28.08.2014 Views

Hoş GeldİN ya ŞEHRİ RAMAZAN

Bizbiriz Dergisi 6. Sayı

Bizbiriz Dergisi 6. Sayı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Hureyre'den naklettiğine göre şöyle demiştir:<br />

لاَ‏ تَقُولُوا رَمَضَ‏ انُ‏ فَاإِنَّ‏ رَمَضَ‏ انَ‏ اسْ‏ مٌ‏ مِنْ‏ ‏َأسْ‏ مَاءِ‏<br />

d e r g i s i<br />

2147-642Bizbiriz<br />

Sayı: 6<br />

Temmuz 2013<br />

ISSN:<br />

اللَّهِ،‏ وَلَكِنْ‏ قُولُوا شَ‏ هْرُ‏ رَمَضَ‏ انَ‏<br />

"Ramazan demeyin; çünkü Ramazan, Allah'ın isimlerinden biridir. Bilakis<br />

‘Ramazan Ayı’ deyin."<br />

Beyhaki, Buhari; Savm<br />

İbn Cerîr, İmam Mücâhid'den: "Sakın 'Ramazan' demeyiniz. Çünkü<br />

Ramazanın ne olduğunu bilmezsin. Umulur ki o, Allah'ın isimlerinden<br />

biri ola. Fakat 'Ramazan Ayı' deyiniz. Nitekim Cenab-ı Hakk da öyle<br />

demiştir."<br />

Beyhaki<br />

<strong>Hoş</strong> <strong>GeldİN</strong><br />

<strong>ya</strong> <strong>ŞEHRİ</strong> <strong>RAMAZAN</strong><br />

Bizbiriz Dergisi<br />

1


EDİTÖRDEN<br />

“Zamanın hükümdarının <strong>ya</strong>nındaki has adamlarından<br />

biri, karşılaştıkları her olaydan sonra<br />

‘Her şeyde bir hayır vardır’ der dururmuş. Eh…<br />

kötü bir temenni değil der, sultan da pek ses<br />

etmezmiş…‘öyledir’ der geçermiş. Bir gün ava<br />

çıktıklarında yollarını kaybetmişler; <strong>ya</strong>ğmurlu<br />

ve fırtınalı bir gecede bir kulübeye sığınmışlar.<br />

Güç bela buldukları odunları kırıp <strong>ya</strong>kmak<br />

için uğraşırken sultanın gözüne bir kıymık<br />

kaçmış. Gözü bir anda kör olan sultan acı ile<br />

kıvranırken adamcağız her zamanki hali ile<br />

‘üzülmeyin sultanım, her şeyde bir hayır vardır’<br />

deyivermiş. Sultan da<strong>ya</strong>namayıp ‘efendi efendi<br />

gözüm kör oldu görmüyor musun? Bunun<br />

hayır neresindedir?’ demiş ve adamı kovmuş.<br />

Birkaç gün içinde kendini toparla<strong>ya</strong>n sultan<br />

dönüş yoluna koyulmuş. Yol üzerinde eşkı<strong>ya</strong>lar<br />

kendisini <strong>ya</strong>kalamışlar ve ‘efendi, bugün eşkı<strong>ya</strong><br />

başının bir dileği kabul oldu. Bize de dileğinin<br />

kabulünün karşılığı olarak; bugün <strong>ya</strong>kaladığınız<br />

ilk canlıyı kurban niyeti ile kesin dedi. Şimdi<br />

seni bu niyetle boğazla<strong>ya</strong>cağız. Ne <strong>ya</strong>palım<br />

biz de emir kuluyuz, hakkını helal et’ demişler.<br />

Sultan şaşkın ve bitkin haldedir. Sultanı <strong>ya</strong>tırıp<br />

boğazına bıçağı da<strong>ya</strong><strong>ya</strong>n eşkı<strong>ya</strong> bir gözün kör<br />

olduğunu fark edince eşkı<strong>ya</strong> başına seslenmiş.<br />

‘Reis, birini <strong>ya</strong>kaladık ama bir gözü kör. Bildiğimiz<br />

kadarı ile bundan kurban olmaz’ demiş. Reis<br />

de; ‘Salın o zaman gitsin, sağlam birini bekleyin’<br />

demiş. Sultan kurtulup sara<strong>ya</strong> varınca ‘Her şeyde<br />

bir hayır vardır’ deyip duran şahsı aratıp buldurmuş,<br />

kendisinden onu <strong>ya</strong>nından kovduğu<br />

için özür ve helallik dilemiş. Adamcağız da ‘Sultanım,<br />

<strong>ya</strong>nınızdan beni kovmanızda da bir hayır<br />

varmış, aksi halde beni keserlerdi” demiş…<br />

******<br />

Acaba kendi kendimize ne kadar soruyoruz<br />

nede hayır, nede şer var ve<strong>ya</strong> ne kadar biliyoruz<br />

hangi işimizin hayır hangi işimizin şer olduğunu…Oysa<br />

herhangi bir kaideye bağlı kalmaksızın<br />

bize hoş gelen şeylere ötesini berisini<br />

düşünmeden “hayırlısı” deriz geçeriz. Kendimiz<br />

için hayırlı gördüğümüzü bize kaygı ve üzüntü<br />

vermesini istemeyiz. Zira kimse kendisi için<br />

kötü olanı istemez ve dilemez. Her zaman aklımızda<br />

olması gerekirken bazen unuttuğumuz<br />

bir gerçek var ki her hayır dileyenin üzerinde<br />

mutlak hayır dileyen var. Hayrı istemek ve gayret<br />

göstermek bizim çabalarımızla şekilleneceği<br />

gibi Allah-u Teala’nın da uygun görmesi ve nasip<br />

etmesiyle gerçekleşir. Elhamdülillah inancımız<br />

gereği hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini<br />

biliriz. Bizler hayır gördüğümüze yönelip çaba<br />

sarfetmeliyiz. Cenab-ı Hak bize hoş görünen<br />

değil hakkımızda hayırlı olanı versin. Amin…<br />

******<br />

Değerli okuyucularımız içinde olduğumuz Şaban<br />

ayı ve girecek olduğumuz on bir ayın sultanı<br />

Ramazan ayının feyz ve bereketi ile bereketlenen<br />

bir sayımızla daha karşınızdayız. Kardeşlerimiz<br />

bu sayıda yine bir birinden güzel konuları<br />

kaleme alarak siz değerli okuyucularımızın<br />

istifadesine sunmanın haklı sevincini <strong>ya</strong>şıyorlar.<br />

Bizlere bu sevinci <strong>ya</strong>şattığınız için Bizbiriz Dergisi<br />

olarak hepinize çok teşekkür ederiz.<br />

Ramazan ayının tüm İslam âlemine birlik, dirlik<br />

ve beraberlik getirmesi temennisiyle .<br />

Selam ve dua ile….<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

İmti<strong>ya</strong>z Sahibi<br />

Bizbiriz Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Genel Yayın Koordinatörü<br />

Kadir Aydın<br />

Editör<br />

Duran Toklucu<br />

Grafik – Tasarım<br />

Yasin Candan<br />

Fotoğraf<br />

Bahadır Aktaş<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Samet Dünsöz<br />

Yayın Kurulu<br />

Ali Haydar<br />

Eslem Ercan<br />

Faruk Kul<br />

Ebubekir Onhan<br />

Selman Bahar<br />

Safa Ak<br />

Ayşe Tunç<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı Tarihi<br />

Temmuz 2013<br />

Baskı<br />

Erman Ofset<br />

Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit.<br />

Yayın Cad. 6. Blok No:14 Kon<strong>ya</strong><br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

Bizbiriz Dergisinde <strong>ya</strong>yınlanan <strong>ya</strong>zı,<br />

şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon,<br />

infografik ve makalelerin elektronik<br />

ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı<br />

Bizbiriz Derneği’ne aittir.<br />

Yayın Türü<br />

Aylık, <strong>ya</strong>ygın süreli <strong>ya</strong>yın<br />

Bizbiriz Derneği<br />

Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />

Turgutoğlu Sokak No:9<br />

Meram / KONYA<br />

Tel : 0 (332) 353 27 00<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25<br />

3


Ramazan Ayı<br />

6<br />

Avrupa’nın<br />

arka bahçesi<br />

Gezi Parkı...<br />

8<br />

Surelerden<br />

10<br />

Fıkıh<br />

13<br />

Hadis<br />

16<br />

Siyer-i Nebi<br />

17<br />

Tasavvuf<br />

20<br />

Ayın<br />

Sohbeti<br />

27<br />

Nefes Gibi<br />

31<br />

Sahabe-i Güzin<br />

32


Müslüman<br />

Bilimadamları<br />

37<br />

İlm-ü Hal<br />

40<br />

‘Sınır’sız<br />

Kardeşlikler...<br />

43<br />

Arapça<br />

Rabca’<strong>ya</strong><br />

Götürür<br />

45<br />

Haydar<br />

48<br />

İlginç Bilgiler<br />

49<br />

Sığınarak<br />

İsteriz<br />

50<br />

Tarih’te<br />

Temmuz<br />

52


Ramazan Ayı<br />

Hamide ERBAY<br />

Beşiktaş İlçe Vaizi<br />

Ramazan kelimesi iki mana<strong>ya</strong> gelir:<br />

Ramazan “<strong>ya</strong>nmak” demektir<br />

“Ramaz” kelimesi güneşin sıcaklığının<br />

şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek<br />

kızgın yere “ramda” denir. “Ramazan” “ramda”<br />

mastarından “<strong>ya</strong>nmak” manasına gelir. Yani<br />

kızgın yerde <strong>ya</strong>lın a<strong>ya</strong>k yürümekle <strong>ya</strong>nmak<br />

demektir.<br />

Bu a<strong>ya</strong> “Ramazan” denmesinin bir sebebi;<br />

bu ayın günahları <strong>ya</strong>ktığıdır.<br />

Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden ıstırap<br />

çekilir. Ve<strong>ya</strong>hut oruç hararetinden günahlar<br />

<strong>ya</strong>kılır. 1<br />

Ramazan “<strong>ya</strong>ğmur” demektir.<br />

Yaz sonunda güz mevsiminin başlangıcında<br />

<strong>ya</strong>ğıp yeryüzünü tozdan temizleyen <strong>ya</strong>ğmur<br />

manasına gelen “Ramadiyu” masdarından<br />

gelir. Bu <strong>ya</strong>ğmur yeryüzünü yıkadığı gibi<br />

şehr-i Ramazan da ehl-i imanı günahlardan<br />

yıkayıp kalplerini temizlediği için bu isim ile<br />

isimlendirilmiştir.<br />

Ramazan, “Allah’ın isimlerinden” olduğu da<br />

rivayet edilmiştir.<br />

Enes Bin Malik; Rasulullah (s.a.v)<br />

Efendimiz’in şöyle buyurduğunu anlatmıştır;<br />

Sadece ’Ramazan’ demeyiniz. Allah-u Teala<br />

nasıl şehr-i Ramazan (Ramazan ayı) buyurmuş<br />

1 (Elmalılı Hamdi Yazır)<br />

ise.. siz de öyle deyiniz.” 2<br />

“Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra<br />

koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” denir. 3<br />

“Ramazan gelince, Allah-u Teala meleklere,<br />

müminlere istiğfar etmelerini emreder.” 4<br />

“Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma,<br />

sonraki Cuma<strong>ya</strong> kadar; Ramazan ayı, sonraki<br />

Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.” 5<br />

“Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan<br />

orucunu tutması gerekir.” 6<br />

“Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret,<br />

sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.” 7 “ İslam,<br />

kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak,<br />

zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve<br />

haccetmektir.” 8<br />

“Allah-u Teala’nın, gözlerin görmediği,<br />

kulakların işitmediği ve hiç kimsenin ha<strong>ya</strong>line<br />

bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak<br />

oruçlular içindir.” 9<br />

Rasulullah (s.a.v), Ramazan-ı şerifin fazileti<br />

hakkında buyuruyor ki;<br />

2 (Buhari)<br />

3 (Nesai)<br />

4 (Deylemi)<br />

5 (Taberani)<br />

6 (Ebu Nuaym)<br />

7 (İ.Ebi’d-Dün<strong>ya</strong>)<br />

8 (Müslim)<br />

9 (Taberani)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

6


“Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allah-u<br />

Teala, size Ramazan orucunu farz kıldı. O<br />

ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları<br />

kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece<br />

vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin<br />

(Kadir gecesinin) hayrından mahrum kalan, her<br />

hayırdan mahrum kalmış sayılır.” 10<br />

Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı Ramazan<br />

ayının yirmi yedinci gecesi İslam’da en kutsal ve<br />

faziletli gecedir. Kadir gecesi, içerisinde Kadir<br />

gecesi bulunma<strong>ya</strong>n bin aydan daha hayırlıdır.<br />

Kur’an-ı Kerim de bu gecenin faziletini belirten<br />

müstakil bir sure vardır. Bu surede yüce<br />

Rabbimiz söyle buyurmaktadır:<br />

“Doğrusu biz Kur’an’ı Kadir gecesinde<br />

indirmişizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu sen<br />

bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır.<br />

Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle<br />

her türlü is için inerler. O gece, tanyerinin<br />

ağarmasına kadar bir esenliktir” 11<br />

Kadr sözcüğü burada şu iki anlamda<br />

kullanılmış olabilir: Bunlardan biri, takdir<br />

anlamıdır. Allah bu gece takdirleri <strong>ya</strong>ni kaderleri<br />

uygulamak üzere meleklere emir verir. Bunu,<br />

Duhân Suresindeki su ayet destekliyor: “O gece<br />

katımızdan her hikmetli emir sadır olur. “Diğer<br />

anlamı ise, azamet ve şereftir. Bu husus, surenin<br />

“Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır” ayetinde<br />

ifade edilmektedir. Nasıl daha hayırlı olmasın<br />

ki, Allah’ın insanlığa son mesajiı bu gecede<br />

indirilmeye başlanmıştır. Gece, değerini bu<br />

olaydan almaktadır. Ve bu geceyi anmak,<br />

insanlığa rahmet olarak Kur’an’ın inmeye<br />

başladığı bu geceyi ih<strong>ya</strong> etmek Müslümanlara<br />

tavsiye edilmiştir.<br />

Bir kere Resulüllah (s.a.v) Ashab-ı Kirama<br />

İsrailoğullarından birinin, silahını kuşanarak<br />

Allah yolunda bin sene cihat ettiğini bildirmişti.<br />

Ashabın buna hayret etmesi üzerine Cenab-ı<br />

Hak, Kadir suresini indirmiştir . 12<br />

Bu geceye Kadir gecesi denilmesi şeref ve<br />

kıymetinden dolayıdır. Çünkü:<br />

a) Kur’an-ı Kerim bu gecede inmeye<br />

başlamıştır.<br />

b) Bu gecedeki ibadet, içerisinde Kadir<br />

gecesi bulunma<strong>ya</strong>n bin ayda <strong>ya</strong>pılan ibadetten<br />

daha faziletlidir.<br />

c) Gelecek bir seneye kadar cere<strong>ya</strong>n edecek<br />

olan her türlü hadiseler Allah Teala’nın ezeli<br />

kaza ve takdiri ile ilgili meleklere bu gece<br />

10 (Nesai)<br />

11 Kadir/1-5<br />

12 (Tecrîd-Sarîh Tercemesi, VI, 313).,<br />

bildirilir . 13<br />

d) Bu gecede yeryüzüne Cebrail ve çok<br />

sayıda melek iner.<br />

e) Bu gece tanyerinin ağarmasına kadar<br />

esenliktir, her türlü kötülükten uzaktır.<br />

Yeryüzüne inen melekler uğradıkları her<br />

mümine selam verirler.<br />

“Kim Kadir gecesini, faziletine inanarak ve<br />

alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek ibadet ve<br />

taatla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır” 14<br />

Kadir gecesinde neler <strong>ya</strong>pılır?<br />

Teravih Namazından sonra Tesbih namazı<br />

kılınır.<br />

101 Salat-ı Şerife<br />

71 Fatiha-i Şerife<br />

71 İnşirah diye meşhur sure.<br />

114 kadir<br />

300 İhlas-ı Şerife<br />

Hizir Virdi’nin ilk 5 cümlesi 300 defa geri<br />

kalanı 33’er defa okunur. 15<br />

İşte bakın bir sene boyunca geçtiğiniz sırat.<br />

İlk önce Mevlit, doğduk; ardından Regaib,<br />

sevdik ve meylettik; sonra Miraç, yüceldik, uruc<br />

ettik; ondan sonra Beraat, geçmişimizden azat<br />

olduk ve Kadir, Kadir- i Mutlak> ın kudretinden<br />

geleceğimizi istedik. Bundan sonra bayram<br />

eder adam da, dilinden düşürmez;<br />

Bayramım imdi, bayramım imdi<br />

Yar ile bayram ederler şimdi<br />

Hamd- ü senalar, hamd- ü senalar<br />

Yarimle bayram etti bu gönlüm.<br />

Ama sen hepsinden bi-habersen, Mevlit’te<br />

tevhit tohumunu, gönlüne ekmediysen,<br />

Regaib’de besleyip, büyütmediysen, Mirac’ta<br />

yücelere erdirmediysen, Beraat’te azat<br />

edilmediysen, Kadir’ de kıymetini istemediysen,<br />

Hakk ve hakikat bayramına eremezsin!<br />

Hakk ve hakikat bayramlarına erişmemiz<br />

duasıyla… 16<br />

13 Aeg.<br />

14 (Buhari).<br />

15 Hizb-i Dua-i Muhammed<br />

16 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadır’dan Satıra Damlalar<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

7


Avrupa’nın<br />

arka bahçesi<br />

Gezi Parkı...<br />

SELMAN BAHAR<br />

Dün<strong>ya</strong>’da insanlık tarihi boyunca <strong>ya</strong>şanan<br />

bir takım kalıplaşmış olgular vardır. Bunlar<br />

topluca <strong>ya</strong>şa<strong>ya</strong>n insanların ilişkilerini<br />

şekillendirir, toplumsal ilişkilere yön verir.<br />

Kalıplaşmış bu olgular çoğunlukla toplumsal<br />

ölçekli tepkiler olarak orta<strong>ya</strong> çıkar. Bu tepkinin<br />

mantıksal olarak bir etkiye da<strong>ya</strong>nması gerekir.<br />

O toplumu zorla<strong>ya</strong>cak, rahatsız edecek bir<br />

etki olmalıdır ki tepki orta<strong>ya</strong> çıksın. 2013<br />

yılının tam ortasında Türkiye’de böyle bir<br />

etki-tepki kaosuna maruz kalmıştır. Gezi Parkı<br />

Eylemleri...<br />

Fakat Gezi Parkı’nda farklı olan şey tepkinin<br />

büyüyerek başka odaklara çekilmesidir.<br />

Kendini doğasever olarak tanımla<strong>ya</strong>n<br />

bir grup genç İstanbul’daki Gezi Parkı’nı,<br />

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kentsel<br />

projelerinden birinden korumak için eyleme<br />

başlamış ve devletin bu eylemi yersiz, gereksiz<br />

bulması noktasında <strong>ya</strong>ptığı müdahalelerle<br />

olaylar zinciri devam etmiştir.<br />

Masum bir eylem gibi gözüken bu ola<strong>ya</strong><br />

Türkiye’nin ekonomik büyümesini korkuyla<br />

takip eden dış mihraklar gizliden gizliye<br />

destek verdiler. Yabancı med<strong>ya</strong>, provokatif<br />

kaynaklı haberleri basına servis ederek<br />

Arap ülkelerinde gerçekleşen Arap Baharı<br />

devrimlerinin Türkiye’ye sıçradığı imajını<br />

vermeye çalıştı. Üzücü olan şudur ki ülke<br />

içinden de, yurdumuza yöneltilen büyük<br />

tehdidi göremeyip iktidara muhalefet olma<br />

adına çatlak sesler çıkmıştır.<br />

Nedir büyük tehdit? Ülkemizin ekonomisi<br />

yüzyılı aşkın bir süredir (Osmanlı’nın son<br />

dönemlerinden bu <strong>ya</strong>na) Avrupa ülkelerinin<br />

ekonomik kelepçeleri altında ezilirken bu<br />

yıl özgürlüğüne kavuşmuştur. Ekonomimiz<br />

IMF (Uluslararası Para Fonu) adıyla anılan<br />

Avrupa’nın para havuzundan para almayı<br />

bırakıp o havuza borç verebilecek duruma<br />

gelmiştir. Ekonomisi ilerlemiş bir devlet<br />

olarak eğitim ve sağlık alanında halkına sahip<br />

çıkan yenilikler, düzenlemeler <strong>ya</strong>pılmış ve bu<br />

da toplumsal refahın artmasını sağlamıştır.<br />

Ülkemizin yıllarca esaretine maruz kaldığı<br />

pısırık si<strong>ya</strong>set geride bırakılıp, birleşmiş<br />

Avrupalı devletlere “Biz sizinle değil İslam’la<br />

büyüğüz.” mesajını verebilecek bir si<strong>ya</strong>sete<br />

kavuşulmuştur. Ortadoğulu Müslüman<br />

devletlerin zalimi olmuş İsrail’e karşı<br />

ültimatom verebilecek bir irade oluşmuştur.<br />

Müslüman devletlerin İslam adına lider<br />

seçtikleri, sevip saydıkları bir devlet<br />

olduğumuz döneme girilmiştir. İşte ülkemize<br />

Gezi Parkı olayları vesilesiyle yöneltilen büyük<br />

tehdidin sebebi ülkemizin içinde bulunduğu<br />

ilerlemenin köklü! batı medeniyetlerinde<br />

korku u<strong>ya</strong>ndırmasıdır. Hiçbir Avrupalı devlet<br />

Ortadoğu’nun tam önünde bulunan, hem<br />

coğrafi olarak hem kültürel, ekonomik,<br />

si<strong>ya</strong>si olarak en önemlisi de İslamsal olarak<br />

Ortadoğu’yu arkasına almış, ona lider<br />

olabilecek güçlü bir Türkiye istemez. Bu fikrin<br />

söylenmesini bile tedirginlikle karşılar.<br />

Bu yüzden Gezi Olayları’nın tamda; askeri<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

