya,

güce ya da sevgiye götürür?” “Hangi konuda

kendimi geliştirirsem rekabet üstü olurum?”

“Gerçekte yapmakta olduğum şey için yeterli

miyim, yeterli olduğum şeyler neler, hangi

konularda yeterli olmak beni heyecanlandırır?”

“Zamanım, enerjim ve param tam olarak doğru

yönde mi?”

Benim öğretmenim “Zamanın, enerjin ve paran

nereye gidiyorsa, o sensin.” derdi. Bu kaynağı

gerçekten önem verdiğin, iyi hissettiğin şeylere

harcadığından emin olmak için soruların hazır mı?

Sokrates öğrencilerine sorular sorar, kendilerinin

cevaplarını bulmalarını sağlarmış. Koçluğun

başlangıcı olan bu tarz, bana kalırsa, iyi

sonuçlar getirmesinin nedeni de aslında. Benim

öğretmenimin dediği gibi “Bu gezegende akıllara

nazar değmiyor çünkü kimse kimsenin aklını

beğenmiyor.” Bu nedenle iyi bir sorudan sonra

kendi doğrusunu bulan kişi, motivasyonunu da

kendini de güçlendirmiş oluyor.

Başarılı insanların daha iyi sorular sormaları,

onlara daha iyi cevaplar getiriyor. İstedikleri

sonuçlara ulaşmak için soruyorlar. Gelen

cevapları yol haritalarına ekliyorlar. Buna düzenli

bir ayarlama süreci olarak bakmak gerekiyor.

Sürdürülebilir bir motivasyon için, kendimizi

sürekli akort etmemiz gerekiyor.

En iyi motive etme yöntemi güçlendirici sorular

sormaktır.

Hayatımızı kaliteli yaşamak, verimli kılmak, değerli

kılmak için; sorularımızın- cevaplarımızın bize bir

yol haritası sunacağını bilerek güçlenebiliriz.

Hızla yitirdiğimiz motivasyonumuz sorular

sayesinde dengelesin ki, çevremizi de

yapılandırsın. Öyle bir zamandan geçiyor ki

dünya sadece kendi motivasyonumuz yetmiyor

artık, takım arkadaşlarımızı, müşterilerimizi aile

üyelerimizi de motive etmemiz gerekebiliyor.

Hamurumuza katılmış bir yeteneğimiz var

ancak ona ulaşmak için yapmamız gereken de

var. Bunun için içinde bulunduğumuz duygu

güven olmalı. Esneklik, uyumlanma ve eylem.

Düşüncelerimizi hareket ettirmezsek, durgun

bir gölün bir müddet sonra kirlenmesi,

ağırlaşması, berraklığını yitirmesi gibi,

düşüncelerimiz de kirlenecek.


Mutlu olmak istiyorsak, bunu düşünmeye değer

bulurduk. Belki de denemeye değer bulurduk.

Nasıl mı?

Hemen şimdi sizi mutlu, başarılı, yeterli

hissettiren anlara, durumlara, konulara

odaklanmaya ne dersiniz?

İşte bu tam da istediğimiz başlangıç noktası.

Destekleyici, yapılandırıcı, harekete geçirici. Bir

lazer gibi, odağımızı en iyi şekle yoğunlaştıralım.

Hareket noktamız, değerli bir

soru sormak!

İyi hissetmek istemiyorken bile iyi hissettirecek,

bakış açımızı saniyeler içinde değiştirecek.

Gerçek potansiyelimiz ortaya çıkaracak,

performansımızı arttıracak, bizi daha enerjik,

daha mutlu kılacak sorular neler olabilir?

İlk önce bilmeliyiz, kendimizi iyi hissettirecek

neler var hayatımızda. An itibari ile kimler

yerimizde olmak ister? Bizi daha iyi hissettiren,

hayatımıza zevk, keyif katacak ne değişiklikler

hazırlayabiliriz kendimize. Başkaları için

gösterdiğiniz özeni, kendimize de gösterme

gayretine davet ediyorum sizi.

Okuduğumuz metin, dinlediğimiz müzik,

yediklerimiz, içtiklerimiz, gördüklerimiz;

davranışlarımızı, duygularımız, beynimizdeki

biyokimyasalları etkiliyorsa, bize iyi seçenekler

getirecek sorular ile başlayabiliriz.

Sorular armağandır. Kör noktaları görünür kılar.

SIR: Odağımızda ne varsa, onu gerçekleştireceğiz.

Potansiyelin darboğazı, vizyonumuzdur.

Gelecek bizden ne istiyor olacak? Kusurlarımız

yeteneğimiz olabilir mi? Tüm alışkanlıkların,

deneyimlerin hızla değiştiği bu zaman diliminde,

yeni beceriler için meydan okumaya hazır mıyız,

dar kalan bir vizyon bizi geleceğe taşıyabilir

mi? Vizyonu genişletecek çevreye sahip miyiz?

Değilsek eğer bu çevreyi oluşturmak için ne

kadar hevesliyiz?

“Etrafınızdaki beş kişinin ortalamasısınız” diyor

Jim Rohn. Bizi destekleyecek, güçlendirecek,

derinleştirecek kişileri nasıl buluruz?

İşinde iyi olanların da dahil olduğu bazı anlar var,

tıkanıklık yaşadığımız. Bu daha iyi olma yolunda

olduğumuzu gösteriyor. Çünkü alçak bir tepeden

yüksek bir dağa tırmanmak için, önce vadiye

inmemiz gerekiyor.

Bu açı güç ve kararlılığı getiren açı. Bu açıya

hemen hepimizin, hemen her gün ihtiyacı var.

Bizim, takımımızın, ailemizin, sevdiklerimizin,

ülkemizin, bu gezegenin…

Her gün dikkatimizi dağıtacak durumlara,

caydırıcı etkenlere karşı bizi güçlendirecek

sorular olmalı hayatımızda:

İşimizi daha az efor sarf ederek sonuçlandırmayı,

Odağımızı korumayı,

Daha verimli çalışmayı,

Beklentilerin getirdiği stresi yönetmeyi,

Zamanı yönetecek bilgiye ulaşmayı,

İlham verici bir şeyler yapmak için heveslenmeyi,

“Nasıl, nerede, ne zaman, kimlerle “cevaplarını

bize getirecek sorular.

60


61


YAZI:

KUANTUM FIZIĞININ

YARATTIĞI YENI

TEKNOLOJILER

Yarı-iletken devreler, Manyetik Resonans (MR) cihazları, lazer… Temellerini kuantum

fiziğinden alan ve günlük hayatımıza entegre olmuş teknolojilere birer örnektirler.

Artık kuantum fiziğinin o sezgilerimizi zorlayan uçuk özelliklerinin de hayatımızda yer

almasının tam zamanı!

METE ATATÜRE

Türk Fizikçi ve Akademisyen

“Düşünce Deneyi” kavramı, özellikle 20. yüzyılın

ilk yarısında Einstein, Bohr, Schrödinger ve

daha nice ünlü bilim insanının tartışmalarında

yer alır. Kavram adını, gerçek yaşamda ya da

laboratuvarda gözlemleme imkanımız olmayan

olgulardan alır. Yani hayal gücümüzü zorlayarak

“Yapılamaz, ama bu deneyi yapabilseydik

sonucu ne olurdu?” minvalinde sorular sorma

pratiğidir. Yıllarca bu “yapılamaz” diye varsayılan

deneyler arasında, tek bir atomu her şeyden

izole edip özelliklerini inceleyebilmek ve

ışığın temel parçacığı kabul edilen fotonu tek

başına gözlemleyebilmek vardı. 20. yüzyılın

ilk yarısı bu hayal gücüyle üretilen düşünce

deneylerine adanmışken, ikinci yarısı bu

deneylerin gerçekleştirilebildiği muazzam bir

dönem oldu. 21. yüzyılın henüz ilk çeyreğinde

kuantum fiziğinin en uçuk özelliklerini bırakın

gözlemleyebilmeyi, teknoloji geliştirmekte

kullanabilir bir noktaya geldik. Bu teknolojiler

neler mi?

ZORU ÇÖZEN BILGISAYARLAR

Temelini kuantum fiziğinden alan geleceğin olası

teknolojileri için verilen en popüler örnekler

arasında şüphesiz kuantum bilgisayarlar yer

alıyor. Zor sayılan bazı problemlerin çözümünü

bugünün bilgisayarlarından daha hızlı çözme

gücüne sahip olmasını beklediğimiz bu

bilgisayarlar hayata geçirildiğinde, doğrudan

etki edeceği konular arasında faktörizasyon,

optimizasyon ve örnekleme gibi problemler yer

almakta. Ancak bu tür problemleri çözebilmek

için daha önümüzde uzun bir yol var. Fizikçiler

kuantum hesaplama kavramının doğuşundan beri

çok iyi kalitede kuantum bitler üretebilmeye

odaklanmıştı. Gerek atomlar ve iyonlar, gerek

yarı-iletkenler ve süper iletkenler, birçok kuantum

bit olarak tanımlanabilen sistemleri içermektedir.

