Kurban Allah’a Teslimiyetin Adıdır
Bizbiriz Dergisi 8-9. Sayı
Bizbiriz Dergisi 8-9. Sayı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
2147-642Bizbiriz<br />
Sayı: 8-9<br />
Eylül 2013<br />
ISSN:<br />
d e r g i s i<br />
<strong>Kurban</strong> <strong>Allah’a</strong><br />
<strong>Teslimiyetin</strong><br />
<strong>Adıdır</strong><br />
لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ كَذَلِكَ سَ خَّرَهَا<br />
لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّ رِ الْمُحْ سِ نِينَ<br />
“Onların ne etleri ne de kanları <strong>Allah’a</strong> ulaşır; fakat O’na sadece sizin<br />
takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız<br />
diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel<br />
davrananları müjdele!”<br />
(Hacc/27)
EDİTÖRDEN<br />
Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun<br />
Lokman Hekim (a.s) oğluna şöyle tavsiyede<br />
bulunur.<br />
İki şeyi unut,<br />
Yaptığın iyilikleri unut ve sakın bir daha<br />
bahsetme yaptığın iyiliklerden. Çünkü her<br />
anlatışta, o yapmış olduğun iyilikten bir miktar<br />
gidiyor. Yapmış olduğun iyilik sana yazılmış<br />
olan bir sevap sen yapmış olduğun iyiliği unut<br />
anlatıp durma.<br />
Sana yapılmış olan kötülükleri de unut.<br />
Çünkü Cenab-ı Hak sana bir sabır verdi ve sen<br />
sabrettin ve ecrini kazandın. İyiliği Allah için<br />
yapmak lazım, iyilik ticaret değildir, yani tüccarlık<br />
değildir. Ben bunu yaptım sen ne yaptın veya<br />
ne yapacaksın denmez ve<br />
böyle bir beklenti içinde<br />
de olunmaz. Sen iyiliği yap<br />
ve unut, hiç ummadığın bir<br />
anda ve hiç ummadığın bir<br />
yerde karşına çıkar.<br />
iki şeyi unutma;<br />
Allah-u Teala’ nın<br />
(“ Nerede olursanız olun,<br />
Allah sizinle beraberdir.”)<br />
(Hadid suresi, ayet 4) ayeti<br />
kerimede de belitildiiği<br />
üzere Cenab-ı Hakk’ın her<br />
an ve her yerde zaman<br />
ve mekan gözetmeksizin<br />
bizimle beraber olduğunu<br />
unutmamak gerekir.<br />
Birde ölümü unutma ; (Her nefis ölümü<br />
tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz)<br />
(Ankebut suresi, ayet 57 ) Ölümü ve mutlak<br />
suretle yaradana geri dönüşün olacağını bir an<br />
bile olsun aklımızdan çıkarmamak gerekir.<br />
Değerli kardeşlerim Lokman Hekim’in oğluna<br />
etmiş olduğu tavsiyeleri bizde kendimize<br />
edilmiş bir tavsiye olarak değerlendirmemiz<br />
gerekir. Cenab-ı Hak yapmış olduğumuz<br />
iyilikleri gösteriş ve riyadan uzak, bize yapılmış<br />
olan her türlü davranışın Cenab- Hak tarafından<br />
ve O’ nun izni ile olduğunu bilmemizin idrakini<br />
bize nasip etsin.<br />
Değerli okuyucularımız Rabbimizin izin<br />
ve müsaadesi ile yine yepyeni ve dopdolu bir<br />
sayımızla daha huzurunuzdayız. Bu sayıda<br />
kardeşlerimiz evvelen<br />
Allah’ın rızası için sonra<br />
da siz kıymetli okuyucu<br />
kardeşlerimizin istifadesine<br />
sunulmak üzere birbirinden<br />
güzel konuları kaleme<br />
aldılar. Rabbim cümlemize<br />
okuyup anlamak ve<br />
hayatımıza tatbik etmemizi<br />
nasip eylesin. Amin<br />
Selam ve dua ile…..<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Bizbiriz Derneği adına<br />
Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />
Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />
Kadir Aydın<br />
Grafik – Tasarım<br />
Yasin Candan<br />
Fotoğraf<br />
Bahadır Aktaş<br />
Reklam Koordinatörü<br />
Ahmet Navruz<br />
Yayın Kurulu<br />
Hamide Erbay<br />
Ayşe Tunç<br />
Selman Bahar<br />
Zehra Bilmen<br />
Faruk Kul<br />
Ümmü Haram<br />
Baskı Tarihi<br />
Ekim 2013<br />
Baskı<br />
Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />
Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />
Konya<br />
Tel : 0 332 342 01 55<br />
Fax : 0332 342 21 63<br />
www.ermanofset.com<br />
Bizbiriz Dergisinde<br />
yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />
fotoğraf, illüstrayon,<br />
infografik ve makalelerin<br />
elektronik ve basılı<br />
ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz<br />
Derneği’ne aittir.<br />
Yayın Türü<br />
Aylık, yaygın süreli yayın<br />
Bizbiriz Derneği<br />
Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />
Turgutoğlu Sokak No:9<br />
Meram / KONYA<br />
Tel : 0 (332) 353 27 00<br />
0 (541) 248 65 28 - 0 (507) Bizbiriz 577 22 Dergisi 25<br />
3
Büyük Oyun;<br />
“Ilımlı İslam!”<br />
6<br />
Tîn Sûresi<br />
Tefsîri<br />
9<br />
Hadis<br />
12<br />
Fıkıh<br />
13<br />
Siyer-i Nebi<br />
14<br />
Tasavvuf<br />
18<br />
Ayın<br />
Sohbeti<br />
25<br />
Dillerde<br />
Zikrimiz<br />
29<br />
Sahabe-i Güzin<br />
30<br />
Müslüman<br />
Bilimadamları<br />
39
Şehrin<br />
Görünmeyen<br />
Yüzü<br />
42<br />
Toprağı<br />
Kaybedilmiş<br />
Kubbe:<br />
“Gönül<br />
Dünyamız”<br />
44<br />
Surelerden<br />
46<br />
Arapça<br />
Rabca’ya<br />
Götürür<br />
48<br />
Haydar<br />
50<br />
İlginç Bilgiler<br />
51<br />
Tarih’te<br />
Eylül<br />
52<br />
ÇOCUK<br />
54
Büyük Oyun;<br />
“Ilımlı İslam!”<br />
SELMAN BAHAR<br />
Müslümanların üzerindeki en büyük tehditlerden<br />
biri İslam’ı kendi nefsine göre yorumlayan<br />
insanların sebep olduğu bir sonuç<br />
olarak İslam’ın kurallarının esnetilmeye çalışılması,<br />
çerçevesinin küçültülmesi, kalıbının<br />
daraltılmasıdır.<br />
Başta kelime kalıbı olarak Ilımlı İslam,<br />
İslam’ın ağırlığına uymayan bir tabirdir.<br />
İslam’ın ağırlığında değiştirilemezlik vardır.<br />
Yani Allah tarafından İslam değiştirilmeye<br />
gerek duyulmayacak bir din olarak gönderilmiştir.<br />
Bu yüzden İslam’ı ılımlı hale getirmeye<br />
çalışmak nafile bir fiil olduğu gibi Allah’ın indirdiği<br />
dini beğenmemek yoluyla <strong>Allah’a</strong> isyan<br />
etmek demektir.<br />
Kaldı ki İslam’ı yaşama çabasında samimi<br />
Müslümanların başvurmayacağı bir yöntem<br />
olan İslam’ı yumuşatma eylemi, İslam karşıtı<br />
gruplar tarafından planlanmış bir oyundur.<br />
Müslümanların hayatına yanlışlar doğru, doğrular<br />
yanlış olarak empoze edilmeye çalışılır<br />
ve bu yolla kültürel değerler çökertilir.<br />
İslam Hukuku’nun ve İslami yaşantının bariz<br />
şekilde zıttı olan kurallar ve adetler hissettirilmeden<br />
yaşamımıza sokuluyor. Bir zaman<br />
sonra manevi huzursuzluklara yol açan bu<br />
müdahaleler fark edildiğinde çözümü ya geçmiş<br />
oluyor ya da telafisi oldukça zorlaşıyor.<br />
En başta İslam Kültürü’nü hedef alan “Ilımlı<br />
İslam!” söylemi kültürel değerleri yozlaştırdıktan<br />
sonra ekonomik yapısından siyasal düzenine<br />
kadar bir toplumun bütün değerlerini<br />
iç ediyor. Bu bir binayı yıkmak için dinamitleri<br />
binanın önce en zayıf noktalarında daha<br />
sonra destek kolonlarında patlatmaya benziyor.<br />
Müslümanların İslami yaşantılarında<br />
zayıf bıraktıkları noktayı tespit ederek önce<br />
o zayıflığın yerini nefse hoş gelen bir hazla<br />
dolduruyorlar. Müslümanlar bu hazzın gafletine<br />
düştükten sonrada artık daha büyük bir<br />
değeri Müslümanların elinden alıyorlar. Bu tip<br />
müdahalelere birkaç basit örnek vermek gerekirse;<br />
İslam denince akla gelen ilk gereklerden<br />
biri olan tesettürden hanım kardeşlerimizi<br />
soğutmaya çalıştılar. Gerekçeleri ise tesettürün<br />
sosyal hayatı kısıtladığı, her ortama uyum<br />
sağlamayı zorlaştırdığı, kaba gösterdiği, itici<br />
ve ilkel olduğu gibi tamamen gerçekten uzak<br />
bahanelerdi. “Tesettür güzeldir ama bak şöyle<br />
pahalı markalardan git al eşarbını. Birazda<br />
gevşek bağla ki rüzgarda salınsın şöyle, hem<br />
eteğin modası geçti, etek yerine geniş pantolon<br />
giyersin vesaire, vesaire...” diyen birileri<br />
çıktı hanım kardeşlerimize, arkadaş oldu.<br />
Bir gün eşarbını gevşetti, bir gün makyajını<br />
yaptırdı. bir de geldi eşarbı bağlamaya gerek<br />
duymadı hanım kardeşimiz. İçini rahatlatanda<br />
“Ne olacak canım böyle daha güzel oldun,<br />
hem senin kalbin temiz, niyetin halis.” diyen o<br />
arkadaşı oldu.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
6
Erkeklerimize günlük meşgaleler buldular.<br />
Camiden, cemaatten ayırdılar. “Çağa ayak uydur,<br />
sosyalleş biraz.” dediler. “Haftada bir halı<br />
sahaya gidelim. Çok moda, arkadaşlarla sinemaya<br />
gidelim. Bugün o doğdu, görmemek olmaz.<br />
Ertesi gün şu eğlence partisi düzenledi,<br />
gitmemek olmaz.” dediler. Önceleri abdestsiz<br />
dolaşmayan genç “Bana ne oldu böyle” dediğinde,<br />
“Haftada bir Cuma’ya gidiyoruz ya başımıza<br />
molla mı olacaksın” deyip yolundan döndürdüler.<br />
Şu anda günümüzde faiz kullanımının<br />
Müslümanlara aşılanmasının yöntemi de budur,<br />
yani İslam’ın kurallarının içini boşaltmak...<br />
Önce banka önünden<br />
geçmeyen halkımıza<br />
nema, kâr payı adıyla<br />
sahip olmadıkları<br />
parayı cazip kıldılar.<br />
Sonra “Bu para faizdi<br />
ama işine yaradı bak.”<br />
dediler. Arkasından<br />
içimizden haram-helal<br />
çizgisi zayıf olanlar<br />
banka kredilerinin gerektiğinde<br />
başvurulabilecek<br />
bir yöntem<br />
olduğunu, zorda kalındığında<br />
kredi faizinin<br />
haram olmayacağını söylediler.<br />
İslam soğuk bir din mi ki, İslam’ın ılımlısı olsun.<br />
Haşa, Allah bilemedi de İslam’ı yanlış indirdi,<br />
sen aciz bir kul olarak o yanlışlığı mı fark ettin?<br />
Yarım aklınla <strong>Allah’a</strong> kusur mu buluyorsun?<br />
İnsanoğlu dini kendine göre yontmaya ne<br />
kadar meraklı. Ne kadar cesur ki böyle bir vebali<br />
üstleniyor. Daha doğrusu ne kadar cahil ki,<br />
din diye dayatılan yanlışların doğrusunu öğrenmek<br />
için Kur’an’ı Kerim’e ve Hz. Muhammed<br />
(s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine sarılmıyor...<br />
Neden sormuyor yanındaki kardeşine, “Bir<br />
yerde faize şart koşup helal dediler, ben haram<br />
biliyordum. Sen nasıl biliyorsun?” diye. Biz Müslümanların<br />
işine mi geliyor yoksa yalan yanlış<br />
bir din yaşamak... Canımız istediğinde kredi<br />
çekip, eşin dostun arasında o krediyle sadaka<br />
verir görünmek, başına buyruk yaşadığını sanmak<br />
değil de nedir? Dini kendi nefsine göre<br />
yorumlamak, her arzuladığını dine uydurmaya<br />
“Birden fazla din varmış gibi İslam’ı,<br />
hurafe ve bidatlerle tahrif olmuş<br />
anlayışlarla diyaloga sokmaya<br />
çalışmak <strong>Allah’a</strong> düpedüz yalan<br />
söylemektir. “Ilımlı İslam’dır bu,<br />
bu din hoşgörü dinidir” diyerek<br />
Müslüman’ın vatanını, namusunu,<br />
emeğini kafire peşkeş çekmek<br />
<strong>Allah’a</strong> en büyük ihanettir.”<br />
çabalamak Allah’ı bilmemek değil de nedir?<br />
Birden fazla din varmış gibi İslam’ı, hurafe<br />
ve bidatlerle tahrif olmuş anlayışlarla diyaloga<br />
sokmaya çalışmak <strong>Allah’a</strong> düpedüz yalan söylemektir.<br />
“Ilımlı İslam’dır bu, bu din hoşgörü dinidir”<br />
diyerek Müslüman’ın vatanını, namusunu,<br />
emeğini kafire peşkeş çekmek <strong>Allah’a</strong> en büyük<br />
ihanettir. Din içinde bozgunculuk yapanlar,<br />
<strong>Allah’a</strong> karşı yalan söylediklerinin idrakinde değiller.<br />
Onlar Müslümanları aldatmanın <strong>Allah’a</strong><br />
yalan söylemek olduğunu bilmiyorlar. Çünkü<br />
onlar hidayetten nasiplerini almamışlar. Öyle<br />
olsaydı Müslümanlar arasında fitne çıkartmanın,<br />
günaha sevk etmenin, Allah’ın dini İslam’ı<br />
kullanarak kendilerine<br />
dünyevi paylar biçmenin<br />
vebalini sırtlanamazlardı.<br />
Rabbimiz<br />
Hud Suresi’nin 18.<br />
ayetinde onları şöyle<br />
lanetliyor;<br />
“Bir yalanı <strong>Allah’a</strong><br />
iftira edenden daha<br />
zalim kim olabilir?<br />
Bunlar Rablerinin<br />
huzuruna çıkarılacaklar,<br />
şahitlerde<br />
şöyle diyecekler; ‘İşte<br />
şunlar Rablerine<br />
karşı yalan söyleyenler!’ Haberiniz olsun<br />
Allah’ın laneti zalimler üstünedir.”<br />
Hal böyleyken bizim dikkatimizin daha fazla<br />
olması gerekiyor. Her “İslam budur.”, “Hakikat<br />
böyledir.”, “Doğrusu bizimki.” diyene güvenmemek<br />
gerekiyor. Aç, bak Kur’an’a, Furkan’dan<br />
âlâ kaynak mı var? Oku ve öğren. İlk emir değil<br />
mi ki, oku? Niye okumazsın? Okumak, hayata<br />
Kur’an’la bakmak demektir. Okumak, olayları<br />
Allah’ın Kelamı ile analiz etmek demektir. Okuyan<br />
insanın gözleri İslam İslam bakar. Yaşadığını<br />
Kur’an’la algılamaya çalışan insanın kulakları<br />
İslam İslam duyar. O okuyana ne hurafe bulaşır,<br />
ne bidat. Bir makinenin kullanma kılavuzunu<br />
okumuş birine o makinenin düğmesinin yerini<br />
şaşırtabilir misiniz? Kur’an’da yaşamanın kılavuzudur.<br />
Kur’an’ı özümsemiş birini faizin helal<br />
olduğuna inandırabilir misiniz?<br />
Okumakla doğruyu-yanlışı öğrenir, bilirsin<br />
tamamda sadece bilirsin. Eğer okuduğunu ya-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
7
şarsan senin yaşayışınla doğruyu-yanlışı<br />
bilirler, senden yaşamayı öğrenirler.<br />
“Kitaptan hiç kimseye ne bir yarar<br />
vardır ne bir zarar, Ancak içindeki hayata<br />
tatbik edilirse fayda sağlar.” der Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu Hocamız...<br />
Kandırılmamak için okuyacaksın, öğreneceksin.<br />
“Bak biliyorum.” diye kendini<br />
kandırmamak içinde bildiğini hayatına<br />
tatbik edeceksin. Sonra kimse gelip aklını<br />
çelemeyecek. Kimse senin önünde<br />
“Bu İslam’dır.” diye yalanı doğrultamayacak.<br />
Kandıracak bir iki bilmeyen bulduğunda<br />
da karşısında seni bulup, geri<br />
adım atacak.<br />
***<br />
Gün gelecek karaya ak diyecekler,<br />
aka kara. Olmazı olduracaklar, oluru<br />
zora sokacaklar. Sen “Yaparım” diyeceksin,<br />
birileri “Yapılmaz, günahtır.” diyecek.<br />
“İyi o zaman günahsa sizde yapmayın.”<br />
diyeceksin. “Biz Müslüman kardeşlerimiz<br />
için kendimizi feda ediyoruz.” diyecekler.<br />
Seni İslam’dan koparmak için olmadık<br />
tezgah düzecekler, buna da Ilımlı<br />
İslam! diyecekler.<br />
Yani sözün özü Fatır Suresi’nin 5. ayetinde<br />
Rabbimizin buyurduğu uyarı mahiyetindeki<br />
emirdir;<br />
“Aldatıcılar sizi Allah ile aldatmasın.”<br />
<strong>Allah’a</strong> Emanet Olalım...<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
8
Tîn Sûresi Tefsîri<br />
İNSANA LUTFEDİLEN<br />
YARATILIŞ KIVAMI:<br />
AHSEN-İ TAKVİM SIRRI<br />
Hamide ERBAY<br />
Beşiktaş İlçe Vaizi<br />
Tîn sûresi, Mekke döneminde indirilmiş<br />
olup, 8 âyetten oluşmaktadır. Adını ilk<br />
âyette geçen “incir” anlamına gelen “tîn”<br />
kelimesinden almıştır. Ayrıca “ve’t-tîn” ismiyle<br />
de anılmaktadır.<br />
Yüce Allah’ın (c.c.) insanı en güzel biçimde<br />
yarattığına dair peş peşe gelen dört yemin<br />
ifadesiyle başlamaktadır. Sûre, Allah Teâlâ<br />
(c.c.) kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını<br />
gösteren dört önemli varlığa, insanın maddi<br />
gıdalarından olan incir ve zeytine, manevi<br />
gıdası olan vahyin indiği Sînâ dağı ile ‘emin<br />
belde’ yani Mekke’ye ve ayrıca insanların<br />
muhtaç olduğu maddi ve manevi ikramların<br />
en mükemmel örneklerine yemin ederek,<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
9
insanın “ahsen-i takvim” üzere en güzel<br />
biçimde yaratıldığını bildirmektedir. Ardından<br />
gelen ayetlerde de insanın aşağıların<br />
aşağısına döndürüleceği, inanan ve sâlih amel<br />
işleyenlere ise kesintisiz bir mükafât verileceği<br />
ifade edilmektedir. Sure, apaçık delillerden<br />
sonra İslam’ın ve ahiret günündeki hesaba<br />
çekilmenin inkâr edilemeyeceğini ve Yüce<br />
Allah’ın (c.c.) hüküm verenlerin en üstünü<br />
olduğunu adeta haykırarak sona ermektedir. 1<br />
1 . “İncir ve zeytine yemin olsun ki...”<br />
İlk âyet hakkında tefsir alimleri genel olarak<br />
iki farklı yorumu benimsemişlerdir. Birinci<br />
yoruma göre, ‘tîn’ ve ‘zeytin’den maksat, bu<br />
adla meşhur olan incir ve zeytin yemişleri ve<br />
ağaçlarıdır. Bu görüş, Hasan, Mücahid, İkrime,<br />
İbrahim en-Nehaî, Âta gibi bir kısım alimlere ve<br />
İbn Abbas’a nisbet edilmiştir. Bu müfessirler,<br />
incire ve zeytine yeminle başlanmasının<br />
sebebini şöyle açıklamışlardır: İncir ve zeytin,<br />
insan hayatı için hem lezzetli bir gıda, hem<br />
ilaç, hem de ticaret açısından faydaları pek<br />
çok olan meyvelerdendir. Meyvelerin en<br />
faydalı ve mübareklerinden olmaları itibariyle<br />
özel durumlarına yemin edilmiştir.<br />
İkinci yoruma göre, incir ve zeytinden<br />
maksat yemiş değil, bu isimlerle anılan<br />
mübarek yerlerdir. Müfessirlere göre, 3. ve<br />
4. âyetlerde “Sîna dağı” ve “emin beldenin<br />
(Mekke)” zikredilmeleri bunu gösteren bir<br />
karinedir. 2 Bu görüşe göre incir ve zeytin<br />
mecaz olarak bu ağaçların çokça bulunduğu<br />
toprakları yani Akdeniz’in doğusunda<br />
bulunan Filistin ve Suriye’yi simgelemektedir.<br />
Hz. Nuh (a.s.), Hz. İsa (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.),<br />
Kur’ân’da adı geçen peygamberlerin çoğu,<br />
vahiyle bereketlenmiş bu topraklarda yaşayıp<br />
tebliğde bulundukları için, iki ağaç cinsi bu<br />
peygamberlerin dile getirdiği dinî öğretilerin<br />
sembolü olarak kabul edilmiştir.<br />
2 . “Sîna dağına yemin olsun ki...”<br />
Sîna dağı, Hz. Musa’nın Yüce Allah (c.c.)<br />
ile konuşma şerefine naîl olduğu dağ olup,<br />
‘sin’ harfinin kesrası veya fethası ve nunun<br />
uzatılmasıyla ‘Tûr-i Sînâ’ ve ‘Seynâ’ diye<br />
tanınmış ve meşhur olmuştur. Ayrıca Sîna<br />
dağı için kullanılan “sinîn” kelimesinin “verimli,<br />
bereketli, bol ağaçlı” veya “mübarek” anlamına<br />
geldiği alimler tarafından ifade edilmektedir. 3<br />
1 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.646.<br />
2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IX, s. 305-8.<br />
3 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.647.<br />
3 . “Ve bu güvenli şehre yemin olsun<br />
ki...”<br />
Mekke, Hz. İbrahim (a.s.) zamanından<br />
