You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
X O X O THE MAG<br />
M O D A M Ü Z İ K<br />
S A N A T T A S A R I M<br />
0 6 7 K A S I M 2 0 1 6<br />
Ü C R E T S İ Z D İ R<br />
<strong>ANNAH</strong> ELYSE<br />
X O X O T H E M A G . N E T
002
003
İstanbul: Akasya, Akbati, Akmerkez, Capacity, Capitol, City’s, Erenköy, İ̇stiṅyepark,<br />
Kanyon, Mall of Istanbul, Marmara Forum, Palladium, Taksiṁ • İzmiṙ: Alsancak, Agora, Maviḃahçe<br />
Ankara: Cepa, Panora • Bursa: Korupark • Antalya: Terracity • Adana: Ziẏapaşa Bulvari • CAMPER.COM
Kapak:<br />
Hannah Elyse<br />
Fotoğraf:<br />
David Alexander Flinn<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
CO Prodüksiyon Yayıncılık<br />
adına<br />
Cihan Şerbetcioğlu<br />
cihan@coistanbul.com<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Olga Şerbetcioğlu<br />
olga@xoxothemag.net<br />
Yayınlar Direktörü<br />
Serap Gecü<br />
Yönetici Editör<br />
Utku Palamutçu<br />
İdari İşler<br />
Vadi Gengüç<br />
Sorumlu Müdür<br />
Ruşen İnceoğlu<br />
Editörler<br />
Tuğçe Bahçıvangil, Deniz<br />
İrem Çek, Melda Ennekavi,<br />
Ayşecan İpek, Aslin<br />
Kumdagezer, Gökhan<br />
Polat, Arzu Sak, Başak<br />
Ulubilgen<br />
Grafik Tasarım<br />
Elif Sunar, Rüya Dilara Şen<br />
Katkıda Bulunanlar<br />
Ali Akay, Aslı Arduman,<br />
Clélia Cazals, Emre Doğru,<br />
Işıl Eğrikavuk, Murat Emir<br />
Eren, David Alexander<br />
Flinn, Nazlı Güven, Yonca<br />
Keremoğlu, Yağmur<br />
Kural, Nevşin Mengü, Can<br />
Mısırlı, Fatih Özgüven,<br />
Zeynep Özkanca, Nando<br />
Salvà, Tanem Sivar, Serkan<br />
Şedele, Ali Tünay, Bahar<br />
Türkay, Selin Ünüvar,<br />
Gündüz Vassaf,<br />
Mathieu Vilasco, Begüm<br />
Yetiş, Yağmur Yıldırım<br />
Reklam<br />
cihan@coistanbul.com<br />
merve@coistanbul.com<br />
busra@coistanbul.com<br />
melis@coistanbul.com<br />
İletişim<br />
123@xoxothemag.net /<br />
+90 212 2590669<br />
Yayın Türü<br />
Aylık, Yaygın, Süreli.<br />
Baskı ve Renk Ayrımı<br />
Mas Matbaacılık San. ve<br />
Tic. A.Ş.<br />
Hamidiye Mahallesi<br />
Soğuksu Caddesi No:3<br />
34408 Kağıthane, İstanbul,<br />
Türkiye, Sertifika No:<br />
12055<br />
XOXO The Mag'de<br />
yayınlanan yazı ve<br />
fotoğraflar<br />
kaynak belirtilmeden<br />
kullanılamaz.<br />
Tasarım Konsepti ve<br />
Yayın Kimliği<br />
Bülent Erkmen<br />
Tasarım Uygulama ve<br />
Kimlik Standartları<br />
Barış Akkurt, BEK
SCHAFFHAUSEN<br />
AIR SHOW.<br />
Join the conversation on<br />
#B_Original.<br />
Big Pilot’s Watch TOP GUN.<br />
Ref. 5020: The ideal opportunity for a pilot to<br />
demonstrate his flying skills is at an air show,<br />
where thousands of pairs of eyes follow his every<br />
manoeuvre. The same thing applies to this<br />
watch. Take a close look, and its special<br />
qualities become apparent: the extremely<br />
robust, 46-millimetre ceramic case has<br />
maximum scratch-resistance, while the<br />
IWC-manufactured 51111 calibre, comprising<br />
311 components, reliably supplies the energy<br />
for its seven-day run time. It is an exceptional<br />
all-rounder, whose breathtaking talents do not<br />
fail to fascinate, either above the clouds or on<br />
its owner’s wrist. IWC. ENGINEERED FOR MEN.<br />
Mechanical movement, Pellaton automatic winding,<br />
IWC-manufactured 51111 calibre, 7-day power reserve<br />
when fully wound, Power reserve display, Date display,<br />
Central hacking seconds, Screw-in crown, Sapphire<br />
glass, convex, antireflective coating on both sides,<br />
Special back engraving (figure), Water-resistant 6 bar,<br />
Diameter 46 mm
Hannah<br />
Elyse<br />
132<br />
Alexander Wang<br />
Röportaj<br />
Utku Palamutçu<br />
22<br />
Can Öz<br />
Röportaj<br />
Tanem Sivar<br />
152<br />
Egle Budvytyte<br />
Röportaj<br />
Serap Gecü<br />
72<br />
Intimate Tech<br />
Yazı<br />
Aslin<br />
Kumdagezer<br />
122<br />
Emre Erkmen<br />
Röportaj<br />
Murat Emir Eren<br />
60<br />
Quo Vadis<br />
Homo Sapiens?<br />
Yazı<br />
Gündüz Vassaf<br />
32<br />
Şahane Küstah<br />
Yazı<br />
Fatih Özgüven<br />
38<br />
Ragnar<br />
Kjartansson<br />
Röportaj<br />
Yonca<br />
Keremoğlu<br />
154<br />
Selin Sayek<br />
Böke<br />
Röportaj<br />
Nevşin Mengü<br />
50<br />
Gül Güven<br />
Röportaj<br />
Yağmur Yıldırım<br />
46<br />
Kaç<br />
Yaşındayım?<br />
Öykü<br />
Işıl Eğrikavuk<br />
58<br />
François Nars<br />
Röportaj<br />
Ayşecan İpek<br />
34<br />
Paul Verhoeven<br />
Röportaj<br />
Nando Salvà<br />
18<br />
Toyo Ito<br />
Röportaj<br />
Yağmur Yıldırım<br />
26<br />
Glenn Martens<br />
Röportaj<br />
Utku Palamutçu<br />
42<br />
Foundrae<br />
Röportaj<br />
Aslin<br />
Kumdagezer<br />
54<br />
Fatmagül<br />
Berktay<br />
Röportaj<br />
Ali Tünay<br />
68<br />
Hunting High<br />
and Low<br />
168<br />
Can Do No<br />
Wrong<br />
Yazı<br />
Ayşecan İpek<br />
30<br />
Edwina Sponza<br />
Röportaj<br />
Can Mısırlı<br />
14<br />
Personae Non<br />
Gratae<br />
92<br />
Büşra Develi<br />
Röportaj<br />
Utku Palamutçu<br />
106<br />
Osman Koç<br />
Röportaj<br />
Bahar Türkay<br />
124
E D İ T Ö R D E N<br />
OLGA ŞERBETCİOĞLU
SAÇLARINIZA SON DOKUNUŞ:<br />
Toni&Guy Işıltı Veren Saç Parfümü<br />
Günlük hayatın koşturmacası içinde, saçları her daim duştan yeni çıkmış gibi<br />
güzel kokulu ve parlak tutmak oldukça zor. Ama imkansız değil! Toni&Guy<br />
Işıltı Veren Saç Parfümü ile saçlarınızda mucizeler yaratmaya ne dersiniz?<br />
Yoğun bir günün ardından sevgiliniz sizi sürpriz bir akşam yemeğine götürmek istediğini söyledi.<br />
Hazırlanmak için çok az zamanınız var. Saçlarınıza tek bir dokunuşla ışıltı ve güzel koku verebilseydiniz<br />
hoş olmaz mıydı?<br />
Veya ne zaman kalabalık bir ortamda yemeğe gitseniz, özene bezene yaptığınız saçlarınıza, beş<br />
dakika bile geçmeden kötü kokular siniyor değil mi? Bir de üzerine kışın artan hava kirliliği veya<br />
havasız ofis ortamları eklenince saçlarınız tanınmaz hale geliyor...<br />
Siz de bu gibi sorunlardan şikâyetçiyseniz, Toni&Guy Işıltı Veren Saç Parfümü’nü gün boyu<br />
çantanızdan eksik etmeyiniz!<br />
İKONİK VE BÜYÜLEYİCİ BİR KOKU<br />
Vanilya çiçeği, misk, sandal ağacı notaları içeren büyüleyici kokusu,<br />
saçlarınızın mükemmel kokmasını ve ışıltılı bir görünüme kavuşmasını sağlıyor.<br />
NASIL KULLANILIR?<br />
Toni&Guy Işıltı Veren Saç Parfümü’nü<br />
saç diplerinize gelmeyecek şekilde<br />
tüm saçınıza hafif bir şekilde<br />
püskürterek uygulayabilirsiniz...
Sadelikten bahsederken, seçilenlerden ziyade reddedilenlere odaklanmak<br />
gerek. Stil sahibi olmak da yine benzer bir elemeyi beraberinde getiriyor. IWC<br />
Originals’ın bu ayki konuğu Edwina Sponza, tüm bu yalın olma durumunun<br />
dışında donanımlı bir özgeçmişe, aileden miras bir keyif kültürüne, değişimi<br />
yadırgamayan bir disiplin duygusuna sahip. Zamanla olan ilişkisini ise kariyeri<br />
sayesinde yeniden tasarlıyor.<br />
IWC ORIGINALS<br />
EDWINA SPONZA<br />
Röportaj:<br />
Can<br />
Mısırlı<br />
Fotoğraflar:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
Edwina Sponza<br />
IWC Pilot’s<br />
Watch Automatic<br />
36 takıyor.<br />
BU BİR İLANDIR<br />
016
Can sıkıntısı ve yaratıcılık<br />
1 arasında nasıl bir ilişki var?<br />
Can sıkıntısı, insana vakit<br />
kazandıran bir şey. Kendine dönüp,<br />
kendi kendini dinleyebildiğin,<br />
yalnız kaldığın... Bu tür zamanlarda,<br />
zihnin açılıyor ve tam anlamıyla içi<br />
doldurulacak bir boşluk yakalıyorsun.<br />
Belki yapamadığın, aklında olan ama<br />
bir türlü hayata geçiremediğin şeyler<br />
bir anda ortaya çıkıyor. Benzer bir zihin<br />
açıklığı yogada da yaşanıyor.<br />
Bu zihin açıklığından<br />
2 orijinalliğe nasıl bir yol<br />
gidiyor?<br />
Orijinal; kendi olan, kendi özünü<br />
yansıtabilendir. Fikir ve hareketlerinde<br />
kendin olmaktan daha orijinal bir şey<br />
var mı?<br />
Kariyer bir hedef mi yoksa<br />
3 yolculuğun kendisi mi?<br />
Kariyer bir yolculuk bence,<br />
yani uzun soluklu bir şey. Mesela<br />
ben psikoloji okudum ve benim<br />
dönemimde reklam çok patlıyordu.<br />
O sıralar şimdiki gibi çok dijital bir<br />
dönem de değildi, daha çok, insanların<br />
bilfiil içinde olduğu, onların etrafında<br />
dönen bir sektördü. Çok ilgimi<br />
çekmişti, ben de sekiz yıl kadar reklam<br />
sektöründe çalıştım. Ama sonra başka<br />
şeyler oldu; evlendim, şimdi de yoga<br />
hocalığı yapıyorum. Bu yüzden, kendi<br />
hayatıma bakarak rahatlıkla kariyerin<br />
hedeften çok bir yolculuk olduğunu<br />
söyleyebilirim.<br />
Tüm kariyer yolculuğunuz<br />
4 insana kalite, keyif ve iyilik<br />
sunmak üzerine kurulu<br />
duraklardan oluşuyor. Kariyeriniz<br />
boyunca bir nevi ev sahipliği yaptığınızı<br />
söyleyebilir miyiz?<br />
Evet. Benim yaptığım her şeyde;<br />
verdiğim dersler olsun, yemekler olsun<br />
hep öğretici değil de, sahiplenici bir<br />
durumum vardır. Çocuklarımla da aynı<br />
durumu yaşıyorum hatta. Yani hakkını<br />
vermek çok klişe gelecek belki ama<br />
yaptığım şeylere her zaman özenirim<br />
diyebilirim.<br />
Mimozalar ve Lor Peyniri bir<br />
5 yemek kitabı değil, peki ne<br />
kitabı?<br />
Yaklaşık 20 yıldır her Noel yaptığım<br />
bir yemek vardır. Hep aynı insanları<br />
çağırırım, aynı yemekler yenir. Böyle<br />
bir geleneğim var. Bu kitap da, bunların<br />
etrafında dönen bir proje olacaktı ve onu<br />
gelecek seneki Noel’de arkadaşlarıma<br />
hediye edecektim. Fakat işin içine sanat<br />
yönetmeni, editör ve fotoğrafçı girince<br />
her şey hem güzelleşti hem de büyüdü.<br />
‘Insta’ hikayelerden oluşan, yemeğin<br />
içinde olduğu, benim ve arkadaşlarımın<br />
tarifleri etrafında toplanan bir yaşam<br />
kitabı ortaya çıktı. Ben, onu böyle tarif<br />
ediyorum. Asıl fikir yemek yapmak<br />
değildi, umarım okuyanlar bu özü<br />
alabilmiştir.<br />
Kadınların renkli ve<br />
6 dominant olduğu bir aileden<br />
geliyorsunuz, bu durum<br />
sizin hayatla kurduğunuz dengeyi nasıl<br />
etkiledi?<br />
Anneannem bana çok bakmıştır.<br />
Annemse tipik, şarabını içip günde<br />
iki kitap okuyan, kasımda bile denize<br />
giren, şekerli bir şey yemeyen, kendi<br />
ayakları üzerinde duran bir Fransız<br />
kadınıdır. Üzerimde bu kadınların etkisi<br />
kesinlikle var. Tabii ki bu yaşadığımız<br />
dönemle de değişiyor ama ben hala bu<br />
etkiyi ve mirası içimde barındırdığımı<br />
düşünüyorum.<br />
017
Zamanı nasıl algılıyorsunuz?<br />
7 Zaman kavramı yoga dersleri<br />
vermeye başladığımdan beri<br />
benim için çok değişik bir hal aldı.<br />
Değişik derken zamanın başka bir<br />
şeklini gördüm. Biz yoga derslerinde<br />
genelde beş nefes alıp veririz. Beş nefes<br />
nedir ki, değil mi? Ama gelin görün ki<br />
o beş nefes bazı öğrencilere çok uzun<br />
geliyor. Zamanı nasıl algıladığımız,<br />
onun zihnimizdeki yeri çok önemli.<br />
Mesela ben 30 dakika koşuyorum ve<br />
bazen ‘bir dakika daha koşsam altı km<br />
olacak’ deyip, bir dakika daha koşmaya<br />
çalışıyorum. Fakat o bir dakika bile<br />
bazen çok geliyor. Bu da bana zamanın<br />
zihnimizde olduğunu ve zihnin<br />
bedenden çok daha çabuk pes ettiğini<br />
hatırlatıyor.<br />
Yogadan sonra kendinize<br />
8 ayırdığınız zaman dilimi arttı<br />
mı?<br />
Evet, yoganın bana öğrettiği en önemli<br />
şey, kendime ait bir zaman olması<br />
gerektiğiydi. Çünkü bir buçuk saatlik<br />
yoga zamanım dışında, sırf kendimle<br />
olduğum başka hiçbir şey yapamıyorum.<br />
Kendimi ifade ettiğim, kendimle başbaşa<br />
olduğum başka bir aktivitem yok. Evet,<br />
her sabah koşuyorum ama koşarken<br />
bile o zamanı tam olarak kendime<br />
ayıramıyorum. Oysa bunu yapmak bir<br />
lüks değil, bir gereklilik.<br />
Boş vakitten ne anlıyorsunuz?<br />
9 Benim yaklaşık onbeş dakika<br />
boyunca, hiçbir şey yapmadan<br />
durmalarım vardır. İşte boş vakit denilen<br />
şey aslında budur.<br />
Disiplin, hayatınızda<br />
10 önemli bir yer tutuyor. Ona<br />
sahip olmayan bir insana<br />
neler kaçırdığını anlatmak için ne<br />
söylerdiniz?<br />
İlk önce bunu kendisi için yapmasını<br />
söylerdim. Disiplinli ve organize<br />
olmak bir insanın öncelikleri arasında<br />
olmalı, yani ilerlemek ve günü bitirmek<br />
adına da aynı şeyi söyleyebilirim. O<br />
gün bir şeyi aksatırsan biriktirdiklerin<br />
zincirleme bir felakete ya da en azından<br />
can sıkıntısına dönüşebilir. Disiplinli<br />
olmak kendini toplamak adına yine<br />
kişinin kendisi tarafından şart koşulmalı.<br />
Yoksa tembelliği kim istemez ki?<br />
Sadelik ve yaşam kalitesi<br />
11 arasında bir bağ kuruyor<br />
musunuz?<br />
Yaşam kalitesi benim için, o sırada<br />
ne yapıyorsan iyi ve değerini bilerek<br />
yapmak anlamına geliyor. Çok şey<br />
yapmak falan da değil, ne yapıyorsan<br />
onu düzgün ve özenerek yapmak.<br />
Sadelikse başka bir şey, benim için<br />
şarttır, bir kriterdir. İkisini birbirine<br />
bağlamıyorum ama onlarsız<br />
olamayacağımı biliyorum.<br />
Çocukluğunuzda,<br />
12 sıradan bir günde saat<br />
15:00. Neredesiniz, ne<br />
yapıyorsunuz, ne hissediyorsunuz?<br />
Ben İtalyan okulunda okudum. Saat<br />
üçte okuldayız. İtalyan okullarında<br />
çay saati değil de, onun gibi bir keyif<br />
molası vardır, masada her zaman<br />
ekmek ve harika bir erik reçeli olur.<br />
Bizim akşamüstlerimiz hep öyle, keyifli<br />
geçerdi. ‘Dolce vita’yı okulda, yaşayarak<br />
öğrendim sanırım.<br />
Kolunuzdaki IWC saate nasıl<br />
13 bir mücevher eşlik ediyor?<br />
Her gün saat takarım ve<br />
genelde, özellikle de yazın koluma çok<br />
ıvır zıvır takarım. Bu saate de yine farklı<br />
bilezikler eşlik ediyor.<br />
018
IWC PILOT.<br />
#B_ORIGINAL<br />
JOIN THE CONVERSATION: # B_ORIGINAL<br />
Orijinal olmanın ne demek olduğu konusunda, uzay boşluğunda<br />
süzülen düşünceler arasından, kendinize yakın hissettiğiniz<br />
anlamları seçip, basit bir kurgu hazırlayın. İsmin önüne gelen<br />
sıfat tamlamalarını geride bırakıp, size ve dolayısıyla bize bir<br />
şeyler ifade eden ve artı değer katan isimleri, benzerlerinden<br />
ayıran özelliklere odaklandığınızda, orijinal kavramının içini<br />
doldurmaya başlayacaksınız. IWC Schaffhausen ve XOXO<br />
The Mag’in işbirliği, bu sebepten ötürü Originals başlığı<br />
altında şekilleniyor ve orijinal konukları vasıtasıyla boşlukları<br />
doldurmanızı sağlıyor.<br />
www.iwc.com<br />
IWC Schaffhausen Boutique İstanbul: Mim Kemal Öke Cad. Altın Sokak 4/A Nişantaşı Tel: (212) 224 4604<br />
İstanbul: Arte Gioia, İstinye Park Tel: (212) 345 6506 - Greenwich, Zorlu Center Tel: (212) 353 6347 - Unifree Duty Free, Ataturk International Airport Tel: (212) 465 4327<br />
Ankara: Greenwich, Armada Tel: (312) 219 1289 - Panora Tel: (312) 219 9315 I Bursa: Permun Saat, Korupark AVM Tel: (224) 241 3131<br />
İzmir: Günkut Saat, Alsancak Tel: (232) 463 6111
Paul Verhoeven 10 yıllık bir aradan sonra, son filmi Elle ile, siyasal olarak doğru<br />
bir çizgide ilerlemeyi reddettiğini tekrardan hatırlatıyor. Basic Instinct ve<br />
Showgirls’ün yönetmeni, Elle’de kara mizahtan da karanlık bir üslupla, cinsel<br />
taciz konusunu belki de son yılların en cüretkar yorumuyla sunuyor. Verhoeven<br />
ile San Sebastian Film Festivali’nde buluştuk; son filmi, kariyeri ve Hollywood’a<br />
karşı direnişi hakkında konuştuk.<br />
PAUL VERHOEVEN<br />
Röportaj:<br />
Nando<br />
Salvà<br />
Paul Verhoeven,<br />
Elle’in setinde,<br />
Isabelle<br />
Huppert ile.<br />
020
Elle’i çekme fikrinin bile<br />
1 sizi hasta ettiğinden<br />
bahsetmiştiniz. Sizi bu kadar<br />
korkutan tekrardan bir film yapmak<br />
mıydı?<br />
Beni korkutan film yapmak değil,<br />
Fransızca bir film yapmaktı, zira bu<br />
lisanla ilgili sadece temel bir bilgiye<br />
sahibim. Dolayısıyla dört ay boyunca<br />
korkunç bir baş ağrısıyla uğraştım.<br />
Doktora gittim ve bir noktada<br />
tümör olup olmadığını anlamak için<br />
beyin MR’ı çektirmeye karar verdik.<br />
Görünürde hiçbir şey yoktu. İlaçlara<br />
rağmen ağrı devam etti. Fakat filmin<br />
çekimleri esnasında herkesle Fransızca<br />
konuşmam gerektiğine dair kendi<br />
kendimi ikna etmeye başladığım anda<br />
ağrılar ortadan kayboldu. Vücut ve<br />
zihin arasındaki ilişki hakikaten çok<br />
esrarengiz.<br />
Peki filmin yaratacağı<br />
2 tartışma sizi<br />
endişelendirmedi mi?<br />
Hayır. Bakın, ben tartışma yaratmaya<br />
oldukça alışkınım. Elle’in Cannes’da<br />
gösterimine daha aylar kala, insanlar<br />
beni, ‘hazır ol, seni mahvedecekler’ diye<br />
uyarıyordu. Halen skandalı bekliyorum<br />
ama bir şey olduğu yok; aksine, şaşırtıcı<br />
bir biçimde, herkesten övgü alıyorum.<br />
Ve bu hiç de alışkın olduğum bir durum<br />
değil.<br />
Bu filmin bu kadar<br />
3 övgü alması neyden<br />
kaynaklanıyor?<br />
Bunun en büyük sebebi Isabelle<br />
Huppert ve onun karaktere verdiği<br />
takdire şayan özgünlük -filmi<br />
tartışmalardan koruyan da bence bu<br />
oldu. Bana kalırsa dünyada bu beceriye<br />
sahip tek aktris o, ve bunu tek söyleyen<br />
de ben değilim; Michael Haneke’ye de<br />
sorabilirsiniz. Öte yandan bu kadar<br />
övgü almak bende şüphe uyandırmıyor<br />
da değil. Sanırım tekrardan insanların<br />
benden nefret etmesini sağlayacak bir<br />
şeyler yapmam gerekiyor.<br />
Tartışmalara sebep olmak<br />
4 normalde hoşunuza mı<br />
gidiyor?<br />
İnanın ki gitmiyor. Şahsen<br />
tartışmalardan ve eleştirmenlerin<br />
tepkilerinden çok etkilendiğimi<br />
de söyleyemem. Tek sorun bu tarz<br />
tepkilerin -eğer film kariyerinize devam<br />
etmek niyetindeyseniz- oluşturduğu<br />
problemler. Mesela Showgirls’den<br />
sonra o kadar yerden yere vuruldum ki,<br />
hayatım sefil bir hal aldı. Ondan sonra<br />
da, benim için film çekmek gittikçe<br />
zorlaştı. Dürüst olmak gerekirse,<br />
insanlar bence filmi anlamadı. Ve<br />
sonra aynı şeyi Starship Troopers ile de<br />
yaşadım; filmin galasından sonra bana<br />
etmedikleri lafı bırakmadılar. Örneğin<br />
Wall Street Journal’da yazan bir gazeteci<br />
beni neo-Nazi olmakla suçladı. Bunun<br />
etkisinden uzun süre çıkamadım.<br />
Dolayısıyla, hayır, provokatör ya da<br />
çıbanbaşı olmaktan hoşlanmıyorum.<br />
Öte yandan, sırf olumsuz eleştiri<br />
alacağım diye kendimden ödün vermeye<br />
de niyetim yok.<br />
Fakat Elle’in senaryosunda<br />
5 değişiklik yaptınız, değil mi?<br />
Evet, ancak bu farklı bir<br />
durum. Hikayeyi yumuşatmadım. En<br />
başta hikaye ABD’de geçiyordu, onun<br />
yerine Fransa olarak değişti.<br />
Elle, 2016<br />
Peki neden böyle bir<br />
6 değişiklik yaptınız?<br />
ABD’de kimse filmi finanse<br />
etmek istemedi. Hollywood tarihinin<br />
en tutucu günlerini yaşıyor. Büyük<br />
stüdyoların risk almaya ve sanatsal<br />
kaliteyi hedeflemeye karşı alerjisi var<br />
resmen. Hollywood’dan çıkan her şey<br />
son derece steril. Örneğin günümüzde<br />
Basic Instinct gibi bir film yapmak<br />
imkansız olurdu. En az beş büyük<br />
isim Elle’de başrol oynamayı reddetti.<br />
Kimileri, yönetmen ben olduğum<br />
için, daha senaryoyu okumadan hayır<br />
cevabını verdi. Kimisi de, filmin<br />
ahlaksız olduğunu düşündüğünden, 48<br />
saat içinde olumsuz yanıt verdi. Fakat<br />
tabii en büyük sorun, bu oyuncuların<br />
etrafındaki insanlar, esas ödlekler onlar.<br />
Kim bu insanlar diye sorsak,<br />
7 isim verir miydiniz?<br />
Tabii ki veremem. Sadece<br />
rolü kabul eden tek aktrisin adını<br />
söyleyebilirim: Jennifer Jason Leigh<br />
hakikaten çok heyecanlandı. Ama o bir<br />
karakter oyuncusu. Bizim aradığımız ise<br />
daha büyük bir isimdi ve böyle birini<br />
bulmak gerçekten imkansızdı.<br />
021
Senaryoda ahlaksız buldukları<br />
8 neydi?<br />
Film, daha çekimleri<br />
tamamlanmadan, tecavüz komedisi<br />
diye tanımlanmaya başladı. Ve tabii ki<br />
bununla alakası yoktu. Benim filme<br />
aldığım tecavüzün gülünç bulunacak<br />
bir tarafı yok, aksine acımasız ve dehşet<br />
verici. Fakat yaşadığımız dünyada<br />
insanlar sürekli olarak tacize uğruyor,<br />
ancak hayatlarına bir şekilde devam<br />
ediyorlar. Elle de, evet, bir tecavüzü<br />
anlatıyor, ama bir yandan da insanların<br />
yaşantısıyla ilgili. Örneğin The Rules<br />
of the Game gibi bir filmde her şeyi<br />
bulabilirsiniz: Trajedi, ahlaksızlık ve<br />
tabii komedi. Fakat Jean Renoir’ın<br />
yaptığı ahlaksızlıklarla dalga geçmek<br />
değil, hayatta olanları anlatmak.<br />
Kadın karakterleri anlatma<br />
9 biçiminiz hep oldukça<br />
kutuplaştırıcı oldu, bir<br />
taraftan da kimi zaman kendinizi<br />
feminist olarak tanımladınız...<br />
Kendimi feminist olarak gördüğümü<br />
söyleyemem; bu biraz kendini bilmez bir<br />
tavır olurdu. Fakat kesinlikle kadınların<br />
tarafındayım; kadınları seviyor ve onları<br />
savunuyorum. Kimse filmlerimdeki<br />
kadınların aciz olduklarını iddia<br />
edemez. Elle’de tam olarak anlatmaya<br />
çalıştığım bu: Tecavüze uğramış bir<br />
kadın, içinde bulunduğu duruma karşı,<br />
kurban konumunda olmayı reddederek<br />
isyan ediyor. Benim yapmak istediğim<br />
de, tecavüze uğrayan bir kadının utanç<br />
duyması gerektiği fikrini reddetmekti.<br />
Elle, 2016<br />
Pek çokları Elle’i, sizin<br />
10 dirilişiniz olarak tanımlıyor.<br />
Bir noktada insanların sizden<br />
umudu kesmiş olması sizi rahatsız etti<br />
mi?<br />
Bu ilk defa başıma gelmiyor. Ve<br />
aslında anlayabiliyorum. Belki de<br />
daha fazla film yapmalıydım ve Black<br />
Book’tan sonra gelen projelere bu<br />
kadar da eleştirel yaklaşmamalıydım.<br />
Fakat sorun şu ki, önerilen projelerin<br />
hepsi bilim kurgu türündeydi ve eğer<br />
herhangi birinin enteresan olduğunu<br />
düşünseydim tereddüt etmezdim.<br />
Mesela bir romantik komedi çekmeyi<br />
çok isterdim. Ama karşıma çıkan<br />
projeler iyi değildi ve benim gücüm de<br />
onları iyileştirmeye yetmeyecekti.<br />
Tekrar geçmişe dönecek<br />
11 olursak, Showgirls neden bu<br />
derece olumsuz karşılandı?<br />
Dediğim gibi, yanlış anlaşıldı. Ve<br />
ağızdan ağıza o kadar kötü bir biçimde<br />
yayıldı ki, neredeyse kimse filmi<br />
görmedi. Ya da belki de benim gibi bir<br />
Hollandalının, Amerikalılar hakkında<br />
duymaktan hoşlanmadıkları bazı<br />
gerçekleri söylemesi onları rahatsız<br />
etti. Zira günün sonunda Showgirls,<br />
ABD’yi ve orada süregelen kültürün<br />
açgözlülüğünü sembolize ediyor. Kaldı<br />
ki, sonuçta zaman benden yana çıktı;<br />
filmin DVD satışları 100 milyon doları<br />
aşmış vaziyette.<br />
ABD’de çekmiş olduğunuz<br />
12 iki filmi, Robocop ve Total<br />
Recall’u yeniden çevirdiler.<br />
Sanki Hollywood Paul Verhoeven’in<br />
anısını ortadan kaldırmaya çalışıyor...<br />
Evet, biraz öyle gibi. Sanki benim<br />
filmlerimden rahatsızlık duyuyorlar.<br />
Fakat bunu başaramayacaklar. Benim<br />
filmlerin bu birbirinden kötü yeniden<br />
çevrimlerden çok daha uzun ömürlü<br />
olacak. Ve işin komik tarafı, benim<br />
orijinal filmlerimin DVD satışları, bu<br />
sonradan çekilen filmler sayesinde arttı.<br />
Açıkçası amaçlarının beni haritadan<br />
silmek olduğunu sanmıyorum; bu<br />
şekilde düşünmek fazlasıyla kibirli<br />
olurdu. Eminim ki stüdyo yöneticilerinin<br />
çoğu benim kim olduğumu bile<br />
bilmiyordur. Mesela Ben-Hur’u da<br />
yeniden çektiler ama kimsenin William<br />
Wyler’ı haritadan silmeye çalışmak gibi<br />
bir niyeti olduğunu sanmıyorum. Burada<br />
söz konusu olan tek şey para. İnsanlar<br />
yeni bir fikir üretemiyor ve geçmişte<br />
başarılı olan filmlere bakıp ‘hadi,<br />
bu filmi yeniden çevirelim’ diyorlar.<br />
Kapitalizmin en berbat yönlerinden biri<br />
de bu işte.<br />
Peki Hollywood’a karşı kin<br />
13 besliyor musunuz?<br />
Kesinlikle hayır. Los<br />
Angeles’ta yaşıyorum ve hiçbir intikam<br />
duygusu beslemiyorum. Ama bir yandan<br />
da Hollywood’la barışmak için hiç<br />
acelem yok. Şu da var ki, bugünlerde<br />
insanın nerede çalışacağını kestirmesi<br />
hakikaten imkansız. Ve ABD’de<br />
ilgi çekici bir proje bulmak da çok<br />
zor. Tek bildiğim, tekrar tekrar aynı<br />
filmleri çekmek için Hollywood’a geri<br />
dönmeyeceğim. Ne zaman ki elime<br />
bir senaryo alsam, 20 sayfadan sonra<br />
okumayı bırakıyorum; hepsi birbirinden<br />
beter.<br />
022
3 aylık hediye<br />
Netflix sadece<br />
Vodafone Red’de<br />
Ödüllü orijinal dizi ve filmlerin<br />
keyfini çıkarın.<br />
Vodafone<br />
NETFLIX ORİJİNAL DİZİSİ<br />
Tüm bölümler şimdi yayında<br />
Her ekranda sizinle<br />
Hediye Netflix; Red Elite, 4.5G Red 10 ve Red Elite’te geçerlidir.<br />
Hediye Netflix üyelikleri dışında, diğer Red Tarifelerindeki aboneleri aylık 9,90 TL’ye 3 ay yurtiçinde geçerli aylık 1 GB paket alımlarıyla faydalanabilmektedir. 3 aylık Netflix üyeliği<br />
otomatik tanımlanır. Yeni gelen ve mevcut aboneler içindir. Standart Netflix üyeliği (aynı anda 2 cihazdan yayın/HD) için geçerlidir. İzlemek için ayrıca üretilip, satılan Netflix<br />
uyumlu cihaz ve internet bağlantısı gereklidir. Netflix hakkı devredilemez, paraya çevrilemez, değiştirilemez veya birleştirilemez. 3 ay sonunda isteğe göre, Netflix üyeliği aylık<br />
27,99 TL’lik standart paketle mevcut üyelik koşulları kapsamında ücretlendirilecektir, aksi takdirde otomatik sonlandırılacaktır. Değişiklik hakkı Vodafone ve Netflix’te saklıdır.<br />
Kampanya 29.10.2016 - 25.03.2017 tarihleri arasında geçerlidir. Detaylar: netflix.com/termsofuse ve vodafone.com.tr
Birazdan okuyacaklarınız herhangi bir betimlemeye ihtiyaç duymadan, kendi<br />
kendini anlatır cinsten. Malum, söz konusu isme bir hayli aşinasınız, moda<br />
sektöründe yaptıklarına da... Bu yüzden biz de işe farklı bir açıdan bakıyoruz<br />
ve onu yakalamışken Alexander Wang’le iş, güç ve hatta para konuşmaktan<br />
çekinmiyoruz.<br />
ALEXANDER WANG<br />
Röportaj:<br />
Utku<br />
Palamutçu<br />
Fotoğraf:<br />
Steven<br />
Klein,<br />
Alexander<br />
Wang<br />
seçimiyle.<br />
024
Alexander, gün içerisinde<br />
1 aklına gelen güzel fikirleri<br />
unutmamak için, kendine<br />
aşağı yukarı 20 tane mail atıyormuşsun.<br />
Bugün, şu saate kadar, kaç mail<br />
atmışsındır?<br />
Eğer günde 20 tane mail ile sınırlı<br />
kalmışsam, bu, ortalamanın altında<br />
bir gün geçiriyorum demektir. Kulağa<br />
çok saçma gelse de, aklıma gelen güzel<br />
fikirleri unutmamak için, kendi kendime<br />
mail atmak bana çok yardımcı oluyor.<br />
Günün sonunda bu fikirlerin hepsini bir<br />
araya getiriyorum ve aslında ne kadar<br />
çok şey düşündüğümü fark ediyorum.<br />
Bugüne gelecek olursam; sabahtan beri<br />
bilgisayar başındayım ve kaç tane mail<br />
attığımı sayamadım bile.<br />
Bu güzel fikirleri biraz açar<br />
2 mısın?<br />
Bazen yaratıcılığımı tetikleyen<br />
ilham kaynakları, bazen sektörel ve<br />
ticari konular, bazen de şirketin yapısına<br />
yönelik fikirlerden bahsediyorum. Yakın<br />
zaman önce, kendi şirketimin CEO’su<br />
olarak çalışmaya başladım, yani artık<br />
hem kreatif direktörlük yapıyorum,<br />
hem şirketin yönetimini üstleniyorum.<br />
Her ne kadar her zaman iş odaklı bir<br />
insan olmuş olsam da CEO pozisyonu<br />
benim için oldukça yeni bir şey ve bu<br />
yüzden önüme gelen projelere artık<br />
farklı bir açıdan da bakmam gerekiyor.<br />
Bu yüzden, son zamanlarda kendime<br />
attığım maillerin neredeyse çoğu iş<br />
odaklı.<br />
2005 yılında Parsons’dan<br />
3 ayrıldıktan hemen sonra<br />
kendi markanı kurmaya karar<br />
verdin ve 2015 yılında markanın 10. yıl<br />
dönümünü kutladığın sene, toplam 100<br />
milyon dolarlık satışla, bu on yılı geride<br />
bıraktın. Markanın 11. yılında bu rakam,<br />
dünyaca tanınmış bir tasarımcının<br />
tatmin olacağı bir ciro mu?<br />
Her şey bir kenara, işe başladığım<br />
günden bugüne 11 yıl geçtiğine<br />
inanamıyorum. Okuldan mezun<br />
olduğum gün, bugünkü konumumda<br />
olmak gibi bir hedefim yoktu. Kendi<br />
koleksiyonumu hazırlamak için okulu<br />
bıraktım, ve deyim yerindeyse 2005<br />
yılını deneysel bir süreç olarak atlattım.<br />
Okula geri dönmek ve kendi yolumda<br />
ilerlemek arasında epey gel-git yaşadım<br />
ve günün sonunda kurmaya çalıştığım<br />
markanın oldukça hızlı bir şekilde<br />
geliştiğini ve tanındığını fark ettim. O<br />
günden itibaren hem iş etiğimi, hem<br />
stilimi, hem de modaya bakış açımı<br />
değiştirdim. 11 yıl boyunca sadece tek<br />
bir şeyi sabit tuttum, o da kusursuz ve<br />
sıradan olanın yakaladığı mükemmel<br />
uyumu tasarımlarımda uygulamak<br />
oldu. Bu doğrultuda baktığımda, her ne<br />
kadar 100 milyon dolar, şirketimin resmi<br />
olarak hesapladığı bir rakam olmasa<br />
da, elde edilen gelirin ya da yapılan<br />
satışın tasarımcıyı tanımlamak için<br />
kullanılamayacağını gönül rahatlığıyla<br />
söyleyebilirim. Tabii, bu cevabım,<br />
durumdan tatmin olmadığım hissiyatını<br />
uyandırmasın.<br />
Alexander Wang<br />
FW 2016<br />
Kusursuz ve sıradan olanın<br />
4 uyumuna inanıyorsan, hazır<br />
giyim koleksiyonunu ikiye<br />
bölüp T by Alexander Wang’i yaratırken<br />
aklından geçen şey bu iki markanın<br />
birbirini tamamlaması mı yoksa sana ait<br />
iki farklı kişiliği yansıtması mıydı ?<br />
T by Alexander Wang’i hazır giyim<br />
koleksiyonundan ayıran en önemli<br />
şey, sadece kadınlar için yaratılmış<br />
olması. Markayı kurduğumda aslında<br />
markanın çekirdeğinde nasıl bir DNA<br />
olduğunu en yalın haliyle anlatmak<br />
istedim. T by Alexander Wang, ana<br />
markayı tamamlayan ve müşterilerin<br />
gelir seviyelerine göre ürünlerin<br />
ulaşılabilirliğini farklı segmentlerde<br />
mümkün kılan bir marka. İşe çok farklı<br />
bir açıdan bakarsak, Balenciaga’da<br />
Kreatif Direktör olarak çalıştığım<br />
dönemde H&M ile işbirliği yaptım, aynı<br />
süre zarfında kendi markalarım için<br />