8


anlamda yeni araçlar üretmeye başladığımız,<br />

ekonomik anlamda kirli pençelerden<br />

kurtulma<strong>ya</strong> başladığımız, kültürel anlamda<br />

doğu medeniyetlerinin ilgisini çekmeye<br />

başladığımız, tarihsel anlamda Türki devletlerle<br />

bağımızı kuvvetlendirecek diplomatik ilişkileri<br />

hızlandırdığımız bir yılın ortasına dek gelmesi<br />

tesadüften çok kurulmuş bir saatin alarmının<br />

çalması gibi görünüyor.<br />

Saati kuranlar belli ama alarm gibi ver<strong>ya</strong>nsın<br />

edenler kimler? İşte onlar içimizde <strong>ya</strong>şa<strong>ya</strong>n<br />

uyutulmuş gençler, büyüyen ekonominin,<br />

gelişen pazarların pastasını yemesine rağmen<br />

nankörlük içine girmiş tamahkarlar ve<br />

yıllardır İslam’ı kara leke, Müslüman’ı yobaz<br />

gören bir zihniyetle yetişmiş sözde modern<br />

batı hayranları... Fakat kullanıldıklarını<br />

anla<strong>ya</strong>ma<strong>ya</strong>cak kadar gözü dönmüş bu<br />

insanların asıl korkusu da zaten Gezi Parkı<br />

olaylarına konu olan doğa sevgisi değil, ülkenin<br />

refahına, batı<strong>ya</strong> karşı salahına hizmet edenlerin<br />

İslami bir üsluba sahip olması. Çünkü bu<br />

anlayışla beraber Müslümanlar rahatça ibadet<br />

edebilir hale geldi. Gizli saklı Kur’an kurslarına<br />

gitmek zorunda kalmak, başörtüsünün eğitim<br />

kurumlarında sorun olması gibi incitici <strong>ya</strong>ralar<br />

sarılma<strong>ya</strong> başlandı. Kısacası İslami <strong>ya</strong>şantı bu<br />

topraklarda tekrar özgürlüğüne kavuşma<strong>ya</strong><br />

başladı. Fakat özgür olduğunu savunan,<br />

İslam’ca <strong>ya</strong>şamayı reddederek daha çok<br />

özgürlük isteyen insanlar asıl özgürlüğün İslam<br />

olduğunu bilmedikleri için İslam’dan <strong>ya</strong>ni özgür<br />

olmaktan korktular. Nasıl bir durumdur ki hem<br />

özgür olmak isteyeceksin hem özgürlükten<br />

kaçacaksın, Allah hidayet versin.<br />

Müslüman ve güçlü bir devlet istemeyen<br />

Batı’nın; Müslüman gibi <strong>ya</strong>şamaktan korkan<br />

Müslümanları kullanması, “İslam’ı <strong>ya</strong><strong>ya</strong>caklar!”<br />

korkusu vererek aslında ilerleyişin önünü<br />

kesmeyi hedef göstermesidir Gezi parkı.<br />

Fakat onlara Hocamız Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu’nun güzel bir sözüyle seslenmek<br />

gerek;<br />

Sizin Düşmanınız insan mıdır?<br />

Yoksa içinizdeki şeytan mıdır?<br />

Bunu bilmeyen ahmak,<br />

Müslümana düşman olur ancak.<br />

Gezi Parkı’yla yöneltilen kirli oyun neden<br />

amacına ulaşmamıştır? Çünkü Türkiye, Lib<strong>ya</strong>,<br />

Tunus, Suriye değildir. Diğer Ortadoğu<br />

ülkelerinden farklı olarak Türkiye halkın<br />

iradesine mutabık bir şekilde yönetilen bir<br />

ülkedir. Yani Batı’nın Ortadoğu’da <strong>ya</strong>ptığını<br />

Türkiye’de <strong>ya</strong>pamamasının en önemli sebebi<br />

Türkiye’de halkın kabul ettiği bir iktidarın<br />

olmasıdır.<br />

Her ne kadar içeride çatlak sesler olsa da bu<br />

ülkeye zeval gelmiyorsa, Müslümanların zor anda<br />

birlik oluvermesi, dimdik durabilmesindendir<br />

bu. Bize düşen her seferinde yılmadan a<strong>ya</strong>kta<br />

durmaktır. Bize düşen her musibetin Allah’tan<br />

geldiğini, yine o musibete çarenin eğer<br />

şükürde, sabırda dirayetli olursak Allah’tan bir<br />

lütuf olarak geleceğini bilmektir. Bizler güçlü<br />

olmak için tek azığı İslam olan Müslümanlarız,<br />

bunun farkında olarak <strong>ya</strong>şarsak önümüzdeki<br />

setler bir nefesimizle tarumar olacaktır... Bizler<br />

İslam’ca bakabilirsek meselelere kilometrelerce<br />

uzakta kurulmuş saatleri görerek <strong>ya</strong>nı başımıza<br />

bırakılmasına müsaade etmeyeceğiz... Tabi<br />

ki bu anlayışa erebilmek için ha<strong>ya</strong>tımızın her<br />

noktasında İslam olacağız.<br />

İman çok bilmek çok konuşmak değildir.<br />

İman ha<strong>ya</strong>tına tatbik ettiğindir.<br />

der hocamız. Bizler bildiğimiz, öğrendiğimiz<br />

İslam’ı ha<strong>ya</strong>tımıza tatbik edeceğiz. Gördüğümüz<br />

oyunları İslam’la bozacağız. Bozduğumuz<br />

oyunların üstüne İslam’ı inşa edeceğiz. Bileceğiz<br />

ki, Allah İslam yolunda yürüyenle beraberdir.<br />

Bileceğiz ki, İslam yolunda yürürken ölen şehit<br />

kabul edilir. Allah hepimize İslam yolunda<br />

şehitlik nasip etsin Allaha emanet olalım.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

9


SURELERDEN<br />

Duhâ Sûresi<br />

S.GÜLSOY<br />

Yemin olsun, kuşluk vaktine.<br />

Ve sessizliğe büründüğü, kararını bulup sakinleştiği zaman geceye<br />

andolsun.<br />

Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.<br />

Elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır.<br />

Rabbin sana mutlaka lütuflarda bulunacak, sen de memnun olacaksın.<br />

O seni yetim bulup barındırmadı mı?<br />

Seni yol bilmez halde bulup, yol göstermedi mi?<br />

Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi?<br />

O halde sakın yetime kötülük ve haksızlık etme.<br />

El açıp isteyeni boş çevirme.<br />

Rabbinin lütuflarını şükranla an.<br />

Sûre, adını ilk âyette geçen “kuşluk vakti”<br />

anlamına gelen “duhâ” kelimesinden almıştır<br />

ve 11 ayetten oluşmaktadır. Mekke döneminin<br />

ilk yıllarında vahyin inişinin bir müddet<br />

gecikmesinden dolayı Resûlullah (s.a.v.) üzülmüş<br />

ve bu durum o günkü Mekke toplumu içinde<br />

sıkıntı<strong>ya</strong> düşmesine sebep olmuştu. O’nun<br />

her halini <strong>ya</strong>kından izleyen Mekkeli müşrikler<br />

“herhalde Rabbin sana darıldı ve seni terk etti”<br />

diyerek Hz. Peygamber’le alay etmeye cüret<br />

etmişlerdi. Duha Sûresi, vahyin bir müddet<br />

gecikmesiyle hüzünlenen Resûlullah’a (s.a.v.)<br />

ilâhi bir destek ve teselli kaynağı olarak<br />

indirilmiştir.<br />

Duhâ sûresi, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Yüce<br />

Allah’ın (c.c.) himayesi sayesinde çocukluğundan<br />

itibaren nice güçlükleri aştığını hatırlatmakta,<br />

gelecekte Allah Tealâ’nın (c.c.) büyük lütûfları ile<br />

Resûlullah’ın (s.a.v.) rızâ ve hoşnutluğa ereceğini<br />

müjdelemektedir. Yetimlere ve maddi-mânevi<br />

ihti<strong>ya</strong>ç içinde olanlara yönelik merhameti tavsiye<br />

eden sûre, sahip olunan nimetleri şükranla anma<br />

emriyle son bulmaktadır. 1<br />

1- Yemin olsun, kuşluk vaktine.<br />

Kuşluk vakti, güneşin parlayıp yükselmeye<br />

başladığı vakittir. Bu vakte yeminle hakikat<br />

güneşinin, ilâhî vahyin alemlere rahmet olarak<br />

gönderilen Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ufkundan<br />

doğup tüm dün<strong>ya</strong>yı aydınlatma<strong>ya</strong> başlamasına<br />

bir işarette bulunulmuştur. “Duhâ” kelimesi,<br />

“kuşluk vakti” anlamına gelmekle birlikte, 2.<br />

âyette yemin edilen “gecenin” alternatifi olarak<br />

âyette “gündüz vakti” anlamında kullanıldığı<br />

görüşünde olan birçok müfessir de vardır.<br />

1 DİBY, Kur’an YoluTürkçeMeâl-Tefsir, c. V, s. 636-637.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

10


2- Ve sessizliğe büründüğü, kararını bulup<br />

sakinleştiği zaman geceye andolsun.<br />

Kuşluk vakti, vahyin ve marifet nurunun<br />

parlama<strong>ya</strong> başladığı anı, ha<strong>ya</strong>tı ve diriliği ifade<br />

ettiği gibi, gece de adeta mutlak bir karanlığı ve<br />

sıkıntıyı hissettirmektedir. “Sakinleştiği zaman<br />

geceye andolsun” kaydı ise, sıkıntının sebep<br />

olduğu yorgunluğun, huzur ve dinginlikle<br />

beraber yok olacağına ve dolayısıyla hoşnutluğun<br />

geleceğine işaret etmektedir.<br />

Aydınlıktan karanlığa tüm zamanlara, ilâhî<br />

vahyin dün<strong>ya</strong>yı aydınlattığı kuşluk vakti ve onun<br />

müjdecisi olan gecenin sükun bulduğu sessizlik<br />

anına yemin olsun ki ey Muhammed, 2<br />

3- Rabbin seni bırakmadı ve sana<br />

darılmadı.<br />

Rivayete göre Fecr sûresinin inişinden sonra<br />

bir süre vahiy gecikmiş, müşrikler de bu olayı<br />

kullanarak Hz. Peygamber’e (s.a.v.) yönelik<br />

ala<strong>ya</strong> varan kötü sözler söylemişler ve olumsuz<br />

tavırlar takınmışlardır. Vahyin gecikmesi diğer<br />

bir rivayete göre Alak ve Müddessir sûrelerinin<br />

inişinden sonra olmuş, başka bir rivayete<br />

göre de,Necmsûresinde geçen Cebrâil’i bütün<br />

azametiyle görme ve ona iyice <strong>ya</strong>klaşma sonucu<br />

Hz. Peygamber’de (s.a.v.) oluşan heyecan ve<br />

sarsıntı <strong>ya</strong>tışsın diye bir süre vahiy geciktirilmiştir.<br />

Dûha sûresi Allah’ın (c.c.) himaye ve desteğinin<br />

her daim Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) beraber<br />

olduğunu vurgulamaktadır. 3<br />

Cenab-ı Hakk’ın kulunu bırakmaması iki<br />

şekilde olur. Birisi lütfundan, diğeri ise gazabından<br />

kaynaklanır. Âyette “darılmadı” ifadesi ile<br />

Allah’ın (c.c.) gazabı sebebiyle değil, rahmeti<br />

sebebiyle Hz. Peygamber’i bırakmadığına vurgu<br />

<strong>ya</strong>pılmaktadır.<br />

4- Elbette işin sonu senin için öncesinden<br />

daha hayırlı olacaktır.<br />

Müşrikler artık “artık Muhammed’e vahiy<br />

gelmiyor, Allah onu unuttu” gibi sözler<br />

söyleyerek Hz. Peygamber’in (s.a.v.) davasının<br />

biteceğini ümit etmişlerdir. AllahTealâ(c.c.) ise<br />

onların bu tavırları karşısında Hz. Peygamber’e<br />

(s.a.v.) bundan sonraki ha<strong>ya</strong>tının öncesinden<br />

daha hayırlı olacağını, İslâm davetinin<br />

2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IX, s.268.<br />

3 DİBY, Kur’an Yolu, c. V, s. 436.<br />

başlangıcındaki zorluğun geçici olacağını<br />

ve uzun sürmeyeceğini müjdelemiştir. Hz.<br />

Peygamber’in (s.a.v.) bulunduğu her halin sonu;<br />

mesela ha<strong>ya</strong>tının çocukluk ve gençlik dönemine<br />

nazaran peygamberlik ha<strong>ya</strong>tı; vahyin gelişine<br />

nazaran vahyin gecikmesi; vahyin gecikmesine<br />

nazaran tekrar gelmeye başlaması; bu sûrenin<br />

inişinden sonra zamanla ulaşacağı her hal;<br />

nihayet dün<strong>ya</strong><strong>ya</strong> nazaran âhiret ha<strong>ya</strong>tı O’nun için<br />

daha hayırlı olacaktır. Bu durumu daha çok açığa<br />

kavuşturup desteklemek üzere de bir sonraki<br />

ayette şöyle buyurulmaktadır:<br />

5- Rabbin sana mutlaka lütuflarda<br />

bulunacak, sen de memnun olacaksın.<br />

Hz. Muhammed’i (s.a.v.) seçerek terbiye<br />

eden Yüce Allah (c.c.) öyle lütûf ve ihsanlarda<br />

bulunacaktır ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) rıza ve<br />

hoşnutluğa erecektir. Gelecek zaman kipiyle<br />

ifade edilen lütûfların başlangıcı dün<strong>ya</strong>da ise<br />

de, asıl hoşnutluk ahiret ha<strong>ya</strong>tında olacaktır.<br />

İbn-i Abbas’tan (r.a.) gelen bir rivayete göre;<br />

HakkTealâ’nın (c.c.) Hz. Peygamber’i (s.a.v.)râzı<br />

edecek. İhsânı, Ehl-i beyt’inden hiç kimsenin<br />

ateşe girmemesidir. İbn-i Abbas’tan (r.a.) gelen<br />

diğer bir rivayete göre de O’nun rızası, ümmetinin<br />

hepsinin cennete girmesidir. 4<br />

Hz. Peygamber (s.a.v.) için daima sonrasının<br />

öncesinden daha hayırlı olacağını anlatmak<br />

için AllahTealâ (c.c.), Hz. Peygamber’in<br />

(s.a.v.) ha<strong>ya</strong>tından örnekler vererek şöyle<br />

buyurmaktadır.<br />

6- O seni yetim bulup barındırmadı mı?<br />

Hz. Peygamber (s.a.v.), annesi ona<br />

hamileyken babasını, altı <strong>ya</strong>şındayken de<br />

annesini kaybetmişti. Akabinde de önce dedesi<br />

Abdülmuttalib’in sonra da amcası Ebu Talib’in<br />

himayesinde büyümüştü. Amcası Ebu Talib,<br />

yeğeninin peygamberliğini kabul ettiğini açıkça<br />

ilan etmemekle birlikte düşmanlarına karşı<br />

korumuştu. Ayette Allah (c.c.), o güne kadar<br />

verdiklerini hatırlatarak Hz. Peygamber’i (s.a.v.)<br />

adeta teselli etmiş ve <strong>ya</strong>lnız olmadığını kendisine<br />

bildirmiştir.<br />

7- Seni yol bilmez halde bulup, yol<br />

göstermedi mi?<br />

Müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna<br />

4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 270, 274.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

11


göre bu âyette, Hz. Muhammed’in (s.a.v.)<br />

peygamberlikten sonraki dönemi ile önceki<br />

dönemi arasında bir mukayese <strong>ya</strong>pılmaktadır.<br />

Nitekim, o peygamber olmadan önce de<br />

kendi toplumunda hakim olan inanç ve<br />

<strong>ya</strong>şayışın <strong>ya</strong>nlışlığını, insanın varoluş amacına<br />

<strong>ya</strong>kışmadığını görüyor, ama onların kurtuluş<br />

yolunu bilmiyordu. Allah Tealâ (c.c.) ilahi vahyi<br />

göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu<br />

aydınlattı. Hem varacağı hedefi, hem de o hedefe<br />

nasıl varacağını gösterdi.<br />

8- Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi?<br />

Hz. Peygamber (s.a.v.) Kureyş’in soylu bir<br />

ailesine mensup olmakla beraber, kendisine<br />

babasından bir dişi deve ile bir cariyeden<br />

başka miras kalmamıştı. Zengin bir tüccar<br />

olan Hz. Hatice validemiz (r.a.) ile evlenmesi<br />

ve eşinin tüm servetini onun yönetimine<br />

bırakması,Hz. Peygamber’in (s.a.v.) maddi<br />

darlıktan kurtulmasına vesile olmuştu. Bununla<br />

beraber ayetteki “zenginlik” ibaresine daha<br />

geniş anlamlar yükleyen tefsir alimleri olmuştur.<br />

Bunlara göre, Allah Tealâ, (c.c.) Hz. Peygamber’e<br />

(s.a.v.) gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp<br />

dün<strong>ya</strong>sını zenginleştirmiş ve onu ilâhî hakikatlere<br />

mazhar kılmıştır. 5<br />

Rasûlullah’ın (s.a.v.) ha<strong>ya</strong>tından verilen<br />

bu örneklerin hepsinde, onun ahiri her daim<br />

evvelinden hayırlı olmuştur. Sûrenin son üç<br />

ayetinde Rasûlullah’a (s.a.v.) mazhar olduğu<br />

ihsanlar karşısında şükür mahiyetinde bazı<br />

görevler hatırlatılmaktadır.<br />

9- O halde sakın yetime kötülük ve<br />

haksızlık etme.<br />

Bu ve bundan sonraki iki âyetin hedefi,<br />

Rasûlullah’ın (s.a.v.) şahsında bütün toplumun<br />

dikkatini ahlaki ve sos<strong>ya</strong>l iki temel problem üzerine<br />

çekmek ve bunları çözüme kavuşturmaktır.<br />

Bunların ilki yetimlerdir. Bir hadis-i şeriflerinde<br />

Rasulullah (s.a.v.); “Yüce Allah’tan (c.c.) korktuğu<br />

takdirde yetime kefil olan kişi ile ben şu ikisi<br />

gibiyiz,” buyurmuş ve şehâdet parmağıyla orta<br />

parmağını göstermiştir. 6<br />

10- El açıp isteyeni boş çevirme.<br />

Müfessirlerin bir kısmı “el açıp isteyen”den<br />

5 DİBY, Kur’an Yolu, c. V, s.639.<br />

6 Buhârî, Talak 25, Edep24; Müslim, Zühd 42;Tirmizî, Birr14<br />

maksadın dün<strong>ya</strong><strong>ya</strong> dair bir şey isteyen dilenciler<br />

olduğunu ifade etmişlerdir. Bununla beraber,<br />

maksadın ilim ve din ile ilgili soru soran kişi<br />

olduğu görüşünde olan tefsir alimleri de vardır.<br />

Mal dilenene istediğini vermeye gücü yeten<br />

kimse yumuşak bir şekilde reddedip, bir şey<br />

vermediği zaman tehdit edilmemiştir. Ancak<br />

ilim soran kimseye ilmi olan kimsenin cevap<br />

vermemesi öyle değildir. Nitekim bir hadis-i<br />

şerifte bu konuyla alakalı olarak “kendisine bir<br />

ilim sorulup da onu gizleyen kimse, ateşten gem<br />

ile gemlenir,” buyurulmuştur. 7<br />

11- Rabbinin lütuflarını şükranla an.<br />

Şükürle ilgili iki özel görev örnek olarak<br />

sıralandıktan sonra sûre bu konuda “Rabbinin<br />

lütuflarını şükranla an” şeklinde genel ve kuşatıcı<br />

bir âyetle tamamlanmıştır. Tefsir alimleri buradaki<br />

nimet kelimesini Kur’an, peygamberlik ve sûre<br />

içinde Rasûlullah’a (s.a.v.) lütfedildiği bildirilen<br />

şeyler gibi değişik manalarda açıklamışlarsa<br />

da, bunu Rasûlullah’ın (s.a.v.) ha<strong>ya</strong>tı boyunca<br />

mazhar olduğu maddi ve manevi bütün lütûflar<br />

ve nimetler olarak anlamak sûrenin amacına ve<br />

ayetlerin akışına daha uygun düşmektedir. 8<br />

Duhâsûresinin sonunda ve ondan sonra<br />

Kur’an-ı Kerim’in sonuna kadar her sûre<br />

bittiğinde tekbir getirmek sünnettir. Bunun<br />

sebebi, vahyin gecikmesinden sonra bu sûre<br />

indiği zaman Rasulullah’ın (s.a.v.) tasdik ederek<br />

“Allahü-ekber” demiş olmasıdır. İbn-i Abbas’tan<br />

(r.a.) da rivayet edildiği üzere,Nâssûresinden<br />

sonra tekbir getirilir, Fatiha sûresi ve Bakara<br />

sûresinin ilk beş ayeti okunur ve hatim duası<br />

edilir. Bazıları tekbir getirirken sadece “Allahüekber”<br />

ile yetinir, bazıları kelime-i tevhid ile<br />

beraber “lâ ilâhe illallahüvallahüekber” der.<br />

“Elhamdülillah” diyerek hamdetmeyi ilave<br />

edenler de bulunmaktadır. 9<br />

7 Ebu Davud, İlim 9;Tirmizî, İlim 3<br />

8 DİBY, Kur’an Yolu, c. V, s. 640.<br />

9 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s.286.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

12


FIKIH<br />

Müzik<br />

AYŞE TUNÇ<br />

Müzik dinlemek, müzikli ilahi dinlemek ve<strong>ya</strong> herhangi bir enstrüman<br />

çalmak caiz midir? İzah eder misiniz?<br />

El- Cevab;<br />

Kardeşim!<br />

Yirmiden fazla hadis-i şerifte, “teğanni şeytandandır,”<br />

buyurur Habib-i Kibri<strong>ya</strong> Muhammed<br />

(s.a.v). 1<br />

“Sesini gınayla <strong>ya</strong>ni teğanni ile yükseltene<br />

şeytan musallat olur.” 2<br />

“Rahmet melekleri cerez, <strong>ya</strong>ni çan zil çıngırak,<br />

seslerinden bulunan yere girmez.” 3<br />

“Cerez, şeytanın mizmarıdır.” Mizmar demek;<br />

Yahudilerin çaldıkları çalgılar, davullar, zurnalar<br />

udlar, kemanlar, <strong>ya</strong>ylar, kemençelerdir. 4<br />

“Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haramdır.”<br />

5 Bu hadisleri dinlersen; ashab-ı cennet<br />

olursun, Allah’tan ümit kesilmez, Allah affeder,<br />

gidersin. Günah dersen bir sıkıntı yok<br />

ama, bu devirde ne günahı kardeşim dersen,<br />

artık sen ashab-ı cennet değil de ashab-ı cahim<br />

olursun. Bunu da söylemek gerekir.<br />

“Bir zaman gelecek zina, içki mizmarı, <strong>ya</strong>ni<br />

çalgıyı helal sa<strong>ya</strong>nlar çıkacaktır.” 6<br />

“Suyun otu büyüttüğü gibi şarkı, oyun ve eğlence<br />

kalpte nifakı büyütür.” 7<br />

1 Taberani<br />

2 Deylemi<br />

3 Nesei<br />

4 Müslim- Ebu Davud- Nesei<br />

5 Taberani<br />

6 Buhari<br />

7 Deylemi<br />

“Rabbim içkiyi kumarı ve darbukalı şarkıyı, kadınları<br />

haram kıldı.” 8<br />

Allah’ın Rasul’ü (s.a.v), iblise soruyor:<br />

– “Müezzinin var mı?”<br />

– Çalgıcılar, benim müezzinim.<br />

– “Yazıcın var mı?”<br />

– Dövme ve dövme <strong>ya</strong>ptıranlar, benim <strong>ya</strong>zıcılarım.<br />

