28.08.2014 Views

KUR’AN’I ANLAMAK

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ISSN:2147-642Bizbiriz<br />

Sayı 2<br />

Mart 2013<br />

d e r g i s i<br />

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın.<br />

Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin<br />

bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.<br />

Allah yolunda her ne harcarsanız,<br />

karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”<br />

Halk arasında Tevbe diye şöhret bulmuş surenin<br />

73. ayeti celilesi<br />

<strong>KUR’AN’I</strong><br />

<strong>ANLAMAK</strong><br />

Kur’anı yaşamaktır


EDİTÖRDEN<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

Esselamu Aleyküm<br />

Kıymetli okurlar,<br />

Allah-u Teala’ya şükürler olsun ki yepyeni ve dopdolu mart<br />

sayımızla yine karşınızdayız. İlk sayımızda bizi yalnız bırakmayan<br />

tüm okurlarımıza can-ı gönülden teşekkür ederim. Hamd olsun<br />

ki dualarınız vesilesiyle, yeniden yazma ve yeniden karşınıza gelebilme<br />

kudretini kendimizde bulduk. Rabbim hayr kapıları açsın<br />

ve emeğimizi zayi etmesin. Kıymetli kardeşlerim bu yazımda<br />

sizlere geçtiğimiz ay içerisinde dostlarla bulunduğum ve beni<br />

uzunca tefekküre sevk eden bir sohbetten bahsedeyim ki gönlümden<br />

geçenleri ifade etmemde bana biraz yardımcı olsun.<br />

Çok kıymetli birkaç kardeşimle her hafta olduğu gibi biraraya<br />

gelmiştik. Fakat o gün değerli bir de misafirimiz vardı.Her zaman<br />

olduğu gibi evvela hasbihal ettik daha sonra mübarek hocamızın<br />

kitaplarından ebedi saadet yolunun şifrelerini almaya<br />

devam ettik. Vakit iyice daralmıştı, fakat herkesin söyleyecekleri<br />

bitmemişti. Misafirimiz sözü aldı ve ağzından hala kafamda yankılanan<br />

şu sözler döküldü: ‘’Kardeşlerim, benim hocamla tanışmam<br />

yirmibir yirmiiki yaşlarıma denk gelir, yani sizler gibi delikanlıydım<br />

o zamanlar. Vakit kaybettim, ilk karşılaşmamız, tanışmamız<br />

daha önceleri oldu ama bilemedim uzak kaldım şimdi<br />

hala o geçen birkaç yıla acıyorum. Kardeşlerim bu yol mukaddes<br />

bir yoldur hocamızın ilmi saf, temiz,duru bir pınara benzer,<br />

ben kendi oğullarıma da diyorum gelin bu pınardan sulanalım<br />

kurtuluşa varalım’.<br />

Evet kıymetli okurlar ben de şu anda sizler gibi fıtratımız gereğince<br />

en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan suya muhtaç olduğumuz<br />

kadar İslama ve onu dosdoğru anlatalanlara ne kadar<br />

muhtaç olduğumuzu daha derinden kavramaktayım.Kardeşlerim<br />

bu sayımızda yine sizlere bu mübarek sudan bir nebze olsun<br />

aktarabilmeye çalıştık. Rabbim cümlemize hocamıza talebe<br />

olup bu pınardan kana kana içmeyi nasip eylesin.<br />

Bu sayımızda bu mübarek görevimizin yanında günümüz<br />

dünyasının adaletine hasret kaldığı Hazreti Ömer (radyallahu<br />

anh)efendimizin hayatından ve mübarek bedr gazvesinden,<br />

tasavvuftan ve bir çok faydalı konudan bahsettik. Kıymetli kardeşlerim,<br />

sözü daha fazla uzatıp ebedi aşmaktan, hadsizlik etmekten<br />

Allah’a sığınırım. Son olarak ‘’ Sözlerin büyüğü, büyüklerin<br />

sözüdür’’ diyor ve sizi o mübarek sözlerle başbaşa bırakıyorum.Dualarınızı<br />

bekler hepinizi Allah’a emanet ederim.<br />

Selam ve dua ile...<br />

Mart 2013<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Bizbiriz Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Genel Yayın Koordinatörü<br />

Kadir Aydın<br />

Editör<br />

Duran Toklucu<br />

Grafik – Tasarım<br />

Faruk Erhan<br />

Fotoğraf<br />

Bahadır Aktaş<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Samet Dünsöz<br />

