17.05.2016 Views

hernefes_2016_04

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

NİSAN <strong>2016</strong><br />

78.sayı<br />

AYLIK TASAVVUF KÜLTÜRÜ DERGİSİ<br />

“KYOTO’DA KENAN RİFÂİ TASAVVUF ARAŞTIRMALARI MERKEZİ”


EDİTÖRDEN<br />

Merhabalar efendim,<br />

Her Nefes’in târihî bir sayısına daha hoşgeldiniz.<br />

“Târihî” diyorum, bunu çok iddialı bulan<br />

dostlara da Nisan 2106 konumuzun “Kyoto<br />

Üniversitesi Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları<br />

Merkezi’nin Açılışı” olduğunu söylemek<br />

istiyorum. Gerçekten bu, târihî bir sayı…<br />

ve inşaallah İslâm tasavvufunun dünyanın<br />

dört bir köşesine yayıldığı, ruhumuzun bahar<br />

bayramına dâvet edelim. Nisan <strong>2016</strong> sayımıza<br />

hoşgeldiniz, safâlar getirdiniz.<br />

Yosun Mater<br />

Her Nefes ekibinden bu açılışa katılmak için<br />

Japonya’ya gidenlerimize ve cismen olmasa<br />

da mânen bu açılışı canlı olarak izleyen<br />

dostlarımıza hissettiklerini ve düşüncelerini<br />

sorduk. İstedik ki, hep beraber bu zamanı,<br />

bu açılışı, bu târihî oluşumu ve yaşadıklarımızı<br />

paylaşalım. Çok güzel ve çok etkileyici<br />

bir sayı oldu. Konu bu kadar özel ve önemli<br />

olunca yazılar da, hisler de, düşünceler de<br />

bir o kadar etkileyici ve çarpıcı oldu.<br />

Bizler bu lûtfa nâil olmanın şükrünü bilmeye<br />

çalışırken, siz dostlarımızı da buna ekleyelim,<br />

dahil edelim, hemhâl olalım istedik. İnşaallah<br />

eksik ve kusurlu anlatımımıza rağmen,<br />

bu târihî anları siz dostlarımızla hakkıyla paylaşabiliriz.<br />

Sözü kısa keseyim ve sizi Japonların<br />

bahar bayramı olarak kabul ettiği, doğanın<br />

uyanmasını simgeleyen “Sakura” adını<br />

verdikleri kiraz çiçeklerinin açılma zamanına<br />

denk gelen, gönül çiçeklerinin açıldığı,<br />

dostlukların perçinlendiği, tarihin yazıldığı


SOHBETLER<br />

Bir mes’ele hakkında iyi ve fena diye mukayese<br />

yapılması üzerine:<br />

- “Fena yoktur. Fenalık denen şey, iyiliğin bir<br />

derecesidir. Fena da iyidir. Niçin iyidir? İyiliğin<br />

kıymeti onunla meydana çıktığı için.<br />

Dünyâda mutlak hayır ve mutlak şer yoktur.<br />

Bir kimse için fena olan, diğer biri için iyidir.<br />

Dünyâdaki bütün sedalar, Türk, Arap, Acem,<br />

Kürt, İtalyan, İngiliz, Çin, Japon, eşek, köpek,<br />

arslan, kurt, ağustos böceği, yılan seslerinin<br />

hepsi do’dan si’ye kadar olan yedi notanın<br />

içindedir. (…) bütün sesler de bu yedi notanın<br />

muhtelif tarzda sıralanmasından ibarettir.<br />

Böyle olmakla beraber, sizin pek hoşlandığınız<br />

alaturka bir parçadan bir Avrupalı hazzetmeyebilir.<br />

Onun da hoşlandığından siz<br />

zevk almayabilirsiniz. Ama hoşlandığınız da<br />

hoşlanmadığınız da hep aynı notaların evrilip<br />

çevrilmesinden ibaret. O halde bunları nasıl<br />

beğenmez de fenadır, dersiniz? Binâenaleyh<br />

hiçbirini ayırt edip hor görmemeli. Hepsini<br />

hürmetle dinlemeli ye seyreylemelisiniz. Hiç<br />

değilse zevk alanların zevkine hürmeten sen<br />

de onlara saygı göstermelisin. Ama zevk almak<br />

mes’elesi başka!”<br />

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000,<br />

s. 353)<br />

*****<br />

Sokrat der ki: İlmin başlangıç noktası cehil<br />

olamaz. Meselâ hesapta bir veya iki meçhullü<br />

bir mes’eleyi halletmek için mutlak evvelce<br />

bâzı bilinen şeyler konmuş olmak lâzımdır.<br />

Cebirde de meçhullü muadele halletmek<br />

için evvelâ bâzı malûm şeyler konmalıdır.<br />

Onun için ilmin başlangıcı cehil olamaz,<br />

demiş. Fakat bu beyânını şerhetmemiştir.<br />

Eflâtun da der ki: “Bilmek demek, evvelce<br />

bilinen şeyi hatırlamak demektir.” O halde<br />

insanın dünyâya geldiği vakitte aradığı nedir?<br />

İlimdir. O ilmi bilecek, ondan sonra hayıra<br />

kavuşacak ve hayıra kavuştuğu vakitte<br />

de onu icra edecektir. İşte o vakit ilim, ameli<br />

meydana getirmiş olur.<br />

Bunun için lâzım olan, evvelâ diyalektik mertebeleri<br />

geçmektir. Birinci mertebede ruhu<br />

ayıplardan, fenalıklardan temizlemek lâzım<br />

gelir. Çünkü ayıp ve noksan oldukça ilim<br />

elde edilemez. İlim elde edilemedikçe hayıra<br />

kavuşulamaz.<br />

Yine der ki: Kâinatı ibda eden mîmar, bu tabiatı<br />

kendine benzetmiş ve öyle tasvir ve<br />

tanzim eylemiştir. Binâenaleyh tabiat, yaratılmış<br />

değildir. O, evvelce de mevcut idi. Haz-


et-i Muhiddîn’in buyurduğu gibi bu imkân<br />

âlemi içinde bundan daha güzeli yoktur.<br />

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000,<br />

s. 364)<br />

karşı yaptım; oraya gitmekle Hakk’ı tazim etmiş<br />

oldum.”<br />

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000,<br />

s. 369)<br />

*****<br />

Fener Rum Lisesi Müdürü’nün bir müddetten<br />

beri hasta olduğu söyleniyordu. Nihayet<br />

Balıklı Rum Hastahânesi’ne yattığını<br />

duymuştuk:<br />

- “Bu gün müdürü ziyarete gittim. Beni görünce<br />

hem hayret hem de memnuniyet içinde:<br />

Ah efendim, buraya kadar niçin geldiniz,<br />

sizi bu ziyarete sevkeden sebep nedir? diye<br />

hem sevindi hem de hastahâneye kadar gelmiş<br />

olmama taaccüp etti.<br />

Esasen evde de hastayı yoklamaya gideceğimi<br />

söylediğim zaman itiraz edenler olmuş:<br />

Mübarek kandil günü bu ziyarete ne lüzum<br />

var? demişlerdi.<br />

Hastaya cevaben: Beni buraya sevkeden insaniyet<br />

duygusudur, dedim. Öyle ya... Bir kalbi<br />

memnun etmek gibi güzel şey var mıdır?<br />

Nasıl ki kalp kırmak kadar da fena şey yoktur.<br />

Hıristiyan olsun, müslüman olsun, her insanın<br />

bir kalbi vardır ve kalpten de Allah’a giden<br />

bir yol vardır. Şu halde ben o vazifeyi Hakk’a


“Tek Dileğim, Dinin Hakikatini<br />

Hep Birlikte Dünyaya Yaymamız…”<br />

Cemâlnur Sargut ile Söyleşi<br />

Kyoto Üniversitesi’nde kurulan Ken’an Rifâî<br />

Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreninin<br />

yapıldığı gün, törenin hemen ardından<br />

Cemâlnur Sargut Hocamızla bir röportaj<br />

yaptık ve kendisinin açılış gününe dair intibâlarını<br />

alırken geleceğe dönük planlarını ve<br />

düşüncelerini de sorduk.<br />

Kıymetli hocam, bugünü nasıl anlatmak istersiniz?<br />

Yani anlatılır gibi bir gün değil… Gerçekten<br />

hep Hazret-i Hatîce’yi düşündüm bugün.<br />

Önceden yollanmış, “erken gelen” adını vermiş<br />

Allah’ım ona. Peygamber’e hazırlamış<br />

onu. Allah nasıl bir hazırlık yapıyorsa Kyoto<br />

Üniversitesi’ni Ken’ân Rifâî Kürsüsü için hazırlamış.<br />

Türkçe bilen hocalar, Müslümanlar,<br />

tasavvuf ehli ve geleceğin lisanının Türkçe<br />

olacağını burada bir kere daha anlamış bulunuyoruz.<br />

Tasavvuf lisanı Türkçe olacak buna<br />

inanıyoruz ve iman ediyoruz. Çok güzel hocalarla<br />

çalışma fırsatını bulduk. Bu mucizeye<br />

tanık olmanın zevkini yaşıyoruz. İnşaallah bir<br />

dahaki adım Kore’de olur ve ben misyonumu<br />

tamamlarım. Allah’ın lûtfudur bana İslâm’a<br />

hizmet etme fırsatını vermesi. Japonya çok<br />

doğru bir yer. Çok güzel inanç, çok güzel bir<br />

iman, gerçek Müslümanlığı yaşıyor gibiler ya<br />

sadece adlarının Müslüman olduğunun farkında<br />

değiller. Maddede Allah’ı görme zevkini<br />

yaşıyorlar. Allah gerçek İslâm’ı önce bizim<br />

ülkelerimize sonra buraya nasip etsin. Çin’i,<br />

Amerika’yı ve burayı Ken’ân Rifâî’nin mübârek<br />

mânâsında Müslüman görmeyi Allah<br />

bizlere nasip etsin inşaallah.<br />

Hocam gerçekten buradaki ekibi daha önceki<br />

çalışmalarımıza çok yakın, daha önceki<br />

çalışmalarımızla işbirliği yapmaya çok<br />

istekli gördük. Hem enstitü hem Amerika<br />

hem de Çin konusunda.<br />

Evet.<br />

Burada ilk adım sizce ne olabilir, neler olabilir?<br />

Bugün açılış sırasınca ben de bunları düşündüm<br />

ve bir kere mutlaka çok sık bir şekilde<br />

birlikte çalışmalar ve organizasyonlar yapmalıyız.<br />

Ken’ân er-Rifâî Hazretleri’nin “Dinle”<br />

başlığıyla İngilizceye tercüme edilen Mesnevî<br />

şerhinin acil şekilde Japoncaya tercümesini<br />

sağlamak zorundayız. Aynı zamanda<br />

“Sohbetler” kitabının Japoncaya tercümesi-


ni sağlamak zorundayız. Bu şekilde İslâm’ın<br />

hakikî mutasavvıflar tarafından nasıl yaşanıldığını<br />

ve öğretildiğini burada yaymalıyız.<br />

Çünkü buranın inancıyla hocamın anlattığı<br />

İslâm anlayışı gerçekten çok uyuyor -ki<br />

bu Peygamber’in anlattığı İslâm’dır, hiç fark<br />

yok. Ahlâk-ı Muhammedîyi onların dilinden<br />

anlatmalıyız insanlara. Bunun çok önemli<br />

olduğuna ben inanıyorum. Aynı zamanda<br />

önümüzdeki sene yapılacak olan ve bütün<br />

Türkî cumhuriyetlerini de kaplayan ve Kuzey<br />

Afrika’yı kaplayan -çok büyük bir tevâfuk, buradaki<br />

çalışmaların da Kuzey Afrika üzerine<br />

olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz- bu İslâm<br />

anlayışının sempozyumunun da birlikte yapılmasını<br />

ve buranın da oraya katkıda bulunmasını<br />

sağlamak lâzım. Böylece birlikte çalışmanın<br />

zevkini yaşamak lâzım. Bir an önce<br />

Üsküdar Üniversitesi ile öğrenci mübâdelesine<br />

geçmek lâzım. Böylece daha çok Türkçe<br />

bilen, daha çok tasavvufu anlayan, yaşayan<br />

öğrenci adedini arttırmak lâzım. Buraya, Japonya’ya<br />

biz öğrenci yollayabiliriz. Japonca<br />

öğrenmelerini sağlayıp burada İslâm’ı anlatmalarını,<br />

yaşayan Müslümanların, mutasavvıfların<br />

İslâm’ı anlatmalarını sağlayabiliriz.<br />

Yani ben her seferinde “Ben misyonumu<br />

tamamladım.” derken bakıyorum ki yapacak<br />

çok iş var onları görüyorum.<br />

Önümüzdeki dönem galiba “Osmanlı’da<br />

Tasavvuf” diye çok spesifik bir ders açılacakmış<br />

meselâ burada.<br />

Evet bu çok önemli bir şey yani çok önemli<br />

bir şey. Onun için bir an önce Japonca bilen<br />

hocalarımız olmalı ve Türkçeyi burada<br />

çok daha geliştirmeliyiz. Sadece İbn-i Arabî<br />

Hazretleri’ni değil, ki o çok büyük bir sultan<br />

ve çok önemli İslâm açısından ama Mevlânâ’nın<br />

doktrinleri, fikirleri, anlayışının da,<br />

Mesnevî’nin burada yaygınlaşmasını sağlamak<br />

lâzım. Böylece o hoşgörü sistemini tam<br />

oturtmak lâzım. İslâm’ın hoşgörü anlayışını<br />

Mevlânâ’nın dilinden buraya oturtmak lâzım.<br />

Bunun için de Mevlânâ âilesiyle görüşüp<br />

daha sıkı çalışmalara girmeyi düşünüyorum<br />

Allah nasip ederse çok iş var…<br />

Yani öyle anlaşılıyor ki sözlerinizden, Japonya<br />

çok birleştirici ve çok kavrayıcı bir<br />

tohum gibi olacak galiba. Şimdiye kadar<br />

olan çalışmaların etkilerini de biraraya mı<br />

getirecek?<br />

Evet çünkü meselâ Çin’de Çinlileri daha Müslümanlıkla<br />

hiç tanışmamış görmüştük. Lisan<br />

bilmiyorlardı, Arapça bilmiyorlardı, Kur’an<br />

bilmiyorlardı, zorla anlamaya çalışıyorlardı.<br />

Onlara bir ufuk açıldı orada ve Müslümanlıkla<br />

tanışmaya başladılar. Ve dört sene sonra<br />

yaptığımız sempozyumda o aşkı gördük<br />

onlarda. Fakat orada çok daha, daha baştan<br />

başlamıştık. Burada hazır bir topluluk var. Bir<br />

kere Çin’e nazaran daha yumuşak, daha aşk<br />

dolu, -tabiî idâresinin de verdiği rahatlıkladaha<br />

tasavvufa yatkın bir topluluk gördük. Bu<br />

yüzden burası daha müsait gibi geliyor. En<br />

azından daha üst bir seviyeden başlama imkânı<br />

bulabileceğiz. Türkçe bilmeleri de çok<br />

önemli tabiî. Bu bakımdan çalışmalarımızın<br />

daha kuvvetli olacağına iman ediyorum ben.<br />

Hocam sizin en önemli amaçlarınızdan<br />

birisi, gerçekten bütün dünya bir şekilde<br />

Arapça biliyor, bir şekilde Farsça biliyor


ama Türkçenin bilinmesi bizim açımızdan<br />

çok önemli çünkü Türkçe kaynakların çalışılmasını<br />

çok istiyoruz.<br />

Evet.<br />

Türkiye’de bu kısmen yapılıyor, mutlaka<br />

yapılıyor ama bunların İngilizce makaleler<br />

hâline getirilmesi kısmı oldukça yavaş. Hâlbuki<br />

burada hazır Türkçe bilen bir ekip var<br />

ve bunlar çalıştıkları makaleleri önce İngilizceye<br />

çevirecekler. Yani bu sürecin birleşmesi<br />

ve hızlanması açısından Japonya’nın<br />

nasıl bir rolü olacak?<br />

Çok büyük bir rolü olacağına ben iman ediyorum.<br />

Biz mesela Çin’de ve Amerika’da<br />

Türkçeyi şartlarımız arasına koymuştuk, öğretilmesini,<br />

böyle bir eğitim yapılmasını en<br />

azından projelendirmiş ve bir vizyon hâline<br />

getirmiştik. Fakat burada ciddi olarak bu çalışmayı<br />

görüyoruz ve Japonya’nın çalışmaları<br />

Batıya da farklı bir bakış getirecektir İslâm<br />

çalışması Japonya’nın ve Türkçe İslâm çalışması.<br />

Türkçe’ye bakış da değişecektir, İslâm’a<br />

bakış da farklı bir mânâ taşıyacaktır. Bu yüzden<br />

çok önemli diye düşünüyorum.<br />

(…)<br />

Eklemek istediğiniz bir şey var mı hocam?<br />

Tabiî ki bir de Kore’de istiyorum inşallah. Allah<br />

bana nasip ederse… Hiçbiri benim özel<br />

çalışmam değil. Hepsi Allah’ın bana lûtfu, tenezzülü<br />

diye düşünüyorum. Kore’yi de lûtfederse<br />

çok büyük bir lûtuf olacak gene de<br />

bana. Bu bakış açısından Hocamın mübârek<br />

isminin, o akıl almaz vizyonunun her yere<br />

yayılmasını diliyorum. Ve onun ismi altındaki<br />

gerçek İslâm’ın insanlar arasındaki birliği,<br />

beraberliği, ülkeler arasındaki diyaloğu, sevgi<br />

bağını arttırmasını diliyorum. Ve inşaallah bir<br />

gün -ben bilmiyorum görebilir miyim- ama<br />

siz Avrupa’daki üniversitelerde de bu zevki<br />

yaşarsınız diye düşünüyorum.<br />

Hocam, buraya bu çalışma için gelen herkes<br />

mutlaka ne olacağını biliyordu ama<br />

gerçek anlamda da ne olacağını bilmiyordu.<br />

Tören esnasında herkesin intibâını,<br />

tepkilerini izlemeye çalıştık ve şaşkınlık ve<br />

hayranlık içerisinde gördük. Siz nasıl değerlendirdiniz?<br />

En çok beni ilgilendiren tabiî tasavvuf profesörü<br />

arkadaşlarım oldu. Onların mutluluğunu<br />

gördüm. Hakikaten onların da şaşırdığını<br />

gördüm. Yani ne kadar bekleseler, Çin<br />

çok büyük bir ön örnek olmuştu onlara, ne<br />

kadar akademik bir çalışma olduğunu görmeleri<br />

açısından. Fakat burası gerçekten vurucu<br />

oldu. Dilerim ki Kore de öyle olur ve<br />

bu grup bana destek olur. Her zamanki gibi<br />

ve birlikte yapılır. Çünkü birlikte olan şeyler<br />

güzel yürüyor. Ben sizin şahsınızda çok sevgili<br />

iki dostuma, William Chittick’e ve Sachiko<br />

Murata’ya özel teşekkür etmek istiyorum<br />

bana açtıkları muazzam yol için, her zaman<br />

arkamda oldukları için. Mahmut Erol Bey’e<br />

teşekkür ediyorum büyük destekleri için ve<br />

yanımda olduğu için. Osman Nuri Hocama,<br />

Ahmet Hocama teşekkürler ediyorum. Ve<br />

diliyorum ki bütün ilâhiyat câmiâsı bir araya<br />

geliriz, önyargılarımızı bir tarafa bırakırız ve<br />

dinin hakîkatini dünyaya yayarız. Tek dileğim<br />

bu. Tek bilmeleri gereken şey; ben bir lider<br />

değilim, ben bu işin hizmetçisiyim.


Japonya’da Bir Selâmet Kapısı<br />

Melike Türkân Bağlı<br />

Dünyanın öbür ucuna, Japonya’ya doğru<br />

uçuyoruz.<br />

Uçakta yanımda oturan genç adamın Suriyeli<br />

olduğunu öğreniyorum. Yarım yamalak anlaşıyoruz.<br />

Birkaç arkadaşıyla birlikte Osaka’ya,<br />

kendi memleketlerinden bir arkadaşlarının<br />

yanına gitmekte olduklarını söylüyor. Hepsi<br />

de otomobil tamircisiymiş. Japonya’da çalışma<br />

imkânı bulabileceklerini düşünüyor.<br />

Halep’ten ve Şam’dan bahsediyoruz. Neredeyse<br />

tamamen yıkılan şehirler… İslâm coğrafyasının<br />

bu en kadim bölgesi, birkaç senedir<br />

inim inim inliyor. Üstelik kendisini İslâm<br />

kelimesi ile tavsif eden kişilerin, grupların ve<br />

yönetimin zulmü altında… “İslâm” -kelime anlamı<br />

selâmet ve barış demek olduğu hâldebugün<br />

tüm dünyada maalesef terör, şiddet ve<br />

savaşlar ile birlikte anılıyor. Tarihin böyle bir<br />

döneminde, Japonya’ya doğru yoldayız.<br />

İslâm’ın hakikatini tanımak için tasavvufu bilmek<br />

ve yaşamak elzem… Terör ve savaşlarla<br />

mücâdelede tasavvufun ve muhakkak ki İslâm’ın<br />

merkezini oluşturan tevhid fikri en etkili<br />

araç olsa gerek. Bu maksatla kurulmuş olan<br />

Kenan Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin<br />

açılış törenine gidiyoruz.<br />

***<br />

Japonya’da, bizi isimlerinin anlamının selâmet<br />

ve barış olduğunu öğrendiğimiz “Yasushi”ler<br />

bekliyor: Yasushi Kosugi, Kyoto Üniversitesi’nin<br />

Asya ve Afrika Bölge Çalışmaları<br />

Fakültesi’nin, yani ASAFAS’ın dekanı. Yasushi<br />

Tonaga, ASAFAS çatısı altında kurulan Kenan<br />

Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin müdürü.<br />

Yasushi İmamatsu da yine ASAFAS’ta<br />

görevli bir öğretim üyesi. Hepsi de İslâm’ın<br />

bir barış dini olduğunu anlatmak üzere çalışmalar<br />

yapıyor; bu konuda önemli bir misyon<br />

yüklenmişler. Genç bir ekipleri var: Bu gençler<br />

Türkçe biliyorlar, Türkiye’de bulunmuşlar<br />

ve Türk-Osmanlı tasavvufuna dair çalışmalar<br />

yapmak için programlarını şimdiden oluşturmuşlar.<br />

Dünyanın öbür ucunda olduğumuza inanmak<br />

zor!<br />

***<br />

Açılış töreni için bulunduğumuz Kenan Rifâî<br />

Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, aslında 2015<br />

senesinin Kasım ayında çalışmaya başlamış.<br />

Biz ise bugün bu açılışın tebriki için buradayız.<br />

Biz kim miyiz?