beri bütün Araplarca saygı gösterilen,<br />
dokunulmaz bölge olarak kabul edilmiştir.<br />
Hz. İbrahim’in duasına mazhar olmuş, ‘emin<br />
belde’ ve ‘harem’ kılınmış olan Mekke’de<br />
bütün canlılar ve insanlar zarar görmekten<br />
muhafaza edilerek emin kılınmışlardır. Hz.<br />
Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu ve risalet<br />
vazifesine mazhar olduğu yer olarak da, “Sen<br />
içlerinde iken Allah (c.c.) onlara azab edecek<br />
değildir. Mağfiret diledikleri halde Allah (c.c.)<br />
onlara azab edecek değildir”. (Enfâl, 8/33)<br />
âyeti gereği, hem Resûlullah (s.a.v.) içlerinde<br />
bulunduğu müddetçe, hem de Yüce Allah’ın<br />
(c.c.) mağfiretini isteyerek istiğfar ettikleri<br />
sürece halkına azap olunmayacağı vaad<br />
edilen şehirdir Mekke-i Mükerreme. 4<br />
4 . “Biz insanı en güzel biçimde<br />
yaratmışızdır.”<br />
Peş peşe gelen dört yeminin ardından Yüce<br />
Allah (c.c.) insana has olan yaratılış lütfunu<br />
zikretmektedir. “Takvîm,” eğriyi doğrultmak,<br />
kıvama nizama koymak, kıymet biçmek,<br />
kıymetlendirmek anlamlarına gelmektedir.<br />
“Ahsen-i takvim” ise, “biçimlendirmenin en<br />
güzeli” demek olur ki, maddi ve manevi<br />
her türlü güzelliği kapsar. İnsanın, yeryüzü<br />
varlıkları içerisinde gerek fizyolojik gerekse<br />
ruhsal yetenekler bakımından en mükemmel<br />
ve seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını<br />
ifade eder. Yaratılmışların en mükemmeli<br />
olan insanda bulunan bu güzelliğin kaynağı,<br />
Allah’ın (c.c.) onu kendi eliyle yaratıp<br />
ruhundan üflemesi, 5 “kendi sureti üzere”<br />
(kendi sıfatlarından ona-insanlık düzeyinde<br />
olmak üzere- lütufta bulunarak) yaratması 6 ve<br />
onu yeryüzünde halife kılması 7 gibi lütuf ve<br />
inayetleridir. 8<br />
Bu hakikat Hz. Ali’ye (r.a.) nisbet edilen<br />
dizelerde şöyle dile getirilmektedir;<br />
İlacın sendedir de farkında olmazsın,<br />
Derdin de sendendir fakat görmezsin,<br />
Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin,<br />
Oysa sende dürülmüş en büyük âlem.<br />
4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 310.<br />
5 Sa’d, 38/72<br />
6 Buhari,”İsti’zan”,1; Müslim “Birr”,115<br />
7 Bakara, 2/30<br />
8 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, S.647.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
10
Nakledildiğine göre bir hükümdar, mehtaplı<br />
bir gecede hanımı ile baş başa kalır ve “eğer şu<br />
aydan daha güzel olmamış isen boşsun,” der.<br />
Bu söz Kadı Yahya b. Eslem’e taşınır ve fetvası<br />
sorulur. Fetvayı “Karısını boşamış olmaz.”<br />
şeklinde verir. Kendisine “Sen hocalarına<br />
muhalefet ettin.” denildiğinde, o da “Fetva ilme<br />
göredir. Yemin olsun ki, bunun böyle olduğuna<br />
hepimizden daha âlim olan Allah (c.c.) fetva<br />
vermiştir. Çünkü O, ‘Biz gerçekten insanı en<br />
güzel biçimde yarattık,’ buyurmuştur,” diyerek<br />
cevap verir. 9<br />
5 . “Sonra onu aşağıların en aşağısına<br />
indirdik.”<br />
Bu ayeti müfessirler farklı anlamlarda<br />
yorumlamışlardır. Bir görüşe göre, aşağıların<br />
aşağısına indirilmesi, bedensel ve fiziksel<br />
gelişimini tamamladıktan sonra fizyolojik<br />
olarak zamanla gerilemeye başlaması,<br />
algı, hafıza ve düşünce kapasitesinin<br />
zayıflamasıdır. “Erzel-i ömür” denilen ömrün<br />
en sıkıntılı ve zayıf çağından diğer ayetlerde de<br />
bahsedilmektedir. 10 Yaşlanmak hem mü’minler<br />
hem de inkar edenler için kaçınılmaz bir<br />
durumdur. Ancak mü’minler bedenen zayıflasa<br />
da, manen güçlenirler, ruhları bu hayattan<br />
sonra kesintisiz sevaba erer.<br />
İkinci bir görüşe göre bu âyet, yaratılış amacına<br />
uygun hareket etmeyip ahlaki değerleri hiçe<br />
sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın<br />
şükrünü yerine getiremeyenlerin cehenneme<br />
indirileceğini anlatmaktadır.<br />
Başka bir yoruma göre ise, Allah’ın (c.c.) insana<br />
verdiği onu yaratılmışların en mükemmeli<br />
kılabilecek imkanları kötüye kullananların, en<br />
güzel kıvama erişme ve ecir alma imkanından<br />
mahrum olarak geriye, insanlardan daha aşağı<br />
canlılar alemine doğru gideceğini, alçalmış<br />
olacağını ifade etmektedir. 11<br />
6 . “Ancak iman edip salih ameller<br />
işleyenler başka; onlar için kesintisiz bir<br />
ödül vardır.”<br />
Allah’ın emrine uyarak rızasını kazanmak<br />
için iman edip salih amel işleyenler,<br />
“ahsen-i takvim” üzere yaşayanlar aşağıların<br />
aşağısına indirilmeyecekler, bilakis Rableri<br />
katından hiç kesilmeyecek bir mükafâtla<br />
ödüllendirileceklerdir.<br />
7 . “Artık bu kanıtlardan sonra ey insan<br />
seni dinin asılsız olduğu sonucuna götüren<br />
şey nedir?”<br />
Âyetteki “ed-dîn” kelimesi İslâm dini<br />
anlamına gelebileceği gibi, âhiret ve ceza<br />
anlamına da gelebilmektedir. İnsanın<br />
yaratılışının üstünlüğüne, onun istifadesine<br />
verilen nimetlere temas edildikten sonra,<br />
sağlıklı bir düşüncenin insanı imana götürmesi<br />
gerektiği, bütün âyet ve delillere rağmen<br />
dini inkar etmenin ilim ve akıl yönünden<br />
sağlam bir dayanağının bulunamayacağı<br />
ifade edilmektedir. En güzel biçimde yaratılan<br />
insanların bir kısmı ahlaki bakımdan en<br />
aşağı seviyeye düşerken bir kısmı iman<br />
ederek iyi ameller işlemekte ve bu düşüşten<br />
kurtulmaktadır. Bu iki ayrı grup insanın<br />
akıbetinin aynı olacağını kabul etmek de akla<br />
aykırı bir durumdur.<br />
8 . “Allah (c.c.) hüküm verenlerin en<br />
adili değil midir?”<br />
Bu son ayette de Allah’ın (c.c.) kainattaki<br />
varlıkları hikmet ve adalet ölçülerinde yaratıp<br />
yönettiği, dünyada peygamberleri aracılığıyla<br />
en doğru ve adil hükmü verdiği ve ahirette de<br />
yine en adil hakim olarak mahlukat arasında<br />
hüküm vereceği vurgulanmaktadır. Âyetin<br />
soru şeklinde olması ise hükmünün kesinliğini<br />
göstermektedir. Resûlullah (s.a.v.) bu âyeti<br />
okuyanın “Evet öyledir, ben de buna şahitlik<br />
edenlerdenim” demesini tavsiye etmiştir. 12<br />
9 Razi, Tefsr-i Kebir, c.XXIII, s. 246.<br />
10 Hac, 22/5; Yasin, 36/68.<br />
11 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.648.<br />
12 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.648.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
11
HADİS<br />
M. DİKKATLİ<br />
مَا مَلَأ اآدَمىٌّ وِعَاءَ شَ رًّا مِنْ بَطْنِهِ بِحَ سْ بِ ابْنِ اآدَمَ لُقَيْمَتٌ يُقِمْنَ صُ لْبَهُ فَاإنْ كَانَ لَا<br />
مَحَ الَةَ فَاعِلاً فَثُلْثٌ لِطَعَامِهِ وَ ثُلْثٌ لِشَ رَابِهِ وَ ثُلْثٌ لِنَفْسِ هِ<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyuruyor ki;<br />
“Âdemoğlu,midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır.<br />
Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile<br />
yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa<br />
onu üçe ayırsın: (karnının) üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte<br />
birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” *<br />
Bir zât, Rasulullah’ın yanında öğürmüştü.<br />
Rasulullah ona şöyle buyurdu: “Öğürtünü/<br />
geğirmeni bizden uzak tut. Zira, dünyada<br />
insanların en çok doymuş olanları, Kıyamet günü<br />
en çok aç kalacak olanlardır.” 1<br />
Hocam ben zayıflamak istiyorum.<br />
Arkadaş zayıflamanın temeli az yemekten<br />
geçiyor. Acıkmadan yemeyeceksiniz. Mide<br />
yediklerini eritip, bir şey kalmayıncaya kadar<br />
geçen vakitte küçülme başlıyor. Çok acıktınız,<br />
‘midem kazınıyor, başım dönüyor, asabım<br />
bozuluyor, sinirlerim kalkıyor, elim ayağım<br />
titriyor’ diyor ya insanlar, işte o zaman iyice<br />
acıkmış oluyorsunuz. Biraz sabredin, oruç<br />
tutmadınız mı hiç? Arada bir şey yemeyin.<br />
Sünnette 3 öğün yok zaten. İki öğün yerken<br />
de doymadan kalkacaksınız. Allah’ın Rasulü<br />
(sav); “çok geviş getirin” diyor. Çok çiğneyin ki,<br />
hazmınız kolay olsun, tokluk hissi çabuk gelsin.<br />
Tabii ki dua edin;<br />
-Allah’ım! Benim vekilim, kefilim Sensin.<br />
Benim yeme tamahıma, yeme hırsıma karşı<br />
sabretme gücü ver.<br />
Paraya mı ihtiyacınız var;<br />
-Aman ya Rabbi! Bana kanaat ver. Amin. Para<br />
isteme güzel kardeşim, isteme. İstedikçe bu göz<br />
doymaz. Zaten istediğin de bir şekilde olmaz.<br />
* (Tirmizî, Kıyâmet 38 –2480-; İbn Mâce, Et’ıme 50 –3350-; K.<br />
Sitte, 11/130).<br />
1 Abdullah Murad Şükrüoğlu\ On Hafta Sohbetleri 5.cilt<br />
Sağlık isteyeceksiniz, hastalıkta şükür isteyin.<br />
-Ya Rabbi! Biliyorum ki bu hastalığı bana<br />
Sen ihsan ettin. Demiri küften arındırmak için<br />
ateşi verdin. Bedeni günahlardan dökmek için<br />
hastalık verdin, şükürler olsun ya Rabbi! Bize<br />
çekemeyeceğimiz yük verme Ya Rabbi! Şifa<br />
istemeyi bile bilmiyoruz. İnsanoğlu hemen isyan<br />
eder. Allah’ın kovmuş olduğu şeytanlar ve cinler<br />
bu insanlara yakındırlar. Bunlar der ki; ‘Sen oldun,<br />
sen şöylesin, böylesin, senin gibi abdest alan<br />
yok, senin gibi namaz kılan yok, sen cennetliksin<br />
kardeşim, sen oldun.’<br />
Bizler Allah’tan mü’minlik isteyeceğiz.<br />
İnsanlar tek halle kendisini korurlar. Alışkanlık<br />
haline getireceksiniz. Gururu, kibri bırakıp, Hak<br />
yolda yol alacaksınız. Hakikat yolunda yol kat<br />
edeceksiniz. Bu yol Muhammedilik. Muhammed<br />
Mustafa (sav)’in yolu.<br />
“Bende sizin gibi bir beşerim-kuru et yiyen<br />
kadının oğluyum” diyen bir Nebinin tevazu yolu.<br />
Bu Hak ve hakikat yolu nefsimizi susturmak<br />
için yememeye, içmemeye alışma yoludur.<br />
Kendi kendimizi motive edeceğiz. Yemeyi<br />
yiyeceğimizde, acıktığımızda içimizde bir trafik<br />
polisi belirleyeceğiz, ‘dur yeme, bir saat sonra ye’<br />
diyeceğiz.<br />
Şimdi az yiyeceğiz. Yemezsem öleceğim diyen<br />
kardeş, yersen daha çabuk öleceksin.<br />
Vesselam.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
12
FIKIH<br />
<strong>Kurban</strong><br />
AYŞE TUNÇ<br />
Sual: <strong>Kurban</strong> kesmenin hükmü ve vakti nedir? Hangi hayvanlardan<br />
kurban olur? İzah eder misiniz?<br />
Cevap:<br />
Değerli Kardeşim;<br />
<strong>Kurban</strong>ın sözlük anlamı; “Yaklaşmak, <strong>Allah’a</strong><br />
yakınlık sağlamaya vesile olan şey” demektir. Dinî<br />
bir terim olarak ise; “ibadet maksadıyla belirli bir<br />
vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce<br />
boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan<br />
hayvan” demektir. Arapçada bu şekilde kesilen<br />
hayvana udhiyye denilir.<br />
<strong>Kurban</strong> kesmenin hükmü hususunda fakihler<br />
arasında görüş farklılıkları vardır. Yükümlülük<br />
şartlarını ( Müslüman olmak, akıl-baliğ olmak,<br />
mukim olmak, nisap miktarı malı olmak) taşıyan<br />
kimselerin kurban kesmeleri Hanefî mezhebinde<br />
ağırlıklı görüşe ve bazı müctehid imamlara göre<br />
vacip, fakihlerin çoğunluğuna göre müekked<br />
sünnettir. Hanefîler, Kur’an’da Habib-i Kibriya<br />
Muhammed Mustafa (s.a.v)’e hitaben “Rabbin<br />
için namaz kıl, kurban kes” 1<br />
buyrulmasının<br />
ümmeti de kapsadığı ve gereklilik bildirdiği<br />
görüşündedir. Ayrıca Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v)’in birçok hadisinde hali vakti<br />
yerinde olanların kurban kesmesi emredilmiş<br />
veya tavsiye edilmiş, hatta “Kim imkânı olduğu<br />
halde kurban kesmezse bizim mescidimize<br />
yaklaşmasın.” 2 ”Ey insanlar, her sene, her ev<br />
halkına kurban kesmek vaciptir.” 3<br />
Öte yandan kurban kesmeyi Allah’ın Resulü<br />
hiç terk etmemiştir. Bu ve benzeri delillerden<br />
hareket eden fakihler gerekli şartları taşıyanların<br />
kurban bayramında kurban kesmesini vacip<br />
görürler.<br />
<strong>Kurban</strong>ın sahih olabilmesi için belirlenmiş<br />
vakit içinde kesilmesi gerekir. <strong>Kurban</strong>, kurban<br />
bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11<br />
ve 12. günleri, bayram namazının kılınmasından,<br />
3. günün akşamına kadarki süre zarfında<br />
kesilebilir. Şâfiî mezhebine ve bazı fakihlere<br />
göre bu süre, bayramın 4. günü akşamına<br />
1 (el-Kevser 108/2)<br />
2 (İbn Mâce, “Edâhî”, 2; Müsned, II, 321),<br />
3 (Tirmizî, “Edâhî”, 18; İbn Mâce, “Edâhî”, 2)<br />
kadardır. Bayram namazı kılınmayan yerlerde<br />
sabah namazı vaktinden itibaren kesilebilir.<br />
<strong>Kurban</strong>ın bayramın 1. günü kesilmesi daha<br />
faziletli görülmüş, kesimin gündüz yapılması<br />
tavsiye edilmiştir. Geceleyin kurban kesmeyi<br />
caiz görmeyenler veya mekruh görenler,<br />
aydınlatma imkânının yetersizliğinin yol açacağı<br />
muhtemel tehlike, hata ve zorlukları göz önünde<br />
bulundurmuş olmalıdır. Bu sakıncalar yoksa gece<br />
de kurban kesilebilir.<br />
<strong>Kurban</strong>; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden<br />
olur. Bunların dışındaki hayvanlar kurban olarak<br />
kesilemezler. Söz konusu hayvanların kurban<br />
olarak kesilebilmesi için devenin 5; sığır ve<br />
mandanın 2; koyun ve keçinin 1 yaşını doldurmuş<br />
olması gerekir. Bu sayılan yaş sınırını geçtiği<br />
halde süt dişlerini değiştirmeyen hayvanlar<br />
da kurban edilir. Bunun yanında, 6 ayını<br />
tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi<br />
gösterişli olması halinde kurban edilebilir. Koyun<br />
veya keçinin bir kişi tarafından; sığır, manda ve<br />
devenin ise, yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban<br />
olarak kesilebileceği Rasulullah’ın hadisleri ve<br />
uygulamaları ile sabittir. 4 Ancak ,kurbanın ibadet<br />
niyeti ile kesilmesi şarttır. Ortaklaşa kesilen<br />
kurbanda, ortaklardan birinin sadece et elde<br />
etme niyetiyle iştiraki diğerlerinin kurbanını<br />
geçersiz kılar.<br />
<strong>Kurban</strong> edilecek hayvanın, sağlıklı, azaları tam<br />
ve besili olması, hem ibadetin gaye ve mahiyetine<br />
hem de sağlık kurallarına uygun düşer. Bu<br />
nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve<br />
düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzlarının biri<br />
veya ikisi kökünden kırık, dili, kuyruğu, kulakları<br />
ve memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu<br />
dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak,<br />
hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı,<br />
topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış<br />
olması, kurban edilmesine mani teşkil etmez. 5<br />
4 (Ebû Dâvûd, “Dahâyâ”, 7-8).<br />
5 İsam<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
13
SİYER-İ NEBİ<br />
M. DİKKATLİ<br />
Rabbü’l Alemin’in buyurduğu gibi<br />
yeryüzünde ibadet maksadıyla inşa edilmiş<br />
ilk bina, rahmet ve hidayet kaynağı olarak<br />
kurulmuş ilk mescit Kabe’dir 1 . Küp şeklinde<br />
yapı anlamına gelen Kabe’yi ilk inşa edenin Hz.<br />
Adem olduğu bilinirken bu inşa şimdiki haliyle<br />
değil temelleri belirlenmiş hürmet ve tazim<br />
gören bir mekan halindedir. Hz. Şit tarafından<br />
yenilendiği bilinen ve Nuh tufanından sonra<br />
yeri kaybolmuş olan Kabe’yi, hayatı boyunca<br />
zulmün karşısında durmuş, tek başına ümmet<br />
olmuş, yürekli Hz. İbrahim’ in, sadakat ve<br />
teslimiyete örnek kurbanlık oğlu İsmail (as)<br />
ile birlikte aynı temel üzerine ikinci defa inşa<br />
ettikleri rivayet olunur. Ayet-i kerimede bu<br />
durum şöyle belirtilir;<br />
“Bir zamanlar Kabe’nin yerini İbrahim’e şu<br />
şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi<br />
ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama)<br />
1 Ali İmran, 96.<br />
duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar<br />
için evimi tertemiz et.” 2<br />
Ayette ‘Evimi tertemiz et’ denilirken<br />
Kabe’nin Allah katındaki değerinden<br />
bahsedilmesi adına evimiz diye belirtilmiş,<br />
hem maddi hem manevi pisliklerden arınmış<br />
olarak muhafaza edilmesi adına da tertemiz<br />
istenmiştir.<br />
Başka bir ayet-i kerimede geçen ‘yükseltiyor’<br />
kelimesi daha önceden belirlenmiş bir temel<br />
halinin yeniden inşasına bir işaret olarak kabul<br />
edilmiştir. 3<br />
Bu inşa halinde Hz. İbrahim gelen ilahi<br />
emirle Kabe’nin duvarlarını örerken oğlu<br />
İsmail (as) ise sevgili babasına çevreden taş<br />
taşıyordu. Örülen duvarın boyunu aşması<br />
üzerine Hz. İbrahim günümüzde Makam-ı<br />
2 Hac, 26.<br />
3 Bakara, 127.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
14
İbrahim olarak ziyaret edilen bu mekanı iskele<br />
taşı olarak kullanarak inşaatı devam ettirir. Bu<br />
taş, Kabe’nin inşası esnasında iskele olarak<br />
kullanıldığı için üzerinde Hz. İbrahim’in ayak<br />
izleri oluşmuştur. Makam-ı İbrahim ifadesi<br />
Kuran’ı Kerim’de iki defa zikredilir. 4 Kabe tevhidin,<br />
Makam-ı İbrahim kulluğun sembolüdür, kulluğa<br />
düşen amelin, gereken çabanın sembolüdür.<br />
İbrahimî bir duruşun anlamını ifade eder ki aynı<br />
taşın Hz. İbrahim tarafından insanları hacca<br />
çağırırken de kullanıldığı rivayet edilir. Bu kutlu<br />
emanet Hacerü’l-esved ile Hicr-i İsmail arasında<br />
kalan yerde, Kâbe’nin kapısının olduğu tarafta<br />
Kabe’ye 15.40 metre mesafededir. Yaşadığı çağın<br />
her şekil putperestliğine karşı duran bu kıdemli<br />
yüreği anmak, O’na yakınlaşmak adına tavaftan<br />
sonra Makam-ı İbrahim’de iki rekat namaz kılmak<br />
sünnettir. 5<br />
Yine bu yükseltme işlemi sırasında Kâbe’nin<br />
güney doğu köşesinde yerden bir buçuk metre<br />
yüksekliğinde, yumurta biçiminde 30 cm.<br />
çapında oldukça parlak siyah bir taş olan ve<br />
bundan dolayı ‘siyah taş’ olarak anılan Hacerü’l-<br />
Esved’in de buraya Hz. İbrahim tarafından<br />
konulduğu bilinir. Mekke’nin hemen yakınında<br />
olan Ebu Kubeys Dağı’ndan getirildiğine<br />
inanılmakla birlikte cennetten Cebrail (as)<br />
vasıtasıyla getirildiği de rivayet edilir. 6<br />
Rasulü Zişan Efendimiz bu iki nişane hakkında<br />
şöyle buyurmuştur;<br />