Yayın Kurulu<br />

Ali Haydar<br />

Eslem Ercan<br />

Faruk Kul<br />

Ebubekir Onhan<br />

Selman Bahar<br />

Safa Ak<br />

Ayşe Tunç<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı<br />

Erman Ofset<br />

Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit.<br />

Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />

Konya<br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />

fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin<br />

elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma<br />

hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.<br />

Yayın Türü Aylık, yaygın süreli yayın<br />

Bizbiriz Derneği<br />

Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />

Turgutoğlu Sokak No:9<br />

Meram / KONYA<br />

Tel : 0 332 353 27 00<br />

0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25


İSLAM’LA YÜKSELEN<br />

DEVLETLER<br />

10<br />

55 TARİHTE<br />

MART OLAYLARI<br />

6 EY SEN<br />

15 ŞEHRİN<br />

GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />

i ç i n d e k i l e r<br />

EL CEZERİ<br />

49<br />

MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI<br />

FIKIH<br />

20<br />

47 PİRLERKONDU:<br />

TAŞKENT<br />

36 TASAVVUF<br />

28<br />

Hocamızın Sohbetinden:<br />

KURAN’I <strong>ANLAMAK</strong><br />

22 MATEMATİK<br />

ALLAH’IN VARLIĞINI<br />

İSPATLIYOR<br />

HOCAMIZDAN<br />

33<br />

V E C İ Z E L E R<br />

44<br />

H Z . Ö M E R<br />

HİKAYE<br />

40 H AY D A R<br />

24 İSTİKAMET<br />

19 TAHARET<br />

48 İLGİNÇ BİLGİLER<br />

SİYER-İ<br />

NEBİ 41<br />

34 ARAPÇA<br />

RABCA’YA GÖTÜRÜR<br />

12 BEDİR<br />

GAZVESİ<br />

CEBEL’ÛL<br />

MELÂİKE<br />

MÜSLÜMAN’IN<br />

24 SAATİ 25<br />

4 • Bizbiriz Dergisi


Bizbiriz<br />

dergisi<br />

Bizbiriz Dergisi • 5


BİZBİRİZ DERNEĞİ<br />

20 yıldır ‘’halka hizmet<br />

Hakk’a hizmettir’’ düsturu<br />

ile hareket eden<br />

derneğimiz 3 Haziran<br />

2012 günü resmiyet<br />

kazanmıştır.<br />

Her perşembe bir mahallenin<br />

muhtarı ile görüşen dernek komitesi<br />

mahallenin yardıma muhtaç<br />

7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere<br />

nakdi yardımda bulunuyor.<br />

’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’<br />

(Bakara Süresi 41)<br />

Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız<br />

Kuran’ı Kerim<br />

Ramuz El Hadis<br />

Riyazu’s Salihin<br />

Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />

derlemiş olduğu;<br />

Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi<br />

Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları<br />

‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o<br />

ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir.<br />

Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği<br />

sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su<br />

olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad<br />

etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su<br />

verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’<br />

Ramuz El ehadis


HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />

Sohbetlerinden derlenen<br />

ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4<br />

ve<br />

HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği<br />

MUHAMMED (SA.V) ‘İN DUA HİZBİ<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 3<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 2<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 1<br />

MUHAMMED (s.av)<br />

DUA HİZBİ<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 4<br />

Varis-ün Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve<br />

Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, Bizbiriz Dergisi ‘nin hediyesi<br />