çalışmaya devam ettim ve birbirinden<br />
farklı koleksiyonlar çıkarttım. Sonuç<br />
oldukça iyiydi ve aslında bana ait olan<br />
ama her zaman dışa vurmadığım bakış<br />
açılarını yansıtma fırsatı buldum.<br />
025
Alexander Wang<br />
FW 2016<br />
Renk uzmanı ve analisti diye<br />
5 bir meslek olduğunu ve bu<br />
meslek erbaplarının siyahı<br />
bir renk olarak görmediklerini biliyor<br />
muydun?<br />
Ah, bunu duymuştum ama asla inanmak<br />
istememiştim. Siyah ister bir renk olarak<br />
kabul görsün ister görmesin, benim için<br />
her zaman üniforma görevi görmeye<br />
devam edecek. Siyahın fonksiyonelliği,<br />
kolaylığı ve şıklığı başka hiçbir şeyde<br />
yok.<br />
Kadın koleksiyonlarına<br />
6 ve yakaladığın şık duruşa<br />
kıyasla, erkekler için<br />
tasarladığın ürünler ve izleyicinin<br />
kafasında oluşan stereotipik erkek,<br />
Kanye West ve Drake arasında bir<br />
yerlerde gibi görünüyor. Katılıyor<br />
musun?<br />
Açıkçası, böyle bir yorumla karşılaşmayı<br />
beklemiyordum, zira kadın ve erkek<br />
koleksiyonları için çalışırken, cinsiyeti<br />
işin içine karıştırmadan, kendimize<br />
hep aynı soruyu soruyoruz: Kimi<br />
temsil ediyoruz? İnsanlar neden bizden<br />
alışveriş yapmayı tercih ediyorlar ya da<br />
etmeliler? Sağlama yaparak gidelim:<br />
Pop kültürü, müziği ve sokağı moda<br />
kanalıyla tasvir eden bir markadan<br />
bahsediyoruz. Oldukça sıradan bu<br />
ilham kaynaklarının yıkıcı bir elemente<br />
ihtiyaç duyduğunu ekip olarak çok iyi<br />
biliyoruz. Bu yıkıcı şey her neyse, onu<br />
günlük hayatın içerisinden seçmeye<br />
özen gösteriyoruz. Bu yüzden, rahatlığı,<br />
görünümden daha önemli kılıyoruz.<br />
İlkbahar-Yaz 2016 koleksiyonundan<br />
beri, erkek koleksiyonunu, kadın<br />
defilesinde sergiliyoruz ve bu, bence<br />
iki taraf arasında herhangi bir ayrıma<br />
gitmediğimizi anlatmak için iyi bir yol.<br />
Sonbahar-Kış 2016<br />
7 defilesindeki Tender, Strict,<br />
Girls kelimelerine neye<br />
istinaden koleksiyonda yer verdin?<br />
Bu kelimelerin üstüne hiç düşünmedim<br />
desem yalan olmaz. New York’tan yola<br />
çıkarak bu şehre dair kışkırtıcı şeyler<br />
aramaya başladım ve bu kelimelerin<br />
başlı başına kışkırtıcı olduklarına karar<br />
verdim, hepsi bu.<br />
Alexander, bize lüks algından<br />
8 bahseder misin?<br />
İşe birinin sahip olabileceği<br />
objeler ve mülkler üzerinden başlarsak,<br />
lüksün önceleri çok daha gösteriş<br />
odaklı olduğu gerçeğine ulaşırız. Bugün<br />
lüks çok daha kişisel ve sakin. Her ne<br />
kadar konuya somut şeyler üzerinden<br />
giriş yapmış olsam da, lüks benim için<br />
bir şeye sahip olmaktan ziyade, bir<br />
yaşam tarzına sahip olmak anlamına<br />
geliyor. Bir araya geldiği zaman insanın<br />
yaşam tarzını belirleyen şeyler bütünü,<br />
lüksün ta kendisi. Bazen kendine çok<br />
iyi bakmak ve aşırıya kaçmak istersin,<br />
bazen İspanyollara özgü bodega’lardan<br />
birinden en ucuz şarabı alırsın. Bu senin<br />
bir şeyleri seçme şansına sahip olduğunu<br />
gösterir, ki lüks benim için budur.<br />
Geleceğe dair bir planın var<br />
9 mı?<br />
Olmaz mı? Hiçbir zaman<br />
‘Yaptım, oldu, bitti, şimdi rahat bir nefes<br />
alabilirim’ dediğim olmadı. Bu yüzden<br />
her zaman kafamda kurduğum bir plan<br />
var.<br />
026
Ona, sadece beş soru sormamızı istedi; biz de bugünlerde aklımızı<br />
kurcalayanların en acilinden beşini sorduk. Felaket sonrası mimarlığın<br />
mümkünlüğünü araştıran Herkes-İçin-Ev projesi ile önce Venedik Mimarlık<br />
Bienali Altın Aslan Ödülü’nü, ardından, projenin ateşlediği modern mimarlık<br />
ve insanlık sorguları ile 2013 yılı Pritzker Ödülü’nü alan Toyo Ito için,<br />
mimarın mutlak bir rolü var: İnsanları mutlu kılmak. Yerküre felaketlerine<br />
ve mutsuzluklarına dair yanıtlarını meraktaydık,<br />
aydınlandık.<br />
TOYO ITO<br />
Röportaj:<br />
Yağmur<br />
Yıldırım<br />
Fotoğraf:<br />
Toyo Ito<br />
Associates,<br />
Architects<br />
028
2011’deki tsunaminin<br />
1 ardından, Japonya’da<br />
felaketzedelerin katılımıyla<br />
“Home-for-All” (Herkes-İçin-Ev)<br />
inisiyatifini kurdunuz. Geçtiğimiz<br />
haftalarda, The Architectural Review’da<br />
Reinier de Graaf hararetli bir tartışma<br />
başlattı: De Graaf, kullanıcı katılımının<br />
çok az mimarca benimsendiğinden<br />
ve mimarinin konfor alanı dışında<br />
görülüşünden söz etmekteydi. Siz<br />
sosyal bir aygıt olarak mimari üzerine<br />
ne söyleyebilirsiniz?<br />
Bu düşünceleri gönülden paylaşıyorum.<br />
Mimarların, kendileri, yani mimarlar<br />
için mimarlıklar yaratmakta olduğunu<br />
hissetmekteyim. Bu durum da<br />
mimarların, toplumdan ayrışmalarına<br />
yol açmakta. Herkes-İçin-Ev eylemleri<br />
üzerinden, mimarlar ile mimariyi<br />
kullanan insanlar arasındaki boşluğu<br />
yeniden düşünmek ve küçültmek adına,<br />
2011 yılındaki felaketi bir şans olarak<br />
değerlendiriyordum. Bu yüzden de<br />
özellikle, Herkes-İçin-Ev’in projelerinde,<br />
geleceğin mimarlığına yön verecek<br />
olan genç mimarlarla birlikte çalıştım.<br />
Mimarlar, mimarlık üzerinden insanları<br />
daha mutlu etmeliler. Mimarların rolü,<br />
benim için budur.<br />
Museo Internacional<br />
Barroco, 2016<br />
Ve Herkes-İçin-Ev<br />
2 projeleriniz üzerinden,<br />
mimarlığın halen<br />
mümkün olup olmadığının yanıtını<br />
aramaktaydınız. İkinci Dünya<br />
Savaşı’ndan beri en büyük insan yer<br />
değiştirme hareketinin yaşandığı<br />
bugünlerde bu soruları nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz?<br />
Japonya’nın Orta Doğu’ya olan<br />
uzaklığı göz önüne alınırsa, Orta<br />
Doğu’nun bugünkü koşulları üzerine,<br />
durumu acil bir problem olarak<br />
değerlendirebileceğimiz denli bilgimiz<br />
yok. Fakat bu yeni gelişen, göçmenlerin<br />
“mimarsız mimarlık”ları bugünün<br />
mimarlığına bir tenkit olarak okunabilir.<br />
Devam etmekte olan Venedik<br />
3 Mimarlık Bienali’nde tema<br />
olarak işlenen, mimarlığın<br />
“cepheden bildirme”si üzerine ne<br />
söyleyebilirsiniz?<br />
Bienali henüz göremedim.<br />
Güncel inşaata hücumu ve<br />
4 gösteri mimarlığını, mega<br />
projelerle doldurulmuş dünya<br />
alarm verirken nasıl görüyorsunuz?<br />
Tokyo’da yaşıyorum ve devam eden<br />
inşaat furyası, özellikle de yüksek bina<br />
çılgınlığı beni endişelendiriyor. Mimari<br />
projelerin çoğu giderek homojenleşiyor.<br />
Pek çok insan, homojen kutular içinde<br />
yaşıyor. Yalnız binalar değil, insanların<br />
kendileri bile gittikçe daha çok, ve daha<br />
çok homojenleşiyor. Doğaya açılan<br />
mimarlıklar yaparak, bugünün yapay<br />
çevresinde kaybetmiş olduğumuz<br />
primitif içgüdülerimizi yeniden<br />
anımsayabiliriz.<br />
Çağdaş mimarlık/şehircilik<br />
5 sahnesinden, takdir ettiğiniz<br />
hangi isimleri sayabilirsiniz?<br />
Le Corbusier’nin mimarlığına her<br />
zaman hayranlık duydum. Bakınca,<br />
Onun mimari yaratmaya, insanları<br />
severek başladığını görebiliyorsunuz.<br />
Yakınlarda Hindistan’ı ziyaret ettim<br />
ve Le Corbusier’nin orada yaptıklarını<br />
gördüm. Hindistan’daki mimarlığı,<br />
Avrupa’dakinden daha açık ve<br />
mimarlığın, orada doğanın nasıl bir<br />
parçası oluşunu görmek son derece<br />
etkileyiciydi.<br />
029
Yazı:<br />
Aslin Kumdagezer<br />
LUXURY MATRIX<br />
Big Data, çok değil henüz iki sene önce küresel bir<br />
panik yaratıp kurumsal, bireysel tüm sosyal medya<br />
hesaplarındaki postlarda duraklamaya sebebiyet<br />
vermişti. Panik malumunuz kısa sürdü, aşırı paylaşım<br />
merakı Instagram ve Facebook üzerinden devam<br />
ederken, günlük hayatını dataya dahil etmeden<br />
paylaşmak isteyenlerin yardımına Snapchat ve<br />
Instagram Stories koştu. Tüketici kitlesine doğru dilden<br />
konuşmak isteyen markaların bu data üzerinden<br />
çalıştıkları gerçeğini gözümüzün görmeyeceği<br />
gerçeklikler tarafına alıp ne pahasına olursa olsun<br />
paylaşmaya devam.<br />
İçilen kahveden, satın alınan son çantaya uzanan<br />
sosyal paylaşımlar üzerinden market stratejileri<br />
çıkaran, bu sayede daha çok satın almanıza ve daha<br />
da çok paylaşmanıza sebep olan kısır döngüye hoş<br />
geldiniz. Döngünün bu sezonki sözcüsü Paris Moda<br />
Haftası’ndan bildiğiniz üzere Chanel. Data Center<br />
Chanel temasıyla lüks pazarının yeni tedavülünü tam<br />
zamanında hatırlarımıza sokan Karl Lagerfeld, aslında<br />
matrix’e dahil ettiğiniz datanın sizi yönettiğinin altını<br />
çiziyor. Ya da biz boşlukları tamamlarken çizgiyi<br />
kendimiz çekiyoruz. Washington Post’un moda yazarı<br />
Robin Givhan da aynı gün Twitter üzerinden onaylıyor;<br />
“Hepimiz datanın parçalarıyız.” Ve dataya işlenen bu<br />
paylaşımla kısır döngünün bir parçası olmaya devam<br />
ediyor. Tabii e-ticaretten, sosyal medyalara uzanan,<br />
tasarımcıların, modaevlerinin, moda editörlerinin ve<br />
bloggerların ayrı telden paylaştıkları postlar dahlinde<br />
sezonun trend dosyalarının kafası karışıyor. Trendler<br />
büyük bir data problemine dönüşüyor. Çözüm yine<br />
datanızda gizli.<br />
Algoritmaların yönetimindeki tüketim<br />
alışkanlıklarımızla yollarını kesiştiren lüks pazarı<br />
denklemi çözmeye çalışırken, en bariz çözümü es<br />
geçiyor. Sanal ortamda işleyen bir sistemde, datayı<br />
Chanel<br />
SS 2017<br />
hatırımıza sokan Chanel dahil birçok lüks marka,<br />
kendilerine asıl datayı sağlayacak e-shop’lara sırtını<br />
dönüyor. Geçen yıl Business of Fashion’a verdiği<br />
röportajında Exane BNP Paribas lüks marketler<br />
direktörü Luca Solca, dilemmanın çözümünü Çin’de<br />
aramayı salık veriyor. Çin’in yeni lüks tüketicileri<br />
sayesinde büyüme oranlarını stabil tutan lüks<br />
modaevleri, sanal dünyaya biraz daha sırt çevirebilmeyi<br />
göze alabiliyor. Online alışverişe sırt çevirebilme<br />
lüksünün arkasında ise günlük rutinimize dahil<br />
olmasına rağmen 2010’dan beri yapılan online<br />
alışverişlerin lüks tüketimin %6’sını kapsadığını<br />
söyleyen raporlar var. Diğer haberlerde, 2018’le beraber<br />
online alışverişlerin sadece ABD’de 86 milyar dolara<br />
ulaşacağı tahminleri boy gösteriyor.<br />
Çözüme biraz daha yaklaşan Chanel, 2016 sonunda<br />
e-shop’unu açacağını söylüyor. Yani denklemin<br />
kesin çözümüne hala uzaktayız. Sene başında moda<br />
sektörünün işleyişine savaş açan Vetements (yeni<br />
sitelerine rağmen hala e-shop’ları yok) ve ardından<br />
direct-to-consumer modeline terfi eden birçok marka<br />
hala online alışveriş tecrübesini tam anlamıyla<br />
destekleyemiyor ve işin sanal tarafını Net-a-porter<br />
gibi çok markalı platformlara bırakıyor. Tabii, en son<br />
SXSW dahilinde yeni petrol kabul edilen elle tutulur<br />
miktarda bir datadan, modaevleri böylelikle vazgeçiyor.<br />
Günün sonunda, stabil büyümelerine devam eden lüks<br />
pazarının dataya karşı gelir gibi görünen politikalarına<br />
rağmen bildiği bir teknik var. Zira Mart 2016’da Tracy<br />
Sun, San Francisco’dan bildirdiği yazısında sadece<br />
algoritmaların tüketici alışkanlıklarını çözmeye<br />
yetmeyeceğini söylüyor. Dataya dahil olan her bilgi<br />
kırıntısına rağmen çözümlemeyi yapmak için robotlar<br />
hala insan gücüne ihtiyaç duyuyor. Şimdilik.<br />
030
Yazı:<br />
Ayşecan İpek<br />
CAN DO NO WRONG<br />
Mini Andén, Hanneli Mustaparta, Helena Christensen,<br />
Caroline Brasch Nielsen, Frida Gustavsson, Freja Beha<br />
Erichsen, Nadja Bender ve Olsen kardeşler... Bu listeyi<br />
sizin telaffuz yeteneğinizi ölçmek için hazırlamadık<br />
elbette, amacımız cildi sağlıklı bir ışıltıyla parıldayan,<br />
her daim makyajsız gibi görünen ama aslında makyajlı<br />
olan, güzelliği sanki herkese otomatikman bahşedilmiş<br />
bir gerçeklik olarak kabul ettiren İskandinav kadınlarını<br />
hatırlatmak.<br />
En son ‘banya’nızı ne zaman aldınız bilmiyoruz<br />
ama aslen bir Rus geleneği olduğu halde İskandinav<br />
güzellik reçetelerine yazılan sauna ve buhar odası<br />
karışımı bu ritüel, sıcak-soğuk arasında oyunlar<br />
oynayarak organları ve cildi canlandırıyor. Soğuk<br />
demişken sahip olduğu haşin iklime, en iddialı cilt<br />
bakım ürünleri ve yoğun bir SPF kokteyliyle karşılık<br />
veren İskandinav markaları, işi asla şansa bırakmıyor.<br />
Gelenekselliğin her daim bir doz isyankarlıkla cevap<br />
bulduğu seçenekler mevcut: Danimarkalı Kirsten Kjaer<br />
Weis’ın kendi cildinde meydana gelen hassasiyetler<br />
ve sivilceler sonrası kolları sıvayıp hayata geçirdiği<br />
markası, organik makyajı modern, doğada çözülebilen,<br />
yalın ambalajlarla taçlandırıyor. Kırmızı kadife etkili<br />
Lover’s Choice Lip Tint, hepimizin listesine bir<br />
numaradan girmeli ve parmak uçlarıyla dudağa her<br />
gün uygulanmalı. & Other Stories’in Ben Gorham<br />
direktörlüğünde koleksiyonuna kattığı harika esanslar<br />
arasından Moroccan Tea ve Arabesque Wood’la ılık<br />
ve balsamlı kokular saçarken, ışık ve gölge konusunda<br />
ciddi bir ekonomi yaparak tüm cilt tonlarına uyum<br />
sağlayan Face Contour Cream’i çantanıza atabilir ve<br />
Tom Ford’a dolar işareti emojisi gönderebilirsiniz. Su<br />
yosunları, iyileştirici antioksidanlar ve minerallerle<br />
cildin yaşadığı strese anında son veren Skyn Iceland<br />
Pure Cloud Cream, bir masal kahramanından çok daha<br />
fazlası. Bir başka organik düet de İsveç’ten geliyor;<br />
Net-A-Porter’de satılmaya başladıktan sonra fenomene<br />
dönüşen Estelle&Thild, kurucusu Pernilla Rönnberg’in<br />
kızlarına armağan ettiği, ekolojik sertifikalı bir cilt<br />
bakım mucizesi. Anti-Redness Rescue Serum ve<br />
Multi-Nutrient Youth Oil, organik formüller ve<br />
yüksek teknolojiyi buluşturuyor. Daha da önemlisi işe<br />
yarıyor. Fazla uzaklara da gitmenize gerek yok, Londra<br />
Mondrian Hotel’de denenebilir. Freja Beja Erichsen’in<br />
geceden kalma, dalgası dozunda saçlarına bakıp<br />
kendini makas darbelerine teslim edenleriniz gerekli<br />
saç bakım ürünlerine de sahip mi acaba? Stockholmlu<br />
saç maestroları Sacha Mitic ve Juan Rosenlind de<br />
gücünü yine denizaltından, yeşil ve yosunlu bir<br />
yerlerden alıyor. Besleyici proteinlerin ve minerallerin<br />
Fotoğraf:<br />
John<br />
Strandh<br />
Şubat 2015<br />
sayımızda<br />
Iamamiwhoami<br />
ile İzlanda’da<br />
yaptığımız<br />
çekimden.<br />
dünyasına hoşgeldiniz! İşe Sachajuan Hair Paste ve<br />
Ocean Mist’li bir şekillendirme seansıyla başlayıp daha<br />
sonra derinlere inebilir, çay dikeni ve argan yağıyla<br />
zenginleştirilmiş Intensive Hair Oil’le yıpranmış telleri<br />
onarabilirsiniz. Markaya son olarak eklenen vücut<br />
ürünlerine de şöyle bir göz atın, zira Ginger Flower<br />
Body Wash, bergamot ve limonda bekletilmiş yabani<br />
çiçek buketi olarak tanımlanabilir.<br />
Cilt bakımında Danimarka’nın Siegfried’i olarak<br />
da tabir edebileceğimiz (saygılar Roy) Ole Henriksen,<br />
İskandinav marka yaratıcıları içinde ‘celebrity’<br />
sözcüğünü nadir olarak kullananlardan. İmzası<br />
olarak kabul edilen Ole Glow’un gerçekliğine tanıklık<br />
edebilecek ünlü isimler mevcut, dolayısıyla bu iddiayı<br />
es geçmek bir hayli zor. Botanik özler ve kozmetik<br />
kimyasıyla 40 senedir haşır neşir olan Henriksen’in,<br />
Beverly Hills’de açtığı ilk spa’sı da 1975 tarihli. Doğal<br />
bitkiler, yağ asitleri, güçlü aktif bileşenler, balık yağı ve<br />
orman meyveleri... Henriksen’in çoğumuzun aksine kış<br />
soğuklarını hevesle bekliyor olmasında bu karışımın<br />
büyük payı var. Truth Serum Vitamin C Collagen<br />
Booster, kulağa Professor Snape’in dolabında gizlenen<br />
bir iksir gibi gelse de, ait olduğu yer sizin banyonuz.<br />
Yağsız, ince dokulu, cilt tarafından hızlıca emiliyor ve<br />
tüm gün boyunca bir antioksidan kalkanı oluşturuyor.<br />
Bu idealin üstüne bir de burnunuza hafif hafif değecek,<br />
sağlıklı ve enerjik citrus esansını ekleyin.<br />
Kuzeyin güzellik alışkanlıkları incelendiğinde,<br />
bizimle ortak bir ilgi alanına sahip olduklarını, soda<br />
ve sirkeyle arayı iyi tuttuklarını görüyoruz. Tüm bu<br />
listeye ekleyeceğiniz Viking yürüyüşleri, sabah akşam<br />
katılacağınız cilt koruma maratonları ve ‘az çoktur’<br />
anlayışıyla İskandinavlaşma sürecini başlatabilirsiniz.<br />
032
QUO VADIS HOMO SAPIENS?<br />
Yazı:<br />
Gündüz Vassaf<br />
The Sun,<br />
Yue Minjun, 2000<br />
acrylic on canvas<br />
Yer Harvard Üniversitesi.<br />
Yılın kayda değer araştırmalarının sunumu.<br />
Özellikle ilgilendiğim, genetik yapımızla ilgili konular.<br />
Darwin, nerden geldiğimizi yazarak dinleri sarstı.<br />
İngiltere’de o günlerde bir papazla politikacı:<br />
Papaz: “Doğru olamaz! Türümüzün kökeninde maymunlar olduğunu söylüyor!”<br />
Politikacı: “Duydum. Doğruysa mutlaka halktan gizli tutmalıyız.”<br />
Küresel ısınma tehdidinde,<br />
Demokrasinin kapitalizmi denetleyememesinde,<br />
İdeolojilerin çöküşünde,<br />
Savaşın vahşetinde,<br />
Ulus devletin miyadını doldurmasında,<br />
Gezegenimizin güvensiz ortamında...<br />
Aydınlanmayla çökmeye yüz tutan,<br />
Geçmişin küllerinde kıvılcım arayan,<br />
Terörizminde beslenen,<br />
Popülist politikacıların sığındıkları<br />
Dinler,<br />
Yeniden revaçta.<br />
Harvard’da katıldığım toplantıda benim gibi birçok kişi şimdiye dek karşılaşmadığı sorular<br />
karşısında şaşırdı.<br />
Neredeyse her tebliğ sonunda farklı kişiler farklı kelimelerle aynı soruyu sordu. Belli ki<br />
önceden aralarında örgütlenip, çağdaş misyoner taktikleriyle mesajlarını yaymak için<br />
toplantıya gelmişlerdi.<br />
Hepsi, türümüzde özel bir gen olması gerektiği varsayımıyla tanrının bilimsel olarak<br />
kanıtlanmasının peşindeydi.<br />
Eski Mısır uygarlığının tarihimizin en uzun ömürlü dini dahil, kültürümüzden yüzlerce din<br />
geldi geçti.<br />
Günümüzde, özellikle yeni kuşaklarda, dinlere aitlik tarihe gömülmekte.<br />
034
Dinimiz olmaması eksiklik mi?<br />
Dinleri, yaşamımızın doğal bir uzantısı saydığımızın farkında mıydınız?<br />
Kolu olmayan; kolsuz.<br />
Bacağı olmayan; bacaksız.<br />
Dini olmayan; dinsiz.<br />
Parasız kelimesini de ilk Likya’da para icat edildikten sonra kullanmaya başlamışız.<br />
Paralılarla parasızlar...<br />
Dinlilerle dinsizler...<br />
Türümüzde dinlere inancımızın nedenini bulabileceğimizi sanmıyorum.<br />
Sormak bile abes.<br />
Ölüm korkusuyla açıklayabilir, başka bir alemde yerimiz olabileceği düşleriyle inancımızı ibadetle<br />
pekiştirdiğimiz söylenebilir.<br />
Esas sorun yaratılışı açıklayabilmekte.<br />
Kimileri için bu kelime kutsal. Einstein, Leonardo, Mozart gibi dahilere yaratıcı demekle, tanrılarına karşı<br />
günah işlemiş olabilecekleri inancındalar.<br />
21. yüzyılda işleri zor.<br />
Mantık ve inanç jimnastiklerinin yeni bir açıklamasını yapma konumundalar.<br />
Bırakın ‘Tanrı var mı, yok mu?’ tartışmasını, Darwin’in pabucu dama atılmak üzere.<br />
Yanlış olduğundan değil.<br />
Yeryüzünde tek hücrelilerle başlayan 3900 milyon yıllık evrimin sonu gelmekte.<br />
Bizler bildiğimiz insan türünün son örneklerindeniz.<br />
Canlıların geleceği artık ne tanrının suretinin hükmünde, ne de Darwin’in Evrim Teorisi’nin...<br />
Geleceğimiz, gen mühendislerinin yaratıcılığındaki laboratuarlarda.<br />
İnsan vücudunun hastalık ve kaza sonucu eksikliklerini yapay parçalarla ve başka canlıların organlarıyla<br />
takviye etmeye çoktan alışmıştık.<br />
Üç boyutlu yazıcılarla organlarımızı imal etme konumundayız.<br />
Evet, bunlar zaten olanın taklidi.<br />
Bildik insan modelini temel almakta.<br />
Günümüzdeyse çeşitli yaratıkların kalıtımsal özelliklerinden yararlanmamız gündemde.<br />
Hayran kaldığımız kedilerimizin yeteneklerinin arkasında yatan genleri, yarasaların radarlarını, fillerin<br />
belleğini, deniz analarının ölümsüzlüğünün arkasında yatan bio-kimyasal oluşumları bir bulduk mu, sıra<br />
insanda.<br />
Yeni insana hazır mıyız?<br />
Homo Sapiens’in yeryüzünde tarihi en fazla 95,000 yıl.<br />
Milyonlarca yıllık başka türlere göre emekleme çağında sayılmayız.<br />
Ve henüz ilk adımızı atma olgunluğuna erişemeden, laboratuar deneylerimizden saldığımız buluşlarımızın<br />
uygulanmasıyla, başka canlılarla birlikte türümüzün sonunu da getirebilmemiz uzak bir ihtimal değil.<br />
Bencil, sabırsız bir türüz.<br />
Hemen her şey olsun istiyoruz.<br />
‘Fast food’ tüketim hızında yaşıyor, seviyor, rüya görüyoruz.<br />
Kısacık ömrümüzde tarihi değiştireceğim megalomanisinde günümüzü batırıyoruz.<br />
İnsanı kahramanlaştırıyoruz.<br />
Biziz, ‘tarihte ilk defa’ nakaratımıza doymayan,<br />
Biziz en büyük aşkla tatmin olmayıp onu bir daha, bir daha, yaşamayı kovalayan,<br />
Biziz cennet düşleriyle kendimizi ölümsüzleştirmemiz yetmiyormuş gibi adımızı şunu bunu yaptı diye<br />
ölümsüzler listesine kazımak isteyen,<br />
Her ölünün arkasından seni unutmayacağız deyip unutulmayacağımızı zanneden,<br />
Kutsal dediğimiz kitaplarımızda diğer canlıları aşağılayan,<br />
Ahlak kelimesini icat eden ahlaksız bir türüz.<br />
Yetti bu hız.<br />
Yetti dinlerimiz, hedeflerimiz, teknolojimiz, kahramanlarımız.<br />
Gün yavaşlamanın, haddimizi bilmenin günü.<br />
Tchoang-Tse (M.Ö. 369-286):<br />
“Ardında iz bırakmamak, yere basmadan yürümekten daha kolay.”<br />
035
Sorularımıza Motu Tane adasından, babunların yanı başından cevap<br />
veren bu vizyoner, Kabuki fırçaları ve parmak uçlarıyla yalnızca makyajsız<br />
yüzleri değil moda ve güzellik sektörünü de şekillendiriyor. Orgasm, Dolce<br />
Vita, Laguna, Copacabana, Schiap, Exhibit A gibi klasiklerle bir sonraki<br />
randevunuzda, François Nars’ın bu ürünleri sıfırdan yarattığını, isimlendirdiğini,<br />
kampanyalarını fotoğrafladığını, onları sayısız kere podyuma taşıdığını,<br />
kitaplara imza attığını hatırlayınız.<br />
FRANÇOIS NARS<br />
Röportaj:<br />
Ayşecan<br />
İpek<br />
Fotoğraf:<br />
Nars<br />
Cosmetics<br />
036
Renk, doku ve ambalaj...<br />
1 Nars’ın en güçlü silahları hala<br />
bunlar mı?<br />
Bir de isimler. Ürünleri yaratırken<br />
kimyagerlerimizin sınırlarını<br />
zorlamalarını istiyorum, ben de onları<br />
hep tek bir amaç için zorluyorum:<br />
Renklerin ambalajlarından çıkıp<br />
dudak, göz ya da tene taşındığında aynı<br />
kalabilmesi. Nars hızlı büyümesine<br />
rağmen içindeki gençlik duygusunu asla<br />
kaybetmedi. Bu, şirkette de böyle. Çok<br />
küçük bir grupla çalışıyorum, benim<br />
vizyonumu, bakış açımı tamamen<br />
sahipleniyorlar ve daha da önemlisi<br />
bu algıyı ürüne çevirebiliyorlar.<br />
Kampanyaları benim çekmemin sebebi<br />
de bu, yaratıcı sürece çok fazla insan<br />
dahil olursa konseptin sivri köşeleri<br />
kayboluyor.<br />
İsimlerden bahsettin, 20<br />
2 senedir ürünlerine, onlarla<br />
gerçekten de eşleşen ikonik<br />
isimler bulmakta zorlanmıyorsun. Bir<br />
gün bu hayali stoğun tükenmesinden<br />
korkmuyor musun?<br />
Nereye gidersem gideyim yanımda<br />
her zaman bir Hermès defterim olur.<br />
Ona 24 saat boyunca sürekli bir şeyler<br />
karaladığımı söyleyebilirim. Gecenin<br />
yarısı uykumdan uyanıp bir far ya da ruj<br />
için aklıma gelen bir ismi yazarım. Hep<br />
yeni isimler bulmaya çalışırım. Edebiyat,<br />
sinema, opera, seyahatlerim, doğa,<br />
şiirler, bazen sokaklar bile bana ilham<br />
verebiliyor.<br />
Hiçbir Nars ürününün<br />
3 ismi, onu tanımlamakla<br />
ilgilenmiyor. Bu gizemli<br />
özgüven, senin özellikle yansıtmak<br />
istediğin bir şey miydi?<br />
Ürünlere bir karakter ve kimlik<br />
kazandırmak benim için hep daha<br />
önemli oldu. Ve tabii ki koyduğum<br />
isimlerin insanların aklına kazınmasını<br />
istiyorum. Bunlar, seni başka bir<br />
dünyaya götürmek, hayal etmeni<br />
sağlamak için var. Müşteri bir ürün<br />
satın alırken aslında bir kimlik de satın<br />
alıyor, bu da renklere eğlenceli bir cazibe<br />
kazandırıyor.<br />
2000 yılında şirketini<br />
4 Shiseido’ya sattın ve kendine<br />
Fransız Polinezyası’nda bir<br />
ada satın aldın. Bu aralar tüm vaktini<br />
orada geçiriyorsun, nasıl bir deneyim<br />
oluyor?<br />
Pillerimi şarj etmek için gittiğim bir<br />
yer, Motu Tane. Sahile yürümeyi,<br />
bahçeyle uğraşmayı, doğayı izlemeyi<br />
seviyorum. Yapacak hiçbir şey<br />
bulamadığımda günbatımlarını ya da<br />
babunları izliyorum. Müzik dinliyorum,<br />
fotoğraf çekiyorum, kitap okuyorum,<br />
eğer dışarıda yağmur yağıyorsa film<br />
izliyorum. Bazen de gerçekten hiçbir şey<br />
yapmıyorum, ve bunun yaratıcılığıma<br />
büyük katkısı oluyor. Adada asla<br />
sıkılmıyorum, bir sebeple günler<br />
sandığımdan çok daha hızlı geçiyor ve<br />
bu güzel bir his.<br />
Nostaljik ya da nostaljiye<br />
5 meyilli bir insan mısın?<br />
Biz sanatçı ruhlar için gelecek<br />
tabii ki çok önemli ama ilham aldığımız<br />
yerin geçmiş olduğunu düşünüyorum.<br />
Doğam gereği nostaljik olduğum doğru,<br />
modanın geçirdiği sihirli dönemleri<br />
hatırlamayı seviyorum, 30’lara ve 70’lere<br />
yeniden ışınlanmak hoşuma gidiyor. O<br />
dönemlerde yaratıcılık nefesle alınıp<br />
verilen bir şeymiş. Ancak geçmişin<br />
tuzağına takılmamak için mutlu bir araç<br />
bulmak, onu uygulamak şart.<br />
Nars, Audacious<br />
Collection, Spring 2017<br />
Herhangi birine herhangi bir<br />
6 saatte vereceğin en temel<br />
makyaj tavsiyesi ne olurdu?<br />
Kurallar sıkıcıdır, ama makyaj bazen<br />
‘çok fazla’ olabiliyor. Parlak dudaklar,<br />
dumanlı bir göz makyajı ve sert hatlarla<br />
belirginleştirilmiş elmacık kemikleri<br />
aynı yüzde tabii ki bir araya gelebilir,<br />
bu manzara şık olmayı başarabilir.<br />
Eğer doğru zamanda doğru yerde<br />
uygulanmışsa.<br />
Orgasm allığı yaratırken<br />
7 onun bir gün bu kadar ünlü<br />
olacağını ve satış rekorları<br />
kıracağını tahmin ediyor muydun?<br />
Hayır, asla. Böylesine büyük bir hit<br />
olacağını sanmıyordum. Ürünleri<br />
yaratırken hepsine aynı gözle bakarım.<br />
Yani renklerle bir puzzle yapıp, onu<br />
sonradan parçalara ayırırım. İlk allık<br />
serime isim verirken aşk ve tutku<br />
etrafında dönen bir sözlük kullanımı<br />
tercih etmiştim, çünkü bana göre en<br />
temel ihtiyaç buydu. Orgazmın ve<br />
dolayısıyla seksin insanların hayatında<br />
önemli bir yer tuttuğunu düşünüyorum.<br />
037
Son kitabının fotografik<br />
8 bir otobiyografi olduğunu<br />
söyleyebiliriz. Son sayfanın<br />
ardından seni ne bekliyor?<br />
Gelecekle ilgili fazla düşünmemeye,<br />
ondan fazla bir şey beklememeye<br />
çalışırım. Mesleğim gereği yarım sene<br />
ileride yaşıyorum ama hayatımın<br />
genelinde şimdide kalmak benim için<br />
önemli. Geçmişi kutlar, bugünün tadını<br />
çıkarırım.<br />
1994’e geri gidip çektiğin<br />
9 ilk Nars kampanyasını<br />
bugünün makyaj anlayışıyla<br />
karşılaştırdığımızda yeni makyaj<br />
tekniklerinin icat edilmediğini,<br />
halihazırda var olan yöntemlere<br />
‘strobing’ ya da ‘contouring’ gibi<br />
yeni isimler verildiğini fark ediyoruz.<br />
Endüstri kendini tekrar ediyor mu<br />
sence?<br />
Her ne olursa olsun, bugün, daha fazla<br />
ve daha farklı ürünlere erişebiliyoruz.<br />
Makyajla uğraşan herkes tercihlerinde<br />
daha detaycı ve kişisel olabiliyor çünkü<br />
bu kaprisleri karşılayacak bir ürün gamı<br />
mevcut. Teknolojiden faydalanmak<br />
şimdi çok daha kolay. O dönemlerde,<br />
bir kampanya çekiminde altı farklı<br />
fondöteni birbiriyle karıştırarak<br />
kafamızdaki rengi ve dokuyu elde<br />
etmeye çalışıyorduk, bugün ise her cilt<br />
tonuna ve tipine uygun bir fondöten<br />
bulunabiliyor. Markamı kurmamın en<br />
büyük sebeplerinden biri de buydu,<br />
kısıtlanmış hissediyordum. Nars’ı<br />
yaratarak daha önce denenmemiş<br />
renkler keşfetme, böylece kendime<br />
sınırsız bir palet sunma şansım oldu.<br />
Geçtiğimiz sene Marc Jacobs<br />
10 defilesinde bir ilke imza<br />
atarak modelleri podyuma<br />
sıfır makyajla çıkardın. Kendini<br />
insanları şok etmek konusunda istikrarlı<br />
buluyor musun?<br />
Güçlü başkaldırılarda bulunmayı<br />
seviyorum. Marc, makyajın minimal<br />
olmasını istiyordu. Ben de dönüp<br />
“Makyajı tamamen eleyelim mi?” dedim.<br />
Nemlendirici dışında hiçbir şey, tek bir<br />
makyaj malzemesi bile kullanmadık.<br />
Böyle bir şeye Marc’tan başka kiminle<br />
kalkışırdım, bilmiyorum. Onunla her<br />
zaman uçlarda gezinebiliyoruz. Bugüne<br />
kadar sayısız çılgın ve vahşi görünüme<br />
imza attık, modelleri kapatıcı ya da<br />
dudak parlatıcısı bile olmadan defileye<br />
çıkarmak, bu hiçlik, sanıyorum en<br />
iddialı işimiz oldu.<br />
Hala moda dergilerini okuyor<br />
11 musun?<br />
Evet, tabii ki. Moda her<br />
zaman beni en çok etkileyen alan oldu.<br />
Onunla kafayı bozmuştum; benim<br />
temel motivasyonum ve ilhamım haline<br />
gelmişti. Makyajla ilgilenmemin tek<br />
sebebi beni moda endüstrisine dahil<br />
edecek olmasıydı. Özellikle 70’ler, ciddi<br />
anlamda kafayı modayla bozduğum<br />
bir dönemdi. Hem modada hem de<br />
güzellik sektöründe yaratıcılığın uçsuz<br />
bucaksız olduğu, kimsenin yeniliklerden<br />
korkmadığı, heyecan verici bir dönem...<br />
Parçası olduğuma hep seviniyorum.<br />
Yarattığın ve fotoğrafladığın<br />
12 tüm Nars kampanyaları<br />
içinde diğerlerinden sıyrılan<br />
biri var mı?<br />
Klişe bir cevap ama içlerinden birini<br />
seçmek çok zor. Her sene, yılda iki kere<br />
kampanya çekimlerini yapıyorum. Her<br />
seferinde harika zaman geçiriyorum,<br />
sanki çalışmak için buluşmamışız gibi...<br />
Kampanya çekmek özellikle hoşuma<br />
gidiyor, renklere ve ürünlere yaşayan,<br />
hayata ait bir imaj kazandırdığımı<br />
hissediyorum. Sanki o dakikadan<br />
itibaren var olmaya başlıyorlar.<br />
Nars kampanyalarında hep<br />
13 güçlü isimlere rastlıyoruz,<br />
bu bir yenilik değil. Bu sezon<br />
Aya Jones, diskoya göz kırpıyor. Bu<br />
özel kadınları hangi kriterlere göre<br />
