12.01.2017 Views

AĞUSTOS 2013

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Diriliş Köklerdedir...<br />

ULUKAYIN<br />

Aylık Tarih, Düşünce ve Ekin Dergisi<br />

Yıl : 1 Sayı : 5 Ağustos <strong>2013</strong> Ederi : 5 TÜRK Lirası<br />

ENVER PAŞA<br />

KAHRAMANLIK DAĞLARININ DORUK NOKTASI


Genç bilim insanı Fırat Kargıoğlu'nun hazırladığı, "Sunuş"<br />

yazısını Atsız Beğ'in oğlu Buğra<br />

Atsız'ın yazdığı "Vaktiyle Bir Atsız Varmış" kitabı yayınlanmıştır.<br />

Bu zamana kadar Nihal Atsız'la ilgili hiç değinilmedik konulara değinilen kitaba, ULUKAYIN<br />

Yayın Kurulu Üyeleri Emre Koşak, "İçten, Açıkyürekli Bir Yorumlama Gereksinimi Ya da<br />

Atsız'a Komplekssiz Bir Bakış" adlı yazısıyla, Burkay Kılavuz, "1944 : Atsız Haklıydı"<br />

yazısıyla ve Fırat Kargıoğlu, "Toplu Bakış : Yazmasam Deli Olacaktım" adlı yazısıyla katkı<br />

sunmuştur.<br />

Kitap, fkargioglu@hotmail.com ulak kutusuyla iletişime geçilerek veya<br />

facebook.com/VaktiyleBirAtsizVarmis sayfasına özel ileti göndererek Fırat Kargıoğlu'ndan<br />

edinilebilinir.<br />

Temsilcilerimiz<br />

Adana - Samet Akan - 0541 935 66 54<br />

Karabük<br />

Antalya - Fatma Kuş - 0555 811 50 62 * Safranbolu - M. Süleyman Koç - 0549 678 18 78<br />

Balıkesir Kayseri - Çağdaş Zeybeker - 0543 498 93 69<br />

* Bandırma - H. İbrahim Aydın - 0542 548 16 78 Kocaeli / İzmit - Halil Haliloğlu - 0554 502 26 89<br />

Bursa - Ahmet Abanoz - 0538 899 82 77 Konya - Ali İhsan Saran - 0537 288 44 23<br />

Elazığ - Cengizhan Aydın - 0531 984 84 85 Kütahya - İbrahim Enes Delibaş - 0545 640 90 74<br />

Elazığ - Soner Ankut - 0506 373 10 56<br />

Mersin<br />

Erzurum - Celal Saltukoğlu - 0534 610 47 76 * Tarsus - Alihan Kara - 0536 796 14 74<br />

Eskişehir - Eren Şahin - 0535 729 20 99<br />

Osmaniye<br />

Gaziantep - Mehmet Tabur - 0539 692 20 45 * Bahçe - Ali Kutlu - 0543 745 63 23<br />

Isparta - Ahmet Avşar - 0537 055 93 95 Sakarya - Kadir Kamacıoğlu - 0543 447 49 06<br />

İstanbul - Ubeydullah Günel - 0536 495 13 03 Samsun - Yunus Emre Uyar - 0506 698 31 11<br />

İzmir - Yılmaz Çubukçuoğlu - 0505 864 69 94 Sivas -Samed Ayazlı - 0531 222 20 58


ULUKAYIN'dan<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Aykut KUTUCU<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Burkay KILAVUZ<br />

Sorumlu Yazıişleri Müdürü<br />

Serkan AKGÖZ<br />

Yayın Danışmanı<br />

Cazim GÜRBÜZ<br />

Yayın Kurulu<br />

Emre KOŞAK<br />

Burkay KILAVUZ<br />

Ahmet GENÇAL<br />

Ubeydullah GÜNEL<br />

Düzeltmen<br />

Emre KOŞAK<br />

Yayın Türü<br />

Yerel Süreli Yayın<br />

Yönetim Yeri<br />

Mimar Sinan Mah. Hakimiyeti<br />

Milliye Cad. Büyük Hamam Sok.<br />

Uğur İşhanı Kat:2 Üsküdar/İstanbul<br />

Yazıişleri : 0507 573 4719<br />

Sürdürümcülük : 0531 381 6445<br />

E-Posta : bilgi@ulukayin.net<br />

Basım Yeri : Cemil Baskı Çözümleri<br />

Basım Tarihi : 01.09.<strong>2013</strong><br />

Esenlikler…<br />

Şu gün Türkiye'de düzenli olarak yayınını sürdüren tek<br />

Türkçü yayın organı ULUKAYIN'dır.<br />

Bunu kendi kendimizi kutlamak ve mutlu olmak adına<br />

belirtmiyoruz, bize derin üzüntü veren bir saptama olarak dile<br />

getiriyoruz.<br />

Türk'ün yurdunda Türk'e düşmanlık güdenler “psikolojik<br />

savaş aracı” gibi kullandıkları yayın organlarıyla saf Türkler'in<br />

beyinlerini yıkarken biz isteriz ki; yüzbinlerce hatta<br />

milyonlarca basılan pek çok Türkçü dergi, gazete olsun…<br />

1938'den sonra Türkçülük düşüncesi iğfal edilmiş, istismar<br />

edilmiş, maske/paravan edilmiş, politik taktik adına dolgu<br />

malzemesi ve basamak edilmiş, hedef tahtası edilmiş, dillere<br />

slogan edilmiş ve en son “ayaklara paspas edildiği” dile<br />

getirilmiş ancak kesinlikle bir türlü iktidar edilmemiştir.<br />

Kendisini “Türkçü” olarak tanımlayanların niye bu durumda<br />

olduklarını sorgulamaları, bu durumun nedeni olan kalıtsal<br />

yanılgılarını üzerlerinden atmaları, içe dönük kayıkçı<br />

kavgalarını bırakmaları, üretim kabızlığından kurtulmaları,<br />

giriştikleri işlerde düzen tutturmaları ve doğru söylemlerini ve<br />

ereklerini büyük bir hızla kendilerinin dışında olan ancak<br />

Türklük bilincine sahip geniş kitlelere anlatmaları ve onları<br />

kazanmaları gerekmektedir.<br />

Bunlar özellikle ve öncelikle basın-yayını etkin kullanarak<br />

olacaktır.<br />

Biz bu bağlamda son söz olarak diyoruz ki;<br />

ULUKAYIN'IN GÖLGESİNDEYİZ,<br />

TÜRK ULUSU'NUN HİZMETİNDEYİZ…<br />

1


3<br />

5<br />

6<br />

7<br />

8<br />

11<br />

14<br />

15<br />

16<br />

18<br />

23<br />

25<br />

28<br />

31<br />

32<br />

32<br />

Tugana Destanı (Şiir)<br />

Hasan ERİMEZ<br />

Gökalp ve 21. Yüzyılda "Padişah" Olma Hevesinde Bir Figüran<br />

Emre KOŞAK<br />

'Ulukayın' ve 'kandaşlarımız'!*<br />

Arslan TEKİN<br />

Arslan Tekin’e Açık Mektup<br />

Emre KOŞAK<br />

Enver Paşa’nın Mektuplarından Kesitler<br />

Uluğbey<br />

Azerbaycan, Enver Paşa’<br />

nın Türklüğe Armağanı ve Tek Başarısıdır<br />

Cazim GÜRBÜZ<br />

'' Atatürk Milliyetçiliği''<br />

Samed KOCADEMİR<br />

Yolların Sonu Üzerine Çözümlemeleme Denemeleri (3)<br />

Yunus Emre UYAR<br />

Ulusalcılara Kin Gütmek Türk Milliyetçiliğinin Gereği mi?<br />

Afşar ZEYBEKOĞLU<br />

Türk Hukuk Devrimcisi : Mahmut Esat Bozkurt<br />

Ahmet GENÇAL<br />

Katledebilen Enerji<br />

Serkan AKGÖZ<br />

Çocuk-Oyun-Ekin İlişkisi, Ergenekon Destanı’ndaki Çocuk<br />

Üzerinden Bu İlişkeye İlişkin Bir Yorum<br />

Dilek AKILLIOĞLU<br />

Orhun’dan Gelen Sesi Ankara’dan Duymak<br />

Ömer ÜNAL<br />

Peki, Ya Sonra?<br />

Mürsel Ferhat SAĞLAM<br />

Özeleştiriler Bakış<br />

Ulukayın (Şiir)<br />

Alp ALDATMAZ<br />

Dergimizdeki yazılar kaynak gösterilerek alıntı yapılabilinir.<br />

Satış Noktalarımız<br />

Adana Karşı Sokağı) İstanbul Nu : 6/39<br />

Çukurova - Şahin Gıda – Belediye Odunpazarı - İnsancıl Kitabevi – Üsküdar - Ulukayın Yerleşkesi –<br />

Evleri Mahallesi, Zahid Akdağ Dershaneler Sokağı Mimar Sinan Mah. Hakimiyeti Mersin<br />

Bulvarı, Narçiçeği Sitesi altı Tepebaşı – İnsancıl Kitabevi – Milliye Cad. Büyük Hamam Akdeniz – Azak Büfe - Uray<br />

NEO Alışveriş Merkezi Sokak, Uğur İş hanı Kat : 2 (Pazar Caddesi üzeri (Valilik civarı)<br />

Ankara Tepebaşı - İnsancıl Kitabevi - günü 14:00-20:00 arası açıktır) Akdeniz - Tekağaç Kitabevi -<br />

Kızılay – Yüce Erek Sahaf - Hoşnudiye Mah. Porsuk Bulvarı Kadıköy - Dolunay Kitabevi – Çankaya Mah. Atatürk Cad. 4716.<br />

Bayındır 1. Sokağı Nu : 27/3 Sahilyolu Sok. Nu : 34 / A Neşet Ömer Sokağı Nu : 11 / 3A Sokak Nu : 16/b (Balık pazarı<br />

Tepebaşı - Adımlar Kitabevi - Akmar Pasajı alt kat giriş civarı)<br />

Eskişehir<br />

Odunpazarı - İnsancıl Kitabevi -<br />

İstiklal Mahallesi Yeşiltepe Sokağı<br />

Nu:24/A (Esnaf Sarayı C Kapısı<br />

Hoşnudiye Mah. İsmet İnönü Cad.<br />

Akdeniz – Yörük Türkmen Vakfı<br />

Nu : 17/B Konya Mersin Şubesi – İş Bankası Merkez<br />

Anadolu Üniversitesi - İnsancıl Merkez - Buğra Kitabevi – Şükran Şubesi’nin arka sokağı<br />

Kitabevi – Ada Müzik<br />

Mah. Başaralı Cad. Rampalı Çarşı<br />

2


Tugana Destanı<br />

Hasan Erimez<br />

Yağız yer toprak iken,<br />

Gökkube göğen balkır iken,<br />

Gökte Tanrı gazapla doldu<br />

Tekmil acun suda boğuldu<br />

Kara toprak göğene döndü<br />

Göğen kubbe kapkara oldu<br />

Sade bir gemi kaldı;<br />

Birkaç insan, her türden hayvan.<br />

Dediler: “Şu Tanrı'nın gazabı da ne yaman!”<br />

Gazap nihayete erdi, yerde sular kurudu<br />

Vardı gemi bir dağın doruğuna oturdu<br />

Gemiden bir uludur ak sakallı indi<br />

Üç oğluna “Toplanın etrafıma” dedi<br />

Üç oğluna üç öğüt verip veriştirdi<br />

Acunu üçe böldü üçüne üleştirdi<br />

Odur ki bir oğul; Yafes doğuya gitti<br />

Neslinin tohumundan yedi oğulu bitti<br />

Oğullarının büyüğü; adını Magok koydu<br />

Magok ile Türk soyu böylece başlıyordu...<br />

Fidanın ağaçlandığı, ağacın yeşillendiği<br />

Urumdaylı, kulanlı uçsuz bozkır eşiği<br />

Burasıdır... Altay'ın Tanrı Dağ'ın gölgeliği<br />

Birgün Magok sadağından yayına bir ok gerdi<br />

Magok oka bir baktı, ok çok değişik idi<br />

“Ulu Tanrı” dedi, “Bu da nedir böyle?”<br />

Sesine bir ses geldi: “Sözümü iyi belle!”<br />

Magok açtı gözünü gökleri tarıyordu<br />

Çünkü cevap veren ses göklerden geliyordu<br />

“Magok” dedi, “O okun adı tuganadır”<br />

“Kutluladım ben onu, sana ve soyunadır.”<br />

Dedi Magok: “Bu ok ne işe yarayacak?”<br />

“Fırlat!” dedi Tanrı,<br />

“Senden bütün soyuna ulaşacak”<br />

Magok çekti yayını verdi oku kirişe<br />

3<br />

Rast gele göklerde, ta ki soyuna erişe<br />

Ok fırlayanda yaydan ne de yaman gitmişti<br />

Magok'un görevi de işte böyle bitmişti...<br />

Ok öyle bir uçtu<br />

Çağları aşıp geçti<br />

Var varası Türk soydan<br />

Oğuz Ata'yı seçti.<br />

Oğuz da Oğuz'du ki; Eyvah kurt bakışından!<br />

Kağan olmuş, taht almış, kut dileyip Tanrı'dan.<br />

Diyor: “İşte sizlere oldum ben Kağan”<br />

“Güneş tuğumuz olsun, gök bize kurıkan!”<br />

Acunun dört yanına nice ordular saldı<br />

Yenilmez orduların elinden yurtlar aldı<br />

Oğuz'un, Türk'ün gücü acundan taşıyordu<br />

İzbe elde “Türk” desen kuşlar bile kaçıyordu<br />

Ne erkliydi ki Oğuz herkese baş eğdirdi<br />

Gücünün nişanesi bir piramit diktirdi<br />

Piramit ki göklere uzar bir temren gibi<br />

Üç yüz at boyu yüksekten yere ulaşır dibi.<br />

Ve geldi gün çattı<br />

Oğuz öz döşeğine yattı<br />

Kurt gözleri göğe baktı<br />

Gökte bir çakın attı<br />

Çakınların içinden bir bozkurt çıka geldi<br />

Diz kırıp bağır bastı, “Oğuz, son gecen...” dedi<br />

“Bilirim” dedi Oğuz “Bu son gecem olacak”<br />

“Gök'tür beni gönderen, yine gökler alacak...”<br />

Oğuz'un bedenini korkunç bir ağrı yaktı<br />

Göğsünün ortasından bir ok dışarı çıktı<br />

“Oğuz” dedi o bozkurt “Bu bir tuganadır”<br />

“Bütün gücün kudretin bu okun kutundandır”<br />

Göğe giderken bu oku gökyüzüne fırlatacak<br />

Ki soyundan birine gelecek, gücünü koruyacak<br />

Fırlattı oku Oğuz gece karanlığında<br />

Son kez acuna bakarken Tanrı Dağ doruğunda...<br />

Ok bir uçtu bir uçtu<br />

Kaç bin ömür geçti<br />

Çağları dolaştı, nice günleri aştı<br />

Vardı bir alp yağızın tam göğsünde durdu<br />

Ok bilirdi işini, geldi Mete'yi vurdu<br />

Mete'nin o vakitler bir analığı vardı ki<br />

Han Teoman'a al edip Mete'yi esir verdi ki...<br />

Mete asla yılmadı esirlikte de bir an<br />

Zaten kaçtı kurtuldu imkan bulduğu zaman.<br />

Han Teoman pişmandı, Mete geldi sevindi


Mete'nin buyruğuna sağlam ordular verdi<br />

Ama Mete kaygındı, bu ordular yetmezdi<br />

Hem azdı, yetersizdi, bir de düzen eksikti.<br />

Mete dizdi orduyu, on on, yüz yüz saydı<br />

“İtaat edin!” dedi, eşlerini oklattı<br />

Öyle ki oklayanlar çelik gibi er oldu<br />

İtaat etmeyenler oklandı toprak oldu<br />

Mete ancak böyle ki büyük bir ordu kurdu<br />

Öncelikle baş edenin gitti başını vurdu<br />

Heyhat ki yağı kesilene, kaçacak yeri mi var?<br />

Sarmış dört bir yanını çelik gibi ordular<br />

Mete, Türk'e diş bileyen tek yağı bırakmadı<br />

Öyle yürüdü ki şanı; Oğuz'u aratmadı.<br />

Her mevsim bir Türk tuğu yağı iline dikildi<br />

Türk'ün adım attığı yerden kim vardıysa çekildi.<br />

Ve Mete böyle iken kudretin doruğunda<br />

Günü gelmiş onun da yatardı otağında<br />

Onun da göğsünden tugana peyda oldu<br />

Gerdi oku yayına döşeğinden doğruldu<br />

“Tanrı Türk'ü korusun, gökte dursun bu sancak”<br />

“Gökte gezinen bu ok sahibini bulacak”<br />

Dedi ve attı oku kanın sürüp ucuna<br />

Tanrı Dağ'da “Elveda” der iken acuna<br />

İşte böyle öyküsü kutlu ok tugananın<br />

Emaneti Magok'dan bugüne Gök-Tanrı'nın<br />

Saplanır dara düşünce layıkının bağrına<br />

Baş kaldırtır yağının düzenine kahrına<br />

Ki şimdi göklerdedir 38'den beri<br />

Arıyordur layıkınca saplanacağı yeri<br />

Daha nice tasalı günler gelecektir<br />

Diyeceksin “Ulusumun hali ne olacaktır?”<br />

Bulacaksın kendinde baş kaldıracak ilham<br />

Beklemeyeceksin bir önder yahut da bir kahraman<br />

Memleketin her yanı bağından çözülecek<br />

Tugana saplanmayıp göklerde süzülecek<br />

Bulamayacak çünkü layıkınca bir tane<br />

O vakit aç bağrını bir kez de sen dene<br />

Belki sana gelir ok, ilhamını bulursun<br />

Beklediğin kahraman belki de sen olursun<br />

Uçar hala tugana henüz durağı yoktur<br />

Ne ağaçtan, ne daldan, Tanrı kutundan oktur<br />

Tanrı onu bilgiyle, cesaretle donatmış<br />

Ancak bilge ve cesur olana saplanırmış<br />

Eğer tasan var ise yurdundan yana<br />

Eğer ki düşeceksen tugananın ardına<br />

Hem oku hem de yaz, cesaret sal ruhuna<br />

Tugana seni bulur, gün olursun yurduna…<br />

* Tugana; içi oyulmuş, içinde gizli evrak taşınan özel<br />

bir oktur.<br />

Ok bir uçtu bir uçtu<br />

Yine ömürler aştı<br />

Nice çağları geçti<br />

Attila'ya saplandı, Roma'ya kan kusturdu<br />

Bir saplandı Kür Şad'a, koca Çin'i pusturdu<br />

Ve dahi Tomris Han'a Kiros'un başını kestirdi<br />

İstanbul surlarına sancak nasıl dikildi?<br />

Derler “Ulubatlı onca okla sancağı nasıl dikti?”<br />

Tuganaydı o oklar, ona o gücü verdi.<br />

Plevne'de Osman Paşa'nın göğsündeki nişan<br />

Medine'de Mehmetçiği yıldırmayan o iman<br />

Bil ki şanlı tarihinde böyle kahramanlar çoktur<br />

Destanları yazdıran o kutlulanmış oktur<br />

Saplanır hiç durmadan Türk dara düştüğü zaman<br />

Eder en suskununu şanı büyük kahraman!<br />

Kemal Paşa, çok yaşa! Aldın eline oku<br />

Saldın yedi düvele hem şan, hem de korku<br />

4


Gökalp ve 21. Yüzyılda "Padişah" Olma Hevesinde Bir Figüran<br />

Emre Koşak<br />

ultan 2. Abdülhamit'in bir cuma selamlığında<br />

Sher zamanki gibi sağında ve solundaki insan<br />

topluluğu "padişahım çok yaşa!" diye<br />

bağırmaktadır. O sırada, o kalabalığın arasından<br />

sıyrılan genç Ziya Gökalp, bir meczup gibi<br />

"MİLLETİM ÇOK YAŞA!" diye bağırır. Ve anında<br />

padişahın gizli polisleri genç Gökalp'i tutuklar ve<br />

gözaltına alır. Değişik bir bakış açısına göre Gökalp,<br />

orada “millete rağmen milliyetçilik” yapmıştır.<br />

Oysa ki o gün, orada toplanan insan topluluğunun<br />

bir “millet” özelliği gösterdiği kesinlikle<br />

söylenemez. O insan topluluğu “tebaa” olarak, veya<br />

“padişahın kulları” olarak tanımlanabilirler.<br />

Belki Gökalp'in yaptığı, “bir meczup gibi” gelecek<br />

olan yeni çağı, yeni toplumsal düzeni önceden<br />

haber vermektir. Bu bağlamda, yukarıdaki “meczup<br />

gibi” söylemini özellikle kullanmış olduk… Oysa<br />

ki, derin boyutlarda gezinen her düşünce insanının<br />

bir yanı doğal olarak “meczup”tur.<br />

Belki Gökalp'in yaptığı, o an “gerçek” olmayan bir<br />

“ülkü”nün peşinden koşmaktır. Olmayanı 2. Abdülhamit ve O'nun öncülleri her şeye karşın<br />

dilemek, bir şeyin yokken var olması için (o an için dirayetliydiler ve kendilerinin üstünde bir dış<br />

birçoklarınca da “beyhude” denilmesine karşın) gücün otoritesini kesinlikle kabul etmezlerdi. Ama<br />