– “Rasulün var mıdır?”<br />

– Kahinler ve falcılardır dedi . 9<br />

“İki ses melundur; nimete kavuşunca çalgı,<br />

musibete maruz kalınca fer<strong>ya</strong>t.” 10<br />

“Gözün zinası harama bakmak, kulağın zinası<br />

haram şeyleri dinlemektir.” 11<br />

“Rasulullah (s.a.v), çalgı aletleriyle para kazanmayı<br />

<strong>ya</strong>sakladı.” 12<br />

Hz. Ayşe anlatır:<br />

Bayram günü, iki cariye kahramanlık şiirlerini<br />

def çalarak terennüm ediyordu. Rasulullah <strong>ya</strong>tağına<br />

<strong>ya</strong>tıp yüzünü öbür tarafa çevirdi. Sonra babam<br />

Ebubekir içeri girdi:<br />

– Bu ne hal? Rasullah’ın huzurunda Allah-u<br />

Teala nın kovmuş olduğu şeytanın düdüğü ne<br />

arıyor? Diye beni azarlayınca Rasulullah (s.a.v):<br />

8 Ahmed ibn Hanbel, Müsned<br />

9 İbn Ebu’d-Dün<strong>ya</strong>, İbn Cerir e’t-Taberani<br />

10 Bezzar<br />

11 Müslim<br />

12 Begavi<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

13


–“Bırak onları her milletin bir bayramı vardır.<br />

Bu da bizim bayramımızdır.”<br />

Annemizdeki nezaketi, kibarlığı görün ki, babam<br />

başka şeyle meşgul olunca cariyelere işaret<br />

ettim dışarı çıktılar, diyor.<br />

Bu olay kadınların erkeklerle beraber oturmasının,<br />

çalgı çalmasının, şarkı söylemesinin ve<br />

seslerini erkeklere duyurmasının helal olduğunu<br />

mu gösteriyor? Eğer göstermiyorsa, halk niye bu<br />

<strong>ya</strong>nlışları <strong>ya</strong>pıyor ki?<br />

Cariye, özgür olma<strong>ya</strong>n kadın demektir. Özgür<br />

olma<strong>ya</strong>n kadına, tesettür dahi farz değildir.<br />

Hadiste cariyeler sadece söylüyorlar, oyun oynamıyorlar.<br />

Çaldıkları da oyun müziği değil, duyurma<br />

müziği şeklindedir. Bayramı duyurma tarzındadır.<br />

İyi düşünüp, iyi anlamak lazım.<br />

Hz. Ebubekir’in def için şeytanın düdüğü demesi,<br />

çalgının mübah olmadığını da gösteriyor<br />

zaten. Bayramda, savaşta,<br />

hac yolunda, sahurda, düğünlerde,<br />

askerlikte, davul<br />

çalmakta, kahramanlıkta<br />

(mehteran gibi) ileriye gitmemek<br />

kaydıyla söylemek<br />

caizdir.<br />

Kadınların düğünlerde,<br />

bayramlarda kendi aralarında<br />

def çalması da caiz olmaz,<br />

haramdır. Def ile ilahi söylenmez.<br />

İlahi, ibadettir. İbadete, çalgı karıştırılmaz.<br />

Böyle olunca, enstrüman eşliğinde söylenen ilahilerin,<br />

dinde yeri yoktur.<br />

Rasulullah (s.a.v) efendimizin geldiği bir<br />

evde, küçük zenci kızlar, cariyeler def çalıp şarkı<br />

söylüyorlardı. Rasulullah (s.a.v) girdi diye, kızlar<br />

şarkıyı bırakıp, Rasulullah’ı övmeye başladılar.<br />

Efendimiz:<br />

“Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin.<br />

Beni övmek, ibadettir. Eğlence, oyun arasında<br />

ibadet, caiz değildir,” buyurdu. 13 İslam âlimleri<br />

ilahileri, çalgı aletleriyle söylemenin küfür olduğunu<br />

bu hadis-i şeriften çıkarmışlardır.<br />

Tabiinin büyüklerinden Nafi anlatır:<br />

Abdullah bin Ömer (r.a) ile birlikte gidiyorduk.<br />

Ney sesi işittik. Abdullah, kulaklarını parmaklarıyla<br />

kapadı, oradan hızla uzaklaştık.<br />

– Ney sesi daha işitiliyor mu, diye sordu.<br />

13 Kim<strong>ya</strong>-ı Saadet<br />

İlahi, hasta olma<strong>ya</strong>n<br />

kalbi yumuşatır, haram<br />

olmaz. Çalgı çalmak<br />

ise, bütün âlimlerce<br />

haramdır.<br />

– Hayır işitilmiyor, dedim. Parmaklarını kulaklarından<br />

ayırdı:<br />

– Rasulullah da böyle <strong>ya</strong>pmıştı, dedi. 14<br />

Ebu Hureyre (r.a) anlatır. Bir kimse gelip:<br />

– Ya Rasulallah, nameli ses çok hoşuma gidiyor.<br />

Cennette güzel ses var mı diye sorunca<br />

Muhammed Mustafa (s.a.v) buyurdu ki:<br />

– “Yemin ederim ki dün<strong>ya</strong>da ibadet eden,<br />

Allah-u Teala’yı zikredip çalgı ve oyun aletlerinin<br />

sesine kulak vermeyenler, cennette bir benzeri<br />

duyulma<strong>ya</strong>n, Allah-u Teala’yı tesbih ve takdis<br />

eden güzel seslerle sürur ve neşeye gark edilirler.<br />

15<br />

Başka bir hadis-i şerifte de mealen:<br />

Kı<strong>ya</strong>mette Allah-u Teala meleklerine buyurur<br />

ki:<br />

“Kulaklarını ve gözlerini çalgılardan ve haramlardan<br />

koru<strong>ya</strong>nları getirin!’’<br />

Melekler onları misk ve<br />

amber tepeleri üzerinde<br />

toplarlar. Allah-u Teala buyurur:<br />

– “Onlara tesbihimi ve<br />

temcidimi duyurun!”<br />

O kimselere öyle güzel<br />

sesler duyururlar ki, benzerlerini<br />

hiç kimse duymamıştır. 16<br />

Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:<br />

“Allah beni hidayet ve alemlere rahmet olarak<br />

gönderdi. Beni çalgıları, eğlenceleri, cahiliyet işleri<br />

ve putları yok etmek için gönderdi. Rabbim<br />

izzeti üzerine yemin etti ki; bir kul dün<strong>ya</strong>da şarap<br />

içerse ona kı<strong>ya</strong>mette muhakkak cennet şarabını<br />

haram kılacak. Bir kul da hamr <strong>ya</strong>ni içkiyi terk<br />

ederse ona muhakkak cennet şarabını içirecektir.<br />

17<br />

İbn Hibban’ın bildirdiği hadis-i şerifte<br />

Rasulullah (s.a.v):<br />

Develerin boyunlarındaki çanları çıkarmıştır.<br />

Cerez dedikleri çan, şehveti tahrik etmez. Çan<br />

bulunan yere, rahmet melekleri girmiyor. Artık<br />

çalgı aletlerini siz düşünün.<br />

14 Eş’atü’l-Lem’at<br />

15 Gunyetu’t-Talibin<br />

16 Deylemi<br />

17 Ebu Nuaym<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

14


Ashab-ı kiramdan Enes bin malik (r.a), şöyle<br />

dedi; ’En pis kazanç şarkı ve çalgıyla kazanılandır.’<br />

18<br />

Onun kasetinin ve cd sinin de alınıp satılması<br />

da böyledir.<br />

İbn Abbas (r.a), çalgı aletleri haramdır, dedi. 19<br />

Ayşe validemiz bir evde şarkı söyleyen birini<br />

görünce ona:<br />

-Yazıklar olsun sana! Bu şeytandır, bunu çıkarın<br />

dışarı, dedi ve onu çıkardılar. 20<br />

Fudayl bin İ<strong>ya</strong>z (rh.):<br />

Müzik ve şarkı zinanın teşvikçisidir, dedi. 21<br />

Şeyh Muhammed Rebhan (h.z.) buyuruyor ki:<br />

Saz, tambur, def, ney ve diğer çalgı aletlerini<br />

çalmak, Allah-u Teala’nın emrini tutmamak olur. 22<br />

İmamı Birgivi (rh.), buyuruyor ki:<br />

Saz dinlemekten kulaklarını korumalıdır.<br />

23<br />

İbn teymiye :<br />

Şarkı ve türkü şeytani duyguları<br />

harekete geçiren en<br />

etkili unsurlardan biridir. 24<br />

Şarkı; kitap ve sünnette<br />

<strong>ya</strong>saklanmıştır. 25<br />

Şarkı ve müzik aletlerinin<br />

haram olduğu konusunda<br />

icma vardır. 26<br />

Çalgı çalmanın haram olduğu<br />

icma ile bildirildi. 27<br />

Dümbelek, ney, saz çalmak haramdır.<br />

28<br />

Ney de diğer çalgılar gibi asla caiz değildir.<br />

Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek<br />

haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks<br />

18 İbn Ebi’d-Dün<strong>ya</strong><br />

19 Beyhaki<br />

20 Buhari<br />

21 İbn Ebi’d-Dün<strong>ya</strong><br />

22 Ri<strong>ya</strong>du’n-Nasihin<br />

23 Risaley-i Birgivi<br />

24 Mecmeğu’l-Feteva<br />

25 İmam-ı Kurtubi<br />

26 İbn Salah<br />

27 Makamat-ı Mazbariye<br />

28 Tahtavi’nin şeyhi<br />

etmek caiz değildir. 29<br />

Allah-u Teala’nın aşkı ile dolmuş evli<strong>ya</strong>nın büyüklerinden<br />

olan Mevlana Celaleddin Rumi (rh.)<br />

ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi.<br />

Ve raks dönmedi. Zikrin kalp ile sessiz<br />

olacağını, Mesnevi’de bildirmekte idi. Bu da yine<br />

Saadet’i Ebediye’ de geçer.<br />

İlahi, hasta olma<strong>ya</strong>n kalbi yumuşatır, haram<br />

olmaz. Çalgı çalmak ise, bütün âlimlerce haramdır.<br />

30<br />

Sıkıntı gidermek için kendi kendine name<br />

okumak caizdir. Fakat başkalarını eğlendirmek<br />

için okumak caiz değildir. Her çalgı haramdır. 31<br />

Keyif ve eğlence için her çalgıyı çalmak ve dinlemek<br />

haramdır. İbn Abidin (rh.) buyuruyor ki:<br />

Eğlence ve<strong>ya</strong> para kazanmak için başkalarına<br />

şarkı söylemek, söz birliğiyle haramdır.<br />

Kim<strong>ya</strong>-ı Sadetten rivayet edilen hadisi,<br />

İmam-ı Gazali (rh.)’de aynen<br />

almış:<br />

“Oyun arasında beni övmeyin,<br />

beni övmek, ilahilerle<br />

naatlarla olur. İbadette<br />

eğlence, oyun arasında ibadet<br />

caiz değildir, haramdır.”<br />

Bazıları bu hadis-i şerife<br />

istinaden kadınların şarkı<br />

söylemesinin ve çalgı çalmasının<br />

caiz olduğunu söylüyorlar.<br />

Söyleyenler cariye<br />

idi. Yine söylüyoruz, onlar gayri<br />

dinden idi ve İslam olmamışlardı.<br />

Avret yeri erkeğinki gibidir. Sesi de<br />

avret değildir. Hür kadınların sesi de<br />

avrettir, saçları kolları da avrettir. 32<br />

Her çeşit çalgı dinlemek haramdır. 33<br />

Yukarıda zikredilen hadis-i şerifler fehvasınca<br />

ve alimlerin ittifakıyla herhangi bir enstrüman kullanmak,<br />

müzik dinlemek ve müzikli ilahi dinlemek<br />

haramdır.<br />

29 Reddü’l-Muhtar<br />

30 Makamat-ı Mazbariye<br />

31 Ahlak-ı Ağlağiye<br />

32 Sadıkay-ı Berika<br />

33 Fetevay-i Bezaziye<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

15


HADİS<br />

M. DİKKATLİ<br />

اَبْغَضُ‏ الْعِبَادِ‏ اِلىَ‏ اللهِ‏ مَنْ‏ كَانَ‏ ثَوْبَاهُ‏ خَ‏ يْرًا مِنْ‏ عَمَلِهِ‏ اَنْ‏ تَكُونَ‏ ثِيَابُهُ‏ ثِيَابَ‏<br />

الْاَنْبِيَاءِ‏ وَ‏ عَمَلُهُ‏ عَمَلَ‏ الْجَ‏ بَّارِينَ‏<br />

Ebu zer (r.a.) rivayet ediyor.“ Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;<br />

Allah-u Teala kulları arasında en çok buğz ettiği kimse, elbisesi<br />

amelinden iyi olandır.”<br />

Dışına bakılınca nebilere benzer gibi<br />

giyinmişler ama <strong>ya</strong>ptıkları işler cebbarca, zalimce<br />

günahkarca. Cebbar ne demek: kırıcı, dökücü,<br />

zalim kimse.<br />

Öyle zaman gelecek onların giydikleri kuzu<br />

derisi olacak, kuzu postunu giyecekler, fakat<br />

içleri canavar olacak, kurt olacak.<br />

İçleri canavar olacak, kuzu kı<strong>ya</strong>fetinde kurtlar.<br />

Güler yüz tatlı dil olacak. Her şeye gülecekler<br />

tebessüm edecekler, bazen kırılıp üzülecekler.<br />

Doğruyu söylemekten imtina edecekler, <strong>ya</strong>lanı<br />

söylemekte <strong>ya</strong>rış edecekler. Sormadan fetva<br />

verecekler, üç gün ders okuyup üçlerden, yedilerden<br />

evli<strong>ya</strong> olacaklar.<br />

Hızır Musa (a.s.)’dan kaçmış ama, şeytan<br />

kazanına düşenlere gelip <strong>ya</strong>manmış. Makam<br />

mansıp, şan, şöhreti Allah verir. Ama yolda<br />

gidene Rabbimin yolu asan ve kolaydır. Gayet<br />

açık ve serindir. Bu kuzu postuna oturanlardan,<br />

gösteriş budalası adamlardan uzak kalacağız.<br />

- Hocam cübbe giyip sarık takıyoruz.<br />

İyi de çocuklarımız görsün diye. Dışarıda takım<br />

elbise ve<strong>ya</strong>hut pantolon, gömlek giyeceğiz.<br />

Halkla bir olacaksın ama halkın içinde, gurura<br />

kibre götürmeyecek şekilde giyineceksin.<br />

Cebbarlar gibi seni tanı<strong>ya</strong>nlara gurur, kibir,<br />

seni tanıma<strong>ya</strong>nlara mütevazi oluvereceksin. Kimine<br />

elverip öptüreceksin, kimisinden el çekip<br />

söndüreceksin. Sonra da adını evli<strong>ya</strong> deyivereceksin.<br />

Bu işlerin püf noktaları vardır iyi bilirler.<br />

Peygamber koltuğuna oturdukları için,<br />

Haram ile hamr şarap tuttu cihanı<br />

Halayık cümle halktan kutlu oldu<br />

Yunus gel nasuhu tövbe eyle<br />

Nasuhu tövbenin ucu kutlu oldu.<br />

Diyor Yunus Emre, şimdi tövbe etme zamanı,<br />

tövbe edip hakka ve hakikate yönelme zamanı.<br />

Peygamber yerine geçen hocalar bu halkın<br />

başına zahmetli oldu. Peygamber yerine oturuyorlar<br />

ama faiz helaldi, zina helaldi deyip olma<strong>ya</strong>n<br />

şeylerle insanları o<strong>ya</strong>lıyorlar. Lakin gelin görün ki,<br />

daha tahareti bilmezler. Tahareti olma<strong>ya</strong>nın abdesti<br />

olmaz, abdest olmayınca namazın olmaz.<br />

Bunları açıp ikinci kitabımızdan oku<strong>ya</strong>caksınız.<br />

Bunları kaynaksız konuşmuyoruz. Biz nakkaliz,<br />

naklediyoruz. 1<br />

1 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta sohbetleri/4, s;394<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

16


SİYER-İ NEBİ<br />

M. DİKKATLİ<br />

Gönül güneşi Efendimiz (s.a.v)’ in<br />

dün<strong>ya</strong>yı aydınlatmalarının 20. Yılı.<br />

İslam’ın nurundan evvel cahiliyenin içinde<br />

bulunduğu pis, bulanık sel suyu olanca<br />

yoğunluğuyla akmakta, bir sürü insanı türlü<br />

şekillerle içine çekip, çamura katmaktaydı.<br />

Toplum içinde kan davaları, şiddet olayları,<br />

zulüm ve kavgalar, kanlı tartışmalar, kabile<br />

savaşları bitmek bilmiyordu. Araplar <strong>ya</strong>lnız<br />

Hz. İbrahim (a.s)’den beri hac ayları olarak bilinen,<br />

yılın son ayları Zilkade ve Zilhicce, bir<br />

sonra ki yılın ilk ayı Muharrem ve ‘Allah’ın ayı’<br />

olarak hürmet ettikleri Receb ayında kendi<br />

aralarında savaşmayı <strong>ya</strong>saklamışlardı. Zilkade,<br />

Zilhicce, Muharrem aylarında savaşmak<br />

haram kılınmıştır ki, insanlar Kabe’ ye gelip<br />

hac ibadetlerini güven içerisinde emin bir<br />

şekilde yerine getirebilsinler. Receb-i Şerif<br />

ise umre ayı olduğundan yine aynı sebeplerle<br />

savaşmak haram kılınmıştı. Üstelik<br />

ticaretin yoğun olduğu belli başlı aylarda<br />

ortamın bozulmaması, ekonomilerinin etkilenmemesi<br />

için senenin dört ayı bu şekilde<br />

adlandırılmış ve herkes tarafından şaşırtıcı<br />

bir saygıyla uygulanmıştır. İbadet ve ticaret<br />

ayları olarak düşündükleri bu ayları toplumda<br />

iç huzuru bozabilecek her türlü savaş,<br />

kavga ve tartışmanın <strong>ya</strong>saklanmasından<br />

ötürü, haram aylar- ‘eşhuru’lHurum’ olarak<br />

nitelendirmişlerdir. 1<br />

Allah-u Teala’nın Kur’an’ı Kerim’ de 2<br />

belirttiği gibi ateşkes hükmünde ki bu aylarda<br />

<strong>ya</strong>pılan savaşlara ‘Ficar Savaşları’ denmekteydi.<br />

‘Hak yolunu <strong>ya</strong>rıp nizamından çıkararak günaha<br />

dalmak, yemininde ve sözünde <strong>ya</strong>lancı<br />

çıkmak’ anlamlarına gelen Ficar kelimesi,<br />

kötülüğün (fücurun) karşılıklı işlenmesi, <strong>ya</strong>ni<br />

her iki tarafında günaha girmesi manasında<br />

kullanılmıştır.<br />

1İbnHişam, Sîre, s. 195<br />

2Tevbe Suresi, ayet 36.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

17


Araplar tarihinde Ficar savaşları dört kez<br />

meydana gelmiştir. Bu savaşlara bakıldığında<br />

tamamının kuru kavgalar sonucunda alevlenen<br />

ve söndürülmez bir şekilde her iki tarafa<br />

da büyük kayıplar verdiren cahiliye ateşiyle<br />

beslenmiş olduğunu görürüz. Uzun yıllar boyu<br />

savaş ortamında olağanüstü hal <strong>ya</strong>şanmış, kabileler<br />

arasında nefret ve öfke <strong>ya</strong>yılmış, çok<br />

sayıda insan ölmüş, hesapsız maddi ve manevi<br />

zararın <strong>ya</strong>nında, Kuzey ve Güney’ de <strong>ya</strong>bancı<br />

güçlerin bu durumdan faydalanmasına neden<br />

olmuştur.<br />

Bu savaşların birincisinde; Meşhur Ukaz<br />

panayırında Kinane kabilesinden bir zatın 3 ;<br />

‘Arabın en şereflisi benim!” diyerek övünmesini<br />

hakaret sa<strong>ya</strong>rak öfkelenen Havazin kabilesinden<br />

bir adamın 4 kılıcını çekerek onu <strong>ya</strong>ralamasıyla<br />

başlar, iki tarafın adamları arasında sonlanır.<br />

İkinci Ficar savaşı Kureyşliler ile Havazin kabilesi<br />

arasında olmuştur. Kinane kabilesinden<br />

birkaç gencin Ukaz panayırında oturan hicaplı<br />

bir kadına sarkıntılık ederek rahatsızlık vermesi<br />

üzerine kadının kabilesinden <strong>ya</strong>rdım istemesiyle<br />

başlar. Ölülerin de bulunduğu rivayet edilen bu<br />

savaş karşılıklı barışla sonlandırılmıştır.<br />

Üçüncü Ficar savaşında yine Ukaz panayırında<br />

Havazinliler ve Kinaneliler arasında bir alacak<br />

meselesi yüzünden çıkan tartışma kan dökülmeden<br />

sonuçlanmıştır.<br />

Ukaz panayırında <strong>ya</strong>şanan dördüncü ve son<br />

Ficar savaşında ise Kinaneoğulları ile Havazin<br />

(Kays-ı Aylan) kabileleri arasında, Kinâneli Barraz<br />

b. Kays adındaki adamın Havazin kabilesinden<br />

Urve ismindeki adamı öldürmesi neticesi<br />

çıkmıştı. Kureyşliler, Kinaneoğullarının müttefiki<br />

bulunduklarından, muharebeye katılmak zorunda<br />

kalmışlardı. Ebu Talib haram ayda olduğu<br />

ve çok zulüm işleneceğini tahmin ettiği için<br />

katılmak istemediysede sonunda mecbur kalmış<br />

ve katılmıştır. Muharebe sırasında Ebu Talib’in<br />

Efendimiz (s.a.v)’i bir iki defa <strong>ya</strong>nına alarak<br />

götürdüğü rivayet edilmiştir. Bu dönemde Efendimiz<br />

(sav)’in <strong>ya</strong>şı hakkında çeşitli rivayetler<br />

bulunmaktadır fakat biz, hicri ikinci yüzyılın ilk<br />

yıllarında Siyer alanında derinleşmiş alim İbn-i<br />

İshak’ın rivayetini esas alarak Rahmet Nebisinin<br />

20’li <strong>ya</strong>şlarında olduğunu kabul ediyoruz. Efendimiz<br />

reşit bir genç olmasına karşın, ne kılıçla<br />

ve ne de mızrakla karşı tarafa saldırmamıştır. O<br />

sadece cephenin gerisinde amcalarına gelen<br />

okları karşılayıp topla<strong>ya</strong>rak onlara lojistik destek<br />

vermiştir. 5 Elbette ki koruyucusu Allah olan Nebi<br />

3 Bedir b. Muaşşir<br />

4Uhaymir b. Mazin<br />

5İbnHişam, a.g.e., c. 1, s. 198.<br />

(s.a.v) bundan da uzak tutulabilirdi fakat kendisine<br />

merhamet ve sabır çobanlıkla öğretildiği<br />

gibi, bu savaşa olan dolaylı katılımlarıyla da ileride<br />

Hak uğruna komutan olarak yönetecekleri<br />

savaşlar için savaş sanatı gösterilmiştir, Allah-u<br />

Alem.<br />

Fil tarihinden yirmi yıl sonra <strong>ya</strong>şanan 6 ve sonu<br />

gelmeyen bu anlamsız savaş iki tarafın ölülerinin<br />

sayılıp ölüsü fazla olan tarafa fazlalık miktarınca<br />

diyet verilmesi kararı ile sulha bağlanarak<br />

bitirilmiştir.<br />

Savaşlara bakıldığında cahiliyenin karakterini<br />

anlamak daha da kolaylaşmaktadır. Birincisinde<br />

kibir, ücub, kıskançlık ve öfke; İkincisinde bir<br />

kadının örtüsüne ve özeline karşı saygısızlık;<br />

üçüncü kavgada alacak- verecek anlaşmazlığı,<br />

sözünde durmama, dördüncüsünde de haksız<br />

yere adam öldürme, kıskançlık, inat gibi sebepler<br />

vardır.<br />

Ne var ki sürekli cahiliye adeti, geçmiş zaman<br />

çirkinlikleri olarak anlattığımız bu olayların benzerleri<br />

günümüzde yok mudur? Aksine o gün<br />

hicabına el uzatılan, hakaret gören kadın fer<strong>ya</strong>t<br />

ederek kabilesinden <strong>ya</strong>rdım istemiş ve bunun<br />

üzerine insanlar müdahaleye geçmişlerdir. Peki<br />

<strong>ya</strong> biz? Asrımızın hangi fer<strong>ya</strong>dına kulak kesiliyoruz.<br />

