Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
ISSN:2147-642Bizbiriz<br />
Sayı 2<br />
Mart 2013<br />
d e r g i s i<br />
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın.<br />
Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin<br />
bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.<br />
Allah yolunda her ne harcarsanız,<br />
karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”<br />
Halk arasında Tevbe diye şöhret bulmuş surenin<br />
73. ayeti celilesi<br />
<strong>KUR’AN’I</strong><br />
<strong>ANLAMAK</strong><br />
Kur’anı yaşamaktır
EDİTÖRDEN<br />
Bismillahirrahmanirrahim<br />
Esselamu Aleyküm<br />
Kıymetli okurlar,<br />
Allah-u Teala’ya şükürler olsun ki yepyeni ve dopdolu mart<br />
sayımızla yine karşınızdayız. İlk sayımızda bizi yalnız bırakmayan<br />
tüm okurlarımıza can-ı gönülden teşekkür ederim. Hamd olsun<br />
ki dualarınız vesilesiyle, yeniden yazma ve yeniden karşınıza gelebilme<br />
kudretini kendimizde bulduk. Rabbim hayr kapıları açsın<br />
ve emeğimizi zayi etmesin. Kıymetli kardeşlerim bu yazımda<br />
sizlere geçtiğimiz ay içerisinde dostlarla bulunduğum ve beni<br />
uzunca tefekküre sevk eden bir sohbetten bahsedeyim ki gönlümden<br />
geçenleri ifade etmemde bana biraz yardımcı olsun.<br />
Çok kıymetli birkaç kardeşimle her hafta olduğu gibi biraraya<br />
gelmiştik. Fakat o gün değerli bir de misafirimiz vardı.Her zaman<br />
olduğu gibi evvela hasbihal ettik daha sonra mübarek hocamızın<br />
kitaplarından ebedi saadet yolunun şifrelerini almaya<br />
devam ettik. Vakit iyice daralmıştı, fakat herkesin söyleyecekleri<br />
bitmemişti. Misafirimiz sözü aldı ve ağzından hala kafamda yankılanan<br />
şu sözler döküldü: ‘’Kardeşlerim, benim hocamla tanışmam<br />
yirmibir yirmiiki yaşlarıma denk gelir, yani sizler gibi delikanlıydım<br />
o zamanlar. Vakit kaybettim, ilk karşılaşmamız, tanışmamız<br />
daha önceleri oldu ama bilemedim uzak kaldım şimdi<br />
hala o geçen birkaç yıla acıyorum. Kardeşlerim bu yol mukaddes<br />
bir yoldur hocamızın ilmi saf, temiz,duru bir pınara benzer,<br />
ben kendi oğullarıma da diyorum gelin bu pınardan sulanalım<br />
kurtuluşa varalım’.<br />
Evet kıymetli okurlar ben de şu anda sizler gibi fıtratımız gereğince<br />
en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan suya muhtaç olduğumuz<br />
kadar İslama ve onu dosdoğru anlatalanlara ne kadar<br />
muhtaç olduğumuzu daha derinden kavramaktayım.Kardeşlerim<br />
bu sayımızda yine sizlere bu mübarek sudan bir nebze olsun<br />
aktarabilmeye çalıştık. Rabbim cümlemize hocamıza talebe<br />
olup bu pınardan kana kana içmeyi nasip eylesin.<br />
Bu sayımızda bu mübarek görevimizin yanında günümüz<br />
dünyasının adaletine hasret kaldığı Hazreti Ömer (radyallahu<br />
anh)efendimizin hayatından ve mübarek bedr gazvesinden,<br />
tasavvuftan ve bir çok faydalı konudan bahsettik. Kıymetli kardeşlerim,<br />
sözü daha fazla uzatıp ebedi aşmaktan, hadsizlik etmekten<br />
Allah’a sığınırım. Son olarak ‘’ Sözlerin büyüğü, büyüklerin<br />
sözüdür’’ diyor ve sizi o mübarek sözlerle başbaşa bırakıyorum.Dualarınızı<br />
bekler hepinizi Allah’a emanet ederim.<br />
Selam ve dua ile...<br />
Mart 2013<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Bizbiriz Derneği adına<br />
Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />
Genel Yayın Koordinatörü<br />
Kadir Aydın<br />
Editör<br />
Duran Toklucu<br />
Grafik – Tasarım<br />
Faruk Erhan<br />
Fotoğraf<br />
Bahadır Aktaş<br />
Reklam Koordinatörü<br />
Ahmet Navruz<br />
Samet Dünsöz<br />
Yayın Kurulu<br />
Ali Haydar<br />
Eslem Ercan<br />
Faruk Kul<br />
Ebubekir Onhan<br />
Selman Bahar<br />
Safa Ak<br />
Ayşe Tunç<br />
Ümmü Haram<br />
Baskı<br />
Erman Ofset<br />
Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />
Yeni Matbaacılar Sit.<br />
Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />
Konya<br />
Tel : 0 332 342 01 55<br />
Fax : 0332 342 21 63<br />
www.ermanofset.com<br />
Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />
fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin<br />
elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma<br />
hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.<br />
Yayın Türü Aylık, yaygın süreli yayın<br />
Bizbiriz Derneği<br />
Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />
Turgutoğlu Sokak No:9<br />
Meram / KONYA<br />
Tel : 0 332 353 27 00<br />
0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25
İSLAM’LA YÜKSELEN<br />
DEVLETLER<br />
10<br />
55 TARİHTE<br />
MART OLAYLARI<br />
6 EY SEN<br />
15 ŞEHRİN<br />
GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />
i ç i n d e k i l e r<br />
EL CEZERİ<br />
49<br />
MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI<br />
FIKIH<br />
20<br />
47 PİRLERKONDU:<br />
TAŞKENT<br />
36 TASAVVUF<br />
28<br />
Hocamızın Sohbetinden:<br />
KURAN’I <strong>ANLAMAK</strong><br />
22 MATEMATİK<br />
ALLAH’IN VARLIĞINI<br />
İSPATLIYOR<br />
HOCAMIZDAN<br />
33<br />
V E C İ Z E L E R<br />
44<br />
H Z . Ö M E R<br />
HİKAYE<br />
40 H AY D A R<br />
24 İSTİKAMET<br />
19 TAHARET<br />
48 İLGİNÇ BİLGİLER<br />
SİYER-İ<br />
NEBİ 41<br />
34 ARAPÇA<br />
RABCA’YA GÖTÜRÜR<br />
12 BEDİR<br />
GAZVESİ<br />
CEBEL’ÛL<br />
MELÂİKE<br />
MÜSLÜMAN’IN<br />
24 SAATİ 25<br />
4 • Bizbiriz Dergisi
Bizbiriz<br />
dergisi<br />
Bizbiriz Dergisi • 5
BİZBİRİZ DERNEĞİ<br />
20 yıldır ‘’halka hizmet<br />
Hakk’a hizmettir’’ düsturu<br />
ile hareket eden<br />
derneğimiz 3 Haziran<br />
2012 günü resmiyet<br />
kazanmıştır.<br />
Her perşembe bir mahallenin<br />
muhtarı ile görüşen dernek komitesi<br />
mahallenin yardıma muhtaç<br />
7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere<br />
nakdi yardımda bulunuyor.<br />
’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’<br />
(Bakara Süresi 41)<br />
Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız<br />
Kuran’ı Kerim<br />
Ramuz El Hadis<br />
Riyazu’s Salihin<br />
Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />
derlemiş olduğu;<br />
Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi<br />
Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları<br />
‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o<br />
ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir.<br />
Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği<br />
sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su<br />
olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad<br />
etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su<br />
verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’<br />
Ramuz El ehadis
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />
Sohbetlerinden derlenen<br />
ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4<br />
ve<br />
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği<br />
MUHAMMED (SA.V) ‘İN DUA HİZBİ<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 3<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 2<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 1<br />
MUHAMMED (s.av)<br />
DUA HİZBİ<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 4<br />
Varis-ün Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve<br />
Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, Bizbiriz Dergisi ‘nin hediyesi<br />
olarak temin edebilirsiniz<br />
Bizbiriz Dergisi • 7
İnsan, kendilerine<br />
bol bol verilen<br />
mal ve evlatların,<br />
onların iyiliğine<br />
olduğunu mu<br />
sanır...<br />
EY SEN<br />
Ey Sen,<br />
M.Emin DOĞAN<br />
Kamu İç Denetçisi<br />
Her gün yeni bir telaş içerisinde koşturmaya devam<br />
ediyorsun.<br />
Malına ne kadar daha mal katabileceğinin hesapları ile<br />
zihnini meşgul etmekten gayrisinde bir iş ve uğraşın yok.<br />
Kimin ne kazandığının hesabını tutmaktan kendi<br />
muhasebene fırsat bulamıyorsun.<br />
Akşamdan sabaha yapacaklarının plan ve programı<br />
içerisindesin.<br />
8 • Bizbiriz Dergisi
Hayatına yeni yeni kurallar<br />
koyuyorsun.<br />
İnsanların ayıbını bulmak ve ifşa<br />
etmek için hile ve desise içerisinde<br />
boğulmuşun da haberin yok.<br />
Nasipsizliğinin üzerine<br />
nasipsizlikler peydahlamak için<br />
sokakları arşınlıyorsun ama<br />
girdiğin sokağın çirkefliğinin<br />
farkında değilsin.<br />
Kendini bir şey sanıyorsun da,<br />
“eşref-i mahlukat” olduğunun<br />
farkına varamadığın için “esfele<br />
sefilin” bataklığına uçuyorsun.<br />
Kibir, gurur, hile, aymazlık,<br />
başıboşluk ve ferasetsizlik<br />
içerisinde basiretin bağlanmış da<br />
haberin yok.<br />
Yani, Ey Sen,<br />
Hayatını ve kazandıklarını<br />
kendinin sanarak hoyratça<br />
harcıyorsun.<br />
***<br />
Ey Sen,<br />
Her gün önüne yeni fırsatlar<br />
konuluyor. Bunlar senin içindir.<br />
Oysa Sen yönünü dönüp<br />
kaçıyorsun. Gözünü kapatıyor,<br />
kulağını tıkıyorsun. Sağır, dilsiz,<br />
kör gibi davranıp yaratanına sırt<br />
çeviriyorsun. Basiretsiz olduğunu<br />
neden düşünmezsin.<br />
Kazandıklarını, kendin<br />
kazanmışçasına böbürleniyorsun.<br />
Sadece çalışmalarının karşılığı<br />
olduğunu sanıp kendinden<br />
geçiyorsun. Ama kaybettiğin<br />
zaman başkalarını suçluyorsun.<br />
Yaratanına bile sitem etmekten<br />
çekinmiyorsun. Akılsız olduğunu<br />
neden düşünmezsin.<br />
İhtiyaç sahiplerine ikram<br />
etmiyorsun. Dostlarını, yoksulu<br />
yedirmek için teşvik etmiyorsun.<br />
Helal ve haram demeden<br />
bulduğunu yiyorsun. Malı mülkü<br />
haddinden fazla seviyorsun. Geçici<br />
olduğunu neden düşünmezsin.<br />
Sana uzatılan el, selametin için<br />
bir davettir.<br />
Kendini bir şey sanıyorsun da,<br />
“eşref-i mahlukat” olduğunun farkına<br />
varamadığın için “esfele sefilin”<br />
bataklığına uçuyorsun.<br />
İnsan, kendisinin başıboş<br />
bırakıldığını mı sanır.<br />
İnsan, hiç kimsenin kendisine<br />
güç yetiremeyeceğini mi sanır.<br />
İnsan, kimsenin onu<br />
görmeyeceğini mi sanır.<br />
İnsan, kendilerine bol bol verilen<br />
mal ve evlatların, onların iyiliğine<br />
olduğunu mu sanır<br />
***<br />
Sana uzatılan el, kurtuluşun için<br />
bir vesiledir.<br />
Haydi biraz tefekkür et bakalım,<br />
Rabbinin nimetlerinden bir<br />
tanesini yalanlayabilecek misin?<br />
Dünya ve dünyalıktan ellerini<br />
çekip gönüllerini çekmeyi<br />
unuttular.<br />
Ellerine aldıklarını çöldeki serap<br />
gibi gerçek sandılar.<br />
Bizbiriz Dergisi • 9
İSLAM’LA YÜKSELMEK<br />
Selman Bahar<br />
Bismillahirrahmanirrahim...<br />
İslam Dini, temeli Kuran-ı Kerim olan İslam kurallarına<br />
uydukları takdirde mensuplarını huzur ve<br />
mutluluğa ulaştırmak için Allah katından tüm insanlığa<br />
gönderilmiştir.<br />
Devlet ise toplu bir şekilde yaşamını sürdüren<br />
insanların birbirleri arasındaki ilişkileri düzenlemek,<br />
huzur ve refahı tesis etmek çabasıyla ortaya<br />
çıkmış, insanlık tarihinin belki de en eski icadıdır.<br />
Bizde dilimiz döndüğünce “İslam” ve “Devlet” kavramları<br />
arasındaki ilişkiyi incelemeye ve insanoğlunun<br />
“İslam şuurunu” kendilerine rehber edinerek<br />
nasıl köklü kültürler oluşturduklarını örneklemeye<br />
çalışacağız.<br />
İslam bir devletin özü olursa, o devletin hükmettiği<br />
topraklarda adalet olacaktır. Halkının ihtiyaçlarını<br />
bilecek ve ihtiyaçlarının gereklerini yerine<br />
getirecektir. En önemlisi ise halkının dini manada<br />
ihtiyaç duyduğu gerekleri yerine getirecektir.<br />
Bunu İslam’ın bir prensibi olarak, topraklarındaki<br />
gayrimüslimler içinde yapacak, İslam’ın hoşgörüsünü<br />
egemenlik alanının her yerinde yaşatacaktır.<br />
Sonuç olarak İslami bir devletin sınırlarında huzur<br />
ortamına erişilecektir. Ekonomik, siyasi ve akabinde<br />
genel olarak kültürel anlamdaki gelişim ivmesi<br />
de ileri boyutlarda yaşanacaktır.<br />
Peki bir devlet İslam’ı nasıl yaşar? Devlet soyut<br />
bir kavram gibi görünse de, aynen somut bir varlık<br />
gibi hissedilen bir olgudur. Yani devlet aslında onu<br />
yöneten zümrenin karakter özelliklerinin bir tezahürü<br />
olarak somutlaşır. Buradan çıkan sonuçta bir<br />
devletin İslam ilmiyle yönetilebilmesi için, yöneticilerinin<br />
de İslam ilmine vakıf olabilmesi gerekmektedir.<br />
Yönetici bunu ancak Kuran-ı Kerim’e ve<br />
Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin sünnetlerine<br />
tabi olmakla başarabilir. Tabi olmalı ki helal ve haram<br />
çizgilerini benimseyip hayatına tatbik edebilsin<br />
ve tebaasına örnek olabilsin.<br />
Eğer hayatımızın ve akabinde devlet kurumunun<br />
İslam şuurunu kazanmasını, İslam şuuruyla temellenmesini<br />
istiyorsak İslam’ın kurallarını topyekun<br />
benimsemek gerekir. Bizim yanlışlarımız ve<br />
doğrularımız bir köşeye bırakılıp, Allah’ın (c.c.) uymamamızı<br />
istediği haram ve helaller hayatımızın<br />
yönünü belirlemelidir. Böyle olursa başarı muhakkak<br />
mensup olduğumuz toplumun olacaktır. Fakat<br />
tersi olursa, yani ikileme düşülürse akıbet felaket<br />
olacaktır. Zaten öyle olmasaydı İslam geleneğini<br />
tam anlamıyla benimsemekle yükselip daha sonra<br />
o geleneğe sırtını dönen, sırtını dönmese dahi kısım<br />
kısım İslam’ı terk eden hiç bir devlet ya kısmen<br />
ya da tamamen zarar görmezdi.<br />
İslam insanlara sadece Allah’a (c.c.) karşı sorumluluklarını<br />
bildirmekle kalmaz. Aynı zamanda insanların<br />
birbirleri arasındaki ilişkilerini de düzenler.<br />
İşte bu noktada İslam’ın ve devletin amaçları<br />
kesişir. İslam Kültürü, devlet olgusunun ortaya çıkışına<br />
sebep olan toplumsal eksiklikleri tamamlayabilen<br />
yegane sistem olarak bir devlet yapısındaki<br />
en önemli dinamiktir.<br />
İslam’la yükselen devletlere en güzel örnek, Hz.<br />
Muhammed (s.a.v.) Efendimizden başlayıp, Halife<br />
Efendilerimiz Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman,<br />
Hz. Ali ile devam eden ve adalet denince Ömer bin<br />
Abdülaziz ile tüm Dünya’ya örnek teşkil eden İslam<br />
Devleti’dir. Bu devletin yüzyıllar sonra bile insanlığa<br />
örnek olmasının aşikar sebebi, yöneticilerinin<br />
İslam’ı titizlikle yaşamalarıdır.<br />
10 • Bizbiriz Dergisi
İslam’ı yükseldiği Arap Yarımadası’ndan ötelere<br />
taşıyarak, başka coğrafyalara da kitleler halinde<br />
İslam’ı kazandıran İslam’ın önderleri, kuvveti ve<br />
başarıyı inançları gereği Allah’tan (c.c.) bekleyerek<br />
yaşamışlardı. Kıtalara yayılan İslam birçok devletin<br />
çatısı-duvarı olmuşsa bu, İslam’ın ilk önderlerinin<br />
mirasına sahip çıkmakla mümkün olmuştur.<br />
İslam Devleti’nin hakimiyet dönemlerini sırasıyla<br />
Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, Hulefa-i<br />
Raşidin Efendilerimiz, Emeviler ve Abbasiler dönemleri<br />
olarak inceleyebiliriz. 1258’deki Moğol istilasına<br />
kadar İslam Devleti sürekliliğini ideal bir<br />
devlet düzeni içinde sürdürdü. Belki Emevilerin<br />
zaman zaman ırkçı politikaları olmuş olsa da genel<br />
olarak şu ana kadar çok az devletin yaklaşabildiği<br />
refahın yaşandığı bir devletti.<br />
İslam, TBMM tarafından 1924’te halifelik kaldırılana<br />
kadarda ecdadımız Osmanlı tarafından<br />
temsil olundu. Türkler İslam’la yoğrulurken, İslam<br />
Türklerle coğrafyalar aşmaya devam etti. Aslında<br />
tamda bu noktada belirtmek gerek ki, Türkler onlara<br />
ulaşan İslam avantajını karakterlerini geliştirmek<br />
lehine iyi kullandılar. İslam, Allah yolunda hizmet<br />
ettikçe efendi olunan bir yol ve bunu Türkler<br />
hükümdarından halkına kadar iyi idrak ederek yaşamışlar.<br />
Şu kıssayla daha iyi anlaşılacaktır.<br />
Sultan İkinci Bayezid Han, Bayezid Meydanı’na<br />
kendi adına külliye ve cami yaptırır. Caminin inşası<br />
bittikten sonra camide ilk cumayı kılmak için cemaat<br />
toplanır. Bayezid Han der ki, “Her kim ömrü<br />
boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini<br />
terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam<br />
olsun.” Fakat camiden çıt çıkmaz. Bu hususta kendisinden<br />
başka kimse yeterli olmadığından dolayı<br />
imamlığı Bayezid yapar. Savaşta ve barışta namazının<br />
sünnetlerine sadık kalabilen, namaza sımsıkı<br />
sarılan hükümdarlar İslam’ı yaşama adına halkına<br />
canlı örneklerdir. İşte böyle hükümdarlar devleti<br />
yönetirken yaşamaları gereken hassasiyeti, namaza<br />
gösterdikleri hassasiyetle edinirler.<br />
Yani bu kıssayla varmak istediğimiz sonuç şu ki<br />
ideal devlet dinden taviz vermeye sebep olmaz.<br />
Tam aksine devlet dini daha iyi yaşayabilmek adına<br />
çabalaması gereken bir kurumdur. Devleti yönetenler<br />
meşruluğunu her alanda adil olmakla kazanır.<br />
Adil olmak ise tüm kuralları, insanları çok iyi<br />
bilen biri tarafından koyulmuş bir sistemle mümkündür.<br />
İşte bu fevke varan devlet büyük bir hızla<br />
büyüyecek, önce bölgesinde sonra kıtasında son<br />
olarak da Dünya’nın genelinde ekonomik ve siyasi<br />
hakimiyet sağlayacaktır.<br />
Hakimiyet sağlamak, bu yüzyılda ve bunda<br />
sonraki yüzyıllarda topraklar ele geçirmekten<br />
farklı bir hal alacaktır. Kaldı ki artık günümüzde<br />
sınırlarda önemli değildir. Artık hiç bir sınır birebir<br />
o sınırın sahibinin de değildir zaten. Bir devletin<br />
sınırları içinde hangi zihniyet hakimse insanları<br />
da o zihniyetin vatandaşı olacak, o zihniyete hizmet<br />
eder hale gelecektir. Din adına harpler fikirlerle<br />
yapılır, sonucunda hedef sınırlar değiştirmek<br />
değil sınırların içindeki insanları değiştirmek olur.<br />
Yeni hakimiyet anlayışı da ekonomik anlamda<br />
güçlü hale gelip fikirerleri olarak fetihler yapmak<br />
olmalıdır. Bu ise ancak tarihte İslam olmuş ceddimizin<br />
yaptıkları ahsen amelleri tatbik, İslam olmayan<br />
toplumların yaptıklarını terk ile mümkündür.<br />
Ne yapılacağını söyledikte, peki nasıl ve kimler<br />
tarafından yapılacak? Öncelikle İslam’ı yüceltmek<br />
ben Müslüman’ım diyen herkese vazifedir.<br />
Her Müslüman adab-ı muaşeretten sapmadan İslam<br />
adına iyiye ve güzele doğru çaba göstermekle<br />
görevlidir. Ama tabi ki Müslümanların içinde<br />
gençlerin yükü daha fazladır. Onların sorumlulukları<br />
daha kritiktir. Zihinsel gençlik ataklığın, canlılığın<br />
en önemli gereğidir. Genç toplumlar daha dirençli<br />
ve daha yürekli tek fikir ve tek vücut olurlar.<br />
Genç bir topluluk zorluklara karşı daha güç yılar,<br />
hatta biz kefiliz ki inançlı bir gençliği Allah (c.c) izin<br />
vermedikçe hiç bir güçlük yıldıramaz.<br />
Fakat bir milletin gençleri, büyüklerinin ardından<br />
giderek, büyüklerinin ellerini omuzlarında<br />
hissederek güçlenir. İşte bu yüzden Müslümanlar<br />
birbirlerinin ayak izlerini takip etmekle sorumludurlar.<br />
Yani bir önder seçip, İslam dahilinde dediğini<br />
kural addedip, yaptığını adet edinmelidirler.<br />
Böyle olursa çıkılan yolda hedefe hızlı varılır.<br />
Çünkü el birliği kuvvet getirir. El birliğini ise gücünü<br />
Allah’tan (c.c) almış güçlü bir önder meydana<br />
getirir. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz “Üç kişi<br />
bir araya gelince aranızda birini lider seçin.” buyurmuştur.<br />
Bu hadise binaen üç kişilik bir grupta<br />
bile öndere ihtiyaç duyuluyorsa fikir harbine gönül<br />
vermiş Müslümanlara İslam’ı yaşayan önderler<br />
şarttır.<br />
Yani Dünya coğrafyasına İslam’ı hakim kılmak<br />
için; fikir harplerini dirayetli önderlerin tecrübesiyle<br />
ve ardından koşan gençlerin zindeliğiyle, İslam’ı<br />
büyük bir titizlikle yaşayarak yapacağız.<br />
Rabbim Müslümanlara önderlik yapan kullarının<br />
kuvvetini artırsın. Gençlerimize fikri manada<br />
zindelik versin, fikireri olabilme şuuru versin.<br />
İslam’ı naçar kalmış gönüllere ulaştırabilmek adına<br />
mücadele eden her insana kuvvet versin. Gönüllerde<br />
çorak kalmış İslam coğrafyalarına dair<br />
umutları yeşertsin. Amin...<br />
Allah’a Emanet olalım...<br />
Bizbiriz Dergisi • 11
“CEBEL’ÛL MELÂİKE”<br />
BEDİR GAZVESİ<br />
Ebubekir ONHAN<br />
Resulullah (s.a.v) buyurdular ki, “Hz. Allah<br />
(c.c), Bedir ehlinin yaptığı fedakârlık ve ihlasına<br />
muttali oldu da, “Artık ne isterseniz yapın. Ben sizi<br />
affetmişim!” buyurdu.<br />
Üç gün önce… Allah Resulü’nün halası Âtike<br />
kardeşi Abbas’a sesleniyor.<br />
“-Kardeşim, rüyamda deveye binmiş bir adam<br />
gelip Muhassab ile Mekke arasında Ebtah’ta durdu<br />
ve yüksek bir sesle:<br />
-Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar vurulup<br />
düşeceğiniz muharebe mekânına yetişiniz!<br />
Diye üç kere bağırdı. Onu gören insanlar yanına<br />
toplandılar. Sonra o adam Mescid-i Haram’a girdi.<br />
Halk da kendisini takip ediyor, insanlar etrafını<br />
sarmış olduğu halde Kabe’ nin arkasında yine<br />
aynı şekilde üç kere bağırdı. Sonra Ebu Kubeys<br />
Dağının üstüne çıkıp orada da aynı sözleri tekrar<br />
edip bir kayayı tutup yuvarladı. Kaya, aşağıya<br />
doğru yuvarlanarak dağın dibinde parçalandı.<br />
Kaya parçalarının Mekke’de isabet etmediği hiçbir<br />
mahal kalmadı.” Deyince Hazret-i Abbas “Vallahi<br />
bu çok mühim bir rüyadır. Sakın rüyanı kimseye<br />
anlatma” dedi. Fakat Hazret-i Abbas, Hazret-i<br />
Atike’nin rüyasını Velid bin Utbey’e anlatır. Velid<br />
de babasına nakleder. Artık kureyşliler bu rüyayı<br />
konuşmaktaydılar.<br />
Hicretin ikinci senesi… Kureşy’ ten Ebu Sûfyan,<br />
Muhammed bin Nevfel ve Amr bin Âs dâhilinde<br />
yaklaşık otuz veya kırk kadar müşrikinde aralarında<br />
bulunduğu, kadın-erkek herkesin katıldığı ellibin<br />
dinarlık sermayeli, bin deveden müteşekkil<br />
büyük bir kervan Şam’ın Gazze pazarına doğru<br />
ilerliyorlar. Müslümanların hac yapmalarına engel<br />
olan Kureyş müşrikleri, Müslümanlarında bu<br />
duruma bir misilleme olarak Şam ticaret yolunu<br />
keseceklerinden korkuya kapılıyor ve çok tedbirli<br />