En iyi kalitede kuantum bit elde etmek tabi ki

önemli, ama binlerce hatta milyonlarcasını bir

araya getirmek zorunda olduğumuz düşünülürse

daha verimli çalışan algoritmalar gibi faktörlerin

de önemli olacağını görüyoruz. Yine de 100

gibi çok daha az sayıda kuantum bit kullanarak

ve hesaplama hatalarını düzelten algoritmalar

kullanmaya gerek kalmadan da kuantum

hesaplamanın meyvelerini toplayabilmemiz

mümkün. Bu bağlamda yakın zamanda en heyecan

verici başarı, Kuantum Üstünlük (ya da Kuantum

Avantaj) dediğimiz psikolojik eşiğin deneysel

olarak geçilmesi oldu. 2019 yılında Google süper

iletken kuantum bitlerle, 2020 sonunda ise

Çin’de Jian-Wei Pan ve ekibinin tekil fotonlar

kullanarak gösterdiği kuantum avantaj, bu konuda

geleceğe çok daha iyimser bakmamıza iyi birer

neden oldular.

TAM GÜVENLI İLETIŞIM

Kuantum bilgisayarların bir hedefi faktörizasyon;

yani büyük bir sayıyı çarpanlarına ayırabilmedir.

Bu kendi başına önemli bir konu çünkü uzun

süredir ‘’güvenli iletişim’’ için kullandığımız

şifreleri çok kısa bir sürede kırabilmeyi

beraberinde getiriyor. Dolayısıyla şimdiden bu

riske karşı önlemler alınmaya başlandı bile, ki

bununla ilgili bir yaklaşım da iletişimi temelden

güvenli hale getirmek yine kuantum fiziği

sayesinde!

Kuantum Fiziğinin yine sezgilerimize aykırı

bir özelliği, kopyalanamama özelliğidir. Yani

bir nesnenin kuantum durumunu tek seferde

62


her şeyiyle başka nesnelere kopyalamak

mümkün değil. Bu kulağa garip gelen özelliğin

en doğrudan yarar sağladığı konu güvenli

iletişimdir. Bugün kıtalar arası iletişimde, gerek

okyanus tabanındaki fiber optik kablolarda,

gerek yer-uydu arası iletişimde kullanılan bilgi

aracı ışık (yani 1960 yılında icat edilen lazer)

ilk kuantum teknolojilerinden yalnız biri ve

günlük hayatımızda yaygın iletişimin temelini

oluşturuyor. Ancak güçlü lazer darbelerine

kodlanmış bilgiye “kulak misafiri” olmak zor

değil. O yüzden gittikçe daha karmaşık şifreleme

kullanmamız gerekiyor. Kuantum iletişim, bilgiyi

güçlü lazer darbeleri yerine tekil fotonları

kodlayarak ulaştırmayı hedefliyor. Prensipte

bugünkü lazer sistemleriyle aynı olsa da, temel

fark tek bir fotona kulak misafiri olamayacağımız.

Yani bir fotonu gözlemlemeden taşıdığı bilgiye

ulaşmamız mümkün değil, kopyalamamız zaten

mümkün değil. O yüzden foton bazlı iletişimde,

araya istenmeyen kulak misafiri girmeye

çalıştığında anında haberimiz olabilir. Bugün ID

Quantique ve Toshiba’nın yanı sıra birçok şirket

kuantum iletişim ve kriptoloji sistemleri veya

parçaları üretmekte.

YENI SENSÖRLER

Kuantum fiziğine dayalı sensörler, belki de

hayatımıza diğerlerine kıyasla en kısa sürede

girebilecek kuantum teknolojisi. Kuantum

sistemlerini daha iyi kontrol edebilmek ve var

olan kuantum özelliklerini dış etkenlerden

koruyabilmek için geliştirilmiş reçetelerin, bu

kez ölçüm yapmada kullanıldığı alan. Kullanımı;

elmas çiplerle nano boyutta MR ölçümlerinden,

soğutulmuş atom gazlarıyla kütleçekim

ölçümlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.

Sensörler konusunda ticarileşme de çoktan

başladı. Bu konuda laboratuvardan ürüne ulaşan

yolda özellikle elmas bazlı ölçümler için ‘’QNami’’

ve ‘’QZabre’’ önde gelen şirketlere iki örnek.

Soğutulmuş atomların kütleçekim değişikliklerine

çok hassas olması, yeraltı ölçümlerinde ve inşaat

sektöründe kalite kontrol için bir fırsat yaratıyor.

Son birkaç senedir prensipte çalışabileceği

gösterilmişti. Şu an çabalar, maliyeti düşürme

ve daha taşınabilir boyuta indirebilme üzerine

yoğunlaşmış durumda.

KUANTUM METROLOJI

Metroloji de yine ölçüm amaçlıdır ancak hedefleri

çok daha temel olgular; örneğin zamanı daha

hassas ve daha kesin ölçmek gibi. Bu konuda

uzun süredir devam eden çalışmalar sonucu

sezyum ve potasyum gibi atomların enerji

seviyeleri arasındaki geçişi baz alarak zamanı

yeniden tanımlama fırsatımız hali hazırda mevcut.

Bu metotla zamanı o kadar hassas seviyede

ölçebiliyoruz ki, bu kuantum saatin bir saniye

geri kalması için en az 15 milyar yılın geçmesi

gerekiyor. Dünyamızın yaklaşık 4.5 milyar

yaşında olduğunu düşününce, ne seviyede bir

hassaslıktan bahsettiğimiz daha iyi anlaşılabilir.

Bu kadar az hatayla zamanı ölçmek, aslında

zamanı tanımlamak demek, ki zaten 2019 yılından

beri saniye (yani zaman) resmi olarak bu sezyum

atomlarına dayanan kuantum teknolojisiyle

tanımlanıyor.

Laboratuvardan Endüstriye: Düşünce Deneyinden

Cebinizdeki Teknolojiye Kanada, Avusturalya ve

Singapur, kuantum fiziğinin üretebileceği yeni

teknolojilere hatırı sayılır fon ayıran ülkeler olsa

da; Birlesik Krallık, Almanya, ABD ve Avrupa

Birliği’nin son beş yıl içinde sadece bu alana

yaptığı yatırım yaklaşık üç milyar dolara ulaştı.

Buna paralel olarak, özel sektörde de bu alana

ciddi yatırımlar söz konusu. 2017 ve 2018’de

özel sektör tarafından yapılan yatırım yarım

milyar dolar ve bu rakam katlanarak artmakta.

Kuantum teknolojileri alanında öncü şirketler

onlarca yıl öncesinde kurulmuş olsa da, son

beş yıldaki ilerleme de fonlamayla ilintili olarak

hızlandı. IBM ve Google gibi dev aktörlerle

yarışan yeni şirketler arasında özellikle IonQ,

Rigetti, Honeywell ve Xapata Computing dikkat

çekiyor. Hepsinin ortak noktası ise akademik

araştırma laboratuvarlarından çıkmış olmalarının

yanında, akademik laboratuvarlarda yaratması

çok zor olan interdisipliner ekiplerle çalışıyor

olmaları. Kuantum fiziğiyle ilginç oyunların

sadece kuantum fizikçilerine kaldığı dönemin

sonuna geldiğimizi görmek çok zor değil. Artık,

bir kariyer fırsatı olarak kuantum teknolojilerinde

herkese yer var!

63


RÖPORTAJ

TASARIMLARIYLA

SANATINI KONUŞTURAN İSİM:

OKAN OKTAY

64


Tasarımcılık kariyerine

erken yaşlarda başlayan

ve farklı kültürlerin iş

disiplinlerini tecrübe

ederek daima kendini

geliştiren Magnet

Creative Sanat

Direktörü Okan Oktay ile

tasarımda dijitalleşme

ve deneyimleri hakkında

konuştuğumuz keyifli bir

sohbet gerçekleştirdik.

2017 yılından beri Magnet

Creative de sanat direktörü

olarak çalışıyorsunuz ve çok

güzel işler başarıyorsunuz.

Tasarımcı olmaya nasıl karar

verdiniz? Tüm bu yaratıcılığın

arkasındaki Okan Oktay kimdir?

Nelere ilgi duyar?

İstanbul’da doğup büyümüş bir

çocuk olarak, erken yaşlarımdan

itibaren, yaratıcılık benim için

hep ön planda olmuştur. İlkokul

dönemimden beri resim, müzik

gibi sanat alanlarında büyük

heyecan yaşayarak üretkenliğimi

ortaya koymaya çalışırdım ve

hatırlıyorum da öğretmenlerim

tarafından takdir görürdüm.