seçiyorsun?<br />
Bu sonbaharın Aya’ya ait olmasını<br />
istediğimi bir şekilde biliyordum. Onu<br />
ilk gördüğümde, bu kız inanılmaz<br />
dedim. Güzelliğini tartışmaya zaten<br />
gerek yok ama onda başka bir şey daha<br />
vardı. Uluslararası bir çekiciliği var, belki<br />
de bu bir ülkede doğup başka bir ülkede<br />
büyüyüp, bambaşka bir ülkede yaşıyor<br />
olmasından geliyor. Çoklu kültürleri ve<br />
macera duygusunu seviyorum, dünya<br />
vatandaşı olma fikri hoşuma gidiyor.<br />
038
Yazı:<br />
Fatih Özgüven<br />
ŞAHANE KÜSTAH<br />
Paris, Petit Palais’de açılan Oscar Wilde: L’Impertinent<br />
Absolu sergisi, 15 Ocak’a kadar sürecek; yolu bu şehre<br />
düşenlerin görmesi gereken bir sergi... Küratör Wilde’ın<br />
torunu Merlin Holland; ayrıca, L’Impertinent Absolu,<br />
Paris’le sanatsal ve fiziksel ilişkisi birçok Britanyalı<br />
sanatçıdan daha sıkı olan Wilde hakkında Paris’te<br />
açılan ilk sergi. Wilde, Türk okurları için de tanıdıktır.<br />
Çocukluk kitaplarımız arasında Wilde’ın masalları şu<br />
ya da bu şekilde mutlaka bulunur. Mutlu Prens’i, Yalnız<br />
Dev’i, Gül ile Bülbül’ü okumayan kitap meraklısı çocuk<br />
yok gibidir.<br />
Wilde’ın masalları insanın içine işler. Charles<br />
Dickens’la da çağdaş olan yazar, her ne kadar ayrıcalıklı<br />
bir hayata adım atmışsa da, gününün mutsuzlukları,<br />
toplumsal adaletsizlik, hoşgörüsüzlük gibi temaları<br />
derinden hissetmiş, masallarında hissettirmiştir. Oscar<br />
Wilde’ın bir diğer özelliği de nüktedan, taşı gediğine<br />
koyan kamusal kimliğidir. Zaten serginin adı Türkçede<br />
‘Mutlak -ya da Muhteşem- Küstah’ gibi bir anlama<br />
geliyor, ki bu da Wilde’ın söz konusu şöhretine atıf<br />
niteliğinde.<br />
Sanatla içli dışlı İrlandalı bir anne babanın<br />
çocuğu olarak dünyaya gelen Wilde’ın üzerindeki<br />
en önemli etkiler başlangıçta yazıdan da öte resim,<br />
tiyatro vb. alanlardı. Önceleri estetisizm/sembolizm<br />
akımının etkisindeki gününün ressamları ya da sahne<br />
performansları hakkında yazılar yazmakla işe başlayan<br />
Wilde, ayrıca kendisi bir tür ‘star’ olmuş ilk edebiyat<br />
adamlarından biridir. Kişiliğinin karikatürlere, gazete<br />
haberlerine konu olan bu yönü, o zamana kadar<br />
görülmemiş bir ‘olay’la, yazarın Amerika turnesiyle de<br />
taçlanmıştır. Wilde’ın bugün bildiğimiz ipek çoraplı,<br />
redingotlu, şık bastonlu havalı portrelerinin birçoğu bu<br />
turnede çekilmiş fotoğraflar.<br />
Sosyal vicdan, nüktedanlık ve güzellik arayışı...<br />
Birbirleriyle çelişir görünen bu üç mesele Oscar<br />
Wilde’ın hayatını ve yapıtını belirlemiştir. Ünlü romanı,<br />
estetizmin el kitabı sayılan Dorian Gray’in Portresi,<br />
kahramanı Dorian Gray’in güzellik ve bencillik<br />
arasında sıkışan ömrünün tüm tortusunun bir tabloda<br />
biriktiğini hayal eden, bugün fantastik denebilecek bir<br />
eserdir.<br />
Genç denebilecek bir yaşta evlenen, çocuk sahibi<br />
olan Wilde, eşcinselliğini hayatının geç bir döneminde<br />
farkeder. Cinselliğini önce nispeten kapalı sonra<br />
açık yaşayan ilk kamusal figürlerden biri olması<br />
da hikayesinin önemli bir parçasıdır. Özellikle iyi<br />
kurulmuş, nüktedan ve cüretkar piyesleriyle Londra<br />
sosyetesinin gözbebeği olan ‘şahane küstah’, aristokrat<br />
bir ailenin oğluyla yaşadığı aşk ilişkisi sonucu<br />
Fotoğraf:<br />
Napoleon<br />
Sarony<br />
Oscar Wilde,<br />
1882<br />
yargılanır ve hapse girer. Geç döneminin olgun eserleri<br />
De Profundis ve Reading Zindanı Baladı’nı da bu<br />
deneyimin ertesinde yazar. Hapisten sonra yaşamını<br />
Paris’te sürdürür, orada ölür ve gömülür.<br />
Paris ve Fransa, Wilde için, yaşamdan ölüme kadar<br />
bir özgürlük alanı olmuş. Bu yüzden serginin Paris’te<br />
açılması anlamlı. Oyuncu Sarah Bernhardt’dan ressam<br />
Gustave Moreau’ya, en etkilendiği yazar Huysmans’dan<br />
çağdaşı Pierre Louys’a kadar Paris ve Fransız<br />
kültürü Wilde için bir nefes alma ve esinlenme alanı<br />
niteliğindedir. L’Impertinent Absolu sergisi, Wilde’ın<br />
elyazmalarından dava kayıtlarına kadar hiç görülmemiş<br />
birçok belge içeriyor. Yanı sıra, etkilendiği, tanıştığı,<br />
ahbap olduğu birçok Fransız sanatçının tablolarını,<br />
portrelerini, imzalı ilk baskılarını, Wilde’ın Fransızca<br />
olarak onlara yolladığı notları da... Serginin yer aldığı<br />
salonların her birinin duvarında Wilde’ın nükteli bir<br />
cümlesi bulunuyor ve bunlar salonların temalarını<br />
özetliyor. Sergide, koleksiyonundan yararlanılan kurum<br />
ve kişiler arasında Türkiye’den Wilde koleksiyoneri<br />
Ömer Koç’a ait parçalar da var. Wilde’ın André Gide’e<br />
imzaladığı bir eseri ve benzeri ilginç parçalar bu<br />
koleksiyondan.<br />
040
ADALET Mİ, KAHRAMAN MI?<br />
Yazı:<br />
Ali Akay<br />
Seza Paker, The Last<br />
European, 50x70 cm,<br />
1996-2010, Triptik,<br />
photo installation (detay)<br />
1980’li yıllarda yükselen bir neo-liberal ekonominin içinden geçen Hollywood sineması<br />
bize toplumdan kopmuş, kendi davranış ahlakını kendi başına seçmiş bir ethos’u ön plana<br />
çıkaran kahraman tipini yaratmıştı. En çok bilineni ise Rambo adıyla anıldı; ancak bu sadece<br />
ilk karakter gibi durmakta diğerleri bunu izlemekteydi. Daha 1970’li yılların sonunda<br />
Charles Bronson’ın bazı filmleri yalnız kahramanları öne sürmekteydi. Bir anlamda “yalnız<br />
kovboy” tipi olan Red Kit’in takipçileri olarak düşünülebilecek bu kahramanlar kendi<br />
başlarına, kendi kuvvetlerinde adaleti yerine getiren kahramanlar olarak ortaya çıktığı<br />
vakit, “kanun namına...” diye seslenen kovboy filmlerindeki şeriflere nazaran modern<br />
dönemlerde, adalet saraylarının olduğu, mahkemelerin işlediği bir şehir kültürünün<br />
kahramanları olarak kovboylar ethos’larını şehir ethos’u haline getirmekteydiler. Bu dönem<br />
içinde aslında şehirlerdeki güvenlik sorunları gündeme getirilmekteydi. Çetelerin hakim<br />
olduğu mahalleler, mahalle örgütlerine karşı adalet sorusunu soran bu kahramanlar neoliberalizmin<br />
kahramanları olarak arenaya çıkmaktaydılar.<br />
Bu bakışa göre Rambo bir ethos sahibiydi: Sert, adaletin krizli dünyasında toplumsal alanda<br />
güvenliği sağlamaktan aciz, para yiyen güvenlikçi polis dünyasına karşı bireysel savaşın<br />
başlangıcı olarak ortaya çıkan, Amerikan yaşam biçimine eklemlenmiş olan bir kahraman<br />
gündeme getirilmekteydi. Bu kahraman tipini ortaya çıkaran Hollywood sinemasının<br />
yanında Fransız sineması da bu tip kahramanları toplumsal alana uygulayan filmler<br />
yapmaya başladı. 1970’li yılların ikinci yarısından sonra söylem düzeyinde gelişen ve siyasi<br />
olarak da 1980’den sonra, önce İngiltere ve ABD’de oluşan neo-liberal ekonomiye göre,<br />
042
güvenlik ilk sorun olarak gözükmekteydi. Güvenlik söylemi olarak ortaya çıkan bu söylem nüfus kontrolünden<br />
geçen bir yeni siyasi anlayışa yaslanarak, şehir kültürünün içine doğa yasalarını da taşıyan bir şiddeti ve karşı<br />
şiddeti gündeme getirmekteydi. 1982 yılında yapılan filmin adı: İlk kan olarak hatırlanmakta mıdır hala?<br />
Sanırım, Rambo olarak hafızalarda kalmıştır. Karakterin kendisi bir kahraman olarak hatırlanmaktadır. Küçük<br />
bir özet: Vietnam gazisi John Rambo (Sylvester Stallone) bir dağ kasabasında şerifin tacizine uğrar. David<br />
Morrell’in kitabından sahneye uyarlanan film kahramanı dinlenmek istemesine rağmen sürekli şerifin ona<br />
terörist muamelesi yapması karşısında hapse düşer. İşkenceye maruz kaldığında, Vietnam Savaşı’nda başına<br />
gelen işkenceler gözünün önüne geldiğinde, karakolu darmadağın ederek oradan kaçar. Vietnam gazisini<br />
küçümseyen polisler artık onun doğal kuvvetine, komando ethos’una maruz kalmaya başlarlar. Rambo kimseyi<br />
öldürmeden tek tek polisleri bertaraf etmeyi bilir ve bu bilgisini uygular. Filmin sonunda eski albayının sözünü<br />
dinleyerek darmadağın ettiği kasabaya dönüp teslim olmayı kabul eder. Bu film bir ilk örnek olarak bir yandan<br />
savaşın getirdiği sorunları ortaya koymaktayken, diğer yandan da Rambo’nun ethos’unun haklılığına seyirciyi<br />
ikna ederek, onu kahramanın yanına çağırdığında, film işlemeyen bir adalet sisteminin içinde yaşanmakta<br />
olduğunun altını sıkıca çizer.<br />
Güvenlik toplumuna olan güven risklerin çoğalmasından da geçmektedir. Bu kahraman, olaylar ABD’de<br />
geçtiğinden, bu ülkedeki refah toplumu diye adlandırılan ve Amerikan yaşam biçimi diye sunulan “tüketim<br />
toplumunun” yumuşak karınlı dünyasından da uzaklaşılmakta olduğunu göstermektedir. Adalet artık bir<br />
isim olarak durmaktadır. Güvenlik görevlileri işlevlerini yapamayacak kadar kirlenmişlerdir. Para yiyen, keyfi<br />
kararlar veren, şiddeti şiddetle çağıran bir toplumun yapılanmaya başladığını da göstermektedir. Kahramanlar<br />
tek başlarına adaleti sağlayabilirler; ama, yine de, bu kahramanların adalet sistemi adilliği bozacağından<br />
dolayı, bizim kanunlara boyun eğmemiz zorunludur. Kant’ın Aydınlanma Dönemi ahlak anlayışının içinden<br />
geçemeyen bir toplum vardır artık önümüzde. İncelenmesi gereken, ekonomik olarak işlerliğini yitiren bu alan,<br />
artık, bireysel çıkıntılara bırakılmış gibidir. O halde, alan hem risklidir (Ulrich Beck bu yılların hemen ardından<br />
Risk Toplumu adlı kitabını yayınlamıştır) hem de güvenlik üzerine kurulu bir başka kavram çıkmıştır karşımıza<br />
(Biyo-politika- Michel Foucault’nun neo-liberal ekonomileri incelediği Güvenlik, Toprak Nüfus çalışması<br />
1977-78 yıllarına tekabül etmektedir). Adalet burada paylaşılamaz hale gelir; çünkü güven kaybına uğramıştır.<br />
Kahramanlara ve bireysel yalnızlıklara açılarak değil de toplumsal vaziyette birlikte nasıl üretebilir, konuşabilir<br />
ve yaşayabiliriz?<br />
Haberlere baktığımızda, yıllarca, hep gündelik olaylar arasında bu tip adalet koruyucularının ortaya<br />
çıktığını gördük; ama bugün artık insanların korktukları, bomba ve terör korkusuyla güvenlerini yitirdikleri,<br />
kahramanlık ilkelerinin artık geriye itildiği ve kahramanların sadece film sahnelerinde veya gerçekte savaş<br />
anlarında ortaya çıktığı ve sonları ölümle biten hikayeleri duymaktan başka bir şey yapamaz vaziyete girmedik<br />
mi? Üzücü olan da bu değil mi?<br />
Duyuların paylaşımı veya payı olmayanların duyularının paylaşımı derken, paylaşılamaz olana geldik.<br />
Kaybettiğimiz: Serbest bir yaşam, sevilen bir hayat ve sağlıklı bir insan grubunun bir arada yaşaması ve bir<br />
zamandır kaybolan insanların birbirlerine olan saygı ve nezaketin varlığını yeniden bulmak. Bunun yanında:<br />
Aşk, kadınlık, erkeklik, bedenler, özneler, bireyler, ruh titizliği, tin temizliği vb. Nasıl her birimiz tarafından<br />
kurulabilecek ki, bütün bunlar yan yana gelip, durabilip, serbestçe yaşayabilsinler.<br />
Bugün, yalnız bir kahraman sorusunun ardından ortaya çıkan sorunlarla karşı karşıya kalan bizler toplum<br />
veya topluluk içinde nasıl yaşayacağımızın sorularını sorup, soruşturup duruyoruz. Rambo filminde olduğu<br />
gibi adalete olan inanç sekteye uğrayıp, yıkıldığında, herkes kendi adaletini yapmaya kalktığında, hakimlik<br />
kuruluna güven kalmadığında ortak duygu paylaşımı olan bir adalete nasıl inanacağız? Evrensel hukuk<br />
ilkelerine göre nasıl yaşayabileceğiz? Veya, artık büyük bir krize girmiş olan evrenselden çıkıp, belki de,<br />
birden fazla evrensel arasındaki ilişkiyi nasıl sağlayabileceğiz? Ki, bu saygı ve nezaket toplumlarımıza geri<br />
gelsin. “İnsanlık” dışarıdan içimize, bizi çağırmalı, duyuların paylaşımı için seslenmeli. Edebiyatla, sinemayla,<br />
sanatlarla, şiirle ve bilhassa yaşamın kendisiyle...<br />
Bir tohum düşse toprağa ve ağacın büyümesi gibi yeşerse dallanıp, ayrılıp, çeşitlenip, budaklanıp, çoğalarak<br />
büyüse ve yeniden dünyaya, hayata, adalete, insanlara olan imanımız ve inancımız tekrar oluşsa, yeşerse ve<br />
çiçeklense, tıpkı basit bir ütopya gibi. Bir düş görsem: Başarabiliriz. Ve de, uyansam artık.<br />
043
Y/Project, 2010 yılında Yohan Serfaty’nin ustalık eseri olarak kuruluyor. Aynı yıl<br />
içerisinde Glenn Martens, bir önceki cümlenin gizli öznesi, aslında bu hikayenin<br />
başrol oyuncularından birisi olduğunun henüz farkına varmadan, moda<br />
sektörüne sıradışı bir bakış açısı getirmek istiyor ve yaşanan zincirleme olaylar<br />
onu önce Y/Project’in Kreatif Direktörü, sonra moda sektörünün en etkili<br />
isimlerinden biri haline getiriyor.<br />
GLENN MARTENS<br />
Röportaj:<br />
Utku<br />
Palamutçu<br />
Fotoğraf:<br />
Arnaud<br />
Lajeunie<br />
044
Glenn, şu an neredesin?<br />
1 Belçika’da bir stüdyoda,<br />
Y/Project’in İlkbahar-Yaz<br />
2017 koleksiyonu için kampanya<br />
çekimindeyim. Köklerime döndüğüm ve<br />
çekimi burada organize ettiğim için çok<br />
mutluyum.<br />
Geçtiğimiz ay Tim Coppens<br />
2 ile röportaj yaparken, kendisi<br />
Antwerp’in moda sektörü<br />
için bu kadar ilgi çekici bir şehir<br />
haline gelişini çok ilginç bulduğundan<br />
bahsetti. Sen bu durumla ilgili ne<br />
düşünüyorsun?<br />
Sadece Antwerp özelinde konuşmak bir<br />
kenara, genel olarak Belçika’nın moda<br />
sektörü için önemli bir yere doğru yol<br />
aldığını düşünüyorum. Belçika oldukça<br />
genç bir ülke, ancak vakti zamanında<br />
farklı ülkelerin kontrolü altına girip<br />
çıkmış olması, ülkenin kendine has<br />
bir geçmişe sahip olmasını engelliyor.<br />
İtalya’nın ya da Fransa’nın sahip olduğu<br />
miras, Belçika için geçerli değil. Ancak<br />
işe olumlu tarafından bakarsak, bu<br />
Belçika’yı daha geçirgen ve uyumlu bir<br />
ülke haline getiriyor. Haliyle yeni nesil,<br />
farklı ülkelerin kültürel değerlerini tek<br />
bir çatı altında birleştirme fırsatı buluyor<br />
ve ortaya bambaşka bir perspektif<br />
çıkıyor. Söz konusu perspektif, moda<br />
sektörünü de olumlu etkiliyor.<br />
Moda tasarımcısı olmak,<br />
3 sonradan öğrenilebilir bir şey<br />
mi, yoksa bu, doğuştan gelen<br />
bir yetenekle ilişkilendirilebilir mi?<br />
Sektördeki pek çok insan aslında<br />
doğuştan yetenekli. Hatta şunu<br />
söyleyebilirim ki bu insanların çoğu<br />
benden kat kat daha iyi iş çıkartıyor.<br />
Ama iyi bir tasarımcı olmak için ister<br />
yetenekli olun ister işi ustalarından<br />
öğrenin, bunların yeterli olmayacağını<br />
aklınızın bir köşesine yazın. Doğru<br />
ilişkilere, hatta doğru yerde doğru<br />
zamanda olmak gibi bir mucizeye<br />
ihtiyacınız var. Tabii bir de sektörün<br />
dişli isimleri arasında motivasyonunuzu<br />
kaybetmemeniz gerekiyor. Ancak o<br />
zaman iyi bir şeyler yapabilirsiniz.<br />
Peki son zamanlarda<br />
4 tasarımcı olmaya dair yeni bir<br />
şey öğrendin mi?<br />
Öğrenme süreci asla son bulmayan bir<br />
sektörden bahsediyoruz, bu yüzden<br />
tabii ki her geçen gün yeni bir şeyler<br />
öğreniyorum. Neredeyse her gün, moda<br />
sektörünü derinden etkileyen insanlar,<br />
trendler, konseptler hayatımıza giriyor.<br />
Bunlar bize sadece ilham vermekle<br />
sınırlı kalmıyor, işin tekniği, kültürel<br />
değerleri ve geleceğiyle ilgili ipuçları da<br />
gösteriyor ve haliyle, sürekli devinim<br />
içerisinde olan bir sektörde tutunmak<br />
için öğrenme sürecine dahil olmak<br />
zorunda kalıyorsunuz.<br />
Fotoğraf:<br />
Matthieu Lemaire-<br />
Courapied<br />
Y Project, SS 2017,<br />
backstage<br />
Y/Project’in Kreatif Direktörü<br />
5 olarak çalışmaya başladıktan<br />
sonra, neden kendi markan<br />
için tasarlamayı bıraktın?<br />
Y/Project için çalışmaya başlamadan<br />
önce, tamamen bağımsız bir şekilde<br />
hareket ettiğim kendi markam için<br />
yoğun bir çalışma temposuna sahiptim.<br />
İşler değiştikten ve başka bir modaevi<br />
için tasarlamaya başladıktan sonra,<br />
ikisinin birbirinden tamamen farklı ve<br />
alakasız markalar olduğunu fark ettim.<br />
İkisi için de farklı insanlar hedef kitleyi<br />
oluşturuyordu ve aradaki bu fark beni<br />
seçim yapmaya itti.<br />
045
Kendi markanı kurmadan<br />
6 önce Yohan Serfaty’ye<br />
asistanlık yapıyordun, yani<br />
aslında Y/Project’in kuruluşuna tanıklık<br />
eden insanlardan birisiydin ve kendisi<br />
öldükten kısa bir sonra Y Project’in<br />
başına geçtin. Bunun Yohan’ın vasiyeti<br />
olabileceğini hiç düşündün mü?<br />
Yohan’la çalışmaya başladığımda<br />
Y/Project’i hayata geçirmek aklında<br />
yoktu. Farklı isimlerle işbirliği yapıyordu<br />
ve onunla çalıştığım dönemde İstanbul<br />
menşeli bir markayla çalışıyordu. Sürekli<br />
olarak Paris ve İstanbul arasında seyahat<br />
ediyorduk ve bir süre sonra İstanbul’a<br />
taşınma kararı aldım, yaklaşık bir yıl<br />
boyunca Cihangir’de yaşadım ve aslında<br />
hayatımın en çılgın ve güzel dönemini<br />
Yohan’la birlikte geçirdim. Yohan vefat<br />
ettikten sonra, ortada yeni kurulmuş,<br />
büyük başarılar vaat eden bir marka<br />
kaldı ve Yohan’ın yakalamak istediği<br />
duruşu anlayabilecek, onu yakından<br />
tanıyan bir insanın dümene geçmesi<br />
gerekiyordu. Yani bu Yohan’ın vasiyeti<br />
değil, markanın hayatına devam etmesi<br />
için olması gereken şeydi.<br />
İlk iş gününde tasarım<br />
7 ekibiyle çalışmaya<br />
başladığında, sence ekip seni<br />
sevdi mi?<br />
Ekip oldukça zor bir süreçten geçiyordu,<br />
sonuçta değer verdikleri, saygı<br />
duydukları ve görmeye alıştıkları bir<br />
insanı kaybetmişlerdi. Ancak, aynı<br />
hissiyata Yohan vefat ettikten sonra<br />
da devam ettikleri için markaya olan<br />
bağları oldukça güçlüydü. Bu yüzden<br />
kısa sürede ekiple iyi ilişkiler kurup,<br />
iyi iş başardık. Benim yerime başka<br />
birisi geçmiş olsaydı da şey olurdu diye<br />
düşünüyorum.<br />
Y/Project’e dair değiştirmek<br />
8 istediğin ilk şey ne oldu?<br />
Hiçbir şeyi değiştirmek<br />
istemedim.<br />
Neden?<br />
9 Çünkü benden beklenen<br />
şey, markaya yeni bir kimlik<br />
kazandırmam değil, aksine Yohan’ın<br />
yarattığı duruşu güçlendirmemdi.<br />
O zaman sana miras kalan<br />
10 değerler neydi?<br />
Her şeyden önce, Y/Project’in<br />
beklenmedik parçalar tasarlama<br />
arzusunu ortadan kaldırmamak için<br />
elimden geleni yaptım. Tıpkı Yohan’ın<br />
parasomnia hastalığını ilham kaynağı<br />
olarak aldığı sezon gibi, insanları<br />
şaşırtacak şeyler üzerine odaklandım.<br />
Bir yandan, marka erkek tasarımları<br />
yapmak için kurulmuş olmasına rağmen,<br />
pek çok kadın müşterisi de mevcuttu.<br />
Yohan aynı güçlü duruşu kadın<br />
koleksiyonlarına aktarmak istiyordu ve<br />
buna odaklanmak benim görevimdi. En<br />
önemlisi, lüks algısını oluşturmak için<br />
kullandığı deri parçalara ağırlık vererek,<br />
daha keskin ve daha güçlü koleksiyonlar<br />
hazırlamak için epey uğraştım. Ne yalan<br />
söyleyeyim, sonuç gayet başarılı oldu.<br />
046
Hazır erkek koleksiyonlarının<br />
11 başarısından bahsetmişken<br />
soralım, her ne kadar<br />
değişiklik yapmadığını söylesen de<br />
Yohan’ın aksine, defilelerde kadın<br />
ve erkek koleksiyonlarını birlikte<br />
sergilemeye başladın. Dönemin en<br />
büyük trendine mi uyuyorsun yoksa<br />
gerçekten kadınlar ve erkekler için<br />
ortak bir gardırobun mümkün olduğuna<br />
mı inanıyorsun?<br />
Aslına bakarsanız, ortak bir gardırobun<br />
mümkün olduğuna gerçekten<br />
inanıyorum. Kendi markam için tasarım<br />
yaparken buna inanıyordum, Yohan’ın<br />
erkek koleksiyonu kadınlar tarafından<br />
satın alındıkça bu inancım giderek arttı.<br />
Eğer kadınlar erkek koleksiyonundan<br />
parçaları giyebiliyorlarsa, o zaman<br />
defilenin de bunu desteklemesi<br />
gerekiyor diye düşündüm. Markanın<br />
kimliğinde yer alan ve üzerine ikinci bir<br />
kez düşünmeye gerek duymadığımız<br />
bir fikri hayata geçirdik hepsi bu.<br />
2013 yılından itibaren bu fikri<br />
desteklediğimizi düşünürsek, aslında<br />
insanlara cinsellik eğitimi verdiğimizi<br />
söyleyebilirim. Hatta diğer markalara da<br />
kadınların erkek kıyafetleri ve erkeklerin<br />
de kadın kıyafetleri satın alabileceği<br />
gerçeğini öğrettiğimizi söylemek en<br />
doğal hakkım.<br />
Ortak bir gardırop fikri bir<br />
12 kenara, erkek koleksiyonunda<br />
sergilediğin transparan,<br />
çiçek motifli atlet, kimi tasarımlarının<br />
sadece defile odaklı üretildiği<br />
hissiyatını yaratıyor. Bu minvalde,<br />
estetiğe mi yoksa fonksiyona mı daha<br />
çok önem veriyorsun?<br />
İkisine de eşit uzaklıktayım. Tabii ki<br />
görsel kimlik yaratmak için uğraşıyoruz,<br />
defilede sergilenecek kombinleri<br />
hazırlarken insanların şaşıracağı şeyler<br />
üzerine kafa yoruyoruz ve bu yüzden<br />
sınırları zorlamayı seviyoruz. Sektörün<br />
geneline baktığımda, adından söz<br />
ettiren markaların neredeyse %80’inin<br />
yaratıcılığın sınırlarını zorlamadığını<br />
söyleyebilirim. Ama moda kesinlikle<br />
böyle bir şey değil ve çoğu marka bunu<br />
anlamıyor. Defileyi izleyen insanların<br />
şaşırması, kafasında oluşturduğu ideal<br />
kıyafet algısını değiştirebilmesi gerekiyor<br />
ve bunu sağlayacak güç tasarımcının<br />
elinde.<br />
Neden mimar olarak çalışmak<br />
13 yerine moda sektörüne<br />
hizmet etmeye karar verdin?<br />
Mimarlık fakültesinden mezun olduğum<br />
gün bu işi yapmayacağımdan çok<br />
emindim. Severek okuduğum bir bölüm<br />
değildi ve henüz gençken daha farklı bir<br />
meslek edinebileceğimi biliyordum.<br />
Y Project,<br />
SS 2017<br />
Önce moda tasarımı<br />
14 okuduğunu ve daha sonra<br />
mimarlık yapmaya karar<br />
verdiğini hayal et. Nasıl bir mimari<br />
yaklaşıma sahip olurdun?<br />
Etnisitenin ve ulus devletin giderek<br />
anlamını yitirdiği bir dünyada,<br />
muhtemelen insanların kendilerini<br />
evlerinden uzak hissetmemelerini<br />
sağlayacak ve onlara soğuk gelmeyecek<br />
bir tarza sahip olurdum. Moda<br />
sektöründeki duruşumdan bu kadar<br />
uzak bir cevap verdiğim için oldukça<br />
şaşkınım ama aklıma gelen ilk şey bu<br />
oldu.<br />
047
İstanbul ve Ankara ofislerinde yıllardır ürettiği projeleri ile<br />
bol ödüllü VEN Mimarlık’ın kurucusu Gül Güven’e, VEN’in<br />
hikayesini, kendisini ve hiç bitmeyen bir serüven olarak<br />
gördüğü mimarlığı sorduk.<br />
GÜL GÜVEN<br />
Röportaj:<br />
Yağmur<br />
Yıldırım<br />
Portreler:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
048
İstanbul’daki öğrencilik<br />
1 yıllarınızın ardından<br />
Ankara’da eğitiminize devam<br />
ederek, bu süreçte kendi ofisinizi<br />
açmışsınız. Hem yeni bir şehirde, hem<br />
de öğrenci iken ofis açmanın, epey<br />
radikal bir karar olduğu söylenebilir. Bu<br />
sizin için nasıl bir deneyim oldu?<br />
Ofisimin kuruluşu yüksek lisans<br />
sürecine, tez dönemime rastlar. Proje<br />
ofisi açmak için gerçekten erken bir<br />
tarihti... Mimari çalışmaların içine<br />
bir an önce girme hevesiyle, küçük<br />
bir proje teklifi karşısında, üzerine<br />
çok düşünülmemiş, hızlı bir karardı<br />
diyebilirim. Yeni mezun arkadaşlara<br />
tavsiye edeceğim bir yol değil, önce<br />
mimarlık ofislerinde deneyime<br />
yatırım yapmalarını öneririm. Ayrıca<br />
projeler artık ekiplerle üretiliyor, bu<br />
yüzden öncelikle tasarım ve uygulama<br />
sürecini başka ofislerde belirli bir süre<br />
deneyimleyip, ekipler içinde yer almanın<br />
daha doğru olduğu kanaatindeyim.<br />
Kendi adıma hem eğitim sürecimin<br />
devam etmesi ve yeni bir şehirde<br />
yaşamanın, hem de deneyimsizliğimin<br />
sonuna kadar zorluklarını yaşadım. Bu<br />
nedenle daha çok çalıştım, pazar günleri<br />
dahi hayatımı ofiste geçirirdim.<br />
Deha Proje Ofisi, 2014<br />
VEN Mimarlık bugün hem<br />
2 Ankara, hem de İstanbul<br />
ofislerinde çalışıyor.<br />
Ankara’da ve İstanbul’da çalışmanın<br />
nasıl ayrımları var?<br />
VEN’in geçen süre zarfında bir çalışma<br />
kültürü oluştu, bu da işleyiş ve davranış<br />
birliğini oluşturuyor. Her iki ofiste<br />
ekipler bu oluşum içinde hareket<br />
ediyor. Günümüzde kullandığımız<br />
teknoloji altyapısı sayesinde ofisler, aynı<br />
projeyi birlikte yürütebilme pratiğine<br />
de sahipler. Ekip oluşumu önemli,<br />
günümüzde projeler bireyden çok yetkin<br />
ekipler tarafından şekillendiriliyor.<br />
Proje süreçlerinde görevlendirmeler<br />
çalışanların yeteneklerine/birikimlerine<br />
göre şekillendiğinden, bazen Ankara’da<br />
yapılacak yatırımı İstanbul ofisi,<br />
İstanbul’dakini ise Ankara ofisi<br />
yönetebiliyor. İnternet ortamında her<br />
iki ofisin birbirleriyle paylaşımları çok<br />
güçlü olduğu gibi bu iki ofis arasında<br />
ekip üyeleri birbirlerine sık sık ziyaretler<br />
de gerçekleştiriyor. Ankara’da ve<br />
İstanbul’da çalışmanın en büyük ayrımı<br />
ise karar süreçlerinin hızı. İstanbul’da<br />
kararlar hızlı alınıyor, Ankara’da oldukça<br />
yavaş.<br />
Konutlardan<br />
3 adalet saraylarına,<br />
restorasyonlardan ofislere<br />
çok çeşitli işlevlerde ve oldukça fazla<br />
sayıda projeniz var. En keyif aldığınız<br />
projeler hangileri?<br />
Nitelikli işveren ile buluşulan projeler<br />
en keyifli projeler oluyor. Ne kadar<br />
iyi mimar olursanız olun iyi işveren<br />
olmadan iyi yapı olmaz. Aslında proje<br />
süreci her işte keyif alarak ilerliyor,<br />
ancak ya yapım aşamasında keyif<br />
kaçıyor, ya da yapım aşamasını da<br />
geçiyorsunuz, bu sefer de bina hatalı<br />
işletme kararları ile müdahalelere<br />
uğrayıp bizi daha çok üzebiliyor.<br />
2010-2011 yıllarında Tripoli ofisimizde<br />
yaşadığımız proje süreçleri keyifliydi.<br />
Bize, mimarın liderliğinin işverence<br />
koşulsuz kabulünün mutluluğunu<br />
yaşama fırsatı verdi. Güncel<br />
projelerimizden biri de Ankara’da<br />
yapımı devam eden yedi bahçe projesi;<br />
kontrolü elimizden kaybetmediğimiz<br />
bir proje oldu, iyi sonuçlanacağını<br />
düşünüyorum.<br />
049
Ulaştırma Bakanlığı<br />
4 Merkez Binası projeniz,<br />
2014 yılında hem Chicago<br />
Athenaeum’dan ‘Green Good Design’,<br />
hem de International Property<br />
Awards’dan ‘Highly Recommended’<br />
ödülleri aldı. Türkiye’de kamu binaları<br />
tasarlamak ve yapmak üzerine ne<br />
söyleyebilirsiniz?<br />
Yapı üretimi ve inşaat yatırımları<br />
uzun vadeli olur. Bu nedenle projeler,<br />
sürdürülebilirlik ilkeleri göz önüne<br />
alınarak, profesyonel bir şekilde<br />
gerçekleştirilmelidir. Kamunun<br />
mimarlığa verdiği değer ile ülkesinde<br />
liderlik yapması önemli. Buna erken<br />
Cumhuriyet döneminde mimariye<br />
verilen değer ve Ankara’da yansımalarını<br />
da örnek olarak gösterebilirim. Kamu<br />
binaları tasarlayan bir mimar olarak<br />
öncelikli sıkıntı; oldukça prestijli<br />
yapılar olmalarına karşın, projenin<br />
uygulama sürecinde müellif mimardan<br />
kontrol hizmetinin alınmaması, bu yol<br />
ile mimarın tümüyle sürecin dışına<br />
atılması. Hayal ettiğimiz mekanlar<br />
uygulama aşamasında değişmekte<br />
ve mimarın üzüntüsünü artırmakta.<br />
İkinci ve absürt sıkıntı ise günümüzün<br />
idarecilerinin ülkemizdeki kamu<br />
yapılarında arzu ettikleri kimliği<br />
belirleyici, oryantalist biçimler için<br />
zorlayıcı baskıları. Bu baskı nedeniyle<br />
kamu yapılarını projelendirmek epey<br />
zorlaşmakta. Ek olarak, doğru imalatlar<br />
için öngörülen bütçelerin son derece<br />
düşük olmasını da problem olarak<br />
söyleyebilirim.<br />
The Architectural Review’un<br />
5 2016 yılı Women in<br />
Architecture araştırmasına<br />
göre, katılımcı kadınların %72’si<br />
cinsiyetlerinden ötürü kariyerlerinde<br />
negatif ayrımcılığa ve istismara<br />
uğradıklarını belirtiyor. Katılıyor<br />
musunuz?<br />
Kadınların cinsiyetlerinden ötürü<br />
istismara uğradıklarına katılıyorum.<br />
Ancak cinsiyetten ötürü mimar<br />
olarak kariyerimde farklılaştırıldığımı<br />
hissetmedim.<br />
Güncel mimarlık ve tasarım<br />
6 sahnesinden kimi seversiniz?<br />
Başarılı kadın mimar<br />
olmanın ötesinde, en önemli ve<br />
yetenekli mimarlardan biri olarak iz<br />
bırakan Zaha Hadid’i burada anmadan<br />
geçemeyeceğim. Deneysel ve farklı<br />
projeleriyle Rem Koolhaas takip<br />
ettiğim bir mimar. Tabii, mimarlık<br />
alanında nitelikli ürün veren, adlarını<br />
sayamayacağım kadar çok mimar var.<br />
İnternet, basılı medya ve seyahatlerde<br />
birçoğunun yapılarını inceliyor ve takdir<br />
ediyorum.<br />
Bugünlerde ne üzerine<br />
7 çalışıyorsunuz, VEN’in yakın<br />
geleceğine dair fikirleriniz<br />
nedir?<br />
Fransız Kültür Merkezi’nin iç ve dış<br />
alanlarının yeniden düzenlenmesi<br />
üzerine çalışmaktayız, Ankara’da bir<br />
karma yapı projemiz var. Ayrıca yapımı<br />
süren ve kontrollüğümüzün devam<br />
ettiği Beyler Ofis Binası ve Yedi Bahçe<br />
projelerimizi söyleyebiliriz. Mimarlık<br />
benim için hiç bitmeyen bir serüven...<br />
Geleceğe dair isteğim ise uluslararası<br />
platformda daha çok proje serüveni<br />
yaşamak.<br />
050
ANKARA · Ankamall (0 312 541 25 27) · Armada (0 312 219 00 59) · Karum (0 312 427 50 34) · Gordion (0 312 236 70 10) · Next Level (0 312 284 02 87) · Kentpark AVM (0 312 219 98 36) · Panora<br />
(0 530 947 25 03) · ANTALYA · Terracity (0 242 318 10 20) · BURSA · Korupark (0 224 241 29 00) · GAZİANTEP · Sanko Park (0 342 338 68 78) · İSTANBUL · Akasya (0 216 510 64 38) · Akmerkez<br />
(0 212 282 03 60) · Aqua Florya (0 212 662 62 95) · Akbatı (0 212 397 73 75) · Bağdat Caddesi (0 216 302 07 33) · Buyaka (0 216 504 52 91) · Capacity (0 212 560 33 32) · Capitol (0 216 474 07 27) ·<br />
Cevahir (0 212 380 05 72) · Forum İstanbul (0 212 640 96 71) · Kanyon (0 212 353 09 59) · Maltepe Park (0 216 515 15 65) · Marmara Forum (0 212 466 62 10) · Marmara Park ( 0 212 853 03 09) · Palladium<br />
(0 216 663 13 89) · Nişantaşı (0 212 240 29 32) · Zorlu Center AVM (0 212 353 61 59) · İstinye Park (0 212 345 50 19) · İZMİR · Agora (0 232 278 55 00) · Alsancak (0 232 464 00 62) · Mavi Bahçe<br />