çabalamaktır.<br />

Gökalp, Gökalp gibiler ve onların öncülleri de<br />

Belki Gökalp'in yaptığı, kendisi yanarken dirençliydiler. Hatta onların bu dirençleri 2.<br />

içerisinde olduğu toplumu aydınlatmaktır, onlara Abdülhamit gibilerinin dirayetlerinden çok daha<br />

“güneş” olmaktır. Adı da zaten “Ziya” değil midir? güçlü bir dirençti…<br />

Yani “ışık”… “Aydın ışık taşır, sahte aydınsa …<br />

karanlık” sözü üzre, aydın olma sorumluluğu Yukarıda anlattığımız söz konusu olaydan yaklaşık<br />

gereği, tıpkı güneş gibi önce gözleri kamaştırmak, 100 yıl sonra ise “büyük küresel oyun”da figüran<br />

sonra uyandırmak… Uyanmadan hemen önceki konumunda olan, yüreğindeki ve beynindeki<br />

durumda güneşle muhatap olan kişinin yüzünü zeminde seccadesini Pentagon'a karşı seren bir tipin<br />

buruşturduğu, “istemem” tepkisi verdiği gibi kendisine “Padişahım çok yaşa!” dedirtmek için<br />

Gökalp ve O'nun gibiler de uyandırma sürecinde elinden geleni yaptığını görüyoruz.<br />

bu izdüşümü toplumsal düzlemde çok Ama O'nun gerçek anlamda bir direnci hiç<br />

yaşamışlardır.<br />

olmamakla birlikte Gökalplerin direnci bu<br />

“Belki”lerin hangisini sıralarsak sıralayalım; topraklarda, hiç eksilmeden hep yaşamıştır, hep<br />

değişmeyen bir gerçek vardır. O da Ziya Gökalp'in yaşayacaktır…<br />

bu tavrı ve duruşuyla bir “devrimci” olduğudur.<br />

Sonrasında Büyük Türk Devrimi'ni gerçekleştiren<br />

kadronun içerisinde, hatta beyin merkezinde yer<br />

alan Gökalp gerçek anlamda devrimcidir…<br />

5


'Ulukayın' ve 'kandaşlarımız'!*<br />

Arslan Tekin<br />

ir dergi daha hayata merhaba dedi: makalesi uzun ve ayrıntılıdır. Şunun için meseleyi<br />

B“Ulukayın”. Derginin birinci sayısından eşeledim: Yusuf Akçura'nın yazdıkları itibara<br />

bahsetme fırsatı bulamadan 3. sayı önüme geldi... alınarak yürünüyorsa, asıl kaynağa inilmesi<br />

Derginin muhtevası giderek çeşitleniyor.<br />

yararlıdır. ( “1928 Türk Yılı” nın tamamını yeni<br />

İdealist insanlar bir araya gelirler... Günlerce yazıya Dr. A. Zeki İzgöer'le aktardık. TDK<br />

tartışırlar ve işi başlangıçta kolay sanırlar. Çalışmaya yayınları arasından çıktı.)<br />

başlayınca güçlükler bir bir karşılarına dikilir. Burada “Ulukayın”ın bütün sayıları üzerinde<br />

Başımdan geçtiği için nelerle karşılaşılacağını durmak isterdim. Hususiyetle iki sayıdır devam<br />

biliyorum. eden Fırat Kargıoğlu'nun “Nurullah Ataç'ı<br />

Ulukayın dergisi “Atsızcı” çizgide...<br />

Anlamak” üzerine denemelerini ele almak benim<br />

Derginin ortaya koyduğu ölçüler, benim fikir açımdan gerekliydi ama bir köşe yazısında güç.<br />

sistemimin dışında olduğunu başta belirteyim... Hiçbir yayın faydadan arî değildir. İnsanı<br />

Dergiyi çıkaranlar çoklukla üniversiteli veya yeni düşünmeye sevk eder, farklılıkları fark ettirmeyi<br />

bitirmiş gençler. Türkiye'nin ayrı yerlerinden bir sağlar. “Ulukayın” da öyle...<br />

araya geldikleri anlaşılıyor. (İrtibat için: 05313816445)<br />

Girişte, “Okuyucuya Not” başlığı altında ilk<br />

cümlede “... Türklüğe hizmet etmek amacıyla bir 22 Temmuz <strong>2013</strong>-Yeniçağ<br />

dergi çıkarmaya karar verdik.” deniliyor. Nasıl *<br />

güçlüklerle karşılaştıkları sıralanıyor.<br />

Böyle idealist hareketlerde kiminin enerjisi hemen<br />

tükenir ve yolunu değiştirir. Ulukayıncılarda da,<br />

ihanet demeyeyim de, geriye çekilenler olmuş.<br />

“Kandaşlarımız” diye bir kelime kullanılıyor.<br />

Demek ki, “Türklüğe” hizmet için “kandaşlar”<br />

yola çıkmışlar.<br />

“Türklük”, “kandaş” meseleleri geçmişte tartışılmış<br />

ve “Türk milleti” tarifinde, ırkî mülahazalara yer<br />

olmadığı ortaya konmuştur. “Kandaşlık”la yola<br />

çıkarsanız, hitap edeceğiniz bir kitle bulabilir<br />

misiniz? Sanmıyorum. Ancak bir avuç insan<br />

entelektüel tartışmanın içinde kaybolup gider.<br />

Birinci sayının birinci yazısı derginin başyazarı<br />

Emre Koçak'ın; “Türkçülüğün Tarihi” üzerine...<br />

“Türkçülüğün tarihi” başlığı altında çıkan<br />

kitapların ana kaynağı Yusuf Akçura'dır (1879-<br />

1935). Nitekim bazı kitapların onun adıyla<br />

yayınlandığı görülmektedir. Yusuf Akçura<br />

Türkçülüğün tarihini nerede işlemiştir? “Türk<br />

Yurdu” dergisinin “1928 Türk Yılı” ilâvesinde...<br />

Akçura, Türk Yurdu'nun 1911'de hayata<br />

geçirilmesine de öncülük etmiştir. Türk Tarih<br />

Kurumu'nun da ilk başkanıdır.<br />

“1928 Türk Yılı” ilâvesi, 600 sayfadan fazladır. Bu<br />

kitapta birçok tanınmış ismin makalesi vardır ve<br />

makalelerin toplanmasına da öncülük eden<br />

Akçura'dır. Akçura'nın Türkçülük tarihini işlediği<br />

6


Arslan Tekin'e Açık Mektup<br />

Saygın Arslan Beğ;<br />

Öncelikle köşenizde bize yer verdiğiniz için teşekkür<br />

ederiz. Ancak samimi yönünüzü iyi bildiğimiz ve bu<br />

bağlamda yine yer vereceğinizi düşündüğümüz için 2<br />

madde halinde yazınızdaki bazı söylemlerinize ilişkin<br />

itirazlarımızı belirteceğiz.<br />

1- Kendimizi kesinlikle "Atsızcı" olarak<br />

tanımlamıyoruz. Böylesi bir tanımlamayı kendisini o<br />

biçimde tanımlayan için bir özentiye tutulmuşluk,<br />

bilinçsizlik olarak yorumlarız. Biz zaten "Türkçülük"<br />

düşüncesini post-modern tarikat, Atsız'ı bu tarikatın<br />

şeyhi ve kendisini de bu tarikatın müridi olarak gören<br />

algının cepheden karşısındayız. Ancak biz, kendimizi<br />

Gaspıralı'nın, Akçura'nın, Gökalp'in, Togan'ın ve<br />

Atsız'ın yolunun yorulmaz ve yılmaz yolcusu olarak<br />

görürüz.<br />

2- "“Kandaşlık”la yola çıkarsanız, hitap edeceğiniz bir<br />

kitle bulabilir misiniz? Sanmıyorum. Ancak bir avuç<br />

insan entelektüel tartışmanın içinde kaybolup gider."<br />

demişsiniz... "Kandaş" sözcüğü "soydaş" sözcüğünden<br />

ayrı bir anlam taşımamaktadır. Ve biz, siz, hatta<br />

devletin düzenlediği ilk Türk kurultaylarının<br />

gerçekleştiği yıllarda, o kurultaylarda örsün üzerinde<br />

çekiçle demir döven Süleyman Demirel, Erdal İnönü<br />

gibi bu ülkede büyük kitlelerde toplumsal karşılık<br />

bulmuş ve hükümet olmuş siyasetçiler Türkiye<br />

dışındaki Türkleri tanımlarken yapmış oldukları açılış<br />

konuşmalarında "soydaş" yani "ırkdaş" tanımını<br />

kullanmışlardır. Yine siz de biz de biliriz ki; Türklüğün<br />

varlığı kesinlikle "ırk" unsuruna indirgenemez. Ancak<br />

Ulu Önder Atatürk'e ait olan "Medeni Bilgiler" adlı<br />

önemli kitapta "ırk (menşe) birliği" Türklüğü var eden<br />

unsurlardan bir unsurdur.<br />

Çalışmalarınızda başarılar ve esenlikler dileriz. Saygılar<br />

sunarız...<br />

Emre Koşak<br />

ULUKAYIN Yayın Kurulu Üyesi ve Başyazarı<br />

7


Enver Paşa'nın Mektuplarından Kesitler<br />

Uluğbey<br />

Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa,<br />

değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. Biz daima hakikati arayan<br />

ve onu buldukça ve bulduğumuzda kani oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar<br />

olmalıyız.<br />

Mustafa Kemal ATATÜRK<br />

yakın'' dır. Manastır'da Mustafa Kemal'in de<br />

aralarında bulunduğu seçkin askerler yetiştiren<br />

Manastır Askeri Lisesi'nde öğrenimine devam eder.<br />

Sessiz ve sakin olmasının yanında askeri okulların<br />

hepsinde yaşanan kavgacılık ve kabadayılık<br />

akımlarının dışında kalması takdir toplamasına<br />

yetmiştir. Harp Okulu'nda kişiliği oturmaya<br />

başlayan Enver Paşa, sessiz halinden uzaklaşarak<br />

açılmaya başlar.<br />

Enver Paşa'nın ilk olayı amcası Halil Paşa ile birlikte<br />

bir gece tutuklanmaları ve Abdülhamit'in Yıldız<br />

Sarayı'na sevk edilmesi, sorgulanmasıyla<br />

başlamıştır. Bir yanlış anlaşılmayla Enver Paşa ve<br />

amcası evlerine gelen iki konuk yüzünden<br />

mahkemeye çıkmışlar ama birkaç uyarıdan sonra<br />

özgür bırakılmışlardır. İşte Enver Paşa'nın siyasi<br />

yaşamı bu şekilde başlamıştır.<br />

Kurmay Okulu'nu 5.likle bitirdikten sonra<br />

sırasıyla; 3. Ordu, 13. Topçu Alayı, 14. Topçu<br />

Alayı'na atanmış ve ardından binbaşılığa terfi<br />

etmiştir. Daha sonra memur edildiği Rumeli eşkıya<br />

takibinde Sırp, Rum, Bulgar, Arnavut<br />

milliyetçilerinin savaşçı güçleri ve öncüleriyle<br />

savaşım vererek gerçek hayaline kavuşmuştur.(1)<br />

‹'Babası Ahmet Bey'in ''İki gözüm nuru aslan Yaşamının sonraki bölümünü derinden etkileyecek<br />

evladım…'' başlığını atarak yazdığı aile mektubuna olan ve Genç Türkler hareketinin küllerinden<br />

göre; İsmail Enver, 23 Kasım 1881 (12 Kasım doğan İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olmuştur.<br />

1298) Çarşamba günü İstanbul'da doğdu. Enver 2. Meşrutiyet'in ilanında oynadığı rol nedeniyle<br />

Paşa'nın baba tarafı Gagavuz Türkleri'ndendi. Yani, ''Hürriyet Kahramanı'' olarak anılmaya başlar.<br />

Enver Paşa'nın yedinci atası Hıristiyan Kuşkusuz Enver Paşa'nın ordu yönetme gücünün<br />

Gagavuzlardandı; Abdullah Killi bu soydan en büyük kanıtı Tırablus ve Bingazi'de yerli Arap<br />

Müslümanlığa dönen ilk soy büyüğüdür. “Killi” kabilelerini müthiş bir yetenekle organize etmesi ve<br />

soyadına gelirsek; Tuna, Karadeniz'e dökülmeden İtalyanlar'a karşı kahramanca çarpışmasıdır. Üst<br />

Kilya, Sünne ve Hızırilyas kollarına ayrılırdı. Bu düzey bir ordu yöneticisi olmasının yanında,<br />

Kilya kolu üzerinde yer alan Kilya-Kilye duygusal yönüne de mektuplarında sıkça rastlamak<br />

(Kastamonu) adlı kasaba veya şehir Enver Paşa'nın mümkündür. Bir mektubunda: “Bu ordu için çok<br />

soyunun dayandığı yerdir.<br />

hususi bir taktiğim var. Düşmanı düzenli birliklerin<br />

İsmail Enver, İstanbul'da başlayan ilköğrenimini açtığı ateşe karşı yaklaşmaya zorlamak, 100-50<br />

Manastır'da ortaöğrenimiyle devam ettirir. Bu adım kala da kanatlardaki Arap kitleleriyle<br />

dönemlerde Enver Paşa'nın tahsil durumu ''İyiye saldırmak. … Her şeye en başından başlamamamı<br />

8


gerektiren bu iptidai dünyadan size anlatacak öyle<br />

çok şey var ki. Tam şimdi bir asker çadırının önünde<br />

şarkı söylüyor, oldukça hüzünlü bir şarkı...”(2)<br />

Özellikle eşine yazdığı mektuplarda Enver Bey<br />

duygu yüklü yazılar yazmıştır. Aynı mektupta,<br />

duygusallaştığını itiraf ederken yaşadıklarını<br />

paylaşmaktan çekinmiyor. “… Hakikaten<br />

duygusallaştım. Bir Arap bana ölü askerlerin atış<br />

karnelerini, karmakarışık risalelerini filan getirdi.<br />

Onları karıştırırken de kartpostallar ve aşk<br />

mektupları buldum. Ne kadar hüzünlü bütün<br />

bunlar…”<br />

Burada da büyük saygı gören Enver Paşa iki rütbe<br />

birden kazanarak yerini kuvvetlendirmiş ve uzak<br />

topraklardaki savaşımını bırakarak Balkan<br />

topraklarının savunmasında etkin rol oynamıştır.<br />

Bu savaşımların ayrıntısına inersek üç-beş sayfada<br />

bitiremeyeceğimiz için sonuç kısmında Enver Paşa<br />

hakkındaki önemli gördüğümüz noktalara<br />

değinirsek gerekli bilgiyi vermiş oluruz. Enver Paşa<br />

Birinci Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlı<br />

bürokratlarının yapmış olduğu ve imparatorluğun<br />

onurunu ayaklar altına alan antlaşmaları tanımak<br />

istemiyor ve bu antlaşmayı imzalayanlara da ateş<br />

püskürüyordu.(3) Kahraman Enver, Saray'ın ve<br />

Osmanlı ordusundaki üst rütbeli subayların<br />

teslimiyetçi ve etkisiz tutumlarına kızıyor ve bu ona<br />

büyük acı veriyordu. Bu hali bile onu orduda ve<br />

sarayda asil kılmaya yetiyordu.<br />

Enver Paşa denildiğinde akla ilk gelenlerden biri de<br />

elbette meşhur Bab-ı Ali Baskını'dır. Bu olayla<br />

birlikte devletin geleceği Mahmut Şevket Paşa ve<br />

İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin eline geçmiştir.<br />

Mahmut Şevket Paşa'nın suikaste kurban<br />

gitmesiyle de, Enver, Cemal ve Talat Paşa'nın başını<br />

çektiği üçlü komite 1918 yılına kadar iktidarda<br />

kalmış ve halkın Türklük bilinci artarak,<br />

milliyetçilik söylemleri Türk siyasetinde sıklıkla<br />

söylenir olmuştur. 2. Balkan Savaşı'nda Edirne'nin<br />

yeniden ele geçirilmesi Enver Paşa'nın itibarını<br />

oldukça arttırmış, gücüne güç katmıştır.<br />

Enver Paşa'nın Turancı mı; yoksa Murat<br />

Bardakçı'nın iddia ettiği gibi İslamcı mı olduğu<br />

konusunda düşünce belirtmek birkaç sayfaya<br />

sığacak kadar önemsiz bir konu değildir. Ama şunu<br />

da belirtmek isterim ki Enver Paşa'nın yazdığı<br />

mektuplarda genellikle ''İslam alemini ihtilale<br />

sevke çalışıyoruz.'' ya da ''Kafkasya'daki İslam<br />

istiklali…''diye başlayan tümceler kurması yalnızca<br />

taktik siyaset gereğidir. Pek yakında yapılacak<br />

kaynak taramalarıyla bu konuyla ilgili uzun bir yazı<br />

dizisi hazırlayacak ve bu konuyu tüm gerçekliğiyle<br />

9<br />

ortaya koyacağız.<br />

Vatan sevgisi ve milliyetçiliği<br />

Recep Baysun'da bulunan Alimcan Akçur'un<br />

imzası ile Paşa'ya; “siz Türkiyeli'siniz; memleketiniz<br />

düşman istilası altındadır. Askeri kuvvet ve<br />

kudretinizi kendi vatanınızı kurtarmak için<br />

sarfetseniz daha iyi olur” gibi sözler taşıyan bir<br />

mektup geliyor.<br />

Paşa da; ''Benim vatanımı kurtaracak adamlar var.<br />

Merak etmeyiniz çalışıyorlar. Burası da benim<br />

vatanımın bir parçasıdır. İnsanların damarlarında<br />

dolaşan kan benim damarlarımdaki gibi Türk<br />

kanıdır. Burası bir Rus memleketi değil, halis bir<br />

Türk ülkesidir…''(4) diye cevap veriyor.<br />

''Vatanımın şimdilik alacağı şekil, yakın<br />

zamanlarda bu topraklarda yararlı bir iş<br />

göremeyeceğime ayan bir alamettir.''<br />

Enver Paşa, 1918 yılında sadrazam Ahmet İzzet<br />

Paşa'ya ülkenin durumu ve kendi izleyeceği yol ile<br />

ilgili bir mektup yollar. Bu mektupta: ''…<br />

Mütareke-yi münferide dolayısıyla vatanımın<br />

şimdilik alacağı şekil, yakın zamanlarda bu<br />

topraklarda nafi' (yararlı) bir iş göremeyeceğime<br />

ayan bir alamettir. Binaenaleyh zaten mevcut olan<br />

mezuniyetim (iznim) zamanında faydalı bir iş<br />

göreceğimi ümid ettiğim Kafkasya'ya hareket<br />

ediyorum. Bu suretle bütün hayat ve<br />

mevcudiyetimi iyiliğine vakf ettiğim<br />

memleketimde kalarak dinime, milletime,<br />

padişahıma hizmet edememekten mütevellit<br />

teessürüm büyüktür…''(5)<br />

Sarıkamış Vasiyeti<br />

Enver Bey'in en çok eleştirildiği hatta yerden yere<br />

vurulup, “hain”, “hayalci” damgasını yediği<br />

Sarıkamış Harekatı'nın Türk tarihindeki yeri çok<br />

acıdır. Özünde Sarıkamış Harekatı; düşman<br />

güçlerinin arkasına düşmeyi hedefleyen bir plandı.<br />

Ancak ordunun kış şartlarına hazır olmaması,<br />

hayvanların telef olması, açlık ve Enver Paşa'nın<br />

haritacılık konusundaki deneyim yetersizliği<br />

başarısızlığın en önemli nedenlerindendir. Biraz<br />

daha açacak olursak; bir Türk erinin mektubunda<br />

belirttiği gibi, cehennem sıcağı Yemen'den buz gibi<br />

bir iklime gelen orduda meydana gelen hastalıklar,<br />

askere verilmesi düşünülen içlikler ve paltoların<br />

devletin düştüğü zor durumdan dolayı gelmemesi<br />

başarısızlığa neden olan olaylardır. Enver Paşa<br />

harita okuma konusundaki yetersizliğini ise Naciye<br />

Hanım'a yazdığı bir mektubunda şöyle anlatmıştır:<br />

“Sevgili Meleğim! Gece bir türlü gözüme uyku


girmedi. Sabaha karşı dalmışım… Sonra bir harita her zaman çok yakışıklı dediğin bir baş; bu<br />

alıp odamda biraz bakmaya başladım… Fakat bir vücudun, öyle ki senin göz önünde melekler kadar<br />