Şunu belirtmek gerekiyor ki, Ken’an Rifâî ismi<br />

ile şereflenen bu üç üniversite de dünyanın<br />

en iyi üniversiteleri konumunda. Ekonomik ve<br />

kültürel olarak dünya devleri arasında sayılan<br />

üç ülkenin üç seçkin üniversitesine yabancı<br />

bir ülkeden gelen ve kürsü ya da merkez<br />

kurulmasıyla sonuçlanması hedeflenen akademik<br />

tekliflerin birçok bürokratik zorluğa<br />

mârûz kalacağını ve bu işin tamamlanmasının<br />

en azından zamana mâl olacağını öngörmek<br />

için müneccim olmaya gerek yok. Bizler altı<br />

sene içinde bu türlü üç akademik girişimin<br />

başarıyla sonuçlandığına şâhit olmuş şanslılarız.<br />

Tabii bir de Üsküdar Üniversitesi bünyesinden<br />

kurulmuş olan Tasavvuf Araştırmaları<br />

Enstitüsü var ki, ülkemizde tasavvuf eğitimi<br />

adına çok ama çok önemli bir girişim…<br />

Yeni açılan bu merkezin fikrî ve mânevî annesi,<br />

merkezin kurulması için kurumsal girişimi<br />

başlatan Kerim Vakfı’nın kurucu üyesi, yine bu<br />

inisiyatifte rol alan Türk Kadınları Kültür Derneği<br />

(TÜRKKAD) İstanbul Şubesi’nin başkanı,<br />

hocası Kenan Rifâî’nin vizyonunu hayata geçirmek<br />

için bütün ruhunu ve cismini hizmete<br />

koşmuş bulunan Cemâlnur Sargut… TÜRK-<br />

KAD Genel Başkanı Emine Bağlı… Türkiye’deki<br />

çeşitli üniversitelerde tasavvuf disiplininin<br />

öğretimini yapan gönül dostları hocalarımız<br />

Mahmut Erol Kılıç, Osman Nuri Küçük ve Ahmet<br />

Murat Özel… Bu önemli olayı haberleştirerek<br />

kamuoyunu aydınlatmak için gruba<br />

dahil olan gazeteciler Balçiçek İlter, Sonat Bahar<br />

ve Ayşe Olgun… ABD‘deki North Carolina<br />

Üniversitesi ile Çin’deki Pekin Üniversitesi’nde<br />

kurulan Ken’an Rifâî İslâm Araştırmaları Kürsülerinin<br />

açılışının ardından bu sefer de Japonya’da<br />

yapılacak bir açılışa, bir fethe şâhitlik<br />

etmek üzere orada bulunan biz tâlipler…<br />

***<br />

6 Mart <strong>2016</strong>… Kyoto Üniversitesi’nde açılış töreninin<br />

yapıldığı salondaki konuşmalar, üniversitenin<br />

farklı birimlerinin bu merkezi ne<br />

derecede sahiplendiğini de gösteriyor bize.<br />

Bütün bir üniversite, merkezi âdeta kucaklıyor!<br />

Türkiye’nin Tokyo büyükelçisi de Türkiye<br />

Cumhuriyeti Devleti’ni temsilen törende…<br />

Tam olarak hakikatiyle anlatması zor bir hâdise…<br />

Allah’tan teknolojinin bize birçok imkân<br />

sunduğu bir devir yaşıyoruz. Bu vesileyle<br />

belirtelim ki Kyoto’ya gelememiş olan dostlardan<br />

açılış törenindeki atmosferi görmek<br />

isteyenler, Kerim Vakfı’nın internet sayfasına<br />

müracaat edebilirler. Açılış töreninin ve yetkili<br />

isimlerle yapılan röportajların videoları bu<br />

sayfada bulunuyor. Ayrıca imzalanan protokol<br />

ile basında çıkan haberlere ulaşmak da<br />

mümkün…


***<br />

Tarihin kaydettiği bu açılıştan şahsımıza düşen<br />

hisse nedir dersek, insanlığa hizmet amacıyla<br />

kurulmuş bu birimlerin zeminini oluşturan<br />

ahlâkî dönüşüm ve insâniyet eğitimi nüvelerini<br />

bir an evvel kendi nefsimize ekmek ve<br />

değişimi kendimizden başlatmak için harekete<br />

geçmektir. Kendi gönüllerimizi üst düzeyde<br />

bir eğitimi almaya hazır hâle getirecek bir<br />

enginliğe kavuşturmaktır. Hz. Ken’an Rifâî’nin<br />

“Tasavvuf bir gün akademilerde öğretilecektir.”<br />

düsturunun ferdî planda bize vaadettiği<br />

açılım bu olsa gerek vesselâm…


Açılış Konuşmalarından…<br />

Kerim Vakfı ile Türk Kadınları Kültür Derneği’nin<br />

girişimleriyle Kyoto Üniversitesi çatısı altında<br />

açılan Ken’ân Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin<br />

6 Mart <strong>2016</strong> tarihindeki açılış töreninde<br />

yapılan konuşmalardan bir kısmını sizler için<br />

deşifre ederek burada paylaşıyoruz. Açılış töreninin<br />

kaydı ve diğer görsel mateyaller Kerim<br />

Vakfı’nın internet sitesinde bulunmaktadır.<br />

“Bugün Akademilerde Öğretilecek Tasavvuf,<br />

Aslında Ahlâk Eğitimidir”<br />

Cemâlnur Sargut<br />

Tahmin edersiniz ki çok heyecanlıyım bugün.<br />

Tekrar, ahlâkın dili olan İslâm tasavvufunun<br />

dünyanın bir başka Doğu ülkesinde, peygamberimin<br />

söylediği gibi, ilmin arandığı Doğu ülkelerinden<br />

birinde tekrar bir araya getirici şekilde<br />

yaşamak, başlatmak zevkini Allah bana<br />

nasip ettiği için Allah’ıma şükürler olsun.<br />

[Az önce gösterilen] filmde de gördüğünüz gibi<br />

1920’li yıllarda Hocam Ken’ân er-Rifâî bir tarîkat<br />

şeyhi iken “Bir gün tekkeler kapatılabilir ama<br />

tasavvuf enstitülerde öğretilecektir.” diyerek<br />

bize muazzam bir yol açtı. Bugün akademilerde<br />

öğretilecek tasavvuf, aslında ahlâk eğitimidir.<br />

Çünkü Peygamber’e sorulduğunda “İslâm nedir?”<br />

diye, “Güzel ahlâktır.” diyor. Öyleyse bugün<br />

eğer evrensel bir lisan bulacaksak ve tevhitte<br />

birleşeceksek bunun lisanı tasavvuf olmalıdır,<br />

İslâm tasavvufu olmalıdır. Buradan anlaşılıyor ki<br />

güzel tārifiyle tasavvuf, tevhitten bakıp kesrete<br />

göre hareket etmektir. O zaman insanlık âleminin<br />

ortak nokta bulması, birleşmesi, yaratıcıyı<br />

sevmek ve yaratılanı sevmekle mümkündür.<br />

Yaratılanı, yaratıcıdan ötürü sevmekle mümkündür.<br />

Yaratıcıyı sevmek ancak ilimle mümkün<br />

olur. Tevhit ilimle anlaşılır. İlim ise Yunus Emre’nin<br />

dediği gibi “İlim ilim bilmektir, ilim kendini<br />

bilmektir.” demektir. O hâlde kendini bilen yaratıcısını<br />

bilir, yaratıcısını bilen yaratılmış herkesi<br />

değil, yaratılmış her şeyi sever.<br />

İki gündür Japonya’yı geziyoruz. İlk gelişimiz<br />

bizim Japonya’ya ve ben İslâm tasavvufunun<br />

burada yaşandığını gördüm. Her şeye çok değer<br />

veriliyordu, “her şeye” çok değer veriliyor-


du. O zaman işte bizim birlikte yapabileceğimiz<br />

çok şey var demektir. Bizim sizden öğreneceğimiz<br />

çok şey var. Belki de bizim de öğreteceğimiz<br />

çok şey var. Ben kendi adıma bu konudaki<br />

hizmetçilikten çok memnunum.<br />

******<br />

Türkiye ve Japonya din açısından da değişik<br />

inançlara sahip olmalarına rağmen kendi ülkelerinde<br />

dinsel hoşgörüyü yaratabilmiş iki millettir.<br />

İslâm’da sufizmin beşiği denilince Anadolu’nun<br />

akla gelmesi gerekiyor. Türkiye’de dinsel<br />

hoşgörünün oluşmasında da sufizmin çok büyük<br />

rolü olmuştur. On üçüncü yüzyılda yaşamış<br />

olan Mevlânâ Celâleddîn Rûmî “Gel, ne olursan<br />

yine gel.” deyişiyle özetleyebileceğimiz mâneviyatı<br />

Türkiye’de herkesin kalbine nakşetmiştir.<br />

Zaten Türkiye’deki sufizm sayesinde Türkiye<br />

bugün İslâm’ın gerçek anlamını, İslâm’ın güzel<br />

yüzünü temsil etmektedir. Türkiye sadece<br />

coğrafî açıdan değil medeniyetler arasında da<br />

bir köprü rolü oynamaktadır. Türkiye’deki sufizmi,<br />

Japonya’da Kyoto Üniversitesi gibi önde<br />

gelen bir üniversitede yaşatacak bir merkezin<br />

kurulmuş olması kanaatimce Japon düşünce<br />

dünyasına büyük bir zenginlik kazandıracaktır.<br />

Bugün açılışını yapacağımız Ken’an Rifâî Tasavvuf<br />

Araştırmaları Merkezi’nin başarılı çalışmalara<br />

kaynaklık edeceğinden eminim. Biz Türkiye<br />

Cumhuriyeti Büyükelçiliği olarak bu merkezin<br />

çalışmalarına elimizden gelen yardımı göstereceğiz.<br />

Bu merkezin kurulmasında emeği geçen,<br />

bu girişimi destekleyen herkese teşekkürlerimi<br />

sunuyor, sizleri saygıyla, sevgiyle selâmlıyorum.<br />

******<br />

“Türkiye, İslâm’ın Güzel Yüzünü Temsil Ediyor”<br />

Ahmet Bülent Meriç<br />

Türkiye Cumhuriyeti Tokyo Büyükelçisi<br />

Değerli hocalar, değerli misafirler,<br />

“İslâm Dünyasındaki Gidişat, Tasavvufî Araştırmaların<br />

Bir İhtiyaç Olduğunu Gösteriyor”<br />

Mahmut Erol Kılıç<br />

Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi<br />

Değerli arkadaşlar,<br />

Hepiniz hoşgeldiniz. Geçen sene Çin’de Pekin<br />

Üniversitesi’nde bir güzel çalışma başlattık<br />

Cemâlnur Hanım sayesinde. Daha sonra burada,<br />

şimdi Kyoto Üniversitesi’nde böyle bir prog-


am başlıyor. Bunun şöyle bir önemi de var aynı<br />

zamanda: Hem İslâm dünyası olarak hem de<br />

dünya genelinde çok enteresan bir dönemden<br />

geçiyoruz. Bu geçmekte olduğumuz dönemde<br />

bütün gidişat (…), -özellikle İslâm dünyasındaki<br />

gidişat- tasavvufî araştırmaların bir ihtiyaç olduğunu<br />

bittecrübe bize göstermekte. O kadar ki<br />

artık Müslüman dünyası bile İslâm’ın günümüzdeki<br />

kötü temsilinden bîzar olmuşlardır, hepimiz<br />

“yeter artık” demekteyiz. Tasavvufî İslâm, akademide<br />

ihmâl edilen bir İslâm. Dolayısıyla inşaallah<br />

burada ben Profesör Tonaga’ya ki benim uzun<br />

yıllardır arkadaşımdır, bir kere daha teşekkür<br />

ediyorum. Sebebi de şu: Ondan öncesinde hep<br />

Japonya’daki İslâm çalışmaları yapan profesörler,<br />

tasavvuf üzerine Arap dili ve Edebiyatıyla ilgili<br />

çalışmalar yaparlardı veya Fars Dili ve Edebiyatıyla<br />

ilintili çalışmalar yaparlardı. İlk defa Tonaga’yla<br />

beraber Osmanlı yani Osmanlı Türkçesi’nin de<br />

dâhil olduğu bir üçüncü dönem tasavvufî çalışmalar<br />

yapılıyor olması aslında çok çok önemli<br />

bir teşebbüs. Bu açıdan ben bir kere daha kendisini<br />

ve sizleri de tebrik ediyorum. İnşaallah hayırlara<br />

vesile olur. Teşekkür ederim, sağolun.<br />

olumlu katkılar sunacaktır. Sanırım tarihte ve<br />

günümüzde farklı kültürler arasındaki çatışmanın<br />

temel nedenlerinden birisi kültürlerin birbirini<br />

tanımaması, önce bir kavram kargaşası,<br />

ardından gelen kültürel çatışma ve ardından<br />

maalesef birtakım savaşların, çatışmaların yaşanması.<br />

Tasavvuf, mistisizm, dinlerin, bütün<br />

dinlerin vahiy kutsal geleneğine dayanan yönü<br />

itibâriyle aralarında bütün insânî değerlerin ortak<br />

bir harmanda, ortak bir vizyon çerçevesinde<br />

bütün insanlığın gelişimine ve medeniyetinin<br />

gelişmesine büyük bir katkı sunacağı bu tür<br />

çalışmalarla desteklenecektir.<br />

Japonya’nın bizim millî geleneğimizde şöyle<br />

önemli bir yeri var: Millî şâirimiz, istiklâl şâirimiz<br />

Mehmet Âkif Ersoy’un yaşadığı dönemde bir<br />

Japonya seyahati vardır. Japonya seyahatinden<br />

döndükten sonra Mehmet Âkif Ersoy şunu söylüyor:<br />

“Onlar Şintoizm ve Budizmi yaşıyorlar biz<br />

İslâm’ı yaşıyoruz, farklı kelimelerle aslında aynı<br />

hakikatin tezâhürlerini yaşıyoruz.”<br />

“Farklı Kültürlerin Birbirini Tanıması İnsanlığın<br />

Gelişimine Katkılar Sunacaktır”<br />

Osman Nuri Küçük<br />

Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf<br />

Araştırmaları Enstitüsü<br />

Saygıdeğer Büyükelçim, saygıdeğer hocalarım,<br />

saygıdeğer meslektaşlarım ve değerli dostlar,<br />

Bugün önemli bir güne tanıklık ediyoruz.<br />

1920’lerde tekke ve zaviyelerin kapatıldığı bir<br />

ortamda “Günün birinde tasavvuf akademik<br />

ortamlarda öğretilecektir.” sözü bir vizyonun<br />

göstergesidir. Bugün o vizyonun müşahhas<br />

bir hâle dönüştüğü, somutlaştığı bir dönem<br />

yaşıyoruz. Farklı kültürler arasında kurulacak<br />

kanallar, farklı kültürlerin hem birbirini tanımasına<br />

hem de dünyanın, insanlığın gelişimine


Sözlerimi bir Kur’ân âyetiyle noktalamak istiyorum.<br />

“Allah sizleri farklı farklı milletler hâlinde<br />

yaratmıştır ki birbirinizle tanışasınız.”<br />

Teşekkür ederim, saygılar sunarım.<br />

******<br />

“Bu Merkez, Kültürün İçindeki Sûfî Temaların<br />

İncelenmesi İçin Büyük Bir Fırsat”<br />

Ahmet Murat Özel<br />

Yalova Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi<br />

Hanımefendiler, beyefendiler,<br />

Târihî bir hâdisenin hakikaten şâhitleriyiz. Japonya’da<br />

çok önemli bir üniversitede çok güzel<br />

bir merkez açılıyor. Profesör Yasushi’nin başkanlığında<br />

burada (…) tanıştığımız bu süre boyunca<br />

gözlemlediğimiz çok güzel bir ekip var.<br />

Türkçe biliyor olmaları bizi heyecanlandırıyor.<br />

Profesörün sunumunda birkaç kere atıfta bulunulduğu<br />

gibi merkezin odaklanacağı konulardan<br />

bir tanesinin İbn-i Arabî okulu olacağını<br />

söylemişti. Çünkü İbn-i Arabî okulunun Anadolu’daki<br />

varlığı birçok önemli eseri ortaya çıkardığı<br />

gibi Anadolu’da popüler kültürün, halk<br />

kültürünün birçok önemli parçasını da oluşturmuştur.<br />

Böylece aslında Profesör Tonaga’nın<br />

işâret ettiği tasavvufun popüler kültür tarafı,<br />

doktrinel tarafı, ahlâk tarafı, bütün bunların aslında<br />

tezâhürlerini incelemek için de sadece bir<br />

akademik doktrinel “sufi studies” meselesinden<br />

daha büyük olarak, Türk toplumunu daha<br />

yakından tanımak için de önemli bir fırsat ele<br />

geçmiş bulunuyor.<br />

Kitap merkezli akademik çalışmalar zaten yapılıyor,<br />

daha da güzelleri yapılacak inşaallah. Ama<br />

ben özellikle burada açılan bu merkezimizi<br />

özellikle popüler kültür içindeki sûfî temalara,<br />

sûfî bağlantılara yönelik bir ilgiye davet ediyorum.<br />

Böylece “studies”in başlığı altında yer alan<br />

bu merkez, böylece hakkıyla ASAFAS adlı o üst<br />

çatısıyla çok uyumlu bir çalışma yapmış olacak.<br />

Yani antropolojiden halk bilimine, müzikbilimden<br />

tasavvuf doktrinine kadar çok geniş bir<br />

yelpazede çalışma imkânı bulacaktır diye tahmin<br />

ediyorum. Buradaki ekibin bunu hakikaten<br />

başarabileceğine dâir bir güçlü kanaatim var.<br />

Çünkü beraber olduğumuz arkadaşlarımızdan<br />

birinin, hapşırınca “elhamdülillah” dediğine şâhit<br />

oldum. Bu hakikaten toplumun kılcallarına<br />

nüfuz etmekle mümkün olan bir şey.<br />

Ben tekrar hayırlı olsun, hayırlı mübârek olsun<br />

diyorum, teşekkür ediyorum. Hepinize hayırlı<br />

günler diliyorum.