(0 232 502 17 74) · Point Bornova (0 232 502 23 53) · KAYSERİ · Forum Kayseri (0 352 222 81 42) · LEFKOŞE · Mehmet Akif Cad. (0 392 227 06 39) · TRABZON · Forum Trabzon (0 462 330 00 17)<br />
Seçili Boyner, YKM’lerde ve Saat&Saat’lerde<br />
KARLIE KLOSS<br />
for<br />
#BeBrilliant<br />
KIŞ KOLEKSİYONU<br />
DAHA FAZLASINI SWAROVSKI.COM’DA KEŞFEDİN
Bazı insanlar vardır, ‘herhalde bir o kadar da yerin altında var’ dedirtir. Selin<br />
Sayek Böke işte tam da öyle biri. Zarif, çıtı pıtı ama yeri gelince otoriter, her<br />
zaman kendine güvenli. İşi kolay değil, kazanamayan ama kazanmasa da,<br />
seçmeninin sanki kazanmış gibi icraat beklediği ana muhalefet partisinin<br />
sözcüsü. Selin Sayek Böke’ye, Türkiye siyasetinde partisinin ve kendisinin<br />
duruşunu sordum.<br />
SELİN SAYEK BÖKE<br />
Röportaj:<br />
Nevşin<br />
Mengü<br />
Fotoğraflar:<br />
Yalım<br />
Kartal<br />
052
Siyaset hep istediğiniz bir<br />
1 şey miydi, yoksa kendinizi<br />
içinde mi buldunuz?<br />
Siyaset, mevcudu sürekli analiz etmek<br />
ve nasıl olmalı sorusuna yanıt aramaksa,<br />
zaten siyasetin içindesiniz demektir. Ben<br />
hep böyleydim. Çocukluğumdan beri,<br />
dünya ve ülke meseleleri yaşamımızın<br />
temel konusu oldu. Aktif siyasete<br />
girmeden önce de bir bilim insanı<br />
olarak, zaten sorunlara çözüm üretme<br />
sürecinin içindeydim. Dolayısıyla,<br />
aktif siyaset teklifi geldiğinde,<br />
şimdiye kadar kafamı yorduğum bu<br />
meselelere, daha etkin bir şekilde<br />
katkıda bulunabileceğimi düşünerek<br />
teklifi kabul ettim. Bir de bu kararı<br />
verirken çok kişisel bir motivasyonum<br />
oldu. Türkiye’ye dair kaygılarım ve ruh<br />
sıkışıklığım o derece yüksek bir noktaya<br />
gelmişti ki, artık bir şeyler yapmam<br />
gerektiğini hissettim. Siyaset bana bu<br />
zemini sağladı.<br />
Şimdi olsa yine kabul eder<br />
2 misiniz?<br />
Siyasete girme kararımı<br />
belirleyen gerekçelerin hiçbiri ortadan<br />
kalkmadığı gibi, daha da ağırlaştı. Bu<br />
adımı atarken bunun uzun bir yolculuk<br />
olacağını biliyordum, her geçen gün de<br />
iyi ki yapmışım diyorum. Ve evet, şimdi<br />
olsa yine kabul ederdim.<br />
‘İyi ki siyasetteyim’ dediğiniz<br />
3 anlar çoktur o zaman.<br />
Olmaz olur mu hiç.<br />
Siyaset umut yaratmaktır, insanların<br />
geleceklerini kurarken sarfettikleri<br />
gayretlerine, emeklerine ortak olmaktır.<br />
Bunu en somut 7 Haziran sürecinde<br />
yaşadım. Doğrudan insanların<br />
hayatlarını iyileştirecek önerilerimiz<br />
herkes tarafından sahiplenildi. O<br />
kadar sahiplenildi ki yarım yamalak<br />
da olsa iktidar tarafından taklit edildi,<br />
uygulandı. Bir yaraya merhem olmak,<br />
bir derde çare olmak, bu ülkenin bir<br />
bireyinin hayatını iyileştirmek, taş<br />
üstüne taş koymak...<br />
Siyasetin en tatsız tarafı ne?<br />
4 Tartışmalarda, eleştirilerde<br />
yaşanan düzeysizlik, düşük<br />
seviye, hamaset... Genel olarak siyasete<br />
hakim olan bir vasatlık... Birkaç şey daha<br />
sayabilirim.<br />
Ana muhalefet partisi<br />
5 sözcüsü olmak kolay değil,<br />
ama avantajınız vardı,<br />
kameralara alışıktınız. İlk kürsüye<br />
çıktığınızda ne hissettiniz?<br />
Elbette heyecanlandım. Ama<br />
heyecanımın nedeni kameralar değil, o<br />
kürsüye CHP adına, bu büyük ve önemli<br />
sorumluluğu taşıyarak çıkmamdı. Ne<br />
hissettim biliyor musunuz? Gelecek<br />
güzel günleri çoktan hakettiğimizi...<br />
Ne kadar uzun süredir bu ülke mutsuz<br />
diye düşündüm. Ve aynı zamanda,<br />
o an beni izleyen gazetecilerin,<br />
kameramanların, bugün işten atılır<br />
mıyım endişesini gördüm. Seslendiğim<br />
kadınların, gençlerin, bu karanlık,<br />
sıkışık günlerde içlerinin nasıl sıkıştığını<br />
hissettim. Benim de içim sıkıştı. Sonra<br />
bunu birlikte değiştirebiliriz ve aslında<br />
ihtiyaç duyduğumuz aydınlık, elimizle<br />
tutabileceğimiz kadar yakınımızda<br />
diye hissettim. Hala da her defasında<br />
hissediyorum.<br />
‘Ne olacak bu CHP’nin hali...’<br />
6 Yıllardır entelijansiya ne<br />
zaman bir araya gelse bunu<br />
konuşuyor, siz ne dersiniz?<br />
Çok tuhaf bir durum yaşıyoruz.<br />
CHP’nin de süreç içinde eleştirilecek<br />
noktaları olabilir ve elbette<br />
eleştirilmelidir. Ama sizin tarif ettiğiniz<br />
bu durumu iki türlü değerlendiriyorum<br />
ben: Hani bir ifade vardır ya, biraz<br />
değiştirip, uyarlayıp söyleyeceğim;<br />
CHP sanki ‘en ziyade eleştiriye mazhar’<br />
konumda. Yani kimseye yapamadığınız<br />
eleştirileri yapabileceğiniz, her türlü<br />
eleştiriye müsaade eden, kolay adres...<br />
Yani ülkede olup bitenlere bir bakın;<br />
iktidarın, iktidara bağlı karar vericilerin,<br />
her gün aldığı kararlara bir bakın.<br />
Ülke olarak, neler yaşadığımıza bakın.<br />
Ülke olarak topluca, belki de bugüne<br />
kadar olmadığı biçim ve hızda, bir<br />
uçurumdan aşağı yuvarlanıyoruz. Korku<br />
dağları sarmış, kimse ağzını açamıyor.<br />
Her an kapınız çalınır ve başınıza her<br />
türlü felaket gelebilir. Ama bütün<br />
bunların sorumlusu olanlar değil, CHP<br />
tartışılıyor. Diğer açıdansa bu durum<br />
şunu da gösteriyor: Bütün bu kaos<br />
ortamında CHP bu ülkenin tek umudu...<br />
Bu yüzden CHP’yle ilgili herkesin bir<br />
beklentisi, bir hayali var. Hiçbir şey<br />
eksik, hatalı olmasın isteniyor.<br />
053
Türkiye’de kadınların<br />
7 geleceğini nasıl<br />
görüyorsunuz?<br />
Kadınların geleceği de ülkenin<br />
geleceğinden bağımsız değil. Ülkede<br />
yaşanan bu karanlık ortamda kadınların<br />
özgürleşmesi mümkün mü? Kadınların,<br />
çocukların, gençlerin hepimizin<br />
özgürlük sorunu var. Toplum birbirine<br />
düşman edilmiş durumda. Dolayısıyla<br />
temel hak ve özgürlüklerimizi<br />
sağlayacak şekilde, yaşadığımız bu<br />
iklimin değişmesi gerek. Ardından da<br />
bir gelecek tasarımı yapabilmek için,<br />
daha özgür, daha eşit, daha insanca bir<br />
yaşamı sağlayacak zihniyet değişimi<br />
gelmeli tabii. Türkiye’de kadınların<br />
da gençlerin de kimsenin geleceğini,<br />
şiddeti besleyen, bizleri kutuplaştıran bu<br />
iktidar varken, aydınlık görmüyorum.<br />
Tek yolumuz var, bu iklimi değiştirecek<br />
topyekün bir aydınlanma ve değişim<br />
iradesi. Yeni bir siyaset inşa etmek<br />
gerek, geleceğin siyasetini. İnşa ediyor<br />
olduğumuz geleceğin siyasetinde kadın,<br />
siyasetin ortağı olacağı için aydınlık<br />
günler gelecek. Çünkü kadın üretime<br />
katılırsa Türkiye büyüyecek, kadın<br />
özgürleşirse Türkiye özgürleşecek.<br />
Mevkidaşlarınız ‘kadın’<br />
8 olduğunuzu hissettiriyorlar<br />
mı?<br />
Türkiye’de siyasetin dili son derece<br />
maskülen. Bakış açısıyla, siyaset yapma<br />
diliyle, erkek egemen bir kültür söz<br />
konusu. Örneğin siyasi bir eleştirinizden<br />
ya da açıklamanızdan hoşlanmayanların,<br />
ani bir öfkeyle cinsiyetçi ifadeler ve<br />
hakaretlerle dolu yanıtlarına hazırlıklı<br />
olmalısınız. Bazen açıktan küfre varan<br />
ifadeler, ya da cinsiyetçi imalar... Oysa<br />
ben tüm siyasi açıklamalarımı, elbette<br />
bir kadın olarak değil, bir siyasetçi<br />
olarak yapıyorum, ama gelen eleştiriler<br />
siyasi değil, cinsiyet üzerinden, üstelik<br />
hakaret dolu... Hatta bunu sadece erkek<br />
siyasiler değil, kadın siyasilerin kendisi<br />
de yapıyor. Esas acıklı olan da bu.<br />
Şu anda Meclis bir işe yarıyor<br />
9 mu?<br />
TBMM, bu ülkenin tarihi<br />
kazanımı ve ikamesi olmayan bir<br />
varlığıdır. TBMM, bu ülkenin özgürlük<br />
ve demokrasi yolunda olmazsa<br />
olmazıdır. Ama sizin sorunuzun,<br />
şu anda Meclis’in baypas edilmiş<br />
olduğuna, etkisizleştirildiğine işaret<br />
ettiğini düşünüyorum. Bu kapsamda<br />
evet, iktidar, milletin iradesinin kalesi,<br />
Türkiye’de egemenliği savunmuş,<br />
onu inşa etmiş ve bombalar altında<br />
dahi bundan feragat etmemiş olan<br />
milletvekillerinin bulunduğu meclisin<br />
yetkilerini gasp ediyor. Bunu OHAL’le<br />
yapıyor.<br />
Üreten ekonomi değiliz,<br />
10 Türkiye ne üretebilir?<br />
Türkiye istediği her şeyi<br />
üretebilir, Türk insanı herkesle rekabet<br />
edebilir. Yeter ki memleket iyi yönetilsin,<br />
bugünün aksine...<br />
Ekonomi yönetimi sizde olsa<br />
11 ilk hamleniz ne olur?<br />
İlk hamle ve sonraki<br />
hamlelerin ne olacağı o kadar belli ki.<br />
Her aklıselim iktidar bunu görebilir ve<br />
yapar. Tabii gerçekten sorun çözmek<br />
istiyorsa... Hemen şimdi atılması<br />
gereken altı maddelik bir paket önerdik.<br />
Bunu aylardır da tekrarlıyoruz. Ama<br />
niyet olmayınca kulak da sağır oluyor.<br />
İlk iş, diyalog kanallarını işler hale<br />
getirmek ve ekonomi yönetiminin<br />
demokratikleşmesi için somut adımlar<br />
atmak... Hemen neler yapılması<br />
gerektiğini sıralayayım: Ekonomik<br />
ve Sosyal Konsey’in Anayasal bir<br />
zorunluluk olarak toplanması,<br />
bağımsız kurum ve kurullarda liyakat<br />
temelli atamalar yapılması, kopyala<br />
yapıştırla değil, ciddiyetsizlikle değil,<br />
gerçekçi bir Orta Vadeli Program<br />
hazırlanması, TBMM’de Kesin Hesap<br />
Komisyonu kurulması ve başkanlığının<br />
ana muhalefete verilmesi, Kamu<br />
İhale Kanunu’nun hızla yeniden<br />
düzenlenmesi ve etkin ve eşitlikçi bir<br />
yapıya kavuşturulması ve en önemli<br />
adımlardan biri verimli ve etkin bir vergi<br />
sisteminin ilk adımları hemen atılması,<br />
verginin bir ekonomik silah olarak<br />
kullanılması engellenmesi... Bugün<br />
çok acil ihtiyaç duyulan bu adımlarla<br />
aynı anda tabii ekonomik verimliliği<br />
arttıracak bir eğitim ve teknoloji<br />
reformuna da eş zamanlı olarak<br />
başlamak gerekir.<br />
054
0 216 999 24 99
Güneşli bir günde Manhattan’da mağaza gezerken, birden kırmızıya<br />
boyanmış bir aslan size vitrinin ardından göz kırpabilir. İçeri girdiğinizde<br />
serçe parmağınızda denediğiniz Fuerza’yı hiç çıkarmak istemeyebilirsiniz,<br />
en azından biz istemedik. Ve merakımız bizi tasarımın sahibi, Foundrae’nin<br />
kurucusu, Rebecca Taylor’ın eski CEO’su Beth Bugdaycay’in ofisine götürdü.<br />
Gerisi bildiğiniz gibi... Sormaya başladık.<br />
FOUNDRAE<br />
Röportaj:<br />
Aslin<br />
Kumdagezer<br />
Fotoğraf:<br />
Peter<br />
Stanglmayr<br />
İllüstrasyonlar:<br />
Foundrae<br />
056
Kendi mücevher markanı<br />
1 kurmaya ne zaman karar<br />
verdin?<br />
Çok uzun süredir kendim için bir şeyler<br />
tasarlıyordum. Fikir hep vardı ama<br />
başlaması uzun sürdü.<br />
Ne kadar uzun sürdü?<br />
2 Başlarda, sadece kendim<br />
için tasarlamak yaratıcı<br />
tarafımı beslemeye yetiyordu. Ardından<br />
sektördeki arkadaşlarım ve hatta<br />
satın almacılar tasarımlarımı nereden<br />
alabileceklerini sık sık sormaya<br />
başladıklarında mücevher tasarlamanın<br />
hobiden fazlası olması gerektiğine<br />
kesin karar verdim. Rebecca Taylor’da<br />
CEO’luğu bırakmam da, ilk ayrılık<br />
konuşmasının bir buçuk sene sonrasında<br />
gerçekleşti.<br />
İleride Rebecca Taylor’la<br />
3 sınırlı sayıda bir mücevher<br />
işbirliği olabilir mi?<br />
Sanırım şu noktada yok. Foundrae’nin<br />
her bir tasarımı nevi şahsına münhasır<br />
bir hikaye anlatıyor. Bu yüzden başka bir<br />
markanın kimliğini işbirliği bazında da<br />
olsa yansıtabileceğini düşünmüyorum.<br />
Tekstil sektöründen<br />
4 mücevhere geçiş süreci<br />
nasıldı?<br />
Her ne kadar, aslında müşterileriniz<br />
ve satın almacılar aynı olsa da, tekstil<br />
ve mücevher perde arkasında iki farklı<br />
dünya. Mücevher tarafında her şey daha<br />
duygusal.<br />
Bu duygusallığın mücevher<br />
5 sektörüne geçişteki rolü ne?<br />
Oldukça büyük. Evladiyelik<br />
bir mücevherin devamlılık fikrine<br />
aşığım. Bir jenerasyondan diğerine miras<br />
kalabilmesi çok kişisel ve duygusal bir<br />
bağ yaratıyor.<br />
Sana miras kalan en değerli<br />
6 mücevher ne?<br />
Annemin verdiği Aztek<br />
madalyonu. Büyürken annem onu<br />
boynundan çıkarmazdı, şimdi<br />
madalyona her baktığımda asla geri<br />
dönemeyeceğim anılara yolculuk<br />
ediyorum. Tabii madalyon ona, bana<br />
ifade ettiğinden çok daha farklı şeyler<br />
anımsatıyor olmalı, muhtemelen<br />
70’lerdeki gençlik yıllarını...<br />
CEO tarafın, bu girişimin<br />
7 başarılı olacağının bir nevi<br />
garantisi. Peki ya yaratıcı<br />
tarafını nasıl destekliyorsun?<br />
CEO denince akla çok da yaratıcı bir<br />
profilin gelmediği doğru ama eğitimim<br />
ve erken dönem kariyer seçimimi bir<br />
kenara bırakırsan aslında yaratıcı tarafı<br />
oldukça güçlü biriyim. İtiraf edeyim her<br />
zaman daha yaratıcı bir tarafta olmak<br />
hevesindeydim.<br />
Tasarımların her gün<br />
8 giyilebilecek mücevherler.<br />
Bu konsept akla daha<br />
ulaşılabilir olma nosyonunu getiriyor.<br />
Fakat hammadde seçimin 18 karat.<br />
Neden 14 karat değil?<br />
Başlarda iki hammadde ile oynadık.<br />
Hatta dediğin gibi daha ulaşılabilir<br />
olduğu için 14 karat üretimlerimiz<br />
ağırlıktaydı. Ardından tasarımlarımın<br />
çoğunda kullanma kararı aldığım<br />
minenin 18 karatla daha iyi sonuç<br />
verdiğini gördüm. Altının rengi ne kadar<br />
kırmızı olursa minenin rengi daha iyi<br />
ortaya çıkıyor.<br />
Üretiminizi nerede<br />
9 yapıyorsunuz?<br />
Hammaddeleri dünyanın<br />
farklı yerlerinden temin ediyoruz ama<br />
üretimi New York City’de yapıyoruz.<br />
Sipariş üzerine mi<br />
10 çalışıyorsunuz yoksa<br />
stoklarınız var mı?<br />
Çok limitli sayıda bir stoğumuz var.<br />
Açıkçası söz konusu mücevher olunca<br />
tek bir parça bile giderler hanesine<br />
epeyce dolar ekliyor.<br />
Hangi sıklıkta yeni<br />
11 koleksiyon çıkarıyorsun?<br />
Ana koleksiyonumuzu<br />
çıkarmamız ve istediğimiz kaliteye<br />
ulaştırmamız aşağı yukarı bir yıl sürdü.<br />
O zamandan beri de ana koleksiyona<br />
küçük eklemeler yaptık. Şimdi, ana<br />
koleksiyonumuza eşlik edecek ikinci<br />
büyük koleksiyonumuz üzerinde<br />
çalışıyoruz. 2017’nin sonbaharında hazır<br />
olacak.<br />
057
Tasarımlarınla bir nevi<br />
12 aile mühürü yaptığını<br />
söylüyorsun. Seninki ne?<br />
Foundrae’yi başlattığımızda amacımız,<br />
marka dahilinde bir sözlük yaratmaktı.<br />
Fakat fazla seçenek sunmak insanlara<br />
biraz yorucu geldi. Dolayısıyla oturup<br />
benim ve eşim Murat için değerli olan<br />
kavramları sıraladım. Ve seçenekleri<br />
beşe indirdim: Güç, karma, hayal<br />
edebilme, koruma içgüdüsü ve<br />
bütünlük. Böylece ana koleksiyonu bu<br />
beş kategori etrafında kurduk. Benim<br />
kendi aile mühürüm ise bunların<br />
hepsinin birleşimi olurdu.<br />
Yüzükler, tarih boyunca güç<br />
13 ve sınıf sembolü oldu, hala<br />
günümüzde nişan yüzükleri<br />
bir nevi aynı değerleri temsil ediyor.<br />
Neden yüzüklere bu kadar takıntılıyız?<br />
Alyans ve aile yüzükleri cinsiyet farkı<br />
olmaksızın takılan takılar ve ikisi de<br />
aslında ailenin mirasına göndermede<br />
bulunuyorlar. Eh malum, tarihte aile<br />
mirasınız ne kadar geriye dayanırsa o<br />
kadar güçlüydünüz. Orta sınıf bir ailenin<br />
servet ve mirasa sahip olması görece<br />
daha yeni ve demokratik bir durum.<br />
Tam da bu yüzden ben Foundrae’yi<br />
modern aile yadigarları olarak<br />
tanımlıyorum.<br />
Sen neden yüzüklere<br />
14 takıntılısın?<br />
Kendi aile yadigarımı<br />
yaratabilmeme olanak sağladığı için.<br />
Foundrae ne demek?<br />
15 Foundrae, iki kelimenin ve<br />
konseptin birleşimi benim<br />
için. ‘Found’, ikinci el mağazalarda<br />
bulunabilecek objelere olan tutkuma<br />
bir gönderme. ‘Rae’ ise şu an<br />
Kentucky’de yaşayan ve bir zanaatkar<br />
olan büyükannem Virginia Ray’e saygı<br />
duruşu.<br />
Bir mücevher girişimini<br />
16 başarılı kılmanın en zor tarafı<br />
ne?<br />
Sanırım söz konusu girişim<br />
olunca zorluklar hep aynı oluyor.<br />
Sınırlı vaktimizi ve sermayemizi<br />
en verimli şekilde ayarlamak ve<br />
limitli kaynaklarımızı en iyi şekilde<br />
kullanabilmek için gün aşırı yeni<br />
kararlar almak.<br />
An itibarıyla nasıl bir<br />
17 pazarlama stratejisi<br />
izliyorsunuz?<br />
Foundrae tasarımlarının her biri az<br />
önce de dediğim gibi birer hikaye<br />
anlatıyor. Amacımız Foundrae’nin<br />
sembolleri aracılığıyla herkesin kendi<br />
hikayesini yaratabilmesi. Bu yüzden,<br />
Instagram büyümemizde çok önemli<br />
bir oyuncu, hatta direkt geribildirim ve<br />
pazarlamanın en önemli kaynağı.<br />
Foundrae ekibi kaç kişi?<br />
18 Hem tam zamanlı hem de<br />
freelance çalışanlarımız<br />
var. Çok küçük ama çok çalışkan bir<br />
ekibiz. Ekibin freelance tarafı daha çok<br />
tasarım ve üretim tarafında yer alıyor.<br />
Şirketi büyütmek için aldığımız destek<br />
de yine bize inanan yarı zamanlı bir<br />
ekipten oluşuyor. Kabul etmeliyim, ekip<br />
konusunda çok şanslıyım.<br />
Eşin Türk olduğu için sormak<br />
19 zorundayız; Kapalı Çarşı’ya<br />
yolun düştü mü hiç?<br />
Düşmez mi? Kapalı Çarşı benim için<br />
cennetin ta kendisi.<br />
058
Öykü:<br />
Işıl Eğrikavuk<br />
KAÇ YAŞINDAYIM?<br />
Rüyamda Ali Ağaoğlu ile baş başa yemek yiyordum.<br />
Bakışları üzerimdeydi, masada karşılıklı oturmuştuk.<br />
Benimle flörtleştiğini hissettim bir an. “Kaç<br />
yaşındasın?” dedi. “30.” dedim. Güldü. O kadar.<br />
Uyandığımda bu rüyayı niye gördüğümü düşündüm<br />
uzun uzun. Cevaplayamadım.<br />
Televizyonu açtığımda bronz teniyle karşımda<br />
dikilmiş Trump’ı gördüm. Miss America seçilmiş<br />
güzeller güzeline ‘domuzcuk’ diyordu, çok kilo aldı<br />
diye. “Kendi tipine bak önce, şerefsiz” dedim içimden.<br />
Tam kanalı değiştiriyordum ki o sırada telefon çaldı.<br />
Whatsapp’tan geliyordu arama. “Helloo” dedi bir kadın,<br />
“bir saniye bağlıyorum.” “Hello” dedim back. Arayan<br />
Trump’tı. Yani en azından öyle söyledi bağlayan kişi.<br />
“Vay anasını!” dedim. Anasını kelimesini geri aldım<br />
anında.<br />
“Kaç yaşındasın?” dedi Trump ahizeyi alır almaz.<br />
“30” dedim ona da, pöfleyerek. “Kaç kilosun?” diye<br />
eklemez mi? “Ne var Trump?” dedim, “Kendi ülkendeki<br />
kadınların orasına burasına laf ettiğin yetmediği gibi<br />
sıra bize mi geldi?” dedim. “Sinirlenme hayatım,”<br />
diyordu ki, “Hayatım deme bana!” diye çemkirdim.<br />
“Bir de utanmadan uluslararası arama yapıyorsun bunu<br />
sormak için, önce vergini ver vergini!” diye devam<br />
ettim. Tabii Whatsapp’ı o sırada düşünmemiştim. Çat<br />
diye suratıma kapattı telefonu. “Kapatırsan kapat”<br />
dedim ben de, gittim kanalı kapattım.<br />
Evden çıkınca “Sende bi değişiklik var, kilo<br />
almışsın...” dedi bakkaldaki Femriye Abla. “Yok dedim<br />
almadım, hep aynıyım.” “O zaman kilo vermişsin<br />
sen, var bir değişiklik” dedi. Konuşurken gözlerini<br />
kısıyordu, çok emindi.<br />
“Saçının rengini mi değiştirdin?” dedi yolda<br />
rastladığım arkadaşım. “Suratın çökmüş,” dedi onun da<br />
yanındaki, “Senin suratın küçük ya hemen belli ediyor,”<br />
diye ekledi. Uzmandı konusunda.<br />
“Popon büyümüş, dikkat et.” dedi ertesi günkü<br />
rüyamda Ali Ağaoğlu. Trump mesaj attı gene<br />
Whatsapp’tan, “N’aber pussygirl?” dedi. Fazla agresif<br />
görünmemek için cevap atmadım. Bu sefer subliminal<br />
mesajlardan girdi, e-mailime ikide bir zayıflama iksiri<br />
içmemi söyleyen mesajlar atıyordu.<br />
Femriye Abla’ya “Kaç yaşındasın, Femriye Abla?”<br />
dedim. Ters ters baktı. “Kadınların yaşı sorulmaz.” dedi.<br />
Ama Trump soruyor dedim, Ali Ağaoğlu da. Neden<br />
bahsettiğimi anlamadı tabii.<br />
Annemi aradım, “Kaç yaşındasın?” dedim. “Bilmiyor<br />
musun kaç yaşında olduğumu?” dedi, kızdı. “Kaç<br />
kilosun?” dedim sonra, o da suratıma kapattı.<br />
Düşündüm, düşündüm o gece, uyuyamadım. Kaç<br />
Fotoğraf:<br />
Hans H.<br />
Bærholm<br />
A Slow Walk<br />
Body And<br />
Room<br />
Encountering<br />
In Mirrors,<br />
Sophie<br />
Dupont,<br />
2014, (detay)<br />
yaşında olduğumuz, hayata geldik geleli yaşadığımız<br />
gün sayısıyla orantılıydı. Peki neden bu günlerin toplam<br />
sayısının çokluğu kadınların aleyhine işliyordu da Ali<br />
Ağaoğlu yaşlandıkça yanında gençleşen sevgilileri,<br />
Trump’ın altına boyalı saçları, katmerli göbeği aynı düz<br />
orantıyı vermiyordu?<br />
“Fazla uzatma bu meseleleri hayatım,” dedi o gece<br />
rüyamda Hillary. Ben de bir ara uğraşayım dedim<br />
ama artık bunlar eski dönem feministlerin işi, git<br />
eko-feminizmle falan uğraş, zaten saksı kafalı adamlar<br />
bunlar, ne desen anlamazlar.” diye kötü bir espriyle<br />
çekiliverdi.<br />
“Sen de haklısın Hillary” dedim uyanınca, “sadece<br />
esprilerine biraz çalışman gerek.” Kalktım yataktan.<br />
TV’de ABD seçim sonuçları yüzde yüzde açıklanıyordu.<br />
Balkonda açan çiçeklere çevirdim yüzümü. Hepsini<br />
yaşına, cinsiyetine bakmazsızın suladım. Gayet fit<br />
görünüyorlardı. “Kaç yaşındasın?” dedim bir tanesine,<br />
“30.” dedi. “Vay!” dedim. Şaşırmadı.<br />
060
e more<br />
green<br />
diesel.com/watches
Sadece yeni dönem Türk Sineması’nın değil<br />
aynı zamanda kendi kuşağının da en önemli<br />
görüntü yönetmenlerinden biri olan Emre Erkmen’le<br />
kariyerini ve yakın zamanda gösterime giren,<br />
Aslı Özge filmi Ansızın’ı konuştuk.<br />
EMRE ERKMEN<br />
Röportaj:<br />
Murat Emir<br />
Eren<br />
Fotoğraf:<br />
Volkan<br />
Yıldız<br />
062
Aslı Özge’yle ilk filminden bu<br />
1 yana süregelen bir işbirliğiniz<br />
var. Bu birlikte çalışma hali<br />
nasıl başladı?<br />
Aslı’yla üniversite yıllarından<br />
tanışıyoruz. Öğrencilik yıllarımızda<br />
birlikte sık sık Almanya’ya gidip<br />
geliyorduk. Berlin’i çok seviyorduk,<br />
orada sergilere, kitapçılara gidiyorduk,<br />
boş bavullarla gidip bir sürü kitapla<br />
dolu bavullarla geri geliyorduk. Birlikte<br />
çalıştığımız kısa film Capital C’yi de<br />
orada çekmiştik. O film birçok festivalde<br />
gösterildi ve ödüller kazandı. Ardından<br />
ben Alman Film Akademisi’nin<br />
Görüntü Yönetmenliği bölümüne<br />
(DFFB) başvurdum ve epey zorlu bir<br />
sınav süreci sonunda okula girmeye<br />
hak kazandım. Ki o dönem Almancayı<br />
daha yeni öğrenmiştim. Aslı da o<br />
sırada Marmara’dan mezun olmuştu<br />
ve o da benimle Almanya’da kalmaya<br />
devam etmek adına bir üniversitenin<br />
felsefe bölümüne başvurup kazandı.<br />
Almanya’daki eğitim sürecimizde<br />
Biraz Nisan’ı çektik. Sekiz günde iki<br />
kamerayla çektiğimiz son derece ilginç<br />
bir filmdi.<br />
Bu kadar iyi tanıdığınız<br />
2 birisiyle birlikte çalışmak<br />
nasıl bir deneyim?<br />
Aslı’yla çalışırken bizi görenler,<br />
birbirimizi yakından tanıdığımızı<br />
anlamazlar. Sette herhangi birine nasıl<br />
davranıyorsak, birbirimize de öyle<br />
davranırız. Böyle bir işbirliğindeki<br />
avantaj, bana o işin bir mesai gibi<br />
gelmemesi. Aslı film çektiği zaman<br />
yüzde yüz o işe kanalize olmanızı<br />
bekleyen yönetmenlerden. Ben filmle ve<br />
fotoğrafla yaşayan, bir yerlerde zaman<br />
kaybetmeye tahammülü olmayan bir<br />
insanım. Aslı da öyle. Kendini kolaylıkla<br />
bir işe adayabileceğin birliktelikler<br />
kurabilmek önemli.<br />
Onunla birlikte Ansızın’ın<br />
3 görsel yapısını nasıl<br />
oluşturdunuz?<br />
Çalışırken mutlaka renk paleti hazırlayıp<br />
filmin tonlarına en baştan karar vererek<br />
ilerliyoruz. Renklerin filmde önemi<br />
büyük. Melankolik ama depresif değil,<br />
canlı ama parlak değil. Seçtiğimiz<br />
renklerin hepsi arada kalmış renklerdi.<br />
Hayatboyu gri mavi tonlarının ağırlıkta<br />
olduğu bir filmdi, Ansızın’sa sonbahar<br />
tonlarının hakim olduğu bir film.<br />
Filmin çekildiği Altena adlı<br />
4 kasabanın da Ansızın’ın<br />
görsel anlatımında etkisi<br />
büyük.<br />
Film için çalışırken, elimizdeki<br />
senaryoda, kendisini sıkışıp kalmış gibi<br />
hisseden bir karakter (Karsten) vardı.<br />
Aslı’yla bu karakterin sıkışmışlığını<br />
nasıl anlatabiliriz diye düşünürken,<br />
mekana odaklandık. Almanya’nın<br />
muhteşem sonbahar atmosferinin görsel<br />
anlatıma faydalı olacağını düşündük. Bir<br />
yandan da bu atmosferde sıkışmışlığı<br />
resmedebileceğimiz bir mekan<br />
gereksinimi doğdu. Etrafı dağlarla kaplı,<br />
aradığımız gibi bir kasabayı Sauerland<br />
bölgesinde bulduk.<br />
Ansızın, 2016<br />
Bir nevi, bu mekanı seçmeye<br />
5 sizi içerik mi zorladı?<br />
Öyle bir yer aradık ki ana<br />
karakterin sıkışmışlığı hissedilsin.<br />
Ufkunu bile göremesin! Ki söz konusu<br />
kasaba da biraz öyle bir yer. Baktığın<br />
zaman gerçekten ufkunu göremiyorsun.<br />
Ana karakterimizin filmde yaptığı<br />
gibi, bazı şeyleri ancak yüksek bir yere<br />
çıktığında görebiliyorsun. Ama bu<br />
kasabayı da güzel bir mekan bulmuş<br />
olalım diye seçmedik, içerik istediği için<br />
seçtik.<br />
063
Sanatsal yaklaşımını<br />
6 benimsemediğiniz bir<br />
projede çalışır mısınız?<br />
Geneli itibarıyla aceleyle iş yapmaya,<br />
aceleyle film çekmeye pek inanmıyorum.<br />
Karşımıza çıkan, bu tür filmlerin,<br />
insanda bir bitmemişlik hissi yarattığını<br />
düşünüyorum. Örneğin doğru<br />
oynanmamış, oyunculuğu problemli<br />
sahneler izliyoruz, montajı bitmemiş,<br />
görsel çalışması daha tamamen<br />
bitmemiş filmler görüyoruz. Oysa ki<br />
Ansızın’ı izlediğim zaman her şeyin yerli<br />
yerinde ve tam olduğunu görüyorum.<br />
Jilet gibi film derler ya, tam öyle.<br />
Filmleri mümkün mertebe stilize etmek<br />
lazım, ama bu stilize etme şekli rejinin<br />
ve filmin de önüne geçmemeli. Bir uyum<br />
olmalı.<br />
Bugünden baktığınızda, İki<br />
7 Genç Kız’daki deneyiminizi<br />
nasıl anlatırsınız? Dijital<br />
kamerayla çekilip gösterime giren ilk<br />
filmlerdendi...<br />
İki Genç Kız’da o kamerayla çalışmaya<br />
ben karar vermiştim. Filmin neredeyse<br />
bütçesi yok gibiydi. New York’tan<br />
bir kamera alalım, küçük bir kamera<br />
olsun ve filmi onunla çekelim diye<br />
düşünmüştük. O zamanlar bunun<br />
çok örnekleri vardı ama onlar ABD’de<br />
yapılan filmlerdi. Ve bu durumun<br />
şöyle bir handikapı vardı, ekip<br />
bulmak zordu. Işık şefim vardı ama<br />
kamera asistanı bulamadım. DV bir<br />
kamerayla çalışacağımızı duyunca kimse<br />
yanaşmamıştı. Ben de Almanya’dan<br />
kendi asistanımı getirdim, filmin bir<br />
yarısında da üniversiteden bir arkadaşım<br />
asistanlık yaptı. Çünkü filmin dinamiği<br />
böyle bir kamerayı gerektiriyordu.<br />
Köprüdekiler’de olduğu gibi... Daha<br />
kirli de olsa duyguyu geçirirken<br />
bana önümde engel oluşturmayacak<br />
kameraları beğeniyorum.<br />
Zeki Demirkubuz’un belki<br />
8 de kariyerinde en ayrıksı<br />
duran filmi Kıskanmak’ın da<br />
görüntü yönetmeniydiniz. Bir dönem<br />
filmiydi. Onun bu farklı projesinde<br />
çalışmak nasıl bir deneyimdi?<br />
Zeki, o güne kadar çoğunlukla görüntü<br />
yönetmenliğini kendi kendine yaptığı<br />
ve çoğu şeye de kendisi karar verdiği<br />
için onunla çalışmak daha farklıydı.<br />
Onunlayken, oturalım beraber dekupaj<br />
yapalım, üstüne birlikte çalışalım<br />
gibi bir şey söz konusu değil. Çalışma<br />
prensibi daha farklı bir yönetmen.<br />
Setteyken birçok şeye bir gün öncesinde<br />
karar veriyor, hayal etmeyi, çekimler<br />
boyunca bambaşka bir ruh haline<br />
bürünmeyi, transa geçmeyi seven<br />
takıntıları olan bir yönetmen. Ama<br />
bir yanıyla da kameranın durduğu<br />
yer, ışık gibi konularda da sizi özgür<br />
bırakabiliyor. Fikir dinlemiyor değil,<br />
dinlemiyor gibi yapıp dinliyor.<br />
Mizansene ve oyuncu yönetimine çok<br />
hakim. Ama dediğim gibi, bazen de bir<br />
şeyleri sana bırakıveriyor, örneğin bir<br />
gün, Beşiktaş’ın maçı olduğu için, bir<br />
sahnenin çekimini bana bırakmıştı.<br />
Ansızın, 2016<br />
Film festivallerinde (bilhassa<br />
9 ülkemizde) görüntü<br />
yönetmeni ödülleri de<br />
veriliyor, belli bir süredir. Bu ödüller<br />
yeterli teknik değerlendirme yapılarak<br />
dağıtılıyor mu?<br />
Bu gibi ödüllerde en az hata yapmak<br />
için, jüriye mutlaka bir sinemacının, bir<br />
yönetmenin başkanlık etmesi gerektiğini<br />
düşünüyorum. Ki bence bu her ödül<br />
için geçerli bir konu. İyi görüntü<br />
yönetmenliğiyle iyi manzara ve mekan<br />
seçimi bazen karıştırılıyor. Elbette iyi<br />
görüntü yönetmenliği kusursuz fotoğraf<br />
çekmek de değil. Bir sürü unsurun<br />
belli bir harmoni içinde ilerlemesini<br />
sağlayabilmiş olmak gerekiyor.<br />
Halihazırda var olan güzelliği bir şeye<br />
çevirebiliyor musun? Gittiğin çirkin bir<br />
mekanda ilginç ve stilize bir görüntü<br />
çıkarabiliyor musun? Bu önemli. Bir<br />
bakış, bir anlayış, bir duruş ortaya<br />
koyabilmelisin.<br />
064
Tasarım disiplininin geçmişten günümüze nasıl evrildiğini ve bize ne anlattığını<br />
fazlasıyla önemsiyoruz. Aziz Sarıyer’in serüvenine kulak vermemiz tam da<br />
bundan kaynaklanıyor. Güncel ile tecrübenin kesiştiği yerde ise oğlu Derin<br />
Sarıyer devreye giriyor. İki farklı jenerasyonun tasarım felsefeleriyle yönümüzü<br />
daha rahat buluyoruz. Gözlükleri, İtalyan el yapımı Persol de yaklaşık 100 yıllık<br />
ustalığı ile deneyimine sadık kalarak ve<br />
yeni jenerasyona ayak uydurarak kendini<br />
yeniden yaratmaya devam ediyor.<br />
AZİZ SARIYER<br />
DERİN SARIYER<br />
Röportaj:<br />
Ali<br />
Tünay<br />
Fotoğraflar:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
BU BİR İLANDIR<br />
066
Bu sıralar Batı medyasında<br />
1 bolca duyduğumuz posttruth<br />
yani hakikat-sonrası<br />
çağ sizin için ne ifade ediyor?<br />
AZİZ SARIYER: Post-truth politics (gerçeklik<br />
sonrası siyaset) insanlık adına üzücü<br />
bir durum. İnsanlık dijital çağı yaşıyor.<br />
Eskiden 100 yılda bir yeni bir çağa<br />
girerken, çağları artık yaklaşık 15 yılda<br />
bir atlar durumdayız. İnsan teknolojiyi<br />
son hızla geliştiriyor, buna rağmen,<br />
hayvansal içgüdülerinden arınamıyor.<br />
Teknolojideki başarısını, maneviyatını<br />
yükseltmekte ve vicdanıyla buluşarak<br />
kendisini mutlu etmekte gösteremiyor.<br />