Kabile adına bir da<strong>ya</strong>nışma dahi olsa küfrün<br />

karşısında bir nefes gibi durabiliyor muyuz?<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin<br />

söyledikleri gibi;<br />

“Küfür tek millettir. Geçmişi, geleceği<br />

yok, anlayışı yok.” Fevkinde ve farkında olmasalar<br />

da, şuurunda ve bilincinde olmasalar<br />

da bu böyle. Allah’ın kovmuş olduğu<br />

şeytan inancınıza saldırıyor, lakin bunu sureti<br />

insan olanlarla <strong>ya</strong>pıyor.’ Küfrün değiştiği yok,<br />

<strong>ya</strong>şanılanların değiştiği yok, değişen tek şey verilen<br />

tepkiler gibi görünüyor. Yalnız bırakılan, sesi<br />

duyulmadığından artık ses bile çıkartama<strong>ya</strong>n<br />

Müslümanlar çoğalıyor. Dün<strong>ya</strong>nın her <strong>ya</strong>nından<br />

görünen fer<strong>ya</strong>t tablolarına karşı bir kabile<br />

üyesinin hassasiyetini bile gösteremeyen,<br />

Müslümanın izzetini yükseltmeyen;<br />

“Bizim zalimler, sağlam çürük aramazlar;<br />

ellerine güç verin bir tane Müslümana<br />

acımazlar” 7 sözüne muhatap mı olacağız yoksa?<br />

Tarihsel süreç açısından çok güzel bir<br />

sıralamayla bize yol gösteren Mevlay-ı zü’l-<br />

Celal’e şükürler olsun ki yıllar süren, ayrılıklar<br />

ve acılar veren, durmadan gerileten Ficar<br />

savaşlarının ardından toplumsal bir yenile-<br />

6İbnSa’d, Tabakat, c. 1, s. 128; Taberî, Tarih, c. 1, s. 201.<br />

7 Abdullah Murad Şükrüoğlu.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

18


meyle, Hak adına ayrım gözetmeden zalime<br />

karşı birleşip, ırkına kökenine bakılmadan<br />

mazlumun <strong>ya</strong>nında durarak Hılfü’l Fudul adı<br />

altında toplanan insanlıkla karşılaşıyoruz.<br />

Son Ficar savaşından çıkılmış Mekke’ de<br />

verilen kayıplar karşısında kabileler arası<br />

düşmanlıklar artmış, tahammülsüzlük had<br />

safhada, kavga çıkması için artık sebep dahi<br />

aranmamakta. Halkın içinde durum böyleyken<br />

dışarıdan gelenler için mal- can- namus<br />

emniyetinden kim bahsedebilir ki?<br />

Kendisine gücü verenden gafil <strong>ya</strong>şa<strong>ya</strong>n sefiller,<br />

güçsüz gibi gördüklerinin mallarını<br />

<strong>ya</strong>ğmalıyor, kimse hakkını ara<strong>ya</strong>mıyordu.<br />

Şehrin emniyeti tamamen kaybolmuş, asayiş<br />

bozulmuştu.<br />

Düşünen, akil<br />

insanları harekete geçiren<br />

son olay da ise Mekke’<br />

nin ileri gelenlerinden<br />

As b. Vail, Yemen’in Zebid<br />

Kabilesinden birinin<br />

bir deve yükü malını<br />

gasbedince Yemenli tüccar,<br />

hakkını ara<strong>ya</strong>cak bir<br />

kapı bulamaması üzerine<br />

Ebu Kubeys dağına<br />

çıkarak başına gelen<br />

zulüm ve hakareti anlatan<br />

bir seslenişle Mekke<br />

halkından <strong>ya</strong>rdım<br />

istedi.<br />

Şerefli geçmişleriyle<br />

övünen toplumun<br />

geldiği bu hal hassas<br />

bazı gönülleri harekete<br />

geçirdi. Bu konuda<br />

düşünmek ve çözüm<br />

üretmek için Mekke’nin<br />

hatırı sayılır büyüklerini bir ara<strong>ya</strong> getirmeye<br />

ilk teşebbüs eden kişi Efendimiz<br />

(s.a.v)’in amcası Zübeyr 8 oldu. Haşimoğulları,<br />

Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları,<br />

Abdülluzzaoğulları gibi önemli kabileler davete<br />

icabet ederek, Beni Temim’den Mekke’<br />

nin itibarlı ve en <strong>ya</strong>şlısı sayılan Cüd’an oğlu<br />

Abdullah’ın evinde toplandılar.<br />

Mekke’ de vaktiyle <strong>ya</strong>şamış Cürhümîler<br />

Fadl b. Hâris, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b.<br />

Fedâle isminde (Üç Fazıllar) üç kabile başkanı<br />

toplanarak “şehirde, zulme ve tecavüze meydan<br />

8İbnSa’d, Tabakat, c. 1, s. 128<br />

Savaşlara bakıldığında<br />

cahiliyenin karakterini<br />

anlamak daha da<br />

kolaylaşmaktadır.<br />

Birincisinde kibir,<br />

ücub, kıskançlık ve<br />

öfke; İkincisinde bir<br />

kadının örtüsüne ve<br />

özeline karşı saygısızlık;<br />

üçüncü kavgada alacakverecek<br />

anlaşmazlığı,<br />

sözünde durmama,<br />

dördüncüsünde de haksız<br />

yere adam öldürme,<br />

kıskançlık, inat gibi<br />

sebepler vardır.<br />

vermemek” hususunda yeminde bulunmuşlardı. 9<br />

Mekke cemiyet liderleri de geçmişte ki “Fâzıllar”<br />

hadisesini hatırlama babında bu topluluğa<br />

“Hılf” yemin, “Fudûl” faziletliler manasında<br />

“Hılfu’l-Fudûl” ismini verdi. Alınan kararlar<br />

doğrultusunda; Mekke’de yerli, <strong>ya</strong>bancı zulme<br />

uğramış kimse bırakılma<strong>ya</strong>caktır. Bundan böyle<br />

Mekke’de zulme asla meydan verilmeyecek, zalime<br />

asla müsamaha ve fırsat tanınma<strong>ya</strong>caktır.<br />

Mazlumlar zalimlerden haklarını alınca<strong>ya</strong> kadar,<br />

mazlumlarla beraber hareket edilecektir. 10<br />

Tarih iyisiyle de kötüsüyle tekerrür ederek<br />

ikinci defa kurulan bu cemiyet, cahiliyenin<br />

en şerefli anlaşmasıyla aynı topraklar üzerinde<br />

asayişin sağlanmasında, toplumun karakter<br />

kazanmasında çok<br />

önemli bir rol oynamıştır.<br />

Görüldüğü gibi bir asrın<br />

saadetle anılmasının<br />

temelleri çok önceden<br />

atılma<strong>ya</strong> başlanmıştır.<br />

Habib-i Kibri<strong>ya</strong> Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v)’in<br />

günümüzde kurulan insan<br />

haklarını korumak adına<br />

kurulmuş sivil toplum<br />

örgütlerinin temeli konumunda<br />

ki Erdemliler Birliği<br />

hakkında söyledikleri<br />

çok şey öğretir nitelikte.<br />

Allah-u Teala duymayı,<br />

anlamayı, <strong>ya</strong>şamayı ve<br />

<strong>ya</strong>şatmayı nasib ederek,<br />

bir duvarın tuğlaları gibi<br />

olan Müslüman birliğini<br />

kaldıracak, Ümmet<br />

birliğini oluşturacak, nefesimizi<br />

kuvvetlendirecek<br />

ameller işlemeyi nasib<br />

etsin. Rasul-i Kibri<strong>ya</strong> Hz. Muhammed (.sa.v)’ in<br />

20’ li <strong>ya</strong>şlarında katıldığı bu saygın cemiyeti İlahi<br />

risalet görevinden sonra da hayırlarla andığı,<br />

memnuniyetini bildirdiği ve bizlere de yol göstermeye<br />

devam ederek buyurdukları sözleri ile<br />

bitirelim;<br />

“Abdullah b. Cüd’a’nın evinde <strong>ya</strong>pılan<br />

yeminleşmede ben de bulundum. Bence o yemin,<br />

kırmızı tüylü develere sahip olmaktan daha<br />

sevimlidir! Ben, ona İslamiyet devrinde bile<br />

çağrılsam icabet ederim.” 11<br />

9İbnü’l-Esîr, el Kamil Fi’t Tarih. 2/41<br />

10İbnHişam, Sîre, c. 1, s. 141<br />

11İbnSa’d, Tabakat, c. 1, s. 129.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

19


TASAVVUF<br />

Tasavvuf,<br />

İnsan İlmidir...<br />

Z.BİLMEN<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

20


اَلّهُمَّ‏ باَرِكْ‏ لَناَ‏ فِي رَجَ‏ بَ‏ وَ‏ شَ‏ عْبَانَ‏ وَ‏<br />

بَلَّغْناآَرَمَضاَنَ‏<br />

HOŞLANACAK BİRŞEY VARSA, ELHAMDÜLİLLAH.<br />

HOŞLANILMAYAN BİRŞEY VARSA, ESTAĞFİRULLAH. 1<br />

Bizi Ramazan Ayına ulaştıran Rabbimize<br />

hamd-ü senalar olsun. Recep ve Şaban aylarının<br />

bereketinden hakkıyla faydalanamadı isek<br />

Rabbimiz afv-u mağfiret buyursun. Amin.<br />

Mübarek üç aylar, bedenimizin ve ruhumuzun,<br />

maddi-manevi kirlerinden temizlenme ayıdır.<br />

Ramazan ayında bu hal zirveye ulaşır.<br />

‘’Ey insanlar!Oruç sizden öncekilere farz<br />

kılındığı gibi , Allah’a<br />

karşı gelmekten<br />

sakınasınız diye size<br />

sayılı günlerde farz<br />

kılındı…” 2 ayet-i<br />

celilesiyle oruç farz<br />

kılınmıştır.<br />

Ebu Hüreyre (r.a)’den<br />

rivayet edildiğine göre<br />

Resulullah (s.a.v) şöyle<br />

buyurdu:<br />

“Aziz ve celîl<br />

olan Allah “İnsanın<br />

oruç dışında her<br />

ameli<br />

kendisi<br />

içindir. Oruç benim<br />

içindir, mükafatını<br />

da ben vereceğim”<br />

buyurmuştur.<br />

Oruç kalkandır.<br />

Biriniz oruç tuttuğu gün<br />

kötü söz söylemesin ve<br />

kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver <strong>ya</strong> da<br />

çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin.<br />

Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a<br />

yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah<br />

katında misk kokusundan daha güzeldir.<br />

Oruçlunun rahatla<strong>ya</strong>cağı iki sevinç anı vardır:<br />

Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun<br />

sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” 3<br />

Abdulkadir Geylani (r.h)’in bir ayet ve bir<br />

1 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadır’dan Satıra Damlalar<br />

2 Bakara/183<br />

3 Buharî, Savm 9; Müslim, Sı<strong>ya</strong>m 163<br />

hadisten çıkardığı oruç tarifi şöyledir:<br />

Şeriatte oruç, tarikatte oruç, hakikatte<br />

oruç. Şeriatin orucu gündüz olunca yemekten<br />

içmekten beri olmak ve meşru münasebeti terktir.<br />

Tarikatin orucu ise; gece gündüz bütün duyguları<br />

haramdan korumaktır. Kötü akla uygun olma<strong>ya</strong>n<br />

şeyleri zahirde olduğu gibi batında da terktir. Şeriat<br />

orucu muvakkattır, fakat tarikat orucu ebedidir.<br />

Ömür boyunca devam eder. Asıl oruç budur.<br />

Bu oruçlardan maada bir de hakikat<br />

orucu vardır. Bu da kalbi Allah’ın ztından<br />

gayrine tapmaktan almaktır. Sır aleminde onun<br />

sevgisinden gayrini müşahede etmemektir.<br />

Çünkü insan onun için <strong>ya</strong>ratılmıştır.<br />

Bunu Cenab-ı Hak hadisi kudsisinde<br />

bizlere şöyle haber<br />

vermektedir :’’İ nsan<br />

benim sırrım, ben de<br />

onun sırrıyım’’. Sır ise<br />

Allah-u Teala’dan bir<br />

nurdur. Ondan gayrine<br />

meyli sevmez. Onun<br />

için Allah’tan başka<br />

sevgili ve rağbet<br />

edilecek kimse matlub<br />

bu alemde olmaz.<br />

Ahrette de olmaz. Buna<br />

binaen , ‘’ille seni ille<br />

seni’’ denir. Kalbe Allah<br />

sevgisinden başkası<br />

girince hakikat orucu<br />

bozulur. Onu yeniden<br />

kaza etmek gerekir.<br />

Tekrar Onun sevgisini<br />

kalbe daim ve kadim<br />

yerleştirmeye say ve<br />

gayret etmek lazım<br />

gelir.<br />

Necmeddini Kübra (r.h) de orucu şöyle tarif<br />

ediyor:<br />

‘Orucun zahir manası olduğu gibi batın<br />

manası da vardır. Batın denilince akla kalb, ruh<br />

ve sır gelmelidir. Klabin orucu, özünde doğru<br />

bulmadığı, fakat aklın cevaz verdiği şeyi kabul<br />

etmemesidir.Ruhun orucu , her halinde ruhani<br />

kuvvetleri düşünmesidir.Sırrın orucu, her halinde<br />

Allah’ın zatından gayri şeylere bakmaktan<br />

kendini korumasıdır.<br />

İmam-ı Gazali (r.h)’in İh<strong>ya</strong>’sında arif<br />

buyurdukları oruç şöyle:<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

21


‘Oruç üç derecedir. Umuma has oruç, orta<br />

tabaka<strong>ya</strong> ait oruç ve hassül hasa (üstün vasıflı<br />

kullara) ait oruç ki; bunlara sırasıyla avam, has,<br />

hassül has tabiri kullanılır. Avamın orucu mideye<br />

bir şey göndermemek ve cinsi <strong>ya</strong>kınlaşmadan<br />

çekinmek; hassın orucu bunlarla beraber<br />

eli, a<strong>ya</strong>ğı gözü, kulağı, dil ve diğer duyguları<br />

hatadan korumak. Hassül hasa ait oruç ise,<br />

kalbi düşük gayretlerden beri etmek, dün<strong>ya</strong>lık<br />

düşüncelerden beri olmak, ora<strong>ya</strong> Allahü Teala’nın<br />

zatından başka giren bütün duyguları atmaktır.<br />

İsmail Hakkı (r.h) de diyor ki: Zahirde oruç<br />

tutanın iftar vakti, gündüzün bitip gecenin<br />

başlamasıdır. Orucu kalbiyle tutanların iftar<br />

zamanı ise, Hakka vasıl olup, müşahede alemine<br />

ermeleriyle başlar.<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin<br />

şu beyitlerinde ifade ettiği gibi;<br />

ZEVK İLE ORUÇ TUTARSAN,<br />

GÖNLÜNDEKİ KÖTÜ DUYGULARI SİLERSİN.<br />

NEFSİM KÜÇÜLÜP, RUHUM BÜYÜYECEK DEYİP<br />

,<br />

BİTMESİN DİYE DUA EDERSİN, oruç, nefsi<br />

küçültmek ve ruhu büyütmek ameliyesidir. O<br />

da ancak oruç ibadetinin hakikatine vasıl olup,<br />

gönülde biriken kötü duyguları silip atmakla olur.<br />

Oruç üç derecedir:<br />

A) Avam’ın orucu<br />

B) Havassın orucu<br />

C) Ahass’ul-Havass’ın orucu<br />

Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül<br />

uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek,<br />

içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan<br />

sakınmaktır.<br />

Havass’ın orucu ise, sâlihlerin orucudur. Bu<br />

orucun keyfiyeti, âzaları günahtan korumakla<br />

beraber şu altı şeyle tamam olur;<br />

1. Gözü Korumak; Gözü, çirkin ve istenilmeyen<br />

şeylerden korumak, kalbi meşgul eden ve<br />

Allah’ın zikrinden alıko<strong>ya</strong>n şeylere bakmamaktır.<br />

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:<br />

“Haram bakış, İblis’in zehirli oklarından bir<br />

oktur. Kim Allah’tan korkarak onu terkederse,<br />

Allah Teâlâ o kuluna tadı kalbinde beliren bir<br />

iman ihsan eder.” 4<br />

2. Dili Korumak; Dilini heze<strong>ya</strong>n, <strong>ya</strong>lan, gıybet,<br />

nemime, fahiş konuşma, galiz konuşma, kavga<br />

ve ri<strong>ya</strong> ile konuşmaktan korumaktır. Ve aynı<br />

zamanda dili sükût etmeye icbâr, Allah’ın zikri<br />

ve Kuran tilâvetiyle meşgul etmektir. Bu ise, dilin<br />

orucudur.<br />

4 Hâkim<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

22


Süf<strong>ya</strong>n-ı Sevrî şöyle der: ‘Gıybet, orucu bozar’.<br />

Rasulullah (s.a.v)’in devr-i saâdetinde oruç<br />

tutan iki kadın, günün son saatinde açlık ve<br />

susuzluktan bitkin bir hale geldiler, neredeyse<br />

telef olacaklardı. Hz. Peygamberin huzuruna<br />

bir elçi göndererek oruçlarını bozmak için. izin<br />

istediler. Bunun üzerine Rasûlullah kendilerine<br />

bir fincan göndererek şöyle buyurmuştur:<br />

‘Onlara söyle! Yediklerini bu fincana kussunlar’.<br />

Kadınlardan birisi, fincanın <strong>ya</strong>rısı kadar katı bir<br />

kan ile iri bir et parçası kustu. Diğeri de aynı şekilde<br />

kusarak fincanı doldurdu. Hâdiseyi gören halk,<br />

hayretler içerisinde kaldı. Bu durum karşısında<br />

halkın hayretini Rasûlullah şu mübârek sözleriyle<br />

gidermeye çalıştı:<br />

Bu iki kadın, Allah’ın kendilerine helâl kıldığı<br />

şeylerden uzaklaşarak oruç tuttular. Fakat<br />

Allah’ın kendilerine haram kıldığıyla iftar ettiler.<br />

Bir arada, oturarak onu bunu çekiştirdiler. İşte<br />

fincanda gördüğünüz irin, onların yemiş olduğu<br />

halkın kanı ve etidir.” 5<br />

3. Kulağı Korumak; Kulağı her haramı<br />

işitmekten alıkoymak gerekir. Çünkü söylenilmesi<br />

haram olan her şeyin işitilmesi de haramdır.<br />

4. Diğer Âzaları Korumak; Diğer âzaları da<br />

günahtan alıkoymak gerekir. Meselâ el ve a<strong>ya</strong>k<br />

gibi. Karnını iftar zamanında nefsin istediği<br />

şehvetlerden korumalıdır. Helâl yemekten<br />

çekinmek suretiyle oruç tutup, iftar zamanında<br />

haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda temin<br />

etmez ve mânâsız kalır. Haram, dini yok eden bir<br />

zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir<br />

ilâçtır. Oruçtan gaye, helâlı azaltmaktır.<br />

Çünkü Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:<br />

“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan sadece<br />

açlık ve susuzluk elde eder.” 6<br />

5. İftarda Az Yemek; İftar zamanında tıka-basa<br />

helâl de olsa yememek gerekir. Helâl de olsa tıkabasa<br />

doldurulan karın, Allah nezdinde en fazla<br />

buğzedilen kaptır. Oruçlu bir kimse, gündüz<br />

yemediklerini iftar zamanında tıka-basa yerse,<br />

acaba Allah’ın düşmanı olan nefis ve şeytanı<br />

nasıl kahredebilir ve şehvetini nasıl kırabilir?<br />

Halbuki iftar sofraları kırk çeşitle doldurulur hale<br />

gelmiştir. Oruçtan gaye, mideyi aç bırakmak,<br />

heva ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvâ<strong>ya</strong><br />

alıştırmaktır. Fakat mide sabahtan akşama kadar<br />

aç bırakılır, iftarda ona lezzetli yemekleri yedirip<br />

doyurursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve<br />

5 Buharî ve Müslim<br />

6 Nesâî ve İbn Mâce<br />

kuvveti daha da gelişir. O zaman orucundan<br />

herhangi bir fayda temin edemez.<br />

Orucun âdâbından birisi de, uyumamaktır.<br />

Yani uyku<strong>ya</strong> oruç tutturmamaktır. Açlıkla,<br />

susuzlukla nefis safileşir de Kadir gecesi’ni ih<strong>ya</strong><strong>ya</strong><br />

hazır hale gelir.<br />

6. İftar Sonrasında Korku ile Ümit Arasında<br />

Olmak; Oruçlunun iftardan sonra kalbi korku<br />

ve ümit arasında muzdarip olmalıdır. Çünkü<br />

orucunun kabul edilip kendisinin Allah’a <strong>ya</strong>kın<br />

olanlardan ve<strong>ya</strong> orucunun kabul edilmeyip<br />

Allah’ın gazâbına maruz kalanlardan olup<br />

olmadığını kestirememektedir. Her ibadetin<br />

sonunda da böyle olmalıdır.<br />

Ahnef b. Kays’a ‘Sen pir-i fâni bir kimsesin.<br />

Oruç seni zayıf düşürmektedir. (Oysa şer’an<br />

pir-i fâni olan kimseler, fidye vermek suretiyle<br />

oruç tutma<strong>ya</strong>bilirler) neden oruç tutuyorsun?’<br />

denildiğinde şöyle demiştir: ‘Ben, uzun bir<br />

sefere hazırlık <strong>ya</strong>pmaktayım. Allah’ın azabına<br />

sabretmek, ibadetine sabretmekten daha<br />

zordur’.<br />

Bir de Ahass’ul-Havass’ın orucu vardır ki: Kalbi,<br />

dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp,<br />

Allah’tan başka her şeyi kalpten uzaklaştırmaktır.<br />

Onlar daim oruçturlar. “Belirli günlerde oruç<br />

tutun” ayetindeki belirli günler, sayısı belli olan<br />

ömürdür. Bu sebeple oruç, ömür boyu devam<br />

eden bir ibadettir. Bir müminin sevinçle iftar<br />

sofrasını bekledikleri gibi o Salih insanlar,<br />

sevinç ve özlem içinde ömür orucunun bittiği,<br />

ölüm iftarını beklerler. Varisün Nebi Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin şu beyitini<br />

fehmetmemiz temennisiyle;<br />

OLURSA DÜNYADA GÖĞSÜNDE İMAN,<br />

AHRETTE GÖRÜRSÜN DİDARI AYAN.<br />

OLMAZSA KARNINDA HARAM, DİLİNDE<br />

YALAN,<br />

OLUR GÖĞSÜNDE İMAN, ÖLÜMÜN SANA<br />

BAYRAM.<br />

فِى اَمَانِ‏ اللهِ‏<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

23


Bizbiriz Dergisi<br />

24


Zevk ile oruç tutarsan,<br />

Gönlündeki kötü duyguları silersin,<br />

Nefsim küçülüp, ruhum büyüyecek deyip,<br />

Bitmesin diye dua edersin.<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu


Ayın<br />

Sohbeti<br />

VarisÜn-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />

اَعُوذُ‏ بِاللهِ‏ مِنَ‏ الشَّيْطَانِ‏ الرَّجِ‏ يمِ‏ بِسْ‏ مِ‏ اللهِ‏ الرَّحْ‏ مَنِ‏ الرَّحِ‏ يمِ‏<br />

قَالَتْ‏ لَهُمْ‏ رُسُلُهُمْ‏ اِنْ‏ نَحْ‏ نُ‏ اِلَّا بَشَ‏ رٌ‏ مِثْلُكُمْ‏ وَلٰكِنَّ‏ اللّٰهَ‏ يَمُنُّ‏ عَلٰى مَنْ‏ يَشَٓ‏ اءُ‏ مِنْ‏<br />

عِبَادِهِ‏ وَمَا كَانَ‏ لَنَٓا اَنْ‏ نَاأْتِيَكُمْ‏ بِسُلْطَانٍ‏ اِلَّا بِاِذْنِ‏ اللّٰهِ‏ وَعَلَى اللّٰهِ‏ فَلْيَتَوَكَّلِ‏ الْمُؤْمِنُونَ‏<br />

)١١( وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ‏ عَلَى اللّٰهِ‏ وَقَدْ‏ هَدٰينَا سُبُلَنَا وَلَنَصْ‏ بِرَنَّ‏ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَا وَعَلَى<br />

اللّٰهِ‏ فَلْيَتَوَكَّلِ‏ الْمُتَوَكِّلُونَ‏ )١٢( وَقَالَ‏ الَّذيِنَ‏ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ‏ لَنُخْ‏ رِجَ‏ نَّكُمْ‏ مِنْ‏ اَرْضِ‏ نَٓا اَوْ‏<br />

لَتَعُودُنَّ‏ فيِ‏ مِلَّتِنَا ٓ فَاَوْحٰى اِلَيْهِمْ‏ رَبُّهُمْ‏ لَنُهْلِكَنَّ‏ الظَّالِميِنَ‏<br />