davranıyorlardı. Şam’dan büyük bir ordu ve korku<br />
ile yola çıkan kervan…<br />
Bu sırada 2 at,70 deve ve Hz. Rasulallah<br />
(s.a.v.) komutasında 313 asker (64’ü Muhacir,<br />
gerisi Ensar’dan oluşmakta) Medine’den hareket<br />
ediyordu. Develere ikişer, üçer ve bazen dörder<br />
kişi nöbetleşe biniyorlardı. Hz. Peygamber<br />
(s.a.v.), Hz. Ali (r.a) ve Mersed (r.a) ile aynı deveyi<br />
paylaşıyorlardı. Yürüme sırası Âlemlerin Efendisine<br />
gelince; “Ya Rasulallah (s.a.v.) Sen bin, biz senin<br />
yerine yürürüz” teklifini, ”Siz yürümekte benden<br />
daha kuvvetli değilsiniz. Allah’ın vereceği mükâfata<br />
da ben sizden daha az ihtiyaç duymuyorum”<br />
diyerek geri çeviriyorlardı. Müslümanların kervanı<br />
ele geçirmek üzere hareket ettikleri haberini alan<br />
müşrikler yolu değiştirip gecenin karanlığından<br />
da yararlanmak üzere Bedir’e uğramadan yolarına<br />
devam ettiler.<br />
Hz. Rasulallah (s.a.v.) ordusunun ileri gelenlerini<br />
topalayarak;<br />
“Ne dersiniz? Kureyşliler Mekke’den çıktılar<br />
ve bütün öfkeleriyle geliyorlar. Sizce kervan mı<br />
makbul, yoksa Kureyş ordusu mu?”<br />
“Düşmanla karşılaşmaktansa, kervanı takip<br />
etmek daha makbuldür.”<br />
“Kervan deniz sahiline doğru geçip gitti. Ebu<br />
Cehil ise geliyor!”<br />
Sad bin Muaz (r.a) bir ara Allah Rasulünün<br />
kendisine baktığını ve kendisinden bir işaret<br />
beklediğini sezince<br />
-“ Anam babam sana feda olsun, bizi<br />
kastediyorsun Ya Rasulallah diyip öne atılmıştı.<br />
Ben cemaatim hakkında bir şey diyemem, bize<br />
isteiğinde bulun Ya Rasulallah, malımızdan<br />
12 • Bizbiriz Dergisi
istediğini al Ya Rasulallah, istediğin yere infak<br />
et Ya Rasulallah,istediğin gibi yatır ve kaldır Ya<br />
Rasulallah. Seni hak din ve kitapla gönderene and<br />
olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, biz<br />
de seninle birlikte dalarız. Bizden bir kişi bile geri<br />
kalmaz. Yarın bizimle birlikte düşmanımıza karşı<br />
gitmeni de hoş karşılamayacak değiliz....Umulur<br />
ki Allah; Sana bizden gözünü aydın edecek<br />
kahramanlıklar gösterecektir. Allah’ın bereketiyle<br />
yürüt bizi!”<br />
Kıymetli okurlar, kap ne ise içerisindeki sıvı<br />
madde de kabın mutlaka kimyevi dokusunu<br />
içerisindeki sıvıya ilave etmektedir. İşte Sad bin<br />
Muaz (r.a), Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimizin<br />
kabının rengini almışlığın ifadesidir. Sana bakış<br />
dahi, başkalarının Allah ile münasebetine<br />
erişmesine kadar melekütleşmek ve ruhanileşmek.<br />
Beşeri duygularını şehevi hislerinin üzerinde<br />
tutmak… Zira Bedrin Arslanları işte bu ifadenin ta<br />
kendileri olmuşlardır.<br />
Hz. Sad’ın sözleri Sultan-ı Levlak (s.a.v)’i çok<br />
sevindiriyor ve neşelendiriyordu. Tebessüm<br />
buyuruyorlardı Âlemlerin Sultanı. Tebessüm<br />
buyuruyor ve mübarek sözleri meydanı inletiyordu:<br />
-“Haydi yürüyün!... Vallahi şimdi ben, Kureyşlilerin<br />
savaş meydanında vurulup düşecekleri yerlere<br />
bakıyor ve oraları görüyorum.” Diyordu.<br />
Ebu Sufyan, kervanda bulunan Damdam bin<br />
Amr’ı yirmi altın ücretle hizmetine alıp Tebük’ten<br />
Mekkeye göndermek üzere yola çıkarıyordu.<br />
Mekke’ye kavuşan Damdam, Mekke vadisinin<br />
ortasında, deve üzerinde “Ey Kureyş topluluğu;<br />
Muhammed ve Ashabı harekete geçtiler, Ebu<br />
Sufyan’ın komutasındaki kervana taarruz<br />
edecekler… Kureyşliler alel acele hazırlandılar. 950<br />
asker, 100 veya bazı rivayetlerde 200 kadar at ve<br />
700 civarında deve bulunan bir orduyla harekete<br />
geçmek üzereydiler.<br />
İslam ordusu Bedr’e ulaştığında, Kureyş<br />
ordusu daha önce bir kum tepesinin arkasındaki<br />
Yelyel Vadisi’nin Medine’ye en uzak tarafında<br />
konaklıyordu. Su kuyuları ise vadinin Medine’ye<br />
en yakın tarafındaydı. Allah Rasulu (s.a.s)<br />
mücahidlerle beraber Bedr’e en yakın olan<br />
suyun başına geldiğinde, karargah yeri için<br />
Ensar ile isişareye başladılar. Hubab bin Münzir<br />
(r.a);”Ya Rasulallah, burası karargah için uygun<br />
değildir.Kureyşlilere en yakın bir suyun yanına<br />
gidelim, suyun üzerinde bir havuz yapıp içini su<br />
ile dolduralım. Başında konakladığımız suyun<br />
gerisindeki bütün kuyuları kapatalım” deyince<br />
Allah Rasulu(s.a.s) bu teklifte karar kıldılar. Hz.Ali<br />
(ra.) anlatıyor: “Bedir’de geceleyin ince ince<br />
yağan bir yağmura tutulduk. Kalkanların ve<br />
ağaçların altlarında siperlendik. Hepimiz tatlı bir<br />
uykuya daldık. Yalnız Resulullah (s.a.s) geceyi,<br />
ağacın altında namaz kılarak, ağlayarak ve<br />
“Allah’ım! Sen şu bir avuç topluluğu helak edersen,<br />
artık sana yer yüzünde hiç ibadet olunmaz!” diye<br />
yalvararak geçirdi. Tan yeri ağarınca, “Ey Allah’ın<br />
kulları! Namaza!” diye seslendi. Ağaç ve kalkanların<br />
altından çıkanlar Rasulullah’ın (s.a.s) yanına geldiler.<br />
Onlara namaz kıldırdı ve düşmanla çarpışmaya<br />
teşvik etti. Ordu savaş düzeni aldı. Müslümanların<br />
bulundukları yer kumluk ve çok zor yürünebilen bir<br />
yerdi. Gece yağan yağmurla birlikte yerin kumları<br />
da yapıştı ve kolay yürünebilir bir hale gelmişti.<br />
Ayrıca Müslümanları bir uyuklama hali almıştı.<br />
Saf halinde uyukladıkları, hatta Ebu Talha’nın (r.a)<br />
uyuklamaktan ötürü iki kere kılıcını yere düşürüp<br />
almak zorunda kaldığı rivayetler arasındadır.<br />
Bu durum Kur’an-ı Kerim’de de şu şekilde<br />
hatırlatılmaktadır: “O zaman, (Allah) katından<br />
(verilen) bir güven olmak üzere sizi hafif bir uyku<br />
bürüyordu. Sizi tertemiz yapmak, (bulunduğunuz<br />
yerde suyun olmayışından dolayı) şeytanın<br />
pisliğini (vesvesesini) gidermek, kalplerinizi<br />
(ümitle Allah’a) bağlamak, ayakları(nızın altındaki<br />
kumları) pekiştirmek (ve sebatınızı sağlamak) için<br />
üzerinize gökten su indiriyordu.” (Enfal; 11)<br />
Sabahla birlikte Hz. Rasulallah (s.a.s),<br />
Kureyş Müşriklerinin zırhlar içinde ve<br />
silahlanmış yığınlar halinde görünce:<br />
“Allah’ım! İşte Kureyş müşrikleri, olanca kibir ve<br />
gururları, olanca büyüklenmeleri ve övünmeleriyle<br />
geliyorlar. Sana meydan okuyor ve peygamberini<br />
yalanlıyorlar. Allah’ım bana yapmış olduğun yardım<br />
vaadini yerine getir! Allah’ım! Onları sabahleyin<br />
helak et! Sen verdiğin sözden caymazsın!”<br />
diyerek adeta Makam-ı Mahmud’a erişmiş gibi<br />
her lahzası cennet bahçelerinde tek başına<br />
kalmaktansa ümmeti ile birlikte cennetin<br />
koridorlarında el ele kol kola temaşada bulunmak<br />
olan Habib-i Kibriya (s.av) Sevgilisine yöneliyor<br />
kemerbeste-i ubudiyyet içerisinde yerin ve göğün<br />
Sahibine sığınıyordu. Safları düzenledikten sonra<br />
kendisi için hazırlanan yerine döndü ve içeri girdi.<br />
Yanında Hz.Ebubekir’den (r.a) başka kimse yoktu.<br />
Yeniden “Allah’ım! Bu gün sen bu İslam topluluğunu<br />
helak edersen, artık sana hiç ibadet olunmaz!”<br />
demeye ve yalvarmaya başladı. Omuzlarından<br />
elbisesi kayıp düştü. O sırada Hz. Rasulallah (s.a.s)<br />
hafif bir uyku hali aldı….<br />
Bizbiriz Dergisi • 13
“Hani siz (Bedir’de) Rabbinizden yardım<br />
istiyordunuz, O da: “Hiç şüpheniz olmasın ki<br />
ben size, birbiri ardınca gelen bin(lerce) melekle<br />
yardımcıyım”( Enfal; 9)<br />
Ramazan ayının onikinci günü… Üçyüzonüç<br />
bedenleşmiş ruh…Cebel’ül Melaike; misafirlerini<br />
ağırlamak üzereydi. Zor günlerin ardından gelen<br />
müminlerin, o parıldayan yüzleri hatırlarda kalsın<br />
diye, Rabbimizin haber verdiği mekan… Semadan<br />
üç bin meleğin biner biner indiği Cebel’ül Melaike<br />
… Önden yürüyenlerden nice hatıralar anlatan<br />
Cebel’ül Melaike … Faran Dağlarında açan ve<br />
ardından bütün bir cihanı sevgisiyle kuşatan<br />
Alemlerin Sultanı (s.a.v):<br />
“Müjde ey Ebu Bekir! (r.a) Allah’ın yardımı geldi.<br />
İşte şu Cebrail’ (a.s) dir. Kum tepeleri üzerinde,<br />
atının dizginini tutmuş, emir bekliyor!”<br />
Buyurarak mübarek Zırh-ı Şeriflerini giydiler.<br />
Sonra “Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve<br />
arkalarını dönüp kaçacaklardır.”(Kamer; 45) ayetini<br />
okuyarak mübarek istiratgahlarından dışarı çıktılar.<br />
Kureyş müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velid<br />
meydana çıkıp çarpışacak üç “ER” isteyince;<br />
Mübarek dudaklarından şu isimler süzülmekteydi<br />
Nazlı Nebi(s.a.v)’nin;<br />
Kalk Ya Ubeyde…(r.a)<br />
Kalk Ya Ali…(r.a)<br />
Kalk Ya Hamza…(r.a)<br />
Zülfikar’ın Sultanı Hz Ali, ölümün korktuğu<br />
şehitler serdarı Hz. Hamza, önce yaralanan ve sonra<br />
aldığı yaralar dolyısıyla şehid olan mekan-ı cennet<br />
Ubeyde… Utbe, Şeybe ve Velid savaş meydanında<br />
öldüler ve artık savaş başlamıştı. Adeta küçük<br />
taşların metale çarpmasını andıran sesler<br />
duyuluyordu. O güne kadar tanınmayan kişiler<br />
Hz. Peygamber’in (s.a.s) yanında çarpışıyordu.<br />
Zira Kur’an bu duruma tercüman olmuştu.” Allah<br />
size iki tâifeden (Kureyş’in ya Şam’dan gelen<br />
ticâret kervanı veya silahlı birliklerinden) birinin<br />
muhakkak sizin olduğunu vaadettiği zaman, (siz)<br />
silahlı olmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz.<br />
Allah da sözleriyle (bunun aksine), hakkı açığa<br />
vurmak ve kâfirlerin arkasını kesmek (için silahlı<br />
büyük kısımla savaşmanızı) istiyordu.”(Enfal; 7)<br />
Savaş bitmiş. Müslümanlar 14 şehid vermişti.<br />
Müşriklerden 70 civarında ölü ve bir o kadarda<br />
esir edildi. Müşriklerden öldürülenlerden 24<br />
kadarı kuyulardan bir tanesinin içerisine atıldılar.<br />
Hz. Rasulallah (s.a.s), Bedirden ayrılacağı gece,<br />
müşrik ölülerinin atıldığı kuyuya doğru yürüdü.<br />
Sahabiler de peşinden yürüdüler. Sonunda<br />
kuyunun kenarına gelerek durdu: “Ey kuyuya<br />
atılanlar!” diye seslendi. Sonra onların isimlerini<br />
babalarının isimleriyle birlikte birer birer saydıktan<br />
sonra;”Sizler peygamberinize karşı ne kötü bir<br />
topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları<br />
ise beni tasdik edip doğruladılar. Siz beni<br />
yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak<br />
açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana<br />
yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vaad etmiş olduğu<br />
azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin<br />
bana vaad etmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş<br />
buldum.” . Müslümanlar bu konuşmaya şaşırdılar.<br />
Hz.Ömer (r.a); “Ya Resulallah! Şu cansız cesetlere<br />
ne diye konuşursun?” deyince “Varlığım kudret<br />
elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi<br />
siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Ama<br />
onlar bana cevap vermeye güç yetiremiyorlar!”<br />
buyurdular. Esirlerin kurtulma bedeli olarak her<br />
birisinden, mali durumlarına göre 4000, 3000,<br />
2000, 1000 dirhem alınması, okur yazar olanlardan<br />
kurtulma bedeli veremeyenlerin de çocuklardan<br />
on tanesine okuma yazma öğretmek şartı ile<br />
serbest bırakılması kararlaştırıldı. Okur-yazar<br />
olmayan yoksul esirler ise Hz. Rasulallah (s.a.s)<br />
tarafından karşılıksız serbest bırakıldılar.<br />
Kıymetli okurlar; Varlığın yaradılış sebebi,<br />
Muhabbetin Hatibi, O (s.a.v.) ki; “Şu gördüğün<br />
büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa,<br />
Nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin<br />
kaleminin mürekkebidir.” Nazarıyla gönüllerde<br />
sevdasını, gözlerde yaşını ceyhun eden, Mübarek<br />
Nam-ı Celilleri anılırken Ya Resulallah ne kadar<br />
da tatlısın dedirten Allah Rasulu (s.a.v) şöyle<br />
buyurdular:<br />
“Gün gelecek; benim Nam-ı Celilim güneşin<br />
doğup battığı her yere ulaşacaktır.”<br />
Bedre selam olsun.<br />
Bedrin arslanlarına selam olsun.<br />
Gönül yamaçlarının Matlubunu bulduğu<br />
maşuklar!<br />
Ümidimiz odur ki; şehbal açsın Ruh-u Revani<br />
Muhammedi her yerde<br />
Bütün kalpler onun için çarpsın, bütün gözler<br />
onun için yaşarsın…(s.a.s)<br />
14 • Bizbiriz Dergisi
ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />
ASRI, “ASR” ILE YAŞAMAK<br />
Bizbiriz Derneğinin faaliyetleri kapsamında<br />
ihtiyaç sahiplerine yardımlar ve<br />
ziyaretler yapılıyor. Haftanın her günü<br />
yapılmakta olan bu faaliyet Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocamızın teşvikiyle<br />
haftada bir günde ekipler olarak yapılmaya<br />
başladı. Erkek kardeşlerimizden ayrı hanım<br />
kardeşlerimizden ayrı birer ekip şeklinde her<br />
hafta farklı bir mahallede mahalle muhtarınca<br />
tespit edilen ailelere yardım götürüyoruz.<br />
Kapıya erkek çıkarsa erkek kardeşlerimiz hanım<br />
çıkarsa hanım kardeşlerimiz ziyaretlerini<br />
yapıyorlar. Derneğimizce bastırılıp ücretsiz<br />
olarak dağıtılan Rizyazüs Salihin Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın On Hafta<br />
Sohbetleri 1-2-3-4 ve hizbi Dua-ı Muhammed<br />
isimli eserlerinden hediye ediliyor. Her<br />
türlü yardım götürmekle birlikte yine Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın tavsiyesi<br />
ile mutlaka bir miktar da nakit bırakıyoruz.<br />
Ümmü HARAM<br />
Euzubillahimineşşeytanirracim...<br />
Bismillahirrahmanirrahim...<br />
Allah’ın izni ile hayırsever kardeşlerimiz tarafından<br />
yapılan yardımların ihtiyaç sahiplerine<br />
ulaşması için aracılık yapıyoruz. Böyle bir<br />
organizasyonda görev aldığımız için Allah-u<br />
Teâlâ’ya şükürler olsun. Bize bir imkânı sunduğu<br />
için Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızdan<br />
rabbimiz ebeden razı olsun.<br />
Allah (c.c), Asr ismiyle şöhret bulmuş süre-i<br />
celilede;<br />
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla<br />
“ Asr’a yemin olsun ki muhakkak insan kesin<br />
bir ziyan içindedir. Ancak iman edip de<br />
salih amel işleyenler hem de birbirlerine hakkı<br />
ve sabrı tavsiye edenler bu ziyandan kurtulurlar.”<br />
buyururlar.<br />
Kardeşlerimizle beraber bu ziyaretlerde<br />
yardımları muhtaçlara ulaştırarak hem salih<br />
amel işliyor hem de ayak üstü de olsa dert-<br />
Bizbiriz Dergisi • 15
li kardeşlerimize hakkı ve sabrı tavsiye ederek<br />
ziyandan kurtulan zümreye dahil olma<br />
yolunda bir adım atmış oluyoruz. Bu vesileyle<br />
Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v) :” Hayra delalet eden onu yapmış<br />
gibidir. Allah naçar kalana yardım etmeyi<br />
sever.” (Ramuz El Ehadis 207/5) hadisinde bildirdiği<br />
Nisa ismiyle şöhret bulmuş sure-i celilede<br />
85.ayeti kerimesinde buyurduğu “ Kim<br />
bir iyi bir şeye aracı olursa bu iyiliğin sevabından<br />
ona da bir hisse olur” müjdesine de mazhar<br />
oluruz inşallah.<br />
Rabbim amellerimizi<br />
boş çıkartmasın.<br />
Yaptığımız<br />
iyilikleri ayağımıza<br />
bağ da yapmasın.<br />
Maksudumuz Allah<br />
ve biz sadece rabbimizin<br />
rızasını istiyoruz.<br />
Allah(c.c)<br />
amellerimizi riyadan,<br />
gönüllerimizi<br />
nifaktan arındırsın.<br />
Amin.<br />
Bu ziyaretlerin<br />
bir diğer faydası da<br />
Rabbimize şükrümüzü artırmasıdır. Şüphesiz;<br />
Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edilen bir<br />
hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır.<br />
“Sahip olduğumuz dünyevi<br />
imkânlar açısından durumu sizden daha iyi<br />
olanlara değil daha fena durumu bulunanlara<br />
bakın zira bu bakış zaviyesi Allah’ın nimetlerini<br />
hafife almamanız için en uygun yoldur.”<br />
(Muslim,zühd;9, Tirmizi,Kıyame;58, Libas;38)<br />
Hocamızın tavsiyesi üzerine en az beş kişilik<br />
gruplar halinde ziyaretlerimizi gerçekleştiriyoruz.<br />
Bu sayı yedi, dokuz bazen on bir kişiye<br />
çıkabiliyor. Grubumuzdaki kardeşlerimiz<br />
arasında maddi durumu çok iyi olan da olmayan<br />
da var. Gördüğümüz manzaralar karşısında<br />
Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini hatırlıyor,<br />
hamd-ü senalar içerisinde Rabbimize<br />
şükürler ediyoruz. Elhamdülillah.<br />
Ziyaretlerimizi uzun yaz günlerinde genellikle<br />
gündüz ikindi vakti civarlarından yapıyorduk.<br />
Günler kısalıp mesai bitimi akşamı<br />
yatsıyı bulmaya başlayınca akşam saatlerine<br />
kaydırdık. Dernek başkanımızın mahalle<br />
muhtarları ile ön görüşmesinde gidilecek adresler<br />
tespit ediliyor. Kararlaştırılan saatlerde<br />
mahalle muhtarının rehberliğinde belirlenen<br />
evlerin kapılarını çalıyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz<br />
gibi kapıya çıkan hanım ise hanım kardeşler,<br />
erkek ise erkek kardeşlerimiz ilgileniyor.<br />
Ç a l d ı ğ ı m ı z<br />
kapıların ardında<br />
yaşayan<br />
öyle ibretli hayat<br />
hikâyeleri var<br />
ki. Bu hikâyeleri<br />
isim ve adres vermeden<br />
kimseyi<br />
rencide etmeden<br />
Abdullah<br />
Murad hocamızın<br />
“iyiden alınır<br />
örnek, kötüden<br />
ise ibret” düsturunca<br />
sizlerle de<br />
paylaşmak istedik.<br />
Muhterem Hocamızda uygun gördüler.<br />
Rabbimizin izni ve verdiği güçle bu ziyaretlerde<br />
karşımıza çıkan ibretli hayat hikâyelerini<br />
sizlere aktarmaya çalışacağız inşallah. Gayret<br />
bizden Tevfik Allah’tan.<br />
Gördüklerimiz anlatmak çok da kolay olmayacak.<br />
Görkemli villaların gölgesinde yıkık<br />
dökük evlerde bir sürü çocukla hayata tutunmaya<br />
çalışan garibanlar. Lüks apartmanların<br />
on basamakla inilen bodrumlarında rutubet<br />
ve küf kokusu içerisinde süren hayatlar.<br />
Televizyonda gösterilen uzak diyarlardaki<br />
yardıma muhtaç insanların görüntülerine<br />
bakıp ağlayan ardından çıkan oyun havasıyla<br />
oynayan bir kısa mesaj gönderip “Görevimi<br />
yaptım” rahatlığı ile hayatına devam eden insanımızın<br />
görmezden geldiği unuttuğu belki<br />
de yok zannettiği sefalet içerisinde hayat-<br />
16 • Bizbiriz Dergisi
lar... Kredi mağdurları, hırs ve tamah kurbanları...<br />
Hastalar, yaşlılar, düşkünler, garipler, yetimler,<br />
dullar...<br />
Her evin bir hikâyesi olduğu gibi bir de kokusu<br />
varmış. Bu ziyaretlerde anladık. Açılan<br />
kapılardan dışarıya kimi zaman rutubet, kim<br />
zaman hüzün, kimi zaman hastalık, kimi zaman<br />
fakirlik kokusu sızıyor. Bazen sabır, bazen<br />
tevekkül bazen de kulluk kokusu.<br />
Bazen yolumuz hiç zengini olmayan mahallelere<br />
düşüyor. Bazen de çok zengin muhitlerin<br />
arka sokaklarındaki viranelere. Bazen<br />
hiç de kötü olmayan evlerde düzgün giyimli,<br />
kültürlü, tahsilli kardeşlerimizle görüşüyoruz.<br />
İşleri iyi gitmemiş. Rabbim önce vermiş sonra<br />
almış...<br />
Soğuk bir kış günü akşam saatlerinde o<br />
hafta ziyaret yapacağımız mahallenin muhtarlığı<br />
önünde kardeşlerimizle buluştuk. Hanımlar<br />
derneğimizin minibüsüyle, beyler ise<br />
özel araçlarla muhtarın rehberliğinde tespit<br />
edilen adreslere doğru yola çıktık. Burası<br />
Meram’ın göbeği sayılabilecek çok da kenarda<br />
olmayan eski bir mahalle.<br />
Eski, yıkıldı yıkılacak kerpiç evleri daracık<br />
sokakları ile hiç de bir büyükşehir mahallesi<br />
görüntüsü vermiyor. Kentsel dönüşüm henüz<br />
buralara uğramamış. Eski bir mezarlığın etrafında<br />
kümelenmiş, mezarlık manzaralı, eğri<br />
duvarlı, tek katlı, alçak damlı ha yıkıldı ha yıkılacak<br />
hissi veren bakımsız evler... Kargacık<br />
burgacık iki aracın yan yana geçemeyeceği<br />
sokaklar.<br />
Evlerin ışıkları henüz yeni yanmaya başlamış.<br />
Sobalara akşam kovaları konmuş, ateşlenmiş,<br />
çay, bulaşık vs. işler için kullanılmak üzere doldurulmuş<br />
güğüm ve ibrikler sobanın üzerindeki<br />
yerlerini almış. Belki kaynamaya, taşmaya<br />
bile başlamıştı. Bizlerin kaloriferli evlerde yaşayamadığı<br />
bir aile sıcaklığı vardır bu sobalı evlerde.<br />
Akşam ailenin bütün fertleri sobanın etrafından<br />
toplanıp en azından birbirlerini görürler.<br />
Gecenin ayazı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu.<br />
Havayı kesif bir kömür kokusu sarmıştı.<br />
Bütün garibanlığına rağmen bu sokaklar<br />
ve evler çok sıcak gelmişti bize. Yaşadığımız<br />
apartmanların soğuk yüzüne inat bu eciş<br />
bücüş evlerin toprak sıvaları, tüten bacaları,<br />
camlarından sızan sarı ışıkları sıcacık sarmıştı<br />
içimizi. Beki de köyde geçen çocukluğumuzdan<br />
kalma anılarımız canlanmış o kara düzen<br />
günlere bir özlem büyümüştü içimizde.<br />
Camlardan sızan ışıkların rengi bile farklıydı<br />
bu mahallede. Bir ışık yanıyor, bir duman<br />
tütüyor ama bakalım nasıl. Bu camların gerisinde<br />
neler yaşanıyor. Kimi evlerde bir doğum<br />
telaşı, kimi evlerde can çekişen bir hasta. Kimisinde<br />
hüzün, kimisinde sevinç.. Kimisi huzur<br />
dolu bir yuva, kimisine mutluluk hiç uğramamış...<br />
Böylesi derin düşüncelerden, minibüsümüzün<br />
durmasıyla sıyrılıyoruz. Minibüsten<br />
alacaklarımızı alıp muhtarın çaldığı kapıyı<br />
açan hanımın yanına gidiyoruz. Muhtemelen<br />
tek oda bir mutfaktan oluşan bir ev, çok eski<br />
her an göçüverecekmiş gibi duruyor. Kapıda<br />
otuzlu yaşlarda bir hanım ve üç oğlan çocuğu<br />
karşılıyor bizi. Selam verip kendimizi tanıtıyoruz.<br />
Hanım bizi misafir etmek, bir şeyler ikram<br />
etmek için ısrar ediyor. Prensip olarak evlere<br />
girmediğimizi daha başka ziyaretlerimizin de<br />
olduğunu söylüyoruz. Erzurumluymuş. Genç<br />
yaşta eşi vefat etmiş ve üç çocuğuyla dul kalmış.<br />
Bir abisi varmış onun da durumu iyi değilmiş.<br />
Bu evin sahibi bedelsiz olarak oturtuyormuş.<br />
Rahatsızlığından dolayı fazla çalışamadığını<br />
eşin dostun hayırseverlerin yardımlarıyla<br />
geçindiğini anlatıveriyor ayaküstü.<br />
Hediye ettiğimiz kitaplara çok seviniyor. Yardımımızı<br />
takdim edip dua ve selam ile ayrılıyoruz.<br />
Çocukları da kendiside ziyaretimizden<br />
duydukları memnuniyeti buğulu gözlere ifade<br />
ediyorlar. Yıllardır hasret oldukları bir yakınlarını<br />