DERİN SARIYER: Hakikati aramak arzu<br />
edileni aramak değildir. Ortalama<br />
fikirlerin toplandığı havuz dolunca<br />
oluşan vasat atmosfer çoğunluğa<br />
konforlu bir varoluş imkanı<br />
verir. Bulunduğumuz dönemi bu<br />
konformizmle anlatabilirim.<br />
Türkiye’yi ilham verici bir<br />
2 coğrafya olarak görüyor<br />
musunuz?<br />
AS: Biz insanlar, doğduğu ülkenin veya<br />
dünyanın değil, evrenin vatandaşlarıyız.<br />
Yine de Türkiye’de ve özellikle<br />
İstanbul’da yaşamak bana kendimi<br />
iyi hissettiriyor. Türkiye, birçok<br />
medeniyetin kültür farklılıklarını<br />
harmanlamış bir ülke. Ve İstanbul,<br />
Dünya imparatorluklarına ev sahipliği<br />
yapmış olmasıyla kozmopolit bir şehir.<br />
Bu ülkede yaşamak, beni, hiçbir yere<br />
ait olmadığım, sadece evrenin insanı<br />
olduğum bilincine vardırıyor. Bu<br />
hissiyatımın mesleğime olumlu etkisi<br />
olmuştur. Yaratıcı fikirler, tarafsız<br />
düşünce neticesinde doğabiliyor.<br />
DS: Hayatı ilham verici buluyorum.<br />
Türkiye, hayatın rastlantısallığında içine<br />
doğduğum bir coğrafya. Mizacımızı<br />
ve arzularımızı seçemiyoruz. Bu<br />
yüzden, özgür irade diye bir şey<br />
de yok. Kodlarımızı hayata geçiren<br />
organizmalarız. Bu çok keyif verici bir<br />
şey.<br />
Persol 8649 ve Persol 649<br />
Aziz Sarıyer’in tercihi olan gözlük<br />
Persol 649, İtalyan stilinin değişmez<br />
ikonu haline gelmiş bir model. 1957<br />
yılında doğan bu gözlük Marcello<br />
Mastroianni gibi film yıldızları<br />
tarafından defalarca tercih edilmiş<br />
olup sanatla modayı birleştirmiştir,<br />
tıpkı Aziz Sarıyer’in tasarımı<br />
gelecekle birleştirmesi gibi...<br />
İnsanların yaşam stilleri sizin<br />
3 için direkt önem taşıyor olsa<br />
gerek. Yaşamın temposu<br />
tasarımlarınızda nasıl değişimlere yol<br />
açıyor?<br />
AS: İnsanların yaşam stilleri eleştiriye ne<br />
kadar açık olsa da, bu durum dönemin<br />
esasının tarifidir. Bunu kabullenmek<br />
gerek. Bu anlayış, anlatmak<br />
istediklerinizi anlamasını istediklerinize<br />
göre ifade etmenizi sağlar.<br />
DS: Yaşamın temposunun kaynağı<br />
sıkıntıdır. Her şey sıkılmamak için<br />
merak edilir, sorgulanır. Tasarımın<br />
yakıtı da sorgulayan zihindir. Dünyada<br />
olan bitenin farkında olmadan tasarım<br />
yapılmaz.<br />
Tasarım sürecinizi nasıl tarif<br />
4 edersiniz?<br />
AS: Bu konuda bir benzetme<br />
yapmak istiyorum. Tasarım, bir kadının<br />
hamile kalmak çabası gibi başlar. Fikir<br />
ortaya çıkar. Gebelik oluşur. İşlevsel ve<br />
form üstünlüğü arayışı sanki hamilelik<br />
dönemindeki sarsıntıları içerir. Tasarım<br />
ortaya çıkar, mutlu son, bebek doğar.<br />
Tasarımın tatbikatı iki yönlüdür. Biri,<br />
müşterisi belli olmayan, kendinizi<br />
serbest olarak ifade edebileceğiniz özgür<br />
alanda oluşturduğunuz çalışmalar.<br />
İkincisi ise, müşterinin ihtiyaç duyduğu<br />
kriterlere getireceğiniz çözümler. Bu<br />
ikincisi, çok önemlidir ve sorumluluk<br />
gerektirir. Hem müşterinizi yükseltmek,<br />
hem de kendiniz olabilmek için.<br />
DS: ‘İyi tasarım nedir?’ sorusuyla ilgili<br />
çok fazla spekülasyon yapılıyor. Sanat<br />
alanında yeri olabilecek bu kadar<br />
belirsizliğin tasarım dünyasında da<br />
geçerli olmasına gerek yok. İnovasyon<br />
içeren ve zamanıyla özdeşleşen<br />
çalışmalar tasarım kategorisine<br />
girmelidir. Nostaljiden beslenen<br />
çalışmalar ise stilize ve dekoratif işler<br />
klasmanındadır.<br />
067
Gözlük işlevsellikle estetik<br />
5 kaygıların birleştiği bir obje.<br />
Sizin için hangi tarafı daha<br />
baskın?<br />
AS: Gözlüğün işlevselliği tartışılamaz.<br />
Camın kalitesi ve derecelerinin<br />
doğru olduğunu kabul edersek,<br />
estetik değerlere ve kullanıcının yüz<br />
şeklinin altın oranları araştırılarak<br />
gözlüğün formuna karar verilmeli.<br />
Ayrıca, insanların yaşamları içerisinde<br />
kendilerine kazandırdıkları hayat<br />
görüşleri ve tarzları vardır. Seçimlerini,<br />
kendilerini iyi hissetmeleri yönünde<br />
kullanmalılar.<br />
DS: Miyop ve astigmat numaralarım<br />
yüksek. Bu nedenle işlev benim için<br />
zaten vazgeçilmez. Normal şartlarda<br />
aksesuar taşımıyorum fakat gözlüklere<br />
olan bu fonksiyonel bağımın kendi<br />
doğallığında gelişen estetik durumunu<br />
da son yıllarda çok sevmeye başladım.<br />
Derin Sarıyer’in gözlüğü Persol<br />
8649 kendi hayat hikayesine en iyi<br />
eşlik edecek modellerden biri...<br />
Persol’ün ikonik modeli 649’un<br />
özgün haline sadık kalarak yeniden<br />
yorumlanması ile doğdu ve “New<br />
Generation” serisindeki yerini aldı.<br />
Gözlüğünüz Persol’ün sizi<br />
6 yansıttığınızı düşünüyor<br />
musunuz?<br />
AS: İçinizdeki sesle buluşabildiyseniz,<br />
kendinizle bir olabildiyseniz, ihtiyacınız<br />
olanları seçmenize gerek kalmıyor ve<br />
seçimlerinizde her şey sizi tarif etmiş<br />
oluyor. Persol sadeliği, estetiği ve klasik<br />
detayları ile beni yansıtıyor.<br />
DS: Gözlüğüm beni yansıtıyor,<br />
memnunum. Olduğumuzdan farklı<br />
bir boyuta geçmek için objeleri<br />
kullanmak sağlıklı estetik sonuçlar<br />
vermez. Kendimizi iyi tanımak ve bunu<br />
stilimize yansıtabilecek objeleri anlayıp,<br />
kullanabilmek önemli bir konudur.<br />
Persol, uzun yıllara dayanan<br />
deneyimiyle kazandığı ustalığını,<br />
tasarımındaki ikonik detaylarıyla ifade<br />
ediyor.<br />
Birlikte çalışmanın zorlukları<br />
7 olsa da, birbirini çok iyi bilen,<br />
kimi zaman hiç konuşmadan<br />
anlaşabilen bir ikilisiniz. İlişkinizde<br />
içgüdüleriniz ne kadar devrede?<br />
AS: Aramızda 22 yaş farkı var. Erkek<br />
kardeşi olan ben, Derin’i de hep<br />
bir kardeşim gibi hissettim ve öyle<br />
davrandım. Çoğu zaman onun oğlum<br />
olduğunu unutuyorum.<br />
DS: Genellikle iyi anlaşıyoruz. Aynı<br />
fikirde olmadığımız konu ve durumlarda<br />
da geçinebilmeyi başarıyoruz.<br />
Derin Bey, taktığınız Persol,<br />
8 babanızın kullandığı modelin<br />
New Generation hali ve sanki<br />
kullanıcılarına hikayelerin değerini<br />
anlatıyor. Babanızdan öğrendiğiniz<br />
ve kendinize göre yorum kattığınız en<br />
değerli şey nedir?<br />
DS: Berrak bir zihne sahiptir babam,<br />
bunun yansımalarıyla potansiyelimi<br />
birleştirebilmek beni şeffaf düşünebilen<br />
bir yapıya kavuşturdu. Bağımsız<br />
aklın özü ne düşündüğünde değil<br />
nasıl düşündüğündedir. Eleştirel ve<br />
sorgulayan zihne sahip olmamda<br />
babamın kayda değer katkıları var.<br />
068
XOXO’da her ay yazılarıyla konuk ettiğimiz Gündüz Vassaf ’tan,<br />
değişime, birlikteliğe, geleceğe dair şiirsel bir kitap.<br />
NE YAPABİLİRİM?<br />
GELECEĞE KARTPOSTALLAR
Fatmagül Berktay’ın çalışma odası gösterişsiz. Raflarda alçak gönüllü,<br />
sessiz bir şekilde ilerleyen entelektüel ve akademik bir yolculuğun<br />
izlerine rastlıyorsunuz. Konuşmamızın merkezindeyse Berktay’ın Tarihin<br />
Cinsiyeti kitabı var. Biz tam kapıdan çıkarken, feminizm ve düşünce<br />
tarihi çalışan bir akademisyenden bekleyeceğimiz üzere, sürreal veya son<br />
derece sıradan, dışarıdan görünenin hiçbir zaman gerçeği yansıtmadığını<br />
söylüyor.<br />
FATMAGÜL BERKTAY<br />
Röportaj:<br />
Ali Tünay<br />
Fotoğraf:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
070
Feminizm kendine neyi dert<br />
1 edinir?<br />
Esas olarak, kadın haklarıyla<br />
ilgilenir. Ancak aynı zamanda hem<br />
kadınlar, hem de erkekler için, yani<br />
bütün insanlar için daha güzel ve<br />
eşitlikçi bir dünya kurulmasını talep<br />
eder. Kadın haklarıyla ilgilenmesinin<br />
asli nedeni de bugüne kadar kadınlarla<br />
erkeklerin dünyayı eşit şekilde<br />
paylaşmamış olmalarından doğan<br />
asimetri ve büyük haksızlıktır. Ancak<br />
feminizm çok daha kapsamlı bir eşitlik<br />
ve özgürlük projesidir.<br />
Konuya biraz tarihsel boyut<br />
2 katalım. Tarihin yapımına<br />
bilfiil dahil olmalarına karşın,<br />
kadınların rolü bugüne kadar neden<br />
tarihsel olarak kayda geçirilmemiştir?<br />
Kadınlar elbette daima tarihin<br />
yapımına katılmışlardır. Ama tarihi<br />
yazanlar kadın olmadığı için kadınlar<br />
ve aslında altta kalanların hepsi<br />
tarihin kayıtlarına geçirilmemişlerdir.<br />
Sonuç olarak tarih büyük adamların,<br />
savaşçıların, komutanların, kralların,<br />
imparatorların tarihi oldu. 19. yüzyıldan<br />
itibaren emekçi sınıflar tarih sahnesine<br />
çıktıkları için bir değişiklik yaşanmaya<br />
başladı. Kadınlar da erkekler de çeşitli<br />
mücadelelere girmelerine rağmen<br />
mülksüz erkeklerin oy hakkını elde<br />
etmeleri çok daha önce oldu. Kadınlar<br />
o dönemde çok mücadele ettiler, ancak<br />
20. yüzyılın başlarında oy hakkı elde<br />
ettiler. Ve sonra, ‘tamam, bu bize yeter’<br />
gibi bir anlayışa sahip oldular. 1970’lere<br />
gelindiğinde, sivil haklar hareketlerinin<br />
yükselmesiyle birlikte ikinci dalga<br />
feminizm denen durum ortaya çıktı.<br />
Bu aynı zamanda akademiye yansıdı.<br />
Bu çok önemli toplumsal hareket, 68<br />
hareketi ile birleşti ve birçok insanı<br />
etkisi altına aldı. Bugün artık toplumsal<br />
cinsiyeti analiz kategorisine katmayan<br />
bir tarihçi, adına layık tarihçi olamaz.<br />
Batı’da 70’lerde olan şey Türkiye’ye<br />
80’lerin sonunda geldi.<br />
Türkiye’de bu tür etkiler<br />
3 belli bir zaman aralığından<br />
sonra ortaya çıkıyor diyebilir<br />
miyiz?<br />
Hep böyle olmuştur. Daha önceleri 70-<br />
80 senelik bir zaman aralığı vardı. Sonra<br />
bu fark 20 seneye düştü. Ancak bundan<br />
sonrasında nasıl olacak bilemiyorum<br />
tabii...<br />
Peki feminist tarihçilik<br />
4 gerçekten devrimci midir?<br />
Bir kere bütün dönüştürücü<br />
akademik akımların arkasında<br />
toplumsal bir hareket olur. Böyle bir<br />
hareket olmadan da dönüştürücü bir<br />
güce sahip olmak mümkün olmuyor.<br />
Feminizmin dönüştürücü gücü,<br />
arkasına kadın hareketini almasından<br />
kaynaklanıyor. Hem uluslararası<br />
arenada, hem de Türkiye’de bu böyle.<br />
Sadece teorik anlamda değil, kurumsal<br />
anlamda da kadınların önünde<br />
büyük engeller var. Onları aşabilmek<br />
için toplumsal harekete dayanmak<br />
zorundasınız. Başkalarının bildiği her<br />
şeyi bileceksiniz, onun üzerine bir de<br />
feminizmi bileceksiniz. Kadınlardan hep<br />
kendilerini ispat etmeleri ve daha fazlası<br />
beklenir.<br />
Sorunun kökenine<br />
5 baktığımızda, modernleşme<br />
neden ataerkil düzlemde<br />
devam eden bir olgu olmuştur?<br />
Tarih sürekliliklerle kesintilerin<br />
birliğidir. Osmanlı’dan cumhuriyete<br />
geçişin süreklilik zeminini esas<br />
olarak ataerkilliğin oluşturduğunu<br />
iddia ederim. Cumhuriyet önemli<br />
ölçüde kadınlara bir alan açtı. Erken<br />
cumhuriyet döneminde kadınlar bu<br />
durumun çok farkındalar. Dolayısıyla<br />
ulusçu hareketi destekliyorlar. Ulusçu<br />
kadrolar da kadınların önünü açmaya<br />
çalışıyorlar ama aynı zamanda onları<br />
sınırlandırmaya çalışıyorlar. Düşünce<br />
hep şu oluyor: ‘Çok da fazla ileri<br />
gitmesinler’. Eskiden dini ideolojiye<br />
dayalı bir ataerkillik varken cumhuriyet<br />
döneminde modern bir ataerkillik var.<br />
Tabii bu sadece Türkiye’ye özgü değil,<br />
dünyanın her yerinde mevcut olan,<br />
en ileri ülkelerde bile tam kırılmamış<br />
bir durum. Aslında modern hayat bir<br />
anlamda kadınların üzerine çifte bir<br />
yük getirdi. Eskiden sadece anneydiniz,<br />
eştiniz, sınırlarınız belliydi. Şimdi ev<br />
geçindirmeye katkıda bulunuyorsunuz<br />
ama eve geldiğinizde yine annesiniz,<br />
zevcesiniz. Bunu biraz cumhuriyetin<br />
babaları kırdı. Kızlarına özgürlük<br />
tanıdılar ama eşleriyle aynı ataerkil<br />
ilişkiyi devam ettirdiler.<br />
071
Kadın-erkek eşitsizliğini<br />
6 Türkiye özelinde tetikleyen<br />
unsurlar var mı?<br />
Tabii. Sonuç olarak Türkiye çok uzun<br />
zaman bir şeriat toplumuydu. Bu,<br />
kadınlar açısından haklar yok anlamına<br />
katiyen gelmiyor. Ama bizim ataerkil<br />
pazarlık dediğimiz durumu, kadınların<br />
kendilerine layık görüleni içselleştirmesi<br />
getirmiştir. Kadının rolü bellidir, erkeğin<br />
rolü bellidir. Bunu değiştirirseniz<br />
dünyanın çivisi çıkar. Cumhuriyet bir<br />
anlamda dünyanın çivisini çıkarmaya<br />
çalışıyor. Bunu belli ölçülerde<br />
gerçekleştirdi. Ama hala buna karşı<br />
nasıl bir tepki var, onu da görüyoruz. Bir<br />
de üstelik, kadınlara, ‘ben ev işleriyle<br />
ilgileneyim, kocam bana baksın’ anlayışı<br />
daha kolay geliyor. Bu ataerkil zemin<br />
Türkiye’de daima var. Ayrıca müthiş bir<br />
erkeklik bravadosu var. Bu hem şiddeti,<br />
hem de militarizmi körüklüyor.<br />
Türkiye’de kadınların<br />
7 yaşadıkları sorunları en<br />
yakınlarındaki erkeklere<br />
bile açıkça ifade etmediklerini<br />
gözlemliyorum. Siz buna katılır<br />
mısınız?<br />
Tam bilemiyorum. Şöyle bir ilişki<br />
kurulabilir. Kadınlar birçok engele<br />
rağmen var olmaya çalışıyorlar. O<br />
engellerin bir kısmını da doğal kabul<br />
etmeye başlıyorlar. Bir de insan sürekli<br />
ikincil konumda olduğunu, mağdur<br />
olduğunu dile getirmek istemez. Bu<br />
hoş bir şey değil. Hatta genç kadınlar<br />
ezildiklerini kabul etmek istemezler.<br />
Kendim de biliyorum, başkaları<br />
eziliyorsa, ‘canım onlar çok akıllı değil’<br />
ya da ‘becerikli değiller’ gibi hep bir<br />
mazeret bulunur. Ancak sonra sizin<br />
başınıza bir tuğla düşer, anlarsınız ki bu<br />
durum bütün kadınlara ilişkinmiş.<br />
Şöyle bir iddianız var: İçinde<br />
8 yaşadığımız dünyanın<br />
kültürel olarak parçalanmış<br />
olması, onun aynı zamanda tek<br />
bir dünya olduğu gerçeğini<br />
ortadan kaldırmıyor. Neden böyle<br />
düşünüyorsunuz?<br />
Küreselleşme paradoksal bir biçimde<br />
yerelleşmeyi beraberinde getiriyor.<br />
Bütünleşme parçalanmayı getiriyor.<br />
Ortada diyalektik bir ilişki var. Bundan<br />
tamamen kurtulmanız mümkün<br />
değil. Bundan gerçekten kurtulmak<br />
ister misiniz? Onu da sorgulamak<br />
gerekir. Önemli olan, kendi yerel<br />
renklerinizle, küreselin, evrenselin bir<br />
parçası olabilmek. Dolayısıyla tamamen<br />
yerelleşmenin çok fazla taşralılık<br />
getirebileceğine inanıyorum. Bu nedenle<br />
teoride ve pratikte dünyaya açılmak<br />
çok önemli. Çünkü gerçekten tek bir<br />
dünyanın parçasıyız.<br />
Feminizm çalışmalarınız<br />
9 kızınızı nasıl etkiledi?<br />
Onu özgürleştirdi<br />
diye düşünüyorum. Ben kendim<br />
için mücadele ederken, ne kadar<br />
özgürleştiğim sorgulanabilir. Ama<br />
kızlarımız özgürleşiyor.<br />
Son olarak, Türkiye’de<br />
10 kadın-erkek eşitliğinin<br />
sağlanmasına dair<br />
umudunuzu koruyor musunuz?<br />
Gerçekten koruyorum. Belki erkek<br />
şiddeti artıyor ama yine paradoksal bir<br />
biçimde ideolojide ve zihniyet yapısında<br />
bir ‘erkeklik’ azalması olduğu için ve bu<br />
azalmayı telafi etmek için şiddet artıyor<br />
gibi geliyor. Kadınlar haklarını daha çok<br />
kullanıyorlar. Daha çok hayır diyorlar.<br />
Ama buna karşılık bir saldırı da var. Bu<br />
saldırıyı göğüsleyen sadece kadınlar<br />
değil, erkekler de bu mücadelenin<br />
içindeler. Şiddete karşı protestolarda<br />
erkekleri de görüyoruz. Bu çok önemli.<br />
Ben buna güveniyorum. Erkekler de<br />
değişiyor.<br />
072
HELLO/<br />
GOODBYE<br />
EGLE BUDVYTYTE<br />
Röportaj:<br />
Serap Gecü<br />
Portreler:<br />
Niels Stomps<br />
Niels, Egle’yi<br />
Amsterdam’daki<br />
evinde<br />
fotoğrafladı.<br />
Güvende<br />
hissetmediği<br />
bir dünyanın<br />
korunaklı bir<br />
köşesinde.<br />
Egle, normal biri olduğunu düşünüyor musun? Eh, bu tamamen normalliğe dair algınızla alakalı bir durum.<br />
Kendime böyle sorularla işkence etmekten vazgeçeli çok oldu. Normal ne o zaman? Genelgeçer ve baskın söylemin<br />
kurguladığı, genelde kendi sınırları içinde şekillenen, sosyokültürel bir konstrüksiyon. Yeterince açık oldu mu? Bu<br />
konuşmayı nasıl yapmayı tercih ederdin? Bir koreografi kurgulasana. Kafası güzel maymunlar görüyorum. Tristan<br />
Tzara’yla çalışabilseydin? O kadar eskiye gideceksek, bir kadınla çalışmayı tercih ederdim. Mesela Josephine Baker.<br />
Sana koreografi yaptıran ne? Tahrip etme arzusu. Kendini bu dünyada güvende hissediyor musun? Hayır, hem<br />
de hiç. Ayrıca dünyayı da tek bir bütün olarak görmüyorum, o daha ziyade bir sürü akıştan ibaret, yani herhangi<br />
birinin kendini güvende hissedebileceği bir doğası yok. Benim hayatımda da her şey farklı katmanlarda azalıp<br />
çoğalıyor, dalgalanıyor. Yaşadığım yerler, birlikte vakit geçirdiğim insanlar, fikirler... Nereye aitsin? Ormana,<br />
denize, dans pistine, ve sözcüğün geniş anlamıyla, acayip insanlarla dolu acayip mekanlara. Film sahnesi deyince?<br />
Sans Soleil’in her sahnesine hayranım.<br />
074
Egle’nin koreografisini yaptığı<br />
performanslardan,<br />
alt sırada, soldan sağa,<br />
Choreography for the Running<br />
Male, 2015; Some Were<br />
Carried,<br />
Some-Dragged Behind<br />
075
Iza Goulart’ı tanıyorsunuz. Nike’ı da... Şimdi aşina olduğunuz bu iki isim<br />
tek karede buluşuyor. Sonuç yine beklentilerinizin üzerinde. Bu işbirliğini<br />
fırsat biliyoruz, Iza’nın seyahatleri ve antrenmanları arasında eline bir<br />
kalem tutuşturup sözcüklerimizin devamını çok da düşünmeden getirmesini<br />
istiyoruz.<br />
IZA GOULART<br />
Röportaj:<br />
Linda<br />
Kocabıyık<br />
Fotoğraflar:<br />
Nike Inc.<br />
076
Güç... hedefin zorluğuna rağmen motivasyonunu,<br />
kararlılığını ve odaklanma yeteneğini kaybetmemek.<br />
Nike Beautiful X... bence sporun ve<br />
kadınların algılanma şeklinin günümüzde<br />
aldığı güçlü hali temsil ediyor ve sporcuları<br />
kahramanlaştırıyor.<br />
Nike Beautiful X’in en sevdiğim tarafı... siyah ağırlıklı<br />
oluşu ve koleksiyonun çeşitliliği.<br />
Koleksiyondaki ayakkabılar... koşudan,<br />
arkadaşlarla buluşmaya kadar her duruma<br />
uyum sağlıyor ve her gardırobun temel<br />
parçası olabilme özelliği taşıyor.<br />
Favori ayakkabım... Air Max.<br />
Eğer çalışmıyorsam... Nike sneaker’larımı<br />
her daim topukluya tercih ederim.<br />
Çünkü... kadınlar genellikle topuklu ayakkabılarla<br />
kendilerini güçlü ve güzel hissediyor. Bense<br />
sneaker’larla...<br />
Kendimi modelden ziyade... sporcu ve sözcü<br />
olarak görüyorum.<br />
Antrenman rutinimde... Pilatesten kickbox’a, koşudan<br />
ağırlıkla çalışmaya, her şey var.<br />
Spor... hayattaki motivasyonumu<br />
korumamı ve profesyonel hayatta daha iyi<br />
odaklanmamı sağlıyor.<br />
Özel hayatımda... aynı anda azimli bir sporcu, iyi bir<br />
arkadaş, vefalı bir evlat ve eğlenceli bir kardeşim.<br />
Stres... spor yaptığım zamanlarda yok<br />
oluyor.<br />
Hedefim... gökyüzü. Bence sporda varış çizgisi yok,<br />
sadece yola devam ediyorum.<br />
Her gün... mutlu olmak istediğimi<br />
düşünerek uyanıyorum.<br />
Aynaya baktığımda... mükemmel göründüğümü<br />
düşünmüyorum.<br />
Yegane isteğim... insanlara,<br />
odaklandıklarında, motivasyonlarını yüksek<br />
tutup, kararlı olduklarında hedeflerine<br />
ulaşabileceklerini göstermek.<br />
Gardırobumda... Konfor ve stilin bir arada olması<br />
çok önemli. Nike’ı en çok da bunu başarabildiği için<br />
seviyorum. Koleksiyondaki her bir parçanın bir işlevi<br />
var ve hepsi harika görünüyor.<br />
Günlük hayatımda... Dize kadar botlarla<br />
siyah skinny jean, Nike tişört, deri ceket ve<br />
Nike sweatshirt giymeyi seviyorum.<br />
Gece çıkarken... Biraz daha özenli oluyorum. Genelde<br />
blazer ceket giyiyorum ama yine de Nike’larımdan<br />
vazgeçemiyorum.<br />
Model olmanın en iyi yanı... dünyayı<br />
gezebilmek, yeni insanlar ve kültürler<br />
tanımak.<br />
Seyahatlerimde mutlaka... şehri tanımak adına<br />
sokaklarda koşuya çıkıyorum.<br />
Iza’ya<br />
bakıyorsunuz;<br />
konfor ve<br />
stilin güçlerini<br />
birleştirdiği bir<br />
günden.<br />
Seyahat etmiyorsam... mutlaka evde yemek<br />
pişiririm.<br />
İyi hissetmek için... vücudunuzla barışık olmanız her<br />
daim aktif kalmanız gerek...<br />
Kahvaltıda... taze sebze ya da meyve suyu<br />
içip protein almaya özen gösteriyorum.<br />
Dışarıda yiyorsam... menüdeki en sağlıklı seçeneklere<br />
yönelirim.<br />
Yememem gerekiyor ama... ekmek yemeyi<br />
çok seviyorum. Bu yüzden kendi ekmeğimi<br />
kendim yapıyorum.<br />
Hayallerini gerçeğe dönüştürmek için... kendine ve<br />
ailene güven. Çünkü aileniz sizi her zaman amaçlı ve<br />
dengeli olacağınız bir orta noktaya çeker.<br />
077
SOME WOMEN OF<br />
VETERINARY<br />
ÖZLEM CALP EGEDEN<br />
Hazırlayan:<br />
Ayşecan<br />
İpek<br />
Fotoğraflar:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
Ameliyata girmeden önce<br />
1 asla aksatmadığın bir ritüel<br />
var mı?<br />
Preoperatif kan tahlilleri ve kontroller<br />
sırasında çocuğun kilosunu tartıp<br />
tükenmez kalemle avcumun içine<br />
yazarım. Bu benim totemim. Sanki<br />
bunu yaparsam anestezide başa<br />
çıkamayacağımız bir aksilikle<br />
karşılaşmayacakmışız gibi geliyor. Şu<br />
ana kadar da işe yaradı valla. Sonuçta, en<br />
az bir kişinin çok sevdiği bir aile üyesini,<br />
patili bir yaşam ünitesini alıp, derin<br />
uyutup bir nevi ölümün eşiğine kadar<br />
götürüp geri getiriyorsun, sistemin<br />
maksimum güvenli de olsa, %100 bir<br />
garantisi yok ve birazcık stresli bir süreç.<br />
Ama insanı dinç ve pür dikkat tutan<br />
cinsten bir stres bu, işlevsel yani.<br />
Ada Veteriner, ismini<br />
2 köpeğiniz Ada’dan alıyor. O<br />
nasıl bir karakter?<br />
Kesinlikle komik bir karakter. Bir<br />
kere asla boyutunun ve gücünün<br />
farkında değil. Oyun oynarken coşkuya<br />
kapıldığında şuursuzca üzerimizde<br />
zıplayabilir, kafanızı gözünüzü<br />
yarabilir, kendini evdeki kedilerden<br />
biri sanıyor muhtemelen. Ütüyü<br />
kapıp gelecek kadar kocaman bir<br />
ağzı ve çene kasları olmasına rağmen<br />
Mayakuş iki yaşlarındayken kulağını<br />
şiddetle ısırdığında dönüp kafasını<br />
koparmayacak kadar nazik ve aileyi<br />
sahiplenen bir yapısı var. Çocuklara<br />
hakikaten olağanüstü iyi davranıyor.<br />
Tam bir abla. Ara sıra bahçeden ölü<br />
sincap gibi olmayacak şeyler getiren<br />
biraz değişik bir abla.<br />
Sizi ailece klinikte görmek<br />
3 mümkün. Anne-çocuk, karıkoca-meslek<br />
dengelerini<br />
nasıl tutturuyorsun?<br />
Evrim’le 2006’da kliniği açtıktan<br />
sonraki ortalama iki yıl mütemadiyen<br />
birbirimizi öldürmeye çalıştıktan sonra<br />
işbölümü yapmaya karar verdik. Ben<br />
cerrahi ile ilgilenirken bana her zaman<br />
çözümsüz farazi bulmacalar gibi gelen<br />
iç hastalıkları kısmını Evrim’e kitledim.<br />
Şahane kısmı ben kaptım yani, hah!<br />
Çocuklardan sonra klinik biraz kaotik<br />
hale gelse de bir şekilde idare ediyoruz.<br />
Daha ilkokula gitmeden anatomi bilgisi<br />
olan, bandaj yapmayı bilen sağlık<br />
profesyonelleri yetiştiriyoruz, bir nevi.<br />
078
SOME WOMEN OF<br />
VETERINARY<br />
MÜGE KESER LALELİ<br />
1<br />
2<br />
var mı?<br />
Bir veterinerin en sık<br />
kullandığı cümle nedir?<br />
Satın almayın, sahiplenin.<br />
Sen bir veterinere hangi<br />
soruyu sormak istersin?<br />
Sizin de bir can dostunuz<br />
Ölümle sıklıkla karşılaşan biri<br />
3 olarak onun hakkında neler<br />
düşünüyorsun?<br />
Ölümle yaşam arasındaki ince çizgiyi<br />
doğru yönetebilmek biz hekimlerin<br />
elinde ve bu süreçte bizim en büyük<br />
destekçilerimiz hasta sahipleri. Doğru<br />
zamanda doğru müdahale ile can<br />
dostlarımızın yaşam sürelerini ve<br />
refahlarını beraberce artırabiliriz.<br />
Veterinerlikle ilgili en yanlış<br />
4 önyargı nedir?<br />
Nasıl ki insan hekimliğinde<br />
özel klinik kavramı varsa bizler de<br />
veteriner klinikleri olarak hayvan<br />
sağlığına hizmet eden özel klinikleriz.<br />
Biz veteriner hekimler hayvanları<br />
hayvan sahiplerinden daha çok<br />
sevdiğimiz için bu mesleği seçtik. Bazı<br />
durumlarda acil olarak bize getirilen<br />
sokak hayvanlarının ilk müdahaleleri<br />
tabii ki yapılıyor ve bundan sonra<br />
yapılması gereken işlemler ve tutarları<br />
ile ilgili bilgilendiriyoruz. Ama ne yazık<br />
ki hasta sahipleri ve hayvan dostlarının<br />
gözünde verdiğimiz hizmetin<br />
karşılığında ücret talep ettiğimizde<br />
hayvanlara olan sevgimiz ve mesleğimiz<br />
sorgulanmaya başlıyor.<br />
Bu meslekte iyi para kazanılır<br />
5 mı?<br />
Mesleğimizin dünyadaki<br />
saygınlığının artmasına rağmen<br />
maalesef Türkiye’de bu durum tam<br />
tersine gelişmeye devam ediyor. Her<br />
ilde, veteriner hekimler odasının<br />
belirlediği, klinikler için yıllık olarak<br />
hazırlanan bir minumum uygulama<br />
ücret tarifesi mevcut. Prosedüre<br />
uyulmadığında haksız rekabet ortamı<br />
oluştuğu için, küçük hayvan veteriner<br />
hekimliği yapan meslektaşlarımızın<br />
geliri çok değişkenlik gösteriyor. Ayrıca,<br />
sıklıkla karşılaştığımız durumlardan<br />
biri de, yardıma muhtaç sokak<br />
hayvanlarının tedavileri için harcanan<br />
giderlerimiz olması. Yine de işini<br />
severek yapan kişilerin hem maddi hem<br />
manevi kazancının yeterli olduğunu<br />
düşünüyorum.<br />
080
SOME WOMEN OF<br />
VETERINARY<br />
EZGİ YURDAARMAĞAN<br />
Kurallara uymak mı,<br />
1 içgüdülerinin peşinden<br />
gitmek mi?<br />
Çoğu zaman içgüdüleriyle hareket<br />
eden bir insanım ama kurallara uymak<br />
da takıntılı olduğum bir durum, bu<br />
yüzden, kurallar çerçevesinde içgüdüsel<br />
davranmak diyebilirim.<br />
Tıpta yüksek puan<br />
2 tutturamayanların<br />
veterinerliği seçtiği<br />
önyargısına nasıl bir cevap vermek<br />
istersin?<br />
Evet, böyle bir önyargı var. Fakat ben<br />
hem lisans hem de yüksek lisans öğretim<br />
hayatım boyunca böyle bir durum ya da<br />
kişiyle karşılaşmadım. Mesleğimizde<br />
esas olan şey empati; kendini kimi<br />
zaman hasta sahibinin kimi zaman da<br />
hastanın yerine koymak zorundasın.<br />
Onu sevmek, onun gibi düşünmek ve<br />
öyle karar vermek...<br />
Kliniğiniz sokak hayvanları<br />
3 için neler yapıyor?<br />
Bizi farklı kılan<br />
özelliklerimizden biri de sokak<br />
hayvanlarına gösterdiğimiz özen.<br />
Anipoli ailesi olarak, şartları onlar<br />
için mümkün oldukça iyileştirmeye<br />
çalışıyoruz. Sokak hayvanlarından<br />
muayene ücreti talep etmiyoruz, tedavi<br />
aşamasında indirim uyguluyoruz ve<br />
tedavi ettiğimiz her sokak hayvanını<br />
sahiplendirmeye çalışıyoruz. Onların<br />
iyileşip sahip bulduktan sonraki<br />
mutluluklarını görmek bizim için en<br />
muhteşem şey oluyor.<br />
Ortağın Özge’yle birlikte<br />
4 çalışıyorsunuz. Veterinerlikte<br />
bir ortağının olmasının ne<br />
gibi artıları var?<br />
Çoğu insana göre ortaklı iş yapmak<br />
sıkıntılı bir durumdur. Ama ben<br />
böyle düşünmüyorum. Özge, Fatih<br />
ve ben birbirimizi tamamlıyoruz.<br />
Herkesin iyi olduğu farklı alanlar var ve<br />
hepimiz kendi alanımızda rollerimizi<br />
paylaşıyoruz.<br />
Bu mesleğin en zor yanı<br />
5 nedir?<br />
Bir yandan tanı-tedavi<br />
prosedürünü yürütmeye çalışırken, diğer<br />
yandan da hasta sahibi ile ilgilenmemiz<br />
gerekiyor. Bazen işler ne yazık ki<br />
istediğimiz gibi gitmiyor ve bu durumu<br />
hasta sahibine açıklamak kolay olmuyor.<br />
Böyle durumlarda hekimliğimiz sonuca<br />
göre değerlendirilebiliyor ve dolayısıyla<br />
bu bizi daha fazla yıpratıyor.<br />
082
OFİSTE ZARAFETİN<br />
ORTAK DİLİ<br />
Değiştirilebilir döşeme özelliği ve<br />
rahatlığıyla KEYN, bulunduğu<br />
ortama bambaşka bir hava<br />
katıyor. Tasarımındaki zarif<br />
detaylar, kumaş veya deri<br />
kaplama seçeneğiyle KEYN,<br />
Herman Miller’ın en estetiği.<br />
When office feels perfect. AYAZMA YOLU SOKAK NO:5 ETILER ISTANBUL, TR | +90 (212) 263 6406<br />
bms.com.tr
SOME WOMEN OF<br />
VETERINARY<br />
ÇAĞLAR KONDU ÖZCAN<br />
Bir veterinerin öğrenmesi<br />
1 gereken ilk şey nedir?<br />
Özveri ve sabır. Bazen<br />
iyileştirmeye çalıştığınız bir miniği<br />
kimselere emanet edemez, onun için<br />
günlerce klinikte yatıp kalkarsınız. Sabır<br />
kısmı ise siz onun iyiliği için bir şeyler<br />
yapmaya çalışırken, sizi sürekli ısırıp<br />
tırmalamaya çalışan bazı çılgın ruhlu<br />
miniklerde devreye giriyor.<br />
Hangisini sakinleştirmek<br />
2 daha kolay: Hayvanları mı<br />
yoksa insanları mı?<br />
Hayvanına göre değişir. Ama her<br />
halükarda hayvanlarla uğraşmayı tercih<br />
ederim. Onların en çılgınıyla uğraşırken<br />
bile aslında özünde bir kötülük<br />
olmadığını biliyorsunuz.<br />
Kaç kere ısırıldın ve<br />
3 ısırıldığında ne hissettin?<br />
Hatırlayamayacağım kadar<br />
çok! Acemilik yıllarımda daha çok<br />
ısırılıyordum, artık reflekslerim de<br />
gelişti, yardımcı ekibimiz de çok iyi, bu<br />
nedenle artık nadiren başıma geliyor.<br />
Isırıldığımda acı duyuyorum tabii ama<br />
artık bizler için o kadar normal bir şey<br />
ki bu, elimden kanlar akıyor bile olsa, o<br />
anda yapmaya çalıştığım işi bitirip sonra<br />
kendime pansuman yapıyorum<br />
Bu mesleği, onu hiç bilmeyen<br />
4 birine nasıl anlatırdın?<br />
Konuşamayan bir canlının<br />
dilisiniz. Onun ne hissettiğini, ne derdi<br />
olduğunu anlamanız gerekiyor. Bunu<br />
başardığınızda, örneğin size koma<br />
halinde gelen bir miniğin ilk ayaklanıp,<br />
mama yemeye başladığı o an var ya!<br />
İşte hepimiz o an duyduğumuz hisse<br />
bağımlıyız.<br />
Bir hayvanın gözlerinin içine<br />
5 baktığında aklından ilk geçen<br />
ne oluyor?<br />
Aşk. Bunca yıl sonra hepsine aynı aşkla<br />
bağlıyım.<br />
084
ÜCRETSİZ<br />
3. İSTANBUL<br />
TASARIM<br />
BİENALİ<br />
Galata Özel Rum İlköğretim Okulu<br />
Studio-X Istanbul / DEPO<br />
Alt Sanat Mekanı<br />
İstanbul Arkeoloji Müzeleri<br />
22 EKİM-20 KASIM<br />
#bizinsanmiyiz<br />
#istanbultasarimbienali<br />
XOXO The Mag’in katkılarıyla yayımlanmıştır.