“Rükn (Haceru’l-Esved) ve Makam-ı İbrahim<br />
Cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer Allah<br />
onların aydınlıklarını gidermemiş olsaydı doğu<br />
ile batı arasını sürekli aydınlatırlardı.” 7<br />
Haniflerin efendisi, ümmetin önderi Hz.<br />
İbrahim’in; “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni<br />
ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.<br />
Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu<br />
saptırdılar.” 8 Kabe her tarafının putlarla dolu<br />
olmasının yanı sıra bulunduğu konum itibarı<br />
ile de yaşanan sel ve toprak kaymalarından,<br />
zamanla yaşanan yangın, hırsızlık ve benzeri<br />
olaylardan etkilenerek epeyce yıpranmıştı. Başka<br />
kabilelerin elinde hırpalanmış, zaman zaman da<br />
bunları gidermek için inşasına çalışılmıştı.<br />
Kainatın Efendisi Habibi Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (sav)’in risalet görevlerinden 5 yıl<br />
4 Ali İmran, 96-97. / Bakara, 125.<br />
5 İmam Nevevi, el-İdah, s.245<br />
6 Keşfü’l-Hafâ, Aclûnî, 1108<br />
7 İbrahim, 35- 36.<br />
8 A. Köksal, İslam tarihi, 1-2/ 190.<br />
öncesinde yaşanan yenilenme kararıyla M.605<br />
yılında yıkılmasından korkulan Kabe’nin dört bir<br />
duvarının yapımını Kureyşliler kendi aralarında<br />
bölüştüler. İşe başlayacakları sırada Kureyş’in ileri<br />
gelenlerinden Ebu Vehb b. Amr şöyle bir çağrıda<br />
bulundu;<br />
‘Ey Kureyş topluluğu! Kazancınızdan ancak<br />
temiz olanla bu işe girişin. Buraya faiz veya<br />
insanlardan haksızlıkla elde ettiğiniz bir kazançla<br />
katılmayın.’ Bu çağrı zamanla dejenere olunsa<br />
da öz itibarı ile edilen duaların karşılığının<br />
alınacağına, tamir ve tadilatın yalnızca yapılarda<br />
değil gönüllerde de vukuu bulacağına işaret<br />
oluyordu.<br />
Ne var ki bunca hazırlığa rağmen kimse bu<br />
kutsal mabetten ilk taşı sökmeye cesaret edemez.<br />
Buna Velid bin Muğire’nin niyetinin salih olması<br />
ve bu şekilde <strong>Allah’a</strong> yakarmasıyla attığı ilk adım<br />
son verir. Velid bin Muğire’nin başına bir şey<br />
gelmediği görüldükten sonra Kabe’ nin duvarları<br />
tamamen yıkılarak Hz. İbrahim’in attığı temellere<br />
kadar inildi. Göz nuru Efendimiz (sav)’in bu<br />
inşada amcalarıyla beraber bizzat taş taşıdıkları<br />
bilinir.<br />
Bu şekilde bina Hz. İbrahim’in zamanındaki<br />
temellerin üzerine yükselmeye başlayıp sıra<br />
Hacerü’l Esved’i yerleştirmeye gelince kabileler<br />
arasında tartışma çıktı. Her bir kabile bu şerefli<br />
görevi kendilerinin hak ettiğini düşünerek<br />
iknaya yanaşmıyordu. Konu iyice şiddetlenip<br />
taraflardan bir kısmının kanları uğruna yemin<br />
etmesiyle daha da büyüyen bu anlaşmazlık dört<br />
gün sürdü. Kureyşin en ihtiyarı Ebu Ümeyye bin<br />
Muğire 9 Ben-i Şeybe kapısından Kabe’ye girecek<br />
ilk kişinin hakem olmasını ve onun kararına<br />
göre hareket edilmesini teklif etti. 10 İyice zora<br />
sıkışan bu durumun bitmesini isteyen bir kısım<br />
Mekkeliler bu teklifi hemen kabul ettiler ve<br />
herkes Ben-i Şeybe kapısından kimin gireceğini<br />
beklemeye koyuldular.<br />
Heyecan, merak, korku ve endişeyle bekleyen<br />
Mekkelilerin baktığı tarafta bir kişinin belirmesi<br />
tüm bu duyguları daha da arttırdı. Uzaktan<br />
beliren bu zat, kendine has görünüşü, vakurlu<br />
yürüyüşüyle her vakitte olduğu gibi o günde<br />
gören gözlere derman oldu. İnsanlar içlerindeki<br />
huzur, güven ve ferahlığı coşkuyla hep bir<br />
ağızdan şöyle dile getirdiler;<br />
“İşte güvenilir kişi, El-Emin geldi! Biz onun<br />
9 Taberî, Tarih, c. 2, s. 210.<br />
10 İbn Sa’d, I/146.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
15
vereceği karara seve seve razı oluruz.” 11<br />
Hikmet budur ki, Efendimiz burada<br />
vereceği kararla insanlara risaletinden öncede<br />
derin düşünce ve muhakeme yeteneğini<br />
ispatlamış olacaktı. Çevreye uyan değil, çevreyi<br />
oluşturan insanlardan olmasının kanıtıyla<br />
kendisini sevmeyenlerin dahi koşulsuz<br />
güvendiği haliyle bizlerin bir kez daha modeli<br />
olacaktı. Biz kendisine peygamberlik görevi<br />
verilmeden önce dahi ‘El- Emin’ olarak anılan<br />
bir nebinin ümmetiyiz. Bu şekilde kaçacak<br />
noktamızın kalmadığını, emin olunmamış bir<br />
Müslümanlığın kalitesinden sorgulanacağımızı<br />
unutmamalıyız. Sonraki zamanlar içinde<br />
insanların kendisine olan itimatlarını ve onları<br />
hiçbir suretle yanıltmayacağını ifade edecek<br />
zemin hazırlanmıştı.<br />
Bu şekilde kendisine<br />
anlatılan duruma karşılık<br />
Nebiyi Muhterem<br />
Efendimiz tertemiz<br />
zihniyle net ve hızlı bir<br />
şekilde gelerek hemen<br />
ridasını çıkarttı ve yere<br />
yaydı. 12 Merakla beklenen<br />
çözüm herkesi memnun<br />
edecek, kendisine duyulan<br />
güveni de ispatlayacak<br />
şekildeydi. Efendimiz (sav)<br />
Hacerü’l Esved taşını bir<br />
yaygının üzerine koyarak,<br />
bu yaygının her bir<br />
ucunu dört büyük kabile<br />
reisleri olan, Utbe bin<br />
Rebia, Zem’a, Ebu Huzeyfe b. Muğire, Kays bin<br />
Adiy’in eline verdi. Hep birlikte taşın konacağı<br />
yüksekliğe kaldırıldıktan sonra Efendimiz (sav)’de<br />
taşı alıp kendi elleriyle yerleştirdi. Anlaşmazlığın<br />
bu şekilde memnuniyetle sonuçlanması, kan<br />
dökülmeden hallolmasıyla kısa sürede duvar<br />
tamamlandı, Kabe’ nin inşası sona erdi. <br />
Allahın evi olarak kıymet bulan, tevhidin<br />
sembolü, enbiyaların hatırası olan Kabe-i<br />
Muazzama bundan başka çeşitli dönemlerde<br />
ve hatta günümüzde de devam eden bir<br />
şekilde tadilatta kalmış, gelişen ihtiyaca<br />
cevap verebilmek adına genişletmelerde<br />
bulunulmuştur. Osmanlı’nın da ciddi anlamda<br />
katkısının olduğu son hali kutsal mekanlar hac ve<br />
11 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 99.<br />
12 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 146<br />
umre çalışmaları merkezi tarafından hazırlanan<br />
plan gereği mimari yapı korunmaya çalışılarak<br />
düzenlenmektedir.<br />
Bugünde hedeflediğimiz toplumun maddimanevi<br />
inşası için güdülen benliklerin, çıkar<br />
davalarının, dökülen kan ve gözyaşının tesellisi<br />
Rasul-ü Zişan’ın göstermiş olduğu yolla olacaktır.<br />
Çözüm olarak sermiş oldukları rida, üst giysisi<br />
anlamına gelmekle risalet görevine de benzetme<br />
yapılabilir. Çünkü insan bir sorumluluğu<br />
almakla bir nevi omuzlarına bunu yüklenmiş<br />
olur. Efendimiz (sav)’in getirdiği ölçülere sıkı<br />
sıkıya tutunarak, benlik değil de bizliğe aday<br />
olarak tutunduğumuzda o zaman yükseliş<br />
gerçekleşecektir. Ve yine o mübarek elleriyle<br />
hitama erdirdikleri gibi bizler de işlerimizi O’na<br />
götürmekle, işlerimizi Onunla yürütmekle güzel<br />
sonuçlara erişeceğiz biiznillah. Bizlerin, dağların<br />
dahi yüklenmekten<br />
kaçındığı emaneti<br />
hakkıyla taşımamız Emin<br />
(sav) olana tutunmamız,<br />
emin olarak anılmamızla<br />
yaşanacaktır. Emin olana<br />
emanet olalım inşallah.<br />
Kabe’nin Bina Olarak<br />
Özellikleri<br />
Beyt-i Muazzama<br />
şu son çalışmalar<br />
haricinde en son haliyle<br />
145 metrekarelik bir alanı<br />
kapsamaktadır. 13 m<br />
yüksekliği, 122 ye 11 m<br />
duvar uzunlukları olan küp<br />
şeklinde bir yapısı vardır. Kabe’nin yapısı sade<br />
fakat heybetlidir. Sitare veya kisvede denilen<br />
altın işlemeli hat yazıları bulunan siyah bir örtü ile<br />
kaplıdır. Üzerindeki bu örtü, ipekli bir kumaştan<br />
dokunmuş olup, üzerine Kelime-i Şehadet<br />
işlenmiş, çatıya yakın kısmında çevresine altın<br />
işlemeli bir şerit geçirilmiş; kemer biçiminde<br />
olan bu şeritte de Kur’an ayetleri işlenmiştir. Bu<br />
örtü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir.<br />
1. Hacerü’l-Esved: Doğu köşesinde bulunan<br />
kara parlak taştır. Günümüzde taşın parçaları<br />
gümüş bir çerçeveyle bir arada tutulmaktadır.<br />
Görünen kısmı yaklaşık 16,5x20 cm’dir. Tavafa<br />
buradan başlanır ve burada bitirilir.<br />
2. Kabe Kapısı: Kabe’nin doğu duvarında<br />
zeminden 2,13 metre yükseklikte<br />
bulunmaktadır.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
16
3. Altın oluk: Kuzey duvarı üzerinde bulunan<br />
altından yapılmış oluk. Mekke’de ender<br />
yağan yağmur sularını Kâbe’nin çatısından<br />
indirmek için ilk 605 yılındaki tamir<br />
esnasında eklenmiştir. Emeviler döneminde<br />
altınla kaplandığı için bu isimle anılır. Farsça<br />
da -Mi’zab’ur Rahme/ Rahmet oluğu- olarak<br />
bilinir.<br />
4. Kabe’nin duvarlarının diplerini yağmur ve<br />
sel sularından korumak amacıyla yapılan<br />
mermer korumadır. Kabe’nin duvarları 25<br />
cm yükseklikte ve 30 cm kadar çıkıntılı bir<br />
mermer kaide üzerinden başlar.<br />
5. Hatim: Kabe’nin batı duvarının önünde<br />
bulunan ve 90 cm yüksekliğinde ve 1,5 m<br />
eninde beyaz mermerden yapılmış İsmail<br />
duvarı adı verilen kavisli yarım daire şeklinde<br />
alçak duvarla sınırlanmış bir bölgedir.<br />
Kabe’ nin aslından olup, 605 yılındaki tamir<br />
esnasında dışarıda kalan bölümdür. Bu<br />
boşluğun iç kısmına da Hicr denilir.<br />
6. Mültezem: Kâbe’nin doğu duvarında Kâbe<br />
kapısı ile Hacerü’l-Esved arasındaki duvar<br />
kısmıdır. Duaların kabul edildiği kıymetli<br />
yerlerden biridir.<br />
7. Makam-ı İbrahim: Hz. İbrahim ve oğlu<br />
İsmail tarafından Kâbe inşa edilmekte iken<br />
İbrahim’in ayak izini bıraktığı taşın olduğu<br />
yerdir.<br />
8. Rükn-i Şarkî (Doğu köşesi “Hacerü’l-Esved”)<br />
9. Rükn-i Yemanî (Güney köşesi)<br />
10 . Rükn-i Şamî (Batı köşesi)<br />
11 . Rükn-i Irakî (Kuzey köşesi)<br />
12 . Cebrail makamı: Kabe’nin doğu duvarının<br />
önünde kapının bulunmadığı kısımda “Irakî”<br />
köşesinin hemen yanında bulunan mevkidir.<br />
13 . Tavaf’ın başlangıç ve bitiş çizgisi olarak<br />
kullanılan mermer banttır. 2006 yılından<br />
itibaren kaldırıldı.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
17
TASAVVUF<br />
Zamanın velisi Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Hocaefendi şöyle buyurarak bize Kabe’nin<br />
kapısını açtı, ledün okyanusundan hikmet<br />
damlaları saçtı;<br />
Kabe Beytullah, insanların kıblesi.<br />
Hakikatte ise Beytullah insanın kendisi.<br />
İnsanların kıblesi beyt iken Rabb’imizin Beyt’i<br />
İnsanın gönlü haline geldi.<br />
İnsana nazargahullah denildi.<br />
“Bir adam Şibli’ye gitti. Şiblî (k.s) ona dedi ki:<br />
-Nereye gidiyorsun?<br />
-Hacca<br />
-Öyle ise iki çuval götür, onlara orada rahmet<br />
doldur ve onları giy, bize getir ki, hacdan<br />
nasibimiz olsun;gelene onu verelim, ziyaret<br />
edeni onunla ağırlayalım.<br />
Tasavvuf,<br />
İnsan İlmidir...<br />
Z.BİLMEN<br />
Adam diyor ki;<br />
-’Huzurundan vedalaşıp çıktım. Döndüğüm<br />
zaman Şibli bana sordu’;<br />
-Haccettin mi?<br />
-Evet.<br />
-Haccetmek için ne amel yaptın?<br />
-Guslettim, ihrama girdim, iki rek’at namaz<br />
kıldım ve telbiye ettim.<br />
-Bununla haccı akdettin mi(ahdettin mi, söz<br />
verdin mi <strong>Allah’a</strong>)?<br />
-Evet...<br />
-Peki, yaratıldığından beri bu akdine muhalif<br />
bütün akitleri bozdun mu?<br />
-Hayır...<br />
-Sen akdetmemişsin.<br />
-Sonra elbiseni çıkardın mı?<br />
-Evet...<br />
-Yaptığın her işten de soyundun mu?<br />
-Hayır...<br />
-Sen elbiseni çıkarmamışsın.<br />
-Sonra temizlendin mi?<br />
-Evet...<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
18
-Bu temizlenmenle sende bulunan her illeti<br />
giderdin mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen temizlenmemişsin.<br />
-Sonra telbiye ettin mi? (Lebbeyk Allahümme<br />
lebbeyk.. Buyur Allah’ım emret…anlamında dua)<br />
-Evet...<br />
-Aynen telbiyenin cevabını aldın mı?<br />
-Hayır...<br />
-Sen telbiye etmemişsin.<br />
-Sonra Harem’e girdin mi?<br />
-Evet...<br />
-<strong>Allah’a</strong> yaklaşmaya erdin mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Ka’be’yi görmemişsin.<br />
-Üç defa remledip, dört defa yürüdün mü?<br />
-Evet...<br />
-Seninle beraber olduğunu bildiğin her<br />
şeyden kaçıp kesildin mi? Dört defa yürümekle<br />
güvene erip bundan dolayı <strong>Allah’a</strong> şükrettin mi?<br />
-Hayır...<br />
-O’ndan başka şeylerden kesilmemişsin.<br />
-Evet...<br />
-Harem’e girmenle her haramı terk etmeye<br />
ahdettin mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Harem’e girmemişsin.<br />
-Sonra Mekke’yi gördün mü?<br />
-Evet...<br />
-Mekke’yi görmenle Allah’tan sana hal geldi<br />
mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Mekke’yi görmemişsin.<br />
-Mescid-i Haram’a girdin mi?<br />
-Hacer’i musafaha ettin mi?<br />
-Evet...<br />
-Yazık sana, hani denilir ki, Hacer’i musafaha<br />
eden Hakk’ı musafaha eder; Hakk’ı musafaha<br />
eden de güven mahallindedir. Binaenaleyh<br />
sende güven alameti göründü mü?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Hacer’i musafaha etmemişsin.<br />
-İki rekat namaz kıldın mı?<br />
-Evet...<br />
-Allah, azze ve Celle’nin önünde durur gibi,<br />
olduğun yerde durup niyetini O’na gösterdin mi?<br />
-Hayır...<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
19
-Sen namaz kılmamışsın.<br />
-Safa’ya çıkıp orada durdun mu?<br />
-Evet...<br />
-Ne amel ettin?<br />
-Orada tekbir ettim.<br />
-Safa’ya çıkmakla sırrın saflaştı mı? Rabbini<br />
tekbir etmekle ekvan gözünde küçüldü mü?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Safa’ya çıkmamışsın ve tekbir de<br />
etmemişsin.<br />
-Sa’yinde hervele ettin mi?<br />
-Evet...<br />
-O’ndan O’na kaçtın mı?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Hervele ve sa’y etmemişsin.<br />
-Merve’de durdun mu?<br />
-Evet...<br />
-Merve’de iken üzerine sekine’nin (huzurun)<br />
indiğini gördün mü?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Merve’de durmamışsın.<br />
-Oradan Mina’ya gittin mi?<br />
-Evet...<br />
-Temenni ettiğin sana verildi mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Mina’ya gitmemişsin.<br />
-Hayf Mescidi’ne girdin mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Hayf Mescidi’ne girmemişsin.<br />
-Arafat’ a çıktın mı?<br />
-Evet...<br />
-Halkedildiğin (Yaratıldığın) ve varacağın hali<br />
bildin mi? Bildin mi ki Rabbin kimdir ve inkar<br />
etmekte olduğun o Zat-ı Kibriya kimdir? Ve hak<br />
sana, havassı aşina kıldığı bir hal gösterdi mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Arafat’a çıkmamışsın.<br />
-Meş’ar’e koştun mu?<br />
-Evet...<br />
-Orada Allah’ı, masivayı hatırlamayı unutturan<br />
bir zikirle zikrettin mi? Ve ne ile cevap verildiğini<br />
ve ne ile hitap edildiğini anladın mı?<br />
-Hayır...<br />
-Sen Meş’ar’e gelmemişsin.<br />
-<strong>Kurban</strong> kestin mi?<br />
-Evet...<br />
-Şehvetlerini ve iradeni Hakk’ın rızasında ifna<br />
ettin mi?<br />
-Hayır..<br />
-Sen kurban kesmemişsin.<br />
-Şeytana taş attın mı?<br />
-Attım...<br />
-Sendeki cehaleti attın mı ve bu suretle sende<br />
ilim zuhur etti mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen taş atmamışsın.<br />
-Ziyaret ettin mi?<br />
-Evet...<br />
-Sana hakaikten bir şey keşfedildi mi? Yahud<br />
ziyaret sebebiyle ikramların arttığını gördün mü?<br />
Çünkü Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:<br />
“Hacılar ve umre yapanlar, Allah’ın<br />
ziyaretçileridir. Ziyaret edilenin kendisini ziyaret<br />
edene ikram etmesi haktır.”<br />
-Hayır...<br />
-Sen ziyaret etmemişsin.<br />
-İhlal ettin mi?<br />
-Evet...<br />
-Helal yemeye azmettin mi?<br />
-Hayır...<br />
-Sen ihlal etmemişsin.<br />
-Veda ettin mi?<br />
-Evet...<br />
-Nefsinden ve ruhundan bi’l-külliye çıktın mı?<br />
-Hayır...<br />
-Sen veda etmemişsin ve Hac da etmemişsin.<br />
Eğer istersen tekrar dönüp haccetmen gerekir.<br />
Ve eğer haccedersen bu söylediğim şekilde<br />
haccetmeğe çalış.<br />
في اأمان الله<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
20
Dünya’nın kıyametini düşünürsün,<br />
Kendi kıyametini düşünmekten uzak.<br />
Kendi kıyameti dururken dünyanınkini düşünen,<br />
Bizce hakikaten ahmak.<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu
Ayın<br />
Sohbeti<br />
VarisÜn-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />
وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَ جِّ يَاأْتُوكَ رِجَ الاً وَعَلٰى كُلِّ ضَ امِرٍ يَاأْتيِنَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَميِقٍ.<br />
“İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer<br />
üzerinde sana gelsinler.” 1<br />
1 (Hacc/27)<br />
Putlardan temizlenmeden hac olur mu? Beyti<br />
tavaf etmeden sahibi bulunmaz mı?<br />
Beyt iki tanedir: gökte Beyt-i Ma’mur, yerde<br />
Beytullah. Allah’ın gökte Beyt-i Ma’mur’u evvela<br />
yeryüzünde idi. Yerde iken ziyarete gücümüz<br />
yetmedi. Gökte iken gelin seyran edelim desem<br />
kim gelir? Adem (as) ile Havva annemiz cennetten<br />
indirildiğinde Beyt-i Ma’mur semaya kaldırıldı,<br />
Kabe bugün bulunduğu yere atıldı. İnsanların<br />
kıblesi Kabe. Hakikatte ise Beytullah yani Allah’ın<br />
evi, insanın kendisi. İnsanların Kabesi beyt iken<br />
Rabbimizin beyt’i insanın gönlü haline geldi. İnsana<br />
nazargah denildi.<br />
NE BEN VARSIN NE DE SEN.<br />
CÜMLE VAR OLAN ALLAH.<br />
BUNU ZAT’A YÜKLEME SEN.<br />
ADEMDİR NAZARGAHULLAH.<br />
Rabbimin ziyaret ettiği beytin sahibi insanlık<br />
siz, yirmi dört saatte her nefes alışverişinde<br />
Allah’ı bilirseniz; “men arafa nefsehu fe gad arafe<br />
Rabbehu” sırrına ermiş, nefsinizi bilmiş olursunuz.<br />
O zaman sizi yaratanın daim size nazar ettiğinin<br />
fevkine ve farkına varırsınız. Rabbü’l alemin<br />
daim bizimle. O zaman bizim nefislerimiz Allahu<br />
Teala’nın mülkü haline gelir. Beden Kabe’sini<br />
temizleyip içerdeki yedi nefsi, yani yedi hayvani<br />
huyu “Bismillah Allah-u ekber” deyip kurban<br />
etmeden gelen hacıya, hacı mı denir? Sahibini<br />
