28.08.2014 Views

Kurban Allah’a Teslimiyetin Adıdır

Bizbiriz Dergisi 8-9. Sayı

Bizbiriz Dergisi 8-9. Sayı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

2147-642Bizbiriz<br />

Sayı: 8-9<br />

Eylül 2013<br />

ISSN:<br />

d e r g i s i<br />

<strong>Kurban</strong> <strong>Allah’a</strong><br />

<strong>Teslimiyetin</strong><br />

<strong>Adıdır</strong><br />

لَنْ‏ يَنَالَ‏ اللَّهَ‏ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ‏ يَنَالُهُ‏ التَّقْوَى مِنْكُمْ‏ كَذَلِكَ‏ سَ‏ خَّرَهَا<br />

لَكُمْ‏ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ‏ عَلَى مَا هَدَاكُمْ‏ وَبَشِّ‏ رِ‏ الْمُحْ‏ سِ‏ نِينَ‏<br />

“Onların ne etleri ne de kanları <strong>Allah’a</strong> ulaşır; fakat O’na sadece sizin<br />

takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız<br />

diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel<br />

davrananları müjdele!”<br />

(Hacc/27)


EDİTÖRDEN<br />

Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun<br />

Lokman Hekim (a.s) oğluna şöyle tavsiyede<br />

bulunur.<br />

İki şeyi unut,<br />

Yaptığın iyilikleri unut ve sakın bir daha<br />

bahsetme yaptığın iyiliklerden. Çünkü her<br />

anlatışta, o yapmış olduğun iyilikten bir miktar<br />

gidiyor. Yapmış olduğun iyilik sana yazılmış<br />

olan bir sevap sen yapmış olduğun iyiliği unut<br />

anlatıp durma.<br />

Sana yapılmış olan kötülükleri de unut.<br />

Çünkü Cenab-ı Hak sana bir sabır verdi ve sen<br />

sabrettin ve ecrini kazandın. İyiliği Allah için<br />

yapmak lazım, iyilik ticaret değildir, yani tüccarlık<br />

değildir. Ben bunu yaptım sen ne yaptın veya<br />

ne yapacaksın denmez ve<br />

böyle bir beklenti içinde<br />

de olunmaz. Sen iyiliği yap<br />

ve unut, hiç ummadığın bir<br />

anda ve hiç ummadığın bir<br />

yerde karşına çıkar.<br />

iki şeyi unutma;<br />

Allah-u Teala’ nın<br />

(“ Nerede olursanız olun,<br />

Allah sizinle beraberdir.”)<br />

(Hadid suresi, ayet 4) ayeti<br />

kerimede de belitildiiği<br />

üzere Cenab-ı Hakk’ın her<br />

an ve her yerde zaman<br />

ve mekan gözetmeksizin<br />

bizimle beraber olduğunu<br />

unutmamak gerekir.<br />

Birde ölümü unutma ; (Her nefis ölümü<br />

tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz)<br />

(Ankebut suresi, ayet 57 ) Ölümü ve mutlak<br />

suretle yaradana geri dönüşün olacağını bir an<br />

bile olsun aklımızdan çıkarmamak gerekir.<br />

Değerli kardeşlerim Lokman Hekim’in oğluna<br />

etmiş olduğu tavsiyeleri bizde kendimize<br />

edilmiş bir tavsiye olarak değerlendirmemiz<br />

gerekir. Cenab-ı Hak yapmış olduğumuz<br />

iyilikleri gösteriş ve riyadan uzak, bize yapılmış<br />

olan her türlü davranışın Cenab- Hak tarafından<br />

ve O’ nun izni ile olduğunu bilmemizin idrakini<br />

bize nasip etsin.<br />

Değerli okuyucularımız Rabbimizin izin<br />

ve müsaadesi ile yine yepyeni ve dopdolu bir<br />

sayımızla daha huzurunuzdayız. Bu sayıda<br />

kardeşlerimiz evvelen<br />

Allah’ın rızası için sonra<br />

da siz kıymetli okuyucu<br />

kardeşlerimizin istifadesine<br />

sunulmak üzere birbirinden<br />

güzel konuları kaleme<br />

aldılar. Rabbim cümlemize<br />

okuyup anlamak ve<br />

hayatımıza tatbik etmemizi<br />

nasip eylesin. Amin<br />

Selam ve dua ile…..<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Bizbiriz Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />

Kadir Aydın<br />

Grafik – Tasarım<br />

Yasin Candan<br />

Fotoğraf<br />

Bahadır Aktaş<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Yayın Kurulu<br />

Hamide Erbay<br />

Ayşe Tunç<br />

Selman Bahar<br />

Zehra Bilmen<br />

Faruk Kul<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı Tarihi<br />

Ekim 2013<br />

Baskı<br />

Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />

Konya<br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

Bizbiriz Dergisinde<br />

yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />

fotoğraf, illüstrayon,<br />

infografik ve makalelerin<br />

elektronik ve basılı<br />

ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz<br />

Derneği’ne aittir.<br />

Yayın Türü<br />

Aylık, yaygın süreli yayın<br />

Bizbiriz Derneği<br />

Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />

Turgutoğlu Sokak No:9<br />

Meram / KONYA<br />

Tel : 0 (332) 353 27 00<br />

0 (541) 248 65 28 - 0 (507) Bizbiriz 577 22 Dergisi 25<br />

3


Büyük Oyun;<br />

“Ilımlı İslam!”<br />

6<br />

Tîn Sûresi<br />

Tefsîri<br />

9<br />

Hadis<br />

12<br />

Fıkıh<br />

13<br />

Siyer-i Nebi<br />

14<br />

Tasavvuf<br />

18<br />

Ayın<br />

Sohbeti<br />

25<br />

Dillerde<br />

Zikrimiz<br />

29<br />

Sahabe-i Güzin<br />

30<br />

Müslüman<br />

Bilimadamları<br />

39


Şehrin<br />

Görünmeyen<br />

Yüzü<br />

42<br />

Toprağı<br />

Kaybedilmiş<br />

Kubbe:<br />

“Gönül<br />

Dünyamız”<br />

44<br />

Surelerden<br />

46<br />

Arapça<br />

Rabca’ya<br />

Götürür<br />

48<br />

Haydar<br />

50<br />

İlginç Bilgiler<br />

51<br />

Tarih’te<br />

Eylül<br />

52<br />

ÇOCUK<br />

54


Büyük Oyun;<br />

“Ilımlı İslam!”<br />

SELMAN BAHAR<br />

Müslümanların üzerindeki en büyük tehditlerden<br />

biri İslam’ı kendi nefsine göre yorumlayan<br />

insanların sebep olduğu bir sonuç<br />

olarak İslam’ın kurallarının esnetilmeye çalışılması,<br />

çerçevesinin küçültülmesi, kalıbının<br />

daraltılmasıdır.<br />

Başta kelime kalıbı olarak Ilımlı İslam,<br />

İslam’ın ağırlığına uymayan bir tabirdir.<br />

İslam’ın ağırlığında değiştirilemezlik vardır.<br />

Yani Allah tarafından İslam değiştirilmeye<br />

gerek duyulmayacak bir din olarak gönderilmiştir.<br />

Bu yüzden İslam’ı ılımlı hale getirmeye<br />

çalışmak nafile bir fiil olduğu gibi Allah’ın indirdiği<br />

dini beğenmemek yoluyla <strong>Allah’a</strong> isyan<br />

etmek demektir.<br />

Kaldı ki İslam’ı yaşama çabasında samimi<br />

Müslümanların başvurmayacağı bir yöntem<br />

olan İslam’ı yumuşatma eylemi, İslam karşıtı<br />

gruplar tarafından planlanmış bir oyundur.<br />

Müslümanların hayatına yanlışlar doğru, doğrular<br />

yanlış olarak empoze edilmeye çalışılır<br />

ve bu yolla kültürel değerler çökertilir.<br />

İslam Hukuku’nun ve İslami yaşantının bariz<br />

şekilde zıttı olan kurallar ve adetler hissettirilmeden<br />

yaşamımıza sokuluyor. Bir zaman<br />

sonra manevi huzursuzluklara yol açan bu<br />

müdahaleler fark edildiğinde çözümü ya geçmiş<br />

oluyor ya da telafisi oldukça zorlaşıyor.<br />

En başta İslam Kültürü’nü hedef alan “Ilımlı<br />

İslam!” söylemi kültürel değerleri yozlaştırdıktan<br />

sonra ekonomik yapısından siyasal düzenine<br />

kadar bir toplumun bütün değerlerini<br />

iç ediyor. Bu bir binayı yıkmak için dinamitleri<br />

binanın önce en zayıf noktalarında daha<br />

sonra destek kolonlarında patlatmaya benziyor.<br />

Müslümanların İslami yaşantılarında<br />

zayıf bıraktıkları noktayı tespit ederek önce<br />

o zayıflığın yerini nefse hoş gelen bir hazla<br />

dolduruyorlar. Müslümanlar bu hazzın gafletine<br />

düştükten sonrada artık daha büyük bir<br />

değeri Müslümanların elinden alıyorlar. Bu tip<br />

müdahalelere birkaç basit örnek vermek gerekirse;<br />

İslam denince akla gelen ilk gereklerden<br />

biri olan tesettürden hanım kardeşlerimizi<br />

soğutmaya çalıştılar. Gerekçeleri ise tesettürün<br />

sosyal hayatı kısıtladığı, her ortama uyum<br />

sağlamayı zorlaştırdığı, kaba gösterdiği, itici<br />

ve ilkel olduğu gibi tamamen gerçekten uzak<br />

bahanelerdi. “Tesettür güzeldir ama bak şöyle<br />

pahalı markalardan git al eşarbını. Birazda<br />

gevşek bağla ki rüzgarda salınsın şöyle, hem<br />

eteğin modası geçti, etek yerine geniş pantolon<br />

giyersin vesaire, vesaire...” diyen birileri<br />

çıktı hanım kardeşlerimize, arkadaş oldu.<br />

Bir gün eşarbını gevşetti, bir gün makyajını<br />

yaptırdı. bir de geldi eşarbı bağlamaya gerek<br />

duymadı hanım kardeşimiz. İçini rahatlatanda<br />

“Ne olacak canım böyle daha güzel oldun,<br />

hem senin kalbin temiz, niyetin halis.” diyen o<br />

arkadaşı oldu.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

6


Erkeklerimize günlük meşgaleler buldular.<br />

Camiden, cemaatten ayırdılar. “Çağa ayak uydur,<br />

sosyalleş biraz.” dediler. “Haftada bir halı<br />

sahaya gidelim. Çok moda, arkadaşlarla sinemaya<br />

gidelim. Bugün o doğdu, görmemek olmaz.<br />

Ertesi gün şu eğlence partisi düzenledi,<br />

gitmemek olmaz.” dediler. Önceleri abdestsiz<br />

dolaşmayan genç “Bana ne oldu böyle” dediğinde,<br />

“Haftada bir Cuma’ya gidiyoruz ya başımıza<br />

molla mı olacaksın” deyip yolundan döndürdüler.<br />

Şu anda günümüzde faiz kullanımının<br />

Müslümanlara aşılanmasının yöntemi de budur,<br />

yani İslam’ın kurallarının içini boşaltmak...<br />

Önce banka önünden<br />

geçmeyen halkımıza<br />

nema, kâr payı adıyla<br />

sahip olmadıkları<br />

parayı cazip kıldılar.<br />

Sonra “Bu para faizdi<br />

ama işine yaradı bak.”<br />

dediler. Arkasından<br />

içimizden haram-helal<br />

çizgisi zayıf olanlar<br />

banka kredilerinin gerektiğinde<br />

başvurulabilecek<br />

bir yöntem<br />

olduğunu, zorda kalındığında<br />

kredi faizinin<br />

haram olmayacağını söylediler.<br />

İslam soğuk bir din mi ki, İslam’ın ılımlısı olsun.<br />

Haşa, Allah bilemedi de İslam’ı yanlış indirdi,<br />

sen aciz bir kul olarak o yanlışlığı mı fark ettin?<br />

Yarım aklınla <strong>Allah’a</strong> kusur mu buluyorsun?<br />

İnsanoğlu dini kendine göre yontmaya ne<br />

kadar meraklı. Ne kadar cesur ki böyle bir vebali<br />

üstleniyor. Daha doğrusu ne kadar cahil ki,<br />

din diye dayatılan yanlışların doğrusunu öğrenmek<br />

için Kur’an’ı Kerim’e ve Hz. Muhammed<br />

(s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine sarılmıyor...<br />

Neden sormuyor yanındaki kardeşine, “Bir<br />

yerde faize şart koşup helal dediler, ben haram<br />

biliyordum. Sen nasıl biliyorsun?” diye. Biz Müslümanların<br />

işine mi geliyor yoksa yalan yanlış<br />

bir din yaşamak... Canımız istediğinde kredi<br />

çekip, eşin dostun arasında o krediyle sadaka<br />

verir görünmek, başına buyruk yaşadığını sanmak<br />

değil de nedir? Dini kendi nefsine göre<br />

yorumlamak, her arzuladığını dine uydurmaya<br />

“Birden fazla din varmış gibi İslam’ı,<br />

hurafe ve bidatlerle tahrif olmuş<br />

anlayışlarla diyaloga sokmaya<br />

çalışmak <strong>Allah’a</strong> düpedüz yalan<br />

söylemektir. “Ilımlı İslam’dır bu,<br />

bu din hoşgörü dinidir” diyerek<br />

Müslüman’ın vatanını, namusunu,<br />

emeğini kafire peşkeş çekmek<br />

<strong>Allah’a</strong> en büyük ihanettir.”<br />

çabalamak Allah’ı bilmemek değil de nedir?<br />

Birden fazla din varmış gibi İslam’ı, hurafe<br />

ve bidatlerle tahrif olmuş anlayışlarla diyaloga<br />

sokmaya çalışmak <strong>Allah’a</strong> düpedüz yalan söylemektir.<br />

“Ilımlı İslam’dır bu, bu din hoşgörü dinidir”<br />

diyerek Müslüman’ın vatanını, namusunu,<br />

emeğini kafire peşkeş çekmek <strong>Allah’a</strong> en büyük<br />

ihanettir. Din içinde bozgunculuk yapanlar,<br />

<strong>Allah’a</strong> karşı yalan söylediklerinin idrakinde değiller.<br />

Onlar Müslümanları aldatmanın <strong>Allah’a</strong><br />

yalan söylemek olduğunu bilmiyorlar. Çünkü<br />

onlar hidayetten nasiplerini almamışlar. Öyle<br />

olsaydı Müslümanlar arasında fitne çıkartmanın,<br />

günaha sevk etmenin, Allah’ın dini İslam’ı<br />

kullanarak kendilerine<br />

dünyevi paylar biçmenin<br />

vebalini sırtlanamazlardı.<br />

Rabbimiz<br />

Hud Suresi’nin 18.<br />

ayetinde onları şöyle<br />

lanetliyor;<br />

“Bir yalanı <strong>Allah’a</strong><br />

iftira edenden daha<br />

zalim kim olabilir?<br />

Bunlar Rablerinin<br />

huzuruna çıkarılacaklar,<br />

şahitlerde<br />

şöyle diyecekler; ‘İşte<br />

şunlar Rablerine<br />

karşı yalan söyleyenler!’ Haberiniz olsun<br />

Allah’ın laneti zalimler üstünedir.”<br />

Hal böyleyken bizim dikkatimizin daha fazla<br />

olması gerekiyor. Her “İslam budur.”, “Hakikat<br />

böyledir.”, “Doğrusu bizimki.” diyene güvenmemek<br />

gerekiyor. Aç, bak Kur’an’a, Furkan’dan<br />

âlâ kaynak mı var? Oku ve öğren. İlk emir değil<br />

mi ki, oku? Niye okumazsın? Okumak, hayata<br />

Kur’an’la bakmak demektir. Okumak, olayları<br />

Allah’ın Kelamı ile analiz etmek demektir. Okuyan<br />

insanın gözleri İslam İslam bakar. Yaşadığını<br />

Kur’an’la algılamaya çalışan insanın kulakları<br />

İslam İslam duyar. O okuyana ne hurafe bulaşır,<br />

ne bidat. Bir makinenin kullanma kılavuzunu<br />

okumuş birine o makinenin düğmesinin yerini<br />

şaşırtabilir misiniz? Kur’an’da yaşamanın kılavuzudur.<br />

Kur’an’ı özümsemiş birini faizin helal<br />

olduğuna inandırabilir misiniz?<br />

Okumakla doğruyu-yanlışı öğrenir, bilirsin<br />

tamamda sadece bilirsin. Eğer okuduğunu ya-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

7


şarsan senin yaşayışınla doğruyu-yanlışı<br />

bilirler, senden yaşamayı öğrenirler.<br />

“Kitaptan hiç kimseye ne bir yarar<br />

vardır ne bir zarar, Ancak içindeki hayata<br />

tatbik edilirse fayda sağlar.” der Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu Hocamız...<br />

Kandırılmamak için okuyacaksın, öğreneceksin.<br />

“Bak biliyorum.” diye kendini<br />

kandırmamak içinde bildiğini hayatına<br />

tatbik edeceksin. Sonra kimse gelip aklını<br />

çelemeyecek. Kimse senin önünde<br />

“Bu İslam’dır.” diye yalanı doğrultamayacak.<br />

Kandıracak bir iki bilmeyen bulduğunda<br />

da karşısında seni bulup, geri<br />

adım atacak.<br />

***<br />

Gün gelecek karaya ak diyecekler,<br />

aka kara. Olmazı olduracaklar, oluru<br />

zora sokacaklar. Sen “Yaparım” diyeceksin,<br />

birileri “Yapılmaz, günahtır.” diyecek.<br />

“İyi o zaman günahsa sizde yapmayın.”<br />

diyeceksin. “Biz Müslüman kardeşlerimiz<br />

için kendimizi feda ediyoruz.” diyecekler.<br />

Seni İslam’dan koparmak için olmadık<br />

tezgah düzecekler, buna da Ilımlı<br />

İslam! diyecekler.<br />

Yani sözün özü Fatır Suresi’nin 5. ayetinde<br />

Rabbimizin buyurduğu uyarı mahiyetindeki<br />

emirdir;<br />

“Aldatıcılar sizi Allah ile aldatmasın.”<br />

<strong>Allah’a</strong> Emanet Olalım...<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

8


Tîn Sûresi Tefsîri<br />

İNSANA LUTFEDİLEN<br />

YARATILIŞ KIVAMI:<br />

AHSEN-İ TAKVİM SIRRI<br />

Hamide ERBAY<br />

Beşiktaş İlçe Vaizi<br />

Tîn sûresi, Mekke döneminde indirilmiş<br />

olup, 8 âyetten oluşmaktadır. Adını ilk<br />

âyette geçen “incir” anlamına gelen “tîn”<br />

kelimesinden almıştır. Ayrıca “ve’t-tîn” ismiyle<br />

de anılmaktadır.<br />

Yüce Allah’ın (c.c.) insanı en güzel biçimde<br />

yarattığına dair peş peşe gelen dört yemin<br />

ifadesiyle başlamaktadır. Sûre, Allah Teâlâ<br />

(c.c.) kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını<br />

gösteren dört önemli varlığa, insanın maddi<br />

gıdalarından olan incir ve zeytine, manevi<br />

gıdası olan vahyin indiği Sînâ dağı ile ‘emin<br />

belde’ yani Mekke’ye ve ayrıca insanların<br />

muhtaç olduğu maddi ve manevi ikramların<br />

en mükemmel örneklerine yemin ederek,<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

9


insanın “ahsen-i takvim” üzere en güzel<br />

biçimde yaratıldığını bildirmektedir. Ardından<br />

gelen ayetlerde de insanın aşağıların<br />

aşağısına döndürüleceği, inanan ve sâlih amel<br />

işleyenlere ise kesintisiz bir mükafât verileceği<br />

ifade edilmektedir. Sure, apaçık delillerden<br />

sonra İslam’ın ve ahiret günündeki hesaba<br />

çekilmenin inkâr edilemeyeceğini ve Yüce<br />

Allah’ın (c.c.) hüküm verenlerin en üstünü<br />

olduğunu adeta haykırarak sona ermektedir. 1<br />

1 . “İncir ve zeytine yemin olsun ki...”<br />

İlk âyet hakkında tefsir alimleri genel olarak<br />

iki farklı yorumu benimsemişlerdir. Birinci<br />

yoruma göre, ‘tîn’ ve ‘zeytin’den maksat, bu<br />

adla meşhur olan incir ve zeytin yemişleri ve<br />

ağaçlarıdır. Bu görüş, Hasan, Mücahid, İkrime,<br />

İbrahim en-Nehaî, Âta gibi bir kısım alimlere ve<br />

İbn Abbas’a nisbet edilmiştir. Bu müfessirler,<br />

incire ve zeytine yeminle başlanmasının<br />

sebebini şöyle açıklamışlardır: İncir ve zeytin,<br />

insan hayatı için hem lezzetli bir gıda, hem<br />

ilaç, hem de ticaret açısından faydaları pek<br />

çok olan meyvelerdendir. Meyvelerin en<br />

faydalı ve mübareklerinden olmaları itibariyle<br />

özel durumlarına yemin edilmiştir.<br />

İkinci yoruma göre, incir ve zeytinden<br />

maksat yemiş değil, bu isimlerle anılan<br />

mübarek yerlerdir. Müfessirlere göre, 3. ve<br />

4. âyetlerde “Sîna dağı” ve “emin beldenin<br />

(Mekke)” zikredilmeleri bunu gösteren bir<br />

karinedir. 2 Bu görüşe göre incir ve zeytin<br />

mecaz olarak bu ağaçların çokça bulunduğu<br />

toprakları yani Akdeniz’in doğusunda<br />

bulunan Filistin ve Suriye’yi simgelemektedir.<br />

Hz. Nuh (a.s.), Hz. İsa (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.),<br />