olarak temin edebilirsiniz<br />

Bizbiriz Dergisi • 7


İnsan, kendilerine<br />

bol bol verilen<br />

mal ve evlatların,<br />

onların iyiliğine<br />

olduğunu mu<br />

sanır...<br />

EY SEN<br />

Ey Sen,<br />

M.Emin DOĞAN<br />

Kamu İç Denetçisi<br />

Her gün yeni bir telaş içerisinde koşturmaya devam<br />

ediyorsun.<br />

Malına ne kadar daha mal katabileceğinin hesapları ile<br />

zihnini meşgul etmekten gayrisinde bir iş ve uğraşın yok.<br />

Kimin ne kazandığının hesabını tutmaktan kendi<br />

muhasebene fırsat bulamıyorsun.<br />

Akşamdan sabaha yapacaklarının plan ve programı<br />

içerisindesin.<br />

8 • Bizbiriz Dergisi


Hayatına yeni yeni kurallar<br />

koyuyorsun.<br />

İnsanların ayıbını bulmak ve ifşa<br />

etmek için hile ve desise içerisinde<br />

boğulmuşun da haberin yok.<br />

Nasipsizliğinin üzerine<br />

nasipsizlikler peydahlamak için<br />

sokakları arşınlıyorsun ama<br />

girdiğin sokağın çirkefliğinin<br />

farkında değilsin.<br />

Kendini bir şey sanıyorsun da,<br />

“eşref-i mahlukat” olduğunun<br />

farkına varamadığın için “esfele<br />

sefilin” bataklığına uçuyorsun.<br />

Kibir, gurur, hile, aymazlık,<br />

başıboşluk ve ferasetsizlik<br />

içerisinde basiretin bağlanmış da<br />

haberin yok.<br />

Yani, Ey Sen,<br />

Hayatını ve kazandıklarını<br />

kendinin sanarak hoyratça<br />

harcıyorsun.<br />

***<br />

Ey Sen,<br />

Her gün önüne yeni fırsatlar<br />

konuluyor. Bunlar senin içindir.<br />

Oysa Sen yönünü dönüp<br />

kaçıyorsun. Gözünü kapatıyor,<br />

kulağını tıkıyorsun. Sağır, dilsiz,<br />

kör gibi davranıp yaratanına sırt<br />

çeviriyorsun. Basiretsiz olduğunu<br />

neden düşünmezsin.<br />

Kazandıklarını, kendin<br />

kazanmışçasına böbürleniyorsun.<br />

Sadece çalışmalarının karşılığı<br />

olduğunu sanıp kendinden<br />

geçiyorsun. Ama kaybettiğin<br />

zaman başkalarını suçluyorsun.<br />

Yaratanına bile sitem etmekten<br />

çekinmiyorsun. Akılsız olduğunu<br />

neden düşünmezsin.<br />

İhtiyaç sahiplerine ikram<br />

etmiyorsun. Dostlarını, yoksulu<br />

yedirmek için teşvik etmiyorsun.<br />

Helal ve haram demeden<br />

bulduğunu yiyorsun. Malı mülkü<br />

haddinden fazla seviyorsun. Geçici<br />

olduğunu neden düşünmezsin.<br />

Sana uzatılan el, selametin için<br />

bir davettir.<br />

Kendini bir şey sanıyorsun da,<br />

“eşref-i mahlukat” olduğunun farkına<br />

varamadığın için “esfele sefilin”<br />

bataklığına uçuyorsun.<br />

İnsan, kendisinin başıboş<br />

bırakıldığını mı sanır.<br />

İnsan, hiç kimsenin kendisine<br />

güç yetiremeyeceğini mi sanır.<br />

İnsan, kimsenin onu<br />

görmeyeceğini mi sanır.<br />

İnsan, kendilerine bol bol verilen<br />

mal ve evlatların, onların iyiliğine<br />

olduğunu mu sanır<br />

***<br />

Sana uzatılan el, kurtuluşun için<br />

bir vesiledir.<br />

Haydi biraz tefekkür et bakalım,<br />

Rabbinin nimetlerinden bir<br />

tanesini yalanlayabilecek misin?<br />

Dünya ve dünyalıktan ellerini<br />

çekip gönüllerini çekmeyi<br />

unuttular.<br />

Ellerine aldıklarını çöldeki serap<br />

gibi gerçek sandılar.<br />

Bizbiriz Dergisi • 9


İSLAM’LA YÜKSELMEK<br />

Selman Bahar<br />

Bismillahirrahmanirrahim...<br />

İslam Dini, temeli Kuran-ı Kerim olan İslam kurallarına<br />

uydukları takdirde mensuplarını huzur ve<br />

mutluluğa ulaştırmak için Allah katından tüm insanlığa<br />

gönderilmiştir.<br />

Devlet ise toplu bir şekilde yaşamını sürdüren<br />

insanların birbirleri arasındaki ilişkileri düzenlemek,<br />

huzur ve refahı tesis etmek çabasıyla ortaya<br />

çıkmış, insanlık tarihinin belki de en eski icadıdır.<br />

Bizde dilimiz döndüğünce “İslam” ve “Devlet” kavramları<br />

arasındaki ilişkiyi incelemeye ve insanoğlunun<br />

“İslam şuurunu” kendilerine rehber edinerek<br />

nasıl köklü kültürler oluşturduklarını örneklemeye<br />

çalışacağız.<br />

İslam bir devletin özü olursa, o devletin hükmettiği<br />

topraklarda adalet olacaktır. Halkının ihtiyaçlarını<br />

bilecek ve ihtiyaçlarının gereklerini yerine<br />

getirecektir. En önemlisi ise halkının dini manada<br />

ihtiyaç duyduğu gerekleri yerine getirecektir.<br />

Bunu İslam’ın bir prensibi olarak, topraklarındaki<br />

gayrimüslimler içinde yapacak, İslam’ın hoşgörüsünü<br />

egemenlik alanının her yerinde yaşatacaktır.<br />

Sonuç olarak İslami bir devletin sınırlarında huzur<br />

ortamına erişilecektir. Ekonomik, siyasi ve akabinde<br />

genel olarak kültürel anlamdaki gelişim ivmesi<br />

de ileri boyutlarda yaşanacaktır.<br />

Peki bir devlet İslam’ı nasıl yaşar? Devlet soyut<br />

bir kavram gibi görünse de, aynen somut bir varlık<br />

gibi hissedilen bir olgudur. Yani devlet aslında onu<br />

yöneten zümrenin karakter özelliklerinin bir tezahürü<br />

olarak somutlaşır. Buradan çıkan sonuçta bir<br />

devletin İslam ilmiyle yönetilebilmesi için, yöneticilerinin<br />

de İslam ilmine vakıf olabilmesi gerekmektedir.<br />

Yönetici bunu ancak Kuran-ı Kerim’e ve<br />

Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin sünnetlerine<br />

tabi olmakla başarabilir. Tabi olmalı ki helal ve haram<br />

çizgilerini benimseyip hayatına tatbik edebilsin<br />

ve tebaasına örnek olabilsin.<br />

Eğer hayatımızın ve akabinde devlet kurumunun<br />

İslam şuurunu kazanmasını, İslam şuuruyla temellenmesini<br />

istiyorsak İslam’ın kurallarını topyekun<br />

benimsemek gerekir. Bizim yanlışlarımız ve<br />

doğrularımız bir köşeye bırakılıp, Allah’ın (c.c.) uymamamızı<br />

istediği haram ve helaller hayatımızın<br />

yönünü belirlemelidir. Böyle olursa başarı muhakkak<br />

mensup olduğumuz toplumun olacaktır. Fakat<br />

tersi olursa, yani ikileme düşülürse akıbet felaket<br />

olacaktır. Zaten öyle olmasaydı İslam geleneğini<br />

tam anlamıyla benimsemekle yükselip daha sonra<br />

