Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Genç ULAK Dergisi<br />
05 Temmuz 2017<br />
Sayı: 5<br />
Yayın Türü<br />
Yerel Süreli<br />
Dergi İmtiyaz Sahibi<br />
Mehmet Alp EHLİZ<br />
Yayın Yönetmeni<br />
Şerife ALTINTAŞ<br />
Editörler<br />
Ömer KÜTÜK<br />
Kapak Tasarım<br />
Soner DURMAZ<br />
Grafik Tasarım<br />
Soner DURMAZ<br />
Yazı Kurulu<br />
Şeymanur KAYA<br />
Ömer KÜTÜK<br />
Cemile KURŞUN<br />
İremnur KURNAZ<br />
Aydın<br />
Reklam Rezervasyon<br />
Ferhat BOZDEMİR<br />
Seda BAŞARAN<br />
Tolga ERULAŞ<br />
İdari Merkez<br />
Sahibi Ata Mah. Şirazlı Medrese Cad. K. Şimşek Apt. No:18 Kat/1 Meram/ KONYA<br />
TEL: 0(332) 350 07 08<br />
İletişim Adresi<br />
iletisim@ulakdergisi.com<br />
Basım Yeri<br />
Alaaddin Keykubat Kampüs İçi Selçuk Üniversitesi Basım Evi
ÖNSÖZ<br />
'İstanbul sıcağı,Ankara ayazı sen de bu memleketin bir parçasısın Arkadaş!' diyerek çıkmış olduğumuz<br />
bu yolda rabbim bir yıldan fazladır sizlerin huzurunda olmayı ve bu dergiyi üretmeyi bizlere<br />
nasip etti.<br />
Bir yıl boyunca durmadan çalışan,güzel işlere imza atan görevli arkadaşlarıma sizlerin huzurunda<br />
yeniden teşekkür ediyorum ve Ataların izinde GENÇ ULAK olarak durmandan çalışacağımızı<br />
yeniden söylüyorum.<br />
Desteklerini benden esirgemeyen Kıymetli Aileme,bir hayal olarak çıktığımız bu yolda bize destek<br />
veren tüm arkadaşlarıma ve Grafik Tasarım Çalışması ile bizlere yardımcı olan Soner Durmaz<br />
Kardeşime Teşekkür ediyorum.<br />
ULAK Öğrenci Topluluğunun yeni başkanı Mert Ateşok kardeşime,GENÇ ULAK dergisi yazı<br />
işleri müdürü Oğuz Çetin kardeşime ve yeni yönetim kuruluna başarılar diliyorum önceki yönetim<br />
kurulunda çalıştığım arkadaşlarıma da desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum ve bir şiir ile sizi<br />
dergi ile baş başa bırakıyorum.<br />
İyi okumalar<br />
Dar zamanda düşmanların altına<br />
At olanlar safımıza gelmesin<br />
Garibanın, fukaranın sırtına<br />
Bit olanlar safımıza gelmesin<br />
Ağırlık, irilik ölçüsün bırak<br />
Tartıya vurulmaz beyinle, yürek<br />
Bu ülkede iman gerek, ruh gerek<br />
Et olanlar safımıza gelmesin.<br />
Öte dursun işkembeden atanı<br />
Lâzım değil kaçan ile yatanı<br />
Menfaate rüşvet verip vatanı<br />
Fit olanlar safımıza gelmesin<br />
Sapıklar her yerde atsa da çamur<br />
Gerçek mayasına kuvuştu hamur<br />
Adam istiyoruz dört başı mamur<br />
İt olanlar safımıza gelmesin.<br />
Gönül bahçesinde korku gezeni<br />
Asla kabul etmez ülkü düzeni<br />
Sevdası, sabırı, aklı, izanı<br />
Kıt olanlar safımıza gelmesin.<br />
Biz zulüm ayında güneş çağıyız<br />
Hira'dan feyzalan Tanrıdağ'ıyız<br />
Biz meyve bahçesi, üzüm bağıyız<br />
Ot olanlar safımıza gelmesin.<br />
Parolamız her zamanda, her yerde:<br />
Ölmek var da baş eğmek yok namerde<br />
Bu imana, bu ülküye, bu derde<br />
Yad olanlar safımıza gelmesin.<br />
Kan Yazısı(sh.82)<br />
Abdurrahim Karakoç<br />
Genç ULAK Dergisi İmtiyaz Hakkı Sahibi<br />
Mehmet Alp EHLİZ
İÇİNDEKİLER<br />
RUANDA KATLİAMI....................................................................1-4<br />
KORE SAVAŞI...........................................................................4-5<br />
BİR DEVRİMİN ANATOMİSİ:İRAN.................................................6-7<br />
YUGOSLAVYA’NIN DAĞILIŞI........................................................7-8<br />
TAİPİNG İSYANI...........................................................................9<br />
OSMANLI TÜRKÇESİ ÖĞRENMENİN EHEMMİYETİ........................10-12<br />
KELLOG-BRİAND PAKTI...............................................................13<br />
ULUSLARARASI İLİŞKİLER DİSİPLİNİN BEYAZ GÜVERCİNİ LAHEY KONFE-<br />
RANSI......................................................................................14
ULAK DERGİSİ 1 05.07.2017-SAYI:5<br />
RUANDA KATLİAMI<br />
ŞEYMANUR KAYA<br />
Son zamanlarda dünyadaki tüm Avrupa ülkelerinin konuştuğu ortak konu,<br />
çatışmalar sonucu Batı'ya sığınmaya çalışan mültecilerin sorunudur. Mülteciler<br />
diye nitelendirdiğimiz grubu oluşturanlar ise insanlardır.. Tıpkı Fransa, Almanya,<br />
İngiltere'deki gibi insanlar. İşte konu Avrupalı insanlar ve diğer insanlar<br />
olunca bu kıyaslamaya örnek gösterilecek en acı olay Ruanda Katliamıdır. Ruanda<br />
Katliamı, emperyalizmin çıkarları için insanları, siyah-beyaz ayrımını,<br />
hatta siyahların kendi aralarında burun ve vücüt yapılarına göre ayrımını ve bu<br />
ayrımın sonuçlarını yüzümüze en sert biçimde vurduğu olaydır.<br />
Ruanda Afrika kıtasının orta bölümünün doğu<br />
kısmında yer alan ve denize kıyısı bulunmayan<br />
bir ülkedir. Ülkenin sınır komşuları Uganda,<br />
Tanzanya, Burundi ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti<br />
oluşturmaktadır. Başkent ise Kigali'dir.<br />
Ruanda nüfusunda bilmemiz gereken nüfusun<br />
