13.04.2017 Views

Toraks Bülteni Mayıs 2015

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

kilitlenen kapıları açarak ayrı bir ün kazanacaktır. Sanki her<br />

zaman yaşamın, merak etmenin, sorgulamanın peşindedir.<br />

Ne olursa olsun, çaresizlik duygusuna kapılmadan. Sonraki<br />

yıllarda oğlu felsefe eğitimi alırken okuduklarından çıkardığı<br />

ilk ders de “filozoflar kendilerine gülmeyi bilmeli” olmuştur.<br />

Feynman’ın sonsuzluğu yitmiştir, eşi o zamanlar için tedavisi<br />

olmayan tüberkülozdan ölmüştür. Eşiyle yaşadığı son bir yıl<br />

ise onun için sonsuzluk değerindedir 1, 2 .<br />

Yine aynı günlerde, toraks yazışma grubunda çıplak ayaklı<br />

Heidi’nin berisindeki sömürücülük sorgulandı. Ancak bu haklı<br />

çıkışların arasında kaçırıldığını düşündüğüm bir şey vardı. Kısacası,<br />

eleştirilen dönem batının geçmiş yüzyıldaki durumunu<br />

içeriyordu. Nasıl madenlerde “iş kazaları” denen ölümler<br />

konuşulurken, geçmiş yüzyıllardaki –Batı’daki madenlerdeki<br />

koşullar ve “iş kazaları” bugünün Türkiye’sindeki madenlerle<br />

ve “iş kazaları” ile karşılaştırılıyorsa... Böylesi bir anakronizmin<br />

içine düşülüyordu. Belki de farkında olmadan. İşin kötüsü<br />

geçmişin karşısına çıkarabileceğimiz “şimdi”miz yukarıdaki<br />

örneklerden anlaşılabileceği gibi pek de övünülecek bir yer<br />

değildi. Batı’nın bu çirkin yüzünü akılda tutalım. Doğru. Ama<br />

Feynman, bu büyük fizikçi, bilimle, sevgiyle,<br />

yaşamındaki bir insana ve sevdiğine sonsuzluk dolu<br />

bir bakıştı her şeyden önce.<br />

“Bülten için yazı yazmaya oturduğumda, gündemde Özgecan<br />

cinayeti–televizyonda mikrofon uzatılan bir kadının<br />

haykırdığı gibi katliam mı demeli– vardı. Ne yazık ki bir dizi<br />

kıyıcılığın, handiyse varoluşuyla doğal bir suçlu gibi görünen<br />

kadına karşı şiddetin yeni bir halkası olarak... Daha kötüsü<br />

bu hunharlığın sonrasında otoritenin takındığı –en iyimser<br />

deyimle timsah gözyaşları diyebileceğimiz– tutum ve şiddeti<br />

pekiştiren dil oldu. Babanın, acı içindeki babanın konuşması<br />

ile destan yazdığından bahsedilebildi, meydanlarda çocukları<br />

gençleri kurşunlatanların bu olayın da takipçisi olacakları söylenebildi,<br />

yaşam tarzına uygulanan sözlü şiddetin bu sürece<br />

nasıl davetiye çıkardığı görmezden gelinip “onlar da böyle<br />

giyinmese” denebildi. Hakikaten sözün bittiği yer olsa, kimse<br />

konuşmasa çok daha iyi olacaktı.<br />

diğer taraftan bu yüzü en acımasızca eleştirenin, irdeleyenin,<br />

buna karşı tutum alanların içinde küçümsenemeyecek bir<br />

Batı olduğunu da görmezden gelmeyelim. Kendi üzerinde<br />

düşünebilmeyi, eleştirebilmeyi bilebilmiş bir batıyı. Yanlışa da<br />

doğruya da ortak insanlık penceresinden bakabilme becerisiyle...<br />

Güzel bir deyimle: teşbihte kusur olmaz.<br />

Feynman, bu büyük fizikçi, bilimle, sevgiyle, yaşamındaki<br />

bir insana ve sevdiğine sonsuzluk dolu bir bakıştı her<br />

şeyden önce. Anlatmak, paylaşmak istedim*’’.<br />

Yararlanılan Kaynaklar<br />

1<br />

Infinity filmi ile ilgili: https://www.youtube.com/watch?v=SMa-<br />

ZOCKmcVc<br />

2<br />

Filme kaynak olan kitap: What Do You Care What Other People<br />

Think?: Further Adventures of a Curious Character by Richard<br />

P. Feynman, Ralph Leighton (Editor), Penguin books, 2007.<br />

*Elbette yaşam, Feynman’ın yaşamı da tamamen bu romanstan oluşmuyor. Anılarında daha çok oradaki eğlenceli zamanlar, şakalaşmalarla<br />

geçiştirdiği Los Alamos günleri var. Manhattan Projesi’nde atom bombasının yapılma sürecinde çalışan Feynman bu dönem<br />