o geleneğe sırtını dönen, sırtını dönmese dahi kısım<br />

kısım İslam’ı terk eden hiç bir devlet ya kısmen<br />

ya da tamamen zarar görmezdi.<br />

İslam insanlara sadece Allah’a (c.c.) karşı sorumluluklarını<br />

bildirmekle kalmaz. Aynı zamanda insanların<br />

birbirleri arasındaki ilişkilerini de düzenler.<br />

İşte bu noktada İslam’ın ve devletin amaçları<br />

kesişir. İslam Kültürü, devlet olgusunun ortaya çıkışına<br />

sebep olan toplumsal eksiklikleri tamamlayabilen<br />

yegane sistem olarak bir devlet yapısındaki<br />

en önemli dinamiktir.<br />

İslam’la yükselen devletlere en güzel örnek, Hz.<br />

Muhammed (s.a.v.) Efendimizden başlayıp, Halife<br />

Efendilerimiz Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman,<br />

Hz. Ali ile devam eden ve adalet denince Ömer bin<br />

Abdülaziz ile tüm Dünya’ya örnek teşkil eden İslam<br />

Devleti’dir. Bu devletin yüzyıllar sonra bile insanlığa<br />

örnek olmasının aşikar sebebi, yöneticilerinin<br />

İslam’ı titizlikle yaşamalarıdır.<br />

10 • Bizbiriz Dergisi


İslam’ı yükseldiği Arap Yarımadası’ndan ötelere<br />

taşıyarak, başka coğrafyalara da kitleler halinde<br />

İslam’ı kazandıran İslam’ın önderleri, kuvveti ve<br />

başarıyı inançları gereği Allah’tan (c.c.) bekleyerek<br />

yaşamışlardı. Kıtalara yayılan İslam birçok devletin<br />

çatısı-duvarı olmuşsa bu, İslam’ın ilk önderlerinin<br />

mirasına sahip çıkmakla mümkün olmuştur.<br />

İslam Devleti’nin hakimiyet dönemlerini sırasıyla<br />

Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, Hulefa-i<br />

Raşidin Efendilerimiz, Emeviler ve Abbasiler dönemleri<br />

olarak inceleyebiliriz. 1258’deki Moğol istilasına<br />

kadar İslam Devleti sürekliliğini ideal bir<br />

devlet düzeni içinde sürdürdü. Belki Emevilerin<br />

zaman zaman ırkçı politikaları olmuş olsa da genel<br />

olarak şu ana kadar çok az devletin yaklaşabildiği<br />

refahın yaşandığı bir devletti.<br />

İslam, TBMM tarafından 1924’te halifelik kaldırılana<br />

kadarda ecdadımız Osmanlı tarafından<br />

temsil olundu. Türkler İslam’la yoğrulurken, İslam<br />

Türklerle coğrafyalar aşmaya devam etti. Aslında<br />

tamda bu noktada belirtmek gerek ki, Türkler onlara<br />

ulaşan İslam avantajını karakterlerini geliştirmek<br />

lehine iyi kullandılar. İslam, Allah yolunda hizmet<br />

ettikçe efendi olunan bir yol ve bunu Türkler<br />

hükümdarından halkına kadar iyi idrak ederek yaşamışlar.<br />

Şu kıssayla daha iyi anlaşılacaktır.<br />

Sultan İkinci Bayezid Han, Bayezid Meydanı’na<br />

kendi adına külliye ve cami yaptırır. Caminin inşası<br />

bittikten sonra camide ilk cumayı kılmak için cemaat<br />

toplanır. Bayezid Han der ki, “Her kim ömrü<br />

boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini<br />

terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam<br />

olsun.” Fakat camiden çıt çıkmaz. Bu hususta kendisinden<br />

başka kimse yeterli olmadığından dolayı<br />

imamlığı Bayezid yapar. Savaşta ve barışta namazının<br />

sünnetlerine sadık kalabilen, namaza sımsıkı<br />

sarılan hükümdarlar İslam’ı yaşama adına halkına<br />

canlı örneklerdir. İşte böyle hükümdarlar devleti<br />

yönetirken yaşamaları gereken hassasiyeti, namaza<br />

gösterdikleri hassasiyetle edinirler.<br />

Yani bu kıssayla varmak istediğimiz sonuç şu ki<br />

ideal devlet dinden taviz vermeye sebep olmaz.<br />

Tam aksine devlet dini daha iyi yaşayabilmek adına<br />

çabalaması gereken bir kurumdur. Devleti yönetenler<br />

meşruluğunu her alanda adil olmakla kazanır.<br />

Adil olmak ise tüm kuralları, insanları çok iyi<br />

bilen biri tarafından koyulmuş bir sistemle mümkündür.<br />

İşte bu fevke varan devlet büyük bir hızla<br />

büyüyecek, önce bölgesinde sonra kıtasında son<br />

olarak da Dünya’nın genelinde ekonomik ve siyasi<br />

hakimiyet sağlayacaktır.<br />

Hakimiyet sağlamak, bu yüzyılda ve bunda<br />

sonraki yüzyıllarda topraklar ele geçirmekten<br />

farklı bir hal alacaktır. Kaldı ki artık günümüzde<br />

sınırlarda önemli değildir. Artık hiç bir sınır birebir<br />

o sınırın sahibinin de değildir zaten. Bir devletin<br />

sınırları içinde hangi zihniyet hakimse insanları<br />

da o zihniyetin vatandaşı olacak, o zihniyete hizmet<br />

eder hale gelecektir. Din adına harpler fikirlerle<br />

yapılır, sonucunda hedef sınırlar değiştirmek<br />

değil sınırların içindeki insanları değiştirmek olur.<br />

Yeni hakimiyet anlayışı da ekonomik anlamda<br />

güçlü hale gelip fikirerleri olarak fetihler yapmak<br />

olmalıdır. Bu ise ancak tarihte İslam olmuş ceddimizin<br />

yaptıkları ahsen amelleri tatbik, İslam olmayan<br />

toplumların yaptıklarını terk ile mümkündür.<br />

Ne yapılacağını söyledikte, peki nasıl ve kimler<br />

tarafından yapılacak? Öncelikle İslam’ı yüceltmek<br />

ben Müslüman’ım diyen herkese vazifedir.<br />

Her Müslüman adab-ı muaşeretten sapmadan İslam<br />

adına iyiye ve güzele doğru çaba göstermekle<br />

görevlidir. Ama tabi ki Müslümanların içinde<br />

gençlerin yükü daha fazladır. Onların sorumlulukları<br />

daha kritiktir. Zihinsel gençlik ataklığın, canlılığın<br />

en önemli gereğidir. Genç toplumlar daha dirençli<br />

ve daha yürekli tek fikir ve tek vücut olurlar.<br />

Genç bir topluluk zorluklara karşı daha güç yılar,<br />

hatta biz kefiliz ki inançlı bir gençliği Allah (c.c) izin<br />

vermedikçe hiç bir güçlük yıldıramaz.<br />

Fakat bir milletin gençleri, büyüklerinin ardından<br />

giderek, büyüklerinin ellerini omuzlarında<br />

hissederek güçlenir. İşte bu yüzden Müslümanlar<br />

birbirlerinin ayak izlerini takip etmekle sorumludurlar.<br />

Yani bir önder seçip, İslam dahilinde dediğini<br />

kural addedip, yaptığını adet edinmelidirler.<br />

Böyle olursa çıkılan yolda hedefe hızlı varılır.<br />