bulmadan gelen hacı, hacı mı olmuştur? Evi gördünüz<br />
ev sahibini görmeden bu evin sahibi var<br />
diyebilir misiniz? Diyemezsiniz değil mi? O zaman<br />
hepsi yalan söylemiş olmuyor mu?<br />
Şirk putundan, beden putundan, nefis putundan,<br />
hanım putundan, dünya putundan kurtulmadan<br />
hacı olunmaz. Allah-u Teala buyuruyor<br />
ya;<br />
لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ<br />
يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ كَذَلِكَ سَ خَّرَهَا<br />
لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّ رِ<br />
الْمُحْ سِ نِينَ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
25
“Onların ne etleri ne de kanları <strong>Allah’a</strong> ulaşır;<br />
fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete<br />
erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız<br />
diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize<br />
verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları<br />
müjdele!” 2<br />
Sizin kurbanlık ettiğiniz, şu nefsiniz ve hevesiniz<br />
olsun. Rabbü’l Alemin buyuruyor:<br />
“Görmedin mi o hevasını Rab edineni?” 3<br />
Hevanızı kurban ettiğiniz zaman işte, siz nefsinizi<br />
bilmeye başladınız. Bir koç gibi sağ tarafına<br />
yatırdınız, sol ayağınızı sırtına bastırdınız. ‘Bismillah<br />
Allahu Ekber! Ya Rabbi, bendeki tamahı, hırsı,<br />
kini, nefreti, hasedi kestim’ diyerek bıçağı boynunuza<br />
vurdunuz. Keçiyi inadın bil, sığırı doymayı<br />
bilmeyen tamahkar nefsin, deve kindarlığın<br />
olsun, koyunu başı eğik mülayim gibi görünüp<br />
aslında içinde bir şeytan gibi duran nefsin bil.<br />
Dizinin altına koyup bıçağı, ‘Allah sen çok büyüksün<br />
ben bunu kesiyorum sende beni bu dünya<br />
ve dünyalıklardan kes’ deyip keseceksiniz. Kesen<br />
siz, kesilen sizsiniz. Şimdi Hak kurbanı kestiniz.<br />
Kabe’yi, taş duvarları yedi şavt, bir tavaf etmek<br />
hac değildir. Evin sahibini ziyarete gedeceksiniz.<br />
Sahibinin etrafında aşk ile şevk ile döneceksiniz.<br />
Her gönlü Kabe bilip, gönüller ziyaret edip,<br />
gönlün sahibini memnun edeceksiniz. Allah-u<br />
Teala’nın bize söylettiği gibi;<br />
İKİ GÖNÜL BİRBİRİNİ SEVERSE RIZAEN LİL-<br />
LAH,<br />
OLUR BİRİ GÖKTE BEYT-İ MAMUR, DİĞERİ<br />
YERDE BEYTULLAH.<br />
Haccı uzakta arama, bak yanı başında.<br />
Arifi billah öyle demiş;<br />
Ey muradı Kabe olan,<br />
Kabe benem, hac bendedir.<br />
Gelsin Hacc-ı ekber kılan,<br />
Kabe benem, hac bendedir.<br />
Arif-i billah doğru söylüyor. Sebebi ne? O Rahman<br />
olan Allah’ın nazargahı haline gelmiş. Daim<br />
Allah-u Teala’nın Kitab-ı Kadim’i ile hem hal. Kitabın<br />
emirleriyle meşgul. Allah-u Teala benimle<br />
beni işitiyor, beni görüyor, beni biliyor inancıyla<br />
hareket ediyor. Kulun gönlü Rahman’ın beyti,<br />
Kabesi oldu. Kim ki onu ziyaret etti muhakkak ki<br />
2 Hac suresi/ 37<br />
3 Casiye/23<br />
hacı oldu. Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmaktadır:<br />
“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın<br />
arşıdır.” 4<br />
İşte buradan da anlıyoruz ki, kulun gönlü manevi<br />
arş yani beyt-i Ma’mur’dur. Taş Kabe’yi, gönlünü<br />
Kabe’ye çeviren insanın öğretisiyle ziyaret<br />
edebilirsin. O öğretiyi almadan kuru bir taklit ile<br />
gidersen Mekke’li müşriklerin ziyaret etmesine,<br />
tavaf etmesine benzersin. Onlar kurban kesmiyor<br />
değildi. Onlar Kabe’yi tavaf etmiyor değildi.<br />
Onlar namaz kılmıyor değildi. Dünya kurulduğundan<br />
bu yana her insan namaz kılıyor ama haberi<br />
yok kıldığı namazdan. İnsanların namazdan<br />
anladığı şu;<br />
NAMAZI SANDILAR EĞİL EĞİL KALK<br />
HANİ HUZUR HANİ HUŞU BİR DÜŞÜN BAK.<br />
Kimisi haç çıkartıyor namaz kılıyor. Kimisi<br />
akşama kadar oturuyor namaz kılıyor. Her insan<br />
kendince bir şekilde <strong>Allah’a</strong> ibadet ediyor.<br />
Müslüman’da namaz sadece bende var zan ediyor.<br />
Namaz bezm-i vahdette başladı. İlk secdeyi<br />
melekler Adem (as)’a yaptı. Başlar, o zaman<br />
secdeye vardı. Başlar, o zaman tazimi bildi. Beller,<br />
o zaman rükuya eğildi. Ama Müslüman, sen<br />
anlamıyorsun ki? Namazı anladığın yok, sücudu<br />
anladığın yok, kıyamı anladığın yok, tahiyyatı<br />
bildiğin yok. Okuduğun şehadetten haberin yok.<br />
Ne diyeyim ki sana? Aklını başına topla! Allah-u<br />
Teala insanı kendisine halife etti. Halifeye kovmuş<br />
olduğu şeytanı secde ettirdi. E peki secde<br />
etti mi? Etmedi. Etmediği gibi karşısındakini yani<br />
Hz. Adem’i suçlu bildi. Hep karşıyı, hep karşıyı<br />
görenler muhakkak ki şaşırır, Allah-u Teala’dan<br />
yüz çevirirler.<br />
‘Allah’ım, ben her attığım taşla, kötü huylarımı<br />
atıyorum’ şuuruyla Allah’ın kovduğu şeytanı<br />
taşla. Her taş bir nefise işaret etsin, deyin bismillah,<br />
atın kurtulun inşallah. Haccı böyle yapın,<br />
hacı olacaksanız böyle olun.<br />
Kişi helalleşmeden hacca gidiyor. Önce bütün<br />
dünya ve dünyalıklarla helalleşin. Hocam benim<br />
helalleşeceğim kişi vefat etti, nasıl helalleşeceğim,<br />
diyor. Onun hakkında nasıl helalleşirsin?<br />
Parasını aldın da vermediysen şahsın arkasında<br />
bıraktığı birileri varsa onlara vereceksin. Yoksa o<br />
kişinin adına hayır yapıp, Allah-u Teala’dan afv ve<br />
mağfiret dileyeceksin. Gelin burada hesaplarımızı<br />
kolay edelim. Gelin burada hakkı ve hakikati<br />
gözetelim. Yalanlarınızdan temizleneceksiniz.<br />
Yalan işlerden, yalancı kimselerden yüz çevi-<br />
4 K. Hafâ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
26
“ Ey mü’minlerin emîri!<br />
Ben bir şey yapmadım!<br />
Sadece her koyunu<br />
kendi bacağından astım.<br />
Fakat görülüyor ki, her<br />
koyun kendi bacağından<br />
asılsa da bütün çevreyi<br />
rahatsız ediyor, herkese<br />
zarar veriyor. Bir<br />
kötünün zararı sadece<br />
kendine<br />
olmuyor, herkese zarar<br />
veriyor “.<br />
receksiniz. O zaman işte ‘Rabbim ben kelamını<br />
okudum, hayatıma tatbik ettim’ diyebileceksiniz.<br />
Hayatınıza tatbik etmediğiniz kitabın tecvidini,<br />
mahrecini bilseniz, cübbe giyseniz, sarık taksanız,<br />
elinize asa alsanız, başınız eğik, ayakucunuza<br />
bakıp dolaşsanız yine de cehennemden kurtulamazsınız.<br />
Kur’an’ın hükümlerine uymaz, insanları<br />
aldatırsanız Allah-u Teala bunun hesabını hepimizden<br />
soracak. “Onların kıyafetleri yaşantıları<br />
bize benzeyecek içinde zerre miktarı iman eden<br />
olmayacak.” diyor Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (sav).<br />
Zamanında hac farizasını bir yükmüş gibi gören,<br />
başıboş bırakıldığını zanneden bir abimiz<br />
geldi:<br />
-Hacca gideceğim hakkını helal et, dedi.<br />
- Helallik vereceğim lakin sana bir menkıbe<br />
anlatayım, dedim. Hacca üç kişi çağırır. Allah-u<br />
Teala’nın kovmuş olduğu şeytan çağırır, Allahu<br />
Teala çağırır, Allah’ın Rasulü (sav) çağırır. Seni<br />
hangisi çağırdı dedim?<br />
-Nasıl yahu, nasıl bileceğiz bunu? Dedi.<br />
-Kolay dedim gelince görüşürüz. Allah’ın çağırdığı<br />
ihlasla, aşk ve muhabbetle gider ehli keramet<br />
olur da döner. Keramet ehli olur. Feraseti<br />
açılır.<br />
Allah’ın Rasulü’nün çağırdığı kişinin muhabbeti,<br />
aşkı artar, ibadeti, itaati artar. Fakat hayatında<br />
bir değişiklik olmaz.<br />
Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın çağırdığı<br />
kişi, cömert gider cimri olarak gelir. Gider<br />
selametle gelir ihanetle dedim.<br />
Kişi hacdan döndü, aradan biraz zaman geçsinde<br />
rahat bir zamanda gidelim, dedim. Dediler<br />
ki dükkanı açmış dükkanda ağırlıyor misafirlerini.<br />
Kasıtlı olarak tam öğle vakti yanına gittik. Biz<br />
öğle yemeği yemeyiz. Konya’da adettir öğle yemeği<br />
İslam’da ise bidattir. İslam’da öğlen yemeği<br />
diye bir yemek yoktur, sabah ve akşam yemeği<br />
vardır. Sabah yemeğini çokça yiyin akşam yemeğini<br />
fazla kaçırmayın, az yiyin. Akşam yemeği yemezseniz<br />
de erken ihtiyarlarsınız. Allah’ın Rasulü<br />
(sav) böyle tembihliyor. Dört kişiyiz, tabakta beşaltı<br />
tane hurma var, mini mini bardaklarda zemzem.<br />
Ben gülümsedim.<br />
-Niye gülüyorsun, dedi.<br />
-Hani sana bir kıssa anlatmıştım, hatırladın<br />
mı? Önceden her geldiğimizde yemek ikram<br />
ederdin, biz istemezdik. Bugün teklif dahi edemiyorsun.<br />
Zemzemi, hurmayı bir başka misafire<br />
verirsin, dedim.<br />
Müslüman haddini bilen insan demektir. Haddini<br />
bilen insan ise her işini Kur’an’a ve sünnete<br />
götüren demektir. Kur’an’ı ve sünneti hayata<br />
intizam olarak geçirmeyen kimse, ‘Kul ya eyyuhel<br />
kafirun’ diye okur, Allah-u Teala Muhammed<br />
(sav)’e söyledi der, ‘Kul’ emrinin kendine olduğunu<br />
bilmezse, KUL olmayı bilmez. Rabbim bana<br />
ne emredecek diye Kur’an’ı okumaya başlayın:<br />
‘Ya Rabbi Senin adınla kelamına başlıyorum, Habib-i<br />
Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in sana<br />
gelişi gibi geldim. Emret ya Rabbi! Lebbeyk Ya<br />
Rabbi!’<br />
Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyururlar:<br />
“Kim Rabbiyle konuşmak istiyorsa Kur’ân<br />
okusun.“ 5<br />
Kim ki Allah’la muhabbet diler, açsın Kur’an-ı<br />
Kerim okusun. Kim ki Allah’ı ziyaret etmek ister,<br />
açsın Kur’an-ı Kerim okusun. Biz haccı, Kabe’nin<br />
etrafında fırıldak gibi dönmek bilirsek, birine<br />
omuz birine tekme atıp, birine küfür edip gelirsek,<br />
Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanı taşlıyorum<br />
diye ‘filanca gün filanca saatte şu günahı<br />
işletmiştin, al sana’ deyip taşa ayakkabıyı atarsak<br />
hacı mı oluruz sizce? Hala Allah-u Teala’nın kovmuş<br />
olduğu şeytanı, şeytan bilip, karşıdaki taşta<br />
arıyorlar. Yahu senin kolunu burkmuyor ki sen<br />
5 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 7/239; ed-Deylemî, el-<br />
Müsned 1/302<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
27
niyet ediyorsun, o niyetinin ipini gevşetiyor. Sen<br />
faiz alacaksın da yolda karşına banka çıkartıyor.<br />
Sen zina yapacaksın da internette karşına adresler<br />
çıkarıyor. Sen zina yapmaya azmetmişsin<br />
zaten. Niyetine göre Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu<br />
şeytan olaylar çıkartacak. Sen hacca vardığında<br />
makinalı tüfeği alıp taşı tarasan, patriyotları<br />
yağdırsan geri döndüğünde bir daha işlemez<br />
misin o günahı?<br />
İçindeki şeytanı öldürmedikten sonra, sen<br />
seninle olduğun müddetçe günah işleyeceksin<br />
elbette. Benim diyen Allah-u Teala’nın kovmuş<br />
olduğu şeytana benzeyeceksin işte.<br />
<strong>Kurban</strong>da koçu değil nefsini keseceksin. Şimdi<br />
Müslümanlar kurban parasına acıyorlar. Elbette<br />
onu et bayramı haline getirenler utansın.<br />
Birbirini aldatmak için kurban kestik diyenler<br />
utansın. Daha ucuz fiyata kurbanlık arayıp, bir<br />
keseceğime iki kestim diyen cahiller utansın. Beş<br />
yüz liraya bir tanesini alamazken yüz liraya nasıl<br />
alacaksın? İsmini bilmediğin, resmini bilmediğin,<br />
namazını bilmediğin başka diyarlarda, kesilip kesilmediğinden<br />
habersiz kurbana razı oluyorsun.<br />
<strong>Kurban</strong>ınızı Kabil’in kurbanına çevirmeyin. Hacca<br />
giderken, ‘Ben taklidini yapmaya gidiyorum<br />
döndüğümde hayatıma uygulayacağım inşallah’<br />
deyin. Allah’ın Rasulü nasıl hacca yöneldiyse nasıl<br />
umreye yöneldiyse bizde öyle yöneleceğiz. Allah-u<br />
Teala’nın Kabe’si kulun gönlüdür bunu da<br />
böyle bileceğiz… 6<br />
6 Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin 31.08.2013<br />
tarihli Cumartesi sohbetlerinden alıntıdır.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
28
Dillerde Zikrimiz<br />
Biz Muhammediyiz gönülden eseriz<br />
Güneşin doğup battığı yerdeyiz biz<br />
Gül-i Rana Sultan Murad bazarındanız<br />
Gülzarıyız oluk oluk Fatih hanlarız<br />
Damla olur akarız yeryüzüne<br />
Sevgi olur damlarız her bir gönüle<br />
Kan olur akarız kerb-ü beladan<br />
Sultanımızda Rasulullahın (s.a.v) tadı var<br />
Yürüyoruz zaman ve mekân şahit olsun<br />
Dillerde tekbirler sembolümüz olsun<br />
Asırlardır beklenen meş’ale tutuştu<br />
Murad Sultan Gülzarı kalp bağımız olsun<br />
Der ki fuzuli aşık-ı sadık menem<br />
Bende mecnunun adı var<br />
Bizde deriz ki aşk Muradımızdır<br />
Bizde Efendimizin himmeti var<br />
Ve dahi deriz ki biz Muhammediyiz<br />
Bizde Sultanımızın bereketi var<br />
Ve kalben beyan ederiz: Biz biriz<br />
Bizde Şeyhimizin sevdası var<br />
Dillerde zikrimizdir daim Subhanallah<br />
Gönüllerde keremimizdir Zikrullah<br />
Daim Allah deriz hak La İlahe İllallah<br />
Sultan Murad aşkımızdır Elhamdülillah<br />
Ebubekir ONHAN
SAHABE-İ GÜZİN<br />
Burak Çınar<br />
(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />
EBÛ ZER GIFÂRÎ<br />
Ebû Zer-i Gıfârî, Mekke’nin ticâret yolu<br />
üzerinde yaşamakta olan Benî Gıfârkabîlesindendir.<br />
Bunlar Arabistan’da bulunan diğer<br />
kabîleler gibi câhiliye devrinin her çeşit kötülüğünü<br />
işliyor ve putlara tapıyordu. Ticâret<br />
kervanlarını çevirip, yağmacılık yapmalarıyla<br />
tanınmışlardı.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî de çevresinin te’sîriyle bir<br />
müddet kervan soygunlarına katılmıştı. Kavmi<br />
arasında atılganlığı ve cesâreti ile şöhret bulmuş,<br />
gücü, kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede<br />
pek meşhur olmuştu.<br />
Putlardan Nefret Ediyordu<br />
Fakat o, bütün bunlardan bir tat almıyor,<br />
zavallı insanların elleriyle yonttuğu putlara<br />
ilâh diyerek tapmasına şaşıyor, putlardan nefret<br />
ediyordu.<br />
Nihâyet bir gün her şeyin tek bir yaratıcısı<br />
olduğuna inanarak, yol kesme işinden vazgeçti.<br />
İnsanlardan uzak bir hayat yaşamaya ve<br />
Allah Teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için kendisine<br />
yol gösterecek bir rehber aramaya başladı.<br />
Üç sene böylece devam etti.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî hidâyete adım adım yaklaşmakta<br />
iken, Muhammed aleyhisselâma Allah<br />
Teâlâ tarafından peygamberliği bildirilmişti.<br />
Artık insanlar birer ikişer Müslüman olmakla<br />
şerefleniyor, İslâmın nûru âlemi aydınlatmaya<br />
başlıyordu. İslâmın doğuş haberi gün geçtikçe<br />
çevrede yayılıyor, müşrikler ise engellemek<br />
için çâreler arıyordu.<br />
Nihâyet bu haber Benî Gıfâr kabîlesinin<br />
yurduna da ulaşmıştı. Mekke’den gelen biri,<br />
Ebû Zer-i Gıfârî’nin “Lâ ilâhe illallah” dediğini<br />
işitince dedi ki:<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
30
- Mekke’de bir zât var, senin söylediğin<br />
gibi “Lâ ilâhe illallah” diyor ve peygamber olduğunu<br />
bildiriyor.<br />
Ebû Zer heyacanla sordu:<br />
- Hangi kabîledendir?<br />
- Kureyş’tedir.<br />
Ne Haber Getirdin?<br />
Ebû Zer-i Gıfârî bu hâlleri işitir işitmez kardeşi<br />
Üneys’e dedi ki:<br />
- Hayvanına bin, Mekke’ye git, kendisine vahiy<br />
geldiğini söyleyen zâtla görüş, söylediklerini<br />
dinle, benim için bilgi edin, haberini bana getir.<br />
Üneys, Mekke’ye gidip, Peygamber Efendimizin<br />
(asm) mübârek cemâli, sohbeti ve ihsânları<br />
ile şerefledi. Hayran kaldı. Sonra tekrar memleketine<br />
döndü. Kardeşi Ebû Zer kardeşine sordu:<br />
- Ne haber getirdin?<br />
- Vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki, hep<br />
hayrı, iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırıyor.<br />
- Peki insanlar, onun hakkında ne diyorlar?<br />
Zamanın meşhur şairlerinden olan kardeşi<br />
Üneys şöyle cevap verdi:<br />
- Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar. Fakat onun söyledikleri<br />
ne kâhinlerin sözüne, ne de sihirbazların<br />
sözüne benzemiyor. Onun söylediklerini şairlerin<br />
her çeşit şiirleriyle karşılaştırdım. Onlara<br />
hiç benzemiyor, hiç kimsenin sözüyle ölçülemez.<br />
Vallahi o zât hakkı bildiriyor, doğruyu söylüyor.<br />
Ona inanmayanlar yalancı ve sapıklık içindedirler.<br />
Bu zât iyiliği, ahlâkî değerleri emrediyor, kötülükten<br />
de sakındırıyor.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri kardeşinin bu sözü<br />
üzerine:<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
31
- Sen bana, bu husûsta arzû ettiğim, gönlüme<br />
şifâ veren, müşkillerimi giderir bir haber<br />
getirmedin. Kendim gidip, onu görürüm, dedi.<br />
Kardeşi Üneys dedi ki:<br />
- İyi olur, fakat sen Mekke halkından sakın!<br />
Çünkü Mekkeliler, ona karşı son derece kin besliyorlar<br />
ve onunla görüşenleri takip ediyorlar.<br />
Ebû Zer, hemen Mekke’ye gitmeye ve Peygamberimizi<br />
(asm) görüp Müslüman olmaya karar<br />
verdi. Eline bir değnek ve biraz da azık alarak<br />
büyük bir şevkle Mekke yoluna düştü.<br />
Kimseye Sormadı<br />
Mekke’ye varınca hâlini kimseye anlatmadı.<br />
Çünkü bu sırada müşrikler Peygamberimize<br />
(asm) ve yeni Müslüman olanlara şiddetli düşmanlık<br />
yapıyorlar ve bu düşmanlıklarını safha<br />
safha ilerletiyorlardı. Bilhassa Müslüman olup da,<br />
kimsesiz ve garip olanlara işkence yapıyorlardı.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî de Mekke’de kimseyi tanımıyordu.<br />
Garip ve yabancı idi. Bu bakımdan kimseye<br />
bir şey sormadan Kâ’be’nin yanına varıp oturmuştu.<br />
Peygamberimizi (asm) görmek için fırsat<br />
kolluyor, nerede olduğunu öğrenmek için bir işâret<br />
arıyordu. Burada Zemzem’den başka bir şey<br />
yiyip içmiyordu.<br />
Akşam üstü bir sokak köşesine çekildi. Hz. Ali<br />
(ra), Ebû Zer’i gördü. Garip olduğunu anlayarak<br />
alıp evine götürdü. Hâlinden bir şey sormadığı<br />
gibi, Hz. Ebû Zer de ona sırrını açmadı.<br />
Sabah olunca, tekrar Kâ’be’ye gitti. Akşama<br />
kadar dolaştığı hâlde hiçbir ip ucu elde edemedi.<br />
Eski oturduğu köşeye gelip oturdu. Hz. Ali (ra), o<br />
gece yine oradan geçerken, Ebû Zer’i görünce:<br />
- Bu biçâre hâlâ aradığını bulamamış, diyerek<br />
