You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Diriliş Köklerdedir...<br />
ULUKAYIN<br />
Aylık Tarih, Düşünce ve Ekin Dergisi<br />
Yıl : 1 Sayı : 5 Ağustos <strong>2013</strong> Ederi : 5 TÜRK Lirası<br />
ENVER PAŞA<br />
KAHRAMANLIK DAĞLARININ DORUK NOKTASI
Genç bilim insanı Fırat Kargıoğlu'nun hazırladığı, "Sunuş"<br />
yazısını Atsız Beğ'in oğlu Buğra<br />
Atsız'ın yazdığı "Vaktiyle Bir Atsız Varmış" kitabı yayınlanmıştır.<br />
Bu zamana kadar Nihal Atsız'la ilgili hiç değinilmedik konulara değinilen kitaba, ULUKAYIN<br />
Yayın Kurulu Üyeleri Emre Koşak, "İçten, Açıkyürekli Bir Yorumlama Gereksinimi Ya da<br />
Atsız'a Komplekssiz Bir Bakış" adlı yazısıyla, Burkay Kılavuz, "1944 : Atsız Haklıydı"<br />
yazısıyla ve Fırat Kargıoğlu, "Toplu Bakış : Yazmasam Deli Olacaktım" adlı yazısıyla katkı<br />
sunmuştur.<br />
Kitap, fkargioglu@hotmail.com ulak kutusuyla iletişime geçilerek veya<br />
facebook.com/VaktiyleBirAtsizVarmis sayfasına özel ileti göndererek Fırat Kargıoğlu'ndan<br />
edinilebilinir.<br />
Temsilcilerimiz<br />
Adana - Samet Akan - 0541 935 66 54<br />
Karabük<br />
Antalya - Fatma Kuş - 0555 811 50 62 * Safranbolu - M. Süleyman Koç - 0549 678 18 78<br />
Balıkesir Kayseri - Çağdaş Zeybeker - 0543 498 93 69<br />
* Bandırma - H. İbrahim Aydın - 0542 548 16 78 Kocaeli / İzmit - Halil Haliloğlu - 0554 502 26 89<br />
Bursa - Ahmet Abanoz - 0538 899 82 77 Konya - Ali İhsan Saran - 0537 288 44 23<br />
Elazığ - Cengizhan Aydın - 0531 984 84 85 Kütahya - İbrahim Enes Delibaş - 0545 640 90 74<br />
Elazığ - Soner Ankut - 0506 373 10 56<br />
Mersin<br />
Erzurum - Celal Saltukoğlu - 0534 610 47 76 * Tarsus - Alihan Kara - 0536 796 14 74<br />
Eskişehir - Eren Şahin - 0535 729 20 99<br />
Osmaniye<br />
Gaziantep - Mehmet Tabur - 0539 692 20 45 * Bahçe - Ali Kutlu - 0543 745 63 23<br />
Isparta - Ahmet Avşar - 0537 055 93 95 Sakarya - Kadir Kamacıoğlu - 0543 447 49 06<br />
İstanbul - Ubeydullah Günel - 0536 495 13 03 Samsun - Yunus Emre Uyar - 0506 698 31 11<br />
İzmir - Yılmaz Çubukçuoğlu - 0505 864 69 94 Sivas -Samed Ayazlı - 0531 222 20 58
ULUKAYIN'dan<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Aykut KUTUCU<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Burkay KILAVUZ<br />
Sorumlu Yazıişleri Müdürü<br />
Serkan AKGÖZ<br />
Yayın Danışmanı<br />
Cazim GÜRBÜZ<br />
Yayın Kurulu<br />
Emre KOŞAK<br />
Burkay KILAVUZ<br />
Ahmet GENÇAL<br />
Ubeydullah GÜNEL<br />
Düzeltmen<br />
Emre KOŞAK<br />
Yayın Türü<br />
Yerel Süreli Yayın<br />
Yönetim Yeri<br />
Mimar Sinan Mah. Hakimiyeti<br />
Milliye Cad. Büyük Hamam Sok.<br />
Uğur İşhanı Kat:2 Üsküdar/İstanbul<br />
Yazıişleri : 0507 573 4719<br />
Sürdürümcülük : 0531 381 6445<br />
E-Posta : bilgi@ulukayin.net<br />
Basım Yeri : Cemil Baskı Çözümleri<br />
Basım Tarihi : 01.09.<strong>2013</strong><br />
Esenlikler…<br />
Şu gün Türkiye'de düzenli olarak yayınını sürdüren tek<br />
Türkçü yayın organı ULUKAYIN'dır.<br />
Bunu kendi kendimizi kutlamak ve mutlu olmak adına<br />
belirtmiyoruz, bize derin üzüntü veren bir saptama olarak dile<br />
getiriyoruz.<br />
Türk'ün yurdunda Türk'e düşmanlık güdenler “psikolojik<br />
savaş aracı” gibi kullandıkları yayın organlarıyla saf Türkler'in<br />
beyinlerini yıkarken biz isteriz ki; yüzbinlerce hatta<br />
milyonlarca basılan pek çok Türkçü dergi, gazete olsun…<br />
1938'den sonra Türkçülük düşüncesi iğfal edilmiş, istismar<br />
edilmiş, maske/paravan edilmiş, politik taktik adına dolgu<br />
malzemesi ve basamak edilmiş, hedef tahtası edilmiş, dillere<br />
slogan edilmiş ve en son “ayaklara paspas edildiği” dile<br />
getirilmiş ancak kesinlikle bir türlü iktidar edilmemiştir.<br />
Kendisini “Türkçü” olarak tanımlayanların niye bu durumda<br />
olduklarını sorgulamaları, bu durumun nedeni olan kalıtsal<br />
yanılgılarını üzerlerinden atmaları, içe dönük kayıkçı<br />
kavgalarını bırakmaları, üretim kabızlığından kurtulmaları,<br />
giriştikleri işlerde düzen tutturmaları ve doğru söylemlerini ve<br />
ereklerini büyük bir hızla kendilerinin dışında olan ancak<br />
Türklük bilincine sahip geniş kitlelere anlatmaları ve onları<br />
kazanmaları gerekmektedir.<br />
Bunlar özellikle ve öncelikle basın-yayını etkin kullanarak<br />
olacaktır.<br />
Biz bu bağlamda son söz olarak diyoruz ki;<br />
ULUKAYIN'IN GÖLGESİNDEYİZ,<br />
TÜRK ULUSU'NUN HİZMETİNDEYİZ…<br />
1
3<br />
5<br />
6<br />
7<br />
8<br />
11<br />
14<br />
15<br />
16<br />
18<br />
23<br />
25<br />
28<br />
31<br />
32<br />
32<br />
Tugana Destanı (Şiir)<br />
Hasan ERİMEZ<br />
Gökalp ve 21. Yüzyılda "Padişah" Olma Hevesinde Bir Figüran<br />
Emre KOŞAK<br />
'Ulukayın' ve 'kandaşlarımız'!*<br />
Arslan TEKİN<br />
Arslan Tekin’e Açık Mektup<br />
Emre KOŞAK<br />
Enver Paşa’nın Mektuplarından Kesitler<br />
Uluğbey<br />
Azerbaycan, Enver Paşa’<br />
nın Türklüğe Armağanı ve Tek Başarısıdır<br />
Cazim GÜRBÜZ<br />
'' Atatürk Milliyetçiliği''<br />
Samed KOCADEMİR<br />
Yolların Sonu Üzerine Çözümlemeleme Denemeleri (3)<br />
Yunus Emre UYAR<br />
Ulusalcılara Kin Gütmek Türk Milliyetçiliğinin Gereği mi?<br />
Afşar ZEYBEKOĞLU<br />
Türk Hukuk Devrimcisi : Mahmut Esat Bozkurt<br />
Ahmet GENÇAL<br />
Katledebilen Enerji<br />
Serkan AKGÖZ<br />
Çocuk-Oyun-Ekin İlişkisi, Ergenekon Destanı’ndaki Çocuk<br />
Üzerinden Bu İlişkeye İlişkin Bir Yorum<br />
Dilek AKILLIOĞLU<br />
Orhun’dan Gelen Sesi Ankara’dan Duymak<br />
Ömer ÜNAL<br />
Peki, Ya Sonra?<br />
Mürsel Ferhat SAĞLAM<br />
Özeleştiriler Bakış<br />
Ulukayın (Şiir)<br />
Alp ALDATMAZ<br />
Dergimizdeki yazılar kaynak gösterilerek alıntı yapılabilinir.<br />
Satış Noktalarımız<br />
Adana Karşı Sokağı) İstanbul Nu : 6/39<br />
Çukurova - Şahin Gıda – Belediye Odunpazarı - İnsancıl Kitabevi – Üsküdar - Ulukayın Yerleşkesi –<br />
Evleri Mahallesi, Zahid Akdağ Dershaneler Sokağı Mimar Sinan Mah. Hakimiyeti Mersin<br />
Bulvarı, Narçiçeği Sitesi altı Tepebaşı – İnsancıl Kitabevi – Milliye Cad. Büyük Hamam Akdeniz – Azak Büfe - Uray<br />
NEO Alışveriş Merkezi Sokak, Uğur İş hanı Kat : 2 (Pazar Caddesi üzeri (Valilik civarı)<br />
Ankara Tepebaşı - İnsancıl Kitabevi - günü 14:00-20:00 arası açıktır) Akdeniz - Tekağaç Kitabevi -<br />
Kızılay – Yüce Erek Sahaf - Hoşnudiye Mah. Porsuk Bulvarı Kadıköy - Dolunay Kitabevi – Çankaya Mah. Atatürk Cad. 4716.<br />
Bayındır 1. Sokağı Nu : 27/3 Sahilyolu Sok. Nu : 34 / A Neşet Ömer Sokağı Nu : 11 / 3A Sokak Nu : 16/b (Balık pazarı<br />
Tepebaşı - Adımlar Kitabevi - Akmar Pasajı alt kat giriş civarı)<br />
Eskişehir<br />
Odunpazarı - İnsancıl Kitabevi -<br />
İstiklal Mahallesi Yeşiltepe Sokağı<br />
Nu:24/A (Esnaf Sarayı C Kapısı<br />
Hoşnudiye Mah. İsmet İnönü Cad.<br />
Akdeniz – Yörük Türkmen Vakfı<br />
Nu : 17/B Konya Mersin Şubesi – İş Bankası Merkez<br />
Anadolu Üniversitesi - İnsancıl Merkez - Buğra Kitabevi – Şükran Şubesi’nin arka sokağı<br />
Kitabevi – Ada Müzik<br />
Mah. Başaralı Cad. Rampalı Çarşı<br />
2
Tugana Destanı<br />
Hasan Erimez<br />
Yağız yer toprak iken,<br />
Gökkube göğen balkır iken,<br />
Gökte Tanrı gazapla doldu<br />
Tekmil acun suda boğuldu<br />
Kara toprak göğene döndü<br />
Göğen kubbe kapkara oldu<br />
Sade bir gemi kaldı;<br />
Birkaç insan, her türden hayvan.<br />
Dediler: “Şu Tanrı'nın gazabı da ne yaman!”<br />
Gazap nihayete erdi, yerde sular kurudu<br />
Vardı gemi bir dağın doruğuna oturdu<br />
Gemiden bir uludur ak sakallı indi<br />
Üç oğluna “Toplanın etrafıma” dedi<br />
Üç oğluna üç öğüt verip veriştirdi<br />
Acunu üçe böldü üçüne üleştirdi<br />
Odur ki bir oğul; Yafes doğuya gitti<br />
Neslinin tohumundan yedi oğulu bitti<br />
Oğullarının büyüğü; adını Magok koydu<br />
Magok ile Türk soyu böylece başlıyordu...<br />
Fidanın ağaçlandığı, ağacın yeşillendiği<br />
Urumdaylı, kulanlı uçsuz bozkır eşiği<br />
Burasıdır... Altay'ın Tanrı Dağ'ın gölgeliği<br />
Birgün Magok sadağından yayına bir ok gerdi<br />
Magok oka bir baktı, ok çok değişik idi<br />
“Ulu Tanrı” dedi, “Bu da nedir böyle?”<br />
Sesine bir ses geldi: “Sözümü iyi belle!”<br />
Magok açtı gözünü gökleri tarıyordu<br />
Çünkü cevap veren ses göklerden geliyordu<br />
“Magok” dedi, “O okun adı tuganadır”<br />
“Kutluladım ben onu, sana ve soyunadır.”<br />
Dedi Magok: “Bu ok ne işe yarayacak?”<br />
“Fırlat!” dedi Tanrı,<br />
“Senden bütün soyuna ulaşacak”<br />
Magok çekti yayını verdi oku kirişe<br />
3<br />
Rast gele göklerde, ta ki soyuna erişe<br />
Ok fırlayanda yaydan ne de yaman gitmişti<br />
Magok'un görevi de işte böyle bitmişti...<br />
Ok öyle bir uçtu<br />
Çağları aşıp geçti<br />
Var varası Türk soydan<br />
Oğuz Ata'yı seçti.<br />
Oğuz da Oğuz'du ki; Eyvah kurt bakışından!<br />
Kağan olmuş, taht almış, kut dileyip Tanrı'dan.<br />
Diyor: “İşte sizlere oldum ben Kağan”<br />
“Güneş tuğumuz olsun, gök bize kurıkan!”<br />
Acunun dört yanına nice ordular saldı<br />
Yenilmez orduların elinden yurtlar aldı<br />
Oğuz'un, Türk'ün gücü acundan taşıyordu<br />
İzbe elde “Türk” desen kuşlar bile kaçıyordu<br />
Ne erkliydi ki Oğuz herkese baş eğdirdi<br />
Gücünün nişanesi bir piramit diktirdi<br />
Piramit ki göklere uzar bir temren gibi<br />
Üç yüz at boyu yüksekten yere ulaşır dibi.<br />
Ve geldi gün çattı<br />
Oğuz öz döşeğine yattı<br />
Kurt gözleri göğe baktı<br />
Gökte bir çakın attı<br />
Çakınların içinden bir bozkurt çıka geldi<br />
Diz kırıp bağır bastı, “Oğuz, son gecen...” dedi<br />
“Bilirim” dedi Oğuz “Bu son gecem olacak”<br />
“Gök'tür beni gönderen, yine gökler alacak...”<br />
Oğuz'un bedenini korkunç bir ağrı yaktı<br />
Göğsünün ortasından bir ok dışarı çıktı<br />
“Oğuz” dedi o bozkurt “Bu bir tuganadır”<br />
“Bütün gücün kudretin bu okun kutundandır”<br />
Göğe giderken bu oku gökyüzüne fırlatacak<br />
Ki soyundan birine gelecek, gücünü koruyacak<br />
Fırlattı oku Oğuz gece karanlığında<br />
Son kez acuna bakarken Tanrı Dağ doruğunda...<br />
Ok bir uçtu bir uçtu<br />
Kaç bin ömür geçti<br />
Çağları dolaştı, nice günleri aştı<br />
Vardı bir alp yağızın tam göğsünde durdu<br />
Ok bilirdi işini, geldi Mete'yi vurdu<br />
Mete'nin o vakitler bir analığı vardı ki<br />
Han Teoman'a al edip Mete'yi esir verdi ki...<br />
Mete asla yılmadı esirlikte de bir an<br />
Zaten kaçtı kurtuldu imkan bulduğu zaman.<br />
Han Teoman pişmandı, Mete geldi sevindi
Mete'nin buyruğuna sağlam ordular verdi<br />
Ama Mete kaygındı, bu ordular yetmezdi<br />
Hem azdı, yetersizdi, bir de düzen eksikti.<br />
Mete dizdi orduyu, on on, yüz yüz saydı<br />
“İtaat edin!” dedi, eşlerini oklattı<br />
Öyle ki oklayanlar çelik gibi er oldu<br />
İtaat etmeyenler oklandı toprak oldu<br />
Mete ancak böyle ki büyük bir ordu kurdu<br />
Öncelikle baş edenin gitti başını vurdu<br />
Heyhat ki yağı kesilene, kaçacak yeri mi var?<br />
Sarmış dört bir yanını çelik gibi ordular<br />
Mete, Türk'e diş bileyen tek yağı bırakmadı<br />
Öyle yürüdü ki şanı; Oğuz'u aratmadı.<br />
Her mevsim bir Türk tuğu yağı iline dikildi<br />
Türk'ün adım attığı yerden kim vardıysa çekildi.<br />
Ve Mete böyle iken kudretin doruğunda<br />
Günü gelmiş onun da yatardı otağında<br />
Onun da göğsünden tugana peyda oldu<br />
Gerdi oku yayına döşeğinden doğruldu<br />
“Tanrı Türk'ü korusun, gökte dursun bu sancak”<br />
“Gökte gezinen bu ok sahibini bulacak”<br />
Dedi ve attı oku kanın sürüp ucuna<br />
Tanrı Dağ'da “Elveda” der iken acuna<br />
İşte böyle öyküsü kutlu ok tugananın<br />
Emaneti Magok'dan bugüne Gök-Tanrı'nın<br />
Saplanır dara düşünce layıkının bağrına<br />
Baş kaldırtır yağının düzenine kahrına<br />
Ki şimdi göklerdedir 38'den beri<br />
Arıyordur layıkınca saplanacağı yeri<br />
Daha nice tasalı günler gelecektir<br />
Diyeceksin “Ulusumun hali ne olacaktır?”<br />
Bulacaksın kendinde baş kaldıracak ilham<br />
Beklemeyeceksin bir önder yahut da bir kahraman<br />
Memleketin her yanı bağından çözülecek<br />
Tugana saplanmayıp göklerde süzülecek<br />
Bulamayacak çünkü layıkınca bir tane<br />
O vakit aç bağrını bir kez de sen dene<br />
Belki sana gelir ok, ilhamını bulursun<br />
Beklediğin kahraman belki de sen olursun<br />
Uçar hala tugana henüz durağı yoktur<br />
Ne ağaçtan, ne daldan, Tanrı kutundan oktur<br />
Tanrı onu bilgiyle, cesaretle donatmış<br />
Ancak bilge ve cesur olana saplanırmış<br />
Eğer tasan var ise yurdundan yana<br />
Eğer ki düşeceksen tugananın ardına<br />
Hem oku hem de yaz, cesaret sal ruhuna<br />
Tugana seni bulur, gün olursun yurduna…<br />
* Tugana; içi oyulmuş, içinde gizli evrak taşınan özel<br />
bir oktur.<br />
Ok bir uçtu bir uçtu<br />
Yine ömürler aştı<br />
Nice çağları geçti<br />
Attila'ya saplandı, Roma'ya kan kusturdu<br />
Bir saplandı Kür Şad'a, koca Çin'i pusturdu<br />
Ve dahi Tomris Han'a Kiros'un başını kestirdi<br />
İstanbul surlarına sancak nasıl dikildi?<br />
Derler “Ulubatlı onca okla sancağı nasıl dikti?”<br />