Kur’ân’da adı geçen peygamberlerin çoğu,<br />

vahiyle bereketlenmiş bu topraklarda yaşayıp<br />

tebliğde bulundukları için, iki ağaç cinsi bu<br />

peygamberlerin dile getirdiği dinî öğretilerin<br />

sembolü olarak kabul edilmiştir.<br />

2 . “Sîna dağına yemin olsun ki...”<br />

Sîna dağı, Hz. Musa’nın Yüce Allah (c.c.)<br />

ile konuşma şerefine naîl olduğu dağ olup,<br />

‘sin’ harfinin kesrası veya fethası ve nunun<br />

uzatılmasıyla ‘Tûr-i Sînâ’ ve ‘Seynâ’ diye<br />

tanınmış ve meşhur olmuştur. Ayrıca Sîna<br />

dağı için kullanılan “sinîn” kelimesinin “verimli,<br />

bereketli, bol ağaçlı” veya “mübarek” anlamına<br />

geldiği alimler tarafından ifade edilmektedir. 3<br />

1 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.646.<br />

2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.IX, s. 305-8.<br />

3 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.647.<br />

3 . “Ve bu güvenli şehre yemin olsun<br />

ki...”<br />

Mekke, Hz. İbrahim (a.s.) zamanından<br />

beri bütün Araplarca saygı gösterilen,<br />

dokunulmaz bölge olarak kabul edilmiştir.<br />

Hz. İbrahim’in duasına mazhar olmuş, ‘emin<br />

belde’ ve ‘harem’ kılınmış olan Mekke’de<br />

bütün canlılar ve insanlar zarar görmekten<br />

muhafaza edilerek emin kılınmışlardır. Hz.<br />

Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu ve risalet<br />

vazifesine mazhar olduğu yer olarak da, “Sen<br />

içlerinde iken Allah (c.c.) onlara azab edecek<br />

değildir. Mağfiret diledikleri halde Allah (c.c.)<br />

onlara azab edecek değildir”. (Enfâl, 8/33)<br />

âyeti gereği, hem Resûlullah (s.a.v.) içlerinde<br />

bulunduğu müddetçe, hem de Yüce Allah’ın<br />

(c.c.) mağfiretini isteyerek istiğfar ettikleri<br />

sürece halkına azap olunmayacağı vaad<br />

edilen şehirdir Mekke-i Mükerreme. 4<br />

4 . “Biz insanı en güzel biçimde<br />

yaratmışızdır.”<br />

Peş peşe gelen dört yeminin ardından Yüce<br />

Allah (c.c.) insana has olan yaratılış lütfunu<br />

zikretmektedir. “Takvîm,” eğriyi doğrultmak,<br />

kıvama nizama koymak, kıymet biçmek,<br />

kıymetlendirmek anlamlarına gelmektedir.<br />

“Ahsen-i takvim” ise, “biçimlendirmenin en<br />

güzeli” demek olur ki, maddi ve manevi<br />

her türlü güzelliği kapsar. İnsanın, yeryüzü<br />

varlıkları içerisinde gerek fizyolojik gerekse<br />

ruhsal yetenekler bakımından en mükemmel<br />

ve seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını<br />

ifade eder. Yaratılmışların en mükemmeli<br />

olan insanda bulunan bu güzelliğin kaynağı,<br />

Allah’ın (c.c.) onu kendi eliyle yaratıp<br />

ruhundan üflemesi, 5 “kendi sureti üzere”<br />

(kendi sıfatlarından ona-insanlık düzeyinde<br />

olmak üzere- lütufta bulunarak) yaratması 6 ve<br />

onu yeryüzünde halife kılması 7 gibi lütuf ve<br />

inayetleridir. 8<br />

Bu hakikat Hz. Ali’ye (r.a.) nisbet edilen<br />

dizelerde şöyle dile getirilmektedir;<br />

İlacın sendedir de farkında olmazsın,<br />

Derdin de sendendir fakat görmezsin,<br />

Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin,<br />

Oysa sende dürülmüş en büyük âlem.<br />

4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 310.<br />

5 Sa’d, 38/72<br />

6 Buhari,”İsti’zan”,1; Müslim “Birr”,115<br />

7 Bakara, 2/30<br />

8 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, S.647.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

10


Nakledildiğine göre bir hükümdar, mehtaplı<br />

bir gecede hanımı ile baş başa kalır ve “eğer şu<br />

aydan daha güzel olmamış isen boşsun,” der.<br />

Bu söz Kadı Yahya b. Eslem’e taşınır ve fetvası<br />

sorulur. Fetvayı “Karısını boşamış olmaz.”<br />

şeklinde verir. Kendisine “Sen hocalarına<br />

muhalefet ettin.” denildiğinde, o da “Fetva ilme<br />

göredir. Yemin olsun ki, bunun böyle olduğuna<br />

hepimizden daha âlim olan Allah (c.c.) fetva<br />

vermiştir. Çünkü O, ‘Biz gerçekten insanı en<br />

güzel biçimde yarattık,’ buyurmuştur,” diyerek<br />

cevap verir. 9<br />

5 . “Sonra onu aşağıların en aşağısına<br />

indirdik.”<br />

Bu ayeti müfessirler farklı anlamlarda<br />

yorumlamışlardır. Bir görüşe göre, aşağıların<br />

aşağısına indirilmesi, bedensel ve fiziksel<br />

gelişimini tamamladıktan sonra fizyolojik<br />

olarak zamanla gerilemeye başlaması,<br />

algı, hafıza ve düşünce kapasitesinin<br />

zayıflamasıdır. “Erzel-i ömür” denilen ömrün<br />

en sıkıntılı ve zayıf çağından diğer ayetlerde de<br />

bahsedilmektedir. 10 Yaşlanmak hem mü’minler<br />

hem de inkar edenler için kaçınılmaz bir<br />

durumdur. Ancak mü’minler bedenen zayıflasa<br />

da, manen güçlenirler, ruhları bu hayattan<br />

sonra kesintisiz sevaba erer.<br />

İkinci bir görüşe göre bu âyet, yaratılış amacına<br />

uygun hareket etmeyip ahlaki değerleri hiçe<br />

sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın<br />

şükrünü yerine getiremeyenlerin cehenneme<br />

indirileceğini anlatmaktadır.<br />

Başka bir yoruma göre ise, Allah’ın (c.c.) insana<br />

verdiği onu yaratılmışların en mükemmeli<br />

kılabilecek imkanları kötüye kullananların, en<br />

güzel kıvama erişme ve ecir alma imkanından<br />

mahrum olarak geriye, insanlardan daha aşağı<br />

canlılar alemine doğru gideceğini, alçalmış<br />

olacağını ifade etmektedir. 11<br />

6 . “Ancak iman edip salih ameller<br />

işleyenler başka; onlar için kesintisiz bir<br />

ödül vardır.”<br />

Allah’ın emrine uyarak rızasını kazanmak<br />

için iman edip salih amel işleyenler,<br />

“ahsen-i takvim” üzere yaşayanlar aşağıların<br />

aşağısına indirilmeyecekler, bilakis Rableri<br />

katından hiç kesilmeyecek bir mükafâtla<br />

ödüllendirileceklerdir.<br />

7 . “Artık bu kanıtlardan sonra ey insan<br />

seni dinin asılsız olduğu sonucuna götüren<br />

şey nedir?”<br />

Âyetteki “ed-dîn” kelimesi İslâm dini<br />

anlamına gelebileceği gibi, âhiret ve ceza<br />

anlamına da gelebilmektedir. İnsanın<br />

yaratılışının üstünlüğüne, onun istifadesine<br />

verilen nimetlere temas edildikten sonra,<br />

sağlıklı bir düşüncenin insanı imana götürmesi<br />

gerektiği, bütün âyet ve delillere rağmen<br />

dini inkar etmenin ilim ve akıl yönünden<br />

sağlam bir dayanağının bulunamayacağı<br />

ifade edilmektedir. En güzel biçimde yaratılan<br />

insanların bir kısmı ahlaki bakımdan en<br />

aşağı seviyeye düşerken bir kısmı iman<br />

ederek iyi ameller işlemekte ve bu düşüşten<br />

kurtulmaktadır. Bu iki ayrı grup insanın<br />

akıbetinin aynı olacağını kabul etmek de akla<br />

aykırı bir durumdur.<br />

8 . “Allah (c.c.) hüküm verenlerin en<br />

adili değil midir?”<br />

Bu son ayette de Allah’ın (c.c.) kainattaki<br />

varlıkları hikmet ve adalet ölçülerinde yaratıp<br />

yönettiği, dünyada peygamberleri aracılığıyla<br />

en doğru ve adil hükmü verdiği ve ahirette de<br />

yine en adil hakim olarak mahlukat arasında<br />

hüküm vereceği vurgulanmaktadır. Âyetin<br />

soru şeklinde olması ise hükmünün kesinliğini<br />

göstermektedir. Resûlullah (s.a.v.) bu âyeti<br />

okuyanın “Evet öyledir, ben de buna şahitlik<br />

edenlerdenim” demesini tavsiye etmiştir. 12<br />

9 Razi, Tefsr-i Kebir, c.XXIII, s. 246.<br />

10 Hac, 22/5; Yasin, 36/68.<br />

11 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c.V, s.648.<br />

12 DİBY, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. V, s.648.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

11


HADİS<br />

M. DİKKATLİ<br />

مَا مَلَأ اآدَمىٌّ‏ وِعَاءَ‏ شَ‏ رًّا مِنْ‏ بَطْنِهِ‏ بِحَ‏ سْ‏ بِ‏ ابْنِ‏ اآدَمَ‏ لُقَيْمَتٌ‏ يُقِمْنَ‏ صُ‏ لْبَهُ‏ فَاإنْ‏ كَانَ‏ لَا<br />

مَحَ‏ الَةَ‏ فَاعِلاً‏ فَثُلْثٌ‏ لِطَعَامِهِ‏ وَ‏ ثُلْثٌ‏ لِشَ‏ رَابِهِ‏ وَ‏ ثُلْثٌ‏ لِنَفْسِ‏ هِ‏<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyuruyor ki;<br />

“Âdemoğlu,midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır.<br />

Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile<br />

yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa<br />

onu üçe ayırsın: (karnının) üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte<br />

birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” *<br />

Bir zât, Rasulullah’ın yanında öğürmüştü.<br />

Rasulullah ona şöyle buyurdu: “Öğürtünü/<br />

geğirmeni bizden uzak tut. Zira, dünyada<br />

insanların en çok doymuş olanları, Kıyamet günü<br />

en çok aç kalacak olanlardır.” 1<br />

Hocam ben zayıflamak istiyorum.<br />

Arkadaş zayıflamanın temeli az yemekten<br />

geçiyor. Acıkmadan yemeyeceksiniz. Mide<br />

yediklerini eritip, bir şey kalmayıncaya kadar<br />

geçen vakitte küçülme başlıyor. Çok acıktınız,<br />

‘midem kazınıyor, başım dönüyor, asabım<br />

bozuluyor, sinirlerim kalkıyor, elim ayağım<br />

titriyor’ diyor ya insanlar, işte o zaman iyice<br />

acıkmış oluyorsunuz. Biraz sabredin, oruç<br />

tutmadınız mı hiç? Arada bir şey yemeyin.<br />

Sünnette 3 öğün yok zaten. İki öğün yerken<br />

de doymadan kalkacaksınız. Allah’ın Rasulü<br />

(sav); “çok geviş getirin” diyor. Çok çiğneyin ki,<br />

hazmınız kolay olsun, tokluk hissi çabuk gelsin.<br />

Tabii ki dua edin;<br />

-Allah’ım! Benim vekilim, kefilim Sensin.<br />

Benim yeme tamahıma, yeme hırsıma karşı<br />

sabretme gücü ver.<br />

Paraya mı ihtiyacınız var;<br />

-Aman ya Rabbi! Bana kanaat ver. Amin. Para<br />

isteme güzel kardeşim, isteme. İstedikçe bu göz<br />

doymaz. Zaten istediğin de bir şekilde olmaz.<br />

* (Tirmizî, Kıyâmet 38 –2480-; İbn Mâce, Et’ıme 50 –3350-; K.<br />

Sitte, 11/130).<br />

1 Abdullah Murad Şükrüoğlu\ On Hafta Sohbetleri 5.cilt<br />

Sağlık isteyeceksiniz, hastalıkta şükür isteyin.<br />

-Ya Rabbi! Biliyorum ki bu hastalığı bana<br />

Sen ihsan ettin. Demiri küften arındırmak için<br />

ateşi verdin. Bedeni günahlardan dökmek için<br />

hastalık verdin, şükürler olsun ya Rabbi! Bize<br />

çekemeyeceğimiz yük verme Ya Rabbi! Şifa<br />

istemeyi bile bilmiyoruz. İnsanoğlu hemen isyan<br />

eder. Allah’ın kovmuş olduğu şeytanlar ve cinler<br />

bu insanlara yakındırlar. Bunlar der ki; ‘Sen oldun,<br />

sen şöylesin, böylesin, senin gibi abdest alan<br />

yok, senin gibi namaz kılan yok, sen cennetliksin<br />

kardeşim, sen oldun.’<br />

Bizler Allah’tan mü’minlik isteyeceğiz.<br />

İnsanlar tek halle kendisini korurlar. Alışkanlık<br />

haline getireceksiniz. Gururu, kibri bırakıp, Hak<br />

yolda yol alacaksınız. Hakikat yolunda yol kat<br />

edeceksiniz. Bu yol Muhammedilik. Muhammed<br />

Mustafa (sav)’in yolu.<br />

“Bende sizin gibi bir beşerim-kuru et yiyen<br />

kadının oğluyum” diyen bir Nebinin tevazu yolu.<br />

Bu Hak ve hakikat yolu nefsimizi susturmak<br />

için yememeye, içmemeye alışma yoludur.<br />

Kendi kendimizi motive edeceğiz. Yemeyi<br />

yiyeceğimizde, acıktığımızda içimizde bir trafik<br />

polisi belirleyeceğiz, ‘dur yeme, bir saat sonra ye’<br />

diyeceğiz.<br />

Şimdi az yiyeceğiz. Yemezsem öleceğim diyen<br />

kardeş, yersen daha çabuk öleceksin.<br />

Vesselam.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

12


FIKIH<br />

<strong>Kurban</strong><br />

AYŞE TUNÇ<br />

Sual: <strong>Kurban</strong> kesmenin hükmü ve vakti nedir? Hangi hayvanlardan<br />

kurban olur? İzah eder misiniz?<br />

Cevap:<br />

Değerli Kardeşim;<br />

<strong>Kurban</strong>ın sözlük anlamı; “Yaklaşmak, <strong>Allah’a</strong><br />

yakınlık sağlamaya vesile olan şey” demektir. Dinî<br />

bir terim olarak ise; “ibadet maksadıyla belirli bir<br />

vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce<br />

boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan<br />

hayvan” demektir. Arapçada bu şekilde kesilen<br />

hayvana udhiyye denilir.<br />

<strong>Kurban</strong> kesmenin hükmü hususunda fakihler<br />

arasında görüş farklılıkları vardır. Yükümlülük<br />

şartlarını ( Müslüman olmak, akıl-baliğ olmak,<br />

mukim olmak, nisap miktarı malı olmak) taşıyan<br />

kimselerin kurban kesmeleri Hanefî mezhebinde<br />

ağırlıklı görüşe ve bazı müctehid imamlara göre<br />

vacip, fakihlerin çoğunluğuna göre müekked<br />

sünnettir. Hanefîler, Kur’an’da Habib-i Kibriya<br />

Muhammed Mustafa (s.a.v)’e hitaben “Rabbin<br />

için namaz kıl, kurban kes” 1<br />

buyrulmasının<br />

ümmeti de kapsadığı ve gereklilik bildirdiği<br />

görüşündedir. Ayrıca Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v)’in birçok hadisinde hali vakti<br />

yerinde olanların kurban kesmesi emredilmiş<br />

veya tavsiye edilmiş, hatta “Kim imkânı olduğu<br />

halde kurban kesmezse bizim mescidimize<br />

yaklaşmasın.” 2 ”Ey insanlar, her sene, her ev<br />

halkına kurban kesmek vaciptir.” 3<br />

Öte yandan kurban kesmeyi Allah’ın Resulü<br />

hiç terk etmemiştir. Bu ve benzeri delillerden<br />

hareket eden fakihler gerekli şartları taşıyanların<br />

kurban bayramında kurban kesmesini vacip<br />

görürler.<br />

<strong>Kurban</strong>ın sahih olabilmesi için belirlenmiş<br />

vakit içinde kesilmesi gerekir. <strong>Kurban</strong>, kurban<br />

bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11<br />

ve 12. günleri, bayram namazının kılınmasından,<br />

3. günün akşamına kadarki süre zarfında<br />

kesilebilir. Şâfiî mezhebine ve bazı fakihlere<br />

göre bu süre, bayramın 4. günü akşamına<br />

1 (el-Kevser 108/2)<br />

2 (İbn Mâce, “Edâhî”, 2; Müsned, II, 321),<br />

3 (Tirmizî, “Edâhî”, 18; İbn Mâce, “Edâhî”, 2)<br />

kadardır. Bayram namazı kılınmayan yerlerde<br />

sabah namazı vaktinden itibaren kesilebilir.<br />

<strong>Kurban</strong>ın bayramın 1. günü kesilmesi daha<br />

faziletli görülmüş, kesimin gündüz yapılması<br />

tavsiye edilmiştir. Geceleyin kurban kesmeyi<br />

caiz görmeyenler veya mekruh görenler,<br />

aydınlatma imkânının yetersizliğinin yol açacağı<br />

muhtemel tehlike, hata ve zorlukları göz önünde<br />

bulundurmuş olmalıdır. Bu sakıncalar yoksa gece<br />

de kurban kesilebilir.<br />

<strong>Kurban</strong>; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden<br />

olur. Bunların dışındaki hayvanlar kurban olarak<br />

kesilemezler. Söz konusu hayvanların kurban<br />

olarak kesilebilmesi için devenin 5; sığır ve<br />

mandanın 2; koyun ve keçinin 1 yaşını doldurmuş<br />

olması gerekir. Bu sayılan yaş sınırını geçtiği<br />

halde süt dişlerini değiştirmeyen hayvanlar<br />

da kurban edilir. Bunun yanında, 6 ayını<br />

tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi<br />

gösterişli olması halinde kurban edilebilir. Koyun<br />

veya keçinin bir kişi tarafından; sığır, manda ve<br />

devenin ise, yedi kişiye kadar ortaklaşa kurban<br />

olarak kesilebileceği Rasulullah’ın hadisleri ve<br />

uygulamaları ile sabittir. 4 Ancak ,kurbanın ibadet<br />

niyeti ile kesilmesi şarttır. Ortaklaşa kesilen<br />

kurbanda, ortaklardan birinin sadece et elde<br />

etme niyetiyle iştiraki diğerlerinin kurbanını<br />

geçersiz kılar.<br />

<strong>Kurban</strong> edilecek hayvanın, sağlıklı, azaları tam<br />

ve besili olması, hem ibadetin gaye ve mahiyetine<br />

hem de sağlık kurallarına uygun düşer. Bu<br />

nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve<br />

düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzlarının biri<br />

veya ikisi kökünden kırık, dili, kuyruğu, kulakları<br />

ve memesi kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu<br />

dökük hayvanlardan kurban olmaz. Ancak,<br />

hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı,<br />

topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış<br />

olması, kurban edilmesine mani teşkil etmez. 5<br />

4 (Ebû Dâvûd, “Dahâyâ”, 7-8).<br />

5 İsam<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

13


SİYER-İ NEBİ<br />

M. DİKKATLİ<br />

Rabbü’l Alemin’in buyurduğu gibi<br />

yeryüzünde ibadet maksadıyla inşa edilmiş<br />

ilk bina, rahmet ve hidayet kaynağı olarak<br />

kurulmuş ilk mescit Kabe’dir 1 . Küp şeklinde<br />

yapı anlamına gelen Kabe’yi ilk inşa edenin Hz.<br />

Adem olduğu bilinirken bu inşa şimdiki haliyle<br />

değil temelleri belirlenmiş hürmet ve tazim<br />

gören bir mekan halindedir. Hz. Şit tarafından<br />

yenilendiği bilinen ve Nuh tufanından sonra<br />

yeri kaybolmuş olan Kabe’yi, hayatı boyunca<br />

zulmün karşısında durmuş, tek başına ümmet<br />

olmuş, yürekli Hz. İbrahim’ in, sadakat ve<br />

teslimiyete örnek kurbanlık oğlu İsmail (as)<br />

ile birlikte aynı temel üzerine ikinci defa inşa<br />

ettikleri rivayet olunur. Ayet-i kerimede bu<br />

durum şöyle belirtilir;<br />

“Bir zamanlar Kabe’nin yerini İbrahim’e şu<br />

şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi<br />

ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama)<br />

1 Ali İmran, 96.<br />

duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar<br />

için evimi tertemiz et.” 2<br />

Ayette ‘Evimi tertemiz et’ denilirken<br />

Kabe’nin Allah katındaki değerinden<br />

bahsedilmesi adına evimiz diye belirtilmiş,<br />

hem maddi hem manevi pisliklerden arınmış<br />

olarak muhafaza edilmesi adına da tertemiz<br />

istenmiştir.<br />

Başka bir ayet-i kerimede geçen ‘yükseltiyor’<br />

kelimesi daha önceden belirlenmiş bir temel<br />

halinin yeniden inşasına bir işaret olarak kabul<br />

edilmiştir. 3<br />

Bu inşa halinde Hz. İbrahim gelen ilahi<br />

emirle Kabe’nin duvarlarını örerken oğlu<br />

İsmail (as) ise sevgili babasına çevreden taş<br />

taşıyordu. Örülen duvarın boyunu aşması<br />

üzerine Hz. İbrahim günümüzde Makam-ı<br />

2 Hac, 26.<br />

3 Bakara, 127.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

14


İbrahim olarak ziyaret edilen bu mekanı iskele<br />

taşı olarak kullanarak inşaatı devam ettirir. Bu<br />

taş, Kabe’nin inşası esnasında iskele olarak<br />

kullanıldığı için üzerinde Hz. İbrahim’in ayak<br />

izleri oluşmuştur. Makam-ı İbrahim ifadesi<br />

Kuran’ı Kerim’de iki defa zikredilir. 4 Kabe tevhidin,<br />

Makam-ı İbrahim kulluğun sembolüdür, kulluğa<br />

düşen amelin, gereken çabanın sembolüdür.<br />

İbrahimî bir duruşun anlamını ifade eder ki aynı<br />

taşın Hz. İbrahim tarafından insanları hacca<br />

çağırırken de kullanıldığı rivayet edilir. Bu kutlu<br />

emanet Hacerü’l-esved ile Hicr-i İsmail arasında<br />

kalan yerde, Kâbe’nin kapısının olduğu tarafta<br />

Kabe’ye 15.40 metre mesafededir. Yaşadığı çağın<br />

her şekil putperestliğine karşı duran bu kıdemli<br />

yüreği anmak, O’na yakınlaşmak adına tavaftan<br />

sonra Makam-ı İbrahim’de iki rekat namaz kılmak<br />

sünnettir. 5<br />

Yine bu yükseltme işlemi sırasında Kâbe’nin<br />

güney doğu köşesinde yerden bir buçuk metre<br />

yüksekliğinde, yumurta biçiminde 30 cm.<br />

çapında oldukça parlak siyah bir taş olan ve<br />

bundan dolayı ‘siyah taş’ olarak anılan Hacerü’l-<br />

Esved’in de buraya Hz. İbrahim tarafından<br />

konulduğu bilinir. Mekke’nin hemen yakınında<br />

olan Ebu Kubeys Dağı’ndan getirildiğine<br />

inanılmakla birlikte cennetten Cebrail (as)<br />

vasıtasıyla getirildiği de rivayet edilir. 6<br />

Rasulü Zişan Efendimiz bu iki nişane hakkında<br />

şöyle buyurmuştur;<br />

“Rükn (Haceru’l-Esved) ve Makam-ı İbrahim<br />

Cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer Allah<br />

onların aydınlıklarını gidermemiş olsaydı doğu<br />

ile batı arasını sürekli aydınlatırlardı.” 7<br />

Haniflerin efendisi, ümmetin önderi Hz.<br />

İbrahim’in; “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni<br />

ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.<br />

Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu<br />

saptırdılar.” 8 Kabe her tarafının putlarla dolu<br />

olmasının yanı sıra bulunduğu konum itibarı<br />

ile de yaşanan sel ve toprak kaymalarından,<br />

zamanla yaşanan yangın, hırsızlık ve benzeri<br />

olaylardan etkilenerek epeyce yıpranmıştı. Başka<br />

kabilelerin elinde hırpalanmış, zaman zaman da<br />

bunları gidermek için inşasına çalışılmıştı.<br />

Kainatın Efendisi Habibi Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (sav)’in risalet görevlerinden 5 yıl<br />