tekrar evine götürdü.<br />
Sabahleyin yine Beytullaha gitti, sonra oturduğu<br />
köşeye çekildi. Hz. Ali (ra) tekrar da’vet<br />
edip evine götürdü ve ona sordu:<br />
- Senin işin nedir? Bu şehre ne için geldin?<br />
- Eğer bana doğru bilgi vereceğine kat’î söz<br />
verirsen, söylerim.<br />
- Söyle, hâlini kimseye açmam.<br />
Akıllılık Ettin<br />
- İşittim ki, burada bir Peygamber çıkmış.<br />
Onunla görüşmesi, ondan işittiklerini ezberleyip<br />
bana nakletmesi için kardeşimi göndermiştim.<br />
Kardeşim gönlüme şifâ verecek bir haber getirmedi.<br />
Onun için bizzat kendim onunla görüşmek<br />
ve ona kavuşmak için buraya geldim.<br />
- Sen doğruyu buldun, akıllılık ettin. Bu zât<br />
Allah’ın Resûlüdür, hak Peygamberdir. Sabahleyin<br />
ben o zâtın yanına gidiyorum. Beni takip et,<br />
senin için korkulacak bir şey görürsem, ayakkabımı<br />
düzeltiyormuş gibi yaparım. Sen beklemez<br />
gidersin. Ben geçip gidersem, arkamdan gel ve<br />
benim girdiğim eve sen de peşimden gir!<br />
Ebû Zer-i Gıfârî, Hz. Ali (ra)’yi takip edip, onunla<br />
birlikte Peygamberimizin (asm) mübârek yüzünü<br />
görmekle şereflendi. Ve hemen:<br />
- Esselâmü aleyküm, diyerek selâm verdi. Bu<br />
selâm İslâm’da bu şekilde verilen ilk selâm ve<br />
Ebû Zer-i Gıfârî de ilk selâmlayan kimse oldu.<br />
Peygamber efendimiz selâmını aldıktan sonra,<br />
aralarında şu konuşma geçti:<br />
- Sen kimsin?<br />
- Gıfâr kabîlesindenim.<br />
- Ne zamandan beri buradasın?<br />
- Üç gün üç geceden beri buradayım.<br />
- Seni kim doyurdu?<br />
- Zemzem’den başka bir yiyecek, içecek bulamadım.<br />
Zemzemi içtikçe hiç açlık ve susuzluk duymadım.<br />
- Zemzem mübârektir. Aç olanı doyurur.<br />
- Yâ Muhammed! İnsanları neye da’vet ediyorsun?<br />
- Bir olan ve ortağı bulunmayan <strong>Allah’a</strong><br />
îmân etmeye ve putları terketmeye, benim<br />
de Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet etmeye<br />
da’vet ediyorum.<br />
Bana İslâmı Bildir<br />
Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri:<br />
- Bana İslâmı bildir, dedi.<br />
Peygamber Efendimiz (asm) ona Kelime-i<br />
şehâdeti okudu. O da söyleyip, Müslüman oldu.<br />
Ebû Zer Müslüman olmanın verdiği büyük bir iştiyâkla<br />
dedi ki:<br />
- Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ’ya yemîn ederim<br />
ki, Müslüman olduğumu Kâ’be’de müşrikler<br />
arasında haykırmadıkça memleketime dönmiyeceğim.<br />
Bundan sonra Ebû Zer-i Gıfârî Kâ’be yanına gidip,<br />
yüksek sesle:<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
32
- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne<br />
Muhammeden abdühu ve Resûlüh, diye haykırdı.<br />
Bunu işiten müşrikler hemen üzerine hücum<br />
ettiler. Taş, sopa ve kemik parçaları ile öyle dövdüler<br />
ki, kanlar içinde kaldı.<br />
Bu hâli gören Hz. Abbâs seslendi:<br />
- Bırakın bu adamı, öldüreceksiniz! O sizin ticâret<br />
kervanınızın geçtiği yol üzerinde oturan bir<br />
kabîledendir. Bir daha oradan nasıl geçeceksiniz?<br />
Böylece Ebû Zer Hazretlerini müşriklerin elinden<br />
kurtardı.<br />
Kavminin Yanına Dön!<br />
Müslüman olmakla şereflenmenin verdiği<br />
şevkle, öylesine seviniyor ve coşuyordu ki, ertesi<br />
gün gene Kâ’be’nin yanında Kelime-i şehâdeti<br />
yüksek sesle bağıra bağıra söyledi. Bu sefer de<br />
üzerine hücum eden müşrikler, yere yıkılıncaya<br />
kadar dövdüler. Yine Hz. Abbâs yetişip, ellerinden<br />
kurtardı.<br />
Bundan sonra Peygamber Efendimiz (asm)<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretlerine buyurdu ki:<br />
- Şimdi kavminin yanına dön! Emrim sana<br />
ulaşınca, onu kavmine haber ver! Ortaya çıktığımızın<br />
haberi sana geldiği zaman yanımıza<br />
dön!<br />
Bu emir üzerine Ebû Zer-i Gıfârî kendi kabîlesi<br />
arasına dönüp, onlara İslâmiyeti anlatmaya başladı.<br />
Hicrete kadar bu hizmete devam etti.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri kavmini İslâmiyete<br />
da’vet ediyordu. Birgün kabîlesine, Allah’ın bir<br />
ve Muhammed aleyhisselâmın onun Resûlü olduğunu<br />
ve bildirdiklerinin hak ve tapmakta oldukları<br />
putların bâtıl, boş ve ma’nâsız olduğunu<br />
söylemişti. Kendisini dinleyen kalabalıktan bir<br />
kısmı, “Olamaz” diye bağrışmaya başladılar. Bu<br />
sırada kabîlenin reisi Haffâf, bağıranları susturdu<br />
ve dedi ki:<br />
- Durun, dinleyelim bakalım ne anlatacak!<br />
İşte Sizin Taptığınız Şey<br />
Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri şöyle devam<br />
etti:<br />
- Ben Müslüman olmadan önce, bir gün Nuhem<br />
putunun yanına gidip, önüne süt koymuştum.<br />
Bir de baktım ki, bir köpek yaklaşıp, sütü<br />
içiverdi. Sonra da putun üzerine pisledi. Görüyorsunuz<br />
ki, put köpeğin üzerini kirletmesine<br />
mânî olacak güçte bile olmayan bir taş! İşte sizin<br />
taptığınız şey! Köpeğin bile hakâret ettiği puta<br />
tapmak hoşunuza gidiyorsa, buna çok şaşılır.<br />
Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden<br />
biri cevap verdi:<br />
- Peki senin bahsettiğin Peygamber neyi bildiriyor.<br />
Onun doğru söylediğini nasıl anladın?<br />
Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri, yüksek sesle<br />
kalabalığa şöyle hitap etti:<br />
- O, Allah’ın bir olduğunu, O’ndan başka ilâh<br />
olmadığını, her şeyi yaratan ve her şeyin mâliki,<br />
sahibi olduğunu bildiriyor. İnsanları <strong>Allah’a</strong> îmân<br />
etmeye çağırıyor. İyiliğe, güzel ahlâka ve yardımlaşmaya<br />
da’vet ediyor. Kız çocuklarını diri diri<br />
gömmenin ve yaptığınız diğer her türlü kötülüğün,<br />
haksızlığın, zulmün, çirkinliğini ve bunlardan<br />
sakınmayı emrediyor.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri İslâmiyeti uzun<br />
uzun açıkladı. Kabîlesinin, içinde bulunduğu sapıklığı<br />
bir bir sayıp, bunların zararlarını ve çirkinliğini<br />
gayet açık bir şekilde anlattı. Onu dinleyenler<br />
arasında başta kabîle reisi Haffâf, kendi kardeşi<br />
Üneys olmak üzere çoğu Müslüman oldu.<br />
Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi (asm)<br />
görerek Müslümanlığı kabûl ettiler.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri bu hizmetleri<br />
yaptığı sırada, İslâmiyet, Mekke’de ve civârında<br />
oldukça yayılmıştı. Müşriklerin zulmü de o derece<br />
artmış, İslâm uğrunda kanlar dökülmüş, ilk<br />
şehîdler verilmişti. İki defa Habeşistan’a, daha<br />
sonra Medîne-i Münevvereye hicret yapıldı.<br />
Her Şeyi Sorardı<br />
Ebû Zer Hazretleri de Medîne’ye hicret etti.<br />
Peygamber Efendimiz (asm) hicretten sonra Eshâb-ı<br />
kirâm arasında kurduğu kardeşlikte Ebû<br />
Zer Hazretlerini de Münzir bin Amr Hazretleri ile<br />
kardeş yaptı. Daha sonra İslâmı anlatması için<br />
tekrar kabîlesi arasına gönderildi.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri Hendek savaşından<br />
sonra Medîne’ye geldi ve yerleşti. Bundan<br />
sonra Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı.<br />
Bütün zamanını dîni öğrenmeye ayırdı. İlim<br />
öğrenmek husûsunda büyük gayret sahibi idi.<br />
Her şeyi Peygamberimize (asm) sorardı. Îmân,<br />
ihsân, emir ve yasaklar husûsunda, Kadir Gecesi<br />
ve daha birçok husûsların sırlarını, izâhını, namaza<br />
dâir ince husûsları ve nice şeyleri Resûlullah<br />
(asm)’a bizzat sorarak öğrenmiştir.<br />
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) Ebû Zer’i çok<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
33
sever, ona, husûsî iltifât buyururdu. Çok zaman<br />
gece geç vakte kadar Resûlullah (asm)’ın huzûrunda<br />
kalırdı. Peygamberimizin (asm) mahremi,<br />
sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri konuşurdu.<br />
Ayrıca Ebû Zer Hazretleri, Peygamberimizin<br />
(asm) mübârek elini öpmek saâdetine kavuşmuştur.<br />
Resûlullah Efendimize bi’ât ederken de,<br />
“Hak Teâlâ’nın yolunda hiçbir kötüleyicinin kötülemesine<br />
aldanmıyacağına, ne kadar acı olursa<br />
olsun dâimâ doğru sözlü olacağına” söz vermişti.<br />
Ömrünün sonuna kadar hep böyle kaldı. Bu<br />
husûsta Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki:<br />
- Dünyaya Ebû Zer’den daha sâdık kimse<br />
gelmedi.<br />
Tebûk Seferi<br />
Resûlullah (asm)’a anlatılamayacak derecede<br />
muhabbeti ve bağlılığı vardı. Bir defasında şöyle<br />
demiştir:<br />
- Yâ Resûlallah, benim kalbim yalnız Allah<br />
Teâlâ’nın ve sizin muhabbetinizle doludur. Bu<br />
muhabbet o derecede ki, insanın kalbi ancak bu<br />
kadar muhabbetle dolu olur.<br />
Tebük muharebesinde Ebû Zer-i Gıfârî Hazretlerinin<br />
devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için<br />
geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp<br />
kalınca, devesinden indi. Eşyasını sırtına yükleyerek<br />
orduya yetişmek için yaya yürümeye başladı.<br />
Şiddetli sıcak ortalığı kavuruyordu. Bir öğle<br />
vakti Ebû Zer orduya yetişti. Resûlullah (asm)’ın<br />
yanında bulunan Eshâb-ı kirâm dediler ki:<br />
- Yâ Resûlallah! Tek başına bir adam geliyor.<br />
Resûlullah Efendimiz (asm):<br />
- Ebû Zer midir? Onun olmasını isterim, buyurdular.<br />
Eshâb-ı kirâm dikkatle bakıp Resûlullah<br />
(asm)’a dediler ki:<br />
- Yâ Resûlallah, gelen Ebû Zer’dir.<br />
- Allah Ebû Zer’e rahmet eylesin! O, yalnız<br />
yaşar, yalnız yürür, yalnız başına vefât eder<br />
ve yalnız başına haşrolunur.<br />
Daha sonra Ebû Zer’e:<br />
- Ey Ebû Zer! Niçin geride kaldın, buyurdular.<br />
Her Adımına Karşılık<br />
Ebû Zer, devesinin durumunu anlattı ve bu<br />
sebeple geride kaldığını söyledi. Bunun üzerine<br />
Resûlullah efendimiz:<br />
- Bana gelip kavuşuncaya kadar, attığın<br />
her adımına karşılık, Allah Teâlâ bir günâhını<br />
bağışlasın, diye duâ buyurdular.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî dünyaya hiç değer vermezdi.<br />
Son derece kanâatkâr, fakîr ve yalnız yaşardı. Peygamber<br />
Efendimiz (asm) bu sebeple ona, “Mesîh-ül-İslâm”lâkabını<br />
vermişti.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
34
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Mekke’nin fethine<br />
de kendi kabîlesinin sancağını taşıyarak katılmıştır.<br />
Peygamberimize (asm) tam bağlanıp, onun<br />
sevip, beğendiğini seven, sevmediğini ve beğenmediğini<br />
sevmeyen Ebû Zer, Resûlullah<br />
(asm)’ın vefâtında da yanında bulunmuştur. Peygamberimizin<br />
(asm) vefâtından sonra bir köşeye<br />
çekilip, son derece mahzûn ve yalnız yaşadı. Hz.<br />
Ebû Bekir (ra)’in halîfeliği devrinde de böyle yaşayıp,<br />
onun vefâtından sonra Şam’a gitti. Oraya<br />
yerleşti.<br />
Bir gün Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Kâ’be’nin<br />
yanında durarak şöyle dedi:<br />
- Ey ahâli, sizden biri bir yolculuğa çıkacak olsa,<br />
azıksız aslâ çıkmaz, mutlaka bir yol hazırlığı yapar.<br />
Yanına yiyecek, içecek, para vs. alır. Dünya hayâtında<br />
bir yolculuğa çıkan bir insan, azık almadan<br />
çıkmazsa, ya âhıret yolculuğuna çıkacak birisi,<br />
azıksız nasıl çıkar?<br />
Âhıret Azığı<br />
Orada toplanan ahâli sordu:<br />
- Bizim âhıret azığımız nedir yâ Ebâ Zer?<br />
- Dünyayı iki kısma ayırınız. Birini dünyalık<br />
elde etmeye, diğerini de âhıret hazırlığı yapmaya<br />
tahsîs ediniz. Üçüncüsü size zararlı olur, fayda<br />
vermez.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Hz. Osman (ra)’ın<br />
halîfeliğine kadar Şam’da kaldı. Şam halkına din<br />
bilgilerini öğretmekle meşgul oldu. Şüphelilerden<br />
ve harâmlardan son derece sakınırdı. Evinde<br />
bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz,<br />
hep fakîrlere dağıtırdı.<br />
Bir defasında Şam vâlisi, tecrübe etmek için,<br />
hizmetçisi ile akşam on bin dirhem altın göndermişti.<br />
Ebû Zer Hazretleri altınları alınca uykusu<br />
kaçtı, uyuyamaz hâle geldi. Hemen kalktı ve<br />
fakîrlere dağıttı. Yanında tek altın bile saklamadı.<br />
Ertesi gün vâlinin hizmetçisi gelip dedi ki:<br />
- Aman efendim, dün akşam sana getirdiğim<br />
altınlar meğerse başkasına gidecekmiş. Yanlışlıkla<br />
sana getirmişim. Mümkünse altınları geri alayım,<br />
yoksa vâli benden hesap sorar.<br />
Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri buyurdu<br />
ki:<br />
- Oğlum, onları fakîrlere dağıttım. Sen vâliden<br />
iki-üç gün mühlet iste, ben bu parayı hazırlarım,<br />
o zaman iâde ederiz.<br />
Vâlinin adamı durumu vâliye anlattı. Vâli, Ebû<br />
Zer’in, sözünün eri olduğunu anladı.<br />
Ancak, Ebû Zer’in bir günlük ihtiyaçtan fazlasını<br />
bulundurmayıp dağıtmasını ve halkı buna<br />
teşvik etmesini, halkın anlamayacağını anlayan<br />
vâli, durumu halîfe Hz. Osman (ra)’a mektup ile<br />
bildirdi.<br />
Medîne’den Ayrıl!<br />
Bunun üzerine halîfe, Ebû Zer’i Medîne’ye<br />
da’vet etti. Ebû Zer, Medîne’ye geldiğinde, evlerin<br />
Sel Dağına dayandığını ve refâhın arttığını<br />
gördü. Halîfenin huzûruna çıkınca, Hz. Osman<br />
(ra)’a, niçin insanların biriktirdikleri malları dağıttırmıyorsun,<br />
diye sordu. Bunun üzerine Hz. Osman<br />
(ra) buyurdu ki:<br />
- Yâ Ebâ Zer, halkı zühd yoluna zorla sokmak<br />
imkânsızdır. Onlar zekâtlarını verdikten sonra,<br />
benim vazîfem, onlar arasında Hak Teâlâ Hazretlerinin<br />
emriyle hükmetmek ve onları çalışma, iktisat<br />
tarafına teşvik eylemektir.<br />
Bunun üzerine Ebû Zer dedi ki:<br />
- Resûlullah (asm) bana “Binalar Sel dağına<br />
ulaştığı zaman, sen Medîne’den ayrıl!” diye<br />
emretmişlerdi. İzin verirseniz, ben Medîne’den<br />
gideyim.<br />
Hz. Osman (ra) müsâade buyurdu. Birkaç<br />
koyun ve keçi, yetecek miktarda yiyecek vererek,<br />
Medîne-i Münevvere yakınlarındaki Rebeze<br />
adındaki köye gitmesini söyledi. Ailesi de<br />
Şam’dan buraya gönderildi.<br />
Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Rebeze’de, küçük<br />
bir kulübeye yerleşti. Gelip geçenlere, hadîs-i<br />
şerîf ve dînî bilgiler öğretmeye başladı. Halîfenin<br />
hediye ettiği, birkaç koyun ve keçisi vardı. Onlarla<br />
hayatını devam ettiriyor, dâimâ <strong>Allah’a</strong> şükrediyordu.<br />
Elbisen Eskidi<br />
Birgün, muhterem hanımı hatırlattı:<br />
- Elbisen çok eskidi, bir yenisini bulamaz mıyız?<br />
- Bize artık elbise değil, kefen lâzımdır! Üstelik<br />
sana, iyi haberlerim var.<br />
- Hayırdır İnşâallah efendi...<br />
- İnşâallah yakında, Allah’ın sevgilisi Peygamber<br />
Efendimize (asm) kavuşacağım. Ey ölüm çabuk gel,<br />
rûhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor.<br />
Hanımı ağlamaya başladı.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
35
- Niçin ağlıyorsun hanım?<br />
Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki:<br />
- Nasıl ağlamıyayım! Gerçekten bir emr-i Hak<br />
vâki olsa, vefât etsen, ben buralarda tek başıma<br />
ne yaparım? Sonra bir kefen bezimiz bile yok. Ayrıca<br />
kadın başıma, seni nasıl defnedebilirim?<br />
- Şimdi bunları bırak da, kapıya çık bakalım!<br />
Gelen giden, var mı?<br />
Hanımı gözlerini sildi. Kapı önüne çıktı. Uzaklara,<br />
ufuklara baktı, baktı. Issız çöl rüzgârlarından<br />
başka, ne gelen vardı, ne giden! Üzüntüyle içeri<br />
döndü. Başını salladı:<br />
- Bilirsin ki, hac mevsimi geçti. Bu günlerde, şu<br />
ıssız çöle, kimin yolu düşebilir?<br />
- Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes;<br />
pişirmeye başla! İyi kalbli Müslüman cemâ’ati gelince,<br />
onlara ikrâm edersin. Sakın, yemeden onları<br />
salıverme!<br />
Hanımı, tekrar dışarı çıktı. Gözleri nemli, efendisinin<br />
emirlerini yerine getirmeye başladı. Yemek<br />
pişirirken yolu da gözlüyordu. İşte bu sırada<br />
ufukta, bir toz bulutu belirdi. Bulut yaklaştı, yaklaştı.<br />
Gelenler Var!<br />
Nihâyet atlılar ve develiler, açıkça belli oldular.<br />
O zaman kadıncağız buruk bir sevinçle içeri<br />
koştu:<br />
- Müjde efendi! Söylediğin gibi, gelenler var!<br />
Yaşlı Sahâbînin gözleri parladı ve dedi ki:<br />
- Elhamdülillah! Çok şükür, geldiler demek. Öyleyse,<br />
gel de şu yaşlı vücûdumu, Kıbleye doğru çevirelim.<br />
Sonra Kelime-i Şehâdet getirip vefât etti. Hanımı,<br />
efendisinin dediklerini yaptı. Sonra tekrar,<br />
kapı önüne çıktı. Yolcular gelmişlerdi.<br />
Bunlar Abdullah bin Mes’ûd, Mâlik bin Eşter<br />
ve ba’zı Müslümanlardı. Kadıncağız eliyle, gelenlere<br />
evi gösterip sordu:<br />
- Ebû Zer içerde, vefât etti. Onu kefenleyip,<br />
ecre, sevâba nâil olmak istemez misiniz?<br />
Bu ismi duyan kâfile mensupları, hep birlikte,<br />
Ebû Zer Hazretlerinin hizmetine koştular.<br />
Abdullah bin Mes’ûd’un verdiği kefenle kefenlendi<br />
ve cenâze namazını da, Abdullah bin<br />
Mes’ûd kıldırdı. Hazırlanan etten de yiyerek hep<br />
birlikte Medîne’ye döndüler. Çoluk çocuğunu<br />
Hz. Osman (ra) himâyesine aldı.<br />
Hz. Ömer (ra), halîfeliği zamanında birgün arkadaşları<br />
ile oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada<br />
iki genç huzûruna geldi. Yanlarında kollarından<br />
sıkıca tuttukları bir genç vardı. Kollarından tutulan<br />
genç, temiz giyimli mert birine benziyordu.<br />
Biri geliş sebeplerini şöyle anlattı:<br />
- Bu genç, babamızı öldürdü. Bunun muhâkeme<br />
edilmesini istiyoruz.<br />
Üç Gün Mühlet Ver<br />
Hz. Ömer (ra), her iki tarafın da ifâdelerini aldı.<br />
Hâdisenin nasıl cereyân ettiği iyice öğrenildikten<br />
sonra kâtil genç suçlu görülerek idâma mahkûm<br />
edildi.<br />
Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra,<br />
dedi ki:<br />
-Siz, mü’minlerin emîrisiniz. Emriniz başımızın<br />
üzerinedir. Kararın yerine getirilmesine hazırım.<br />
Ancak, babam vefât etmezden önce paralarını<br />
ayırmış, bana,”Oğlum, şunlar senin, şunlar da<br />
kardeşinindir. Büyüyünceye kadar sen muhâfaza<br />
et! Büyüyünce kendisine verirsin.” diye vasiyet etmişti.<br />
Ben de bu paraları bir yere gömdüm. Şimdi<br />
karar infaz edilirse, bu paralar orada kalır. Çünkü<br />