Daha ortaokuldayken grafik

tasarım alanıyla tanışmıştım ve

o zamanlar mesleki konuşmalar

yapan bir öğretmenim tarafından

ilk defa sanat yönetmenliğinin bu

alanda çok yönlülüğü hakkında

ve geleceğin mesleği olacağı

hakkında bilgi edindiğimde; o

an kafamda kurduğum kariyer

planım için öncü olmuştu ve

sonraki dönemde tamamen bu

yönde atılımda bulunmak adına

planlarımı oluşturmaya başladım.

Tabii ki hayat zordu ve bu alanda

ilerlemek benim için hiç kolay

olmadı. Babam yıllarını inşaat

sektörüne adamış bir girişimci ve

onun gözünde benim geleceğim

için kurduğu plan mimar ya

da inşaat mühendisi olmamdı.

Mimarlıkta ilgi çekici olabilirdi

benim için fakat farklı disiplinleri

birleştirecek çok yönlü bir kariyere

sahip olmak benim için öncelik

oldu. Üniversite dönemine

kadar, bir çok sanatsal aktiviteye

katılarak kendimi geliştirmek

adına elimden gelen bütün çabayı

ortaya koydum. Bu bahsettiğim

görsel sanatlar alanlarıyla birlikte

moda, müzik, drama, yaratıcı

metin üretmek ve dans etmek gibi

çeşitli alanlar da içeriyordu. Daha

küçük yaştayken dizinin dibinden

ayrılmadığım annemi kaybetmenin

hüznü içerisinde zorlu bir

çocukluk dönemi geçirdim. Fakat

yaşadığım bu zorluk benim için

büyük ölçüde ilerletici bir etken

oldu. Akranlarım arasında hep

daha fazla çalışmam gerektiğinin

bilincindeydim. Üretkenlik

kendi dünyamda sorunlarımdan

uzaklaştıran iyileştirici bir alan

haline geldi. İlk olarak lisans

hayatıma başladığımda büyük

ölçüde maddi sıkıntılar çekmeye

başladık ve farkına vardım ki

hem hayatımı idame ettirmek

hem de eğitimime devam etmek

benim kendi görevimdi, zaman

kaybetmeden para kazanmaya

başlamalıydım. O zamanlar okula

devam ederken birçok öğrenci

gibi yarı zamanlı bir iş bulup okula

ağırlık vermektense kariyerimde

vakit kaybetmemem gerektiğine

karar verdim ve geçinebileceğim

kadar minimum bir ödemeyle

kendi alanımda junior olarak

çalışmaya başladım. Gece gündüz

demeden çalışıyordum fakat para

için değil öğrenmek ve kendimi

geliştirmek için.

Para hiçbir zaman amacım

değildi, önemli olan başarılı

olmak ve başarılı işlere imza

atabilmekti. Çok çalışıp çok

üreterek zamanla daha nitelikli

işler üretebileceğimin bilinciyle

yoluma devam ettim. Sonraki

süreçte, bu durum okuduğum

görsel iletişim tasarımı bölümünde

notlarımı etkiledi.Çünkü işe ağırlık

verirken çoğu zaman derslere

katılım gösteremiyordum ve sonuç

olarakta okulu bırakmak zorunda

kaldım. Bu konuda hiçbir zaman

pişman olmadım çünkü işi işte

öğrenmiştim ve mentor olarak

gördüğüm kişiler de girişimimi

onaylıyorlardı. 2013 yılında kesin

olarak başladığım kariyerime

2015 yılına kadar Türkiye’de

devam ettim. 2015 yılında tatil

amaçlı gittiğim Birleşik Arap

Emirlikleri’nde, Dubai’yi ziyaret

ettiğim sırada aldığım iş teklifiyle

orada kalmaya karar verdim.

İlk dönemde bir prodüksiyon

şirketi bünyesinde reklam

kampanya projelerinde çalışırken

daha sonrasında Omnicom Media,

Resolution MENA bünyesinde

65

içerik tasarımcısı olarak 2017 yılına

kadar kariyerime devam ettim.

Sözleşmemin bitmesi ve çalıştığım

ekibin şirket bünyesinden

ayrılması sonucu, arkadaşlarıma

ve aileme olan özlemimin de

etkisiyle ülkeme temelli geri

dönmeye karar verdim. Hemen

sonrasında tanıştığım Magnet

ekibinin sıcaklığı sonraki dönemde

çalışmalarıma İstanbul’da

devam etmem için beni ikna

etti. O günden beri birlikteyiz ve

geçirdiğimiz zamanda yaptığımız

işlerlerle birbirimize kattıklarımız

için çok sevdiğim ekibime

minnettarım.

Dubai’de geçirdiğiniz

üretkenlikle dolu iki yıldan sonra

Türkiye’ye dönüşünüzde,

gitmeden önceki Okan Oktay

ile Dubai’yi deneyimleyen Okan

Oktay arasında fark oldu mu?

Kendinizde ne gibi farklılıklar

gözlemlediniz?

Dubai gibi birçok farklı ulustan

gelmiş insanlara ev sahipliği

yapan bir şehrin bana kattığı

en büyük özellik iletişimde

kendimi geliştirmek oldu. Burada

bahsettiğim yabancı dil değil

iletişimin bizatihi kendisi çünkü

bir dili konuşmak, kişiler arasında

iletişimi sağlamak için yüzde

yüz yeterli değildir. Kişilerin

kültürlerine, gündelik yaşamlarına

dair bilgi sahibi olmanız gerekir.

Dünyanın herhangi bir yerinde

bu durum bulunduğunuz şehri

de miras ve kültürel izleriyle

algılamak ve o şehrin insanlarıyla

iletişime geçmek daha kolay

olabilirken Dubai gibi multikültürel

bir şehirde bunu yapmak

daha zordur. Aynı anda bir çok

medeniyetten insanla iletişim

kurmaya çalışmak ve her birinin

farklı iş disiplinini anlayamaya

çalışarak birlikte ekip işi yapmak

zorlayıcı olduğu gibi iletişim

kurmak konusunda kendimi kısa

sürede daha hızlı geliştirmemi

sağladı ve bunun işime olan katkısı

da çok büyük tabii ki.

"Başarı, içinizde bulunan

yetenekle efor sarf ederek

üzerine eklediklerinizdir

ve sizi ulaştırdığı

tatmin olma duygusu sahip

olduğunuz tutkudan gelir."


Bundan 20 yıl önceki tasarımlarla

şu an da neredeyse tamamen

dijitalleşen dünyamızdaki

tasarımlar arasındaki temel

farklar nelerdir? Dijitalleşmenin

sanat üzerindeki etkisi hakkında

ne düşünüyorsunuz? Sizce

ilerleyen zamanlarda nasıl

değişiklikler olacak?

Genel bir değerlendirme

yapacak olursam eğer 20 yıl

öncesiyle şimdi arasındaki

fark çoğunlukla kullanıcı

deneyimleri ve geribildirimleriyle

trendlerin gelişmesi olabilir.

Bizler tasarımlarımızı değiştiren

trendlerin modern işler

olduğunu düşünürken aslında

çağdaş olan trendlerin birçoğu

geçmişimizden gelen ve ilk

çağlardan beri kullanılan

görsel öğelerin aktarımının

sonucunda oluşmaktadır.

Örneğin günümüzde geçerli bir

dil olan Flat Design kavramının

izlerini antik çağlarda kullanılan

Hiyerogliflerde görebiliriz.

20 yıl öncesine baktığımızda

kullanıcı deneyimlerine ulaşmak

günümüzdeki kadar kolay değildi

bu yüzden tasarım örneklerinde

de büyük yığılmalar, aşırı detaylı

işler, derinliğin fazlalığı ve

önemi gibi birçok ayrıntıdan

bahsedebiliriz. Günümüzde ise

daha minimal tasarımlar, daha

kalın ve düz yazılar ön planda.

Bunun bir başka sebebi de

kullanılan cihazların farklılığı ve

uyum sorununa aranan çözüm

aslında. Sanat üzerine etkisi ise

bambaşka bir mesele fakat yine

burada deneyim söz konusu.

Geleneksel sanatın günümüzde

oluşturduğu doyum ile farklılık

yaratmak adına daha farklı

duyulara hitap arayışı diyebilirim

dijitalin sanat üzerine olan

etkisine.Şahsen yakın gelecek için

geçmişte yaratılanların üzerine

çok yeni ve bilinmeyen etkilerin

ekleneceğini düşünmüyorum fakat

uzak gelecek için inançlarımdan

biri analog işlere geri dönüş

olacağı ya da benzer bir hissiyatla

üretim olacağıdır.

"Bence önemli olan

farkındalık ve özgüven için

içsel yatırım."

Profesyonel yaşamda tasarım

anlayışınız ile müşterinin

beklentileri veya kararları

arasında nasıl bir denge

kuruyorsunuz? Tasarım

sürecinde başkasının etkisi

altında kalmamak ve kendinizi

tekrar etmemek için neler

yapıyorsunuz?

Burada anahtar nokta benim

için samimiyet ve inandığım

değerlerin arkasında durmak.