Tuganaydı o oklar, ona o gücü verdi.<br />
Plevne'de Osman Paşa'nın göğsündeki nişan<br />
Medine'de Mehmetçiği yıldırmayan o iman<br />
Bil ki şanlı tarihinde böyle kahramanlar çoktur<br />
Destanları yazdıran o kutlulanmış oktur<br />
Saplanır hiç durmadan Türk dara düştüğü zaman<br />
Eder en suskununu şanı büyük kahraman!<br />
Kemal Paşa, çok yaşa! Aldın eline oku<br />
Saldın yedi düvele hem şan, hem de korku<br />
4
Gökalp ve 21. Yüzyılda "Padişah" Olma Hevesinde Bir Figüran<br />
Emre Koşak<br />
ultan 2. Abdülhamit'in bir cuma selamlığında<br />
Sher zamanki gibi sağında ve solundaki insan<br />
topluluğu "padişahım çok yaşa!" diye<br />
bağırmaktadır. O sırada, o kalabalığın arasından<br />
sıyrılan genç Ziya Gökalp, bir meczup gibi<br />
"MİLLETİM ÇOK YAŞA!" diye bağırır. Ve anında<br />
padişahın gizli polisleri genç Gökalp'i tutuklar ve<br />
gözaltına alır. Değişik bir bakış açısına göre Gökalp,<br />
orada “millete rağmen milliyetçilik” yapmıştır.<br />
Oysa ki o gün, orada toplanan insan topluluğunun<br />
bir “millet” özelliği gösterdiği kesinlikle<br />
söylenemez. O insan topluluğu “tebaa” olarak, veya<br />
“padişahın kulları” olarak tanımlanabilirler.<br />
Belki Gökalp'in yaptığı, “bir meczup gibi” gelecek<br />
olan yeni çağı, yeni toplumsal düzeni önceden<br />
haber vermektir. Bu bağlamda, yukarıdaki “meczup<br />
gibi” söylemini özellikle kullanmış olduk… Oysa<br />
ki, derin boyutlarda gezinen her düşünce insanının<br />
bir yanı doğal olarak “meczup”tur.<br />
Belki Gökalp'in yaptığı, o an “gerçek” olmayan bir<br />
“ülkü”nün peşinden koşmaktır. Olmayanı 2. Abdülhamit ve O'nun öncülleri her şeye karşın<br />
dilemek, bir şeyin yokken var olması için (o an için dirayetliydiler ve kendilerinin üstünde bir dış<br />
birçoklarınca da “beyhude” denilmesine karşın) gücün otoritesini kesinlikle kabul etmezlerdi. Ama<br />
çabalamaktır.<br />
Gökalp, Gökalp gibiler ve onların öncülleri de<br />
Belki Gökalp'in yaptığı, kendisi yanarken dirençliydiler. Hatta onların bu dirençleri 2.<br />
içerisinde olduğu toplumu aydınlatmaktır, onlara Abdülhamit gibilerinin dirayetlerinden çok daha<br />
“güneş” olmaktır. Adı da zaten “Ziya” değil midir? güçlü bir dirençti…<br />
Yani “ışık”… “Aydın ışık taşır, sahte aydınsa …<br />
karanlık” sözü üzre, aydın olma sorumluluğu Yukarıda anlattığımız söz konusu olaydan yaklaşık<br />
gereği, tıpkı güneş gibi önce gözleri kamaştırmak, 100 yıl sonra ise “büyük küresel oyun”da figüran<br />
sonra uyandırmak… Uyanmadan hemen önceki konumunda olan, yüreğindeki ve beynindeki<br />
durumda güneşle muhatap olan kişinin yüzünü zeminde seccadesini Pentagon'a karşı seren bir tipin<br />
buruşturduğu, “istemem” tepkisi verdiği gibi kendisine “Padişahım çok yaşa!” dedirtmek için<br />
Gökalp ve O'nun gibiler de uyandırma sürecinde elinden geleni yaptığını görüyoruz.<br />
bu izdüşümü toplumsal düzlemde çok Ama O'nun gerçek anlamda bir direnci hiç<br />
yaşamışlardır.<br />
olmamakla birlikte Gökalplerin direnci bu<br />
“Belki”lerin hangisini sıralarsak sıralayalım; topraklarda, hiç eksilmeden hep yaşamıştır, hep<br />
değişmeyen bir gerçek vardır. O da Ziya Gökalp'in yaşayacaktır…<br />
bu tavrı ve duruşuyla bir “devrimci” olduğudur.<br />
Sonrasında Büyük Türk Devrimi'ni gerçekleştiren<br />
kadronun içerisinde, hatta beyin merkezinde yer<br />
alan Gökalp gerçek anlamda devrimcidir…<br />
5
'Ulukayın' ve 'kandaşlarımız'!*<br />
Arslan Tekin<br />
ir dergi daha hayata merhaba dedi: makalesi uzun ve ayrıntılıdır. Şunun için meseleyi<br />
B“Ulukayın”. Derginin birinci sayısından eşeledim: Yusuf Akçura'nın yazdıkları itibara<br />
bahsetme fırsatı bulamadan 3. sayı önüme geldi... alınarak yürünüyorsa, asıl kaynağa inilmesi<br />
Derginin muhtevası giderek çeşitleniyor.<br />
yararlıdır. ( “1928 Türk Yılı” nın tamamını yeni<br />
İdealist insanlar bir araya gelirler... Günlerce yazıya Dr. A. Zeki İzgöer'le aktardık. TDK<br />
tartışırlar ve işi başlangıçta kolay sanırlar. Çalışmaya yayınları arasından çıktı.)<br />
başlayınca güçlükler bir bir karşılarına dikilir. Burada “Ulukayın”ın bütün sayıları üzerinde<br />
Başımdan geçtiği için nelerle karşılaşılacağını durmak isterdim. Hususiyetle iki sayıdır devam<br />
biliyorum. eden Fırat Kargıoğlu'nun “Nurullah Ataç'ı<br />
Ulukayın dergisi “Atsızcı” çizgide...<br />
Anlamak” üzerine denemelerini ele almak benim<br />
Derginin ortaya koyduğu ölçüler, benim fikir açımdan gerekliydi ama bir köşe yazısında güç.<br />
sistemimin dışında olduğunu başta belirteyim... Hiçbir yayın faydadan arî değildir. İnsanı<br />
Dergiyi çıkaranlar çoklukla üniversiteli veya yeni düşünmeye sevk eder, farklılıkları fark ettirmeyi<br />
bitirmiş gençler. Türkiye'nin ayrı yerlerinden bir sağlar. “Ulukayın” da öyle...<br />
araya geldikleri anlaşılıyor. (İrtibat için: 05313816445)<br />
Girişte, “Okuyucuya Not” başlığı altında ilk<br />
cümlede “... Türklüğe hizmet etmek amacıyla bir 22 Temmuz <strong>2013</strong>-Yeniçağ<br />
dergi çıkarmaya karar verdik.” deniliyor. Nasıl *<br />
güçlüklerle karşılaştıkları sıralanıyor.<br />
Böyle idealist hareketlerde kiminin enerjisi hemen<br />
tükenir ve yolunu değiştirir. Ulukayıncılarda da,<br />
ihanet demeyeyim de, geriye çekilenler olmuş.<br />
“Kandaşlarımız” diye bir kelime kullanılıyor.<br />
Demek ki, “Türklüğe” hizmet için “kandaşlar”<br />
yola çıkmışlar.<br />
“Türklük”, “kandaş” meseleleri geçmişte tartışılmış<br />
ve “Türk milleti” tarifinde, ırkî mülahazalara yer<br />
olmadığı ortaya konmuştur. “Kandaşlık”la yola<br />
çıkarsanız, hitap edeceğiniz bir kitle bulabilir<br />
misiniz? Sanmıyorum. Ancak bir avuç insan<br />
entelektüel tartışmanın içinde kaybolup gider.<br />
Birinci sayının birinci yazısı derginin başyazarı<br />
Emre Koçak'ın; “Türkçülüğün Tarihi” üzerine...<br />
“Türkçülüğün tarihi” başlığı altında çıkan<br />
kitapların ana kaynağı Yusuf Akçura'dır (1879-<br />
1935). Nitekim bazı kitapların onun adıyla<br />
yayınlandığı görülmektedir. Yusuf Akçura<br />
Türkçülüğün tarihini nerede işlemiştir? “Türk<br />
Yurdu” dergisinin “1928 Türk Yılı” ilâvesinde...<br />
Akçura, Türk Yurdu'nun 1911'de hayata<br />
geçirilmesine de öncülük etmiştir. Türk Tarih<br />
Kurumu'nun da ilk başkanıdır.<br />
“1928 Türk Yılı” ilâvesi, 600 sayfadan fazladır. Bu<br />
kitapta birçok tanınmış ismin makalesi vardır ve<br />
makalelerin toplanmasına da öncülük eden<br />
Akçura'dır. Akçura'nın Türkçülük tarihini işlediği<br />
6
Arslan Tekin'e Açık Mektup<br />
Saygın Arslan Beğ;<br />
Öncelikle köşenizde bize yer verdiğiniz için teşekkür<br />
ederiz. Ancak samimi yönünüzü iyi bildiğimiz ve bu<br />
bağlamda yine yer vereceğinizi düşündüğümüz için 2<br />
madde halinde yazınızdaki bazı söylemlerinize ilişkin<br />
itirazlarımızı belirteceğiz.<br />
1- Kendimizi kesinlikle "Atsızcı" olarak<br />
tanımlamıyoruz. Böylesi bir tanımlamayı kendisini o<br />
biçimde tanımlayan için bir özentiye tutulmuşluk,<br />
bilinçsizlik olarak yorumlarız. Biz zaten "Türkçülük"<br />
düşüncesini post-modern tarikat, Atsız'ı bu tarikatın<br />
şeyhi ve kendisini de bu tarikatın müridi olarak gören<br />
algının cepheden karşısındayız. Ancak biz, kendimizi<br />
Gaspıralı'nın, Akçura'nın, Gökalp'in, Togan'ın ve<br />
Atsız'ın yolunun yorulmaz ve yılmaz yolcusu olarak<br />
görürüz.<br />
2- "“Kandaşlık”la yola çıkarsanız, hitap edeceğiniz bir<br />
kitle bulabilir misiniz? Sanmıyorum. Ancak bir avuç<br />
insan entelektüel tartışmanın içinde kaybolup gider."<br />
demişsiniz... "Kandaş" sözcüğü "soydaş" sözcüğünden<br />
ayrı bir anlam taşımamaktadır. Ve biz, siz, hatta<br />
devletin düzenlediği ilk Türk kurultaylarının<br />
gerçekleştiği yıllarda, o kurultaylarda örsün üzerinde<br />
çekiçle demir döven Süleyman Demirel, Erdal İnönü<br />
gibi bu ülkede büyük kitlelerde toplumsal karşılık<br />
bulmuş ve hükümet olmuş siyasetçiler Türkiye<br />
dışındaki Türkleri tanımlarken yapmış oldukları açılış<br />
konuşmalarında "soydaş" yani "ırkdaş" tanımını<br />
kullanmışlardır. Yine siz de biz de biliriz ki; Türklüğün<br />
varlığı kesinlikle "ırk" unsuruna indirgenemez. Ancak<br />
Ulu Önder Atatürk'e ait olan "Medeni Bilgiler" adlı<br />
önemli kitapta "ırk (menşe) birliği" Türklüğü var eden<br />
unsurlardan bir unsurdur.<br />
Çalışmalarınızda başarılar ve esenlikler dileriz. Saygılar<br />
sunarız...<br />
Emre Koşak<br />
ULUKAYIN Yayın Kurulu Üyesi ve Başyazarı<br />
7
Enver Paşa'nın Mektuplarından Kesitler<br />
Uluğbey<br />
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa,<br />
değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. Biz daima hakikati arayan<br />
ve onu buldukça ve bulduğumuzda kani oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar<br />
olmalıyız.<br />
Mustafa Kemal ATATÜRK<br />
yakın'' dır. Manastır'da Mustafa Kemal'in de<br />
aralarında bulunduğu seçkin askerler yetiştiren<br />
Manastır Askeri Lisesi'nde öğrenimine devam eder.<br />
Sessiz ve sakin olmasının yanında askeri okulların<br />
hepsinde yaşanan kavgacılık ve kabadayılık<br />
akımlarının dışında kalması takdir toplamasına<br />
yetmiştir. Harp Okulu'nda kişiliği oturmaya<br />
başlayan Enver Paşa, sessiz halinden uzaklaşarak<br />
açılmaya başlar.<br />
Enver Paşa'nın ilk olayı amcası Halil Paşa ile birlikte<br />
bir gece tutuklanmaları ve Abdülhamit'in Yıldız<br />
Sarayı'na sevk edilmesi, sorgulanmasıyla<br />
başlamıştır. Bir yanlış anlaşılmayla Enver Paşa ve<br />
amcası evlerine gelen iki konuk yüzünden<br />
mahkemeye çıkmışlar ama birkaç uyarıdan sonra<br />
özgür bırakılmışlardır. İşte Enver Paşa'nın siyasi<br />
yaşamı bu şekilde başlamıştır.<br />
Kurmay Okulu'nu 5.likle bitirdikten sonra<br />
sırasıyla; 3. Ordu, 13. Topçu Alayı, 14. Topçu<br />
Alayı'na atanmış ve ardından binbaşılığa terfi<br />
etmiştir. Daha sonra memur edildiği Rumeli eşkıya<br />
takibinde Sırp, Rum, Bulgar, Arnavut<br />
milliyetçilerinin savaşçı güçleri ve öncüleriyle<br />
savaşım vererek gerçek hayaline kavuşmuştur.(1)<br />
‹'Babası Ahmet Bey'in ''İki gözüm nuru aslan Yaşamının sonraki bölümünü derinden etkileyecek<br />
evladım…'' başlığını atarak yazdığı aile mektubuna olan ve Genç Türkler hareketinin küllerinden<br />
göre; İsmail Enver, 23 Kasım 1881 (12 Kasım doğan İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olmuştur.<br />
1298) Çarşamba günü İstanbul'da doğdu. Enver 2. Meşrutiyet'in ilanında oynadığı rol nedeniyle<br />
Paşa'nın baba tarafı Gagavuz Türkleri'ndendi. Yani, ''Hürriyet Kahramanı'' olarak anılmaya başlar.<br />
Enver Paşa'nın yedinci atası Hıristiyan Kuşkusuz Enver Paşa'nın ordu yönetme gücünün<br />
Gagavuzlardandı; Abdullah Killi bu soydan en büyük kanıtı Tırablus ve Bingazi'de yerli Arap<br />
Müslümanlığa dönen ilk soy büyüğüdür. “Killi” kabilelerini müthiş bir yetenekle organize etmesi ve<br />
soyadına gelirsek; Tuna, Karadeniz'e dökülmeden İtalyanlar'a karşı kahramanca çarpışmasıdır. Üst<br />
Kilya, Sünne ve Hızırilyas kollarına ayrılırdı. Bu düzey bir ordu yöneticisi olmasının yanında,<br />
Kilya kolu üzerinde yer alan Kilya-Kilye duygusal yönüne de mektuplarında sıkça rastlamak<br />
(Kastamonu) adlı kasaba veya şehir Enver Paşa'nın mümkündür. Bir mektubunda: “Bu ordu için çok<br />
soyunun dayandığı yerdir.<br />
hususi bir taktiğim var. Düşmanı düzenli birliklerin<br />
İsmail Enver, İstanbul'da başlayan ilköğrenimini açtığı ateşe karşı yaklaşmaya zorlamak, 100-50<br />
Manastır'da ortaöğrenimiyle devam ettirir. Bu adım kala da kanatlardaki Arap kitleleriyle<br />
dönemlerde Enver Paşa'nın tahsil durumu ''İyiye saldırmak. … Her şeye en başından başlamamamı<br />
8
gerektiren bu iptidai dünyadan size anlatacak öyle<br />
çok şey var ki. Tam şimdi bir asker çadırının önünde<br />
şarkı söylüyor, oldukça hüzünlü bir şarkı...”(2)<br />
Özellikle eşine yazdığı mektuplarda Enver Bey<br />
duygu yüklü yazılar yazmıştır. Aynı mektupta,<br />
duygusallaştığını itiraf ederken yaşadıklarını<br />
paylaşmaktan çekinmiyor. “… Hakikaten<br />
duygusallaştım. Bir Arap bana ölü askerlerin atış<br />
karnelerini, karmakarışık risalelerini filan getirdi.<br />
Onları karıştırırken de kartpostallar ve aşk<br />
mektupları buldum. Ne kadar hüzünlü bütün<br />
bunlar…”<br />
Burada da büyük saygı gören Enver Paşa iki rütbe<br />
birden kazanarak yerini kuvvetlendirmiş ve uzak<br />
topraklardaki savaşımını bırakarak Balkan<br />
topraklarının savunmasında etkin rol oynamıştır.<br />
Bu savaşımların ayrıntısına inersek üç-beş sayfada<br />
bitiremeyeceğimiz için sonuç kısmında Enver Paşa<br />
hakkındaki önemli gördüğümüz noktalara<br />
değinirsek gerekli bilgiyi vermiş oluruz. Enver Paşa<br />
Birinci Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlı<br />
bürokratlarının yapmış olduğu ve imparatorluğun<br />
onurunu ayaklar altına alan antlaşmaları tanımak<br />
istemiyor ve bu antlaşmayı imzalayanlara da ateş<br />