şey anlamadım. Ne yapayım. Cidden müteessirim. masum ve bütün askerlerden daha heybetli olan bu<br />

Ah telgraf vermek mümkün değil. Fakat ne vücuttan koparılmış, kanlar içerisinde şehit olmuş.<br />

yapmalı…”(6)<br />

Bundan daha büyük bir mazhariyet var mıdır?<br />

Görüldüğü gibi Enver Paşa'nın ordusu çeşitli Hayat kısa, ölüm ise mukadderdir. Öyleyse<br />

olumsuzlukların ardından bir de taktiksel hata ölümden korkmak niye? Bir kimse rahat yatağında<br />

sebebiyle başarıya ulaşamamıştır. Kimi tarihçiler 90 ölmektense, şehit olarak ölmeye niye gayret<br />

bin, kimileri ise 50-60 bin civarında şehit etmesin? Hâlbuki şehitlik mutlak ölüm-yokluk<br />

verdiğimizi yazmışlardır. Evet, Enver Paşa başarısız değildir. O, yeni bir hayata, hem de ebedi bir hayata<br />

olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki; başarılı kavuşmaktır.”(8)<br />

olunsaydı Rusya'ya öldürücü darbe vurulacak ve şu<br />

an tarih bambaşka yazılacaktı. Önemli olan Enver 1-Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan Orta Asya'ya<br />

Enver Paşa Cilt 1, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970<br />

Paşa'nın bu girişimde bulunması ve Balkan 2-Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul<br />

Savaşı'nda devletin en güçlü ordusunun perişan 1989<br />

olmasından sonra Sarıkamış'da gösterilen direniş ve 3-Kenan Aksu, İngiliz Gizli Belgelerinde Enver Paşa, Çatı<br />

sabırdır.<br />

Yayınları, İstanbul 2007<br />

4-Abdullah Recep Baysun, Türkistan İstiklal Hareketleri ve<br />

Enver Paşa tüm umutlarına rağmen ölüm olasılığı<br />

Enver Paşa, Turan Kültür Vakfı, İstanbul 2001<br />

içerisinde yaşamış ve bir vasiyetname yazmıştır. Bu 5-Dr. Yusuf Gedikli, Enver Paşa Nutukları, Makaleleri, Bazı<br />

vasiyetnameden de ufak bir kesit sunuyoruz:<br />

Beyannameleri ve Mektupları, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul<br />

''Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki kolordu 2006<br />

ile arkalarına düşerek onları ricata mecbur etmek ve 6-Kenan Aksu, İngiliz Gizli Belgelerinde Enver Paşa, Çatı<br />

Yayınları, İstanbul 2007<br />

bu suretle 11. Kolordu ve Süvari Fırkasıyla takip 7-Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan Orta Asya'ya<br />

olunan düşmanı karşılayıp, tamamıyla Enver Paşa Cilt 3, Remzi Kitabevi, İstanbul 1972<br />

mahvetmekti. 9. ve 10. Kolordu Süvari Fırkasını 8-Dr. Yusuf Gedikli, Enver Paşa Nutukları, Makaleleri, Bazı<br />

bekliyorum. Gelir de yetişirse düşmanı bozacağım. Beyannameleri ve Mektupları, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul<br />

2006<br />

Fakat gelmeden düşman zayıflamış kıtaatımıza<br />

taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa o vakit<br />

ordu mahvolmuş demektir.<br />

Şimdiye kadar asker ve zabitler hiç kusursuz harp<br />

ettiler. Her manevrayı yaptılar. Eğer Allah da<br />

yardım ederse, muvaffakiyet katidir. Eğer muvaffak<br />

olamazsam, son neferimle beraber öleceğim.''(7)<br />

Türk tarihi, Enver Paşa gibi cepheden cepheye<br />

koşan bir kahraman ve kahraman olduğu kadar<br />

eşine (ailesine) sadık, duygusal bir komutan<br />

yetiştirir mi bilemiyoruz. Onun hemen her gün<br />

kalemini eline alıp yüreğindekileri çekinmeden<br />

kağıda dökmesi bizler için büyük bir şans olsa<br />

gerektir. Eğer bu mektupları yazmasaydı, eminim,<br />

bu kadar cesur, korkusuz ve savaşçı ruhlu bir<br />

adamın duygusuz ve küstah olduğunu<br />

düşünürdük. Yazımıza Naciye Hanım'a yazdığı bir<br />

mektuptan kesitle son veriyoruz:<br />

“…Ve bir kere daha söylüyorum: Sakın sen kocana<br />

bu harp meydanlarında sağ salim kurtulup gelmesi<br />

için dua etmeyesin. Bu bir nevi kendini düşünmek<br />

olur ki, Allah da bundan memnun olmaz. Sen<br />

Allah'a önce kocanın yaptığı hizmetleri kabul<br />

etmesi için dua et ki, muzaffer bir komutan olarak<br />

dönsün veya şehitlik mertebesine ulaşsın.<br />

Sevgili Naciye! Bir kere düşün. Bu baş, öyle ki senin<br />

10


Azerbaycan, Enver Paşa'nın Türklüğe Armağanı ve Tek<br />

Başarısıdır<br />

Cazim GÜRBÜZ<br />

Almanlar'ın Osmanlı ülkesini “Enverland”<br />

(Enveristan) olarak nitelemeleri, kaşındaki<br />

beyazlığı “cihangirlik alameti” olarak saymaları<br />

Enver Paşa'nın müthiş hoşuna gitmiş, gururunu<br />

okşamıştır.<br />

Almanya safında savaşa girmeye can atmıştır,<br />

hesapsız ve kitapsız olarak…<br />

Fransız Yazar Benoit Mechin, “Kurt ve Pars” adlı<br />

kitabında, Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa'yi<br />

'Türk Birliği' ülküsü açısından da karşılaştırır ve<br />

oldukça sağlıklı ve ilginç sonuçlar çıkarır:<br />

“Eski bölgesel antlaşmalar şeklindeki bu İran ve<br />

Afgan antlaşmaları politikası Gâzi'nin sonraları<br />

girişeceği daha geniş siyasi faaliyetlerin başlangıcı<br />

idi. O, bir hayal peşinde idi. Yalnız İran ile<br />

Afganistan değil, Rus Azerbaycanı'nı, Rus ve Çin<br />

Türkistanlarını içine alacak 80 milyon nüfuslu<br />

Türk Birliği'ni kurmak istiyordu. Bir gece<br />

Çankaya'da bir davette özel dostlarına şöyle<br />

diyordu:<br />

'Bir gün dünya, Asya yamaçlarında uyuklamakta<br />

olan bu görünmeyen imparatorluğun uyandığını ve<br />

harekete geçtiğini gördüğü zaman hayretten donup<br />

kalacaktır. Bu yeni imparatorluk, Osmanlı<br />

İmparatorluğu gibi karma karışık ve yamalı bir şey<br />

değil, fakat hayali güç olan bir şekilde, aynı ırktan<br />

milletlerin oluşturacağı bir birlik görünümü arz<br />

edecek ve Türkiye de meydana getirdiği eserinin<br />

getirilerinden bir şey yitirmeden onunla<br />

birleşebilecekti. Tabiatıyla bu hayal, bugün, hatta<br />

yarın da gerçekleşmeyecekti.'<br />

(…) O zamana kadar Türkiye, başa geçebilecek<br />

seviyeye gelmeli ve teşkilatı kuracak ve rehberlik<br />

edecek kudrette olmalı idi.<br />

Oysa Enver Paşa da böyle bir hülya peşinde<br />

koşmuştu ve bir bakımdan bu hülyanın kurbanı<br />

olmuştu. O uzak bölgelerin ne kadar dayanılmaz<br />

bir cazibesi olmalı idi ki Mustafa Kemal'in de<br />

kafasına girmişti.<br />

Aslında o, bu hülyaları aşağılamıştı. Şimdi o da…<br />

Nefret ettiği rakibi Kafkaslar mağlubu bunu ona<br />

miras bırakıyordu adeta.<br />

Fakat Enver'de romantik bir coşkunluk olan bu<br />

hülya, Atatürk'te olumlu ve uygun bir görüş halini<br />

almıştı. Enver Paşa, zaman ve mesafe kavramından<br />

habersiz olarak yirmi yaşında bir delikanlının<br />

11<br />

baloya koşması gibi hezimete koşmuştu. Gâzi bu<br />

kadar düşüncesizlikten pek uzaktı. O, ne zamanı,<br />

ne de mesafeyi ihmal ederdi. Ve o kadar uzak bir<br />

geleceğe gömülmüş olan imkânlar içinde günün<br />

gerçeklerini feda edemezdi. Onun şimdilik<br />

yapabildiği şey, çok söz etmeden bu mesele üzerinde<br />

sürekli kafa yormak ve yolunu tespit etmek için ilk<br />

işaret flamalarını sıralamaktı. (…) O vaktiyle<br />

İttihat ve Terakki devrinde 'Yeni Turan', 'Türkleşen<br />

Türkiye', 'Yeni Türkler' gibi şeyleri duydukça<br />

omuzlarını kaldırmamış mıydı?<br />

O adamlar böyle anlamlı sözlerle ne demek<br />

istediklerini biliyorlar, fakat bunu Türklüğün<br />

labirentlerinde arıyorlardı. Oysa o, Türklüğün nasıl<br />

meydana çıkarılacağını biliyordu. Bu,<br />

labirentlerden çıkmakla olacaktı ve Gâzi bu suretle<br />

Yeni Turan'ın ne olduğunu yurttaşlarına<br />

gösterecekti.”<br />

Evet… Enver Paşa yürekli, yiğit ve ülkücü bir adam,<br />

hepsi o kadar… İyi bir asker ama iyi bir kurmay<br />

değil… Devlet adamı hiç değil…<br />

Hak etmediği mevkilere çok genç yaşta geliyor,<br />

yanlış üstüne yanlış yapıyor… O yanlışlardan en<br />

vahimi de bizi paldır küldür 1. Dünya Savaşı'na<br />

sokmasıdır.<br />

Bazıları şunu diyorlar: “Emperyalizm, 'hasta adam'<br />

Osmanlı'yı paylaşmayı kafasına koymuştu. Biz<br />

harbe girmiyoruz diyemezdik, kendimizi<br />

korumamız için bu şart ve elzemdi”. Bu saptamanın<br />

ilk tümcesi doğru, sonrası yanlış… Girerdik ama<br />

öyle paldır küldür, Hükümet Başkanından bile<br />

saklayarak Alman Savaş gemileri Göben ve<br />

Bröslav'ı (Yavuz ve Midilli) bir tertiple Karadeniz'e<br />

sokup Rus limanlarını topa tutturarak değil,<br />

dikkatli adımlar atarak, ince hesaplar yaparak…<br />

Öyle paldır küldür ve “ip üzengi, tahta kılıç”<br />

girmişizdir ki o savaşa, Almanlar'ı Ruslar'la<br />

savaştıkları kendi cephelerinde biraz daha az<br />

kuvvetle karşı karşıya bırakmak uğruna, o kış<br />

kıyamette Sarıkamış Harekatı'na kalkışmışızdır.<br />

Sarıkamış Harekatı… O coğrafyayı karış karış bilir<br />

bu satırların yazarı. Dedesi Sarıkamış'dan yaralı<br />

dönebilmiş bir Gazi idi. Ondan dinlediklerini ve<br />

okuduklarını (hem de ne okuma sayfalarca,<br />

ciltlerce), öykü olarak, şiir olarak, oyun olarak,<br />

makale olarak yazıp durmuştur yıllardır.


Sarıkamış askeri açıdan tam bir fiyaskodur… Enver yaveri olan kahramanının anılarına dayanarak<br />

Paşa cesaret örnekleri vermiştir o harekatta, yazdığı “Yüzbaşı Selahattin” romanında bu zaferin<br />

bölüklerin bile başına geçip askeriyle birlikte tüm gerçekleri vardır. Yani buradan da Enver'e bir<br />

savaşmıştır. Ama bütün bunlar Ruslar'ın dediği o pay veremeyiz.<br />

“mareşal kış”a yenilmemizi önleyememiştir ve 1. Dünya Savaşı'nda başka zaferimiz var mı? Var<br />

sonuçta 80 bin Türk çocuğunu feda etmişizdir. elbet, Mustafa Kemal Paşa, Rusları yenip Muş ve<br />

Enver Paşa bu yenilginin konuşulup yazılmasını Bitlis'i geri aldı. O bunları yaparken Enver Paşa,<br />

yasaklamış, saklamış, sansürlemiştir. Mustafa Almanlar'ın hoşuna gitsin diye Türkiye ile sınırı<br />

Kemal Paşa gibi merak edip soranlara da “Biraz bile bulunmayan Galiçya'ya asker gönderiyordu. O<br />

harp ettik o kadar… Orada ölmeseler köylerinde Galiçya şehitleri, tutsakları, onlar korkunç bir<br />

yoksulluktan ve hastalıktan zaten öleceklerdi” dramdır. Ne işimiz vardı bizim Galiçya'da?<br />

demiştir.<br />

Enver Paşa'nın sevap hanesine yazacağımız tek<br />

askeri başarı ve ileri görüşlülük, harbin son<br />

aylarında Kafkas İslam Ordusu'nu kurdurarak,<br />

Azerbaycan'ı; müttefikimiz Almanlar'a ve<br />

İngilizler'e rağmen Bolşevik-Ermeni işgali ve<br />

zulmünden kurtarıp, orada sahipsiz ve köksüz bir<br />

biçimde kurdurulan Azerbaycan Cumhuriyeti'ni<br />

sağlam bir köke kavuşturmasıdır.<br />

Bu ordunun başında o olmasa da, fikir ve planlama<br />

onundur. Kafkasya'ya dönük olarak “Türk Sıhhı<br />

Misyonu” adında bir komite kurdurmuştu.<br />

Azerbaycan'ın Türk Birliği'ne açılan kapı<br />

olduğunun bilincindeydiler İttihatçılar. 6. Ordu<br />

Kumandanı olan Halil Paşa, Enver Paşa'nın<br />

yönergesiyle, Musul'dan Topçu Teğmen Muzaffer<br />

Bey başkanlığında bir heyeti Kafkas'a gönderdi.<br />

Muzaffer Bey'in verdiği rapor ve bölgeden<br />

İstanbul'a gelen heyetlerin aktardığı bilgiler dikkate<br />

alınarak, oraya Osmanlı Ordusu'ndan ayrıymış<br />

görüntüsü verilen bir özel ordunun teşkil edilip<br />

gönderilmesi kararlaştırıldı. “Kafkas İslam<br />

Ordusu” adı verilen bu ordunun başına, iki rütbe<br />

birden atlatılan Nuri Paşa getirildi. Nuri Paşa, üvey<br />

k a r d e ş i y d i E n v e r Pa ş a ' n ı n … C e p h e<br />

kumandanlığına ise amcası Halil Paşa getirilmişti.<br />

Bazıları “E canım Sarıkamış tamam da, Enver Paşa, bu harekât sırasında Almanlar'ı ustaca<br />

Çanakkale'de harikalar yarattık, sonuçta idare etmiş, onlara diplomatik çalımlar da atmıştır.<br />

Başkumandan vekili Enver Paşa değil mi, onu niye Sözgelimi bir yandan Nuri Paşa'ya telgraf çekip<br />

onun hanesine yazmıyorsunuz?” derler, bu da “Derhal harekâtı durdurun” demekte ve bu telgraf<br />

doğru değildir. Neden? Çünkü Enver Paşa metinlerini Almanlara göstermektedir. Fakat el<br />

Çanakkale Savaşı'nın planlama aşamasında olsa da, altından Halil Paşa ve Nuri Paşa'ya “Durmayın,<br />

icra safhasında yoktur, o harbin yıldızı, zorla, ilerleyin, Bakû'yu mutlaka alın, Almanları ekarte<br />

kerhen görev verdiği Mustafa Kemal'dir.<br />

edin” diye buyruk vermektedir.<br />

1. Dünya Savaşı'nın bir zaferi daha vardır. Irak Kafkas İslam Ordusu, Azerbaycan'ı boydan boya<br />

cephesinde Kut-ül Amare'de İngilizler'i yendik. geçip 15 Eylül 1918 sabahı Bakû'yu teslim aldı.<br />

Hem de ne yenme, 13 general, 481 subay, 3000 Harekat durmadı, Dağıstan'a doğru gelişti,<br />

İngiliz, 7000 Hintli, beyaz teslim bayrağı çekti. Dağıstan da alındı ve orada da Kuzey Kafkas<br />

İngiliz Devlet-i Fahimesi kumandanı olan General Cumhuriyeti kuruldu.<br />

Tovnshend de tutsaklar arasındaydı. Bu zaferi Kafkas İslam Ordusu ile ilgili Dr. Mustafa<br />

kazanan da Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa'dır. Görüryılmaz tarafından yazılmış değerli bir kitap<br />