“Rasulleri onlara dedi ki: “Biz ancak sizin<br />

gibi birer insanız. Fakat Allah kullarından<br />

dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder.<br />

Allah'ın izni olmadıkça bizim size bir delil<br />

getirmemiz haddimize değil. Mü'minler ancak<br />

Allah'a tevekkül etsinler.”(11)«Allah bize<br />

yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne<br />

diye ona tevekkül etmeyelim? Bize <strong>ya</strong>ptığınız<br />

eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler<br />

<strong>ya</strong>lnız Allah>a tevekkül etsinler.»(12) İnkar<br />

edenler peygamberlerine, «Andolsun, <strong>ya</strong><br />

sizi yurdumuzdan çıkaracağız, <strong>ya</strong> da bizim<br />

dinimize dönersiniz» dediler. Rableri de onlara<br />

şöyle vahyetti: «Biz zalimleri mutlaka yok<br />

edeceğiz.» (13) “ 1<br />

1 İbrahim/11-12-13<br />

Allah-u Teala İbrahim suresi diye halk<br />

arasında şöhret bulmuş bu sure-i celilenin<br />

11.12.13 ila ahir a<strong>ya</strong>tını okuyup, anlayıp,<br />

ha<strong>ya</strong>tımıza tatbik etmeyi, müjdeleyip örnek<br />

olmamızı nasip eylesin. Amin…<br />

Bu ayetlerde hitap bütün rasulleredir.<br />

Hepsi, ‘biz rasulüz ve sizin gibi bir beşeriz’<br />

diyorlar. Muhammed Mustafa (s.a.v)<br />

Efendimiz buyuruyor ki;<br />

“Ben de ancak sizin gibi bir insanım.” 2<br />

Enes (ra) anlatmıştır: Üç kişilik bir grup<br />

Rasulullah Efendimizin (asm) ibâdetinden<br />

sordular. Kendilerine anlatılınca, azımsa<strong>ya</strong>rak<br />

şöyle dediler:<br />

2 Buharı, Salât 31; Müslim, Mesâcid 89, 92-94; Ebû Dâvüd, Salât<br />

189-190; Nesâî, Sehv 25, 26; İbn Mâce, tkametıı’s-Salât 129, 133;<br />

Müsned, 1, 379, 420, 424, 438.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

27


-“Rasulullahın (asm) yüce mevkiinden<br />

kendimize bakacak olursak biz neredeyiz?<br />

O’nun geçmiş ve gelecek günahları bile<br />

bağışlanmıştır.” Onlardan birisi:<br />

-“Ben geceleri hep namaz kılacağım ve hiç<br />

uyuma<strong>ya</strong>cağım.” dedi. Diğeri:<br />

-“Ben bayram günlerinden başka tüm<br />

seneyi oruçlu geçireceğim ve hiç ara<br />

vermeyeceğim” dedi. Öbürü:<br />

-“Ben de kadınlardan ayrı bir yere<br />

çekileceğim ve hiç evlenmeyeceğim” dedi.<br />

Resûlullah Efendimiz (asm) gelince bunları<br />

çağırttı ve dedi ki:<br />

-“Şöyle şöyle konuşanlar sizler misiniz?<br />

Haberiniz olsun; Allah’a and olsun ki, ben<br />

sizin Allah’tan en çok korkanınızım ve sizden<br />

daha çok takvâ sahibiyim. Fakat ben bazan<br />

oruç tutar, bazan ara veririm. Geceleri namaz<br />

da kılarım, istirahat için uyurum da. Benim<br />

sünnetim budur. Kim benim sünnetimden<br />

yüz çevirirse benden değildir.” 3<br />

Bir başka hadis-i şerifinde de Habib-i<br />

Kibri<strong>ya</strong> Muhammed Mustafa (sav) şöyle<br />

buyuruyor;<br />

“Ben de senin gibi anası kuru ekmek<br />

yiyen bir insanım demiştir.” 4 Demiyor ki<br />

benim annem şöyle idi, babam böyle idi.<br />

Annem böyle uçardı, babam böyle kaçardı.<br />

Rasulullah (sav) efendimiz sadece Allah’a<br />

kulluğuyla övünmüş. Ne hikmet-i hüda<br />

bugün bizimkiler beşer sıfatından soyunmak<br />

için sonsuz bir çaba, bir gayret içindeler.<br />

Yaptıkları ibadetleri ve <strong>ya</strong>hut hayırları reklam<br />

kuşağına nasıl sokabiliriz düşüncesindeler.<br />

O zaman da ibadetlerimizden verim<br />

alamıyoruz. Yaptığımız bir ibadeti <strong>ya</strong>hut<br />

bir iyiliği Allah rızası için değil de, sırf ‘<strong>ya</strong>ptı’<br />

desinler diye <strong>ya</strong>pma<strong>ya</strong> gayret ediyoruz.<br />

Halbuki bakın Allah-u Teala ne diyor; “Allah<br />

kullarından dilediğine nimetini ihsan eder”.<br />

Demek ibadet etmek bir nimet, iman etmek<br />

en büyük nimet. Allah verdiği nimetleri<br />

elimizden almasın. Amin. Bizi iman nimetiyle<br />

nimetlendirdiği için Allaha ne kadar hamd<br />

etsek, ne kadar övgü ve sena da bulundursak<br />

azdır. Çünkü kendini övdürten, bizden<br />

sena ettiren muhakkak ki o yüceler yücesi<br />

Allah’tır. Biz hakkıyla ibadet edemeyiz.<br />

Hakkıyla zikretmeye kalksak edebilir<br />

3 Nevevî, R. Sâlihîn, 143.<br />

4 İbn Mâce, Etıme 30.<br />

miyiz? Güç ve takat yetiremeyiz. Halbuki<br />

Allah, “müminler hep Allah’a güvensin”<br />

buyuruyor. Müslümanlar Allah’ı tanımıyorlar,<br />

Allah’a da<strong>ya</strong>nmayıp, güvenmiyorlar. Allah’a<br />

da<strong>ya</strong>nıp, güvenmek nasıl olur? Onu böylece<br />

Rasullerden öğrenmemiz gerekmiyor mu?<br />

Allah’ın Nebilerine, Rasullerine, Allahın<br />

sevdiği kullar zümresine bakıp onlardan<br />

öğreneceğiz değil mi?<br />

لَقَدْ‏ كَانَ‏ لَكُمْ‏ فيِ‏ رَسُولِ‏ اللّٰهِ‏ اُسْ‏ وَةٌ‏<br />

حَ‏ سَ‏ نَةٌ‏ لِمَنْ‏ كَانَ‏ يَرْجُوا اللّٰهَ‏ وَالْيَوْمَ‏ الْا ٰ خِ‏ رَ‏<br />

‏.وَذَكَرَ‏ اللّٰهَ‏ كَثيِراً‏<br />

“Andolsun, Allah'ın Resülünde sizin için;<br />

Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman,<br />

Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir<br />

örnek vardır.” 5<br />

O Rasulde bizim için güzel örnekler vardı.<br />

Allah’ı vekil eden bir Nebiyi görüyoruz Sevr<br />

mağarasında. Hep anlatırlar o hicret anını.<br />

Ne demişti arkadaşına;<br />

‏إِلاَّ‏ تَنْصُ‏ رُوهُ‏ فَقَدْ‏ نَصَ‏ رَهُ‏ اللّٰهُ‏ اِذْ‏ اَخْ‏ رَجَ‏ هُ‏<br />

الَّذينَ‏ كَفَرُوا ثَانِيَ‏ اثْنَيْنِ‏ اِذْ‏ هُمَا فِي الْغَارِ‏<br />

اِذْ‏ يَقُولُ‏ لِصَ‏ احِ‏ بِهِ‏ لَا تَحْ‏ زَنْ‏ اِنَّ‏ اللّٰهَ‏ مَعَنَا<br />

فَاَنْزَلَ‏ اللّٰهُ‏ سَ‏ كيِنَتَهُ‏ عَلَيْهِ‏ وَاَيَّدَهُ‏ بِجُنُودٍ‏ لَمْ‏<br />

تَرَوْهَا وَجَ‏ عَلَ‏ كَلِمَةَ‏ الَّذيِنَ‏ كَفَرُوا السُّفْلٰى<br />

‏.وَكَلِمَةُ‏ اللّٰهِ‏ هِيَ‏ الْعُلْيَا وَاللّٰهُ‏ عَزيِزٌ‏ حَ‏ كيِمٌ‏<br />

“Eğer siz ona (Peygamber'e) <strong>ya</strong>rdım<br />

etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler<br />

onu iki kişiden biri olarak (Mekke'den)<br />

çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah <strong>ya</strong>rdım<br />

etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı.<br />

Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah<br />

bizimle berâber” diyordu. Allah da onun<br />

üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin<br />

kendilerini görmediğiniz bir takım ordularla<br />

onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin<br />

sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir.<br />

Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet<br />

sahibidir.” 6<br />

Bir dostuyla beraber üçüncüleri Allah.<br />

Allah’a da<strong>ya</strong>nıyordu. Muhammed Mustafa<br />

5 Ahzab/21<br />

6 Tevbe/40<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

28


(sav) mağara<strong>ya</strong> değil, mağaranın sahibine,<br />

Allah’a sığınıyordu. Allah dilerse kulunu bir<br />

örümceğin ağıyla korur. Aslında en zayıf ev<br />

örümceğin evidir. Onunla Müslümanları<br />

örter de bütün kafirlerin gözünden gizler.<br />

Siz dün<strong>ya</strong> mağarasına sığının. Gayret edin,<br />

sebeplere tevessül edin. Yalnız sebeplerin de<br />

<strong>ya</strong>ratıcısının Allah olduğunu bilin. Tevekkül<br />

edin. ‘Euzü’ deyip sığınacaksın. Kime? ‘Billahi’<br />

o Allah’a sığınacaksın. Pekiyi Allah’ı bilmeden,<br />

tanımadan, o sahibe nasıl sığınacaksın?<br />

Nasıl tanı<strong>ya</strong>caksın Hakimler Hakimi, Yüceler<br />

Yücesi Rabbi? Cumhurbaşkanı’yla görüşmek<br />

istersen ne <strong>ya</strong>parsın? Danışmanından<br />

randevü alırsın değil mi? Televizyonun<br />

olmadığı bir köyün ahalisi cumhurbaşkanını<br />

<strong>ya</strong>nında görse, tanımaz değil mi? Tanımaz<br />

adam ne bilsin ki, nerden bilsin? Bizler o<br />

Rasulü tanımadan Allah’ı nasıl tanı<strong>ya</strong>cağız<br />

o zaman? Allah-u Teala öyle buyurmuyor<br />

muydu?<br />

اَيَحْ‏ سَ‏ بُ‏ الْاِ‏ نْسَ‏ انُ‏ اَنْ‏ يُتْرَكَ‏ سُدًى<br />

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı<br />

zanneder.” 7<br />

Muhakkak kimse başıboş bırakılmıyor!<br />

Hepimizin bir sahibi var. Sahibini tanımadan,<br />

sahibini bilmeden, sahibine ulaşmadan<br />

sahibine sığınıyor. Nasıl olacak? Önce vekili<br />

tanımak lazım. Bak sen sahibini tanıma<strong>ya</strong><br />

geldin bura<strong>ya</strong>. Sahibini tanırsan güzel<br />

olacak. <strong>Hoş</strong> olacak. Sahibini tanırsan Allah-u<br />

7 Kı<strong>ya</strong>me/36<br />

Muhakkak kimse başıboş<br />

bırakılmıyor! Hepimizin bir sahibi<br />

var. Sahibini tanımadan, sahibini<br />

bilmeden, sahibine ulaşmadan<br />

sahibine sığınıyor. Nasıl olacak?<br />

Önce vekili tanımak lazım. Bak sen<br />

sahibini tanıma<strong>ya</strong> geldin bura<strong>ya</strong>.<br />

Sahibini tanırsan güzel olacak. <strong>Hoş</strong><br />

olacak. Sahibini tanırsan Allah-u<br />

Teala seni güzellerden edecek.<br />

Sahibi bilince kı<strong>ya</strong>meti beklemeye<br />

gerek yok. Cennette bir yer<br />

bekleyeceksin. ‘Bugün kopsa da<br />

ora<strong>ya</strong> gitsem’ diyeceksin. Sahibini<br />

tanı<strong>ya</strong>n, tevekkül eder.<br />

Teala seni güzellerden edecek. Sahibi bilince<br />

kı<strong>ya</strong>meti beklemeye gerek yok. Cennette bir<br />

yer bekleyeceksin. ‘Bugün kopsa da ora<strong>ya</strong><br />

gitsem’ diyeceksin. Sahibini tanı<strong>ya</strong>n, tevekkül<br />

eder. Allah-u tealayı bilen insan, bilir de öyle<br />

yönelir. Ya bilmeden Allah’a nasıl yönelir?<br />

Allah’ı bilmek, Allah’ı bilenleri bilmekle olur.<br />

Bir devlet dairesin de dahi işini <strong>ya</strong>ptırırken<br />

tanıdık ararsın, bir makamla görüşmek için<br />

aracı sokarsın da en büyük makama ulaşmak<br />

için neden aracı aramazsın? Bir nüfus<br />

dairesine gitsen <strong>ya</strong>hut hastaneye bir çaycı<br />

senin işini görür değil mi? Çaycı, odacı seni<br />

istediğine ulaştırır. Allah’ın seçtiği, velisi niye<br />

seni Allah’a ulaştırmasın? Bu çaycıyı, odacıyı<br />

Allah seçer. Sahip seçer. Sen sahibi onunla<br />

tanı<strong>ya</strong>caksın. Allah’ı vekil ederken ‘bi hurmeti<br />

Habib-i Kibiri<strong>ya</strong>’ demiyor musun? Diyemez<br />

misin?<br />

Ebu Sait El Hudri’den (r.a) Muhammed<br />

(s.a.v.) buyuruyor;<br />

“Kim evinden namaza çıktığında Allah’ım<br />

senden istenilen hakkı için, bu yürüyüşüm<br />

hakkı için, ‘Allahüme inne esellüke bi hakkı<br />

sailin’ istiyorum derse” denilmiştir. 8<br />

Hz Ömer (r.a)’in rivayet ettiğine göre<br />

Muhammed (s.a.v) buyurmuş ki;<br />

Adem (as) günah işlediğinde başını sema<strong>ya</strong><br />

kaldırdı; “Ey Allah’ım Muhammed hakkı<br />

için beni bağışlamanı istiyorum. “Esellüke<br />

bi Hakkı Muhammedin İlla ğafareli”<br />

dedi. Allah ona; “Muhammed kimdir?” diye<br />

vahyetti. Adem (as); “Beni <strong>ya</strong>rattığın zaman<br />

başımı arşına kaldırdığımda orada Allah’<br />

tan başka ilah yoktur Muhammed onun<br />

Resulüdür. La ilahe İllallah Muhammedün<br />

Resulullah <strong>ya</strong>zılı olduğunu gördüm” dedi.<br />

Osman b. Huneyf (ra)’ten şöyle rivayet<br />

edilmiştir: Gözleri âmâ olan bir adam<br />

Rasulullah (asm)’a gelerek;<br />

-“Allah’ın beni afiyete kavuşturması<br />

(gözlerimin açılması) için duâ et!” dedi.<br />

Rasulullah (asm) da;<br />

-“Eğer istersen duâ edeyim, eğer istersen<br />

(sana <strong>ya</strong>pacağım duâyı) tehir edeyim. Bu<br />

senin için daha hayırlıdır” dedi. Adam;<br />

-“Duâ et!” dedi. Rasulullah (asm) ona<br />

8 İbni Mace; cilt 1, sayfa 256, Ahmet bin Hanbel; cilt 3, sayfa<br />

21, Müsned; cilt 1, sayfa 299, Taberani, Hakim Ebu Tirmizi, İbn<br />

Nuaym, Beyhaki, İbn Asakir<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

29


güzelce abdest alıp, iki rekât namaz kılmasını<br />

ve şöyle duâ etmesini emretti:<br />

-“Allah’ım! Senden istiyorum ve rahmet<br />

nebisi olan Nebin Muhammed ile sana<br />

yöneliyorum. Ey Muhammed! Bu ihti<strong>ya</strong>cımın<br />

yerine getirilmesi için senin ile Rabbime<br />

yöneldim. Allah’ım onun benim hakkımdaki<br />

şefaatini kabul eyle.” 9<br />

Rasulullah (asm)’ın amcası Ebû Talip,<br />

nübüvvetten önce <strong>ya</strong>ğmur duâsına<br />

Rasulullah’la çıkıp onu vesile <strong>ya</strong>pmıştı. Daha<br />

sonra müşriklere karşı Rasulullah’ı müdafaa<br />

ederken bir şiir söyleyerek onu methetmiş<br />

ve “Onun yüzü suyu hürmetine bulutlardan<br />

‏(يستسقي الغمام بوجهه)‏ istenir” <strong>ya</strong>ğmur<br />

demişti. Şiirin bu kısmını daha sonraları Hz.<br />

Aişe ve Hz. Ebû Bekir (ra) çokça söylerlerdi. 10<br />

Garip olan şu ki, Ebû Talip iman etmemiş<br />

olduğu halde bir hakîkati görmüş ve ifade<br />

etmiş, fakat Rasulullah’a ümmet olmuş<br />

bazı şahsiyetler bu hakîkati göremiyorlar.<br />

Yukarıdaki ifadeler sahâbelerin Rasulullah’ı<br />

vesile etmekte hiçbir mahzur görmediklerini<br />

ifadeye kâfidir. Bunu teyit eden başka bir<br />

hadis başta Buhari’nin rivayet ettiği Hz.<br />

Ömer’le ilgili hadistir.<br />

Enes (ra) şöyle demiştir: Ömer b. Hattab (ra)<br />

kıtlık olduğu zaman Abbas b. Abdülmuttalip’i<br />

vesile ederek <strong>ya</strong>ğmur istedi ve;<br />

-“Allah’ım! Biz sana Rasulullah (asm) ile<br />

tevessül eder ve sen de bize <strong>ya</strong>ğmur ihsan<br />

ederdin. (Şimdi) sana Rasulullah’ın amcasıyla<br />

‏,(نتوسل ‏إليك بعم نبينا)‏ ediyoruz. tevessül<br />

bize <strong>ya</strong>ğmur ihsan eyle” dedi. Enes (ra) der ki;<br />

bu duânın ardından Allah <strong>ya</strong>ğmur ihsan etti. 11<br />

“O Rasul size neyi emrettiyse onu alın,<br />

neyden nehyetti ise ondanda sakının”<br />

diye buyurdu Allah, o zaman Allah’ın<br />

Rasulü buyurdu niçin almıyorsun! Alimlere<br />

de, Alimim diyenlere de Allah hidayet<br />

bahşeylesin. Allahu yehdik! Allahu yehdik!<br />

Amin. Hz Ebubekir (r.a.)’ın duasına bakalım.<br />

Bizler ondan daha takvalı değiliz değil mi?<br />

Rasûlullah (asm) Hz. Ebubekir’e şöyle dua<br />

etmesini öğretmiştir:<br />

9 Ahmed c.4, s.138, Tirmizi c.5, s.569, İbn Mace c.1, s.441<br />

10 Ahmed C.1, s.7, Musannef İbn Ebi Şeybe C.6, s.353, Bezzar<br />

C.1, s.128<br />

11Buhari c.1, s.342, c.3, s.1360 (Bu hadis Beyhaki, İbn Huzeyme,<br />

Taberâni, İbn Hibban ve başkaları tarafından da rivayet edilmiş<br />

sahih bir hadistir.)<br />

Ey Allahım! Nebi’n Muhammed’in<br />

hürmetine, dostun İbrahim’in hürmetine,<br />

kurtardığın (ve<strong>ya</strong> seninle konuşan) kulun<br />

Musa hürmetine, kelime ve rûhundan olan<br />

İsâ hürmetine, Musa’nın Tevrat’ı, İsâ’nın<br />

İncil’i, Dâvud’un Zebûr’u ve Muhammed’in<br />

Furkan’ı hürmetine, kullarına gönderdiğin<br />

bütün vahiylerin hürmetine, yerine<br />

getirdiğin bütün kazâ ve kaderin hürmetine,<br />

senden isteyip dileğine erişen kullarının<br />

hürmetine, fakir <strong>ya</strong>ptığın zenginin, zengin<br />

<strong>ya</strong>ptığın fakirin hürmetine veyâ hidâyet<br />

ettiğin sapığın hürmetine ihti<strong>ya</strong>cımı senden<br />

istiyorum. (Beni mahrum eyleme). Musa’<strong>ya</strong><br />

inzâl buyurduğun isminin hürmetine,<br />

kullarının rızıklarını dağıtmakta rolü olan<br />

büyük isminin hürmetine, yeryüzünün<br />

karar bulması için, üzerine koyup da onda<br />

muvazeneyi temin eden isminin hürmetine,<br />

göklerin üzerine konup onların istiklâle<br />

kavuşmasını temin eden isminin hürmetine,<br />

dağların üzerine koydurup onlarda istikrarı<br />

temin ettiren isminin hürmetine, o ismin<br />

ki, arşın onunla a<strong>ya</strong>kta durmaktadır, işte<br />

onun hürmetine, senin Tuhûr, Tâhir, Tahhâr,<br />

Samed ve Vitr isimlerinin hürmetine, o<br />

mübârek ismin ki, Kitabında senin nezdinde<br />

apaçık nûrdan inzâl buyurulmuştur, onun<br />

hürmetine. O ismin ki, gündüzün üzerine<br />

onu koymuş, gündüzün nûrlanmasına vesile<br />

olmuştur. Gecenin üzerine onu koymuş,<br />

gecenin kararmasına vesile olmuştur, onun<br />

hürmetine, senin azamet ve kibriyânın, kerîm<br />

zâtının hürmetine, senden bana Kur’an ile<br />

onun bilgisini ihsân buyurmanı ister ve o<br />

bilgiyi etimle, kanımla, kulağımla, gözümle<br />

ayrılmaz bir şekilde karıştırmanı senden<br />

dilerim ve bütün bunların hürmetine senden<br />

isterim ki, kuvvet ve kudretinle benim<br />

vücudumu kendi yolunda çalıştırasın. Çünkü<br />

günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak<br />

senin kuvvetin ve kudretinledir. Ey rahmet<br />

edenlerin en rahmet edicisi olan Allah! 12<br />

12 İbni Hibban<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

30


NEFES GİBİ<br />

Adını anmak isterim,<br />

Çekeyim tesbih gibi,<br />

Düşünmek isterim hep seni,<br />

Hem divane deli gibi.<br />

Görseydi gözlerim cemalini,<br />

Düşünmezdim senden başka seni,<br />

Gezseydim yedi düveli,<br />

Hem divane deli gibi.<br />

Hissetsem nefesini yüzümde,<br />

Isıtsan güneş gibi<br />

Sen yetersin, sen bana,<br />

Bir yudum su, bir nefes gibi.<br />

ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU


SAHABE-İ GÜZİN<br />

Burak Çınar<br />

(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />

İstanbul’un manevi sahibi şerifi<br />

EBU EYYÜB HALiD BiN<br />

ZEYD EL–ENSARÎ<br />

Halkımız, onu kısaca Eyüb Sultan diye bilir<br />

ve anar. İstanbul’un en güzel ilçelerinden biri<br />

onun adını taşır. Özellikle de mübarek gün ve<br />

gecelerde türbesi ve camii müminlerle dolar<br />

taşar.<br />

Rahmetli Hacı Cemal Öğüt Hocaefendi, bir<br />

vaazında der ki:<br />

“Tanıdığım bir Müslüman var. Eyyüb Sultan’a<br />

hiç sırtını dönmez. Uzak <strong>ya</strong>kın ne tarafından<br />

geçse, mutlaka ona yüzünü döner, Fatihasını<br />

böyle okur; saygısını tam <strong>ya</strong>pma<strong>ya</strong> çalışır... Siz<br />

de o zat gibi <strong>ya</strong>pın. Bu büyük ve çok değerli<br />

sahabenin kıymetini bilin.”<br />

Onu dinleyenlerden biri, bu fevkalâde saygılı<br />

kişiyi merak etmiş ve onun kim olduğunu<br />

sormuş. Hocaefendi ise, “Kim olduğu mühim<br />

değil. Siz <strong>ya</strong>ptığını <strong>ya</strong>pın, sahabeye gösterdiği<br />

saygıyı gösterin yeter” demiş ama, adamcağızın<br />

merakını giderememiş...<br />

“Hocam” demiş, “lütfen tanıtın bu nezaket ve<br />

vefa timsali adamı bize...”<br />

Hocaefendi, ne dediyse durduramamış<br />

adamı... Sonunda; “Evlâdım, tanıyıp da ne<br />

<strong>ya</strong>pacaksın ki?” diye sormuş. Adamcağız da,<br />

“Peygamberimizin Sahabesine bu hürmeti<br />

<strong>ya</strong>pan adamın, tutup ellerinden öpeceğim”<br />

demiş.<br />

Bu cevap üzerine Cemal Öğüt Hoca,”Peki, öp<br />

öyleyse” diyerek uzatıvermiş elini...<br />

Bu hatırayı anlattığımda, toplantımızda bulunanlar,<br />

“Hocam, bir de sizden dinleyelim o<br />

büyük Sahabe yi” dediler.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

32


Ben de, o güzel gönüllü insanları kırmadım tabii<br />

ki...<br />

Onlara anlattığımı sizlerle de paylaşmak isterim:<br />

SAHABENİN<br />

BÜYÜKLERİNDENDİR<br />

Yani Efendimizden ders alma şerefine ermiş bahti<strong>ya</strong>rlardandır.<br />