benden başka yerini bilen yoktur. Yetim hakkı<br />
zâyi olur. Bana üç gün müsaade ederseniz gider<br />
emâneti ehil birine teslim ederim. Sonra da gelir<br />
teslim olurum.<br />
Hz. Ömer (ra):<br />
-Yerine bir kefil bırakman lâzım, buyurdu.<br />
-Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?<br />
-Kefilini göster!<br />
Genç, orada bulunanların yüzüne dikkatlice<br />
baktı. Sonra Ebû Zer Gıfarî Hazretlerini göstererek:<br />
- İşte bu zât kefil olur, dedi.<br />
Hz. Ömer (ra):<br />
- Ey Ebû Zer, kefil olur musun?<br />
- Evet, üç güne kadar döneceğine ben kefil<br />
olurum.<br />
Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi.<br />
Da’vâcı gençler gelmiş fakat, suçlu genç gelmemişti.<br />
Da’vâcılar dedi ki:<br />
- Ey Ebû Zer, kefil olduğun genç gelmedi.<br />
Madem o gelmedi, sen onun kefili olarak, onun<br />
cezâsını çekmedikçe buradan ayrılmayız.<br />
Ebû Zer Hazretleri gayet sakin bir şekilde:<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
36
- Daha vakit var, sürenin sonuna kadar bekleyin<br />
bakalım. Eğer gelmezse, ben hazırım.<br />
Sözünde Durdu<br />
Nihâyet bildirilen vakit doldu. Ebû Zer Hazretleri<br />
de ortaya çıkıp, cezâsının infazını istedi. Tam<br />
bu sırada, toz duman içinde birinin gelmekte olduğunu<br />
gördüler. Gelen, o gençten başkası değildi.<br />
Genç geciktiği için özür dileyerek:<br />
- Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi<br />
de ona emânet ettim. Dayımın yeri haylı uzak olduğu<br />
için ancak bu zamanda gelebildim.<br />
Orada bulunanlar, gencin sözünde durmasına<br />
hayran kaldılar. Bu husûsu kendisine söylediklerinde:<br />
- Mert olan hakîki Müslüman sözünde durur.<br />
Arkamdan, “Artık dünyada sözünde duran kalmadı.”<br />
dedirtmem.<br />
Ebû Zer Hazretlerine, genci tanımadığı hâlde<br />
neden kefil olduğunu sorduklarında:<br />
- Genç bana güvenerek, “Bu bana kefil olur.”<br />
dedi. Bunu reddetmeyi mürüvvete, insanlığa<br />
sığdıramadım. “Âlemde fazîlet, iyilik kalmamış.”<br />
dedirtmem.<br />
Bu durumu gören da’vâcılar:<br />
- Biz de “Bu dünyada kerem sahibi, cömert<br />
kalmadı.” dedirtmeyiz. Allah rızâsı için,<br />
da’vâmızdan vazgeçtik, ölenin vârisleri olarak<br />
affettik, dediler.<br />
Peygamber Efendimiz (asm) Ebû Zer Hazretleri<br />
hakkında buyurdu ki:<br />
- Benim ümmetimde Ebû Zer, Meryem oğlu<br />
İsâ’nın zühdüne sahiptir. Bu fıtrat üzere yaratılmıştır.<br />
İsâ aleyhisselâmın tevazuuna bakmak<br />
kendisini mesrur eden kimse, Ebû Zerr’e<br />
nazar eylesin.<br />
Ebû Zerr-il Gıfârî Peygaberimiz (asm)’den bizzat<br />
işiterek 281 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden<br />
Enes bin Mâlik, İbn-i Abbas, Hâlid bin<br />
Vehba, Zeyd bin Vehb, Hurşe bin Hurr, Cübeyr<br />
bin Nüfeyr, Ahnef bin Kays, Abdullah bin Samit,<br />
Amr bin Meymun ve daha çok sayıda hadîs âlimi,<br />
hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan rivâyet edilen<br />
bu hadîs-i şerîfler Kütüb-i sitte denilen meşhur<br />
altı hadîs kitabında yer almıştır.<br />
Ebû Zerr’in rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsî şöyledir:<br />
Allahü tebâreke ve teâlâ Hazretleri buyurdu<br />
ki:<br />
“Ey kullarım! Şüphesiz zulmü kendime<br />
haram kıldım. Ya’ni zulümden münezzehim.<br />
Bunu size de haram kıldım. Sakın kimseye zulüm<br />
etmeyin.”<br />
“Ey kullarım! Hepiniz, dalâlet, sapıklık üzere<br />
yaratıldınız. Yani din bilgilerini bilmiyordunuz.<br />
Ancak sizden hak yoluna hidayet ve<br />
imân etmeğe muvaffak eylediğim kimseler<br />
hidayete kavuştu, dalâletten kurtuldu. Benden<br />
hidayet isteyiniz, sizi hidayete kavuşturayım.”<br />
“Ey benim kullarım hepiniz açtınız. Fadl<br />
ve keremimle sizleri yedirip içirip doyurdum.<br />
Benden yiyecek içecek talep ediniz ki size bunun<br />
sebeplerini ve yolunu kolaylaştırayım.”<br />
“Ey benim kullarım hepiniz çıplaktınız, hepinizi<br />
ben giydirdim. Benden giyecek talep<br />
ediniz ki sizi giydireyim.”<br />
“Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiç<br />
bir zarar veremezsiniz ve bana hiç bir fâide<br />
sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh<br />
ve müberrâyım. Ben ganiyy-i mutlakım siz de<br />
fakir-i mutlaksınız.”<br />
“Ey benim kullarım! Eğer sizin öncekileriniz<br />
ve sonrakileriniz, insanlarınız, cinleriniz,<br />
takvânın en yüksek derecesinde olsa, benim<br />
mülkümde zerrece artış olmaz. Zühd ve takvânızın<br />
fâidesi yine sizedir.”<br />
“Ey benim kullarım! Sizin öncekileriniz ve<br />
sonrakileriniz insan ve cinleriniz, yani hepiniz<br />
en âsî bir kimse gibi hep, isyânkâr ve<br />
günâhkâr olsanız, benim mülkümden zerre<br />
eksilmez. Bunların zararı, ziyânı size ulaşır.”<br />
“Ey kullarım! Öncekileriniz ve sonrakileriniz,<br />
insanlarınız ve cinleriniz, yeryüzünde<br />
bir yerde el kaldırıp benden isterseniz, (Ben<br />
de dilersem), her istediğinizi veririm. Böylece<br />
benim mülkümden bir şey eksilmiş olmaz.<br />
İğne denize daldırıldığı zaman iğne denizden<br />
birşey eksiltir mi? Ucunda kıymetsiz bir yaşlık<br />
kalır.”<br />
“Ey kullarım! Sizin amel ve ibadetlerinizi,<br />
her işinizi, ilmi ezelîm ve hafaza meleklerim<br />
ile zapt ve hıfz ederim. Sonra işlerinizin karşılığını<br />
âhirette noksansız veririm. İşte bu şekilde<br />
her kim bir hayır işlerse, bana hamd-ü senâ<br />
eylesin. Bu da benim ihsânımdır. Bundan başka<br />
iş işleyenler de beni değil, kendi nefislerini<br />
kötülesinler. Zira kötülük işleyenler, irâde-i<br />
cüz’iyyeleri ile kendi nefslerine uyarak günâh<br />
işliyorlar.”<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
37
Ebû Zerr-il Gıfârî şöyle anlatmıştır<br />
Bir gün mescid girdim. Resûlullah Efendimiz<br />
(asm) yalnız oturuyordu. Ben de yanına oturdum,<br />
buyurdu ki:<br />
- Yâ Ebû Zer, mescide girince iki rekât namaz<br />
(tahıyyet-ül mescid) kılmak gerekir. Kalk<br />
kıl.<br />
Kalktım iki rekât tahıyyet-ülmescid namazı<br />
kıldım sonra yine Resûlullah (asm)’ın yanına varıp<br />
oturdum. Dedim ki,<br />
- Yâ Resulallah, bana namaz kılmayı emir buyurdunuz.<br />
Bu namaz nedir?<br />
- Azı ve çoğu Allah Teâlâ’nın koyduğu bir<br />
ibâdettir.<br />
- Yâ Resûlallah hangi amel daha efdaldir:<br />
- Allah Teâlâ’ya imân etmek ve onun yolunda<br />
cihad yapmak.<br />
- Yâ Resûlallah imân bakımından en kâmil<br />
mü’min hangisidir?<br />
-Ahlâkı en güzel olanıdır.<br />
-Yâ Resûlallah mü’minlerin en emini kimdir?<br />
- İnsanlara elinden ve dilinden zarar gelmeyen<br />
kimsedir.<br />
-Yâ Resûlallah en efdal hicret hangisidir?<br />
- Günâhlardan uzaklaşmaktır.<br />
- Yâ Resûlallah en efdal namaz hangisidir?<br />
- En uzûn kılınan namazdır.<br />
- Yâ Resûlallah, oruç nedir?<br />
- Ecrini, mükâfatını bizzat Allah Teâlâ’nın<br />
katkat vereceği bir farzdır ibâdettir,<br />
- Yâ Resûlallah hangi cihad daha efdaldir?<br />
- Mal ve canı ile yapılan cihaddır,<br />
- Yâ Resûlallah hangi köleyi azât etmek daha<br />
efdaldir?<br />
- Madden ve manen kıymetli olanı.<br />
- Sadakanın en efdali hangisidir?<br />
- Az da olsa fakirin gönlünü almak için verilendir.<br />
- Yâ Resûlallah, Allah Teâlâ’nın indirdiği âyetler<br />
içinde en fazîletlisi hangisidir?<br />
- Âyet-el kürsîdir..<br />
Ebû Zer Hazretleri devam ederek,<br />
- Yâ Resûlallah bana nasihât et!<br />
- Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ederim. İşin<br />
başı budur.<br />
- Yâ Resûlallah biraz daha!..<br />
- Sana Kur’ân-ı Kerîmi okumayı tavsiye<br />
ederim. O senin için yeryüzünde nur, gökte<br />
meleklerin övgüsüdür.<br />
- Biraz daha...<br />
- Çok gülmeyi terket, çok gülmek kalbi öldürür,<br />
yüzün nurunu giderir.<br />
- Biraz daha nasihât buyur, Yâ Resûlallah!<br />
- Susmayı tercih et sadece hayır söyle, bu<br />
şeytanı senden uzaklaştırır, dîne uymakta<br />
sana yardımcı olur.<br />
- Biraz daha, Yâ Resûlallah!<br />
- Cihad et, çünki cihad ümmetimin zühdüdür.<br />
- Biraz daha...<br />
- Miskinleri, fakirleri sev onlarla bulun.<br />
- Biraz daha, Yâ Resûlallah!<br />
- Kendinden aşağı olanlara bak, senden<br />
üstün olanlara bakma, çünkü içinde bulunduğun<br />
hal senin için nimettir.<br />
- Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim!<br />
- Akrabanı ziyaret et, onlar seni ziyaret etmeseler<br />
de.<br />
- Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim.<br />
- Allah Teâlâ’ya itâat et, kınayanların kınamasına<br />
aldırma.<br />
- Biraz daha nasihât et, Yâ Resûlallah!<br />
- Acı da olsa Hakkı söyle!<br />
- Biraz daha istedim.<br />
- Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan<br />
el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ahlâk<br />
gibi de soyluluk yoktur.<br />
Kaynaklar:<br />
1) Hilyet-ül-evliyâ, 1/156.<br />
2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d 1/219, 2/354.<br />
3) El-A’lâm, 2/140.<br />
4) Tehzîb-üt-tehzîb 12/90.<br />
5) El-İsâbe 4/62.<br />
Selam ve dua ile...<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
38
MÜSLÜMAN<br />
BİLİMADAMLARI<br />
ALİ KUŞÇU<br />
FARUK KUL<br />
Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve<br />
kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında<br />
Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü<br />
Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşcu<br />
başısı (doğancıbaşı) olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’<br />
lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren<br />
matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu,<br />
devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde<br />
Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den<br />
matematik ve astronomi dersi aldı.Daha sonra<br />
bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü<br />
Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması)<br />
adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.<br />
Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eğitimini<br />
tamamladıktan sonra Uluğ Bey’e yardımcı ve<br />
rasathanesine müdür olmuştu. 1449’da hacca<br />
gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu Hükümdarı<br />
Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve<br />
Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi.<br />
Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın sözcülüğünü yaptıktan<br />
sonra Fatih’in davetiyle İstanbul’a geldi. XV.<br />
yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en<br />
önemli bilim merkeziydi.<br />
Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları<br />
için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin<br />
genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden<br />
çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak<br />
için uğraşıp didiniyordu.<br />
Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez<br />
kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor,<br />
hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu.<br />
Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün<br />
ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye<br />
karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir<br />
zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey’in 1449<br />
“Hünkârım izin verirlerse önce<br />
Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun<br />
gerçek sebebi, Akkoyunlu<br />
Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval<br />
yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr<br />
davetini kabul etmeden önce vazifemi<br />
iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni<br />
gönderen, bana güvenmiş olan insana<br />
bildireyim...”<br />
yılında öldürülmesiydi. Uluğ Bey, Ali Kuşçu için<br />
bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce<br />
hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi<br />
dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş,<br />
sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı<br />
olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile<br />
böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu<br />
rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu’yu lâyık<br />
görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu<br />
dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona<br />
bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey’in bir<br />
ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu’yu<br />
can evinden vuran bir olaydı. Ali Kuşçu bu<br />
olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp<br />
Tebriz’e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar<br />
saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih’i, bir devri<br />
kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında<br />
aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih’in de bilgin<br />
olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini<br />
biliyordu. İstanbul’da olup bitenler, kuş<br />
kanadıyla Tebriz’e ulaşıyorduBunun üzerine Ali<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
39
Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan’ın<br />
dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı.<br />
Semerkant’ta Kızıl Elma olarak bilinen eski<br />
Bizantium’a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini<br />
daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura<br />
kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından<br />
beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü,<br />
kendisinden önce, eserleri İstanbul’ca biliniyordu.<br />
Uluğ Bey Rasathanesi’ndeki çalışmalarından,<br />
Semerkant’a aylarca uzak bulunan İstanbul’daki<br />
hükümdarın haberi vardı. Osmanlı tahtında oturan<br />
II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir<br />
padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan’ın<br />
elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama<br />
hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan,<br />
gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini<br />
aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde<br />
ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti. Bu<br />
teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı.<br />
Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği<br />
Fatih’in isteği, onun için emir demekti. Ama,<br />
ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle<br />
ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e<br />
döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek<br />
sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır.<br />
Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın<br />
lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi<br />
iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana<br />
güvenmiş olan insana bildireyim...” Ali Kuşçu’nun<br />
bu mazereti, Fatih’e son derece akla yakın göründü.<br />
Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini<br />
kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini<br />
yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve<br />
ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde<br />
yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple,<br />
bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine<br />
izin verdi. Değerli matematik ve astronomi<br />
bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra,<br />
ailesini de alarak Tebriz’den hareket etti. Osmanlı<br />
İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak<br />
ihtişam içinde İstanbul’a getirildi. Ölümüne kadar<br />
da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders<br />
vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde<br />
astronomi ve matematik alanında büyük gelişme<br />
oldu.<br />
Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü<br />
o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan<br />
güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar<br />
arasında astronomi bilimini yaydı.<br />
Uluğ Bey Ziyc’inin tamamlanmasında büyük<br />
emeği geçmiştir. Nasirüddün Tusi’nin Tecridül<br />
Kelam adlı eserine yazdığı şerh, bu konuda<br />
da gayret ve başarısının en güzel delilini teşkil<br />
etmektedir. Ebu Said Han’a ithaf edilen bu şerh,<br />
Ali Kuşcu’nun ilk şöhretinin duyulmasına neden<br />
olmuştur.<br />
Kaynakların değerlendirilmesi sonucu<br />
anlaşılmaktadır ki; Ali Kuşcu yalnız telih eseriyle<br />
değil, talim ve irşadıyle devrini aşan bir bilgin<br />
olarak tanınmaktadır. Öyle ki; telif eserlerinin<br />
dışında, torunu Mirim Çelebi, Hoca Sinan Paşa<br />
ve Molla Lütfi (Sarı Lütfi) gibi astronomların<br />
da yetişmesine sebep olmuştur. Bu bilginlerle<br />
beraber, Ali Kuşcu’yu eski astronominin en büyük<br />
bilginlerinden birisi olarak belirtebiliriz.<br />
Doğum yeri Maveraünnehir bölgesi olduğu<br />
ileri sürülmüşse de, adı geçen bölgenin hangi<br />
şehrinde ve hangi yılda doğduğu kesinlikle<br />
bilinmektedir. Ancak doğum şehri Semerkant,<br />
doğum yılının ise 15. yüzyılın ilk dörtte biri<br />
içerisinde olduğu kabul edilmektedir. 16 Aralık<br />
1474 (h. 7 Şaban 879) tarihinde İstanbul’da ölmüş<br />
olup, mezarı Eyüp Sultan Türbesi hareminde<br />
bulunmaktadır. Ölüm tarihi; torunu meşhur<br />
astronom Mirim Çelebi’nin (ölümü, Edirne 1525)<br />
yazdığı bir eserin incelenmesi sonucu anlaşılmıştır.<br />
Mezar yerinin 1819 yılına kadar belirli olduğu ve<br />
muhafazası yapıldığı; ancak 1819 yılından sonra,<br />
Ali Kuşcu’ya ait mezarın yerine, zamanının nüfuzlu<br />
bir devlet adamının mezar taşının konmuş olduğu<br />
anlaşılmaktadır.<br />
ALİ KUŞÇU’NUN ESERLERİ<br />
Ali Kuşçu’nun değişik alanlardaki eserlerini beş<br />
grupta toplamak mümkündür.<br />
1 Astronomi Eserleri [1]<br />
Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey: Süleymaniye, Carullah,<br />