uğurlar gibi uğurluyorlar bizi.<br />
Bundan sonraki adres yürüme mesafesinde<br />
olduğumuz için aracımızı binmiyoruz. Ayrıldığımız<br />
evin hüznü bize de yansıyor. İster<br />
istemez o yetimlerin garip hallerinden etki-<br />
Bizbiriz Dergisi • 17
leniyoruz. Yol boyu suskun ilerliyoruz. Hava<br />
iyiden iyiye soğumuş, üşüyoruz. Bir sonraki<br />
durağımız, köşe başında duvarı dışarı doğru<br />
hayli eğilmiş sokağı penceresi olmayan kerpiç<br />
bir ev. Yüksek duvarlı bir avlusu var. Kapıyı<br />
çalıyoruz. Kapıyı 17-18 yaşlarında bir genç kız<br />
açıyor. Buyur ediyor bizi. Eve değil fakat avluya<br />
girebileceğimiz söylüyoruz. Selamlaşıyoruz,<br />
tanışıyoruz. Bir avlunun içinde sokağa<br />
penceresi olmayan duvarı eğri o ev, karşısında<br />
merdivenle çıkılan ve mutfak olarak kullanılan<br />
başka bir oda, avlu kapısının az ilerisinde<br />
odunluk ve kömürlük olarak yapılmış kulübe<br />
gibi bir yapı ve tuvalet. Kızcağız bütün ışıkları<br />
yakmış, evin kapısına 2-3 yaşlarında bir erkek<br />
çocuğu çıkıyor. O soğukta neredeyse yarı<br />
çıplak.<br />
Ev sahibesinin bu kızcağız olduğu öğreniyoruz.<br />
Küçük çocuk da oğluymuş. “Eşim vefat<br />
etti.” diyor. Doğu illerinden Konya’ya göç<br />
etmiş bir ailenin kızıymış. Ailesi Konya’nın<br />
bir köyünde yaşıyormuş. “Ben burada yalnız<br />
kalıyorum. 2-3 ev ötede kaynanamla kaynım<br />
oturuyor” diyor şivesi konuşmasıyla. Oldukça<br />
mahcup, çekingen, ürkek. “Sana uzun<br />
kış gecelerinde yoldaş olacak çok güzel arkadaşlar<br />
getirdik.” diyoruz. Hadis kitaplarımızdan<br />
ve Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın<br />
on hafta sohbetleri kitaplarından hediye<br />
ediyoruz. Zarfımızı da kitaplarımızla birlikte<br />
veriyoruz. Gözleri ışıldıyor. Memnuniyeti yüzüne<br />
öyle bir yansıyor ki onun yüzüne düşün<br />
mutluluk pırıltısı bizi de mutlu ediyor. Onları<br />
Allah’a emanet ederek vedalaşıyoruz. Onun<br />
ürpertici evinde yetimiyle baş başa kalıyor.<br />
Oradan ayrıldıktan sonra da rabbim ecrini<br />
versin şükrünü artırsın diye dualar ediyoruz.<br />
Kızcağız mahcup ve utangaç olduğundan halini<br />
çok iyi anlatamadı. Onun hayat hikâyesini<br />
bir sonraki durağımızda daha ayrıntılı bir şekilde<br />
öğreniyoruz.<br />
Buradan sonra gideceğimiz yer birkaç ev<br />
ilerideymiş. Yürüyoruz. Geleceğimizden haberi<br />
oldukları için ev sahipleri kapıda karşılıyor<br />
bizleri. Üç katlı eski bir apartmanın giriş<br />
katında oturuyorlar. Eski bir apartman ama<br />
sokaktaki diğer evlerin yanında saray gibi kalıyor.<br />
Biri otuzlarında biri elli elli beş yaşlarında<br />
iki hanımla biri kız biri oğlan dokuz on yaşlarında<br />
iki çocuk çıkıyor karşımıza. Buyur ediyorlar.<br />
Selamlaşıp tanışıyoruz. Teyze çok sıcakkanlı.<br />
O da biraz önceki genç kadın gibi şiveli<br />
konuşuyoruz. Ziyaretimizden duyduğu memnuniyeti<br />
ifade ediyor dualarla. Yanındaki hanım<br />
geliniymiş. Bir trafik kazasında bir oğlunu,<br />
damadını ve yeğenini öte dünyaya uğurlamış.<br />
Yanındaki gelinin kocası olan oğlu da<br />
kötürüm kalmış. (bakıma muhtaç) “Bu geline<br />
destek oluyorum.” diyor. Biraz önce yetimiyle<br />
bir başına bıraktığımız kızcağızında kazada<br />
ölen öteki oğlunun karısı olduğunu öğreniyoruz.<br />
Yüreğimi burkuluyor.”Ne yaparsın teyze.<br />
İmtihan dünyası bu. Her kulun ayrı bir imtihanı<br />
var. Rabbim kolay getire hepimize.” Maşallah<br />
teyzemiz çok metanetli. Güngörmüş belli.<br />
Hani derler ya, Osmanlı kadını... Karşılıklı iyi<br />
dileklerde bulunup dualaşıp sarılıyor ayrılıyor.<br />
Üç kapıda kaç değişik imtihan kaç farklı<br />
hayat görüyoruz. Çocuklarınki ayrı kadınların<br />
ki ayrı gelinlerin ki ayrı. Kaynananın ki<br />
ayrı ve bundan sonraki hayatına engelli devam<br />
edecek evladın ki ayrı. Yaşanan bu acıklı<br />
hikâyelere bir de yokluk eklenince imtihan<br />
biraz daha ağırlaşıyor tabi. Rabbim onlarında<br />
bizim de şükrümüzü artırsın. Bütün mü’min<br />
kardeşlerimize dünyada ahiret de iyilik versin.<br />
AMİN...<br />
O akşam ziyaret ettiğimiz diğer evlerde<br />
yaşlı bir çift ve yalnız yaşayan amcalar varmış.<br />
Onlarla erkek kardeşlerimiz görüştüler. Araçlarımıza<br />
doğru giderken kardeşlerimizin konuşmalarını<br />
duyuyoruz. “Saraylarda yaşıyormuşuz<br />
şükür rabbimize” diyor kardeşimizin<br />
biri. Öteki kardeşlerimiz de “Elhamdülillah” diyorlar.<br />
Birbirimize Allah’a emanet ederek selamlaşarak<br />
sessiz sakin kendi Hayatlarımıza<br />
dönüyoruz.<br />
18 • Bizbiriz Dergisi
TAHARET<br />
Taharet kelimesi; “tahare” fiilinin<br />
masdarıdır. Lugatta taharet, “Temizlik”<br />
manasındadır. Çok yönlü ve anlamları<br />
vardır. İman açısından baktığımızda<br />
taharet; küfrün, şirkin ve nifakın tüm<br />
pisliklerinden temizlenmektir. Amel açısından<br />
baktığımızda teharet; hadesten ve necasetten<br />
temizlenmektir 1 . Yani temizlenmek isteyen<br />
bir kimsenin gerek hakiki pisliği (Necaseti),<br />
gerekse hades denilen<br />
hükmi pisliği gidermek<br />
için meşru bir sûrette<br />
suyu ve toprağı yahut<br />
her ikisini birden<br />
kullanmasıdır.<br />
Kur’ân-ı Kerîm’in<br />
birçok âyetinde, Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v)’in hadislerinde ve örnek<br />
hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği<br />
üzerinde ısrarla durulmuş, temizlik ibadetler<br />
için ön şart sayılmıştır. Yani amelin, ibadetin<br />
aslı, temeli teharet olmuştur. İslâm dini, özü<br />
itibariyle mânevî kirlerden arınma, Allah’ı<br />
tanıma, O’na itaat ve ibadet etmeden ibaret<br />
gibi görünse de ruhun yücelişi ve insanın böyle<br />
mânevî bir bağlantı ortamına geçebilmesi için<br />
insanı çevreleyen fizik şartların da buna uygun<br />
olması gerekir. İbadet haya tında; mânevî<br />
temizlenme ile beden ve çevre temizliği<br />
arasında sıkı bir bağın kurulması hatta<br />
Kur’an’da temizlikten, hem maddî hem de<br />
mânevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir<br />
anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır.<br />
İslâm Dininde genel anlamdaki temizlik<br />
ile ibadet amaçlı temizlik birbirini tamamlar<br />
ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple<br />
İslâm bilginleri temizliği; maddî temizlik,<br />
1 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,<br />
cild 2.<br />
Taharet kalbi temizlemektir.<br />
hükmî temizlik ve mânevî temizlik şeklinde üç<br />
kademeye ayırmışlardır.<br />
Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde<br />
ifade edilebilecek olan maddî temizlik,<br />
genelde ibadete hazırlık ve ön şart olarak, kimi<br />
du rumda ibadet olarak değerlendirilmiştir.<br />
Abdest ve gusül, hükmî temizlik kademesidir.<br />
Üçüncü kademede ise kişinin uzuvlarını gıybet,<br />
yalan, haram yemek, mala hı yanet etmek gibi<br />
günahlardan, kalbini haset, kibir, gösteriş, hırs<br />
ve benzeri kötü huy ve hastalıklardan, hatta<br />
benlik ve bilincini Allah’ın gayrısından (mâsivâ)<br />
temizlemesi gelir. Müslümanın kademe<br />
kademe arınması ve temizlenmesi, Al lah’ın<br />
huzuruna böyle bir safiyet ve arılıkla çıkması<br />
esastır.<br />
Maddî temizlik İslâm dininin fevkalâde<br />
önem atfettiği bir konudur. Kur’ân-ı Kerîm’de<br />
çevrenin ve ibadet yerinin temizliğinden<br />
söz edilir, Allah’ın temizlik konusunda titizlik<br />
gösterenleri sevdiği bildirilir;”<br />
Onun içinde asla namaz<br />
kılma. İlk günden temeli<br />
takva (Allah’a karşı gelmekten<br />
sakınmak) üzerine kurulan<br />
mescit (Kuba mescidi), içinde<br />
namaz kılmana elbette daha<br />
layıktır. Orada temizlenmeyi<br />
seven adamlar vardır. Allah da tertemiz<br />
onları sever.” 2 İbn-i Kesir; su ile temizlenmek<br />
hususunda aşırı titizlik gösteren ensar’ın bu<br />
ayet-i kerime ile övüldüğünü kaydetmektedir. 3<br />
Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de<br />
“Temizlik imanın yarısıdır” 4 , “Allah temizdir,<br />
temizliği sever” 5 “Namazın anahtarı temizliktir”<br />
6<br />
buyurarak; değişik vesilelerle beden ve<br />
çevre temizliğini emretmiş veya tav siye<br />
etmiş, bu konuda davranışlarıyla ashabına<br />
ve bütün müslümanlara örnek olmuştur.<br />
İslâm’ın bu ısrarlı takibi neticesinde temizlik<br />
müslümanların hayatına dinî yönü de bulunan<br />
bir kültür ve gelenek olarak yerleşmiş, fıkıh<br />
kitaplarının ilk bölümünü temizlik (tahâret)<br />
konusu teşkil etmiştir 7 .<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
2 Tevbe 9/108.<br />
3 el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26.<br />
4 Müslim, “Tahâret”, 1.<br />
5 Tirmizî, “Edeb”, 41.<br />
6 Ebû Dâvûd, “Salât”, 73; Tirmizî, “Tahâret”, 3.<br />
7 İsam, cild 1.<br />
Bizbiriz Dergisi • 19
FIKIH KÖŞEMİZ<br />
Ayşe TUNÇ<br />
İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni<br />
Sual: Varolan rahatsızlıktan dolayı,<br />
namazı sandalye ve taburede oturarak<br />
kılmanın dinen hükmü nedir? Sandalye ve<br />
taburede kılmaktansa yere oturup ayakları<br />
uzatarak kılmanın uygunluğu söylenmektedir,<br />
izah eder misiniz?<br />
Cevap: Bu konuyu izah etmede iki farklı hususu<br />
göz önünde bulundurmada fayda vardır.<br />
Birincisi oturarak namaz kılmanın caiz olup<br />
olmadığı, ikincisi de camilerimizde sandalyelerle<br />
bir tür sıralar oluşturulması ve hatta ayrı<br />
bir yerde sandalyeliler safı(!) oluşturmak.<br />
Namaz, kulun Allah’a en çok yakınlık<br />
kazandığı bir ibadettir. Bu niteliğinden<br />
dolayı Rasulullah (s.a.v) bu ibadeti “en hayırlı<br />
amel” 1 olarak tanımlamış, kıyamet gününde<br />
hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını<br />
1 İbn Mâce, Taharet, 4.<br />
bildirmiştir. 2 Bu sebeple namazın terk edilmesine<br />
izin verilmemiş, ima ile de olsa mutlaka<br />
kılınması istenmiştir. Rasulullah (s.a.v)<br />
“Kim namazı kasten terk ederse Allah’ın himayesi<br />
ondan uzak olur.” 3 buyurmuştur.<br />
Kur’an ve Sünnette; namaz ibadetinin rükünlerinin<br />
(farzlarının) neler olduğu belirtilmiş<br />
ve nasıl uygulanacağı da bizzat Rasulullah<br />
(s.a.v) tarafından sözlü ve pratik olarak ortaya<br />
konulmuştur.Bu rükünler; “İftitah Tekbiri,<br />
Kıyam, Kıraat, Rükû, Secde Ve Ka’de-İ Ahire”dir.<br />
Allah Teâlâ:<br />
“Gönülden boyun eğerek Allah için namaza<br />
kalkın” 4 “Ey iman edenler, rükû edin, secde<br />
edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki<br />
kurtuluşa eresiniz.” 5 buyurmuştur.<br />
Rasulullah (s.a.v) de; namaz kılmayı<br />
2 Bakara, 2/238.<br />
3 Hac, 22/77.<br />
4 Bakara, 2/286.<br />
5 Bakara, 2/185.<br />
20 • Bizbiriz Dergisi
öğrettiği bir sahabiye, sonunda nasıl teşehhüd<br />
yapacağını gösterdikten sonra, “Bunu da<br />
yaptığında namazın tamam olur.” buyurmuştur.<br />
6<br />
Bu rükünlerden her hangi birinin mazeretsiz<br />
olarak terk edilmesi halinde namaz sahih olmaz.<br />
Ancak Dinimiz kolaylık dinidir, dinimizde<br />
sorumluluklar, kulun gücüne göre belirlenmiş;<br />
“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle<br />
yükümlü kılar...“; gücü aşan durumlar için<br />
kolaylaştırma ilkesi getirilmiştir. Namazın<br />
rükünlerinden herhangi birini yerine getirmeye<br />
engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma<br />
sebebi sayılmıştır. Buna göre; Namazı normal<br />
şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse<br />
için asıl olan namazını oturarak kılmaktır. Böyle<br />
bir kişi namazını kendi durumuna göre diz<br />
çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını<br />
yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Rasulullah<br />
(s.a.v) nasıl namaz kılacağını soran hasta<br />
bir sahabiye:<br />
“Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse<br />
oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere<br />
kıl.” buyurmuştur.<br />
Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde<br />
secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar,<br />
rükûdan sonra yere oturarak secdeleri ima ile<br />
yapar.<br />
Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra<br />
ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar,<br />
secdeden sonra namazını oturarak tamamlar.<br />
Ayakta durmaya ve rükû yapmaya gücü<br />
yettiği halde yere oturamayan kimse namaza<br />
ayakta başlar, rükûdan sonra secdeyi tabure<br />
ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda<br />
eder.<br />
Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de<br />
oturamayan kimse namazı tabure, sandalye<br />
ve benzeri bir şey üzerine oturarak rükû ve<br />
secdeleri ima ile yerine getirir.<br />
6 Buhari, Taksiru’s-Salat, 19<br />
Kul, Rabbine ibadet ederken hem özde samimi<br />
olmalı hem de dinin belirlediği şekil ve<br />
şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen<br />
göstermelidir. Özen ve hassasiyet eksikliğinden<br />
dolayı Rabbine karşı sorumlu olacağı bilincinde<br />
olmalıdır. Bu sebeple namazını tabure,<br />
sandalye ve benzeri şeyler üzerinde<br />
kılan mü’minin ileri sürdüğü mazeretleri kendisini<br />
vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır.<br />
Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya engel<br />
olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar bu<br />
konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir.<br />
Konumuzun ikinci boyutu ise; dini açıdan<br />
zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça;<br />
camilerde sandalyede namaz kılmak, göze<br />
hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta<br />
ve cemaat arasında zaman zaman tartışmalara<br />
sebep olmaktadır. Son zamanlarda bu hususun<br />
daha da yaygınlaştığını esefle müşahede<br />
etmekteyiz. Özellikle üzerinde namaz kılmak<br />
amacı ile camilerde rengârenk sandalyelerin<br />
konulması ve bazen de sıralar halinde sabit<br />
oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle<br />
bağdaşmamaktadır. Bu durum beraberinde<br />
benzetmesi hoş olmasa da- kilisevâri bir sıralı<br />
sandalyeli bir durumu akıllara getirmektedir.<br />
Namaz kılmak için camiye kadar gidebilen kişi<br />
rahatlıkla ayakta durarak kıyam farzını yerine<br />
getirebilirler. Bu sebeple hastalık ve özürlülük<br />
gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin,<br />
zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede<br />
değil, yere oturarak kılmaları daha uygundur.<br />
Kıymetli hocamız Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu’nun 13 senedir ifade ettiği; “sandalyede<br />
namaz kılmak caiz değildir” düsturunu<br />
kabul eden Diyanet işleri Yüksek Kurulun’a bu<br />
resmi açıklamasından dolayı, şükranlarımızı<br />
sunar, ferasetli fetvalarının devamını bekleriz.<br />
Bizbiriz Dergisi • 21
MATEMATİK<br />
ALLAH’IN<br />
VARLIĞINI<br />
İSPATLIYOR<br />
Matematik Öğretmeni<br />
Eslem ERCAN<br />
M<br />
atematik bilimi evrendeki eksiksiz<br />
yaratılışı ve hassas dengeleri nasıl<br />
gözler önüne serer? Tamamen<br />
düzensiz görünen ormanlarda aslında<br />
nasıl bir matematiksel düzen hakimdir? Evrende<br />
var olan canlı-cansız tüm varlıklarda keşfedilen bu<br />
matematiksel estetik ve düzen, bilim adamlarında<br />
her geçen gün daha da büyük heyecan uyandırıyor.<br />
Milattan önce 2000 yıllarında Mezopotamyada<br />
yaşayan Babilliler matematik biliminde oldukça<br />
ilerlemişlerdi. Dört temel işlem olan toplama,<br />
çıkarma, çarpma ve bölmeyi gayet kusursuz<br />
biçimde uyguluyorlardı. Diğer bilim dalları gibi tarih<br />
boyunca matematik de bir gelişim göstermiştir.<br />
16. yüzyılda matematik dünyası analitik geometri,<br />
kartezyen koordinat sistemi, kalkülüs teoremi,<br />
integral gibi kavramlarla tanışmıştır. Matematiğin<br />
önünü açan bu kavramlarla birlikte fizik ve<br />
mühendislik bilimleri de doğmuştur, zaman<br />
içinde ilerleyen çalışmalar astronomide kullanılan<br />
matematiği de başka bir düzeye taşımıştır. 20.<br />
yüzyılda modern matematik dönemine girilmiş,<br />
kümeler teorisi kavramı geliştirilmiş ve sonunda<br />
matematik ve fizik bilimi insanların gökyüzüne<br />
uzay aracı gönderebilecekleri bir düzeye ulaşmıştır.<br />
Geçen 4000 yıl boyunca matematikte gelinen<br />
bu sonuç vesilesiyle bilim adamları çok önemli<br />
bilimsel bir keşifte bulunmuşlardır: Matematik<br />
yalnızca insanların geliştirdiği bir yöntem değildi<br />
ve evrenin ve tüm canlıların var oldukları ilk andan<br />
itibaren mükemmellik derecesinde bağlı oldukları,<br />
işleyen bir sistemi de göstermekteydi. Bu gerçeği<br />
dile getiren matematikçilerden biri Galile olmuştur.<br />
Galile, “Tabiatın kitabı matematik dilinde yazılmıştır;<br />
onun harfleri geometrinin şekilleridir. Bunları<br />
anlamak ve yorumlayabilmek için matematik<br />
dilini bilmemiz gerekir” yorumunda bulunmuştur.<br />
Gelişen matematik bilimi 20. yüzyılda, evrenin<br />
bazı materyalist-Darwinist bilim adamlarının<br />
iddia ettikleri gibi bir kaosun esiri olmadığını;<br />
aksine hatasız matematiksel hesaplamalar<br />
barındıran muhteşem bir düzenlemenin,<br />
Yüce Allahın sonsuz aklının eseri olduğunu<br />
doğrulamıştır. Kesin delillerle ortaya konulan<br />
bu gerçek, evrende “tesadüfi gelişmelere” hiçbir<br />
şekilde yer olmadığını bir kere daha kanıtlamıştır.<br />
Evrenin ve canlıların oluşumunda çok yüksek<br />
bir akıl vardır. İnsanlığın bu yüksek aklın sadece<br />
matematik ile ilgili olan yönünü anlayabilmeleri<br />
4000 yıl sürmüştür. 4000 yıllık bilgi mirasına<br />
sahip bilim adamlarının günümüzde gördükleri<br />
gerçekler onları, Darwinizmin tesadüfi var oluş<br />
iddiasını sorgulamaya yöneltmiştir. İngiliz fizikçi<br />
ve matematikçi olan Sir James Jeans evrendeki<br />
mükemmel düzeni şu şekilde ifade etmiştir:<br />
“Evren hakkında yapılan bilimsel bir<br />
araştırmanın sonucu tek bir cümleyle<br />
özetlenebilir: Evren, matematik bilgisi sonsuz bir<br />
varlık tarafından dizayn edilmiş görünüyordur.”<br />
Bitkiler Matematiksel Hesap Yapabilir mi?<br />
Eğer bir bitkiyi dikkatle incelerseniz yapraklarının<br />
birbirlerini kapamayacak şekilde dizilmiş olduğunu<br />
görürsünüz. Bu düzen bitkinin güneş ışığını ve<br />
yağmur damlalarını eşit biçimde alabilmesi için<br />
22 • Bizbiriz Dergisi
çok önemlidir. Yapraklarda, çam kozalaklarında,<br />
kaktüslerde, ayçiçeklerinde ve diğer bitkilerde<br />
görülen bu spiral düzen matematikte Fibonacci<br />
dizini ismi ile tanımlanır. Bu dizinin özelliği,<br />
dizideki her sayının kendinden önce gelen iki<br />
sayının toplamına eşit olmasıdır. Bu matematiksel<br />
sayı dizisine bitki dünyasının şifresi de denilebilir.<br />
0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233…….<br />
Smith Collegeden matematikçi Chris Gole,<br />
bitkilerde genellikle zıt yönlere doğru kıvrılan iki<br />
ayrı spiral grubun bulunduğunu ve bu gruplardaki<br />
spiral sayısının çoğu zaman ardışık iki Fibonacci<br />
sayısı olduğunu belirtmiştir. Ayçiçeklerinin üzerinde<br />
tohuma dönüşen minik çiçekçikler bulunmaktadır.<br />
Bu çiçekçiklerin bir kısmı saat yönünde, bir kısmı<br />
da saat yönünün aksi istikamette çok sayıda spiral<br />
oluşturur. Her iki yöndeki spiraller sayıldığında<br />
Fibonacci sayı dizisine uygun olarak, çoğunlukla<br />
bir yöne doğru kıvrılan 55, diğer yöne doğru<br />
kıvrılan 34 spirale rastlanır. Bazı ayçiçeklerinde<br />
de, yine Fibonacci sayı dizinine uygun olarak,<br />
89 - 55 veya 144 – 89 rakamları tespit edilir.<br />
Fibonacci sayıları, ağaç yapraklarının dallarının<br />
düzeninde, çiçeklerin taç yapraklarında ve<br />
tohumlarında da ortaya çıkmaktadır. Bir papatyayı,<br />
kıvırcık salata yapraklarını, ananas kozalaklarını<br />
veya soğanın katmanlarını dikkatli bir şekilde<br />
incelerseniz Fibonacci sayılarını tespit edebilirsiniz.<br />
Ormanlardaki Matematiksel Düzen<br />
Bir ormana uzaktan bakıldığında, ağaçların<br />
konumlarının bir düzen içerisinde olduğu ilk anda<br />
anlaşılmayabilir. Oysa kontrolsüz biçimde çoğalmış<br />
gibi görünen ağaç gruplarından oluşan ormanlarda<br />
da matematiksel bir düzen bulunmaktadır.<br />
Los Alamos Ulusal Laboratuvarından Geoffrey<br />
West bu konu hakkında şu açıklamayı yapmıştır:<br />
“Bir ormanda yürüdüğünüzde, orman size<br />
gelişigüzel görünür; ama aslında ortalamada<br />
oldukça düzenlidir.” West, yakın bir geçmişte<br />
Arizona Üniversitesi’nden BrianEnquist ve<br />
Cornell Üniversitesi’nden Profesör Karl Niklas<br />
ile birlikte, yetişkin bir ormanda, aynı kütleye<br />
sahip ağaçların arasındaki ortalama uzaklığın,<br />
gövde çapları ile orantılı olduğunu keşfetmiştir.<br />
Tesadüf İddiasını Yok Eden Mükemmellik<br />
Ormanlarda görülen bu düzen, çeyrek-kuvvet<br />
ölçeği yasası ile açıklanmaktadır. Çeyrek-kuvvet<br />
kuramı biyolojinin en temel kurallarından<br />
biridir. Bu kuram bilim adamlarını oldukça<br />
şaşırtmaktadır; çünkü bu kanuna göre her<br />
varlığı matematiksel ölçümlerle düzenleyici<br />
bir el olmalıdır. Geoffrey West çeyrek-kuvvet<br />
yasası ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:<br />
...’’Böyle bir durumla karşılaştığınız zaman<br />
bunun size bir şeyler anlatmaya çalıştığını<br />
fark edeceksiniz’’ ... Burada önemli olan<br />
‘’Bu bir şeylerin neyi anlatmaya çalıştığı?’’<br />
GeoffreyWestin<br />
sorduğu<br />
sorunun cevabı gerçekte çok açıktır.<br />
Yeryüzüne hakim olan ihtişamlı düzen bize<br />
varlıkların tesadüfen var olmadıklarını, yaratılmış<br />
olduklarını göstermektedir. Her insan, belirli<br />
uzaklıklarla ekilmiş bir sebze tarlasına girdiğinde,<br />
mutlaka bu ekimi yapan bir çiftçinin olduğunu<br />
düşünür. Bitki tohumlarının kendiliklerinden<br />
aralarında eşit uzaklıklar kalacak şekilde toprağın<br />
üzerinde yuvarlandıklarını düşünmez. Ormanlarda<br />