“İslamofobiyi<br />

tasavvufla yeneceğiz”<br />

Ayşe Olgun<br />

Türk Kadınları Kültür Derneği (TÜRKKAD) ve<br />

Kerim Vakfı’nın girişimleriyle ABD ve Çin’den<br />

sonra Japonya’nın Kyoto Üniversitesi’nde<br />

de Kenan Rifai Tasavvuf Araştırma Merkezi<br />

açıldı. Geçtiğimiz hafta Japonya’nın Kyoto<br />

şehrinde yapılan resmi açılışa biz de katıldık.<br />

Kyoto Üniversitesi, bilimsel çalışmaları ve aldığı<br />

Nobel ödülleriyle tanınıyor. TÜRKKAD<br />

ve Kerim Vakfı’nın girişimiyle İslam Enstitüsü<br />

Bölümü içinde kurulan Kenan Rifai Merkezi<br />

ise bundan sonra İslam tasavvufu araştırmalarıyla<br />

aynı üniversitenin bünyesinde adını<br />

dünyaya duyurmayı hedefliyor. Merkezin<br />

direktörlüğüne Kyoto Üniversitesi Asya ve<br />

Afrika Çalışmaları Fakültesi öğretim üyesi ve<br />

aynı zamanda aynı üniversitenin İslam Araştırmaları<br />

Merkezi’nde araştırmalarını yürüten<br />

Prof. Dr. Yasushi Tonaga getirildi. Tonaga, İslam<br />

tasavvufu çalışmak isteyen öğrencilerini<br />

öncelikle Türkiye’ye gönderiyor. Bunun sebebini<br />

de “İslam kültürünü iyi anlamak için<br />

Osmanlı kaynaklarını iyi bilmek lazım” diye<br />

açıklıyor. Törene katılan akademisyenlerin<br />

çoğu Türkiye’de çalışmış ve çok iyi derecede<br />

Türkçe biliyorlar. İslamofobiye karşı Japon<br />

halkına İslam’ın terör ve şiddet değil barış<br />

dini olduğunu anlatmak istediklerini söyleyen<br />

Tonaga, “Yeni merkezimiz genel Japon<br />

toplumunu İslam’ın diğer yüzü, yani İslam<br />

sufizmi hakkında bilgilendirmeyi başarabilirse,<br />

onlar da böylelikle İslam’ı farklı bir ışık<br />

altında görmüş olup İslam’ın güncel imajını<br />

değiştirecektir” diyor. Tonaga ile tasavvuf<br />

yolculuğunu, Türk tasavvuf araştırmalarını,<br />

yeni açılan Kenan Rifai Merkezi’ni ve İslamofobiyi<br />

konuştuk.<br />

Önce şuradan başlayalım. Tasavvufa ilginiz<br />

nasıl başladı?<br />

Tasavvufla alakam üniversitedeki ilk yılımda<br />

başladı. Ayrıca Toshihiko Izutsu’nun İbn Arabi<br />

ve onun ideolojisi üzerine yazdığı bir kitaptan<br />

etkilenmiştim.<br />

Izutsu’dan etkilenip siz de İbn Arabi üzerine<br />

çalışmaya başladınız öyle mi?<br />

Evet.<br />

Sadece akademik olarak mı ilgilendiniz<br />

yoksa sufizme kişisel olarak da ilgi duydunuz<br />

mu?<br />

Ben kendimi maalesef sufi olarak tanımlamıyorum.<br />

Tasavvuf düşüncesiyle çok yakından<br />

ilgileniyorum, ancak sadece İslam tasavvufuyla<br />

değil, genel olarak mistisizm ile<br />

yani dünyada bilinen her türlü mistisizm ile<br />

ilgileniyorum. Profesör Izutzu da aynı şekilde<br />

genel olarak mistisizm ile ilgileniyordu,<br />

özellikle de Doğu’daki mistisizm ile, yani oryantal<br />

olan mistisizmle. Ona göre İslam sufizm<br />

demekti. Bu çalışmaları yaparken “Izut-


su Oryantalizmi” adı altında kendi oryantal<br />

felsefesini oluşturmak istiyordu. Taoculuk,<br />

Budistlik, Zen mistisizmi ve Budistliğin çeşitli<br />

mistisizm trendlerini ve Hint mistisizmini<br />

vesaire içeren bir oryantal felsefeydi bu.<br />

Mümkün olduğu kadar ben de onun düşünce<br />

yolundan gitmek istiyorum. Bu yeni<br />

açmış olduğumuz merkezde de çeşitli mistisizm<br />

trendlerinin karşılaştırması üzerine bir<br />

çalışma yapmak istiyorum, sadece sufizmle<br />

değil, aynı zamanda İslam sufizmi ile Budist<br />

mistisizm karşılaştırması mesela.<br />

Türkiye ile bağlantınız nasıl başladı?<br />

1986-1988 yılları arasında Kahire Üniversitesi’nde<br />

okudum. Bu sırada 1987’de Türkiye’yi<br />

görmeye geldim. O an Osmanlı döneminin<br />

İslam kültürü için çok önemli olduğunu anladım,<br />

ancak yeterince bilgi sahibi değildim<br />

ve Osmanlı döneminde İslam medeniyeti<br />

ve İslam’da mistisizm konularını araştırmaya<br />

karar verdim.<br />

Türkiye’de ne kadar süre araştırma yaptınız?<br />

Daha önce de belirttiğim gibi, Türkiye’ye ilk<br />

1987 yılında geldim. Daha sonra 1991’de ve ardından<br />

birkaç defa daha geldim. Ayrıca 2002<br />

yılında tekrar gelip İstanbul Üsküdar’da altı ay<br />

kaldım. O tarihten itibaren de her yıl yaz mevsiminde<br />

İstanbul’da bir ay kalmaya başladım.<br />

Çalışırken belgelerden yararlandınız. Özellikle<br />

de Osmanlıca metinlerden. Bunlar sizin<br />

çalışmalarınıza ne tür katkıda bulundu?<br />

İslam medeniyeti konusu üzerindeki araştırmalarıma<br />

ilk olarak Arapça ve Farsça ile


aşladım. Bunlar Türk kültürü için önemli.<br />

Süleymaniye Kütüphanesi’nde çok sayıda<br />

el yazması buldum. Bunlar sadece Arapça<br />

ve Farsça değildi, aralarında çok sayıda Osmanlıca<br />

el yazması da vardı. Bu el yazmaları<br />

sufilik üzerine araştırma yapma isteğimi arttırmıştı.<br />

Kyoto Üniversitesi’nde Tasavvuf Kürsüsü<br />

açma fikri nasıl ortaya çıktı?<br />

Sufi araştırmaları için Japonya Kyoto Üniversitesi’nde<br />

Kenan Rifai Sufi Araştırmaları<br />

Merkezi’ni açmış bulunmaktan çok mutluyum.<br />

Kyoto Üniversitesi’nin mistisizm çalışmaları<br />

üzerine uzun bir tarihi vardır. Özellikle<br />

de Budizm, Taoculuk vs. gibi Uzak Doğu<br />

mistisizmi. Bununla birlikte İslam mistisizmi<br />

ile ilgili yeni trendler üzerinde çalışmalara<br />

başlandı. Dolayısıyla Kyoto Üniversitesi’nde<br />

bu sufi araştırma merkezinin açılmasının<br />

Japonya’daki tasavvuf çalışmaları ve Uzak<br />

Doğu için çok önemli bir dönüm noktası olduğuna<br />

inanıyorum.<br />

Bu merkezde İslam ile ilgili yapılan çalışmaların<br />

dünyadaki İslamofobi’nin önüne<br />

geçmesi konusunda bir katkısı olacak mı?<br />

Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?<br />

Japonya’da Avrupa ya da Amerika’da olduğu<br />

gibi çok aşırı bir İslamofobi yok. Ama terör<br />

sebebiyle Japonların genel olarak İslam’a<br />

bakış açıları çok negatif. Ancak ben birkaç<br />

çeşit İslam olduğunu düşünüyorum. Biri çok<br />

terör odaklı radikal İslam. Ama Türkiye’deki<br />

geleneksel İslam’ın bu tarz bir İslam’dan çok<br />

farklı olduğunu düşünüyorum. Ve bunun<br />

sufizm ve tarikat geleneğine bağlı olduğunu<br />

düşünüyorum. Ben de sufizme dayalı Türk<br />

İslam örneğiyle İslam’ın asıl yüzünü göstermek<br />

istiyorum. Japonya’da İslamofobi çok<br />

yüksek düzeyde değil. Bu sebeple şanslıyız.<br />

Ama Japonların İslam hakkındaki genel bilgi<br />

düzeyi de çok düşüktür. Dolayısıyla İslam’a<br />

bakış açımız çok yanlıdır. O yüzden, yeni<br />

merkezimiz genel Japon toplumunu İslam’ın<br />

diğer yüzü, yani sufi İslamı hakkında bilgilendirmeyi<br />

başarabilirse, onlar da böylelikle<br />

İslam’ı farklı bir ışık altında görmüş olup İslam’ın<br />

güncel imajını değiştirecektir.<br />

Ortadoğu’ya baktığımız zaman İslam ülkeleri<br />

arasında savaş ve şiddet söz konusu.<br />

Yine son zamanlarda İslam’ın adı IŞİD ile<br />

anılmaya başladı. Bütün bunlar Japonlar’a<br />

İslam’ı anlatırken sizi zorluyor mu?<br />

Sufizm alanında uzmanlık yapan biz Japonlar<br />

için zor bir durum bu. Genel Japon toplumuna<br />

İslam’ın özünde radikallik ya da şiddet<br />

olmadığını anlatmak kolay değil. Bizim bu<br />

insanlarla sadece üniversite içinde değil aynı<br />

zamanda üniversite dışında verilen seminerlerde<br />

de konuşup görüşmek için çok imkanımız<br />

oluyor. Onlara İslam’ın özünde barış<br />

ve sevgi dolu bir din olduğunu ve bunun sufizme<br />

dayalı olduğunu anlatıyoruz. Ama bir<br />

gün verdiğim seminerlerden birinin hemen<br />

ardından bir bomba olayı gerçekleşti. Dolayısıyla<br />

o terör olayı sayesinde Japon halkını<br />

anlatmak istediğim her şey alt üst oldu. Bu<br />

çok üzücü bir durum ama Japon halkının İslam’a<br />

bakış açısını düzeltmek için çabalamaya<br />

devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.<br />

Japonya’dan Türkiye’ye gelen çok sayıda<br />

akademisyen var. Bu akademisyenlerden<br />

çoğu Süleymaniye’deki Osmanlı arşivleri<br />

üzerinde çalışıyor. Ama iki ülkeye baktığımız<br />

zaman ikisi birbirinden çok uzak. Sizce<br />

bu ilginin sebebi nedir?<br />

Çok sayıda Japon akademisyenin Osmanlı<br />

arşivleri üzerinde ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde<br />

çalıştığı doğrudur. Ama benden


önceki Japon akademisyenler İstanbul’a<br />

Osmanlı tarihi üzerinde çalışma yapmak için<br />

geliyordu. Yani İslam düşüncesi, özellikle de<br />

sufizm üzerinde çalışma yapmak için değil.<br />

Muhtemelen bu konu üzerinde Süleymaniye’deki<br />

arşivlerde araştırma yapan ilk Japon<br />

bendim ama benden sonra çok sayıda genç<br />

benim izimi takip ederek Süleymaniye’deki<br />

Osmanlıca el yazmalarından bilgi topluyor.<br />

Şimdilerde sufizm konulu Osmanlı arşivleriyle<br />

ilgilenen Japon akademisyenlerin sayısı<br />

giderek artmakta.<br />

Bugüne kadar kaç öğrenci yetiştirdiniz, tasavvufun<br />

hangi alanlarında çalışmalar yaptılar?<br />

Okulda üç lisansüstü bölüm vardır. Bu üç bölümden<br />

biri bizim bölümümüzdür ve bu bölümde<br />

üç departman vardır. Bu departmanlardan<br />

biri de İslam Dünyası Araştırmalarıdır.<br />

Biz sadece lisansüstü eğitim verilmektedir,<br />

lisans eğitimi verilmemektedir. Ve her sene<br />

bu lisansüstü eğitim için yalnızca üç öğrenci<br />

seçiyoruz. Yani her sene ben tasavvuf araştırmaları<br />

için bir ya da iki öğrenci seçiyorum.<br />

Bunlardan bazıları Arap tasavvufu bazıları da<br />

İran tasavvufuyla ilgileniyor.<br />