nr. 1493, 215 yaprak.<br />
Risâle fî Halli Eşkâli Mu‘addili’l-Kamer li’l-<br />
Mesîr (Fâide fî Eşkâli ‘Utârid): Topkapı Sarayı<br />
Müzesi Kütüphanesi, III. Ahmet, nr. 3843, yaprak<br />
270b-273a.<br />
Risâle fî Asli’l-HâricYumkin fî’s-<br />
Sufliyyeyn: Bursa İl Halk Kütüphanesi, Hüseyin<br />
Çelebi, nr. 751/8, yaprak 124b-125b.<br />
Şerh ‘ale’t-Tuhfeti’ş-Şâhiyye fî’l-<br />
Hey’e: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2643, 64 yaprak.<br />
Risâle der ‘İlm-i Hey’e: Süleymaniye, Ayasofya,<br />
nr. 2640/1, 24 yaprak.<br />
1 Astronomi alanındaki eserleri için bkz. Ramazan Şeşen ve diğ.,<br />
Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu),<br />
İstanbul 1997, I, 27-38; matematik alanındaki eserleri için bkz. a.<br />
mlf. ve diğ., Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin<br />
İhsanoğlu) , İstanbul 1999, I, 271-275; kelam sahasındaki eserleri<br />
için bkz. Müjgan Cumbur, a.g.e., Ankara 1974, s. 6-23.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
40
el-Fethiyye fî ‘İlmi’l-Hey’e [2] : Süleymaniye,<br />
Ayasofya, nr. 2733/1, 70 yaprak.<br />
Risâle fî Halli Eşkâli’l-Kamer: Bursa İl Halk<br />
Kütüphanesi, Hüseyin Çelebi, nr. 751/7, yaprak<br />
119b-123b.<br />
2. Matematik Eserleri<br />
er-Risâletu’l-Muhammediyye<br />
fî’l-<br />
Hisâb: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2733/2, yaprak<br />
71b-168b.<br />
Risâle der ‘İlm-i Hisâb: Süleymaniye,<br />
Ayasofya, nr. 2640/2, yaprak 25b-72b.<br />
3. Kelâm ve Usûl-i Fıkıh Eserleri:<br />
eş-Şerhu’l-Cedîd ‘ale’t-Tecrîd: Süleymaniye,<br />
Çorlulu Ali Paşa, nfr. 305, 285 yaprak.<br />
Hâşiye ‘ale’t-Telvîh: Süleymaniye, Carullah,<br />
nr.1438/2, yaprak 13b-20a.<br />
4. Mekanik Aletleri Hakkındaki Eseri:<br />
et-Tezkire fî Âlâti’r-Ruhâniyye [3] .<br />
5. Dil ve Belagat Eserleri:<br />
Şerhu’r-Risâleti’l-Vad‘iyye: ‘Adûduddîn<br />
İcî’nin Fâ’ide fî’l-Vad‘ adlı risâlesinin şerhidir<br />
(Köprülü, nr. II, 339/1; Râgıb Paşa, nr. 1285/6,<br />
1289/3; Kayseri Raşid Efendi, nr. 1001/4).<br />
el-İfsâh: İbn Hâcib (ö.h.646)’in Arapçanın<br />
cümle yapısı konusunda kaleme aldığı el-Kafiye<br />
fi’n-Nahv adlı eserinin şerhidir. (Raşid Efendi, nr.<br />
9226, Topkapı Sarayı Müzesi, Emanet Hazinesi,<br />
nr. 1891, 1892).<br />
el-‘Unkûdu’z-Zevâhir fî Nazmi’l-Cevâhir:<br />
Arapça sarf ilmi konusunda kaleme aldığı bir giriş<br />
ve üç bölümden oluşan bir eseridir (Süleymaniye,<br />
Fatih, nr. 4676, 148 yaprak; Yeni Cami, nr. 1181/1;<br />
Laleli, nr. 3030/10; Şehit Ali Paşa, nr. 2576, 2577,<br />
2578). Sultan Selim döneminde Müftüzâde<br />
Abdürrahim tarafından şerh edilmiştir.<br />
Şerhu’ş-Şâfiye: İbn Hâcib’in sarf ilmindeki eş-<br />
Şâfî adlı eserinin Farsça şerhidir (Köprülü, nr.<br />
1598, vr.42-234).<br />
Risâle fî Beyâni Vad‘i’l-Mufredât:<br />
Kelimelerin bir anlam için konulmasıyla ilgili<br />
küçük bir risaledir (Süleymaniye, Şehit Ali<br />
Paşa, nr. 2830; Hafit Efendi, nr, 450, vr. 80b-81a;<br />
Köprülü, nr. 1610/35).<br />
Fâ’ide li-Tahkîki Lâmi’t-Ta‘rîf: Harf-i tarifin<br />
2 Ali Kuşçu’nun bu eseri Seyyid Ali Paşa (ö.1846) tarafından<br />
Mir’âtu’l-Âlem (“Evrenin Aynası”) adıyla Türkçeye çevrilmiştir.<br />
Bkz. Seyyid Ali Paşa, Mir’âtu’l-Âlem (Haz. Yavuz Unat), Kültür<br />
Bakanlığı, Ankara 2001.<br />
3 Takiyyuddîn Râsid bu eserden söz eder. Bkz. Sevim Tekeli,<br />
16’ıncı Asırda Osmanlılarda Saat ve Takiyyuddîn’in “Mekanik Saat<br />
Konstrüksüyonuna Dair En Parlak Yıldızlar” Adlı Eseri, Ankara<br />
1966, Türkçe s.46, İngilizce s.114, Arapça s.221.<br />
bazı özellikleri üzerinde duran tek varaklık bir<br />
risâledir (Köprülü, nr. 1593/21; Süleymaniye,<br />
Reşid Efendi, nr. 1032/39).<br />
Risâle mâ Ene Kultu: Taftazanî’nin Telhîsu’l-<br />
Miftâh üzerine yazdığı ve el-Mutavvel diye tanınan<br />
şerhte geçen “mâ ene kultu” ibaresiyle ilgili olarak<br />
yazılmıştır. Risâle fî Beyâni Sebebi Takdîmi’l-<br />
Musnedi İleyh diye de anılır (Süleymaniye, Reşid<br />
Efendi, nr. 1032/30; vr. 183-187; Köprülü, nr. III,<br />
704/3; Ragıb Efendi, nr. 374, vr.208-211).<br />
Risâle fî’l-Hamd: Seyyid Şerîf el-<br />
Curcânî’nin el-Hâşiyetu’l-Kubrâ’sında söz konusu<br />
ettiği “hamd” ile ilgili sözlerin tahkikine dair bir<br />
risaledir (Süleymaniye, Fatih, nr. 5384, vr. 68-70).<br />
Risâle fî ‘İlmi’l-Me‘ânî: İlm-i Me‘ânî<br />
konusunda küçük bir risâledir (Süleymaniye,<br />
Carullah, nr. 2060, vr. 136-137).<br />
Risâle fî Bahsi’l-Mufred: Arapça’da basit<br />
ve mürekkep kavramlar hakkında dil felsefesi<br />
ağırlıklı bir risaledir (Süleymaniye, Pertevniyal,<br />
nr. 896, vr. 7b-8b; Şehit Ali Paşa, nr. 2761, vr. 63-<br />
68).<br />
Risâle fî’l-Fenni’s-Sânî min ‘İlmi’l-<br />
Beyân: Belagat ilimlerinden beyân ilmi hakkında<br />
kısa bir risaledir (Süleymaniye, Yazma Bağışlar,<br />
nr. 4140, vr. 78a-81a).<br />
Tefsîru’l-Bakara ve Âli ‘İmrân: Kehhâle<br />
tarafından zikredilen bu eserin herhangi bir<br />
nüshasına rastlanmamıştır [4] .<br />
Risâle fî’l-İsti‘âre: Bu risâlede hakikat,<br />
mecaz, istiare ve kinaye konuları örneklerle<br />
incelenmektedir [5] .<br />
Kaynaklarda Ali Kuşçu’ya nispet edilen, ancak<br />
nüshaları tespit edilemeyen başka eserler de<br />
vardır. Bunlar: Târîhu Ayasofya, Tefsîru’z-<br />
Zehraveyn, Mahbûbu’l-Hamâ’il, Risâle fî<br />
Mevdû‘ati’l-‘Ulûm, Meserretu’l-Kulûb fî<br />
Def‘i’l-Kurûb [6]<br />
“Babası, Ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ<br />
Bey’in kuşcu başısı (doğancıbaşı) olduğu için,<br />
ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu.”<br />
4 ‘Umer Ridâ Kehhâle, a.g.e., Beyrut ts., VII, 227.<br />
5 Ali Kuşçu’nun bu eseri Musa Yıldız (ö.1846) tarafından Türkçeye<br />
çevrilerek İsmail Ayvalı tarafından yapılan şerhi ile birlikte Bir<br />
Dilci Olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî’l-İsti‘âre’si adıyla Kültür Bakanlığı<br />
yayınları (Ankara 2002) arasında basılmıştır.<br />
6 Cengiz Aydın, a.g.m., s. 410; ayrıca bkz. Katib Çelebi, a.g.e., I,<br />
286, 448, 572, 883, II, 1676; Muhammed Süreyya, Sicill-i Osmânî,<br />
İstanbul 1311, III, 486-487; Abdülhak Adnan ADIVAR, Osmanlı<br />
Türklerinde İlim, s. 47-54.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
41
ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />
Eceli Gelen İnsanın<br />
Şerrinden <strong>Allah’a</strong> Sığınırız<br />
Ümmü HARAM<br />
Bismillahirrahmanirrahim<br />
Başlık oldukça ilginç değil mi? Biz bu duayı<br />
ilk defa Abdullah Murad (k.s.) hocamızdan<br />
işittiğimizde bize de çok ilginç gelmişti. Oysa<br />
Rasul-ü Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in<br />
sığındığı şeylerdenmiş eceli gelen insanın şerri.<br />
Öyle ki adamın vadesi yetmiştir bir dokunmayla<br />
yere yıkılır, üzerine kalır. Bunun gibi birçok örnek<br />
verilebilir bu duruma. Mesela yaptığımız mahalle<br />
ziyaretlerinden birinde rastladığımız bir vakıa da<br />
buna bir örnek teşkil edebilir.<br />
Soğuk bir güz gününün<br />
akşam saatleriydi. Sobalar,<br />
kaloriferler yeni yanmaya<br />
başlamış. Gündüz olmasa<br />
bile akşamları bir ısınma<br />
aracına ihtiyaç hissedilir<br />
olmuştu. O günkü<br />
ziyaretlerimizi, Konya’nın<br />
en mutena semtlerinden<br />
birine<br />
yapacaktık.<br />
Kardeşlerimizle muhabbet<br />
ederek ziyaret edeceğimiz<br />
adreslere doğru ilerlerken,<br />
“Bu lüks semtlerde de<br />
yardıma muhtaç insanlar<br />
var mıdır?” sorusunun<br />
üzerine konuşuyoruz.<br />
Artık, gözlerimizle görerek<br />
anladığımız üzere her<br />
semtte ihtiyaç sahibi insan<br />
yaşıyor.<br />
Bol ışıklı caddelerin kenarlarındaki görkemli<br />
binaların içinde yaşayan iyi giyimli, hali vakti<br />
yerinde olduğu belli insanlar, lüks araçlarını<br />
park edip, evlerine çekilmeye başlamışlardı.<br />
Caddelerde, sokaklarda bir akşam telaşı hakimdi.<br />
Aracımız ana caddeden ara sokaklara saptığında,<br />
bu ışık ve renk cümbüşü yerini hüzünlü bir<br />
karanlığa bırakmıştı.<br />
Mahallenin, caddenin iç tarafında kalan<br />
bölümü, yine lüks evlerin çoğunluklu olduğu bir<br />
yer olmasına karşın daha gariban bir görüntü<br />
vardı. Arada kalmış tek tük müstakil evler de,<br />
bir müteahhit tarafından yıkılıp yerine yapılacak<br />
apartman için gün sayıyordu, besbelli. Aracımız<br />
işte böyle bir evin önünde durdu. Yıkılmasına az<br />
kalmış bu küçük evde bir kadının çocukları ile<br />
birlikte yaşadığını öğrendik.<br />
Çaldığımız kapının aralanması ile birlikte<br />
içeriden dört beş çocuk fırlıyor. Bir yandan da<br />
nara atıyorlar, sesleri anneleri ile anlaşmamıza<br />
mani olacak kadar<br />
yüksek. Anneleri bir<br />
birine sesleniyor bir<br />
ötekine... Ama heyhat<br />
söz dinleyen kim?<br />
Bakıyoruz çocukların<br />
neredeyse hepsi yaşıt<br />
gibi. “İkiz, üçüz falan<br />
mı?” diye soruyoruz.<br />
“Yok.” diyor hanım.<br />
Çocukları işaret ederek,<br />
“Şu ikisi yaşıt, bu ikisi<br />
de birbiriyle yaşıt.”<br />
diye ekliyor. Bizim<br />
şaşırdığımızı görünce,<br />
“Şu ikisi benim, diğer<br />
ikisi kumamın. Bunlar<br />
aynı yıl doğdu.” diye<br />
açıklama yapıyor.<br />
Öyle güler yüzlü,<br />
öyle pozitif bir hanım<br />
ki yıllardır tanışıyormuş<br />
gibi kaynaşıyoruz. Hikayesini anlatıveriyor<br />
samimiyetle. Çocuk denecek yaşta evlenmiş. Şu<br />
anda da kırkında yok zaten. Kocası üzerine kuma<br />
getirmiş. Çaresiz kalıp kabullenmiş. Fakat gelen<br />
kuma oldukça serkeş bir kadınmış. Kanaatten,<br />
sabırdan, sebattan nasibini alamamış. Evde<br />
sürekli kavga çıkartıp kocasını da kendisini de<br />
rezil ediyormuş. İkiye bir evi terk edip gidiyormuş.<br />
Beraber yaşadıkları süre içerisinde üç kendinin<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
42
üç de kumanın çocuğu olmuş. Hanımın önceden<br />
de bir çocuğu varmış.<br />
Kumasının çocuklarına da kendisi bakmış.<br />
Çocuklar zaten onu anneleri biliyorlarmış. “Şu<br />
anda bu çocukların hepsi benim evlatlarım.”<br />
diyor.<br />
Hikayenin gerisi daha acıklı. Kuma evden<br />
kaçtığı zamanlar bakıp ilgilenmediği halde<br />
çocuklarını da kaçırıyormuş. Baba evlatlarının<br />
derdine düşüp birde onları arıyormuş. birkaç defa<br />
çok uzak memleketlerdeki yuvalardan çocukları<br />
bulup getirmişler. Hanımın kocası o sıralarda<br />
şehir dışındaki büyük piknik alanlarından birinde<br />
bekçilik yapıyormuş.<br />
Bir gün kuması adamın çalıştığı parka gidiyor.<br />
Çıkan bir tartışma uzayarak fiziksel kavgaya<br />
dönüyor. Aralarında çıkan arbede sonucu kuma<br />
gelen kadın ölüyor. Adam hapse gönderiliyor.<br />
Çocuklar da ziyaret ettiğimiz hanıma kalıyor.<br />
Basit bir darbe ile ölüveren kuma, bize “Eceli<br />
gelen insanın şerrinden <strong>Allah’a</strong> sığınırım.” duasını<br />
hatırlatıyor.<br />
“Babaları hapiste, anneleri öldü. Bunlar benim<br />
evlatlarımdan farksız. Belki de bu yavruların<br />
hürmetine Rabbim bizi rızıklandırıyor.” diyor<br />
hanım kardeş. Kadıncağız sahip çıkamam<br />
düşüncesi ile 15 yaşındaki öz kızını evlendirmiş.<br />
“Başında babası yok, arkasında dolanamam, kötü<br />
olmasından da korktum.” diyor. Diğer çocuklar<br />
zaten çok büyük değil, Altı ile on yaş arasında<br />
değişiyor, altı çocuğun yaşı.<br />
“Evde şimdilik oturuyoruz ama bu ev harabe,<br />
bir gün yıkılacak. Allah bir çıkış yolu gösterecektir<br />
diye bekliyorum.” diyor.<br />
Bizde yardımlarımızı yapıp hanım kardeşimizle<br />
vedalaşıyoruz. Bir sonra ki eve doğru yol alırken<br />
hanım kardeşimiz için dua ediyoruz.<br />
Hayır dualarıyla bu kapıdan ayrılırken, şükrün<br />
ve sabrın ne kadar önemli olduğunun idrakine<br />
tekrar vardık. Rabbim Cümle Müslüman’a şükrün<br />
lezzetini versin. <strong>Allah’a</strong> emanet olalım.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
43
TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:<br />
“GÖNÜL DÜNYAMIZ”<br />
Ebubekir ONHAN<br />
Gerçek saadet, insan zihninin dağınıklık ve<br />
perişaniyetten kurtulması, insan kalbinin itminan<br />
ve istirahata ermesinden ibarettir. Onu, deniz<br />
kenarlarında, dağ başlarında, tenha koruluk ve<br />
koylarda arayanlar hep yanılmışlardır.<br />
Aydınlık veya Şua, karanlıklarla savaşarak<br />
gerçek derinliğine ulaşır. Güzellikler, çirkinlikler<br />
içinde daha bir belirginleşir. İyiler, fâikiyetlerini<br />
tam olarak ancak kötüler arasında ortaya<br />
koyabilir; hiç olmazsa bazıları için bu böyledir.<br />
Toplum, huzura ihtiyaç hissettiğinde onu daha<br />
iyi duyar; duyar ve onun için çabalar durur.<br />
Rahatı, gerçek derinlikleriyle ancak meşakkat<br />
görmüşler anlayabilir; Cenneti de sırat yaşamış,<br />
sırattan geçmiş olanlar. Karanlığın en azgın ânı<br />
ışığın sabahını soluklar. Gündüzler, ana rahmi<br />
dönemini gecenin bağrında geçirirler; baharlar<br />
da karın-yağmurun sinesinde. Sebepler, bütün<br />
bütün tesirsizleşince, ruhları Kudreti Sonsuz<br />
mülâhazası sarar, “meşakkat teysîri celbeder”<br />
fehvâsınca, sıkışma da her zaman ferahfeza<br />
iklimlere açılmanın önemli bir rıhtımıdır.<br />
İç içe bunalımlarla sarsılıp çeşitli kaosların<br />
fasıklar dairesi içinde kıvrandığımız şu günlerde,<br />
rahatı, huzuru daha iyi anlayabiliyor en<br />
azından ışığın kadrini daha bir yürekten takdir<br />
edebiliyoruz. İmanı ve Hakk’a kulluğu, o derin<br />
güzellikleriyle daha net görebiliyor ve kaynağı<br />
iman, vicdanlarımızdaki hakikî güveni daha<br />
engin duyabiliyoruz. İyiliklere karşı arzularımızın<br />
köpürdüğünü, kötülüklere karşı da tiksinti<br />
duyduğumuzu daha açık hissediyor ve tam bir<br />
iyilik duası yapmak için kendimizi, şu aydınlık<br />
günlerin çağlayanlarına salarak son bir kez daha<br />
topraği kaybedilmiş olan gönül dünyamızın<br />
meçhuller limanına yanaşıp tekrar yok olmasını<br />
engellemek adına ellerimizi semaya kaldırıyoruz.<br />
Kim bilir, şimdiye kadar kaç defa semaya yönelmiş<br />
ama, değişik olumsuzlukların milleti çepeçevre<br />
kuşattığı, iradelerimizin çatırdayıp azimlerimizin<br />
sarsıldığı ve gurbet içinde gurbetler yaşadığımız<br />
böyle kasvetli bir zaman diliminde, hırpalana<br />
hırpalana tam mazlumlaşmanın, her gün<br />
ayrı bir saldırı karşısında buruklaşmanın<br />
hâsıl ettiği farklı bir hisle –bu biraz da kulluk<br />
insiyaklarımızdan kaynaklanıyor– sinelerimizi<br />
Rabbimize açıp en içten duygularla sızlanıyor<br />
ve “Ey Müsebbibü’l-esbâb, sebepler bütün<br />
bütün uçup gitti! Düşmanların cefâsı, dostların<br />
da hâl bilmezliği acz ve zaafımıza inzimam<br />
edince yol mülâhazalarımızı yoldakilerin hayreti<br />
sardı; bahtına düştük, bizi takılıp yollarda kalan<br />
yalnızların tâli’sizliğine uğratma!” diyoruz; diyor<br />
ve içimizi çekiyor; maruz kaldığımız ızdırapları<br />
duyma ölçüsünde, ihtiyaç ve ıztırar hâliyle<br />
O’nun kapısının tokmağına dokunuyor; böyle<br />
bir tevhid mülâhazasına iltifatlarının ifadesi<br />
sayılan teveccühlerini, yine O’na olan itimat<br />
ve güvenlerimizle bekliyoruz ki, bu seviyede<br />
tabiatlarımızın derinliklerinde duyarak bir başka<br />
zaman dilimi yaşadığımızı hatırlamıyorum ve<br />
yaşayacağımıza da fazla ihtimal veremiyorum.<br />
Evet, şimdiye kadar değişik iltifat esintileriyle<br />
defaatle idrak ettik ve defaatle dualaşmaya<br />
çalıştık; millet olarak şanlı günlerin içli ve derin<br />
sarsıntıları, harb u darblerin yaşandığı o tozludumanlı<br />
günlerin sisli atmosferinde, ziyası ve<br />
bereketiyle maytaplar gibi yanıp-sönen buruk<br />
anları; maddî-mânevî iç içe yoklukların ortalığı<br />
kasıp kavurduğu hazanlı günleri… Azimlerimizi<br />
ümitlerimize bağlayıp “Hak tecelli eyleyince her<br />
işi âsân eder / Halk eder esbâbını bir lahzada<br />
ihsan eder” duygularını mırıldanarak, gece-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
44
gündüz arası gelip-gidip fevkalâdeden bir<br />
kapı aralanacağı ümidiyle hep aktif bekleyişte<br />
bulunduğumuz canlı fakat yetim zamanları…<br />
Her anın bir sebepler dairesinde işleyişi vardır.<br />
Ve her şey lisan-ı hal ile Bismillah der. Der ve O<br />
uhuvvet deryasında zaman dahi tüllenip gider.<br />
Bütün mevcudat adeta ruh-i hal ile hicret eder.<br />
Ve bu kutlu yolculukta sadece Rabbine doğru<br />
yöneliş vardır.<br />
“Kimi beyhude yorulur<br />
Kimi ise aşk ile yoğrulur”<br />
Aşk ile yoğrulanların, İman sevdası ile<br />
coşanların soy kütüğüne işlenmiştir bu asil duruş.<br />
Mehmet Akif Üstadım ne güzel de anlatıyor:<br />
“ Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa<br />
Oku, zira O’nu yazdım iki söz yazdımsa…”<br />
“Faran dağlarının eteklerine kurulu o mukaddes<br />
şehir, ‘Şehirlerin Anası’, o gün çok farklı bir hâdiseye<br />
şahitlik ediyordu. Güneş o sabah sanki bir başka<br />
doğmuştu, Mekke semalarında. Vakit, herkesin<br />
istirahat için köşesine çekildiği öğle vaktiydi.<br />
Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem),<br />
‘kardeşim’ diye iltifat ettiği Ebû Bekir’i (ra) ziyaret<br />
için o gün hiç de alışık olmadıkları bir zamanı<br />
seçmişti. Mekke’nin ıssız sokaklarını aşarak Hz.<br />
Ebû Bekir’in hânesine ulaştı, kapısını çaldı; içeri<br />
girmek için izin istiyordu. Her hâliyle şaşılacak bir<br />
hâdiseydi bu. Hz. Ebû Bekir, hâne halkıyla birlikte<br />
hemen ayağa kalktı ve: “Anam babam yoluna feda<br />
olsun! Vallahi bu saatte geldiğine göre, bunda<br />
mutlaka önemli bir iş var!” dedi önce. Sonra da<br />
hemen kapıya koştu ve göz aydınlığı misafirini içeri<br />
buyur etti. Merakla bekliyordu olacakları. Allah<br />
Resûlü önce baş başa kalmalarının daha uygun<br />
olacağını söyledi ise de, Ebû Bekir (ra), kızlarını<br />
kastederek: “Ey Allah’ın Resûlü, endişe etmeyin.<br />
Onlar benim kızlarım; Senin de ehlinden sayılır.”<br />
dedi. Bunun üzerine Kutlu Nebî (sallallâhu aleyhi<br />