ise bir tarla ile kıyaslanamayacak mükemmellikte<br />
matematiksel bir düzen vardır. Tarladaki tohumları<br />
düzenli bir biçimde eken bir insanın var olduğu<br />
düşünülüyorsa, ormandaki matematiksel düzenin<br />
de mutlaka Yaratıcısı olduğunu düşünmek gerekir.<br />
Çünkü ne ormanda ne ağaçta ne toprakta ne de<br />
tabiatta böylesine ihtişamlı bir güç ve akıl olabilir.<br />
Evrimci bilim adamları tabiatta karşılarına<br />
çıkan bu gibi muhteşem özellikleri Allahın<br />
yarattığını, bunların yaratılış delili olduğunu kabul<br />
etmemek için, doğa mucizesi gibi tanımlamalarla<br />
isimlendirmektedirler. Ancak bu ifade gerçekte<br />
tam bir mantık hezimetini ortaya koymaktadır.<br />
Çünkü mucize kelimesi doğa üstü olaylar anlamına<br />
gelmektedir. Dolayısıyla evrimci bilim adamları<br />
doğa mucizesi kavramını kullanırlarken, istemeseler<br />
de Allahın varlığına işaret etmiş olmaktadırlar.<br />
Bütün bunları Yaratıcı’yı hesaba katmadan<br />
sürekli ve geçerli ‘fizikî kanunlar’ olarak farz<br />
edelim. Peki, şu sorulara nasıl cevap vereceğiz:<br />
Bu ‘tabiat kanunları’ nereden geldiler? Onları<br />
kim yarattı? Yaratıcı bir kudrete inanmayan<br />
herkesin burada durması gerekir. Çünkü kâinatın<br />
hiç sebepsiz kendi kendine yoktan var olması<br />
tasavvur edilemez bir yaklaşımdır. Zîrâ “Allah<br />
en büyük matematikçidir.” diyen Einstein,<br />
tesadüfün arkasında dahî bilinmeyen bir sebepnetice<br />
prensibinin gizliliğine dikkati çekmiştir.<br />
“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde)<br />
kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En<br />
güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların<br />
tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.”<br />
Bizbiriz Dergisi • 23
İSTİKAMET<br />
HADİS<br />
“İstikamet sahibi olunuz. İstikamet<br />
sahibi olursanız ne güzel olur, amellerin<br />
hayırlısı salattır ve elbette daim abdestli olup,<br />
her an abdestli gezmeyi ancak imanı bütün<br />
müminler gerçekleştirir.” 1 İyi de istikamet<br />
nedir? İyi işte olduğu gibi insanlara faydalı<br />
olmaya çalışmaktır.<br />
Bir menkıbeyle anlatalım bunu:<br />
Bir gün sormuşlar Allah-u Teala’nın veli<br />
kullarından birine;<br />
-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu<br />
yaşayanlar arasında ne fark vardır?<br />
-Bakın göstereyim, demiş ermiş. Önce<br />
sevgiyi dilden amele indirememiş olanları<br />
çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi<br />
oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar<br />
içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da<br />
‘derviş kaşıkları’ denilen bir metre boyunda<br />
kaşıklar. Allah’ın Salih kulu;<br />
-Bu kaşıkların ucundan tutup öyle<br />
yiyeceksiniz, diye bir de şart koymuş.<br />
-Peki, demişler ve içmeye teşebbüs<br />
etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun<br />
geldiğinden bir türlü döküp saçmadan<br />
götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda<br />
bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar<br />
sofradan.<br />
Bunun üzerine;<br />
ْستَِقيمُوا:<br />
اِ<br />
َّما اَِن اسْتََق ْمتُ ْم َو َخْيُر<br />
وَنِعِ<br />
الُْو ُضوءِ<br />
اَ ْع َمالِ ُك ْم<br />
ُك ُّل ُمْؤمِ<br />
اَل َّصلاَةُ<br />
َولَ ْن يحَُافِ َظ عَلَى<br />
ٍن .<br />
امامة (<br />
اِلا َّ<br />
(رواه ابن ماجه عن اب<br />
-Şimdi... Demiş ermiş, sevgiyi gerçekten<br />
bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık,<br />
gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmiş<br />
oturmuş sofraya bu defa.<br />
-Buyurun deyince, her biri uzun boylu<br />
kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki<br />
kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.<br />
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve<br />
şükrederek kalkmışlar sofradan.<br />
-İşte demiş ermiş, kim ki hayat sofrasında<br />
yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,<br />
o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür<br />
de doyurursa, o da kardeşi tarafından<br />
doyurulacaktır.<br />
İstikamet; doğruluk, dürüstlük, namazda<br />
devamlılık.Beş vakit namazı kalp, beden ve<br />
ruh haliyle devam ettirmesi, kendi nefsinden<br />
önce kardeşinin nefsini öne geçirmesi ve<br />
bütün müminleri, müslümanları sevmesidir.<br />
Adem (a.s)’dan bugüne kadar bütün insanlar<br />
kardeştir, amenna!Kafir olanlara hidayet<br />
bulmaları duasıyla iyi davranmak çok güzeldir,<br />
buna da amenna! Lakin mümin ve müslüman<br />
kardeşlerin üstüne iki katı titreyeceğiz. Onları<br />
barbarlıkla, onları hadsizlikle, onları cahillikle,<br />
onları bilgisizlikle suçlayanlar istikamet sahibi<br />
olamazlar.<br />
Allah rızası için abdest almak, abdest<br />
alana yardımcı olmak çok zor olsa gerek. İşte<br />
suyu vermek, suyu ulaştırmak, abdest aldırmak.<br />
Bu su çeşmeden akan su mu? Bu abdest elimizi,<br />
yüzümüzü yıkayarak aldığımız abdest mi?Su,<br />
Hak suyu, abdest Hak ve hakikat abdesti. Allah<br />
rızası için şu suyla alınan abdest mi yoksa<br />
Kur’an ve sünnet ile alınan ilim abdesti mi daha<br />
zordur? Batıldan, bütün hurafelerden Kur’an<br />
ve sünnetle yıkanmak, arınmak.İşte budur Hak<br />
abdesti vesselam. 2<br />
1 İbn-i Mace, Taharet-4<br />
2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,<br />
cild 4.<br />
24 • Bizbiriz Dergisi
MÜSLÜMANIN<br />
24 SAATİ<br />
Sabah Uyanınca<br />
Rasulullah (s.a.v) sabah uyandığı<br />
zaman şöyle dua ederdi:<br />
“ E l h a m d u l i l l a h i l l e z i e h y â n â b a ’ d e<br />
mâemâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr.” 1<br />
“Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun.<br />
اَلحَْمْدُ لِل َّهِ ال َّذِى اَحْيَانَا بَعْدَ مَا<br />
اَمَاتَنَا وَ اِلَيْهِ الن ُّشُورِ<br />
Dönüş ancak O’nadır.” (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)Efendimiz<br />
(sav) sabah uyandığında Cenab-ı<br />
Hakk’a niyazla güne başlar ve şöyle dua ederdi:<br />
“Allah’ım, Sen’in yardımınla sabaha kavuştuk;<br />
Sen’in yardımınla akşama kavuştuk. Sen’inle yaşarız<br />
seninle ölürüz. Diriliş (varış), ancak Sana’dır.” 2<br />
Başka bir rivayete göre, Rasulullah Efendimiz<br />
sabaha ulaşan herkesin şu duayı<br />
okumasını tavsiye buyurmuştur.<br />
“Kim sabaha erdiği zaman: «Radıytü billahi Rabben,<br />
ve bi’l-İslami dînen ve bi Muhammedin Rasulen<br />
(Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, Rasul<br />
olarak Muhammed (sav)’e razı olduk)» derse,<br />
onu razı etmek de Allah üzerine bir hak<br />
olmuştur.” 3 Başka bir rivayette de, sabahladığında:<br />
“Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk de sabaha<br />
erdi.” buyurmuş, sonra ellerini üç kere yıkamış<br />
ve sözlerine şöyle devam etmiştir:<br />
“Uykudan uyanınca sizden hiç kimse, üç sefer ellerini<br />
yıkamadıkça, elini bir kaba sokmasın. Çünkü o, ellerin<br />
geceyi vücudun neresinde geçirdiğini bilemez.”<br />
Bu rivayeti nakledenlerden birisi de sabah<br />
kalkınca “burnunu üç defa temizlediğini”<br />
eklemiş ve bu hususta Peygamber Efendimiz<br />
(sav)’ in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:<br />
“Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere sümkürsün.<br />
Zira şeytan burnunun içinde geceler.”<br />
1 (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)<br />
2 (Buharî, Deavat, 7, 8; Müslim, Zikr, 59; Ebû Davud,<br />
Edeb, 97,98)<br />
3 (Buharî)<br />
Bizbiriz Dergisi • 25
26 • Bizbiriz Dergisi
Bizbiriz Dergisi • 27
KIRK KİŞİNİN ELİNDE BİR UÇURTMA NASIL UÇAR?<br />
MÜMİN BİR MÜRŞİDE İNTİSAPLA HAKKA ÇIKAR.<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />
28 • Bizbiriz Dergisi
Ayın Sohbeti<br />
VARİSÜ-N NEBİ<br />
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />
SOHBETİNDEN....<br />
“KUR’ANI <strong>ANLAMAK</strong>”<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />
اَعُوذُ بِا ِالله ِمنَ ال َّشْيطَا ِن ال َّرِجيِم<br />
ْسمِ ا ِالله ال َّرحمَْ ِن<br />
بِ<br />
ال َّرِح يِم<br />
يَا أَي ُّهَا الن َّبيِ ُّ جَاهِ ِد الْكُف َّاَر وَالْمُنَافِقِ َين وَاغْلُ ْظ عَلَيْهِ ْم وَمَأْوَاهُ ْم جَهَن َّ ُم<br />
الْمَصِيرُ<br />
يَا أَي ُّهَا ال َّذِي َن آمَنُوا مَا لَكُ ْم إِذَا قِيل لَكُ ُم انْفِرُوا ِفي سَبِيِل الل َِّه اث َّاقَلْتُ ْم إَِلى<br />
الأَْرْضِ أَرَضِيتُ ْم بِالحَْيَاِة الد ُّنْيَا مِ َن الآْ خِ رَِة فَمَا مَتَاعُ الحَْيَاِة الد ُّنْيَا ِفي الآْ خِ رَِة إِلا َّ<br />
قَلِيلٌ<br />
وَبِئْس<br />
َ<br />
“Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı<br />
cihad et ve onlara karşı َçetin ol. Onların varacakları<br />
yer cehennemdir. Ne kötü bir varış<br />
yeridir orası!” 1<br />
Bu ayet-i kerimeyi anlamaya, anlatmaya çalışacağız,<br />
hayatımıza tatbik etmemizi kolay eylemesi<br />
için Allah’a dua edeceğiz. Rabbim َ◌<br />
anlayışımızı,<br />
fehmimizi arttırsın, anlatmayı, izah etmeyi<br />
ve her bir hücremizle ayet-i celilenin sırrının<br />
mazharı olmamızı nasip eylesin.<br />
Şehit Abdullah Azam, Allah rahmet eylesin,<br />
يَا أي ُّهَا الن َّا ُس<br />
تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ الْعَافِيَةَ، وَإذَا لَقِيتُمُوهُ ْم<br />
فَاصْبرُِوا<br />
وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ ْم مِ ْن قُو ٍَّة وَمِ ْن رِبَا ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ َّو الل َِّه<br />
diyordu ki;<br />
“Biz Afganistan’a gitmeden önce<br />
de Tevbe süresini okurduk. Biz bu<br />
sure-i celileyi İslam Üniversite’sinde<br />
öğretim görevlisi iken de okurduk.<br />
Lakin okuduğumuzda tüylerimiz<br />
kıpırdamazdı. Anladığımızı<br />
zanneder, anlattığımızı zannederdik. Ve biz<br />
Kur’an’ın hem hafızı, hem de alimi idik. Lakin<br />
Afganistan’a gelince, Tevbe süresi yeniden nazil<br />
oluyor zannettim. Öyle ki Nebiyyi muhterem<br />
de oradaydı da sanki vahiy iniyordu. Yeni<br />
iniyormuş gibi anlamaya başlamıştık. Demek<br />
Kur’an mucizedir demiştik. Mucizi’l-beyandır.” 1<br />
Bulunduğun coğrafyaya, bulunduğun<br />
iklime, bulunduğun sosyal ortama göre<br />
anlıyorsun Kur’an’ı. Rahatına, huzuruna, refah<br />
وَعَدُو َّكُمْ<br />
وَآخَرِي َن مِ ْن دُوِِ ْم لاَ تَعْلَمُونَهُ ُم الل َّهُ يَعْلَمُهُ ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ ْن شَيْ ٍء<br />
َّف إِلَيْكُ ْم وَأَنْتُ ْم لاَ تُظْلَمُوَن<br />
فيِ سَبِيِل الل َِّه يُوَ<br />
“Allah’ım okuyuşumuzdan<br />
önce anlayışımızı değiştir. Ya<br />
Rabbi! Bizi Kur’an’ın hadimi eyle.<br />
Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı<br />
değerlendirmemizi nasip eyle. “<br />
1 Afgan’da Rahman’ın Ayetleri.<br />
Bizbiriz Dergisi • 29
seviyene göre Kur’an’ı anlıyorsun. Veyahut<br />
sıkıntına, eziyetine, içinde bulunduğun<br />
mücadeleye göre anladığın bir Kur’an’ı Kerim<br />
var. Allah-u Teala mucize derken bunu mu<br />
kastediyordu? Kur’an’ı hepimiz aklımıza göre<br />
mi anlayacaktık? Bulunduğumuz coğrafyaya<br />
göre, iklime göre, hukuka göre mi anlayacağız?<br />
Astronotsak, biyologsak, jinekologsak,<br />
her ne meslekte olursak Kur’an’ın anlayışı,<br />
anlatımı acaba değişecek mi? Yoksa biz dar<br />
bir görüşten, geri bir kafadan çıkıp, alemleri<br />
içine alan, bütün kainatı yoktan var eden O<br />
Allah’a, yani külli iradeye bu cüz’i irademizi<br />
teslim ederek mi Kur’an’ı anlayacaktık? Kur’an<br />
acaba Arabistan Yarımadası’nda nazil olduğu<br />
için “o coğrafyaya ait, biz anlayamayız, o<br />
oranın kültürü” mü diyecektik? Biz evvelen<br />
bakış açımızı bir yoklayalım. Neye göre Kur’an’ı<br />
anlayacaktık? Kendimize göre mi? ‘Ben böyle<br />
bilirim’e göre mi?<br />
Kur’an’ı anlamaya çalışmak, bildiğini hayata<br />
taşımakla olur. Kur’an’ı harf harf, ayet ayet,<br />
hece hece nakşetmekle olur.<br />
Allah’ım okuyuşumuzdan önce<br />
anlayışımızı değiştir. Ya Rabbi! Bizi Kur’an’ın<br />
hadimi eyle. Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı<br />
değerlendirmemizi nasip eyle.<br />
Bugün okuyorlar lakin; Okuyan kör,<br />
dinleyen sağır, biz diyoruz ki bağır hoca<br />
bağır. Kim ne anlar ki? Ne okuyan görüyor, ne<br />
dinleyen anlıyor. Cihat deyince adamın aklı<br />
çıkıyor, benzi sararıyor.<br />
İslam’ı öldürecekler, yani İslami anlayışı<br />
öldürecekler. Cihat ayetlerini ve cihat kelimesini<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’den<br />
öğrenmeliydik. O nasıl anladıysa biz de öyle<br />
anlamalıydık değil mi? Başka nasıl anlayacaktık<br />
ki?<br />
Hadis-i şerifte buyruldu;<br />
“Küçük cihat bitti, büyük cihada geldik.” 2<br />
Elbette büyük cihada geldik. Sen büyük<br />
cihadı hiç tanımadın ki; nefsinin hevasını,<br />
hevesini, arzularını, korkularını, şehvetini,<br />
umutlarını hiç tanımadın ki! Nasıl cihat<br />
2 Acluni, Keşfu’l-Hafa’I, 425.<br />
30 • Bizbiriz Dergisi<br />
edecektin ki? Hasmını bilmeyen muhatap,<br />
hasmıyla nasıl savaşacaktı ki? Senin nefsinle<br />
yüzleşmeye, nefsini tanımaya, küçük cihatla<br />
başlaman lazım değil miydi ki? Orada cihada,<br />
küçük cihada gidenlere, hani dünyada kafirlerle<br />
karşılaşıncaya kadar nefisleri şehitlik türküleri<br />
söylettiriyordu. Fakat savaş kızıştığı zaman,<br />
kaçmayı emrediyordu. Gördükleri zaman<br />
kan revanı, oradan kaçmayı düşünüyorlardı.<br />
Nefislerindeki yaşam arzusunu, nefislerindeki<br />
hileleri, nefislerindeki ölüm korkusunu,<br />
nefislerindeki hasedi ve tamahı görüyorlardı.<br />
Nefislerini, karşılarında bir başkası varmış gibi<br />
seyrediyorlardı. Çünkü nefis az sonra öleceği<br />
halde ama para, dünyalık toplama hırsındaydı.<br />
Sen hiç nefisini tanıdın mı ki büyük cihada<br />
çıkacaksın? Abdullah’ı Azam devam ediyor;<br />
“Afganistan’a gitmeden önce şöyle derdik;<br />
Mücahitler hayır paralarını yiyorlar, hayır<br />
paralarını birbirlerine peşkeş çekiyorlar,<br />
üçer beşer de evleniyorlar, keyiflerince<br />
yaşıyorlar. Fakat içine girdiğimizde böyle<br />
bir şey olmadığını gördük. Müslümanların<br />
nefisleri, korktuklarından dolayı, Allah-u<br />
Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın kurduğu<br />
tuzağına düşüyorlardı. Cihattan korkan, kaçan<br />
müslümanın bahanesiydi bunlar.” 3<br />
İki çocuğuyla beraber şehit oldu Abdullah<br />
Azam. Cihat etmeyiz, cihattan uzak dururuz,<br />
mücadele etmeyiz, müslümanlar kan akıtırmış,<br />
‘savaşmasalardı bir şey olmazdı’ deriz. Çiçek<br />
attık Fransızlara tecavüz ettiler, çivilediler<br />
duvara. Dünyanın neresinde bir İslam ülkesi<br />
varsa, muhakkak orada kan akıyordur. Lakin<br />
müslümanlardır barbar olan. Talebeden<br />
hocasına, cahilinden ulemasına kadar cihat<br />
dedin mi aklı çıkıyor müslümanın. Mücadele<br />
dedin mi; ayet-i celile’deki gibi inandıktan<br />
sonra َ küfre sapar gibi sapıyorlar.<br />
3 Afgan’da Rahman’ın Ayetleri.<br />
اَعُوذُ بِا ِالله ِمنَ ال َّشْيطَا ِن ال َّرِجيِم<br />
ْسمِ ا ِالله ال َّرحمَْ ِن ال َّرِح يِم<br />
بِ<br />
يَا أَي ُّهَا الن َّبيِ ُّ جَاهِ ِد الْكُف َّاَر وَالْمُنَافِقِ َين وَاغْلُ ْظ عَلَيْهِ ْم وَمَأْوَاهُ ْم جَهَن َّ ُم وَبِئْس<br />
الْمَصِيرُ<br />
يَا أَي ُّهَا ال َّذِي َن آمَنُوا مَا لَكُ ْم إِذَا قِيل لَكُ ُم انْفِرُوا ِفي سَبِيِل الل َِّه اث َّاقَلْتُ ْم إَِلى<br />
الأَْرْضِ أَرَضِيتُ ْم بِالحَْيَاِة الد ُّنْيَا مِ َن الآْ خِ رَِة فَمَا مَتَاعُ الحَْيَاِة الد ُّنْيَا ِفي الآْ خِ رَِة إِلا َّ<br />
قَلِيلٌ<br />
َ<br />
يَا أي ُّهَا الن َّا ُس ◌َ<br />
تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ الْعَافِيَةَ، وَإذَا لَقِيتُمُوهُ ْم<br />
فَاصْبرُِوا<br />
وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ ْم مِ ْن قُو ٍَّة وَمِ ْن رِبَا ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ َّو الل َِّه<br />
وَعَدُو َّكُمْ وَآخَرِي َن مِ ْن دُوِِ ْم لاَ تَعْلَمُونَهُ ُم الل َّهُ يَعْلَمُهُ ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ ْن شَيْ ٍء
اَعُوذُ بِا ِالله ِمنَ ال َّشْيطَا ِن ال َّرِجيِم<br />
ْسمِ ا ِالله<br />
بِ<br />
ال َّرحمَْ ِن ال َّرِح يِم<br />
“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size<br />
“Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere<br />
çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip<br />
dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre<br />
dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” 4<br />
İnsanlar kendi anlattıklarına inanmıyorlar.<br />
Ezenlere karşı hoşgörülü, kan akıtanlara<br />
mütevazı olurken, kanı akanlara karşı zalim<br />
kesiliyorlar. Bu nasıl diyalog, bu nasıl hoşgörü<br />
Allah aşkına? Müslüman ne zaman uyanacağız?<br />
Hiç kimse sormayacak mı ayet-i celile nasıl<br />
indi?<br />
Patron işçisine soruyor;<br />
- İslam’ın şartı kaç?<br />
- Bir, diyor.<br />
- Evladım nasıl olur? Diyor ki;<br />
- Efendim siz zekatı, haccı kaldırdınız, biz de<br />
namazı orucu kaldırdık. Geriye kalıyor bir.<br />
Böyle mi anlamalıyız? Hindistan’da Fransızlar<br />
Kur’an bastırıyorlar. Hafız-ı kelamlar okuyup,<br />
cihad ayetlerinin çıktığını görünce, “bu Kur’an<br />
değildir, Kur’an olamaz” diye haykırınca,<br />
dağıtılanlar geri toplanıyor. Fransızlar şöyle bir<br />
yol tutuyor; ayetleri çıkartmayalım ama tevil<br />
edelim. Günümüzde de ‘Sıcak savaş bitti. Cihad<br />
diyalogla, güler yüzle, tatlı dille’ diyelim. İyi de<br />
zaten müslümanlar güler, yüzlü tatlı dilli. Öyle<br />
değil mi yoksa? Bir müslümanın gaddarlık,<br />
zalimlik ettiğini hiç duymadım. Duyamıyorum<br />
da ne hikmetse. Çünkü Nebiyyi Muhterem<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) izin<br />
vermiyor buna. ‘Esir düşerse bir kafir elinize,<br />
kardeşinize davrandığınız gibi davranın, eziyet<br />
etmeyin’ diye emrediyor. Müslüman esire bile<br />
eziyet etmezken, esir olmayanı nasıl esir etsin<br />
ki? Öyle değil mi?<br />
Sufiler, dervişler cihatta, mücadelede en<br />
ön safta ileriye gidenlerdir. Biz cennetlere<br />
sevdalıyız. Biz Allah’ın rızasına talibiz.<br />
Biz Muhammed (s.a.v) aşıklarıyız. Biz<br />
Muhammediyiz. Biz böyle öğrendik, böyle<br />
devam edeceğiz. Müslüman cihat zamanı<br />
dedelerinden, atasından gördüğü gibi en<br />
ön safta şehit olmak için mücadele edecek.<br />
4 Tevbe/38.<br />
يَا أَي ُّهَا الن َّبيِ ُّ جَاهِ ِد الْكُف َّاَر وَالْمُنَافِقِ َين وَاغْلُ ْظ عَلَيْهِ ْم وَمَأْوَاهُ ْم جَهَن َّ ُم وَبِئْس<br />
الْمَصِيرُ<br />
يَا أَي ُّهَا ال َّذِي َن آمَنُوا مَا لَكُ ْم إِذَا قِيل لَكُ ُم انْفِرُوا ِفي سَبِيِل الل َِّه اث َّاقَلْتُ ْم إَِلى<br />
الأَْرْضِ أَرَضِيتُ ْم بِالحَْيَاِة الد ُّنْيَا مِ َن الآْ خِ رَِة فَمَا مَتَاعُ الحَْيَاِة الد ُّنْيَا ِفي الآْ خِ رَِة إِلا َّ<br />
قَلِيلٌ<br />
Allah َ için mücadele edecek, nefsi için değil.<br />
Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş<br />
vuku bulunca sabır ve metanetle savaşırlar.<br />
Zira Rasulullah (s.a.v): َ<br />
“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı<br />
temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin.<br />
Ancak karşılaşacak olursanız sabredin.” 5<br />
Ya Rabbi, ayaklarımızı sabit kıl! Amin. Biz<br />
savaş isteyenlerden değiliz fakat şu an İslam<br />
coğrafyasında oluk oluk kan akarken, biz<br />
birbirimize haset, biz birbirimize kibir, biz<br />
birbirimize husumet içerisindeyiz. Anladık<br />
Kur’an’ı deyip, Kur’an’ı fikir tartışmalarına konu<br />
ediyoruz. Kur’an’ı Azimüşşanı anlamak, hayata<br />
tatbik etmekle olur. Fakat hayata tatbik edecek<br />
kişi, geçmişte Hama’da çoluk çocuk demeden<br />
tanklarla ezenlerin, bugün Suriye’de topluca<br />
katledenlerin, Libya, Pakistan, Afganistan, Irak,<br />
Doğu Türkistan, Keşmir, Çeçenya gibi İslam<br />
ülkelerini kana boğanların kafir olduğunu<br />
unutmasın!<br />
Biz neferliğe razıyız. Komutanlıkta gözümüz<br />
yok. Bize askerlik, bize kulluk yeter. Biz Allah’ın<br />
kuluyuz, Rasulullah (s.a.v)’in ümmetiyiz. Biz<br />
La İlahe İllallah Muhammedurrasululllah<br />
diyenlerle, birlikteyiz.<br />
Ormanda aslan kurda bakar, bir deri bir<br />
kemik kalmıştır.<br />
- Ey kurt kardeş nedir bu halin, der.<br />
- Açım aslan baba, der. Aslan;<br />
يَا أي ُّهَا الن َّا ُس<br />
تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ الْعَافِيَةَ، وَإذَا لَقِيتُمُوهُ ْم<br />
فَاصْبرُِوا<br />
وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ ْم مِ ْن قُو ٍَّة وَمِ ْن رِبَا ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ َّو الل َِّه<br />
وَعَدُو َّكُمْ وَآخَرِي َن مِ ْن دُوِِ ْم لاَ تَعْلَمُونَهُ ُم الل َّهُ يَعْلَمُهُ ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ ْن شَيْ ٍء<br />
َّف إِلَيْكُ ْم وَأَنْتُ ْم لاَ تُظْلَمُوَن<br />
فيِ سَبِيِل الل َِّه يُوَ<br />
- E, takıl benim peşime, avlanayım,<br />
doyurayım karnını, der.<br />
Az ilerlerler, orada tilki vardır. Tilkiyi de<br />
çağırırlar. O da takılır. Sonra aslan şöyle bir geyik<br />
sürüsü görür. Bir yavru ceylanın peşine takılır.<br />
Ceylan çelimsiz, biraz hastalıklıdır. Bugünkü<br />
insan suretindeki zalimler, vahşilerden daha<br />
vahşidir. Hiçbir şey yapmadıkları halde insanları<br />
5 Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud,<br />
Cihad, 89.<br />
َ◌<br />
1<br />
Bizbiriz Dergisi • 31
öldürürler. Bak bu hayvanlar açlıkları için<br />
avlarken, öbür vahşiler keyifleri için avlarlar.<br />
Ceylanı avlar, kurda der ki;<br />
- Taksim et.<br />
Kurt üç parçaya ayırır. Aslana, kendine,<br />
tilkiye. Aslan şimdiki vahşiler gibi doyurayım<br />
diye yanına aldığı kurda şöyle bir bakar,<br />
kuvvetli bir pençe atar;<br />
- Bu ne biçim taksim böyle, der.<br />
Sen zalimin işine karışma ki, sana pençe<br />
atmasın. Doyurayım dediği zaman anla<br />
öldürecektir, böyle vahşilerdir onlar. Sonra<br />
tilkiye döner,<br />
- Sen taksim et bakalım, der.<br />
Kurt ölmüştür. Tilki ceylanın tamamını<br />
aslanın önüne sürer;<br />
- Hepsi sultanımındır. Kalırsa nadan<br />
kullarındır, der.<br />
Aslanın hoşuna gider. Şöyle bir güler, sonra<br />
da der ki;<br />
- Sen böyle taksim etmeyi, taksimat yapmayı<br />
nereden öğrendin? Tilki;<br />
- Babam, atam kurttan, der.<br />