püskürüyordu.(3) Kahraman Enver, Saray'ın ve<br />
Osmanlı ordusundaki üst rütbeli subayların<br />
teslimiyetçi ve etkisiz tutumlarına kızıyor ve bu ona<br />
büyük acı veriyordu. Bu hali bile onu orduda ve<br />
sarayda asil kılmaya yetiyordu.<br />
Enver Paşa denildiğinde akla ilk gelenlerden biri de<br />
elbette meşhur Bab-ı Ali Baskını'dır. Bu olayla<br />
birlikte devletin geleceği Mahmut Şevket Paşa ve<br />
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin eline geçmiştir.<br />
Mahmut Şevket Paşa'nın suikaste kurban<br />
gitmesiyle de, Enver, Cemal ve Talat Paşa'nın başını<br />
çektiği üçlü komite 1918 yılına kadar iktidarda<br />
kalmış ve halkın Türklük bilinci artarak,<br />
milliyetçilik söylemleri Türk siyasetinde sıklıkla<br />
söylenir olmuştur. 2. Balkan Savaşı'nda Edirne'nin<br />
yeniden ele geçirilmesi Enver Paşa'nın itibarını<br />
oldukça arttırmış, gücüne güç katmıştır.<br />
Enver Paşa'nın Turancı mı; yoksa Murat<br />
Bardakçı'nın iddia ettiği gibi İslamcı mı olduğu<br />
konusunda düşünce belirtmek birkaç sayfaya<br />
sığacak kadar önemsiz bir konu değildir. Ama şunu<br />
da belirtmek isterim ki Enver Paşa'nın yazdığı<br />
mektuplarda genellikle ''İslam alemini ihtilale<br />
sevke çalışıyoruz.'' ya da ''Kafkasya'daki İslam<br />
istiklali…''diye başlayan tümceler kurması yalnızca<br />
taktik siyaset gereğidir. Pek yakında yapılacak<br />
kaynak taramalarıyla bu konuyla ilgili uzun bir yazı<br />
dizisi hazırlayacak ve bu konuyu tüm gerçekliğiyle<br />
9<br />
ortaya koyacağız.<br />
Vatan sevgisi ve milliyetçiliği<br />
Recep Baysun'da bulunan Alimcan Akçur'un<br />
imzası ile Paşa'ya; “siz Türkiyeli'siniz; memleketiniz<br />
düşman istilası altındadır. Askeri kuvvet ve<br />
kudretinizi kendi vatanınızı kurtarmak için<br />
sarfetseniz daha iyi olur” gibi sözler taşıyan bir<br />
mektup geliyor.<br />
Paşa da; ''Benim vatanımı kurtaracak adamlar var.<br />
Merak etmeyiniz çalışıyorlar. Burası da benim<br />
vatanımın bir parçasıdır. İnsanların damarlarında<br />
dolaşan kan benim damarlarımdaki gibi Türk<br />
kanıdır. Burası bir Rus memleketi değil, halis bir<br />
Türk ülkesidir…''(4) diye cevap veriyor.<br />
''Vatanımın şimdilik alacağı şekil, yakın<br />
zamanlarda bu topraklarda yararlı bir iş<br />
göremeyeceğime ayan bir alamettir.''<br />
Enver Paşa, 1918 yılında sadrazam Ahmet İzzet<br />
Paşa'ya ülkenin durumu ve kendi izleyeceği yol ile<br />
ilgili bir mektup yollar. Bu mektupta: ''…<br />
Mütareke-yi münferide dolayısıyla vatanımın<br />
şimdilik alacağı şekil, yakın zamanlarda bu<br />
topraklarda nafi' (yararlı) bir iş göremeyeceğime<br />
ayan bir alamettir. Binaenaleyh zaten mevcut olan<br />
mezuniyetim (iznim) zamanında faydalı bir iş<br />
göreceğimi ümid ettiğim Kafkasya'ya hareket<br />
ediyorum. Bu suretle bütün hayat ve<br />
mevcudiyetimi iyiliğine vakf ettiğim<br />
memleketimde kalarak dinime, milletime,<br />
padişahıma hizmet edememekten mütevellit<br />
teessürüm büyüktür…''(5)<br />
Sarıkamış Vasiyeti<br />
Enver Bey'in en çok eleştirildiği hatta yerden yere<br />
vurulup, “hain”, “hayalci” damgasını yediği<br />
Sarıkamış Harekatı'nın Türk tarihindeki yeri çok<br />
acıdır. Özünde Sarıkamış Harekatı; düşman<br />
güçlerinin arkasına düşmeyi hedefleyen bir plandı.<br />
Ancak ordunun kış şartlarına hazır olmaması,<br />
hayvanların telef olması, açlık ve Enver Paşa'nın<br />
haritacılık konusundaki deneyim yetersizliği<br />
başarısızlığın en önemli nedenlerindendir. Biraz<br />
daha açacak olursak; bir Türk erinin mektubunda<br />
belirttiği gibi, cehennem sıcağı Yemen'den buz gibi<br />
bir iklime gelen orduda meydana gelen hastalıklar,<br />
askere verilmesi düşünülen içlikler ve paltoların<br />
devletin düştüğü zor durumdan dolayı gelmemesi<br />
başarısızlığa neden olan olaylardır. Enver Paşa<br />
harita okuma konusundaki yetersizliğini ise Naciye<br />
Hanım'a yazdığı bir mektubunda şöyle anlatmıştır:<br />
“Sevgili Meleğim! Gece bir türlü gözüme uyku
girmedi. Sabaha karşı dalmışım… Sonra bir harita her zaman çok yakışıklı dediğin bir baş; bu<br />
alıp odamda biraz bakmaya başladım… Fakat bir vücudun, öyle ki senin göz önünde melekler kadar<br />
şey anlamadım. Ne yapayım. Cidden müteessirim. masum ve bütün askerlerden daha heybetli olan bu<br />
Ah telgraf vermek mümkün değil. Fakat ne vücuttan koparılmış, kanlar içerisinde şehit olmuş.<br />
yapmalı…”(6)<br />
Bundan daha büyük bir mazhariyet var mıdır?<br />
Görüldüğü gibi Enver Paşa'nın ordusu çeşitli Hayat kısa, ölüm ise mukadderdir. Öyleyse<br />
olumsuzlukların ardından bir de taktiksel hata ölümden korkmak niye? Bir kimse rahat yatağında<br />
sebebiyle başarıya ulaşamamıştır. Kimi tarihçiler 90 ölmektense, şehit olarak ölmeye niye gayret<br />
bin, kimileri ise 50-60 bin civarında şehit etmesin? Hâlbuki şehitlik mutlak ölüm-yokluk<br />
verdiğimizi yazmışlardır. Evet, Enver Paşa başarısız değildir. O, yeni bir hayata, hem de ebedi bir hayata<br />
olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki; başarılı kavuşmaktır.”(8)<br />
olunsaydı Rusya'ya öldürücü darbe vurulacak ve şu<br />
an tarih bambaşka yazılacaktı. Önemli olan Enver 1-Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan Orta Asya'ya<br />
Enver Paşa Cilt 1, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970<br />
Paşa'nın bu girişimde bulunması ve Balkan 2-Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul<br />
Savaşı'nda devletin en güçlü ordusunun perişan 1989<br />
olmasından sonra Sarıkamış'da gösterilen direniş ve 3-Kenan Aksu, İngiliz Gizli Belgelerinde Enver Paşa, Çatı<br />
sabırdır.<br />
Yayınları, İstanbul 2007<br />
4-Abdullah Recep Baysun, Türkistan İstiklal Hareketleri ve<br />
Enver Paşa tüm umutlarına rağmen ölüm olasılığı<br />
Enver Paşa, Turan Kültür Vakfı, İstanbul 2001<br />
içerisinde yaşamış ve bir vasiyetname yazmıştır. Bu 5-Dr. Yusuf Gedikli, Enver Paşa Nutukları, Makaleleri, Bazı<br />
vasiyetnameden de ufak bir kesit sunuyoruz:<br />
Beyannameleri ve Mektupları, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul<br />
''Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki kolordu 2006<br />
ile arkalarına düşerek onları ricata mecbur etmek ve 6-Kenan Aksu, İngiliz Gizli Belgelerinde Enver Paşa, Çatı<br />
Yayınları, İstanbul 2007<br />
bu suretle 11. Kolordu ve Süvari Fırkasıyla takip 7-Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan Orta Asya'ya<br />
olunan düşmanı karşılayıp, tamamıyla Enver Paşa Cilt 3, Remzi Kitabevi, İstanbul 1972<br />
mahvetmekti. 9. ve 10. Kolordu Süvari Fırkasını 8-Dr. Yusuf Gedikli, Enver Paşa Nutukları, Makaleleri, Bazı<br />
bekliyorum. Gelir de yetişirse düşmanı bozacağım. Beyannameleri ve Mektupları, Ufuk Ötesi Yayınları, İstanbul<br />
2006<br />
Fakat gelmeden düşman zayıflamış kıtaatımıza<br />
taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa o vakit<br />
ordu mahvolmuş demektir.<br />
Şimdiye kadar asker ve zabitler hiç kusursuz harp<br />
ettiler. Her manevrayı yaptılar. Eğer Allah da<br />
yardım ederse, muvaffakiyet katidir. Eğer muvaffak<br />
olamazsam, son neferimle beraber öleceğim.''(7)<br />
Türk tarihi, Enver Paşa gibi cepheden cepheye<br />
koşan bir kahraman ve kahraman olduğu kadar<br />
eşine (ailesine) sadık, duygusal bir komutan<br />
yetiştirir mi bilemiyoruz. Onun hemen her gün<br />
kalemini eline alıp yüreğindekileri çekinmeden<br />
kağıda dökmesi bizler için büyük bir şans olsa<br />
gerektir. Eğer bu mektupları yazmasaydı, eminim,<br />
bu kadar cesur, korkusuz ve savaşçı ruhlu bir<br />
adamın duygusuz ve küstah olduğunu<br />
düşünürdük. Yazımıza Naciye Hanım'a yazdığı bir<br />
mektuptan kesitle son veriyoruz:<br />
“…Ve bir kere daha söylüyorum: Sakın sen kocana<br />
bu harp meydanlarında sağ salim kurtulup gelmesi<br />
için dua etmeyesin. Bu bir nevi kendini düşünmek<br />
olur ki, Allah da bundan memnun olmaz. Sen<br />
Allah'a önce kocanın yaptığı hizmetleri kabul<br />
etmesi için dua et ki, muzaffer bir komutan olarak<br />
dönsün veya şehitlik mertebesine ulaşsın.<br />
Sevgili Naciye! Bir kere düşün. Bu baş, öyle ki senin<br />
10
Azerbaycan, Enver Paşa'nın Türklüğe Armağanı ve Tek<br />
Başarısıdır<br />
Cazim GÜRBÜZ<br />
Almanlar'ın Osmanlı ülkesini “Enverland”<br />
(Enveristan) olarak nitelemeleri, kaşındaki<br />
beyazlığı “cihangirlik alameti” olarak saymaları<br />
Enver Paşa'nın müthiş hoşuna gitmiş, gururunu<br />
okşamıştır.<br />
Almanya safında savaşa girmeye can atmıştır,<br />
hesapsız ve kitapsız olarak…<br />
Fransız Yazar Benoit Mechin, “Kurt ve Pars” adlı<br />
kitabında, Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa'yi<br />
'Türk Birliği' ülküsü açısından da karşılaştırır ve<br />
oldukça sağlıklı ve ilginç sonuçlar çıkarır:<br />
“Eski bölgesel antlaşmalar şeklindeki bu İran ve<br />
Afgan antlaşmaları politikası Gâzi'nin sonraları<br />
girişeceği daha geniş siyasi faaliyetlerin başlangıcı<br />
idi. O, bir hayal peşinde idi. Yalnız İran ile<br />
Afganistan değil, Rus Azerbaycanı'nı, Rus ve Çin<br />
Türkistanlarını içine alacak 80 milyon nüfuslu<br />
Türk Birliği'ni kurmak istiyordu. Bir gece<br />
Çankaya'da bir davette özel dostlarına şöyle<br />
diyordu:<br />
'Bir gün dünya, Asya yamaçlarında uyuklamakta<br />
olan bu görünmeyen imparatorluğun uyandığını ve<br />
harekete geçtiğini gördüğü zaman hayretten donup<br />
kalacaktır. Bu yeni imparatorluk, Osmanlı<br />
İmparatorluğu gibi karma karışık ve yamalı bir şey<br />
değil, fakat hayali güç olan bir şekilde, aynı ırktan<br />
milletlerin oluşturacağı bir birlik görünümü arz<br />
edecek ve Türkiye de meydana getirdiği eserinin<br />
getirilerinden bir şey yitirmeden onunla<br />
birleşebilecekti. Tabiatıyla bu hayal, bugün, hatta<br />
yarın da gerçekleşmeyecekti.'<br />
(…) O zamana kadar Türkiye, başa geçebilecek<br />
seviyeye gelmeli ve teşkilatı kuracak ve rehberlik<br />
edecek kudrette olmalı idi.<br />
Oysa Enver Paşa da böyle bir hülya peşinde<br />
koşmuştu ve bir bakımdan bu hülyanın kurbanı<br />
olmuştu. O uzak bölgelerin ne kadar dayanılmaz<br />
bir cazibesi olmalı idi ki Mustafa Kemal'in de<br />
kafasına girmişti.<br />
Aslında o, bu hülyaları aşağılamıştı. Şimdi o da…<br />
Nefret ettiği rakibi Kafkaslar mağlubu bunu ona<br />
miras bırakıyordu adeta.<br />
Fakat Enver'de romantik bir coşkunluk olan bu<br />
hülya, Atatürk'te olumlu ve uygun bir görüş halini<br />
almıştı. Enver Paşa, zaman ve mesafe kavramından<br />
habersiz olarak yirmi yaşında bir delikanlının<br />
11<br />
baloya koşması gibi hezimete koşmuştu. Gâzi bu<br />
kadar düşüncesizlikten pek uzaktı. O, ne zamanı,<br />
ne de mesafeyi ihmal ederdi. Ve o kadar uzak bir<br />
geleceğe gömülmüş olan imkânlar içinde günün<br />
gerçeklerini feda edemezdi. Onun şimdilik<br />
yapabildiği şey, çok söz etmeden bu mesele üzerinde<br />
sürekli kafa yormak ve yolunu tespit etmek için ilk<br />
işaret flamalarını sıralamaktı. (…) O vaktiyle<br />
İttihat ve Terakki devrinde 'Yeni Turan', 'Türkleşen<br />
Türkiye', 'Yeni Türkler' gibi şeyleri duydukça<br />
omuzlarını kaldırmamış mıydı?<br />
O adamlar böyle anlamlı sözlerle ne demek<br />
istediklerini biliyorlar, fakat bunu Türklüğün<br />
labirentlerinde arıyorlardı. Oysa o, Türklüğün nasıl<br />
meydana çıkarılacağını biliyordu. Bu,<br />
labirentlerden çıkmakla olacaktı ve Gâzi bu suretle<br />
Yeni Turan'ın ne olduğunu yurttaşlarına<br />
gösterecekti.”<br />
Evet… Enver Paşa yürekli, yiğit ve ülkücü bir adam,<br />
hepsi o kadar… İyi bir asker ama iyi bir kurmay<br />
değil… Devlet adamı hiç değil…<br />
Hak etmediği mevkilere çok genç yaşta geliyor,<br />
yanlış üstüne yanlış yapıyor… O yanlışlardan en<br />
vahimi de bizi paldır küldür 1. Dünya Savaşı'na<br />
sokmasıdır.<br />
Bazıları şunu diyorlar: “Emperyalizm, 'hasta adam'<br />
Osmanlı'yı paylaşmayı kafasına koymuştu. Biz<br />
harbe girmiyoruz diyemezdik, kendimizi<br />
korumamız için bu şart ve elzemdi”. Bu saptamanın<br />
ilk tümcesi doğru, sonrası yanlış… Girerdik ama<br />
öyle paldır küldür, Hükümet Başkanından bile<br />
saklayarak Alman Savaş gemileri Göben ve<br />
Bröslav'ı (Yavuz ve Midilli) bir tertiple Karadeniz'e<br />
sokup Rus limanlarını topa tutturarak değil,<br />
dikkatli adımlar atarak, ince hesaplar yaparak…<br />
Öyle paldır küldür ve “ip üzengi, tahta kılıç”<br />
girmişizdir ki o savaşa, Almanlar'ı Ruslar'la<br />
savaştıkları kendi cephelerinde biraz daha az<br />
kuvvetle karşı karşıya bırakmak uğruna, o kış<br />
kıyamette Sarıkamış Harekatı'na kalkışmışızdır.<br />
Sarıkamış Harekatı… O coğrafyayı karış karış bilir<br />
bu satırların yazarı. Dedesi Sarıkamış'dan yaralı<br />
dönebilmiş bir Gazi idi. Ondan dinlediklerini ve<br />
okuduklarını (hem de ne okuma sayfalarca,<br />
ciltlerce), öykü olarak, şiir olarak, oyun olarak,<br />
makale olarak yazıp durmuştur yıllardır.