Öğrencilerinizi daha çok Türkiye’ye yönlendiriyorsunuz<br />

bunun sebebi nedir?<br />

Son zamanlarda ise, öğrencilerimin yaklaşık<br />

yarısı Türk tasavvufuyla ilgileniyor, Osmanlı<br />

dönemi tasavvuf ile modern Türkiye’de<br />

tasavvuf. Öğrencilerimizi yabancı ülkelere,<br />

göndermek için çeşitli programlarımız bulunmakta.<br />

Bu ülkelerden biri de özellikle Türkiye’dir.<br />

Bu nedenle, her sene öğrencilerim<br />

birkaç ay hatta bazı durumlarda bir-iki sene<br />

Türkiye’de bulunuyorlar. Burada gerek alan<br />

çalışmalarını yürütüyorlar ya da zamanlarını<br />

kütüphanelerde ve arşivlerin arasında geçiriyorlar.<br />

Kenan Rifai Enstitüsü kuruldu ve siz de bunun<br />

başındaki isimsiniz. Bundan sonra bu<br />

merkezde neler yapılacak? İslam’a katkısı,<br />

sufizme katkısı ne olacak?<br />

Geçen yaz Türkiye’ye gitmeden önce Japonya’da<br />

Kerim Vakfı’nın Kyoto Üniversitesi’nde<br />

sufizm üzerine bir merkez açmaya niyet<br />

ettikleri konusunda bilgilendirildim. Ağustos<br />

2015’te de yazın bir ay İstanbul’da kalma fırsatım<br />

olmuştu. O sırada Kerim Vakfı ile de<br />

görüşmek için birkaç fırsatım olmuştu. Bir<br />

görüşmemizde de merkezin kurulması hakkında<br />

anlaşmaya vardık ve ardından görüşmelerimiz<br />

devam etti. Kasım 2015’te Kenan<br />

Rifai Sufi Araştırmaları Merkezi’ni kurmaya karar<br />

verdik. Hazırlık ofisini o zaman açtık. Mart<br />

<strong>2016</strong>’da da Kyoto Üniversitesi’ne yaklaşık 50<br />

seçkin Türk misafir davet edip merkezimiz<br />

için çok heyecanlı bir açılış töreni düzenledik.<br />

Gelecekte ise burasının tasavvuf çalışmaları<br />

alanında Asya ve özellikle de Uzak Doğu,<br />

güneydoğu Asya, doğu Asya, vesaire için bir<br />

merkez haline dönüşmesini istiyorum. Merkezimizin<br />

ayrıca Uzak Doğu ile Orta Doğu<br />

arasında köprü görevini görmesini istiyoruz.<br />

O yüzden öğrencilerimin çoğunu Sufizm<br />

araştırmaları için Türkiye’ye göndermek istiyorum,<br />

yalnızca modern Türkiye’de tasavvufu<br />

değil aynı zamanda Osmanlı dönemi tasavvufu<br />

konusunda araştırma yapmaları için.<br />

Ayrıca Türk öğrencileri ile akademisyenlerin<br />

de Kyoto Üniversitesi’ne gelip seminer vermeleri<br />

ya da okumaları için başımızın üstünde<br />

yerleri vardır.<br />

Not: Bu yazı, Ayşe Olgun’un 13 Mart <strong>2016</strong> tarihli<br />

Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısıdır.


Bahar Geldi Japonya’ya<br />

Emine Ebru<br />

Amatör kalemleriz biz. Bu derginin içeriğine<br />

katkı sağlayan başta bendeniz olmak üzere,<br />

bizim kız-bizim oğlan dost yüzler toplandık;<br />

sâlih niyetlerle dökülürüz kâğıtlara. Duygularımızı,<br />

fikirlerimizi, tecrübelerimizi aktarmak<br />

isteriz. Çoğu yerde yazdıklarımız kendi içimize<br />

bile sinmez ama “istikrar mükemmeliyetten<br />

en âlâ kerâmettir” düsturuyla gayret ederiz.<br />

Biliriz ki aktarabildiğimiz her güzellik O’ndan<br />

ve bütün sürçmeler nefislerimizdendir.<br />

Amatör kalemdir bu fakir de. Amatör olmak<br />

da o denli kötü bir şey değildir hani. İmaj kaygısı<br />

gütmeden, algıyı yönetmeye çalışmadan,<br />

içimden geldiği gibi yazarım. Hatâ kaldırır, su<br />

götürür. Kimi yerde bir ergenin mahremini kilitli<br />

günlüğüne aktardığı gibi akarım bu satırlara.<br />

Câhilce ama naif bir cesaretle. Hatâları<br />

örten, eksikleri tamamlayan sıfatlarına sığınarak…<br />

Yaşadığımız ânın bendeki tecrübelerini aktarmaya<br />

çalışırım kalemim döndüğünce. Ânın<br />

bıraktığı hâli târiftir misyonum. Ama öyle bazı<br />

anlar vardır ki, temâşâ ettiğimize ne kelimelerim<br />

yeter yazacak olsam, ne renklerim yeter<br />

çizmeye kalksam... Zevkin içinde sarhoş olur<br />

da kalakalırım öylece. Duygularım yoğunluktan<br />

yumru olur, akışkanlığını yitirir, içime<br />

çöker. Çöker de gülmeye kalksam kahkaha<br />

olup taşmaz, ağlayayım desem gözyaşı olup<br />

akmaz.<br />

Bu anlardan birine Japonya’da şâhit olduk<br />

kısa bir vakit evvel. Hocamızın eteğinde Japonya’ya<br />

gittik. Amerika’ya gidildiği, Çin’e gidildiği<br />

gibi bir vizyonun ışığına kapıldık, bu sefer<br />

de Japonya’ya gittik.<br />

Kyoto Üniversitesi’nde mübârek ism-i şeriflerine<br />

ithâfen bir tasavvuf araştırmaları merkezinin<br />

kurulduğu, artık bu okurun mâlûmudur.<br />

Ve mâlum olan kısmını anlatmak kolaydır.<br />

Ağırlamalar, protokoller, konuşmalar… Japon<br />

zarâfetinin temsili gibi bir kurdele kesme töreni…<br />

Bunları bir haberci diliyle yazmak inanın<br />

kolay.<br />

Dünyaya gerçek İslâm’ı anlatacak ve öğretecek<br />

ve kurulduğu toprağı mayalayacak bir<br />

merkezin açılışını anlatmak daha kolay. Açılan<br />

her bir merkezin toplumlara dönüştürücü bir<br />

ortak payda sunmaya soyunduğunu görmek,<br />

bugün İslâm adına yaşanan talihsiz ne kadar<br />

olay varsa hepsinin gelecekteki diyeti olacaklarını<br />

haykırmak inanın kolay.<br />

Kolay olmayan, hiçbir sıfata tâlip olmayan,<br />

yalnızca öğrencilik sıfatıyla hocasının ilmini


yaymaya çalışan o kişinin küçücük bedeninden<br />

taşan heybeti târif etmek...<br />

Kolay olmayan, aşktan yanmış gönlünün kendini<br />

saklama çabasına rağmen bakışlarındaki<br />

kor bir parıltı ile kendini ele verişini yazmak…<br />

Zor olan, görüntüde resmî ve protokolü bol<br />

bir törende hocasının eteğine yapışmış kırk<br />

tane kadın ve erkeğin en hâlis duygularla taşan<br />

gözyaşları ve tören sonunda hocalarına<br />

sarmal oluşlarını anlatmak...<br />

Zor olan, o salona fiziken ulaşamayan ama<br />

gönüllerini paket edip yanımıza vermiş olan<br />

hocanın tüm evlâtlarının internetten canlı<br />

yayın yapan Belgin’in kamerasından salona<br />

akışlarını ve o salonun içinde vücut bulan varlıklarını<br />

anlatmak.<br />

Kolay olan, Japonya’yı baştan aşağı saran<br />

meşhur bahar çiçeklerinin öncülerini gördüğümüz<br />

cennet bahçeler ve güzel insanları<br />

anlatmak; zor olan ise orada hepimizin içinde<br />

açan baharları dökebilmek.<br />

Diyorum ya, bu anlar duygunun yoğunlaşıp<br />

yaşandığı ana ve ortama çöktüğü zamanlar.<br />

Ne yazsanız yine de eksik bırakacağınızı bildiğiniz<br />

ama yaşatana hep şükrettiğiniz…


“Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları<br />

Merkezi, Tasavvuf Çalışmaları İçin<br />

Japonya’da Bir İlk…”<br />

Yasushi Kosugi<br />

Bu fırsattan dolayı teşekkür ederim. Bugünkü<br />

tören ardından duyduğum keyfi ve heyecanı<br />

dile getirmekten dolayı çok mutluyum. Ayrıca<br />

bu organizasyona katılmak üzere Türkiye’den<br />

gelmiş olan bunca dostu görmek de<br />

çok güzel. Kyoto Üniversitesi’ndeki Ken’an<br />

Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılışı,<br />

târihî açıdan ele alındığında muazzam<br />

bir olay. Japonya’daki İslâmî çalışmalar ve<br />

tasavvufî çalışmalar gençler için olumlu izlenimler<br />

sunmaktaydı ancak açık konuşmak<br />

gerekirse, kurumsal düzeyde bunlar yeterli<br />

değildi. Bu merkez, tasavvufî çalışmalar yapacak<br />

ilk kurumsal merkez; hatta sanıyorum<br />

uluslararası seviyede de tasavvuf araştırmalarının<br />

yapıldığı sadece birkaç kurum mevcut.<br />

Japonya’da ise bu ilk... Ben bunun kültürel<br />

ve entelektüel tarihimiz için bir dönüm<br />

noktasını olduğunu düşünüyorum.<br />

Din olarak İslâm’ı, İslâm dünyasını ve Müslümanları<br />

anlayabilmek için, sosyal, politik,<br />

mânevî ve kültürel yönleri ve medeniyet ile<br />

ilişkili boyutları anlamamız lâzım. Ancak bugünlerde<br />

toplumsal ilgi özellikle de Batı’daki<br />

toplumsal ilgi sınırlı. Ben bu yeni merkezin,<br />

İslâmî çalışmaların tasavvufî ya da mânevî<br />

boyutuna odaklanarak bir denge yaratacağına<br />

inanıyorum. Biz İslâm’ın sadece tasavvuf<br />

boyutunu anlamanın yeterli olduğunu<br />

düşünmüyoruz, tamamını anlamaya ihtiyacımız<br />

var ama bu kısım şu ana kadar sosyal<br />

olarak en az dikkate alınan kısım. Bu merkez,<br />

akademik ve entelektüel çalışmalar ortaya<br />

koymalı ama aynı zamanda toplumsal katılım<br />

da olmalı. Aslında Japonya’da İslâm algısı<br />

çok kötü değil. Ancak 11 Eylül sonrası ve<br />

yakın zamandaki savaşlar nedeniyle insanlar<br />

korkuyorlar, korkuyoruz. Batı ülkelerinde<br />

bu korku İslamofobi şeklinde ama Japonya’da<br />

böyle değildi. Muhakkak ki İslâm hakkında<br />

yanlış fikirlere sahip insanlar var ama<br />

Japon halkının ilgisi daha ziyade kültüre ve<br />

medeniyete yönelik. 1990’lara baktığımızda<br />

medeniyetlerin çatışmasından bahsediyoruz<br />

ama bu Japonya için kabul edilebilir bir şey<br />

değil. Çünkü Japonya’da medeniyet demek<br />

erdem demektir. Erdemlerin çatışmasından<br />

nasıl söz edebiliriz? Bu yüzden Japon halkı<br />

belli kesimlerin dışında bu argümanın peşinden<br />

gitmedi ve Japonların bu karşı duran<br />

tavrı bu merkezin gelecekte yapacağı çalışmalarla<br />

da cesaretlendirilecektir diye umuyorum<br />

ve hatta bundan eminim.<br />

Asya’nın iki ucundaki Türkiye ve Japonya<br />

arasındaki bu akademik, entelektüel ve kül-


türel işbirliğinin hârika şeyler yaratacağına<br />

inanıyorum.<br />

(Prof. Dr. Yasushi Tonaga, Kyoto Üniversitesi Asya<br />

ve Afrika Bölge Çalışmaları Fakültesi Dekanı - Kyoto<br />

Üniversitesi Ken’ân Rifâî Tasavvuf Araştırmaları<br />

Merkezi’nin açılış töreninin ardından yapılan röportaj<br />

– 6 Mart <strong>2016</strong>/ Kyoto)