Be müslüman sen ne zaman babandan<br />
atandan öğreneceksin? Vahşiler kapını kırdı,<br />
kurtuluş zamanın da gelmeden anneni,<br />
bacılarını hamile, çocuk demedi, çiviyle duvara<br />
çaktı, seyreyledi, kahkaha attı, güldü. Bunları<br />
ne zaman hatırlayacaksın? Allah rızası için altı<br />
tane İsrail, Yahudi çocuğu öldü diye sabahlara<br />
kadar uyku tutmazken, sizin dedeniz, babanız<br />
acaba çivileyenlerden miydi diye sormazlar<br />
mı size? Sorarlar tabii. Allah aklımızı başımıza<br />
versin. Allah hidayet versin. Bizim düştüğümüz<br />
durum, ders almamamızdan kaynaklanıyor.<br />
Atalarımızın çektiği ıstırabı bize anlatmıyorlar.<br />
Anlatanları da bize kötü gösteriyorlar. Çağdaş<br />
değil, cahil cühela gösteriyorlar. Birlikte olmayı<br />
düşünenleri hasım ve insanlığa düşman<br />
gösteriyorlar. Elbette doğruyu söyleyenlere,<br />
elbette doğruya düşman olacaklar. Allah-u<br />
Teala, şöyle buyurur;<br />
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet<br />
يَا أي ُّهَا الن َّا ُس<br />
تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ الْعَافِيَةَ، وَإذَا لَقِيتُمُوهُ ْم<br />
فَاصْبرُِوا<br />
وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ ْم مِ ْن قُو ٍَّة وَمِ ْن رِبَا ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ َّو الل َِّه<br />
وَعَدُو َّكُمْ وَآخَرِي َن مِ ْن دُوِِ ْم لاَ تَعْلَمُونَهُ ُم الل َّهُ يَعْلَمُهُ ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ ْن شَيْ ٍء<br />
َّف إِلَيْكُ ْم وَأَنْتُ ْم لاَ تُظْلَمُوَن<br />
فيِ سَبِيِل الل َِّه يُوَ<br />
ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın<br />
düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan<br />
başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği<br />
diğer düşmanları korkutursunuz. Allah<br />
yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size tam<br />
olarak ödenir. Size zulmedilmez.” 6<br />
Ukbe b. Amir (r.a)’in bildirdiğine göre<br />
Rasulullah (s.a.v) bir gün minberde;<br />
‘“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar<br />
kuvvet hazırlayın’ ayetini okudu ve bilesiniz ki,<br />
kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır.” diye<br />
buyurdu. 7<br />
Rasulullah (s.a.v) o zamanki savunma<br />
silahıyla düşmanınıza karşı hazırlanın,<br />
buyuruyor. Soğuk savaşta kalemiyle, kitabıyla,<br />
propagandasıyla, medyasıyla, muhabbetiyle<br />
tamam da, silahlı mücadelede niye yoksun,<br />
silahlı mücadele yapanlara karşı niye zalimsin<br />
be müslüman? Zaten kuvvet vermiyoruz, dua<br />
da etmeyecek miyiz?<br />
Aslan Mashadov mektubunda şöyle demişti;<br />
“Müslümanlar! Sizden para istemiyoruz,<br />
paramız var. Sizden asker istemiyoruz,<br />
askerimiz var. Sizden silah istemiyoruz,<br />
silahımız var. Müslümanlar! Sizden sadece dua<br />
istiyoruz. Biz cephede sizin ettiğiniz duaların<br />
faziletini ve faydasını görüyoruz. Siz ettiğiniz<br />
dualardan bizi uzak tutmayın…” 8<br />
Sohbetin devamını Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu Hocaefefndinin On Hafta Sohbetleri<br />
Kitabının 4. Cildinden takip edebilirsiniz.<br />
6 Enfal/60.<br />
7 İbn Taberî, Kesir, ilgili ayetin tefsiri.<br />
8 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri, cild,4 s:640-<br />
47.<br />
َ◌<br />
1<br />
32 • Bizbiriz Dergisi
VAZGEÇMEM<br />
Bakarım yere göğe<br />
Aşkı yanar gönüllerde,<br />
Ararım onu her yerde,<br />
Sorarım Allah’ım nerede?<br />
Adını andım her yerde<br />
Vazgeçmem ben Allah’ımdan.<br />
Baktım şu dünyanın işine,<br />
Dönüyor hep tersine,<br />
Akıl ermez dünyanın işine,<br />
Vazgeçmem ben Allah’ımdan.<br />
Geldim yalan dünyada,<br />
Ağladım doğduğum anda,<br />
Anladım doğru, gerçeği,<br />
Vazgeçmem ben Allahımdan<br />
Allah yolunda ölsem,<br />
Kara toprağa girsem,<br />
Allah diye inlesem,<br />
Vazgeçmem ben Allah’ımdan.<br />
Varis-ün Nebi<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Bizbiriz Dergisi • 33
ARAPÇA RABCA’YA<br />
GÖTÜRÜR<br />
اَعُوذُ ِ ِ مِنَ الش يْطَ انِ الرجِ يم<br />
ِسْ مِ اللهِ الرحمْ َنِ الرحِيم<br />
طُ وبىَ لَهُ ْم<br />
آنزَلْنَاهُ قُرْ ً آٓ عَرَبِيا لعَلكمُ ْ تَعْقِلُون<br />
“Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an<br />
olarak indirdik.” “İman edenlerve Salih amel<br />
işleyenler,onlar için, mutluluk ve<br />
Bizler Kur’an’ ın dili olan Arapçayı öğrenmek için<br />
güzel bir dönüş yeri vardır.”<br />
çıktık yola… Bizim amacımız derdimiz Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu hocamızın da her zaman<br />
söylediği gibi Rabbimize yaklaştıracak olan<br />
Kur’an’ ın dilini okumak, (Rad diye anlamak, isimlendirilen hayatımıza süre 29. Ayet)<br />
tatbik etmektir. Rabbim sadrımızı genişletsin<br />
dilimizi çözsün ve anlayışımızı kolaylaştırsın<br />
inşallah!<br />
ARAPÇA DA İŞARETLER<br />
BİR AYET<br />
<br />
ا<br />
BİR HADİS<br />
مَا ا نْيَا فيِ آْخِرَةِ اِلا َ َ يَمْشىِ اََ ُدكمُ ْ<br />
اِلىَ الْيمَ ِّ فَاَ دَْلَ اَصْ بَعَهُ فِيهِ فَمَا خَرَ َج<br />
مِنْهُ فَهُوَ ا نْيَا<br />
اَ ِنَ آٓمَنُوا<br />
وَعمَ ِلُوا الص الَِا ِت<br />
وَحُسْ نُ مَآٓبٍ<br />
“Ahirete oranla dünyanın<br />
büyüklüğü şu kadardır: biriniz<br />
denize gider parmağını içine<br />
sokar. Oradan çıkardığı bulaşıklığı<br />
kadardır.”<br />
(Ramuz el-Ehadis Hadis No: 4545)<br />
ESRE: Harfin altında konulur ve harfe “ı-i” sesi verir.<br />
ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “e-a” sesi verir.<br />
ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “u-ü” sesi verir.<br />
İKİ ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “en-an” sesi verir.<br />
BİR AYET<br />
شىِ اََدُ كمُ ْ<br />
فَمَا خَرَجَ<br />
اَ ِنَ آٓمَنُوا<br />
وَعمَ ِلُوا الص الَِا ِت<br />
وَحُسْ نُ مَآٓبٍ<br />
طُ وبىَ لَهُ ْم<br />
Kİ ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “un-ün” sesi verir.<br />
İKİ ESRE: Harfin altın konulur ve harfe “ıh-in” sesi verir.<br />
“İman edenlerve Salih amel<br />
işleyenler,onlar için, mutluluk ve<br />
güzel bir dönüş yeri vardır.”<br />
(Rad diye isimlendirilen süre 29. Ayet)<br />
“Ahirete<br />
büyüklüğ<br />
denize<br />
sokar. Or<br />
kadardır.<br />
‣ ARAP ALFABESİ<br />
28 HARFTEN<br />
OLUŞMAKTADIR<br />
(Ramuz e<br />
34 • Bizbiriz Dergisi
ِ<br />
ِ<br />
تُ<br />
َفا ح elma<br />
اَلْعَمَلُ جَي َّدْ<br />
İşler iyi<br />
عِبَاَر ا ْت َو ْل َم جُ<br />
CÜMLELER VE DEYİMLER<br />
ْو خَ ٌخ şeftali<br />
بَل َّغْ سَلاَمِي ...<br />
…e selam söyle<br />
تَ ْم<br />
تِ<br />
ٌر hurma<br />
ٌين incir<br />
بَ طّ ي ٌخ karpuz<br />
شمَ ّا ٌم kavun<br />
صَبَاحُ الْخَيْرْ<br />
Hayırlısabahlar<br />
مَسَاءُ الْخَيْرْ<br />
Hayırlı akşamlar<br />
كَيْفَ حَالُكَ ؟<br />
şeftali ٌخ Nasılsın?<br />
بِخَيرٍ وَ كَيْفَ حَالُكَ اَنْتَ ؟<br />
İyiyim sen nasılsın?<br />
ٌر hurma<br />
شٌكْرًا لَكَ \ اَشْكُرُ<br />
اَهْلاً وَسَهْلاً<br />
Hoş geldin<br />
اِشْتَقْتُ اِلَيْكَ<br />
Seni özledim<br />
تَفَض َّلْ<br />
Buyur<br />
توتُ<br />
يمُونlimon<br />
تُ<br />
خَ<br />
تَ ْم<br />
َفا ح elma<br />
ْو<br />
اَشْكُرُكَ عَلَى الز ِّيَارَهْ<br />
رمان nar<br />
Dut<br />
Ziyaretine teşekkür ederim<br />
Teşekkür ederim<br />
كَيْفَ<br />
تِ<br />
صِح َّتُكَ ؟<br />
ٌين incir<br />
Sıhhatin nasıl?<br />
فيِ اَمَانِ االلهِ<br />
Allaha emanet ol<br />
كَيْفَ عَمَلُكَ ؟<br />
İşlerin nasıl?<br />
بَ طّ ي ٌخ karpuz<br />
شمَ ّا ٌم kavun<br />
üzüm<br />
kayısı<br />
ُرْتُ َقا ٌل portakal<br />
عِنَ ٌب<br />
مِ ْش ِم ٌش<br />
توتُ<br />
يمُونlimon<br />
رمان nar<br />
Dut<br />
Bizbiriz Dergisi • 35
tarzlarının asıl sebebi de budur. İslam alimleri,<br />
kendi rûhî-manevî hayatlarına göre, içinde bulundukları<br />
hal ve makama göre tasavvufu tarif<br />
etmişlerdir.<br />
Sûfî ve Tasavvuf kelimelerinin kökü<br />
TASAVVUF<br />
Ali HAYDAR<br />
Tasavvuf tarih boyunca üzerinde çok konuşulan<br />
konulardan biri olmuştur. Her ilim dalı,<br />
her ilim adamı olumlu veya olumsuz tasavvuf<br />
ve tarikatler hakkında yorum yapmış, görüş<br />
beyan etmiştir. Bir kısmı semboller, remizlerle,<br />
aşklı meşkli söylemlerle tasavvufu bir muammaya<br />
dönüştürürken, bir kısmı da tasavvufun<br />
kaynağını İslâm dışı gösterip, İslam inanç<br />
ve hukukuna aykırılıkla, hatta şirkle suçlamıştır.<br />
Bu yazı dizisinde Kur’an-ı Kerim ve hadisler<br />
ışığında, tasavvufun doğuşu, tarihi, tarih boyunca<br />
tasavvuf müktesebatı, bu ilmi hayatlarıyla<br />
anlatan geçmişte ve günümüzdeki ehlinin<br />
ifadeleriyle, itidal üzere anlatılacaktır. Tevfik<br />
Allah’tandır.<br />
Tasavvufun tanımını yaparken “zaahirî ilim”<br />
değil, “batınî bir ilim” olduğunu, “ruhî-tecrübe”,<br />
gönle doğan ilham ve keşiflerle dolu olduğunu,<br />
tekrarlanabilir veya deneyi yapılabilen<br />
“müspet ilim” olmadığını hatırlatmamız gerekir.<br />
Bu özelliğinden dolayı tasavvuf için; “kal<br />
ilmi” değil, “hal ilmi” denir. Onu tanımanın en<br />
sağlam ve gerçekçi yolu, onu tanımlarda aramaktan<br />
ziyade fiilen yaşamaktan ve yaşayanların<br />
tecrübelerini paylaşmaktan geçer. İşte tasavvuf<br />
hakkında konuşurken bu incelikleri dikkate<br />
almamız gerekmektedir. Tasavvuf kitaplarında<br />
rastladığımız farklı anlatımlar ve izah<br />
Sûfî ve tasavvuf kelimeleri Kur’ân ve<br />
hadîslerde zikredilmediği gibi, sahâbe ve<br />
tâbiîn devrinde bilinen kavramlar da değildir.<br />
Rasulullah (s.a.s.) devrine yetişen ve O’nu<br />
görme bahtiyarlığına eren kimselere “sahâbî”<br />
adı verildiğinden o dönemde zühd ve takvâ<br />
ile temâyüz eden şahsiyetlere bir başka ad<br />
verilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Sahabelere<br />
yetişen ikinci nesle de “tâbiîn” dendiğinden<br />
bu isimle anılmak onlara şeref olarak kâfiydi.<br />
“Tebe-i tâbiîn” döneminde iyice genişleyen<br />
İslâm dünyâsında refah seviyesi yükseldikçe<br />
halkın ibâdet ve zühd konularına yönelenlerine<br />
yeni bir takım adlar verilmeye başlandı. Bu<br />
adlar arasında en yaygın olanları âbid, zâhid,<br />
nâsik, bekkâ gibi isimlerdi. Bunların arkasından<br />
hicrî II. asrın ortalarından sonra kullanılmaya<br />
başlayan ve giderek yaygınlaşan kavram<br />
ise “sûfî” kavramıdır. İlk defa “sûfî” lakabıyla<br />
anılan zât, bir rivâyete göre Câbir b. Hayyân<br />
(ö.150/767), bir başka rivâyete göre ise Ebû<br />
Hâşim’dir. Her ikisi de Kûfe’li olan bu zâtların<br />
durumları nazar-ı i’tibâra alındığında “sûfî”<br />
kavramının önce Kûfe ve Basra’da ortaya çıktığı<br />
söylenebilir.<br />
Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin hangi kökten<br />
geldiği konusu ihtilaflıdır. Kuşeyrî ve Hucvirî gibi<br />
bâzı müellifler bu kelimenin Arapça herhangi<br />
bir kelimeden türemiş olmadığını, olsa olsa<br />
câmid bir lakap olabileceğini belirtmektedirler.<br />
Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin Arapça bir kökü<br />
bulunduğunu öne sürenler ise bir kelime<br />
üzerinde ittifak edemeyerek değişik görüşler<br />
öne sürmüşlerdir. Tasavvuf kelimesine kök<br />
olarak öne sürülen başlıca kelimeler şunlardır:<br />
1.Asr-ı saâdetteki ashâb-ı suffenin<br />
suffesinden,<br />
2.Bir çöl bitkisi olan sufâneden,<br />
36 • Bizbiriz Dergisi
3.Duruluk ve temizlik anlamına gelen safa<br />
ve safvetten,<br />
4.Saff-ı evvelden,<br />
5.Kendilerini halka hizmete veren Benu’ssûfeden,<br />
6.Ense saçı ve kıl demek olan sûfetü’lkafâdan,<br />
7.Sıfat kelimesinden,<br />
8.Yunanca hakîm ve filozof anlamına gelen<br />
sofiadan,<br />
9. Yün anlamına<br />
gelen sûftan.<br />
Sûfî kelimesinin Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />
kökü olarak en çok<br />
hüsn-i kabul gören<br />
kelime, yün anlamına gelen Arapça “sûf”tur.<br />
Klâsik tasavvuf yazarlarının ilklerinden olan<br />
Ebû Nasr Serrâc (ö.378/988), peygamberlerin,<br />
evliyâ ve asfıyânın yolu dediği sûf giyme<br />
âdetinden hareketle sûfî kelimesini bu kökten<br />
sayar. İnsanların giydikleri libasa nisbetle isim<br />
almalarının eski bir âdet olduğunu, Îsâ’nın<br />
arkadaşlarının beyazlar giydikleri için “beyaz<br />
libaslı” anlamına “havârîler” adını aldıklarını<br />
belirten Serrâc, sûfîlere de yünlü giydikleri<br />
için sûfî dendiğini; gömlek giyinenin fiili<br />
“tekammesa” ile ifâde edildiği gibi, sûfîlerin<br />
ilmine de “tasavvuf denildiğini anlatmaktadır.<br />
Onun ifâdesine göre sûfîleri, fakihlerin fıkha,<br />
muhaddislerin hadîse, müfessirlerin tefsire<br />
nisbeti gibi kendi hâl ve makamlarından<br />
birine nisbet edip adlandırmak mümkün<br />
değildir. Çünkü hâller ve makamlar pekçok ve<br />
değişken olduğundan sûfînin ad ve lâkabının<br />
devamlı değişmesi gerekir. Bu ise işi iyice<br />
zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.<br />
Klâsik devir müelliflerinden Kelâbâzî, Ebû<br />
Nuaym, Gazzâlî, İbnu’l-Cevzî, Sühreverdî,<br />
İbn Teymiye ve İbn Haldun bu görüşü<br />
benimsemektedir. Müsteşriklerden Nicholson,<br />
Nöldeke, Massignon ve Goldziher ile son devir<br />
mutasavvıflarından Ezher şeyhi Abdulhâlim<br />
Mahmud de bu görüşe katılan âlimlerdendir. 1<br />
Tasavvufun doğuşu<br />
“Tasavvuf, Aklın Mekanının Ruh<br />
Olduğunu Kavramaktır. “<br />
Tasavvufun kaynağının Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v)’e dayandığı ve o kaynaktan<br />
yayılan bir rayiha olduğu, O’nun örnek hayatı ve<br />
bu hususla alakalı sözleri dikkatle incelendiği<br />
takdirde görülecektir. 2<br />
Asr-ı saadette müslümanlar sorunlarını<br />
Rasulullah (s.a.v)’e iletiyor ve cevap<br />
buluyorlardı. Kimi zaman bu sorun vahiyle<br />
cevaplanıyordu. Bu sebeple<br />
çözülmeyen problem, ihtilaf<br />
edilen bir mevzu olmuyordu.<br />
Rasulullah (s.a.v)’in vefatından<br />
sonra ilk iki halife zamanında<br />
da çıkan sorunlar ihtilaflara<br />
meydan vermeden çözüldü.<br />
Lakin Ömer (r.a)’in şehadetiyle<br />
beraber müslümanlar arasındaki fitne kapısı<br />
açıldı. Osman (r.a) zamanında çoğalarak<br />
şehadetiyle son buldu. Ve ondan sonra Cemel<br />
Vak’ası ve Sıffin Savaşı zuhur etmişti. Müminler<br />
üzerinde büyük tesirler ve acı hatıralar bırakan<br />
bu iç savaşlar en çok akaid problemlerinin<br />
ortaya çıkmasına sebep olmuştu.<br />
Öte yandan hicrî birinci asrın sonlarında<br />
Suriye, Mısır, İran, Irak gibi büyük ülkelerin<br />
İslâm topraklarının sınırlarına dahil edilmesiyle<br />
müminler çok değişik inançlarla karşılaşmışlar,<br />
doğu ve batı felsefesiyle yüzleşmek<br />
durumunda kalmışlardı. Sürekli devam eden<br />
fetihler sayesinde ganimetler alınmış, refah<br />
ve zenginlik artarak müslümanların hayat<br />
standardı yükselmişti. Böylece Rasulullah<br />
Devri’nde görülmeyen, bir anlamda lüks<br />
sayılabilecek bir hayat tarzı ve telakkisi ortaya<br />
çıkmıştı. Bu, şimdiki neslin aksine o günkü<br />
neslin hiç de alışık olmadığı bir durumdu.<br />
Hicrî II. asırda ortaya çıkan bu dünyevîleşme,<br />
maddeye bağlanma, sünnetten uzaklaşma,<br />
bid’atlerin ortaya çıkması ve dine karşı bir<br />
derece lâkaytlık, zühd ve takvaya önem veren<br />
1<br />
2 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara Üniv. İlahiyat<br />
Fak. Vakfı Yay (İFAV)., İstanbul 2001, VI. Basım, s. 59.<br />
Bizbiriz Dergisi • 37
müminleri rahatsız etti. Onlar, kendilerini ilme,<br />
ibadete verdiler. Zühd ve takvaya bürünerek<br />
gayet sade bir hayat yaşadılar. Hicrî birinci-ikinci<br />
asırda yaşayan bu zahidlerin dönemine “zühd<br />
dönemi” adı verildi. Bu dönem, tasavvufun<br />
özünü ve başlangıcını oluşturuyordu.<br />
Rasulullah (s.a.s)’ın ve Hulefa-i Raşidîn’in<br />
hayatında zühd, takva, sabır, tevekkül,<br />
cömertlik, feragat şeklinde yaşandığını<br />
gördüğümüz ruhani ve manevi hayatın<br />
sahabiler tarafından benimsendiğini ve en<br />
güzel örneklerinin onlar tarafından yaşandığını<br />
görüyoruz.<br />
binip, aşk-muhabbet refrefiyle huzur-u İlahi’ye<br />
varır, hakkın tecellilerine mazhar olur.<br />
Ey huzura kavuşmuş nefis!<br />
Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut<br />
olarak Rabbine dön.<br />
(Seçkin) kullarım arasına katıl,<br />
Ve cennetime gir. 6<br />
Allah-u Teala itmi’nana ermiş, razı olduğu<br />
ve razı ettiği kuluna, kendisine dönmesini,<br />
katında kadri yüce, tarafından dost ve veli<br />
olarak seçilmiş arif-i billah kullarının arasına<br />
Tasavvuf,<br />
Gözün görmediğini akılla görmeye çalışmaktır.<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Sufi ve tasavvuf kavramlarının kullanılmaya<br />
ve ilk sufi adlarının duyulmaya başladığı hicri<br />
II. asrın sonundan, tarikatların ortaya çıktığı<br />
devre kadar olan üç, üç-buçuk asırlık dönem,<br />
Tasavvufun İkinci Dönemidir. Tasavvuf bu<br />
dönemde müessese haline gelmiş ve Cüneyd<br />
Bağdadî, Bayezid Bestamî, Gazalî gibi büyük<br />
sufi ve mutasavvıflar bu dönemde yetişmiştir. 3<br />
Ve Tasavvufun Üçüncü Dönemi; tasavvuf<br />
müesseselerinin temsilcisi diyebileceğimiz<br />
tarikatların ortaya çıkarak sosyal hayatın bir<br />
parçası haline geldiği VI/XI. asırdan başlayarak,<br />
günümüze kadar devam eden dönemdir. 4<br />
Tasavvufun Kaynağı<br />
Tasavvufun kaynağı elbette Kur’an-ı Kerim<br />
ve Rasulullah (s.a.v)’in fiili-kavli sünnetidir.<br />
Allah-u Teala:<br />
“Rûhumdan ona üfledim” 5 buyruğuyla<br />
insanın ruhuyla yüceleceğini bildirmiştir.<br />
İnsanın cevheri ruhtur. Beden onun şu sebepler<br />
dünyasında sadece bineğidir. Ruh akıl burağına<br />
3-Mustafa Kara, Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve<br />
Zaviyeler, Dergah Yay., İstanbul 1990, III. Basım, s. 29.<br />
4- Mustafa Aşkar, Tasavvuf Tarihi Literatürü, T.C. Kültür<br />
Bakanlığı Yay., Ankara 2001, s. 15.<br />
5- Hicr/29.<br />
girmesini emretmektedir. Bu ayet-i celile nefsin<br />
ulaşacağı son noktayı belirlerken, bunun<br />
Allah’ın kendisi için seçtiği has kullarının,<br />
mana sultanlarının arasına karışmakla, onların<br />
haliyle hemhal olmakla gerçekleşeceğini ifade<br />
etmektedir. Tasavvuf büyükleri, tasavvufun<br />
“esfel-i safilin”de hayvan sıfatında olan insanı,<br />
“ahsen-i takvim”e ruh sıfatına ulaştırmaktadır,<br />
der.<br />
Ebu Hüreyre (r.a.)’in rivayet ettiği hadise<br />
göre bir gün Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bir<br />
yerde oturuyordu. Yanına biri gelip ona;<br />
– İman nedir, diye sordu. Efendimiz:<br />
– İman; Allah’a, Meleklerine, Allah’a<br />
kavuşmaya, peygamberlerine ve öldükten<br />
sonra dirilmeye inanmaktır, cevabını verdi. O<br />
kişi:<br />
– İslâm nedir, diye sordu. Efendimiz s.a.v:<br />
– İslâm; Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi O’na<br />
ortak koşmamak, namazı ikame ve zekâtı eda<br />
etmek, Ramazanda da oruç tutmaktır, dedi.<br />
Sonra o kişi:<br />
– Peki ihsan nedir, diye sordu. Efendimiz:<br />
6- Fecr/27-29<br />
38 • Bizbiriz Dergisi
– Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet<br />
etmendir. Eğer sen Allah’ı görmüyorsan da<br />
şüphesiz O seni görmektedir, buyurdu.<br />
Bu kişinin soruları ve rahat tavrı karşısında<br />
şaşkınlık içinde kalan sahabeye dönen Hz.<br />
Peygamber s.a.v. Efendimiz;<br />
– Bu kişi Cibril idi. Size dininizi öğretmeye<br />
geldi, buyurdu. 7<br />
Bu hadis, “iman”, “İslâm” ve “ihsan” kelimelerini<br />
hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde<br />
tanımlamaktadır. Buna göre iman, Kur’an ve<br />
Sünnet’te emredilen temel inanç konularına<br />
tam manasıyla iman etmektir.<br />
İslâm, her müslümanın mükellef olduğu<br />
ibadet şartlarını yerine getirmektir.<br />
İhsan ise, iman ve İslâmı her an Allah-u<br />
Teala’nın huzurundaymışız gibi yaşamaktır. Bu,<br />
tasavvufun özüdür. İmanı, ihsanla anlamak,<br />
İslam’ı ihsanla yaşamak. Tasavvuf, Rasulullah<br />
(s.a.v)’in dosdoğru yolu sünnetinin batın yani<br />
içsel yönüdür, madde-mana bütünlüğüdür.<br />
Meşayih-i kirama göre taharet, abdest, namaz,<br />
oruç, rızık, israf, merhamet, zulüm terim ve dış<br />
manasından daha derin, insanda bu hasletleri<br />
meleke haline getiren, kişinin bireysel ve<br />
toplumsal olarak huzurunu sağlayan birer<br />
iç dinamiklerdir. Nitekim çağımız tasavvuf<br />
büyüklerinden Abdulah Murad Şükrüoğlu<br />
Hocaefendi’nin sadrından satıra döktüğü<br />
dizelerinde şöyle der;<br />
Taharet; TAHARETİN HAKİKATİ; KALBİNİ<br />
MÜSLÜMANLAR HAKKINDAKİ KÖTÜ<br />
FİKİRLERDEN TEMİZLEMEKTİR.<br />
Abdest; HAK ABDESTİ; BATILDAN,<br />
HURAFELERDEN, KUR’AN’LA VE SÜNNETLE<br />
ARINMAKTIR.<br />
GÜL DEREN GÜLDE KUSURA BAKMAZ.<br />
DOST İSTEYEN DOSTTA KUSURA BAKMAZ.<br />
HAK ABDESTİ ALMADAN NAMAZ OLMAZ.<br />
7- Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1.<br />
KUSURLA GELEN KUSURLA GİDER.<br />
Rızık; RIZIK EVVELEN İMANDIR.<br />
BİZİ İMANLA RIZIKLANDIRAN MEVLAY-I<br />
ZÜ’L-CELAL’E,<br />
NE KADAR HAMDETSEK AZDIR.<br />
İsraf; İSRAF; HUZURDAN ÇIKMAK.<br />
RIZIK; HUZURDA KALMAKTIR. 8<br />
‘Tasavvuf aklı yok saymak, irade ve hürriyyeti<br />
kişinin elinden alıp, şeyh efendilerin eline<br />
vermektir’diyerek, tasavvufun İslam’a aykırı<br />
olduğu, şirk unsurları taşıdığı gerekçesiyle her<br />
devirde tasavvuf karşıtları tarafından bu ilim<br />
tenkit edilmiştir. Tarihten ve günümüzden<br />
çok çeşitli ilim alanlarında temayüz etmiş bir<br />
kısım ilim ehlinin ve tabii ki Allah’ın veli kulları<br />
olan şeyh efendilerin tasavvuf hakkındaki<br />
düşünceleri şunlardır.<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu:<br />
Tasavvuf, gözün görmediğini akılla görmeye<br />
çalışmaktır.<br />
Tasavvuf, aklın mekanının ruh olduğunu<br />
kavramaktır. 9<br />
Şeriat; haramlardan uzak durmaktır. Tarikat;<br />
şüpheli şeylerden uzak durmaktır. Marifet;<br />
mübahlardan uzak durmaktır. Hakikat; helallerden<br />
uzak durmaktır. 10<br />
İmam Malik: “Tasavvuf bilmeyen fakih fasık,<br />
tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zındık<br />
olur. Bu ikisini birleştiren eden ise hakikate<br />
ulaşır.” 11<br />
İmam Şafiî: “Sufiyye ile sohbetim esnasında<br />