4 Ali İmran, 96-97. / Bakara, 125.<br />

5 İmam Nevevi, el-İdah, s.245<br />

6 Keşfü’l-Hafâ, Aclûnî, 1108<br />

7 İbrahim, 35- 36.<br />

8 A. Köksal, İslam tarihi, 1-2/ 190.<br />

öncesinde yaşanan yenilenme kararıyla M.605<br />

yılında yıkılmasından korkulan Kabe’nin dört bir<br />

duvarının yapımını Kureyşliler kendi aralarında<br />

bölüştüler. İşe başlayacakları sırada Kureyş’in ileri<br />

gelenlerinden Ebu Vehb b. Amr şöyle bir çağrıda<br />

bulundu;<br />

‘Ey Kureyş topluluğu! Kazancınızdan ancak<br />

temiz olanla bu işe girişin. Buraya faiz veya<br />

insanlardan haksızlıkla elde ettiğiniz bir kazançla<br />

katılmayın.’ Bu çağrı zamanla dejenere olunsa<br />

da öz itibarı ile edilen duaların karşılığının<br />

alınacağına, tamir ve tadilatın yalnızca yapılarda<br />

değil gönüllerde de vukuu bulacağına işaret<br />

oluyordu.<br />

Ne var ki bunca hazırlığa rağmen kimse bu<br />

kutsal mabetten ilk taşı sökmeye cesaret edemez.<br />

Buna Velid bin Muğire’nin niyetinin salih olması<br />

ve bu şekilde <strong>Allah’a</strong> yakarmasıyla attığı ilk adım<br />

son verir. Velid bin Muğire’nin başına bir şey<br />

gelmediği görüldükten sonra Kabe’ nin duvarları<br />

tamamen yıkılarak Hz. İbrahim’in attığı temellere<br />

kadar inildi. Göz nuru Efendimiz (sav)’in bu<br />

inşada amcalarıyla beraber bizzat taş taşıdıkları<br />

bilinir.<br />

Bu şekilde bina Hz. İbrahim’in zamanındaki<br />

temellerin üzerine yükselmeye başlayıp sıra<br />

Hacerü’l Esved’i yerleştirmeye gelince kabileler<br />

arasında tartışma çıktı. Her bir kabile bu şerefli<br />

görevi kendilerinin hak ettiğini düşünerek<br />

iknaya yanaşmıyordu. Konu iyice şiddetlenip<br />

taraflardan bir kısmının kanları uğruna yemin<br />

etmesiyle daha da büyüyen bu anlaşmazlık dört<br />

gün sürdü. Kureyşin en ihtiyarı Ebu Ümeyye bin<br />

Muğire 9 Ben-i Şeybe kapısından Kabe’ye girecek<br />

ilk kişinin hakem olmasını ve onun kararına<br />

göre hareket edilmesini teklif etti. 10 İyice zora<br />

sıkışan bu durumun bitmesini isteyen bir kısım<br />

Mekkeliler bu teklifi hemen kabul ettiler ve<br />

herkes Ben-i Şeybe kapısından kimin gireceğini<br />

beklemeye koyuldular.<br />

Heyecan, merak, korku ve endişeyle bekleyen<br />

Mekkelilerin baktığı tarafta bir kişinin belirmesi<br />

tüm bu duyguları daha da arttırdı. Uzaktan<br />

beliren bu zat, kendine has görünüşü, vakurlu<br />

yürüyüşüyle her vakitte olduğu gibi o günde<br />

gören gözlere derman oldu. İnsanlar içlerindeki<br />

huzur, güven ve ferahlığı coşkuyla hep bir<br />

ağızdan şöyle dile getirdiler;<br />

“İşte güvenilir kişi, El-Emin geldi! Biz onun<br />

9 Taberî, Tarih, c. 2, s. 210.<br />

10 İbn Sa’d, I/146.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

15


vereceği karara seve seve razı oluruz.” 11<br />

Hikmet budur ki, Efendimiz burada<br />

vereceği kararla insanlara risaletinden öncede<br />

derin düşünce ve muhakeme yeteneğini<br />

ispatlamış olacaktı. Çevreye uyan değil, çevreyi<br />

oluşturan insanlardan olmasının kanıtıyla<br />

kendisini sevmeyenlerin dahi koşulsuz<br />

güvendiği haliyle bizlerin bir kez daha modeli<br />

olacaktı. Biz kendisine peygamberlik görevi<br />

verilmeden önce dahi ‘El- Emin’ olarak anılan<br />

bir nebinin ümmetiyiz. Bu şekilde kaçacak<br />

noktamızın kalmadığını, emin olunmamış bir<br />

Müslümanlığın kalitesinden sorgulanacağımızı<br />

unutmamalıyız. Sonraki zamanlar içinde<br />

insanların kendisine olan itimatlarını ve onları<br />

hiçbir suretle yanıltmayacağını ifade edecek<br />

zemin hazırlanmıştı.<br />

Bu şekilde kendisine<br />

anlatılan duruma karşılık<br />

Nebiyi Muhterem<br />

Efendimiz tertemiz<br />

zihniyle net ve hızlı bir<br />

şekilde gelerek hemen<br />

ridasını çıkarttı ve yere<br />

yaydı. 12 Merakla beklenen<br />

çözüm herkesi memnun<br />

edecek, kendisine duyulan<br />

güveni de ispatlayacak<br />

şekildeydi. Efendimiz (sav)<br />

Hacerü’l Esved taşını bir<br />

yaygının üzerine koyarak,<br />

bu yaygının her bir<br />

ucunu dört büyük kabile<br />

reisleri olan, Utbe bin<br />

Rebia, Zem’a, Ebu Huzeyfe b. Muğire, Kays bin<br />

Adiy’in eline verdi. Hep birlikte taşın konacağı<br />

yüksekliğe kaldırıldıktan sonra Efendimiz (sav)’de<br />

taşı alıp kendi elleriyle yerleştirdi. Anlaşmazlığın<br />

bu şekilde memnuniyetle sonuçlanması, kan<br />

dökülmeden hallolmasıyla kısa sürede duvar<br />

tamamlandı, Kabe’ nin inşası sona erdi. <br />

Allahın evi olarak kıymet bulan, tevhidin<br />

sembolü, enbiyaların hatırası olan Kabe-i<br />

Muazzama bundan başka çeşitli dönemlerde<br />

ve hatta günümüzde de devam eden bir<br />

şekilde tadilatta kalmış, gelişen ihtiyaca<br />

cevap verebilmek adına genişletmelerde<br />

bulunulmuştur. Osmanlı’nın da ciddi anlamda<br />

katkısının olduğu son hali kutsal mekanlar hac ve<br />

11 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 99.<br />

12 İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 146<br />

umre çalışmaları merkezi tarafından hazırlanan<br />

plan gereği mimari yapı korunmaya çalışılarak<br />

düzenlenmektedir.<br />

Bugünde hedeflediğimiz toplumun maddimanevi<br />

inşası için güdülen benliklerin, çıkar<br />

davalarının, dökülen kan ve gözyaşının tesellisi<br />

Rasul-ü Zişan’ın göstermiş olduğu yolla olacaktır.<br />

Çözüm olarak sermiş oldukları rida, üst giysisi<br />

anlamına gelmekle risalet görevine de benzetme<br />

yapılabilir. Çünkü insan bir sorumluluğu<br />

almakla bir nevi omuzlarına bunu yüklenmiş<br />

olur. Efendimiz (sav)’in getirdiği ölçülere sıkı<br />

sıkıya tutunarak, benlik değil de bizliğe aday<br />

olarak tutunduğumuzda o zaman yükseliş<br />

gerçekleşecektir. Ve yine o mübarek elleriyle<br />

hitama erdirdikleri gibi bizler de işlerimizi O’na<br />

götürmekle, işlerimizi Onunla yürütmekle güzel<br />

sonuçlara erişeceğiz biiznillah. Bizlerin, dağların<br />

dahi yüklenmekten<br />

kaçındığı emaneti<br />

hakkıyla taşımamız Emin<br />

(sav) olana tutunmamız,<br />

emin olarak anılmamızla<br />

yaşanacaktır. Emin olana<br />

emanet olalım inşallah.<br />

Kabe’nin Bina Olarak<br />

Özellikleri<br />

Beyt-i Muazzama<br />

şu son çalışmalar<br />

haricinde en son haliyle<br />

145 metrekarelik bir alanı<br />

kapsamaktadır. 13 m<br />

yüksekliği, 122 ye 11 m<br />

duvar uzunlukları olan küp<br />

şeklinde bir yapısı vardır. Kabe’nin yapısı sade<br />

fakat heybetlidir. Sitare veya kisvede denilen<br />

altın işlemeli hat yazıları bulunan siyah bir örtü ile<br />

kaplıdır. Üzerindeki bu örtü, ipekli bir kumaştan<br />

dokunmuş olup, üzerine Kelime-i Şehadet<br />

işlenmiş, çatıya yakın kısmında çevresine altın<br />

işlemeli bir şerit geçirilmiş; kemer biçiminde<br />

olan bu şeritte de Kur’an ayetleri işlenmiştir. Bu<br />

örtü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir.<br />

1. Hacerü’l-Esved: Doğu köşesinde bulunan<br />

kara parlak taştır. Günümüzde taşın parçaları<br />

gümüş bir çerçeveyle bir arada tutulmaktadır.<br />

Görünen kısmı yaklaşık 16,5x20 cm’dir. Tavafa<br />

buradan başlanır ve burada bitirilir.<br />

2. Kabe Kapısı: Kabe’nin doğu duvarında<br />

zeminden 2,13 metre yükseklikte<br />

bulunmaktadır.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

16


3. Altın oluk: Kuzey duvarı üzerinde bulunan<br />

altından yapılmış oluk. Mekke’de ender<br />

yağan yağmur sularını Kâbe’nin çatısından<br />

indirmek için ilk 605 yılındaki tamir<br />

esnasında eklenmiştir. Emeviler döneminde<br />

altınla kaplandığı için bu isimle anılır. Farsça<br />

da -Mi’zab’ur Rahme/ Rahmet oluğu- olarak<br />

bilinir.<br />

4. Kabe’nin duvarlarının diplerini yağmur ve<br />

sel sularından korumak amacıyla yapılan<br />

mermer korumadır. Kabe’nin duvarları 25<br />

cm yükseklikte ve 30 cm kadar çıkıntılı bir<br />

mermer kaide üzerinden başlar.<br />

5. Hatim: Kabe’nin batı duvarının önünde<br />

bulunan ve 90 cm yüksekliğinde ve 1,5 m<br />

eninde beyaz mermerden yapılmış İsmail<br />

duvarı adı verilen kavisli yarım daire şeklinde<br />

alçak duvarla sınırlanmış bir bölgedir.<br />

Kabe’ nin aslından olup, 605 yılındaki tamir<br />

esnasında dışarıda kalan bölümdür. Bu<br />

boşluğun iç kısmına da Hicr denilir.<br />

6. Mültezem: Kâbe’nin doğu duvarında Kâbe<br />

kapısı ile Hacerü’l-Esved arasındaki duvar<br />

kısmıdır. Duaların kabul edildiği kıymetli<br />

yerlerden biridir.<br />

7. Makam-ı İbrahim: Hz. İbrahim ve oğlu<br />

İsmail tarafından Kâbe inşa edilmekte iken<br />

İbrahim’in ayak izini bıraktığı taşın olduğu<br />

yerdir.<br />

8. Rükn-i Şarkî (Doğu köşesi “Hacerü’l-Esved”)<br />

9. Rükn-i Yemanî (Güney köşesi)<br />

10 . Rükn-i Şamî (Batı köşesi)<br />

11 . Rükn-i Irakî (Kuzey köşesi)<br />

12 . Cebrail makamı: Kabe’nin doğu duvarının<br />

önünde kapının bulunmadığı kısımda “Irakî”<br />

köşesinin hemen yanında bulunan mevkidir.<br />

13 . Tavaf’ın başlangıç ve bitiş çizgisi olarak<br />

kullanılan mermer banttır. 2006 yılından<br />

itibaren kaldırıldı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

17


TASAVVUF<br />

Zamanın velisi Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Hocaefendi şöyle buyurarak bize Kabe’nin<br />

kapısını açtı, ledün okyanusundan hikmet<br />

damlaları saçtı;<br />

Kabe Beytullah, insanların kıblesi.<br />

Hakikatte ise Beytullah insanın kendisi.<br />

İnsanların kıblesi beyt iken Rabb’imizin Beyt’i<br />

İnsanın gönlü haline geldi.<br />

İnsana nazargahullah denildi.<br />

“Bir adam Şibli’ye gitti. Şiblî (k.s) ona dedi ki:<br />

-Nereye gidiyorsun?<br />

-Hacca<br />

-Öyle ise iki çuval götür, onlara orada rahmet<br />

doldur ve onları giy, bize getir ki, hacdan<br />

nasibimiz olsun;gelene onu verelim, ziyaret<br />

edeni onunla ağırlayalım.<br />

Tasavvuf,<br />

İnsan İlmidir...<br />

Z.BİLMEN<br />

Adam diyor ki;<br />

-’Huzurundan vedalaşıp çıktım. Döndüğüm<br />

zaman Şibli bana sordu’;<br />

-Haccettin mi?<br />

-Evet.<br />

-Haccetmek için ne amel yaptın?<br />

-Guslettim, ihrama girdim, iki rek’at namaz<br />

kıldım ve telbiye ettim.<br />

-Bununla haccı akdettin mi(ahdettin mi, söz<br />

verdin mi <strong>Allah’a</strong>)?<br />

-Evet...<br />

-Peki, yaratıldığından beri bu akdine muhalif<br />

bütün akitleri bozdun mu?<br />

-Hayır...<br />

-Sen akdetmemişsin.<br />

-Sonra elbiseni çıkardın mı?<br />

-Evet...<br />

-Yaptığın her işten de soyundun mu?<br />

-Hayır...<br />

-Sen elbiseni çıkarmamışsın.<br />

-Sonra temizlendin mi?<br />

-Evet...<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

18


-Bu temizlenmenle sende bulunan her illeti<br />

giderdin mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen temizlenmemişsin.<br />

-Sonra telbiye ettin mi? (Lebbeyk Allahümme<br />

lebbeyk.. Buyur Allah’ım emret…anlamında dua)<br />

-Evet...<br />

-Aynen telbiyenin cevabını aldın mı?<br />

-Hayır...<br />

-Sen telbiye etmemişsin.<br />

-Sonra Harem’e girdin mi?<br />

-Evet...<br />

-<strong>Allah’a</strong> yaklaşmaya erdin mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Ka’be’yi görmemişsin.<br />

-Üç defa remledip, dört defa yürüdün mü?<br />

-Evet...<br />

-Seninle beraber olduğunu bildiğin her<br />

şeyden kaçıp kesildin mi? Dört defa yürümekle<br />

güvene erip bundan dolayı <strong>Allah’a</strong> şükrettin mi?<br />

-Hayır...<br />

-O’ndan başka şeylerden kesilmemişsin.<br />

-Evet...<br />

-Harem’e girmenle her haramı terk etmeye<br />

ahdettin mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Harem’e girmemişsin.<br />

-Sonra Mekke’yi gördün mü?<br />

-Evet...<br />

-Mekke’yi görmenle Allah’tan sana hal geldi<br />

mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Mekke’yi görmemişsin.<br />

-Mescid-i Haram’a girdin mi?<br />

-Hacer’i musafaha ettin mi?<br />

-Evet...<br />

-Yazık sana, hani denilir ki, Hacer’i musafaha<br />

eden Hakk’ı musafaha eder; Hakk’ı musafaha<br />

eden de güven mahallindedir. Binaenaleyh<br />

sende güven alameti göründü mü?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Hacer’i musafaha etmemişsin.<br />

-İki rekat namaz kıldın mı?<br />

-Evet...<br />

-Allah, azze ve Celle’nin önünde durur gibi,<br />

olduğun yerde durup niyetini O’na gösterdin mi?<br />

-Hayır...<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

19


-Sen namaz kılmamışsın.<br />

-Safa’ya çıkıp orada durdun mu?<br />

-Evet...<br />

-Ne amel ettin?<br />

-Orada tekbir ettim.<br />

-Safa’ya çıkmakla sırrın saflaştı mı? Rabbini<br />

tekbir etmekle ekvan gözünde küçüldü mü?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Safa’ya çıkmamışsın ve tekbir de<br />

etmemişsin.<br />

-Sa’yinde hervele ettin mi?<br />

-Evet...<br />

-O’ndan O’na kaçtın mı?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Hervele ve sa’y etmemişsin.<br />

-Merve’de durdun mu?<br />

-Evet...<br />

-Merve’de iken üzerine sekine’nin (huzurun)<br />

indiğini gördün mü?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Merve’de durmamışsın.<br />

-Oradan Mina’ya gittin mi?<br />

-Evet...<br />

-Temenni ettiğin sana verildi mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Mina’ya gitmemişsin.<br />

-Hayf Mescidi’ne girdin mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Hayf Mescidi’ne girmemişsin.<br />

-Arafat’ a çıktın mı?<br />

-Evet...<br />

-Halkedildiğin (Yaratıldığın) ve varacağın hali<br />

bildin mi? Bildin mi ki Rabbin kimdir ve inkar<br />

etmekte olduğun o Zat-ı Kibriya kimdir? Ve hak<br />

sana, havassı aşina kıldığı bir hal gösterdi mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Arafat’a çıkmamışsın.<br />

-Meş’ar’e koştun mu?<br />

-Evet...<br />

-Orada Allah’ı, masivayı hatırlamayı unutturan<br />

bir zikirle zikrettin mi? Ve ne ile cevap verildiğini<br />

ve ne ile hitap edildiğini anladın mı?<br />

-Hayır...<br />

-Sen Meş’ar’e gelmemişsin.<br />

-<strong>Kurban</strong> kestin mi?<br />

-Evet...<br />

-Şehvetlerini ve iradeni Hakk’ın rızasında ifna<br />

ettin mi?<br />

-Hayır..<br />

-Sen kurban kesmemişsin.<br />

-Şeytana taş attın mı?<br />

-Attım...<br />

-Sendeki cehaleti attın mı ve bu suretle sende<br />

ilim zuhur etti mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen taş atmamışsın.<br />

-Ziyaret ettin mi?<br />

-Evet...<br />

-Sana hakaikten bir şey keşfedildi mi? Yahud<br />

ziyaret sebebiyle ikramların arttığını gördün mü?<br />

Çünkü Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:<br />

“Hacılar ve umre yapanlar, Allah’ın<br />

ziyaretçileridir. Ziyaret edilenin kendisini ziyaret<br />

edene ikram etmesi haktır.”<br />

-Hayır...<br />

-Sen ziyaret etmemişsin.<br />

-İhlal ettin mi?<br />

-Evet...<br />

-Helal yemeye azmettin mi?<br />

-Hayır...<br />

-Sen ihlal etmemişsin.<br />

-Veda ettin mi?<br />

-Evet...<br />

-Nefsinden ve ruhundan bi’l-külliye çıktın mı?<br />

-Hayır...<br />

-Sen veda etmemişsin ve Hac da etmemişsin.<br />

Eğer istersen tekrar dönüp haccetmen gerekir.<br />

Ve eğer haccedersen bu söylediğim şekilde<br />

haccetmeğe çalış.<br />

في اأمان الله<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

20


Dünya’nın kıyametini düşünürsün,<br />

Kendi kıyametini düşünmekten uzak.<br />

Kendi kıyameti dururken dünyanınkini düşünen,<br />

Bizce hakikaten ahmak.<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu


Ayın<br />

Sohbeti<br />

VarisÜn-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />

وَاَذِّنْ‏ فِي النَّاسِ‏ بِالْحَ‏ جِّ‏ يَاأْتُوكَ‏ رِجَ‏ الاً‏ وَعَلٰى كُلِّ‏ ضَ‏ امِرٍ‏ يَاأْتيِنَ‏ مِنْ‏ كُلِّ‏ فَجٍّ‏ عَميِقٍ.‏<br />

“İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer<br />

üzerinde sana gelsinler.” 1<br />

1 (Hacc/27)<br />

Putlardan temizlenmeden hac olur mu? Beyti<br />

tavaf etmeden sahibi bulunmaz mı?<br />

Beyt iki tanedir: gökte Beyt-i Ma’mur, yerde<br />

Beytullah. Allah’ın gökte Beyt-i Ma’mur’u evvela<br />

yeryüzünde idi. Yerde iken ziyarete gücümüz<br />

yetmedi. Gökte iken gelin seyran edelim desem<br />

kim gelir? Adem (as) ile Havva annemiz cennetten<br />

indirildiğinde Beyt-i Ma’mur semaya kaldırıldı,<br />

Kabe bugün bulunduğu yere atıldı. İnsanların<br />

kıblesi Kabe. Hakikatte ise Beytullah yani Allah’ın<br />

evi, insanın kendisi. İnsanların Kabesi beyt iken<br />

Rabbimizin beyt’i insanın gönlü haline geldi. İnsana<br />

nazargah denildi.<br />

NE BEN VARSIN NE DE SEN.<br />

CÜMLE VAR OLAN ALLAH.<br />

BUNU ZAT’A YÜKLEME SEN.<br />

ADEMDİR NAZARGAHULLAH.<br />

Rabbimin ziyaret ettiği beytin sahibi insanlık<br />

siz, yirmi dört saatte her nefes alışverişinde<br />

Allah’ı bilirseniz; “men arafa nefsehu fe gad arafe<br />

Rabbehu” sırrına ermiş, nefsinizi bilmiş olursunuz.<br />

O zaman sizi yaratanın daim size nazar ettiğinin<br />

fevkine ve farkına varırsınız. Rabbü’l alemin<br />

daim bizimle. O zaman bizim nefislerimiz Allahu<br />

Teala’nın mülkü haline gelir. Beden Kabe’sini<br />

temizleyip içerdeki yedi nefsi, yani yedi hayvani<br />

huyu “Bismillah Allah-u ekber” deyip kurban<br />

etmeden gelen hacıya, hacı mı denir? Sahibini<br />

bulmadan gelen hacı, hacı mı olmuştur? Evi gördünüz<br />

ev sahibini görmeden bu evin sahibi var<br />

diyebilir misiniz? Diyemezsiniz değil mi? O zaman<br />

hepsi yalan söylemiş olmuyor mu?<br />

Şirk putundan, beden putundan, nefis putundan,<br />

hanım putundan, dünya putundan kurtulmadan<br />

hacı olunmaz. Allah-u Teala buyuruyor<br />

ya;<br />

لَنْ‏ يَنَالَ‏ اللَّهَ‏ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ‏<br />