Kyoto’da Bahar<br />

Yosun Mater<br />

Merhabalar, efendim… Söze nasıl ve neresinden<br />

başlayacağımı bilememekle beraber,<br />

konuyu bir ucundan tutup anlatmaya başlayacağım.<br />

Neyi mi anlatacağım? Tarihe şâhitlik<br />

ettiğimi düşündüğüm Kyoto Üniversitesi<br />

Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin<br />

açılış törenini ve hissettiklerimi anlatmaya<br />

çalışacağım.<br />

Japonya dünyanın bir ucu. Burada bir üniversite<br />

Kyoto Üniversitesi… Bir akademisyen<br />

olarak adını duymamak mümkün değil. Çalışma<br />

konularım olan Mikrobiyoloji, Moleküler<br />

Biyoloji ve Genetik alanlarında neredeyse<br />

dünyanın en iyileri arasında olan bir üniversiteye<br />

gidiyorum. Gidiş sebebim ise tamamen<br />

farklı. Asya–Afrika Bölge Çalışmaları Fakültesi<br />

altında kurulan Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları<br />

Merkezi’nin açılış töreni var. Bundan<br />

15-20 sene önce olsa bu duruma meslekî<br />

kariyerim açısından bakabilirdim; şimdi ise<br />

tek dileğim bu târihî hâdiseye şâhitlik etmek.<br />

Burada soru şu: Bu hâdiseye şâhitlik etmek<br />

lûtfedildiyse, buradan ne öğrenmeliyim?<br />

Âlim Allah, hâdiselerin dili ile konuşur ve öğretir.<br />

Kyoto’ya vardığımızda neredeyse hepsi<br />

Türkçe bilen inanılmaz zarif ve edepli dostlar<br />

tarafından karşılandık. Hani aslında tanışıyormuşuz<br />

da uzun zamandır görüşmemişiz<br />

gibi içten karşıladılar. Misafirperver bir şekilde<br />

gönüllerini bizlere açtılar. Bu açılışa, kiraz<br />

çiçeklerinin açıldığı “Sakura” denilen 1-1,5 ay<br />

süren bahar bayramları da eşlik etti. Her şey<br />

bir bahar bayramı gibi, doğanın uyanışı gibi,<br />

İslâm tasavvufunun bu âleme uyanması gibi<br />

başladı ve devam etti, inşaallah sonsuza kadar<br />

da devam edecek.<br />

Bu açılışta beni en çok etkileyen konuya gelince…<br />

Hz. Allah’ın, Rahman, Rahim, Kadir,<br />

Âlim gibi pek çok ismi var. Bu isimlerin ortaya<br />

çıkışları her seferinde çok farklı ve etkileyici.<br />

Bu merkezin açılışında da bunlar bambaşka<br />

bir heybetle karşıma çıktı. Amerika’nın en iyi<br />

üniversitelerinden North Carolina Üniversitesi’nde<br />

ilk kürsü kurulduğunda inanılmaz bir<br />

hâdisenin zuhura geldiğini düşünmüştüm.<br />

Sonra dünyanın en iyi 10 üniversitesi içinde<br />

yer alan Pekin Üniversitesi’nde ikinci kürsümüz<br />

kuruldu.<br />

Gelelim Kyoto Üniversitesi’ne… Rektör yardımcısının<br />

anlatımıyla üniversitenin 9 tane<br />

Nobel ödülü vardı. Yani bu üniversitede çalışan<br />

9 akademisyen Nobel ödülü almıştı.<br />

Yenilerde Amerika’daki çalışmaları ile Nobel<br />

ödülü alan Aziz Sancar Hoca’nın ülkemiz-


de nasıl karşılandığını ve ülke olarak onunla<br />

ne kadar gurur duyduğumuzu hatırlayın.<br />

Bu üniversitede, bu ödülden 9 tane var. Niye<br />

bu konuya geldin derseniz söyleyeyim: Aziz<br />

Hoca’ya bir röportajında sormuşlar: “Türkiye’de<br />

sizden sonra kimlerin Nobel alacağını<br />

düşünürsünüz?” Hoca cevap olarak Türkiye’de<br />

bulunan iki öğrencisinin ismini vermiş.<br />

Bunların ikisi de benim çalıştığım üniversitede<br />

çalışıyor. Hatta biri benim bölümümde<br />

görevli bir arkadaşım. Ben ve diğer arkadaşlar<br />

bu röportajı okuyunca pek eğlenmiş, adı<br />

geçen arkadaş ile fotoğraf çektirmiştik. Olur<br />

da yarın öbür gün Nobel alırsa bizi hatırlasın<br />

diye. Sonra konuşmuştuk Aziz Hoca niye bu<br />

isimleri verdi diye. Bir arkadaşımız “öğrencilerinin<br />

kapasitesini biliyor da ondan” demişti.<br />

Haklıydı, bunu Kyoto’da anladım.<br />

Koca sultan Ahmed er-Rifâî Hazretleri çok<br />

sayıda yazılı eser bırakmamış. Ken’an Rifâî<br />

Hazretleri’nin de yazılı eser sayısı çok değil.<br />

Öğrencisi Sâmiha Ayverdi’nin yazılı eser sayısı<br />

40’tan fazla. Ken’an Rifâî Hazretleri bir sohbetinde<br />

“Sâmiha bizim yolumuzu kitapları ile<br />

ayakta tutacak” buyurmuşlar; başka bir sohbet<br />

esnasında “Bir gün tasavvuf akademilerde<br />

okutulacak” demişler. Tam bu noktada<br />

Sâmiha Ayverdi’nin öğrencisine bakıyoruz:<br />

Cemâlnur Sargut… Kitaplarının sayısı şimdilik<br />

35 civarında. İnşaallah Allah ömür verirse<br />

daha da artacak. Buna ek olarak, Amerika’da<br />

North Carolina Üniversitesi’nde, Çin’de Pekin<br />

Üniversitesi’nde, İstanbul’da Üsküdar<br />

Üniversitesi’nde ve Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde<br />

kurulmasına vesile olduğu şimdilik<br />

dört tasavvufî akademik birim var.<br />

Gelelim yazının sonuç kısmına… İşte tam da<br />

bu târihî açılışta, edep ederek ve inşaallah<br />

öğrencisiyimdir diye niyazda bulunduğum<br />

Cemâlnur Anneme, hocama lâyık olabilmek,<br />

bu nimetin lûtfunu bilmek için ne yapmak<br />

lâzım? Ahmed er-Rifâî Hazretleri’ne bihakkın<br />

lâyık olmuş mükemmel bir öğrenci Ken’an<br />

Rifâî Hazretleri, O’na bihakkın lâyık olmuş<br />

olağanüstü bir öğrenci Sâmiha Ayverdi,<br />

O’na bihakkın lâyık olmuş eşsiz bir öğrenci<br />

Cemâlnur Sargut, Cemâlnur Annemin inşaallah<br />

öğrencileri olan bizlere gelince… Nasıl<br />

lâyık olabiliriz ya da lâyık olabilir miyiz? Bilemiyorum.<br />

Sadece nefes almadan, bihakkın<br />

çalışmamız ve hizmet etmemiz gerektiğini<br />

tam da bu açılışta iliklerime kadar, her zerremde<br />

hissettiğimi ve titrediğimi biliyorum.<br />

Rabbim yanımızda ve yardımcımız olsun.


Niye Tasavvuf, Niye Japonya?<br />

Bir grup Japon profesör düşünün, hepsi alanlarında<br />

yaptıkları çalışmalarla iyi tanınan, çok<br />

değerli isimler... Hepsinin kaldırımda yan yana<br />

dizildiğini ve biz Türkleri taşıyan otobüs gözden<br />

kaybolana kadar el salladıklarını söylesem?<br />

Peki hepsinin sular seller gibi Türkçe konuştuğunu?<br />

Haydi bir detay daha vereyim, Kyoto<br />

Üniversitesi’nde bir tasavvuf kürsüsü açıldığını?<br />

“Yok artık!’’ mı dersiniz? Demeyin. Çünkü<br />

bu söylediklerimin hepsi tamamen gerçek. (…)<br />

Önce biraz bilgi... Kenan Rifai İslam Araştırmaları<br />

adı altındaki yapılanma Japonya’da ilk<br />

değil. TÜRKKAD ve Kerim Vakfı tarafından<br />

2009’da ABD North Carolina Chapell Hill’de,<br />

ardından 2011’de Çin Pekin Üniversitesi İleri<br />

Beşeri Bilimler Enstitüsü’nde açılmış. Cemalnur<br />

Sargut’un merkezin açılışında söyledikleri,<br />

işi özetliyor galiba: “Tam da bugün<br />

bu anlayışa ihtiyacımız var. Terörden ancak<br />

böyle kurtulabiliriz. Tasavvufu üst seviyede<br />

bir ahlaki eğitim olarak görmeliyiz. 5 yıl önce<br />

Amerika’da başladık bu enstitüleri kurmaya,<br />

mezunlarımızdan biri Amerika’nın en önemli<br />

İslam yazarlarından biri. Çin’de açmaya karar<br />

verdiğimizde ‘Yapmayın Hocam’ dediler.<br />

Ama bakın, inanınca oluyor!’’<br />

Pekin civarında Lao-Tzu adında bir bilgenin<br />

yazdığı, ‘Tao Te Çing’ isimli 81 bölümden oluşan<br />

kısa bir kitap var. Yaklaşık 100 yıl sonra bu<br />

kitaba bir yorum getiren Çuang-Tzu diye bir<br />

başka Taocu düşünürün bir kitabı daha bulunuyor.<br />

Profesör Isutzu, Tao Te Çing ve Çuang-<br />

Tzu’nun buna getirdiği yorumu temel<br />

alarak Taoculuktaki anahtar kavramların da<br />

semantik bir incelemesini yapıyor. Ve görüyor<br />

ki, İbn Arabi’nin tasavvufundaki anahtar kavramlarla<br />

Lao-Tzu ve Çuang-Tzu’nun Taoculuğundaki<br />

anahtar kavramlar arasında hemen<br />

hemen bire bir benzerlik var. Birbirinden 9 bin<br />

500 kilometre uzaklıkta 3 kişi... İkisi Pekin’de<br />

milattan 4-5 asır önce yaşamış. Üçüncüsü<br />

milattan 12 asır sonra İspanya’da. 17-18 asırlık<br />

bir zaman aralığı ve büyük bir lisan farkı var:<br />

28 harfle yazılan Arap alfabesi, 40 bin idiogramla<br />

yazılan Çin alfabesi. Şimdi bu düşünürlerin<br />

aynı şeyleri söylemesi ve aynı dünya<br />

görüşünü dile getirmesi.. Ve Profesör Izutsu...<br />

Ve izinden giden Cemalnur Sargut, Yasushi<br />

Tonaga... İşte belki de “Niye tasavvuf, niye Japonya?”<br />

sorusunun çok kısa bir cevabı....<br />

(Gazeteci Balçiçek İLTER’in 28 Mart <strong>2016</strong> Pazartesi<br />

günü GAZETE HABERTÜRK’te yayınlanan yazısından<br />

alıntı)<br />

Kyoto gezisinden öğrendiğim bir başka bilgiye<br />

gelince... Milattan 4-5 asır önce Çin’de,


“İnşallah İleride Bursevî Üzerine,<br />

Ken’ân Rifâî Üzerine Çalışan<br />

bir Japon Çıkar”<br />

Mahmud Erol Kılıç<br />

çocukların en sonunda nasıl bir İslâm imajı<br />

çizdiklerini, nasıl bir ürün ortaya koyduklarını<br />

hepimiz maalesef üzülerek izliyoruz.<br />

Maalesef dünyadaki son gidişat hepimizi üzen<br />

bir gidişat. İslâm dünyasının temsili, maalesef<br />

bazı ideolojiler, bazı akımlar ki bu ideolojiler<br />

ve akımlar aslında -adı belki söylenmiyor, artık<br />

cesaretle söylenmesi lâzım- petrodolarlarla<br />

bir yayılma fırsatı bulan Vahabî ideolojisinin<br />

sonuçlarıdır. Bunun üstünü örtmenin bir<br />

anlamı yok. Uzun yıllar Pakistan’da, Hindistan’da,<br />

Afganistan’da ve Afrika’nın bazı ülkelerinde<br />

açılan bazı bu zihniyetteki üniversiteler,<br />

fakülteler veya medreselerde eğitim gören<br />

Bunun yanında tasavvufî İslâm’ın, âriflerin<br />

temsil ettiği İslâm’ın maalesef bütün dünya<br />

genelinde bir garip olduğunu üzülerek ifade<br />

edeyim. Tabiî ki özellikle Anadolu coğrafyasının<br />

-Anadolu derken Anadolu’yu sadece<br />

bir lokasyon olarak söylemiyorum, bir<br />

kültür havzası olarak söylüyorum dolayısıyla<br />

buna Rumeli yani Balkan da dâhildir; Rumeli,<br />

Balkan bir bütündür- o açıdan Anadolu İslâmının<br />

mayasında yer alan, köklerinde yer<br />

alan tasavvufî İslâm’ın yani Yûnus Emre’lerin,<br />

Hacı Bektaş-ı Velî’lerin, Hacı Bayrâm-ı<br />

Velî’lerin, Mevlânâ’ların, on yıl civarında<br />

Anadolu’ya gelmiş ve irfanıyla insanları yıkamış,<br />

aydınlatmış olan Endülüslü büyük bilge<br />

Muhyiddîn İbnü›l Arabî›nin, bunun gibi büyük<br />

âriflerin hamurunu kardığı, mayasını çaldığı<br />

bir Anadolu İslâm’ının, yani Anadolu sûfî İslâmının<br />

hâmisi maalesef pek bulunmamakta.<br />

Belki günlük olarak bazı insanlar bununla ilgileniyorlar<br />

ama elinden tutup bunu bir resmen<br />

âdeta bir hayat, bir dünya görüşü olarak<br />

ilân edecek kimseler bulunmamakta. Bunlar<br />

içerisinde TÜRKKAD gibi bazı STK’ların yani


sivil toplum kuruluşlarının bunun başını çekmesi<br />

sadece Türkiye içerisinde değil, bütün<br />

dünyada ellerinin uzanabildiği, imkânlarının<br />

elverdiği ölçüde işte önce Amerika’da başlayıp<br />

daha sonra Çin, ve şu an Japonya’da,<br />

Japonya’nın Kyoto Üniversitesi’nde “Sufi Studies”<br />

yani Ken’an Rifâî Tasavvufî Araştırmaları<br />

Merkezi’nin sponsoru olması, (…) hem maddî<br />

anlamda hem mânevî anlamda sponsoru<br />

olması gerçekten bence tebrike şâyan. Özellikle<br />

bu dönemde çok da takdir edilmesi gerekli<br />

bir hareket olarak görüyorum. Elinden<br />

tutulması, desteklenmesi gerekli bir hareket<br />

olarak görüyorum. (…)<br />

Japonya’daki İslâm araştırma(cı)ları uzun<br />

yıllar değişik alanlarda çalışmalar yaptılar,<br />

nedense tasavvufla ilgileneni çok azdı. Var<br />

olanlar da Arap dili ve edebiyatı üzerinden<br />

veya Fars dili ve edebiyatı üzerinden ilgileniyorlardı.<br />

Ama bu son yeni nesille beraber<br />

üçüncü dönem dediğimiz, tasavvuf tarihinin<br />

üçüncü periyodu dediğimiz, özellikle şârihler<br />

diyebileceğimiz Osmanlı dönemi tasavvuf<br />

dünyasıyla ilgilenen, Osmanlı Türkçesi çalışan<br />

bazı genç kuşak Japon akademisyenlerin<br />

olması bence çok önemli bir nokta.<br />

Çünkü bir İsmail Hakkı Bursevî, bir İsmail Ankaravî<br />

Dede, bir Niyâzî-i Mısrî gibi insanların<br />

yorumları, şiirleri, bir Yûnus Emre’nin yorumları,<br />

şiirleri aslında gerçekten İbnü’l Arabî’ye,<br />

Mevlânâ’ya, o çizgiye çok önemli katkı sunacaktır.<br />

Bunu maalesef dış dünya bilmiyor<br />

çünkü dil problemi var. Yani Türkçeyi bilmiyorlar.<br />

Çok az, akademiyada çok az insan<br />

Türkçe biliyor. Bilenler yani oryantalistik çalışanlar<br />

Arapça ve Farsça bildiği için Türkçeyi<br />

ihmal etmişler. Ama bu sayede inşallah ümit<br />

ediyorum ki Japonya’da bu vesileyle yeni<br />

kuşak nesil ilim adamları Türkçe’ye de önem<br />

verecekler.<br />

TÜRKKAD’ın himmetiyle kurulmuş olan<br />

Ken’an Rifâî Tasavvufî Araştırmalar Merkezi<br />

inşallah burada bir model olur. Çin’deki Pekin<br />

Üniversitesi’nde açılanla beraber -ki birbirine<br />

çok yakın kültür havzaları bunlar- ümit<br />

ederiz ki çok güzel çalışmalar buradan çıkar.<br />

Japon öğrenciler burs alırlar ve tez yapmak<br />

için artık bizim sahadan, bizim coğrafyadan<br />

konular seçerler. Mesela bir İsmail Hakkı Bursevî<br />

veya bir Ken’ân Rifâî çalışan Japon ileride<br />

çıkar inşallah, ümit ediyoruz. Bu açıdan ben<br />

bütün emeği geçen kişilere, maddî ve mânevî<br />

katkıda bulunan kimseleri bir kere daha tebrik<br />

ediyorum, teşekkürlerimi sunuyorum çünkü<br />

çok önemli bir şey yapılıyor. Tasavvufî İslâm’ın<br />

akademik düzeyde, ciddi ve ilmî düzeyde elinin<br />

tutulması gerekiyordu uzun zamandır.<br />

Ben şahsen buna çaba sarf eden birisiyim<br />

ama maalesef kısmen başarılı olabiliyordum,<br />

bazı sebeplerden olamıyordum. Ama TÜRK-<br />

KAD güzel bir organizasyon gerçekleştirdi.<br />

Ben tekrar tekrar tebrik ediyorum. (…)<br />

(Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç – Marmara Üniversitesi<br />

İlâhiyat Fakültesi - Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifâî<br />

Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış töreninin<br />

ardından yapılan röportaj - 8 Mart <strong>2016</strong> )


“Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları<br />

Merkezi, Uzakdoğu’daki<br />

Gözümüz, Kulağımız Olacak…”<br />

Ahmet Murat Özel<br />

Kyoto Üniversitesi’nde açılan bu merkezin<br />

çok önemli bir adım olduğunu, çok târihî bir<br />

adım olduğunu düşünüyorum. Japonya’da<br />

neredeyse yüz küsur yıllık bir geçmişi olan<br />

İslâmiyat çalışmalarının son otuz-kırk yılında<br />

tasavvufî çalışmalar, tasavvuf alanındaki<br />

çalışmalar ciddi bir ivme kazandı. Özellikle<br />

Izutsu’nun başlattığı bir ilginin devamında<br />

olan şimdiki o üçüncü, dördüncü kuşak arasında<br />

ciddi bir tasavvuf araştırmacısı grubu<br />

birikti, oluştu. Fakat bu sefer bu merkezin<br />

burada açılmış olmasının anlamı ve önemi<br />

biraz da bu grubu oluşturan üyelerin, bilim<br />

adamlarının, araştırmacıların arasında Türkçe<br />

bilen birtakım hocaların bulunması. Türkçe<br />

biliyorlar, bir kısmı Türkiye’de ciddi bir<br />

süre kalmışlar. Osmanlıca okuyabiliyorlar ve<br />

Türkçe yazılmış, Osmanlıca yazılmış kaynaklarımıza<br />

belli oranda hâkimler. Dolayısıyla<br />

sonucun biraz şöyle bir şey olması beklenir<br />

ve umulur inşaallah: Japonya’da açılan bu<br />

önemli tasavvuf araştırmaları merkezi özellikle<br />

Anadolu’daki Türkiye’deki Osmanlı tarihinde<br />

üretilmiş olan Türkçe yazılmış tasavvuf<br />

kaynaklarının Türkçe dışındaki dillerde tekrar<br />

yaşaması, canlanması, ihyâ edilmesi (bakımından)<br />

gündeme gelmesini sağlayacaktır<br />

kanaatindeyim.<br />

Başka bir önemli tarafı da şu: Özellikle Orta<br />

Doğu merkezli tasavvuf araştırmaları veya<br />

Hindistan merkezli tasavvuf araştırmaları<br />

ciddi bir birikime ulaşmış durumda. Fakat<br />

Uzak Doğu’daki tasavvuf araştırmaları konusunda<br />

hâlâ kat edilecek çok mesâfe var. Malay<br />

Takımadaları, Cava, Endonezya arka planı<br />

hatta Çin, Çin’deki Uygur varlığı, Uygur Türkleri’nin<br />

varlığı, buralarda da ciddi bir tasavvufî<br />

gelenek, birikim var; önemli figürler, akımlar<br />

hâlihazırda yaşıyorlar. Fakat bize uzaklığı<br />

sebebiyle, yani coğrâfî olarak Türkiye’ye<br />

uzaklığı sebebiyle biz buralarla yeterince ilgileniyoruz<br />

diyemeyiz. Dil engelleri, coğrâfî<br />

engeller vesaire…


Bu merkez aynı zamanda âdeta (…) bir tür<br />

Uzak Doğu’daki gözümüz, kulağımız olacaktır<br />

kanaatini taşıyorum. Bu açılış süresince,<br />

bu geçirdiğimiz birkaç gün boyunca çok<br />

kıymetli anlara şâhit olduk. Çok güzel tanışıklıklar,<br />

dostluklar edinildi. Cân-ı gönülden<br />

koşturan ve hizmet etmek isteyen insanlarla<br />

bir arada olduk. Japon arkadaşlarımız arasında<br />

da hakikaten çok hevesli, kafasında bir<br />

sürü gündemi olan, gündem başlığı olan,<br />

birçok projeye başlamak için hevesli bir topluluk<br />

gördük. Çok genç olan arkadaşlar var.<br />

Meselâ işte burada İmam Birgivî üzerine çalışma<br />

yapmış, Abdulganî Nablusî üzerine çalışma<br />

yapmış, yapmakta olan, Abdullah Bosnevî<br />

üzerine çalışmış, çalışmakta olan gibi<br />

-yani çok ilginç bir şekilde burada olmasını<br />

beklemediğimiz- birtakım, yani karşılaşmayı<br />

beklemediğimiz birtakım başlıkların, projelerin,<br />

soruların, sorunların gündemi olduğunu<br />

gördük.<br />

Kyoto Üniversitesi’nde sürpriz bir şekilde çok<br />

önemli birtakım dersler açılmış. Türkçe dersi<br />

var, Osmanlıca dersi var. Bu merkez bu<br />

derslerimizi domine edecektir, bu dersleri de<br />

daha ileriye taşıyacaktır kanaatindeyim. Osmanlıca<br />

dersinde Türkiye’deki birçok sosyal<br />

bilimler alanında faaliyet gösteren fakültelerde<br />

bile okutulmayan birtakım Osmanlıca<br />

metinlerin okutulduğunu gördük. Okutan<br />

arkadaşlarla tanıştık. Târih-i Nâimâ’yı okutuyor<br />

meselâ. Âşıkpaşazâde Tarihi’ni okutuyor,<br />

yani Osmanlıcasını okutuyor, bunu okuyan<br />

Japon öğrenciler var. Bu merkez aynı zamanda<br />

burada birikmiş olan bu enerjiyi de<br />

belli istikāmetlere kanalize edecektir kanaatindeyim.<br />

Osmanlıcanın, Türkçenin burada<br />

bir kez daha mevcut çalışmaların üzerinde<br />

canlanarak yükseleceği kanaatindeyim. Yeni<br />

meraklıların doğacağı kanaatindeyim.<br />

Japonca gibi bizim uzak olduğumuz ve tanımadığımız<br />

bir dilde üretilen çok önemli<br />

tasavvufî birikim var, bilimsel birikim var.<br />

Yazılmış makāleler var, yazılmış kitaplar var.<br />

Izutsu’nun bizzat kendisinin kitapları ve diğer<br />

arkadaşların çalışmaları var. Meselâ bu çalışmalar<br />

Türkiye’de tanımadığımız çalışmalar.<br />

Bunları tanıma imkânı bulacağız. Izutsu’dan<br />

sonra onun bıraktığı yerden devam eden arkadaşların<br />

da yaptıkları konusunda fikir sahibi<br />

olacağız. Bir de tabiî onlar da bizim çalışmaları<br />

tanımış olacaklar. Hâsılı hakikaten<br />

çok önemli bir adım, önemli bir başarı. Allah<br />

bu teşebbüsü hayırla sonuçlandırsın, muvaffakiyetler<br />

versin. Gönül vermiş olan bütün<br />

hâdimlerine, hizmet edenlerine Allah sağlık,<br />

sıhhat, âfiyetler versin, güç versin. Daha da<br />

ileriye taşımak için inşaallah fetih nasip etsin,<br />

büyük açılımlar nasip etsin diye duâ ediyoruz.<br />

(Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Özel – Yalova Üniversitesi<br />

İslâmî İlimler Fakültesi - Kyoto Üniversitesi<br />

Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış<br />

töreninin ardından yapılan röportaj - 7 Mart <strong>2016</strong>)


“Hakikat Boyutuna Dâir Dile<br />

Getirilen Her Şey Bütün İnsanlık<br />

Âilesini Birbirine Bağlar”<br />

Osman Nuri Küçük<br />

Ken’ân Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi<br />

daha önce hem North Carolina’da hem<br />

Çin’de açılmış olan tasavvuf araştırmaları<br />

ile ilgili kürsülerin Uzakdoğu’daki bir diğer<br />

ayağı ve bunun önemi şuradan kaynaklanıyor:<br />

Bu merkezin Hem Batı’nın hem Çin<br />

medeniyetinin ve diğer önemli bir ayak olan<br />

Japon medeniyetinin bizim kadim geleneğimiz<br />

olan tasavvuf ile ilgili araştırmalarda<br />

bir ev sahipliği yapması… Hem buradaki<br />

Orta Doğu çalışmalarına hem de tasavvuf<br />

ile ilgili buradaki çalışmalara bir ev sahipliği<br />

yapması… Kyoto Üniversitesi çerçevesinde<br />

düşünülerek böyle bir girişim başlatıldı. Bu<br />

girişimi başlatanlar(la), aslında târihî bir âna<br />

tanıklık ediyoruz hep birlikte.<br />

İslâmî araştırmalarda aslında Japonya›nın<br />

yeri biraz eskilere dayanıyor. Bizim jenerasyon<br />

bir Japon araştırmacının Kur’an’la ilgili bir<br />

çalışmasıyla büyümüştür. O eseri ilk fakülte<br />

yıllarında okuduğum zaman Japon bir bilim<br />

adamının böyle bir eseri yazmış olmasına bir<br />

taraftan hayret etmiştim bir taraftan sevinmiştim.<br />

Rahmetle anıyorum kendisini, Toshihiko<br />

Izutsu’nun “Kur’ân’da Allah ve İnsan”<br />

çalışması bu alanda önemli bir katkı mâhiyetindedir.<br />

(…) Japon kültürüyle şöyle bir<br />

bağlantımız var. Tasavvufî gelenekte şöyle bir<br />

sözden bahsedilir. “Lâ fetâ illâ Ali ve lâ seyfe<br />

illâ zülfikâr.” Ali gibi fetâ, Ali gibi yiğit; Zülfikar<br />

gibi kılıç olmaz. İşte o fütüvvet anlayışı, Ahîlik<br />

anlayışı Anadolu tasavvufunda, Anadolu insanının<br />

üzerinde lonca teşkilâtlarıyla vesâire<br />

ciddi hizmetler vermiş tarih boyunca. Biz o<br />

fütüvveti, özellikle benim jenerasyonum üzerinden<br />

söyleyecek olursak biraz Japon şogunları<br />

üzerinden öğrenmiş olduk. O şogunların<br />

dirâyeti bize hep fütüvvetnâmelerde<br />

anlatılan eline, beline ve diline hâkim olan o<br />

insan tipinin bizim kültürümüzdeki bir yansıması<br />

gibiydi. Ki fütüvveti Hallâc-ı Mansur<br />

üç tane temel kavramdan birisi olarak sayar:<br />

“Tevhid, aşk ve fütüvvet” der.<br />

Bu anlamda Japon geleneğinde bir disiplini<br />

görüyoruz. Din çok fazla hayatlarında görünmese<br />

bile aslında dinin insanlara vermek<br />

istediği en temel birinci hedeflerden birisi<br />

irâde sahibi, sorumluluk sahibi insan portresidir.<br />

Japon insanında buna bir yatkınlık görüyoruz.<br />

O yüzden tasavvufa karşı, aslında<br />

hem İslâm’a hem tasavvufa karşı (…) kendi<br />

kadim geleneklerinden gelen bir yatkınlıktan<br />

bahsedebiliriz. İş yapmalarındaki titizlik,<br />

gündelik yaşamlarındaki sabır, her yaptıkları<br />

işe özen gösterme... (…) Ne yaparsanız yapın,<br />

Allah her yapılan işin iyi derecede yapıl-


masından hoşlanır, bunu sever, diye bir hadis<br />

aklıma geldi. Japonlar burada gündelik gezilerimizde<br />

de bunu görüyoruz, seyahatimiz<br />

esnâsında da, her yaptıkları işe, basit bir<br />

yemek dahi olsa son derece özen gösteren<br />

bir tutum içindeler. Bu anlamda Ken’ân Rifâî<br />

Tasavvuf Araştırmaları Merkezi hem Japonya’nın<br />

en eski devlet üniversitesi konumunda<br />

olan (…) Kyoto Üniversitesi’nin ev sahipliğinde<br />

(…) Uzakdoğu insanıyla İslâm medeniyetindeki<br />

hem tarihte hem günümüzde yapılan<br />

çalışmaları koordine etmesi bakımından da<br />

önemli bir merkez hüviyetine bürünecektir.<br />

Tabiî bu tür çalışmaların diğer bir katkısı<br />

şu olacaktır yakın ve uzak gelecekte: Günümüzde<br />

medeniyetler arası çatışmaların,<br />

medeniyetler arası ihtilafların, savaş senaryolarının<br />

konuşulduğu günümüzde aslında<br />

medeniyetlerin birbirlerini yeterince tanımadığını,<br />

bu tanımayışın daha sonra kavram<br />

anarşisine, daha sonra bunun bir fiziksel ayrılıklara<br />

neden olduğunu görüyoruz. Bu tür<br />

enstitüler öncelikli olarak buralarda, mutfakta<br />

üretilecek bilgiyi ilim âlemine tanıtacak,<br />

bunlar yayınlarla, eserlerle daha kalıcı hâle<br />

getirilecek, daha sonra bunlar halkların birbirlerini<br />

tanımalarında çok etkili olacaktır. (…)<br />

Hakikat boyutuna dâir dile getirilen her şey<br />

bütün insanlık âilesini birbirine bağlar diyebiliriz.<br />

Enstitünün bu tür çalışmalara büyük<br />

katkısı olacağını umuyorum. Hayırlara vesile<br />

olmasını diliyorum. Emeği geçen, başta<br />

TÜRKKAD ve diğer emeği geçenlerin hepsine<br />

buradan şükranlarımı sunuyorum, saygılarımı<br />

sunuyorum.<br />

(Doç. Dr. Osman Nuri Küçük – Üsküdar Üniversitesi<br />

Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü - Kyoto Üniversitesi<br />

Ken’an Rifâî Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin açılış<br />

töreninin ardından yapılan röportaj - 7 Mart <strong>2016</strong>)