sayısı değil, nüfusun içindeki etnik grupların<br />
sayısıdır. Ruanda nüfusunun<br />
• %90'ı Hutu<br />
• %9'u Tutsi<br />
Afrika siyasetinde yönetenler ile yöneticilerin birbirinden ayrılması politikasını<br />
izleyen Belçikalıların, insanları akıl dışı kriterler kullanarak Tutsi ve Hutu diye<br />
ayırmıştır. Tutsiler'in daha ince yapılı ve narin olduğunu iddia edilmiş ve halk<br />
uzun boylu, güzel görünüşlü kişileri Tutsi olarak sınıflandırmış. Belçikalılar ilk<br />
başlarda Tutsiler'i el üstünde tutup onlara ayrıcalıklar tanımıştır. Ve bu desteklemeyi<br />
yapıp Tutusiler'i maşa olarak kullanarak Hutuları hayatın her yerinde<br />
ezmiştir. Az olanların çok olanları ezmesi mottosu ile Hutuları uzun bir<br />
süre ezdikten sonra 1950'lerde artık Hutuları desteklemiştir. Tabi bu ani dönüş<br />
1890'dan 1950'ye kadar ezilen Hutuların geçen bu süredeki kendilerine yapılan<br />
haksızlıklardan öç alma düşüncesini ortaya çıkardı. Artık güç Hutular'dadır ve<br />
60 yıllık zulmün doğurduğu düşman %9'luk Tutsiler'dir. Yani Hutu-Tutsi diye bir<br />
şeyin olmadığı sadece Belçikalıların çıkarları için bir halkı birbirine zulüm ettirerek<br />
birbirine düşman haline getirmesidir.1950'den sonra Hutular desteklenince<br />
ilk 'öç alma' 1959'da başlıyor. Belçika desteği ile ayaklanan Hutular yaklaşık<br />
yirmi bin Tutsi'yi katletti. Maalesef bu sayı sadece başlangıç. Olaylardan kaçan<br />
iki yüz bin çevre ülkelerin kamplarına kaçtı. 1962 yılında Ruanda bağımsızlığına<br />
kavuşuyor. İktidara gelen Hutu Hükümetinin ilk işi Tutsilerin haklarını budamak<br />
oluyor. Bu sefer roller değişiyor, Tutsiler toplumun her yerinde dışlanıyor,<br />
haklarına kısıtlama geliyor. Hatta hükumet vatandaşı olduğu Tutsilere 'Karafatma'<br />
olarak adlandırıyor. Birçok Tutsi göç ediyor. Çevre ülkelere sığınıyor.<br />
İyi eğitimli olan Tutsiler; Uganda,Tanzanya gibi sığındığı ülkelerin yönetiminde<br />
yüksek makamlara geliyorlar. Sürgündeki Tutsiler ülkelerine geri dönmek<br />
için 'Ruanda Yurtseverler Birliğini'(RYB) kuruyorlar. Gerisi bilindik hikaye devlet<br />
tarafından ezilen halk, devlete karşı gerilla savaşı başlatıyor. RYB silahlanıp<br />
1990'da hükumet ile silahlı mücadeleye giriyor. 1992'ye kadar iç savaş sürüyor.
ULAK DERGİSİ 2 05.07.2017-SAYI:5<br />
1992 de silahlı mücadele sona eriyor. Artık siyaset ortamında sorun çözülecekti.<br />
Tabi bu koca bir yalan...Devlete karşı silahlanan Tutsilerin silahlı kanadı RYB silahlarını<br />
bıraktı artık herkes bu işin kan dökülmeden biteceğinin sanıyordu. Ama<br />
bunu istemeyen birileri vardı tabi. Bu sorunun kökten çözülmesi gerektiğini<br />
düşünen aşırı milliyetçi Hutular, İnterahamwe adı verdikleri yarı askeri bir örgüt<br />
kurdular. Ülkenin her köşesinde örgütlenerek tüm Tutsileri ve savaş karşıtı Hut<br />
uları fişlediler. Tüm Tutsiler kayıt altında idi.<br />
İnterahamwe, artık hazır sayılırdı. Ordudaki Hutu subayları da milisleri eğitiyordu.<br />
Ülkenin ekonomisi kötü olduğundan ateşli silah temin etmek kolay değildi.<br />
Bu yüzden Çin'den yüz binlerce satır ve pala siparişi verildi tanesi 50 centten.<br />
Ama yine yetmiyordu İnterahamwe milislerine, satır yetmeyenlere ise ucu sivri<br />
sopa verildi. Artık yangını başlatacak bir kıvılcım bekleniyordu.Katliam için her<br />
şey hazırdı. Katiller satırlarını biliyorlardı. Herkes katliamın bahanesini bekliyordu<br />
o da geldi. 6 Nisan 1994 tarihinde bir Hutu olan Ruanda devlet başkanının<br />
uçağı başkent Kigala'da düşürüldü. Tabi ülke de bir kaos ortamı oluştu. Oluşan<br />
bu kaosun lime yarayacağını tahmin etmek çok da zor değil galiba. İnterahamwe'nini<br />
beklediği<br />
bahane gelmişti.<br />
Dehşet Günü: 6 Nisan<br />
1994<br />
6 Nisan günü dünya<br />
tarihinin en kanlı günlerinden<br />
biri yaşandı.<br />
Ülkenin resmi devlet<br />
radyosundan yapılan<br />
katliam çağrısı ile Irkçı<br />
Hutular başta eğitimli<br />
Tutsiler olmak üzere<br />
önceden belirlediği tüm<br />
Tutsileri doğramaya başladı.<br />
Parası olan Tutsiler<br />
ücret karşılığında ateşli silahlarla öldürülmeyi seçebiliyorlardı. Parası olmayanlar<br />
ise pala, bıçak, taş ile acı çektirilerek öldürüyorlardı. Artık yorulan Hutular dinlenmek<br />
için yakaladıkları Tutsilerin kaçmamaları için aşil tendonlarını kesiyorlardı.<br />
Katliamların ilk günü böyleydi. Ama yinede umut vardı Tutsiler için, çünkü<br />
ülkede barışı sağlamak için gelen BM askerleri vardı. Tek umut onlardı. Tabi<br />
bilmiyorlardı güvenecekleri insanlar onların zaten bu durma getirenler olduğunu...Hükumet<br />
kanadı olaylara müdahale etmiyor. Hatta göz yumuyor. Hatta ve<br />
hatta ordu saldırganlara silah temin ediyordu. Tutsiler hükumetten fayda gelmeyeceğini<br />
anlayınca tek umudu BM oldu. İşte burada o demokratik, hümanist<br />
Avrupa'nın yüzünü tüm dünya görecekti. Olaylardan önce Ruanda da görevli BM<br />