İlhan Selçuk tarafından belgelere ve Halil Paşa'nın bulunmaktadır. Bu kitap her Türkçü'nün<br />

12


kitaplığında olmalıdır bence.<br />

Kafkas İslam Ordusu, Enver Paşa tarafından teşkil<br />

olunup bu harekat yapılmasaydı, Azerbaycan<br />

Cumhuriyeti bir geçici heves olarak kalırdı, bazı<br />

devletler tarafından asla tanınmazdı. 1920 yılında<br />

Azerbaycan'ı alan Sovyet yönetimleri de,<br />

Azerbaycan diye bir ülkenin varlığını asla kabul<br />

etmezlerdi, “Azerbaycan bir ülke ve devlet adı değil,<br />

bir coğrafya adıdır. Burada Rusya egemenliği<br />

öncesinde hanlıklar vardı” derlerdi. Bunu<br />

diyemediyseler, bu, Kafkas İslam Ordusu ve Enver<br />

Paşa'nın bu bağlamda gösterdiği öngörü ve<br />

kararlılık sayesinde olmuştur.<br />

Kafkas Seddi Yıkılmalıydı…<br />

Azerbaycan, Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Halil<br />

Paşa deyip de şu “Kafkas Seddi” konusuna<br />

değinmemek olmaz.<br />

1920 yılında, Kafkas Seddi'nin yıkılmasında,<br />

amcası Halil Paşa kadar, Enver Paşa'nın da katkıları<br />

olmuştur, çünkü Enver Paşa Moskova'daydı o<br />

sıralar, Sovyetler'le ilişkileri de çok iyiydi. Halil<br />

Paşa, Bekirağa Bölüğü'nden İttihatçılar tarafından<br />

kaçırıldıktan sonra, Sivas Kongresi çalışmaları<br />

içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa'nın yanına<br />

gider, görev ister. Kongrede İttihatçılar aleyhine bir<br />

hava esmektedir, Halil Paşa'nın orada durması<br />

sakıncalıdır. Mustafa Kemal Paşa, Azerbaycan'a<br />

gitmesini ister, görevi, Azerbaycan devlet<br />

yetkililerini Rus Sovyet Cumhuriyeti yani Lenin'le<br />

işbirliğine ikna etmek olacaktır. Çünkü orada, yani<br />

Kafkas'da; Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'ın<br />

oluşturduğu bir “Kafkas Seddi” vardır. Bu Seddi<br />

oluşturan ülkeler İngiliz yanlısıdırlar, İngilizler,<br />

Sovyetler'le işbirliğimizi önlemek için bu seddi<br />

kullanmaktadır. Bu set yıkılmalıdır. Yıkılmalıdır ki,<br />

Sovyet Şura Hükümetleri bize yardım edebilsinler<br />

ve dünyadaki yalnızlıklarına bir sınırdaş müttefik<br />

bularak son vermiş olsunlar.<br />

Bazıları “Halil Paşa, Azerbaycan'ı Lenin'e sattı”<br />

derler. Bu işin aslını ve Halil Paşa'nın<br />

Azerbaycan'daki çalışmalarını Taylan Sorgun'un<br />

değerli eseri “Bitmeyen Savaş”ı okuyarak<br />

öğrenebilirler.<br />

Sonuçta 27 Nisan 1920'de Bolşevik 11.<br />

Kızılordusu Azerbaycan'a girer. İngiliz yanlısı ve<br />

Mustafa Kemal'le işbirliğine soğuk bakan Müsavat<br />

Hükümeti gider. Yerine Neriman Nerimanov gelir.<br />

Gürcistan'daki yönetim de değişir. Ermenileri ise,<br />

biz bu yandan onlar o yandan vurarak birlikte<br />

hallederiz, böylece Kafkas Seddi yıkılmış olur.<br />

Bu sayede biz hem Sovyetler'den, hem<br />

13<br />

Azerbaycan'dan dünyanın yardımını alırız.<br />

Mustafa Kemal Paşa'nın borç talebine “gardaş<br />

gardaşa borç vermez el tutar” diye karşılık veren<br />

Nerimanov'un yaptığı yardımların tüm ayrıntısını,<br />

Hüseyin Adıgüzel, “Nerimanov” adlı eserinde<br />

yazmıştır.<br />

Milliyetçi kesimler, daha sonra Türkiye'ye sığınan<br />

Müsavatçılar'ın etkisiyle Nerimanov'u “hain”,<br />

Resulzade'yi baş tacı etmişlerdir, yanlıştır, ikisi de<br />

başımızın tacıdır. Zaten onlar eski dostturlar.<br />

Resulzade, yaşamını, eski savaşım arkadaşları Stalin<br />

ve Nerimanov'a borçludur. (Bu yazdıklarımın ve o<br />

yılların Azerbaycan'ında olup bitenlerin gerçek<br />

ayrıntılarını merak edenler İldeniz Kurtulan'ın<br />

“Amcam Hamlet” adlı kitabını okuyabilirler).<br />

Atatürk, Azerbaycan'da bir komünist yönetim<br />

kurulmasına, Azerbaycan'ın bağımsızlığı koşuluyla<br />

ve zorunlu “evet” demişti, Ruslar uzun yıllar buna<br />

uydular da, fakat zaman sonra, bağımsızlık gitti. Bu<br />

bağlamda ayrıntı isteyenlere de bir değerli yapıt<br />

önerebilirim: Dr. Mehman Ağayev'in “Kurtuluş<br />

Savaşı Yıllarında Türkiye-Azerbaycan İlişkileri”.<br />

Çıkışı Efsane, Sonu Destan…<br />

Ruslar'ın Mustafa Kemal'in başarısız olması<br />

olasılığına karşı, “elde bir” olarak, Sakarya Savaşı<br />

sonuna dek tuttukları Enver Paşa'yı, Sakarya Savaşı<br />

kazanılınca atarlar bir kenara. O da Anadolu'ya<br />

geçmek üzere beklediği Batum'dan tam ters yöne<br />

doğru, Türkistan'a döndürür rotayı. O da bir<br />

maceradır, hazırlıksız ve sonu düşünülmeden…<br />

Ve o bilinen acı son… Kahramanca şehit düşer<br />

Enver Paşa… Şehadet haberi Ankara'ya ulaşır.<br />

Mustafa Kemal Paşa haberi duyunca, yıllarca<br />

çekişip çeliştiği bu eski arkadaşı için çok üzülür,<br />

uzun uzun uzaklara bakar mavi gözleri ve der ki:<br />

“Çıkışı efsane, sonu destan, bu ikisinin arasını da<br />

tarihe bırakalım…”<br />

Enver Paşa'yı bu cümle içinde düşünmeliyiz…


'' Atatürk Milliyetçiliği''<br />

Samed KOCADEMİR<br />

u başlığı görenler içeriği okumadan beni hedef<br />

Btahtasına oturtacaklar, eminim ilk görüşte<br />

küplere binceklerdir. Ancak anlatmak istediğim<br />

kavram kargaşasıdır. Atatürk'ün milliyetçi oluşu<br />

herkesçe bilinmekte. Tartışma konusu ise o<br />

milliyetçiliğin sınırlarıdır. Yani hangi milliyetçilik<br />

sorusunun cevabıdır. Milliyetçilik 20.yüzyılın en<br />

önemli ideolojisidir. Osmanlı devleti'nin son<br />

dönemlerinde yaşananlar milliyetçiliğin devlet<br />

ideolojisi olmasını zorunlu kılmıştır. Osmanlı<br />

topraklarında yaşayan farklı etnik unsurların birer<br />

birer ayaklanması Türk milliyetçiliğinin hızla<br />

yayılmasına zemin hazırlamıştır. Mustafa Kemal<br />

Atatürk yaşanan olayların sonucunda geçmişte<br />

yapılan hatanın farkına vardığını ve hatanın neden<br />

kaynaklandığını ise 20 Mart 1923'de Konya'da<br />

yaptığı açıklamayla dile getirmiştir; ''Biz milliyet<br />

fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik<br />

göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla<br />

faaliyetle gidermeye çalışmalıyız. Osmanlı<br />

İmparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar, hep millî<br />

inançlarına sarılarak, milliyetçilik idealinin gücüyle<br />

kendilerini kurtardılar... Kuvvetimizin zayıfladığı<br />

anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki,<br />

kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş.''<br />

Atatürk Milliyetçiliği kavramı 1980 darbesinin<br />

ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İlk olarak 1982<br />

Anayasasında yer bulmuştur. Ortaya çıkış sebebi ise<br />

Atatürk'ün anladığı milliyetçilik anlayışı yada<br />

Atatürkçü milliyetçilik anlayışı diye tanımlanan dil,<br />

tarih, kültür ve ülkü birliğine dayanan tanımı<br />

diğerlerinden ayırma çabasıdır. Diğer tanımlar ise<br />

dil, tarih, kültür ve ülkü birliğinin yanısıra din<br />

birliğini esas alan Türk-İslam sentezi ve dil, tarih,<br />

kültür ve ülkü birliğinin yanısıra ırk birliğinide esas<br />

alan Türkçü tanımdır. Atatürk Milliyetçiliği<br />

rahmetli Prof.Dr.Turhan Feyzioğlu'nun önerisiyle<br />

ortaya çıkmış bir kavramdır. Turhan Feyzioğlu<br />

bugün Türkiye Barolar Birliği başkanlığı görevini<br />

yürüten Metin Feyzioğlu'nun dedesi ve manevi<br />

babasıdır. Turhan Feyzioğlu darbe döneminin<br />

tartışmalı isimlerindendir. Başbakan yapılmış,<br />

ardından karar geri çekilmiştir.<br />

ATATÜRK DİYOR Kİ;<br />

''Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk<br />

milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk<br />

topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk<br />

kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan<br />

cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.''<br />

''Ben her şeyden evvel bir Türk milliyetçisiyim.<br />

Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir<br />

gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben<br />

görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları<br />

içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum,<br />

onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk<br />

birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar<br />

içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme<br />

yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne<br />

demek, o zaman görülecek.''<br />

Şimdi biz kime inanacağız ? Atatürk'ün kendisine<br />

mi ? Yoksa Turhan Feyzioğluna mı ? Rahmetli<br />

Turhan Feyzioğlu büyük bir yanlış yapmış Kenan<br />

Evrende o yanlışa sahip çıkmıştır. İşte bu hatalar<br />

yüzünden Türk gençliği birçok konuda olduğu gibi<br />

bu konuda da kavram kargaşasayıla boğuşmakla<br />

meşgul. 21 yıldır bu tartışmalar devam ediyor. Bir<br />

21 yıl daha tartışırız biz...<br />

14


Yolların Sonu Üzerine Çözümleme Denemeleri (3)<br />

Yunus Emre Uyar<br />

Bir önceki yazıda Nihal Atsız'ın Yolların Sonu birçok kaygıyı içeren bir tepkidir. Bunun için Ömer<br />

şiirinin ilk üç dörtlüğünden hareketle bir içerik Seyfettin'in ilgili yakınmaları yerinde örneklerdir.<br />

çözümlemesinin yapılmasından sonra bu yazıda O, her şeyden önce dilin Türkçeleştirilmesini<br />

şiir, bazı dış yapı özellikleri açısından ele alınacaktır. amaçlayan bir aydın olarak aruz kalıbının birçok<br />

Nihal Atsız'ın metinlerinde en dikkat çeken özelliği Türkçe sözcüğü şiirdeki kullanımın dışına ittiğini<br />

kullandığı dildir. Şair, her ne kadar bir makalesinde söyler. “Anadolu”nun adını, “sevişebilecek miyiz?”<br />

ilkelerini sıralarken “Arınmış Türkçeciyiz” demiş sorusunu bile şiirden dışlamasından yakınır. Ne de<br />

olsa da devrinin yaşayan Türkçesinin örneklerini olsa aruz ölçüsü hecelerin sayısına değil, açıklığına<br />

verdiği görülür. Sözgelimi şiirde “anı” sözcüğünü kapalılığına dayanan bir dizgedir. Arap, Fars<br />

değil, “hatıra” sözcüğünü seçmiştir. Buna ölçüyü ekinlerinin bir ürünü olarak o ekinlerin dilleriyle<br />

yakalama amacı neden olmuştur denebilir. Oysa ki, akrabalığı bile bulunmayan bambaşka bir dili olan<br />

“hayal”, “arzu” gibi sözcükler de buna örnek Türkçe'ye uymayan ama kendi koşullarının<br />

gösterilebilir. Ancak Türkçe kökenli sözcüklerin, gereklilikleri olan birtakım özelliklere sahip olması<br />

şiirin çok büyük bir bölümüne egemen olması bir onu Türk şiiri için uygun olmaktan çıkarmaya,<br />

rastlantıdan öte bir kastı gösterir. O da Türkçe ulusal bakışları da onu dışlamaya itmiştir.<br />

kökenli sözcüklere öncelik verme amacıdır. Onun Nihal Atsız'ın fikir babası olarak gösterilebilecek<br />

için “Türkçe'yi olabildiğince öz halinde olan Ziya Gökalp de çok öncesinden şu dizelerle<br />

kullanmaya çalışmışsa da şiir dilinin birtakım seslenmişti: “Aruz sizin olsun hece bizimdir. /<br />

gerekliliklerinden dolayı az da olsa ödün vermiştir” Halkın söylediği Türkçe bizimdir. / Leyl sizin, şeb<br />

demek yerinde olur. Onun arı Türkçe amacının en sizin, gece bizimdir. / Değil bir mana üç ada<br />

işlevsel yanı herhangi bir zorlamaya başvurmamış muhtaç.” Bu dizelerde Gökalp'in de dilin<br />

olmasıdır. Şiirinde kendisinin türettiği ya da yeni Türkçeleşmesiyle ölçünün Türkleşmesi arasında<br />

türetildiği halde toplumca kabul görmeyen kurduğu bağ görülebilir.<br />

sözcükleri kullanma takıntısı yoktur. Onun için Nazım birimi olarak ulusal halk yazınını diriltmeye<br />

“ölçülü bir özleşmeci” denmesi başat dayanağını yönelik çaba, ölçü söz konusu olduğunda da<br />

buradan alır.<br />

Atsız'da görülür. Şiirin nazım biçimiyle, nazım<br />

Şiir, altı adet dörtlük biçiminde oluşturulmuştur. birimiyle, ölçüsüyle, uyak örgüsüyle bilişsel ve<br />

Bu haliyle gelenekli Türk halk yazınının en belirgin duyuşsal bir bütün oluşu akla getirildiğinde Atsız'ın<br />

özelliklerinden birini göstermek kaygısı açıkça yaklaşımının doğallığı ortaya çıkar.<br />

görülür. Ne de olsa Nihal Atsız'ın düşünce Nihal Atsız'ın “Yolların Sonu” adlı şiirinden alınan<br />

evreninin kaynaklarından biri de yüzyıllarca örnek birimlerin gerek içerik, gerekse dışarık<br />

“yüksek” zümrenin baskısı altındaki yazına sırt açısından çözümlenmesi denemeleri bu yazı<br />

çevirip kendi içinde kendi yazınını sürdüren dizisinin ilk bölümünde öne sürülen varsayımları<br />

halktır. O, oldukça değer verdiği bu halk tavrını destekler sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Kendi kişiliği<br />

diriltmek üzere şiirinde böyle bir yola başvurmuş gibi şiirinin de ana özelliği ulusal olmak olan ozanın<br />

olabilir. Ne de olsa şair her şeyden önce bir ele alınan ürünü ülkücü düşünce evreni<br />

milliyetçidir ve evrenselci bir zümreye karşı ulusal çerçevesinde tarihin her dönemindeki ulusal şiirin<br />

kalan halktır. Uyandırılması gerekir.<br />

başat özelliklerini yansıtmaktadır. Bundan sonra da<br />

Şiir 7+7=14'lü hece ölçüsüyle yazılmıştır. Bilindiği Atsız'ın şiirlerinin toplumsal gerçekliği ve birtakım<br />

üzere heceye dayanan şiir ölçüsü düzeneği özelleşmiş konuları yorumlamak üzere yardımcı<br />

Türkler'in ulusal ürünüdür. İslamlık'la birlikte kaynak olarak kullanılması önerilebilir.<br />

Türk şiirini –özellikle Divan şiirini- saran, hatta<br />

çoğu yerde halk ozanlarına da bulaşan aruz modası<br />

ulusal bir bakış açısı için çoğu kez karşı durulması<br />

gereken bir değer olarak görülür. Bu aruzun<br />

yalnızca köken itibariyle “Türk” olmamasından<br />

kaynaklanan bir karşı duruş değil, bugün için de<br />

15


Ulusalcılara Kin Gütmek Türk Milliyetçiliğinin Gereği mi?*<br />

Afşar Zeybekoğlu<br />

Şimdilerde, okuduğum yazılarda ulusalcı denen Ulusalcılar artık Türk tarihine ilgi duyan, Türk<br />

grupla bir hesaplaşma modası görüyorum.<br />

kültürünün derinliğine hayranlık besleyen, Türk<br />

Onlar geçmişte ülkücülerle çatışırken ne olmuş da olmakla iftihar eden, aynı ideolojiyi belki şimdi<br />

bugün vatansever olmuşlar?<br />

bile paylaşmakla birlikte etnik ırkçıları reddeden<br />

Soru haklı fakat tepkisel.<br />

insanlar.<br />

Ulusalcılarla aramızdaki farka değinenlerin Ulusalcıların böyle insanlar olmadıklarını “aslında”<br />

tamamının referansı din. Bu milletin inancına Türk düşmanı dinsiz insanlar olduklarını<br />

saygısız adamların nasıl milliyetçi sayılacağı sorulup ispatlamaya çalışmak basit bir kindarlıktan öte -<br />

duruluyor.<br />

Eğer illâ Müslümanca düşüneceksek- açıkça suizan.<br />

Bu mantık, milliyetçiliğin geçmişte dincilikle ifsat Elinde Türk bayrağıyla ağzında Türk adıyla dinci<br />

edilmesinin sonucundan başka bir şey değil, kimse enternasyonalizmin baskısına karşı, Ermeni<br />

kusura bakmasın.<br />

yalanlarına karşı, etnik ırkçılığın fesadına karşı<br />

Dini siyasi platformda kullanmak milliyetçilere duran insanları, bitmez tükenmez bir kindarlık ve<br />

yaramadı. Ya seçmenlerini, gönüldaşlarını dindarlıkla “fasık”, “dinsiz” vs. gibi görmeye<br />

tarikatlara cemaatlere kaptırmalarına sebep oldu ya çalışmak hiç kimseye fayda getirmez.<br />

da birer Taliban gibi anılmalarına ve sözlerinin Milliyetçiler insanları sürekli dinli/dinsiz diye<br />

ciddiyetini kaybetmesine.<br />

sınıflandırırken yaptıkları işin Talibanlıktan,<br />

Bugünün ulusalcılarının bir kısmı geçmişte softalıktan, yobazlıktan pek de farklı olmadığını<br />

gerçekten ajanlık, kışkırtıcılık yapmıştı, doğrudur. artık bilmelidirler.<br />

Bugünkü ulusalcıların geçmişte enternasyonalist Türk milliyetçileri, Türk'ün bekasını, refahını ve<br />

olduklarını da biliyoruz, o da doğrudur.<br />

hürriyetini yani hayat, mülkiyet ve hürriyetini<br />

Sorun bugünkü millî çıkmaza nasıl baktıklarıdır. düşünürken bunları savunan başka insanların<br />