Özellikle bizim sektörün önemli

sorunlarından biri müşterilerin

profesyonellere olan ihtiyaçlarını

tam olarak anlayamaması

olduğunu söyleyebilirim. Benim

buna çözümümüm müşterilerimle

aramda samimi ve güçlü bir

iletişim kurmak. Bu sayede

müşterilerimin bana ve yaptığım

işlerin başarısına olan güvenleri

ve kendi inandığım değerlere

olan saygılarıyla, orataya çıkan

işlerin temeli sağlam ve gelişime

açık oluyor. Tasarım sürecinde

en önemli nokta benim için

yine iletişim. Bahsettiğim

iletişim sadece müşteriyle ya da

çevremdeki kişilerle olan iletişim

değil; aynı zamanda etrafımdaki

maddelerle, nesnelerle, doğayla

ve enerjiyle olan iletişimden

de geçiyor. Bir işe başlarken

özellikle başkalarının yaptığı iş

örneklerine bakarak başlamayı

pek doğru bulmuyorum. Bunun

yerine kendimi sokağa atıyorum,

insanlarla sosyalleşiyorum,

doğa yürüyüşü yapıyorum

farklı detaylara göz atıyorum

ve işin başına geçtiğimde

gördüklerimden, bana geçen

enerjiden ilham alıyorum.

Geçmişte daha farklı iş

deneyimleriniz oldu mu? İleride

farklı bir sanat dalında bir şeyler

yapmayı düşünüyor musunuz?

Çok yönlü bir sanat bakış açısına

sahip olabilmek adına bireyde

bulunması gereken temel

yetkinliklerin neler olduğunu

düşünüyorsunuz?

Evet oldu, 2016 yılında If! İstanbul

bağımsız film festivalinde fuaye

koordinatörlüğü yaptım, 45 kişilik

bir ekibin başındaydım. Aşırı

yorucu ve stresli bir iş olmasına

rağmen en keyif aldığım işlerden

biriydi diyebilirim. Yine aynı

yıl benzer bir şekilde İstanbul

Moda haftasında Backstage

koordinatörlüğü yaptım. Bu

işlerde bulunma amacım iletişimin

hayatımdaki besleyici rolü oldu.

66

Sonraki yıllarda beni besleyen çok

güzel arkadaşlıklara ve hayatımda

ilham yaratacak farkındalıklar

yaşamamı sağladı. Müzikle ve

dansla ilgileniyorum, geleceğim

için kurguladığım bazı sanat

projelerim var şu an için tamamen

kendimi geliştirmeye odaklıyım.

Bence önemli olan farkındalık

ve özgüven için içsel yatırım.

Farkındalık için kendinizini ne

kadar açarsanız geri dönüşü o

kadar çok oluyor ve ne istediğinizi

anlamanızı, hangi konuda ne kadar

başarılı olabileceğinizi anlamanızı

sağlıyor.

"Çevremde ve doğada bulunan

farklı detaylara göz atarak

gördüklerimden ve bana geçen

enerjiden ilham alıyorum."

Bu mesleği yapamaya karar

verdiğiniz güne dönecek

olsanız, kendinize nasıl bir

tavsiye verirdiniz? Kendinizden

yola çıkarak İleride bu mesleği

seçmek isteyen gençlere ne gibi

tavsiyelerde bulunmak istersiniz,

sizce gelişim süreçlerini en

verimli nasıl geçirebilirler?

Aslında bunun için kesin bir

formül olduğunu söyleyemem

çünkü hepimizin yaşadığımız bu

hayata farklı amaç ve yetkinliklerle

geldiğine inanıyorum.Esas olan

karşınıza çıkan zorluklardan ve

farklılıklarınızdan korkmamak,

kendinizi olduğunuz gibi kabul

etmeniz. ‘Sizi öldürmeyen şey

güçlendirir’, bu benim inandığım

önemli bir hayat felsefesi.

Eğer hayatı bir kanvas olarak

düşünürsek yaşamınız sizi

oluşturan en değerli eskizdir.

Başarı, içinizde bulunan

yetenekle efor sarf ederek

üzerine eklediklerinizdir ve sizi

ulaştırdığı tatmin olma duygusu

sahip olduğunuz tutkudan gelir.

En önemlisi ise inandığınız

hayallerle bunu renklendirmektir.

Hayallerinizden asla vazgeçmeyin.



MUTLU VE BAŞARILI BİR

KARİYER İÇİN 2 ALTIN SIR

YAZI:

OĞUZ ERDOĞAN

İnsan Kaynakları Uzmanı

Bazen yaşadıklarımız, hayallerimiz ve planlarımız doğrultusunda gerçekleşmez. Hayat bizi

planlarımızda olmayan bir noktaya yönlendirebilir. Bu noktada bile hayallerimize ulaşabilmek

için umudumuzu kaybetmemeli, başarıya giden yollarda kendimizi bir adım öne taşımak için

altın sırları göz ardı etmemeliyiz.

İşe alım danışmanlığı yapan biri olarak size bir

iyi bir de kötü haberim var. Kötü haberi zaten

biliyorsunuz: On milyona yaklaşan işsiz sayısı,

bunun yaklaşık 1 milyon 350 bininin üniversite

mezunu olması, çalışanların 1/3’nün kayıt dışı

çalışması vb. sayılar, oranlar…

Evet, kötü haber bu... Peki, iyi haber ne? Bütün

bunlara rağmen şirketler boş olan kadrolarına

aday bulmamız için bizim gibi danışmanlık

şirketlerine ciddi bedeller ödüyorlar.

Şu sözü hayat düsturu yapmış biri olarak size

söyleyeceklerim var:

“Tanrım, değiştiremediğim şeyleri sükunetle kabul

etme lütfunu bahşet, değiştirebileceğim şeyleri

değiştirme cesareti ve farkı bilmek için bilgelik

ver…” Reinhold Niebuhr

İlk verdiğim rakamlar bizi etkileyen ama

etki alanımızın dışında olan olgular. Bunlara

dertlenmemizin, üzülmemizin, karamsarlığa

kapılmamızın pratikte bize hiçbir faydası yok.

Biz “rağmene rağmen” ne yapabilirize

odaklanacağız.

Üniversite ziyaretlerimde salondaki öğrenci

arkadaşlara genellikle sorarım: Kimler hayal

ettiği bölümde okuyor? Kalkan birkaç çekingen

el aslında çoğumuzun başka birinin hayalini

gerçekleştirdiğimizin açık ifadesidir.

Kimimiz annemizin, kimimiz babamızın,

kimimiz komşunun oğlunun, kimimiz de hala

kızının tavsiyesi üzerine okuduğumuz bölümü

seçmişizdir. Üzülmeyin daha kötüsünü de

duydum. Üç genç kahvehanede tercih formu

doldururken tanımadıkları bir amca yanlarına

yaklaşıp geleceği parlak diyerek makine

mühendisliği yazmalarını tavsiye etmiş. Üçü de

makine mühendisliğini yazmış ve enteresan bir

şekilde üçü de kazanmış. Amcanın kim olduğu ise

muamma…

Siz hiç değilse sizi kimin manipüle ettiğini

biliyorsunuz. Şaka bir yana size uygun olmayan

bir bölümde okuduğunuzu düşünüyor ve artık

üçüncü veya dördüncü sınıfa gelmişseniz

bunun için hayıflanmanıza hiç gerek yok. Güzel

ülkemiz bir şekilde makas değiştirmenize imkân

verecektir. Nereden mi biliyorum: yirmi beş yıldır

aşkla insan kaynakları alanında çalışan biri olarak

çalışma hayatına otuz iki yıl önce Topçu Teğmen

olarak başladığım için olabilir mi?

İlk altın sırrımı verdim: Aşkla çalışmak. Yirmi

beş yıldır insan kaynakları alanında çalışıyorum

ama bir gün dahi çalıştım diyemem. Bu alanda

çalışmak benim için büyük bir keyif, büyük bir

eğlence…

68


İşte, öncelikli olarak cevabını bulmanız gereken

soru bu:

Sizin için bu iş ne olabilir?

Üniversiteye giriş çağına gelmiş çocuğu olan

arkadaşlarım arayıp çocuklarının hangi mesleğe

yönlenmesinin doğru olacağını soruyorlar.

Koruma içgüdüsüyle çocukları için bir kariyer

danışmanından tavsiye almak istiyorlar. Cevabım:

Bütün meslekler çok iyi, bütün meslekler çok

kötü. Her mesleğin zirvesinde olanları da gördüm

dibinde olanları da… Dolayısıyla senin çocuğun

hangi mesleğe uygun ona bakmak lazım. Seçtiği

mesleği aşkla yapabilecekse çok başarılı olur ve

zirvesine çıkar, o meslek onun için çok iyidir.

Aşkla yapacağı bir meslek seçemeyecekse sadece

başarısız biri olmaz bir hayatı da heba etmiş olur.