Çünkü el birliği kuvvet getirir. El birliğini ise gücünü<br />

Allah’tan (c.c) almış güçlü bir önder meydana<br />

getirir. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz “Üç kişi<br />

bir araya gelince aranızda birini lider seçin.” buyurmuştur.<br />

Bu hadise binaen üç kişilik bir grupta<br />

bile öndere ihtiyaç duyuluyorsa fikir harbine gönül<br />

vermiş Müslümanlara İslam’ı yaşayan önderler<br />

şarttır.<br />

Yani Dünya coğrafyasına İslam’ı hakim kılmak<br />

için; fikir harplerini dirayetli önderlerin tecrübesiyle<br />

ve ardından koşan gençlerin zindeliğiyle, İslam’ı<br />

büyük bir titizlikle yaşayarak yapacağız.<br />

Rabbim Müslümanlara önderlik yapan kullarının<br />

kuvvetini artırsın. Gençlerimize fikri manada<br />

zindelik versin, fikireri olabilme şuuru versin.<br />

İslam’ı naçar kalmış gönüllere ulaştırabilmek adına<br />

mücadele eden her insana kuvvet versin. Gönüllerde<br />

çorak kalmış İslam coğrafyalarına dair<br />

umutları yeşertsin. Amin...<br />

Allah’a Emanet olalım...<br />

Bizbiriz Dergisi • 11


“CEBEL’ÛL MELÂİKE”<br />

BEDİR GAZVESİ<br />

Ebubekir ONHAN<br />

Resulullah (s.a.v) buyurdular ki, “Hz. Allah<br />

(c.c), Bedir ehlinin yaptığı fedakârlık ve ihlasına<br />

muttali oldu da, “Artık ne isterseniz yapın. Ben sizi<br />

affetmişim!” buyurdu.<br />

Üç gün önce… Allah Resulü’nün halası Âtike<br />

kardeşi Abbas’a sesleniyor.<br />

“-Kardeşim, rüyamda deveye binmiş bir adam<br />

gelip Muhassab ile Mekke arasında Ebtah’ta durdu<br />

ve yüksek bir sesle:<br />

-Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar vurulup<br />

düşeceğiniz muharebe mekânına yetişiniz!<br />

Diye üç kere bağırdı. Onu gören insanlar yanına<br />

toplandılar. Sonra o adam Mescid-i Haram’a girdi.<br />

Halk da kendisini takip ediyor, insanlar etrafını<br />

sarmış olduğu halde Kabe’ nin arkasında yine<br />

aynı şekilde üç kere bağırdı. Sonra Ebu Kubeys<br />

Dağının üstüne çıkıp orada da aynı sözleri tekrar<br />

edip bir kayayı tutup yuvarladı. Kaya, aşağıya<br />

doğru yuvarlanarak dağın dibinde parçalandı.<br />

Kaya parçalarının Mekke’de isabet etmediği hiçbir<br />

mahal kalmadı.” Deyince Hazret-i Abbas “Vallahi<br />

bu çok mühim bir rüyadır. Sakın rüyanı kimseye<br />

anlatma” dedi. Fakat Hazret-i Abbas, Hazret-i<br />

Atike’nin rüyasını Velid bin Utbey’e anlatır. Velid<br />

de babasına nakleder. Artık kureyşliler bu rüyayı<br />

konuşmaktaydılar.<br />

Hicretin ikinci senesi… Kureşy’ ten Ebu Sûfyan,<br />

Muhammed bin Nevfel ve Amr bin Âs dâhilinde<br />

yaklaşık otuz veya kırk kadar müşrikinde aralarında<br />

bulunduğu, kadın-erkek herkesin katıldığı ellibin<br />

dinarlık sermayeli, bin deveden müteşekkil<br />

büyük bir kervan Şam’ın Gazze pazarına doğru<br />

ilerliyorlar. Müslümanların hac yapmalarına engel<br />

olan Kureyş müşrikleri, Müslümanlarında bu<br />

duruma bir misilleme olarak Şam ticaret yolunu<br />

keseceklerinden korkuya kapılıyor ve çok tedbirli<br />

davranıyorlardı. Şam’dan büyük bir ordu ve korku<br />

ile yola çıkan kervan…<br />

Bu sırada 2 at,70 deve ve Hz. Rasulallah<br />

(s.a.v.) komutasında 313 asker (64’ü Muhacir,<br />

gerisi Ensar’dan oluşmakta) Medine’den hareket<br />

ediyordu. Develere ikişer, üçer ve bazen dörder<br />

kişi nöbetleşe biniyorlardı. Hz. Peygamber<br />

(s.a.v.), Hz. Ali (r.a) ve Mersed (r.a) ile aynı deveyi<br />

paylaşıyorlardı. Yürüme sırası Âlemlerin Efendisine<br />

gelince; “Ya Rasulallah (s.a.v.) Sen bin, biz senin<br />

yerine yürürüz” teklifini, ”Siz yürümekte benden<br />

daha kuvvetli değilsiniz. Allah’ın vereceği mükâfata<br />

da ben sizden daha az ihtiyaç duymuyorum”<br />

diyerek geri çeviriyorlardı. Müslümanların kervanı<br />

ele geçirmek üzere hareket ettikleri haberini alan<br />

müşrikler yolu değiştirip gecenin karanlığından<br />

da yararlanmak üzere Bedir’e uğramadan yolarına<br />

devam ettiler.<br />

Hz. Rasulallah (s.a.v.) ordusunun ileri gelenlerini<br />

topalayarak;<br />

“Ne dersiniz? Kureyşliler Mekke’den çıktılar<br />

ve bütün öfkeleriyle geliyorlar. Sizce kervan mı<br />

makbul, yoksa Kureyş ordusu mu?”<br />

“Düşmanla karşılaşmaktansa, kervanı takip<br />

etmek daha makbuldür.”<br />

“Kervan deniz sahiline doğru geçip gitti. Ebu<br />

Cehil ise geliyor!”<br />

Sad bin Muaz (r.a) bir ara Allah Rasulünün<br />

kendisine baktığını ve kendisinden bir işaret<br />

beklediğini sezince<br />

-“ Anam babam sana feda olsun, bizi<br />

kastediyorsun Ya Rasulallah diyip öne atılmıştı.<br />

Ben cemaatim hakkında bir şey diyemem, bize<br />

isteiğinde bulun Ya Rasulallah, malımızdan<br />

12 • Bizbiriz Dergisi


istediğini al Ya Rasulallah, istediğin yere infak<br />

et Ya Rasulallah,istediğin gibi yatır ve kaldır Ya<br />

Rasulallah. Seni hak din ve kitapla gönderene and<br />

olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, biz<br />

de seninle birlikte dalarız. Bizden bir kişi bile geri<br />

kalmaz. Yarın bizimle birlikte düşmanımıza karşı<br />

gitmeni de hoş karşılamayacak değiliz....Umulur<br />

ki Allah; Sana bizden gözünü aydın edecek<br />

kahramanlıklar gösterecektir. Allah’ın bereketiyle<br />

yürüt bizi!”<br />

Kıymetli okurlar, kap ne ise içerisindeki sıvı<br />

madde de kabın mutlaka kimyevi dokusunu<br />

içerisindeki sıvıya ilave etmektedir. İşte Sad bin<br />

Muaz (r.a), Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimizin<br />

kabının rengini almışlığın ifadesidir. Sana bakış<br />

dahi, başkalarının Allah ile münasebetine<br />

erişmesine kadar melekütleşmek ve ruhanileşmek.<br />

Beşeri duygularını şehevi hislerinin üzerinde<br />

tutmak… Zira Bedrin Arslanları işte bu ifadenin ta<br />

kendileri olmuşlardır.<br />

Hz. Sad’ın sözleri Sultan-ı Levlak (s.a.v)’i çok<br />

sevindiriyor ve neşelendiriyordu. Tebessüm<br />