يَنَالُهُ‏ التَّقْوَى مِنْكُمْ‏ كَذَلِكَ‏ سَ‏ خَّرَهَا<br />

لَكُمْ‏ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ‏ عَلَى مَا هَدَاكُمْ‏ وَبَشِّ‏ رِ‏<br />

الْمُحْ‏ سِ‏ نِينَ‏<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

25


“Onların ne etleri ne de kanları <strong>Allah’a</strong> ulaşır;<br />

fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete<br />

erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız<br />

diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize<br />

verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları<br />

müjdele!” 2<br />

Sizin kurbanlık ettiğiniz, şu nefsiniz ve hevesiniz<br />

olsun. Rabbü’l Alemin buyuruyor:<br />

“Görmedin mi o hevasını Rab edineni?” 3<br />

Hevanızı kurban ettiğiniz zaman işte, siz nefsinizi<br />

bilmeye başladınız. Bir koç gibi sağ tarafına<br />

yatırdınız, sol ayağınızı sırtına bastırdınız. ‘Bismillah<br />

Allahu Ekber! Ya Rabbi, bendeki tamahı, hırsı,<br />

kini, nefreti, hasedi kestim’ diyerek bıçağı boynunuza<br />

vurdunuz. Keçiyi inadın bil, sığırı doymayı<br />

bilmeyen tamahkar nefsin, deve kindarlığın<br />

olsun, koyunu başı eğik mülayim gibi görünüp<br />

aslında içinde bir şeytan gibi duran nefsin bil.<br />

Dizinin altına koyup bıçağı, ‘Allah sen çok büyüksün<br />

ben bunu kesiyorum sende beni bu dünya<br />

ve dünyalıklardan kes’ deyip keseceksiniz. Kesen<br />

siz, kesilen sizsiniz. Şimdi Hak kurbanı kestiniz.<br />

Kabe’yi, taş duvarları yedi şavt, bir tavaf etmek<br />

hac değildir. Evin sahibini ziyarete gedeceksiniz.<br />

Sahibinin etrafında aşk ile şevk ile döneceksiniz.<br />

Her gönlü Kabe bilip, gönüller ziyaret edip,<br />

gönlün sahibini memnun edeceksiniz. Allah-u<br />

Teala’nın bize söylettiği gibi;<br />

İKİ GÖNÜL BİRBİRİNİ SEVERSE RIZAEN LİL-<br />

LAH,<br />

OLUR BİRİ GÖKTE BEYT-İ MAMUR, DİĞERİ<br />

YERDE BEYTULLAH.<br />

Haccı uzakta arama, bak yanı başında.<br />

Arifi billah öyle demiş;<br />

Ey muradı Kabe olan,<br />

Kabe benem, hac bendedir.<br />

Gelsin Hacc-ı ekber kılan,<br />

Kabe benem, hac bendedir.<br />

Arif-i billah doğru söylüyor. Sebebi ne? O Rahman<br />

olan Allah’ın nazargahı haline gelmiş. Daim<br />

Allah-u Teala’nın Kitab-ı Kadim’i ile hem hal. Kitabın<br />

emirleriyle meşgul. Allah-u Teala benimle<br />

beni işitiyor, beni görüyor, beni biliyor inancıyla<br />

hareket ediyor. Kulun gönlü Rahman’ın beyti,<br />

Kabesi oldu. Kim ki onu ziyaret etti muhakkak ki<br />

2 Hac suresi/ 37<br />

3 Casiye/23<br />

hacı oldu. Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmaktadır:<br />

“Mümin kulun kalbi, Rahman olan Allah’ın<br />

arşıdır.” 4<br />

İşte buradan da anlıyoruz ki, kulun gönlü manevi<br />

arş yani beyt-i Ma’mur’dur. Taş Kabe’yi, gönlünü<br />

Kabe’ye çeviren insanın öğretisiyle ziyaret<br />

edebilirsin. O öğretiyi almadan kuru bir taklit ile<br />

gidersen Mekke’li müşriklerin ziyaret etmesine,<br />

tavaf etmesine benzersin. Onlar kurban kesmiyor<br />

değildi. Onlar Kabe’yi tavaf etmiyor değildi.<br />

Onlar namaz kılmıyor değildi. Dünya kurulduğundan<br />

bu yana her insan namaz kılıyor ama haberi<br />

yok kıldığı namazdan. İnsanların namazdan<br />

anladığı şu;<br />

NAMAZI SANDILAR EĞİL EĞİL KALK<br />

HANİ HUZUR HANİ HUŞU BİR DÜŞÜN BAK.<br />

Kimisi haç çıkartıyor namaz kılıyor. Kimisi<br />

akşama kadar oturuyor namaz kılıyor. Her insan<br />

kendince bir şekilde <strong>Allah’a</strong> ibadet ediyor.<br />

Müslüman’da namaz sadece bende var zan ediyor.<br />

Namaz bezm-i vahdette başladı. İlk secdeyi<br />

melekler Adem (as)’a yaptı. Başlar, o zaman<br />

secdeye vardı. Başlar, o zaman tazimi bildi. Beller,<br />

o zaman rükuya eğildi. Ama Müslüman, sen<br />

anlamıyorsun ki? Namazı anladığın yok, sücudu<br />

anladığın yok, kıyamı anladığın yok, tahiyyatı<br />

bildiğin yok. Okuduğun şehadetten haberin yok.<br />

Ne diyeyim ki sana? Aklını başına topla! Allah-u<br />

Teala insanı kendisine halife etti. Halifeye kovmuş<br />

olduğu şeytanı secde ettirdi. E peki secde<br />

etti mi? Etmedi. Etmediği gibi karşısındakini yani<br />

Hz. Adem’i suçlu bildi. Hep karşıyı, hep karşıyı<br />

görenler muhakkak ki şaşırır, Allah-u Teala’dan<br />

yüz çevirirler.<br />

‘Allah’ım, ben her attığım taşla, kötü huylarımı<br />

atıyorum’ şuuruyla Allah’ın kovduğu şeytanı<br />

taşla. Her taş bir nefise işaret etsin, deyin bismillah,<br />

atın kurtulun inşallah. Haccı böyle yapın,<br />

hacı olacaksanız böyle olun.<br />

Kişi helalleşmeden hacca gidiyor. Önce bütün<br />

dünya ve dünyalıklarla helalleşin. Hocam benim<br />

helalleşeceğim kişi vefat etti, nasıl helalleşeceğim,<br />

diyor. Onun hakkında nasıl helalleşirsin?<br />

Parasını aldın da vermediysen şahsın arkasında<br />

bıraktığı birileri varsa onlara vereceksin. Yoksa o<br />

kişinin adına hayır yapıp, Allah-u Teala’dan afv ve<br />

mağfiret dileyeceksin. Gelin burada hesaplarımızı<br />

kolay edelim. Gelin burada hakkı ve hakikati<br />

gözetelim. Yalanlarınızdan temizleneceksiniz.<br />

Yalan işlerden, yalancı kimselerden yüz çevi-<br />

4 K. Hafâ<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

26


“ Ey mü’minlerin emîri!<br />

Ben bir şey yapmadım!<br />

Sadece her koyunu<br />

kendi bacağından astım.<br />

Fakat görülüyor ki, her<br />

koyun kendi bacağından<br />

asılsa da bütün çevreyi<br />

rahatsız ediyor, herkese<br />

zarar veriyor. Bir<br />

kötünün zararı sadece<br />

kendine<br />

olmuyor, herkese zarar<br />

veriyor “.<br />

receksiniz. O zaman işte ‘Rabbim ben kelamını<br />

okudum, hayatıma tatbik ettim’ diyebileceksiniz.<br />

Hayatınıza tatbik etmediğiniz kitabın tecvidini,<br />

mahrecini bilseniz, cübbe giyseniz, sarık taksanız,<br />

elinize asa alsanız, başınız eğik, ayakucunuza<br />

bakıp dolaşsanız yine de cehennemden kurtulamazsınız.<br />

Kur’an’ın hükümlerine uymaz, insanları<br />

aldatırsanız Allah-u Teala bunun hesabını hepimizden<br />

soracak. “Onların kıyafetleri yaşantıları<br />

bize benzeyecek içinde zerre miktarı iman eden<br />

olmayacak.” diyor Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (sav).<br />

Zamanında hac farizasını bir yükmüş gibi gören,<br />

başıboş bırakıldığını zanneden bir abimiz<br />

geldi:<br />

-Hacca gideceğim hakkını helal et, dedi.<br />

- Helallik vereceğim lakin sana bir menkıbe<br />

anlatayım, dedim. Hacca üç kişi çağırır. Allah-u<br />

Teala’nın kovmuş olduğu şeytan çağırır, Allahu<br />

Teala çağırır, Allah’ın Rasulü (sav) çağırır. Seni<br />

hangisi çağırdı dedim?<br />

-Nasıl yahu, nasıl bileceğiz bunu? Dedi.<br />

-Kolay dedim gelince görüşürüz. Allah’ın çağırdığı<br />

ihlasla, aşk ve muhabbetle gider ehli keramet<br />

olur da döner. Keramet ehli olur. Feraseti<br />

açılır.<br />

Allah’ın Rasulü’nün çağırdığı kişinin muhabbeti,<br />

aşkı artar, ibadeti, itaati artar. Fakat hayatında<br />

bir değişiklik olmaz.<br />

Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın çağırdığı<br />

kişi, cömert gider cimri olarak gelir. Gider<br />

selametle gelir ihanetle dedim.<br />

Kişi hacdan döndü, aradan biraz zaman geçsinde<br />

rahat bir zamanda gidelim, dedim. Dediler<br />

ki dükkanı açmış dükkanda ağırlıyor misafirlerini.<br />

Kasıtlı olarak tam öğle vakti yanına gittik. Biz<br />

öğle yemeği yemeyiz. Konya’da adettir öğle yemeği<br />

İslam’da ise bidattir. İslam’da öğlen yemeği<br />

diye bir yemek yoktur, sabah ve akşam yemeği<br />

vardır. Sabah yemeğini çokça yiyin akşam yemeğini<br />

fazla kaçırmayın, az yiyin. Akşam yemeği yemezseniz<br />

de erken ihtiyarlarsınız. Allah’ın Rasulü<br />

(sav) böyle tembihliyor. Dört kişiyiz, tabakta beşaltı<br />

tane hurma var, mini mini bardaklarda zemzem.<br />

Ben gülümsedim.<br />

-Niye gülüyorsun, dedi.<br />

-Hani sana bir kıssa anlatmıştım, hatırladın<br />

mı? Önceden her geldiğimizde yemek ikram<br />

ederdin, biz istemezdik. Bugün teklif dahi edemiyorsun.<br />

Zemzemi, hurmayı bir başka misafire<br />

verirsin, dedim.<br />

Müslüman haddini bilen insan demektir. Haddini<br />

bilen insan ise her işini Kur’an’a ve sünnete<br />

götüren demektir. Kur’an’ı ve sünneti hayata<br />

intizam olarak geçirmeyen kimse, ‘Kul ya eyyuhel<br />

kafirun’ diye okur, Allah-u Teala Muhammed<br />

(sav)’e söyledi der, ‘Kul’ emrinin kendine olduğunu<br />

bilmezse, KUL olmayı bilmez. Rabbim bana<br />

ne emredecek diye Kur’an’ı okumaya başlayın:<br />

‘Ya Rabbi Senin adınla kelamına başlıyorum, Habib-i<br />

Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in sana<br />

gelişi gibi geldim. Emret ya Rabbi! Lebbeyk Ya<br />

Rabbi!’<br />

Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyururlar:<br />

“Kim Rabbiyle konuşmak istiyorsa Kur’ân<br />

okusun.“ 5<br />

Kim ki Allah’la muhabbet diler, açsın Kur’an-ı<br />

Kerim okusun. Kim ki Allah’ı ziyaret etmek ister,<br />

açsın Kur’an-ı Kerim okusun. Biz haccı, Kabe’nin<br />

etrafında fırıldak gibi dönmek bilirsek, birine<br />

omuz birine tekme atıp, birine küfür edip gelirsek,<br />

Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanı taşlıyorum<br />

diye ‘filanca gün filanca saatte şu günahı<br />

işletmiştin, al sana’ deyip taşa ayakkabıyı atarsak<br />

hacı mı oluruz sizce? Hala Allah-u Teala’nın kovmuş<br />

olduğu şeytanı, şeytan bilip, karşıdaki taşta<br />

arıyorlar. Yahu senin kolunu burkmuyor ki sen<br />

5 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 7/239; ed-Deylemî, el-<br />

Müsned 1/302<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

27


niyet ediyorsun, o niyetinin ipini gevşetiyor. Sen<br />

faiz alacaksın da yolda karşına banka çıkartıyor.<br />

Sen zina yapacaksın da internette karşına adresler<br />

çıkarıyor. Sen zina yapmaya azmetmişsin<br />

zaten. Niyetine göre Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu<br />

şeytan olaylar çıkartacak. Sen hacca vardığında<br />

makinalı tüfeği alıp taşı tarasan, patriyotları<br />

yağdırsan geri döndüğünde bir daha işlemez<br />

misin o günahı?<br />

İçindeki şeytanı öldürmedikten sonra, sen<br />

seninle olduğun müddetçe günah işleyeceksin<br />

elbette. Benim diyen Allah-u Teala’nın kovmuş<br />

olduğu şeytana benzeyeceksin işte.<br />

<strong>Kurban</strong>da koçu değil nefsini keseceksin. Şimdi<br />

Müslümanlar kurban parasına acıyorlar. Elbette<br />

onu et bayramı haline getirenler utansın.<br />

Birbirini aldatmak için kurban kestik diyenler<br />

utansın. Daha ucuz fiyata kurbanlık arayıp, bir<br />

keseceğime iki kestim diyen cahiller utansın. Beş<br />

yüz liraya bir tanesini alamazken yüz liraya nasıl<br />

alacaksın? İsmini bilmediğin, resmini bilmediğin,<br />

namazını bilmediğin başka diyarlarda, kesilip kesilmediğinden<br />

habersiz kurbana razı oluyorsun.<br />

<strong>Kurban</strong>ınızı Kabil’in kurbanına çevirmeyin. Hacca<br />

giderken, ‘Ben taklidini yapmaya gidiyorum<br />

döndüğümde hayatıma uygulayacağım inşallah’<br />

deyin. Allah’ın Rasulü nasıl hacca yöneldiyse nasıl<br />

umreye yöneldiyse bizde öyle yöneleceğiz. Allah-u<br />

Teala’nın Kabe’si kulun gönlüdür bunu da<br />

böyle bileceğiz… 6<br />

6 Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin 31.08.2013<br />

tarihli Cumartesi sohbetlerinden alıntıdır.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

28


Dillerde Zikrimiz<br />

Biz Muhammediyiz gönülden eseriz<br />

Güneşin doğup battığı yerdeyiz biz<br />

Gül-i Rana Sultan Murad bazarındanız<br />

Gülzarıyız oluk oluk Fatih hanlarız<br />

Damla olur akarız yeryüzüne<br />

Sevgi olur damlarız her bir gönüle<br />

Kan olur akarız kerb-ü beladan<br />

Sultanımızda Rasulullahın (s.a.v) tadı var<br />

Yürüyoruz zaman ve mekân şahit olsun<br />

Dillerde tekbirler sembolümüz olsun<br />

Asırlardır beklenen meş’ale tutuştu<br />

Murad Sultan Gülzarı kalp bağımız olsun<br />

Der ki fuzuli aşık-ı sadık menem<br />

Bende mecnunun adı var<br />

Bizde deriz ki aşk Muradımızdır<br />

Bizde Efendimizin himmeti var<br />

Ve dahi deriz ki biz Muhammediyiz<br />

Bizde Sultanımızın bereketi var<br />

Ve kalben beyan ederiz: Biz biriz<br />

Bizde Şeyhimizin sevdası var<br />

Dillerde zikrimizdir daim Subhanallah<br />

Gönüllerde keremimizdir Zikrullah<br />

Daim Allah deriz hak La İlahe İllallah<br />

Sultan Murad aşkımızdır Elhamdülillah<br />

Ebubekir ONHAN


SAHABE-İ GÜZİN<br />

Burak Çınar<br />

(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />

EBÛ ZER GIFÂRÎ<br />

Ebû Zer-i Gıfârî, Mekke’nin ticâret yolu<br />

üzerinde yaşamakta olan Benî Gıfârkabîlesindendir.<br />

Bunlar Arabistan’da bulunan diğer<br />

kabîleler gibi câhiliye devrinin her çeşit kötülüğünü<br />

işliyor ve putlara tapıyordu. Ticâret<br />

kervanlarını çevirip, yağmacılık yapmalarıyla<br />

tanınmışlardı.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî de çevresinin te’sîriyle bir<br />

müddet kervan soygunlarına katılmıştı. Kavmi<br />

arasında atılganlığı ve cesâreti ile şöhret bulmuş,<br />

gücü, kuvveti ve yiğitliği ile o çevrede<br />

pek meşhur olmuştu.<br />

Putlardan Nefret Ediyordu<br />

Fakat o, bütün bunlardan bir tat almıyor,<br />

zavallı insanların elleriyle yonttuğu putlara<br />

ilâh diyerek tapmasına şaşıyor, putlardan nefret<br />

ediyordu.<br />

Nihâyet bir gün her şeyin tek bir yaratıcısı<br />

olduğuna inanarak, yol kesme işinden vazgeçti.<br />

İnsanlardan uzak bir hayat yaşamaya ve<br />

Allah Teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için kendisine<br />

yol gösterecek bir rehber aramaya başladı.<br />

Üç sene böylece devam etti.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî hidâyete adım adım yaklaşmakta<br />

iken, Muhammed aleyhisselâma Allah<br />

Teâlâ tarafından peygamberliği bildirilmişti.<br />

Artık insanlar birer ikişer Müslüman olmakla<br />

şerefleniyor, İslâmın nûru âlemi aydınlatmaya<br />

başlıyordu. İslâmın doğuş haberi gün geçtikçe<br />

çevrede yayılıyor, müşrikler ise engellemek<br />

için çâreler arıyordu.<br />

Nihâyet bu haber Benî Gıfâr kabîlesinin<br />

yurduna da ulaşmıştı. Mekke’den gelen biri,<br />

Ebû Zer-i Gıfârî’nin “Lâ ilâhe illallah” dediğini<br />

işitince dedi ki:<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

30


- Mekke’de bir zât var, senin söylediğin<br />

gibi “Lâ ilâhe illallah” diyor ve peygamber olduğunu<br />

bildiriyor.<br />

Ebû Zer heyacanla sordu:<br />

- Hangi kabîledendir?<br />

- Kureyş’tedir.<br />

Ne Haber Getirdin?<br />

Ebû Zer-i Gıfârî bu hâlleri işitir işitmez kardeşi<br />

Üneys’e dedi ki:<br />

- Hayvanına bin, Mekke’ye git, kendisine vahiy<br />

geldiğini söyleyen zâtla görüş, söylediklerini<br />

dinle, benim için bilgi edin, haberini bana getir.<br />

Üneys, Mekke’ye gidip, Peygamber Efendimizin<br />

(asm) mübârek cemâli, sohbeti ve ihsânları<br />

ile şerefledi. Hayran kaldı. Sonra tekrar memleketine<br />

döndü. Kardeşi Ebû Zer kardeşine sordu:<br />

- Ne haber getirdin?<br />

- Vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki, hep<br />

hayrı, iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırıyor.<br />

- Peki insanlar, onun hakkında ne diyorlar?<br />

Zamanın meşhur şairlerinden olan kardeşi<br />

Üneys şöyle cevap verdi:<br />

- Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar. Fakat onun söyledikleri<br />

ne kâhinlerin sözüne, ne de sihirbazların<br />

sözüne benzemiyor. Onun söylediklerini şairlerin<br />

her çeşit şiirleriyle karşılaştırdım. Onlara<br />

hiç benzemiyor, hiç kimsenin sözüyle ölçülemez.<br />

Vallahi o zât hakkı bildiriyor, doğruyu söylüyor.<br />

Ona inanmayanlar yalancı ve sapıklık içindedirler.<br />

Bu zât iyiliği, ahlâkî değerleri emrediyor, kötülükten<br />

de sakındırıyor.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri kardeşinin bu sözü<br />

üzerine:<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

31


- Sen bana, bu husûsta arzû ettiğim, gönlüme<br />

şifâ veren, müşkillerimi giderir bir haber<br />

getirmedin. Kendim gidip, onu görürüm, dedi.<br />

Kardeşi Üneys dedi ki:<br />

- İyi olur, fakat sen Mekke halkından sakın!<br />

Çünkü Mekkeliler, ona karşı son derece kin besliyorlar<br />

ve onunla görüşenleri takip ediyorlar.<br />

Ebû Zer, hemen Mekke’ye gitmeye ve Peygamberimizi<br />

(asm) görüp Müslüman olmaya karar<br />

verdi. Eline bir değnek ve biraz da azık alarak<br />

büyük bir şevkle Mekke yoluna düştü.<br />

Kimseye Sormadı<br />

Mekke’ye varınca hâlini kimseye anlatmadı.<br />

Çünkü bu sırada müşrikler Peygamberimize<br />

(asm) ve yeni Müslüman olanlara şiddetli düşmanlık<br />

yapıyorlar ve bu düşmanlıklarını safha<br />

safha ilerletiyorlardı. Bilhassa Müslüman olup da,<br />

kimsesiz ve garip olanlara işkence yapıyorlardı.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî de Mekke’de kimseyi tanımıyordu.<br />