Dolayısıyla o meslek onun için kötü…

Peki; aşkla yapacağımız mesleği nasıl seçeceğiz?

Sıkı durun ikinci altın sırrımı veriyorum: Öncelikle

kendini tanıyacaksın. İkinci sırada verdim ama

ağırlık olarak en önemli ve aslında birinci altın sır

bu.

Her şey kendini tanıyarak başlıyor. Ben kimim?

Dünyaya geliş amacım ne? Olmazsa olmazlarım,

değerlerim ne? Bunları düşünmek ve mümkünse

yazılı hale getirmek en güzeli…

Uyguladığım bir yöntemi paylaşmak istiyorum,

belki işinize yarar. Kendinizi doksan yedi

yaşında bir banka oturmuş, bastonunu çenesinin

altına almış ufka bakarken hayal edin. Geçmiş

gözünüzün önünden film şeridi gibi akıp gidiyor.

Nasıl bir hayat yaşamış olmak isterdiniz? Neler

size tebessüm ettirir, neler hayattan kıvanç

duymanızı sağlardı? Deneyin lütfen, çok işinize

yarayacak.

Aklına, izanına güvendiğiniz arkadaşlarınızı,

hocalarınızı, büyüklerinizi de bu kendini

tanıma çabasına dahil edin. Onlara da sizi

nasıl gördüklerini sorun. Bütün bu çalışmalar

sonrasında güçlü ve zayıf yönlerinizi de yazılı

hale getirin.Bütün bunları yaptığınızda ortaya

değerleri, misyonu, hayalleri belli olan güçlü ve

gelişim alanları net bir şekilde bilinen biri çıktı.

Bu ortaya çıkan kişi sizi şaşırtmasın. Bu tam

olarak sizsiniz.

Bu aşamayı başarı ile tamamladığımıza göre sıra

geldi ikinci aşamaya. Az önce tanımladığımız

kişi nasıl bir iş yapmalı ki doksan yedi yaşında

“Evet, güzel, başarılı ve mutlu bir hayat yaşadım”

diyebilsin.

Bir kongrede tanıştığım hanımefendi otuz beş yıl

mali müşavirlik yaptıktan sonra emekli olduğunu

anlatıyordu. Emekli olduktan sonra anladım ki

bu iş hiç bana göre değilmiş, diyordu. Neyse ki

emeklilik sonrası kurduğu işi ulusal bir marka

haline getirmişti.

Otuz beş yıl sonra bu iş bana göre değilmiş

dememek için yukarıda anlatmaya çalıştığım

hangi iş bana uygun konusunu belirlemek çok

önemli. Çoğu zaman insanlar önüne çıkan ilk

merdivene tırmanmaya başlıyor. Son basamağına

gelince aslında merdivenin çıkmak istediği duvara

dayalı olmadığını görmek son derece üzücü.

Bu nedenle öncelikle çıkmak istediğiniz duvarı

belirlemelisiniz.

Evet, şimdi epeyce bir yol aldık. Karşımızda kim

olduğunu ve ne yapmak istediğini bilen biri var.

Şimdi hedefe nasıl ulaşacağız bölümüne sıra

geldi.

Bu aşamada iyi haberlerim var. Yukarıda

bahsettiğim bu temel iki adımı çoğunluk

yapmayacağı için rekabet edeceğiniz kişi sayısı

tahmin ettiğinizden daha az olacak.

Fıkrayı bilirsiniz. İki arkadaş Afrika’da safarideler.

Karşıdan aslanın geldiğini görünce içlerinden

biri hemen çantasından spor ayakkabısını

çıkarıp giymeye başlamış. Diğeri “Neden bunu

yapıyorsun aslandan hızlı koşman mümkün değil”

demiş. Arkadaşının cevabı süper: “Senden hızlı

koşsam, yeter.”

69


Hayal ettiğiniz, hedeflediğiniz işe ulaşmak için

diğerlerinden bazı şeyleri biraz iyi yapmanız

yeterli olacaktır.

Şu ana kadar anlatmak istediklerimi özetleyen bir

anımı paylaşmak istiyorum:

Yollarımızın kesiştiği yaz son sınıfa geçmişti.

Üniversiteden mezun olacak her genç gibi

kaygı seviyesi yüksek, geleceğe dair kafası allak

bullaktı.

İlk görüşmemizin sonunda görevi kendini

tanımaktı. İkinci görüşmeye gayet hazırlıklı

gelerek kişisel vizyonunu, misyonunu, güçlü

ve zayıf yönlerini belirleyip hedeflerini

netleştirmişti. Üçüncü toplantıya da hazırlıklı

gelmişti. Bir yıl sonra iş arayan milyonlarca

üniversite mezunu arasına katılacak yüzbinler

vardı ve önünde de onlar arasından sıyrılıp öne

çıkmak için bir yıl… Bir yıllık eylem planı yaptı.

Tekrar görüştüğümüzde kurs ve seminerlere

katılarak, hedeflediği alanda kitaplar okuyarak

planını %85 oranında gerçekleştirmişti.

Artık iş arama zamanı gelmişti.

Etkili Linkedin kullanımı üzerine seminere katılmış

doğru profil oluşturmayı öğrenmişti. Torpil Değil

Networking kitabını okurken birisine en fazla

altı adımda ulaşabileceğini fark etmişti. Kitaptan

ve seminerden öğrendiği bilgilerle profilini

düzenleyerek Linkedin’de bir post paylaştı. Postu

çok fazla etkileşim aldı. Paylaşımını gören aynı

okuldan mezun olduğu bir yönetici kendisiyle

iletişime geçerek CV’sini istedi.

Bir seri mülakat sonrası çok istediği yeni işine

başlamıştı.

Evet, işte bu kadar basit...

Hayal kurmanın gücüne çok inanıyorum.

Örnekteki genç arkadaşımız hayalini kurmuş

ve sonunda da gerçekleştirmişti. Bir şeyin

hayalini kurduğunuz anda %50 oranında

gerçekleştiğini söyleyebilirim. Diğer %50’de

ise yapılması gereken şeyler var. Hayalinizin

gerçekleştirilemeyecek bir hayal olduğuna sizi

ikna etmek isteyen, gerçekleştiremeyeceğinize

inandırmaya çalışan -ki, bunlar en yakınınızdaki,

sizi en çok seven insanlar da olabilir- insanlara

kanmamak, bu hayali gerçekleştirmek için çok

çalışmak, yılmamak, sabretmek gibi birçok şey

var. Bunları yaptığınızda hayaliniz artık gerçeğiniz

oluyor.

Dikkat ederseniz bir İK’cı olarak nasıl

CV hazırlamanız gerekir, mülakatlarda ne

konuşmalısınız, ne konuşmamalısınız, nasıl

giyinmelisiniz, hangi soruya nasıl cevap

vermelisiniz gibi detaylara girmiyorum. Bunlar

önemsiz olduğu için mi? Hayır, kesinlikle çok

önemli. Doğru yapılmadığında işi almanızı

engeller. Ama yine de bu konuları taktiksel

konular olarak nitelendirebiliriz. Bu konularda

birkaç kitap okumak, birkaç video izlemek sizi

yeteri kadar donanımlı hale getirir.

Yukarıda bahsettiğim konular (kendini tanıma,

hedefini belirleme, fark yaratmak için kendine

yatırım yapma) ise stratejik konulardır.

“Stratejik hatalar taktik başarılarla düzeltilemez.”

Ne demek istediğimi bir cümlede özetleyen bir

özlü söz…

Bugüne kadar otuz bini aşkın mülakat yaptım.

Bunların büyük bölümü iş hayatına yeni

başlayacak gençlerleydi. Bunun verdiği özgüvenle

diyorum ki gelecekten korkmayın. Yukarıdaki

adımları yapmaya gayret etmek ve hatta bu yazıyı

buraya kadar okumak bile sizi akranlarınızdan bir

adım öne çıkaracaktır.

İsteyen ve bunun için çaba gösterenleri güzel ve

mutlu bir gelecek bekliyor, rahat olun!

Gençliğinizin tadını çıkarın!

Oğuz ERDOĞAN 1988 yılında Kara Harp Okulundan mezun oldu. Yirmi beş yılı aşkın süredir insan kaynakları

alanında çalışmaktadır. Halihazırda İngiltere’de yaşıyor. İşe alım ve kariyer danışmanlığı yapıyor. İşte Mülakat

ve Mutluluk Müdürü isimli iki kitabı yayınlanmıştır.

70


71


GENÇLIĞIN GELIŞIMI

YAZI:

MELIK RUPEN MIHÇIYAN

TÜGİAD Genel Sekreteri

Dünyamız büyük bir hızla küreselleşti ve genç girişimcilerin büyük

fırsatlar yakalayabildiği bir noktaya geldi. Bu fırsatları yakalamak ve

fırsatların getirdiği risklere göğüs germek de genç girişimciler düşüyor.