komutanları Genel Sekreterliğe katliam uyarısında bulundu ve önlem almanın<br />
gerekli olduğu iletildi. Ama Genel Sekreterlik olaylara müdahale yerine gözlem<br />
yapma görevini verdi. Katliam sırasında Ruanda da 2.500 civarı BM askeri vardı.<br />
Ama olaylarda 10 Belçika askeri öldüğü bahanesi ile BM Güvenlik Konseyi
ULAK DERGİSİ 3 05.07.2017-SAYI:5<br />
aldığı kararla asker sayısının 240'a düşürülmesine karar verildi. Yani BM insanları<br />
cellatlarına teslim ediyordu.<br />
Soykırımın Sonuçları<br />
RYB'nin ilerleyişi ile Hutularda çekilmişti. Ülkede devlete ait hiçbir resmi organ<br />
hiçbir resmi yetkili yoktu. Başkentte yağmalanmamış, yıkılmamış bina yok gibiydi.<br />
Ve şehirlerdeki insanlar ne arkadaşlarına ne komşularına hatta akrabalarına bile<br />
güvenmiyordu. Ülke 1999 yılındaki seçimlere kadar hükumetsiz gidecekti. Bu korkunç<br />
100 günün bilançosu ağırdı:<br />
• 100 gün içinde Tutsi’ler ve bazı ılımlı Hutu’lardan oluşan yaklaşık 800,000 ila<br />
1 milyon arası sivil kişi katledidi.<br />
• Soykırımdan sadece 300,000 ile 400,000 arasında kişi kurtulabildi.<br />
• Soykırımın 100 gününde 250 – 500,000 kadına tecavüz edilmiş, bu kadınlar<br />
20,000 kadar çocuk doğurmuşlar.<br />
• Hayatta kalanların 75,000’i soykırım sonucu öksüz kaldı.<br />
• Hayatta kalanların 100,000 kadarı 14 ile 21 yaş arasında, 60,000 kadarı<br />
kendine bakamıyor.<br />
• Hayatta kalanların 10 da 7’sinin aylık geliri 5000 Ruanda Frankından ( $8<br />
USD) daha az.<br />
Yaşanan katliamın ardından,<br />
sorumluların tespit edilmesi ve<br />
yargılanması için çalışmalar yapılmıştır.<br />
Ancak sorumluların sayısının<br />
fazlalığı ve yaşanan olayların<br />
yıkıcılığı yüzünden, yargılamada<br />
bazı sorunlar yaşanmıştır. Katliam<br />
sırasında neredeyse tümüyle yok<br />
olan devlet kurumlarının olmaması<br />
sebebiyle, katliam sanıklarının<br />
büyük kısmı kendi köylerinde yaşamaya<br />
devam etmiştir. Katliamın<br />
acısının halk üzerinde yarattığı etkinin dindirilmesi amacıyla, halkın kendi kuracağı<br />
mahkemelerde alacağı kararların adli olarak tanınacağının bildirilmesi üzerine<br />
"halk mahkemeleri" 3'ten fazla insan öldürenleri yargılamış ve halk kendi cezasını<br />
kendisi vermiştir. 3'ten az öldürenler ise mahkemeye bile çıkmadı. Elle tutabilecek<br />
tek ceza Ruanda Silahlı Kuvvetleri generali Augustin Bizimungu Tanzanya'daki BM<br />
Savaş Suçları Mahkemesine götürüldü. Bizimungu soykırım yaptığı için 17 Mayıs<br />
2011 tarihinde otuz yıl hapis cezasına çarptırıldı. Evet 1 milyona yakın insan katledildi<br />
ve en büyük ceza 30 yıl. Bu kadar insanı katledenler şu anda Ruanda caddelerinde<br />
yemek yeyip yürüyorlar...
ULAK DERGİSİ 4 05.07.2017-SAYI:5<br />
Son Olarak<br />
Bütün bu katliamın Avrupalıların çıkarları için ortaya<br />
attığı ırk ayrımı teorileri olduğu söylenmektedir.<br />
Üstelik bu sadece Ruanda için değil dünyadaki tüm<br />
geri kalmış ülkelerde, insanları birbirine kırdırarak<br />
yok etme mentalitesi geçerlidir. Buna en iyi örnek<br />
bizim ülkemizdir. Bizde de Tutsi-Hutu benzeri Türk-<br />
Kürt, Alevi-Sünni, Sağ-Sol gibi tehlikeli fay hatları<br />
mevcuttur. İşte bu fay hatlarının harekete geçirmek<br />
isteyenlerin tek amacı büyük depremi yaratmaktır.<br />
Bu deprem olursa hepimiz altında kalırız.<br />
Hepimizin kardeşçe yaşaması dileğiyle...<br />
KORE SAVAŞI<br />
AYDIN<br />
Kore Savaşı, 1950-1953 yıllarında,<br />
Kuzey Kore ve Güney Kore arasında<br />
meydana gelen iç savaştır. Soğuk<br />
savaşın ilk yıllarında meydana gelen<br />
bu çatışma, ilk önce ABD ve müttefiklerinin<br />
daha sonra da Çin Halk Cumhuriyeti’nin<br />
katılmasıyla uluslararası bir<br />
boyut kazanmıştır. Kore savaşı sonunda<br />
Kore’nin bölünmüşlüğü devam etmiş<br />
ve iki ayrı yönetimin birbirine olan<br />
düşmanlığı bugünlere miras kalmıştır.<br />
Savaş, tarafların karşılıklı saldırılarıyla<br />
devam etse de birbirlerine üstünlük<br />
kuramamışlardır. Kore Savaşı, 2007’de Kuzey Kore (Sovyet Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti)<br />
ve Güney Kore (ABD/ BM ittifakı) arasında imzalanan antlaşmayla yazılı<br />
olarak hükmünü bugünlere kadar korumuştur.<br />
BM'nin bütün girişimlerine rağmen iki taraf birleştirilemeyince Amerika aldığı bir karar<br />
ile Kore’nin güneyinde kendi vesayeti altında başka bir hükümet kurmuştur. Kore,<br />
Asya kıtasına geçebilmek adına büyük bir jeopolitik önem taşımaktaydı bu nedenle<br />
güçlü devletler, jeopolitik avantaj sağlamak için Kore üzerindeki çıkarlarını korumaya<br />
çalışmışlardır. Hem Japonya da hem de güney Kore de asker varlığı olan Amerika<br />
avantajlı konumda olsa da, Sovyet Rusya, Çin’i kendi kontrolüne aldıktan sonra Amerika’yı<br />
önce Kore’den daha sonra ise Japonya’dan atma planları yapmaya başlamıştır.