kendilerinden üç şey istifade ettim:<br />
1.Zaman bir kılıçtır, sen onu kullanmazsan,<br />
o seni keser.<br />
8-Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar.<br />
9- Abdullah Murad şükrüoğlu, Sadırdan Satıra İlahiler .<br />
10- Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri cild;4.<br />
11- Fıkh-ı Maliki şerhi cild 2; s,195 Abdü’l-Baki ez-Zerkanî<br />
ve Aliyyü’l-Kâri, c 1;s,33.<br />
Bizbiriz Dergisi • 39
2.Kendini hakla meşgul etmezsen, batıl seni<br />
istila eder.<br />
3. Kendine hiçbir varlık isnad etmemek,<br />
erbab-ı ismetten olmak demektir”. 12<br />
Ahmed İbni Hanbel: “Sufîlerle sohbeti<br />
tavsiye ederim. Onlar ilimleriyle, murakabeden<br />
edindikleri feyz ile Allah korkusunu hakkıyla<br />
tanımalarıyla ve halkın mesavi ve abeslerinden<br />
uzak kalmakla ve yüce himmet olmalarıyla bizi<br />
geçmişlerdir”. 13<br />
İbni Teymiye: Tasavvuf şeyhleri daima ilme<br />
ve şeriate uyulmasını mensuplarına tavsiye<br />
etmişlerdir. 14<br />
Seyyid Kutub: Yüce Allah’ın kullarından<br />
herhangi birine yönelik sevgisi, ifadenin<br />
vasfedemeyeceği bir olay olunca; kullarından<br />
birinin O’na yönelik sevgisi de zaman zaman<br />
sevenlerin sözlerinde örneklerini görmekle<br />
beraber, ifade ve tasvir edebilmesi son<br />
derece güç bir olaydır. İşte gerçek tasavvuf<br />
adamlarının yükseldiği kapı burasıdır. Ancak<br />
bunlar da, tasavvuf kisvesine bürünen ve uzun<br />
tarihlerinden bilinen bu, topluluğun içinde<br />
son derece azdırlar- Rabia el-Adeviye’nin şu<br />
beyitleri hâlâ o eşsiz sevginin gerçek tadını<br />
duygularıma taşımaktadır... 15<br />
Said Nursi: Merkez-i Hilafet olan İstanbul’u<br />
beşyüz elli sene bütün âlem-i Hristiyaniyenin<br />
karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beşyüz<br />
yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i<br />
İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i<br />
istinadı, o büyük câmilerin arkalarındaki<br />
tekyelerde “Allah Allah!” diyenlerin kuvvet-i<br />
imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen<br />
bir muhabbet-i ruhanî ile cûş u huruşlarıdır.<br />
İşte ey akılsız hamiyet-füruşlar ve sahtekâr<br />
milliyetperverler! Tarîkatın, hayat-ı<br />
12-Celalüddin-i Suyûtî’nin “Te’yidü’l-Hakikati’l-Aliyye”<br />
s,15ı; Şeyh Emin Kürhî’nin “Tenvîru’l-Kulûb”.<br />
13-Allame Muhammed Sifarinî, “Gızau’l-Elbab li Şerhi<br />
Manzûmeti’l-Adab”, c 1;s,120.<br />
14-Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 8<br />
[2007], sayı: 19;Tiblavi Mahmud Sad “İbn-i Teymiyede<br />
Tasavvuf”.<br />
15-Fi-Zilali’l-Kur’anMaide suresi 54–56. ayetlerin tefsiri.<br />
içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi<br />
seyyiatlardır, söyleyiniz? 16<br />
Ömer Nasuhi Bilmen: “Tasavvuf: şeriatin<br />
edep kuralları ile zahiren ve batınen<br />
süslenmenin neticesi olarak insanda tecelli<br />
eden feyzin kemalatı olan bir haldir.” 17<br />
Hasan el-Benna: “Bizim ahlakımız sufi<br />
ahlakıdır.” 18<br />
Bu görüşlerden anlaşılacağı üzere tasavvuf<br />
geçmişteki misyonunu bugün de devam<br />
ettirmelidir. Maddeciliğin, menfaatperestliğin,<br />
bananeciliğin zirveye ulaştığı günümüz<br />
insanların mana erlerinin, Allah’ın velilerinin<br />
cihandan engin merhametleri gönüllerine,<br />
yardım ellerine çok ihtiyacı var. Güzel<br />
ahlakın, ulvi erdemlerin hiçe sayılmasına<br />
dur diyecek, kafalardaki şüpheleri izale<br />
edecek hikmetli dillere aç insanlık. Modern<br />
insan kişilik bozukluğu içinde, varlığının<br />
sebebini kaybetmiş, hissiyatı azalmış, adeta<br />
canavarlaşmış. Müslüman adalet, hak, hukuk,<br />
eşitlik, paylaşım, saygı, cömertlik, emeğe saygı,<br />
yapılanı takdir etme gibi temel ahlâkî ilkeleri<br />
unutmuş.<br />
Bizim zalimler sağlam-çürük aramazlar.<br />
Eline güç verin bir tane müslümana<br />
acımazlar. 19 Mürşid-i Kamil Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu Hocamızın beyitlerinde ifadesini<br />
bulduğu gibi mazluma karşı acımasız, zalime ise<br />
suskun müslüman. Yeniden erdemli bir toplum<br />
için, asr-ı saadet huzurunu yakalayabilmek<br />
için tasavvufun güzel ahlak, irfan, aşk yoluna,<br />
mana aleminin sultanlarına, hak ve hakikat<br />
mürşid-i kamillere her zamankinden daha çok<br />
ihtiyacımız var.<br />
16- Risale v.1.0 Mektubat s 443 444-446.<br />
17 Muvazzah İlmi Kelam s.59–60–61.<br />
18 İhvan-ı Müslimin’de Eğitim ve Teşkilatlanma Siyaseti<br />
-Abdulhalim Mahmud.<br />
19 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra<br />
Damlalar.<br />
40 • Bizbiriz Dergisi
ِ<br />
SİYER<br />
SİYER-I NEBİ<br />
ِنَ آٓتَيْنَاهمُ ُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ <br />
آبْنَ ءاَ همُ ْ وَا ن فَرِيقاً مِ نهْ ُمْ لَيَكْتُمُونَ<br />
<br />
الْحَق وَ همُ ْ يَعْلَمُونَ<br />
آوَ مَن كاَ نَ مَيْتًا فَأحْ يَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا <br />
نُورً ا يَمْشيِ بِهِ فيِ الناسِ كمَ َنْ َمثَ<br />
الظ لُمَاتِ لَيْسَ بخِ َارِجٍ ِم نهْ َا كَذَ<br />
لِلْكاَ فِرِنَ مَا كاَ نُوا يَعْمَلُو َن<br />
َن<br />
لَقَدْ كاَ نَ لَكمُ ْ فيِ رَسُ و لِ ا ِ آسْ وَةٌ<br />
َ حَسنَةٌ ِ لّ مَن كاَ نَ َرْجُو ا َ وَالْيَوْمَ ْ ا ٓخِرَ وَذَكَرَ<br />
ا َ كَثِيرًا<br />
قُلْ ا نْ كُنْ تمُ ْ تحُ ِبونَ ا َ فَاتبِعُونيِ<br />
يحُ ْبِبْكمُ ُ ا ُ وَيَغْفِرْ لَكمُ ْ ذُنُوَكمُ ْ وَا ُ غَفُورٌ<br />
رحِيمٌ<br />
müzü yansıtmakta. Hayat veren, kuvvete geti-<br />
َ َ يَعْرِفُونَ<br />
اَ <br />
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi),<br />
ُ َ çocuklarını tanır gibi tanırlar.<br />
Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri<br />
halde ِفي gerçeği ُ ُ gizlerler.” 1<br />
Bugün de insanlık tıpkı 1400 yıl evvelinde<br />
olduğu زُّ gibi َ ِ kurtarıcısını kendi öz evladı gibi<br />
tanımakta ve yine bir kısmı doğruyu gördükleri<br />
halde türlü sebeplerle gerçeklerden gizlenmekte.<br />
Şüphesiz günümüzde Müslümanların<br />
görünen çokluklarına rağmen anlayış ve yaşayış<br />
noktasında ki eksiklikler Habibi Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v) ve O’nun örnekliğine<br />
olan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Nebi Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v)’in hayatını konu edinmiş<br />
Siyer ilmine gösterilen rağbet yüzeysel ve<br />
ezberdeyken,duyulan saygıysa gelenek halini<br />
almış durumda. Halbuki Efendimiz (s.a.v)’i bu<br />
şekilde bilmek, O’na karşı cahil kalmak demektir,<br />
zulmetmektir.<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Hocaefendi’nin, ‘İslam yaşamdır, geriye kalan<br />
masaldır’ sözü ne kadar da hakikatli ve günü-<br />
1 -Bakara diye meşhur sure/ 146.<br />
ren, yolumuzu düzleştirip, sağlamlaştıran gerçeğimizden<br />
uzaklaştıkça masallarda kaldık,<br />
korktuk ve uyuduk.<br />
Bizler masallardan sıyrılıp hakikate ererek<br />
O’nu tanımak ve yaşamak adına başladığımız<br />
bu köşede gelin işe Rasulullah (s.a.v)’in<br />
doğduğu zamanları tanımakla başlayalım.<br />
Atası İbrahim (a.s)’ın duası, kardeşi İsa (a.s)’ın<br />
müjdesi, annesi Amine’nin rüyası, ümmetin<br />
hasreti olan Son Nebi Muhammed Mustafa<br />
(s.a.v) ‘eski dünya olarak bilinen Asya, Avrupa<br />
ve Afrika kıtalarının ortasında yer alan Arabistan<br />
Yarımadası’nın batısındaki Hicaz Bölgesinde<br />
Mekke şehrinde dünyaya geldi.’ 2 Dünyanın<br />
dört bir yanından coşkun ve hırçın bir su gibi<br />
bataklaşan bu hal soyu Hz. İbrahim (r.a)’ a dayanan<br />
bu beldede çoğalmıştı, insanlık unutulmuş,<br />
zulüm kol geziyordu. Mazlumlar kan ağlaya<br />
dursun zalimler zulmünden utanmıyordu.<br />
Can, mal, namus güvenliği yoktu. Sadece<br />
güçlülerin haklı olduğu, kimsenin kimseye hesap<br />
sormaya gücünün yetmediği bir dünya…<br />
İnsanlık bunalmış, ruhlar hasta. Sapkınlıkların,<br />
azgınlıkların, yanlışlıkların zirve yaptığı cahiliye<br />
devri denilen bu zamanları Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu ne de güzel anlatıyor;<br />
Vahşet doluydu dünya,<br />
2-Casim Avcı, Son Peygamber Hz. Muhammed, İsam 2007,<br />
s.17<br />
Bizbiriz Dergisi • 41
ِ<br />
ِ<br />
ِ<br />
َ َ يَعْرِفُونَ<br />
ُ َ<br />
ُ ُ ِفي<br />
Tapıyordu hayvana, puta,<br />
Sevinen iblisti buna,<br />
Doğmamıştı İslam daha.<br />
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar<br />
arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz<br />
kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış,<br />
bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu<br />
gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları<br />
çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.” 3<br />
Yapılan bütün kötülükleri güzel, çirkinlikleri<br />
süslü saymaktaydılar. Bu öldürücü karanlık,<br />
Hz. Adem’in arş-ı ala’ da gördüğü 4 , her şeyden<br />
evvel Allah’ın kendi nurundan yarattığını<br />
bildirdiği 5 Ahmedi Nur ile dirilmeyi, Alemlerin<br />
Efendisini bekliyordu. Bu muazzam olayın<br />
gerçekleştiği gün ferahlatıcı bir sabah, batması<br />
mümkün olmayan bir güneşle aydınlanırken,<br />
dünyada meydana gelen harikulade olaylar batılın<br />
zail olacağını ve dengelerin değişeceğini<br />
müjdeler gibiydi. Bu mübarek zamanda Save<br />
gölü kurumuş, Semave deresi taşmış, Mecusilerin<br />
bin yıldır yaktıkları ateş sönmüş, Kisra sarayının<br />
burçları yıkılmıştı. Hakikatte ise; yıkılan,<br />
Kisraların sarayı değil, dünyayı zulümle yöneten<br />
üç büyük güç olan İran’ın ihtişamı, Bizans’ın saltanatı<br />
ve Çin’in azametiydi. Sönen ateş, Mecusilerin<br />
tapınaklarında ki ateş değil, dünyada ki<br />
küfür ve dinsizliği körükleyen alevlerdi. Kuruyan<br />
Save gölü değil, putperest inancın saçmalığı,<br />
zerdüştlüğün zorbalığı ve zalimlerin süslü<br />
görünen halleriydi. 6 Hayat bulduran bu aydınlık<br />
ve temizlenme gelen Nur-u Muhammed<br />
(s.a.v)’in hürmetine başlamış, insanlığın boşluğunu<br />
dolduracak tevhit canlanmıştı.<br />
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü<br />
umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için<br />
3-En’am diye meşhur sure, 122.<br />
4-Kastalani, Mevahibü’lLedünniye, c.1, s.6.<br />
5- İmam Şibli, Peygamberimizin Hayatı, Timaş 2008, s.83.<br />
6-hzab diye meşhur sure, 21.<br />
اَ <br />
ُ ُ ِفي<br />
َ ْ َ ْ َ<br />
نُورً ا يَمْشيِ بِهِ فيِ الناسِ كمَ َنْ َمثَ<br />
الظ لُمَاتِ لَيْسَ بخِ َارِجٍ ِم نهْ َا كَذَ<br />
لِلْكاَ فِرِنَ مَا كاَ نُوا يَعْمَلُو َن<br />
ِ َ زُّ َن<br />
لَقَدْ كاَ نَ لَكمُ ْ فيِ رَسُ و لِ ا ِ آسْ وَةٌ<br />
َ حَسنَةٌ ِ لّ مَن كاَ نَ َرْجُو ا َ وَالْيَوْمَ ْ ا ٓخِرَ وَذَكَرَ<br />
الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ <br />
آٓتَيْنَاهمُ ُ كَثِيرًا<br />
ِنَ ا َ<br />
آبْنَ ءاَ همُ ْ وَا ن فَرِيقاً مِ نهْ ُمْ لَيَكْتُمُونَ<br />
قُلْ ا نْ كُنْ تمُ ْ تحُ ِبونَ ا َ فَاتبِعُونيِ<br />
يَعْلَمُونَ غَفُورٌ<br />
يحُ ْبِبْكمُ ُ ا ُ وَيَغْفِرْ لَكمُ ْ الْحَق ذُنُوَكمُ ْ وَ همُ ْ وَا ُ<br />
آوَ مَن كاَ نَ رحِيمٌ مَيْتًا فَأحْ يَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا <br />
نُورً ا يَمْشيِ بِهِ فيِ الناسِ كمَ َنْ َمثَ<br />
الظ لُمَاتِ لَيْسَ بخِ َارِجٍ ِم نهْ َا كَذَ<br />
لِلْكاَ فِرِنَ مَا كاَ نُوا يَعْمَلُو َن<br />
َ َ يَعْرِفُونَ<br />
Allah’ın Resulü’ nde güzel bir örnek vardır.” 7<br />
Tevhidin habercisi, Nebi Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v) Rabbimiz tarafından ‘üsve-i hasene’<br />
yani en güzel örnek olarak gösterilmiştir.<br />
Bu üstünlükleriyle Muhammed Mustafa (s.a.v)<br />
yaklaşık on beş asırdır sadece kendisine inanmaları<br />
dolayısıyla Müslümanların değil, amaçladığı<br />
toplumun ُ َ<br />
yaşarken gerçekleştiğini görerek<br />
tarihin başarıya ulaşmış en etkin kişisi olarak<br />
kabul edilmiş, tarihi ve islam medeniyeti-<br />
ُ ُ ِفي<br />
ni şekillendirerek müslüman olmayanlarında<br />
ِ َ زُّ<br />
bir şekilde ilgi duyduğu üstün bir şahsiyet olarak<br />
örnekleşmiştir. Herkes için örnek teşkil eden<br />
bu hayatı daha iyi anlamak, Onun ile anılmak,<br />
Onun ile yaşamak, Onun ile yaşatmak adına bütün<br />
çabamız.<br />
Allah-u Teala şöyle buyuruyor;<br />
“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana<br />
uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı ba-<br />
َن<br />
ğışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” <br />
Biz bundan dolayı her işimizi O (s.a.v)’e<br />
göre düzenlememiz gerektiğini söylüyoruz. Biz<br />
bunu Rabbimizin emri olarak almazsak, Rasu-<br />
7-“Hatem; Asım kıraatinde “ta”nın fethiyle, mütebakisinde<br />
kesriyle okunur. Kesr ile “hatim”, ism-i fail olup, hatmeden,<br />
nihayete erdiren, yahut mühürleyen demek olur. Feth ile<br />
“hatem” de, ismi alet olup, mühür demektir. Yani Muhammed<br />
Resulullah, hem peygamberleri hitama erdiren son<br />
peygamberdir, ahir’ül enbiyadır; hem de bütün peygamberleri<br />
tasdik ve tevsik eden ilahi bir mühürdür. Eğer o gelmese<br />
idi, diğer peygamberler unutulup gidecek, tarihte onların<br />
mevcudiyetlerini ve nübüvvetlerinin hakkıyyetini ilmen isbat<br />
etmek mümkün olmayacaktı. Nübüvveti Muhammediye<br />
ile beşeriyyet, din nokta-i nazarından tekamül gayesine<br />
ermiştir. Ondan sonra başka peygamber beklememeli, nur-ı<br />
Muhammediyi takip eylemelidir”. Bkz. Elmalılı Tefsiri, V, 3906.<br />
اَ <br />
لَقَدْ كاَ نَ لَكمُ ْ فيِ رَسُ و لِ ا ِ آسْ وَةٌ<br />
َ حَسنَةٌ ِ لّ مَن كاَ نَ َرْجُو ا َ وَالْيَوْمَ ْ ا ٓخِرَ وَذَكَرَ<br />
ا َ كَثِيرًا<br />
نْ كُنْ تمُ ْ تحُ ِبونَ ا َ فَاتبِعُونيِ<br />
قُلْ ا<br />
يحُ ْبِبْكمُ ُ ا ُ وَيَغْفِرْ لَكمُ ْ ذُنُوَكمُ ْ وَا ُ غَفُورٌ<br />
رحِيمٌ<br />
ِنَ آٓتَيْنَاهمُ ُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ <br />
آبْنَ ءاَ همُ ْ وَا ن فَرِيقاً مِ نهْ ُمْ لَيَكْتُمُونَ<br />
<br />
الْحَق وَ همُ ْ يَعْلَمُونَ<br />
آوَ مَن كاَ نَ مَيْتًا فَأحْ يَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا <br />
نُورً ا يَمْشيِ بِهِ فيِ الناسِ كمَ َنْ َمثَ<br />
الظ لُمَاتِ لَيْسَ بخِ َارِجٍ ِم نهْ َا كَذَ<br />
لِلْكاَ فِرِنَ مَا كاَ نُوا يَعْمَلُو َن<br />
ِ َ زُّ َن<br />
لَقَدْ كاَ نَ لَكمُ ْ فيِ رَسُ و لِ ا ِ آسْ وَةٌ<br />
َ حَسنَةٌ ِ لّ مَن كاَ نَ َرْجُو ا َ وَالْيَوْمَ ْ ا ٓخِرَ وَذَكَرَ<br />
ا َ كَثِيرًا<br />
قُلْ ا نْ كُنْ تمُ ْ تحُ ِبونَ ا َ فَاتبِعُونيِ<br />
يحُ ْبِبْكمُ ُ ا ُ وَيَغْفِرْ لَكمُ ْ ذُنُوَكمُ ْ وَا ُ غَفُورٌ<br />
رحِيمٌ<br />
42 • Bizbiriz Dergisi
lullah (s.a.v)’e itaatin Allah’a itaat olduğunun<br />
şuuruna varmazsak O (s.a.v)’e danışmayız. İnsanoğlu<br />
kendi kıt aklının erdiğince danışacak<br />
bir yer bulur. Ama bilesiniz ki Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v)’e uymayan işlerin sonu hep hüsran<br />
olur.<br />
RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİ<br />
Bu kısımda ‘Allah’a ve ahiret gününe<br />
ümit besleyip de Allah’ı çok anan kimseler’<br />
olma azmi ile yola çıkanları asırlar öncesinin<br />
‘güzel örneği’ ile irtibatlandırarak güzel insan<br />
olma yolunu aralamaya bakacağız.<br />
Şemail, -şimal- kelimesinin çoğulu olup<br />
huy, tabiat, karakter, hal, hareket anlamındadır.<br />
İslam alimleri bu kelimenin geniş manasını<br />
daha da özelleştirerek Muhammed Mustafa<br />
(s.a.v)’ in beşeri yönünü, yaşama üslubunu<br />
ve şahsi hayatını anlatan bir terim haline getirmişlerdir.<br />
Kendi cahiliyemizden sıyrılıp Asr-ı saadetten<br />
nefeslenme yolunda ki bu rol modelimiz<br />
Hz. Muhammed (s.a.v) Kur’an-ı Kerim’de “…<br />
Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.”<br />
Şeklinde anlatılmaktadır. Bu ayet-i kerimede<br />
kullanılan tabir ‘Hatemü’n Nebiyyin’dir.’ <br />
Allah-u Teala bir yandan Muhammed Mustafa<br />
(s.a.v)’in ‘peygamberlerin mührü’ olduğunu,<br />
O’ndan sonra artık bir peygamber göndermeyeceğinin<br />
bilgisini kesin bir şekilde verirken,<br />
‘mühür ’ün eserini mübarek vücutlarında da<br />
tecelli ettirmiş bulunmaktadır.<br />
Bu tecelli ünlü muhaddis Hakim(405/<br />
1014)’ den gelen bir rivayette şöyle aktarılmıştır;<br />
“…Allah hiçbir peygamber göndermemiştir<br />
ki, onun sağ elinde Peygamberlik beni<br />
(şamet’ünnübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim<br />
peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam<br />
bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira<br />
O’nun peygamberlik beni, (sağ elinde değil)<br />
kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz<br />
(S.a.v)’e bu durum sorulunca; “Kürek kemiklerim<br />
arasında bulunan bu ben, benden önceki<br />
Peygamberlerin beni gibidir. Ne var ki, artık<br />
benden sonra bir daha nebi ve resul gelmeyecektir.”<br />
Nübüvvet mührü ile ilgili birkaç hadise<br />
daha bakarsak;<br />
Cabir b. Semüre anlatıyor;<br />
“Ben, Rasulullah Efendimiz’ in kürek kemikleri<br />
arasında bulunan Nübüvvet mührü’nü<br />
gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde<br />
kırmızımtırak bir yumru idi.”<br />
Ebu ZeydAmr b. Ahtab el- Ensari anlatıyor;<br />
“Peygamber Efendimiz bana; “Ya Eba-<br />
Zeyd, bana doğru yaklaş ve sırtımı elinle kaşı”<br />
dedi. Ben de, emr-i peygamberiye uyarak,<br />
elimle mübarek sırtlarını kaşıdım. Bu sırada<br />
parmaklarım, Mühr-i nübüvvet’e dokundu.<br />
Bu hadiseyi Ebu Zeyd’ den nakleden<br />
’Ilba b. Ahmer;<br />
- ‘Nübüvvet mührü nasıl bir şeydi?’<br />
diye sorduğumda, o;<br />
- ‘Kıl yumağı gibi bir şeydi!’ şeklinde<br />
cevap verdi, der.”<br />
Ebu Nazra (109/ 727) anlatıyor;<br />
Ashabdan Ebu Said el- Hudri (r.a)’ya Resulullah<br />
Efendimiz’ in Peygamberlik mührü’<br />
nün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek<br />
sırtlarında ‘gül tomurcuğu gibi bir et parçası olduğunu’,<br />
söyledi.<br />
Bizbiriz Dergisi • 43
HZ. ÖMER<br />
(RADIYALLAHU ANH)<br />
“Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah<br />
bunu Ömer’den sorar diye korkarım”<br />
Safa AK<br />
Fil vakasından 13 yıl sonra<br />
Mekke’de doğmuştur. Babası, Hattab b. Nüfeyl<br />
olup, nesebi Ka’b’da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir.<br />
Annesi, Ebu Cehil’in kardeşi veya amcasının<br />
kızı olan Hanteme’dir. Hz Ömer’ül Faruk<br />
Hulefa-i Raşid’in ikincisi ve Resulullah (s.a.s)’ın<br />
verdiği tevhid mücadelesinde ona en yakın olan<br />
isimlerdendir.<br />
Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)’in Müslüman olmadan<br />
önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler.<br />
Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık<br />
ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir.<br />
Cahiliye döneminde Mekke eşrafı arasında<br />
yer almakta olup, Mekke şehir devletinin elçilik görevi<br />
onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda<br />
karşı tarafa elçi olarak Hz. Ömer (r.a) gönderilir ve<br />
dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre<br />
hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların<br />
çözümünde etkin rol alır, verdiği kararlar<br />
bağlayıcılık vasfı taşırdı.<br />
Hz. Ömer (r.a), sert bir mizaca sahip olup, Islama<br />
karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı.<br />
Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve<br />
tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan<br />
yüz çevirmeğe çağıran Resulullah (s.a.s)’ı öldürmeye<br />
karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Rasulullahı<br />
öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın<br />
gelişim şekli onun Müslümanların arasına katılması<br />
sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla<br />
naklettikleri rivayete göre, Hz. Ömer (r.a)’in Müslüman<br />
oluşu söyle gerçekleşmişti: Hz. Ömer (r.a),<br />
Resulullah (s.a.s)’i öldürmek için onun bulunduğu<br />
yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile<br />
karsılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini<br />
sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)’i öldürmeye gittiğini<br />
söylemişti. Nuaym, Hz. Ömer’in ne yapmak<br />
istediğini öğrenince ona, kız kardeşi ve eniştesinin<br />
yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi<br />
ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen<br />
Hz. Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi.<br />
Kapıya geldiğinde içerde Kur’an okunmaktaydı.<br />
Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip,<br />
Kur’an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Hz. Ömer<br />
(r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kız<br />
kardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı.<br />
Kız kardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden<br />
dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi<br />
üzerine, ona karşı merhamet duyguları<br />
kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek<br />
istediğini söylemişti. K ndisine verilen sahifelerden<br />
Kur’an ayetlerini okuyan Hz. Ömer (r.a),<br />
hemen orada iman etti ve Resulullah (s.a.s)’in nerede<br />
olduğunu sordu. O sıralarda Müslümanlar,<br />
Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)’in<br />
evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah<br />
(s.a.s)’in Daru’l-Erkam’da olduğunu öğrenen<br />
Hz. Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında<br />
gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye<br />
başladılar. Zira Hz. Ömer (r.a) silahlarını<br />
kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu.<br />
Hz. Hamza: “Bu Ömer’dir. İyi bir niyetle geldiyse<br />
mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa,<br />
onu öldürmek bizim için kolaydır” diyerek kapıyı<br />
açtırdı. Resulullah (s.a.s), Hz. Ömer (r.a)’in iki yakasını<br />
tutarak; “Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allah’ım<br />
ona hidayet ver!” dediğinde Hz. Ömer (r.a) Kelime-i<br />
Şahadet getirerek iman etti.<br />
Hz. Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında Müslüman<br />
olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı<br />