Garip ve yabancı idi. Bu bakımdan kimseye<br />

bir şey sormadan Kâ’be’nin yanına varıp oturmuştu.<br />

Peygamberimizi (asm) görmek için fırsat<br />

kolluyor, nerede olduğunu öğrenmek için bir işâret<br />

arıyordu. Burada Zemzem’den başka bir şey<br />

yiyip içmiyordu.<br />

Akşam üstü bir sokak köşesine çekildi. Hz. Ali<br />

(ra), Ebû Zer’i gördü. Garip olduğunu anlayarak<br />

alıp evine götürdü. Hâlinden bir şey sormadığı<br />

gibi, Hz. Ebû Zer de ona sırrını açmadı.<br />

Sabah olunca, tekrar Kâ’be’ye gitti. Akşama<br />

kadar dolaştığı hâlde hiçbir ip ucu elde edemedi.<br />

Eski oturduğu köşeye gelip oturdu. Hz. Ali (ra), o<br />

gece yine oradan geçerken, Ebû Zer’i görünce:<br />

- Bu biçâre hâlâ aradığını bulamamış, diyerek<br />

tekrar evine götürdü.<br />

Sabahleyin yine Beytullaha gitti, sonra oturduğu<br />

köşeye çekildi. Hz. Ali (ra) tekrar da’vet<br />

edip evine götürdü ve ona sordu:<br />

- Senin işin nedir? Bu şehre ne için geldin?<br />

- Eğer bana doğru bilgi vereceğine kat’î söz<br />

verirsen, söylerim.<br />

- Söyle, hâlini kimseye açmam.<br />

Akıllılık Ettin<br />

- İşittim ki, burada bir Peygamber çıkmış.<br />

Onunla görüşmesi, ondan işittiklerini ezberleyip<br />

bana nakletmesi için kardeşimi göndermiştim.<br />

Kardeşim gönlüme şifâ verecek bir haber getirmedi.<br />

Onun için bizzat kendim onunla görüşmek<br />

ve ona kavuşmak için buraya geldim.<br />

- Sen doğruyu buldun, akıllılık ettin. Bu zât<br />

Allah’ın Resûlüdür, hak Peygamberdir. Sabahleyin<br />

ben o zâtın yanına gidiyorum. Beni takip et,<br />

senin için korkulacak bir şey görürsem, ayakkabımı<br />

düzeltiyormuş gibi yaparım. Sen beklemez<br />

gidersin. Ben geçip gidersem, arkamdan gel ve<br />

benim girdiğim eve sen de peşimden gir!<br />

Ebû Zer-i Gıfârî, Hz. Ali (ra)’yi takip edip, onunla<br />

birlikte Peygamberimizin (asm) mübârek yüzünü<br />

görmekle şereflendi. Ve hemen:<br />

- Esselâmü aleyküm, diyerek selâm verdi. Bu<br />

selâm İslâm’da bu şekilde verilen ilk selâm ve<br />

Ebû Zer-i Gıfârî de ilk selâmlayan kimse oldu.<br />

Peygamber efendimiz selâmını aldıktan sonra,<br />

aralarında şu konuşma geçti:<br />

- Sen kimsin?<br />

- Gıfâr kabîlesindenim.<br />

- Ne zamandan beri buradasın?<br />

- Üç gün üç geceden beri buradayım.<br />

- Seni kim doyurdu?<br />

- Zemzem’den başka bir yiyecek, içecek bulamadım.<br />

Zemzemi içtikçe hiç açlık ve susuzluk duymadım.<br />

- Zemzem mübârektir. Aç olanı doyurur.<br />

- Yâ Muhammed! İnsanları neye da’vet ediyorsun?<br />

- Bir olan ve ortağı bulunmayan <strong>Allah’a</strong><br />

îmân etmeye ve putları terketmeye, benim<br />

de Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet etmeye<br />

da’vet ediyorum.<br />

Bana İslâmı Bildir<br />

Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri:<br />

- Bana İslâmı bildir, dedi.<br />

Peygamber Efendimiz (asm) ona Kelime-i<br />

şehâdeti okudu. O da söyleyip, Müslüman oldu.<br />

Ebû Zer Müslüman olmanın verdiği büyük bir iştiyâkla<br />

dedi ki:<br />

- Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ’ya yemîn ederim<br />

ki, Müslüman olduğumu Kâ’be’de müşrikler<br />

arasında haykırmadıkça memleketime dönmiyeceğim.<br />

Bundan sonra Ebû Zer-i Gıfârî Kâ’be yanına gidip,<br />

yüksek sesle:<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

32


- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne<br />

Muhammeden abdühu ve Resûlüh, diye haykırdı.<br />

Bunu işiten müşrikler hemen üzerine hücum<br />

ettiler. Taş, sopa ve kemik parçaları ile öyle dövdüler<br />

ki, kanlar içinde kaldı.<br />

Bu hâli gören Hz. Abbâs seslendi:<br />

- Bırakın bu adamı, öldüreceksiniz! O sizin ticâret<br />

kervanınızın geçtiği yol üzerinde oturan bir<br />

kabîledendir. Bir daha oradan nasıl geçeceksiniz?<br />

Böylece Ebû Zer Hazretlerini müşriklerin elinden<br />

kurtardı.<br />

Kavminin Yanına Dön!<br />

Müslüman olmakla şereflenmenin verdiği<br />

şevkle, öylesine seviniyor ve coşuyordu ki, ertesi<br />

gün gene Kâ’be’nin yanında Kelime-i şehâdeti<br />

yüksek sesle bağıra bağıra söyledi. Bu sefer de<br />

üzerine hücum eden müşrikler, yere yıkılıncaya<br />

kadar dövdüler. Yine Hz. Abbâs yetişip, ellerinden<br />

kurtardı.<br />

Bundan sonra Peygamber Efendimiz (asm)<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretlerine buyurdu ki:<br />

- Şimdi kavminin yanına dön! Emrim sana<br />

ulaşınca, onu kavmine haber ver! Ortaya çıktığımızın<br />

haberi sana geldiği zaman yanımıza<br />

dön!<br />

Bu emir üzerine Ebû Zer-i Gıfârî kendi kabîlesi<br />

arasına dönüp, onlara İslâmiyeti anlatmaya başladı.<br />

Hicrete kadar bu hizmete devam etti.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri kavmini İslâmiyete<br />

da’vet ediyordu. Birgün kabîlesine, Allah’ın bir<br />

ve Muhammed aleyhisselâmın onun Resûlü olduğunu<br />

ve bildirdiklerinin hak ve tapmakta oldukları<br />

putların bâtıl, boş ve ma’nâsız olduğunu<br />

söylemişti. Kendisini dinleyen kalabalıktan bir<br />

kısmı, “Olamaz” diye bağrışmaya başladılar. Bu<br />

sırada kabîlenin reisi Haffâf, bağıranları susturdu<br />

ve dedi ki:<br />

- Durun, dinleyelim bakalım ne anlatacak!<br />

İşte Sizin Taptığınız Şey<br />

Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri şöyle devam<br />

etti:<br />

- Ben Müslüman olmadan önce, bir gün Nuhem<br />

putunun yanına gidip, önüne süt koymuştum.<br />

Bir de baktım ki, bir köpek yaklaşıp, sütü<br />

içiverdi. Sonra da putun üzerine pisledi. Görüyorsunuz<br />

ki, put köpeğin üzerini kirletmesine<br />

mânî olacak güçte bile olmayan bir taş! İşte sizin<br />

taptığınız şey! Köpeğin bile hakâret ettiği puta<br />

tapmak hoşunuza gidiyorsa, buna çok şaşılır.<br />

Herkes başını eğmiş duruyordu. İçlerinden<br />

biri cevap verdi:<br />

- Peki senin bahsettiğin Peygamber neyi bildiriyor.<br />

Onun doğru söylediğini nasıl anladın?<br />

Bunun üzerine Ebû Zer Hazretleri, yüksek sesle<br />

kalabalığa şöyle hitap etti:<br />

- O, Allah’ın bir olduğunu, O’ndan başka ilâh<br />

olmadığını, her şeyi yaratan ve her şeyin mâliki,<br />

sahibi olduğunu bildiriyor. İnsanları <strong>Allah’a</strong> îmân<br />

etmeye çağırıyor. İyiliğe, güzel ahlâka ve yardımlaşmaya<br />

da’vet ediyor. Kız çocuklarını diri diri<br />

gömmenin ve yaptığınız diğer her türlü kötülüğün,<br />

haksızlığın, zulmün, çirkinliğini ve bunlardan<br />

sakınmayı emrediyor.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri İslâmiyeti uzun<br />

uzun açıkladı. Kabîlesinin, içinde bulunduğu sapıklığı<br />

bir bir sayıp, bunların zararlarını ve çirkinliğini<br />

gayet açık bir şekilde anlattı. Onu dinleyenler<br />

arasında başta kabîle reisi Haffâf, kendi kardeşi<br />

Üneys olmak üzere çoğu Müslüman oldu.<br />

Diğerleri ise daha sonra Peygamberimizi (asm)<br />

görerek Müslümanlığı kabûl ettiler.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri bu hizmetleri<br />

yaptığı sırada, İslâmiyet, Mekke’de ve civârında<br />

oldukça yayılmıştı. Müşriklerin zulmü de o derece<br />

artmış, İslâm uğrunda kanlar dökülmüş, ilk<br />

şehîdler verilmişti. İki defa Habeşistan’a, daha<br />

sonra Medîne-i Münevvereye hicret yapıldı.<br />

Her Şeyi Sorardı<br />

Ebû Zer Hazretleri de Medîne’ye hicret etti.<br />

Peygamber Efendimiz (asm) hicretten sonra Eshâb-ı<br />

kirâm arasında kurduğu kardeşlikte Ebû<br />

Zer Hazretlerini de Münzir bin Amr Hazretleri ile<br />

kardeş yaptı. Daha sonra İslâmı anlatması için<br />

tekrar kabîlesi arasına gönderildi.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri Hendek savaşından<br />

sonra Medîne’ye geldi ve yerleşti. Bundan<br />

sonra Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı.<br />

Bütün zamanını dîni öğrenmeye ayırdı. İlim<br />

öğrenmek husûsunda büyük gayret sahibi idi.<br />

Her şeyi Peygamberimize (asm) sorardı. Îmân,<br />

ihsân, emir ve yasaklar husûsunda, Kadir Gecesi<br />

ve daha birçok husûsların sırlarını, izâhını, namaza<br />

dâir ince husûsları ve nice şeyleri Resûlullah<br />

(asm)’a bizzat sorarak öğrenmiştir.<br />

Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) Ebû Zer’i çok<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

33


sever, ona, husûsî iltifât buyururdu. Çok zaman<br />

gece geç vakte kadar Resûlullah (asm)’ın huzûrunda<br />

kalırdı. Peygamberimizin (asm) mahremi,<br />

sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri konuşurdu.<br />

Ayrıca Ebû Zer Hazretleri, Peygamberimizin<br />

(asm) mübârek elini öpmek saâdetine kavuşmuştur.<br />

Resûlullah Efendimize bi’ât ederken de,<br />

“Hak Teâlâ’nın yolunda hiçbir kötüleyicinin kötülemesine<br />

aldanmıyacağına, ne kadar acı olursa<br />

olsun dâimâ doğru sözlü olacağına” söz vermişti.<br />

Ömrünün sonuna kadar hep böyle kaldı. Bu<br />

husûsta Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki:<br />

- Dünyaya Ebû Zer’den daha sâdık kimse<br />

gelmedi.<br />

Tebûk Seferi<br />

Resûlullah (asm)’a anlatılamayacak derecede<br />

muhabbeti ve bağlılığı vardı. Bir defasında şöyle<br />

demiştir:<br />

- Yâ Resûlallah, benim kalbim yalnız Allah<br />

Teâlâ’nın ve sizin muhabbetinizle doludur. Bu<br />

muhabbet o derecede ki, insanın kalbi ancak bu<br />

kadar muhabbetle dolu olur.<br />

Tebük muharebesinde Ebû Zer-i Gıfârî Hazretlerinin<br />

devesi pek zayıf ve dayanıksız olduğu için<br />

geride kalmıştı. Yolun ortasında devesi çöküp<br />

kalınca, devesinden indi. Eşyasını sırtına yükleyerek<br />

orduya yetişmek için yaya yürümeye başladı.<br />

Şiddetli sıcak ortalığı kavuruyordu. Bir öğle<br />

vakti Ebû Zer orduya yetişti. Resûlullah (asm)’ın<br />

yanında bulunan Eshâb-ı kirâm dediler ki:<br />

- Yâ Resûlallah! Tek başına bir adam geliyor.<br />

Resûlullah Efendimiz (asm):<br />

- Ebû Zer midir? Onun olmasını isterim, buyurdular.<br />

Eshâb-ı kirâm dikkatle bakıp Resûlullah<br />

(asm)’a dediler ki:<br />

- Yâ Resûlallah, gelen Ebû Zer’dir.<br />

- Allah Ebû Zer’e rahmet eylesin! O, yalnız<br />

yaşar, yalnız yürür, yalnız başına vefât eder<br />

ve yalnız başına haşrolunur.<br />

Daha sonra Ebû Zer’e:<br />

- Ey Ebû Zer! Niçin geride kaldın, buyurdular.<br />

Her Adımına Karşılık<br />

Ebû Zer, devesinin durumunu anlattı ve bu<br />

sebeple geride kaldığını söyledi. Bunun üzerine<br />

Resûlullah efendimiz:<br />

- Bana gelip kavuşuncaya kadar, attığın<br />

her adımına karşılık, Allah Teâlâ bir günâhını<br />

bağışlasın, diye duâ buyurdular.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî dünyaya hiç değer vermezdi.<br />

Son derece kanâatkâr, fakîr ve yalnız yaşardı. Peygamber<br />

Efendimiz (asm) bu sebeple ona, “Mesîh-ül-İslâm”lâkabını<br />

vermişti.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

34


Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Mekke’nin fethine<br />

de kendi kabîlesinin sancağını taşıyarak katılmıştır.<br />

Peygamberimize (asm) tam bağlanıp, onun<br />

sevip, beğendiğini seven, sevmediğini ve beğenmediğini<br />

sevmeyen Ebû Zer, Resûlullah<br />

(asm)’ın vefâtında da yanında bulunmuştur. Peygamberimizin<br />

(asm) vefâtından sonra bir köşeye<br />

çekilip, son derece mahzûn ve yalnız yaşadı. Hz.<br />

Ebû Bekir (ra)’in halîfeliği devrinde de böyle yaşayıp,<br />

onun vefâtından sonra Şam’a gitti. Oraya<br />

yerleşti.<br />

Bir gün Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Kâ’be’nin<br />

yanında durarak şöyle dedi:<br />

- Ey ahâli, sizden biri bir yolculuğa çıkacak olsa,<br />

azıksız aslâ çıkmaz, mutlaka bir yol hazırlığı yapar.<br />

Yanına yiyecek, içecek, para vs. alır. Dünya hayâtında<br />

bir yolculuğa çıkan bir insan, azık almadan<br />

çıkmazsa, ya âhıret yolculuğuna çıkacak birisi,<br />

azıksız nasıl çıkar?<br />

Âhıret Azığı<br />

Orada toplanan ahâli sordu:<br />

- Bizim âhıret azığımız nedir yâ Ebâ Zer?<br />

- Dünyayı iki kısma ayırınız. Birini dünyalık<br />

elde etmeye, diğerini de âhıret hazırlığı yapmaya<br />

tahsîs ediniz. Üçüncüsü size zararlı olur, fayda<br />

vermez.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Hz. Osman (ra)’ın<br />

halîfeliğine kadar Şam’da kaldı. Şam halkına din<br />

bilgilerini öğretmekle meşgul oldu. Şüphelilerden<br />

ve harâmlardan son derece sakınırdı. Evinde<br />

bir günlük nafakasından fazlasını bulundurmaz,<br />

hep fakîrlere dağıtırdı.<br />

Bir defasında Şam vâlisi, tecrübe etmek için,<br />

hizmetçisi ile akşam on bin dirhem altın göndermişti.<br />

Ebû Zer Hazretleri altınları alınca uykusu<br />

kaçtı, uyuyamaz hâle geldi. Hemen kalktı ve<br />

fakîrlere dağıttı. Yanında tek altın bile saklamadı.<br />

Ertesi gün vâlinin hizmetçisi gelip dedi ki:<br />

- Aman efendim, dün akşam sana getirdiğim<br />

altınlar meğerse başkasına gidecekmiş. Yanlışlıkla<br />

sana getirmişim. Mümkünse altınları geri alayım,<br />

yoksa vâli benden hesap sorar.<br />

Bunun üzerine Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri buyurdu<br />

ki:<br />

- Oğlum, onları fakîrlere dağıttım. Sen vâliden<br />

iki-üç gün mühlet iste, ben bu parayı hazırlarım,<br />

o zaman iâde ederiz.<br />

Vâlinin adamı durumu vâliye anlattı. Vâli, Ebû<br />

Zer’in, sözünün eri olduğunu anladı.<br />

Ancak, Ebû Zer’in bir günlük ihtiyaçtan fazlasını<br />

bulundurmayıp dağıtmasını ve halkı buna<br />

teşvik etmesini, halkın anlamayacağını anlayan<br />

vâli, durumu halîfe Hz. Osman (ra)’a mektup ile<br />

bildirdi.<br />

Medîne’den Ayrıl!<br />

Bunun üzerine halîfe, Ebû Zer’i Medîne’ye<br />

da’vet etti. Ebû Zer, Medîne’ye geldiğinde, evlerin<br />

Sel Dağına dayandığını ve refâhın arttığını<br />

gördü. Halîfenin huzûruna çıkınca, Hz. Osman<br />

(ra)’a, niçin insanların biriktirdikleri malları dağıttırmıyorsun,<br />

diye sordu. Bunun üzerine Hz. Osman<br />

(ra) buyurdu ki:<br />

- Yâ Ebâ Zer, halkı zühd yoluna zorla sokmak<br />

imkânsızdır. Onlar zekâtlarını verdikten sonra,<br />

benim vazîfem, onlar arasında Hak Teâlâ Hazretlerinin<br />

emriyle hükmetmek ve onları çalışma, iktisat<br />

tarafına teşvik eylemektir.<br />

Bunun üzerine Ebû Zer dedi ki:<br />

- Resûlullah (asm) bana “Binalar Sel dağına<br />

ulaştığı zaman, sen Medîne’den ayrıl!” diye<br />

emretmişlerdi. İzin verirseniz, ben Medîne’den<br />

gideyim.<br />

Hz. Osman (ra) müsâade buyurdu. Birkaç<br />

koyun ve keçi, yetecek miktarda yiyecek vererek,<br />

Medîne-i Münevvere yakınlarındaki Rebeze<br />

adındaki köye gitmesini söyledi. Ailesi de<br />

Şam’dan buraya gönderildi.<br />

Ebû Zer-i Gıfârî Hazretleri, Rebeze’de, küçük<br />

bir kulübeye yerleşti. Gelip geçenlere, hadîs-i<br />

şerîf ve dînî bilgiler öğretmeye başladı. Halîfenin<br />

hediye ettiği, birkaç koyun ve keçisi vardı. Onlarla<br />

hayatını devam ettiriyor, dâimâ <strong>Allah’a</strong> şükrediyordu.<br />

Elbisen Eskidi<br />

Birgün, muhterem hanımı hatırlattı:<br />

- Elbisen çok eskidi, bir yenisini bulamaz mıyız?<br />

- Bize artık elbise değil, kefen lâzımdır! Üstelik<br />

sana, iyi haberlerim var.<br />

- Hayırdır İnşâallah efendi...<br />

- İnşâallah yakında, Allah’ın sevgilisi Peygamber<br />

Efendimize (asm) kavuşacağım. Ey ölüm çabuk gel,<br />

rûhum Rabbime kavuşmak sevgisiyle çırpınıyor.<br />

Hanımı ağlamaya başladı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

35


- Niçin ağlıyorsun hanım?<br />

Kadıncağız bir şeyler söylemek için dedi ki:<br />

- Nasıl ağlamıyayım! Gerçekten bir emr-i Hak<br />

vâki olsa, vefât etsen, ben buralarda tek başıma<br />

ne yaparım? Sonra bir kefen bezimiz bile yok. Ayrıca<br />

kadın başıma, seni nasıl defnedebilirim?<br />

- Şimdi bunları bırak da, kapıya çık bakalım!<br />

Gelen giden, var mı?<br />

Hanımı gözlerini sildi. Kapı önüne çıktı. Uzaklara,<br />

ufuklara baktı, baktı. Issız çöl rüzgârlarından<br />

başka, ne gelen vardı, ne giden! Üzüntüyle içeri<br />

döndü. Başını salladı:<br />

- Bilirsin ki, hac mevsimi geçti. Bu günlerde, şu<br />

ıssız çöle, kimin yolu düşebilir?<br />

- Gelirler! Gelirler! Sen şimdi kalk! Bir keçi kes;<br />

pişirmeye başla! İyi kalbli Müslüman cemâ’ati gelince,<br />

onlara ikrâm edersin. Sakın, yemeden onları<br />

salıverme!<br />

Hanımı, tekrar dışarı çıktı. Gözleri nemli, efendisinin<br />

emirlerini yerine getirmeye başladı. Yemek<br />

pişirirken yolu da gözlüyordu. İşte bu sırada<br />

ufukta, bir toz bulutu belirdi. Bulut yaklaştı, yaklaştı.<br />

Gelenler Var!<br />

Nihâyet atlılar ve develiler, açıkça belli oldular.<br />

O zaman kadıncağız buruk bir sevinçle içeri<br />

koştu:<br />

- Müjde efendi! Söylediğin gibi, gelenler var!<br />

Yaşlı Sahâbînin gözleri parladı ve dedi ki:<br />

- Elhamdülillah! Çok şükür, geldiler demek. Öyleyse,<br />

gel de şu yaşlı vücûdumu, Kıbleye doğru çevirelim.<br />

Sonra Kelime-i Şehâdet getirip vefât etti. Hanımı,<br />

efendisinin dediklerini yaptı. Sonra tekrar,<br />

kapı önüne çıktı. Yolcular gelmişlerdi.<br />

Bunlar Abdullah bin Mes’ûd, Mâlik bin Eşter<br />

ve ba’zı Müslümanlardı. Kadıncağız eliyle, gelenlere<br />

evi gösterip sordu:<br />

- Ebû Zer içerde, vefât etti. Onu kefenleyip,<br />

ecre, sevâba nâil olmak istemez misiniz?<br />

Bu ismi duyan kâfile mensupları, hep birlikte,<br />

Ebû Zer Hazretlerinin hizmetine koştular.<br />

Abdullah bin Mes’ûd’un verdiği kefenle kefenlendi<br />

ve cenâze namazını da, Abdullah bin<br />

Mes’ûd kıldırdı. Hazırlanan etten de yiyerek hep<br />

birlikte Medîne’ye döndüler. Çoluk çocuğunu<br />

Hz. Osman (ra) himâyesine aldı.<br />

Hz. Ömer (ra), halîfeliği zamanında birgün arkadaşları<br />

ile oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada<br />

iki genç huzûruna geldi. Yanlarında kollarından<br />

sıkıca tuttukları bir genç vardı. Kollarından tutulan<br />

genç, temiz giyimli mert birine benziyordu.<br />

Biri geliş sebeplerini şöyle anlattı:<br />

- Bu genç, babamızı öldürdü. Bunun muhâkeme<br />

edilmesini istiyoruz.<br />

Üç Gün Mühlet Ver<br />

Hz. Ömer (ra), her iki tarafın da ifâdelerini aldı.<br />

Hâdisenin nasıl cereyân ettiği iyice öğrenildikten<br />

sonra kâtil genç suçlu görülerek idâma mahkûm<br />

edildi.<br />

Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra,<br />

dedi ki:<br />

-Siz, mü’minlerin emîrisiniz. Emriniz başımızın<br />

üzerinedir. Kararın yerine getirilmesine hazırım.<br />

Ancak, babam vefât etmezden önce paralarını<br />

ayırmış, bana,”Oğlum, şunlar senin, şunlar da<br />

kardeşinindir. Büyüyünceye kadar sen muhâfaza<br />

et! Büyüyünce kendisine verirsin.” diye vasiyet etmişti.<br />

Ben de bu paraları bir yere gömdüm. Şimdi<br />

karar infaz edilirse, bu paralar orada kalır. Çünkü<br />

benden başka yerini bilen yoktur. Yetim hakkı<br />

zâyi olur. Bana üç gün müsaade ederseniz gider<br />

emâneti ehil birine teslim ederim. Sonra da gelir<br />

teslim olurum.<br />

Hz. Ömer (ra):<br />

-Yerine bir kefil bırakman lâzım, buyurdu.<br />

-Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?<br />

-Kefilini göster!<br />

Genç, orada bulunanların yüzüne dikkatlice<br />

baktı. Sonra Ebû Zer Gıfarî Hazretlerini göstererek:<br />

- İşte bu zât kefil olur, dedi.<br />

Hz. Ömer (ra):<br />

- Ey Ebû Zer, kefil olur musun?<br />

- Evet, üç güne kadar döneceğine ben kefil<br />

olurum.<br />

Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi.<br />

Da’vâcı gençler gelmiş fakat, suçlu genç gelmemişti.<br />

Da’vâcılar dedi ki:<br />

- Ey Ebû Zer, kefil olduğun genç gelmedi.<br />

Madem o gelmedi, sen onun kefili olarak, onun<br />

cezâsını çekmedikçe buradan ayrılmayız.<br />

Ebû Zer Hazretleri gayet sakin bir şekilde:<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