Sarıkamış askeri açıdan tam bir fiyaskodur… Enver yaveri olan kahramanının anılarına dayanarak<br />
Paşa cesaret örnekleri vermiştir o harekatta, yazdığı “Yüzbaşı Selahattin” romanında bu zaferin<br />
bölüklerin bile başına geçip askeriyle birlikte tüm gerçekleri vardır. Yani buradan da Enver'e bir<br />
savaşmıştır. Ama bütün bunlar Ruslar'ın dediği o pay veremeyiz.<br />
“mareşal kış”a yenilmemizi önleyememiştir ve 1. Dünya Savaşı'nda başka zaferimiz var mı? Var<br />
sonuçta 80 bin Türk çocuğunu feda etmişizdir. elbet, Mustafa Kemal Paşa, Rusları yenip Muş ve<br />
Enver Paşa bu yenilginin konuşulup yazılmasını Bitlis'i geri aldı. O bunları yaparken Enver Paşa,<br />
yasaklamış, saklamış, sansürlemiştir. Mustafa Almanlar'ın hoşuna gitsin diye Türkiye ile sınırı<br />
Kemal Paşa gibi merak edip soranlara da “Biraz bile bulunmayan Galiçya'ya asker gönderiyordu. O<br />
harp ettik o kadar… Orada ölmeseler köylerinde Galiçya şehitleri, tutsakları, onlar korkunç bir<br />
yoksulluktan ve hastalıktan zaten öleceklerdi” dramdır. Ne işimiz vardı bizim Galiçya'da?<br />
demiştir.<br />
Enver Paşa'nın sevap hanesine yazacağımız tek<br />
askeri başarı ve ileri görüşlülük, harbin son<br />
aylarında Kafkas İslam Ordusu'nu kurdurarak,<br />
Azerbaycan'ı; müttefikimiz Almanlar'a ve<br />
İngilizler'e rağmen Bolşevik-Ermeni işgali ve<br />
zulmünden kurtarıp, orada sahipsiz ve köksüz bir<br />
biçimde kurdurulan Azerbaycan Cumhuriyeti'ni<br />
sağlam bir köke kavuşturmasıdır.<br />
Bu ordunun başında o olmasa da, fikir ve planlama<br />
onundur. Kafkasya'ya dönük olarak “Türk Sıhhı<br />
Misyonu” adında bir komite kurdurmuştu.<br />
Azerbaycan'ın Türk Birliği'ne açılan kapı<br />
olduğunun bilincindeydiler İttihatçılar. 6. Ordu<br />
Kumandanı olan Halil Paşa, Enver Paşa'nın<br />
yönergesiyle, Musul'dan Topçu Teğmen Muzaffer<br />
Bey başkanlığında bir heyeti Kafkas'a gönderdi.<br />
Muzaffer Bey'in verdiği rapor ve bölgeden<br />
İstanbul'a gelen heyetlerin aktardığı bilgiler dikkate<br />
alınarak, oraya Osmanlı Ordusu'ndan ayrıymış<br />
görüntüsü verilen bir özel ordunun teşkil edilip<br />
gönderilmesi kararlaştırıldı. “Kafkas İslam<br />
Ordusu” adı verilen bu ordunun başına, iki rütbe<br />
birden atlatılan Nuri Paşa getirildi. Nuri Paşa, üvey<br />
k a r d e ş i y d i E n v e r Pa ş a ' n ı n … C e p h e<br />
kumandanlığına ise amcası Halil Paşa getirilmişti.<br />
Bazıları “E canım Sarıkamış tamam da, Enver Paşa, bu harekât sırasında Almanlar'ı ustaca<br />
Çanakkale'de harikalar yarattık, sonuçta idare etmiş, onlara diplomatik çalımlar da atmıştır.<br />
Başkumandan vekili Enver Paşa değil mi, onu niye Sözgelimi bir yandan Nuri Paşa'ya telgraf çekip<br />
onun hanesine yazmıyorsunuz?” derler, bu da “Derhal harekâtı durdurun” demekte ve bu telgraf<br />
doğru değildir. Neden? Çünkü Enver Paşa metinlerini Almanlara göstermektedir. Fakat el<br />
Çanakkale Savaşı'nın planlama aşamasında olsa da, altından Halil Paşa ve Nuri Paşa'ya “Durmayın,<br />
icra safhasında yoktur, o harbin yıldızı, zorla, ilerleyin, Bakû'yu mutlaka alın, Almanları ekarte<br />
kerhen görev verdiği Mustafa Kemal'dir.<br />
edin” diye buyruk vermektedir.<br />
1. Dünya Savaşı'nın bir zaferi daha vardır. Irak Kafkas İslam Ordusu, Azerbaycan'ı boydan boya<br />
cephesinde Kut-ül Amare'de İngilizler'i yendik. geçip 15 Eylül 1918 sabahı Bakû'yu teslim aldı.<br />
Hem de ne yenme, 13 general, 481 subay, 3000 Harekat durmadı, Dağıstan'a doğru gelişti,<br />
İngiliz, 7000 Hintli, beyaz teslim bayrağı çekti. Dağıstan da alındı ve orada da Kuzey Kafkas<br />
İngiliz Devlet-i Fahimesi kumandanı olan General Cumhuriyeti kuruldu.<br />
Tovnshend de tutsaklar arasındaydı. Bu zaferi Kafkas İslam Ordusu ile ilgili Dr. Mustafa<br />
kazanan da Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa'dır. Görüryılmaz tarafından yazılmış değerli bir kitap<br />
İlhan Selçuk tarafından belgelere ve Halil Paşa'nın bulunmaktadır. Bu kitap her Türkçü'nün<br />
12
kitaplığında olmalıdır bence.<br />
Kafkas İslam Ordusu, Enver Paşa tarafından teşkil<br />
olunup bu harekat yapılmasaydı, Azerbaycan<br />
Cumhuriyeti bir geçici heves olarak kalırdı, bazı<br />
devletler tarafından asla tanınmazdı. 1920 yılında<br />
Azerbaycan'ı alan Sovyet yönetimleri de,<br />
Azerbaycan diye bir ülkenin varlığını asla kabul<br />
etmezlerdi, “Azerbaycan bir ülke ve devlet adı değil,<br />
bir coğrafya adıdır. Burada Rusya egemenliği<br />
öncesinde hanlıklar vardı” derlerdi. Bunu<br />
diyemediyseler, bu, Kafkas İslam Ordusu ve Enver<br />
Paşa'nın bu bağlamda gösterdiği öngörü ve<br />
kararlılık sayesinde olmuştur.<br />
Kafkas Seddi Yıkılmalıydı…<br />
Azerbaycan, Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Halil<br />
Paşa deyip de şu “Kafkas Seddi” konusuna<br />
değinmemek olmaz.<br />
1920 yılında, Kafkas Seddi'nin yıkılmasında,<br />
amcası Halil Paşa kadar, Enver Paşa'nın da katkıları<br />
olmuştur, çünkü Enver Paşa Moskova'daydı o<br />
sıralar, Sovyetler'le ilişkileri de çok iyiydi. Halil<br />
Paşa, Bekirağa Bölüğü'nden İttihatçılar tarafından<br />
kaçırıldıktan sonra, Sivas Kongresi çalışmaları<br />
içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa'nın yanına<br />
gider, görev ister. Kongrede İttihatçılar aleyhine bir<br />
hava esmektedir, Halil Paşa'nın orada durması<br />
sakıncalıdır. Mustafa Kemal Paşa, Azerbaycan'a<br />
gitmesini ister, görevi, Azerbaycan devlet<br />
yetkililerini Rus Sovyet Cumhuriyeti yani Lenin'le<br />
işbirliğine ikna etmek olacaktır. Çünkü orada, yani<br />
Kafkas'da; Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'ın<br />
oluşturduğu bir “Kafkas Seddi” vardır. Bu Seddi<br />
oluşturan ülkeler İngiliz yanlısıdırlar, İngilizler,<br />
Sovyetler'le işbirliğimizi önlemek için bu seddi<br />
kullanmaktadır. Bu set yıkılmalıdır. Yıkılmalıdır ki,<br />
Sovyet Şura Hükümetleri bize yardım edebilsinler<br />
ve dünyadaki yalnızlıklarına bir sınırdaş müttefik<br />
bularak son vermiş olsunlar.<br />
Bazıları “Halil Paşa, Azerbaycan'ı Lenin'e sattı”<br />
derler. Bu işin aslını ve Halil Paşa'nın<br />
Azerbaycan'daki çalışmalarını Taylan Sorgun'un<br />
değerli eseri “Bitmeyen Savaş”ı okuyarak<br />
öğrenebilirler.<br />
Sonuçta 27 Nisan 1920'de Bolşevik 11.<br />
Kızılordusu Azerbaycan'a girer. İngiliz yanlısı ve<br />
Mustafa Kemal'le işbirliğine soğuk bakan Müsavat<br />
Hükümeti gider. Yerine Neriman Nerimanov gelir.<br />
Gürcistan'daki yönetim de değişir. Ermenileri ise,<br />
biz bu yandan onlar o yandan vurarak birlikte<br />
hallederiz, böylece Kafkas Seddi yıkılmış olur.<br />
Bu sayede biz hem Sovyetler'den, hem<br />
13<br />
Azerbaycan'dan dünyanın yardımını alırız.<br />
Mustafa Kemal Paşa'nın borç talebine “gardaş<br />
gardaşa borç vermez el tutar” diye karşılık veren<br />
Nerimanov'un yaptığı yardımların tüm ayrıntısını,<br />
Hüseyin Adıgüzel, “Nerimanov” adlı eserinde<br />
yazmıştır.<br />
Milliyetçi kesimler, daha sonra Türkiye'ye sığınan<br />
Müsavatçılar'ın etkisiyle Nerimanov'u “hain”,<br />
Resulzade'yi baş tacı etmişlerdir, yanlıştır, ikisi de<br />
başımızın tacıdır. Zaten onlar eski dostturlar.<br />
Resulzade, yaşamını, eski savaşım arkadaşları Stalin<br />
ve Nerimanov'a borçludur. (Bu yazdıklarımın ve o<br />
yılların Azerbaycan'ında olup bitenlerin gerçek<br />
ayrıntılarını merak edenler İldeniz Kurtulan'ın<br />
“Amcam Hamlet” adlı kitabını okuyabilirler).<br />
Atatürk, Azerbaycan'da bir komünist yönetim<br />
kurulmasına, Azerbaycan'ın bağımsızlığı koşuluyla<br />
ve zorunlu “evet” demişti, Ruslar uzun yıllar buna<br />
uydular da, fakat zaman sonra, bağımsızlık gitti. Bu<br />
bağlamda ayrıntı isteyenlere de bir değerli yapıt<br />
önerebilirim: Dr. Mehman Ağayev'in “Kurtuluş<br />
Savaşı Yıllarında Türkiye-Azerbaycan İlişkileri”.<br />
Çıkışı Efsane, Sonu Destan…<br />
Ruslar'ın Mustafa Kemal'in başarısız olması<br />
olasılığına karşı, “elde bir” olarak, Sakarya Savaşı<br />
sonuna dek tuttukları Enver Paşa'yı, Sakarya Savaşı<br />
kazanılınca atarlar bir kenara. O da Anadolu'ya<br />
geçmek üzere beklediği Batum'dan tam ters yöne<br />
doğru, Türkistan'a döndürür rotayı. O da bir<br />
maceradır, hazırlıksız ve sonu düşünülmeden…<br />
Ve o bilinen acı son… Kahramanca şehit düşer<br />
Enver Paşa… Şehadet haberi Ankara'ya ulaşır.<br />
Mustafa Kemal Paşa haberi duyunca, yıllarca<br />
çekişip çeliştiği bu eski arkadaşı için çok üzülür,<br />
uzun uzun uzaklara bakar mavi gözleri ve der ki:<br />
“Çıkışı efsane, sonu destan, bu ikisinin arasını da<br />
tarihe bırakalım…”<br />
Enver Paşa'yı bu cümle içinde düşünmeliyiz…
'' Atatürk Milliyetçiliği''<br />
Samed KOCADEMİR<br />
u başlığı görenler içeriği okumadan beni hedef<br />
Btahtasına oturtacaklar, eminim ilk görüşte<br />
küplere binceklerdir. Ancak anlatmak istediğim<br />
kavram kargaşasıdır. Atatürk'ün milliyetçi oluşu<br />
herkesçe bilinmekte. Tartışma konusu ise o<br />
milliyetçiliğin sınırlarıdır. Yani hangi milliyetçilik<br />
sorusunun cevabıdır. Milliyetçilik 20.yüzyılın en<br />
önemli ideolojisidir. Osmanlı devleti'nin son<br />
dönemlerinde yaşananlar milliyetçiliğin devlet<br />
ideolojisi olmasını zorunlu kılmıştır. Osmanlı<br />
topraklarında yaşayan farklı etnik unsurların birer<br />
birer ayaklanması Türk milliyetçiliğinin hızla<br />
yayılmasına zemin hazırlamıştır. Mustafa Kemal<br />
Atatürk yaşanan olayların sonucunda geçmişte<br />
yapılan hatanın farkına vardığını ve hatanın neden<br />
kaynaklandığını ise 20 Mart 1923'de Konya'da<br />
yaptığı açıklamayla dile getirmiştir; ''Biz milliyet<br />
fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik<br />
göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla<br />
faaliyetle gidermeye çalışmalıyız. Osmanlı<br />
İmparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar, hep millî<br />
inançlarına sarılarak, milliyetçilik idealinin gücüyle<br />
kendilerini kurtardılar... Kuvvetimizin zayıfladığı<br />
anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki,<br />
kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş.''<br />
Atatürk Milliyetçiliği kavramı 1980 darbesinin<br />
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İlk olarak 1982<br />
Anayasasında yer bulmuştur. Ortaya çıkış sebebi ise<br />
Atatürk'ün anladığı milliyetçilik anlayışı yada<br />
Atatürkçü milliyetçilik anlayışı diye tanımlanan dil,<br />
tarih, kültür ve ülkü birliğine dayanan tanımı<br />
diğerlerinden ayırma çabasıdır. Diğer tanımlar ise<br />
dil, tarih, kültür ve ülkü birliğinin yanısıra din<br />
birliğini esas alan Türk-İslam sentezi ve dil, tarih,<br />
kültür ve ülkü birliğinin yanısıra ırk birliğinide esas<br />
alan Türkçü tanımdır. Atatürk Milliyetçiliği<br />
rahmetli Prof.Dr.Turhan Feyzioğlu'nun önerisiyle<br />
ortaya çıkmış bir kavramdır. Turhan Feyzioğlu<br />
bugün Türkiye Barolar Birliği başkanlığı görevini<br />
yürüten Metin Feyzioğlu'nun dedesi ve manevi<br />
babasıdır. Turhan Feyzioğlu darbe döneminin<br />
tartışmalı isimlerindendir. Başbakan yapılmış,<br />
ardından karar geri çekilmiştir.<br />
ATATÜRK DİYOR Kİ;<br />
''Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk<br />
milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk<br />
topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk<br />
kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan<br />
cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.''<br />
''Ben her şeyden evvel bir Türk milliyetçisiyim.<br />
Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir<br />
gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben<br />
görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları<br />
içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum,<br />
onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk<br />
birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar<br />
içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme<br />
yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne<br />
demek, o zaman görülecek.''<br />
Şimdi biz kime inanacağız ? Atatürk'ün kendisine<br />
mi ? Yoksa Turhan Feyzioğluna mı ? Rahmetli<br />
Turhan Feyzioğlu büyük bir yanlış yapmış Kenan<br />
Evrende o yanlışa sahip çıkmıştır. İşte bu hatalar<br />
yüzünden Türk gençliği birçok konuda olduğu gibi<br />
bu konuda da kavram kargaşasayıla boğuşmakla<br />
meşgul. 21 yıldır bu tartışmalar devam ediyor. Bir<br />
21 yıl daha tartışırız biz...<br />
14
Yolların Sonu Üzerine Çözümleme Denemeleri (3)<br />
Yunus Emre Uyar<br />
Bir önceki yazıda Nihal Atsız'ın Yolların Sonu birçok kaygıyı içeren bir tepkidir. Bunun için Ömer<br />
şiirinin ilk üç dörtlüğünden hareketle bir içerik Seyfettin'in ilgili yakınmaları yerinde örneklerdir.<br />
çözümlemesinin yapılmasından sonra bu yazıda O, her şeyden önce dilin Türkçeleştirilmesini<br />
şiir, bazı dış yapı özellikleri açısından ele alınacaktır. amaçlayan bir aydın olarak aruz kalıbının birçok<br />
Nihal Atsız'ın metinlerinde en dikkat çeken özelliği Türkçe sözcüğü şiirdeki kullanımın dışına ittiğini<br />
kullandığı dildir. Şair, her ne kadar bir makalesinde söyler. “Anadolu”nun adını, “sevişebilecek miyiz?”<br />
ilkelerini sıralarken “Arınmış Türkçeciyiz” demiş sorusunu bile şiirden dışlamasından yakınır. Ne de<br />
olsa da devrinin yaşayan Türkçesinin örneklerini olsa aruz ölçüsü hecelerin sayısına değil, açıklığına<br />
verdiği görülür. Sözgelimi şiirde “anı” sözcüğünü kapalılığına dayanan bir dizgedir. Arap, Fars<br />
değil, “hatıra” sözcüğünü seçmiştir. Buna ölçüyü ekinlerinin bir ürünü olarak o ekinlerin dilleriyle<br />
yakalama amacı neden olmuştur denebilir. Oysa ki, akrabalığı bile bulunmayan bambaşka bir dili olan<br />
“hayal”, “arzu” gibi sözcükler de buna örnek Türkçe'ye uymayan ama kendi koşullarının<br />
gösterilebilir. Ancak Türkçe kökenli sözcüklerin, gereklilikleri olan birtakım özelliklere sahip olması<br />
şiirin çok büyük bir bölümüne egemen olması bir onu Türk şiiri için uygun olmaktan çıkarmaya,<br />
rastlantıdan öte bir kastı gösterir. O da Türkçe ulusal bakışları da onu dışlamaya itmiştir.<br />
kökenli sözcüklere öncelik verme amacıdır. Onun Nihal Atsız'ın fikir babası olarak gösterilebilecek<br />
için “Türkçe'yi olabildiğince öz halinde olan Ziya Gökalp de çok öncesinden şu dizelerle<br />
kullanmaya çalışmışsa da şiir dilinin birtakım seslenmişti: “Aruz sizin olsun hece bizimdir. /<br />
gerekliliklerinden dolayı az da olsa ödün vermiştir” Halkın söylediği Türkçe bizimdir. / Leyl sizin, şeb<br />
demek yerinde olur. Onun arı Türkçe amacının en sizin, gece bizimdir. / Değil bir mana üç ada<br />
işlevsel yanı herhangi bir zorlamaya başvurmamış muhtaç.” Bu dizelerde Gökalp'in de dilin<br />
olmasıdır. Şiirinde kendisinin türettiği ya da yeni Türkçeleşmesiyle ölçünün Türkleşmesi arasında<br />
türetildiği halde toplumca kabul görmeyen kurduğu bağ görülebilir.<br />
sözcükleri kullanma takıntısı yoktur. Onun için Nazım birimi olarak ulusal halk yazınını diriltmeye<br />
“ölçülü bir özleşmeci” denmesi başat dayanağını yönelik çaba, ölçü söz konusu olduğunda da<br />
buradan alır.<br />
Atsız'da görülür. Şiirin nazım biçimiyle, nazım<br />
Şiir, altı adet dörtlük biçiminde oluşturulmuştur. birimiyle, ölçüsüyle, uyak örgüsüyle bilişsel ve<br />
Bu haliyle gelenekli Türk halk yazınının en belirgin duyuşsal bir bütün oluşu akla getirildiğinde Atsız'ın<br />
özelliklerinden birini göstermek kaygısı açıkça yaklaşımının doğallığı ortaya çıkar.<br />