ULAK DERGİSİ 5 05.07.2017-SAYI:5<br />
İşte bu nedenlerden dolayı Moskova<br />
hükümeti 25 Haziran 1950<br />
sabahından itibaren Kuzey Kore<br />
kuvvetlerine Güney Kore sınırlarını<br />
işgal talimatı vermiştir.<br />
BM birlikleri; Türkiye, ABD, İngiltere,<br />
Yeni Zelanda, Belçika,<br />
Filipinler, Kanada, Lüksemburg,<br />
Yunanistan, Habeşistan, Güney<br />
Afrika Birliği, Hollanda, Kolombiya<br />
askerlerinden oluşturulmuştur.<br />
Kore savaşı antlaşmayla sonuçlandığında<br />
Kuzey Kore, Çin ile<br />
Batı bloğu arasında tampon bölge niteliği kazanmıştır. Kore savaşı sonuçlandığında<br />
savaşın bilançosu çok ağır olmuştur. Savaşta 3 milyon insan hayatını kaybetmiştir,<br />
savaş boyunca 56.000 ABD askeri, 600.000 Koreli asker, 500.000 Çin askeri ve 1,5<br />
milyon komünist öldürülmüştür. Bu savaş Amerika’nın atom gücüne fazla güvenmemesi<br />
gerektiğini öğretmiştir. Kuzey Kore, Çin ve Sovyetlerin ittifakına boyun eğen<br />
ABD, Avrupa’daki diğer devletlerle birlikte bir karar alarak yakın muharebe ve nitelikli<br />
askeri birlikler oluşturmaya başlamıştır. Kore savaşına BM üyesi olan bütün devletlerden<br />
asker katıldığı için Türkiye’den de katılım olmuştur. “Tuğgeneral Tahsin Yazıcı”<br />
komutasındaki 259 subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş<br />
ve er olmak üzere 5.090 kişilik 241. Türk Alayı, 17 Eylül 1950 de Hatay’ın İskenderun<br />
limanından hareket ederek Kore’deki BM birliklerine katılmışlardır.<br />
Katıldığı savaşlarda büyük başarılar elde eden Türk Alayı 721 şehit vermiş ve 2000<br />
askerimiz de yaralanmıştır. Türk askerleri, Kore savaşında gösterdikleri üstün başarılarla<br />
kahraman bir neslin evladı olduklarını Dünya’ya tekrar kanıtlamışlardır.<br />
Kore savaşını sona erdiren antlaşma tarafların birbirlerine üstünlük sağlayamacaklarını<br />
anladıkları zaman görüşülmeye başlanmış ve müzakereler iki yıl sürmüştür. Taraflar<br />
müzakere sürecinde çarpışmaya devam etmişlerdir. Sovyet lideri Stalin’in 1953<br />
Mart’ında ölümüyle, iktidar kavgaları ülkeyi yıpranmış ve nihayet Sovyet Rusya anlaşmayı<br />
kabul etmeye razı olmuştur. İmzalanan Panmunjom antlaşmasıyla, Kuzey ve Güney<br />
Kore arasındaki 38. enlem tekrar sınır kabul edilmiştir. Sınırlarda ve şartlarda çok<br />
değişiklik olmasa dahi Sovyet Rusya, Amerika’yı Kore’den atamayacağını anlamıştır.
ULAK DERGİSİ 6 05.07.2017-SAYI:5<br />
BİR DEVRİMİN ANOTOMİSİ: İRAN<br />
İREMNUR KURNAZ<br />
İran 1979 yılında Ayetullah Humeyni ve<br />
taraflarınca gerçekleştirilen İslam Devrimi<br />
öncesi, şah Muhammed Rıza Pehlevi tarafından<br />
1941-1979 tarihleri arasında anayasal<br />
monarşi ile yönetilmekteydi.<br />
Şah Muhammed Rıza Pehlevi, dindar ve<br />
komünist halka rağmen batı yanlısı politikalar<br />
izlemekteydi. Bu politikaların başında<br />
da petrol geliyordu. İran, Kanada’dan sonra<br />
dünyanın 2. Büyük petrol rezervine sahiptir.<br />
Petrol dünyaya yön veren bir kaynak olduğu<br />
için diğer batılı devletler İran ile olan siyasal ilişkilerini daima ön planda tutmaktaydı.<br />
Şah Batı devletleri ile sadece siyasal ilişkiler kurmakla kalmadı Batı da ki giyim tarzını,<br />
eğitim şeklini ve kadın erkek eşitliği olmak üzere Batı’ya ait birçok kültürü ülkesine<br />
taşıdı.<br />
İran halkı şahın modernleşme doğrultusunda ki bu hareketlerini hoş karşılamadı. Halktan<br />
tepki alan şah zamanla iktidarını batılı devletlere özellikle Amerika ve İngiltere’ye<br />
güvenerek devam ettirmeye başladı. Bu çıkar ilişkisine dayalı olarakta İran da ki petrollerin<br />
şah tarafından İngiltere’ye geçişi sağlandı. Şah bu yüzden arasını batılı devletler<br />
ile iyi tutmak zorundaydı. Bu zorundalık zamanla yerini şahın batılı devletler tarafından<br />
yönetilmesine bıraktı. Kararlar artık İran’ın çıkarlarını gözetmeden batılı devletlerin<br />
lehine alınmaya başladı. Şah her ne kadar İngiltere’nin yanında olsa da İçişleri Bakanı<br />
Muhammed Musaddık İran petrollerini ulusallaştırmayı başardı. Onun bu eyleminden<br />
dolayı ABD, Devlet Başkanı Eisenhower ile anlaşıp darbe yapma kararı aldılar. Bu darbe<br />
girişiminin ilk adımı Ajax Operasyonu oldu. Darbenin inandırıcı olabilmesi için CIA’ye 2<br />
milyon dolar vererek Musaddık’a karşı kamuoyu oluşturacak olan fikir adamlarını satın<br />
aldılar. Darbe girişimi ilk seferde başarısız oldu ama İngiltere ve ABD pes etmedi. Musaddık’ı<br />
yakaladı ve ömür boyunca ev hapsine mahkûm tuttu. Ancak CIA’nın yıllar sonra<br />
gizlilik ilkelerinin önemi düştüğü için ortaya çıkan belgelerde olayın aslının anlaşılması<br />
sağlandı. Ve CIA darbeyi kendisinin yaptığını kabul etti. İslam Devrimi’nin gerçekleşmesine<br />
sebebiyet veren “şah antipatisi” bu olayla iyice patlak verdi.<br />
Halk ne yapılan yenilikleri kabullenebildi ne de şahın izlediği batı yanlısı politikayı. Halk<br />
ile aynı fikirde olan biri daha vardı. Humeyni. Humeyni ilk defa bu reformlara karşı çıkarak<br />
meydana geldi ve zamanla şahın en güçlü muhalifi oldu. Şah’ın Humeyni’yi sürgüne<br />
göndermesi sonucu hükümet karşıtı hareketler patlak verdi. Halk artık yönetimde şahın<br />
olmasını istemiyordu. Bunun içinde şahın en güçlü muhalifi Humeyni’yi şah karşında<br />
destekleyerek şahı indirmeye çalıştılar. Bardağı taşıran damla ise şahın Amerikan askerlerine<br />
İran topraklarında dokunulmazlık vermesi sonucu Humeyni’nin Şah’a “İran halkını<br />
bir Amerikan köpeğinden daha da değersizleştirdin.” diyerek itham etmesi oldu.<br />
1971’de İran ekonomisi kötü giderken, İran İmparatorluğu’nun 2500. yılı için çok gösterişli<br />
bir kutlama düzenlendi. Persapolis’te yapılan ve 61 ülkenin devlet başkanının katıldığı<br />
kutlamaya harcanan paralar şahın zaten yaralı olan imajını iyice zedeledi.1974’te<br />
Şah İran’ın petrol gelirini 4 milyon dolardan 20 milyon dolara çıkardı. Ancak Amerika,<br />
Şah’ı kendisinden yüklü bir silah alımı yaparak bu parayı harcamaya ikna etti. Gereksiz<br />