36


- Daha vakit var, sürenin sonuna kadar bekleyin<br />

bakalım. Eğer gelmezse, ben hazırım.<br />

Sözünde Durdu<br />

Nihâyet bildirilen vakit doldu. Ebû Zer Hazretleri<br />

de ortaya çıkıp, cezâsının infazını istedi. Tam<br />

bu sırada, toz duman içinde birinin gelmekte olduğunu<br />

gördüler. Gelen, o gençten başkası değildi.<br />

Genç geciktiği için özür dileyerek:<br />

- Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi<br />

de ona emânet ettim. Dayımın yeri haylı uzak olduğu<br />

için ancak bu zamanda gelebildim.<br />

Orada bulunanlar, gencin sözünde durmasına<br />

hayran kaldılar. Bu husûsu kendisine söylediklerinde:<br />

- Mert olan hakîki Müslüman sözünde durur.<br />

Arkamdan, “Artık dünyada sözünde duran kalmadı.”<br />

dedirtmem.<br />

Ebû Zer Hazretlerine, genci tanımadığı hâlde<br />

neden kefil olduğunu sorduklarında:<br />

- Genç bana güvenerek, “Bu bana kefil olur.”<br />

dedi. Bunu reddetmeyi mürüvvete, insanlığa<br />

sığdıramadım. “Âlemde fazîlet, iyilik kalmamış.”<br />

dedirtmem.<br />

Bu durumu gören da’vâcılar:<br />

- Biz de “Bu dünyada kerem sahibi, cömert<br />

kalmadı.” dedirtmeyiz. Allah rızâsı için,<br />

da’vâmızdan vazgeçtik, ölenin vârisleri olarak<br />

affettik, dediler.<br />

Peygamber Efendimiz (asm) Ebû Zer Hazretleri<br />

hakkında buyurdu ki:<br />

- Benim ümmetimde Ebû Zer, Meryem oğlu<br />

İsâ’nın zühdüne sahiptir. Bu fıtrat üzere yaratılmıştır.<br />

İsâ aleyhisselâmın tevazuuna bakmak<br />

kendisini mesrur eden kimse, Ebû Zerr’e<br />

nazar eylesin.<br />

Ebû Zerr-il Gıfârî Peygaberimiz (asm)’den bizzat<br />

işiterek 281 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden<br />

Enes bin Mâlik, İbn-i Abbas, Hâlid bin<br />

Vehba, Zeyd bin Vehb, Hurşe bin Hurr, Cübeyr<br />

bin Nüfeyr, Ahnef bin Kays, Abdullah bin Samit,<br />

Amr bin Meymun ve daha çok sayıda hadîs âlimi,<br />

hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ondan rivâyet edilen<br />

bu hadîs-i şerîfler Kütüb-i sitte denilen meşhur<br />

altı hadîs kitabında yer almıştır.<br />

Ebû Zerr’in rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsî şöyledir:<br />

Allahü tebâreke ve teâlâ Hazretleri buyurdu<br />

ki:<br />

“Ey kullarım! Şüphesiz zulmü kendime<br />

haram kıldım. Ya’ni zulümden münezzehim.<br />

Bunu size de haram kıldım. Sakın kimseye zulüm<br />

etmeyin.”<br />

“Ey kullarım! Hepiniz, dalâlet, sapıklık üzere<br />

yaratıldınız. Yani din bilgilerini bilmiyordunuz.<br />

Ancak sizden hak yoluna hidayet ve<br />

imân etmeğe muvaffak eylediğim kimseler<br />

hidayete kavuştu, dalâletten kurtuldu. Benden<br />

hidayet isteyiniz, sizi hidayete kavuşturayım.”<br />

“Ey benim kullarım hepiniz açtınız. Fadl<br />

ve keremimle sizleri yedirip içirip doyurdum.<br />

Benden yiyecek içecek talep ediniz ki size bunun<br />

sebeplerini ve yolunu kolaylaştırayım.”<br />

“Ey benim kullarım hepiniz çıplaktınız, hepinizi<br />

ben giydirdim. Benden giyecek talep<br />

ediniz ki sizi giydireyim.”<br />

“Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiç<br />

bir zarar veremezsiniz ve bana hiç bir fâide<br />

sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh<br />

ve müberrâyım. Ben ganiyy-i mutlakım siz de<br />

fakir-i mutlaksınız.”<br />

“Ey benim kullarım! Eğer sizin öncekileriniz<br />

ve sonrakileriniz, insanlarınız, cinleriniz,<br />

takvânın en yüksek derecesinde olsa, benim<br />

mülkümde zerrece artış olmaz. Zühd ve takvânızın<br />

fâidesi yine sizedir.”<br />

“Ey benim kullarım! Sizin öncekileriniz ve<br />

sonrakileriniz insan ve cinleriniz, yani hepiniz<br />

en âsî bir kimse gibi hep, isyânkâr ve<br />

günâhkâr olsanız, benim mülkümden zerre<br />

eksilmez. Bunların zararı, ziyânı size ulaşır.”<br />

“Ey kullarım! Öncekileriniz ve sonrakileriniz,<br />

insanlarınız ve cinleriniz, yeryüzünde<br />

bir yerde el kaldırıp benden isterseniz, (Ben<br />

de dilersem), her istediğinizi veririm. Böylece<br />

benim mülkümden bir şey eksilmiş olmaz.<br />

İğne denize daldırıldığı zaman iğne denizden<br />

birşey eksiltir mi? Ucunda kıymetsiz bir yaşlık<br />

kalır.”<br />

“Ey kullarım! Sizin amel ve ibadetlerinizi,<br />

her işinizi, ilmi ezelîm ve hafaza meleklerim<br />

ile zapt ve hıfz ederim. Sonra işlerinizin karşılığını<br />

âhirette noksansız veririm. İşte bu şekilde<br />

her kim bir hayır işlerse, bana hamd-ü senâ<br />

eylesin. Bu da benim ihsânımdır. Bundan başka<br />

iş işleyenler de beni değil, kendi nefislerini<br />

kötülesinler. Zira kötülük işleyenler, irâde-i<br />

cüz’iyyeleri ile kendi nefslerine uyarak günâh<br />

işliyorlar.”<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

37


Ebû Zerr-il Gıfârî şöyle anlatmıştır<br />

Bir gün mescid girdim. Resûlullah Efendimiz<br />

(asm) yalnız oturuyordu. Ben de yanına oturdum,<br />

buyurdu ki:<br />

- Yâ Ebû Zer, mescide girince iki rekât namaz<br />

(tahıyyet-ül mescid) kılmak gerekir. Kalk<br />

kıl.<br />

Kalktım iki rekât tahıyyet-ülmescid namazı<br />

kıldım sonra yine Resûlullah (asm)’ın yanına varıp<br />

oturdum. Dedim ki,<br />

- Yâ Resulallah, bana namaz kılmayı emir buyurdunuz.<br />

Bu namaz nedir?<br />

- Azı ve çoğu Allah Teâlâ’nın koyduğu bir<br />

ibâdettir.<br />

- Yâ Resûlallah hangi amel daha efdaldir:<br />

- Allah Teâlâ’ya imân etmek ve onun yolunda<br />

cihad yapmak.<br />

- Yâ Resûlallah imân bakımından en kâmil<br />

mü’min hangisidir?<br />

-Ahlâkı en güzel olanıdır.<br />

-Yâ Resûlallah mü’minlerin en emini kimdir?<br />

- İnsanlara elinden ve dilinden zarar gelmeyen<br />

kimsedir.<br />

-Yâ Resûlallah en efdal hicret hangisidir?<br />

- Günâhlardan uzaklaşmaktır.<br />

- Yâ Resûlallah en efdal namaz hangisidir?<br />

- En uzûn kılınan namazdır.<br />

- Yâ Resûlallah, oruç nedir?<br />

- Ecrini, mükâfatını bizzat Allah Teâlâ’nın<br />

katkat vereceği bir farzdır ibâdettir,<br />

- Yâ Resûlallah hangi cihad daha efdaldir?<br />

- Mal ve canı ile yapılan cihaddır,<br />

- Yâ Resûlallah hangi köleyi azât etmek daha<br />

efdaldir?<br />

- Madden ve manen kıymetli olanı.<br />

- Sadakanın en efdali hangisidir?<br />

- Az da olsa fakirin gönlünü almak için verilendir.<br />

- Yâ Resûlallah, Allah Teâlâ’nın indirdiği âyetler<br />

içinde en fazîletlisi hangisidir?<br />

- Âyet-el kürsîdir..<br />

Ebû Zer Hazretleri devam ederek,<br />

- Yâ Resûlallah bana nasihât et!<br />

- Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ederim. İşin<br />

başı budur.<br />

- Yâ Resûlallah biraz daha!..<br />

- Sana Kur’ân-ı Kerîmi okumayı tavsiye<br />

ederim. O senin için yeryüzünde nur, gökte<br />

meleklerin övgüsüdür.<br />

- Biraz daha...<br />

- Çok gülmeyi terket, çok gülmek kalbi öldürür,<br />

yüzün nurunu giderir.<br />

- Biraz daha nasihât buyur, Yâ Resûlallah!<br />

- Susmayı tercih et sadece hayır söyle, bu<br />

şeytanı senden uzaklaştırır, dîne uymakta<br />

sana yardımcı olur.<br />

- Biraz daha, Yâ Resûlallah!<br />

- Cihad et, çünki cihad ümmetimin zühdüdür.<br />

- Biraz daha...<br />

- Miskinleri, fakirleri sev onlarla bulun.<br />

- Biraz daha, Yâ Resûlallah!<br />

- Kendinden aşağı olanlara bak, senden<br />

üstün olanlara bakma, çünkü içinde bulunduğun<br />

hal senin için nimettir.<br />

- Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim!<br />

- Akrabanı ziyaret et, onlar seni ziyaret etmeseler<br />

de.<br />

- Biraz daha, Yâ Resûlallah dedim.<br />

- Allah Teâlâ’ya itâat et, kınayanların kınamasına<br />

aldırma.<br />

- Biraz daha nasihât et, Yâ Resûlallah!<br />

- Acı da olsa Hakkı söyle!<br />

- Biraz daha istedim.<br />

- Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan<br />

el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ahlâk<br />

gibi de soyluluk yoktur.<br />

Kaynaklar:<br />

1) Hilyet-ül-evliyâ, 1/156.<br />

2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d 1/219, 2/354.<br />

3) El-A’lâm, 2/140.<br />

4) Tehzîb-üt-tehzîb 12/90.<br />

5) El-İsâbe 4/62.<br />

Selam ve dua ile...<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

38


MÜSLÜMAN<br />

BİLİMADAMLARI<br />

ALİ KUŞÇU<br />

FARUK KUL<br />

Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve<br />

kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında<br />

Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü<br />

Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşcu<br />

başısı (doğancıbaşı) olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’<br />

lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren<br />

matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu,<br />

devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde<br />

Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den<br />

matematik ve astronomi dersi aldı.Daha sonra<br />

bilgisini artırmak için Kirman’a gitti. Burada Hall-ü<br />

Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması)<br />

adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı.<br />

Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman’da eğitimini<br />

tamamladıktan sonra Uluğ Bey’e yardımcı ve<br />

rasathanesine müdür olmuştu. 1449’da hacca<br />

gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu Hükümdarı<br />

Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve<br />

Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi.<br />

Ali Kuşçu, Uzun Hasan’ın sözcülüğünü yaptıktan<br />

sonra Fatih’in davetiyle İstanbul’a geldi. XV.<br />

yüzyılın ilk yarısında, Semerkant, dünyanın en<br />

önemli bilim merkeziydi.<br />

Uluğ Bey Rasathanesi, gök bilgisi araştırmaları<br />

için en doğru sonuçları alıyordu. Rasathanenin<br />

genç müdürü Ali Kuşçu, gece gündüz demeden<br />

çalışıyor, bilimsel gerçeklere yenilerini katmak<br />

için uğraşıp didiniyordu.<br />

Gökyüzü bilgisi (astronomi), hem değişmez<br />

kuralların, kanunların tespit edilmesine yarıyor,<br />

hem de gözlemlerle kontrol edilebiliyordu.<br />

Otuz yıla yakın bu işte çalışan Ali Kuşçu, bir gün<br />

ansızın her şeyi yüzüstü bırakarak hacca gitmeye<br />

karar vermişti. Buna da sebep, en olmayacak bir<br />

zamanda, sevgili hükümdarı Uluğ Bey’in 1449<br />

“Hünkârım izin verirlerse önce<br />

Tebriz’e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun<br />

gerçek sebebi, Akkoyunlu<br />

Hükümdarı’nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval<br />

yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr<br />

davetini kabul etmeden önce vazifemi<br />

iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni<br />

gönderen, bana güvenmiş olan insana<br />

bildireyim...”<br />

yılında öldürülmesiydi. Uluğ Bey, Ali Kuşçu için<br />

bambaşka bir mânâ taşıyordu. Her şeyden önce<br />

hocasıydı. Ondan matematik ve astronomi<br />

dersleri almış, eserlerini uzun uzun incelemiş,<br />

sohbetlerinde bulunmuş, hâttâ Doğancıbaşısı<br />

olduğu için, adının ucundaki “Kuşçu” lâkabı bile<br />

böylece yadigâr kalmıştı.Uluğ Bey, kendi kurduğu<br />

rasathaneye de müdür olarak Ali Kuşçu’yu lâyık<br />

görmüş, henüz tecrübesiz bir çağdayken bu<br />

dev rasathanenin başındaki çalışmalarda, ona<br />

bizzat yardımcı olmuştu. İşte Uluğ Bey’in bir<br />

ihanete kurban giderek öldürülmesi Ali Kuşçu’yu<br />

can evinden vuran bir olaydı. Ali Kuşçu bu<br />

olayla çok kırıldı. Çoluk çocuğunu toparlayıp<br />

Tebriz’e geldi. Uzun Hasan kendisine o kadar<br />

saygı gösterdi ki, Konstantiniye Fâtih’i, bir devri<br />

kapayıp yenisini açan genç cihangirle ihtilâfında<br />

aracılık etmesini istedi. Genç Fâtih’in de bilgin<br />

olduğunu, bilginlere büyük saygı gösterdiğini<br />

biliyordu. İstanbul’da olup bitenler, kuş<br />

kanadıyla Tebriz’e ulaşıyorduBunun üzerine Ali<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

39


Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan’ın<br />

dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı.<br />

Semerkant’ta Kızıl Elma olarak bilinen eski<br />

Bizantium’a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini<br />

daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura<br />

kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından<br />

beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü,<br />

kendisinden önce, eserleri İstanbul’ca biliniyordu.<br />

Uluğ Bey Rasathanesi’ndeki çalışmalarından,<br />

Semerkant’a aylarca uzak bulunan İstanbul’daki<br />

hükümdarın haberi vardı. Osmanlı tahtında oturan<br />

II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir<br />

padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan’ın<br />

elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama<br />

hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan,<br />

gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini<br />

aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde<br />

ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti. Bu<br />

teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı.<br />

Cefâlı olduğu kadar şefkatli olduğunu da bildiği<br />

Fatih’in isteği, onun için emir demekti. Ama,<br />

ahlâkı dürüst bir ilim adamı olduğunu şu sözlerle<br />

ispat etti: “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e<br />

döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek<br />

sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı’nın elçisi olmaktır.<br />

Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın<br />

lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi<br />

iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana<br />

güvenmiş olan insana bildireyim...” Ali Kuşçu’nun<br />

bu mazereti, Fatih’e son derece akla yakın göründü.<br />

Padişah; iki şeye birden sevinmişti: Kuşçu, davetini<br />

kabul etmişti, gelip buradaki ilim öğrencilerini<br />

yetiştirecekti. İkincisi ise, son derece mert ve<br />

ahlâklı bir insandı. Her haliyle, medreselerde<br />

yetiştireceği gençlere örnek olacaktı. Bu sebeple,<br />

bir müddet daha misafir ettikten sonra kendisine<br />

izin verdi. Değerli matematik ve astronomi<br />

bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra,<br />

ailesini de alarak Tebriz’den hareket etti. Osmanlı<br />

İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak<br />

ihtişam içinde İstanbul’a getirildi. Ölümüne kadar<br />

da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders<br />

vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde<br />

astronomi ve matematik alanında büyük gelişme<br />

oldu.<br />

Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü<br />

o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan<br />

güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar<br />

arasında astronomi bilimini yaydı.<br />

Uluğ Bey Ziyc’inin tamamlanmasında büyük<br />

emeği geçmiştir. Nasirüddün Tusi’nin Tecridül<br />

Kelam adlı eserine yazdığı şerh, bu konuda<br />

da gayret ve başarısının en güzel delilini teşkil<br />

etmektedir. Ebu Said Han’a ithaf edilen bu şerh,<br />

Ali Kuşcu’nun ilk şöhretinin duyulmasına neden<br />

olmuştur.<br />

Kaynakların değerlendirilmesi sonucu<br />

anlaşılmaktadır ki; Ali Kuşcu yalnız telih eseriyle<br />

değil, talim ve irşadıyle devrini aşan bir bilgin<br />

olarak tanınmaktadır. Öyle ki; telif eserlerinin<br />

dışında, torunu Mirim Çelebi, Hoca Sinan Paşa<br />

ve Molla Lütfi (Sarı Lütfi) gibi astronomların<br />

da yetişmesine sebep olmuştur. Bu bilginlerle<br />

beraber, Ali Kuşcu’yu eski astronominin en büyük<br />

bilginlerinden birisi olarak belirtebiliriz.<br />

Doğum yeri Maveraünnehir bölgesi olduğu<br />

ileri sürülmüşse de, adı geçen bölgenin hangi<br />

şehrinde ve hangi yılda doğduğu kesinlikle<br />

bilinmektedir. Ancak doğum şehri Semerkant,<br />

doğum yılının ise 15. yüzyılın ilk dörtte biri<br />

içerisinde olduğu kabul edilmektedir. 16 Aralık<br />

1474 (h. 7 Şaban 879) tarihinde İstanbul’da ölmüş<br />

olup, mezarı Eyüp Sultan Türbesi hareminde<br />

bulunmaktadır. Ölüm tarihi; torunu meşhur<br />

astronom Mirim Çelebi’nin (ölümü, Edirne 1525)<br />

yazdığı bir eserin incelenmesi sonucu anlaşılmıştır.<br />

Mezar yerinin 1819 yılına kadar belirli olduğu ve<br />

muhafazası yapıldığı; ancak 1819 yılından sonra,<br />

Ali Kuşcu’ya ait mezarın yerine, zamanının nüfuzlu<br />

bir devlet adamının mezar taşının konmuş olduğu<br />

anlaşılmaktadır.<br />

ALİ KUŞÇU’NUN ESERLERİ<br />

Ali Kuşçu’nun değişik alanlardaki eserlerini beş<br />

grupta toplamak mümkündür.<br />

1 Astronomi Eserleri [1]<br />

Şerh-i Zîc-i Uluğ Bey: Süleymaniye, Carullah,<br />

nr. 1493, 215 yaprak.<br />

Risâle fî Halli Eşkâli Mu‘addili’l-Kamer li’l-<br />

Mesîr (Fâide fî Eşkâli ‘Utârid): Topkapı Sarayı<br />

Müzesi Kütüphanesi, III. Ahmet, nr. 3843, yaprak<br />

270b-273a.<br />

Risâle fî Asli’l-HâricYumkin fî’s-<br />

Sufliyyeyn: Bursa İl Halk Kütüphanesi, Hüseyin<br />

Çelebi, nr. 751/8, yaprak 124b-125b.<br />

Şerh ‘ale’t-Tuhfeti’ş-Şâhiyye fî’l-<br />

Hey’e: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2643, 64 yaprak.<br />

Risâle der ‘İlm-i Hey’e: Süleymaniye, Ayasofya,<br />

nr. 2640/1, 24 yaprak.<br />

1 Astronomi alanındaki eserleri için bkz. Ramazan Şeşen ve diğ.,<br />

Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu),<br />

İstanbul 1997, I, 27-38; matematik alanındaki eserleri için bkz. a.<br />

mlf. ve diğ., Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi (Ed. Ekmeleddin<br />

İhsanoğlu) , İstanbul 1999, I, 271-275; kelam sahasındaki eserleri<br />

için bkz. Müjgan Cumbur, a.g.e., Ankara 1974, s. 6-23.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