SOME WOMEN OF<br />
VETERINARY<br />
DİLARA TEZEL<br />
Veterinerlikte kadın ve erkek<br />
1 ayrımı olduğunu düşünüyor<br />
musun?<br />
Eskiden veteriner hekimlikte cinsiyetçi<br />
bakış açısı olduğu doğru ama<br />
günümüzde mesleğin her alanında<br />
çalışan kadın veteriner hekimlerin<br />
bu algıyı yıktığını düşünüyorum.<br />
Fakültelerde de kadınların sayısı<br />
erkeklerin sayısına eşitlendi hatta erkek<br />
sayısını geçmeye bile başladı.<br />
Hayvanlarla ilgili keşfettiğin<br />
2 seni de şaşırtan bir gerçeği<br />
bizimle paylaşır mısın?<br />
Beni en çok şaşırtan, sahiplenilen<br />
bir hayvanın bir süre sonra aile<br />
bireylerindeki hastalıklara benzer<br />
sorunlar yaşaması. Örneğin, alerjik<br />
astımı ve şeker hastalığı gibi bulaşıcı<br />
olmayan rahatsızlıkları bulunan bir<br />
çocuğun kedisi ve ya köpeğinde de bu<br />
tarz sorunlarla sıkça karşılaşıyoruz.<br />
Nedeni hala tam olarak çözülebilmiş<br />
değil.<br />
İnsanlar ve hayvanlar arasında<br />
3 bir seçim yapman gerekse<br />
kimi tercih ederdin?<br />
Çocukluğumdan beri bu sorunun cevabı<br />
benim için hep hayvanlar olduğu için<br />
bu mesleği seçtim, ancak okurken<br />
ve çalışırken öğrendim, ikisi birlikte<br />
değerli, bir bütünün parçası. Benim<br />
görevim ise bir veteriner hekim olarak<br />
bu dengeyi korumak.<br />
Bugüne kadar karşına çıkan<br />
4 en ilginç vaka neydi?<br />
En şaşırtıcı vakalar genelde<br />
yabancı cisim yutma ile geliyor. Mesela<br />
geçtiğimiz aylarda gelen bir kedinin<br />
plastik içeren her maddeye karşı bir<br />
ilgisi vardı. Poşet sesini duyduğunda,<br />
gördüğünde mutlaka yemek istiyordu,<br />
en son geldiğinde ise ailesi evdeki<br />
bulaşık eldivenin bir tekinin olmadığını<br />
fark etmişlerdi. Başarılı bir operasyon<br />
ile mideden eldivenin kalan parçası<br />
uzaklaştırıldı. Şimdi ise homeopati ile<br />
davranış bozukluğu tedavisi görüyor.<br />
086
LESS IS MORE<br />
25 yıldır tasarımda “az”ın gücüne inanıyor, ev & ofis için mobilya ve aydınlatmanın<br />
modern klasiklerini showroomlarımızda sizler ile buluşturuyoruz.<br />
Ortaköy Dereboyu Cad. No: 78 34347 İstanbul T. +90 212 327 05 95 - F. +90 212 327 05 97<br />
Apa-Giz Plaza Büyükdere Cad. No: 191 K.-1 Levent 34330 İstanbul T. +90 212 264 75 75 - F. +90 212 264 75 74<br />
Cinnah Cad. No: 66/1 Çankaya/Ankara T. + 90 312 440 06 10 - F. +90 312 440 05 94<br />
www.mozaikdesign.com - info@mozaikdesign.com
Sade ve orijinal bir İngilizin gölgesinde giyinmek, cinsiyetinizden ve trend<br />
listenizden bağımsız stilinize hükmetmeli. Denkleme bir de spor ilhamlarını<br />
eklerseniz yanlış yapmanın imkansız olduğu bir sonuca ulaşacaksınız. Çok<br />
bilinmeyenler arasında siz kaybolmadan biz denklemin sizi nereye götüreceğini<br />
söyleyelim; Fred Perry’ye,<br />
Bilstore’lara.<br />
THE AUTHENTIC<br />
Yazı:<br />
Linda<br />
Kocabıyık<br />
Fotoğraflar:<br />
Fred Perry<br />
BU BİR İLANDIR<br />
088
Modanın yeni pazarlama trendleri, tüketicisinin güncel<br />
taleplerine yeni bir arz ile cevap vereli henüz birkaç<br />
hafta oluyor. Avangart, neo-lüks modaevleri kapsül<br />
koleksiyonlar yerine eski koleksiyonlarını yeniden<br />
piyasaya sürüyor. Aslında iki sezon önceki tasarımları<br />
yeniden piyasaya sürmek cesaret gerektiren bir adım<br />
olarak görülebilir. Ama söz konusu, koleksiyonunu<br />
1952’den bu yana aynı tutarlılıkla sürdürebilen bir<br />
marka olduğunda, dinamikler değişiyor ve adımlar<br />
daha kararlı atılıyor. Modanın yeni trendini aslında<br />
yıllar önce Fred Perry bir nevi markasının DNA’sına<br />
işliyor ve klasikleriyle geçmişe dönmekten çekinmiyor.<br />
Söz konusu, mirasını güncelleyerek tasarlamak<br />
olduğunda, biraz tarihi bilgi kaçınılmaz: Tenis<br />
kariyerine 18 yaşında başlayan Fred, haliyle günlük<br />
hayatında en çok tenis tişörtünü giyiniyor. Ve<br />
1920’lerden beri değişmeyen tasarımları giymekten<br />
sıkıldığında, yenilik arayışına Avusturyalı futbolcu<br />
Tibby Wegner’i de dahil ediyor. Yıl 1952, malum<br />
Fred Perry authentic tişörtü o dönemde sadece tenis<br />
oyuncularının kullanımına açık. Takvimde biraz<br />
ilerlediğinizde, aynı zamanda profesyonel masa tenisi<br />
oyuncusu olan Fred’in 1960’larda mod kültürünü kasıp<br />
kavuran renkli tasarımlarını masa tenisi oyuncularının<br />
gardıroplarına entegre edişine şahit oluyorsunuz.<br />
Masa Tenisi Komitesi’nin, tenisle karışmaması<br />
adına beyaz tişörtü yasaklamasından kaynaklı bir<br />
dürtüyle tasarlanan Fred Perry klasikleri, göğsünde,<br />
Wimbledon’dan ilhamlı logosunu da değiştirmeden<br />
Fred Perry,<br />
Authentic,<br />
Sonbahar<br />
2016<br />
milenyuma taşınıyor. Ve mod kültürünün favori<br />
tasarımları, millenial’ların gardıroplarına dahil oluyor.<br />
Z jenerasyonunun tüketim alışkanlıklarını inceleyen<br />
raporlar, doğruluğunu kanıtlıyor ve yeni jenerasyonun<br />
önceliğinin trendden ziyade stil olduğu konusunda<br />
fiziksel delilini, Fred Perry’nin Authentic serisinin<br />
son dönemlerin en popüler koleksiyonu olmasıyla<br />
sunuyor.<br />
Her renk kombinasyonunun nevi şahsına münhasır<br />
bir hikaye anlattığı tasarımlar çok geçmeden kadınların<br />
gardıroplarına da sızıyor. Eh, ne sunduğunu bilen,<br />
sade, karmaşasız, klasik bir İngilize kim karşı koyabilir?<br />
Tasarımının DNA’sını kadın gardıroplarına entegre<br />
edip feminen koleksiyonunu sadece tişörtlerle<br />
kısıtlamayan kreatif ekip, 5-4-4 ikiz dokuma tekniğini<br />
farklı renk birliktelikleriyle elbiselere eviriyor. Tabii<br />
yine ilk ilham kaynağı tenis kültürüne bağımlı kalıyor.<br />
Zira yeni yüzyıl dahilinde tasarımları tenisten bağımsız<br />
kullanabileceğinizi belirtmeye mahal yok.<br />
Unisex kavramını ve active wear’i her zamankinden<br />
daha hevesli bir şekilde gardırobuna dahil eden moda<br />
gurularının işbu talebini on yıllar önce arza çeviren<br />
Fred Perry, cinsiyetler üstü koleksiyonlarını, bisikletten<br />
tenise ve masa tenisine uzanan ilhamlarla tasarlıyor.<br />
Ve bu klasik İngiliz, 2007’den beri Fred Perry’lerde,<br />
Bilstore’larda sizi bekliyor.<br />
089
START WITH A BOOK. Aslında her şey doğal, lüks<br />
ve niş kokulu mumlarla esans işine sağlam bir adım<br />
atan Timothy Han’ın kitaplara olan ilgisiyle başlıyor.<br />
İki parfümden oluşan yeni koleksiyonunda Han’ın<br />
parfümlere katmak istediği asıl özellik parfümün bir<br />
hikayeyi çağrıştırması<br />
oluyor ve bunun için<br />
esin kaynağı olarak<br />
kendine 20. yüzyıl<br />
edebiyat klasiklerinden<br />
iki kitap belirliyor.<br />
Kerouac’in On the<br />
Road’undan ilham<br />
alan ilk parfümün üst<br />
notalarında galbanum,<br />
limon, bergamot ve lavanta, kalp notalarında amyris,<br />
sedir ağacı ve paçuli ve baz olarak da meşe yosunu,<br />
benzoin, huş ağacı, vanilya ve laden reçinesi bulunuyor.<br />
Diğer parfüme adını ve hikayesini veren kitapsa Simone<br />
de Beauvoir imzalı She Came to Stay. Uniseks parfüm<br />
paçuli, vetiver ve sedir ağacıyla açılıyor; Endonezya<br />
karanfili ve muskatla devam edip Sardunya çiçeği,<br />
fesleğen ve limonla da akıllarda kalmaya devam ediyor.<br />
Hikayenin geri kalanını yazmak sizin elinizde.<br />
1965-1967. Bir kez daha bizi Andy Warhol’un<br />
Fabrika yıllarına ışınlayan<br />
yeni bir kitapla karşılaşıyoruz.<br />
Ve ancak bu sefer her şeyi 17<br />
yaşında bir fotoğrafçının bakış<br />
açısından görüyoruz. Warhol’un<br />
adının yanında defalarca<br />
rastladığımız Stephen Shore,<br />
bir önceki cümlenin öznesi<br />
olarak aramızda. 1965-67 yılları<br />
arasında duvarları alüminyum<br />
folyoyla kaplı Fabrika’da vakit<br />
geçirmeye başlayan Shore, bu<br />
zaman içinde çektiği fotoğrafları<br />
Factory: Andy Warhol adını verdiği kitapta topluyor.<br />
Malum, konu sadece Fabrika’nın duvarları ve Andy’nin<br />
saçları olmaktan çıkıyor ve Shore’un kadrajına Edie<br />
Sedgwick, Lou Reed ve Nico gibi isimler de giriyor.<br />
COURTNEY, NASTY, RISKY. Ocak ayındaki başarılı<br />
işbirliğini takiben Courtney Love ve Nasty Gal tekrar<br />
kolları sıvıyor ve bir öncekine kıyasla daha fazla<br />
risk alarak tasarlanan kapsül koleksiyonla karşımıza<br />
çıkıyor. Kıyafetlere attığınız ilk bakış, aklınıza grunge<br />
ve 90’lı yılların inkar edilemez uyumunu getiriyorsa,<br />
bakış açınızı değiştirmeyi düşünmeyin. Leopar desenli<br />
ceketler, slip elbiseler, toz pembe kıyafetler ve tabii ki<br />
siyah deri pantolonun unutulmadığı koleksiyonda çoğu<br />
parça Courtney Love’ın kendi stilinden yola çıkarak<br />
tasarlanıyor. Bu stili biraz açmak gerekirse; Hole’un<br />
meşhur şarkısı Doll Parts’tan<br />
sözlerin işlendiği kumaşlardan<br />
ve Love’ın 1994’te Spin<br />
dergisinin kapağında giydiği<br />
beyaz yakalı siyah elbiseden<br />
bahsedebiliriz. Koleksiyonda<br />
önümüzdeki günlerde geri<br />
dönüş yapacağına inanılan ve<br />
belki de Love’ın aldığı riski en<br />
iyi şekilde yansıtan parçaysa<br />
dantelli bodysuit oluyor. Nasty<br />
Gal’in meşhur asiliğinin de<br />
eksik edilmediği koleksiyona 3<br />
Kasım’dan itibaren her grunge-sever ulaşabilecek.<br />
DA FUNK. Toilet Paper’ın Daft Punk eşliğinde hayata<br />
geçireceği kutlamaya davetlisiniz. Müzik sektöründe<br />
bir milyon kopya satan albümlerin bu başarıyı altın<br />
plakla kutlamasına gönderme yapan dergi, kendi bir<br />
milyonluk kotasını doldurması şerefine, Daft Punk’ın<br />
1995 çıkışlı<br />
klasiği Da Funk’ı<br />
altın bir plak<br />
halinde tekrar<br />
satışa çıkartmaya<br />
hazırlanıyor. Pek<br />
tabii derginin<br />
alternatif, nevi<br />
şahsına münhasır tavrı, bu projede de ön plana çıkıyor.<br />
Yalnızca 1000 adet basıldığı için müstesna bir parça<br />
kategorisine de koyabileceğimiz plak için The Vinyl<br />
Factory’yle işbirliği yapan Toilet Paper, tasarım sürecine<br />
Maurizio Cattelan ve Pierpaolo Ferrari’yi dahil ediyor.<br />
Altın plakta Da Funk’a ek olarak Teachers parçasını<br />
dinleyebilir ve 90’lara üç, beş dakikalığına da olsa geri<br />
dönerek nostalji yapabilirsiniz.<br />
IT’S ALRITE. Kendi özelliklerinin yanı sıra, sanat<br />
eseri sıfatını taşıyabilen bir saat düşünün. Her ne<br />
kadar ince işçilik ve ustalık<br />
içeren saatler, birer sanat<br />
eseri gibi nitelendirilse de,<br />
bahsetmekte olduğumuz<br />
saat, bu kategoriye gözü<br />
kapalı giriş yapıyor çünkü<br />
üzerinde sanatçısının<br />
orijinal eserinden bir<br />
parça taşıyor. Kasım ayının<br />
ortasında tüm dünyada<br />
satışa sunulacak olan<br />
Diesel Alrite, Brooklyn’in<br />
sokak sanatı kültürünü<br />
bu modele kadar taşıyan Rostarr’ın elinden çıkıyor.<br />
090
Üzerinde yaklaşık 14 metre karelik Rostarr imzalı<br />
grafik kaligrafinin küçük bir parçasını taşıyan model,<br />
sanatın yalnızca Brooklyn’in duvarlarında kalmadığını<br />
ve aslında kalmaması gerektiğini anlatır cinsten.<br />
SAY CHEESE! Kodak, amatör ya da profesyonel, her<br />
türlü fotoğraf tutkununu<br />
yeni ‘icadıyla’ tanıştırmaya<br />
hazırlanıyor. 1940’larda<br />
çıkardığı Ektra fotoğraf<br />
makinesini çıkış noktası<br />
alarak bu senenin sonunda<br />
satışa sunmaya hazırlandığı<br />
Ektra Smartphone, telefon<br />
olarak kullanılabilmesinin<br />
yanı sıra fotoğraf ve video<br />
kalitesiyle dikkatleri<br />
üzerine çekiyor. Kameralı<br />
telefonların popülaritesiyle Kodak dahil birçok<br />
markanın fotoğraf makinesi satışlarındaki düşüşe cevap<br />
olarak tasarlanan Ektra’yla çekebileceğiniz fotoğraflar<br />
13 megapiksel kalitesinde oluyor ve bu yüksek boyutu<br />
düşünerek Kodak, Ektra’ya 32 GB büyüklüğünde bir<br />
hafıza bahşediyor.<br />
MAKE LEVI’S VINTAGE AGAIN. Levi’s, Sonbahar/<br />
Kış sezonunda Vintage Clothing koleksiyonunu<br />
çıkartmaya hazırlanıyor ve bu ürünler END. tarafından<br />
bir araya getiriliyor. Amerikan ruhunu yansıtan<br />
üniformaların tarzından ve tarihinden etkilenerek<br />
bu dönemi hatırlatan siluetlerin hazırlandığı Levi’s<br />
Vintage Clothing koleksiyonunda, tabii ki Amerikan<br />
bayrağından yola çıkılan renklere rastlayacaksınız.<br />
Yavaş yavaş<br />
gözünüzde<br />
canlanmaya<br />
başlayan bu tarzı<br />
en iyi yansıtan<br />
parçalar, atkınızı<br />
yanınıza almayı<br />
unuttuğunuzda<br />
sizi sıcak tutacak ve<br />
orijinali 1967’de tasarlanan yün yakalı Type III Sherpa<br />
Trucker Jacket, ve koleksiyondaki oduncu gömleği ya da<br />
sade bisiklet yakalı kazaklarla birlikte giyebileceğiniz<br />
1966 model 501 Made in USA Jean Rigid olacak.<br />
CAMEL COAT. Sonbaharın, turuncu ve sarıya<br />
bürünmüş ağaç yapraklarını ve mütemadiyen değişen<br />
hava şartlarını çağrıştırmasına izin vermemek için<br />
işinizi sağlama almanızı öneriyoruz. Malum, bu bir<br />
mevsim değişimi ve şüphesiz, gardırobunuz da ruh<br />
halinizle ve hava durumuyla birlikte değişiyor olacak.<br />
Bu gel-git dolu günler için bir sonbahar vazgeçilmezi<br />
olan pardösülerin işinizi kolaylaştıracağını iyi<br />
biliyorsunuz. Lafı uzatmadan<br />
konuya girelim ve işinizi daha<br />
da kolaylaştıracak bir yola<br />
girelim: Tween, bu değişimi<br />
fırsat bilip ilhamını sonbahardan<br />
ve hayatın dinamizminden<br />
aldığı yeni koleksiyonuna<br />
camel rengi pardösüler<br />
ekliyor ve bu pardösülerin çok<br />
yönlülüğü sayesinde, diğer tüm<br />
kıyafetlerinizle istediğiniz uyumu<br />
yakalamanızı sağlıyor. Hava<br />
durumuyla olan münasebetinizi<br />
yoluna koyduktan sonra size düşen görev, sonbaharın<br />
tadını çıkartmak oluyor.<br />
SWITCH MASTER. Geçtiğimiz aylarda Apple’la birlikte<br />
çalışacağının haberini veren Nintendo, Switch adında<br />
yeni bir oyun konsoluyla geri dönüşünü muhteşem<br />
kılmak için hazırlanıyor. Switch’e ait özellikler, her<br />
oyun severi şimdiden bekleme sırasına koyacak kadar<br />
iddialı. Heyecan kat<br />
sayısını artırmak<br />
için başlayalım: Yedi<br />
inçlik ekran ve hava<br />
yolculukları dahil her<br />
yerde kullanılabilmesi<br />
sınırları zorlarken,<br />
adı ‘Joy-Con’ olarak<br />
değişen ve ekranın yanlarına çıkarılıp takılabilen<br />
kumandalarla iki kişilik oyunlar oynayabileceğinizi<br />
aklınızın bir köşesine yazmayı unutmayın. 17 Mart’ta<br />
satışa sunulacak Nintendo Switch’te oynayabileceğiniz<br />
oyunlardan birkaçını sıralayacak olursak; 3D Super<br />
Mario, Mariokart, The Legend of Zelda ve Skyrim<br />
listeye ilk sıradan giriş yapıyor.<br />
J’ADORE GERİ DÖNÜYOR. Dior J’adore’la tanışma<br />
fırsatına eriştiğimizde, parfümün kampanya yüzü<br />
Charlize Theron reklam filminde bize şu sözleri<br />
söylemişti: “Hayat siyah beyaz değil, altındır.” Bu<br />
belki de Dior parfümlerinin altın<br />
çocuğu J’adore’u en iyi anlatan<br />
cümleydi. Dior’un baş parfümörü<br />
François Demachy’nin yeteneğini<br />
bir kez daha kanıtladığı J’adore,<br />
bu çarpıcı cümleyi yeniden dile<br />
getirmek, sadık kullanıcıları ve<br />
yıllardır çalıştığı Theron’la bu<br />
başarıyı bir kez daha kutlamak için<br />
hafif detaylarla değişen şişesiyle<br />
J’adore’u yeniden piyasaya sürüyor.<br />
Bu vesileyle J’adore’u yıllarca çok satanlar bölümünden<br />
091
eksik etmeyen esansı, yeniden burnumuzda<br />
beliriveriyor. Söz konusu esans yasemin, Damascena<br />
gülü, ylang ylang ile başlıyor ve sümbülteber, sandal<br />
ağacı ve güveotuyla kapanış yapıyor.<br />
GOSHA’DAN FOTOĞRAF DERSLERİ. Topman, Gosha<br />
101 olarak da adlandırabileceğimiz kampanyasıyla<br />
yılbaşı ruhunu yaşatmaya biraz erken başlıyor ve Gosha<br />
Rubchinskiy’le birlikte kolları sıvıyor. Modellerin<br />
İngiliz grunge stilinde<br />
parçalar giydiği fotoğraflarda<br />
Rubchinskiy’nin mütevazı ve<br />
erkeksi stiline rastladığımız<br />
kadar, dağınık arka planlar<br />
ve endüstriyel çizgilerle<br />
Sovyetler’e doğru bir zaman<br />
yolculuğuna çıkıyoruz. Comme<br />
des Garçons’la yaptığı benzeri<br />
işbirliğinden sonra Rubchinskiy,<br />
Topman’in genç, hızlı ve klasik<br />
duruşunu kendine mahsus<br />
sakinliğiyle birleştirerek ortaya gözleri yormayan, sade<br />
ve etkili bir işbirliği çıkarıyor.<br />
CLASS OF 2016. Luxottica ve Dazed’in işbirliği<br />
birbiriyle yan yana görme ihtimalinizin bir hayli düşük<br />
olduğu isimleri tek bir kareye sığdırıyor. Hari Nef,<br />
Iris Apfel, Rejjie Snow gibi moda sektörüne öyle ya da<br />
böyle adını yazdırmış isimler, bu işbirliği sonucunda<br />
Luxottica’nın gözlükleriyle lise yıllığını andıran pozları<br />
Fumi Nagasaka’ya veriyorlar ve adından mütevellit,<br />
Class of 2016 serisi<br />
ortaya çıkıyor.<br />
Farklı sektörlerden,<br />
farklı karakterlere<br />
sahip insanların<br />
benzer gözlükler<br />
takabileceğini<br />
kanıtlamak için çıkılan<br />
yolda, yukarıdaki<br />
sıradışı üçlüye eşlik<br />
eden diğer isimler ise Gray Sorrenti, Mae Lapres ve bir<br />
Instagram fenomeni olan Mike the Ruler oluyor.<br />
BARIŞ İÇİN PORTOFINO. IWC Schaffhausen’ın<br />
2005’ten beri küresel ortağı olduğu Laureus Sport for<br />
Good Foundation için Rio de Janeiro’ya gidiyoruz.<br />
Yanımızda boks eldivenlerini giymiş, IWC marka<br />
elçilerinden Adriana Lima ‘Barış için Dövüş’ adlı proje<br />
aracılığıyla gençlere ilham vermek için sporla eğitimi<br />
bir araya getiriyor. Bu vesilesiyle IWC, elverişsiz<br />
koşullardaki çocukları ve gençleri desteklemek için<br />
her yıl yaptığı gibi Laureus’a bir saat adıyor. Portofino<br />
Automatic Moon Phase 37 Edition “Laureus Sport for<br />
Good Foundation” bu sene Laureus’a adını yazdırıyor<br />
ve 1500 adetle sınırlı saatin sırtında bulunan kabartma<br />
Kıbrıs Rum Kesimi’nden<br />
on altı yaşındaki Eleni<br />
Partakki’nin kız ve<br />
oğlan çocuklarını top<br />
oynarken gösteren resmi<br />
oluyor. Lacivert timsah<br />
derisi kayışı, altmış altı<br />
adet pırlantadan oluşan<br />
paslanmaz çelik kasası ve<br />
IWC’nin her zamanki mütevazı ve klasik çizgileri, bu<br />
usta işçiliğin tuzu biberi.<br />
THE NIGHT MUSE. Modern Muse’un ilk çıktığı yılları<br />
düşünelim; markanın White Linen veya Pleasures ile<br />
yakaladığı klasik çizgisinden biraz uzaklaştığımız bir<br />
süreçten bahsediyoruz. Yakın geçmişe geldiğimizde,<br />
Estée Lauder, koruduğu geleneği ve geliştirdiği silajla<br />
birlikte, Kendall Jenner’ı da yanına alarak karşımıza<br />
tekrar çıkışına tanıklık ediyoruz.<br />
Şimdiki zamanda ise, gecenin<br />
güzelliğini ve gizemini yansıtan<br />
Modern Muse Nuit karşımızda<br />
ve adından da anlaşılacağı gibi<br />
parfümün notaları daha karanlık<br />
ve odunsu bir duruş sergiliyor.<br />
İlk çıktığı günden itibaren<br />
parfümden eksik olmayan<br />
yasemin, egzotik mandalina ve<br />
zambağa sandal ve tonka ağacı,<br />
Madagaskar vanilyası, amber ve<br />
misk eşlik ediyor ve Modern Muse’un genç duruşunu<br />
biraz da olsa olgunlaştırıyor.<br />
HER YERDE ESPRESSO. Kahve ile arasındaki<br />
bağı biraz daha güçlendirmek isteyenlerin hayatını<br />
kolaylaştıracak bir makineden bahsetmek istiyoruz.<br />
Bahsettiğimiz makine insan gücüyle çalışıyor ve<br />
elektriğe gerek kalmıyor, dolayısıyla Nomad’in<br />
espresso makinesini tanımlamak için basit ve küçük<br />
kelimeleri en uygun sözler<br />
oluyor. Günümüzün<br />
ilerleyen teknolojisine<br />
basitliğiyle meydan okuyan<br />
espresso makinesi nerede<br />
olursanız olun kahvesiz<br />
kalmayacağınızın sözünü<br />
veriyor. Parlak renklerden<br />
oluşan seri bir kenara,<br />
Nomad’in en dikkat çekici özelliği manuel olmasına<br />
rağmen bir espresso makinesinin yaptığı kremsi kahveyi<br />
yapabiliyor olması. Bunun için tek ihtiyacınız bir tutam<br />
kahve ve sıcak su.<br />
092
#madeforcities<br />
Feneryolu Mah. Çamtepe Sk. No:5<br />
Kadıköy İstanbul<br />
bisikletgezgini.com 0216 386 82 85
PERSONAE<br />
NON GRATAE<br />
Sözlük anlamına<br />
takılı kalmadan<br />
tüketiniz.<br />
Fotoğraflar:<br />
Emre Doğru<br />
Kreatif Direktör:<br />
Olga Şerbetcioğlu<br />
Moda Editörü:<br />
Utku<br />
Palamutçu<br />
Saç:<br />
Ali Yılancı<br />
Makyaj:<br />
Hakan Kültür<br />
Fotoğraf<br />
Asistanları:<br />
Sinan Aksu,<br />
Can Büyükkalkan,<br />
Cumhur Özen,<br />
Ünal Turhan<br />
Moda Editörü<br />
Asistanı:<br />
Tuğçe Bahçıvangil<br />
Modeller:<br />
Ramune, Tamila/<br />
True Models<br />
094
Palto:<br />
Dior<br />
Gözlük:<br />
Dior<br />
Küpe:<br />
Louis Vuitton<br />
095
Tamila:<br />
Kazak:<br />
Sandro/<br />
Brandroom<br />
Palto:<br />
3.1 Phillip Lim/<br />
Beymen<br />
Pantolon:<br />
Acne Studios/<br />
V2k Designers<br />
Yüzük:<br />
Louis Vuitton<br />
Ramune:<br />
Mont:<br />
Balenciaga/<br />
Beymen<br />
Etek:<br />
Beymen<br />
Collection<br />
096
Tamila:<br />
Takım:<br />
Lanvin/<br />
Harvey Nichols<br />
Ramune:<br />
Bot:<br />
Louis Vuitton<br />
097
Gömlek:<br />
Asilio/<br />
Vakkorama<br />
Elbise:<br />
Burberry<br />
Ceket:<br />
Blaze/Beymen<br />
098
099
Panço:<br />
Chloé/Beymen<br />
100
Ramune:<br />
Elbise:<br />
Marco de<br />
Vincenzo/<br />
Harvey Nichols<br />
Kazak:<br />
Isabel Marant<br />
Etoile/<br />
Brandroom<br />
Ceket:<br />
Sandro/<br />
Brandroom<br />
Kemer:<br />
Louis Vuitton<br />
Tamila:<br />
Palto:<br />
Dior<br />
101
Kazak:<br />
Kenzo/<br />
Brandroom<br />
Etek:<br />
Weekend<br />
Gözlük:<br />
Hally & Son/<br />
Turkuaz Optik<br />
102
Elbise:<br />
Burberry<br />
Ceket:<br />
Alexander<br />
Wang/<br />
Brandroom<br />
Jean:<br />
3x1/V2k<br />
Designers<br />
103
104
Tamila:<br />
Etek:<br />
Dior<br />
Ramune:<br />
Bluz:<br />
Dior<br />
Ceket:<br />
Dior<br />
Pantolon:<br />
Dior<br />
105
Tümü:<br />
Louis<br />
Vuitton<br />
106
Tamila:<br />
Tümü:<br />
Miu Miu<br />
Ramune:<br />
Kaban:<br />
Max Mara<br />
107
BÜŞRA DEVELİ<br />
Röportaj:<br />
Utku Palamutçu<br />
Fotoğraflar:<br />
Serkan Şedele<br />
Moda Editörü:<br />
Deniz İrem Çek<br />
Saç:<br />
Mehmet Menteş/<br />
art+ist<br />
Makyaj:<br />
Sam Araji/<br />
art+ist<br />
Set Amiri:<br />
Halit Kerim<br />
Fotoğraf Asistanları:<br />
Utku Atalay<br />
Erkan Şedele<br />
Moda Editörü<br />
Asistanları:<br />
Bilgecan Koçana,<br />
Meriç Al<br />
Büşra her ne kadar etrafının<br />
sayborglar ve robotlar tarafından<br />
sarılı olduğunu düşünse de,<br />
biz bu çoğunluktan sıyrılarak<br />
kendisiyle oldukça sıradan<br />
bir gün geçirmek için kolları<br />
sıvıyoruz. Serkan Şedele<br />
deklanşöre basarken, herhangi<br />
bir illüzyona ihtiyaç duymadan,<br />
onu olduğu gibi yansıtıyor.<br />
Büşra’nın cevapları da Serkan’ı<br />
destekler cinsten...<br />
108
Ceket:<br />
Blaze/<br />
Beymen<br />
Broşlar:<br />
The Sky<br />
Küpe:<br />
Dior<br />
109
110
Büşra, Y jenerasyonunun<br />
1 oyunculuğa düşkünlüğüne<br />
dair ne düşünüyorsun?<br />
Bu galiba dünya düzeninin<br />
insanları kamera önüne itmesinden<br />
kaynaklanıyor. Ama ne yazık ki<br />
bunun altının çok dolu olduğunu<br />
düşünmüyorum. Etrafımda öyle<br />
insanlar var ki, bu adamın oyunculuktan<br />
hiçbir kazancı olmasa da oyuncu olur<br />
diyebiliyorum. Bu jenerasyonda ise<br />
böyle bir şey söz konusu dahi değil.<br />
Daha ziyade çıkar odaklı bir meslek<br />
seçiminden bahsedebiliriz.<br />
Bu durum sosyal medyanın<br />
2 hayatımıza entegre oluşuyla<br />
da alakalı tabii.<br />
Bir anda ortaya çıkan sosyal medya<br />
fenomenleri bunun en iyi örneği. Bu<br />
yüzden, oyunculuktan ziyade, popülarite<br />
peşinde olmaktan kaynaklı bir durum<br />
söz konusu. Bir karakter yaratayım, şöyle<br />
oynayayım, böyle canlandırayım diyen<br />
bir kitleden bahsetmiyoruz. Zaten bu<br />
çok çetrefilli, insanın psikolojisini dahi<br />
etkileyen bir yol.<br />
Instagram fotoğraflarına<br />
3 yapılan yorumları<br />
okuduğunda kendine<br />
yabancılaştığın oluyor mu? İnsanlar<br />
fotoğraflarının altında seni Juliette<br />
Binoche’a benzettiklerinden de<br />
bahsediyorlar ama yermekten de geri<br />
kalmıyorlar.<br />
Sosyal medyadaki pek çok insanın gerçek<br />
kimliğini kullanmadığına inanır oldum.<br />
O yorumları yapan insanların hepsi<br />
sanki birer bilgisayar programıymış gibi<br />
geliyor bana. Aslında bir yandan, bu<br />
durum çok korkutucu çünkü belki de<br />
yorum yapan insanlardan birisi sadece<br />
dokuz yaşında ve akla hayale sığmayacak<br />
şeyler yazabiliyor. Bu yüzden sosyal<br />
medyayı olabildiğince ciddiye almamaya<br />
çalışıyorum. Ve oradaki yorumları<br />
kendimi değerlendirmek için geri<br />
bildirim olarak kullanmıyorum.<br />
Oyunculuk bir nevi kendini<br />
4 tatminden ibaret aslında.<br />
Sana bir görev veriliyor,<br />
görevi yerine getiriyorsun, bunu<br />
hem izleyiciye hem de kendine<br />
kanıtlıyorsun. Bu tatmin sende ne<br />
ölçüde?<br />
Benim çok değişik bir<br />
mükemmeliyetçilik anlayışım var, her<br />
ne kadar bunun iyi bir şey olduğunu<br />
düşünmesem de... Kusursuz olana<br />
ulaşmak isteği bir noktada kişiyi<br />
frenliyor çünkü mükemmel olmayacaksa<br />
hiç olmasın gibi bir mantığa<br />
bürünüyorsun. Ben oyunculukta<br />
hiçbir zaman kendimi tamamlanmış<br />
hissetmedim. Beni harekete geçiren şey<br />
eksiklik hissi olmuştur. Her zaman çok<br />
şey yapmam gerekiyormuş gibi geliyor.<br />
Zaten sadece oyunculukta değil, sanatın<br />
herhangi bir dalında ‘bu oldu’ dediğin<br />
noktada geri gitmeye başlıyorsun.<br />
111
Terlik:<br />
Miu Miu<br />
112
Neden oyuncu oldun?<br />
5 Büyük ihtimalle çocukken çok<br />
dikkat çekmek istediğim için<br />
olabilir. Çünkü garip bir şekilde ilkokul<br />
üçte mikrofon alıp okulda yazdığım<br />
skeçleri düzenlerdim ve utanç verici<br />
taklitler yapardım. Hocalarımı arayıp,<br />
sesimi değiştirip telefon sapıklığı da<br />
yapıyordum. Saçma gelecek ama içimde<br />
böyle bir merak vardı. O zamanlar<br />
bunun tiyatroyla alakalı olduğunu<br />
anlayamamıştım tabii. Hatta ben<br />
ilkokul birdeyken yönetmenlik okuyan<br />
ablam bir oyun kurmuştu ve mahallede<br />
bilet kesip bu oyunu sergilemiştik.<br />
Yani oyunculuk bende hep vardı.<br />
Sonra orta ikinci sınıfta sözel okumaya<br />
karar verdim. Ama hiçbir zaman<br />
tiyatro okuyacağımı düşünmemiştim.<br />