Hızla dijitalleşen yeni Dünya’da, Türkiye ve Türk gençliği nerede? Bu

olaylara nasıl tepki veriyor veya nasıl tepki vermeli? Türkiye Genç İş

Adamları Derneği olarak sürecin hangi kısmında bulunuyoruz?

Çağımız genç iş insanlarının çağı. Binlerce yıllık bir tarihin üzerine inşa edilmiş bulunan cumhuriyetimizin

gelişmesinin ve herkes için yeni fırsatlar ve imkânlar barındırabilmesinin temelinde büyüklerimizin

‘’müteşebbis ruh’’ olarak adlandırdıkları daha sonraları girişimcilik ve entrepreneurship olarak bizlerin

duymaya devam ettiği olgu yatmaktadır.

Pek çok farklı kültürün bir arada yaşadığı bu topraklarda genç bir iş insanı olmak, Türk genç girişimcisini

iş hayatına atılırken olaylara daha geniş bir açıdan bakabilmesine, konuları çok boyutlu inceleyebilmesine

imkân tanımaktadır.

Dijital dönüşümün, ticaretin ve rekabetin sınırlarını kaldırdığı, Türk girişimcisinin fikirleri ve emeği ile

dünyada rekabete girebildiği mevcut ticari düzende, hızlı bir değişim ve dönüşüm içindeki ülkemizin

şartları girişimcilerimize daha esnek olmanın, olaylara ve sorunlara daha hızlı tepki vererek, daha hızlı

çözümler üretebilmesinin önünü açmaktadır.

Türk genç iş insanları gerek Avrupa’da gerekse dünyada ihtiyaçları, piyasa şartlarını ve yenilikleri en hızlı

şekilde algılayıp bunlara en hızlı tepkiyi verebilmektedir.

Sermayeye erişim imkânlarının Avrupa ve Amerika’da bulunan akranlarına göre henüz çok geride

bulunmasına rağmen geçtiğimiz on yıl içerisinde girişimcilik ekosisteminde yaşanan çok büyük

gelişmelerin ışığında ülkemizde de gerek sermayeye gerekse ilgili mentörlere ulaşma açısında çok büyük

gelişmeler gerçekleşmiştir.

İş ve projeye inanç, yeni ödeme sistemlerinin entegrasyonu, dijital iş yapma metotlarında yaşanan

gelişmeler, lojistik ve dağıtım entegrasyonlarının çok geniş ölçeklere ulaşmış olması genç iş insanlarının

yatırımcılarla bir araya gelmesinin ve birlikte projeler üretip iş yaşamında yer edinmelerinin önünü ciddi

oranda açmıştır.

Türk genç girişimcisini, dünya ile olan entegrasyonuna yaklaştıran adımlardan birisi de hukuksal ve

mali sistemde girişimcilerin kendi yollarını yapıp aydınlattığı bu dönemde, melek yatırımcılığın kanuni

altyapısının oluşması, sermaye ve girişimci ilişkisini belirleyen hukuksal altyapıdır. Girişimcinin dünya

ile paralel devam edebilmesi için hangi engelleri aştığını, nasıl yollardan geçtiğini bazı örneklerle

hatırlamakta ve Türkiye Genç İş adamları Derneğinin çabalarını hatırlamakta büyük fayda var.

Otuz dört yıl önce kurulan TÜGİAD, genç iş insanlarının seslerini duyurabilir olması ve dünya ile

entegrasyonda yaşanan tecrübelerin ve gelişmelerin Türkiye çapında bilinebilmesi için büyük çaba ve

72


emek harcamıştır. Avrupa Genç Girişimciler Konfederasyonu’nun (YES for Europe) üyeliğini yirmi yılın

üzerinde sürdüren TÜGİAD, Avrupa Birliği çatısı altında genç girişimcilerin deneyimlerini, bakış açılarını

ve gelecek ile ilgili düşüncelerini Türk genç girişimcilerine anlatmak için pek çok projeye imza atmıştır.

Üniversiteler ile yaptığı iş birlikleri ile girişimciliğin önemini vurgulayıp geleceğin girişimcilerine yol

haritaları hazırlamaları için yardımcı olmuştur.

Girişimcilik kültürünün dünyada aldığı yön, girişimcilik ekosisteminin oluşması için yapılması gereken

çalışmalar ve bu çalışmalar kapsamında yapılan yüzlerce etkinlik, toplantı, proje, devlet makamlarında

gelişen girişimcilik kültürünün anlaşılabilmesi ile devam etmiştir. Devlet tarafından gerekli desteklerin

sağlanabilmesi için devamlı surette devlet makamlarına yapılan ziyaretler, paydaş kurumlarla yapılan

ortak çalışmalar, Ticaret ve Sanayi Odaları ile iş birliği projeleri çıkılan bu yolda döşenen parke taşları

olmuş ve dünyada gelişen girişimcilik kültüründen ve dijital ticaret altyapısından genç iş insanlarının uzak

kalmaması sağlanmıştır.

TÜGİAD aynı zamanda G20 Genç Girişimciler Örgütü G20 YEA içerisinde Türkiye’yi temsil ederek;

onların vizyonunun paylaşılabilmesi için genç girişimcileri G20 YEA zirvelerine taşırken, 2015 yılı

içerisinde de Türkiye'de gerçekleşen zirveye ev sahipliği yapmış ve dünyadaki öncü girişimciler ile Türk

genç iş insanlarını bir araya getirmiştir. Ticarete entegre olan teknolojilerin, konvansiyonel sektörlerle

nasıl bir entegrasyon geçireceğinin önemli bir konu başlığı olduğu zirve, genç iş insanlarının yeni fikir ve

bakış açıları ile donanması için büyük bir vesile olmuştur.

2021 yılında olabilecekler içinse:

Türkiye ekonomisinin ve Türkiye ekonomisinin aktörlerinin dünyada gerek ihracatçı gerekse de yatırımcı

kimlikleri ile öne çıkmalarının daha fazla gündem olacağı bir yıl öngörülüyor.

Genç nüfusumuzun bizlere sağladığı en önemli avantajlardan biri de Avrupa genelinde sahiplerinin

devredeceği ikinci bir kuşağı bulunmayan işletmeler, büyük bir “Know-How”a ve geçmişe sahip bu

tür işletmelerin ülkemizin dinamik firmaları tarafından satın alınma imkânları bizlere bilgiye ve yeni

Pazar paylarına daha hızlı ulaşma imkânı sunacağı öngörülüyor. İş dünyasının yeni pazarlar kazanmak

için lobi faaliyetlerine desteklere, eğitimlerine ağırlık vereceği ve dünya paralelinde büyüyen ve yeni

ekonomide yerini alan bir Türkiye için durmadan çalışacağı bir yıl olması öngörülüyor. Hızlı ve dinamik

iş insanlarının; köklü ve kurumsal firmalarla rekabete girmesinin daha da kolaylaşabileceği, bilgiye ve

öngörüye sahip firmaların pazarda daha etkin olabileceği bir dönem olacak. Ticaret hacmimizin büyük

bölümünü gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliği ile her gün daha da artan bir frekansla yeşil mutabakat ve

dijital dönüşüm konuşacağımız bir yıl olacağı düşünülüyor.

Sözlerime başlarken belirttiğim gibi çağımız genç iş insanlarının çağı, çağımız genç girişimcilerin parlayan

gözlerinden yansıyan yeniliklerin çağı ve hepimiz bunun bir parçası olarak ilerliyoruz.

Daha donanımlı, dünyaya daha açık bir algı ile bakan genç iş insanlarımızın, bizi ve ülkemizi bu çağda

daha ileriye taşıyacağından emin olarak el ele çalışmaya ve üretmeye hep birlikte devam ediyoruz.

Mezunu olmaktan gurur duyduğum İstanbul Üniversitesinin tüm öğrencilerine ve değerli

akademisyenlerine yeni yılda sağlık, başarı ve mutluluk dilerim.

73


ET

KİN

LİK

LE

MİZ



MODOKO’DA BİR GÜN DEĞİL,

HER GÜN FUAR!

MODOKO, mobilya sektöründe bir ilki başlatıyor, sanal fuarla Türkiye’yi 365 gün tanıtıyor.

sanalfuar.modoko.com.tr ile mobilya ihracatına ilk aşamada minimumda yüzde 10 katkı sunması hedeflenirken,

öncelikli pazarlar ise Almanya, Libya, Suudi Arabistan, ABD, Fransa ve İngiltere olarak belirlendi.

Modoko Yönetim Kurulu Başkanı

KORAY ÇALIŞKAN

MODOKO, mobilya sektöründe

bir ilki başlatıyor, sanal

fuarla Türkiye’yi 365 gün tanıtıyor.

sanalfuar.modoko.com.tr ile mobilya

ihracatına ilk aşamada minimumda

yüzde 10 katkı sunması hedeflenirken,

öncelikli pazarlar ise Almanya, Libya,

Suudi Arabistan, ABD, Fransa ve

İngiltere olarak belirlendi.