üzerine, savaş, atom bombasıyla gelen yıkımla ilgili olarak pek az konuşmuştur. Kimi yerlerde uranyum izotoplarına ayrılması gibi saf<br />

fizikle ilgili soruların ona ilginç geldiğini aktarmış, kiminde ise orada tam anlamıyla ne yapıldığını bilmeme gibi teknokratça bir tutumla,<br />

“Biz yapmasak Almanlar yapacaktı” yollu gerekçelendirmeler sunmuştur.<br />

“Daha önce sanattan söz etmiştim. Bir toplama kampında<br />

böyle bir şey olur mu? Bu, kişinin sanattan ne anladığına<br />

bağlıdır. Zaman zaman bir tür doğaçlama kabare düzenleniyordu.<br />

Barakalardan birisi geçici olarak boşaltılıyor, birkaç<br />

tahta sıra birbirine bağlanıyor veya çivileniyor ve bir program<br />

yapılıyordu. Akşam olunca kamptaki konumları çok iyi<br />

olanlar (Kapolar ve uzak işyerlerine yürümek zorunda olmayan<br />

işçiler) orada toplanıyordu. Biraz gülmek, belki de<br />

biraz ağlamak, kısacası unutmak için bir araya geliyorlardı.<br />

Şarkılar, şirler söyleniyor, bazıları kampla ilgili olan yergili fıkralar<br />

anlatılıyordu. Hepsinin de amacı, unutmamıza yardımcı<br />

olmaktı ve oluyordu da. Toplantılar öylesine etkiliydi ki, yorgun<br />

olmalarına ve katılmakla günlük yiyecek tayınlarını kaçırmalarına<br />

karşın, bazı sıradan tutuklular da kabareyi görmeye<br />

gidiyordu.”<br />

Bu sözlerin sahibi Viktor Emil Frankl Varoluşçu Psikoterapi<br />

kuramının en önemli ismidir. Kimdir Viktor Frankl? Onu<br />

bu kadar önemli, anlamlı, farklı kılan nedir? Yaşamıyla ilgili<br />

hangi detaylar yukarıdaki paragrafı daha özel ve anlamlı kılar?<br />

Viktor Emil Frankl, MD, PhD; Üçüncü Viyana Okulu<br />

olarak bilinen akımın kurucusu olan Avusturyalı nörolog ve<br />

psikiyatristtir. Varoluşcu terapinin en önemli ismi olan Victor<br />

Emil Frankl kendi geliştirdiği kuramın adını logoterapi (Anlam<br />

Merkezli Terapi) olarak adlandırmıştır. Kuramında yaşamın<br />

Canan DEMİR<br />

Maslow ve Frankl<br />

Arasında, Varoluşsal<br />

Metronom<br />

anlamına özellikle vurgu yapan Frankl, 2. Dünya Savaşı’nda<br />

Alman toplama kamplarında 4 yıl kadar süren bir tutsaklık<br />

geçirmiştir. Burada yaşadıkları ve gözlemledikleri, Logoterapi<br />

adlı psikoterapi kuramını geliştirmesine yol açmıştır. Yaşamın<br />

anlamını bulabilmek için öncelikle bir amacımızın olması gerektiğini<br />

vurgulayan Frankl, acının vazgeçilmez olduğu durumlarda<br />

acının da bir anlamı olabileceğini vurgular.<br />

Biyografisine detaylı olarak bakıldığında düşünceleri daha<br />

iyi anlaşılır. Yirmialtı Mart 1905’te Viyana’da Yahudi bir ailenin<br />

çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi Prag’in ileri gelenlerinden;<br />

babası ise Kuzey Marovyalı zanaatkar bir ailedendir. Frankl,<br />

geçim zorlukları nedeniyle Viyana’da sürdürdüğü tıp öğretimine<br />

son vermek zorunda kalan babasının gerçekleşmeyen<br />

bu arzusunu, hayatının en büyük hedefi olarak kabul etmişti.<br />

Psikolojiye olan ilgisi çok erken yaşlarda ortaya çıkar. Viyana<br />

Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirir. Nöroloji ve psikiyatri eğitimi<br />

alır ve bu yıllarda özellikle depresyon ve intihar üzerine yoğunlaşır.<br />

Kariyerinin erken dönemlerinde çağdaşı olan Sigmund<br />

Freud ve Alfred Adler’den çok etkilenir. Bindokuzyüzellidörtte<br />

henüz 19 yaşındayken “Sozialistische Mittelschüler Österreich”’ın<br />

başkanı olur (-Avusturya’da o dönemde özellikle lise<br />

ve üniversite öğrencileri arasında yaygın olan bir sosyal demokratik<br />

gençlik hareketi). O dönemlerde üniversite öğrencileri arasındaki<br />

intihar girişimlerini önlemeye yönelik oluşturduğu progra-<br />

26 I <strong>Toraks</strong> <strong>Bülteni</strong> <strong>Mayıs</strong> <strong>2015</strong> I 27

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!