40


el-Fethiyye fî ‘İlmi’l-Hey’e [2] : Süleymaniye,<br />

Ayasofya, nr. 2733/1, 70 yaprak.<br />

Risâle fî Halli Eşkâli’l-Kamer: Bursa İl Halk<br />

Kütüphanesi, Hüseyin Çelebi, nr. 751/7, yaprak<br />

119b-123b.<br />

2. Matematik Eserleri<br />

er-Risâletu’l-Muhammediyye<br />

fî’l-<br />

Hisâb: Süleymaniye, Ayasofya, nr. 2733/2, yaprak<br />

71b-168b.<br />

Risâle der ‘İlm-i Hisâb: Süleymaniye,<br />

Ayasofya, nr. 2640/2, yaprak 25b-72b.<br />

3. Kelâm ve Usûl-i Fıkıh Eserleri:<br />

eş-Şerhu’l-Cedîd ‘ale’t-Tecrîd: Süleymaniye,<br />

Çorlulu Ali Paşa, nfr. 305, 285 yaprak.<br />

Hâşiye ‘ale’t-Telvîh: Süleymaniye, Carullah,<br />

nr.1438/2, yaprak 13b-20a.<br />

4. Mekanik Aletleri Hakkındaki Eseri:<br />

et-Tezkire fî Âlâti’r-Ruhâniyye [3] .<br />

5. Dil ve Belagat Eserleri:<br />

Şerhu’r-Risâleti’l-Vad‘iyye: ‘Adûduddîn<br />

İcî’nin Fâ’ide fî’l-Vad‘ adlı risâlesinin şerhidir<br />

(Köprülü, nr. II, 339/1; Râgıb Paşa, nr. 1285/6,<br />

1289/3; Kayseri Raşid Efendi, nr. 1001/4).<br />

el-İfsâh: İbn Hâcib (ö.h.646)’in Arapçanın<br />

cümle yapısı konusunda kaleme aldığı el-Kafiye<br />

fi’n-Nahv adlı eserinin şerhidir. (Raşid Efendi, nr.<br />

9226, Topkapı Sarayı Müzesi, Emanet Hazinesi,<br />

nr. 1891, 1892).<br />

el-‘Unkûdu’z-Zevâhir fî Nazmi’l-Cevâhir:<br />

Arapça sarf ilmi konusunda kaleme aldığı bir giriş<br />

ve üç bölümden oluşan bir eseridir (Süleymaniye,<br />

Fatih, nr. 4676, 148 yaprak; Yeni Cami, nr. 1181/1;<br />

Laleli, nr. 3030/10; Şehit Ali Paşa, nr. 2576, 2577,<br />

2578). Sultan Selim döneminde Müftüzâde<br />

Abdürrahim tarafından şerh edilmiştir.<br />

Şerhu’ş-Şâfiye: İbn Hâcib’in sarf ilmindeki eş-<br />

Şâfî adlı eserinin Farsça şerhidir (Köprülü, nr.<br />

1598, vr.42-234).<br />

Risâle fî Beyâni Vad‘i’l-Mufredât:<br />

Kelimelerin bir anlam için konulmasıyla ilgili<br />

küçük bir risaledir (Süleymaniye, Şehit Ali<br />

Paşa, nr. 2830; Hafit Efendi, nr, 450, vr. 80b-81a;<br />

Köprülü, nr. 1610/35).<br />

Fâ’ide li-Tahkîki Lâmi’t-Ta‘rîf: Harf-i tarifin<br />

2 Ali Kuşçu’nun bu eseri Seyyid Ali Paşa (ö.1846) tarafından<br />

Mir’âtu’l-Âlem (“Evrenin Aynası”) adıyla Türkçeye çevrilmiştir.<br />

Bkz. Seyyid Ali Paşa, Mir’âtu’l-Âlem (Haz. Yavuz Unat), Kültür<br />

Bakanlığı, Ankara 2001.<br />

3 Takiyyuddîn Râsid bu eserden söz eder. Bkz. Sevim Tekeli,<br />

16’ıncı Asırda Osmanlılarda Saat ve Takiyyuddîn’in “Mekanik Saat<br />

Konstrüksüyonuna Dair En Parlak Yıldızlar” Adlı Eseri, Ankara<br />

1966, Türkçe s.46, İngilizce s.114, Arapça s.221.<br />

bazı özellikleri üzerinde duran tek varaklık bir<br />

risâledir (Köprülü, nr. 1593/21; Süleymaniye,<br />

Reşid Efendi, nr. 1032/39).<br />

Risâle mâ Ene Kultu: Taftazanî’nin Telhîsu’l-<br />

Miftâh üzerine yazdığı ve el-Mutavvel diye tanınan<br />

şerhte geçen “mâ ene kultu” ibaresiyle ilgili olarak<br />

yazılmıştır. Risâle fî Beyâni Sebebi Takdîmi’l-<br />

Musnedi İleyh diye de anılır (Süleymaniye, Reşid<br />

Efendi, nr. 1032/30; vr. 183-187; Köprülü, nr. III,<br />

704/3; Ragıb Efendi, nr. 374, vr.208-211).<br />

Risâle fî’l-Hamd: Seyyid Şerîf el-<br />

Curcânî’nin el-Hâşiyetu’l-Kubrâ’sında söz konusu<br />

ettiği “hamd” ile ilgili sözlerin tahkikine dair bir<br />

risaledir (Süleymaniye, Fatih, nr. 5384, vr. 68-70).<br />

Risâle fî ‘İlmi’l-Me‘ânî: İlm-i Me‘ânî<br />

konusunda küçük bir risâledir (Süleymaniye,<br />

Carullah, nr. 2060, vr. 136-137).<br />

Risâle fî Bahsi’l-Mufred: Arapça’da basit<br />

ve mürekkep kavramlar hakkında dil felsefesi<br />

ağırlıklı bir risaledir (Süleymaniye, Pertevniyal,<br />

nr. 896, vr. 7b-8b; Şehit Ali Paşa, nr. 2761, vr. 63-<br />

68).<br />

Risâle fî’l-Fenni’s-Sânî min ‘İlmi’l-<br />

Beyân: Belagat ilimlerinden beyân ilmi hakkında<br />

kısa bir risaledir (Süleymaniye, Yazma Bağışlar,<br />

nr. 4140, vr. 78a-81a).<br />

Tefsîru’l-Bakara ve Âli ‘İmrân: Kehhâle<br />

tarafından zikredilen bu eserin herhangi bir<br />

nüshasına rastlanmamıştır [4] .<br />

Risâle fî’l-İsti‘âre: Bu risâlede hakikat,<br />

mecaz, istiare ve kinaye konuları örneklerle<br />

incelenmektedir [5] .<br />

Kaynaklarda Ali Kuşçu’ya nispet edilen, ancak<br />

nüshaları tespit edilemeyen başka eserler de<br />

vardır. Bunlar: Târîhu Ayasofya, Tefsîru’z-<br />

Zehraveyn, Mahbûbu’l-Hamâ’il, Risâle fî<br />

Mevdû‘ati’l-‘Ulûm, Meserretu’l-Kulûb fî<br />

Def‘i’l-Kurûb [6]<br />

“Babası, Ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ<br />

Bey’in kuşcu başısı (doğancıbaşı) olduğu için,<br />

ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu.”<br />

4 ‘Umer Ridâ Kehhâle, a.g.e., Beyrut ts., VII, 227.<br />

5 Ali Kuşçu’nun bu eseri Musa Yıldız (ö.1846) tarafından Türkçeye<br />

çevrilerek İsmail Ayvalı tarafından yapılan şerhi ile birlikte Bir<br />

Dilci Olarak Ali Kuşçu ve Risâle fî’l-İsti‘âre’si adıyla Kültür Bakanlığı<br />

yayınları (Ankara 2002) arasında basılmıştır.<br />

6 Cengiz Aydın, a.g.m., s. 410; ayrıca bkz. Katib Çelebi, a.g.e., I,<br />

286, 448, 572, 883, II, 1676; Muhammed Süreyya, Sicill-i Osmânî,<br />

İstanbul 1311, III, 486-487; Abdülhak Adnan ADIVAR, Osmanlı<br />

Türklerinde İlim, s. 47-54.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

41


ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />

Eceli Gelen İnsanın<br />

Şerrinden <strong>Allah’a</strong> Sığınırız<br />

Ümmü HARAM<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

Başlık oldukça ilginç değil mi? Biz bu duayı<br />

ilk defa Abdullah Murad (k.s.) hocamızdan<br />

işittiğimizde bize de çok ilginç gelmişti. Oysa<br />

Rasul-ü Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in<br />

sığındığı şeylerdenmiş eceli gelen insanın şerri.<br />

Öyle ki adamın vadesi yetmiştir bir dokunmayla<br />

yere yıkılır, üzerine kalır. Bunun gibi birçok örnek<br />

verilebilir bu duruma. Mesela yaptığımız mahalle<br />

ziyaretlerinden birinde rastladığımız bir vakıa da<br />

buna bir örnek teşkil edebilir.<br />

Soğuk bir güz gününün<br />

akşam saatleriydi. Sobalar,<br />

kaloriferler yeni yanmaya<br />

başlamış. Gündüz olmasa<br />

bile akşamları bir ısınma<br />

aracına ihtiyaç hissedilir<br />

olmuştu. O günkü<br />

ziyaretlerimizi, Konya’nın<br />

en mutena semtlerinden<br />

birine<br />

yapacaktık.<br />

Kardeşlerimizle muhabbet<br />

ederek ziyaret edeceğimiz<br />

adreslere doğru ilerlerken,<br />

“Bu lüks semtlerde de<br />

yardıma muhtaç insanlar<br />

var mıdır?” sorusunun<br />

üzerine konuşuyoruz.<br />

Artık, gözlerimizle görerek<br />

anladığımız üzere her<br />

semtte ihtiyaç sahibi insan<br />

yaşıyor.<br />

Bol ışıklı caddelerin kenarlarındaki görkemli<br />

binaların içinde yaşayan iyi giyimli, hali vakti<br />

yerinde olduğu belli insanlar, lüks araçlarını<br />

park edip, evlerine çekilmeye başlamışlardı.<br />

Caddelerde, sokaklarda bir akşam telaşı hakimdi.<br />

Aracımız ana caddeden ara sokaklara saptığında,<br />

bu ışık ve renk cümbüşü yerini hüzünlü bir<br />

karanlığa bırakmıştı.<br />

Mahallenin, caddenin iç tarafında kalan<br />

bölümü, yine lüks evlerin çoğunluklu olduğu bir<br />

yer olmasına karşın daha gariban bir görüntü<br />

vardı. Arada kalmış tek tük müstakil evler de,<br />

bir müteahhit tarafından yıkılıp yerine yapılacak<br />

apartman için gün sayıyordu, besbelli. Aracımız<br />

işte böyle bir evin önünde durdu. Yıkılmasına az<br />

kalmış bu küçük evde bir kadının çocukları ile<br />

birlikte yaşadığını öğrendik.<br />

Çaldığımız kapının aralanması ile birlikte<br />

içeriden dört beş çocuk fırlıyor. Bir yandan da<br />

nara atıyorlar, sesleri anneleri ile anlaşmamıza<br />

mani olacak kadar<br />

yüksek. Anneleri bir<br />

birine sesleniyor bir<br />

ötekine... Ama heyhat<br />

söz dinleyen kim?<br />

Bakıyoruz çocukların<br />

neredeyse hepsi yaşıt<br />

gibi. “İkiz, üçüz falan<br />

mı?” diye soruyoruz.<br />

“Yok.” diyor hanım.<br />

Çocukları işaret ederek,<br />

“Şu ikisi yaşıt, bu ikisi<br />

de birbiriyle yaşıt.”<br />

diye ekliyor. Bizim<br />

şaşırdığımızı görünce,<br />

“Şu ikisi benim, diğer<br />

ikisi kumamın. Bunlar<br />

aynı yıl doğdu.” diye<br />

açıklama yapıyor.<br />

Öyle güler yüzlü,<br />

öyle pozitif bir hanım<br />

ki yıllardır tanışıyormuş<br />

gibi kaynaşıyoruz. Hikayesini anlatıveriyor<br />

samimiyetle. Çocuk denecek yaşta evlenmiş. Şu<br />

anda da kırkında yok zaten. Kocası üzerine kuma<br />

getirmiş. Çaresiz kalıp kabullenmiş. Fakat gelen<br />

kuma oldukça serkeş bir kadınmış. Kanaatten,<br />

sabırdan, sebattan nasibini alamamış. Evde<br />

sürekli kavga çıkartıp kocasını da kendisini de<br />

rezil ediyormuş. İkiye bir evi terk edip gidiyormuş.<br />

Beraber yaşadıkları süre içerisinde üç kendinin<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

42


üç de kumanın çocuğu olmuş. Hanımın önceden<br />

de bir çocuğu varmış.<br />

Kumasının çocuklarına da kendisi bakmış.<br />

Çocuklar zaten onu anneleri biliyorlarmış. “Şu<br />

anda bu çocukların hepsi benim evlatlarım.”<br />

diyor.<br />

Hikayenin gerisi daha acıklı. Kuma evden<br />

kaçtığı zamanlar bakıp ilgilenmediği halde<br />

çocuklarını da kaçırıyormuş. Baba evlatlarının<br />

derdine düşüp birde onları arıyormuş. birkaç defa<br />

çok uzak memleketlerdeki yuvalardan çocukları<br />

bulup getirmişler. Hanımın kocası o sıralarda<br />

şehir dışındaki büyük piknik alanlarından birinde<br />

bekçilik yapıyormuş.<br />

Bir gün kuması adamın çalıştığı parka gidiyor.<br />

Çıkan bir tartışma uzayarak fiziksel kavgaya<br />

dönüyor. Aralarında çıkan arbede sonucu kuma<br />

gelen kadın ölüyor. Adam hapse gönderiliyor.<br />

Çocuklar da ziyaret ettiğimiz hanıma kalıyor.<br />

Basit bir darbe ile ölüveren kuma, bize “Eceli<br />

gelen insanın şerrinden <strong>Allah’a</strong> sığınırım.” duasını<br />

hatırlatıyor.<br />

“Babaları hapiste, anneleri öldü. Bunlar benim<br />

evlatlarımdan farksız. Belki de bu yavruların<br />

hürmetine Rabbim bizi rızıklandırıyor.” diyor<br />

hanım kardeş. Kadıncağız sahip çıkamam<br />

düşüncesi ile 15 yaşındaki öz kızını evlendirmiş.<br />

“Başında babası yok, arkasında dolanamam, kötü<br />

olmasından da korktum.” diyor. Diğer çocuklar<br />

zaten çok büyük değil, Altı ile on yaş arasında<br />

değişiyor, altı çocuğun yaşı.<br />

“Evde şimdilik oturuyoruz ama bu ev harabe,<br />

bir gün yıkılacak. Allah bir çıkış yolu gösterecektir<br />

diye bekliyorum.” diyor.<br />

Bizde yardımlarımızı yapıp hanım kardeşimizle<br />

vedalaşıyoruz. Bir sonra ki eve doğru yol alırken<br />

hanım kardeşimiz için dua ediyoruz.<br />

Hayır dualarıyla bu kapıdan ayrılırken, şükrün<br />

ve sabrın ne kadar önemli olduğunun idrakine<br />

tekrar vardık. Rabbim Cümle Müslüman’a şükrün<br />

lezzetini versin. <strong>Allah’a</strong> emanet olalım.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

43


TOPRAĞI KAYBEDİLMİŞ KUBBE:<br />

“GÖNÜL DÜNYAMIZ”<br />

Ebubekir ONHAN<br />

Gerçek saadet, insan zihninin dağınıklık ve<br />

perişaniyetten kurtulması, insan kalbinin itminan<br />

ve istirahata ermesinden ibarettir. Onu, deniz<br />

kenarlarında, dağ başlarında, tenha koruluk ve<br />

koylarda arayanlar hep yanılmışlardır.<br />

Aydınlık veya Şua, karanlıklarla savaşarak<br />

gerçek derinliğine ulaşır. Güzellikler, çirkinlikler<br />

içinde daha bir belirginleşir. İyiler, fâikiyetlerini<br />

tam olarak ancak kötüler arasında ortaya<br />

koyabilir; hiç olmazsa bazıları için bu böyledir.<br />

Toplum, huzura ihtiyaç hissettiğinde onu daha<br />

iyi duyar; duyar ve onun için çabalar durur.<br />

Rahatı, gerçek derinlikleriyle ancak meşakkat<br />

görmüşler anlayabilir; Cenneti de sırat yaşamış,<br />

sırattan geçmiş olanlar. Karanlığın en azgın ânı<br />

ışığın sabahını soluklar. Gündüzler, ana rahmi<br />

dönemini gecenin bağrında geçirirler; baharlar<br />

da karın-yağmurun sinesinde. Sebepler, bütün<br />

bütün tesirsizleşince, ruhları Kudreti Sonsuz<br />

mülâhazası sarar, “meşakkat teysîri celbeder”<br />

fehvâsınca, sıkışma da her zaman ferahfeza<br />

iklimlere açılmanın önemli bir rıhtımıdır.<br />

İç içe bunalımlarla sarsılıp çeşitli kaosların<br />

fasıklar dairesi içinde kıvrandığımız şu günlerde,<br />

rahatı, huzuru daha iyi anlayabiliyor en<br />

azından ışığın kadrini daha bir yürekten takdir<br />

edebiliyoruz. İmanı ve Hakk’a kulluğu, o derin<br />

güzellikleriyle daha net görebiliyor ve kaynağı<br />

iman, vicdanlarımızdaki hakikî güveni daha<br />

engin duyabiliyoruz. İyiliklere karşı arzularımızın<br />

köpürdüğünü, kötülüklere karşı da tiksinti<br />

duyduğumuzu daha açık hissediyor ve tam bir<br />

iyilik duası yapmak için kendimizi, şu aydınlık<br />

günlerin çağlayanlarına salarak son bir kez daha<br />

topraği kaybedilmiş olan gönül dünyamızın<br />

meçhuller limanına yanaşıp tekrar yok olmasını<br />

engellemek adına ellerimizi semaya kaldırıyoruz.<br />

Kim bilir, şimdiye kadar kaç defa semaya yönelmiş<br />

ama, değişik olumsuzlukların milleti çepeçevre<br />

kuşattığı, iradelerimizin çatırdayıp azimlerimizin<br />

sarsıldığı ve gurbet içinde gurbetler yaşadığımız<br />

böyle kasvetli bir zaman diliminde, hırpalana<br />

hırpalana tam mazlumlaşmanın, her gün<br />

ayrı bir saldırı karşısında buruklaşmanın<br />

hâsıl ettiği farklı bir hisle –bu biraz da kulluk<br />

insiyaklarımızdan kaynaklanıyor– sinelerimizi<br />

Rabbimize açıp en içten duygularla sızlanıyor<br />

ve “Ey Müsebbibü’l-esbâb, sebepler bütün<br />

bütün uçup gitti! Düşmanların cefâsı, dostların<br />

da hâl bilmezliği acz ve zaafımıza inzimam<br />

edince yol mülâhazalarımızı yoldakilerin hayreti<br />

sardı; bahtına düştük, bizi takılıp yollarda kalan<br />

yalnızların tâli’sizliğine uğratma!” diyoruz; diyor<br />

ve içimizi çekiyor; maruz kaldığımız ızdırapları<br />

duyma ölçüsünde, ihtiyaç ve ıztırar hâliyle<br />

O’nun kapısının tokmağına dokunuyor; böyle<br />

bir tevhid mülâhazasına iltifatlarının ifadesi<br />

sayılan teveccühlerini, yine O’na olan itimat<br />

ve güvenlerimizle bekliyoruz ki, bu seviyede<br />

tabiatlarımızın derinliklerinde duyarak bir başka<br />

zaman dilimi yaşadığımızı hatırlamıyorum ve<br />

yaşayacağımıza da fazla ihtimal veremiyorum.<br />

Evet, şimdiye kadar değişik iltifat esintileriyle<br />

defaatle idrak ettik ve defaatle dualaşmaya<br />

çalıştık; millet olarak şanlı günlerin içli ve derin<br />

sarsıntıları, harb u darblerin yaşandığı o tozludumanlı<br />

günlerin sisli atmosferinde, ziyası ve<br />

bereketiyle maytaplar gibi yanıp-sönen buruk<br />

anları; maddî-mânevî iç içe yoklukların ortalığı<br />

kasıp kavurduğu hazanlı günleri… Azimlerimizi<br />

ümitlerimize bağlayıp “Hak tecelli eyleyince her<br />

işi âsân eder / Halk eder esbâbını bir lahzada<br />

ihsan eder” duygularını mırıldanarak, gece-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