İslâm’a ilk giren Medinelilerdendir.<br />

Peygamberimiz daha Mekke’de iken, Medine’den<br />

gelerek O’na bağlılıklarını bildiren 70 kişiden biriydi.<br />

Güzeller Güzeli Medine’ye hicret edince, bütün<br />

Müslümanlar O’nu misafir etme şerefine ermek<br />

için <strong>ya</strong>rıştı. Peygamberimiz hiç birini kırmamak<br />

için, devesini serbest bıraktı. Deve, kimin evinin<br />

önünde durursa, Efendimiz onun misafiri olacaktı.<br />

Herkes büyük bir heyecan içinde devenin peşine<br />

düştü. Nihayet, en çok sevinen Ebu Eyyüb oldu.<br />

Çünkü Efendimizin devesi onun evinin önüne<br />

çökmüştü.<br />

Peygamberimizin mescidi ve evi <strong>ya</strong>pılınca<strong>ya</strong> kadar,<br />

altı ay Ebu Eyyüb’ün evinde misafir oldu.<br />

Misafirliği süresince, Efendimizi rahat ettirmek<br />

için büyük çaba sarfetti.<br />

Kendisi ve eşi, evin üst katında, Efendimiz ise alt<br />

kattaydı. Yukarıdan toz, <strong>ya</strong> da su dökülür korkusuyla<br />

endişe ediyorlar ve uyu<strong>ya</strong>mıyorlardı.<br />

Nitekim bir gece, testileri kırıldı ve su döküldü.<br />

Aşağı<strong>ya</strong> sızmasın diye suyun üzerine yorganlarını<br />

bastırdılar.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

33


* * *<br />

Bir gece Ebu Eyyüb hazretlerinin uykusu kaçtı ve<br />

kendi kendine şöyle dedi:<br />

“Biz Resulullah’ın üzerinde geziniyoruz ha!”<br />

O gece üst katta uyu<strong>ya</strong>madılar. Sabahleyin durumu<br />

Efendimize anlattılar.<br />

Güzeller Güzeli, “Alt kat benim için daha uygun”<br />

buyurdu.<br />

Ebu Eyyüb ısrar etti ve dedi ki:<br />

“Hayır! Sizin alt katta olduğunuz bir evde ben<br />

uyu<strong>ya</strong>mam...”<br />

Bunun üzerine Peygamberimiz üst kata taşınma<strong>ya</strong><br />

razı oldu.<br />

* * *<br />

Ebu Eyyüb radıyâllahû anh, Efendimizin döneminde<br />

Bedir dahil bütün savaşlara katıldı.<br />

Efendimizden sonra da, ömrü cihad meydanlarında<br />

geçen bir kahramandı.<br />

Ancak asıl kahramanlığı, Efendimize gösterdiği<br />

misafirperlikte ve cömertlikte idi.<br />

Bir gün, Hazreti Ebu Bekir, çok sıcak bir öğle vakti<br />

Efendimizin mescidine geldi. Hazreti Ömer de<br />

oradaydı.<br />

“Ey Ebu Bekir, niçin bu saatte buradasın?” diye<br />

sordu.<br />

“Açlıktan” dedi. “Artık da<strong>ya</strong>nama<strong>ya</strong>cağım kadar<br />

acıktım.”<br />

Hazreti Ömer, “Yemin ederim ki, ben de aynı sebepten<br />

buradayım” dedi.<br />

Tam o sırada, bir de baktılar ki, Efendimiz sallâllahu<br />

aleyhi ve sellem de orada...<br />

O vakitte niçin dışarıda olduklarını sorunca da,<br />

günlerdir hiç bir şey yemediklerini söylediler.<br />

Güzeller Güzeli, kendisinin de aynı durumda olduğunu<br />

söyledi ve “Haydi kalkın, gidelim” buyurdu.<br />

Ebu Eyyüb’ün kapısına kadar yürüdüler. Orada<br />

evin hanımefendisi vardı.<br />

Misafirlerini görünce çok sevindi. Onları, “Allah’ın<br />

Peygamberi ve beraberindekiler hoş gelmiş” diyerek<br />

karşıladı.<br />

Efendimiz, o eve hep belli bir vakitte gelir ve Ebu<br />

Eyyüb’ün kendisi için hazırladığı yemeği yerdi. O<br />

gün Peygamberimiz aynı vakitte gelmeyince,<br />

Ebu Eyyüb hazırladığı yemeği çocuklarına yedirmiş<br />

ve çalışmak için evinin arkasındaki hurmalığına<br />

gitmişti.<br />

Güzeller Güzeli, “Ebu Eyyüb nerede?” diye sordu.<br />

Bu en güzel ses, sorulana kadar ulaştı. Ebu Eyyüb,<br />

koşarak geldi, misafirlerini selâmladı. Sonra da,<br />

“Ey Allah’ın Elçisi, her günkü vakitte gelmediniz?”<br />

dedi.<br />

“Evet, öyle oldu, doğrusun” buyurdu Efendimiz...<br />

Bu cevap üzerine, Ebu Eyyüb koşarak gitti ve<br />

hem kuru, hem <strong>ya</strong>ş, hem de olgun hurmalar bulunan<br />

bir salkımı koparıp getirdi.<br />

Peygamberimiz bu salkımı fazla buldu ve “Ben bu<br />

kadarını istememiştim; bize biraz kuru hurma<br />

toplayıver, yeter” buyurdu.<br />

Ebu Eyyüb ise, “Ey Allahın Elçisi! Hurmanın bütün<br />

çeşitlerinden yemenizi istemiştim. Ayrıca sizin<br />

için bir de keçi keseceğim” dedi.<br />

Efendimiz onu u<strong>ya</strong>rdı ve “Sakın, süt veren hayvanını<br />

kesme” buyurdu.<br />

Ebu Eyyüb keçiyi keserken, hanımına da şöyle<br />

seslendi:<br />

“Sen ekmek <strong>ya</strong>pmakta ustasın. Bize biraz hamur<br />

yoğurup ekmek pişirir misin?”<br />

Kendisi de, etin <strong>ya</strong>rısını haşladı, <strong>ya</strong>rısını da kızarttı.<br />

Yemek hazırlanıp misafirlerin önüne konulmuştu<br />

ki, Efendimiz, etten bir parça koparıp bir<br />

ekmeğin üzerine koydu ve şöyle buyurdu:<br />

“Ey Ebu Eyyüb! Bunu kızım Fatıma’<strong>ya</strong> gönder. Zira<br />

böyle bir yemeği günlerdir yememiştir.”<br />

Yemekten sonra, Güzeller Güzeli, “Ekmek, et, kuru<br />

hurma, olgunlaşmamış hurma, olgun hurma...”<br />

dedi ve ağla<strong>ya</strong>rak şöyle devam etti:<br />

“Canımı elinde tutan Allah’a andolsun ki, kı<strong>ya</strong>met<br />

günü bu nimetlerden hesaba çekileceksiniz.”<br />

Bu sözünün oradakilere ağır geldiğini gören<br />

Efendimiz, şu açıklamasıyla onları rahatlattı:<br />

“Böyle nimetlere ulaştığınızda BİSMİLLAH deyiniz.<br />

Doyduğunuzda ise, bize nimetlerini fazlasıyla<br />

veren Allah’a hamdolsun deyiniz. EL HAMDÜ<br />

LİLLAH... Böyle <strong>ya</strong>pmanız bu nimetlerin karşılığıdır.”<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

34


İSTANBUL SURLARININ<br />

ÖNÜNDE EYYÜB–EL ENSARİ<br />

Ebu Eyyüb radıyAllahu anh Emeviler zamanında,<br />

İstanbul’u fethe çıkan ordu içinde de yer almıştı.<br />

İstanbul o zaman, Kostantiniyye adıyla Bizans<br />

İmparatorluğu’nun başkenti idi.<br />

Yaşı sekseni çoktan geçmişti ama ruhu, fethi müjdeleyen<br />

hadis–i şerifle gepgençti.<br />

Şehrin kuşatılması sırasında bir Mücahid, büyük<br />

bir cesaretle Bizans askerlerinin içine kadar girmişti.<br />

Dönüp geldiğinde bazı arkadaşları, “Niçin<br />

canını tehlikeye attın? Dediler.<br />

Ebu Eyyüb onlara döndü ve dedi ki:<br />

“Ey insanlar! Kendinizi tehlikeye atmayınız ayetini,<br />

böyle <strong>ya</strong>nlış yorumluyorsunuz. Bu ayet, biz<br />

Ensar hakkında gelmişti.<br />

İslamiyet güçlenip <strong>ya</strong>rdımcıları çoğalınca, bizler<br />

Resulûllah’tan gizli olarak, aramızda şöyle konuştuk:<br />

‘Epeydir mallarımıza bakamayıp zi<strong>ya</strong>n ettik. Artık<br />

onların başında dursak da yeniden daha verimli<br />

hale getirsek...’<br />

Bu konuşmamız üzerine, Yüce Allah Bakara<br />

Suresinin şu ayetini indirdi:<br />

‘Allah yolunda mallarınızı harcayın, (cimrilik <strong>ya</strong>parak)<br />

kendinizi tehlikeye atmayın!’<br />

Anladık ki tehlike, cihadı bırakıp mallarımızla<br />

meşgul olmakta idi.”<br />

İşte bu inancın sevdalısı olan Ebu Eyyüb’ün bütün<br />

ömrü, Allahyolunda cihad ile geçmiştir. O<br />

adeta Allahiçin cihada do<strong>ya</strong>ma<strong>ya</strong>n bir gönlün<br />

sahibiydi. Bu sebepledir ki, İstanbul kuşatması<br />

sırasında hastalığı ağırlaşınca, şöyle demişti:<br />

“Eğer ölürsem, beni de <strong>ya</strong>nınızda götürünüz.<br />

Düşmana karşı saf tuttuğunuz yerde a<strong>ya</strong>klarınızın<br />

altına gömünüz.”<br />

Ebu Eyyüb’un bu dileği yerine getirildi ve o<br />

Kostantiniye yi kuşatan surlara en <strong>ya</strong>kın bir yere<br />

defnedildi. Orada Peygamber müjdesinin şanlı<br />

bir bayrağı olarak halâ dalgalanmaktadır.<br />

* * *<br />

O tarihten sekiz asır sonra, 1453 yılında,<br />

Kostantiniyye son defa kuşatıldı. 21 <strong>ya</strong>şındaki<br />

delikanlı kumandan, bir gün hocası<br />

Akşemseddin’e başvurup bu kutlu işaretin bulunmasını<br />

istedi.<br />

Zira askerin, coşkun bir fetih hamlesi için böyle<br />

bir manevi güce ve moral kaynağına ihti<strong>ya</strong>cı vardı.<br />

Ak Şeyh, kalp gözüyle baktı, <strong>ya</strong>lvarıp <strong>ya</strong>kardı,<br />

ağladı, sızladı ve sonunda sekiz asır sonra Ebu<br />

Eyyüb’ün mezarını buldu.<br />

Bu haber, askeri heyecana getirdi. Ebu Eyyub<br />

sanki yeniden dirilip askerin başına geçmiş ve<br />

Efendimiz in fetih müjdesini ilk ağızdan bir daha<br />

ilân etmişti.<br />

Kostantiniyye İstanbul olunca, mezarı yeniden<br />

düzenlenmiş ve padişahlar orada kılıç kuşandıktan<br />

sonra tahta çıkmışlardır.<br />

Günümüzde de, Eyyüb Sultan zi<strong>ya</strong>retçisi en çok<br />

olan mekândır.<br />

İstanbul da Efendimizin temsilcisi, fethin manevi<br />

mimarı ve şehrin hamisi, sahibi ve duacısıdır. Bu<br />

gerçeği, Padişah Sultan Mahmud’un kızı Adile<br />

Sultan şöyle ifade etmiştir:<br />

Yetmez mi bu şehrin halkına bu nimet–i Bari<br />

Resul–ü Ekrem’in Yarı Eba Eyyübel Ensari.<br />

Ebu Eyyüb’de CİHAD VE İLİM AŞKI<br />

Özellikle de, Efendimizden duyduğu bir hadisi<br />

doğru nakletmek uğruna nasıl bir zahmete katlandığını<br />

bilmek, insanı hayrete ve hayranlığa<br />

düşürüyor.<br />

Bir defasında, Medine’den kalkıp Mısır’da oturan<br />

Ukbe bin Amir’in <strong>ya</strong>nına gitmiş ve ona sormuştu:<br />

“Bir müminin ayıbını örtmekle ilgili Resulûllah’tan<br />

duyduğun hadis nasıldı?”<br />

Ukbe bin Amir de, hadisi söyledi:<br />

“Kim dün<strong>ya</strong>da bir müminin gizli kalmış bir suçunu<br />

örterse, Allahda kı<strong>ya</strong>met günü onun suçunu<br />

örter.”<br />

Ebu Eyyub bu hadisi öğrenir öğrenmez, bineğine<br />

atladığı gibi Medine’nin yolunu tuttu ve öğrendiğini<br />

oradakilere de öğretti.<br />

* * *<br />

Ebu Eyyüb radıyâllâhu anh peygamberimizin<br />

sağlığındaki Medineli beş hafızdan biriydi.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

35


Efendimizden de birçok hadis nakletmiştir.<br />

Bunlardan bazıları şöyledir:<br />

“Resûlûllah Mirac gecesi göğe yükselip dolaşırken,<br />

Hazreti İbrahim’in bulunduğu kata varmıştı.<br />

Hazreti İbrahim dedi ki:<br />

“Ey Muhammed! Ümmetine emret de, çokça<br />

Cennet fidanı diksinler. Çünkü oranın toprağı güzel,<br />

yeri geniştir.”<br />

Resûlûllah “Cennet fidanı nedir?” diye sordu.<br />

Hazreti İbrahim de, “Lâ hâvle velâ kuvvete illâ billâh<br />

sözüdür” dedi.<br />

* * *<br />

Ebu Eyyüb hazretleri anlatıyor:<br />

Bir adam, “El hamdü lillâhi hamden kesiren tayyiben<br />

mübareken fihi” –İçinde bereket bulunan iyi<br />

bir hamd ile Allah”a çok çok hamd olsun– dedi.<br />

Resûlûllah, bu sözü kimin söylediğini sordu. Sözü<br />

söyleyen kişi, <strong>ya</strong>nlış konuştuğunu sanarak korkup<br />

sustu.<br />

Efendimiz “O kimdi; doğruyu söylemişti” buyurdu.<br />

Bunun üzerine, sözün sahibi, “Bendim ey Allah’ın<br />

Elçisi! Hayırlı olacağını düşünerek söylemiştim”<br />

dedi.<br />

Peygamberimiz de, şu cevabı ile o kişiyi sevindirdi:<br />

“Ruhumu kudret elinde tutan Allah”a and olsun<br />

ki, on üç melek gördüm. Hepsi de senin bu sözlerine<br />

doğru koşuyorlardı. O sözleri, hangisi Allah<br />

katına yükseltecek diye <strong>ya</strong>rışıyorlardı.”<br />

* * *<br />

Ebu Eyyüb hazretleri der ki; “Ne zaman<br />

Efendimizin arkasında namaz kıldımsa, onun namazdan<br />

sonra şu duayı <strong>ya</strong>ptığını işittim:<br />

“Allah’ım! Bütün hata ve günahlarımı affet.<br />

Allah’ım, beni yükselt, eksiklerimi gider, beni güzel<br />

amellere ve güzel ahlâka eriştir.<br />

Onların güzel olanlarına rehberlik edip, kötü<br />

olanlarından koru<strong>ya</strong>cak olan ancak Sen’sin”<br />

NAMAZ<br />

Ebu Eyyüb hazretleri, evinde namaz kılarken, aile<br />

fertlerinin sessiz olmalarını istemezdi. Derdi ki,<br />

“Ben zaten namazda iken, sizin söylediklerinizi<br />

işitmiyorum.”<br />

Hatta bir defasında, o namaz kılarken mescidin<br />

duvarı yıkılmıştı da, mübarek Zat’ın bundan haberi<br />

bile olmamıştı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

36


MÜSLÜMAN<br />

BİLİMADAMLARI<br />

FARUK KUL<br />

Endülüs’te yetişen büyük botanik âlimi ve<br />

eczacı<br />

Ebu Muhammed Abdullah bin Ahmed bin<br />

el-Baytar<br />

Endülüs’te yetişen büyük botanik âlimi ve<br />

eczacı. İsmi, Abdullah bin Ahmed el-Mâlikî olup,<br />

künyesi Ebû Muhammed’dir. Lakabı Aşşâb’dır.<br />

Endülüs’ün bir sahil şehri olan Mâlika’da 1197<br />

yılında doğduğu rivayet edilir. Doğum târihi<br />

kesin belli değildir. Babası mütehassıs bir baytar<br />

yâni veteriner idi. Bu yüzden İbn-i Baytar adıyla<br />

meşhûr oldu.<br />

İbn-i Baytar, İbn-i Rûmiyye diye bilinen<br />

meşhûr âlim Ebü’l-Abbâs Ahmed bin<br />

Muhammed’den ilim öğrendi. Hocası ile beraber<br />

Sevilla çevresinde bitki numûneleri toplamak<br />

için dolaştı. Yirmi <strong>ya</strong>şlarından itibaren; Yunan,<br />

Rum ve islâm alemindeki beldeleri dolaştı ve<br />

çeşitli otların hususiyetleri hakkında bilgi ve<br />

tecrübe sahibi olan müslüman ve gayr-i müslim<br />

bilginlerle görüştü. Gezip gördüğü yerlerdeki<br />

bitkileri yerlerinde inceledi. İncelediği bitkinin<br />

ayrıca yetiştiği beldeyi ve toprağı, o bitkinin<br />

büyümesinde te’siri olan diğer durumları tetkik<br />

etti. Bu se<strong>ya</strong>hatine Kuzey Afrika’dan başladı.<br />

Fas, Tunus, Cezayir, Trablus civarında araştırma<br />

<strong>ya</strong>ptıktan sonra, deniz yoluyla Antal<strong>ya</strong> civarına<br />

gitti. Daha sonra İtal<strong>ya</strong> ve Yunanistan taraflarına<br />

giderek buralarda uzun müddet konusuyla<br />

ilgili araştırmalarda bulundu. Arabça’<strong>ya</strong> kısmen<br />

Talebelerin kolayca istifâde<br />

edebilmesi ve kitapta aradığını<br />

çabucak bulabilmesi için,<br />

eserimi alfabetik olarak<br />

düzenledim. Her ilâç hakkında,<br />

önce ve sonra gelen âlimlerin<br />

o ilâçla ilgili <strong>ya</strong>ptığı hatâları<br />

<strong>ya</strong>zdım. Şimdiye kadar <strong>ya</strong>nlış<br />

kullanılan ve<strong>ya</strong> sâdece kitaplara<br />

da<strong>ya</strong>ndıkları için tabibler<br />

tarafından hatalı kullanılan<br />

ilâçları tek tek bildirdim. İlâçların<br />

muhtelif dillere göre isimlerini<br />

bildirerek onların bulunduğu<br />

memleketlerdeki bilinen mahallî<br />

isimlerini de zikrettim”.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

37


<strong>ya</strong>nlış olarak geçmiş olan bitki isimlerini düzeltti.<br />

Sonra Mısır’a gitti. Eyyûbî meliklerinden Melik<br />

Kâmil’den izzet ve ikram gördü ve Mısır’daki<br />

botanik âlimlerinin başına getirildi. İbn-i Baytar,<br />

daha sonra aynı sultanla Şam taraflarına gitti.<br />

Orada da bitki çeşitlerini toplama<strong>ya</strong> başladı. Melik<br />

Kâmil’in vefatı üzerine Mısır’a giden İbni Baytar,<br />

kısa bir süre sonra tekrar Şam’a döndü. Bitkiler<br />

üzerindeki araştırmalarına Suriye ve Anadolu’da<br />

devam ederken, 1248 (H. 646) senesinde Şam’da<br />

vefat etti.<br />

İbn-i Baytar, kendisinden önce <strong>ya</strong>şamış<br />

Dioskorides, Calinus, Hipokrat, İbn-i Sina, Gâfikî<br />

gibi birçok bilgin tarafından <strong>ya</strong>zılan eserleri çok<br />

iyi bir şekilde inceleyip bunlara şerhler <strong>ya</strong>zdı. İbn-i<br />

Baytar; deney, gözlem ve tetkikleri neticesinde<br />

bir konu hakkında sonuca varmasıyla meşhûr<br />

oldu. Tedkik ettiği hususlarda, o mevzu ile alâkalı<br />

nakillerin doğruluğu ve güvenilirliğini iyice<br />

araştırdı. Böylece, botanik ilminin gelişmesine bu<br />

araştırma ve görüşleri ile pek çok te’sirleri oldu.<br />

Otların hususiyetlerini çok iyi bilirdi. Bitkileri<br />

incelemek suretiyle çok güzel ilâçlar <strong>ya</strong>ptı.<br />

İbn-i Baytar, ayrıca tarlada yetişen ve mahsûllere<br />

zarar veren otları datedkik eden ilk âlimdir. Bu<br />

sebeble muhtelif nevilere ait kolleksiyonlar<br />

<strong>ya</strong>ptı. Günümüze kadar devam eden ve hâlâ<br />

kullanılan bitki kolleksiyonları <strong>ya</strong>pma fikri ona<br />

aittir. Eserlerinde bin dört yüz kadar bitkiyi tek tek<br />

inceledi. Bunlardan hangi ilâçlar <strong>ya</strong>pılabileceğini<br />

tedkik etti. Bu ilâçların kimyevî <strong>ya</strong>pılarını ve<br />

hastalıkları önlemedeki te’sir derecelerini en ince<br />

teferruatına kadar anlattı. Bir liste hâlinde sunduğu<br />

bu bitki ve ilâçların üç yüz tanesi tamamen kendi<br />

keşfiydi. Bu ilâçların ve bitkilerin tedâvîde nasıl<br />

kullanılacağını anlatırken, kendi deneylerini de<br />

ilâve etti. İbn-i Baytar, ayrıca hayvanlar üzerinde<br />

de araştırmalar <strong>ya</strong>ptı. Ehlîve vahşî hayvanlar<br />

hakkında bâzı tasniflerde bulundu.<br />

İbn-i Baytar, tedkik ettiği hususların<br />

nakillerinde çok dikkatli olup, bir ilâcı, diğer<br />

bir ilâç ile mukayesede çok gayretli idi. Yaptığı<br />

çalışmalar, eczacılık ilmine çok faydalı oldu. Bu<br />

alanda <strong>ya</strong>zdığı eserler asırlarca müracaat kaynağı<br />

olarak kullanıldı. Çünkü onun eserleri yüksek bir<br />

ilmî değere hâiz olduğu gibi, köklü ve detaylı<br />

bilgileri içerisinde bulundurmakta idi.<br />

İbn-i Baytâr’ın inceleme ve araştırmalarını<br />

topladığı eserlerinden iki tanesi günümüze kadar<br />

ulaşmıştır. Bunlar;<br />

1-Kitâb-ül-Câmî fi edviyet-il-müfrede: Müfredât-ı<br />

İbn-i Baytar diye de bilinen eser, dört cüzdür.<br />

Eserde bitkiler, mâdenler ve hayvanlardan elde<br />

edilen ilâçlar alfabetik sıra ile anlatılmaktadır.<br />

İbn-i Baytar, bu eserini <strong>ya</strong>zarken, kendi gözlem ve<br />

deneyleri <strong>ya</strong>nında daha önce <strong>ya</strong>şamış bilginlerin<br />