Aslında ben ilkokul öğretmeni olmak<br />
istiyordum.<br />
Bundan 30 yıl sonra da<br />
6 oyunculuk yapıyor olacağım<br />
diyebiliyor musun?<br />
Bu oyunu (Mekan Artı’da sergilenen<br />
Burada Bugün) çıkardıktan sonra<br />
hayatımda ilk defa bir mesleğim<br />
olduğunu hissettim. Ve bu beni çok<br />
duygulandırdı. Okulda ya da dizide<br />
bunu tam anlamıyla hissedememiştim.<br />
Bu benim büyümemle de alakalı<br />
olabilir ama hala ileride bu mesleği<br />
yapmayabilirim diye de düşünüyorum.<br />
Fakat eğer vazgeçersem bu tamamen<br />
ülkemizim koşullarından dolayı olur.<br />
Ben sadece oyunculuğu sistemin içinde<br />
yapmaktan keyif almayabilirim. Onun<br />
dışında oyunculuğun kendisinden hiçbir<br />
zaman soğumayacağımı düşünüyorum.<br />
Şans faktörü, malum, dizi<br />
7 sektörü için büyük rol<br />
oynuyor. Oynadığın ilk<br />
dizinin uyarlama bir senaryo oluşu seni<br />
şanslı kıldı diyebilir miyiz?<br />
Öncelikle, dizinin orijinalini<br />
bildiğim için, bu işin kesin tutacağını<br />
düşünüyordum. Türkiye’ye çok<br />
uygun bir iş gibi gelmişti. Tabii o<br />
zamanlar okuldaydım, işe çok uzaktan<br />
bakıyordum ve sektörün bu kadar<br />
içinde değildim. İlk başta dizide beş<br />
kız olduğumuz için hiç korkmadım.<br />
Onlarla bir ay kadar çok fazla birlikte<br />
çalıştık. Diziden çok keyif aldım.<br />
Benim için çok yaratıcı bir süreçti. Sete<br />
adım attığımızdaysa işin ‘iş’ tarafıyla<br />
tanıştım. Benim için bu çok garipti.<br />
İnsanların tepkileriyle iyi bir iş yaptığımı<br />
anlayabiliyordum.<br />
Dizide oynama kararı<br />
8 alırken bir şeylerden taviz<br />
veriyormuşsun gibi hissettin<br />
mi?<br />
Galiba hassasiyetimden taviz verdim.<br />
Çünkü hassas olmamam gerektiği için<br />
büyümek zorunda kaldım. Ve bu benim<br />
için yüzleşme gibi bir şey oldu. Bir anda<br />
kendi ayaklarım üzerinde durmam<br />
gerekti. Kişisel olarak da yaptığım her<br />
şeyin sorumluluğu benim üzerimdeydi.<br />
Bu beni gerçek anlamda çok yıprattı.<br />
Hayatım iki ay gibi bir sürede<br />
değişiverdi.<br />
En büyük tavizi diziye<br />
9 girdikten sonra okulu<br />
dondurarak verdin<br />
herhalde. Sektöre girdikten ve başarılı<br />
olduktan sonra okulu bitirmişsin ya da<br />
bitirmemişsin bir önemi kalmıyor mu?<br />
Öncelikle konservatuardaki<br />
öğrencilerin bir yandan kapalı bir<br />
kutunun içinde olmaları bekleniyor,<br />
bir yandan da kapitalizmin yaptığı<br />
baskı var. Ve bu baskı sürekli sana bir<br />
şeyleri kaçırıyormuşsun hissi veriyor.<br />
Gerçi buradayken de sanki okulu<br />
kaçırıyormuşum gibi geliyor, ama ben<br />
hazır genç ve dinamikken şansımı<br />
deneyip sonra okula dönmeye karar<br />
verdim. Şimdi de oradan ön lisans alıp<br />
lisansımı yurtdışında tamamlamayı<br />
düşünüyorum. Ama işin özünde,<br />
bir tiyatro oyununda oynayınca da o<br />
eğitime denk bir eğitim alabileceğime<br />
inanıyorum.<br />
113
114
115
Seni çok etkileyen bir<br />
10 karakter canlandıracak olsan,<br />
onun için yapmayacağın şey<br />
var mıdır peki?<br />
Yapamayacağım şey her zaman vardır.<br />
Büşra ve Büşra’nın hayatı herhangi<br />
bir meslekten çok daha önde gelir.<br />
Kısacası mesleğim benim hayatım<br />
değil. Ben her zaman dünyayı<br />
Büşra olarak değerlendiriyorum,<br />
başka şeyler sonra geliyor. Ama bir<br />
şeylerden vazgeçebilmek de iyidir diye<br />
düşünüyorum. Beni etkileyen karakter<br />
ticari bir şey değilse, hayatımın rolü<br />
olması lazım; o zaman yapmayacağım<br />
şey yok.<br />
Eleştiriye açık bir insan<br />
11 mısın?<br />
Evet, ama işime geleni alırım.<br />
Ve bu, karşımdaki insana verdiğim<br />
değerle de çok alakalı. Eğer o kişi aklına<br />
güvendiğim biriyse onun eleştirisine<br />
değer veririm.<br />
O halde kendini bir konuda<br />
12 eleştirir misin?<br />
Kendimi eleştirebileceğim o<br />
kadar çok şey var ki... Mesela bazen çok<br />
idealist olabiliyorum. Bir şey bana zarar<br />
verse de sonuna kadar gidebiliyorum.<br />
Bazen insanlarla duygusal ilişkiler<br />
kuruyorum, fazla hassas olabiliyorum.<br />
Bir de çok inatçıyım.<br />
Haftada kaç saat<br />
13 çalışıyorsun?<br />
Bir insan ne yaparsa yapsın,<br />
hiçbir zaman bir dizide çalıştığı kadar<br />
yorulamaz. Şu an üç tane sinema<br />
filminin yapım aşamasındayım. Yine<br />
de bir dizi kadar yoğun çalışmıyorum.<br />
Kendimle olduğum bir döngüdeyim,<br />
ama asla nefes alamayacak kadar yoğun<br />
değilim.<br />
Neyi çok iyi yaparsın?<br />
14 Konuşmakta ve kendimi ifade<br />
etme konusunda iyiyim. Ya<br />
da bir fikri empoze etmekte de iyiyim<br />
diyebiliriz. Karşımdaki insanı kazanmayı<br />
çok seviyorum. Pazarlık etmede de<br />
iyiyim diyebilirim.<br />
116
Bluz:<br />
Academia/<br />
Beymen<br />
Kazak:<br />
Miu Miu<br />
Süveter:<br />
Miu Miu<br />
Bot:<br />
Dsquared2/<br />
Beymen<br />
117
Tümü:<br />
Balenciaga/<br />
Beymen<br />
118
Gömlek:<br />
Kenzo/<br />
Harvey<br />
Nichols<br />
Süveter:<br />
Dior<br />
Atkı:<br />
Academia/<br />
Beymen<br />
119
Elbise:<br />
Dior<br />
Ayakkabı:<br />
Miu Miu<br />
120
121
Kimin hayatını reality show<br />
15 yapsalar soluksuz izlersin?<br />
Ben Nazım Hikmet’in çok<br />
büyük hayranıyım. Bazı geceler onun<br />
şiirlerini okuyup evde ağladığım ya da<br />
güldüğüm oluyor. Onun hayatının her<br />
anını izlemek isterdim.<br />
Farz et ki önemli bir ödül<br />
16 almışsın ve konuşma<br />
yapıyorsun...<br />
Bunu herkes gibi daha önce ben de<br />
düşünmüştüm, ama aslında ben ödüle<br />
ve getirdiklerine çok inanmıyorum.<br />
Tabii ki kazanmak insanı mutlu eden bir<br />
şey ama o ödül hiçbir zaman bir filmde<br />
inanılmaz iyi oynadığımın göstergesi<br />
olmaz. Bu yüzden, herhalde çok klişe bir<br />
konuşma yapardım. Herkese teşekkür<br />
ederdim tabii. Ama bu hayali ödül,<br />
projenin benim için ne kadar değerli<br />
olduğuyla da alakalı. Eğer hayatımı<br />
ortaya koyduysam belki ağlayabilirim.<br />
Neyse, genel olarak çok minnettar<br />
olurdum.<br />
Tanınmak hoşuna gidiyor<br />
17 mu?<br />
Açıkçası çok da hoşuma<br />
gitmiyor. Ben biraz insanların arasında<br />
olmayı ve onları gözlemleyerek<br />
beslenmeyi seviyorum. Ve bütün gözler<br />
bende olduğu zaman ben o kadar fazla<br />
dışarı bakamıyorum. Bu da hayattan<br />
aldığım zevki engelliyor. Sokağa bunları<br />
unutarak çıkıyorum. En çok korktuğum<br />
şey, günün birinde bir cam fanusun<br />
içinde yaşıyor olmak.<br />
Dışarıdan nasıl göründüğünü<br />
18 düşünüyorsun?<br />
Zararsız göründüğümü<br />
düşünüyorum. Bazı insanlar vardır,<br />
egosantrik enerjileri yüksektir ve<br />
diğerleri için tehlike oluştururlar<br />
ya... Böyle bir şeyim hiç olmadığı için<br />
insanların yanımda rahat olduklarını<br />
ve bana güvendiklerini hissediyorum.<br />
Dışarıdan görünüşüm sadece bir<br />
imajdan ibaret. Beni tanımayanlar<br />
hakkımda her şeyi düşünebilir,<br />
ama tanıyanlar zararsız olduğumu<br />
hissederler.<br />
Bu sektörde seni en fazla ne<br />
19 zorluyor?<br />
Sektöre girdikten sonra,<br />
insanlarla kurduğum ilişkilerde kendim<br />
olabilme özgürlüğümü yitirdiğim<br />
noktalar oldu. Çünkü işlerin hiç tahmin<br />
etmediğim gibi yürüdüğünü fark<br />
ettim ve ben çözümü şöyle buldum:<br />
Kim olursa olsun ben işe kendim<br />
olarak yaklaşıyorum ve böylece kafam<br />
karışmıyor. Aşağıda, yukarıda, yapımcı,<br />
yönetmen herkese aynı davranıyorum.<br />
122
Ceket:<br />
Comme des<br />
Garçons/<br />
Harvey<br />
Nichols<br />
Etek:<br />
Comme des<br />
Garçons/<br />
Harvey<br />
Nichols<br />
123
Chanel’in İlkbahar-Yaz sunumunu coğrafyanızdan bağımsız, front row<br />
ile aynı anda izlediniz. Sorgulamalarınız devam ediyor olabilir. İlerleyen<br />
sayfalarda sorgunuzu biraz daha samimi bir atmosfere taşıyalım: Sunumdan<br />
birkaç gün önce XOXO’ya özel fitting fotoğraflarının çekildiği Chanel’in<br />
Paris mağazalarından birine...<br />
INTIMATE TECH<br />
Yazı:<br />
Aslin<br />
Kumdagezer<br />
Fotoğraflar:<br />
Benoit<br />
Peverelli<br />
124
Bu evrenin, başka bir tanesinde yaşayan bir fizikçinin<br />
oyun alanı olduğu teorisini günlük gerçeklerinize<br />
dahil edin. Eh, günün sonunda Homo Sapiens’in<br />
sayborglaşması oyunun kuralları dahilinde beklenen<br />
bir süreç. Sayborglaştığınız konusundaki soru<br />
işaretlerinizin, (hala var olduklarını varsayalım)<br />
Lagerfeld-vari bir sunumla çözüme kavuşması ise her<br />
şeyin beklendiği moda dünyasında beklenmeyenler<br />
tarafında...<br />
Geleceğe dair kehanetleri en tutarlı olan tasarımcılar<br />
konseyine dahil olan Monsieur Lagerfeld, İlkbahar-Yaz<br />
2017 için kartlarını açtığında rotasını mecburi Kuzey<br />
Amerika’ya, start up’ların ana vatanına çeviriyor. Ve<br />
Seattle stereotipi Coco’nun mirası ile buluşuyor. Fransız<br />
beresi yerini yan takılan kasketlere bırakıyor -kasketin<br />
duruşunu 2000’lerin klişesi yerine Fransız beresinin<br />
takılma açısı ile ilişkilendirebilirsiniz. Koleksiyon<br />
dahilinde Chanel’in alametifarikası incilerine bu kez<br />
kablolar eşlik ediyor ve tüm bu kakofoninin içerisinde<br />
Mademoiselle’in kamelyası kendine bir şekilde<br />
olabilecek en mükemmel oyun alanını buluyor. Her<br />
sezon kendine farklı paradokslar yaratan Lagerfeld,<br />
bu kez 87 tasarımda paradoksunu açıklıyor. Soru<br />
işaretini taşıyan slogan ise kişisel teknoloji. 4 Ekim’de<br />
Grand Palais’de hangi sırada oturduğundan bağımsız<br />
her editör, ilham perisi ve satın almacı 18 dakika<br />
boyunca teknolojinin kişisel tarafını düşünüyor. Şov<br />
başladığında Karl, sahne arkasından, kişiselden kastın,<br />
yatak odası boyutlarında olduğunu işaret ediyor ve<br />
geçtiğimiz sezonun gecelik trendinin boyunu kısaltıp<br />
robotlara giydiriyor. Bu sırada Grand Palais’de Snapchat<br />
Chanel<br />
İlkbahar-Yaz<br />
2017<br />
koleksiyonundan,<br />
XOXO’ya özel.<br />
ve Instagram paylaşımları tavan yaparken aslında Karl<br />
Lagerfeld paradoksunu 87 tasarıma gerek kalmadan<br />
açıklıyor. Chanel Data Center paylaşım rekorları<br />
kırıyor. #breaktheinternet<br />
Zira Kaiser, elinizden düşürmediğiniz akıllı<br />
telefonlarınızdan çıkışla daha derin bir mesajın<br />
aracılığını yapıyor, lüks pazarının yeni tedavülü<br />
data’nın farkında olduğunu ve Chanel’in data<br />
pastasından payını almak için hazırlandığını söylüyor.<br />
En azından, şov öncesinde, Paris mağazasında yapılan<br />
fitting’lere şahit olurken biz detayları öyle okumayı<br />
tercih ediyoruz.<br />
Dehasını, set tasarımlarında extravagant bir<br />
tavırla paylaşan Lagerfeld, şeytani tarafını detaylar<br />
için saklıyor ve kablolar Mademoiselle Coco’nun<br />
tüvit takımının dikişlerine dönüşüyor. Viktoryen<br />
kol detayları CMYK renklerin ardından el sallıyor.<br />
Gözlükler datanın ilk ortaya çıktığı yıllara, 2000’lere<br />
dönüyor ve Karl, en büyük riski, Seattle’lı teknoloji<br />
gurusunun gardırobuna saygı duruşu mahiyetinde<br />
koleksiyonda hiç yüksek ökçe kullanmayarak alıyor.<br />
Tüm alt göndermelerinin feminenlikten uzak olduğu<br />
bir konseptte Chanel’in yeni sezon kadını her zamanki<br />
‘femme fatale’ duruşunu cebinde tutuyor. Günün<br />
sonunda Chanel tüvitleriyle podyumda yürüyen<br />
robotlar aslında tüm teknolojik çalkantılara, datanın<br />
getirdiği ve getireceği sorulara rağmen, insani<br />
dokunuşun, ‘savoir-faire’in ve feminenliğin uzay-zaman<br />
doğrusundan bağımsız var olacağını kanıtlamaya<br />
çalışıyor.<br />
125
Yaptığı işi tam olarak anlamadan etkilendiğiniz insanlar vardır. Osman Koç pek<br />
çok insan için öyle görünse de aslında her şey daha basit... Biz onun, hayatı<br />
basitleştirmenin peşine düşmüş tarafıyla tanıştık ve gördük ki hayatında,<br />
sayborglar, robotlar, sibernetikler bir tarafa, oyuncaklar, hayaller ve anime<br />
kahramanlar da var...<br />
OSMAN KOÇ<br />
Röportaj:<br />
Bahar<br />
Türkay<br />
Fotoğraf:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
126
Yaptığın işi beş yaşında bir<br />
1 çocuğa nasıl anlatırdın?<br />
İnteraktif işlerle ilişkimiz<br />
oyuncakla olan ilişkimize çok benziyor.<br />
Ben de yaptığım çoğu işe oyuncak gibi<br />
yaklaşıyorum. Hem oynuyorum, hem<br />
de başkalarına oynatıyorum. Oyunu<br />
keşfettiğin andaki heyecanı uzatmaya<br />
ve oyundan aldığın zevki artırmaya<br />
çalışıyorum. Aldığım oyuncakları bozup<br />
yeni baştan yaptığım projeler de var.<br />
Atölyede geçirdiğim vakit ve Ar-Ge<br />
süreçleri benim için oyun oynamak<br />
gibi. Dolayısıyla, beş yaşındaki çocuğa,<br />
yaptığım işi, ‘oyuncaklarım var,<br />
onlarla oynuyorum, oynayarak yeni<br />
oyuncaklar üretiyorum, türetiyorum’<br />
gibi anlatırdım, muhtemelen.<br />
Ürettiğin, üzerine kafa<br />
2 yorduğun projeler olası<br />
bir gelecek senaryosunu<br />
çağrıştırıyor. Böyle bir senaryon var mı?<br />
Çok uzak bir gelecek için senaryolarım<br />
yok. Ne zaman kurmaya başlasam<br />
kurgumu bozan bir durum oluşuyor.<br />
Öte yandan hala gerçekleşebilecek<br />
şeyler var içinde. Tahminlerim<br />
günlük hayat senaryolarından daha<br />
çok sistem düzeyinde aslında. Yani<br />
gezegenler arası dolaşmak veya her<br />
şeyi düşünerek kontrol etmek gibi<br />
şeylerden ziyade, hukukun veya<br />
hükümetin otomasyonla yürütülmesi<br />
gibi senaryolar üzerine düşünüyorum.<br />
Tabii bu biraz hayalperest bir senaryo...<br />
Aslında insanın dikkat süresinin kısalığı,<br />
tekrarlamalardaki hata oranı veya<br />
bilişsel yönelimlerimiz gibi sebepler<br />
yüzünden iyi yapamadığımız işlerin<br />
otomatikleşmesi sonucu bir özgürleşme<br />
ihtimali söz konusu. Bununla,<br />
otomasyonun sınır-durumlardaki<br />
katılığının getirdiği bir cam fanus<br />
arasında gidip geliyorum.<br />
Yıllarca robotlar geldi geliyor<br />
3 diye bekledik durduk ve<br />
artık aramızda olduklarını<br />
söylemek yanlış olmaz. Kontrol bizde<br />
mi onlarda mı?<br />
Bu, robot ve sayborg tanımlarımızla<br />
çok alakalı. Mesela ailemde ilk ben<br />
sayborglaşacağım zannediyordum. Ama<br />
geçtiğimiz günlerde annemin dişine<br />
implant takıldı, dolayısıyla bence ailenin<br />
ilk sayborgu annem oldu. Robotlar<br />
aramızda ve algoritmalar hem kişisel<br />
hem toplumsal düzeyde psikolojimizle<br />
oynayıp, bizi yönlendiriyorlar. Ancak<br />
ne yaptıklarına dair farkındalıkları<br />
olmadığı için, henüz tüm kontrolü ele<br />
geçirmediler.<br />
‘Keşke ben akıl etseydim’<br />
4 dediğin bir tasarım oldu mu?<br />
Matt Mets ve Kyle<br />
McDonald’ın ‘Blind Self Portrait’ işi,<br />
Chris O’Shea’nın Audience projesi ve<br />
Antonin Fourneau’nun ‘Water Light<br />
Graffiti’ çalışması ilk aklıma gelenler...<br />
Görselleştirme, sibernetik<br />
5 organizma, ses dalgaları ve<br />
hareket arasında nasıl bir<br />
ilişki var?<br />
Ben de bu sorunun cevabını arıyorum.<br />
Farklı alanlar deneyip, bazılarından<br />
daha çok zevk aldığımı fark ettikçe<br />
oralara daha çok yöneliyorum.<br />
Tüketmeyi sevdiğim, zihnimi açan<br />
alanlara karşı bir yönelimim, eğilimim<br />
oluyor. Ama günün sonunda hepsi<br />
verdiğimiz tepkiler üzerinden insanı<br />
daha iyi anlamamızı sağlıyor.<br />
Tüm bunlarla uğraşmadığını<br />
6 varsayalım... Hayat sıkıcı olur<br />
muydu?<br />
Olmazdı elbette, ama bu kadar eğlenceli<br />
de olmayabilirdi. Sanırım benim peşinde<br />
koştuğum şey insanın kendini kaptırma<br />
hissiyatı. Bu, bir enstrüman çalarken<br />
de olabiliyor, dans ederken de, sohbet<br />
ederken de, oyuncaklarınla oynarken<br />
de...<br />
Üzerine uğraştığın, üç<br />
7 boyutlu sistemler veya<br />
yazıcılar gibi bazı süreçler,<br />
uluslararası camiada önemli etik<br />
tartışmalara konu oluyor. Tasarımın<br />
geldiği noktadaki bu etik tartışmalarla<br />
ilgili ne düşünüyorsun?<br />
Bu tartışmalar genelde birkaç ana<br />
başlık altında toplanıyor. Biri fikir<br />
ve telif hakları mevzusu, diğeri de<br />
teknolojinin insan hayatına olan kötü<br />
etkileri... Bunlar hep tartışılacak, çünkü<br />
iki tarafın varlığı birbirini besliyor.<br />
Yani fikri ve telif hakları konusunda,<br />
özel ve genel, sahiplenme ve paylaşma<br />
ikiliği hep olacak. Bu konuyla alakalı<br />
tartışırken aklıma hep Internet’s Own<br />
Boy belgeselinden Quinn Norton’un<br />
lafı geliyor. Aaron Swartz’ın JStor’daki<br />
akademik makaleleri herkesin erişimine<br />
açmak için indirdiği davanın avukatına,<br />
tarihin yanlış yerinde durduğunu<br />
söylemişti. Teknolojinin insan<br />
hayatına kötü etkilerine gelince, üç<br />
boyutlu yazıcılarda silah basılabiliyor,<br />
malum. Ancak o zaman kullanımını<br />
yasaklamak gibi savlar yine özgürlüğü<br />
kısıtlamaya giriyor. Dolayısıyla bu<br />
tartışmaların olması bile yeterli bence.<br />
Zira belli teknolojilerin belli kesimlerin<br />
himayesinde olması her zaman daha<br />
tehlikeli. Bununla ilgili diğer bir konu<br />
da dijital üretim metotlarının bu kadar<br />
yaygınlaştığı bir dönemde benzersiz<br />
bir şey üretebilme illüzyonu. Velhasıl<br />
günün sonunda benim durduğum<br />
yerde, üretme imkanım, yeteneğim,<br />
bilgim ve isteğim olan herhangi bir şeyi<br />
üretmemem için bir sebep yok. Gerisi<br />
kişisel tercihe kalıyor.<br />
127
NOT ORGANIZED<br />
NEATLY<br />
Fotoğraflar:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
Hazırlayanlar:<br />
Tuğçe<br />
Bahçıvangil,<br />
Başak<br />
Ulubilgen<br />
Farklı ruh hallerini ifade<br />
etmek için mesaj içerikli<br />
tişörtlere ihtiyacınız yok,<br />
takip eden sayfalarda<br />
ne demek istediğimizi<br />
anlayacaksınız.<br />
128
Çanta:<br />
Dior<br />
Parfüm:<br />
Dior<br />
Çatal:<br />
Puiforcat/<br />
Luxuria<br />
Monsieur Dior’un alametifarikası Lady Dior’un en ikonik versiyonlarından birine bakmaktasınız.<br />
Sezonun öne çıkan rengi, Dior’a nüfuz ediyor ve krokodil, bu renk tercihini haklı çıkarır cinsten<br />
bir duruş sergiliyor. Francis Kurkdjian imzası taşıyan Eau Noire, baharatlara bulanmış adaçayı ve<br />
taze anasonla başlattığı unisex hikayesini, deri, vanilya ve menekşeyle elde ettiği pudralı bir sonla<br />
noktalıyor.<br />
129
Çanta:<br />
Céline/<br />
Beymen<br />
Parfüm:<br />
Prada<br />
Ruj:<br />
Giorgio<br />
Armani<br />
Oda<br />
Parfümü:<br />
Zodax/<br />
Luxuria<br />
Gözlerinizi kapatın ve Phoebe Philo’nun boğazlı kazağının arkasına saklandığı ikonik portresini<br />
hayal edin, bu sırada kendisinin modern estetik anlayışı da aklınıza gelecek. Gözlerinizi açtığınız<br />
zaman gördüğünüz bu fotoğraf, Céline’in tenis kortunu andıran podyumunda süzülen geniş formları<br />
özetliyor olacak. La Femme Prada, kadın kelimesine olfaktif bir tanım getirerek frangipani, zambak,<br />
balmumu, sümbülteber ve baharatlarla çoklu bir kimlik yaratıyor. Giorgio Armani’ye göre ise<br />
kırmızıdan daha güçlü bir renk yok.<br />
130
Çanta:<br />
Balenciaga/Beymen<br />
Parfüm:<br />
Byredo<br />
Bangkok pazarının Sampeng Bag’leri, Demna’nın akıl almaz moda filtresinde süzülüyor ve Cristóbal<br />
Balenciaga’nın form ve fonksiyon arasında gidip gelen estetik algısına saygı duruşunda duran bu çanta<br />
arzıendam ediyor. Byredo’nun yaratıcısı Ben Gorham’ın köklerine ithafen yarattığı, açılışını ardıç dutu,<br />
greyfurt ve safranla yapan Black Saffron, derinlerinde vetiver ve sarı odunsuları gizliyor.<br />
131
Çanta:<br />
Marni/Beymen<br />
Parfüm:<br />
Maison Margiela<br />
Replica By The<br />
Fireplace<br />
Her ne kadar Pantone’nin öne çıkan renkleri, sezon trendlerini etkisi altına alıyor olsa da, Marni’nin<br />
Pocket Shoulder Bag’i, bu geniş renk skalasında nokta atışı yapıyor ve anlatmak istediğini fazla söze<br />
gerek duymadan tek bir seferde söyleyiveriyor. Maison Margiela’nın replikalarından biri olan By<br />
The Fireplace, tahmin edileceği gibi odunsu bir karışım. Onunla ilgili tahmin edilemeyen şey ise dip<br />
notalarında gizlediği vanilya, peru balsamı ve kaşmeranın yarattığı tensel sıcaklık.<br />
132
Çanta:<br />
Louis Vuitton<br />
Parfüm:<br />
Creed<br />
Maskara:<br />
Estée Lauder<br />
City Steamer’ın kelime anlamına takılı kalmadan, Sonbahar-Kış sezonunda Nicolas Ghesquière’in<br />
athleisure trendiyle altını çizmek istediği modern kadın algısına odaklanın. Creed Love In White,<br />
bembeyaz şişesinin içine beş kıtanın farklı ham maddelerini sığdırmayı başaran, iddialı bir floral<br />
oryantal. Bir maskaradan beklenen tüm görevleri yerine getiren Sumptous Extreme Lash Multiplying<br />
Volume Mascara’nın uzmanlık alanı hacim.<br />
133
H<strong>ANNAH</strong><br />
ELYSE<br />
Fotoğraflar:<br />
David<br />
Alexander<br />
Flinn<br />
Saç:<br />
Alina Friesen/<br />
The Wall<br />
Group<br />
Makyaj:<br />
Mariko Arai/<br />
The Wall<br />
Group<br />
The Lions’a<br />
teşekkürler.<br />
David’leyiz. Some Men kapak<br />
çekiminden sonra bu onunla ikinci<br />
randevumuz. Hannah Elyse ise<br />
takip eden sayfaların esas öznesi...<br />
Konuşmak gibi bir gayretiniz<br />
olmasın, içinde bulunduğunuz<br />
zaman dilimini yaşamak da<br />
yapmanız gerekenler arasında yer<br />
almıyor. Hannah da bizimle aynı<br />
fikirde.<br />
134
Tişört:<br />
Vintage<br />
Korse:<br />
Jackson<br />
Wiederhoeft<br />
Pantolon:<br />
Vintage<br />
Kolluk:<br />
Jackson<br />
Wiederhoeft<br />
Şapka:<br />
Vintage<br />
Eldiven:<br />
Vintage<br />
Bot:<br />
Marc Jacobs<br />
135
Elbise:<br />
Ellery<br />
Kolluk:<br />
Adrienne Landau<br />
Şapka:<br />
Vaquera<br />
Küpe:<br />
Vintage<br />
Çorap:<br />
Falke<br />
Ayakkabı:<br />
Schutz<br />
136
137
Tümü:<br />
Look Area<br />
138
139
Tişört:<br />
Fiorucci<br />
Pantolon:<br />
Fox Racing<br />
140
Üst:<br />
Vaquera<br />
İç Çamaşırı:<br />
Hello<br />
Beautiful<br />
Şapka:<br />
Lou Dallas<br />
Kolluk:<br />
Adrienne<br />
Landau<br />
Ayakkabı:<br />
Vintage<br />
141
142
Tümü:<br />
Vaquera<br />
143
Ceket:<br />
Queenie<br />
Cao<br />
Şort:<br />
Queenie<br />
Cao<br />
Etol:<br />
Adrienne<br />
Landau<br />
144
145
146
Kolluk:<br />
Jackson<br />
Wiederhoeft<br />
147
PORTOFINO IS NOT<br />
JUST A CITY<br />
Prodüksiyon:<br />
an original idea<br />
by CO for IWC<br />
Schaffhausen<br />
Fotoğraflar:<br />
Begüm Yetiş<br />
Moda Editörü:<br />
Yağmur Kural<br />
Saç:<br />
Sinan Sümen/<br />
Makas<br />
Makyaj:<br />
Ece Karagülle<br />
Moda Editörü<br />
Asistanları:<br />
Batuhan Çetin,<br />
İlnur İskender<br />
IWC ile bu kez modern<br />
kadının renkli gardırobunda<br />
karşılaşıyorsunuz ve<br />
gördükleriniz sizi şaşırtmıyor.<br />
İstediğiniz karaktere<br />
bürünebileceğiniz, geniş<br />
bir skalayı IWC aracılığıyla<br />
huzurunuza seriyoruz,<br />
buyrunuz...<br />
Makyaj Asistanı:<br />
Sara Kara<br />
Model:<br />
Sophie/<br />
Option MGMT<br />
148
Bluz:<br />
Pinko<br />
Ceket:<br />
Dkny<br />
Pantolon:<br />
Karen Millen<br />
Saat:<br />
IWC Portofino<br />
Midsize Automatic<br />
Day & Night 37<br />
149
Bluz:<br />
Max Mara<br />
Triko:<br />
Sandro<br />
Pantolon:<br />
Asilio/<br />
Vakkorama<br />
Etol:<br />
House of Ogan<br />
Ayakkabı:<br />
Cos<br />
Saat:<br />
IWC Portofino<br />
Midsize<br />
Automatic 37<br />
Elbise:<br />
Burberry<br />
Saat:<br />
IWC<br />
Portofino<br />
Automatic<br />
Moon Phase<br />
37 Laureus<br />
Edition<br />
150
Bluz:<br />
Sandro<br />
Pantolon:<br />
Max Mara<br />
Palto:<br />
Dkny<br />
Etek:<br />
Asilio/<br />
Vakkorama<br />
Saat:<br />
IWC Portofino<br />
Midsize<br />
Automatic 37<br />
151
Palto:<br />
Max Mara<br />
Pantolon:<br />
Sandro<br />
Ayakkabı:<br />
Christian<br />
Louboutin<br />
Çanta:<br />
Lacoste<br />
Saat:<br />
IWC<br />
Portofino<br />
Midsize<br />
Automatic<br />
Day & Night<br />
37<br />
152
Triko:<br />
Silk&Cashmere<br />
Gömlek:<br />
White Posture<br />
Trençkot:<br />
Burberry<br />
Saat:<br />
IWC Portofino<br />
Midsize<br />
Automatic 37<br />
Elbise:<br />
Burberry<br />
Mont:<br />
Paltoi<br />
Kemer:<br />
Karen Millen<br />
Saat:<br />
IWC Portofino Midsize<br />
Automatic 37<br />
153
Her iş gibi, bir yayınevini yönetmek de ticaret hayatının temel kurallarına<br />
hakim olmayı gerektiyor. Ancak aynı zamanda içinde çok daha farklı<br />
bir çabayı barındırıyor. Bir edebi metni değerlendirmek, onu para<br />
kazandıracak şekilde okuyucuya sunmak ve bütün bunları yaparken, ister<br />
istemez politik alana yaklaşmak... Can Öz’e bu dengeyi nasıl koruduğunu<br />
ve babasından devraldığı edebiyat dünyamızın en önemli sembollerinden<br />
birini, Can Yayınları’nı, nasıl yönettiğini sorduk.<br />
CAN ÖZ<br />
Röportaj:<br />
Tanem<br />
Sivar<br />
Fotoğraf:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
154
İyi bir yazar olmak ister<br />
1 miydiniz?<br />
Çok, ama ne yazık ki<br />
yetenekli değilim.<br />
Uzun edebiyat sohbetleri<br />
2 içinde büyüdüğünüzü tahmin<br />
ediyoruz.<br />
Evet, öyleydi. Ve bu bana çok doğal<br />
gelirdi, hala da gelir. Genelde kitap<br />
okuyan çevrelerle dostluk yaptığım<br />
için, aksinin nasıl olacağını pek<br />
kestiremiyorum.<br />
Yakın zaman önce baba<br />
3 oldunuz ve kızınız benzer<br />
bir dünyaya doğdu... Ona<br />
okumak istediğiniz kitapların hayalini<br />
kuruyor musunuz?<br />
Şimdilik onu kucağıma alıp kitap<br />
okuduğumda kitabın sayfalarını<br />
yemeye çalışıyor. Gerçi ben de ona<br />
en son Algorithms to Live By, The<br />
Computer Science of Human Decisions<br />
isimli bir kitap okumaya çalışıyordum,<br />
tepkisi buna da olabilir. Gelişmelerden<br />
haberdar ederim.<br />
Babanızın yokluğunda işleri<br />
4 yürütmekte çok zorlandığınız<br />
bir dönemden geçtiğinizi<br />
anlatmıştınız. Pes etmek hiç aklınızdan<br />
geçmiş miydi?<br />
Hayır, hiç geçmedi, öyle bir seçenek<br />
yoktu.<br />
Günde kaç saat<br />
5 çalışıyorsunuz?<br />
İş saatleri dışındaki<br />
yazışmaları ve evde çalışmamı da işin<br />
içine katarsak bu sıralar herhalde 14<br />
saate yaklaşıyor. Ayrıca haftasonları da<br />
genelde çalışıyorum. Bundan birkaç<br />
sene önce yedi-sekiz saatte yırtıyordum,<br />
haftasonları da işle hiç ilgilenmiyordum.<br />
O günleri özlüyorum, ama bu hali<br />
de seviyorum; çünkü çok severek<br />
çalışıyorum.<br />