Mobilya sektörünün öncü

oyuncularından olan ve 50 yılı

geride bırakan MODOKO, mobilya

sektöründe bir ilki gerçekleştirerek

sanal fuarı başlattı. Türkiye’de ilk

kez 350 marka sanal fuarda bir araya

geldi. Modoko’nun 350 markasını bir

araya getiren sanalfuar.modoko.

com.tr ile Türkiye mobilya sektörü bir

tıkla tüm dünyaya açılıyor. Konuyla

ilgili açıklama yapan MODOKO

Başkanı Koray Çalışkan: “İhracata

yönelik yapılan 4–5 günlük fuarlar

geçici ve yetersiz. Oysa kalıcı büyüme

ve istikrarlı ivmelenme için Türk

firmalarının yurt dışında konumlanması

gerekiyor. MODOKO olarak 365 gün

süren sanal fuarı başlattık. Amacımız

yapacağımız dijital reklamlarla da Türk

mobilyasını tanıtmak ve herkesin bize

istediği zaman ulaşmasını sağlamak.

Çünkü ihracatta artık yeni trend sanal

fuarlar ve biz de sektörde ilk defa sanal

fuar projesini hayata geçiriyoruz. 4

dil seçeneğiyle internet sitesine giren

herkes MODOKO’daki tüm mağazaları

gezebiliyor, firma sahipleriyle online ya

da telefonda görüşebiliyor.” dedi.

SALGIN DURUMUNDA DAHI

TICARET AKIŞI DEVAM EDER.

Türkiye’nin en eski mobilya sitesi

MODOKO, bugün 150 bin metrekarelik

bir alanda 350 mağazasıyla hizmet

veriyor. “Türkiye’nin Mobilya Başkenti”,

5 bin dolaylı olarak ise 35 bin kişiye

istihdam sağlıyor. MODOKO’da

350 marka ürünlerini sergiliyor.

Diğer sanal fuarlardan farklı olarak

çizimden ziyade video özelliklerinin ön

plana çıktığı fuarda, bütün mağazalar

gezilebiliyor anında mağaza

yetkilisiyle iletişime geçilebiliyor.

“Türkiye’de bir ilki taşıyan fuarın ilk

olmasının özelliği ise fiziki olarak kurulu

bir ağın üzerinden fuarın geziliyor olması.

Yurt dışı fuarlarında üreticiler ürünlerini

göstermek için telefonlarından ya da

bilgisayarlarından ürünlerini gösterirken,

şimdi bu reel ortama taşınmış oluyor.

Sanal fuar için ciddi bir tanıtım bütçesi de

ayırdık. Özellikle dizi ihracatının yükselişi

göz önüne alınırsa, onu destekleyen

sanal fuarla yabancıların mobilya

alım süreçlerini hızlandırabiliriz.”

diyen Çalışkan, sanal fuarla ilk

olarak Almanya, Libya, Suudi

Arabistan, ABD, Fransa ve İngiltere’yi

hedeflediklerini belirtti. “Yılın ikinci

yarısında ise performansımıza göre ülke

sayımızı arttırmak istiyoruz. Sanal fuar,

herhangi bir salgın durumunda ticaret

akışının devam etmesi, daha önce ihracat

yapmamış firmalara bile büyük bir katkı

sunmayı hedefliyor. Bizim burada asıl

amacımız katma değeri yüksek pazarlara

ağırlık vermektir.”

İHRACATA MİNİMUMDA

YÜZDE 10 KATKI

Sanal fuarla Türkiye’deki bütün

sektör oyuncularının birbirleriyle

iş yapabilme fırsatını sunduklarını

ifade eden MODOKO Başkanı Koray

Çalışkan, “Geleneksel bir sektörü dijital

üzerinden dünyaya açabilmek, bazı

firmaların ilk kez ihracat yapmalarını

sağlamak, bazılarına yeni ihracat

pazarları sunabilmek ve en önemlisi

de Türk mobilyasını dünyaya doğru

tanıtabilmek, ana hedef noktalarımız.

Sanal fuarla daha efektif bir çalışma

sunuyoruz ve bu tanıtım aracılığıyla

ilk etapta 3,5 milyar dolarlık mobilya

ihracatına yüzde 10 katkı sunmayı

hedefliyoruz. Yani bu seneki ihracatın

yüzde 10’unu biz sanal fuar üzerinden

sağlamış olacağız.” açıklamalarında

bulundu.

HEDEF 1 MİLYON ZİYARETÇİ!

İlk aşamada ayda 500 bin kişiye

erişmesi beklenen fuar, açıldığı gün

50 binin üzerinde kişiyi ağırladı. Yoğun

bir ziyaretçi trafiğinin yaşandığı fuar,

hedeflerin üzerinde bir ziyaretçiyi

ağırlayacağını da işaretini vermiş

oldu. Tüm firma yetkililerini fuarda

yer almaya davet eden Çalışkan,

sanalfuar.modoko.com.tr’yi yaşayan,

sürdürülebilir bir fuar platformuna

dönüştüreceklerinin de altını çizdi.


77


YAZI:

ARŞİVDEN

WARKETİNG:

Savaş mı Pazarlama mı?

Günümüzde bu iki kavramı birbirinden ayırt etmek pek de kolay değil. Şirketler yaptıkları rekabetçi

stratejilerle pazarlama konusunu içinden kolay çıkılamaz bir savaş alanına çevirdiler. Sürekli çıkan yeni

ve daha yeni ürünler, eski ve köklü firmaları bile yıpratabiliyor. O kadar ki stratejilerini yenilemedikleri

için birçok firma batma tehdidi altında. Ancak bu savaş ortamında ayakta kalabilmek için size bir isim

önerebilirim: Sun-Tzu

Savaşmak insanın doğasında bulunan; son derece

gereksizmiş gibi gözüken; ancak iyice tahlil

edildiğinde önemi kavranabilen bir olgu. Öyle ki

yaklaşık 6.000 yıllık bilinen insanlık tarihi boyunca

savaşmadan geçirilebilen yıl sayısı 300’ü geçmez.

Bu süre zarfında birçok kitap yazılmış; kimileri

efsaneleri anlatırken; kimileri de savaşların gerçek

yüzünü göstermiştir. Ama çok az kitap Sun-Tzu’nun

Savaş Sanatı kitabı kadar zamanını ve zamanından

binlerce yıl sonrasını aydınlatıcı ışığa ulaşabilmiştir.

Sun-Tzu zamanımızdan 2.500 yıl öncesinde yaşamış

Çinli bir filozof savaşçıdır. Günümüzden bu kadar

uzak olan tarihin şartları göz önüne alındığında; şu

zamanki stratejilerin sadece yakınından geçmesini

beklemek doğaldır ama ‘’Cephe Savaşı’’ dediğimiz

sistem kalktığı halde stratejileri hala geçerlidir.

İlginçtir ki Sun-Tzu’nun kaleme aldığı savaş

stratejileri bizim bugün kullandığımız pazarlama

ve ekonomi stratejilerine gönderme yapar.

Pazarlamanın basitçe amacı karını maksimize

etmektir. Bunun içinde piyasada olan rakiplerini alt

etmen ve de onlardan daha iyi stratejiler geliştirerek

karşı tarafın atacağı herhangi bir adımı; o adımı

atmadan önce bilmen e onun kötü etkilerini

engellemen gerekir. Bunu yapabilmek her zaman

kolay olmadığı gibi belli bilgi birikimi ve gözlem

gerektirir. Bu gözlemler o kadar detaylı ve iyi bir

biçimde yapılmalıdır ki ortaya fikir olarak çıkacak

stratejiler ihtiyacı karşılayabilir nitelikte olsun.

Savaşın da basit amacı aynıdır: Kârını maksimize

etmek. Dünyada şu ana kadar olan savaşlar çoğu

‘’çıkar’’ savaşıdır. Hiçbir gerçekçi lider bu çöl benim

olsun diye savaşa girişmemiştir. Ya orada belli

maden yatakları vardır, ya da çıkarını sağlayabilecek

herhangi bir şey vardır. Ama mutlaka işin ucunda

‘’çıkar’’ vardır. Zaten yüzyıllardır bütün savaşları,

bütün davranışları, politikaları belirleyen bir

numaralı nesne ‘’çıkar etkeni’’ olmuştur.

Bir rekabet yada savaş öncesi önemli olan kendinizi

bilmenizdir. İyi bir stratejist ilk önce kendisini

ve çevresini daha sonra da düşmanını tanır. Bu

kavramlar üzerinde bol bol düşünür, yorumlar

yapar. Ayrıca en önemli zaferin savaşa girmeden

kazanılacağını bilir.

Sun-Tzu şöyle der:

‘’Savaşmadan kazanmak en büyük başarıdır.’’

Üzerinde biraz düşünürsek aslına bunun pazarlama

için çok önemli bir kural olduğunun farkına varırız.