fikirlerinden de faydalanmıştır. Bu eser, on altıncı<br />

asrın ortalarına kadar <strong>ya</strong>zılan en önemli ilâç<br />

kitabıdır. Eser, batı farmakolojisine doğrudan te’sir<br />

etmiş ve on dokuzuncu asrın ortalarına kadar<br />

kendini kabul ettirmiştir. Eserde aynı zamanda<br />

gıda çeşitlerine de yer verilmiştir. Dioskorides ve<br />

Galen’in ilâçlar hakkındaki fikirlerine yer verilen<br />

eserde, yirmisi Yunanlı olmak üzere yüz elli bilginin<br />

ismi geçmektedir. En çok adı geçen müslüman<br />

bilginler arasında İbn-i Sînâ ve Râzî yer almaktadır,<br />

İbn-i Baytar, Kitâb-ul-câmi fi edviyet-il-müfrede<br />

kitabının başında buyuruyor ki:<br />

“İnsanlara faydalı olacak bilgiler <strong>ya</strong>nında<br />

gece ve gündüz devamlı olarak, kullanılan<br />

gıdalar ve basit ilâçlar hakkında doğru ve tam<br />

bilgi verdim. Önce ve sonra gelen bilginlerin bu<br />

mevzuda söyleyip <strong>ya</strong>zdıklarından kendi deney<br />

ve gözlemlerim ile doğruluğunu gördüklerimi<br />

eserime <strong>ya</strong>zdım. Doğrula<strong>ya</strong>madıklarımı ve gerçeğe<br />

aykırılıklarını tesbit ettiklerimi, kitabıma almadım.<br />

Mes’eleye daha fazla açıklık’ kazandırmak için<br />

zarurî görülenlerin dışında tekrardan sakındım.<br />

Talebelerin kolayca istifâde ede bilmesi ve<br />

kitapta aradığını çabucak bulabilmesi için,<br />

eserimi alfabetik olarak düzenledim. Her ilâç<br />

hakkında, önce ve sonra gelen âlimlerin o ilâçla<br />

ilgili <strong>ya</strong>ptığı hatâları <strong>ya</strong>zdım. Şimdiye kadar <strong>ya</strong>nlış<br />

kullanılan ve<strong>ya</strong> sâdece kitaplara da<strong>ya</strong>ndıkları için<br />

tabibler tarafından hatalı kullanılan ilâçları tek tek<br />

bildirdim. İlâçların muhtelif dillere göre isimlerini<br />

bildirerek onların bulunduğu memleketlerdeki<br />

bilinen mahallî isimlerini de zikrettim”.<br />

Bitkilerin isimlerinin Arabça’sının <strong>ya</strong>nında<br />

Farsça, Fransızca, Latince ve Berberî dilleriyle<br />

<strong>ya</strong>zılışlarının da verildiği eser, Aydınoğullarından<br />

Umur Bey’in emriyle özet olarak Türkçe’ye<br />

tercüme edilmiştir. Bu tercümenin bir nüshası<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

38


İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, <strong>ya</strong>zma eserler<br />

bölümünde 1204 numarada kayıtlıdır. Eser 1875<br />

senesinde Kâhire’de basılmıştır.<br />

2-Kitâb-ül-Mugnî fi Edviyet-il-Müfrede: Bu<br />

eser Kitâb-ül-Câmi’nin tersine çevrilmiş şeklidir.<br />

Yâni Kitâb-ül-Câmi’de bitkiler ve ilâçlar alfabetik<br />

sıra<strong>ya</strong> göre <strong>ya</strong>zıldığı hâlde, bu eserde önce<br />

hastalıklar, sonra da ilâçlar kısa ve açık bir şekilde<br />

anlatılmıştır. Eserde en çok adı geçen müslüman<br />

tabiblerden biri Ebü’l-Kâsım’dır.<br />

Eser, F. R. Diets tarafından 1833’de Latinceye,<br />

J. V. Sontheimer tarafından Almanca<strong>ya</strong> ve L.<br />

Leclerc tarafından da Tratie des simples adıyla<br />

Fransızca<strong>ya</strong> tercüme edilmiştir.<br />

El-İbâne vel-î’lâm bimâ fil-minhâc minel helal<br />

vel-evhâm, Şerhu edviyeti Dioskorides, Ef âl-ülgarîbe<br />

vel-havâs-ul-acîbe adlı başka eserleri de<br />

vardır.<br />

İbn-i Baytâr’ın yetiştirdiği en büyük<br />

talebelerinden İbn-i Ebî Usaybia, <strong>ya</strong>zdığı bir<br />

eserde hocası hakkında; “Onun <strong>ya</strong>nında ilâç<br />

isimleri hakkında bilgimi geliştirmek için<br />

Dioskorides’in kitabını okudum. O, araştırmaları<br />

esnasında öğrendiği noksansız Yunancadan<br />

faydalanarak, Dioskorides’in ilâçlar hakkında<br />

söyledikleri ile derse başlardı. Daha sonra<br />

Galen’in mevzu ile alâkalı sözlerini anlatırdı.<br />

Bahsettiği mevzuda devrinin tabiblerinin<br />

nerede birbirlerinden ayrıldıklarını, nerede hatâ,<br />

vetereddütler bulunduğunu birer birer açıklardı.<br />

Eve geldikten sonra anlattığı konuları kitaplarda<br />

araştırır, İbn-i Baytâr’ın anlatılması gereken her<br />

şeyi anlattığını görürdüm. En ilgi çekici olan<br />

şudur: İbn-i Baytar, bir ilâçdan bahsettiğinde, o<br />

ilâcın Dioskorides ve Galen’in kitablarında hangi<br />

bahisde ve bu bahisdeki ilâçlar arasından hangi<br />

numaralı ilâç olduğunu söylerdi” demektedir.<br />

Usâme Ânûtî, Reva min-et-türâs-il-arabî<br />

isimli eserinde şöyle demektedir: “İbn-i Baytâr’ın<br />

eserlerindeki bilgiler aslı itibariyle doğrudur.<br />

Bunun şahidi, kitabının ihtiva ettiği bitkiler ve<br />

ilâçlardır. Bunların hepsini bu gün modern tıb<br />

kabul etmektedir. Onun kitaplarında bildirdiği<br />

birçok hastalıkların tedavisinde faydalı olan<br />

maddelerin pek çoğu Farmokoloji ilmine<br />

girmiştir.”<br />

Eserleri:<br />

İbn-i Baytâr’ın <strong>ya</strong>ptığı çalışmalar eczâcılık<br />

ilmine çok faydalıydı. Bu alanda <strong>ya</strong>zdığı eserler<br />

asırlarca mürâcaat kaynağı oldu. Onun inceleme<br />

ve araştırmalarını topladığı eserleri şunlardır:<br />

1) Kitab el-Cami’fi el-Adviyye el-Müfredah:<br />

2) Kitâb-ül-Muğnî fî Edviyet-il-Müfrede:.<br />

3) El-İbâne vel-İ’lâm bimâ fil-Minhâc min-el-<br />

Halel vel-Evhâm,<br />

4) Şerhu Edviyet-i İoskorides,<br />

5) Ef’âl-ül-Garîbe vel-Havâs -ül-Acîbe.<br />

6)Mîzân-üt-Tabîb.<br />

Kaynakça:<br />

http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-<br />

Tarihi-D-IBN_I_BAYTAR-354.aspx<br />

http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_bin_<br />

Ahmed_el-Baytar<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

39


ilm-ü hal<br />

TEYEMMÜM<br />

‏..وَإِن كُنتُمْ‏ جُنُبًا فَاطَّهَّرُواْ‏ وَإِن كُنتُم مَّرْضَ‏ ى<br />

‏َأوْ‏ عَلَى سَ‏ فَرٍ‏ ‏َأوْ‏ جَ‏ اء ‏َأحَ‏ دٌ‏ مَّنكُم مِّنَ‏ الْغَائِطِ‏ ‏َأوْ‏<br />

لاَمَسْ‏ تُمُ‏ النِّسَ‏ اء فَلَمْ‏ تَجِ‏ دُواْ‏ مَاء فَتَيَمَّمُواْ‏ صَ‏ عِيدًا<br />

طَيِّبًا فَامْسَ‏ حُواْ‏ بِوُجُوهِكُمْ‏ وََأيْدِيكُم مِّنْهُ..‏<br />

AYŞE TUNÇ<br />

Sözlükte “bir işe yönelmek, bir şeyi<br />

kastetmek” anlamına gelen teyemmüm<br />

dinî literatürde, suyu temin etme ve<strong>ya</strong><br />

kullanma imkânının bulunmadığı durumlarda<br />

hadesi <strong>ya</strong>ni büyük ve küçük hükmî kirliliği<br />

(Gusülsüzlük ve abdestsizlik hali) gidermek<br />

maksadıyla, temiz toprak ve<strong>ya</strong> yer kabuğundan<br />

sayılan bir maddeye sürülen ellerle yüzü ve<br />

iki kolu meshetmekten ibaret hükmî temizlik<br />

demektir. Abdest ve gusül normal durumlarda<br />

su ile <strong>ya</strong>pılan ve maddî temizlenme özelliği<br />

de taşı<strong>ya</strong>n hükmî bir temizlik iken teyemmüm<br />

istisnaî hallerde başvurulan, abdest ve gusül<br />

yerine geçen (bedel) sembolik bir işlemdir.<br />

Teyemmüm Kur’an ve sünnetle sabittir.<br />

Kur’an-ı Kerim’de teyemmüm ruhsatı ile ilgili<br />

olarak şöyle buyurulur:<br />

“Hasta olursanız ve<strong>ya</strong> seferde bulunursanız<br />

ve<strong>ya</strong> biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten)<br />

gelir ve<strong>ya</strong> kadınlara dokunur (cinsel ilişkide<br />

bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz<br />

bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve<br />

ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah,<br />

size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez.<br />

Fakat O, sizi tertemiz <strong>ya</strong>pmak ve üzerinizdeki<br />

nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz. 1<br />

“Eğer hasta olur ve<strong>ya</strong> yolculukta<br />

bulunursanız, ve<strong>ya</strong>hut biriniz abdest<br />

bozmaktan gelince <strong>ya</strong> da eşlerinizle cinsel<br />

ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o<br />

zaman temiz bir toprağa yönelip, yüzlerinizi<br />

1 (el-Mâide 5/6)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

40


ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok<br />

affedicidir, çok bağışlayıcıdır.” 2<br />

Teyemmüm Hicretin beşinci yılanda meşru<br />

kılınmıştır. Teyemmümle ilgili ayet-i celilenin<br />

nüzul sebebi olarak şu hadis zikredilir, şöyle<br />

ki:<br />

Hz.Aişe (r.a) şöyle demiştir: “Rasul-ü Ekrem<br />

(s.a.v)’in ettikleri seferlerin birinde birlikte<br />

yola çıkmıştık. Ya Beydâ’<strong>ya</strong>, <strong>ya</strong> Zâtü’l-Ceyş’e<br />

vardığımızda, gerdanlığım kopup kayboldu.<br />

Aransın diye Resûlullah (s.a.v) o mahalde<br />

bekledi. Herkes de berâber bekledi. Halbuki<br />

bir su başında değillerdi. Halk, Ebu Bekr (r.a)’a<br />

gelip:<br />

-”Yâ Ebu Bekr, Aişe`nin ettiğini gördün mü?<br />

Resûlullah (s.a.v)’de, herkesi de yollarından<br />

alıkoydu. Su başında değiller. Kimsenin<br />

<strong>ya</strong>nında da su yok.” dediler.<br />

Ebu Bekr (r.a) benim <strong>ya</strong>nıma geldi.<br />

Resûlullah (s.a.v)’ de uyumuş, (mübârek)<br />

başını dizime koymuştu. Ebu Bekr(r.a.): -”Sen,<br />

Resûlullah (s.a.v)’ de, herkesi de yolundan<br />

alıkoydun. Su başında değiller, kimsenin<br />

<strong>ya</strong>nında da su yok.” dedi.<br />

Aişe(r.a.) der ki: Ebu Bekr bana itâb etti,<br />

birçok söylendi. Eli ile de böğrüme vurmağa<br />

başladı. Böyle iken yine Resululla’in mübârek<br />

başı dizimde olduğu için hiç kıpırdamadım.<br />

Sabah olunca Resûlullah (s.a.v) kalktı. Hiç su<br />

yoktu. Allâh-u Zülcelal Hazretleri teyemmüm<br />

âyetini inzal buyurdu. Herkes teyemmüm<br />

etti.<br />

Üseyd b. Hudayr (r.a): “Ey Ebu Bekr<br />

hanedanı, bu sizin ilk bereketiniz değildir.”<br />

dedi.<br />

Aişe (r.a) der ki: “Sonra gideceğimiz sırada<br />

üzerine bindiğim deveyi kaldırdık. Gerdanlığı<br />

altında bulduk.” 3<br />

İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: “Resulullah<br />

(s.a.v) zamanında bir adam <strong>ya</strong>ralanmış, sonra<br />

da ihtilam olmuştu. Kendisine yıkanması<br />

emredildi. Adam yıkandı ve öldü. Onun<br />

haberi Resulullah (s.a.v)’a ulaşmıştı. Öfke ile<br />

şunları söyledi:<br />

“Onu öldürmüşler, Allah da onların canını<br />

alsın! Madem bilmiyorlardı, niye sormadılar?<br />

Bilgisizliğin şifası sualdir. Ona, teyemmüm<br />

yeterliydi. Yarasına bir bez sarılmalı ve<br />

üzerinden meshedilmeli, sonra da bedeninin<br />

geri kalan kısmı yıkanmalıydı.’’ 4<br />

2 (Nisa 4/43)<br />

3 (Buhari/222)<br />

4 (Ebu Davud, Tahâret 127, ; İbnu Mace, Tahâret 93 )<br />

Amr İbnu’l-As (r.a) anlatıyor: “Zâtu’s-<br />

Selâsil Gazvesi ‘nde, soğuk bir gecede,<br />

ihtilam oldum. Yıkandığım takdirde helak<br />

olacağımdan korktum. Böylece teyemmüm<br />

<strong>ya</strong>pıp, arkadaşlarıma sabah namazını<br />

kıldırdım. Bu hadiseyi Resulullah (s.a.v)’a<br />

anlattılar. Bana: “Ey Amr! Sen cünüb olduğun<br />

halde arkadaşlarına namaz mı kıldırdın?”<br />

diye sordu. Ben de yıkanmama mâni olan<br />

durumu haber verdim ve dedim ki:<br />

“Ben Allah’ın şöyle söylediğini işittim:<br />

“Kendinizi öldürmeyin, Allah sizlere karşı<br />

rahimdir’’ 5 Resulullah (s.a.v) güldüler ve hiçbir<br />

şey söylemediler.” 6<br />

Teyemmümün sebepleri<br />

Teyemmüm ancak belli bir mazeretin<br />

bulunması halinde <strong>ya</strong>pılabilir. Bu mazeretler<br />

de iki grupta toplanabilir:<br />

1. Abdest ve<strong>ya</strong> gusle yetecek miktarda<br />

suyun bulunmaması. (en az bir mil ve<strong>ya</strong> ona<br />

denk dört bin adım uzakta suyun bulunması)<br />

2. Suyu kullanmayı engelleyen fiilî bir<br />

durumun ve<strong>ya</strong> suyu kullanmamak için dinen<br />

geçerli bir mazeretin/engelin bulunması.<br />

Şehirde de olsa suyun bir mil uzaklıkta<br />

bulunması gibi teyemmümü meşru kılacak<br />

bir mazeretin bulunması, hastalık, zarar<br />

vereceğinden ve hastalığa sebeb olacağından<br />

korkulan soğuk, düşman korkusu, susuzluk,<br />

hamur yoğurmak için ihti<strong>ya</strong>ç duyulması<br />

(çorba pişirmek için değil), su çıkaracak<br />

âletin bulunmaması, cenaze ve bayram<br />

namazlarını kaçırmamak için teyemmüm<br />

edilmesi (Cuma ve vakit namazlarını kaçırma<br />

endişesi mazeret sayılmaz) gibi durumlarda<br />

mükellef kendi karar vermeli, haklı ve<br />

geçerli bir mazeretinin bulunduğuna kanaat<br />

getirdiğinde teyemmüm ruhsatından<br />

<strong>ya</strong>rarlanmalıdır. 7<br />

Teyemmümün <strong>ya</strong>pılışı<br />

Teyemmüm, her yönden temiz olan<br />

toprak cinsinden bir şeyle <strong>ya</strong>pılır. Şöyle ki:<br />

Üzerlerinde pislik dokunmamış olan toprak,<br />

kum, çakıl, horasan, alçı gibi toprak cinsinden<br />

olan şeylerle teyemmüm <strong>ya</strong>pılır. Yine taş<br />

cinsinden olan mermer, kiremit, tuğla,<br />

<strong>ya</strong>kut, zümrüt, zebercet, tut<strong>ya</strong> ve mercanla<br />

ve<strong>ya</strong> nemli olsun, <strong>ya</strong>nık olsun toprakla<br />

ve<strong>ya</strong> çoğu toprak karışımı olan maddelerle,<br />

ka<strong>ya</strong> tuzu ile, çamurla sıvanmış duvarla da<br />

5 (Nisa 4/ 29)<br />

6 (Ebu Davud, Tahâret 126)<br />

7 Nur-ül İzah<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

41


teyemmüm edilebilir. Bunların üzerinde toz<br />

bulunması şart değildir. Fakat kurumadıkça<br />

çamurla teyemmüm edilmez; bu imam Ebû<br />

Yusuf’a göredir, İmam Azam’a göre, vaktin<br />

çıkmasından korkulur ve çamurun toprağı<br />

sudan zi<strong>ya</strong>de olursa, çamur ile teyemmüm<br />

edilir.<br />

İmam Ebû Yusuf ile İmam Şafiî’ye göre,<br />

teyemmüm <strong>ya</strong>lnız toprakla <strong>ya</strong>pılır, İmam<br />

Malik’e göre, toprak ve kumla teyemmüm<br />

caiz olduğu gibi otlarla, ağaçlarla ve karla<br />

da caiz olur. İmam Ahmed İbni Hanbel’e<br />

göre, teyemmüm <strong>ya</strong>lnız <strong>ya</strong>nmamış olan ve<br />

başkasından gasbedilmemiş olan tozlu bir<br />

haldeki temiz bir toprakla <strong>ya</strong>pılır. Kum ve<br />

diğer şeylerle <strong>ya</strong>pılmaz. 8<br />

Teyemmüm, hükmî temizlenme niyetiyle<br />

temiz toprağa sürülen el a<strong>ya</strong>sıyla önce<br />

yüzü sonra kolları dirseklerle birlikte<br />

meshetmekten ibarettir. Bu sebeple<br />

teyemmümün niyet, yüzü meshetmek,<br />

kolları dirseklerle birlikte meshetmek<br />

şeklinde üç farzı vardır.<br />

Teyemmüme başlarken besmele çekmek,<br />

sıra<strong>ya</strong> riayet etmek <strong>ya</strong>ni önce yüzü sonra kolları<br />

meshetmek, bunları <strong>ya</strong>parken ara vermemek,<br />

elleri toprağa vurduğunda ileri geri hareket<br />

ettirmek ve toprağın parmak aralarına<br />

girmesini sağlamak, ellerini topraktan<br />

kaldırınca parmaklardaki toz ve toprakları<br />

silkelemek teyemmümün sünnetleridir.<br />

Abdest içinde gusül içinde teyemmüm aynı<br />

şekilde alınır tek farkı niyetidir. Namaz vakti<br />

8 Ömer nasuhi bilmen/ Büyük İslam İlmihali<br />

girmeden teyemmüm edilmesi câizdir. Su<br />

bulunmadığı, mazeret hali kalkmadığı sürece<br />

bir kimse <strong>ya</strong>ptığı teyemmümle dilediği<br />

kadar farz ve nâfile namaz kılabilir. Bu Hanefî<br />

mezhebinin görüşüdür. Hanefî mezhebi<br />

dışındaki üç mezhebe göre, teyemmümün<br />

geçerli olabilmesi için namaz vaktinin girmiş<br />

olması gerekir ve bir teyemmümle birden<br />

fazla farz namaz kılınamaz. Ancak Hanbelîler<br />

birden fazla kazâ namazı kılınabileceği<br />

görüşündedir.<br />

Teyemmümü bozan durumlar<br />

1. Abdesti bozan ve guslü gerektiren<br />

durumlar teyemmümü de bozar. Çünkü<br />

teyemmüm bu ikisinden bedeldir.<br />

2. Hastalık, tehlike, şiddetli soğuk, suyu<br />

elde edecek araç ve gerecin yokluğu gibi<br />

teyemmümü mubah hale getiren bir mazeret<br />

sebebiyle teyemmüm <strong>ya</strong>pılmış da bu<br />

mazeret hali ortadan kalkmışsa, teyemmüm<br />

bozulmuş olur.<br />

3. Yaptığı teyemmümle namaz kılan<br />

kimse namaz esnasında suyu görürse ve<strong>ya</strong><br />

su bulunursa, teyemmümü bozulmuş olur.<br />

Namazı teyemmümle kıldıktan sonra su<br />

bulunursa vakit çıkmamış bile olsa kılınan<br />

bu namazın iadesi gerekmez. Şâfiîler bu<br />

durumda iadeyi gerekli görür. Namaz vakti<br />

çıktıktan sonra ise iadenin gerekmediğinde<br />

görüş birliği vardır. 9<br />

9 İsam<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

42


‘SINIR’SIZ<br />

KARDEŞLİKLER...<br />

Ümmü HARAM<br />

Euzubillahimineşşeytanirracim<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