Can Yayınları kitap kapağı<br />
6 tasarımında klasik beyaz<br />
mizanpajını terk etmeye<br />
başlayınca okuyucu kitlenizden farklı<br />
tepkiler almıştınız. Siz bu tepkileri,<br />
yayınevinin sahip olduğu mirasa<br />
bakarak bugün nasıl okuyorsunuz?<br />
Yeni kapaklara geçmek doğruydu,<br />
dünyanın döndüğü yönün tersine<br />
gitmeye çalışırken Can Yayınları da<br />
küçülmekteydi, bu karar sonrası bu<br />
durum tersine döndü. Yeni kapakların<br />
çoğunu çok beğeniyorum, ama beyaz<br />
kapakları da özlüyorum. İkisi birlikte<br />
olamıyor ne yazık ki (şimdilik).<br />
Sosyal medya sonrası yeni<br />
7 jenerasyonun kitap okuma<br />
alışkanlığı sizi duygusal ve<br />
ticari açıdan korkutuyor mu?<br />
Hayır, korkutmuyor. Yeni jenerasyon<br />
eskisinden daha çok kitap okuyor.<br />
Anlaştığınız yazarları kendi<br />
8 Twitter hesabınızdan<br />
takipçilerinizle<br />
paylaşıyorsunuz. Aynı zamanda bir<br />
yazar kaybettiğiniz zaman üzüntünüzü<br />
de açıkça dile getiriyorsunuz. Böyle<br />
durumlarda Can Yayınları’nın kurumsal<br />
kimliği ile sizin kişiliğiniz iç içe geçmiş<br />
olmuyor mu?<br />
E geçiyor, ancak burada bir sorun<br />
yok, çünkü zaten Can Yayınları’ndaki<br />
görevimden dolayı insanlar beni<br />
tanıyorlar, bu çapta ilgi çekici başka bir<br />
vasfım yok.<br />
Kurumsallığı ne kadar<br />
9 önemsiyorsunuz?<br />
Yanıtı en sıkıcı soru<br />
olabilir bu, o nedenle kısa tutacağım.<br />
Tamamen yanıtlasam, bu yanıtta iki<br />
mesaj vermeye çalışırdım: Birincisi,<br />
Türkiye’de Anglosakson geleneklere<br />
göre kurumsallaşmak zaman zaman<br />
bir orangutana kartvizit uzatmaya<br />
benziyor, bu nedenle çok zor. İkincisi,<br />
Can Yayınları’nı bu şartlar altında<br />
kurumsallaştırmak için elimden geleni<br />
yaptım, yapmaya devam ediyorum.<br />
Yayınevi sahibi olmak politik<br />
10 duruşu da -kaçınılmaz<br />
olarak- beraberinde<br />
getiriyor. Türkiye’nin sürekli değişen<br />
gündeminde edebiyat, ticari kaygılar<br />
ve inandığınız değerler arasındaki<br />
dengeyi nasıl buluyorsunuz?<br />
Ticari kaygılar yayıncılara özgü değil.<br />
Ancak siyasetin entelektüel düşünceyle<br />
mücadelesi elbet hayatımızı çok<br />
zorlaştırıyor; ama bu aynı zamanda,<br />
çalışmak için bize daha çok gerekçe<br />
de yaratıyor, işimizin önemi, ciddiyeti<br />
artıyor.<br />
Edebiyat dışı metinlere olan<br />
11 yaklaşımınız son zamanlarda<br />
değişti mi?<br />
Evet, memleket gömüldükçe ben de<br />
edebiyat dışına daha çok ilgi duymaya<br />
başladım.<br />
Yeni nesil edebiyat<br />
12 dergilerini nasıl<br />
buluyorsunuz?<br />
Açıkçası, çok eleştiri almalarına<br />
rağmen, ben bu alandaki gelişmelerden<br />
çok memnunum. Öyle ya da böyle,<br />
birçok yazar artık daha çok tanınıyor,<br />
okunuyor. Bu nefis bir şey. Ocak 2017’de<br />
Can Yayınları da bir edebiyat dergisi<br />
yayınına başlayacak. İsmi şimdilik<br />
sürpriz olsun.<br />
Socrates yayın hayatına<br />
13 yeni başladığı sıralarda,<br />
yayıncılığın kaderini<br />
değiştirecek bir dergi olacağını<br />
düşünüyordunuz. Yapmak<br />
istediklerinizin ne kadarını<br />
yapabildiniz?<br />
Socrates benim yapmak istediklerimle<br />
sınırlı bir dergi değil, zaten büyüsü<br />
burada. Çok kişinin hayalleri bu<br />
derginin mayasını oluşturuyor. Bu<br />
enerjinin önünde durulmaz. Zaten<br />
gidiş o gidiş, 18 Ekim’de Almanya’da<br />
Almanca yayına başlıyor dergi, 1<br />
Kasım’da da Teşvikiye’de Socrates Bistro<br />
açılıyor.<br />
155
Ragnar Kjartansson, performans işlerinin çoğunda absürtlük ve yinelemelere<br />
yer verirken, bir yandan İskandinav melankolisi ve bohem melankolik sanatçı<br />
klişelerine göz kırpıyor. 2009 Venedik Bienali’nde İzlanda’yı temsil eden<br />
en genç sanatçı olan Kjartansson ile Barbican’daki The Visitors sergisi,<br />
ABD’deki ilk retrospektifi, The National ile işbirliği ve içindeki kadın üzerine<br />
konuştuk.<br />
RAGNAR KJARTANSSON<br />
Röportaj:<br />
Yonca<br />
Keremoğlu<br />
Fotoğraflar:<br />
Lilja<br />
Birgisdóttir<br />
Lilja, XOXO için<br />
Reykjavík’teki<br />
atölyesindeydi.<br />
Gerisini<br />
fotoğraflar<br />
anlatıyor.<br />
156
Video ve performans işlerinin<br />
1 neredeyse hepsinde yer alan<br />
tekrarlar ‘Woman in E’ isimli<br />
işinde altın perdelerle süslü bir odada,<br />
altın elbiseli bir kadının devamlı çaldığı<br />
mi minör notasıyla kendini gösteriyor.<br />
Neden mi minör?<br />
‘Women in E’ ile mi minör tekrarını<br />
kullanarak sonik bir heykel yapmayı<br />
amaçladım. Bir şarkı oluşturmaktan çok<br />
bu akordun ses heykelini oluşturmak<br />
istedim ve sonuç mi minör’e odaklanan<br />
bir durum heykeli oldu. Mi minörü<br />
seçmemin nedeni basit ve hüzünlü<br />
bir nota olmasıdır. İlk defa gitar<br />
çalarken, bu notayı öğrendiğinizde bir<br />
nevi müziğe açılırsınız. İki parmakla<br />
çalınan basit bir akordur ama biraz<br />
da hüzünlüdür. İşlerimde, büyük bir<br />
yer kaplayan melankoli fikri üzerinde<br />
oynamayı seviyorum. Bu klişeyi<br />
büyüleyici buluyorum ve onunla hem<br />
dalga geçmek hem de onu takdir etmek<br />
hoşuma gidiyor.<br />
Tiyatroyla iç içe bir ailede<br />
2 yetişirken tiyatro oyuncusu<br />
ya da aktör olmayı hiç<br />
düşündün mü?<br />
Hiçbir zaman oyuncu olmak istemedim,<br />
tarih hocası olmayı tercih ederim, daha<br />
ilham verici.<br />
Oyunculuk, tekrarlar, rol<br />
3 yapmak ve farklı personalara<br />
bürünmek işlerinde sıkça<br />
rastlanan unsurlar arasında. Sanatta<br />
performatif tanımı senin için nedir?<br />
Ürettiğim çoğu işin özünde performatif<br />
unsurlar var. Ama sözcük olarak<br />
bir tanım yapmak istemem. Sanatta<br />
istediğini yapabilme özgürlüğü hoşuma<br />
gidiyor. Bu resimdir, bu heykeldir,<br />
bu performanstır gibi etiketler<br />
koyamıyorum. Performatif tek bir<br />
şeyden ziyade, birçok şey olabilir.<br />
Tiyatro ile performansın farkları konulu<br />
konuşmalar aklıma geliyor ve bu<br />
konuları gerçekten umursamıyorum.<br />
Hepsi birbirine çok yakın alanlar.<br />
Tiyatro bir senaryo olmaksızın da<br />
olabilir, herhangi bir yerde, sokakta<br />
bile yapılabilir. Genel olarak tanım<br />
yapmaktan kaçınıyorum. Bana göre<br />
doğru ya da yanlış tanım diye bir şey<br />
yok. Performanslarımı bir heykel ve<br />
resim olarak gördüğüm gibi, bir resim de<br />
gayet tabii bir performans olabilir. Tam<br />
olarak üzerinde çalıştığım da bu.<br />
‘The End’ serisindeki işleri<br />
4 oluştururken sürekli içki<br />
ve sigara içen, melankolik<br />
ressam kimliğine girip, bu klişeyi<br />
sürekli her gün aynı modelin resimlerini<br />
yaparak canlandırıyorsun.<br />
Günümüzde sanat dünyasında gerçek<br />
sanatın bu maço kişiliğe bürünmek<br />
gerektiğini sanan sanatçılar hala<br />
var. Benim de yaptığım 20. yüzyılda<br />
yaygın olan klasikleşmiş maço, alkolik<br />
ve melankolik bir sanatçı rolünü<br />
canlandırmaktı. Performansın bir parçası<br />
olarak da bu resimleri yaparken sürekli<br />
sigara ve bira içiyordum. Bu iş ironik<br />
bir şekilde bu sigara ve içki batağındaki<br />
bohem sanatçı kimliğine olan<br />
hayranlığımı da yansıtıyor. Duyduğum<br />
saygının bir parçası.<br />
157
158
Üniversiteden beri sanatta<br />
5 feminist yaklaşımlarla<br />
yakından ilgilisin. Bildiğim<br />
kadarıyla İzlanda’da altı ay boyunca<br />
yemek pişirmeyi ve temizlik yapmayı<br />
öğreten ev hanımlığı dersleri aldın. Bu<br />
ilgin nereden geliyor?<br />
Feminist yaklaşımların ürettiğim<br />
işlerdeki etkisi çok büyük. Bunlar,<br />
sanatçı olarak yolumu bulmamı<br />
sağlayan konulardır. Mesela Carolee<br />
Schneemann beni en çok etkileyen<br />
sanatçılardan biri. Bir anda yaşayan,<br />
nefes alan kadın bedenini sanatın içine<br />
kattı ve sanat tarihinde sıkça kullanılan<br />
bu konuya bir ses verdi. Resimlerde,<br />
heykellerdeki pasif kadın vücudu bir<br />
anda kaybolmaya başladı ve bir anlamda<br />
sanatta kadın bedenine can verdi.<br />
Ondan sonra gelen Bruce Nauman,<br />
Marina Abramović gibi sanatçıların<br />
işleri de onun etkisiyle bedene<br />
yoğunlaşır. Aynı zamanda sanattaki<br />
farklı ve yeni sesleri duymamı, feminist<br />
sanata gözlerimi açmamı sağlayan da<br />
yine Carolee Scheneemann’dır. 20.<br />
yüzyılın ‘insanlığın yarısının söz hakkı<br />
oldu’ klişesi bir anlamda doğru, zira bu<br />
ses kendini feminist sanatla da ortaya<br />
koydu. Kadınlar artık bir alt metin ya da<br />
yan konu olarak değil tam görünür bir<br />
şekilde sanatta yer almaya başladı. O<br />
zamandan beri de sanatta çoğu heyecan<br />
verici işi kadınlar yapıyor. Bu anlamda,<br />
Sarah Lucas, Roni Horn da ilham verici<br />
bulduğum kadın sanatçılardandır.<br />
Peki 21. yüzyılda feminist<br />
6 sanat yaklaşımında ne gibi<br />
değişiklikler oldu?<br />
Günümüzde kadın sanatçı olmanın<br />
1970’lerdeki gibi bir mücadele<br />
gerektirdiğini düşünmüyorum. Zaman<br />
içerisinde bu mücadele azaldı ve kendini<br />
ispat etti. Günümüzde güzel sanatlar<br />
alanının da sinema ve sanatın diğer<br />
alanlarından farklı olarak erkek egemen<br />
bir alan olduğunu düşünmüyorum.<br />
Oldukça kadınsı bir dünya aslında. Bu<br />
yüzden sanatçı olmak için içinizdeki<br />
kadınla iletişim halinde olmak<br />
gerekiyor. Ne demek istediğini tam<br />
olarak anlamasam da, bir arkadaşım;<br />
tüm sanatçılar kadındır diyor. Bu şiirsel<br />
ifadeye tamamen katılıyorum.<br />
‘Me and My Mother’ adlı<br />
7 işin, annen ve senin yan<br />
yana durduğunuz ve her<br />
dakikada bir sana doğru dönüp<br />
tükürdüğü on dakikalık bir video. Ve<br />
her beş senede bir yeni bir versiyonunu<br />
çekiyorsun. Annen dahil olmak üzere<br />
performanslarda yer alan insanlar<br />
performanslardaki bu uzun tekrarlara<br />
nasıl dayanıyor?<br />
Beraber çalıştığım çoğu kişi bu<br />
tekrarları seviyor. İlk projelerimdeki<br />
performanslarımda bu tekrar olayını<br />
kendim yapıyordum. Sonrasında diğer<br />
insanları da dahil ettiğimde, bazıları<br />
gerçekten sevdi, bazısı da en başından<br />
yapamayacağını belirtti. Aynı eylemin<br />
durmadan tekrar edildiği performanslar<br />
herkesin dayanabileceği bir şey değil. Bu<br />
yüzden, ya seviyorsun ya da gerçekten<br />
nefret ediyorsun. Sevenler de şiirsel<br />
bir şekilde kendinden geçerek, bir<br />
nevi bağlılıkla sevip katlanabiliyorlar.<br />
Annemi bu projeye dahil etmek hiç<br />
zor olmadı. İzlanda’da Güzel Sanatlar<br />
Akademisi’ne başladığım ilk senelerde<br />
ona bu projeden bahsetmiştim, o da<br />
oğlunun sanat projesine yardım etmek<br />
istedi ve bu şekilde bu projenin parçası<br />
oldu.<br />
The Visitors sergisinden<br />
8 aklımızdan çıkmayan ve<br />
sergiyle aynı ismi taşıyan<br />
‘The Visitors’, müzisyenler ve birkaç<br />
arkadaşının farklı odalarda şarkı<br />
söylediği dokuz ayrı videodan oluşuyor.<br />
İçlerinden birinin şarkı sözleri; “There<br />
are stars exploding around you and<br />
there is nothing, nothing you can do”.<br />
Şarkının sözleri Reykjavík’li sanatçı ve<br />
eski eşim olan Ásdís Sif Gunnarsdóttir<br />
tarafından yazıldı. Kendisi hala yakın bir<br />
arkadaşım olmakla birlikte yetenekli bir<br />
sanatçıdır. Onun işlerinden bir tür kolaj<br />
yaptım ve sonrasında gerçekten insanları<br />
kendine çeken farklı bir etkisi olduğunu<br />
duydum. Böyle bir etkisi olması çok<br />
güzel.<br />
159
Me and My Mother, 2010<br />
Barbican’da izlediğimiz,<br />
9 ‘A Lot Sorrow’ işinde, The<br />
National, Moma PS1’da altı<br />
saat hiç durmadan Sorrow parçasını<br />
çaldı. Özellikle bu parçayı seçmenin<br />
nedeni nedir?<br />
Bu parçaya gerçekten aşığım. Onu ilk<br />
olarak Paul Dano’nun yer aldığı For<br />
Ellen isimli bir indie filmde duymuştum.<br />
Duyduktan sonra adeta çıldırdım ve<br />
üst üste bıkmadan dinledim. Hala da<br />
derinlere gittiğim zamanlarda kendimi<br />
bu şarkıyı dinlerken buluyorum. Şarkıyı<br />
keşfettikten sonra, Moma PS1 ile, altı<br />
saatlik bir konser oluşturma fikrimi<br />
konuştuk. Heykelsi bir konser yapmak<br />
istiyordum. Sonrasında da zaten bu<br />
şarkıyı heykele çevirdim. The National<br />
da bu projeye oldukça pozitif baktı.<br />
Başta baterist Bryan Devendorf altı saat<br />
davulda aynı tekrarları yapacağından,<br />
haklı nedenlerle projede yer almakta<br />
tereddütteydi. Ama sonunda gerçekten<br />
çok güzel bir performans ortaya çıktı.<br />
Daha sonra bu performanstan, tipik ve<br />
kısa bir rock’n roll filmi yapmak istedim<br />
ve ‘A Lot Sorrow’ Barbican’da sergilendi.<br />
Sürekli aynı parçanın tekrarı olması<br />
onu bir resme dönüştürüyor. Sorrow’un<br />
resmine, hüznün resmine. Sorrow’un<br />
renk paletini düşündüğümde onu bir<br />
Gerhard Richter resmi gibi görüyorum.<br />
The National, Sigur Ros’un<br />
10 klavyecisi Kjartan Sveinsson,<br />
annen, baban ve çeşitli<br />
müzisyenler önceki performanslarında<br />
yer aldı. Yeni projelerde beraber<br />
çalışmak istediğin isimler kim?<br />
Önceden olduğu gibi şimdi de The<br />
National’dan Bryce Dessner ve Aaron<br />
Dessner ile işbirliği içindeyiz. İleride<br />
ne olur bilmiyorum çünkü her zaman<br />
fikir benim için daha öncelikli. Fikri<br />
bulduğumda buna uyan doğru kişilerle<br />
hemen iletişime geçiyorum. ‘Bir gün<br />
Kanye West’le bir proje yapsam’ gibi<br />
hayallerim yok. Fikrin kendisi daha<br />
eğlenceli geliyor. Bazen hiç hayal gücüm<br />
yokmuş gibi de hissediyorum. Yaptığım<br />
işlerin çoğu kafamda doğru fikri<br />
netleştirdiğimde aniden gerçekleşiyor.<br />
Sergiden başka bir iş<br />
11 ‘God’, senin retro bir<br />
smokin içerisinde, şık bir<br />
orkestra eşliğinde pembe perdeler<br />
önünde yavaşça şarkı söylediğin bir<br />
performansın videosu. İşin ismini nasıl<br />
seçtin?<br />
Bu iş için büyük bir başlık aradığımı<br />
hatırlıyorum. Kulağa çok komik gelse de<br />
en büyük başlığı arıyordum ve birden<br />
aklıma ‘God’ geldi. Genç ve inançlı<br />
bir adamken inancımı kaybetmeye<br />
başladığım bir dönemdi.<br />
İnancını kaybetmenin belli<br />
12 bir sebebi var mı?<br />
Bunu günümüzde herhangi<br />
bir dinde hissedebilirsin, Hristiyanlık<br />
olsun, İslam olsun. Bağnaz insanlar<br />
dünyanın problemlerini oluşturuyor.<br />
Sevgi ve şefkatin gerçekten din ve<br />
kitaplardan gelmediğini keşfetmek beni<br />
değiştirdi. Dinler insanları kendine<br />
bağlıyor ve bağladıklarını mazur<br />
görüyor. İnsanlara diğer dinlerden<br />
daha üstün bir dinin parçası olduğun<br />
mazeretini veriyor. Ve bu noktadan<br />
sonra şefkat kalmıyor, aksine kibir<br />
ortaya çıkıyor. İnsanların kendini<br />
diğerlerinden üstün gördüğü her şey, bu<br />
din ya da kibirli bir insan da olabilir, çok<br />
rahatsız edici. Kibirli ifadeler insanları<br />
ayırıyor. Aynı şey ateizm içinde geçerli<br />
olabilir. Çok kibirli bir ateist de herkese<br />
kendi ideallerinizi empoze edip insanları<br />
dinden soğutmaya çalışabilir. Ölmekte<br />
olan hastalara bakan bir hemşire<br />
olarak eşimin annesinin söylediği<br />
bir izlenimi bana çok ilginç gelmişti.<br />
Dine aşırı bağlı kişilerin ölümlerinin<br />
çok zorlu olduğundan bahsetmişti.<br />
Düşünsene; tüm hayatın boyunca öbür<br />
dünyayı düşünüyorsun ve sana evrenin<br />
gerçeklerini anlattığını sandığın kitapları<br />
okuyorsun ve bir anda, ölüm anın<br />
geliyor. Ya okuduğun gibi, söyledikleri<br />
gibi değilse?<br />
Neden pembe neon<br />
13 aracılığıyla İskandinav<br />
stereotiplerine gönderme<br />
yapma ihtiyacı duydun?<br />
‘Scandinavian Pain’, en sevdiğim<br />
İskandinavyalı ve hüzünlü erkek<br />
sanatçılara takdirimi yansıtan bir iş.<br />
Edvard Munch, Lars Von Trier, Ingmar<br />
Bergman gibi kederli İskandinav<br />
sanatçılara bir saygı duruşu. Bir de metal<br />
müzik... Bu tür ne yazık ki İzlanda’da<br />
yok ama komşularımız olan İskandinav<br />
ülkelerde var. Onların daha karanlık<br />
olduğunu düşünüyorum ve buna saygı<br />
duyuyorum. İzlanda daha kaygısız.<br />
Tıpkı burada hiç ağaç olmaması gibi.<br />
Neredeyse hiç ağaç yok.<br />
160
161
HELLO/<br />
GOODBYE<br />
TUĞÇE ALTUĞ<br />
Röportaj:<br />
Başak<br />
Ulubilgen<br />
Fotoğraflar:<br />
Gökhan Polat<br />
Geçtiğimiz<br />
sene hem<br />
Afife Jale<br />
Ödülleri’nde<br />
hem de Sadri<br />
Alışık Oyuncu<br />
Ödülleri’nde<br />
Yılın En<br />
Başarılı<br />
Yardımcı Kadın<br />
Oyuncusu<br />
seçilen<br />
Tuğçe’yle<br />
evinde ve arka<br />
bahçesinde<br />
keşfe çıktık.<br />
Sabah ilk iş ne yaparsın? Su içerim. Kabileler’de canlandırdığın karakterden aklında kalanlar... Giderek<br />
sağırlaşmak, işaret dili, vahşi kadın, duygusallık, duygularını direkt ifade edebilen, bedensel ifadesi kuvvetli,<br />
ateşleyici güç, öteki, zeki, Claude Debussy’nin Clair de Lune’u... Rol yapabildiğini ilk nasıl keşfettin? Çocukken,<br />
oyun oynarken. Türk tiyatrosu nereye gidiyor? Son yıllarda yurtdışı ile bağlantılar daha kuvvetlendi. İyi metin,<br />
iyi yazar, iyi oyuncu arttı, alternatif tiyatrolar çoğaldı. Ama bir yandan baskı, sansür ve engeller de arttı. Sınırlar<br />
yaratıcılık getirir, üretmeye devam ediyoruz. İstanbullu olmak sana ne öğretti? Bazen en iyi ve rahat ulaşım yolu<br />
yürümektir. Yakın muhitlerde sosyalleş; arada bir İstanbul’dan kaç... Oyuncularla ilgili yanlış anlaşılan bir şey?<br />
Doğal olan, sancılı yaratım süreçlerimiz bazen insanlara tuhaf gelebiliyor. Sahnede seyirci karsısında olmak nasıl<br />
bir his? Çıplak ve nefis. Ayrıca çıplaklığın modası hiç geçmez. Hayatın bir film olsa adı ne olurdu? Tutubella.<br />
162
Tuğçe’nin okumayı çok sevdiği kitaplarının<br />
arasında, ödül heykelciklerine de<br />
rastlayabilirsiniz.<br />
163
THE DAY<br />
AFTER<br />
Prodüksiyon:<br />
an original<br />
idea by CO<br />
for Diesel<br />
Fotoğraflar:<br />
Zeynep<br />
Özkanca<br />
Moda Editörü:<br />
Utku<br />
Palamutçu<br />
Saç:<br />
Levent Arslan/<br />
Makas<br />
Makyaj:<br />
Nisa Köse<br />
Moda Editörü<br />
Asistanı:<br />
Tuğçe<br />
Bahçıvangil<br />
Bu sayfalarda, Uğur Kurul<br />
ve Diesel BAD, gece ve<br />
gündüz arasında yaşanan<br />
karşı konulamaz mücadeleyi<br />
karanlık tarafa doğru çekiyor.<br />
Mesaj net: Gece ne kadar<br />
hareketli geçerse geçsin,<br />
kendinize gelip, yine aynı yere<br />
yani geceye doğru yol almanız<br />
gerekiyor.<br />
BU BİR İLANDIR<br />
164
Tişört:<br />
Academia/<br />
Beymen<br />
Ceket:<br />
Acne Studios/<br />
Beymen<br />
Mont:<br />
The Kooples/<br />
Beymen<br />
165
Kazak:<br />
Marni/<br />
Harvey Nichols<br />
Alt:<br />
Balenciaga/<br />
Harvey Nichols<br />
166
167
Tişört:<br />
Givenchy/<br />
Beymen<br />
Ceket:<br />
Alexander Wang/<br />
Harvey Nichols<br />
Jean:<br />
Dsquared2/<br />
Beymen<br />
Bot:<br />
Dr. Martens/<br />
Bilstore<br />
168
Ceket:<br />
Philipp Plein/<br />
Harvey Nichols<br />
169
HUNTING HIGH<br />
AND LOW<br />
Fotoğraflar:<br />
Mathieu Vilasco<br />
Moda Editörü:<br />
Clélia Cazals<br />
Saç&Makyaj:<br />
Hannah Nathalie<br />
Makyaj Asistanı:<br />
Victoire Sevenot<br />
Model:<br />
Gaïa Orgeas/<br />
WM Models<br />
Lüks tüketim markalarının<br />
sokakla oluşturduğu<br />
harmoniyi, gecenin<br />
karanlığında ele alıyor<br />
ve spot ışıklarını getto<br />
ihtişamının üzerinde, Paris’te<br />
patlatıyoruz. Beklenmeyenin<br />
verdiği şok etkisi, travmatik<br />
bir haz halini alıyor.<br />
170
Kürk:<br />
Neith Nyer<br />
Etek:<br />
Chanel<br />
171
Ceket:<br />
Neith Nyer<br />
Etek:<br />
Chanel<br />
Şapka:<br />
Chanel<br />
Küpe:<br />
Neith Nyer<br />
172
Ceket:<br />
Chanel<br />
Etek:<br />
Chanel<br />
Çizme:<br />
Masha Ma<br />
173
Kürk:<br />
Neith Nyer<br />
Etek:<br />
Chanel<br />
Bot:<br />
Acne Studios<br />
174
175
Gömlek:<br />
Jourden<br />
Pantolon:<br />
Ignacia<br />
Zordan<br />
Küpe:<br />
Fiona Tori<br />
176
177
Sol<br />
Üst:<br />
Fiona Tori<br />
Elbise:<br />
Chanel<br />
Eldiven:<br />
Neith Nyer<br />
Bot:<br />
Maison<br />
Margiela<br />
Sağ<br />
Üst:<br />
Fiona Tori<br />
Elbise:<br />
Neith Nyer<br />
Kolye:<br />
Fiona Tori<br />
178
179
180
Ceket:<br />
Masha Ma<br />
Kolye:<br />
Chanel<br />
181
182
Üst:<br />
Afterhomework<br />
Ceket:<br />
Vivienne<br />
Westwood<br />
Kemer:<br />
Fiona Tori<br />
Küpe:<br />
Afterhomework<br />
183
Ülkü Çağlayan, insanlara çevre bilinci ve toplumsal farkındalık kazandırmayı<br />
kendisine dert edinip Closet Circuit’i kuruyor. Hedefi çok açık; atığı en<br />
aza indirerek ve malzemeleri yeniden kullanarak sürdürülebilir olmak. Bunu<br />
yaparken, yaratıcılığa atfını esirgemiyor, mottosunun da açık ettiği üzere<br />
sürdürülebilir yaratıcılığın peşine<br />
düşüyor.<br />
CLOSET CIRCUIT<br />
Hazırlayan:<br />
Selin<br />
Ünüvar<br />
Fotoğraflar:<br />
Gökhan<br />
Polat<br />
184
soldan sağa:<br />
1. Adaçayı<br />
2. Mis otu<br />
3. Ampul<br />
4. Ham ip<br />
5. Çivi<br />
6. Ham ip<br />
7. Silgi<br />
8. Mızıka<br />
9. El yapımı defter<br />
10. Palo santo<br />
11. Kartpostal<br />
12. Kumpas<br />
13. Soya mum<br />
14. Mandal<br />
15. Ham zarf<br />
16. İplik<br />
17. Hava filtresi<br />
18. Açacak<br />
19. Merhem<br />
20. Parmak çanı<br />
21. Tebeşir<br />
22. Şans totemi<br />
23. Kitap<br />
24. Bant<br />
25. Seramik<br />
26. Tebeşir<br />
27. Kara tahta<br />
boyası<br />
28. Dal<br />
29. Rulo<br />
30. Defter<br />
31. Tütsü<br />
32. Çizim<br />
33. Kalem<br />
34. Buhur<br />
35. Tılsım<br />
36. Çekiç<br />
37. Kase<br />
38. Ataç<br />
39. Mum<br />
40. Raptiye<br />
41. Tirbuşon<br />
42. Kara kobalt<br />
43. Rulo<br />
44. Fotoğraf<br />
makinesi<br />
45. Bant<br />
46. Kıskaç<br />
47. Silgi<br />
48. Kurşun kalem<br />
49. Not kağıdı<br />
50. Kurdele<br />
51. Toka<br />
185
180 COFFEE BAKERY<br />
360<br />
3DÖRTGEN<br />
400DERECE<br />
44A<br />
48A LOUNGE<br />
7GR<br />
9 ECE AKSOY<br />
YEDİ MASA<br />
YER CAFE<br />
GALERIST<br />
GALERİ NON<br />
GALERİ ZILBERMAN<br />
GEYİK COFFEE<br />
ROASTERY &<br />
COCKTAIL BAR<br />
GEZİ İSTANBUL<br />
GRAM<br />
GRANDMA<br />
GRAVITÉ COFFEE BAR<br />
GREY FOOD & DRINK<br />
L’ANGE PATISSERIE<br />
& CAFÉ<br />
LA BOOM<br />
LA PATISSERIE LUNE<br />
LA SCARPETTA<br />
LE PAIN QUOTIDIEN<br />
LES BENJAMINS<br />
LEVANTIN GALATA<br />
LOKANTA ARMUT<br />
LOMOGRAPHY<br />
GALLERY STORE<br />
LUCCA<br />
LUSH HOTEL<br />
LUZIA<br />
KANTİN<br />
KARABATAK KARAKÖY<br />
KARAKÖY LOKANTASI<br />
KARE ART GALLERY<br />
KARGA BAR<br />
KARLETTO<br />
KAVANOZ İSTANBUL<br />
KIRINTI RESTAURANT<br />
KISS THE FROG<br />
KİKİ<br />
KİLİMANJARO<br />
KOZMONOT<br />
KRONOTROP<br />
KRUTON<br />
KULP<br />
KÜFF<br />
RAFİNERİ<br />
RAVONUA 1906<br />
COFFEE & BAR<br />
ROBINSON CRUSOE<br />
KİTABEVİ<br />
TAPS BEBEK<br />
TASARIM<br />
BOOKSHOP CAFE<br />
THE HOUSE CAFE<br />
THE HOUSE HOTEL<br />
TOI AKARETLER<br />
TRIBECA NİŞANTAŞI<br />
QUE TAL TAPAS<br />
BAR CAFE<br />
ELEPHANT<br />
UNION HOTEL<br />
ESMOD<br />
NAAN BAKESHOP<br />
NAİF KARAKÖY<br />
NEOLOKAL<br />
NESPRESSO<br />
NO-FISH TODAY<br />
NOPA RESTAURANT<br />
NORM COFFEE<br />
OPS CAFE<br />
OPUS 3A<br />
W ISTANBUL<br />
WAGAMAMA<br />
WALTER’S COFFEE<br />
ROASTERY<br />
WALTON HOTELS<br />
WANDA<br />
WELLDONE<br />
WHITE MILL CAFE<br />
ZEPLIN PUB & DELICATESSEN<br />
C-ZONE<br />
C.A.M GALERİ<br />
CAFE FİRUZ<br />
CAFE SMYRNA<br />
CAFE ZANZIBAR<br />
CAFFÉ NERO<br />
CASITA<br />
CENTRAL NİŞANTAŞI<br />
CEZAYİR İSTANBUL<br />
CHADO<br />
CHERRYBEAN COFFEES<br />
COFFEE CRAFT<br />
CORTILETTO PIZZERIA<br />
COUPE LOUNGE PUB<br />
CREMERIA MİLANO<br />
CREPAN ARNAVUTKÖY<br />
CUMA ÇUKURCUMA<br />
CUP OF JOY<br />
CUPPA CAFE<br />
HAMM DESIGN<br />
HAPPILY EVER AFTER<br />
HARDAL<br />
HARVARD CAFE<br />
HILLSIDE CITY CLUB<br />
HOME ROOM<br />
HUDSON<br />
HÜNKAR<br />
FERAH FEZA<br />
FİNN KARAKÖY<br />
FOTINI CAFÉ<br />
ULUS 29<br />
UNTER<br />
JAMIE’S ITALIAN<br />
JUNO<br />
ÖKTEM & AYKUT<br />
GALERİ<br />
XOXO’nun mekanınıza gönderimi için mail atın:<br />
123@coistanbul.com<br />
ALEXANDRA<br />
COCKTAIL BAR<br />
ALL SPORTS CAFÉ<br />
ANY İSTANBUL<br />
ARKA ODA<br />
ARTNEXT İSTANBUL<br />
AŞŞK CAFE<br />
ATÖLYE MAÇKA<br />
AYI<br />
İKSV<br />
İSTANBUL MODA<br />
AKADEMİSİ<br />
İSTANBUL<br />
MODERN MÜZESİ<br />
İSTANBUL SETUP<br />
BACKHAUS<br />
BACKYARD<br />
BALTAZAR<br />
BANTMAG MEKAN<br />
BASTA<br />
BEBEK KAHVE<br />
BEBEK KORU KAHVESİ<br />
BEER HALL<br />
BEJ CAFE<br />
BEN COFFEE ROASTERS<br />
BEYAZ FIRIN<br />
BEYMEN BRASSERIE<br />
BIG CHEFS<br />
BISTRO 33<br />
BİR NEVİ DELİ<br />
BLOKART SPACE<br />
BREAD & BUTTER<br />
BRÖD<br />
BUTİK BUKA<br />
VANESSERIE<br />
VAPIANO<br />
VENTURE<br />
COFFEE WORKS<br />
VOGUE<br />
RESTAURANT &<br />
BAR<br />
MADEO KARAKÖY<br />
MAGNOLIA CULTURE<br />
MAGRITTE<br />
MAHALLE<br />
MAKAS<br />
MAMBOCINO<br />
MANGERIE BEBEK<br />
MANO BURGER<br />
MANUEL DELI & COFFEE<br />
MARI RESTAURANT<br />
MASA<br />
MAVRA GALATA<br />
MEG<br />
MIA MENSA<br />
MIDNIGHT EXPRESS<br />
MIDPOINT<br />
MISS PIZZA<br />
MİKLA<br />
MİLLİ REASÜRANS SANAT GALERİSİ<br />
MİNOA<br />
MOC İSTANBUL<br />
MOMO<br />
MONO CAFE BRASSERİE<br />
MORO<br />
MUAF<br />
MUHALİF<br />
MUHİT<br />
MUMS CAFE<br />
MUNCHIES CREPE & PANCAKE<br />
MUSE İSTANBUL<br />
MUTFAK SANATLARI AKADEMİSİ<br />
MÜNFERİT<br />
MÜZEDECHANGA<br />
SALOMANJE<br />
RESTAURANT<br />
SHOPI GO<br />
SIMURG KİTABEVİ SAHAF<br />
SNTRL DÜKKAN<br />
SOSA<br />
ST. REGIS HOTEL<br />
SUNDAY COFFEE BAR<br />
SUNSET GRILL & BAR<br />
SUSHI EXPRESS<br />
SUSHICO<br />
SWISS HOTEL<br />
BOSPHORUS<br />
DA MARIO RISTORANTE &<br />
PIZZERIA<br />
DAI PERA<br />
DELICATESSEN<br />
DEM CAFE<br />
DEN CAFE<br />
DERİN DESIGN<br />
DIRIMART<br />
DIVINE BRASSERIE<br />
DRIP COFFEE<br />
DÜKKAN<br />
PANDORA KİTABEVİ<br />
PAPERMOON<br />
PAPPA CAFE<br />
PAROLE CAFE<br />
PASTEL İSTANBUL<br />
PATISSERIE DE<br />
PERA<br />
PATİKA KİTABEVİ<br />
PETRA<br />
PIOLA<br />
Pİ ARTWORKS<br />
PLUMON<br />
PLUS KITCHEN<br />
POINT HOTEL<br />
POPUP<br />
Sadece standart teslimat ücreti ödeyerek abone olmak için<br />
aşağıdaki linke gidin:<br />
www.xoxothemag.net/uyelik