buyuruyorlardı Âlemlerin Sultanı. Tebessüm<br />

buyuruyor ve mübarek sözleri meydanı inletiyordu:<br />

-“Haydi yürüyün!... Vallahi şimdi ben, Kureyşlilerin<br />

savaş meydanında vurulup düşecekleri yerlere<br />

bakıyor ve oraları görüyorum.” Diyordu.<br />

Ebu Sufyan, kervanda bulunan Damdam bin<br />

Amr’ı yirmi altın ücretle hizmetine alıp Tebük’ten<br />

Mekkeye göndermek üzere yola çıkarıyordu.<br />

Mekke’ye kavuşan Damdam, Mekke vadisinin<br />

ortasında, deve üzerinde “Ey Kureyş topluluğu;<br />

Muhammed ve Ashabı harekete geçtiler, Ebu<br />

Sufyan’ın komutasındaki kervana taarruz<br />

edecekler… Kureyşliler alel acele hazırlandılar. 950<br />

asker, 100 veya bazı rivayetlerde 200 kadar at ve<br />

700 civarında deve bulunan bir orduyla harekete<br />

geçmek üzereydiler.<br />

İslam ordusu Bedr’e ulaştığında, Kureyş<br />

ordusu daha önce bir kum tepesinin arkasındaki<br />

Yelyel Vadisi’nin Medine’ye en uzak tarafında<br />

konaklıyordu. Su kuyuları ise vadinin Medine’ye<br />

en yakın tarafındaydı. Allah Rasulu (s.a.s)<br />

mücahidlerle beraber Bedr’e en yakın olan<br />

suyun başına geldiğinde, karargah yeri için<br />

Ensar ile isişareye başladılar. Hubab bin Münzir<br />

(r.a);”Ya Rasulallah, burası karargah için uygun<br />

değildir.Kureyşlilere en yakın bir suyun yanına<br />

gidelim, suyun üzerinde bir havuz yapıp içini su<br />

ile dolduralım. Başında konakladığımız suyun<br />

gerisindeki bütün kuyuları kapatalım” deyince<br />

Allah Rasulu(s.a.s) bu teklifte karar kıldılar. Hz.Ali<br />

(ra.) anlatıyor: “Bedir’de geceleyin ince ince<br />

yağan bir yağmura tutulduk. Kalkanların ve<br />

ağaçların altlarında siperlendik. Hepimiz tatlı bir<br />

uykuya daldık. Yalnız Resulullah (s.a.s) geceyi,<br />

ağacın altında namaz kılarak, ağlayarak ve<br />

“Allah’ım! Sen şu bir avuç topluluğu helak edersen,<br />

artık sana yer yüzünde hiç ibadet olunmaz!” diye<br />

yalvararak geçirdi. Tan yeri ağarınca, “Ey Allah’ın<br />

kulları! Namaza!” diye seslendi. Ağaç ve kalkanların<br />

altından çıkanlar Rasulullah’ın (s.a.s) yanına geldiler.<br />

Onlara namaz kıldırdı ve düşmanla çarpışmaya<br />

teşvik etti. Ordu savaş düzeni aldı. Müslümanların<br />

bulundukları yer kumluk ve çok zor yürünebilen bir<br />

yerdi. Gece yağan yağmurla birlikte yerin kumları<br />

da yapıştı ve kolay yürünebilir bir hale gelmişti.<br />

Ayrıca Müslümanları bir uyuklama hali almıştı.<br />

Saf halinde uyukladıkları, hatta Ebu Talha’nın (r.a)<br />

uyuklamaktan ötürü iki kere kılıcını yere düşürüp<br />

almak zorunda kaldığı rivayetler arasındadır.<br />

Bu durum Kur’an-ı Kerim’de de şu şekilde<br />

hatırlatılmaktadır: “O zaman, (Allah) katından<br />

(verilen) bir güven olmak üzere sizi hafif bir uyku<br />

bürüyordu. Sizi tertemiz yapmak, (bulunduğunuz<br />

yerde suyun olmayışından dolayı) şeytanın<br />

pisliğini (vesvesesini) gidermek, kalplerinizi<br />

(ümitle Allah’a) bağlamak, ayakları(nızın altındaki<br />

kumları) pekiştirmek (ve sebatınızı sağlamak) için<br />

üzerinize gökten su indiriyordu.” (Enfal; 11)<br />

Sabahla birlikte Hz. Rasulallah (s.a.s),<br />

Kureyş Müşriklerinin zırhlar içinde ve<br />

silahlanmış yığınlar halinde görünce:<br />

“Allah’ım! İşte Kureyş müşrikleri, olanca kibir ve<br />

gururları, olanca büyüklenmeleri ve övünmeleriyle<br />

geliyorlar. Sana meydan okuyor ve peygamberini<br />

yalanlıyorlar. Allah’ım bana yapmış olduğun yardım<br />

vaadini yerine getir! Allah’ım! Onları sabahleyin<br />

helak et! Sen verdiğin sözden caymazsın!”<br />

diyerek adeta Makam-ı Mahmud’a erişmiş gibi<br />

her lahzası cennet bahçelerinde tek başına<br />

kalmaktansa ümmeti ile birlikte cennetin<br />

koridorlarında el ele kol kola temaşada bulunmak<br />

olan Habib-i Kibriya (s.av) Sevgilisine yöneliyor<br />

kemerbeste-i ubudiyyet içerisinde yerin ve göğün<br />

Sahibine sığınıyordu. Safları düzenledikten sonra<br />

kendisi için hazırlanan yerine döndü ve içeri girdi.<br />

Yanında Hz.Ebubekir’den (r.a) başka kimse yoktu.<br />

Yeniden “Allah’ım! Bu gün sen bu İslam topluluğunu<br />

helak edersen, artık sana hiç ibadet olunmaz!”<br />

demeye ve yalvarmaya başladı. Omuzlarından<br />

elbisesi kayıp düştü. O sırada Hz. Rasulallah (s.a.s)<br />

hafif bir uyku hali aldı….<br />

Bizbiriz Dergisi • 13


“Hani siz (Bedir’de) Rabbinizden yardım<br />

istiyordunuz, O da: “Hiç şüpheniz olmasın ki<br />

ben size, birbiri ardınca gelen bin(lerce) melekle<br />

yardımcıyım”( Enfal; 9)<br />

Ramazan ayının onikinci günü… Üçyüzonüç<br />

bedenleşmiş ruh…Cebel’ül Melaike; misafirlerini<br />

ağırlamak üzereydi. Zor günlerin ardından gelen<br />

müminlerin, o parıldayan yüzleri hatırlarda kalsın<br />

diye, Rabbimizin haber verdiği mekan… Semadan<br />

üç bin meleğin biner biner indiği Cebel’ül Melaike<br />

… Önden yürüyenlerden nice hatıralar anlatan<br />

Cebel’ül Melaike … Faran Dağlarında açan ve<br />

ardından bütün bir cihanı sevgisiyle kuşatan<br />

Alemlerin Sultanı (s.a.v):<br />

“Müjde ey Ebu Bekir! (r.a) Allah’ın yardımı geldi.<br />

İşte şu Cebrail’ (a.s) dir. Kum tepeleri üzerinde,<br />

atının dizginini tutmuş, emir bekliyor!”<br />

Buyurarak mübarek Zırh-ı Şeriflerini giydiler.<br />

Sonra “Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve<br />

arkalarını dönüp kaçacaklardır.”(Kamer; 45) ayetini<br />

okuyarak mübarek istiratgahlarından dışarı çıktılar.<br />

Kureyş müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velid<br />

meydana çıkıp çarpışacak üç “ER” isteyince;<br />

Mübarek dudaklarından şu isimler süzülmekteydi<br />

Nazlı Nebi(s.a.v)’nin;<br />

Kalk Ya Ubeyde…(r.a)<br />

Kalk Ya Ali…(r.a)<br />

Kalk Ya Hamza…(r.a)<br />

Zülfikar’ın Sultanı Hz Ali, ölümün korktuğu<br />

şehitler serdarı Hz. Hamza, önce yaralanan ve sonra<br />