zaman Müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı<br />
Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden<br />
dolayı Müslümanlar, Beytullah’a gidip namaz<br />
kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı.<br />
Hz. Ömer (r.a) Müslüman olunca doğruca<br />
Beytullah’ın yanına gitti ve Müslüman olduğu-<br />
44 • Bizbiriz Dergisi
nu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi.<br />
Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek<br />
onların, Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı<br />
herkesin göz önünde Beytullah’ ta namaza durdu.<br />
Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah<br />
(s.a.s)’in yanında bulunmuş, onu korumak için elinden<br />
gelen gayreti göstermiştir. O, iman ettikten<br />
sonra müşriklere karşı<br />
çok sert davranmış ve<br />
dinini her ortamda, kimseden<br />
çekinmeden savunmuştur.<br />
İslâm tebliğinin<br />
yeni bir veçhe kazanması<br />
için Medine’ye hicret emr olunduğu zaman<br />
Müslümanlar Mekke’den gizlice Medine’ye<br />
göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer (r.a), gizlenme<br />
ihtiyacı duymamıştı. Hz. Ömer (r.a), beraberinde<br />
yirmi arkadaşı olduğu halde Medine’ye doğru<br />
yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde<br />
anlatmaktadır:<br />
“Ömer’den başka gizlenmeden hicret eden<br />
hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında<br />
kılıcını kuşandı, yayını omzuna taktı, eline<br />
oklarını aldı ve Kâ’be’ye gitti. Kureyş’in ileri<br />
gelenleri Kâ’be’nin avlusunda oturmakta idiler.<br />
O, Kâ’be’yi yedi defa tavaf ettikten sonra,<br />
Makâm-i İbrahim’de iki rekât namaz kildi. Halka<br />
halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara;<br />
“Yüzünüz kara ol sun. Kim annesini evlatsız, çocuklarını<br />
yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa su vadide<br />
beni takip etsin” dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye<br />
cesaret edemedi” .<br />
Hz. Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb.<br />
gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katılmış,<br />
bunların başında komutan olarak görev yapmıştır.<br />
Hz. Ömer (r.a), bütün meselelere karsı net<br />
ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı<br />
düşmanlığı; müşriklerin, İslam’a karşı olan saldırılarını<br />
hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı<br />
kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur.<br />
Hudeybiye’de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine<br />
görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir.<br />
Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ’nın gösterdiği doğrultuda<br />
hareket etmekten başka bir şey yapmadığı<br />
uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve<br />
olayın iç gerçeğini kavramıştı.<br />
Kenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu<br />
Gelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu<br />
M.Akif Ersoy<br />
Resulullah (s.a.s)’in vefatının hemen peşinden<br />
ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in halife<br />
seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer (r.a) büyük<br />
rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in kısa halifeli<br />
döneminde en büyük yardımcısı Hz. Ömer (r.a) olmuştur.<br />
Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında,<br />
Hz. Ömer (r.a) ‘i<br />
kendisine halef tayin<br />
etmeyi düşünmüş ve<br />
bu düşüncesini açıklayarak<br />
bazı sahabilerle<br />
istişarelerde bulunmuştu.<br />
Herkes Hz. Ömer (r.a)’in fazilet ve üstünlüğünü<br />
kabul etmekle beraber, onu bu is için biraz<br />
sert mizaçlı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer<br />
bazı sahabiler ona; “Rabbin seni Hz. Ömer (r.a)<br />
‘i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne<br />
cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir<br />
kimsedir demişlerdi Hz. Ebu Bekir (r.a) ise şöyle cevap<br />
verdi “Derim ki: Allah’ım! Kullarının en iyisini<br />
onlara halife yaptım.” Sonra da Hz. Osman (r.a)’ı çağırarak<br />
bir kâğıda Hz. Ömer (r.a) ‘i halife tayin ettiğini<br />
yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra,<br />
Hz. Osman (r.a) dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta<br />
yazılı olan kimseye bey’at edilmesini istedi. Oradakilerin<br />
bey’at etmesiyle Hz. Ömer (r.a) ‘in II. Raşid<br />
halife olarak iş başına gelişi gerçekleşti.<br />
Halifelik Dönemi<br />
Resulullah (s.a.s.) vefat etmeden önce Müslümanlar<br />
hemen hemen tüm Arap coğrafyasını<br />
hâkimiyeti altında tutuyordu ve Bizansa karşı askeri<br />
seferler düzenleniyordu. Hz. Ebu Bekir (r.a) döneminde<br />
bu askeri hareketler Bizans’la birlikte İran<br />
devletine karşı devam etmişti. Hz. Ömer (r.a)’in<br />
üzerine düşende ise bu siyaseti devam ettirmek<br />
ti ve Bizans’ın elinde bulunan Suriye’yi İran’ın elinde<br />
bulunda Kisra kalesini Azerbaycan ve Ermenistan<br />
bölgelerini Müslüman toprakları arasına katmayı<br />
başarmıştı. Bu fetihler den sonra yönünü batıya<br />
çeviren İslam orduları Kudusü ve Mısır’ı İslam<br />
topraklarına almış ve halife Hz. Ebu Bekir (r.a) bir<br />
süre Kudüs sarayında kalmıştır. Bütün bu askeri hareketlerin<br />
yanı sıra Hz. Ebu Bekir (r.a) aynı zamanda<br />
henüz müesseseleri bulunmayan İslam devletini<br />
teşkilatlandırmaya çalışıyordu. Yani İslam dev-<br />
Bizbiriz Dergisi • 45
letinde ilk teşkilatlanma Hz. Ömer (r.a) döneminde<br />
olmuştur. İlk zamanlar bu teşkilatlanmaya pek<br />
ihtiyaç yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş<br />
ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini<br />
sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması<br />
zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının<br />
tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının<br />
kaydedildiği “divan” teşkilatını kurdu. Ayrıca<br />
Hz. Ömer (r.a), yargı (kaza) işlerini bir düzene<br />
koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar<br />
tayin eden ilk kimsedir. Geniş coğrafyalara<br />
hükmeden Müslüman devletinin halen kendisine<br />
ait bir para birimi yoktu bu durumda ekonomiye<br />
dışarıdan gelecek herhangi müdahaeyi etkin kılabilirdi<br />
bu nedenle ilk olara Hz. Ömer döneminde<br />
para bastırılmıştı.<br />
Hz. Ömer (r.a)’in, üzerinde titizlikle durduğu ve<br />
asla müsamaha göstermediği en önemli konu adalet<br />
meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir<br />
ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi<br />
için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında<br />
bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.<br />
O, her tarafta adaletin eksiksiz yerine getirilmesi,<br />
muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin<br />
en ücra köselerindeki durumlardan zamanında<br />
haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O,<br />
muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş,<br />
Hıristiyan ve Yahudilerden olan yoksullara da<br />
yardımlarda bulunmuştur. Hz. Ömer (r.a), fethedilen<br />
bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler<br />
tayin etmiş ve Kur’an-ı Kerim’i okumak ve onunla<br />
amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini<br />
sağlama yolunda gayret sarf etmiştir. İslâm’ın,<br />
Müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının<br />
yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer<br />
âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde<br />
görevlendirmiştir. Kur’an , Hadis ve Fıkıh<br />
öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar<br />
tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer (r.a), devletin<br />
her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında<br />
dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet<br />
edilmektedir. İlk defa bir takvimin kullanılmasına<br />
Hz. Ömer (r.a) zamanında ihtiyaç duyulmuş ve<br />
böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle<br />
devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan<br />
problemler ortadan kaldırılmıştır.<br />
Vefatı<br />
Hz. Ömer (r.a), 645 yılının son ayında Ebû Lü’lü<br />
Firuz adında Yahudi bir köle tarafından namaz kılarken<br />
şehid edildi. Bu köle Hz. Ömer (r.a)’e gelip<br />
efendisinden alınan verginin çok olduğunu iddia<br />
etti. Hz. Ömer (r.a),“Senden alınan miktar fazla değildir”<br />
dedi.<br />
Hz. Ömer’in bu sözüne razı olmayıp, düşmanlık<br />
gösteren Firuz, Hz. Ömer (r.a)’e kastetmeyi plânladı<br />
Görünüşteki sebep böyle görünmekle beraber işin<br />
esası böyle değildi İran casusu olarak aldığı emri<br />
yerine getiriyordu Hz Ömer bir gün esnaf teftişinde<br />
iken, Firuz’a, “ Duydum ki, senin değirmen yapmanda<br />
üzerine yokmuş” deyince, “ Şayet sağ kalırsam,<br />
sana öğle bir değirmen yapacağım ki, doğuda<br />
ve batıda herkes ondan bahsedecek” demişti.<br />
Hz Ömer ‘de, “ Vallahi bu beni tehdit etti” buyurmuştu<br />
Buna rağmen açıkca suç teşekkül etmediği<br />
için cezalandırmamıştı. Hz Ömer ile vergi tartışmasından<br />
bir gün sonra elbisesi içine bir hançer<br />
saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide girdi<br />
Beklemeye başladı Hz Ömer safları düzeltip tekbir<br />
alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden fırlayıp<br />
Hz Ömer’e arka arkaya altı darbe vurdu Darbelerden<br />
biri karnına isabet etti Firuz bir kişiyi daha<br />
yaralayıp kaçtı ve yakalanmadan önce intihar etti<br />
Hz Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra ayılıp<br />
“Katilim kimdir? Diye sordu Ebû Lü’lü Firuz olduğu<br />
söylenince “Allah’a şükürler olsun ki bir Müslüman<br />
tarafından vurulmadım” dedi ve yaralandıktan<br />
24 saat sonra vefat etti. Ardından Hz. Ayşe den<br />
izin alınarak Hz. Ebu Bekir (r.a)’ in yanına defnedilmiştir.Hz.<br />
Ömer (r.a) yaşamıyla adeta adaletin timsaliydi.<br />
Devletin içerisinde bir kişi dahi aç olsa bundan<br />
kendisini sorumlu tutardı. Milli şairimiz Mehmet<br />
Akif Ersoy bir beyitinde Hz. Ömer (r.a)’ in adaletini<br />
en iyi şekilde şöyle ifade etmektedir.<br />
Kenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu<br />
Gelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu<br />
Kaynakça<br />
Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi<br />
Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere<br />
46 • Bizbiriz Dergisi
Hazırlayan: Ahmet Navruz<br />
PİRLERKONDU: TAŞKENT<br />
M.Ö. 3000-2000 yıllarında<br />
KLİKYA’ ya Hititler (Etiler) hakim<br />
olmuşlardır. Hitit uygarlığının izlerini<br />
Taşkent ve çevresinde rastlanılmaktadır.<br />
Çıban Kayasındaki<br />
Kabartmalar, Karıcık Kale mevkiindeki<br />
tanrıca şekilleri, Avşar ve<br />
Çetmi Kasabası yörelerinde çeşitli<br />
hayvan şeklileri, Aladağ bölgesinin<br />
hemen hemen her yerinde bu<br />
benzer yüzlerce Hitit yapısı eserlere<br />
rastlanıldığı görülmüştür.<br />
1956 Yılında ilk, 1968 yılında ikinci<br />
defa Taşkent ve yöresine gelerek<br />
inceleyen Arkeoloji heyetinin açıklaması<br />
hayli ilginçtir. Hitit veya İyon medeniyetine<br />
ait KANDA-KANDİ adında bir uygarlık merkezi<br />
aradıklarını, KANDA-KANDİ şehrinin Taşkent<br />
çevresinde olduğunu ve kesinlikle hangi<br />
harabeler olabileceğini kestiremediklerini<br />
söylemişlerdir. Şöyle bir kanaat akla gelebilir:<br />
Taşkent’in ilk isminin sonundaki KONDİ, LON-<br />
DA veya KANDA takısını, adı geçen tarihi şehirden<br />
almaktadır.Nitekim, ŞİKARİ’ DE PİRLER-<br />
KANDİ, İsmail Hakkı Konyalı’ nın “Konya Tarihi”<br />
adlı eserinde PİRLKANDİ, evliya Çelebi’ nin<br />
Seyahatnamesinin 9. cildinde KARİYE-İ KONDİ<br />
olarak adı geçmektedir. Kesinlikle söylenebilir<br />
ki, Taşkent’in ilk adı PİRLERKANDİ’ dir. Zamanla<br />
dilimizde dönüşüme uğrayarak PİRLERKON-<br />
DU - PİRLONDA şeklini almıştır. Klikya’ da Hitit<br />
uygarlığından sonra Taşkent’i ilgilendiren ikinci<br />
uygarlık ROMA-BİZANS uygarlığıdır. Taşkent<br />
ve çevresinde sık sık karşılaşılan harabeler, lahitler,<br />
mermer sütunlar, taştan yapılmış, aslanlar<br />
ve madeni paralar, tümüyle ROMA-BİZANS<br />
uygarlığının kalıntılarıdır. KARICIK, SIVAT, ANA-<br />
CAK, DİKMENİN BOYU, ÖRENCİK, TAŞDİBİ ve<br />
ASAR (Hisar) bu uygarlıkların yer yer seyrettiği<br />
mevkilerdir. Osmanlılar zamanında, Kariye-i<br />
KONDİ diye adlandıran Taşkent’te, Osmanlı-<br />
Türk uygarlığı en güzel örnekleriyle canlılıklarını<br />
muhafaza etmektedirler. Hikayesi dillere<br />
destan olan BÜYÜK CAMİİ, Osmanlı padişahlarından<br />
Yavuz Sultan Selim zamanında yapılmıştır.<br />
Bugün dahi kubbe ve minarelerindeki<br />
sanat, dipdiri ve taptazedir Yavuz’un Çaldıran<br />
seferine rastlayan (1516-1517) yıllarında büyük<br />
camiinin inşaatına merhum Uzun Şıh (Abdullah)<br />
zamanında başlanılmıştır. Nitekim Camii<br />
tabusunda “SELİMİYE CAMİİ” diye adı geçmektedir.<br />
Ballar çeşmesi, Emirler Pınarı ve Boğaz<br />
Köprüsü bu uygarlığın örnekleridir.<br />
Oğuz Bey, kardeşi Karaman Han’dan ayrılıp<br />
Taşkent’e adı ile maruf Oğuzeli’ne yerleşmiştir.<br />
Piri Bey oymağından Oğuz Bey ile beraber gelen<br />
(1031-1035) bugünkü sülale adları şunlardır:<br />
1 - KURRALAR (Bekir Efendi Oğulları)<br />
2 - MEHMET EFENDİLER<br />
3 - HACIVELLER<br />
4 - ŞIHOCAGÎL<br />
5 - MUSTAFALAR (Hacı İbrahim Oğulları)<br />
6 - TOMBULLAR<br />
Bizbiriz Dergisi • 47
1031-1035’den elli sene kadar bir zaman<br />
sonra :Şemsi Bey, oymağıyla gelen Piri Şemsi<br />
Bey oymağında bulunan bugünkü sülale adı<br />
olarak da devam eden nesiller de şunlardır:<br />
1- FAKILAR<br />
2- HACIHALIMELER<br />
3- EMİNLER<br />
4- DAVUTLAR (Kazancılar)<br />
5- HACILAR<br />
6- ÇELİKLER<br />
Köy kurulmuş, Piri Bey oymağı toplanmıştı.Piri<br />
Şemsi Bey oymağına; “Gardaşlarım...<br />
Yeni bir yurt edindik, evler yapıp köy kurduk.<br />
Bu yurdumuzun da bir adı olmalı. Kendimizi<br />
bir bütün olarak köyümüzle tanıtmalıyız”.<br />
Onun bu sözleri oymağı tarafından coşkunlukla<br />
karşılandı. Oymadın en yaşlısı olan Mustafaların<br />
atası Hacı İbrahim Efendiden bir ad istediler. O da:<br />
Yeni yurdumuzda bizi huzura kavuşturan çalışkan<br />
Pirimizin evladı olmadığından, yerini kabul<br />
ederse bu köyün adım ve tüm köyü evlat<br />
ederek köyümüze Onun adım verelim. Adı Piri<br />
Kondu olsun. Köy adı coşkunlukla kabul edildi.<br />
Anadolu’da Selçuklu Hanedanı Arslan Yabgu,<br />
Resul Tiğin ve Kutalmış’la başlamıştı. Ayrıca<br />
bir devlet olarak kurulduktan sonra Türkün<br />
özelliği yine kendini gösterir: Sınırlarım genişletip,<br />
hükmetmek, işte bu idare Alaeddin<br />
Keykubat zamanında en sağlam ve en parlak<br />
devrini yaşar. Parlaklığın süslediği zaferlerden<br />
önemlileri: Moğollarla iyi geçinip, doğuyu güvenliğe<br />
alması ve Antalya’yı fethetmesidir. Yöremizle<br />
ilgili olan Antalya fetihidir. Çünkü Antalya<br />
fetihinde Piri Kondu yolu güzergahıdır.<br />
Bu hususta M. Ali Kemaloğlu’nun Alanya Tarihi<br />
eserinin 61. sayfasında aynen şöyle anlatılır:<br />
Bizzat hükümdarın kumar ettiği Türk Ordusu,<br />
en kısa yol olan Konya-Çumra-Dinek-Belviran-<br />
Hadim ve Pirlevkanda yoluyla Kalonoros’a (Antalya)<br />
inmiştir. Bu zaferin dönüşünde soğuk suyundan<br />
testisini dolduran kızın çeşmesine yaklaşır.<br />
Çeşmeden su içer ve kıza sorar: “Kızım köyünüz<br />
nerededir”?. (Asar Belini göstererek):<br />
“Şu tepenin arkasındadır Sultanım”. “Söyle köylülerine,<br />
sultanım bu çeşmenin yapılmasını istiyor”.<br />
Diyerek yoluna devam eder. Bunun üzerine<br />
o suyun bulunduğu mevkiye çeşme yapılır.<br />
Çam ağacından oyularak yapılmış su içme<br />
kabı (şapşak olarak bilinen) da konur. Çeşmenin<br />
yapılmasına vesile olan Alaeddin’e izafeten<br />
Sultan Çeşmesi denir. Çeşmenin adı hala Sultan<br />
Çeşmesi olup soğuk suyuyla meşhurdur.<br />
Bu arada efsane olarak bilinip anlatılan bir gerçeği<br />
anlatalım. Konya Eski Eserler Müzesi Müdürlüğünden<br />
alınmış, 1203 te yayınlanmış, zamanının<br />
resmî gazetesi şeklinde olan MEC-<br />
MUATÜL TEVARÎ-ÜL MEVLEVIYE adlı mecmuanın<br />
110. Sayfasındanalınmıştır. «Keramet-i Dar<br />
Karyeri Pirler-Konda» bu paragrafta beyan ediliyor.<br />
Hz. Mevlana Hadim civarına birkaç günlük<br />
istirahat ve teferrüç için gittiklerinde (Hicrî<br />
668 ki Hz. Mevlana 64 yaşında iken) O karyeden<br />
geçerken çamaşır yıkayan kadınlara tesadüf<br />
ediyor. 0l -o- kadınlardan su istediğinde<br />
bir tas su verilir. Suyun içine çam çöpü koyulur.<br />
Bunu niçin yaptığını suyu veren kıza sorduğu<br />
zaman: “Efendim terlisiniz. Soğuk su zarar verir<br />
diye attım” dedi. Hz. Mevlana: “Adım bağışla<br />
kızım” der. “Adım bağışlandı efendim” diyerek<br />
kız cevap verir. Bunun üzerine Hz. Mevlana: “<br />
Bir arzunuz var mı?” diye sordu. Dokuma bezlerinden<br />
LONCA (zamanın esnaf vergisi) mühürü<br />
basılıp, damga vergisi alınıyordu. Bez damgalayan<br />
memurların güçlük çıkardıklarından<br />
yakındılar. Canlarının yangın olması hasebiyle<br />
Hz. Mevlana bu iş zımnında tahsilat talebinde<br />
bulundular. Hz. Mezlana Tac-ül Vezir Süleyman<br />
Muiniddin Pervaneye bir kağıt yazıyor, bütün<br />
vergilerden muaf tutulması için «ÇAMINIZ KU-<br />
RUMASIN, KARINIZ FARIMASIN, SUYUNUZ ILI-<br />
MASIN VE BEZÎNÎZDEN DAMGA AKÇASI ALIN-<br />
MASIN» dediler. Bunu Pervaneye verdiler. O da<br />
cemî Tekaküften muaf tuttular.<br />
1974’ te basılmış olan TAŞKENT’ İN DO-<br />
ĞUŞU adlı kitabdan alınmıştır.<br />
48 • Bizbiriz Dergisi
HAYDAR<br />
2.BÖLÜM<br />
Ahmet NAVRUZ<br />
D<br />
erin uykularından herkes patlama<br />
sesiyle uyanmıştı. Peçeli tarafından<br />
rezil edilen İsrail ordusu büyük bir<br />
güçle saldırıyordu yine. Acımasızca,<br />
canice gözleri dönmü şekilde ateş<br />
ediyorlardı. Karşılıklı olarak Filistinliler kimisi<br />
silah kimisi taşla direniyordu. Yasir amca<br />
dışarıdan çıkınca yerde yaralanmış yatan bir<br />
çocuğu gördü. İsrail askeri vurduğu 5 yaşındaki<br />
cocuğu acımasızca tekmeliyordu. Yasir amc<br />
koşarak çocuğun önüne geçti. Onu gören<br />
asker Yasir amcaı da tekmelemeye başladı.<br />
Önünden çekilmeyip çocuğa kendini duvar<br />
gibi siper ettiğini gören asker silahını doğrultup<br />
Yasir Amcaya ateş etti. Karnından vurulan<br />
Yasir amca kanlar içinde yere serildi. Tam bu<br />
sırada asker omzunda bir el hissetti. Arkasını<br />
dönünce karşısında Peçeliyi gören asker daha<br />
silahını doğrultmadan gırtlağından kanlar<br />
fışkırmaya başlamıştı. Elindeki hanceriyle<br />
askeri yere seren peçeli Yasir amcanın yanına<br />
eğilip yarasını bastırdı. Çocuk ile Yasir amcayı<br />
Yassir amcanın hanımının yanına taşıdı. Yasir<br />
amcanın karısı Melike hanım elinden her<br />
iş gelen savaş başladığında beride ücretsiz<br />
hemşirelik yapan cevval bir kadındı. Yasir amca<br />
ile komşu çocuğunu o halde görünce önce<br />
ayakta durmakta güçlük çekti ama yardım<br />
etmeli idi. Duvara dayanarak Peçeli yardım<br />
etti. Yasir amcanın yarası ağırdı.Melike hanım<br />
hemen çantasını getirip tedaviye başladı ama<br />
bir yandan da gözyaşlarına hakim olamıyordu.<br />
Hem gözünden yaşlar geldi hem çocuk ile<br />
Yasir amcayı tedavi için uğraşmaya başladı.<br />
Biliyordu ki bunda da vardı bi hayır sabretmeli<br />
idi Bu yüzden feryad etmiyordu ve Rabbine<br />
dua ediyordu. Kurşunu çıkarırken bir yandan<br />
da ayetel kursi okumaya başlamıştı. Yaralıları<br />
taşıyan peçelinin yardım etmeye vakti yoktu.<br />
Arkasını döndü. Tam dışarı çıkacakken çocuk<br />
seslendi. “Peçeli abi, al bunu” diyerek elindeki<br />
dua yazılı kağıdı verdi. ve devam etti. “Annem<br />
vermişti abi. Fakat demişti ki “sadece boynunda<br />
asılı durmasın oğlum! Hem de duaları oku.<br />
Allah seni korur.” Ben de hem okudum hem<br />
taşıdım. Bak ölmedim. Bunu sen tak hem de<br />
oku. Allah seni de korusun.” dedi. Duayı alan<br />
Peçeli çocuğu öperek koşar adımlarla çıktı.<br />
İsrail askerlerinmin silahlarını alarak koşmaya<br />
başladı. Bir arka sokakta Filistin direnişini<br />
geçemeyen küffar akerleri tank ile saldırmak<br />
için hazırlanıyorlardı. Kadınların ve çocukların<br />
saklandığı eve namlusunu çeviren tanka ateş<br />
ve taş kar etmiyordu. herkes çaresiz kalmıştı.<br />
Evin içinde kadınlar Allah’a dua ediyordu. Bir<br />
anda İstail askerleri vurulup yere düşmeye<br />
başladılar. Tankın çevresindeki askerler doğu<br />
yönüne ateş ediyorlardı.Fakat hepsi teker<br />
teker kanlar içinde yere yığılıyordu. Tank<br />
namlusunu doğuya doğru çevirmeye başladığı<br />
anda tankın üstünde beliren peçeli tankın<br />
içine bir el bombası atıp hemen sipere doğru<br />
koştu ve siper aldı. Büyük bir gürültü ile tank<br />
patlarken Filistinliler Allahuekber nidaları ile<br />
sevinçlerini belli ediyorlardı. Siperden ayağa<br />
kalkan peçeli arkasından kafasına dayanan<br />
silah ile irkildi. Bir anda peçelinin aklından türlü<br />
düşünçeler geçmeye başlamıştı.(Acaba kafama<br />
silahı dayayan kim? İsrail askerinin Filistinli<br />
siperinde işi ne? Silahı dayayan İsrailli değilse<br />
Filistinliler neden kafasına silah dayamıştı?)<br />
Bizbiriz Dergisi • 49
1.Güneş<br />
kaç Dünya<br />
büyüklüğündedir?<br />
Güneşin içine 1<br />
milyon dünya sığabilir.<br />
İLGİNÇ<br />
BİLGİLER<br />
2.Erkek penguen<br />
kaç gün aç kalabilir?<br />
Erkek imparator penguen 134 gün aç kalabilir.<br />
3.Çıta kaç km hıza ulaşır?<br />
Çıta, 2 saniyede 70 km/sa, 4.5 saniyede 100 km/sa<br />
hıza ualşır.<br />
4.Sıcak su mu daha ağır soğuk su mu?<br />
Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.<br />
5.Salatalığın yüzdekaçı sudur?<br />
Salatalığın %96sı sudur.<br />
6.Facebook’ta şu an kaç profil var?<br />