yere alınan bu silahlar halkta tepkilerin artmasına neden oldu.<br />
Halk çeşitli sebeplerden de olsa Şah Rıza Muhammed Pehlevi’yi istememe konusunda
ULAK DERGİSİ 7 05.07.2017-SAYI:5<br />
hem fikirdi. Şah’a karşı muhalefet<br />
giderek büyüdü. Bu büyümeye<br />
karşılık yaşanan hükümet karşıtı<br />
hareketler ekonomiyi de olumsuz<br />
yönde etkilemeye başladı. Şah<br />
yaşanılan olayların engellenebilmesi<br />
için 1957’de SAVAK isimli<br />
gizli güvenlik teşkilatını kurdu ve<br />
eylemcileri bu teşkilat sayesinde<br />
yakaladı. Savak İran tarihinin en<br />
korkunç ve en nefret edilen örgütü<br />
oldu. Artık şah, halkın gözünde<br />
tamamen bitti. Kontrolün elinden<br />
çıktığını hisseden Şah 1978’de<br />
sıkıyönetim ilan etti. Ancak Amerika<br />
Şah’ı gözden çıkarmış, desteğini kesmişti. Şah, 16 Ocak 1979’da artık insanların<br />
sesini bastıramadığını görünce İran’dan kaçtı. Bunun üzerine Humeyni İran’a geri döndü.<br />
Yıllardır sürgünden şahın devrilmesi için çağırı yapan Humeyni İranlılarca heyecanla<br />
karşılandı ancak insanlar zaten amaçları olan şahın indirilmesi gerçekleştiğinden Humeyni’nin<br />
yeni konjonktürde aktif bir rol üstlenmesini beklemediler. Zaten Humeyni de<br />
artık 76 yaşında olduğu için, danışmanlık gibi daha pasif bir rol alması beklendi. Ama 1<br />
Şubat 1979’da televizyonda yabancı etkilerden uzak ve İslam’a sadık bir İran istediğini,<br />
ayrıca bundan sonra yönetimi kendi belirleyeceğini ilan ederek İran İslam Devrimi’ni<br />
gerçekleştireceğine işaret etti.<br />
1 Nisan 1979’da referandum sonucu İran, resmen İslam Cumhuriyeti haline geldi. Aralık<br />
1979’da ülke teokratik anayasayı ve Humeyni’nin dini liderliğini onayladı.<br />
YUGOSLAVYA’NIN DAĞILIŞI<br />
CEMİLE KURŞUN<br />
Milliyetçilik akımının tüm dünyayı ateş çemberine aldığı bir dönemde, omuz<br />
omuza verilerek kurulan bir devletti Yugoslavya...<br />
Halkı faşistlere karşı örgütleyen devrimcilerin zaferiydi. "Kardeşlik ve barış"<br />
nidalarıyla kurulan devlet "düşmanlık ve ayrılık" nidalarıyla 7 parçaya bölündü.<br />
İlk başkaldırı Ulusal<br />
Kongre'de Slovenlerden<br />
geldi. Böylelikle<br />
zincirin halkası<br />
kopmaya başlamış,<br />
Slovenya'ya destek<br />
veren Hırvatistan<br />
ve onlara cephe<br />
alan Sırbistan, Karadağ'da<br />
ayrılıkçı<br />
eylemleri arttırmıştı.
ULAK DERGİSİ 8 05.07.2017-SAYI:5<br />
Halkı isyan ve nefrete sürükleyen<br />
neydi? Josip Broz Tito'nun ölümünden<br />
sonra ortaya çıkan bunalım mı<br />
sadece?<br />
Sovyet Rusya'nın çöküşüyle birlikte<br />
Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti'nin<br />
parçalanışı emperyal yandaşları oldukça<br />
sevindirmişti. Oysa ki ülkenin<br />
zengin eyaletleri Hırvatistan ve Slovenya'nın<br />
istekleri , yoksul Sırbistan<br />
ve Karadağ'ı kışkırtmıştı. Ülkede ki<br />
hiper enflasyonun yol açtığı gelir eşitsizliği Sırbistan başta olmak üzere tüm eyaletlerde<br />
ki ırkçılıği körükledi.<br />
Öte yandan mezhep kavgası ülkenin dağılış sürecini hızlandırmıştı. Sırp Bilim ve Sanat<br />
Akademisi başkanı Miloseviç'in Kosava'da Sırplarin baskıya maruz kaldığı iddiasıyla<br />
fitillenen ateş Yugoslavya'ya yayilivermisti.<br />
Avrupa ülkelerinde<br />
ki milliyetçi partilerin ezici gücüyle başı dönen Yugoslavya halkı kendini "Multi Etnicis<br />
State" projesinin içinde buluverdi. Ardından gelen anayasal parçalanma süreci<br />
halkı dinmesi zor kan gölünde boğdu.<br />
Ülkenin içinde bulunduğu etnik savaşı çözüme kavuşturmak için kurulan Makedonya<br />
ve Kosava Akil adamlar heyeti başkanı Martti Ahtisaari eyaletleri çokca imtiyaz<br />
vererek ülke içindeki kavganın durdurulabileceğini savunanlardandı. Etnik unsurlara<br />
imtiyaz isteyen Martti Ahtisaari George Soros'un Açık Toplum entistusu tarafından<br />
destekleniyordu.Ülkeler de söz sahibi olan akil adamlar, ulusa arası ekipin bir siyasi<br />
üyesi olarak etnik sorunlara çözüm bulan en yetkin kişiler ki ülkemizde ki bazı siyasi<br />
liderlerde bunu onaylamıştı.<br />
Martti Ahtisaari gibi çözüm babalarının sırtını yasladığı ikili anlaşmalar, Yugoslavya'nın<br />
yok oluşunu garantileyen Sevr Anlaşmasından başka bir şey değildi. Yugoslavya'nın<br />
imzaladığı bu anlaşma Türkiye (İkiz Yasalar) başta olmak üzere İspanya<br />
gibi farklı ülkelerde de diplomasiye getirilen böl ve yut stratejisinin ilk uygulanan<br />
model belgesiydi.<br />
Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı maddesiyle başlayan bu anlaşmalar, ülkelerde<br />
ki etnik unsurların kendi ordularını, kendi sınırlarını oluşturmaları için yetki atfeden<br />
uluslararası önemli bir araçtır. Bu araç Yugoslavya'da Makedon komitileri, sirp<br />
çetnikleri, hirvat ustaşaları, Sloven faşistleri batı fonlariyla silahlandirmanin önünü<br />
açmıştı. Sloven ve Hırvat komutanların, Yugoslavya ordusuyla yaptığı çetin çatışmalar<br />
sonrası AB tarafından bağımsızlıkları tanındı. Parçaları eksik puzzle dönen Yugoslavya'nın<br />
başına koyu milliyetçi Sırp Miloseviç başkan oldu. Önce Kosava otonom<br />
bölgesini kaldırıp ülkeye dahil eden ve Kosava'da insanların vücutlarını parçalara<br />
bölen Miloseviç ardından Bosnalı müslümanlara önü kesilmez işkence ve katliamlarla<br />
dehşet saçtı.<br />
Makedonya'nin da bağımsızlığını ilan etmesi ardından Miloseviç, dünyanın 2. büyük<br />
soykırımını yaptı. 8372 Boşnak'ı kurşuna dizdi. Bosnalı Müslümanları korumakla görevi<br />
NATO birlikleri, Miloseviç'in hediyesine 8372 canı takas etti. Miloseviç Osmanlı'dan<br />
intikamını aldığını kan dondurucu cümlelerle basına ve kamuoyuna duyurdu.<br />
Bosna Hersek ' te diğer eyaletler gibi bağımsız bir ülke olduysa da "Boşnak" olmanın<br />
zaferini değil Bosnalı olamamanin pişmanlığını Tito'nun sonra çekmeye mahkum<br />
oldu. Türkiye Cumhuriyet'i vatandaşları olarak ölen tüm Yugoslav halkına ırk ve din<br />
farkı gözetmeden rahmet dileriz. Irkçılık bir ulusun ferdi olmak değil olamamaktır.