Sorun bugünkü millî çıkmazda devletimizin dindarlığını veya imanını, dinciler gibi sorgulayıp<br />

yapısını Atatürk'ün kurduğu şekliyle savunup durmaktan vazgeçmelidir.<br />

savunmadıklarıdır.<br />

Türk milliyetçiliği sadece Müslüman Türk'ün değil<br />

Bugün kıdemli ülkücüler, geçmişin acı hatıraları bütün Türklerin beka, refah ve hürriyetini<br />

üzerinden ulusalcıları yerden yere vuruyor.<br />

düşünmektir.<br />

Ulusalcılardan uzaklaşmak kindarlıktan dolayı Türk milliyetçiliği, Türk dışındaki Müslüman<br />

mazur görülebilir.<br />

kavim veya milletleri Türk gibi düşünerek onların<br />

Mesele onlardan uzaklaşırken şu millî mücadele işleri için endişelenmek değildir; bunu yapanlar<br />

esnasında kimlere yakınlaştığımızdır.<br />

zaten ümmetçilerdir, siyasal İslâmcılardır,<br />

Durmaksızın Arapça terimlerle, Arap tarihinden dincilerdir. Zaten hiçbir Müslüman topluluk da<br />

atıflarla kendi kendimize iman tazelememiz b i z i m o n l a r ı o n l a r g i b i b e n i m s e y i p<br />

milliyetçiliği nereye götürüyor?<br />

benimsemediğimizi umursamamakta….<br />

Bugün milliyetçiliğin yaygın tonu dinci ve Arapçı, Artık söylemlerde dini motiflerden daha doğrusu<br />

gene kimse kusura bakmasın. Milliyetçi denen Arap özentiliğinden vazgeçilmelidir.<br />

kitlenin büyük kısmı, aynen dinciler gibi dinini her Artık “ulemaya”, “şeyhe”, “seyyide” vs danışarak<br />

an kaybetmek korkusu yaşıyor ve ağzını her Türk olmaya çalışmaktan vazgeçilmelidir.<br />

açtığında milliyetçiliği bir tür dini fanatizm gibi Artık hayatın, din profesyonellerine itaat ve biatle<br />

gösteriyor.<br />

yaşanacak bir şey olduğu kanaatinden<br />

Dinden durmadan bir tür “ülkü”, “ideoloji” gibi vazgeçilmelidir.<br />

bahsetmek ne dini ne de milliyetçileri bir yere Ulusalcıların yaygın şekilde Marksist oldukları<br />

getiriyor.<br />

doğrudur. Ulusalcıları eleştireceksek onları<br />

Sadece milliyetçileri, adları “Türk” olan Talibanlar savundukları ideoloji ile eleştirmeliyiz. Peki, bu<br />

gibi gösteriyor o kadar.<br />

yapılmakta mıdır? Hayır! Onlarla aynı Marksist<br />

Ulusalcılar lâik bir Türkiye'yi savunuyor ya kalıplar ve terimler her gün kullanılarak onları<br />

milliyetçiler?<br />

dindar olup olmadıklarıyla yargılamak gibi bir<br />

16


garabete düşülmektedir. uzaklaştırmak Türk düşmanı dincileri ve etnik<br />

Ve fakat içinde bulunduğumuz şartlarda, artı ölçü, ırkçıları güçlendirir mi güçlendirmez mi?<br />

günün ne kadarında tespih çekilip Araplara ne “Türk” diyen solculara kin gütmek bize gerçekten<br />

kadar hayran olunduğu veya hangi tarikatta daha huzur verir mi?<br />

fazla zikre durulduğu değil.<br />

“Türk” diyen insanları dinsiz diye reddederken<br />

Artık Arapça konuşarak dincilikle Türklüğü Türk'e zerrece sevgi beslemeyen bazı<br />

mütemmim cüz haline getirmeye çalışmak Müslümanlarla din kardeşi olmak Türk<br />

taassubuna “Türk İslâm” deyip de toplumu milliyetçiliğiyle bağdaştırılabilir mi?<br />

kucaklayabileceğimizi sanmaktan vazgeçmeliyiz. Türk'ün bekasının, refahının ve hürriyetinin din<br />

Artık devir Türklüğü kendi, tarihimizden, istismarıyla tehdit edildiği bir devirde dincilerle<br />

kültürümüzden daha önemlisi kendi aklımızdan aynı terimleri kullanmanın ve vatansever insanları<br />

seyyitlerin, şeyhlerin, cemaatlerin güzelliklerinin dinciler gibi dışlamanın sadece dincileri tasdik<br />

insafına terk etmek devri değildir.<br />

etmek olduğu artık anlaşılmalıdır.<br />

Devir, Türk adının, vatanının ve bayrağının Türk adını savunmak farkımızı reddetmek değildir.<br />

müdafaası devridir.<br />

Farkımızdan dolayı Türklüğün diğer unsurlarını<br />

Devir milletin bekası, refahı ve hürriyeti için kinle ve öfkeyle dışlamak Türklüğü önceleyen hiç<br />

mücadele eden herkesin birlik olması devridir. kimseye yakışmaz.<br />

Bu devirde Türk milliyetçilerinin hiç kimseyi hele Ne mutlu “Türküm” diyene!<br />

dinciler gibi tefrik etmek, suçlamak lüksü yok.<br />

Türk milliyetçileri kendilerine artık şunları haberiniz.com, 08 Mayıs <strong>2013</strong><br />

sormalıdır:<br />

“Türk” diyen ( Türk İslamcılara göre)“dinsizleri” * Bu yazı, saygın yazar Afşar Zeybekoğlu'nun özel izniyle<br />

siz ULUKAYIN okurları için alıntılanmıştır…<br />

Her sözün ararsan vardır Türkçesi...<br />

Ziya Gökalp<br />

Kültür : Ekin<br />

Kültürel : Ekinsel<br />

Adres : Bulunum<br />

Abonelik : Sürdürüm<br />

Abone : Sürdürümcü<br />

Hazırlayan : Çağan Soykan<br />

17


Türk Hukuk Devrimcisi : Mahmut Esat Bozkurt<br />

Ahmet Gençal<br />

azi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletini Cemiyeti'nin başkanlığına seçilmiştir. 15 Mayıs<br />

Giki kez kurtaran bir liderdir. Birinci olarak 1919 günü İzmir'in işgalinin ardından da<br />

Kurtuluş Savaşı sırasında uçurumun kenarındaki İsviçre'den ayrılıp arkadaşları Şükrü ve Kazım Nuri<br />

Türk milletini, Batı sömürgeciliğinin kanlı Beylerle Anadolu'ya geçmiş, Kuşadası bölgesinde<br />

pençelerini parçalayarak kurtarmıştır. İkinci olarak Kuvayi Milliye'yi kurarak ulusal savaşıma<br />

da Kurtuluş zaferini taçlandırmak için katılmıştır.(2)<br />

gerçekleştirdiği Türk devrimi ile Türk milletini 1920 yılında Meclis'e giren Mahmut Esat Bey,<br />

kendisini çepeçevre saran cehalet ve bağnazlıktan 1922 yılında henüz 30 yaşında iken Rauf Bey<br />

kurtarmıştır. Atatürk, hem savaş alanlarında hem kabinesinde İktisat Vekili (Ekonomi Bakanı) olmuş<br />

de siyaset meydanında Türk milletinin kurtuluşunu ve bu görevi süresince Ziraat Bankası'nın<br />

sağlarken etrafında asker-sivil pek çok kimse iyileştirimesi, çiftçi-kredi kooperatiflerinin<br />

bulunmaktaydı. Bunlardan bir tanesi de özellikle kurulması, esnaf örgütlerinin yeniden<br />

devrimler sürecinde hukuk alanında yapılan yapılandırılması, Emlak ve Eytam Bankası'nın<br />

yeniliklerde Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşı olan kurulması gibi çalışmalara imza atmıştır.<br />

ve getirilen pek çok yeniliğin mimarlarından olan Cumhuriyetin ilanından az bir süre sonra 1924<br />

Mahmut Esat Bozkurt'tur. Bu çalışmamızda yılında Adliye Vekili (Adalet Bakanı) olan Mahmut<br />

öncelikle Mahmut Esat Bozkurt'un yaşam Esat Bey, bu görevi sırasında adını Türk tarihine<br />

öyküsünü genel hatlarıyla ortaya koymaya altın harflerle yazdıracağı hukuki devrimlerin<br />

çalışacağız. Ardından ortaya koyduğu eserleri, mimarlığını üstlenmiştir. Bu görevi sırasında attığı<br />

Türkiye Cumhuriyetine katkılarını, Türk ilk önemli adım Türk Ulusu'nun gerek duyacağı<br />

devrimindeki yerini ve ardından bıraktığı izlenimi çağdaş Türk hukukçularının yetiştirileceği “Ankara<br />

irdeleyeceğiz.<br />

Hukuk Mektebi”ni kurmuş olmasıdır. 1926 yılına<br />

gelindiğinde ise Türk Devrimi'nin önemli<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un Yaşamına Genel Bir ayaklarından olan laik ve çağdaş “Medeni<br />

Bakış…<br />

Kanun”un hazırlanmasında büyük emeği geçen bir<br />

Mahmut Esat Bozkurt, 1892 yılında İzmir kişilik olarak adını Türk Hukuk tarihine<br />

Kuşadası'nda doğmuştur. Babası çiftçilik ve yazdırmıştır. Bu kanun 17 Şubat 1926'da<br />

ticaretle uğraşan, bir dönem Kuşadası Belediye Meclis'den geçmiş, 4 Nisan 1926'da Resmi<br />

B a ş k a n l ı ğ ı d a y a p m ı ş o l a n H a c ı Gazete'de yayınlanarak 6 ay gibi kısa bir geçiş<br />

Mahmutoğullarından H a s a n B e y ' d i r. döneminden sonra uygulamaya konmuştur.<br />

İlköğrenimini Kuşadası ve “İzmir Yusuf Rıza Mahmut Esat Bey'in Adliye Vekilliği sırasında<br />

Mektebi”nde yaptı. “İzmir İdadisi”ni bitirdikten Medeni Kanun dışında çağdaş Türk hukukunun<br />

sonra 1908'de “İstanbul Hukuk Mektebi”ne girdi. temel yapıtaşlarından olan Borçlar Kanunu, Ceza<br />

1912'de “İstanbul Hukuk Mektebi”nden mezun Kanunu, Ticaret Kanunu, Ceza Muhakemeleri<br />

oldu. Daha sonra ise dayısı Ubeydullah Efendi'nin Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Türk Vatandaşlık<br />

desteğiyle İsviçre'ye giderek Fribourg Kanunu, İcra İflas Kanunu ve 1930 yılında<br />

Üniversitesi'nde Hukuk alanında yeniden lisans kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıması<br />

eğitimi aldı ve doktorasını 'Osmanlı nedeniyle büyük önem taşıyan Belediye Kanunu<br />

Kapitülasyonları Rejimi' adlı tezle yaptı.(1) Bu tezi uygulamaya konmuştur.<br />

ile 'Summa Cum Laude' diye anılan onur derecesi Mahmut Esat Bozkurt, 6 yıldır yürüttüğü Adliye<br />

ile hukuk doktoru oldu. 1919 yılında İsviçre Vekilliğinden 1930 yılında istifa ederek, Ankara<br />

Lausanne kentinde kurulan Türk Talebe Hukuk Fakültesi'nde 'Devletler Hukuku', Siyasal<br />

18


Bilgiler Fakültesi'nde 'Anayasa Hukuku' profesörü<br />

olarak görev yapmıştır. 1934 yılında ise Atatürk'ün<br />

isteği üzerine Türk gençliğine Türk Devrimi'nin<br />

hukukunu anlatmak üzere İstanbul Üniversitesi<br />

İnkılap Tarihi Kürsüsü'nde ders vermeye<br />

başlamıştır.<br />

Mahmut Esat Bozkurt, yalnızca siyasetle değil,<br />

kalemiyle de Türk Ulusu'na büyük hizmetlerde<br />

bulunmuş ve 1908 yılından vefat ettiği 1943 yılına<br />

kadar kalemini elinden bırakmamıştır.<br />

Mahmut Esat Bozkurt, ulusal savaşım yıllarında<br />

“Anadolu'da Yenigün” ve “Hakimiyet-i Milliye”<br />

gazetelerinde yazılar yazmıştır. Son yıllarında “Yeni<br />

Sabah” gazetesinde yazan Mahmut Esat Bozkurt,<br />

son yazısı “Yürekler Acısı”nı kaleme aldıktan sonra<br />

rahatsızlanmış ve 21 Aralık 1943 günü sonsuzluğa<br />

erişmiştir. Son yazısı “Yürekler Acısı” vefat haberi<br />

ile birlikte Yeni Sabah gazetesinde yayınlanmıştır.<br />

Ölümünün ardından vasiyeti üzerine Selçuk'daki<br />

çiftliğinde aile mezarlığında toprağa verilmiştir.<br />

Mahmut Esat Bozkurt, yaşamı boyunca da birçok<br />

ölümsüz yapıta imza atmıştır. Bunların<br />

başlıcaları şunlardır: Beynelmilel Bozkurt-Lotus<br />

Davasında Türkiye-Fransa Müdafaaları (1927),<br />

Osmanlı Kapitülasyonlarına Dair (1928), Türk<br />

İhtilalinde Vatan Müdafaası (1934), Türk<br />

Köylülerin ve İşçilerin Hakları (1939), Hukuk-u<br />

Düvel Yardımcı Talebe El Notu (1939),<br />

Devletlerarası Hak (1940), Atatürk İhtilali (1940),<br />

Aksak Demir'in Devlet<br />

Politikası (1943)<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un Doktora Tezi<br />

Üzerine…<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un İsviçre Fribourg<br />

Üniversitesi'ndeki doktora tezinin de önemli<br />

olduğu görüşündeyim. Mahmut Esat Bey'in<br />

doktora tez konusu 'Osmanlı Kapitülasyonları<br />

Rejimi' adını taşımaktaydı ve bu tezin sonuç<br />

bölümünde Mahmut Esat Bey şu söylemlere yer<br />

veriyordu:<br />

‹'Kapitülasyonlar ister tek taraflı, ister karşılıklı<br />

anlaşma sayılsın, taraflardan birinin hayati<br />

menfaatlerine aykırı düşerse veya tabi oldukları<br />

şartlar değişirse tek taraflı olarak ilga edilebilir.''<br />

Mahmut Esat, böylece, Avrupa'nın saygın<br />

19<br />

ü n i v e r s i t e l e r i n d e n b i r i n d e O s m a n l ı<br />

İmparatorluğu'nun kapitülasyonları tek taraflı<br />

kaldırma hakkına sahip olduğunu bilimsel bir tezle<br />

savunmuş ve kabul ettirmiştir.<br />

Kurtuluş Savaşı ve Mahmut Esat Bozkurt<br />

1. Paylaşım Savaşı'nın en hararetli günlerinden<br />

itibaren İsviçre'nin hemen her şehrinde sayıları<br />

yüzlerle belirtilen Türk öğrencilerin çoğu, sıraları<br />

geldikçe askeri görevlerini yapmak için yurda<br />

dönmeye başlamışlardır. Geride yalnızca bir avuç<br />

Türk genci kalmıştır ve onlar da gelecek emri<br />

beklemektedir. Ancak ülkenin duyumsanmaya<br />

başlanan aydın kayıplarının önlenebilmesi için<br />

Meclis-i Mebusan kabul ettiği bir yasa ile bu<br />

gençlerin silah altına alınmasını bir süre askıya<br />

almıştır.(3)Mahmut Esat Bozkurt da İsviçre'de<br />

kalan Türk öğrencilerindendir. O da İzmir'in<br />

işgalinin ardından arkadaşı Şükrü Bey ile artık<br />

yurda dönüp Kurtuluş Savaşı'na katılma anının<br />

geldiğini düşünmüştür. Venizelos ise, Mahmut Esat<br />

ve Şükrü Bey'lerin ulusal savaşımda görev<br />

alacaklarından kuşkulanmış, bunu engelleyebilmek<br />

için telgrafla Roma'ya haber vermiştir. Venizelos'un<br />

bu isteğine karşın iki kararlı yurtsever yurda<br />

dönmeyi başarmışlardır.<br />

Mahmut Esat Bey, yurda döner dönmez, Demirci<br />

Mehmet Efe'nin karargahı olan Nazilli'ye giderek,


durum değerlendirmesi yapmıştır. Bunun<br />

sonucunda Mahmut Esat, işgallere karşı Temmuz<br />

1919'da oluşturulan cephenin Kuşadası<br />

d ö n e m d e İ z m i r İ k t i s a t Ko n g resi'nin<br />

toplanmasında Mahmut Esat kilit rol oynamıştır.<br />

Ancak İzmir İktisat Kongresi tam olarak istenen<br />

sonucu verememiştir. Mahmut Esat tarafından her<br />

yıl toplanması planlanan bu İktisat Kongresi bir<br />

daha toplanamamıştır. Mahmut Esat, kongrede<br />

liberal ekonomik politikaları eleştirerek ''Yeni<br />

Türkiye İktisat Mektebi'' adlı bir ekonomik<br />

program önermiştir. Ancak kongrede alınan aksi<br />

kararlar 1930 yılına dek Türkiye'de uygulanmıştır.<br />

Bu durum Mahmut Esat'ın İktisat Vekilliği<br />

görevinden ayrılarak, yerini Hasan (Saka) Bey'e<br />

bırakması ile sonuçlanmıştır.<br />

Mahmut Esat'ın İktisat Vekilliği döneminde İzmir<br />

İktisat Kongresi dışında da bazı önemli<br />

düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bunlara kısaca<br />

değinirsek; Ziraat Bankasında yapılan yenilikler,<br />

kooperatif ve korporasyonlar, çiftçi, kredi, sigorta<br />

gibi sosyo-ekonomik sorunlarla ilgilenmiştir.(5)<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un Adliye Vekilliği<br />

Mahmut Esat Bey Adliye Vekilli olarak ilk defa Ali<br />

Fethi Okyar hükümeti döneminde 22 Kasım 1924-<br />

3 Mart 1925 tarihleri arasında görev almıştır. Daha<br />

bölümünde 120 kişilik milli müfrezenin başına sonra İsmet İnönü başkanlığında kurulan<br />

geçmiştir. Mahmut Esat Bey, Kuvayi Milliye 4. ve 5. hükümetlerinde de 3 Mart 1924-27 Eylül<br />

hareketindeki görevini bir yıl kadar sürdürmüştür. 1930 tarihleri arasında Adliye Vekilliği görevini<br />

Bu süre içerisindeki eylemleri hakkında ise çok sürdürmüştür. Mahmut Esat Bozkurt'un Türk<br />

ayrıntılı bilgiler mevcut değildir.(4)<br />

tarihine altın harflerle geçmesini sağlayan<br />

etkinlikleri Adliye Vekilliği döneminde<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un Milletvekilliği ve İlk gerçekleştirilmiştir. Öncelikle bu dönemde çağdaş<br />

Bakanlığı<br />

Türk hukukçularının yetiştirilebilmesi için Ankara<br />

Mahmut Esat Bey, ilk kez 7 Haziran 1920 Hukuk Fakültesi açılmıştır. Yine bu döneminde<br />

tarihindeki bir oturumda Meclis'de hazır çağdaş Türk hukukunun temelini oluşturan<br />

bulunmuş ve İnönü Utkusu'ndan sonra ise Londra kanunlar bir bir meclisten geçirilmiş, Türk<br />

Konferansı'na giden Bekir Sami Bey heyetinde Devriminin Hukuksal ayağı bu sayede<br />