aldığı yaralar dolyısıyla şehid olan mekan-ı cennet<br />

Ubeyde… Utbe, Şeybe ve Velid savaş meydanında<br />

öldüler ve artık savaş başlamıştı. Adeta küçük<br />

taşların metale çarpmasını andıran sesler<br />

duyuluyordu. O güne kadar tanınmayan kişiler<br />

Hz. Peygamber’in (s.a.s) yanında çarpışıyordu.<br />

Zira Kur’an bu duruma tercüman olmuştu.” Allah<br />

size iki tâifeden (Kureyş’in ya Şam’dan gelen<br />

ticâret kervanı veya silahlı birliklerinden) birinin<br />

muhakkak sizin olduğunu vaadettiği zaman, (siz)<br />

silahlı olmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz.<br />

Allah da sözleriyle (bunun aksine), hakkı açığa<br />

vurmak ve kâfirlerin arkasını kesmek (için silahlı<br />

büyük kısımla savaşmanızı) istiyordu.”(Enfal; 7)<br />

Savaş bitmiş. Müslümanlar 14 şehid vermişti.<br />

Müşriklerden 70 civarında ölü ve bir o kadarda<br />

esir edildi. Müşriklerden öldürülenlerden 24<br />

kadarı kuyulardan bir tanesinin içerisine atıldılar.<br />

Hz. Rasulallah (s.a.s), Bedirden ayrılacağı gece,<br />

müşrik ölülerinin atıldığı kuyuya doğru yürüdü.<br />

Sahabiler de peşinden yürüdüler. Sonunda<br />

kuyunun kenarına gelerek durdu: “Ey kuyuya<br />

atılanlar!” diye seslendi. Sonra onların isimlerini<br />

babalarının isimleriyle birlikte birer birer saydıktan<br />

sonra;”Sizler peygamberinize karşı ne kötü bir<br />

topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları<br />

ise beni tasdik edip doğruladılar. Siz beni<br />

yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak<br />

açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana<br />

yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vaad etmiş olduğu<br />

azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin<br />

bana vaad etmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş<br />

buldum.” . Müslümanlar bu konuşmaya şaşırdılar.<br />

Hz.Ömer (r.a); “Ya Resulallah! Şu cansız cesetlere<br />

ne diye konuşursun?” deyince “Varlığım kudret<br />

elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi<br />

siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Ama<br />

onlar bana cevap vermeye güç yetiremiyorlar!”<br />

buyurdular. Esirlerin kurtulma bedeli olarak her<br />

birisinden, mali durumlarına göre 4000, 3000,<br />

2000, 1000 dirhem alınması, okur yazar olanlardan<br />

kurtulma bedeli veremeyenlerin de çocuklardan<br />

on tanesine okuma yazma öğretmek şartı ile<br />

serbest bırakılması kararlaştırıldı. Okur-yazar<br />

olmayan yoksul esirler ise Hz. Rasulallah (s.a.s)<br />

tarafından karşılıksız serbest bırakıldılar.<br />

Kıymetli okurlar; Varlığın yaradılış sebebi,<br />

Muhabbetin Hatibi, O (s.a.v.) ki; “Şu gördüğün<br />

büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa,<br />

Nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin<br />

kaleminin mürekkebidir.” Nazarıyla gönüllerde<br />

sevdasını, gözlerde yaşını ceyhun eden, Mübarek<br />

Nam-ı Celilleri anılırken Ya Resulallah ne kadar<br />

da tatlısın dedirten Allah Rasulu (s.a.v) şöyle<br />

buyurdular:<br />

“Gün gelecek; benim Nam-ı Celilim güneşin<br />

doğup battığı her yere ulaşacaktır.”<br />

Bedre selam olsun.<br />

Bedrin arslanlarına selam olsun.<br />

Gönül yamaçlarının Matlubunu bulduğu<br />

maşuklar!<br />

Ümidimiz odur ki; şehbal açsın Ruh-u Revani<br />

Muhammedi her yerde<br />

Bütün kalpler onun için çarpsın, bütün gözler<br />

onun için yaşarsın…(s.a.s)<br />

14 • Bizbiriz Dergisi


ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />

ASRI, “ASR” ILE YAŞAMAK<br />

Bizbiriz Derneğinin faaliyetleri kapsamında<br />

ihtiyaç sahiplerine yardımlar ve<br />

ziyaretler yapılıyor. Haftanın her günü<br />

yapılmakta olan bu faaliyet Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocamızın teşvikiyle<br />

haftada bir günde ekipler olarak yapılmaya<br />

başladı. Erkek kardeşlerimizden ayrı hanım<br />

kardeşlerimizden ayrı birer ekip şeklinde her<br />

hafta farklı bir mahallede mahalle muhtarınca<br />

tespit edilen ailelere yardım götürüyoruz.<br />

Kapıya erkek çıkarsa erkek kardeşlerimiz hanım<br />

çıkarsa hanım kardeşlerimiz ziyaretlerini<br />

yapıyorlar. Derneğimizce bastırılıp ücretsiz<br />

olarak dağıtılan Rizyazüs Salihin Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın On Hafta<br />

Sohbetleri 1-2-3-4 ve hizbi Dua-ı Muhammed<br />

isimli eserlerinden hediye ediliyor. Her<br />

türlü yardım götürmekle birlikte yine Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın tavsiyesi<br />

ile mutlaka bir miktar da nakit bırakıyoruz.<br />

Ümmü HARAM<br />

Euzubillahimineşşeytanirracim...<br />

Bismillahirrahmanirrahim...<br />

Allah’ın izni ile hayırsever kardeşlerimiz tarafından<br />

yapılan yardımların ihtiyaç sahiplerine<br />

ulaşması için aracılık yapıyoruz. Böyle bir<br />

organizasyonda görev aldığımız için Allah-u<br />

Teâlâ’ya şükürler olsun. Bize bir imkânı sunduğu<br />

için Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızdan<br />

rabbimiz ebeden razı olsun.<br />

Allah (c.c), Asr ismiyle şöhret bulmuş süre-i<br />

celilede;<br />

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla<br />

“ Asr’a yemin olsun ki muhakkak insan kesin<br />

bir ziyan içindedir. Ancak iman edip de<br />

salih amel işleyenler hem de birbirlerine hakkı<br />

ve sabrı tavsiye edenler bu ziyandan kurtulurlar.”<br />

buyururlar.<br />

Kardeşlerimizle beraber bu ziyaretlerde<br />

yardımları muhtaçlara ulaştırarak hem salih<br />

amel işliyor hem de ayak üstü de olsa dert-<br />

Bizbiriz Dergisi • 15


li kardeşlerimize hakkı ve sabrı tavsiye ederek<br />

ziyandan kurtulan zümreye dahil olma<br />

yolunda bir adım atmış oluyoruz. Bu vesileyle<br />

Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v) :” Hayra delalet eden onu yapmış<br />