görülür. Ne de olsa Nihal Atsız'ın düşünce Nihal Atsız'ın “Yolların Sonu” adlı şiirinden alınan<br />
evreninin kaynaklarından biri de yüzyıllarca örnek birimlerin gerek içerik, gerekse dışarık<br />
“yüksek” zümrenin baskısı altındaki yazına sırt açısından çözümlenmesi denemeleri bu yazı<br />
çevirip kendi içinde kendi yazınını sürdüren dizisinin ilk bölümünde öne sürülen varsayımları<br />
halktır. O, oldukça değer verdiği bu halk tavrını destekler sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Kendi kişiliği<br />
diriltmek üzere şiirinde böyle bir yola başvurmuş gibi şiirinin de ana özelliği ulusal olmak olan ozanın<br />
olabilir. Ne de olsa şair her şeyden önce bir ele alınan ürünü ülkücü düşünce evreni<br />
milliyetçidir ve evrenselci bir zümreye karşı ulusal çerçevesinde tarihin her dönemindeki ulusal şiirin<br />
kalan halktır. Uyandırılması gerekir.<br />
başat özelliklerini yansıtmaktadır. Bundan sonra da<br />
Şiir 7+7=14'lü hece ölçüsüyle yazılmıştır. Bilindiği Atsız'ın şiirlerinin toplumsal gerçekliği ve birtakım<br />
üzere heceye dayanan şiir ölçüsü düzeneği özelleşmiş konuları yorumlamak üzere yardımcı<br />
Türkler'in ulusal ürünüdür. İslamlık'la birlikte kaynak olarak kullanılması önerilebilir.<br />
Türk şiirini –özellikle Divan şiirini- saran, hatta<br />
çoğu yerde halk ozanlarına da bulaşan aruz modası<br />
ulusal bir bakış açısı için çoğu kez karşı durulması<br />
gereken bir değer olarak görülür. Bu aruzun<br />
yalnızca köken itibariyle “Türk” olmamasından<br />
kaynaklanan bir karşı duruş değil, bugün için de<br />
15
Ulusalcılara Kin Gütmek Türk Milliyetçiliğinin Gereği mi?*<br />
Afşar Zeybekoğlu<br />
Şimdilerde, okuduğum yazılarda ulusalcı denen Ulusalcılar artık Türk tarihine ilgi duyan, Türk<br />
grupla bir hesaplaşma modası görüyorum.<br />
kültürünün derinliğine hayranlık besleyen, Türk<br />
Onlar geçmişte ülkücülerle çatışırken ne olmuş da olmakla iftihar eden, aynı ideolojiyi belki şimdi<br />
bugün vatansever olmuşlar?<br />
bile paylaşmakla birlikte etnik ırkçıları reddeden<br />
Soru haklı fakat tepkisel.<br />
insanlar.<br />
Ulusalcılarla aramızdaki farka değinenlerin Ulusalcıların böyle insanlar olmadıklarını “aslında”<br />
tamamının referansı din. Bu milletin inancına Türk düşmanı dinsiz insanlar olduklarını<br />
saygısız adamların nasıl milliyetçi sayılacağı sorulup ispatlamaya çalışmak basit bir kindarlıktan öte -<br />
duruluyor.<br />
Eğer illâ Müslümanca düşüneceksek- açıkça suizan.<br />
Bu mantık, milliyetçiliğin geçmişte dincilikle ifsat Elinde Türk bayrağıyla ağzında Türk adıyla dinci<br />
edilmesinin sonucundan başka bir şey değil, kimse enternasyonalizmin baskısına karşı, Ermeni<br />
kusura bakmasın.<br />
yalanlarına karşı, etnik ırkçılığın fesadına karşı<br />
Dini siyasi platformda kullanmak milliyetçilere duran insanları, bitmez tükenmez bir kindarlık ve<br />
yaramadı. Ya seçmenlerini, gönüldaşlarını dindarlıkla “fasık”, “dinsiz” vs. gibi görmeye<br />
tarikatlara cemaatlere kaptırmalarına sebep oldu ya çalışmak hiç kimseye fayda getirmez.<br />
da birer Taliban gibi anılmalarına ve sözlerinin Milliyetçiler insanları sürekli dinli/dinsiz diye<br />
ciddiyetini kaybetmesine.<br />
sınıflandırırken yaptıkları işin Talibanlıktan,<br />
Bugünün ulusalcılarının bir kısmı geçmişte softalıktan, yobazlıktan pek de farklı olmadığını<br />
gerçekten ajanlık, kışkırtıcılık yapmıştı, doğrudur. artık bilmelidirler.<br />
Bugünkü ulusalcıların geçmişte enternasyonalist Türk milliyetçileri, Türk'ün bekasını, refahını ve<br />
olduklarını da biliyoruz, o da doğrudur.<br />
hürriyetini yani hayat, mülkiyet ve hürriyetini<br />
Sorun bugünkü millî çıkmaza nasıl baktıklarıdır. düşünürken bunları savunan başka insanların<br />
Sorun bugünkü millî çıkmazda devletimizin dindarlığını veya imanını, dinciler gibi sorgulayıp<br />
yapısını Atatürk'ün kurduğu şekliyle savunup durmaktan vazgeçmelidir.<br />
savunmadıklarıdır.<br />
Türk milliyetçiliği sadece Müslüman Türk'ün değil<br />
Bugün kıdemli ülkücüler, geçmişin acı hatıraları bütün Türklerin beka, refah ve hürriyetini<br />
üzerinden ulusalcıları yerden yere vuruyor.<br />
düşünmektir.<br />
Ulusalcılardan uzaklaşmak kindarlıktan dolayı Türk milliyetçiliği, Türk dışındaki Müslüman<br />
mazur görülebilir.<br />
kavim veya milletleri Türk gibi düşünerek onların<br />
Mesele onlardan uzaklaşırken şu millî mücadele işleri için endişelenmek değildir; bunu yapanlar<br />
esnasında kimlere yakınlaştığımızdır.<br />
zaten ümmetçilerdir, siyasal İslâmcılardır,<br />
Durmaksızın Arapça terimlerle, Arap tarihinden dincilerdir. Zaten hiçbir Müslüman topluluk da<br />
atıflarla kendi kendimize iman tazelememiz b i z i m o n l a r ı o n l a r g i b i b e n i m s e y i p<br />
milliyetçiliği nereye götürüyor?<br />
benimsemediğimizi umursamamakta….<br />
Bugün milliyetçiliğin yaygın tonu dinci ve Arapçı, Artık söylemlerde dini motiflerden daha doğrusu<br />
gene kimse kusura bakmasın. Milliyetçi denen Arap özentiliğinden vazgeçilmelidir.<br />
kitlenin büyük kısmı, aynen dinciler gibi dinini her Artık “ulemaya”, “şeyhe”, “seyyide” vs danışarak<br />
an kaybetmek korkusu yaşıyor ve ağzını her Türk olmaya çalışmaktan vazgeçilmelidir.<br />
açtığında milliyetçiliği bir tür dini fanatizm gibi Artık hayatın, din profesyonellerine itaat ve biatle<br />
gösteriyor.<br />
yaşanacak bir şey olduğu kanaatinden<br />
Dinden durmadan bir tür “ülkü”, “ideoloji” gibi vazgeçilmelidir.<br />
bahsetmek ne dini ne de milliyetçileri bir yere Ulusalcıların yaygın şekilde Marksist oldukları<br />
getiriyor.<br />
doğrudur. Ulusalcıları eleştireceksek onları<br />
Sadece milliyetçileri, adları “Türk” olan Talibanlar savundukları ideoloji ile eleştirmeliyiz. Peki, bu<br />
gibi gösteriyor o kadar.<br />
yapılmakta mıdır? Hayır! Onlarla aynı Marksist<br />
Ulusalcılar lâik bir Türkiye'yi savunuyor ya kalıplar ve terimler her gün kullanılarak onları<br />
milliyetçiler?<br />
dindar olup olmadıklarıyla yargılamak gibi bir<br />
16
garabete düşülmektedir. uzaklaştırmak Türk düşmanı dincileri ve etnik<br />
Ve fakat içinde bulunduğumuz şartlarda, artı ölçü, ırkçıları güçlendirir mi güçlendirmez mi?<br />
günün ne kadarında tespih çekilip Araplara ne “Türk” diyen solculara kin gütmek bize gerçekten<br />
kadar hayran olunduğu veya hangi tarikatta daha huzur verir mi?<br />
fazla zikre durulduğu değil.<br />
“Türk” diyen insanları dinsiz diye reddederken<br />
Artık Arapça konuşarak dincilikle Türklüğü Türk'e zerrece sevgi beslemeyen bazı<br />
mütemmim cüz haline getirmeye çalışmak Müslümanlarla din kardeşi olmak Türk<br />
taassubuna “Türk İslâm” deyip de toplumu milliyetçiliğiyle bağdaştırılabilir mi?<br />
kucaklayabileceğimizi sanmaktan vazgeçmeliyiz. Türk'ün bekasının, refahının ve hürriyetinin din<br />
Artık devir Türklüğü kendi, tarihimizden, istismarıyla tehdit edildiği bir devirde dincilerle<br />
kültürümüzden daha önemlisi kendi aklımızdan aynı terimleri kullanmanın ve vatansever insanları<br />
seyyitlerin, şeyhlerin, cemaatlerin güzelliklerinin dinciler gibi dışlamanın sadece dincileri tasdik<br />
insafına terk etmek devri değildir.<br />
etmek olduğu artık anlaşılmalıdır.<br />
Devir, Türk adının, vatanının ve bayrağının Türk adını savunmak farkımızı reddetmek değildir.<br />
müdafaası devridir.<br />
Farkımızdan dolayı Türklüğün diğer unsurlarını<br />
Devir milletin bekası, refahı ve hürriyeti için kinle ve öfkeyle dışlamak Türklüğü önceleyen hiç<br />
mücadele eden herkesin birlik olması devridir. kimseye yakışmaz.<br />
Bu devirde Türk milliyetçilerinin hiç kimseyi hele Ne mutlu “Türküm” diyene!<br />
dinciler gibi tefrik etmek, suçlamak lüksü yok.<br />
Türk milliyetçileri kendilerine artık şunları haberiniz.com, 08 Mayıs <strong>2013</strong><br />
sormalıdır:<br />
“Türk” diyen ( Türk İslamcılara göre)“dinsizleri” * Bu yazı, saygın yazar Afşar Zeybekoğlu'nun özel izniyle<br />
siz ULUKAYIN okurları için alıntılanmıştır…<br />
Her sözün ararsan vardır Türkçesi...<br />
Ziya Gökalp<br />
Kültür : Ekin<br />
Kültürel : Ekinsel<br />
Adres : Bulunum<br />
Abonelik : Sürdürüm<br />
Abone : Sürdürümcü<br />
Hazırlayan : Çağan Soykan<br />
17
Türk Hukuk Devrimcisi : Mahmut Esat Bozkurt<br />
Ahmet Gençal<br />
azi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletini Cemiyeti'nin başkanlığına seçilmiştir. 15 Mayıs<br />
Giki kez kurtaran bir liderdir. Birinci olarak 1919 günü İzmir'in işgalinin ardından da<br />
Kurtuluş Savaşı sırasında uçurumun kenarındaki İsviçre'den ayrılıp arkadaşları Şükrü ve Kazım Nuri<br />
Türk milletini, Batı sömürgeciliğinin kanlı Beylerle Anadolu'ya geçmiş, Kuşadası bölgesinde<br />
pençelerini parçalayarak kurtarmıştır. İkinci olarak Kuvayi Milliye'yi kurarak ulusal savaşıma<br />
da Kurtuluş zaferini taçlandırmak için katılmıştır.(2)<br />
gerçekleştirdiği Türk devrimi ile Türk milletini 1920 yılında Meclis'e giren Mahmut Esat Bey,<br />
kendisini çepeçevre saran cehalet ve bağnazlıktan 1922 yılında henüz 30 yaşında iken Rauf Bey<br />
kurtarmıştır. Atatürk, hem savaş alanlarında hem kabinesinde İktisat Vekili (Ekonomi Bakanı) olmuş<br />
de siyaset meydanında Türk milletinin kurtuluşunu ve bu görevi süresince Ziraat Bankası'nın<br />
sağlarken etrafında asker-sivil pek çok kimse iyileştirimesi, çiftçi-kredi kooperatiflerinin<br />
bulunmaktaydı. Bunlardan bir tanesi de özellikle kurulması, esnaf örgütlerinin yeniden<br />
devrimler sürecinde hukuk alanında yapılan yapılandırılması, Emlak ve Eytam Bankası'nın<br />
yeniliklerde Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşı olan kurulması gibi çalışmalara imza atmıştır.<br />
ve getirilen pek çok yeniliğin mimarlarından olan Cumhuriyetin ilanından az bir süre sonra 1924<br />
Mahmut Esat Bozkurt'tur. Bu çalışmamızda yılında Adliye Vekili (Adalet Bakanı) olan Mahmut<br />
öncelikle Mahmut Esat Bozkurt'un yaşam Esat Bey, bu görevi sırasında adını Türk tarihine<br />
öyküsünü genel hatlarıyla ortaya koymaya altın harflerle yazdıracağı hukuki devrimlerin<br />
çalışacağız. Ardından ortaya koyduğu eserleri, mimarlığını üstlenmiştir. Bu görevi sırasında attığı<br />
Türkiye Cumhuriyetine katkılarını, Türk ilk önemli adım Türk Ulusu'nun gerek duyacağı<br />
devrimindeki yerini ve ardından bıraktığı izlenimi çağdaş Türk hukukçularının yetiştirileceği “Ankara<br />
irdeleyeceğiz.<br />
Hukuk Mektebi”ni kurmuş olmasıdır. 1926 yılına<br />
gelindiğinde ise Türk Devrimi'nin önemli<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un Yaşamına Genel Bir ayaklarından olan laik ve çağdaş “Medeni<br />
Bakış…<br />
Kanun”un hazırlanmasında büyük emeği geçen bir<br />
Mahmut Esat Bozkurt, 1892 yılında İzmir kişilik olarak adını Türk Hukuk tarihine<br />
Kuşadası'nda doğmuştur. Babası çiftçilik ve yazdırmıştır. Bu kanun 17 Şubat 1926'da<br />
ticaretle uğraşan, bir dönem Kuşadası Belediye Meclis'den geçmiş, 4 Nisan 1926'da Resmi<br />
B a ş k a n l ı ğ ı d a y a p m ı ş o l a n H a c ı Gazete'de yayınlanarak 6 ay gibi kısa bir geçiş<br />
Mahmutoğullarından H a s a n B e y ' d i r. döneminden sonra uygulamaya konmuştur.<br />
İlköğrenimini Kuşadası ve “İzmir Yusuf Rıza Mahmut Esat Bey'in Adliye Vekilliği sırasında<br />
Mektebi”nde yaptı. “İzmir İdadisi”ni bitirdikten Medeni Kanun dışında çağdaş Türk hukukunun<br />
sonra 1908'de “İstanbul Hukuk Mektebi”ne girdi. temel yapıtaşlarından olan Borçlar Kanunu, Ceza<br />
1912'de “İstanbul Hukuk Mektebi”nden mezun Kanunu, Ticaret Kanunu, Ceza Muhakemeleri<br />
oldu. Daha sonra ise dayısı Ubeydullah Efendi'nin Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Türk Vatandaşlık<br />
desteğiyle İsviçre'ye giderek Fribourg Kanunu, İcra İflas Kanunu ve 1930 yılında<br />
Üniversitesi'nde Hukuk alanında yeniden lisans kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıması<br />
eğitimi aldı ve doktorasını 'Osmanlı nedeniyle büyük önem taşıyan Belediye Kanunu<br />
Kapitülasyonları Rejimi' adlı tezle yaptı.(1) Bu tezi uygulamaya konmuştur.<br />
ile 'Summa Cum Laude' diye anılan onur derecesi Mahmut Esat Bozkurt, 6 yıldır yürüttüğü Adliye<br />
ile hukuk doktoru oldu. 1919 yılında İsviçre Vekilliğinden 1930 yılında istifa ederek, Ankara<br />
Lausanne kentinde kurulan Türk Talebe Hukuk Fakültesi'nde 'Devletler Hukuku', Siyasal<br />
18
Bilgiler Fakültesi'nde 'Anayasa Hukuku' profesörü<br />
olarak görev yapmıştır. 1934 yılında ise Atatürk'ün<br />
isteği üzerine Türk gençliğine Türk Devrimi'nin<br />
hukukunu anlatmak üzere İstanbul Üniversitesi<br />
İnkılap Tarihi Kürsüsü'nde ders vermeye<br />
başlamıştır.<br />
Mahmut Esat Bozkurt, yalnızca siyasetle değil,<br />
kalemiyle de Türk Ulusu'na büyük hizmetlerde<br />
bulunmuş ve 1908 yılından vefat ettiği 1943 yılına<br />
kadar kalemini elinden bırakmamıştır.<br />
Mahmut Esat Bozkurt, ulusal savaşım yıllarında<br />
“Anadolu'da Yenigün” ve “Hakimiyet-i Milliye”<br />
gazetelerinde yazılar yazmıştır. Son yıllarında “Yeni<br />
Sabah” gazetesinde yazan Mahmut Esat Bozkurt,<br />
son yazısı “Yürekler Acısı”nı kaleme aldıktan sonra<br />
rahatsızlanmış ve 21 Aralık 1943 günü sonsuzluğa<br />
erişmiştir. Son yazısı “Yürekler Acısı” vefat haberi<br />
ile birlikte Yeni Sabah gazetesinde yayınlanmıştır.<br />
Ölümünün ardından vasiyeti üzerine Selçuk'daki<br />
çiftliğinde aile mezarlığında toprağa verilmiştir.<br />
Mahmut Esat Bozkurt, yaşamı boyunca da birçok<br />
ölümsüz yapıta imza atmıştır. Bunların<br />
başlıcaları şunlardır: Beynelmilel Bozkurt-Lotus<br />
Davasında Türkiye-Fransa Müdafaaları (1927),<br />
Osmanlı Kapitülasyonlarına Dair (1928), Türk<br />
İhtilalinde Vatan Müdafaası (1934), Türk<br />
Köylülerin ve İşçilerin Hakları (1939), Hukuk-u<br />
Düvel Yardımcı Talebe El Notu (1939),<br />
Devletlerarası Hak (1940), Atatürk İhtilali (1940),<br />
Aksak Demir'in Devlet<br />
Politikası (1943)<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un Doktora Tezi<br />
Üzerine…<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un İsviçre Fribourg<br />
Üniversitesi'ndeki doktora tezinin de önemli<br />
olduğu görüşündeyim. Mahmut Esat Bey'in<br />
doktora tez konusu 'Osmanlı Kapitülasyonları<br />
Rejimi' adını taşımaktaydı ve bu tezin sonuç<br />
bölümünde Mahmut Esat Bey şu söylemlere yer<br />
veriyordu:<br />
‹'Kapitülasyonlar ister tek taraflı, ister karşılıklı<br />
anlaşma sayılsın, taraflardan birinin hayati<br />
menfaatlerine aykırı düşerse veya tabi oldukları<br />
şartlar değişirse tek taraflı olarak ilga edilebilir.''<br />
Mahmut Esat, böylece, Avrupa'nın saygın<br />
19<br />
ü n i v e r s i t e l e r i n d e n b i r i n d e O s m a n l ı<br />
İmparatorluğu'nun kapitülasyonları tek taraflı<br />
kaldırma hakkına sahip olduğunu bilimsel bir tezle<br />
savunmuş ve kabul ettirmiştir.<br />
Kurtuluş Savaşı ve Mahmut Esat Bozkurt<br />
1. Paylaşım Savaşı'nın en hararetli günlerinden<br />
itibaren İsviçre'nin hemen her şehrinde sayıları<br />
yüzlerle belirtilen Türk öğrencilerin çoğu, sıraları<br />
geldikçe askeri görevlerini yapmak için yurda<br />
dönmeye başlamışlardır. Geride yalnızca bir avuç<br />
Türk genci kalmıştır ve onlar da gelecek emri<br />
beklemektedir. Ancak ülkenin duyumsanmaya<br />
başlanan aydın kayıplarının önlenebilmesi için<br />
Meclis-i Mebusan kabul ettiği bir yasa ile bu<br />
gençlerin silah altına alınmasını bir süre askıya<br />
almıştır.(3)Mahmut Esat Bozkurt da İsviçre'de<br />
kalan Türk öğrencilerindendir. O da İzmir'in<br />
işgalinin ardından arkadaşı Şükrü Bey ile artık<br />
yurda dönüp Kurtuluş Savaşı'na katılma anının<br />