ULAK DERGİSİ 9 05.07.2017-SAYI:5<br />
TAİPİNG İSYANI<br />
ÖMER KÜTÜK<br />
Hong Xiuguan<br />
Hepimiz I. ve II. Dünya Savaşlarını detaylarıyla birlikte biliriz. Hatta<br />
çoğumuz I. Dünya savaşında 10 milyon, II. Dünya savaşında ise yaklaşık<br />
55 milyon insanın hayatını kaybettiğini de bilir. Ama çok azımızın Çin’de<br />
yaşanan ve 20-25 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan Taiping İsyanından<br />
haberi vardır.<br />
Dünya Tarihinin en kanlı isyanlarından biri olarak kabul edilen ve 25<br />
milyon insanın hayatına mal olan “Taiping Ayaklanması” Çin’in en kanlı<br />
devrimi olarak tarihe geçmiş, aynı zamanda Qing Hanedanlığının yıkılış<br />
sürecini de başlatmıştır.<br />
Ayaklanmanın önderi 19. Yüzyılda (1850-1864) Çin’in Kanton bölgesinde<br />
yaşayan Hong Xiuguan adlı yoksul bir köylüdür. Hong hedefleri yüksek<br />
olan bir gençtir; fakat ideallerini gerçekleştirmek için birçok memurluk sınavına girip başarısız olmuş,<br />
sonrasında ruhsal sorunlar yaşamaya başlamıştır.<br />
Hong Tanrının oğlu ve İsa’nın kardeşi olduğunu iddia ederek amacının dine reform getirip düzeni<br />
değiştirmek olduğunu söylemiştir. Her geçen gün destekçisi artan Hong ‘’Tanrıya Tapanlar’’ isimli<br />
bir tarikat kurmuştur. Tarikatın sloganının ‘’malların ortak paylaşımı’’ olması, açlıktan kırılan birçok<br />
köylü, işçi ve madenciyi hareketin saflarına çekmiştir. 3 yıl sonra arkadaşlarını harekete geçirerek bir<br />
ayaklanma başlatıp 1 Ocak 1851 tarihinde Tanrısal Büyük Barış Krallığını (Taiping Tianguo) ilan<br />
etmiştir. Böylece başlangıçta birkaç bin kişilik düzensiz çetelerle sınırlı olan Taiping kuvvetleri 1 milyon<br />
dolayında disiplinli ve fanatik askerden oluşan, erkek ve kadın askerler biçiminde örgütlenmiş<br />
bir orduya dönüşmüştür. Askerlere, kurallara uydukları müddetçe ruhani dünyada güzel bir hayatın<br />
onları beklediği inancını aşılayan Taiping bu vaatle askerlerinin ölümüne savaşmasını sağlamıştır. 10<br />
Mart 1853 de Nanjing şehri ele geçirilmiş ve şehrin ismi Tianjin (Tanrısal Şehir) olarak değiştirilmiştir.<br />
Daha sonra Taiping ordusu Şanghay’a saldırı girişiminde bulunmuştur. Fransız ve İngiliz yardımı<br />
alan Qing Hanedanlığı bu saldırıyı engelleyebilecek kuvvetleri toplamış ve Taiping savaşçılarını püskürtmüştür.<br />
Çok büyük yankı uyandıran bu ayaklanmanın etkisi 1868 yılına kadar devam etmiştir.<br />
Savaş kaybedildiğinde Hong, kimseye fırsat vermeden kendisi intihar etmiştir.<br />
14 yıl kadar süren ve Çin’in en çok kayıp verdiği bu ayaklanma etkisini yıllarca sürdürmüştür. Ayaklanmadan<br />
sonra Qing Hanedanı, Çin üzerindeki eski gücünü bir daha oluşturamamıştır.