ve sellem): “(Bilesin ki,) Mekke’den hicret etmek için<br />
bana izin verildi.” dedi. Hz. Ebû Bekir heyecanla:<br />
“Birlikte mi, ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu.<br />
“Evet, birlikte.” diye karşılık verdi, Allah Resûlü.<br />
Resûl-i Ekrem’e (sallallâhu aleyhi ve sellem)<br />
bu mukaddes yolculukta refakat etmek için<br />
sabırsızlıkla bekleyen biri için bu haber, bir muştu,<br />
bir sevinç kaynağıydı. Çünkü Hz. Ebû Bekir,<br />
diğer arkadaşları gibi hicret için izin istediğinde,<br />
Efendimiz kendisine: “Acele etme! Belki Allah<br />
yanına bir arkadaş verir.” diye karşılık vermişti.<br />
O, bu sözlerden ne kastedildiğini anlamakta<br />
gecikmemişti. Hemen iki deve satın almış ve dört<br />
aydır da bu yolculuk için hazırlanmaya çalışıyordu.<br />
Allah Resûlü’nün bu sözleri onun için büyük<br />
bir lütuftu; kendini tutamadı, sevinçten hıçkıra<br />
hıçkıra ağlamaya başladı... Sonrasında, tarihin<br />
akışını değiştirecek o mukaddes yolculuğa çıkmak<br />
için gerekli olan plân ve hazırlıkları yapmaya<br />
koyuldular...”<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
45
MUAVAEZETEYN SURELERİ<br />
SURELERDEN<br />
S.GÜLSOY<br />
113 - Felak Suresi<br />
Medine döneminde inmiştir. 5 âyettir. Felak,<br />
sabah aydınlığı demektir.<br />
Bismillâhirrahmânirrahîm<br />
1. De ki: «Sığınırım o sabahın Rabbine,<br />
2. yarattığı şeylerin şerrinden,<br />
3. Karanlığı çöküp bastırdığında bir<br />
gecenin şerrinden,<br />
4. o düğümlere üfleyen üfürükçülerin<br />
şerrinden<br />
5. ve kıskançlık gösterdiğinde bir kıskancın<br />
şerrinden!»<br />
114 - Nas Suresi<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
46
Medine döneminde inmiştir. 6 âyettir. Nâs,<br />
insanlar demektir.<br />
Bismillâhirrahmânirrahîm<br />
1. De ki: «Sığınırım insanların Rabbine,<br />
2. insanların hükümdarına,<br />
3. insanların İlahına;<br />
4. o sinsi vesvesecinin şerrinden,<br />
5. ki, insanların sinelerine vesvese verir<br />
durur.<br />
6. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan<br />
(olsun).»<br />
Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) bir<br />
çok durumda ; yağmurda ve karanlıkta,uyurken,<br />
şeytanın, nefsin ve yaratılmış tüm mahlukların<br />
şerrinden emin olmak için, nazar değmesine karşı<br />
ve bunun gibi zarar verecek nice duruma karşı<br />
ashabına muavezeteyn surelerini okumalarını<br />
tavsiye etmiştir.<br />
Ukbe İbnu Amir’den rivayetle<br />
Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: «Bu<br />
gece indirilen ayetler var ya, onlar gibisi hiç<br />
görülmemiştir: Kul euzu bi>rabbi>l-felak ve Kul<br />
euzu bi-rabbi>n-nas sureleri». 1<br />
Abdullah İbnu Hubeyb anlatıyor:<br />
Hafif bir yağmur ve karanlığa maruz kalmıştık.<br />
Bize namaz kıldırsın diye Resulullah (s.a.v) ‘ı<br />
bekledik.” (Ravi der ki; Abdullah İbnu Hubeyb<br />
şu manada birşeyler daha söyledi: “Resulullah<br />
(s.a.v) çıktı ve: “Söyle” dedi. Ben: “Ne söyliyeyim?”<br />
diye sordum. Bunun üzerine: “Aksama ve sabaha<br />
erince Kul hüvallahu ahad ve Muavvizeteyn<br />
sürelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı<br />
yeterlidir” dedi. 2<br />
Cabir (r.a) den:<br />
Resulullah (s.a.v) bana: “Ey Cabir okur dedi.<br />
Ben: “Annem babam sana kurban olsun, ne<br />
okuyayım?” diye sordum. Bunun üzerine: “Kul<br />
euzu bi-rabbi’l-felak ve Kul euzu bi-rabbi’n-nas<br />
surelerini oku!” dedi. Ben de onları okudum.<br />
Resulullah ilaveten: “Bu iki süreyi oku, bunlar<br />
gibisini asla okuyamıyacaksın!” dedi. 3<br />
Hz. Aişe de demiştir ki:<br />
1 Müslim, Misafirin 264<br />
2 Nesai, İstiaze 1, (8, 250-253<br />
3 Nesai, İstiaze 1, (8, 254<br />
Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) Ay’a bakarak:<br />
“Ey Aişe, şunun şerrinden <strong>Allah’a</strong> sığın. Bu, (ayet-i<br />
kerimede geçen) gasıktır. (Ayet): “Kaybolduğu<br />
zaman Ay’ın şerrinden...” demektir” 4<br />
İbnu Abbas(r.a)den rivayetle<br />
Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Şeytan<br />
insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş<br />
vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir,<br />
gaflet etse vesvese verir.” 5<br />
Ukbe İbnu Amir<br />
Tirmizi’de gelen bir rivayette der ki:<br />
“Resulullah (s.a.v), bana, her namazın arkasından<br />
Muavvizeteyn’i okumamı emretti.” 6<br />
Rabbim bizleri bu surelerin sırrına mazhar<br />
etsin. Bu surelerle bizleri Rasulünü ve ashabını<br />
koruduğu gibi korusun (amin) velhamdülillahi<br />
rabbilalemin.<br />
4 Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn, (3363)<br />
5 Buhari, Tefsir, Kul euzu bi-rabbi’n-nas 1<br />
6 Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 12, (2905)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
47
ARAPÇA RABCA’YA<br />
GÖTÜRÜR<br />
N. HADRA<br />
İSİM CÜMLESİ<br />
İsimle başladığı için cümleye “İSİM CÜMLESİ” denir.<br />
İki öğeden oluşur;<br />
1-mübteda<br />
2-haber<br />
İlk isme mübteda ikinci isme haber denir.<br />
MÜBTEDA her zaman marife أ (elif-lam)ل alır.<br />
Son harfin harekesi daima merfu (ُ) olur.<br />
NOT: Özel isimler أ (elif-lam)ل takısı almazlar.<br />
İkinci isim HABER’dir.<br />
Başında أ (elif-lam)ل takısı almaz.<br />
Son harfin harekesi ٌ olur. Nekradır.<br />
Bütün “dır-dir’ler haberdir.<br />
Mübteda ve haber birbirlerine (Müzekker-Müennes //Tekil-İkil-Çoğul)’da uyarlar.<br />
ÖRNEK CÜMLELER;<br />
Kız güzeldir.<br />
Kalem kısadır.<br />
Okul büyüktür.<br />
Oda geniştir.<br />
Öğrenci çalışkandır.<br />
اَلْبِنْتُ جَ مِيلَةٌ<br />
اَلْقَلَمُ قَصِ يرٌ<br />
اَلْمَدْرَسَ ةُ كَبِيرَةٌ<br />
اَلْغُرْفَةُ وَاسِ عَةٌ<br />
اَلطَّالِبُ مُجْ تَهِدٌ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
48
İÇECEKLER اَلْمَشْ رُوبَات<br />
Ayran<br />
Çay<br />
Kahve<br />
Maden suyu<br />
Meyve suyu<br />
Limonata<br />
Portakal suyu<br />
Soğuk suyu<br />
عَيرَان<br />
شَ اي<br />
قَهْوَة<br />
مِيَاه مَعْدَنِيَّة<br />
عَصِ يرُ الْفَاكِهَة<br />
عَصِ يرُ اللِيمُون<br />
عَصِ يرُ الْبُرْتُقَال<br />
مَاءٌ بَارِدٌ<br />
اِنَّا فَتَحْ نَا لَكَ فَتْحً ا مُبِينًا<br />
BİZ SANA APAÇIK FETİH VERDİK.<br />
(FETİH DİYE İSİMLENDİRİLEN SÜRE 1.AYET)<br />
اَلْبَخِ يلُ مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَ لَّ عَلَيّ<br />
CİMRİ, YANINDA ADIM ANILIP DA BANA SALAVAT GETİRMEYEN KİMSEDİR.<br />
TİRMİZİ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
49
HAYDAR<br />
Ahmet NAVRUZ<br />
İki peçeli halkın hayret dolu bakışları arasında küffar askerlerini yara yara ilerliyordu. Üstelik<br />
birisi yaralı idi. Herkes biliyordu ki onu ayakta tutan iman kuvveti idi. Dumanlar içinde yürüyerek<br />
kayboldu peçeliler.<br />
***<br />
Peçeli sırtındaki yaralı kardeşini güvenli bir yere taşımak için var gücü ile koşuyordu. Ama<br />
aklında da sürekli bir düşünce vardı. Sırtındaki peçeli kim di?Bu eller bu ses tanıdığı birine aitti.<br />
Kimsenin bilmediği deposuna gelmişti peçeli yaralı kardeşini yatağa yatırdı ve hemen tedaviye<br />
başladı. İçinden bir ses önce yüzünü aç diyordu ama merakını yenip bir an evvel kurşunu çıkardı.<br />
Tedaviyi tamamlamıştı şükür ki ağır birşeyi yoktu. Peçeli yaralı kardeşinin yavaşca yüzünü açtı.<br />
Gördükleri onu şaşrıtmamıştı bu Muhammetti. Ama bu sırada bir tıkırtı duydu hemen dışarı baktı.<br />
İsrail askerleri takip etmiş ve etraflarını sarmıştı.<br />
Peçeli birşeyler yapıp Muhammeti kurtarmalı idi. Hemen gizli tunele doğru taşıdı Muhammeti<br />
ve siper aldı. Çok kalabalıktı küffar askeri ama Peçeli önce bir tekbir getirdi ve ateşe başladı. Attığı<br />
kurşular boşa gitmiyordu hiç. Her biri bir küffarı cehenneme yolluyordu. Ama peçeli bir kurşun atıyordu<br />
sipere yüzlerce kurşun geliyordu. Peçeli burdan çıkmalı idi ama nasıl. birden arka taraftaki<br />
israil hastanesi aklına geldi oraya girerse savaşması ve kaçması daha kolay olacaktı. Cephanesine<br />
baktı 3 tane el bombası kalmıştı onları askerlerin yoğun olduğu yerlere atıp koşmaya başladı. Çok<br />
cephanesi yoktu ama hastahanenin altını israil askerleri cephanelik olarak kullanıyordu o yüzden<br />
daha da bir kuvvetle koştu. Hastahanen kapısına varmiştı hemen güvenliği etkisiz hale getirirp<br />
kapıya mayın döşedi ve zincirle kitledi israil askerleri çevrede peçeliyi arıyordu. Anons odasına<br />
girip kimseye zarar vermeyeceğini herkesin pencereden uzak durmasını söyledi. Çünkü biliyordu<br />
ki küffar masum çoçuk demez öldürür dü. Hemen en güzel yere cephane taşıyıp beklemeye başladı<br />
İsrail askerleri hastahaneye girdiğini anlamış hasta masum demeden ateş ediyordu. Peçeli<br />
de kendi başına yardım ediyordu. Hastahane de hiç müslüman yoktu ama bu acımasızlığı gören<br />
bazı hristiyan ve yahudilerde ellerine silah almış ediyorlardı. Bazı kadınlarda cephane taşıyordu.<br />
Peçeli hem ateş ediyor hem de ayetel kürsi ile fil suresini okuyordu.<br />
***<br />
Çatışma saatelerdir devam ediyordu. İsrail askeri geri çekilmiyor hastahanede teslim olmuyordu.<br />
Bir anda kurşunlar durdu ve dışardan komutan konuşmaya başladı.<br />
‘’İçerdeki herkes 5 dakika içinde dışarı çıkmazsa nükleer bomba atacağız içeri’’ diyordu.<br />
Herkes panik içinde kapıya koşmaya başladı Peçeli :’’Eğer çıkarsanız hepizi öldürürler kalın<br />
savaşalım diyordu. ’’ama kimse dinlemiyordu bir kaç kişi hariç. Peçeli mayını çekerek isteyenleri<br />
dışarı çıkarıyordu ki israil askerleri çıkanlara ateş etmeye başladı. Peçeli bu hamleyi bildiği için<br />
herkesi içeri katıp kapıyı kapatmaya uğraşiyordu ki kurşunun birisi koluna isabet etti. Dışarı çıkan<br />
50 kişi kadar halk ölmüştü. İçerde 120-130 kişi kalmıştı. Peçeli yerden kalkıp kapıya tekrar mayını<br />
döşedi ve kolunu sardı. Kurşun sıyırmıştı. Dışarda küffar ordusu nükleeri hazırlıyordu herkes korku<br />
içinde ağlıyordu. Haydar yüksek sesle:<br />
‘’ Ey alemlerin sahibi ikram ve kerem sahibi Yüce Rabbim. Sen bizi bu küffar ordusu karşısında<br />
bizi hezimete uğratma. Katından bize rahmet ve yardım gönder. Burada senin yolundan sapmış<br />
bu kalpler belki bu vesile ile doğru yolu bulurlar. Ey Rabbim her zaman sana duam beni saidler<br />
olarak yaşat şehid olarak ruhumu kabzet oldu. Muhakkak senin yolunda ölmek benim için mükafatın<br />
en büyüğüdür lakin bu küffar karşisinda yenilgiye uğramamız müslüman kardeşlerimizin<br />
azmini kıracaktır,sen bizi kafir ordusu karşısında yenilgiye uğratma. ’’diyerek duasını bitirdi ve<br />
oradakilere:’’Eğer kurtulmak istiyorsanız dediklerimi tekrar edin’’ deyip ayetel kürsiyi okumaya<br />
başladı ve ateş acti.<br />
Bu arada küffar bombayı hazırlayıp fırlattı. Tam o anda her yer karardı ve etrafı kumrular sardı.<br />
Herkes korkudan titriyor peçeli ise tekbir getiiryordu.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
50
İlginç Bilgiler<br />
Haz. Ahmet NAVRUZ<br />
Bir insan hayatı boyunca ortalama 22<br />
kilogram deri kaybediyor.<br />
Karıncalar uyumaz.<br />
Timsahlar renk körüdür.<br />
Hawaii alfabesinde sadece 12 harf<br />
bulunmaktadır.<br />
Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin<br />
içindeki kaloriden daha fazladır.<br />
Hiçbir kağıt parçası<br />
7 defadan fazla ikiye<br />
katlanamaz!<br />
Hamamböcek leri<br />
yaklaşık olarak 250<br />
milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime<br />
uğramamışlardır.<br />
Eiffel Kulesi´nin tepesine çıkana kadar<br />
1792 basamak vardır.<br />
Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu,<br />
bir günde 90 cm kadar uzuyor.<br />
Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil<br />
pamuktan yapılır. 1950´den önce kenevir,<br />
ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı<br />
kullanılarak yapılırdı.<br />
Kangurular geri geri yürüyemezler.<br />
Ketçap 1830´lu yıllarda ilaç olarak satılırdı.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
51
Tarih’te Eylül<br />
Haz. A.Kadir AYDIN<br />
1<br />
4<br />
6<br />
1 Eylül - Özbekistan’ın<br />
bağımsızlığı (1991); Galatasaray<br />
Lisesi’nin açılışı (1868); II. Dünya<br />
Savaşının başlaması (1939)<br />
4 Eylül - Belediye Zabıta<br />
Teşkilatı’nın kuruluşu (1826);<br />
Sivas Kongresi (1919)<br />
5 Eylül - Nazilli, Pazaryeri,<br />
Domaniç, Alaşehir, Gördes ve<br />
Salihli’nin kurtuluşları (1922)<br />
6 Eylül - Çeçenistan’ın<br />
bağımsızlık ilanı (1992); Tebriz’in<br />
fethi (1514)<br />
Karacabey’in kurtuluşu (1922)<br />
15<br />
16<br />
17<br />
15 Eylül - Yassıada’da Demokrat<br />
Partili 11 devlet adamının idam<br />
kararı (1961); Bakü’nün fethi<br />
(1918)<br />
16 Eylül - Fatin Rüştü Zorlu ve<br />
Hasan Polatkan’ın idamları (1961)<br />
17 Eylül - Adnan Menderes’in<br />
idamı (1961); Rusların,<br />
Polonya’yı işgali (1939)20 Eylül<br />
- Peygamberimizin Hicreti<br />
(622); Sivrihisar, Mihalıççık ve<br />
Bozcaada’nın kurtuluşları (1921)<br />
7<br />
7 Eylül - Kanuni Sultan<br />
Süleyman’ın vefatı (1566);<br />
Aydın’ın kurtuluşu (1922)<br />
21<br />
21 Eylül - II. Abdülhamid Han’ın<br />
doğumu (1842); Kore Savaşı için,<br />
askerlerimiz Kore’ye gitti (1950)<br />
9<br />
11<br />
9 Eylül - Kapitülasyonlara son<br />
verildi (1914); İzmir’in kurtuluşu<br />
(1922); Keban Barajı’nın hizmete<br />
girişi (1974)<br />
11 Eylül - Budapeşte [Budin]<br />
(1526) ve Graz’ın (1532) fetihleri;<br />
Plevne Zaferi (1877); Bursa’nın<br />
kurtuluşu (1922)<br />
26<br />
27<br />
22 Eylül - Iran-Irak Savaşı’nın<br />
başlaması (1980)<br />
26 Eylül - I. Viyana Kuşatması<br />
(1529); Dil Kurultayı’nın ilk<br />
toplantısı (1932)<br />
27 Eylül - Preveze Zaferi (1538);<br />
Deniz Kuvvetleri Günü<br />
14<br />
12 Eylül - Ordunun idareyi ele<br />
alması (1980); Mudanya, Urla ve<br />
Kırkağaç’ın kurtuluşu (1922)<br />
14 Eylül - İstanbul’da Küçük<br />
Kıyamet denilen büyük deprem<br />
(1509); Bergama, Manyas ve<br />
30<br />
29 Eylül - İnebahtı Kalesi’nin<br />
fethi (1499)<br />
30 Eylül - Kanuni Sultan<br />
Süleyman’ın taht’a çıkması (1520);<br />
Azerbaycan’ın bağımsızlığı (1991)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
52
Çocuk<br />
Rasulullah (sav), bir gün çarşıya çıkmış. Evine<br />
geri dönerken yol kenarında ağlayan bir kızcağıza<br />
rastlamış. Kıza neden ağladığını sormuş. Kız<br />
ağlayarak cevap vermiş Rasulullah (sav):<br />
” Ya Rasulallah. Ben bir hizmetçiyim. Ev sahibim<br />
bana iki dirhem verip alışverişe göndermişti.<br />
Fakat ben parayı kaybettim.”<br />
Rasulullah (sav), cebindeki iki dirhemi hemen<br />
küçük kıza vermiş, ama küçük kız ağlamaya<br />
devam etmiş. Rasulullah (sav), bunun nedenini<br />
merak edip sormuş:<br />
” Geç kaldığım için bana kızmalarından<br />
korkuyorum.” demiş. Gül kokulu Efendimiz kızın<br />
elini tutup hizmetçilik yaptığı eve götürmüş.<br />
Kapıya gelince:<br />
” Esselamüaleyküm ” diyerek selam vermiş.<br />
Selama kimse cevap vermemiş.<br />
Bunun üzerine Rasulullah (sav), bir kez daha<br />
” EsselamüAleyküm” diyerek selam vermiş ama<br />
yine hiç ses çıkmamış. Rasulullah (sav), üçüncü<br />
defa selam verdiğinde:<br />
” Aleykümselam ” diyerek selama karşılık<br />
verenler olmuş. Rasulullah (sav):<br />
” Verdiğim birinci ve ikinci selamı duymadınız<br />
mı? ” diye sormuş. Evin reisi:<br />
” Duyduk Ya Rasulallah! Fakat bize verdiğiniz<br />
selamları artırmanızı ve güzel sesinizi biraz daha<br />
fazla duymayı istediğimiz için birinci ve ikinci<br />
selamınıza karşılık vermedik.” demiş. Rasulullah<br />
(sav)’i evlerine buyur etmişler ve:<br />
” Ya Rasulallah! Buraya ziyaretinize ne vesile<br />
oldu? ” diye sormuşlar. Rasulullah (sav), olan<br />
biteni anlatıp, küçük kızın endişesi yüzünden<br />
geldiğini söyleyince evin reisi:<br />
” Canım yoluna feda olsun ey Allah’ın Nebisi!<br />
Madem ki, bizim bu hizmetçi kızımız sizin buralara<br />
gelmenize vesile oldu, Artık hizmetçimiz değil,<br />
kızımızdır.” demiş. Peygamberimiz bu habere çok<br />
sevinmiş ve mutlu bir şekilde oradan ayrılmış.<br />
Bir sözdür ki şeytan kaçar, Bir anahtardır, Her kapıyı açar.<br />
(besmele)<br />
Minarede ses, Ölümsüz nefes<br />
(ezan)<br />
Eğilirsin kalkarsın, Engelleri yıkarsın, Bazen perde açılır, Sen Kabe’ye bakarsın.<br />
(namaz)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
54
KÜÇÜK YAŞTA SORUMLULUK SAHIBI OLMAK<br />
Osmanlı padişahlarından 2. Murad’ın oğlu olan 2. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)<br />
29 Mart 1432 yılında dünyaya geldi. 12 yaşında tahta çıktı. İlk padişahlığını 1444-1445<br />
yılları arasında yaptı.<br />
En büyük mürekkep balığı<br />
Dünyanın en büyük mürekkepbalığı 2004 yılında yakalanmıştı ve 150<br />
kilo ağırlığındaydı. Şubat 2007’de Yeni Zelandalı balıkçıların yakaladığı<br />
dev mürekkepbalığı ise daha önceki rekoru kırdı. 10 metre boyunda ve<br />
450 kilo ağırlığındaydı. Yakalandığı yer ise Antartika açıklarıydı.<br />
Bengal kaplanları<br />
Günümüzde sayıları yüzlerle ifade edilen Bengal kaplanları sadece<br />
Hindistan ve çevresinde yaşar. 160 cm uzunluğundadır.<br />
BULBAKALIM!<br />
Elimdeki çiçeklerin ikisi hariç hepsi papatya, ikisi hariç hepsi gül ve<br />
ikisi hariç hepsi karanfil olduğuna göre elimde hangi çiçekten kaç tane<br />
bulunmaktadır?<br />
(Her çiçekten birer tane vardır.)<br />
Salih’in babasının 5 çocuğu var: Birincisinin adı Çaça, ikincisinin Çeçe,<br />
üçüncüsünün Çiçi, dördüncüsünün Çoço, beşincisinin adı nedir?<br />
(Salih)<br />
FIKRA ;<br />
Annesi, matematiği zayıf olan oğluna dört işlemi öğretmeye çalışıyordu:<br />
- Bak yavrum, matematik kadar kolay bir ders yoktur aslında. Örneğin; sen bir bakkal olsan, ben<br />
sana gelip tanesi elli kuruştan iki yumurta, bir liradan da üç ekmek alsam, kaç lira vermem gerekir.<br />
Çocuk gözlerini kırptı, biraz düşündü, ama işin içinden çıkamadı.<br />
- Zararı yok anneciğim, borcun olsun; sonra ödersin.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
55