Kiraz Ağaçlarının Gölgesinde<br />

Sesil Pir<br />

Bir senedir öğretmenimi görmek nasip olmadı.<br />

Bazen merak ediyorum, Yaradan’ın<br />

planı nasıl şekilleniyor; neleri, neden bize<br />

nasip ediyor, neleri, neden etmiyor… Biliyorum<br />

ki her şey bizim olgunlaşmamız için…<br />

Yine de gönül sual etmeden, tefekkür etmeden<br />

duramıyor. Japonya’ya yapılan seyahate<br />

katılmak nasip olmadı; fakat Kyoto Üniversitesi’ndeki<br />

açılış konuşmalarının hepsini internetten<br />

izledim.<br />

Japonya benim gördüğüm bütün ülkeler<br />

arasında aşkı en çok hissettiğim ülkelerin<br />

başında geliyor. Japonya’nın kültürü ile tasavvufî<br />

bakış açısının inanılmaz derecede<br />

örtüştüğüne, Japon dostlarımız ile ‘özen’<br />

değerinde birleşen bir “edep beraberliğimiz”<br />

olduğuna inanıyorum ben. Meselâ ülkenin<br />

kırsallarında, kişiler bir odadan çıkarken arkasını<br />

dönüp çıkmaz; oralarda, tıpkı bizim<br />

‘dergâh’ adabımızda olduğu gibi, gülümseyerek<br />

ve saygıyla öne eğilerek çıkar. Sonra<br />

her şeye – herkese değil – ihtimam ile yaklaşır<br />

Japon dostlarımız. Kenan Rifâî Hazretleri’nin<br />

ayakkabılarına gösterdiği hürmet geliyor<br />

aklıma… İnancım odur ki aynı imandan<br />

doğan davranış şekilleridir bunlar…<br />

Açılış konuşmalarından en çok muhterem<br />

hocamız Mahmut Erol Kılıç Bey’in konuşması<br />

beni etkiledi. Zira konuşmasına “zor zamanlardan<br />

geçiyoruz” diyerek başladı; gerçekten<br />

de öyle…<br />

Türkiye’de vatandaş olmanın, dünyada insan<br />

olmanın, Avrupa’da Orta Doğulu; Batı’da<br />

Müslüman olmanın çok zor olduğu zamanlardan<br />

geçiyoruz.<br />

Tarihe dönüp baktığımızda insanlığın sınandığı<br />

her dönemde bizden büyük bir kuvvetin<br />

bize –insanlara– bir ders vermeye çalıştığını<br />

görüyoruz. Hayatın eğitme anlayışında,<br />

önce “cemâl” ile uyarma, olmaz ise “celâl”<br />

ile pişirme var. Biz garibanlar ise, bize verilen<br />

sembolik ikazları maalesef dünya meşgaleleri<br />

arasında, maddiyat peşinde koşarken<br />

görmüyor, göremiyoruz. Ancak başımıza bir<br />

felâket gelir de, gönül gözümüz açılırsa ‘ne<br />

oluyor?’, ‘neden oluyor?’ diyebiliyoruz.<br />

Bütün değerlerimizin yeniden sınava çekildiği<br />

zamanlardayız. “Olmaz” dediğimiz şeylerin<br />

olduğuna şâhit olduğumuz dönemlerdeyiz.<br />

Görevimiz çok ağır ama bir o kadar da<br />

güzel. Hayata rağmen Yaradan’a sığınmak, o<br />

ne güzel bir fırsattır…<br />

Kyoto Üniversitesi’nde açılan merkezimiz<br />

tıpkı ABD’de ve Çin’de açılan kürsülerimiz


gibi, iki kültür arasında köprü kurmak amaçlı.<br />

Karşılıklı görüş alışverişi yapmak, önyargıları<br />

yıkmak, korkuları yenmek ve sevmek amaçlı…<br />

Cân-ı gönülden dilerim ki, inşaallah bir<br />

kürsümüz de Avrupa’da kurulsun. Dünyanın<br />

buna ihtiyacı var; hem Batılı dostlarımızın,<br />

hem Doğulu dostlarımızın buna ihtiyacı var.<br />

Müslüman kardeşlerimizin buna ihtiyacı var;<br />

ben böyle iman ediyorum.<br />

Bir ummana dalmış gidiyoruz. İslâm’ın iki kanadından<br />

biri maalesef kırılmış. Çalışmamız,<br />

çok çalışmamız gerek! Çalışıp kanatlarımızdan<br />

birini tamir etmemiz, hakikati bizzat hayatımıza<br />

yeniden yerleştirmemiz gerek. Bunun<br />

için de bir yandan kendi nefsimizi ‘adam’<br />

etmeye çalışırken bir yandan da kürsüler kurup<br />

bizden ‘farklı’ insanlara ulaşmamız gerek.<br />

Allah nasip etsin inşaallah…


Muhammedun Resûlullah<br />

Hüseyin Gökhan<br />

2015 “Dost” İslâm’a Hizmet Ödülleri Gecesi’nde<br />

René Guénon’un oğlu Abdülvâhid<br />

Yahya Beyefendi’nin tercümanlığını yapma<br />

şerefi fakire nasib oldu. Bir derviş evinde yetişmiş<br />

olduğu belli, vakur, nazik, zaman zaman<br />

azametli fakat hep yüzü gülen bir insan.<br />

Ödül töreninde sahneye çıkana kadar kuliste<br />

bolca sohbet etme fırsatımız oldu.<br />

Kendisi babasını görememiş. Annesi, babasının<br />

ölüm döşeğinde kendisini çok özleyeceğini<br />

söyleyince, René Guénon doğacak çocuğa<br />

kendi isminin verilmesini vasiyet etmiş<br />

ve onunla avunmasını salık vermiş. Vefatından<br />

sonra dahi dünyanın dört bir yanından<br />

müfekkirleri etkilemeye devam eden bu büyük<br />

insanın, oğluyla avunulması konusunda<br />

da haklı çıkmış olduğunu gördüm nâçizâne.<br />

Edebi, tavırları ve babasının hâtırasına lâyık<br />

yaşantısının yanında, yaptığı konuşmayla da<br />

babasının mâneviyatını ödül törenine taşımada<br />

üzerine düşeni eksiksiz yerine getirdi.<br />

Ödül takdiminden önce, konunun uzmanları<br />

René Guénon’un neden bu kadar önemli<br />

olduğunu tafsilâtlı şekilde anlattılar. Abdülvâhid<br />

Yahya Beyefendi de bu anlatılanların<br />

üzerine bir şey eklemek hususunda aczini<br />

belirterek konuşmasına başladı. Fakat yine<br />

de hayatı hakkında birkaç söz söylemek istediğini<br />

söyledi.<br />

Bahsettiği birkaç şey, tüm gecenin özetini,<br />

ruhunu ve merhum babasının ve o yolda gidenlerin<br />

neden tekrar tekrar anılması gerektiğini<br />

çok açık şekilde ortaya koydu. Kısaca<br />

hayatının üç dönemi olduğunu anlattı:<br />

“Lâ ilâhe / illallah / Muhammedun Resûlullah.”:<br />

“Sahte ilahların reddi / Vahdetin tasdîki<br />

/ Kur’an’ı hayata geçirmek, böylece Allah’a<br />

ulaşmak.”<br />

René Guénon ve kemal yolunda yürüyen<br />

diğer mübâreklerin tümünün hayatı, bu üç<br />

düstur üzerine kuruludur desek, ne eksik ne<br />

de fazla söylemiş oluruz. Fakat avamla aralarındaki<br />

en büyük fark, üçüncü unsurda ortaya<br />

çıkıyor. Hz. Peygamber’i kendisine rehber<br />

edinip onun ahlâkı ile ahlâklanamayan kimse,<br />

ilk iki unsurda da eksik bir taklit ehli olmaktan<br />

ileri gidemiyor.<br />

Cemâlnur Hocam’ın yıllardır üzerine nefes<br />

tükettiği konu da bu: Peygamber, Peygamber<br />

ve yine Hz. Peygamber!<br />

Bu üçüncü adımdaki eksiklik İslâm’a yabancı<br />

olanların algılarını kapattığı gibi, biz müslü-


manlarda da büyük kusurların ortaya çıkmasına<br />

sebep oluyor. İslâm’ı bilmeyenler çoğu<br />

zaman ya dünyada müslüman olduğunu iddia<br />

eden topluluklara bakarak ya da çok az<br />

anlayabildikleri Kur’an’dan âyetler seçerek<br />

İslâm hakkında hüküm vermeye çalışıyorlar.<br />

Böyle bir çaba maalesef çoğu insanı bilmedikleri<br />

bir zenginliğin dışında kalmaya itiyor.<br />

Hz. Peygamber’in hanımlara saygı ve ihtirâmından<br />

bîhaber kimseler, İslâm’ın kadın hak<br />

ve hukûku konusunda sorunları olduğu sonucuna<br />

varabiliyor. Ya da Hz. Peygamber’in<br />

en büyük tavsiyesinin ilim tahsil etmek olduğunu<br />

anlayamayanlar, son yüzyılda müslüman<br />

devletlerin yaptığı teknolojik gelişmelere<br />

bakarak İslam’ın ilmî terakkî noktasında gerici,<br />

bağnaz bir sistem olduğu görüşüne varıyor.<br />

Buna benzer şekilde kendi dininin peygamberini<br />

anlamakta âciz kalan biz müslümanlar<br />

da, “hak” dine en büyük zararı vermiş oluyoruz.<br />

İslâm adına mâsum insanlara kıyanlardan<br />

ya da hâlâ araç kullanmanın haram<br />

olup olmadığını tartışanlardan da bahsetmiyorum.<br />

Günlük hayatımız dâiresinde bizlere<br />

bakıldığında, Peygamber evlâdı olduğumuz<br />

âşikâr olmuyorsa, elîm bir hatâ içinde olduğumuz<br />

maalesef açıktır diye düşünüyorum.<br />

O Allah’ın sevgilisinin birisinin konuşmasını<br />

dinlerken iki omuzunu o kişiye çevirip dikkatle<br />

dinlemesini, baktığı koyunlarını dahî tek<br />

tek isimlendirerek ayrı ayrı sevmesini, misafirlik<br />

adabını, çocuklara olan derin saygı ve<br />

sevgisini, giyimindeki tevâzuyu temizlik ve<br />

estetikle birleştirebilmesini, her an bir hizmetle<br />

meşgul olmasını ve daha nice güzel<br />

huyundan birkaçını kendi hayatımızın bir<br />

parçasına yansıtabilsek, aklı olan her kulun<br />

bugün biz müslümanlara bakarak gözyaşlarıyla<br />

“Lâ ilâhe illallah!” dediğine şahit olurduk.<br />

René Guénon’un bir filozoftan farkı, düşündüklerini<br />

hayatına nakşedebilmiş olması. İşte<br />

bu özelliği sayesinde de binlerce insanın İslâm’la<br />

müşerref olmasına vesile olabilmiştir.<br />

Abdülvâhid Yahya Beyefendi hâlâ babası sayesinde<br />

İslâm’ı kucaklayan yüzlerce insanın<br />

hikâyesine şâhit olduğunu söylüyor. Bu güzel<br />

insanın hayatının özünü çok veciz, bir o<br />

kadar da derin bir mânâda bizlere aktardığı<br />

için kendisine şükranlarımı sunuyorum.


Hakikatte Kimiz?<br />

Mehveş<br />

Bir sohbet meclisinde duyduğum şu cümleler<br />

uzun zamandır zihnimde: “Refleksiniz<br />

dinî bir cümle olsun, yani dilinizin hemen altındaki<br />

Allah olsun ve unutmayın ki nefsinize<br />

ağır gelen bir şeyle karşılaştığınız an verdiğiniz<br />

o ilk tepki, hakikatte kim olduğunuzu<br />

gösterir.”<br />

Duyduğum an yüzümde hissettiğim tokadın<br />

izi hâlâ duruyor sanki. Aslında bu cümleler,<br />

çocukluğumdan beri farklı kelimelerle hep<br />

işittiğim ifadeler… Fakat her şeyin bir vakti<br />

olduğu gibi, bu ifadelerdeki mânânın beni<br />

alt üst edeceği zaman da galiba o gündü.<br />

Çünkü bu konuyla ilgili hatâlarım birikmişti.<br />

Ayrıca yaptıklarımın farkında olduğumdan<br />

kendimi gözaltına almıştım ve böylece karşıma<br />

çıkan bu cümleler yahut söyleyen kişi<br />

beni kendime getirivermişti. Cenâb-ı Hak da<br />

vesile kıldıktan sonra… İşte o gün oturduğum<br />

koltukta ufaldıkça ufaldım sanki.<br />

Biliyoruz ki dünya gailesi içinde güllük gülistanlık<br />

bir hayat sürmek, rahat etmek pek<br />

mümkün değil… Bu dünya sahnesinde bizim<br />

gibi milyarlarca insan var, bir de herkesin<br />

kendi içinde ruh ile nefis mücadelesi var. Bu<br />

yüzden en ufak şeyden tetiklenip istemediğimiz<br />

refleksleri göstermek ve yoldan çıkmak<br />

ile yolda kalmak arasında gidip gelmek çok<br />

kolay… Peki yaşadıklarımız karşısında ne tür<br />

reflekslerimiz oluyor? İlk tepkilerimizde ne<br />

yapıyoruz? Öfkemizi dışa vurup karşı tarafa<br />

mı kızıyoruz, yoksa içimize atıp gönlümüzü<br />

mü kirletiyoruz? Sıkıntı karşısında ağlayıp<br />

isyan mı ediyoruz, yoksa kimden geldiğini<br />

unutarak sûretlere mi takılıyoruz? Yahut bir<br />

başarı elde ettiğimizde, bir nimetle karşılaştığımızda<br />

kendimizden mi bilip seviniyoruz?<br />

Üzerinde düşünsek söylenecek o kadar çok<br />

şey var ki… Her an bir imtihan… İşte imtihanlarımıza<br />

gösterdiğimiz tepkilerle hayatı ya<br />

kendimize kolaylaştırıp cennet kılıyoruz yahut<br />

daha da zorlaştırıp zindan ediyoruz. Ve<br />

kim olduğumuzu, yani nasıl bir kul olduğumuzu<br />

farkında olmadan ortaya koyuyoruz<br />

her defasında…<br />

Bu yüzden davranışlarını kontrol altına almalı<br />

insan… Kontrol altına almaktan kasıt ise şu:<br />

Allah’ın rızasına aykırı söz söylememek ve<br />

nimette de belâda da, her durumda “Senden<br />

Allah’ım!” diyebilmek. Sonuç olarak ne<br />

sevin ne üzül ne öfkelen ne de isyan et… İşte<br />

insan bunları hakkıyla yapabilirse gerçek bir<br />

mümin oluyor. Yoksa nefsine ağır geldiği için<br />

isteyerek yahut istemeyerek ortaya koyduğu


tepkiler, onun Allah’a değil de nefsine kul olduğunu<br />

gösteriyor.<br />

Hâsılı, keşke durup gönül aynamıza bakabilsek<br />

ve hep uyanık olabilsek… Zira bu yolda<br />

“Ben Müslüman’ım.” veya “Ben iman sahibi<br />

biriyim.” demekle iş bitmiyor. Cenâb-ı Hak<br />

bizden delil istiyor! Duyduklarımızı hâl etmek<br />

nasip olsun inşaallah…


Aklı Çıkar Aradan,<br />

Görünür Olsun Yaradan<br />

Sanem Ömürlü<br />

Biz sıradan insancıklar yüksek mânevî deneyimler<br />

ve kerâmetler ile yaratıcıyı görmeye,<br />

deneyimlemeye istekliyizdir genelde. Çoğunlukla<br />

bu kerâmetleri “insanüstü”nü ya da<br />

“insanötesi”ni deneyimleyen insanlarda buluruz.<br />

Bizim gibi iki gözü, iki kulağı, bir burnu<br />

olan “normal” insanların ortaya koydukları<br />

işler ve olağan dışı performanslar karşısında<br />

şaşakalırız ve bu hayretimizi kültürümüzün<br />

bize aşıladığı edeple “Allah’ın büyüklüğü”nün<br />

bir göstergesi olarak düşünür ve dile getiririz.<br />

Kimi zaman da “dâhi” olarak adlandırırız<br />

ve kendimizi güvenli bir şekilde soyutlarız bu<br />

“insanötesi” deneyimlerden.<br />

Ne var ki son yıllarda yapılan araştırmalar<br />

“dâhi” bazen de “çılgın” dediğimiz bu insanların<br />

temelde bizden çok da farklı olmadıklarını<br />

ve onların beyinlerinde ya da bedenlerinde<br />

sadece onlara özgü olan bir özelliğin<br />

olmadığını ortaya koymaktadır. Peki o halde<br />

neden ben de bir Arşimet, bir Itrî, bir Hazerfan,<br />

bir Michalengelo olamıyorum? Eğer<br />

aynı hammadde, aynı malzeme ile yaşıyorsam<br />

aramızdaki bu farkı doğuran ne? İşte bu<br />

soruyu sormak için gerçekten insanın içinde<br />

bir rahatsızlık duyması gerekiyor. Sinan Canan<br />

Hocamın da ifadesiyle bu süreç önce<br />

“rahatsız bir zihin”e sahip olmakla başlıyor.<br />

İşin şakası bir yana, birtakım insanlar bu “rahatsızlık”la<br />

yola koyulup muazzam şeyler<br />

farketmiş gibi görünüyorlar.<br />

Buna “Akış” ya da “Akışta olma” adını veren ve<br />

benim daha hâlâ adını bile doğru söylemeyi<br />

başaramadığım Mihály Csíkszentmihályi’ye<br />

göre bu hal, kişinin tamamen yaptığı<br />

şeye derin bir şekilde odaklanması olarak<br />

tanımlanıyor. Tamamen odaklanmış süper<br />

yüksek bir motivasyon! Duygusal anlamda<br />

kişi aslında yaptığın şeyin zevkiyle tamamıyla<br />

kendinden geçiyor. Akışta olma hâlini daha<br />

sıklıkla deneyimleyen kişiler üzerinde yapılan<br />

çeşitli araştırmalar bu hâlin bazı karakteristiklerini<br />

şu şekilde ifade etmektedir:<br />

• “An”da olma<br />

• Derin bir odaklanma hâli<br />

• Kendi tarzını ortaya çıkartma<br />

• Yaptığı şeyi iyi biliyor olma<br />

Bu dört özellikten sonuncusuna baktığımızda<br />

akış hâlinin ortaya çıkabilmesi için kişinin<br />

o şeyi daha önce yapmış olması ve iyi biliyor<br />

olması lâzım. Malcolm Gladwell’in ustalık<br />

için 10 bin saat pratik gerektiğine dair teorisi


urada geçerli olurken yine akış hâli üzerine<br />

yapılan çalışmalar bu deneyimin pratiğe de<br />

yansıdığı durumlarda ustalığın pratik saatini<br />

neredeyse yarı yarıya azalttığına işaret etmektedir.<br />

Yani akış hâlinin öncesinde mutlaka<br />

bir gayret ve öğrenme var. Diğer bir unsur<br />

olarak kendi tarzını ortaya koymak şart. Kişinin<br />

akışta olmayı deneyimlemesi tamamen<br />

onun kendi özgün tarzıyla mümkün.<br />

Bununla birlikte aslında akışta olma, biz “sıradan”<br />

insanlar için de çok yabancı olan bir<br />

durum değil. Bir şeye konsantre olarak zamanın<br />

nasıl aktığını fark etmediğimizde, çok<br />

zor bir problemi üzerinde doğru düzgün<br />

düşünmeden bile çözdüğümüzde, çok riskli<br />

bir durumda inanılmaz kısa sürede en doğru<br />

kararı verebildiğimizde hep kendimize hayret<br />

ederiz ya… İşte o anlarda bizler de akışta<br />

olma deneyimini yaşıyor oluyoruz.<br />

Atletler, adrenalin sporları ile uğraşanlar ve<br />

sanatçılar gibi daha göz önünde olan insanlarla<br />

yapılan çalışmalarda, akış hâlini deneyimlemenin<br />

ön koşullarına, tetikleyicilerine<br />

ve aşamalarına dair pek çok veri toplanarak<br />

birtakım çıkarımlarda bulunulmuş. Buradaki<br />

çalışmaların esas amacı ise insan potansiyelinin<br />

maksimum seviyede ortaya çıktığı bu<br />

hâli kazâra yaşanan bir hâl olmaktan çıkarıp<br />

herkesin ihtiyaç duyduğu anda deneyimleyebileceği<br />

bir tecrübeye dönüştürebilmek.<br />

Akış hâlinin ardındaki kimyasal, biyolojik ve<br />

psikolojik yapılar araştırılmaya devam ediyor.<br />

Hangi nörotransmiterlerin (sinir ileticilerinin)<br />

hangi aşamalarda devre girip çıktığı ve beynin<br />

hangi alanlarındaki aktiviteyi yükseltip<br />

hangilerindeki aktiviteyi düşürdüğüne dair<br />

pek çok bulgu var. Bunların bir kısmı biraraya<br />

gelerek derin odaklanma sağlarken bir kısmı<br />

mutluluk ve keyif hissini oluşturuyor. Bu<br />

nörotransmiterlerin akış sırasında beynin ön<br />

kısmındaki aktiviteyi azalttığı yani bilinçli düşünmeyi<br />

baskıladığı çeşitli görüntüleme teknikleriyle<br />

görüntülenmiş durumda. Başka bir<br />

ifadeyle “akış” deneyiminin yaşandığı ve insan<br />

potansiyelinin insanüstü seviyede ortaya<br />

çıktığı durumlarda, tasavvufta akl-ı meaş<br />

olarak bilinen ve sadece dünya işine eren,<br />

kıyaslamalı, rasyonel akıl devreden çıkıyor.<br />

İşte tam da bu noktada başka bir akıl öne çıkıyor,<br />

öyle bir akıl ki milisaniyeler içerisinde<br />

binlerce veriyi işleyip ölüm-kalım anlarında<br />

en doğru kararları vermemizi sağlıyor ya<br />

da daha önce eşi benzeri görülmemiş sanat<br />

eserleri üretmemizi, kimsenin tahayyül edemeyeceği<br />

bilimsel buluşlar yapmamızı sağlıyor.<br />

Aslında insanlık olarak yol kat etmemizi,<br />

sıçrayışlar yapmamızı sağlayan akıl da bu akıl<br />

gibi görünüyor. Yine tasavvufta öğrendiğim<br />

kadarıyla buna akl-ı mead deniyor ve dünya<br />

işine eren aklı aradan çıkardığımızda sanıldığı<br />

gibi akılsız kalmayıp mutasavvıfların adına<br />

küllî akıl ya da ilâhî akıl dedikleri bir başka<br />

akılla başbaşa kalıyoruz. Bir anlamda yazının<br />

başlığındaki gibi aklı aradan çıkarıp yaratanı,<br />

onun muazzamlığını ve ondan bize yansıyan<br />

potansiyeli görebilir, deneyimleyebilir oluyoruz.<br />

Roma’daki Sistine Şapel’e gidenler ya da resimlerini<br />

görenler tavanda Tanrı’nın Âdem’e<br />

dokunarak onu yarattığı meşhur freski hatırlayacaktır.<br />

Kimbilir belki de her “akış” deneyimi<br />

o temasın yeniden yeniden –farkında<br />

olalım olmayalım- yaşanması ile insanlığın<br />

her an yeniden yaratılmasıdır.