geldiğini düşünmüştür. Venizelos ise, Mahmut Esat<br />
ve Şükrü Bey'lerin ulusal savaşımda görev<br />
alacaklarından kuşkulanmış, bunu engelleyebilmek<br />
için telgrafla Roma'ya haber vermiştir. Venizelos'un<br />
bu isteğine karşın iki kararlı yurtsever yurda<br />
dönmeyi başarmışlardır.<br />
Mahmut Esat Bey, yurda döner dönmez, Demirci<br />
Mehmet Efe'nin karargahı olan Nazilli'ye giderek,
durum değerlendirmesi yapmıştır. Bunun<br />
sonucunda Mahmut Esat, işgallere karşı Temmuz<br />
1919'da oluşturulan cephenin Kuşadası<br />
d ö n e m d e İ z m i r İ k t i s a t Ko n g resi'nin<br />
toplanmasında Mahmut Esat kilit rol oynamıştır.<br />
Ancak İzmir İktisat Kongresi tam olarak istenen<br />
sonucu verememiştir. Mahmut Esat tarafından her<br />
yıl toplanması planlanan bu İktisat Kongresi bir<br />
daha toplanamamıştır. Mahmut Esat, kongrede<br />
liberal ekonomik politikaları eleştirerek ''Yeni<br />
Türkiye İktisat Mektebi'' adlı bir ekonomik<br />
program önermiştir. Ancak kongrede alınan aksi<br />
kararlar 1930 yılına dek Türkiye'de uygulanmıştır.<br />
Bu durum Mahmut Esat'ın İktisat Vekilliği<br />
görevinden ayrılarak, yerini Hasan (Saka) Bey'e<br />
bırakması ile sonuçlanmıştır.<br />
Mahmut Esat'ın İktisat Vekilliği döneminde İzmir<br />
İktisat Kongresi dışında da bazı önemli<br />
düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bunlara kısaca<br />
değinirsek; Ziraat Bankasında yapılan yenilikler,<br />
kooperatif ve korporasyonlar, çiftçi, kredi, sigorta<br />
gibi sosyo-ekonomik sorunlarla ilgilenmiştir.(5)<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un Adliye Vekilliği<br />
Mahmut Esat Bey Adliye Vekilli olarak ilk defa Ali<br />
Fethi Okyar hükümeti döneminde 22 Kasım 1924-<br />
3 Mart 1925 tarihleri arasında görev almıştır. Daha<br />
bölümünde 120 kişilik milli müfrezenin başına sonra İsmet İnönü başkanlığında kurulan<br />
geçmiştir. Mahmut Esat Bey, Kuvayi Milliye 4. ve 5. hükümetlerinde de 3 Mart 1924-27 Eylül<br />
hareketindeki görevini bir yıl kadar sürdürmüştür. 1930 tarihleri arasında Adliye Vekilliği görevini<br />
Bu süre içerisindeki eylemleri hakkında ise çok sürdürmüştür. Mahmut Esat Bozkurt'un Türk<br />
ayrıntılı bilgiler mevcut değildir.(4)<br />
tarihine altın harflerle geçmesini sağlayan<br />
etkinlikleri Adliye Vekilliği döneminde<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un Milletvekilliği ve İlk gerçekleştirilmiştir. Öncelikle bu dönemde çağdaş<br />
Bakanlığı<br />
Türk hukukçularının yetiştirilebilmesi için Ankara<br />
Mahmut Esat Bey, ilk kez 7 Haziran 1920 Hukuk Fakültesi açılmıştır. Yine bu döneminde<br />
tarihindeki bir oturumda Meclis'de hazır çağdaş Türk hukukunun temelini oluşturan<br />
bulunmuş ve İnönü Utkusu'ndan sonra ise Londra kanunlar bir bir meclisten geçirilmiş, Türk<br />
Konferansı'na giden Bekir Sami Bey heyetinde Devriminin Hukuksal ayağı bu sayede<br />
'murahhas' olarak bulunmuştur. Mahmut Esat, bu tamamlanabilmiştir. Çağdaş Türk devletinin bu<br />
dönemde hem cephede savaştığı hem de çağdaş yasalarını kronolojik olarak sıralamaya<br />
milletvekilliği görevini sürdürdüğü için 24 Nisan kalkarsak sırasıyla şu kanunlar Mahmut Esat<br />
1924'de Kırmızı-Yeşil İstiklal Madalyası ile Bozkurt'un Adliye Vekilliği döneminde<br />
ödüllendirilmiştir.<br />
uygulamaya konmuştur: 1-Türk Medeni Kanunu<br />
Mahmut Esat, 1922 yılına gelindiğinde henüz 30 (17 Şubat 1926), 2-Türk Ceza Kanunu (1 Mart<br />
yaşında iken 12 Temmuz'da kurulan ve 4 Ağustos 1926), 3- Kabotaj Kanunu (19 Nisan 1926), 4-<br />
1923'e kadar görev yapan Rauf (Orbay) Bey Borçlar Kanunu (22 Nisan 1926), 5-Türk Ticaret<br />
Hükümetinde İktisat Vekili (Ekonomi Bakanı) Kanunu (29 Mayıs 1926), 6-Hukuk Muhakemeleri<br />
olmuştur. Bu görevini 14 Ağustos'da kurulan Fethi Usulü Kanunu (18 Haziran 1926) 7-Belediye<br />
Bey Hükümeti döneminde de sürdürmüştür. Bu Kanunu (3 Nisan 1930). Belediye Kanunu ile<br />
20
elediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme döneminden sonra kesin olarak uygulamaya<br />
hakkı verilmesi bu kanuna ayrı bir nitelik konmasını da kabul ettirmeyi başarmıştır. Bu geçiş<br />
kazandırmaktadır.<br />
süresinin çok kısa olduğunu ileri süren ve İsviçre'de<br />
Türk Hukuk Devrimini anlayabilme adına özellikle bile 4 yılık geçiş döneminin yaşandığını, din<br />
Ankara Hukuk Fakültesinin açılması ve Türk kaynağına dayanan hukuk sisteminin kolay kolay<br />
Medeni Kanunu üzerinde durulması gerektiği değiştirilemeyeceğini ileri sürenlere karşı, ''Türk<br />
görüşündeyim.<br />
Hukukçuları için 6 aylık sürenin yeterli olacağına<br />
-Ankara Hukuk Fakültesinin Açılması (1925) dair inancını'' belirtmiştir. Kanunun uygulamaya<br />
Bu fakültenin açılması Türk Devrimi açısından geçişindeki başarı Mahmut Esat Bey'in bu konuda<br />
önemli bir gündür. Çünkü;<br />
ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.<br />
1-Cumhuriyet ilk yükseköğretim kurumunu Türk Medeni Kanunu ile; kadın-erkek eşitliğinin<br />
kurmuştu. Bir bilim kurumu kurmak dünyanın sağlanması, evlilikte resmi nikah zorunluluğunun<br />
her vaktinde ve her yerinde önemli bir iştir. getirilmesi, erkekler için tek eşle evlilik esasının<br />
Kendini, en yetkili oğlunun diliyle, bilime ve bilim getirilmesi, kadınlara istedikleri mesleğe girebilme<br />
adamlarının telkinlerine dayandıran genç Türkiye hakkı tanınması, mahkemelerde tanıklık yapma,<br />
için de en belli başlı işti.<br />
miras ve boşanma konularında kadın-erkek<br />
2-Devlet merkezi (Ankara) ilk yükseköğretim eşitliğinin sağlanması, reşit olan her vatandaşın<br />
kurumuna kavuşmuştu. Bilim kurumları yalnızca kendi dinini seçmekte özgür bırakılması,<br />
yüksek bilgi öğretmez, yalnız bilim yapmaz ve Patrikhanenin din işleri dışındaki yetkilerinin<br />
bilimi ilerletmez; kurulduğu yeri de yükseltir. kaldırılması gibi önemli adımlar atılmıştır. Ayrıca<br />
3-Türk Devrimi bu fakülte ile birlikte Atatürk'ün Türk Medeni Kanunun doğal sonucu olarak ileriki<br />
deyişiyle ''mevcudiyetini ve zihniyetini sosyal yıllarda kadınlara siyasal alanda da haklar<br />
hayatın temeli olan yeni hukuki esaslarda tespit ve tanınmıştır. Belediye ve muhtarlık seçimlerine<br />
teyit etmek çaresine tevessül' ediyordu.<br />
katılma hakkı, milletvekili seçme ve seçilme hakkı<br />
Ankara Hukuk Fakültesinin açılmasının ana sebebi gibi. Türk Medeni Kanununun yürürlüğe<br />
adli teşkilatın yetersizliğidir. Mahmut Esat Bozkurt girmesinin ardından, Mahmut Esat Bozkurt'un<br />
Adliye Vekili olunca, hakim kadrolarında çok açık yükseköğrenim yaptığı ve doktorasını aldığı<br />
bulunduğunu ve hakimlerin çoğunun hukuk Fribourg Üniversitesi kendisine bir mektup<br />
mezunu olmadığını gözlemlemiştir. O yıllarda göndererek başarısını kutlamıştır.(7)<br />
İstanbul Hukuk Fakültesi yılda 40—50 mezun -Lotus-Bozkurt Davası<br />
vermekteydi ve bu mezunlarla bu açıkların 2 Ağustos 1926'da Naki Bey Vapurculuk şirketinin<br />
kapatılması ve eksikliklerin telafi edilmesi mümkün Bozkurt yük gemisi ile Fransız bandıralı Lotus<br />
görünmüyordu.<br />
yolcu vapuru Midilli Adası kuzeyinde çarpıştı ve<br />
İnkılapçı Mahmut Esat, ihtilaller tarihi dersinin Bozkurt gemisi battı. Gemi personelinin 8'i<br />
profesörlüğünü de üzerine almıştı. İngiliz, Fransız boğularak öldü. Bu olay üzerine Lotus Gemisinin<br />
ve Sovyet Rusya inkılap ve ilkelerini, merkezi kaptanı Desmons ile Bozkurt gemisinin kazadan<br />
Avrupa hareketlerini, Türk ihtilallerini bu fakültede kurtulan kaptanı Hasan Kaptan tutuklanarak<br />
anlatacaktı. Bu ders vasıtasıyla Mahmut Esat'ın da cezaevine gönderildi. Ayrıca mahkeme Lotus<br />
bizzat görev aldığı Ankara Hukuk Fakültesi personelini tazminat ödemeye mahkum etti. Fransa<br />
ilkmezunlarını 8 Temmuz 1932 tarihinde ise bu karara itiraz etti ve hapisteki kaptanın serbest<br />
vermiştir.(6)<br />
bırakılmasını talep etti. Türkiye bu talebi kabul<br />
-Türk Medeni Kanunu (17 Şubat 1926)<br />
etmeyince iki ülke arasında sorun doğdu. Ancak iki<br />
17 Şubat 1926'da Türk Medeni Kanunun kabul ülke sorunu Lahey Adalet Divanına götürme<br />
edilmesinde Mahmut Esat önemli bir rol konusunda anlaştılar.(8)Lahey Adalet Divanına<br />
oynamıştır. Bu kanunun tarihi gerekçesi de onun gönderilen bu davada Mustafa Kemal Paşa<br />
eseridir. 4 Nisan 1926 tarihinde Resmi Gazetede tarafından Türkiye Cumhuriyetini temsil etmek<br />
yayınlanan Türk Medeni Kanununun 6 aylık geçiş üzere Mahmut Esat Bey görevlendirildi ve<br />
21
Mahmut Esat Bey bu davada Türk tezini kabul<br />
ettirmeyi başardı. Bu başarısı ile Türk<br />
mahkemelerinin ve hakimlerinin hak ve<br />
yetkilerinin en medeni ülkelerle bir olduğunu<br />
dünyaya kabul ettirmiş oldu. Mahmut Esat bu<br />
hizmetinin ödülünü Atatürk'ün kendisine 1934<br />
Soyadı Kanunu ile 'Bozkurt' soyadını vermesiyle<br />
almış oldu.<br />
bizzat Mustafa Kemal tarafından yönlendirilmiştir.<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un masonlar hakkında<br />
bilgilenmesi için ona kitaplar veren Mustafa Kemal<br />
'bunu güzelce düşün, bir önerge ile Halk Partisi<br />
grup başkanlığına ver, grupta bunlara şiddetli<br />
hücum yap ve grupça kapanmasına önayak ol'<br />
demiştir. Kemalist iktidarın masonlara karşı<br />
yürüttüğü bu etkinliğin sonunda, Türkiye Mason<br />
Derneğinin tüm malları Halkevleri'ne bağışlanmış,<br />
1935'te dernek kapatılmıştır.(9)<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un Kişiliği, Ölümü ve<br />
Ardından Söylenenler<br />
Mahmut Esat Bozkurt, ilk 'millicilik' ve<br />
'vatanseverlik' dersini daha çocuk yıllarında<br />
dedesinin ve ninesinin hasretli ve hararetli<br />
gözyaşları ile anlattıkları kaybedilmiş vatan<br />
hikayelerinden almıştır.<br />
Mahmut Esat'ın kişiliğindeki en derin izleri ise<br />
kendi söylemi ile 'milli ihtilal' savaşları bırakmıştır.<br />
Mahmut Esat, Milli Mücadeleye düşman nefreti<br />
kadar, istibdat ve irtica nefreti ile de girmişti. Onun<br />
düşüncesinde, cehalet ve ihanete dayanan istibdat<br />
bu ülke ve millete düşmanlardandaha çok kötülük<br />
yapmış ve zarar vermiştir. Ülkeyi ve milleti ancak,<br />
'millicilik, medenicilik' kurtarabilirdi. Bu ihtiras ve<br />
endişe Mahmut Esat'ın yaşayışında, düşünüşünde,<br />
ilişkilerinde, işlerinde ve eserlerinde daima izlerini<br />
Mahmut Esat Bozkurt'un Adalet Bakanlığından göstermiştir.(10)<br />
Ayrılması<br />
Mahmut Esat Bozkurt, 21 Aralık 1943 tarihinde<br />
27 Eylül 1930 tarihine gelindiğinde Mahmut Esat vefat edince, Türk milleti bir büyük değerini daha<br />
Bey Adalet Bakanlığı görevini bıraktığını yitirmiştir. Türk devriminin başından sonuna her<br />
duyurmuştur. İsmet Paşa'ya gönderdiği istifa aşamasında büyük fedekarlık ve özveriyle görev alan<br />
mektubunda ''Türk Milleti ve Türk Devrimi Mahmut Esat Bozkurt, ölümsüz eserleriyle Türk'ün<br />
aleyhine olan gelişmeler nedeniyle mecliste ve kalbinde aziz bir hatıra bırakmıştır. Yusuf Ziya<br />
partide serbest çalışmak' için istifa ettiğini Ortaç, ölümü üzerine Mahmut Esat'ı anlattığı<br />
belirtmiştir. Mahmut Esat Bey'in istifasının makalesini şu cümlelerle bitiriyordu: ''İsviçre<br />
ardından Anadolu Gazetesi, Mete Tuncay ve Cihan dağlarından, Anadolu dağlarına silah omuzda<br />
Yamakoğlu ise daha farklı tezler ortaya atmışlardır. koşan hukuk doktoru, serdengeçti Mahmut Esat<br />
Bakanlıktan istifa eden Mahmut Esat Bey Bozkurt, vatan hudutlarından fikir hudutlarına<br />
milletvekilliği görevini ise ölünceye kadar kadar her cephede döğüşe döğüşe, en son, kalem<br />
sürdürmüştür. 1930 sonrası dönemde kadınlara elinde, Allah'ına kavuştu. Bir yanardağı toprağa<br />
seçme ve seçilme hakkı verilmesinde, soyadı veriyoruz.'' Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan<br />
kanununun yürürlüğe konmasında ve 1935'de Ali Yücel ise Mahmut Esat'ın ardından şu cümleleri<br />
mason localarının kapatılmasında önemli roller yazıyordu: ''Gerçek kişiliği İstiklal Savaşının içinde<br />
oynamıştır. Mahmut Esat Bey'in 1931 yılında doğmuş olan Mahmut Esat Bozkurt'un ölümü,<br />
yazılarıyla masonlara karşı başlattığı kampanya, bizim için kıymeti düşünülmeye değer bir bilim ve<br />
22
politika adamının kaybı oldu. Adliye tarihimizin<br />
son asırlarda en önemli olayı olan Medeni Kanun<br />
onun vekilliği zamanına rastlar. Heyecanlı<br />
nutukları, nutukları gibi heyecanlı yazıları,<br />
siyaset ve fikir tarihimizin vesikaları arasında<br />
kalacaktır. Bilim yazıları bile coşkun, cezbeli bir<br />
eda taşıyan Mahmut Esat'ın hukuk fakültesinin<br />
19.yıl dönümünde, fakültenin, kendisi Adliye<br />
Vekili iken kurulduğu söylenildiği zaman Türk<br />
gençliğinin yüreğinden kopan alkışları önünde<br />
nasıl ağladığını şu anda hatırlıyorum da, yalnız<br />
düşünen değil, fakat yapan insanın ne şekilde<br />
ödüllendirildiğini bir kere daha anlamış<br />
bulunuyorum. ''<br />
Mahmut Esat Bozkurt'ta diğer milli<br />
kahramanlarımız gibi bugün her türlü İslamcının,<br />
mürtecinin, neo-liberalin, müflis solcunun açık<br />
hedefi haline gelmiştir. Bu insanlar, savcı ve<br />
yargıçların kendisini karşılamaya gelmesine<br />
karşı çıkan ve onların ayağına giden Adalet<br />
Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un savcılar<br />
hakkındaki sözlerini asıldıkları yerlerden<br />
indirdiler, kazındıkları mermerlerden sildiler:<br />
''Cumhuriyet Savcıları! Meriç kıyısında çalışan<br />
Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz<br />
da bu davada yaşayanların uğrayacakları en ufak<br />
bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız<br />
kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin<br />
gözyaşlarından sizler sorumlusunuz.''<br />
Mahmut Esat Bozkurt, Cumhuriyet'in en büyük<br />
kahramanlarından biridir. O, artan görev<br />
harcırahlarını bakanlığa geri veren bir ahlak<br />
anıtıdır.(11)<br />
1 Mehmet Akzambak, Atatürk’ün Devrimci Adalet Bakanı<br />
Mahmut Esat Bozkurt I-II, Kastaş Yayınevi, 2005<br />
2 Özdemir İnce, Mahmut Esat Bey Neden Bozkurt, Aydınlık<br />
Gazetesi, 5 Mart <strong>2013</strong><br />
3 Mazhar Göknil, Mahmut Esat Bozkurt, Ankara Hukuk<br />
Fakültesi Dergisi, 01-03-1944<br />
4 Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı<br />
Mahmut Esat Bozkurt 1-2, Kastaş Yayınevi, 2005<br />
5 Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı<br />
Mahmut Esat Bozkurt 1-2, Kastaş Yayınevi, 2005<br />
6 Cemil Bilsel, 5 İkinciteşrin ve Mahmut Esat Bozkurt, Ankara<br />
Hukuk Fakültesi Dergisi, 01-03-1944<br />
7 Özdemir İnce, Mahmut Esat Bey Neden Bozkurt, Aydınlık<br />
Gazetesi, 7 Mart <strong>2013</strong><br />
8 Dr.MustafaHergüner, Cumhuriyetimizin Başlangıç<br />
Yıllarında Denizciliğimize İlişkin Bir İnceleme, 2003<br />
9 Mahmut Esat Bozkurt, Masonlar Dinleyiniz, Kaynak<br />
Yayınları, 2005<br />
10 Mehmet Akzambak, Atatürk'ün Devrimci Adalet Bakanı<br />
Mahmut Esat Bozkurt I-II, Kastaş Yayınevi, 2005<br />
11 Özdemir İnce, Mahmut Esat Bey Neden Bozkurt, Aydınlık<br />
Gazetesi, 6 Mart <strong>2013</strong><br />
Saygın Fırat Kargıoğlu, 3 aylık bir süredir<br />
başarı ile yürüttüğü ULUKAYIN Yayın<br />
Kurulu üyeliği görevinden ayrılmıştır.<br />
Yerine bu görevi Saygın Ahmet Gençal<br />
üstlenmiştir.<br />
Görevi süresince ULUKAYIN'a sunduğu<br />
emekten dolayı Kargıoğlu'na teşekkür<br />
ederiz, Gençal'a yeni görevindeki<br />
çalışmalarında üstün başarılar dileriz...<br />
ULUKAYIN Dergisi Yönetimi<br />
REHBERİMİZ TÜRKÇÜLÜK DÜŞÜNCESİ,<br />
SON HEDEFİMİZ BÜYÜK TÜRK BİRLİĞİ...<br />
23
Katledebilen Enerji<br />