Facebookta şu anda 610,736,000 üye prfili vardır.<br />
7.Yılda kaç kere rüya görülür?<br />
İnsanlar yılda 1500 kere rüya görürler.<br />
8.İnsan günde kaç kez nefes alıp verir?<br />
Hazırlayan<br />
?<br />
Ahmet NAVRUZ<br />
Bir insan günde 23000 kez nefes alıp<br />
veriyor.<br />
9.En çok kullanılan isim nedir?<br />
Dünyaa en çok kullanılan isim<br />
Muhammed’dir.<br />
10.Saç düzleştirmenin zararları nedir?<br />
Saç düzleştirilerde bazı kanser tiplerinin<br />
gelişimini tetikleyici sigarada da olan<br />
“formaldehit” maddesinin bulunduğunu<br />
biliyor muydunuz?<br />
11vKolanın zararları nelerdir?<br />
Kola içildiğinde ilk 10-40 dakikada vucuttaki<br />
kan şekerini tehlikeli derecede etkiler ve bir<br />
saatin sonunda vücuda ciddi zararlar verir.<br />
12.Kedi timi hangi şehrimizde vardır?<br />
Bursa Osmangazi Belediyesi kentteki<br />
farelerde başedebilmek için kedi timi<br />
kurmuştur.<br />
13.Tarihte kaç yıl barış içinde geçti?<br />
Geçen 3500 yılın 230 yılı barış içinde geçti.<br />
14.İlk göz ameliyatını kim yaptı?<br />
İlk göz ameliyatını İbni Sina yapmıştır.<br />
15.Günde 1 metre boyu uzayan bitki<br />
nedir?<br />
Günde 1 metre boyu uzayan bitki<br />
sarmaşıktır.<br />
16.En fazla C vitamini neyin içinde vardır?<br />
Gül bitkisi meyve olmamasına rağmen<br />
yeryüzündeki en fazl C vitamini barındıran<br />
canlıdır.<br />
17.Acı yemenin yararları nelerir?<br />
Günde bir çay acı yemek metabolizmanızı<br />
%25 oranında hızlandırıp kilo vermenize<br />
yardımcı olur.<br />
18.Eskiden telefon<br />
sırası kaç yılda bir<br />
gelirdi?<br />
bundan 60 sene<br />
önce telefon sırası 8-10<br />
yılda bir gelirdi.<br />
19.Hatırlama ve<br />
algılama için hangi bitkiler yararlıdır?<br />
Avakado ve havuç hatırlamayı yaman<br />
mersini ve limon ise algılamayı artırır.<br />
20. Astıma ne iyi gelir?<br />
Limon koklamak astıma iyi gelir.<br />
50 • Bizbiriz Dergisi
BİR MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI:<br />
EL CEZERİ<br />
1206 yılında el-Cezerî tarafından tasarlanan ve<br />
üretilen, 12 m yüksekliğe su yükseltmek için<br />
çift pistonlu set ile tahrikli ilk pistonlu pompa<br />
Faruk KUL<br />
T<br />
am ismi, Cizreli Ebul-iz (Ebû’l İz İbni<br />
İsmail İbni Rezzaz El Cezerî ) ya da<br />
Avrupa’nın bildiği ismiyle El-Cezeri /<br />
al-Jazari ( Ibn Ismail ibn al-Razzaz al-<br />
Jazari) olan bu mucit bundan 800 küsur yıl önce<br />
(1136-1206) yılları arasında yaşadı. Bu müslüman<br />
bilimadamın en büyük doğrulayıcısı da yazmış<br />
olduğu robot ve bilim kitaplarıdır.<br />
Bugün insanoğlunun vazgeçilmezleri<br />
arasına giren bilgisayar teknolojisinin<br />
temeli bundan yaklaşık dokuz asır önce<br />
yaşamış müslüman bilimadamı El Cezeri<br />
olarak karşımıza çıkıyor. Yapmış olduğu mekanik<br />
tasarımlar ile bugünün teknolojisinin,<br />
sibernetiğin temellerini atmıştır.<br />
Öncelikle sibernetiğin ne olduğundan<br />
başlayalım. Sibernetik bir insanın veya otomatik<br />
bir makinenin, modern tekniğin kaynakları<br />
çerçevesinde herhangi bir işi yönetmesini<br />
veya belli bir amaca ulaşmasını sağlayan bilim.<br />
Makina ve canlılarda, kontrol ve haberleşmenin<br />
şartlarını ve kanunlarını tespit eden bir bilim<br />
dalı olarak karşımıza çıkıyor. Yaşayan organizmalarda<br />
ve makinalarda kontrol ve haberleşme<br />
ile ilgili bilimlerin karmaşıklığını ifade etmek<br />
için kullanılmıştır. Kökü, eski Yunanca “Kubernetes”<br />
Latince “Gobernare”den gelmektedir.<br />
Her iki kelime de “sevk ve idare” anlamına gelir.<br />
Tam bu nokta El Cezeri devre giriyor ve en<br />
önemli çalışmaları haberleşme,denge kurma ve<br />
atarlama, insanlar ile makinelerde bilgi alışverişi<br />
ve kontrolünü sağlama gibi konuları kapsayan<br />
Sibernetik alanında sibernetiğin babalarından<br />
sayılan İngiliz nöroloji profösörü Dr. Ross<br />
Ashby’nin 1951’de ‘ÜstünDenge Durumu’nu<br />
ortaya atmasından sekiz yüz yıl kadar önce<br />
otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik<br />
çalışan sistemler arasında denge kurmayı<br />
Bizbiriz Dergisi • 51
aşarıyor.Bilim dünyasında bilgisayarın babası<br />
unvanını kazanan ; su saatleri, su robotları,<br />
otomatik termos gibi yeryüzündeki ilk robot<br />
çalışmalarını gelişteren dahi: EL CEZERİ<br />
Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan El<br />
Cezeri’nin hayatına dair ortak görüşler şu<br />
şekildedir.Yaşamı konusunda bilinenler de<br />
kendi kitabına yazdığı bir önsözden elde<br />
edilen El Cezeri, 1136’da Cizre-Diyarbakır’da<br />
doğdu. Adından anlaşıldığı üzere Dicle ve<br />
Fırat nehirleri arasında o zamanlar ‘Cezire’ adı<br />
verilen bölgede doğmuş olan El Cezeri, kendi<br />
ifadesine göre 1181-1206 yılları arasında, o<br />
zamanki adı amid olan Diyarbakır’da Artuklu<br />
hanedanın himayesinde bulundu. Kendisi<br />
de Artuklu Türklerinden olan Cezeri, 1205’te<br />
tamamladığı tek kitabını da Artuklu Emiri Nasirüddin<br />
Mahmud’un talebi üzerine yazdı.<br />
Artukoğulları’nın sarayında 32 yıl<br />
Reis’ül Amal (başmühendislik) görevinde<br />
bulunan Cezeri, Artuklu emirlerinden<br />
Nureddin Muhammed (1167) ve oğulları<br />
Kutbeddin sökmen (1185) ile Nasirüddin<br />
Mahmud (1201) zamanında da saraydan<br />
ayrılmayarak çalışmalarını sürdürdü.<br />
Sarayda bulunduğu dönemde bir robot<br />
yaparak Artuklu hükümdarı Mahmud<br />
bin mehmed’e sundu. Kendi kendine hareket<br />
eden robotu hayranlık ve takdirle karşılayan<br />
Mahmud bin Mehmed, buluşlarını bir kitap<br />
haline getirmesini istedi. Bunun üzerine Cezeri<br />
de 502den fazla cihazın kullanım esaslarını,<br />
yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği<br />
en önemli eseri olan ‘Kitab-ül-Cami beyn El<br />
İlmi vel- Amel-in-Nafi fi Sınaat-il-hiyel’ (Mekanik<br />
Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı<br />
İçeren Kitap) adlı eserini kaleme aldı. Sibernetik<br />
biliminin temellerini attı.Bilim Dünyasında<br />
Çığır Açan Eseri: Kitab-ı Hiyel Cezeri’nin en<br />
önemli eseri, o güne kadar tasarladığı sibernetik<br />
ve elektronik sistemle ilgili robotları<br />
ve makineleri anlattığı kitabı ‘Kitab-ül-Cami<br />
Beyn –el-İlmi vel-Amel-in-Nafi fi sınaat-il-<br />
Hiyel’dir. Kısaca ‘Kitab-ı Hiyel’ olarak da bilinen<br />
ve bugün beşi Türkiye’de olmak üzere on beş<br />
kopyası olan, Arapça kaleme aldığı bu eserinde,<br />
elli farklı aletin plan ve işleyişini anlattı. Bu<br />
aletler arasında otomatik cihazlar, kendi kendine<br />
öten tavus kuşları, robot filler, otomatik<br />
saatler, ele su döken robot insan ve insan ve<br />
mühendislikle ilgili birçok alet bulunmakta. İlk<br />
4 kısmında 10, son 2 kısmın da 5’er şekle yer<br />
verdiği 6 bölümden oluşmakta olan kitapta,<br />
her aletin şeklini renkli mürekkeplerle çizen<br />
Cezeri, şekillerde Arap harflerini kullanarak<br />
baz harfler işaretledi ve açıklamalarının kolayca<br />
anlaşılması için metinde bunlara göndermeler<br />
yaptı. Bazı yerlerde ise bu Arapça harflerin<br />
ebcet hesabına göre değerleri kullandı,<br />
bazılarında ise bugün hala anlaşılamamış<br />
olan gizli bir harf sistemni kullandı. Eserinde<br />
tasarladığı sistemleri ve mekanizmaları<br />
anllattıktan sonra bu aletlerin montajı ve nasıl<br />
çalıştırılacağı hakkında bilgi verdi. Eserinde yer<br />
alan bütün şekilleri bizzat çizen, renklendiren<br />
ve yaldızlayan cezeri’nin 6 bölümden oluşan<br />
kitabında kısaca şunlar yer almaktadır:<br />
Birinci Bölüm: Cezeri, kitabının ilk bölümünde<br />
su saati, kadranlı su saati, saat-i<br />
müsteviye ve saat-i zamaniye hakkında<br />
10 şekil vererek çalışmalarını anlatır.<br />
İkinci Bölüm: Bu bölümde çeşitli kapların<br />
yapılışını, tasarladığı 10 şekille dillendirir.<br />
Üçüncü Bölüm: Bu bölümde kan<br />
alınması (hacamat) ve abdest alınması<br />
ile ilgili ibrik ve tasların yapılmasını yine<br />
10 farklı şekilde göstererek anlatır.<br />
Dördüncü Bölüm: Bu bölümde<br />
havuzları ve fıskiyeleri anlatır.<br />
Beşinci Bölüm: Bu bölümde derin olmayan<br />
bir kuyudan veya akan bir nehirden<br />
suyu yükselten aletleri tasvir eder.<br />
Altıncı Bölüm: Kitabın bu son bölümünde<br />
birbirine benzemeyen 5 farklı makineyi ortaya<br />
koyar. Cezeri’nin bu meşhur eseri, 1974<br />
yılında Donald R. Rill tarafından İngilezceye<br />
çevrildi ve ‘’Al Jazari’s Book of Knowledge<br />
of Ingenious Mechanical Devices’’ adıyla<br />
yayınlandı.Buluşları ile çağına ışık tuttu.<br />
Cezeri’nin tsarladığı özellikle su ve kandil<br />
saatleri gibi aletler, çok karmaşık bir yapıya<br />
sahipti. O dönemde elektrik gücü, many-<br />
52 • Bizbiriz Dergisi
etik güç, foton etkisi veya elektromanyetik<br />
güçler olmadığı için Cezeri, aletlerini<br />
yerçekimi kuvveti, su gücü ve basınç<br />
tesirinden faydalanarak çalıştırıyordu.<br />
Saatler: Cezeri, saatler hakkındaki sistemlerini<br />
aynı mil üzerindeki bir gösterge ve onun<br />
üzerinden ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen<br />
kasnak biçiminde tasarladı. Ağırlığın düşüş hızı<br />
yüzen bir cisimle kontrol ediliyordu. Kayışın<br />
öbür ucuna bağlanmış olan bu cisim ve içinde<br />
bulunduğu kap ağır ağır boşaltılıyordu.Belirli<br />
süreler içerisinde içi su dolu bir kova devriliyor,<br />
devrilince bir mandala dokunarak dişlinin<br />
bir diş ilerlemesini sağlıyordu.Cezeri, mandal<br />
dişli, palanga ve kaldıraçlardan oluşan<br />
sistemde, bugün motorlu araçlarda kullanılan<br />
karank milini ilk defa kullanmış oldu.<br />
Tavus Kuşu Saati: Cezeri, kitabının birinci<br />
bölümünde yukarıdakinden başka on farklı<br />
saatin nasıl yapıldığını gösterdi.Bunlardan en<br />
önemlisi ve göze çarpanı, cephesi 420 santimetre<br />
yüksekliğinde olan ve 3 diş içerisinde<br />
anne,baba ve yavru tavus kuşları bulunan<br />
‘’tavus kuşu saati’’dir. Cezeri’nin bu saatinin<br />
işleyişi şu şekildeydi: Her yarım saatte bir, sabit<br />
seviyeli bir kaptan akan su kayık şeklindeki<br />
kaba doluyordu. Suyla dolan kap devriliyor<br />
ve bu şekilde boşalan su bir çarkın dönmesini<br />
sağlıyordu. Çark dönünce alttaki tavus kuşu<br />
da dönüyor,yavrular kavga etmeye başlıyor,<br />
üstteki anne tavus kuşu ise 180 derece geri<br />
dönerek eski yerine geliyordu. Boşalan kap<br />
tekrar dolmaya başlayınca kabın içerisindeki<br />
şamandıra yükselerek anne tavus kuşunu<br />
yavaş yavaş döndürüyor, anne tavus kuşunun<br />
gagası da böylece dakikaları gösteriyordu.<br />
Fil saati: Yine birinci bölümde anlattığı fil<br />
saati ise daha kompleks bir mekanizmaydı. Bu<br />
sistem de tavus kuşunda olduğu gibi her yarım<br />
saatte bir ejderhanın ağzına bir top düşüyor, bir<br />
filin üzerinde oturan adam bir sopa ile file vuruyor,<br />
elindeki sopa da saati gösteriyordu.<br />
Aynı şekilde çalışan başka bir<br />
saat ise elinde tuttuğu bir balıkla<br />
karşısındakine bardak veren ‘’balıklı<br />
adam’’ diye isimlendirilen bir robottu.<br />
Hacamat Makinesi: Cezeri’nin tasarladığı<br />
diğer bir alet ise kan aldırırken, (hacamat)<br />
alınan kanın miktarını ölçmek için kullanılan<br />
bir aletti. Şamandıralar yardımıyla kan<br />
miktarının ölçüldüğü bu sistem, elinde çubuk<br />
tutan bir kadın simgesinin kanın hacmini<br />
göstermesi şeklinde çalışıyordu.<br />
Cezeri, yapacağı aletlerin önceden kağıttan<br />
maketlerini inşa etmesi açısından da önemli<br />
çalışmalarda bulundu. Maketleri yaparken<br />
geometriden de faydalanan El Cezeri, ilk hesap<br />
makinesinden asırlar önce aynı sistemle<br />
Cezeri’nin, tasarladığı bazı aletler<br />
Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar,<br />
Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh,<br />
Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem,<br />
iki bölümlü testi (termos),<br />
Otomatik su akıtma,<br />
İkramda bulunma ve kurulma makinesi,<br />
Su çarkı kepçe mekanizması,<br />
Motor kompresör mekanizması,<br />
Su çarkı ve su dolabı.<br />
çalışan benzer bir meaknizma da geliştirdi<br />
ve bunu bir saat tasarımında kullandı<br />
KİTABU’L HİYEL’DEN ÖRNEKLER.<br />
-Otomatik Kuşlar<br />
-Filli saat<br />
-Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar<br />
-Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh<br />
-Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem<br />
-İki bölümlü testi (termos)<br />
-Otomatik su akıtma , ikramda bulunma ve<br />
kurulama makinası<br />
-Su çarkı kepçe mekanizması<br />
-Motor-kompresör mekanizması<br />
-Su çarkı su dolabı.<br />
El Cezeri’nin yaptığı makine parçalarının<br />
bir kısmı kendisinden 200-350 yıl sonra<br />
yaşamış Giovanni de Dondi ve Leonardoda<br />
Vinci’nin eserlerinde rastlanmaktadır.(5)<br />
Ömrünün son yıllarında kendi şehri olan<br />
Cizre’ye dönmüş ve Cizre’de vefat etmiştir.<br />
Nuh (A.S.) Camii avlusunda bulunan kub-<br />
Bizbiriz Dergisi • 53
esinde gömülmüştür.<br />
serinin 5 kopyası<br />
Türkiye’de olmak<br />
üzere tüm dünyada<br />
16 kopyasının<br />
olduğunu biliyoruz.<br />
Türkiye’de, 4 adedi<br />
Topkapı Saray<br />
Müzesinde, 1 adedi<br />
de Süleymaniye<br />
kitaplığındadır.Kopyalardan<br />
1 tanesi Bağdat<br />
Cahıs Kütüphanesinde,<br />
1 tanesi Dublin Chesterbeatly<br />
Kütüphanesinde,<br />
2 tanesi de Oxford<br />
bodleian Kütüphanesinde,<br />
iki adedi Leiden<br />
Universite Kütüphanesinde,<br />
üç tanesi de Paris<br />
Bibliotheque Nationalde<br />
ve Amerika Birleşik Devletlerinin<br />
çeşitli müze ve<br />
kolleksiyonlarında farklı<br />
yazmalardan koparılmış,<br />
minyatürlü sayfalar<br />
b u l u n m a k t a d ı r .<br />
Cezeri’nin en ünlü icadı olan bu saat hayvanlarla insanın ortak çalıştığı<br />
bir makinadır. Filin ortasında oturan adamın kalemi, yarım saatte 7,5<br />
dereceye geldiğinde<br />
yukarıda bulunan kuş<br />
öter. Balkonda oturan<br />
adam sağ tarafındaki<br />
şahinin gagasından<br />
elini kaldırır, sol<br />
elini sol tarafındaki<br />
şahinin gagası<br />
üstüne koyar.<br />
Sağındaki şahinin<br />
gagasından, sağdaki<br />
yılanın ağzına bir<br />
top düşer, yılan topu<br />
filin sağ omzundaki<br />
vazoya bırakır, filin<br />
seyisi balta ile filin<br />
başına hamlede<br />
bulunur, sopalı adam<br />
sol elini kaldırır ve<br />
filin başına vurur.<br />
Top filin göğsünden<br />
çıkar, karnında<br />
asılı bir çan üzerine<br />
düşerek ses çıkarır,<br />
böylece yarım saatin<br />
geçtiği anlaşılır.<br />
Hayvan gücüyle<br />
çalışan yandaki<br />
m a k i n a n ı n<br />
mekanik aksamı<br />
ve bağlantıları<br />
tam olarak<br />
gözükmemektedir<br />
ama aşşağı doğru<br />
uzanan milin kepçeyi<br />
aşşağı yukarı hareket<br />
ettirmeye yaradığını<br />
a n l a m a k t a y ı z .
TARİHTE<br />
MART AYI<br />
OLAYLARI<br />
Hazırlayan: Kadir Aydın<br />
2<br />
MART<br />
3<br />
MART<br />
1855’te Rusya İmparatoru Çar<br />
II. Nikolas, intihar etmişti. Buna<br />
sebep, Kırım savaşı’nda Türkiye-<br />
İngiltere-Fransa’ya yenilmiş<br />
olmasıydı. Türkiye’yi parçalamak için açtığı istila<br />
savaşında çar, ağır malubiyetlere uğratılmış<br />
ve harbi kaybetmişti.<br />
1924’te Cumhuriyet Hükümeti<br />
tarafından hilafet kaldırıldı.<br />
3 Mart 1878’de Ayastefanos’ta<br />
Ruslarla bir antlaşma imzalanmıştık. (Sonra<br />
Berlin muahedesiyle tadil edilmiştir.) Ruslar,<br />
İstanbul kapılarına dayanmışlar ve bir<br />
hayli küstahlıkta bulunmuşlardı. Bu arada<br />
Ayastefanos’ta (şimdiki Yeşilköy) büyük bir<br />
zafer abidesi de yapmışlardı. Uzun yıllar Türk<br />
toprakları üzerinde bir leke gibi duran bu<br />
abide 1914’te, Türk milleti tarafından kazmalarla,<br />
bombalarla ve toplarla yıkılmıştır.<br />
3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul<br />
edilmiştir.<br />
3 Mart 1918’de Brest-Litovsk antlaşması<br />
imzalanmış, Rusya savaştan çekilmişti.<br />
1925’te TBMM tarafından İstiklal<br />
4<br />
MART<br />
6<br />
MART<br />
8<br />
MART<br />
Mahkemeleri’nin teşkiline dair<br />
olan kanun kabul edilmişti. Bunu<br />
hakkında bizzat konuşan Atatürk,<br />
bunun memlekette sükûn ve asayişin tesisi<br />
için tatbik edileceğini bildirmişti.<br />
1920’de Türk dilinin sadeleşmesi<br />
ve gelişmesi uğrunda pek büyük<br />
hizmetleri olan Ömer Seyfettin<br />
ölmüştü.<br />
1403’te IV. Osmanlı Padişahı<br />
Yıldırım Bayezid vefat etmişti.<br />
Timurlenk’le yaptığı Ankara<br />
Meydan Muharebesi’nde mağlup<br />
ve esir düşen Yıldırım, 8 ay esarette kalmış,<br />
bu acıya dayanamayarak kahrından ölmüştü.<br />
Timur, tarihlerin yazdığına göre, Yıldırım’a katiyen<br />
bir esir muamelesi yapmamış ve öldüğü<br />
haberini duyunca da yazık, cihan bir kahra-<br />
Bizbiriz Dergisi • 55
man kaybetti” demekten kendini alamamıştı.<br />
1764’te Laleli Camii, ibadete<br />
9<br />
MART<br />
açılmıştı. İnşaat 3 yıl, 11 ay sürmüştü.<br />
Camii yaptıran III. Mustafa ile oğlu<br />
III. Selim, camiin önündeki türbede<br />
gömülüdür.<br />
1917’de Bağdat düşmüştü. 6. Türk<br />
11<br />
MART<br />
kaldı.<br />
12<br />
MART<br />
Ordusu, çetin vuruşmalardan<br />
sonra, bu tarihi şehri, İngiliz-Hint<br />
kuvvetlerine bırakmak zorunda<br />
1921’de İstiklal Marşı TBMM’de<br />
Milli Marş” olarak kabul edildi.<br />
12 Mart 1918’de kahraman Erzurum düşman<br />
işgalinden kurtarılmıştır.<br />
1827’de II. Sultan<br />
14<br />
MART<br />
Mahmut, askeri<br />
hekim ve cerrah<br />
yetiştirmek üzere<br />
Tıbhane ve Cerrahhaneyi<br />
açmıştı.<br />
15<br />
MART<br />
1921’de Sadrazam<br />
Talat Paşa, Berlin’de<br />
bir komitacı<br />
tarafından şehit edilmiştir. I. Dünya<br />
Savaşı’nın talihsiz bir devrinde ve Sait Halim<br />
Paşa’dan sonra sadaret mevkiine geçen Talat<br />
Paşa, harp sonunda iktidar mevkiini bırakarak<br />
vatan topraklarından ayrılmak mecburiyetinde<br />
kalmıştı. Bütün hayatında mert ve temiz<br />
kalmış, daima Türk vatanı için çalışmış bir<br />
devlet adamı idi.<br />
1583’te daha çok Feridun Bey”<br />
16<br />
MART<br />
diye tanınan Damat Ahmet<br />
Feridun Paşa ölmüştü. Feridun<br />
Bey, 16. asrın büyük tarihçi, edip<br />
ve devlet adamlarındandı. Münşe’atu’s<br />
Selatıyn” veya Feridun Bey Münşeatı” diye<br />
bilinen eserinde, kendi devrine kadar olan<br />
Osmanlı hükümdarlarının yazışmalarını ve<br />
onlara verilen cevapları toplamıştır. Bu eser,<br />
15. ve 16. yüzyıl Türk-Osmanlı tarihinin en<br />
önemli kaynaklarından birisidir. Nişancılığa<br />
kadar yükselen Feridun Paşa, Kanuni’nin kızı<br />
Mihrimah sultan’ın Rüstem Paşa’dan olan kızı<br />
Ayşe Hanım Sultan’la evlenmişti ki, bu prenses,<br />
devrinin en zengin hanımı sayılıyordu.<br />
16 Mart 1920’de I. Dünya Savaşı sonunda<br />
Mondros Antlaşmasını çiğneyerek, itilaf<br />
kuvvetleri İstanbul’u işgal etmişti. İstanbul,<br />
kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923’e kadar sessiz<br />
sedasız ve bütün acılarını sindire sindire<br />
yaşadı. Fakat Anadolu’da doğan kurtuluş<br />
hareketine içten içe bağlandı, yardıma koştu.<br />
1915’te İngilizlerin ve Fransızların<br />
18<br />
MART<br />
mühim deniz kuvvetleri ile<br />
Çanakkale Boğazı’nı geçmeye<br />
teşebbüsleri, Türk’ün zaferi<br />
ve düşmanların önemli zaiyat vererek<br />
geri çekilmeleri<br />
ile sonuçlanmıştı.<br />
Çanakkale’yi denizden<br />
geçemeyen düşman<br />
karadan zorlamaya karar<br />
vermiş ve kara harpleri<br />
yapılmıştı. Bunun sonucu<br />
da malumdur. Yine<br />
Türk’ün zaferiyle bitmiştir.<br />
18 Mart 1920’de Osmanlı<br />
Meclis-i Mebusanı son içtimasnı yapmıştır.<br />
1534’te Hafsa Valide Sultan<br />
19<br />
Şubat<br />
ölmüştür. Yavuz’un zevcesi, Kanuni<br />
Sultan Süleyman ile Hadice<br />
Sultan’ın annesi olan Hafsa Valide<br />
Sultan, kuvvetli bir rivayete göre Kırım Hanı<br />
I. Mengli (Benli) Giray’ın kızıdır. Meziyetleri ile<br />
tanınmıştır. Sultan Selim Camii’nde, Yavuz’un<br />
türbesinin yanındaki türbede gömülüdür.<br />
19 Mart 1877’de ilk Meclis-i Mebusan toplanarak<br />
teşrii vazifesini görmeye başlamıştı.<br />
Mithat Paşa ve arkadaşlarının ısrarıyla II.<br />
Sultan Abdülhamit tarafından 23 birinci<br />
kanun 1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi’nin<br />
hükümleri icabınca toplanan bu meclis, yine<br />
Abdülhamit’in emriyle 13 Şubat 1878’de<br />
feshedilmiştir.<br />
56 • Bizbiriz Dergisi
25<br />
MART<br />
1821’de Yunanistan istiklalini ilan<br />
etmişti.<br />
27<br />
MART<br />
30<br />
MART<br />
31<br />
Şubat<br />
1854’te İngiltere ve Fransa, Rusya’ya<br />
savaş açmıştı (Kırım Savaşı). Rus<br />
saldırısına uğrayan ve kendisini<br />
başarı ile koruyan Türkiye, Mustafa<br />
Reşit Paşa’nın pek parlak diplomasisi sayesinde,<br />
Avrupa’nın iki büyük liberal devletini de,<br />
amansız düşmanına karşı savaşa<br />
sokmuştu.<br />
1856’da Paris Sulh Muahedesi<br />
imzalanmıştı. Türkiye’ye haksız<br />
saldıran Ruslara karşı İngiltere,<br />
Fransa, Sardunya tarafımızı tutarak Kırım’da<br />
beraberce savaşmışlar ve galip gelmişlerdi.<br />
İlk olarak bizim de katıldığımız bu kongrenin<br />
sonucunda lehimize pek çok hükümleri<br />
bulunan Paris Muahedesi imzalanmış ve<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nun da Avrupa<br />
Devletleri gibi istiklaline sahip olduğu<br />
taahhüt edilmiştir. (Bu antlaşma ile istiklalimiz<br />
kabul edilse de sonradan gözleri<br />
dönerek toprağımızı paylaşma hevesine düşmüşlerdir.<br />
Dolayısı ile bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. Tabi<br />
geldikleri gibi de gitmişlerdir.)<br />
1517’de esir edilen son Mısır-Suriye Türk-Memlük<br />
İmparatoru Sultan Tumanbay, Kahire’de Yavuz<br />
Sultan Selim’in huzuruna kQabul edilmişti.<br />
Yavuz, Tumanbay’a eşit bir hükümdar muamelesi<br />
yapmış ve tahtının yanına kurdurduğu bir tahta<br />
oturtmuştur.
58 • Bizbiriz Dergisi