44


gündüz arası gelip-gidip fevkalâdeden bir<br />

kapı aralanacağı ümidiyle hep aktif bekleyişte<br />

bulunduğumuz canlı fakat yetim zamanları…<br />

Her anın bir sebepler dairesinde işleyişi vardır.<br />

Ve her şey lisan-ı hal ile Bismillah der. Der ve O<br />

uhuvvet deryasında zaman dahi tüllenip gider.<br />

Bütün mevcudat adeta ruh-i hal ile hicret eder.<br />

Ve bu kutlu yolculukta sadece Rabbine doğru<br />

yöneliş vardır.<br />

“Kimi beyhude yorulur<br />

Kimi ise aşk ile yoğrulur”<br />

Aşk ile yoğrulanların, İman sevdası ile<br />

coşanların soy kütüğüne işlenmiştir bu asil duruş.<br />

Mehmet Akif Üstadım ne güzel de anlatıyor:<br />

“ Oku, şayet sana hisli bir yürek lazımsa<br />

Oku, zira O’nu yazdım iki söz yazdımsa…”<br />

“Faran dağlarının eteklerine kurulu o mukaddes<br />

şehir, ‘Şehirlerin Anası’, o gün çok farklı bir hâdiseye<br />

şahitlik ediyordu. Güneş o sabah sanki bir başka<br />

doğmuştu, Mekke semalarında. Vakit, herkesin<br />

istirahat için köşesine çekildiği öğle vaktiydi.<br />

Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem),<br />

‘kardeşim’ diye iltifat ettiği Ebû Bekir’i (ra) ziyaret<br />

için o gün hiç de alışık olmadıkları bir zamanı<br />

seçmişti. Mekke’nin ıssız sokaklarını aşarak Hz.<br />

Ebû Bekir’in hânesine ulaştı, kapısını çaldı; içeri<br />

girmek için izin istiyordu. Her hâliyle şaşılacak bir<br />

hâdiseydi bu. Hz. Ebû Bekir, hâne halkıyla birlikte<br />

hemen ayağa kalktı ve: “Anam babam yoluna feda<br />

olsun! Vallahi bu saatte geldiğine göre, bunda<br />

mutlaka önemli bir iş var!” dedi önce. Sonra da<br />

hemen kapıya koştu ve göz aydınlığı misafirini içeri<br />

buyur etti. Merakla bekliyordu olacakları. Allah<br />

Resûlü önce baş başa kalmalarının daha uygun<br />

olacağını söyledi ise de, Ebû Bekir (ra), kızlarını<br />

kastederek: “Ey Allah’ın Resûlü, endişe etmeyin.<br />

Onlar benim kızlarım; Senin de ehlinden sayılır.”<br />

dedi. Bunun üzerine Kutlu Nebî (sallallâhu aleyhi<br />

ve sellem): “(Bilesin ki,) Mekke’den hicret etmek için<br />

bana izin verildi.” dedi. Hz. Ebû Bekir heyecanla:<br />

“Birlikte mi, ey Allah’ın Resûlü?” diye sordu.<br />

“Evet, birlikte.” diye karşılık verdi, Allah Resûlü.<br />

Resûl-i Ekrem’e (sallallâhu aleyhi ve sellem)<br />

bu mukaddes yolculukta refakat etmek için<br />

sabırsızlıkla bekleyen biri için bu haber, bir muştu,<br />

bir sevinç kaynağıydı. Çünkü Hz. Ebû Bekir,<br />

diğer arkadaşları gibi hicret için izin istediğinde,<br />

Efendimiz kendisine: “Acele etme! Belki Allah<br />

yanına bir arkadaş verir.” diye karşılık vermişti.<br />

O, bu sözlerden ne kastedildiğini anlamakta<br />

gecikmemişti. Hemen iki deve satın almış ve dört<br />

aydır da bu yolculuk için hazırlanmaya çalışıyordu.<br />

Allah Resûlü’nün bu sözleri onun için büyük<br />

bir lütuftu; kendini tutamadı, sevinçten hıçkıra<br />

hıçkıra ağlamaya başladı... Sonrasında, tarihin<br />

akışını değiştirecek o mukaddes yolculuğa çıkmak<br />

için gerekli olan plân ve hazırlıkları yapmaya<br />

koyuldular...”<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

45


MUAVAEZETEYN SURELERİ<br />

SURELERDEN<br />

S.GÜLSOY<br />

113 - Felak Suresi<br />

Medine döneminde inmiştir. 5 âyettir. Felak,<br />

sabah aydınlığı demektir.<br />

Bismillâhirrahmânirrahîm<br />

1. De ki: «Sığınırım o sabahın Rabbine,<br />

2. yarattığı şeylerin şerrinden,<br />

3. Karanlığı çöküp bastırdığında bir<br />

gecenin şerrinden,<br />

4. o düğümlere üfleyen üfürükçülerin<br />

şerrinden<br />

5. ve kıskançlık gösterdiğinde bir kıskancın<br />

şerrinden!»<br />

114 - Nas Suresi<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

46


Medine döneminde inmiştir. 6 âyettir. Nâs,<br />

insanlar demektir.<br />

Bismillâhirrahmânirrahîm<br />

1. De ki: «Sığınırım insanların Rabbine,<br />

2. insanların hükümdarına,<br />

3. insanların İlahına;<br />

4. o sinsi vesvesecinin şerrinden,<br />

5. ki, insanların sinelerine vesvese verir<br />

durur.<br />

6. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan<br />

(olsun).»<br />

Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) bir<br />

çok durumda ; yağmurda ve karanlıkta,uyurken,<br />

şeytanın, nefsin ve yaratılmış tüm mahlukların<br />

şerrinden emin olmak için, nazar değmesine karşı<br />

ve bunun gibi zarar verecek nice duruma karşı<br />

ashabına muavezeteyn surelerini okumalarını<br />

tavsiye etmiştir.<br />

Ukbe İbnu Amir’den rivayetle<br />

Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: «Bu<br />

gece indirilen ayetler var ya, onlar gibisi hiç<br />

görülmemiştir: Kul euzu bi>rabbi>l-felak ve Kul<br />

euzu bi-rabbi>n-nas sureleri». 1<br />

Abdullah İbnu Hubeyb anlatıyor:<br />

Hafif bir yağmur ve karanlığa maruz kalmıştık.<br />

Bize namaz kıldırsın diye Resulullah (s.a.v) ‘ı<br />

bekledik.” (Ravi der ki; Abdullah İbnu Hubeyb<br />

şu manada birşeyler daha söyledi: “Resulullah<br />

(s.a.v) çıktı ve: “Söyle” dedi. Ben: “Ne söyliyeyim?”<br />

diye sordum. Bunun üzerine: “Aksama ve sabaha<br />

erince Kul hüvallahu ahad ve Muavvizeteyn<br />

sürelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı<br />

yeterlidir” dedi. 2<br />

Cabir (r.a) den:<br />

Resulullah (s.a.v) bana: “Ey Cabir okur dedi.<br />

Ben: “Annem babam sana kurban olsun, ne<br />

okuyayım?” diye sordum. Bunun üzerine: “Kul<br />

euzu bi-rabbi’l-felak ve Kul euzu bi-rabbi’n-nas<br />

surelerini oku!” dedi. Ben de onları okudum.<br />

Resulullah ilaveten: “Bu iki süreyi oku, bunlar<br />

gibisini asla okuyamıyacaksın!” dedi. 3<br />

Hz. Aişe de demiştir ki:<br />

1 Müslim, Misafirin 264<br />

2 Nesai, İstiaze 1, (8, 250-253<br />

3 Nesai, İstiaze 1, (8, 254<br />

Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) Ay’a bakarak:<br />

“Ey Aişe, şunun şerrinden <strong>Allah’a</strong> sığın. Bu, (ayet-i<br />

kerimede geçen) gasıktır. (Ayet): “Kaybolduğu<br />

zaman Ay’ın şerrinden...” demektir” 4<br />

İbnu Abbas(r.a)den rivayetle<br />

Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Şeytan<br />

insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş<br />

vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir,<br />

gaflet etse vesvese verir.” 5<br />

Ukbe İbnu Amir<br />

Tirmizi’de gelen bir rivayette der ki:<br />

“Resulullah (s.a.v), bana, her namazın arkasından<br />

Muavvizeteyn’i okumamı emretti.” 6<br />

Rabbim bizleri bu surelerin sırrına mazhar<br />

etsin. Bu surelerle bizleri Rasulünü ve ashabını<br />

koruduğu gibi korusun (amin) velhamdülillahi<br />

rabbilalemin.<br />

4 Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn, (3363)<br />

5 Buhari, Tefsir, Kul euzu bi-rabbi’n-nas 1<br />

6 Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 12, (2905)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

47


ARAPÇA RABCA’YA<br />

GÖTÜRÜR<br />

N. HADRA<br />

İSİM CÜMLESİ<br />

İsimle başladığı için cümleye “İSİM CÜMLESİ” denir.<br />

İki öğeden oluşur;<br />

1-mübteda<br />

2-haber<br />

İlk isme mübteda ikinci isme haber denir.<br />

MÜBTEDA her zaman marife أ ‏(‏elif-lam‏)ل alır.<br />

Son harfin harekesi daima merfu (ُ) olur.<br />

NOT: Özel isimler أ ‏(‏elif-lam‏)ل takısı almazlar.<br />

İkinci isim HABER’dir.<br />

Başında أ ‏(‏elif-lam‏)ل takısı almaz.<br />

Son harfin harekesi ٌ olur. Nekradır.<br />

Bütün “dır-dir’ler haberdir.<br />

Mübteda ve haber birbirlerine (Müzekker-Müennes //Tekil-İkil-Çoğul)’da uyarlar.<br />

ÖRNEK CÜMLELER;<br />

Kız güzeldir.<br />

Kalem kısadır.<br />

Okul büyüktür.<br />

Oda geniştir.<br />

Öğrenci çalışkandır.<br />

اَلْبِنْتُ‏ جَ‏ مِيلَةٌ‏<br />

اَلْقَلَمُ‏ قَصِ‏ يرٌ‏<br />

اَلْمَدْرَسَ‏ ةُ‏ كَبِيرَةٌ‏<br />

اَلْغُرْفَةُ‏ وَاسِ‏ عَةٌ‏<br />

اَلطَّالِبُ‏ مُجْ‏ تَهِدٌ‏<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

48


İÇECEKLER اَلْمَشْ‏ رُوبَات<br />

Ayran<br />

Çay<br />

Kahve<br />

Maden suyu<br />

Meyve suyu<br />

Limonata<br />

Portakal suyu<br />

Soğuk suyu<br />

عَيرَان<br />

شَ‏ اي<br />

قَهْوَة<br />

مِيَاه مَعْدَنِيَّة<br />

عَصِ‏ يرُ‏ الْفَاكِهَة<br />

عَصِ‏ يرُ‏ اللِيمُون<br />

عَصِ‏ يرُ‏ الْبُرْتُقَال<br />

مَاءٌ‏ بَارِدٌ‏<br />

اِنَّا فَتَحْ‏ نَا لَكَ‏ فَتْحً‏ ا مُبِينًا<br />

BİZ SANA APAÇIK FETİH VERDİK.<br />

(FETİH DİYE İSİMLENDİRİLEN SÜRE 1.AYET)<br />

اَلْبَخِ‏ يلُ‏ مَنْ‏ ذُكِرْتُ‏ عِنْدَهُ‏ فَلَمْ‏ يُصَ‏ لَّ‏ عَلَيّ‏<br />

CİMRİ, YANINDA ADIM ANILIP DA BANA SALAVAT GETİRMEYEN KİMSEDİR.<br />

TİRMİZİ<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

49


HAYDAR<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

İki peçeli halkın hayret dolu bakışları arasında küffar askerlerini yara yara ilerliyordu. Üstelik<br />

birisi yaralı idi. Herkes biliyordu ki onu ayakta tutan iman kuvveti idi. Dumanlar içinde yürüyerek<br />

kayboldu peçeliler.<br />

***<br />

Peçeli sırtındaki yaralı kardeşini güvenli bir yere taşımak için var gücü ile koşuyordu. Ama<br />

aklında da sürekli bir düşünce vardı. Sırtındaki peçeli kim di?Bu eller bu ses tanıdığı birine aitti.<br />

Kimsenin bilmediği deposuna gelmişti peçeli yaralı kardeşini yatağa yatırdı ve hemen tedaviye<br />

başladı. İçinden bir ses önce yüzünü aç diyordu ama merakını yenip bir an evvel kurşunu çıkardı.<br />

Tedaviyi tamamlamıştı şükür ki ağır birşeyi yoktu. Peçeli yaralı kardeşinin yavaşca yüzünü açtı.<br />

Gördükleri onu şaşrıtmamıştı bu Muhammetti. Ama bu sırada bir tıkırtı duydu hemen dışarı baktı.<br />

İsrail askerleri takip etmiş ve etraflarını sarmıştı.<br />

Peçeli birşeyler yapıp Muhammeti kurtarmalı idi. Hemen gizli tunele doğru taşıdı Muhammeti<br />

ve siper aldı. Çok kalabalıktı küffar askeri ama Peçeli önce bir tekbir getirdi ve ateşe başladı. Attığı<br />

kurşular boşa gitmiyordu hiç. Her biri bir küffarı cehenneme yolluyordu. Ama peçeli bir kurşun atıyordu<br />

sipere yüzlerce kurşun geliyordu. Peçeli burdan çıkmalı idi ama nasıl. birden arka taraftaki<br />

israil hastanesi aklına geldi oraya girerse savaşması ve kaçması daha kolay olacaktı. Cephanesine<br />

baktı 3 tane el bombası kalmıştı onları askerlerin yoğun olduğu yerlere atıp koşmaya başladı. Çok<br />

cephanesi yoktu ama hastahanenin altını israil askerleri cephanelik olarak kullanıyordu o yüzden<br />

daha da bir kuvvetle koştu. Hastahanen kapısına varmiştı hemen güvenliği etkisiz hale getirirp<br />

kapıya mayın döşedi ve zincirle kitledi israil askerleri çevrede peçeliyi arıyordu. Anons odasına<br />

girip kimseye zarar vermeyeceğini herkesin pencereden uzak durmasını söyledi. Çünkü biliyordu<br />

ki küffar masum çoçuk demez öldürür dü. Hemen en güzel yere cephane taşıyıp beklemeye başladı<br />

İsrail askerleri hastahaneye girdiğini anlamış hasta masum demeden ateş ediyordu. Peçeli<br />

de kendi başına yardım ediyordu. Hastahane de hiç müslüman yoktu ama bu acımasızlığı gören<br />

bazı hristiyan ve yahudilerde ellerine silah almış ediyorlardı. Bazı kadınlarda cephane taşıyordu.<br />

Peçeli hem ateş ediyor hem de ayetel kürsi ile fil suresini okuyordu.<br />

***<br />

Çatışma saatelerdir devam ediyordu. İsrail askeri geri çekilmiyor hastahanede teslim olmuyordu.<br />

Bir anda kurşunlar durdu ve dışardan komutan konuşmaya başladı.<br />

‘’İçerdeki herkes 5 dakika içinde dışarı çıkmazsa nükleer bomba atacağız içeri’’ diyordu.<br />

Herkes panik içinde kapıya koşmaya başladı Peçeli :’’Eğer çıkarsanız hepizi öldürürler kalın<br />

savaşalım diyordu. ’’ama kimse dinlemiyordu bir kaç kişi hariç. Peçeli mayını çekerek isteyenleri<br />

dışarı çıkarıyordu ki israil askerleri çıkanlara ateş etmeye başladı. Peçeli bu hamleyi bildiği için<br />

herkesi içeri katıp kapıyı kapatmaya uğraşiyordu ki kurşunun birisi koluna isabet etti. Dışarı çıkan<br />

50 kişi kadar halk ölmüştü. İçerde 120-130 kişi kalmıştı. Peçeli yerden kalkıp kapıya tekrar mayını<br />

döşedi ve kolunu sardı. Kurşun sıyırmıştı. Dışarda küffar ordusu nükleeri hazırlıyordu herkes korku<br />

içinde ağlıyordu. Haydar yüksek sesle:<br />

‘’ Ey alemlerin sahibi ikram ve kerem sahibi Yüce Rabbim. Sen bizi bu küffar ordusu karşısında<br />

bizi hezimete uğratma. Katından bize rahmet ve yardım gönder. Burada senin yolundan sapmış<br />

bu kalpler belki bu vesile ile doğru yolu bulurlar. Ey Rabbim her zaman sana duam beni saidler<br />

olarak yaşat şehid olarak ruhumu kabzet oldu. Muhakkak senin yolunda ölmek benim için mükafatın<br />

en büyüğüdür lakin bu küffar karşisinda yenilgiye uğramamız müslüman kardeşlerimizin<br />

azmini kıracaktır,sen bizi kafir ordusu karşısında yenilgiye uğratma. ’’diyerek duasını bitirdi ve<br />

oradakilere:’’Eğer kurtulmak istiyorsanız dediklerimi tekrar edin’’ deyip ayetel kürsiyi okumaya<br />

başladı ve ateş acti.<br />

Bu arada küffar bombayı hazırlayıp fırlattı. Tam o anda her yer karardı ve etrafı kumrular sardı.<br />

Herkes korkudan titriyor peçeli ise tekbir getiiryordu.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

50


İlginç Bilgiler<br />

Haz. Ahmet NAVRUZ<br />

Bir insan hayatı boyunca ortalama 22<br />

kilogram deri kaybediyor.<br />

Karıncalar uyumaz.<br />

Timsahlar renk körüdür.<br />

Hawaii alfabesinde sadece 12 harf<br />

bulunmaktadır.<br />

Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin<br />

içindeki kaloriden daha fazladır.<br />

Hiçbir kağıt parçası<br />

7 defadan fazla ikiye<br />

katlanamaz!<br />

Hamamböcek leri<br />

yaklaşık olarak 250<br />

milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime<br />

uğramamışlardır.<br />

Eiffel Kulesi´nin tepesine çıkana kadar<br />

1792 basamak vardır.<br />

Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu,<br />

bir günde 90 cm kadar uzuyor.<br />

Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil<br />

pamuktan yapılır. 1950´den önce kenevir,<br />

ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı<br />

kullanılarak yapılırdı.<br />

Kangurular geri geri yürüyemezler.<br />

Ketçap 1830´lu yıllarda ilaç olarak satılırdı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

51


Tarih’te Eylül<br />

Haz. A.Kadir AYDIN<br />

1<br />

4<br />

6<br />

1 Eylül - Özbekistan’ın<br />

bağımsızlığı (1991); Galatasaray<br />

Lisesi’nin açılışı (1868); II. Dünya<br />

Savaşının başlaması (1939)<br />

4 Eylül - Belediye Zabıta<br />

Teşkilatı’nın kuruluşu (1826);<br />

Sivas Kongresi (1919)<br />

5 Eylül - Nazilli, Pazaryeri,<br />

Domaniç, Alaşehir, Gördes ve<br />

Salihli’nin kurtuluşları (1922)<br />

6 Eylül - Çeçenistan’ın<br />

bağımsızlık ilanı (1992); Tebriz’in<br />

fethi (1514)<br />

Karacabey’in kurtuluşu (1922)<br />

15<br />

16<br />

17<br />

15 Eylül - Yassıada’da Demokrat<br />

Partili 11 devlet adamının idam<br />

kararı (1961); Bakü’nün fethi<br />

(1918)<br />

16 Eylül - Fatin Rüştü Zorlu ve<br />

Hasan Polatkan’ın idamları (1961)<br />

17 Eylül - Adnan Menderes’in<br />

idamı (1961); Rusların,<br />

Polonya’yı işgali (1939)20 Eylül<br />

- Peygamberimizin Hicreti<br />

(622); Sivrihisar, Mihalıççık ve<br />

Bozcaada’nın kurtuluşları (1921)<br />

7<br />

7 Eylül - Kanuni Sultan<br />

Süleyman’ın vefatı (1566);<br />

Aydın’ın kurtuluşu (1922)<br />

21<br />

21 Eylül - II. Abdülhamid Han’ın<br />

doğumu (1842); Kore Savaşı için,<br />

askerlerimiz Kore’ye gitti (1950)<br />

9<br />

11<br />

9 Eylül - Kapitülasyonlara son<br />

verildi (1914); İzmir’in kurtuluşu<br />

(1922); Keban Barajı’nın hizmete<br />

girişi (1974)<br />

11 Eylül - Budapeşte [Budin]<br />

(1526) ve Graz’ın (1532) fetihleri;<br />

Plevne Zaferi (1877); Bursa’nın<br />

kurtuluşu (1922)<br />

26<br />

27<br />

22 Eylül - Iran-Irak Savaşı’nın<br />

başlaması (1980)<br />

26 Eylül - I. Viyana Kuşatması<br />

(1529); Dil Kurultayı’nın ilk<br />

toplantısı (1932)<br />

27 Eylül - Preveze Zaferi (1538);<br />

Deniz Kuvvetleri Günü<br />

14<br />

12 Eylül - Ordunun idareyi ele<br />

alması (1980); Mudanya, Urla ve<br />

Kırkağaç’ın kurtuluşu (1922)<br />

14 Eylül - İstanbul’da Küçük<br />

Kıyamet denilen büyük deprem<br />

(1509); Bergama, Manyas ve<br />

30<br />

29 Eylül - İnebahtı Kalesi’nin<br />

fethi (1499)<br />

30 Eylül - Kanuni Sultan<br />

Süleyman’ın taht’a çıkması (1520);<br />

Azerbaycan’ın bağımsızlığı (1991)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

52


Çocuk<br />

Rasulullah (sav), bir gün çarşıya çıkmış. Evine<br />

geri dönerken yol kenarında ağlayan bir kızcağıza<br />

rastlamış. Kıza neden ağladığını sormuş. Kız<br />

ağlayarak cevap vermiş Rasulullah (sav):<br />

” Ya Rasulallah. Ben bir hizmetçiyim. Ev sahibim<br />

bana iki dirhem verip alışverişe göndermişti.<br />

Fakat ben parayı kaybettim.”<br />

Rasulullah (sav), cebindeki iki dirhemi hemen<br />

küçük kıza vermiş, ama küçük kız ağlamaya<br />

devam etmiş. Rasulullah (sav), bunun nedenini<br />

merak edip sormuş:<br />

” Geç kaldığım için bana kızmalarından<br />

korkuyorum.” demiş. Gül kokulu Efendimiz kızın<br />

elini tutup hizmetçilik yaptığı eve götürmüş.<br />

Kapıya gelince:<br />

” Esselamüaleyküm ” diyerek selam vermiş.<br />

Selama kimse cevap vermemiş.<br />

Bunun üzerine Rasulullah (sav), bir kez daha<br />

” EsselamüAleyküm” diyerek selam vermiş ama<br />

yine hiç ses çıkmamış. Rasulullah (sav), üçüncü<br />

defa selam verdiğinde:<br />

” Aleykümselam ” diyerek selama karşılık<br />

verenler olmuş. Rasulullah (sav):<br />

” Verdiğim birinci ve ikinci selamı duymadınız<br />

mı? ” diye sormuş. Evin reisi:<br />

” Duyduk Ya Rasulallah! Fakat bize verdiğiniz<br />

selamları artırmanızı ve güzel sesinizi biraz daha<br />

fazla duymayı istediğimiz için birinci ve ikinci<br />

selamınıza karşılık vermedik.” demiş. Rasulullah<br />

(sav)’i evlerine buyur etmişler ve:<br />

” Ya Rasulallah! Buraya ziyaretinize ne vesile<br />

oldu? ” diye sormuşlar. Rasulullah (sav), olan<br />

biteni anlatıp, küçük kızın endişesi yüzünden<br />

geldiğini söyleyince evin reisi:<br />

” Canım yoluna feda olsun ey Allah’ın Nebisi!<br />

Madem ki, bizim bu hizmetçi kızımız sizin buralara<br />

gelmenize vesile oldu, Artık hizmetçimiz değil,<br />

kızımızdır.” demiş. Peygamberimiz bu habere çok<br />

sevinmiş ve mutlu bir şekilde oradan ayrılmış.<br />

Bir sözdür ki şeytan kaçar, Bir anahtardır, Her kapıyı açar.<br />

(besmele)<br />

Minarede ses, Ölümsüz nefes<br />

(ezan)<br />

Eğilirsin kalkarsın, Engelleri yıkarsın, Bazen perde açılır, Sen Kabe’ye bakarsın.<br />

(namaz)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

54


KÜÇÜK YAŞTA SORUMLULUK SAHIBI OLMAK<br />

Osmanlı padişahlarından 2. Murad’ın oğlu olan 2. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)<br />

29 Mart 1432 yılında dünyaya geldi. 12 yaşında tahta çıktı. İlk padişahlığını 1444-1445<br />

yılları arasında yaptı.<br />

En büyük mürekkep balığı<br />

Dünyanın en büyük mürekkepbalığı 2004 yılında yakalanmıştı ve 150<br />

kilo ağırlığındaydı. Şubat 2007’de Yeni Zelandalı balıkçıların yakaladığı<br />

dev mürekkepbalığı ise daha önceki rekoru kırdı. 10 metre boyunda ve<br />

450 kilo ağırlığındaydı. Yakalandığı yer ise Antartika açıklarıydı.<br />

Bengal kaplanları<br />

Günümüzde sayıları yüzlerle ifade edilen Bengal kaplanları sadece<br />

Hindistan ve çevresinde yaşar. 160 cm uzunluğundadır.<br />

BULBAKALIM!<br />

Elimdeki çiçeklerin ikisi hariç hepsi papatya, ikisi hariç hepsi gül ve<br />

ikisi hariç hepsi karanfil olduğuna göre elimde hangi çiçekten kaç tane<br />

bulunmaktadır?<br />

(Her çiçekten birer tane vardır.)<br />

Salih’in babasının 5 çocuğu var: Birincisinin adı Çaça, ikincisinin Çeçe,<br />

üçüncüsünün Çiçi, dördüncüsünün Çoço, beşincisinin adı nedir?<br />

(Salih)<br />

FIKRA ;<br />

Annesi, matematiği zayıf olan oğluna dört işlemi öğretmeye çalışıyordu:<br />

- Bak yavrum, matematik kadar kolay bir ders yoktur aslında. Örneğin; sen bir bakkal olsan, ben<br />

sana gelip tanesi elli kuruştan iki yumurta, bir liradan da üç ekmek alsam, kaç lira vermem gerekir.<br />

Çocuk gözlerini kırptı, biraz düşündü, ama işin içinden çıkamadı.<br />

- Zararı yok anneciğim, borcun olsun; sonra ödersin.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

55

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!