'murahhas' olarak bulunmuştur. Mahmut Esat, bu tamamlanabilmiştir. Çağdaş Türk devletinin bu<br />

dönemde hem cephede savaştığı hem de çağdaş yasalarını kronolojik olarak sıralamaya<br />

milletvekilliği görevini sürdürdüğü için 24 Nisan kalkarsak sırasıyla şu kanunlar Mahmut Esat<br />

1924'de Kırmızı-Yeşil İstiklal Madalyası ile Bozkurt'un Adliye Vekilliği döneminde<br />

ödüllendirilmiştir.<br />

uygulamaya konmuştur: 1-Türk Medeni Kanunu<br />

Mahmut Esat, 1922 yılına gelindiğinde henüz 30 (17 Şubat 1926), 2-Türk Ceza Kanunu (1 Mart<br />

yaşında iken 12 Temmuz'da kurulan ve 4 Ağustos 1926), 3- Kabotaj Kanunu (19 Nisan 1926), 4-<br />

1923'e kadar görev yapan Rauf (Orbay) Bey Borçlar Kanunu (22 Nisan 1926), 5-Türk Ticaret<br />

Hükümetinde İktisat Vekili (Ekonomi Bakanı) Kanunu (29 Mayıs 1926), 6-Hukuk Muhakemeleri<br />

olmuştur. Bu görevini 14 Ağustos'da kurulan Fethi Usulü Kanunu (18 Haziran 1926) 7-Belediye<br />

Bey Hükümeti döneminde de sürdürmüştür. Bu Kanunu (3 Nisan 1930). Belediye Kanunu ile<br />

20


elediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme döneminden sonra kesin olarak uygulamaya<br />

hakkı verilmesi bu kanuna ayrı bir nitelik konmasını da kabul ettirmeyi başarmıştır. Bu geçiş<br />

kazandırmaktadır.<br />

süresinin çok kısa olduğunu ileri süren ve İsviçre'de<br />

Türk Hukuk Devrimini anlayabilme adına özellikle bile 4 yılık geçiş döneminin yaşandığını, din<br />

Ankara Hukuk Fakültesinin açılması ve Türk kaynağına dayanan hukuk sisteminin kolay kolay<br />

Medeni Kanunu üzerinde durulması gerektiği değiştirilemeyeceğini ileri sürenlere karşı, ''Türk<br />

görüşündeyim.<br />

Hukukçuları için 6 aylık sürenin yeterli olacağına<br />

-Ankara Hukuk Fakültesinin Açılması (1925) dair inancını'' belirtmiştir. Kanunun uygulamaya<br />

Bu fakültenin açılması Türk Devrimi açısından geçişindeki başarı Mahmut Esat Bey'in bu konuda<br />

önemli bir gündür. Çünkü;<br />

ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.<br />

1-Cumhuriyet ilk yükseköğretim kurumunu Türk Medeni Kanunu ile; kadın-erkek eşitliğinin<br />

kurmuştu. Bir bilim kurumu kurmak dünyanın sağlanması, evlilikte resmi nikah zorunluluğunun<br />

her vaktinde ve her yerinde önemli bir iştir. getirilmesi, erkekler için tek eşle evlilik esasının<br />

Kendini, en yetkili oğlunun diliyle, bilime ve bilim getirilmesi, kadınlara istedikleri mesleğe girebilme<br />

adamlarının telkinlerine dayandıran genç Türkiye hakkı tanınması, mahkemelerde tanıklık yapma,<br />

için de en belli başlı işti.<br />

miras ve boşanma konularında kadın-erkek<br />

2-Devlet merkezi (Ankara) ilk yükseköğretim eşitliğinin sağlanması, reşit olan her vatandaşın<br />

kurumuna kavuşmuştu. Bilim kurumları yalnızca kendi dinini seçmekte özgür bırakılması,<br />

yüksek bilgi öğretmez, yalnız bilim yapmaz ve Patrikhanenin din işleri dışındaki yetkilerinin<br />

bilimi ilerletmez; kurulduğu yeri de yükseltir. kaldırılması gibi önemli adımlar atılmıştır. Ayrıca<br />

3-Türk Devrimi bu fakülte ile birlikte Atatürk'ün Türk Medeni Kanunun doğal sonucu olarak ileriki<br />

deyişiyle ''mevcudiyetini ve zihniyetini sosyal yıllarda kadınlara siyasal alanda da haklar<br />

hayatın temeli olan yeni hukuki esaslarda tespit ve tanınmıştır. Belediye ve muhtarlık seçimlerine<br />

teyit etmek çaresine tevessül' ediyordu.<br />

katılma hakkı, milletvekili seçme ve seçilme hakkı<br />

Ankara Hukuk Fakültesinin açılmasının ana sebebi gibi. Türk Medeni Kanununun yürürlüğe<br />

adli teşkilatın yetersizliğidir. Mahmut Esat Bozkurt girmesinin ardından, Mahmut Esat Bozkurt'un<br />

Adliye Vekili olunca, hakim kadrolarında çok açık yükseköğrenim yaptığı ve doktorasını aldığı<br />

bulunduğunu ve hakimlerin çoğunun hukuk Fribourg Üniversitesi kendisine bir mektup<br />

mezunu olmadığını gözlemlemiştir. O yıllarda göndererek başarısını kutlamıştır.(7)<br />

İstanbul Hukuk Fakültesi yılda 40—50 mezun -Lotus-Bozkurt Davası<br />

vermekteydi ve bu mezunlarla bu açıkların 2 Ağustos 1926'da Naki Bey Vapurculuk şirketinin<br />

kapatılması ve eksikliklerin telafi edilmesi mümkün Bozkurt yük gemisi ile Fransız bandıralı Lotus<br />

görünmüyordu.<br />

yolcu vapuru Midilli Adası kuzeyinde çarpıştı ve<br />

İnkılapçı Mahmut Esat, ihtilaller tarihi dersinin Bozkurt gemisi battı. Gemi personelinin 8'i<br />

profesörlüğünü de üzerine almıştı. İngiliz, Fransız boğularak öldü. Bu olay üzerine Lotus Gemisinin<br />

ve Sovyet Rusya inkılap ve ilkelerini, merkezi kaptanı Desmons ile Bozkurt gemisinin kazadan<br />

Avrupa hareketlerini, Türk ihtilallerini bu fakültede kurtulan kaptanı Hasan Kaptan tutuklanarak<br />

anlatacaktı. Bu ders vasıtasıyla Mahmut Esat'ın da cezaevine gönderildi. Ayrıca mahkeme Lotus<br />

bizzat görev aldığı Ankara Hukuk Fakültesi personelini tazminat ödemeye mahkum etti. Fransa<br />

ilkmezunlarını 8 Temmuz 1932 tarihinde ise bu karara itiraz etti ve hapisteki kaptanın serbest<br />

vermiştir.(6)<br />

bırakılmasını talep etti. Türkiye bu talebi kabul<br />

-Türk Medeni Kanunu (17 Şubat 1926)<br />

etmeyince iki ülke arasında sorun doğdu. Ancak iki<br />

17 Şubat 1926'da Türk Medeni Kanunun kabul ülke sorunu Lahey Adalet Divanına götürme<br />

edilmesinde Mahmut Esat önemli bir rol konusunda anlaştılar.(8)Lahey Adalet Divanına<br />

oynamıştır. Bu kanunun tarihi gerekçesi de onun gönderilen bu davada Mustafa Kemal Paşa<br />

eseridir. 4 Nisan 1926 tarihinde Resmi Gazetede tarafından Türkiye Cumhuriyetini temsil etmek<br />

yayınlanan Türk Medeni Kanununun 6 aylık geçiş üzere Mahmut Esat Bey görevlendirildi ve<br />

21


Mahmut Esat Bey bu davada Türk tezini kabul<br />

ettirmeyi başardı. Bu başarısı ile Türk<br />

mahkemelerinin ve hakimlerinin hak ve<br />

yetkilerinin en medeni ülkelerle bir olduğunu<br />

dünyaya kabul ettirmiş oldu. Mahmut Esat bu<br />

hizmetinin ödülünü Atatürk'ün kendisine 1934<br />

Soyadı Kanunu ile 'Bozkurt' soyadını vermesiyle<br />

almış oldu.<br />

bizzat Mustafa Kemal tarafından yönlendirilmiştir.<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un masonlar hakkında<br />

bilgilenmesi için ona kitaplar veren Mustafa Kemal<br />

'bunu güzelce düşün, bir önerge ile Halk Partisi<br />

grup başkanlığına ver, grupta bunlara şiddetli<br />

hücum yap ve grupça kapanmasına önayak ol'<br />

demiştir. Kemalist iktidarın masonlara karşı<br />

yürüttüğü bu etkinliğin sonunda, Türkiye Mason<br />

Derneğinin tüm malları Halkevleri'ne bağışlanmış,<br />

1935'te dernek kapatılmıştır.(9)<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un Kişiliği, Ölümü ve<br />

Ardından Söylenenler<br />

Mahmut Esat Bozkurt, ilk 'millicilik' ve<br />

'vatanseverlik' dersini daha çocuk yıllarında<br />

dedesinin ve ninesinin hasretli ve hararetli<br />

gözyaşları ile anlattıkları kaybedilmiş vatan<br />

hikayelerinden almıştır.<br />

Mahmut Esat'ın kişiliğindeki en derin izleri ise<br />

kendi söylemi ile 'milli ihtilal' savaşları bırakmıştır.<br />

Mahmut Esat, Milli Mücadeleye düşman nefreti<br />

kadar, istibdat ve irtica nefreti ile de girmişti. Onun<br />

düşüncesinde, cehalet ve ihanete dayanan istibdat<br />

bu ülke ve millete düşmanlardandaha çok kötülük<br />

yapmış ve zarar vermiştir. Ülkeyi ve milleti ancak,<br />

'millicilik, medenicilik' kurtarabilirdi. Bu ihtiras ve<br />

endişe Mahmut Esat'ın yaşayışında, düşünüşünde,<br />

ilişkilerinde, işlerinde ve eserlerinde daima izlerini<br />

Mahmut Esat Bozkurt'un Adalet Bakanlığından göstermiştir.(10)<br />

Ayrılması<br />

Mahmut Esat Bozkurt, 21 Aralık 1943 tarihinde<br />

27 Eylül 1930 tarihine gelindiğinde Mahmut Esat vefat edince, Türk milleti bir büyük değerini daha<br />

Bey Adalet Bakanlığı görevini bıraktığını yitirmiştir. Türk devriminin başından sonuna her<br />

duyurmuştur. İsmet Paşa'ya gönderdiği istifa aşamasında büyük fedekarlık ve özveriyle görev alan<br />

mektubunda ''Türk Milleti ve Türk Devrimi Mahmut Esat Bozkurt, ölümsüz eserleriyle Türk'ün<br />

aleyhine olan gelişmeler nedeniyle mecliste ve kalbinde aziz bir hatıra bırakmıştır. Yusuf Ziya<br />

partide serbest çalışmak' için istifa ettiğini Ortaç, ölümü üzerine Mahmut Esat'ı anlattığı<br />

belirtmiştir. Mahmut Esat Bey'in istifasının makalesini şu cümlelerle bitiriyordu: ''İsviçre<br />

ardından Anadolu Gazetesi, Mete Tuncay ve Cihan dağlarından, Anadolu dağlarına silah omuzda<br />

Yamakoğlu ise daha farklı tezler ortaya atmışlardır. koşan hukuk doktoru, serdengeçti Mahmut Esat<br />

Bakanlıktan istifa eden Mahmut Esat Bey Bozkurt, vatan hudutlarından fikir hudutlarına<br />

milletvekilliği görevini ise ölünceye kadar kadar her cephede döğüşe döğüşe, en son, kalem<br />

sürdürmüştür. 1930 sonrası dönemde kadınlara elinde, Allah'ına kavuştu. Bir yanardağı toprağa<br />

seçme ve seçilme hakkı verilmesinde, soyadı veriyoruz.'' Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan<br />

kanununun yürürlüğe konmasında ve 1935'de Ali Yücel ise Mahmut Esat'ın ardından şu cümleleri<br />

mason localarının kapatılmasında önemli roller yazıyordu: ''Gerçek kişiliği İstiklal Savaşının içinde<br />

oynamıştır. Mahmut Esat Bey'in 1931 yılında doğmuş olan Mahmut Esat Bozkurt'un ölümü,<br />

yazılarıyla masonlara karşı başlattığı kampanya, bizim için kıymeti düşünülmeye değer bir bilim ve<br />

22


politika adamının kaybı oldu. Adliye tarihimizin<br />

son asırlarda en önemli olayı olan Medeni Kanun<br />

onun vekilliği zamanına rastlar. Heyecanlı<br />

nutukları, nutukları gibi heyecanlı yazıları,<br />

siyaset ve fikir tarihimizin vesikaları arasında<br />

kalacaktır. Bilim yazıları bile coşkun, cezbeli bir<br />

eda taşıyan Mahmut Esat'ın hukuk fakültesinin<br />

19.yıl dönümünde, fakültenin, kendisi Adliye<br />

Vekili iken kurulduğu söylenildiği zaman Türk<br />

gençliğinin yüreğinden kopan alkışları önünde<br />

nasıl ağladığını şu anda hatırlıyorum da, yalnız<br />

düşünen değil, fakat yapan insanın ne şekilde<br />

ödüllendirildiğini bir kere daha anlamış<br />

bulunuyorum. ''<br />

Mahmut Esat Bozkurt'ta diğer milli<br />

kahramanlarımız gibi bugün her türlü İslamcının,<br />

mürtecinin, neo-liberalin, müflis solcunun açık<br />

hedefi haline gelmiştir. Bu insanlar, savcı ve<br />

yargıçların kendisini karşılamaya gelmesine<br />

karşı çıkan ve onların ayağına giden Adalet<br />

Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un savcılar<br />

hakkındaki sözlerini asıldıkları yerlerden<br />

indirdiler, kazındıkları mermerlerden sildiler:<br />

''Cumhuriyet Savcıları! Meriç kıyısında çalışan<br />

Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz<br />

da bu davada yaşayanların uğrayacakları en ufak<br />

bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız<br />

kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin<br />

gözyaşlarından sizler sorumlusunuz.''<br />

Mahmut Esat Bozkurt, Cumhuriyet'in en büyük<br />

kahramanlarından biridir. O, artan görev<br />

harcırahlarını bakanlığa geri veren bir ahlak<br />

anıtıdır.(11)<br />

1 Mehmet Akzambak, Atatürk’ün Devrimci Adalet Bakanı<br />

Mahmut Esat Bozkurt I-II, Kastaş Yayınevi, 2005<br />

2 Özdemir İnce, Mahmut Esat Bey Neden Bozkurt, Aydınlık<br />

Gazetesi, 5 Mart <strong>2013</strong><br />

3 Mazhar Göknil, Mahmut Esat Bozkurt, Ankara Hukuk<br />

Fakültesi Dergisi, 01-03-1944<br />

4 Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı<br />

Mahmut Esat Bozkurt 1-2, Kastaş Yayınevi, 2005<br />

5 Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı<br />

Mahmut Esat Bozkurt 1-2, Kastaş Yayınevi, 2005<br />

6 Cemil Bilsel, 5 İkinciteşrin ve Mahmut Esat Bozkurt, Ankara<br />

Hukuk Fakültesi Dergisi, 01-03-1944<br />

7 Özdemir İnce, Mahmut Esat Bey Neden Bozkurt, Aydınlık<br />

Gazetesi, 7 Mart <strong>2013</strong><br />

8 Dr.MustafaHergüner, Cumhuriyetimizin Başlangıç<br />

Yıllarında Denizciliğimize İlişkin Bir İnceleme, 2003<br />

9 Mahmut Esat Bozkurt, Masonlar Dinleyiniz, Kaynak<br />

Yayınları, 2005<br />

10 Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı<br />

Mahmut Esat Bozkurt I-II, Kastaş Yayınevi, 2005<br />

11 Özdemir İnce, Mahmut Esat Bey Neden Bozkurt, Aydınlık<br />

Gazetesi, 6 Mart <strong>2013</strong><br />

Saygın Fırat Kargıoğlu, 3 aylık bir süredir<br />

başarı ile yürüttüğü ULUKAYIN Yayın<br />

Kurulu üyeliği görevinden ayrılmıştır.<br />

Yerine bu görevi Saygın Ahmet Gençal<br />

üstlenmiştir.<br />

Görevi süresince ULUKAYIN'a sunduğu<br />

emekten dolayı Kargıoğlu'na teşekkür<br />

ederiz, Gençal'a yeni görevindeki<br />

çalışmalarında üstün başarılar dileriz...<br />

ULUKAYIN Dergisi Yönetimi<br />

REHBERİMİZ TÜRKÇÜLÜK DÜŞÜNCESİ,<br />

SON HEDEFİMİZ BÜYÜK TÜRK BİRLİĞİ...<br />

23


Katledebilen Enerji<br />

Serkan Akgöz<br />

srknkgz<br />

irçoğumuzun bildiği üzere yurdumuzda son patlamış ve bu olayın sonucunda toprak kayması ve<br />

Byıllarda yenilenebilir enerji konusunda derin çukurlar oluşmuştur.(2) Patlamanın geç<br />

devletimizin birçok projesi hayata geçirilmiştir. saatlerde gerçekleşmiş olması yaralı ve ölü kaybı<br />

Bunlara rüzgâr türbinleri, güneş panelleri, yaşanmasına engel olmuştur.5 Kasım 2012<br />

jeotermal ve hidroelektrik santralleri örnek tarihinde Karabük'ün Merkez ilçesinde yapımı<br />

verilebilir. Devletimizin dış ülkelere olan enerji süren HES Proje müdürü inşaatın ilerleyen<br />

bağımlılığımızı azaltma amacıyla uyguladığı zamanlarında veya inşaat sonrasında yaşanılacak<br />

projelerin birçoğunu takdir ediyoruz. Ancak toprak kayması ve su baskınları sonucunda can<br />

oluşturulan bu yenilenebilir enerji santrallerinden kaybının yaşanacağını görerek görevinden istifa<br />

bazılarının doğaya zarar vermesi, bu enerjinin etmişti.(3)15 Mayıs 2012 tarihinde Giresun'un<br />

katledebilir olduğunu gösteriyor.<br />

Dereli ilçesinde yapımı süren HES inşaatında<br />

ihmaller ve önlemsizlikler sonucunda yaşanan<br />

Hidro Elektrik Santralleri (HES) için hemen toprak kaymasında 4 işçi vefat etmiştir.Bu olayda<br />

hemen yurdumuzun her bölgesinde 2008 yılı HES ihalelerini kazanan firmaların doğaya ve<br />

itibariyle ihaleler düzenlendi. İhale sonuçlarıyla insana önem vermediğini ispatlamıştır.(4)Temmuz<br />

bunların yapımlarına başlandı, ancak santrallerin ayının sonlarında Erzurum'un İspir ilçesinde<br />

inşaatlarının ve daha sonrasında santrallerin doğaya bulunan HES baraj kapaklarının bir anda<br />

vereceği zarar yetkililer tarafından düşünülmedi! açılmasıyla nehir yatağının kenarında balık<br />

tutmaya çalışan 2 çocuk vefat etmiştir.(5)Ağustos<br />

HESlerin ihaleleri sonrasında başta Karadeniz ayının başında Rize'nin İkizdere ilçesinde bulunan<br />

bölgesi olmak üzere, birçoğunda bölge insanları Salarha deresinin çalışmaya başlayan santral<br />

tarafından protestolar gerçekleştirilmiştir. Bu nedeniyle kurumuş olması doğanın katledilişine bir<br />

protestolar jandarma ve polis desteğiyle bastırılmış, örnektir.(6) Geçmişte gerçekleşen heyelanlar ve<br />

inşaatlarla birlikte doğa katliamı başlamıştır. derelerin taşması sonucunda bölgede yaşanan can<br />

kayıplarının belki daha fazlasına neden olacaktır.<br />

Karadeniz, denizinden çok ormanlarıyla tanınır. Bu<br />

ormanları da irili ufaklı onlarca dere besler.<br />

Santrallerin yapım aşamasında oluşturulacak<br />

kanallar için kilometrelerce alanda ağaçlar kesilmiş,<br />

kanal inşaatları yapılmış ve yapılmaya devam<br />

ediliyor. Büyük derelerin kanal borularına<br />

hapsedilmesiyle bu derelerin onlarca küçük kolu<br />

kurumuştur. Kanal borularına hapsedilen derelerin<br />

de ağaçları beslemesinin önüne geçilmiştir.<br />

HES inşaatları sırasında gerçekleştirilen doğa<br />

eylemleri kolluk kuvvetleri tarafından bastırılmış<br />

eylemciler gözaltına alınarak bölge insanı Başbuğumuz Mustafa Kemal Atatürk'ün 1930<br />

susturulmaya çalışmıştır.(1)Yine bölge yılında köşk inşaatı sırasında bir ağacın kesilmesine<br />

sanatçılarının seslendirmiş olduğu "Diren karşı çıkıp yaklaşık 5 metre yana çekmesi, Fatih<br />