Türkiye’nin Ermeni Meselesi - II<br />

Sâmiha Ayverdi’nin “Türkiye’nin Ermeni Meselesi”<br />

isimli kitabının Sertaç Karaağaoğlu tarafından<br />

hazırlanmış bir özetini bölümler hâlinde<br />

dergimizde yayınlamaya başladığımızı geçen<br />

sayımızda belirtmiştik. Bu sayımızda sözkonusu<br />

özetin ikinci bölümünü yayınlıyoruz.<br />

Osmanlı Hükümeti 1914’te Cihan Harbi’ne<br />

girdi ve seferberlik ilân edildi. Aynı gün -21<br />

Temmuz 1914- Taşnaksutyun ve diğer komitelerin<br />

yaptıkları fevkalâde toplantı sonunda<br />

taşra şubelerine şu tâlimat gönderildi:<br />

“Rus ordusu hududdan ilerler ve Osmanlı askeri<br />

çekilir ise, her tarafına birden eldeki vesâit<br />

ile kıyam olunacak, Osmanlı ordusu iki ateş<br />

arasında bırakılacak, binalar ve beylik müesseseler<br />

bombalarla berhavâ edilecek, yakılacak,<br />

hükümet kuvvetleri işgal olunacak, levâzım<br />

kafilelerine baskın yapılacaktır. Aksine,<br />

Osmanlı ordusu ilerler ise, Ermeni askerleri<br />

silâhlarıyla Ruslara iltihak edecek ve kıtalarından<br />

firarla çeteler teşkil edileceklerdir.”<br />

Bu bir başlangıçtır, ama bundan sonraki tüm<br />

gelişmeler bu minval üzere olmuştur. Bu arada,<br />

Fransa, İngiltere, Ermenileri kışkırtmalarını<br />

daha da arttırmışlardır. Taşnaksutyun’un<br />

faaliyeti, Çarlık Rusyası için, Türk Ermenistanı’nın<br />

işgaline efkâr-ı umumiyyeyi hazırlamaya<br />

mâtuftu. Beynelmilel vaziyet ve Çarlık<br />

Rusya’nın temâyülü hiçbir zaman Ermenistan<br />

muhtâriyetini vücûda getirmek değildi.<br />

Seferberlik ilân edilmişti. Meşrûtî idârenin<br />

bütün nimetlerinden istifâde eden, daha evvel<br />

isyanlarda elebaşılık yapmış sergerdeleri<br />

Meclis-i Mebûsan’da mebus olarak bulunduran<br />

Ermenilerin de harbe iştirak etmesi icâp<br />

ediyordu. Ama komiteler ve rûhânî reisler, ırkdaşlarına<br />

kat’iyen harbe girmemelerini söylüyorlardı.<br />

Birçoğu bu emre uydu. Komiteler<br />

harbe gidenlerin silâhlarıyla beraber kaçmalarını<br />

emretmişti. Emir harfiyen yerine getirildi.<br />

Türk ordularından kaçırdıkları silâhları, Türkleri<br />

öldürmek için kullandılar. Osmanlı Devleti<br />

karşısında savaşan İtilâf Devletleri, Ermenileri<br />

ileri karakol olarak kullanmaya başladılar.<br />

Taşnaksutyun Komitesi 1910 yılında Kopenhag’da<br />

yapılan Sosyalistler Kongresi’nde verdikleri<br />

muhtırada, Türkiye’deki faaliyetlerini<br />

şöyle özetler:<br />

“1908 senesine kadar komitemizin Türkiye’deki<br />

faaliyet ve icraatı gizli ve gece olurdu.


Silâh talimleri daima gece icrâ edilirdi. Faaliyetimiz<br />

tamamıyla ihtilâlî ve siyâsî bir mâhiyeti<br />

hâizdi. Aynı faaliyete bugün Memâlik-i Osmaniye’deki<br />

merkezlerimizde devam ediyoruz.<br />

Yalnız şu fark var ki, bunlar şimdi âşikâr ve<br />

gündüzleyin oluyor.”<br />

Gönüllü olarak Rus ordusunda çarpışan Ermenilerin<br />

hâricinde kalanlar da Türk ordusunu<br />

içeriden hançerlediler. Ermeniler İtilâf<br />

Devletleri’ne casusluk yapıyorlardı. Ama bu,<br />

İtilâf Devletleri için kâfî değildi. Arkada ailesini,<br />

çocuğunu, annesini, babasını, kardeşini bırakıp<br />

cepheye giden Türk askerinin cepheden<br />

kaçması veya düşmanla iyi savaşamaması için<br />

geride bıraktıklarından emin olmaması lâzımdı.<br />

Gene 1914-1918 Harbini müteakip Fransızlar<br />

Hatay’a girdikleri zaman, Ermeni çetecilerini<br />

silâhlandırıp eli-kolu bağlı müdâfaasız Türk<br />

halkını genç-ihtiyar, kadın-çocuk ayırmadan<br />

katliama tâbî tutmaları ne hazindir. Fakat daha<br />

da hazini, her zaman olduğu gibi, Garb’ın öldürenleri<br />

mazlum, ölenleri zâlim kabul ve ilân<br />

etmesidir.<br />

Ermeni milleti o kadar kan dökücü ve gözünü<br />

kıpmadan cinâyet işlemeye elverişli bir iç<br />

bünyeye sahiptir ki, Gregoryenlerin bir Katolik<br />

Ermeni rahibini kaçırıp, mezhebinden dolayı<br />

işkence ile öldürdükleri mâlûmdur.<br />

1914-1918 Harbi ile beraber, Türk orduları,<br />

birçok cephede çarpışma vaziyetine girmiştir.<br />

İşte böyle bir zamanda Ermeniler, İtilâf Devletleri’nin<br />

işlerini kolaylaştırmak için II. Meşrutiyet’ten<br />

bu yana yapılan hazırlıkları süratlendirmeye<br />

başladılar. Ellerinde bol miktarda<br />

silâh, bomba vs. bulunuyordu. Karşılarında<br />

da harb eden bir devletin, iç güvenlik için tutabildiği<br />

az sayıda asker ve asıl mühimi, kadınlar,<br />

ihtiyarlar ve çocuklar vardı. Ermeniler<br />

için kahramanlık gösterme yolunda bundan<br />

büyük fırsat mı olurdu? Neticede Zeytun<br />

(Kahramanmaraş), Kayseri, Bitlis, Erzurum,<br />

Ma’murâtü’l-Aziz (bugünkü Elazığ), Diyarbakır,<br />

Sivas, Trabzon, Yozgat, Van, İzmit, Adapazarı,<br />

Hüdâvendigâr (Bursa), Adana, Halep ve<br />

İzmir vilâyetlerinde, II. Meşrutiyet’ten evvelki<br />

isyanlara ilâveten bir de sabotaj hareketlerine<br />

girişildi. Gönüllü Ermeni birlikleri teşkil edilmişti.<br />

Bunlar, Rus ordusu saflarında Türklere<br />

karşı savaştırılıyordu. Daha evvel İngiltere’ye,<br />

Amerika’ya ve Rusya’ya gönderilmiş Ermeniler,<br />

bilhassa Kayseri ve Sivas’ta bomba imâl<br />

ediyorlardı. Çeteler tarafından öldürülen askerlerin<br />

ve Müslüman ahâlinin cesetleri parça<br />

parça ediliyor, gözleri oyuluyor ve akla hayâle<br />

gelmedik vahşetler yapılıyordu.<br />

Cephede savaşan askerin içerilerine kadar sokulan<br />

Ermeniler ve bilhassa kilise mensupları,<br />

İtilâf Devletleri ve bilhassa Rusya hesabına casusluk<br />

yapıyorlardı. Meselâ Ma’murâtu’l-Aziz<br />

vilâyetinde İngiliz Konsoloshanesi’nde tercüman<br />

olan bir Ermeni, Onbirinci Kolordu hakkında<br />

bizzat dolaşarak topladığı mâlûmatla<br />

beraber yakalanmıştı. Burada bir parantez<br />

açıp İngiliz, Rus, Fransız gibi bütün ecnebi<br />

sefârethane ve konsoloshanelerindeki çeşitli<br />

hizmetlerin Ermeniler tarafından görüldüğünü<br />

ifâde edelim.<br />

Birinci Cihan Harbi’nin başlangıcında harbe<br />

girememiş olan Amerika’yı tahrik ederek harbe<br />

sokmak için, Amerikan Koleji muallimlerinden<br />

Mr. Herborg’u Suşehri’nde öldürmüşlerdi.<br />

Bu cinayetin Türkler tarafından yapıldığı


hakkında propaganda yapılmış ise de, Amerikan<br />

Konsolos Vekili Mr. Kek’in iştirakiyle kurulan<br />

komisyon, cinayetin Ermeniler tarafından<br />

ve zikredilen maksada mebni yapıldığını tespit<br />

etmiştir.<br />

Van hududunda Türkler, Ruslarla muhârebe<br />

ederken, içerdeki Ermeniler orduyu arkadan<br />

vurarak şehrin düşmesini sağlamışlardı.<br />

Hükümet, memleketin en buhranlı zamanında<br />

bunu kaçırılmaz bir fırsat bilerek hayatımıza<br />

kasteden askere, jandarmaya, kadınlara, çocuklara,<br />

ihtiyarlara karşı en müthiş cinayetleri<br />

irtikab eden, casusluk ve sabotaj yapan komitelere<br />

ait şubelerin derhal kapatılarak üyelerinin<br />

dağıtılmasına, nihayet 11 Nisan 1331’de<br />

(1915) karar verdi. Çıkarılan kanun:<br />

“Madde 1- Vakt-i seferde ordu ve kolordu<br />

ve fırka kumandanları ve bunların vekilleri<br />

ve müstakil mevki kumandanları, ahâli tarafından<br />

herhangi bir kuvvetle hükümet emirlerine,<br />

memleket müdafaasına ve asâyişin<br />

muhâfazasına taalluk eden icraat ve tertibâta<br />

karşı muhâlefet ve silâhlı tecâvüz, mukavemet<br />

görürlerse, derhal askerî kuvvetle şiddetli surette<br />

bunları cezalandırmaya, yapılan tecâvüz<br />

ve mukavemeti esâsından imhâ etmeye mezun<br />

ve mecburdur.<br />

Madde 2- Ordu ve müstakil kolordu ve fırka<br />

kumandanları, askerî sırları ifşâ veya casusluk<br />

ve hıyânetlerini öğrendiklerini köylerde ve kasabalarda<br />

meskûn kimseleri teker teker veya<br />

toplu olarak diğer mahallere sevk ve iskân<br />

edebilirler.<br />

Ermenilerin bulundukları yerden başka bir<br />

yere nakledilmeleri, bir devlet güvenliği zarûreti<br />

olarak tecelli etmiştir. Zira Ermeniler, orduyu<br />

arkadan vurmuşlar, erkeksiz kalan kadınlara,<br />

babasız kalan çocuklara tasallut etmişler,<br />

askerî manevraları ve ordunun vaziyetini İtilâf<br />

Devletlerine raporlar halinde bildirmişlerdir.<br />

Ermeni komiteleri gene de çeteler hâlinde<br />

faaliyetlerine devam ettiler. Öyle ki, güvenlik<br />

kuvvetlerinin nezâretinde bir yerden başka bir<br />

yere nakledilen kafilelere hücum ederek, hem<br />

jandarmaları katlettiler, hem de kendi ırkdaşlarını<br />

yollarda perişan eylediler. Ayrıca nakledilen<br />

Ermeniler, ayrıldıkları yerleri ateşe vererek,<br />

büyük zararlara sebep olmaktan da geri<br />

kalmadılar. Bu nevî müdahale ve hıyânetler<br />

olmasaydı, nakil işleminin sâkin ve rahat geçeceği<br />

muhakkaktı.<br />

Ermeni komiteleri, sahte ve uydurma isimlerle<br />

Avrupa gazetelerinde makaleler yazıyorlar,<br />

beyannâmeler neşrediyorlar ve durmaksızın<br />

katliamdan bahsettiriyorlardı. İngilizler öteden<br />

beri Ermenileri şarkta siyâsî menfaatleri için<br />

bir âlet olarak kullanmışlar, bunları siyâsî memurları,<br />

misyonerleri vâsıtasıyla kendi menfaatleri<br />

uğrunda felâketten felâkete sürüklemişlerdi.<br />

Fakat şu son teşebbüsleri, harb ettikleri<br />

devleti içten yıkmak gayesini güdüyordu.<br />

Madde 3- İşbu kanun neşir tarihinden muteberdir.”<br />

14 Mayıs 1331 (1915)


Nefes Alan Tarifler<br />

Beyaz Çikolatalı Cheese Cake<br />

MALZEMELER<br />

HAZIRLANIŞI<br />

60 gr. tereyağı<br />

Sızma zeytinyağı<br />

2 kâse körpe ıspanak<br />

1 paket spagetti<br />

2 diş ince kıyılmış sarımsak<br />

½ doğranmış küçük soğan<br />

2 rendelenmiş kabak<br />

¼ tatlı kaşığı tuz<br />

Rendelenmiş parmesan peyniri<br />

1. Tereyağın yarısını sos tavasında kısık ateşte<br />

eritin ve ıspanakları ekleyin. 1-2 dakika ıspanakları<br />

tereyağında çevirdikten sonra tavadakileri<br />

mutfak robotuna boşaltın ve malzemeyi<br />

püre haline getirin.<br />

2. Daha sonra sos tavasında kalan tereyağı,<br />

soğanı ve sarımsağı orta ateşte soğan ve sarımsaklar<br />

pembeleşinceye kadar çevirin.<br />

3. Kabakları ve tuzu ekleyin. Kabaklar yumuşayıncaya<br />

kadar yaklaşık 3 dakika pişirin.<br />

Üzerine ıspanağı ekleyin.<br />

4. Spagettiyi bol suda 8-10 dakika kaynatın.<br />

Süzdükten sonra üzerine göz kararı zeytinyağı<br />

gezdirin ve spagetti ile tavadaki malzemeyi<br />

karıştırın.<br />

5. Servis yapacağınız tabağa spaettiyi koyduktan<br />

sonra üzerine parmesan peynirini<br />

serpiştirin.<br />

Âfiyet olsun.


www.nefesyayinevi.com<br />

<strong>hernefes</strong>dergisi@nefesyayinevi.com<br />

/<strong>hernefes</strong>dergisi<br />

/<strong>hernefes</strong>dergisi<br />

/<strong>hernefes</strong>dergisi

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!