Burada anlamamız gereken, ilk önce kendimizi

sonra rakiplerimizi yeterince iyi tanıyarak onlara

vereceğimiz gözdağıyla daha onlar bizimle

rekabete başlamadan onları piyasadan sileceğimize

ikna etmektir. Böylece daha piyasaya girmeden

ya da piyasadayken bizim gibi bir rakip gördüğü

zaman maça 1-0 yenik başlayacaktır. Bu da bizim

için büyük bir avantajdır.

Cengiz Han’ın şu sözü unutulmamalıdır:

‘’Arkasında düşmanı hisseden önündekiyle

savaşamaz.’’

Sun-Tzu savaş sanatı stratejilerini 13 ana başlık

altında toplamıştır. İçinde pazarlama, liderlik,

ekonomi ve rekabet gibi dallarda doğrudan

ya da dolaylı olarak verilen stratejiler saklıdır.

Bunların birkaçına göz atarsak; ‘’Zaferi kazanan

komutan savaş öncesi en çok hesaplamayı yapan

komutandır. Savaşı yitiren komutan ise savaş öncesi

mutlaka yeteri kadar plan yapmamıştır. Bu nedenle

savaşa girmeden önce mutlaka zafer yapın. Ancak,

bu arada her ihtimale karşı, yenilgi hesabını ve

stratejisini yapmayı da unutmayın. Plan yapmaya

verdiğiniz önem; zafer ya da yenilginin belirleyici

faktörü olacaktır.’’

Pazarlama konusunda en önemli maddelerden

birisi plan yapmaktır. İyi planlanan bir stratejinin

kaybetme olasılığı azdır. Fakat üzerinde yeterince

düşünülmeyen ve de iyi planlanmayan bir strateji

uygulandığında kazanmak ancak şansa bağlıdır.

“Silahlarınız yetersiz kalıp, şevkiniz kırılıp gücünüz

tükenip, hazineniz eridiğinde daha önce yanınızda

bulunan diğer komutanların sizin yaptığınız

aşırılıklardan yararlanmaya çalışmak için harekete

geçtiklerini göreceksiniz. Bu durumda ne kadar

akıllı olursa olsun hiçbir kimse böyle bir durumun

yaratacağı sonuçları engelleyemez.”

Savaş kadar acımasız olan rekabet iş dünyasında

sadece firmalar arasında olmaz. Bu rekabete

kişiler de dahil olur. Öyle ki yöneticilerin yaptıkları

78


hatalar zor zamanlarında onların aleyhine döner

ve kafalarını ileriye döndürüp baktıklarında

karşılarında sadece ve sadece uçuruma görürler.

“Savaşların tümünde savaşarak zapt etmek

en üstün başarı demek değildir. Üstün başarı

düşmanın direncini savaşmadan kırmaktır.”

Pazarlama konusunda daha önce de bahsettiğim

gibi bir firmayla rekabeti engellemek istiyorsanız

onu oyun dışı bırakmanız gerekir. En büyük güç

akıldır ve bir firmayı oyun dışı bırakmak da üstünde

çalışılan stratejilere bağlıdır.

“Komutanlar devletin kalesidir. Kalenin her noktası

sağlam ise, devlet güçlü; kale çürükse, devlet

zayıftır.”

Liderlik!... Liderlik bir insanda bulunabilecek en

önemli özelliklerden birisidir. Kimilerine göre

doğuştan gelen, kimilerine göre de sonradan

edinilebilecek bir beceri olsa da, insanları

yönetmesini iyi bilen önderlere ihtiyaç vardır.

Şirketleri ve devletleri ayakta tutabilecek insanlar,

stratejilerini iyi kuran, planlarını iyi yapan, ne

istediğini bilen güçlü liderlerdir. Verilen işi doğru

yapana yönetici, doğru işi yapana lider denir.

“Düşmanı ve kendinizi iyi biliyorsanız, yüzlerce

savaşa bile girseniz sonuçtan emin olabilirsiniz.

Kendinizi bilip düşmanı bilmiyorsanız

kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyle

de tanışabilirsiniz. Ne kendinizi ne düşmanı

biliyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi

kaçınılmazdır.”

“Yenilgiden kendimizi korumak bizim elimizdedir.

Ancak, düşmanı yenme fırsatını bize düşman verir.”

Sun-Tzu’nun özetlediği savaş sanatında kazanma

elementlerini pazarlama konusunda günümüzün

stratejik dehası olarak kabul edilen Chin-Ning Chu

şöyle özetler:

1.TAO: Uyum, ahlak faktörü

2.TIEN: Zamanlama

3.DI: Coğrafi koşullar, sahip olunanlar

4.JIAN: Liderlik

5.FA: Planın uygulanması

Sun-Tzu bu elementler için:

Bu koşulların bilinmesiyle savaşı kimin kazanıp,

kimini kaybedeceğini size söyleyebilirim der.

Ayrıca Sun-Tzu gizliliğin önemini anlatır. Strateji

gizeme dayanır ve bilindiği zaman bir galibiyet

stratejisi olmaktan çok bir yenilgi oyununa dönüşür.

Pazarlama taktikleri de aynı metoda dayanır:

Gizem! Bu nedenle şirketler pazarlama stratejilerini

gizli tutarlar. Hakkında hiçbir şey bilinmeyen bir

düşmanla uğraşmak çok zordur.

“Kurnazlık ve gizlilik denilen kutsal sanat! Senin

sayende görünmez olmayı; senin sayende

duyulmaz olmayı öğrenip, düşmanın kaderini

elimizde tutuyoruz.”

“Savaş için en güçlü olduğunuzda, kendinizi

güçsüz göstermeli; kuvvetlerinizi harekete

geçirirken, hareketsizmiş gibi durmalı; düşmana

yaklaştığınızda, uzakta olduğunuz izlenimi vermeli;

uzakta olduğunuzda ise düşmanın burnunun

dibinde olduğunuza düşmanı inandırmalısınız.”

M.S 7-8. Yüzyıllar arasında yaşamış olan Çinli

komutan Li Quan Bir anısında bu teoremden

bahseder.

İmparator düşman güçlerini anlamak amacıyla on

izci gönderdi. İzcilerin hepsi de düşmana saldırının

uygun olduğunu bildirdi. İmparatorun en son

gönderdiği Lou Jing tam tersine Hunlar’a saldırının

hiç de doğru olmayacağını söyledi. İmparator böyle

düşünmesinin nedenini sorduğunda Lou Jing şu

cevabı verdi:

“İki düşman karşı karşıya geldiğinde ön plana

normal olarak en güçlü birliklerini yerleştirir.

Ben ise Hun ordusunda en önde sadece yaşlı ve

zayıf askerlerin yer aldığını gördüm. O zaman

da bunun kendilerini zayıf göstermek üzere

hazırlanmış bir oyun olduğunu anladım. Saldırı için

durumun uygun olmadığına olan inancım bundan

kaynaklanıyor.”

İmparator, Lou Jing’in sözlerine inanmayarak

onu cezalandır. Sonra da kuvvetli bir birliğin

başına geçerek bizzat akına katılır. Hunlar’ın

tuzağına düşerek kuşatılır ve tam yedi gün süreyle

malzemesiz savaşmak zorunda kalır. İşte der Li, bu

bir ordunun güçsüz gözükme taktiğinin başarısıdır.

Kendin için gizemli olman gerektiği gibi düşmanın

da gizemini bozman gerekir. Düşmanın gizemini

bozmak da istihbarata bağlıdır. Gelen istihbarat ne

kadar güçlü olursa yapılacak stratejiler de o kadar

anlamlı ve talebi karşılayacak şekilde olur.

“Bilge hükümdar ve iyi komutanın düşmanın her

hareketini bilmesi ve onu yenmesi istihbarata

bağlıdır.” Liderliği ön plana çıkaran Sun-Tzu;

Başarının liderlerde olduğunu ve onların

yönlendirmesi ile zafere gidilebileceğini belirtir. İyi

bir liderin savaşı savaş meydanında değil, yaptığı

dolaylı stratejilerle savaşa girmeden kazanması

gerektiğini söyler.

“Zafer stratejisine sahip komutan çatışmaya

ancak zaferi kazandıktan sonra girer. Yenilgiye

mahkum komutan ise önce çatışmaya girer, zafere

sonra yönelir.” Yüzyıllardır harp akademilerinde

kaynak kitap olarak kullanılan “Sun-Tzu’nun

Teoremleri” savaş alanında olduğu kadar

ekonomi, politika, pazarlama alanlarında da

günümüz ekonomistlerine ve stratejistlerine yol

göstermektedir. Biz işletmecilerin de bugünün

değişen durumuna ayak uydurmak için yapması

gereken insanlığın tarih boyunca hazırlayıp

önümüze sunduğu kaynaklardan yararlanıp, sahip

olduğumuz yetenekleri geliştirmektir. Çünkü

pazarlamada savaş; gerçek savaşlarda olduğu gibi

akıl savaşıdır. En iyi stratejiyi yapan kazanacaktır .

79




Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!