Karadeniz" şarkısı ulusal basında yer bulmasına Sultan Mehmet'in "Ormanımda bir dalı kesenin<br />

karşın yetkililer tarafından dikkate alınmamıştır. başını keserim." sözü de doğa sevgimize birer<br />

örnektir. Daha eski zamanlarda bozkırın göbeğinde<br />

Bölgede zaman zaman artan yağış miktarı yaşayan atalarımız o zamanki inancımız olan Gök<br />

düşünülmedi.Kanalların artan su şiddetini kontrol Tanrı dinini doğayla bir bütün olarak<br />

edememesi sonucunda 8 Ağustos 2011 gece k a b u l l e n m i ş t i r. B u n u n ı ş ı ğ ı n d a g ö k<br />

saatlerinde Trabzon'un Çaykara ilçesinde kanallar gürültülerinden, yağmur yağışlarına, yer<br />

24


sarsıntılarına kadar birçok doğa olayını Tanrısal güç Bölgedeki santral inşaatları durdurulmalı, çalışan<br />

olarak görmüştür. Ağaç dikilmesine büyük önem santraller kapatılmalıdır. Yetkililerin derhal bu<br />

vermiştir, bunu bir yaşam şartı olarak görmüştür. konuya ilgi göstermesini, yenilenebilir enerji adıyla<br />

Bu konuyla ilgili olarak ölen kişinin ardından "Bir doğanın katledilmesine engel olmasını istiyoruz.<br />

dikili ağacı olmadan gitti." deyimi örnek<br />

gösterilebilir. Yine doğa sevgisiyle ilgili olarak "Yaş Alıntılar<br />

kesen, baş keser", "Ağaca beşikten mezara kadar 1-) http://www.sondakika.com/haber/haber-karacam-da-hes-<br />

muhtacız.", "Ağaçsız memleket duvaksız geline e y l e m i - 4 7 6 7 1 5 1 /<br />

2 - )<br />

benzer. " atasözleri de doğa sevgisini gösterir.<br />

http://www.radikal.com.tr/cevre/hes_kanali_patladitarlalari_s<br />

Santrallerin çalışmaya başladığı 1 yıllık süreç<br />

u _ b a s t i - 1 0 5 9 2 8 4<br />

3-) http://www.insanhaber.com/insan-ozel/alarm-hes-olumiçerisinde<br />

yaşanan olaylar ışığında, santral getirecek-h548.html<br />

4-) http://gundem.milliyet.com.tr/hes-insaatinda-heyelan-4-<br />

inşaatlarının ve santral çalışmalarının bu bölgede<br />

olu/gundem/gundemdetay/15.05.2012/1540656/default.ht<br />

devam etmesi gelecek yıllarda ağaç sayısının gittikçe m<br />

düşeceğini ve doğal hayatın büyük darbeler 5 - ) h t t p : / / w w w. b i z u m g a s t e . n e t / h a b e r - 1 0 8 4 1 -<br />

a l a c a ğ ı n ı g ö s t e r i y o r . h e s _ o l u m _ g e t i r d i . h t m l<br />

6-) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24442300.asp<br />

ULUKAYIN YEŞERİYOR,<br />

TÜRKLER BİLİNÇLENİYOR...<br />

25


Çocuk-Oyun-Ekin İlişkisi, Ergenekon Destanı'ndaki Çocuk<br />

Üzerinden Bu İlişkiye İlişkin Bir Yorum…<br />

Dilek Akıllıoğlu<br />

Toplumsal ve dini olarak ürettiğimiz çocukluk ilgili olarak, temel kavramları kazanan bir çocuk<br />

kavramı çoğu kez üzerinde konuşmaya bile gerek elindeki malzeme ile kendini düzenleyici konuma<br />

duyulmamış bir konudur. Tarihi değerlendirmeye gelebilecektir” biçiminde yorumlar getirmiştir.<br />

göz atıldığında ise çocuk; “köle”, “büyücü”, “günah (Montesorri-1967, Piaget 1963) Örneğin; Bloklar<br />

keçisi”, “masum”, “yalın varlık” gibi tanımlamalarla ile kule inşa eden çocuk alıcıya “savunucu” davranış<br />

nitelendirilmiştir. Başka bir deyiş ile çocukluk sergiliyor olabilmektedir. Elindeki her figür<br />

egemen olan siyasi, toplumsal ve dini kişiliklerin kendini düzenleyecek, gerekli sıraya, gerekli mesaja<br />

verdiği yargı ile türetilmiştir. Bu kuramların yerine bürünecektir. Yani onlar yetişkinlerden daha farklı<br />

bilimin çocukluğa verdiği kişilik üzerinden düşünmekte, davranışları gözlemlendiğinde<br />

gidilecek olması belki de onun için izlenecek yolun görünmeyecek derin yapılara sahip oldukları ortaya<br />

doğru belirlenmesinde başa çıkılmayacak zorluklar çıkmaktadır. Çocuklar bir bilim adamının deneyini<br />

yaratmayacaktı. Çocukluk kavramı adına çıkan yaptığı gibi yaşamakta, aynı zamanda bir<br />

zorlukları, toplum her zamanki gibi onları anlamak düşünürün beyin kıvrımlarında oluşturduğu<br />

yerine onlarla savaşarak yaptığı için bilimin verdiği d e r i n l i k i ç e r i s i n d e a d ı m l a r ı n ı<br />

ambalaj değiştirilmeye çalışılmış olsa gerektir. yönlendirmektedirler. Kalemi ilk defa eline<br />

Kendi içerisinde bir evren, toplum için bir armağan aldığında bilim adamının deneyini yaptığı gibi onu<br />

olarak kabul ettiğimiz bu varlıklar doğanın onlara kağıt üzerinde hareket ettirir, neler yapabileceğini<br />

verdiği malzemeler aracılığı ile iletişimi deneyerek görür. Kağıdına dokunur, kağıttan çıkan<br />

sağlamaktadırlar. Evirip çevirip, kırıp döküp bu sesi dinler, eline çıkan renkleri inceler, onları koklar.<br />

malzemelerden anlamlar üretmektedirler. Piaget ve Diğer yandan ise düşünür; bu varlığın ne<br />

Montesorri, “anne karnından dünyaya olduğunu, neden ona verildiğini, ağzına götürerek<br />

geldiklerinde anlamların var edilmeye başlaması ile var olup olmadığını, kalemi yemeye çalışarak<br />

26


gereksinimini gidermek için mi planlandığını ise çocuk- hayvan ilişkisi içerinde başka bir bağ<br />

kontrol eder. Kağıt dışında işe yarayıp yaramadığını ortaya çıkmıştır. Hayvanın duygusal içgüdüleri<br />

görmek için duvarı karalar. Kalemini sıkıca tutar, insanlara benzemese dahi doğanın onlara verdiği<br />

desenler çıkarabileceğini anladıktan sonra o yavruyu sahiplenme durumu söz konusudur. Hem<br />

desenlere yön vermek ister. Böyle bir düzen fizyolojik açıdan hem de duygusal açıdan insan<br />

içerisinde kendini oluşturmaktadır. Bir şarkı, bir denen varlığın ilk temel ölçülerini bu ortamda<br />

oyun onlar için pek çok şey ifade etmektedir. gören çocuk ruhsal olarak çevreyi kabullenecektir.<br />

Fotoğraf kareleriyle bir ülkeyi tanımaya Toplumsal bilimler konusunda çocuk bilişsel<br />

çalıştığınızı düşünün; çocuk, şarkılar, oyunlar, etkinlikleri kullanmaktadır. Bilişsel etkinlikler için<br />

resimler ile yaşadığı yeri tanımlamaktadır. Toplumu olgunlaşma dönemi gereklidir. Kurdun yanında<br />

bir dizi olay içerisine yerleştirmektedir. Fotoğraf onun yaşam biçimini, kendine düzenleyici olarak<br />

kareleri, ellerindeki malzemeler ve figürlerdir. almış ve toplumsal bilimleri algılamış, çocuk<br />

Burada bazı çocuk gelişimi uzmanlarının ileri anlayışı yaratmış olma olasılığı vardır. Çocuk<br />

sürdükleri çevre etmenine destek vermiş gibi anlayışı, eğitimde erken çocuklukta öğretmenin<br />

görünmek ile birlikte çocukların figürleri çocuğa vereceği her şeyin onun elinde, onun gözü<br />

yorumlarken bellekleri ile hareket ettiklerini de ile oluşmasıdır. Oynaması için çocuğuna tren alan<br />

gözden kaçırmamak gerekmektir. En basitinden bir babanın, ray düzeneğini kurup çocuğun önüne<br />

ekini yani çevrenin yaşam biçimini oluşturan bu diziyi bıraktığında çocuğunun ray düzeneğini<br />

imgeyi insan bence çocukken yapmıştır.<br />

söküp merdiven gibi kullandığını görmesi<br />

Anımsamakta zorlanmayacağınıza inandığım bir olağandır. Bu nedenle erken çocuklukta eğitimciler<br />

efsane üzerinden bu yorumuma devam etmek çocuk gibi düşünmelidirler. Efsanede onun gibi<br />

istiyorum: Türkler'in Ergenekon destanı… Kısaca düşünen yetişkin olmamasına karşın çocuk<br />

bu destanda bir çocuğun kurtlar tarafından anlayışının etkisi ile toplumsal bilimler, ekin,<br />

yetiştirildiğinden, bu çocuğun Türk toplumunu, yaşama biçimi bizim toplumumuz adına ortaya<br />

soyunu devam ettirdiğinden söz edilmiştir. çıkmış olabilir. Bunu oluşturmaya başlayan da bir<br />

Destanlar ve efsaneler gerçek niteliği taşımasa bile çocuk olmuştur. Diğer yandan oyun veya şarkı gibi<br />

bir toplumun geleneğini oluşturduğu bir gerçektir. etkenlerin çocuklar için öneminden söz ettik. Bu<br />

“Kurt” simgesi bizde cesaret, özgürlük, güçlü olma efsanedeki çocuğun oyun veya doğanın ritimlerini<br />

niteliklerini taşıdığı için kendimizi bu efsaneye ilgi algılayış biçimlerini de düşünürsek toplumuza ait<br />

duymaktan alıkoyamayız. Efsaneyi tartışmak birçok oyun ve şarkı ritimlerini incelemek<br />

yerine benim burada anlatmak istediğim bu gerekecektir. Kurdun bir bozkır üzerinde<br />

çocuğun bizlere bıraktığı ekini oluşturduğuna ve koşuşturması, yavrularının birbirlerine kafa<br />

ruh yapısına yorumlama getirmektir. Anne-babası tutuşları, onun tek başına dik yaşaması gibi<br />

yerine bir kurdun yanında dünyaya “merhaba” yüreğimize işleyen semboller efsanedeki çocukluğu<br />

diyen bu çocuğun gelişimcilerin dediği anlamları bir nebze daha bize yaklaştıracaktır.<br />

var etmeye başlaması, çevre etkisiyle yön bulmuş Oyunun insan yaşamındaki rolü farklı biçimlerde<br />

ama aynı anda belleğin yol buluşları ile yaşamının ve oldukça farklı birçok disiplinin bakış açısından<br />

çerçevesini oluşturmuştur. Çünkü gelişim süreci yorumlanmıştır. Oyunun kaynağına ilişkin<br />

içerisinde bir çocuğa vereceğiniz kalem-kağıt, birbirinden farklı birçok yaklaşımın kapsamlı bir<br />

kemik-deri onun bu figürleri kullanması ile listesi Bruner, Jolly ve Sylva tarafından verilmiştir<br />

ilgilidir. Kurdun ona sağladığı yiyecek faktörü .(1) Kapsamlı listenin burada verilmesinden ziyade<br />

fizyolojik (bedensel) açıdan bir bağlılık yaratacak, destan üzerinden oyuna, oyunun ekinsel<br />

insanoğlunun ilk gereksinimi olan yiyeceği etkilerinden söz etmek istiyorum. Oyun, imge<br />

sağlayan kaynağa doğru tıpkı bebek-anne ilişkisi gücü ile gelişen bir durumdur. Çocuklar vakit<br />

içinde çocuğu kurda doğru çekecektir. Duygusal geçirmek için değil yaşamlarının bir parçası olduğu<br />

açıdan bakıldığında ise yetişkinler ile çocukların için oyun oynamaktadırlar. Kurdun yanında da olsa<br />

beyinleri aynı olmasa bile çok benzerdir. Efsanede annesinin kucağında da olsa çocuk öğrenme<br />

27


etkinliğine geçecektir. Bunu oyun ile yapması güven, değerler gibi durumları doğanın ona<br />

olasıdır. Doğanın ona verdiği yetkiler sayesinde gösterdiği şekilde bünyesine almıştır. Söylemdeki<br />

dünyayı oyun ile algılamaya başlayacaktır. Erken gibi yalnızca oyuncak ile imge gücünü, dünyasını<br />

çocukluk alanında ünlü araştırmacılardan olan geliştiren kısır döngüden Türk soyunun devamını<br />

Montesorri, “oyunun çocuğun işi olduğu”nu sağlayan çocuk kurtulmuştur, toplumsal uyumun<br />

vurgulamış aynı zamanda toplumsal uyum içinde gereğini yapmıştır. Yaşam biçimini, bulunduğu<br />

gerekli olduğunu belirtmiştir. Oyun, imge gücü ve evrene bakarak ekinini oluşturmuştur. Büyük bir<br />

toplumsal uyum ile ilişkilendirilmiştir. Bununla topluma ait olmadan tek başına yetişen, oyunu<br />

ilgili olarak çok önemli vurgulamalar yapan hayal gücü ile şekillendiren bu çocuk toplumunu<br />

araştırmacı, bizim de Ergenekon destanı üzerinde oluşturmuştur. Çünkü toplumsal düzenden<br />

yaptığımız önemli noktalara şu biçimde açıklama habersiz olarak dünyaya gelen insan, çocukluk<br />

getirmiştir:<br />

d ö n e m i n d e d ü z e n e u y u m s a ğ l a m a y a<br />

(…)Çocuğun ruh evreninde hayal kurmaya her başlamaktadır. Dünya üzerindeki kurulu düzeni;<br />

zaman çok önemli bir yer verilmiştir ve dünyanın iyilerin kim olduğunu, gökyüzünün yalnızca<br />

her yerinde insanlar çocuklarına onların çok maviye boyanabileceğini diğer insanlar<br />

hoşuna gidecek peri masalları anlatırlar. Çünkü kazandırmaktadır.<br />

çocukların bu yeteneklerini geliştirmek istedikleri Destanda vurgu yaptığımız ait olma, bağlılık, sevgi,<br />

düşünülür. Çocuğun hayal kurmaktan hoşlandığı ihtiyaçlarını karşılamayı toplumsal uyum ile<br />

konusunda hepimiz aynı düşüncede olsak bile, gerçekleştirmiştir. Bunu da bizim günümüzde<br />

niçin çocuklara bu yeteneklerini geliştirmeleri için yaptığımız, erken çocukluk dönemindeki eğitim<br />

yalnızca peri masalları anlatıyor ve oyuncaklar içerisine yerleştirdiğimiz oyun ile yapmaktadır.<br />

veriyoruz? Eğer bir çocuk bir periyi veya peri Montesorri 'nin dediği de işte burada su yüzüne<br />

ülkesini hayal edebiliyorsa, o çocuğun Amerika'yı çıkmaktadır. Oyun ile yetiştirdiğimiz bu çocuklar,<br />

hayal etmesi de güç olmaz. Amerika'yı konuşmalar toplumun geleceğini de geçmişini de oyun ile<br />

arasında belli belirsiz duymak yerine, Amerika'nın belirlemektedir. Toplumsal olarak ortaya<br />

bulunduğu küreye bakarak kendi fikirlerini çıkardığımız “çocukluk” kavramının aslında<br />

netleştirebilir. (Montessori,1965)<br />

incelendiğinde destanları, sanatsal veya estetik<br />

Oyunun yaşamı öğrenmek, yaşam için kendi durumları hatta ekini ortaya çıkardığını ve<br />

düşüncelerini üretmek olduğunu, bizim için çıkarmak için de elinde oyun gibi bir yaratıcının<br />

çocuğa onun gözünden bir pencere açmak olduğunu unutmamak gerektiğini bize<br />

olduğunu her eğitim kitabı yazmaktadır. hatırlatmaktadır. Ekini, çocuğu, bilim ile göz<br />