ULAK DERGİSİ 10 05.07.2017-SAYI:5<br />
OSMANLI TÜRKÇESİ ÖĞRENMENİN<br />
EHEMMİYETİ<br />
Milletleri millet yapan ve o milleti diğer<br />
milletlerden ayrı bir millet yapan temel esaslardan<br />
birisi de o milletin kullandığı dil ve alfabesidir. Dil;<br />
fikir dünyasının tezahürüdür, kendini ifade edebileceği<br />
iletişim aracıdır. Milletin hatırası, ruhu, özü,<br />
mayasıdır. Dilini kaybeden milletler, hatırasını, hafızasını<br />
hem ferdi hem de milli kimliğini, açıkçası<br />
her şeyini kaybetmeye yüz tutmuştur. Dil şuurunu<br />
kaybeden bir millet, millet olma şerefini kaybetmekle<br />
yüz yüze gelir. Lisan ve yazısını kaybeden<br />
bir millet, hafızasını kaybetmiş demektir. Böyle bir<br />
millet, kendi kültürüne ve tarihine yabancılaşır,<br />
geçmişte ne olduğunu unutur, bugün ve gelecekte<br />
ne olacağını bilemez hale gelir.<br />
Osmanlı türkçesi; Türklerin yüzyıllar boyunca<br />
geliştirdikleri özgün bir dildir. Hem Arapçadan<br />
hem Farsçadan faydalanmış ama ikisi<br />
de olmamıştır. Gelecekle geçmiş arasındaki<br />
köprüyü sağlam kurabilmenin yolu, Osmanlı<br />
Türkçesini okuyup anlayabilmekten geçmektedir.<br />
Millî kültürümüzün temelini oluşturan<br />
eserlerimizin hemen hemen tamamı, Osmanlı<br />
türkçesi’yla yazılmıştır. Hâlbuki yeni neslimiz,<br />
dedesinden kalmış bir kitap veya eski bir tapu<br />
senedinin, bir paranın, bir çeşme kitabesi, tarihî<br />
bir çarşı girişi ya da belki her gün altından<br />
geçtiği üniversite giriş kapısında yazılı olan Osmanlı<br />
türkçesi metnini okuyamadığı gibi, gerek ne<br />
manaya geldiği, gerekse estetik zevkini yudumlama<br />
imkânından mahrumdur. Üzerinde güneş batmayan<br />
koca bir cihan devletinin dayandığı sırrın perde<br />
arkasındaki çağ açıp çağ kapayan bir kültürün<br />
mirasçıları olan bizlerin, birkaç yıl değil, asırlarca<br />
tüm dünyayı adâlet ve şefkatiyle avucuna alan ve<br />
ışık saçan o güzelliklerin hayret verici altyapısını<br />
araştırma gereği ne kadar açıktır.
ULAK DERGİSİ 11 05.07.2017-SAYI:5<br />
SANAT NOKTASINDA<br />
Tarih önünde bizden sonraki nesillere köprü olabilme mesuliyetimiz bir yana, sadece sanat noktasında<br />
dahi uzak kaldığımız bu mirasın, birçoğu üslup sahibi ve kendi başına ekol olan güzîde hattatlarımızın<br />
göz nurlarıyla bir dantelâ gibi işledikleri o kıymet biçilemeyen cânım eserlerinden niceleri,<br />
artık yabancı müze ve koleksiyoncuların en güzel köşelerini süslemektedirler. Oysaki kendi memleketimizde<br />
ecdadımızın bizlere birer emaneti, birer yadigârı olan ve bir kısmı, aylar süren çalışmalarla<br />
ancak hazırlanabilmiş hususi kâğıtlar üzerinde eşsiz birer tabloya dönüşen veya bazen pirinç bir levha<br />
ya da mermere asırlara meydan okurcasına kazınan, bazen de uğruna gözünü bile kaybetmek bahasına<br />
bir câmi’ kubbesine ilmek ilmek işlenen ve akıllara durgunluk veren hat sanatı numuneleri bugün,<br />
apayrı ve şaşılacak bir kadirbilmezliğin incitici yalnızlığına terkedilmişlerdir.<br />
Ecdadımızın her zaman şeref duyduğumuz bin yıllık şanlı bir tarih koridorundan bizlere armağan ettikleri<br />
sayısız güzîde eserler fikrî boyutta da bugün çoğumuza, maalesef bir turiste olduğu kadar uzak,<br />
anlamsız ve yabancıdır.<br />
Değil mahiyetlerinden, varlıklarından<br />
dahi habersiz olduğumuz<br />
milyonlarca taş baskısı ya da birçoğu<br />
sahasında otorite olmuş ve<br />
hâlâ bu vasfını koruyan el yazması<br />
nadide eserler, üzücüdür<br />
ki bu gidişle çürümeye mahkûm<br />
gözüktükleri kütüphanelerin<br />
tozlu raflarından, himmet ehli<br />
kişilerce gün ışığına çıkarılacakları<br />
günü beklemektedirler. Buna<br />
rağmen ne gariptir ki, tamamen<br />
bize ait olan ve günümüzde artık<br />
Osmanlı Türkçesi olarak tabir<br />
edilen Tarihî Türkiye Türkçesi’ni<br />
bir yazı dili olmaktan öte, ayrı bir lisan zannedenlerimizin sayısı<br />
maalesef hiç de az değildir. Ve yedi asır cihana hükmetmiş bir milletin<br />
çocukları, artık önüne konulan çevirilerin dışında, atalarının bugüne<br />
kadarki kültür birikiminden istifade edememektedirler. Bu çevirilerin<br />
birçoğunun eksik ya da hatalı olduğu ise ayrı bir vakıadır.<br />
Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde, yüzlerce kişilik kadroyla yıllardan<br />
beri, üstelik sadece belgelerin tasnifine yönelik ve daha çok yıllara<br />
muhtaç çalışmalar da gösteriyor ki, her biri başlı başına birer değer<br />
olan bu güzîde eserlerin, tarihî metin ve evrakların teker teker şimdiki<br />
yazıya çevrilmesine ne yeterli sayıda teknik elemanımız vardır, ne de<br />
zaman buna müsaittir.
ULAK DERGİSİ 12 05.07.2017-SAYI:5<br />
BAŞKA MİLLETLERE İMRENMEKTEN KURTULMAK İÇİN<br />
Şu halde günümüz gençliğinin hissesine, dedelerinin birkaç bin sene önceki kültür mirasını rahatlıkla<br />
okuyup anlayabilen diğer milletlere imrenmek mi düşüyor? Neden biz de kendi çocuğumuza, araştırdığı<br />
herhangi bir mevzuda, ecdadının birikimine birinci elden uzanabilme imkânını tanımayalım? Çok<br />
boyutlu bir altyapıya sâhip ve tarihine yabancı kalmamış, büyüklerine sevgisini ve saygısını kaybetmemiş<br />
bir nesil, geleceğe daha ümidle bakmamızın bir teminatı değil midir? Üzüntüyle belirtelim ki, batılı<br />
araştırmacıların hem konuşma dili cihetiyle Türkçeyi, hem de bir yazı dili olan Osmanlı Türkçesini<br />
öğrenerek yaptıkları derli toplu araştırmalardan, bugün Osmanlı’nın torunlarından ancak İngilizce<br />
bilenler istifade edebilirken, bilimsel çevirileri (!) yapılan bu yabancı kaynaklar da, ne gariptir ki, bir<br />
sokak ötedeki kendi millî kütüphanelerimizi referans göstermektedir. Gönlünde millî harstan, kültürden<br />
bir nebze olsun hissesi bulunanların, içinde bulunduğumuz bu vaziyete üzülmemesi mümkün değildir.<br />
Osmanlı türkçesiyı öğrenmek, öz yurdunda kendi kültürüne yabancı kalmış bir neslin vicdan muhasebesinde,<br />
ecdadına ve tarihine karşı vadesi çoktan dolmuş bir fikir borcudur.<br />
MESNEVİDEN BİR HİKÂYE<br />
1. Hz Mevlana Mesnevide şöyle bir hikâye anlatır. Huysuz adamın biri herkesin gelip geçtiği yol üzerine<br />
dikenli çamlar diker. Yoldan geçenler her ne kadar bunları yoldan sök at deseler de o bunların hiç birine<br />
kulak asmaz. O dikenli çalılar büyür. Yoldan geçen halkın ayağına takılır. Perişan olurlar. Hal Valiye<br />
intikal eder. Vali adamı yanına çağırır.<br />
2. Dikenleri sökmesini emreder. O da sökerim diye söz verir. Ama bugün yarın diye ertelemeye devam<br />
eder. Ne sökmem der ne sökerim der. Bir gün Vali yanına çağırır. Verdiği sözde durmayan adam emrimi<br />
hemen yap. Der. İkaz eder. Huysuz adam önümde uzun günler var nasıl olsa sökerim der. Vali adamı<br />
uyarır ama adam sözden anlamaz. Dikenler kök salip büyümeye devam eder.<br />
3. Mevlana burada şöyle der. Her gün sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama günler akıp geçtikçe o<br />
dikenler daha da kuvvetleniyor. Onu sökecek de ihtiyarlıyor kuvvetten düşüyor. Sen de her bir kötü huyunu<br />
bir diken bil o dikenler kaç keredir senin ayaklarına battı, kaç kere oldu kötü huyun seni yaraladı<br />
çirkin huyun başkalarını da rahatsız ettiğini bilmiyorsun. Sen şu dikeni gülfidanı haline getir gülfidanı<br />
ile onu işle böylece sendeki dikenler gülfidanı haline gelsin. Eğer sende şerri gidermek istersen ateşin<br />
gönlüne hakkın rahmet suyunu dök o zaman laleler ak güller güzel kokulu çiçekler yetişir.