Serkan Akgöz<br />
srknkgz<br />
irçoğumuzun bildiği üzere yurdumuzda son patlamış ve bu olayın sonucunda toprak kayması ve<br />
Byıllarda yenilenebilir enerji konusunda derin çukurlar oluşmuştur.(2) Patlamanın geç<br />
devletimizin birçok projesi hayata geçirilmiştir. saatlerde gerçekleşmiş olması yaralı ve ölü kaybı<br />
Bunlara rüzgâr türbinleri, güneş panelleri, yaşanmasına engel olmuştur.5 Kasım 2012<br />
jeotermal ve hidroelektrik santralleri örnek tarihinde Karabük'ün Merkez ilçesinde yapımı<br />
verilebilir. Devletimizin dış ülkelere olan enerji süren HES Proje müdürü inşaatın ilerleyen<br />
bağımlılığımızı azaltma amacıyla uyguladığı zamanlarında veya inşaat sonrasında yaşanılacak<br />
projelerin birçoğunu takdir ediyoruz. Ancak toprak kayması ve su baskınları sonucunda can<br />
oluşturulan bu yenilenebilir enerji santrallerinden kaybının yaşanacağını görerek görevinden istifa<br />
bazılarının doğaya zarar vermesi, bu enerjinin etmişti.(3)15 Mayıs 2012 tarihinde Giresun'un<br />
katledebilir olduğunu gösteriyor.<br />
Dereli ilçesinde yapımı süren HES inşaatında<br />
ihmaller ve önlemsizlikler sonucunda yaşanan<br />
Hidro Elektrik Santralleri (HES) için hemen toprak kaymasında 4 işçi vefat etmiştir.Bu olayda<br />
hemen yurdumuzun her bölgesinde 2008 yılı HES ihalelerini kazanan firmaların doğaya ve<br />
itibariyle ihaleler düzenlendi. İhale sonuçlarıyla insana önem vermediğini ispatlamıştır.(4)Temmuz<br />
bunların yapımlarına başlandı, ancak santrallerin ayının sonlarında Erzurum'un İspir ilçesinde<br />
inşaatlarının ve daha sonrasında santrallerin doğaya bulunan HES baraj kapaklarının bir anda<br />
vereceği zarar yetkililer tarafından düşünülmedi! açılmasıyla nehir yatağının kenarında balık<br />
tutmaya çalışan 2 çocuk vefat etmiştir.(5)Ağustos<br />
HESlerin ihaleleri sonrasında başta Karadeniz ayının başında Rize'nin İkizdere ilçesinde bulunan<br />
bölgesi olmak üzere, birçoğunda bölge insanları Salarha deresinin çalışmaya başlayan santral<br />
tarafından protestolar gerçekleştirilmiştir. Bu nedeniyle kurumuş olması doğanın katledilişine bir<br />
protestolar jandarma ve polis desteğiyle bastırılmış, örnektir.(6) Geçmişte gerçekleşen heyelanlar ve<br />
inşaatlarla birlikte doğa katliamı başlamıştır. derelerin taşması sonucunda bölgede yaşanan can<br />
kayıplarının belki daha fazlasına neden olacaktır.<br />
Karadeniz, denizinden çok ormanlarıyla tanınır. Bu<br />
ormanları da irili ufaklı onlarca dere besler.<br />
Santrallerin yapım aşamasında oluşturulacak<br />
kanallar için kilometrelerce alanda ağaçlar kesilmiş,<br />
kanal inşaatları yapılmış ve yapılmaya devam<br />
ediliyor. Büyük derelerin kanal borularına<br />
hapsedilmesiyle bu derelerin onlarca küçük kolu<br />
kurumuştur. Kanal borularına hapsedilen derelerin<br />
de ağaçları beslemesinin önüne geçilmiştir.<br />
HES inşaatları sırasında gerçekleştirilen doğa<br />
eylemleri kolluk kuvvetleri tarafından bastırılmış<br />
eylemciler gözaltına alınarak bölge insanı Başbuğumuz Mustafa Kemal Atatürk'ün 1930<br />
susturulmaya çalışmıştır.(1)Yine bölge yılında köşk inşaatı sırasında bir ağacın kesilmesine<br />
sanatçılarının seslendirmiş olduğu "Diren karşı çıkıp yaklaşık 5 metre yana çekmesi, Fatih<br />
Karadeniz" şarkısı ulusal basında yer bulmasına Sultan Mehmet'in "Ormanımda bir dalı kesenin<br />
karşın yetkililer tarafından dikkate alınmamıştır. başını keserim." sözü de doğa sevgimize birer<br />
örnektir. Daha eski zamanlarda bozkırın göbeğinde<br />
Bölgede zaman zaman artan yağış miktarı yaşayan atalarımız o zamanki inancımız olan Gök<br />
düşünülmedi.Kanalların artan su şiddetini kontrol Tanrı dinini doğayla bir bütün olarak<br />
edememesi sonucunda 8 Ağustos 2011 gece k a b u l l e n m i ş t i r. B u n u n ı ş ı ğ ı n d a g ö k<br />
saatlerinde Trabzon'un Çaykara ilçesinde kanallar gürültülerinden, yağmur yağışlarına, yer<br />
24
sarsıntılarına kadar birçok doğa olayını Tanrısal güç Bölgedeki santral inşaatları durdurulmalı, çalışan<br />
olarak görmüştür. Ağaç dikilmesine büyük önem santraller kapatılmalıdır. Yetkililerin derhal bu<br />
vermiştir, bunu bir yaşam şartı olarak görmüştür. konuya ilgi göstermesini, yenilenebilir enerji adıyla<br />
Bu konuyla ilgili olarak ölen kişinin ardından "Bir doğanın katledilmesine engel olmasını istiyoruz.<br />
dikili ağacı olmadan gitti." deyimi örnek<br />
gösterilebilir. Yine doğa sevgisiyle ilgili olarak "Yaş Alıntılar<br />
kesen, baş keser", "Ağaca beşikten mezara kadar 1-) http://www.sondakika.com/haber/haber-karacam-da-hes-<br />
muhtacız.", "Ağaçsız memleket duvaksız geline e y l e m i - 4 7 6 7 1 5 1 /<br />
2 - )<br />
benzer. " atasözleri de doğa sevgisini gösterir.<br />
http://www.radikal.com.tr/cevre/hes_kanali_patladitarlalari_s<br />
Santrallerin çalışmaya başladığı 1 yıllık süreç<br />
u _ b a s t i - 1 0 5 9 2 8 4<br />
3-) http://www.insanhaber.com/insan-ozel/alarm-hes-olumiçerisinde<br />
yaşanan olaylar ışığında, santral getirecek-h548.html<br />
4-) http://gundem.milliyet.com.tr/hes-insaatinda-heyelan-4-<br />
inşaatlarının ve santral çalışmalarının bu bölgede<br />
olu/gundem/gundemdetay/15.05.2012/1540656/default.ht<br />
devam etmesi gelecek yıllarda ağaç sayısının gittikçe m<br />
düşeceğini ve doğal hayatın büyük darbeler 5 - ) h t t p : / / w w w. b i z u m g a s t e . n e t / h a b e r - 1 0 8 4 1 -<br />
a l a c a ğ ı n ı g ö s t e r i y o r . h e s _ o l u m _ g e t i r d i . h t m l<br />
6-) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24442300.asp<br />
ULUKAYIN YEŞERİYOR,<br />
TÜRKLER BİLİNÇLENİYOR...<br />
25
Çocuk-Oyun-Ekin İlişkisi, Ergenekon Destanı'ndaki Çocuk<br />
Üzerinden Bu İlişkiye İlişkin Bir Yorum…<br />
Dilek Akıllıoğlu<br />
Toplumsal ve dini olarak ürettiğimiz çocukluk ilgili olarak, temel kavramları kazanan bir çocuk<br />
kavramı çoğu kez üzerinde konuşmaya bile gerek elindeki malzeme ile kendini düzenleyici konuma<br />
duyulmamış bir konudur. Tarihi değerlendirmeye gelebilecektir” biçiminde yorumlar getirmiştir.<br />
göz atıldığında ise çocuk; “köle”, “büyücü”, “günah (Montesorri-1967, Piaget 1963) Örneğin; Bloklar<br />
keçisi”, “masum”, “yalın varlık” gibi tanımlamalarla ile kule inşa eden çocuk alıcıya “savunucu” davranış<br />
nitelendirilmiştir. Başka bir deyiş ile çocukluk sergiliyor olabilmektedir. Elindeki her figür<br />
egemen olan siyasi, toplumsal ve dini kişiliklerin kendini düzenleyecek, gerekli sıraya, gerekli mesaja<br />
verdiği yargı ile türetilmiştir. Bu kuramların yerine bürünecektir. Yani onlar yetişkinlerden daha farklı<br />
bilimin çocukluğa verdiği kişilik üzerinden düşünmekte, davranışları gözlemlendiğinde<br />
gidilecek olması belki de onun için izlenecek yolun görünmeyecek derin yapılara sahip oldukları ortaya<br />
doğru belirlenmesinde başa çıkılmayacak zorluklar çıkmaktadır. Çocuklar bir bilim adamının deneyini<br />
yaratmayacaktı. Çocukluk kavramı adına çıkan yaptığı gibi yaşamakta, aynı zamanda bir<br />
zorlukları, toplum her zamanki gibi onları anlamak düşünürün beyin kıvrımlarında oluşturduğu<br />
yerine onlarla savaşarak yaptığı için bilimin verdiği d e r i n l i k i ç e r i s i n d e a d ı m l a r ı n ı<br />
ambalaj değiştirilmeye çalışılmış olsa gerektir. yönlendirmektedirler. Kalemi ilk defa eline<br />
Kendi içerisinde bir evren, toplum için bir armağan aldığında bilim adamının deneyini yaptığı gibi onu<br />
olarak kabul ettiğimiz bu varlıklar doğanın onlara kağıt üzerinde hareket ettirir, neler yapabileceğini<br />
verdiği malzemeler aracılığı ile iletişimi deneyerek görür. Kağıdına dokunur, kağıttan çıkan<br />
sağlamaktadırlar. Evirip çevirip, kırıp döküp bu sesi dinler, eline çıkan renkleri inceler, onları koklar.<br />
malzemelerden anlamlar üretmektedirler. Piaget ve Diğer yandan ise düşünür; bu varlığın ne<br />
Montesorri, “anne karnından dünyaya olduğunu, neden ona verildiğini, ağzına götürerek<br />
geldiklerinde anlamların var edilmeye başlaması ile var olup olmadığını, kalemi yemeye çalışarak<br />
26
gereksinimini gidermek için mi planlandığını ise çocuk- hayvan ilişkisi içerinde başka bir bağ<br />
kontrol eder. Kağıt dışında işe yarayıp yaramadığını ortaya çıkmıştır. Hayvanın duygusal içgüdüleri<br />
görmek için duvarı karalar. Kalemini sıkıca tutar, insanlara benzemese dahi doğanın onlara verdiği<br />
desenler çıkarabileceğini anladıktan sonra o yavruyu sahiplenme durumu söz konusudur. Hem<br />
desenlere yön vermek ister. Böyle bir düzen fizyolojik açıdan hem de duygusal açıdan insan<br />
içerisinde kendini oluşturmaktadır. Bir şarkı, bir denen varlığın ilk temel ölçülerini bu ortamda<br />
oyun onlar için pek çok şey ifade etmektedir. gören çocuk ruhsal olarak çevreyi kabullenecektir.<br />
Fotoğraf kareleriyle bir ülkeyi tanımaya Toplumsal bilimler konusunda çocuk bilişsel<br />
çalıştığınızı düşünün; çocuk, şarkılar, oyunlar, etkinlikleri kullanmaktadır. Bilişsel etkinlikler için<br />
resimler ile yaşadığı yeri tanımlamaktadır. Toplumu olgunlaşma dönemi gereklidir. Kurdun yanında<br />
bir dizi olay içerisine yerleştirmektedir. Fotoğraf onun yaşam biçimini, kendine düzenleyici olarak<br />
kareleri, ellerindeki malzemeler ve figürlerdir. almış ve toplumsal bilimleri algılamış, çocuk<br />
Burada bazı çocuk gelişimi uzmanlarının ileri anlayışı yaratmış olma olasılığı vardır. Çocuk<br />
sürdükleri çevre etmenine destek vermiş gibi anlayışı, eğitimde erken çocuklukta öğretmenin<br />
görünmek ile birlikte çocukların figürleri çocuğa vereceği her şeyin onun elinde, onun gözü<br />
yorumlarken bellekleri ile hareket ettiklerini de ile oluşmasıdır. Oynaması için çocuğuna tren alan<br />
gözden kaçırmamak gerekmektir. En basitinden bir babanın, ray düzeneğini kurup çocuğun önüne<br />
ekini yani çevrenin yaşam biçimini oluşturan bu diziyi bıraktığında çocuğunun ray düzeneğini<br />
imgeyi insan bence çocukken yapmıştır.<br />
söküp merdiven gibi kullandığını görmesi<br />
Anımsamakta zorlanmayacağınıza inandığım bir olağandır. Bu nedenle erken çocuklukta eğitimciler<br />
efsane üzerinden bu yorumuma devam etmek çocuk gibi düşünmelidirler. Efsanede onun gibi<br />
istiyorum: Türkler'in Ergenekon destanı… Kısaca düşünen yetişkin olmamasına karşın çocuk<br />
bu destanda bir çocuğun kurtlar tarafından anlayışının etkisi ile toplumsal bilimler, ekin,<br />
yetiştirildiğinden, bu çocuğun Türk toplumunu, yaşama biçimi bizim toplumumuz adına ortaya<br />
soyunu devam ettirdiğinden söz edilmiştir. çıkmış olabilir. Bunu oluşturmaya başlayan da bir<br />
Destanlar ve efsaneler gerçek niteliği taşımasa bile çocuk olmuştur. Diğer yandan oyun veya şarkı gibi<br />
bir toplumun geleneğini oluşturduğu bir gerçektir. etkenlerin çocuklar için öneminden söz ettik. Bu<br />
“Kurt” simgesi bizde cesaret, özgürlük, güçlü olma efsanedeki çocuğun oyun veya doğanın ritimlerini<br />
niteliklerini taşıdığı için kendimizi bu efsaneye ilgi algılayış biçimlerini de düşünürsek toplumuza ait<br />
duymaktan alıkoyamayız. Efsaneyi tartışmak birçok oyun ve şarkı ritimlerini incelemek<br />
yerine benim burada anlatmak istediğim bu gerekecektir. Kurdun bir bozkır üzerinde<br />
çocuğun bizlere bıraktığı ekini oluşturduğuna ve koşuşturması, yavrularının birbirlerine kafa<br />
ruh yapısına yorumlama getirmektir. Anne-babası tutuşları, onun tek başına dik yaşaması gibi<br />
yerine bir kurdun yanında dünyaya “merhaba” yüreğimize işleyen semboller efsanedeki çocukluğu<br />
diyen bu çocuğun gelişimcilerin dediği anlamları bir nebze daha bize yaklaştıracaktır.<br />
var etmeye başlaması, çevre etkisiyle yön bulmuş Oyunun insan yaşamındaki rolü farklı biçimlerde<br />
ama aynı anda belleğin yol buluşları ile yaşamının ve oldukça farklı birçok disiplinin bakış açısından<br />
çerçevesini oluşturmuştur. Çünkü gelişim süreci yorumlanmıştır. Oyunun kaynağına ilişkin<br />
içerisinde bir çocuğa vereceğiniz kalem-kağıt, birbirinden farklı birçok yaklaşımın kapsamlı bir<br />
kemik-deri onun bu figürleri kullanması ile listesi Bruner, Jolly ve Sylva tarafından verilmiştir<br />
ilgilidir. Kurdun ona sağladığı yiyecek faktörü .(1) Kapsamlı listenin burada verilmesinden ziyade<br />
fizyolojik (bedensel) açıdan bir bağlılık yaratacak, destan üzerinden oyuna, oyunun ekinsel<br />
insanoğlunun ilk gereksinimi olan yiyeceği etkilerinden söz etmek istiyorum. Oyun, imge<br />
sağlayan kaynağa doğru tıpkı bebek-anne ilişkisi gücü ile gelişen bir durumdur. Çocuklar vakit<br />
içinde çocuğu kurda doğru çekecektir. Duygusal geçirmek için değil yaşamlarının bir parçası olduğu<br />
açıdan bakıldığında ise yetişkinler ile çocukların için oyun oynamaktadırlar. Kurdun yanında da olsa<br />
beyinleri aynı olmasa bile çok benzerdir. Efsanede annesinin kucağında da olsa çocuk öğrenme<br />
27
etkinliğine geçecektir. Bunu oyun ile yapması güven, değerler gibi durumları doğanın ona<br />
olasıdır. Doğanın ona verdiği yetkiler sayesinde gösterdiği şekilde bünyesine almıştır. Söylemdeki<br />
dünyayı oyun ile algılamaya başlayacaktır. Erken gibi yalnızca oyuncak ile imge gücünü, dünyasını<br />
çocukluk alanında ünlü araştırmacılardan olan geliştiren kısır döngüden Türk soyunun devamını<br />
Montesorri, “oyunun çocuğun işi olduğu”nu sağlayan çocuk kurtulmuştur, toplumsal uyumun<br />
vurgulamış aynı zamanda toplumsal uyum içinde gereğini yapmıştır. Yaşam biçimini, bulunduğu<br />
gerekli olduğunu belirtmiştir. Oyun, imge gücü ve evrene bakarak ekinini oluşturmuştur. Büyük bir<br />
toplumsal uyum ile ilişkilendirilmiştir. Bununla topluma ait olmadan tek başına yetişen, oyunu<br />
ilgili olarak çok önemli vurgulamalar yapan hayal gücü ile şekillendiren bu çocuk toplumunu<br />
araştırmacı, bizim de Ergenekon destanı üzerinde oluşturmuştur. Çünkü toplumsal düzenden<br />
yaptığımız önemli noktalara şu biçimde açıklama habersiz olarak dünyaya gelen insan, çocukluk<br />
getirmiştir:<br />
d ö n e m i n d e d ü z e n e u y u m s a ğ l a m a y a<br />
(…)Çocuğun ruh evreninde hayal kurmaya her başlamaktadır. Dünya üzerindeki kurulu düzeni;<br />
zaman çok önemli bir yer verilmiştir ve dünyanın iyilerin kim olduğunu, gökyüzünün yalnızca<br />
her yerinde insanlar çocuklarına onların çok maviye boyanabileceğini diğer insanlar<br />
hoşuna gidecek peri masalları anlatırlar. Çünkü kazandırmaktadır.<br />
çocukların bu yeteneklerini geliştirmek istedikleri Destanda vurgu yaptığımız ait olma, bağlılık, sevgi,<br />
düşünülür. Çocuğun hayal kurmaktan hoşlandığı ihtiyaçlarını karşılamayı toplumsal uyum ile<br />
konusunda hepimiz aynı düşüncede olsak bile, gerçekleştirmiştir. Bunu da bizim günümüzde<br />
niçin çocuklara bu yeteneklerini geliştirmeleri için yaptığımız, erken çocukluk dönemindeki eğitim<br />
yalnızca peri masalları anlatıyor ve oyuncaklar içerisine yerleştirdiğimiz oyun ile yapmaktadır.<br />
veriyoruz? Eğer bir çocuk bir periyi veya peri Montesorri 'nin dediği de işte burada su yüzüne<br />
ülkesini hayal edebiliyorsa, o çocuğun Amerika'yı çıkmaktadır. Oyun ile yetiştirdiğimiz bu çocuklar,<br />
hayal etmesi de güç olmaz. Amerika'yı konuşmalar toplumun geleceğini de geçmişini de oyun ile<br />
arasında belli belirsiz duymak yerine, Amerika'nın belirlemektedir. Toplumsal olarak ortaya<br />
bulunduğu küreye bakarak kendi fikirlerini çıkardığımız “çocukluk” kavramının aslında<br />
netleştirebilir. (Montessori,1965)<br />
incelendiğinde destanları, sanatsal veya estetik<br />
Oyunun yaşamı öğrenmek, yaşam için kendi durumları hatta ekini ortaya çıkardığını ve<br />