Montesorri'nin oyunu dayandırdığı temel ise önüne alırken nelerin değişeceğini oyunla perdede<br />

toplumsal uyumdur. Ergenekon'daki çocuk gibi sergilemektedir.<br />

oyunu bir toplumsal uyum aracı olarak<br />

yorumlamıştır. Doğa ile konuşmasını öğrenen KAYNAKÇA<br />

çocuk, avlanmayı oyun ile öğrenmiş, kendine (1)Bruner, J., Jolly, A., & Sylva, K. (Eds.). (1976). Play: Itsrole<br />

in development and evolution. New York: Penguin. (1976)<br />

28


Orhun'dan Gelen Sesi Ankara'dan Duymak<br />

Ömer Ünal<br />

öktürk Devleti'nin; tarihe, Türk ve dünya<br />

uygarlığına diktiği büyük bir kalıttır<br />

GOrhun Yazıtları. Kimileri bakar da<br />

görmez o yazıtları. Yazıtlarda anlatılanlar bir ulusun<br />

isyan çığlığıdır, sömürgeciliğe ve ulusuna düşman<br />

olmuş her şeye… Yüksek bir ekine sahip olan Türk<br />

Ulusu'nun yazını da dili de çok güçlüdür. Tarihi<br />

ilmek ilmek işleyerek Türkçemizi o bengütaşlara<br />

kazıyan atalarımızın düşleriyle, 20. yüzyılın o<br />

sarışın, mavi gözlü önderinin de düşleri aynıydı;<br />

Özgür ve bağımsız bir Türk ulusu…<br />

Mustafa Kemal ATATÜRK'ün 10. Yıl Söylevi'nde<br />

belirttiği, “Türklüğün unutulmuş büyük vasfı ve<br />

uygar yeteneği” işte Göktürklerin sahip olduğu o<br />

kutlu güçte saklıdır. Kemal ATATÜRK'ün en çok<br />

okumuş olduğu kitap türleri; dilbilim, askeri ve<br />

tarihi alanlardır. Okumuş olduğu kitaplar arasında<br />

o büyük yapıtımız olan Orhun Yazıtları da<br />

bulunmaktadır. Bu konuda Prof. Dr. Osman Fikri<br />

29<br />

Sertkaya, “Atatürk ve Türk Dili” başlıklı bir<br />

sunumunda aynen şu söylemleri kullanmıştır:<br />

“Ben Atatürk'ün okuduğu bazı kitapları inceledim.<br />

Atatürk, Vilhelm Thomsen'in Inscriptions de<br />

l'Orkhon (Orhun Yazıtları) adlı eserini okumuş.<br />

Birçok kelimenin altını mavi kalemle, kırmızı<br />

kalemle çizmiş, bazı kelimeleri yeniden tercüme<br />

etmiş, bazen soru işareti koymuş. Kısacası Atatürk<br />

millî pınardan su içmiş, ecdadımız Köl Tigin'in,<br />

Bilge Kağan'ın metinlerini orijinalinden okumuş.<br />

Atatürk kökümüzü, geçmişimizi bildiği için<br />

Batılıların yapmış olduğu yanlış tarih yorumları<br />

karşısında Türk Tarih Kurumu'nu kurduruyor.”<br />

Osmanlıcılığın, Türk ulusçuluğunun önünde bir<br />

engel oluşturduğunu bilen Mustafa Kemal,<br />

“Osmanlı” algısına ait olan birçok unsuru kabul<br />

etmemiştir. Hatta öyle ki Atatürk, ay yıldızlı<br />

bayrağı, Osmanlı'yı ve Arap dünyasını çağrıştırdığı<br />

gerekçesiyle değiştirmeyi düşünmüş ve bunu<br />

dönemin başbakanı Celal Bayar'a söylemiş. Yerine<br />

düşündüğü ise; mavi fon üzerinde profilden<br />

görünen yeşil bir kurt... Atatürk'ün sağlığında<br />

yazılan tek özgeçmişi H.C.Amstrong'a aitti ve<br />

"Bozkurt" başlığını taşıyordu. Nazım Hikmet,<br />

Kurtuluş Savaşı Destanı'nda Mustafa Kemal'den<br />

söz ederken "Sarışın bir kurda benziyordu" diye<br />

yazmıştı. "Kurt", Türklük ile olduğu kadar onunla<br />

da özdeşleştirilmiş bir simgeydi adeta… Atatürk,<br />

bu bayrağın hem genç Cumhuriyet'in geçmişten<br />

kopuş çabasını engellediği kanısındaydı, hem de<br />

üzerindeki ay yıldızın ilk bakışta Arap dünyasını<br />

akla getirdiğine inanıyordu. Oysa o, yeni Türk<br />

devletine bir ulusal kimlik kazandırma<br />

çabasındaydı. Bu bayrakla o kimliği kanıtlamak<br />

olası değildi. Daha 1927'de Türkiye<br />

Cumhuriyeti'nin piyasaya çıkardığı 5 ve 10 liralık<br />

ilk banknotların üzerine, karlı dağlarda koşturan<br />

bir bozkurt resmi konmuştu. Atatürk 1930'da<br />

tarihçilere "Türk tarihinin ana hatları"nı<br />

yazdırmaya başladığında da istediği şey, İslam'ın<br />

Türk tarihinin sadece bir bölümünü<br />

oluşturduğunu, oysa ondan önce de Türklere ait<br />

pek şanlı bir geçmiş bulunduğunu kanıtlamaktı. Bu


amaçla okullar için hazırlanan ders kitapları, bir<br />

bozkurt önderliğinde Orta Asya'dan çıkan<br />

Türkler'in dünyaya nasıl yayıldıklarını gösteren<br />

haritalarla doldurulmuştu. Atatürk, bu yolla<br />

halkına bir ulusal gurur ve tarihi özgüven aşılamak<br />

niyetindeydi. Bu eğilim, bütün dillerin Türkçe'den<br />

türediğini öne süren "Güneş Dil Kuramı”na kadar<br />

varacaktı. Bu büyük devrim niteliği taşıyan<br />

yenilikleri Atatürk' ün Türkçülüğünün bir<br />

kanıtıydı. Atatürk'ün amacıysa elbetteki ulusal<br />

ekinimizi yeniden bir güneş gibi gökyüzüne<br />

çıkartmaktı.<br />

Mustafa Kemal, Türk ulusuna Ergenekon gibi<br />

kutlu bir destan bırakmış Göktürkler'i araştırma<br />

tutkusu içerisindeydi. Göktürkler'le ilgili yazılmış<br />

tüm yabancı kaynakları Türkçe'ye çevirtiyor, büyük<br />

bir hızla bu kitapları okuyordu. Kendi ekinine<br />

yaklaşmak, yabancıların evreninden kurtulmak<br />

demekti. Çünkü Türk ekini bize aitti ve kutlu Türk<br />

dili denizin içindeki bir inci gibiydi. Denize girilip<br />

çıkartılmayı bekliyordu adeta… İşte o inciyi oradan<br />

çıkartan ise Büyük Önder olmuştu. Peki ne<br />

yapılabilirdi bu konuda? Mustafa Kemal, o “insani<br />

yönü”yle de bize aitti. Orhun Yazıtları'nı okurken<br />

kimi zaman anlamını bilemediği bir sözcüğü<br />

dilbilimcilere soruyor, kimi zamansa masasının<br />

üzerini adeta işgal eden etimolojik sözlüklere<br />

sarılıyordu. İşte Mustafa Kemal, elindeki renkli<br />

kalemlerle geçmişin yüce değerleriyle 20. yy<br />

Türkiye'sini aydınlığa boyuyordu. Atatürk,<br />

bütünleştiğimiz tek varlığın Türklük olduğunu<br />

belirterek şu sözleri tarihin yapraklarına<br />

düşürüyordu:<br />

“Biz sosyalist değiliz, biz liberalist değiliz, kimseye<br />

benzemiyor ve kendimizi kimseye benzetmiyoruz.<br />

Biz sadece ama sadece kendimize benziyoruz. En<br />

büyük övünç kaynağımız da budur.“<br />

Batı hayranlarına tokat gibi inen bu sözüyle Kemal<br />

Atatürk, bizim kendimizi görmek için karşımıza<br />

tutacağımız şeyin bir tarih aynası olması gerektiğini<br />

söylüyordu. O aynada gördüklerini kendi yorum<br />

gücüyle ortaya koyan Büyük Önder, 10. Yıl<br />

Söylevi'nde ulusumuzun tehlikelere karşı uyanık<br />

olmasını öğütlüyor. Orhun Yazıtları'nda ise Türk<br />

Ulusu'nun benliğini unutmaması ve<br />

birlik olması gerektiği, düşmanın tatlı sözüne ve<br />

hediyelerine kanmaması gerektiği vurgulanıyor.<br />

Orhun Yazıtları'nda dağılan Göktürkler'in Bilge<br />

Kağan ve kardeşi Kültiğin tarafından, bir araya<br />

getirilişi ve Göktürk Devleti'nin yeniden kuruluşu<br />

anlatılmaktadır. Söylev'de ise ulusal varlığı sona<br />

ermiş sayılan büyük Türk Ulusu'nun,<br />

bağımsızlığını nasıl kazandığı; bilim ve tekniğin en<br />

son verilerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devletin<br />

nasıl kurulduğu anlatılır. Orhun Yazıtları'nda<br />

yabancı yer adları hariç dil Öztürkçe'dir, anlaşılır ve<br />

yalındır. Aliterasyonlar (yinelemeler) vardır. Her iki<br />

yapıtta da devlet başkanları, Türk Ulusu'na hitap<br />

etmektedir. Hatta öyle yerler vardır ki Bilge Kağan<br />

ile Kemal Atatürk'ün söyleyişleri birbirine çok<br />

benzer. Söylev, Atatürk tarafından tüm Türk<br />

Ulusu'na, yazıtlar ise Bilge Kağan, Tonyukuk ve<br />

Kül-Tigin'in sözleriyle Yoluğ Tiğin tarafından<br />

Göktürk toplumuna yazılmıştır. Bugün Orhun<br />

Yazıtları'nı okuduğumuzda karşımıza çıkan<br />

manzara, başucumuzdaki Söylev'in sayfalarında<br />

dolaşan hava ile aynıdır.<br />

Türk ulusu bu sese kulak ver!<br />

Orhun'dan gelen ses Ankara'da yankılanırken<br />

şimdi nasıl olur da kulağını kapatabilirsin?!<br />

KAYNAKLAR:<br />

(1) Kül Tigin Yazıtları,Çince Yazılan Bölümü , Batı Yüzü.<br />

(2) Kül Tigin Yazıtları Doğu Yüzü 22. Kısım.<br />

(3) Kül Tigin Yazıtları, Güney Yüzü 5-6-8. Kısımlar.<br />

(4) Arslan Bulut_30.06.2008, Yeniçağ Gazetesi<br />

( 5) Arslan Bulut_30.06.2008, Yeniçağ Gazetesi<br />

30


Peki, Ya Sonra?<br />

Mürsel Ferhat Sağlam<br />

“Ey Türk gençliği!<br />

Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini,<br />

ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”<br />

Atatürk<br />

vet! Dün, gençliğe böyle bir seslenişte<br />

Ebulunmuştu büyük kumandan. Bugün o<br />

seslenişe kulak tıkayanların durumu ortadadır. Yolu<br />

belli olmayan umarsız varlıklar olarak ete kemiğe<br />

bürünmüş idraki kapalı bir varlık haline döndüler.<br />

Döndük… Aslında bu yaşamsal seslenişte öyle bir<br />

öğüt var ki duyabilene alkış tutmalıyız. Onu<br />

omzumuzda taşımalıyız. Zira yanı başımızda olanbiten<br />

her şeyden habersiz yaşamayı meslek edinmiş<br />

durumdayız. Üstelik bu iş bize kazandırmıyor, hep<br />

kaybettiriyor…<br />

Unutmayın; “duyarsızlık,” “bana necilik” bir ulusu<br />

tam ortadan bölen en tehlikeli duygusal haldir.<br />

Yazık ki biz buna bağımlı yaşamaya başladık.<br />

Bağımlı olduk. Toz, duman, alkolden ziyade<br />

cahilliğin ve yenilginin bağımlısı…<br />

Böyle öğüt dolu seslenişleri duymak yahut<br />

algılamak çok büyük bir olaymış sanılıyor. Her<br />

fırsatta, gerekli-gereksiz her şeye alkış tutmayı<br />

alışkanlık edindik. Fakat o eller bir kerecik olsun<br />

vicdanımızı uyandırmak için çarpmadı.<br />

Durup düşündük mü hiç, bizi bu hale getiren<br />

nedir? Daha dün şanıyla, şöhretiyle ve efsane olan<br />

cesurluğuyla, sorunlara akılcı çözüm üretmesiyle<br />

adından söz ettiren bu kanlı Anadolu’nun<br />

evlatlarına ne oldu da şimdi ters yönde koşuyorlar?!<br />

Galiba işin temelinde küreselleşmenin<br />

özendiriciliği yatıyor. Artık ayıbın beceri olduğu<br />

çağdayız. Bu, su götürmez bir gerçektir. Onca<br />

yanlışa karşın dosdoğru kalmak yetmiyor, tersine<br />

onların gözünde seni en büyük yalancı, düzenbaz<br />

yapıyor. “Dışlanacağıma doğrularımdan<br />

vazgeçerim” diyenlerin sesi gürleştikçe Atatürk’ün<br />

hayalini kurduğu, özünü koruyan, çalışkan gençlik<br />

üzgünüm ki kenara çekiliyor.<br />

“Sürü algısı”ndan ne zaman ki kurtulup bireysel<br />

yaşamaya, kendi doğrularımızı savunmaya,<br />

31<br />

okumaya, okutmaya yönelirsek, özenmekten<br />

kurtulur, başka ulusları kendimize özendirmeye<br />

doğru yol alırız. Bunları başarmak için ille de yalnız<br />

olmak gerekmiyor ve hatta yalnızlık bu süreçte<br />

tehlikelidir. Bireyselliğimizi kaybetmeyeceğiz ama<br />

el ele olacağız. Tek yürek atmayı, aynı düşünmek<br />

şeklinde algılamamalıyız. Ayrı düşünmeliyiz, farklı<br />

giyinmeliyiz belki; ancak ayrışmamalıyız. Aklın<br />

yolu doğruda da yanlışta da birdir. Bu yüzden çok<br />

farklı düşünsek de bizi bizden koparacak oyunlara<br />

gelmemeliyiz.<br />

“Düşünme” duyusuyla “uygulama” davranışını<br />

“inanç” tepsisinde yoğurup ortaya sımsıcak “yarar”ı<br />

çıkarmalıyız.<br />

Farkında mısınız bilmem ama bireysel düşünmeyi<br />

vurgulayan ben bile şu anda çoğulcu yazıyorum.<br />

“BİZ” diyorum. Zira bencillik, aklı kemirdiği<br />

sürece yarardan söz edemeyiz. Yararlı olmayacak bir<br />

çaba boşa yorulmak anlamına gelir. Bunun kimseye<br />

artısı olmaz.<br />

Anadolu’nun gönlü dik gençliği, ara sıra tökezlese<br />

bile kimliğinden, benliğinden, birlikteliğinden bir<br />

şey yitirmiyor. Bugünlerde çok tökezliyoruz, doğru,<br />

ama dün –bundan 80 yıl önce- dimdik ayakta<br />

olduğumuzu, dünya efendiliğine dörtnala<br />

koştuğumuzu unutmayın. Yarınlara kalmak için<br />

bazen ufak düşüşler, yaralanmaların olması<br />

doğaldır.<br />

Ulu Önder Atatürk’ün öğütleri eşliğinde, Fatih’in<br />

hırsını örnek alarak, Yavuz’un stratejik duyarlılığını<br />

meslek edinerek, Kanuni’nin adaletini<br />

uygulayarak, Attila’nın hoşgörü ve siyasetini<br />

öğrenerek kafamızı yeni düşüncelere açmalıyız.<br />

Böylece atalarına layık bir genç kuşak olabiliriz.<br />

Son olarak… Umarım bu yazı, “Peki Ya<br />

Daha Sonra?” serzenişini karşılar nitelikte<br />

olmuştur…


Önümüzdeki sayılarda özellikle Türk Ulusu'na,<br />

Atatürk’e ve cumhuriyetimize yönelik aşağılama<br />

ve algı operasyonlarına yanıt niteliğinde<br />

çalışmalar yayınlamamız gerektiğini<br />

düşünüyorum. Ayrıca dergiyi, yayınlanacağı ayın<br />

en geç ilk 10 gününde yayınlamaya çalışmalıyız.<br />

Ahmet Gençal<br />

Yayın Kurulu Üyesi<br />

ÖZELEŞTİREL BAKIŞ<br />

Sayı 3-4 Haziran-Temmuz<br />

Türkçülüğün ilgili olduğu bütün konulara<br />

değinmemiz, ülkünün yararına olacağı gibi<br />

ULUKAYIN’a da ayrı bir özgünlük<br />

kazandıracaktır. Ayrıca “arınmış Türkçe”<br />

ilkemizden ödün vermeden yayınlanan yazılarda<br />

geçen terimlerin Türkçeleştirilmemiş eski<br />

adlarının parantez içerisinde belirtilmesi,<br />

okuyurun anlamasını kolaylaştıracağı gibi anlam<br />

kayması sorununu da önleyecektir.<br />

Derginin son sayısını bitirdikten sonra aklıma ilk<br />

olarak güncel sorunlarla ilgili yazıların<br />

artırılabileceği geldi. Yazıların içeriğine söz<br />

edemem ama "Aylık Tarih, Düşünce ve Ekin<br />

Dergisi" sloganıyla çıkan dergide tarih ve yazınla<br />

ilgili daha fazla yazının yer almasını isterim;<br />

örneğin bir yazın köşesi olabilir, burada<br />

önerilebilecek kitaplar (roman, öykü, şiir vd.) yer<br />

alabilir... Dergi, görsel açıdan da biraz daha<br />

varsıllaştırılabilir ayrıca...<br />

Samed Ayazlı<br />

Sivas Temsilcisi<br />

ULUKAYIN'ın eksikleri yok değil, tabii ki var...<br />

Örneğin; sanat, spor, ekonomi gibi dallarda da<br />

yazılar olsa içerik daha varsıl olur... Başlangıç<br />

olarak içerik bakımından gayet başarılı olan<br />

ULUKAYIN, ilerleyen sayılarda daha başarılı<br />

işlere imza atacaktır...<br />

Eren Şahin<br />

Eskişehir Temsilcisi<br />

ULUKAYIN<br />

Kötü ruhlar def edilip, dinlensin ULUKAYIN!<br />

Gölgende toplanılsın, yorgalara kalksın tayın<br />

Ne çıkar bir milyon olmayıversin senin sayın,<br />

Köktürk ordu kuranda anca ikiyüzbin ederdi...<br />

Yeryüzünü Türk atları, hep Türk atlar ezerdi...<br />

ULUKAYIN ululukta, hem çınar hem gürgendir...<br />

Duruşuyla ve gölgesiyle, say ki o bir kurgandır!<br />

Konuşmuyor ne demek! düşününce bergendir...<br />

Davullarının tokmağında, alkış-dua olunsun,<br />

ULUKAYIN gölgesine nice milyon dolunsun!<br />

Alp Aldatmaz - Hollanda<br />

Ahmet Abanoz<br />

Bursa Temsilcisi<br />

Türkçülük yalnızca yönetsel bir milliyetçilik<br />

düşüncesi değil, yaşamın her alanına hitap eden<br />

başlı başına bir uygarlık ülküsüdür. Ekonomiden,<br />

mimariye hatta sanat ve ötesine kadar<br />

Haziran-Temmuz ayında, ULUKAYIN'ı etkinlik alanında başarılı<br />

biçimde tanıtan, dergimizi daha fazla kişiye ulaştırarak okurlarıyla<br />

buluşturan Osmaniye/Bahçe Temsilcimiz Ali Kutlu, "ayın<br />

temsilcisi" olarak belirlenmiştir.<br />

"En iyi" kavramının sonu yoktur...<br />

Önümüzdeki aylarda, bütün temsilcilerimize çalışmalarında üstün<br />

başarılar dileriz...<br />

ULUKAYIN Dergisi Yönetimi<br />

32


sen'e ben, ben'e sen<br />

neyi neye benzetsem,<br />

diye düşünürken<br />

ışığı karalmış bir şehirde,<br />

seni bana benzetiverdi arşk...<br />

sen ben oldun,<br />

düşüncemde dağılmadan.<br />

ben sen oldum,<br />

uzaklardan sağılmadan...<br />

gecenin gündüzden<br />

gündüzün geceden,<br />

farklı kadar mı,<br />

benle sen arasındaki?<br />

halbuki,<br />

gece de sen, gündüz de sen<br />

benim gözümde<br />

hüzün de sen, mut da sen...<br />

ışık oldu da,<br />

geceden gündüze<br />

en güzel hediye,<br />

ben bulamadım 'ben'e<br />

'sen'den güzel kafiye<br />

şimdi,<br />

ne gece ne gündüz,<br />

ne hüzün, ne mut,<br />

sen, ben, birde,<br />

peşinden koştuğum umut...<br />

Zülfikar Aytaç

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!