ULAK DERGİSİ 13 05.07.2017-SAYI:5<br />
KELLOG-BRİAND PAKTI<br />
ŞEYMANUR KAYA<br />
Briand-Kellog Paktı, (1928) savaşı ulusal politikanın bir aracı olmaktan çıkarmayı amaçlayan,<br />
1928'de tamamlanıp daha sonra hemen hemen bütün ülkelerce imzalanan genel andlaşma. Resmi adı<br />
Savaşın Terk Edilmesi İçin Genel Andlaşma'dır. Paris Paktı olarak da bilinir, ayrıca Amerika metinlerinde<br />
Kellog-Briand Paktı olarak da geçer. ABD Dışişleri Bakanı Frank B.Kellog ile Fransa Dışişleri<br />
Bakanı Aristide Briand'ın girişimleri sonucu hazırlanan Pakt 1928 Ağustos'unda ABD, İngiltere,<br />
Fransa, Almanya, Japonya , İtalya, Polonya, Belçika ve Çekoslavakya tarafından imzalandı.Daha sonra<br />
SSCB ve Türkiye de (Ocak 1929) dahik olmak üzere pakta birçok devlet katıldı.<br />
BRİAND-KELLOGG PAKTI<br />
Fransa, Avrupa'da siyasi anlamda güçlü olabilmek,dünya barışını I.Dünya Savaşı sonrasında sürdürebilmek<br />
amacıyla ABD'ye barış paktı imzalamayı teklif etmişti.Her ne kadar ABD Monroe Doktrini<br />
çerçevesinin dışına çıkmak istemese de Dışişleri Bakanı Kellogg , böyle bir pakta sıcak bakmaktaydı.<br />
Nitekim Fransa'nın "Savaşı bir politika aracı olmaktan çıkarma " teklifine karşılık, ABD; bu taahhüdün<br />
tüm dünyaca imzalanacak çok taraflı bir anlaşmada yer alması gerektiğini belirtmişti.<br />
Briand-Kellog Paktı'nın temel amaçları şu şekilde sıralanabilir:<br />
* Savaş devletlerin ulusal politikalarına alet edilmemelidir.<br />
* Savunmaya dayanmayan savaş, kanun dışıdır.<br />
* Anlaşmazlıkların çözümlenmesinin savaş ile değil barış yoluyla<br />
mümkün olacağı kabul edilmelidir.<br />
ABD DIŞİŞLERİ BAKANI<br />
FRANK KELLOGG<br />
Briand-Kellog Paktı Birleşmiş Milletler öncesi dönemde barışı koruma<br />
konusundaki en önemli girişimlerden biridir. Paktın tarafları andlaşmayı<br />
çiğnemiş olsa da II. Dünya Savaşı' na kadar pakt güvenilir bir<br />
belge olma özelliğini korumuştur ve savaş sonrası oluşturulan savaş<br />
suçları kavramına hukuksal temel olmuştur.Ayrıca Nünberg ve Tokya<br />
Mahkemeleri'nde Briand-Kellogg Paktı'nı ihalal eden suçlardan dolayı<br />
da yargılamalar olmuştur.<br />
FRANSA DIŞİŞLERİ BAKANI<br />
ARİSTİDE BRİAND
ULAK DERGİSİ 14 05.07.2017-SAYI:5<br />
Uluslararası İlişkiler<br />
Disiplinin<br />
Beyaz Güvercini Lahey<br />
Konferansı<br />
CEMİLE KURŞUN<br />
Uluslararası İlişkiler disiplinin amacı bildiğimiz üzere devletler arasında<br />
ki çatışma ve anlaşmazlıkları çözüp, dünyayı huzur dolu ve yaşanabilir kılmaktır.<br />
Disiplinin geçmişine göz attığımızda akan kanın durması ve devletlerin barış<br />
içinde yaşaması için sayısız konferans ve anlaşma yapılmıştır. Bu konferansların<br />
önde gelenlerinden biri de Lahey Konferansıdır. İlkinde 26, ikincisinde 44 ülkenin<br />
katılım sağladığı konferansın toplanma amacı savaş hukukunda kuralları belirlemek<br />
ve devletlerin arasındaki sorunları çözmektir. Konferansın ve beraberinde<br />
sözlesmelerin yapıldığı toplantıya katılım sağlayan başlıca ülkeler ABD ve Avrupa<br />
ülkeleridir.<br />
Konferansta 1899 1. Lahey Sözleşmesi, 1907 2. Lahey Sözleşmesi imzalanmıştır.<br />
Fakat 1. Dünya Savaşı 3. Lahey Sözleşmesinin imzalanmasına engel<br />
olmuştur. Lahey sözleşmeleri Hollanda’nın Lahey kentinde imzalandı. Uluslararası<br />
diplomasinin laik ilk dökümanlarıdır. Savaşlarda kullanılan silahların sınırlandırılmasında<br />
önemli rol oyanmıştır. Ardından Cenevre Sözleşmeleri imzalanmıştır.<br />
Savaşların son bulduğu huzurlu yarınlara. İyi Bayramlar