Bir cuma günü tamda cuma vakti telefonumuz<br />

ısrarla çaldı. Bizi tanı<strong>ya</strong>nlar telefonumuzu<br />

çok ısrarlı çaldırmazlar. Bizi tanıma<strong>ya</strong>n<br />

biridir ve<strong>ya</strong> çok önemli bir durum olabilir<br />

düşüncesiyle ve ara<strong>ya</strong>nın kim olabileceğinin<br />

merakıyla telefona baktık. Numara bizde<br />

kayıtlı değildi. Kayıtlı olma<strong>ya</strong>n numaralara<br />

bakmak adetimiz olmadığı halde “Hayırdır<br />

İnşaAllah” diyerek telefonu açtık.<br />

Utangaç bir hanım sesiydi duyduğumuz.<br />

Selam verdi. Selamına<br />

mukabele ettik. Çekingen sesiyle<br />

cumamızı tebrik edip kendini tanıttı.<br />

Birkaç ay önce, Kon<strong>ya</strong>’nın kenar<br />

mahallelerinden birinde zi<strong>ya</strong>ret<br />

ettiğimiz bir kardeşimizmiş. Teşekkür<br />

etmek için aramış. “Her zaman<br />

kontörüm olmuyor. Kontör yükler<br />

yüklemez ilk sizi aradım.” diyor<br />

ve o kadar güzel dualar ediyor ki<br />

duygulanıyoruz, nemli gözlerle<br />

amin diyoruz.Yaptığımız maddi<br />

<strong>ya</strong>rdımdan zi<strong>ya</strong>de gönül iklimini<br />

yeşerten, kendisine manevi<br />

ufuklar açan Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızın<br />

On Hafta Sohbetleri isimli kitabı için<br />

teşekkür ediyor.<br />

Elhamdülillah bu kardeşimiz bidatlerden<br />

arınmış, haram-helal çizgisinde de oldukça<br />

hassas. İnsanların dini kendilerine değil, kendilerini<br />

dine uydurmaları gerektiğini anlamış<br />

Hocamızdan. Müslümanları sadece Kur’an ve<br />

sünnet üzere bir ha<strong>ya</strong>ta yönlendiren bir kitap<br />

olarak görmüş. İslam’ın gönüllere huzur bahşeden<br />

güzelliklerini madden ve manen<br />

<strong>ya</strong>şa<strong>ya</strong>bilmemiz için bizlere sunulan her<br />

biri birer hazine olan bu kitapların değerini<br />

idrak etmiş.<br />

Gönlün doymadan gözün doyma<strong>ya</strong>cağının<br />

idrakine varmış. Allah’a götüren<br />

en kısa yolun aşk ve muhabbet<br />

yolu olduğunu bilmiş. Elhamdülillah<br />

Şeriat-i Garra’dan tavizler vererek,<br />

Kur’an’ın bazı hükümlerini yok sayma<br />

derecesinde göz ardı ederek <strong>ya</strong>şanan<br />

bir ha<strong>ya</strong>tın İslam’a uygun bir ha<strong>ya</strong>t<br />

olmadığını, Ruh dün<strong>ya</strong>sını mahmur<br />

edebilmek için haramı haram bilip<br />

kaçmak, helallere kucak açmak gerektiğini<br />

vurgula<strong>ya</strong>n, bize ezberletilen,<br />

da<strong>ya</strong>tılan, dini değil, Allah’ın gönderip<br />

Rasulullah’ın (s.av.) getirdiği ve bize öğ-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

43


ettiği gerçek İslam’ı bizlere anlatan Abdullah<br />

Murad Hocamızın kıymetini anlamış.<br />

Allah fehimini daha da açsın. Öğrendiklerini<br />

ha<strong>ya</strong>tına tatbik etmeyi nasip etsin, amin.<br />

Telefonda hanım kardeşimizle konuşurken<br />

hikayesini hatırlama<strong>ya</strong> çalışıyoruz. O da bize<br />

<strong>ya</strong>rdımcı oluyor. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz,<br />

maalesef birçok yuvanın dağılmasına<br />

sebep olan internet yüzünden yuvası<br />

yıkılmış. Gencecik karısını, iki masum çocuğunu<br />

internette tanıştığı bir kadın yüzünden<br />

terk etmiş. On yıllık yuvasını dağıtmış. Genç<br />

kadın iki oğlan çocuğuyla baba evine dönmüş.<br />

Yaşlanmış anne ve babasıyla ilgileniyor,<br />

çocuklarına hem analık hem babalık <strong>ya</strong>pma<strong>ya</strong><br />

çalışıyormuş. Şeker hastalığından dolayı<br />

bacağı kesilen annesine bakıyormuş.<br />

O bunları anlatırken, onları zi<strong>ya</strong>rete gittiğimiz<br />

akşam gözümüzün önünde canlanıyor.<br />

Oturdukları yer, önceden köy olduğu halde<br />

sonradan Kon<strong>ya</strong>’nın mahallesi olmuş. Yamaçlık<br />

bir yere kurulmuş, çok da köy havasından<br />

çıkamamış, dar sokaklı, bakımsız bir mahalle...<br />

Yola göre arkada kalan bir girişi vardı evlerinin.<br />

Babası ekibimizdeki erkek kardeşlerimizle<br />

konuşurken bizde bu kardeşimizle<br />

a<strong>ya</strong>k üstü muhabbet etmiştik. İki dün<strong>ya</strong> tatlısı<br />

oğlu annelerinin <strong>ya</strong>nında bize çok cana<br />

<strong>ya</strong>kın bakıyorlardı. Biz evin önünde konuşurken<br />

yedi ay önce bacağı kesilen hasta annesi<br />

de sürünerek kapı<strong>ya</strong> gelmişti. Elini öpüp dua<br />

etmiş, kendisinden dua istemiştik.<br />

Kardeşimiz “Şuan da hastanedeyiz. Annem<br />

rahatsız, ben onun başındayım. Dua<br />

edin” diye dua istiyor. “Hassaten Abdullah<br />

Murad Hocamıza selamımı iletin ve benim<br />

için dua isteyin. İnşaAllah beni de bir gün<br />

talebeliğe kabul eder.” diyor. Bu arada hasta<br />

annesi çağırıyor. Karşılıklı dualarla vedalaşıp<br />

selamlaşıyoruz.<br />

Bu mübarek günde böyle bir konuşma<br />

<strong>ya</strong>pmak, hayır duaları almak bizi hayli duygulandırıyor.<br />

Bizi böyle bir güzelliğe teşvik<br />

ettiği, hayra aracı olmamıza vesile olduğu<br />

için; Allah aşkına susamış gönülleri suyun<br />

kaynağından sula<strong>ya</strong>n, karanlık dün<strong>ya</strong>lara ışık<br />

<strong>ya</strong>kan, gönüller mimarı, Hak yolunun rehberi,<br />

Rasulullah’ın (s.a.v.) varisi, mürşidimiz Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu Hocamızdan Allah<br />

razı olsun.<br />

Rabbimize hamd olsun. Bizi iman nimetiyle<br />

nimetlendirdi. Kulluğumuzu bildirdi. Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v.)’e ümmet, Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu (k.s.) Hocamıza talebe eyledi.<br />

Layık da eyler İnşaAllah. Amin.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

44


ARAPÇA RABCA’YA<br />

N. HADRA<br />

GÖTÜRÜR<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

45


SORU EDATLARI<br />

Kim?<br />

Nerede?<br />

Ne zaman?<br />

Nasıl?<br />

Niçin?<br />

Kaça?<br />

Ne?<br />

Hangi?<br />

Otel Nerede?<br />

Kapalıçarşı nerededir?<br />

Sen kimsin?<br />

Kim onlar?<br />

Ne zaman ulaştın?<br />

أَدَوَاتُ‏ الْ‏ ‏ِسْتِفْهَامِ‏<br />

مَنْ؟<br />

‏َأيْنَ؟<br />

مَتَى؟<br />

كَيْفَ‏ ؟<br />

لِمَاذَا؟<br />

بِكَمْ؟<br />

مَا؟<br />

‏َأيُّ؟<br />

‏َأيْنَ‏ الْفُنْدُقُ؟<br />

‏َأيْنَ‏ سُوقُ‏ الْمُغَطَّى؟<br />

مَنْ‏ ‏َأنْتَ‏ ؟<br />

مَنْ‏ هُمْ؟<br />

مَتَى وَصَ‏ لْتَ‏ ؟<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

46


مَتَى تُسَ‏ افِرُ؟<br />

كَيْفَ‏ السَّفَرُ؟<br />

مَا هَاذَا؟<br />

مَاإِسْ‏ مُ‏ هَاذَا؟<br />

مَاذَا تُرِيدُ؟<br />

مَاذَا تَاأْكُلُ؟<br />

مَاذَاتَشْ‏ رَبُ‏ ؟<br />

بِكَمْ‏ هَاذَا؟<br />

هَلْ‏ تَفْهَمُ؟<br />

هَلْ‏ يُوجَ‏ دُ؟<br />

لاَ‏ يُوجَ‏ دُ؟<br />

مِنْ‏ ‏َأيْنَ؟<br />

‏إِلَى ‏َأيْنَ؟<br />

مِنْ‏ ‏َأيْنَ‏ تَاأْتِي؟<br />

‏إِلَى ‏َأيْنَ‏ تَذْهَبُ‏ ؟<br />

Ne zaman gideceksin?<br />

Yolculuk nasıl?<br />

Bu ne?<br />

Bunun adı ne?<br />

Ne istiyorsun?<br />

Ne yersin?<br />

Ne içersin?<br />

Bu kaça?<br />

Anlıyor musun?<br />

Bulunur mu?<br />

Bulunmaz.<br />

Nereden?<br />

Nereye?<br />

Nereden geliyorsun?<br />

Nereye gidiyorsun?<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

47


HAYDAR<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

Yazıyı dinleyen herkes Peçeliye dua ediyordu.Haydar ellerini sema<strong>ya</strong> açtı ve ‘’Rabbim<br />

muhakkak herkezin bir hesabı varsa senin de bir hesabın var’’diyerek yürüdü. Muhammete<br />

sarıldı ve kendi kendine belki şu an beni kurtaran peçeliye sarılıyorum diye düşünüp<br />

gülümsedi.<br />

48<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

O günden sonra Haydar Muhammeti hiçbir yere salmadı beraber kalma<strong>ya</strong> başladılar.<br />

Haydar her fırsatta kendisini kurtaran peçeli Muhammet mi diye merak ettiği için Muhammeti<br />

kontrol ediyordu.<br />

Ama peçeli düşmanla savaşırken düşmanda boş durmuyordu.Cephede savaşan düşman<br />

beyin takımını güçlendiriyor ve İsraili kurarken bir <strong>ya</strong>ndan da Türkiye de İstanbulun<br />

merkezlerinde ve orta doğuda İngilteredeki Lordlar kamarasının üyeleri yerler alıyor<br />

ve faliyetler <strong>ya</strong>pıyordu.Amaç savaş ile bitirilemeyen parçalanama<strong>ya</strong>n Türk ve müslüman<br />

halkı kültürel yozlaşma ve iç karışıklık ile parçalamaktı.<br />

Filistinde hareketlenen peçeliden bazen Türkiyede de gözükmesi Peçelinin iki olayda<br />

birden bulunması evli<strong>ya</strong> olduğu söylentilerini çıkarmıştı.Kimisi Peçeli melek miş kafirlere<br />

azab için gönderildi derken,kimisi evli<strong>ya</strong> imiş peçeli istediği yere uçuyormuş diyor.Haydar<br />

ise oda bizim gibi Allah için savaşan bir yiğit.Muhakkak Allah kendi yolunda savaşana<br />

<strong>ya</strong>rdım eder diyordu.<br />

...........<br />

Haydar ile Muhammet sabah kalkmış bakkala dogru güle oyna<strong>ya</strong> yürürken bir kalabalık<br />

farkettiler ve o tarafa yürüdüler Direkde boynunda <strong>ya</strong>zı asılı bir ceset vardı.Büyük<br />

harflerle NEMMAM ve MÜNAFIK <strong>ya</strong>zıyordu.Ceset herkezin tanıdığı herkeze <strong>ya</strong>kın olan<br />

Osman beye aitti.Ama kağıtta gerçek isminin David olduğu ve halk içindeki örgütlenmeleri<br />

direnişlerive sohbet yerleri ile tekkeleri israile bildiren kişinin o olduğunu <strong>ya</strong>zmiştı<br />

Peçeli.Herkes peçelinin bunu nasıl öğrendiğini birbirine sorarak hem peçeliye dua ediyor<br />

hemde içlerinden uzun boylu olan gence oku bakalım evlat ne <strong>ya</strong>zıyo diyorlardı.Genç<br />

kağıdı alıp yüksek sesle okuma<strong>ya</strong> başladı:<br />

Esselamü Aleyküm Verahmetullahi Veberekatühü Din kardeşlerim Yüce Allahın selamı<br />

rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun.HEpimiz acılar çekiyoruz <strong>ya</strong>ralanıyoruz<br />

kardeşlerimizi kaybediyoruz.Ben bunlara üzülmüyorum çünkü onlar için şehit oldular.<br />

Ben benim yüzümden birinin işkence görmesine ve buna da içinizden biri olarak gördüğünüz<br />

bu münafığın sebep olmasına üzülüyorum en çok.<br />

Ben olduğum sanılarak geçenlerde bir kardeşe işkence edildi evi basıldı.Elhamdülillah<br />

kurtardık ama asıl orada aklıma takılan bu kadar kısa sürede keferelerin bu haberi nasıl<br />

duyduğu idi.Ve araştırma<strong>ya</strong> başladım.Takipler <strong>ya</strong>ptım ve birşey dikkatimi çekti içimizden<br />

bir kimse vardı ki;ne ailesinden ölen vardı nede malından zi<strong>ya</strong>n gün geçtikce zenginliyordu<br />

ve takip ettiğim osman olarak tanıdığınız davidi.Ve gizli gizli israil komutanları<br />

ile görüşüp eğlenirken <strong>ya</strong>kaladım ve bu Mübarek hocalarımızın kardeşlerimizin çocuklarımızın<br />

ölmesine sebeb olan bu kefereyi infaz ettim.Size bunları <strong>ya</strong>zıyorum ki okuyup<br />

doğruları öğrenin Peçeli müslüman öldürdü diye ikilik çıkmasın.Hepiniz Hakl kalın daim<br />

olun Allaha emanet olun.


İlginç Bilgiler<br />

Haz. Ahmet NAVRUZ<br />

18 Şubat 1979 yılında<br />

sahra çölüne kar<br />

<strong>ya</strong>ğmıştı.<br />

ABD’de, <strong>ya</strong>şları 20<br />

ile 29 arasında olan<br />

zenci erkeklerin üçte<br />

biri <strong>ya</strong> hapiste <strong>ya</strong> da<br />

gözaltında tutulmaktadır.<br />

Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı<br />

yıldızı görmek mümkündür.<br />

Amerikan havayolları,<br />

uçuşlarda<br />

yolculara sunduğu<br />

kahvaltılarda her<br />

tepsiden bir zeytini<br />

kaldırarak 1987 yılında<br />

40 bin dolar kar<br />

etmiştir.<br />

Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği<br />

vardır.<br />

Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye<br />

bakar.<br />

Baykuş mavi rengi görebilen tek kustur<br />

Bir Erkek Ha<strong>ya</strong>tının Ortalama 3350 Saatini<br />

Tıraş Olmak İçin Harcar.<br />

Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe,<br />

a<strong>ya</strong>klarının büyüklüğüne eşittir.<br />

Bukalemunların<br />

dilleri, vücutlarından<br />

iki kat daha uzundur.<br />

Değerli taşların<br />

çoğu birkaç elementten<br />

oluşur, sadece<br />

pırlanta tamamen<br />

karbondan oluşur.<br />

Dün<strong>ya</strong>da her dakika iki tane düşük şiddette<br />

deprem olmaktadır.<br />

Dün<strong>ya</strong>da insan başına düşen karınca<br />

sayısı bir milyondur.<br />

Dün<strong>ya</strong>daki hayvanların<br />

yüzde sekseni<br />

altı a<strong>ya</strong>klıdır.<br />

Dün<strong>ya</strong>nın en hızlı<br />

büyüyen bitkisi bambu,<br />

bir günde 90 cm<br />

kadar uzuyor<br />

Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından<br />

icat edilmiştir.<br />

En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa’dır.<br />

Bir karıncanın koku alma yeteneği en<br />

az bir kopeğinki kadar<br />

gelişmiştir.<br />

Bir ok<strong>ya</strong>nusun en<br />

derin yerinde, demir<br />

bir topun dibe çökmesi<br />

bir saatten uzun<br />

sürer.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

49


Sığınarak İsteriz<br />

M.EMİN DOĞAN<br />

Kendisine hakkıyla kulluk edemediğimiz Ey<br />

MA’BUD,<br />

Kendisini hakkıyla bilemediğimiz Ey<br />

MA’RUF<br />

Kendisini hakkıyla zikredemediğimiz Ey<br />

MEZKUR,<br />

Kendisine hakkıyla şükredemediğimiz Ey<br />

MEŞKUR,<br />

Sen noksanlıklardan münezzehsin. Hamd<br />

ve Şükür ancak sanadır. Her ne isteyeceksek<br />

ancak senden isteriz ve <strong>ya</strong>lnız sana kulluk<br />

ederiz.<br />

Allah’ım, dilimizden ve gönlümüzden zikrini,<br />

şükrümüzü eksik eyleme. Nazarını üzerimizde<br />

daim eyle.<br />

Allah’ım, Kur’an’a olan rağbetimizi artır.<br />

O’nu, gözümüze nur, gönlümüze şifa kıl.<br />

O’nunla, dilimizi süsle, yüzümüzü güzelleştir,<br />

cismimizi kuvvetlendir.<br />

Allah’ım, Muhammed (sav)’in ismi, ameli,<br />

sıdkı ve hılmi hürmetine gönlümüzü ve<br />

gözümüzü nurlandır. Bizi, Muhammed (sav)’<br />

Efendimize aşık eyle.<br />

Allah’ım, bizi cehennemden koru. İyilerle,<br />

seçilmiş şefaat ehliyle beraber cennete dahil<br />

eyle.<br />

Allah’ım, açığımızı ört. Korktuklarımızdan<br />

emin umduklarımıza nail eyle. Önümüzden,<br />

arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan<br />

ve üstümüzden geleceklerden bizi koru.<br />

Altımızdan gelecek azametlerin afetinden<br />

sana sığınırız.<br />

Allah’ım, acizlikten, tembellikten, hüzünden,<br />

korkaklıktan, cimrilikten, kabir azabından,<br />

ha<strong>ya</strong>tın ve ölümün fitnesinden, kabrin<br />

fitnesinden, Mesih ve Deccal’in fitnesinden ve<br />

her türlü şerden sana sığınırız.<br />

Allah’ım, kulağımızın, gözümüzün, dilimizin<br />

ve sulbümüzün şerrinden sana sığınırız.<br />

Allah’ım, günahlarımızla karşılaşmaktan<br />

sana sığınırız.<br />

Allah’ım, faydasız ilimden, korkma<strong>ya</strong>n kalpten,<br />

doyma<strong>ya</strong>n nefisten, kabul olunma<strong>ya</strong>n<br />

duadan, borcun galebesinden, insanların kah-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

50


ından, gönül vesvesesinden, işlerin karışıklığından<br />

sana sığınırız.<br />

Allah’ım, geceye ve gündüze girenin şerrinden,<br />

rüzgarın estirdiğinin şerrinden ve zamanın<br />

afetlerinin şerrinden, bildiğimiz ve henüz<br />

bilmediğimiz bütün şerlerden sana sığınırız.<br />

Allah’ım, bizi doğru yola iletmenden sonra<br />

kalbimizin eğrilmesinden sana sığınırız.<br />

Allah’ım, sana ettiğimiz dualar sebebiyle<br />

beni şaki etme ve bize karşı şefkatli ve merhametli<br />

ol.<br />

Allah’ım, gönlümüzü genişlet, işlerimizi kolaylaştır.<br />

Sadrımızda, kulağımızda, gözümüzde<br />

bir nur halk et.<br />

Allah’ım, ihtilafa düştüğümüz konularda<br />

bizi Hakk’a yönelt. Muhakkak ki sen dilediğini<br />

doğru yola ulaştırırsın.<br />

Allah’ım, bize seni ve senin sevdiklerini<br />

unutturma. Doğrusu bize indireceğin her hayra<br />

muhtacız.<br />

Allah’ım, senden dün<strong>ya</strong>da ve ahrette afiyet<br />

isteriz. Dinimizde, dün<strong>ya</strong>mızda, ailemizde ve<br />

malımızda afv ve mağfiret isteriz.<br />

Allah’ım, senden faydalı ilim, bol rızık ve<br />

her hastalığa şifa isteriz. Senden haşyet du<strong>ya</strong>n<br />

bir kalp ve kabule şa<strong>ya</strong>n bir dua isteriz.<br />

Bildiğimiz ve bilmediğimiz, uzak ve <strong>ya</strong>kın bütün<br />

hayırları isteriz.<br />

Allah’ım mağfiretinle bizi ört. Rahmetinle<br />

merhamet eyle. Senden, dinde ve amelde <strong>ya</strong>kin<br />

ile selamet isteriz.<br />

Allah’ım, sana sığınarak senden isteriz.<br />

Zatın hürmetine, Kur’an hürmetine,<br />

Hz.Muhammed Mustafa (sav) hürmetine,<br />

Silsile-i Muhammediye Hürmetine,<br />

Muhammedilerin Pir’i Hocamız Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu hürmetine, sevdiklerin hürmetine,<br />

mübarek zamanlar hürmetine, mübarek<br />

mekanlar hürmetine dualarımızı kabul<br />

eyle.<br />

Amin…<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

51


Tarih’te<br />

Temmuz<br />

Haz. A.Kadir AYDIN<br />

1<br />

1 Temmuz Sultan II. Mahmut’un<br />

ölümü; Sultan Abdülmecit’in tahta<br />

çıkarılması (1839).<br />

Kabotaj Kanunu kabul edildi (1926).<br />

Napolyon’un Mısır’ı işgali (1798).<br />

14<br />

14 Temmuz Fransız ihtilali (1789)<br />

İkinci Vi<strong>ya</strong>na Kuşatması (1683)<br />

15 Temmuz Haçlıların Kudüs katliamı<br />

(1099).<br />

2<br />

2 Temmuz Kuba Mescidi’nin <strong>ya</strong>pılması<br />

(622)<br />

Yunanistan Türkiye’ye harp ilan etti<br />

(1917).<br />

Hac’da tünel faciasında 1426 kişi<br />

şehit oldu (1990)<br />

4 Temmuz Barbaros Hayrettin<br />

4<br />

Paşa’nın ölümü (1549).<br />

5 Temmuz Büyük İstanbul <strong>ya</strong>ngını<br />

(1756)<br />

Başbağlar katliamı (1993)<br />

Pakistan’da askeri darbe; General Zi<strong>ya</strong> Ül Hak’ın,<br />

Zülfikar Ali Butto’yu devirmesi (1977).<br />

8 Temmuz Avrupalılar’dan ilk borç<br />

8<br />

alınması (1855)<br />

9 Temmuz Timur’un Bağdat’ı işgali<br />

(1401)<br />

Kurucu Meclis’ce hazırlanan 1961<br />

Ana<strong>ya</strong>sası için halk oylaması <strong>ya</strong>pıldı (1961).<br />

Rumeli Hisari inşa edildi (1452)<br />

13 Temmuz Hz. Aişe Validemizin<br />

13<br />

vefatı (676)<br />

Si<strong>ya</strong>si Partiler Kanunu kabul edildi<br />

(1965).<br />

Osmanlı Devleti ile Ruslar arasında<br />

“Berlin Muahedesi”nin imzalanması<br />

(1878).<br />

Isparta’nın Senirkent ilçesinde meydana gelen sel felaketinde<br />

28 kişi <strong>ya</strong>şamını yitirdi, pek çok kişi çamur<br />

altında kalarak kayboldu, 40 kişi de <strong>ya</strong>ralandı.<br />

Sel felaketi üç mahalleyi tamamen yok etti.<br />

17<br />

17 Temmuz Abdulkadir Geylani Hz.<br />

vefatı (1165)<br />

Amerikan 6. Filosunun İstanbul’a<br />

gelişi kanlı olaylara dönüştü (1968)<br />

18 Temmuz Büyük Millet Meclisi’nin,<br />

Misaki Milli üzerine yemin etmesi (1920).<br />

20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı’nın<br />

20<br />

başlaması (1974).<br />

Millet Partisi kuruldu (1948).<br />

Timur İle Yıldırım Bayezit arasında<br />

“Ankara Meydan Muharebesi”<br />

(1402).<br />

Montreux Antlaşması’nın imzalanması (1936).<br />

21 Temmuz Büyük muhaddis İmamı<br />

21<br />

Buhari’nin doğumu (810)<br />

Osmanlı Devleti ile Rus<strong>ya</strong> Arasında<br />

Pasarofça Antlaşması’nın imzalanması<br />

(1717).<br />

Latin harflerinin kullanılma<strong>ya</strong> başlanması<br />

(1928)<br />

İnsanoğlu Ay’a a<strong>ya</strong>k bastı (1969).<br />

22 Temmuz Osmanlı Devleti İle Rus<strong>ya</strong><br />

ArasındaPrut Barış Antlaşmasının<br />

22<br />

imzalanması (1711).<br />

Adapazarı zelzelesi (1967)<br />

23 Temmuz Erzurum Kongresi<br />

(1919).<br />

Hatay’ın Anavatana katılışı (1939)<br />

İkinci Meşrutiyet’in ilanı (1908).<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

52

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!