düşüncelerini üretmek olduğunu, bizim için çıkarmak için de elinde oyun gibi bir yaratıcının<br />
çocuğa onun gözünden bir pencere açmak olduğunu unutmamak gerektiğini bize<br />
olduğunu her eğitim kitabı yazmaktadır. hatırlatmaktadır. Ekini, çocuğu, bilim ile göz<br />
Montesorri'nin oyunu dayandırdığı temel ise önüne alırken nelerin değişeceğini oyunla perdede<br />
toplumsal uyumdur. Ergenekon'daki çocuk gibi sergilemektedir.<br />
oyunu bir toplumsal uyum aracı olarak<br />
yorumlamıştır. Doğa ile konuşmasını öğrenen KAYNAKÇA<br />
çocuk, avlanmayı oyun ile öğrenmiş, kendine (1)Bruner, J., Jolly, A., & Sylva, K. (Eds.). (1976). Play: Itsrole<br />
in development and evolution. New York: Penguin. (1976)<br />
28
Orhun'dan Gelen Sesi Ankara'dan Duymak<br />
Ömer Ünal<br />
öktürk Devleti'nin; tarihe, Türk ve dünya<br />
uygarlığına diktiği büyük bir kalıttır<br />
GOrhun Yazıtları. Kimileri bakar da<br />
görmez o yazıtları. Yazıtlarda anlatılanlar bir ulusun<br />
isyan çığlığıdır, sömürgeciliğe ve ulusuna düşman<br />
olmuş her şeye… Yüksek bir ekine sahip olan Türk<br />
Ulusu'nun yazını da dili de çok güçlüdür. Tarihi<br />
ilmek ilmek işleyerek Türkçemizi o bengütaşlara<br />
kazıyan atalarımızın düşleriyle, 20. yüzyılın o<br />
sarışın, mavi gözlü önderinin de düşleri aynıydı;<br />
Özgür ve bağımsız bir Türk ulusu…<br />
Mustafa Kemal ATATÜRK'ün 10. Yıl Söylevi'nde<br />
belirttiği, “Türklüğün unutulmuş büyük vasfı ve<br />
uygar yeteneği” işte Göktürklerin sahip olduğu o<br />
kutlu güçte saklıdır. Kemal ATATÜRK'ün en çok<br />
okumuş olduğu kitap türleri; dilbilim, askeri ve<br />
tarihi alanlardır. Okumuş olduğu kitaplar arasında<br />
o büyük yapıtımız olan Orhun Yazıtları da<br />
bulunmaktadır. Bu konuda Prof. Dr. Osman Fikri<br />
29<br />
Sertkaya, “Atatürk ve Türk Dili” başlıklı bir<br />
sunumunda aynen şu söylemleri kullanmıştır:<br />
“Ben Atatürk'ün okuduğu bazı kitapları inceledim.<br />
Atatürk, Vilhelm Thomsen'in Inscriptions de<br />
l'Orkhon (Orhun Yazıtları) adlı eserini okumuş.<br />
Birçok kelimenin altını mavi kalemle, kırmızı<br />
kalemle çizmiş, bazı kelimeleri yeniden tercüme<br />
etmiş, bazen soru işareti koymuş. Kısacası Atatürk<br />
millî pınardan su içmiş, ecdadımız Köl Tigin'in,<br />
Bilge Kağan'ın metinlerini orijinalinden okumuş.<br />
Atatürk kökümüzü, geçmişimizi bildiği için<br />
Batılıların yapmış olduğu yanlış tarih yorumları<br />
karşısında Türk Tarih Kurumu'nu kurduruyor.”<br />
Osmanlıcılığın, Türk ulusçuluğunun önünde bir<br />
engel oluşturduğunu bilen Mustafa Kemal,<br />
“Osmanlı” algısına ait olan birçok unsuru kabul<br />
etmemiştir. Hatta öyle ki Atatürk, ay yıldızlı<br />
bayrağı, Osmanlı'yı ve Arap dünyasını çağrıştırdığı<br />
gerekçesiyle değiştirmeyi düşünmüş ve bunu<br />
dönemin başbakanı Celal Bayar'a söylemiş. Yerine<br />
düşündüğü ise; mavi fon üzerinde profilden<br />
görünen yeşil bir kurt... Atatürk'ün sağlığında<br />
yazılan tek özgeçmişi H.C.Amstrong'a aitti ve<br />
"Bozkurt" başlığını taşıyordu. Nazım Hikmet,<br />
Kurtuluş Savaşı Destanı'nda Mustafa Kemal'den<br />
söz ederken "Sarışın bir kurda benziyordu" diye<br />
yazmıştı. "Kurt", Türklük ile olduğu kadar onunla<br />
da özdeşleştirilmiş bir simgeydi adeta… Atatürk,<br />
bu bayrağın hem genç Cumhuriyet'in geçmişten<br />
kopuş çabasını engellediği kanısındaydı, hem de<br />
üzerindeki ay yıldızın ilk bakışta Arap dünyasını<br />
akla getirdiğine inanıyordu. Oysa o, yeni Türk<br />
devletine bir ulusal kimlik kazandırma<br />
çabasındaydı. Bu bayrakla o kimliği kanıtlamak<br />
olası değildi. Daha 1927'de Türkiye<br />
Cumhuriyeti'nin piyasaya çıkardığı 5 ve 10 liralık<br />
ilk banknotların üzerine, karlı dağlarda koşturan<br />
bir bozkurt resmi konmuştu. Atatürk 1930'da<br />
tarihçilere "Türk tarihinin ana hatları"nı<br />
yazdırmaya başladığında da istediği şey, İslam'ın<br />
Türk tarihinin sadece bir bölümünü<br />
oluşturduğunu, oysa ondan önce de Türklere ait<br />
pek şanlı bir geçmiş bulunduğunu kanıtlamaktı. Bu
amaçla okullar için hazırlanan ders kitapları, bir<br />
bozkurt önderliğinde Orta Asya'dan çıkan<br />
Türkler'in dünyaya nasıl yayıldıklarını gösteren<br />
haritalarla doldurulmuştu. Atatürk, bu yolla<br />
halkına bir ulusal gurur ve tarihi özgüven aşılamak<br />
niyetindeydi. Bu eğilim, bütün dillerin Türkçe'den<br />
türediğini öne süren "Güneş Dil Kuramı”na kadar<br />
varacaktı. Bu büyük devrim niteliği taşıyan<br />
yenilikleri Atatürk' ün Türkçülüğünün bir<br />
kanıtıydı. Atatürk'ün amacıysa elbetteki ulusal<br />
ekinimizi yeniden bir güneş gibi gökyüzüne<br />
çıkartmaktı.<br />
Mustafa Kemal, Türk ulusuna Ergenekon gibi<br />
kutlu bir destan bırakmış Göktürkler'i araştırma<br />
tutkusu içerisindeydi. Göktürkler'le ilgili yazılmış<br />
tüm yabancı kaynakları Türkçe'ye çevirtiyor, büyük<br />
bir hızla bu kitapları okuyordu. Kendi ekinine<br />
yaklaşmak, yabancıların evreninden kurtulmak<br />
demekti. Çünkü Türk ekini bize aitti ve kutlu Türk<br />
dili denizin içindeki bir inci gibiydi. Denize girilip<br />
çıkartılmayı bekliyordu adeta… İşte o inciyi oradan<br />
çıkartan ise Büyük Önder olmuştu. Peki ne<br />
yapılabilirdi bu konuda? Mustafa Kemal, o “insani<br />
yönü”yle de bize aitti. Orhun Yazıtları'nı okurken<br />
kimi zaman anlamını bilemediği bir sözcüğü<br />
dilbilimcilere soruyor, kimi zamansa masasının<br />
üzerini adeta işgal eden etimolojik sözlüklere<br />
sarılıyordu. İşte Mustafa Kemal, elindeki renkli<br />
kalemlerle geçmişin yüce değerleriyle 20. yy<br />
Türkiye'sini aydınlığa boyuyordu. Atatürk,<br />
bütünleştiğimiz tek varlığın Türklük olduğunu<br />
belirterek şu sözleri tarihin yapraklarına<br />
düşürüyordu:<br />
“Biz sosyalist değiliz, biz liberalist değiliz, kimseye<br />
benzemiyor ve kendimizi kimseye benzetmiyoruz.<br />
Biz sadece ama sadece kendimize benziyoruz. En<br />
büyük övünç kaynağımız da budur.“<br />
Batı hayranlarına tokat gibi inen bu sözüyle Kemal<br />
Atatürk, bizim kendimizi görmek için karşımıza<br />
tutacağımız şeyin bir tarih aynası olması gerektiğini<br />
söylüyordu. O aynada gördüklerini kendi yorum<br />
gücüyle ortaya koyan Büyük Önder, 10. Yıl<br />
Söylevi'nde ulusumuzun tehlikelere karşı uyanık<br />
olmasını öğütlüyor. Orhun Yazıtları'nda ise Türk<br />
Ulusu'nun benliğini unutmaması ve<br />
birlik olması gerektiği, düşmanın tatlı sözüne ve<br />
hediyelerine kanmaması gerektiği vurgulanıyor.<br />
Orhun Yazıtları'nda dağılan Göktürkler'in Bilge<br />
Kağan ve kardeşi Kültiğin tarafından, bir araya<br />
getirilişi ve Göktürk Devleti'nin yeniden kuruluşu<br />
anlatılmaktadır. Söylev'de ise ulusal varlığı sona<br />
ermiş sayılan büyük Türk Ulusu'nun,<br />
bağımsızlığını nasıl kazandığı; bilim ve tekniğin en<br />
son verilerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devletin<br />
nasıl kurulduğu anlatılır. Orhun Yazıtları'nda<br />
yabancı yer adları hariç dil Öztürkçe'dir, anlaşılır ve<br />
yalındır. Aliterasyonlar (yinelemeler) vardır. Her iki<br />
yapıtta da devlet başkanları, Türk Ulusu'na hitap<br />
etmektedir. Hatta öyle yerler vardır ki Bilge Kağan<br />
ile Kemal Atatürk'ün söyleyişleri birbirine çok<br />
benzer. Söylev, Atatürk tarafından tüm Türk<br />
Ulusu'na, yazıtlar ise Bilge Kağan, Tonyukuk ve<br />
Kül-Tigin'in sözleriyle Yoluğ Tiğin tarafından<br />
Göktürk toplumuna yazılmıştır. Bugün Orhun<br />
Yazıtları'nı okuduğumuzda karşımıza çıkan<br />
manzara, başucumuzdaki Söylev'in sayfalarında<br />
dolaşan hava ile aynıdır.<br />
Türk ulusu bu sese kulak ver!<br />
Orhun'dan gelen ses Ankara'da yankılanırken<br />
şimdi nasıl olur da kulağını kapatabilirsin?!<br />
KAYNAKLAR:<br />
(1) Kül Tigin Yazıtları,Çince Yazılan Bölümü , Batı Yüzü.<br />
(2) Kül Tigin Yazıtları Doğu Yüzü 22. Kısım.<br />
(3) Kül Tigin Yazıtları, Güney Yüzü 5-6-8. Kısımlar.<br />
(4) Arslan Bulut_30.06.2008, Yeniçağ Gazetesi<br />
( 5) Arslan Bulut_30.06.2008, Yeniçağ Gazetesi<br />
30
Peki, Ya Sonra?<br />
Mürsel Ferhat Sağlam<br />
“Ey Türk gençliği!<br />
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini,<br />
ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”<br />
Atatürk<br />
vet! Dün, gençliğe böyle bir seslenişte<br />
Ebulunmuştu büyük kumandan. Bugün o<br />
seslenişe kulak tıkayanların durumu ortadadır. Yolu<br />
belli olmayan umarsız varlıklar olarak ete kemiğe<br />
bürünmüş idraki kapalı bir varlık haline döndüler.<br />
Döndük… Aslında bu yaşamsal seslenişte öyle bir<br />
öğüt var ki duyabilene alkış tutmalıyız. Onu<br />
omzumuzda taşımalıyız. Zira yanı başımızda olanbiten<br />
her şeyden habersiz yaşamayı meslek edinmiş<br />
durumdayız. Üstelik bu iş bize kazandırmıyor, hep<br />
kaybettiriyor…<br />
Unutmayın; “duyarsızlık,” “bana necilik” bir ulusu<br />
tam ortadan bölen en tehlikeli duygusal haldir.<br />
Yazık ki biz buna bağımlı yaşamaya başladık.<br />
Bağımlı olduk. Toz, duman, alkolden ziyade<br />
cahilliğin ve yenilginin bağımlısı…<br />
Böyle öğüt dolu seslenişleri duymak yahut<br />
algılamak çok büyük bir olaymış sanılıyor. Her<br />
fırsatta, gerekli-gereksiz her şeye alkış tutmayı<br />
alışkanlık edindik. Fakat o eller bir kerecik olsun<br />
vicdanımızı uyandırmak için çarpmadı.<br />
Durup düşündük mü hiç, bizi bu hale getiren<br />
nedir? Daha dün şanıyla, şöhretiyle ve efsane olan<br />
cesurluğuyla, sorunlara akılcı çözüm üretmesiyle<br />
adından söz ettiren bu kanlı Anadolu’nun<br />
evlatlarına ne oldu da şimdi ters yönde koşuyorlar?!<br />
Galiba işin temelinde küreselleşmenin<br />
özendiriciliği yatıyor. Artık ayıbın beceri olduğu<br />
çağdayız. Bu, su götürmez bir gerçektir. Onca<br />
yanlışa karşın dosdoğru kalmak yetmiyor, tersine<br />
onların gözünde seni en büyük yalancı, düzenbaz<br />
yapıyor. “Dışlanacağıma doğrularımdan<br />
vazgeçerim” diyenlerin sesi gürleştikçe Atatürk’ün<br />
hayalini kurduğu, özünü koruyan, çalışkan gençlik<br />
üzgünüm ki kenara çekiliyor.<br />
“Sürü algısı”ndan ne zaman ki kurtulup bireysel<br />
yaşamaya, kendi doğrularımızı savunmaya,<br />
31<br />
okumaya, okutmaya yönelirsek, özenmekten<br />
kurtulur, başka ulusları kendimize özendirmeye<br />
doğru yol alırız. Bunları başarmak için ille de yalnız<br />
olmak gerekmiyor ve hatta yalnızlık bu süreçte<br />
tehlikelidir. Bireyselliğimizi kaybetmeyeceğiz ama<br />
el ele olacağız. Tek yürek atmayı, aynı düşünmek<br />
şeklinde algılamamalıyız. Ayrı düşünmeliyiz, farklı<br />
giyinmeliyiz belki; ancak ayrışmamalıyız. Aklın<br />
yolu doğruda da yanlışta da birdir. Bu yüzden çok<br />
farklı düşünsek de bizi bizden koparacak oyunlara<br />
gelmemeliyiz.<br />
“Düşünme” duyusuyla “uygulama” davranışını<br />
“inanç” tepsisinde yoğurup ortaya sımsıcak “yarar”ı<br />
çıkarmalıyız.<br />
Farkında mısınız bilmem ama bireysel düşünmeyi<br />
vurgulayan ben bile şu anda çoğulcu yazıyorum.<br />
“BİZ” diyorum. Zira bencillik, aklı kemirdiği<br />
sürece yarardan söz edemeyiz. Yararlı olmayacak bir<br />
çaba boşa yorulmak anlamına gelir. Bunun kimseye<br />
artısı olmaz.<br />
Anadolu’nun gönlü dik gençliği, ara sıra tökezlese<br />
bile kimliğinden, benliğinden, birlikteliğinden bir<br />
şey yitirmiyor. Bugünlerde çok tökezliyoruz, doğru,<br />
ama dün –bundan 80 yıl önce- dimdik ayakta<br />
olduğumuzu, dünya efendiliğine dörtnala<br />
koştuğumuzu unutmayın. Yarınlara kalmak için<br />
bazen ufak düşüşler, yaralanmaların olması<br />
doğaldır.<br />
Ulu Önder Atatürk’ün öğütleri eşliğinde, Fatih’in<br />
hırsını örnek alarak, Yavuz’un stratejik duyarlılığını<br />
meslek edinerek, Kanuni’nin adaletini<br />
uygulayarak, Attila’nın hoşgörü ve siyasetini<br />
öğrenerek kafamızı yeni düşüncelere açmalıyız.<br />
Böylece atalarına layık bir genç kuşak olabiliriz.<br />
Son olarak… Umarım bu yazı, “Peki Ya<br />
Daha Sonra?” serzenişini karşılar nitelikte<br />
olmuştur…
Önümüzdeki sayılarda özellikle Türk Ulusu'na,<br />
Atatürk’e ve cumhuriyetimize yönelik aşağılama<br />
ve algı operasyonlarına yanıt niteliğinde<br />
çalışmalar yayınlamamız gerektiğini<br />
düşünüyorum. Ayrıca dergiyi, yayınlanacağı ayın<br />
en geç ilk 10 gününde yayınlamaya çalışmalıyız.<br />
Ahmet Gençal<br />
Yayın Kurulu Üyesi<br />
ÖZELEŞTİREL BAKIŞ<br />
Sayı 3-4 Haziran-Temmuz<br />
Türkçülüğün ilgili olduğu bütün konulara<br />
değinmemiz, ülkünün yararına olacağı gibi<br />
ULUKAYIN’a da ayrı bir özgünlük<br />
kazandıracaktır. Ayrıca “arınmış Türkçe”<br />
ilkemizden ödün vermeden yayınlanan yazılarda<br />
geçen terimlerin Türkçeleştirilmemiş eski<br />
adlarının parantez içerisinde belirtilmesi,<br />
okuyurun anlamasını kolaylaştıracağı gibi anlam<br />
kayması sorununu da önleyecektir.<br />
Derginin son sayısını bitirdikten sonra aklıma ilk<br />
olarak güncel sorunlarla ilgili yazıların<br />
artırılabileceği geldi. Yazıların içeriğine söz<br />
edemem ama "Aylık Tarih, Düşünce ve Ekin<br />
Dergisi" sloganıyla çıkan dergide tarih ve yazınla<br />
ilgili daha fazla yazının yer almasını isterim;<br />
örneğin bir yazın köşesi olabilir, burada<br />
önerilebilecek kitaplar (roman, öykü, şiir vd.) yer<br />
alabilir... Dergi, görsel açıdan da biraz daha<br />
varsıllaştırılabilir ayrıca...<br />
Samed Ayazlı<br />
Sivas Temsilcisi<br />
ULUKAYIN'ın eksikleri yok değil, tabii ki var...<br />
Örneğin; sanat, spor, ekonomi gibi dallarda da<br />
yazılar olsa içerik daha varsıl olur... Başlangıç<br />
olarak içerik bakımından gayet başarılı olan<br />
ULUKAYIN, ilerleyen sayılarda daha başarılı<br />
işlere imza atacaktır...<br />
Eren Şahin<br />
Eskişehir Temsilcisi<br />
ULUKAYIN<br />
Kötü ruhlar def edilip, dinlensin ULUKAYIN!<br />
Gölgende toplanılsın, yorgalara kalksın tayın<br />
Ne çıkar bir milyon olmayıversin senin sayın,<br />
Köktürk ordu kuranda anca ikiyüzbin ederdi...<br />
Yeryüzünü Türk atları, hep Türk atlar ezerdi...<br />
ULUKAYIN ululukta, hem çınar hem gürgendir...<br />
Duruşuyla ve gölgesiyle, say ki o bir kurgandır!<br />
Konuşmuyor ne demek! düşününce bergendir...<br />
Davullarının tokmağında, alkış-dua olunsun,<br />
ULUKAYIN gölgesine nice milyon dolunsun!<br />
Alp Aldatmaz - Hollanda<br />
Ahmet Abanoz<br />
Bursa Temsilcisi<br />
Türkçülük yalnızca yönetsel bir milliyetçilik<br />
düşüncesi değil, yaşamın her alanına hitap eden<br />
başlı başına bir uygarlık ülküsüdür. Ekonomiden,<br />
mimariye hatta sanat ve ötesine kadar<br />
Haziran-Temmuz ayında, ULUKAYIN'ı etkinlik alanında başarılı<br />
biçimde tanıtan, dergimizi daha fazla kişiye ulaştırarak okurlarıyla<br />
buluşturan Osmaniye/Bahçe Temsilcimiz Ali Kutlu, "ayın<br />
temsilcisi" olarak belirlenmiştir.<br />
"En iyi" kavramının sonu yoktur...<br />
Önümüzdeki aylarda, bütün temsilcilerimize çalışmalarında üstün<br />
başarılar dileriz...<br />
ULUKAYIN Dergisi Yönetimi<br />
32
sen'e ben, ben'e sen<br />
neyi neye benzetsem,<br />
diye düşünürken<br />
ışığı karalmış bir şehirde,<br />
seni bana benzetiverdi arşk...<br />
sen ben oldun,<br />
düşüncemde dağılmadan.<br />
ben sen oldum,<br />
uzaklardan sağılmadan...<br />
gecenin gündüzden<br />
gündüzün geceden,<br />
farklı kadar mı,<br />
benle sen arasındaki?<br />
halbuki,<br />
gece de sen, gündüz de sen<br />
benim gözümde<br />
hüzün de sen, mut da sen...<br />
ışık oldu da,<br />
geceden gündüze<br />
en güzel hediye,<br />
ben bulamadım 'ben'e<br />
'sen'den güzel kafiye<br />
şimdi,<br />
ne gece ne gündüz,<br />
ne hüzün, ne mut,<br />
sen, ben, birde,<br />
peşinden koştuğum umut...<br />
Zülfikar Aytaç