gibidir. Allah naçar kalana yardım etmeyi<br />

sever.” (Ramuz El Ehadis 207/5) hadisinde bildirdiği<br />

Nisa ismiyle şöhret bulmuş sure-i celilede<br />

85.ayeti kerimesinde buyurduğu “ Kim<br />

bir iyi bir şeye aracı olursa bu iyiliğin sevabından<br />

ona da bir hisse olur” müjdesine de mazhar<br />

oluruz inşallah.<br />

Rabbim amellerimizi<br />

boş çıkartmasın.<br />

Yaptığımız<br />

iyilikleri ayağımıza<br />

bağ da yapmasın.<br />

Maksudumuz Allah<br />

ve biz sadece rabbimizin<br />

rızasını istiyoruz.<br />

Allah(c.c)<br />

amellerimizi riyadan,<br />

gönüllerimizi<br />

nifaktan arındırsın.<br />

Amin.<br />

Bu ziyaretlerin<br />

bir diğer faydası da<br />

Rabbimize şükrümüzü artırmasıdır. Şüphesiz;<br />

Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edilen bir<br />

hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır.<br />

“Sahip olduğumuz dünyevi<br />

imkânlar açısından durumu sizden daha iyi<br />

olanlara değil daha fena durumu bulunanlara<br />

bakın zira bu bakış zaviyesi Allah’ın nimetlerini<br />

hafife almamanız için en uygun yoldur.”<br />

(Muslim,zühd;9, Tirmizi,Kıyame;58, Libas;38)<br />

Hocamızın tavsiyesi üzerine en az beş kişilik<br />

gruplar halinde ziyaretlerimizi gerçekleştiriyoruz.<br />

Bu sayı yedi, dokuz bazen on bir kişiye<br />

çıkabiliyor. Grubumuzdaki kardeşlerimiz<br />

arasında maddi durumu çok iyi olan da olmayan<br />

da var. Gördüğümüz manzaralar karşısında<br />

Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini hatırlıyor,<br />

hamd-ü senalar içerisinde Rabbimize<br />

şükürler ediyoruz. Elhamdülillah.<br />

Ziyaretlerimizi uzun yaz günlerinde genellikle<br />

gündüz ikindi vakti civarlarından yapıyorduk.<br />

Günler kısalıp mesai bitimi akşamı<br />

yatsıyı bulmaya başlayınca akşam saatlerine<br />

kaydırdık. Dernek başkanımızın mahalle<br />

muhtarları ile ön görüşmesinde gidilecek adresler<br />

tespit ediliyor. Kararlaştırılan saatlerde<br />

mahalle muhtarının rehberliğinde belirlenen<br />

evlerin kapılarını çalıyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz<br />

gibi kapıya çıkan hanım ise hanım kardeşler,<br />

erkek ise erkek kardeşlerimiz ilgileniyor.<br />

Ç a l d ı ğ ı m ı z<br />

kapıların ardında<br />

yaşayan<br />

öyle ibretli hayat<br />

hikâyeleri var<br />

ki. Bu hikâyeleri<br />

isim ve adres vermeden<br />

kimseyi<br />

rencide etmeden<br />

Abdullah<br />

Murad hocamızın<br />

“iyiden alınır<br />

örnek, kötüden<br />

ise ibret” düsturunca<br />

sizlerle de<br />

paylaşmak istedik.<br />

Muhterem Hocamızda uygun gördüler.<br />

Rabbimizin izni ve verdiği güçle bu ziyaretlerde<br />

karşımıza çıkan ibretli hayat hikâyelerini<br />

sizlere aktarmaya çalışacağız inşallah. Gayret<br />

bizden Tevfik Allah’tan.<br />

Gördüklerimiz anlatmak çok da kolay olmayacak.<br />

Görkemli villaların gölgesinde yıkık<br />

dökük evlerde bir sürü çocukla hayata tutunmaya<br />

çalışan garibanlar. Lüks apartmanların<br />

on basamakla inilen bodrumlarında rutubet<br />

ve küf kokusu içerisinde süren hayatlar.<br />

Televizyonda gösterilen uzak diyarlardaki<br />

yardıma muhtaç insanların görüntülerine<br />

bakıp ağlayan ardından çıkan oyun havasıyla<br />

oynayan bir kısa mesaj gönderip “Görevimi<br />

yaptım” rahatlığı ile hayatına devam eden insanımızın<br />

görmezden geldiği unuttuğu belki<br />

de yok zannettiği sefalet içerisinde hayat-<br />

16 • Bizbiriz Dergisi


lar... Kredi mağdurları, hırs ve tamah kurbanları...<br />

Hastalar, yaşlılar, düşkünler, garipler, yetimler,<br />

dullar...<br />

Her evin bir hikâyesi olduğu gibi bir de kokusu<br />

varmış. Bu ziyaretlerde anladık. Açılan<br />

kapılardan dışarıya kimi zaman rutubet, kim<br />

zaman hüzün, kimi zaman hastalık, kimi zaman<br />

fakirlik kokusu sızıyor. Bazen sabır, bazen<br />

tevekkül bazen de kulluk kokusu.<br />

Bazen yolumuz hiç zengini olmayan mahallelere<br />

düşüyor. Bazen de çok zengin muhitlerin<br />

arka sokaklarındaki viranelere. Bazen<br />

hiç de kötü olmayan evlerde düzgün giyimli,<br />

kültürlü, tahsilli kardeşlerimizle görüşüyoruz.<br />

İşleri iyi gitmemiş. Rabbim önce vermiş sonra<br />

almış...<br />

Soğuk bir kış günü akşam saatlerinde o<br />

hafta ziyaret yapacağımız mahallenin muhtarlığı<br />

önünde kardeşlerimizle buluştuk. Hanımlar<br />

derneğimizin minibüsüyle, beyler ise<br />

özel araçlarla muhtarın rehberliğinde tespit<br />

edilen adreslere doğru yola çıktık. Burası<br />

Meram’ın göbeği sayılabilecek çok da kenarda<br />

olmayan eski bir mahalle.<br />

Eski, yıkıldı yıkılacak kerpiç evleri daracık<br />

sokakları ile hiç de bir büyükşehir mahallesi<br />

görüntüsü vermiyor. Kentsel dönüşüm henüz<br />

buralara uğramamış. Eski bir mezarlığın etrafında<br />

kümelenmiş, mezarlık manzaralı, eğri<br />

duvarlı, tek katlı, alçak damlı ha yıkıldı ha yıkılacak<br />

hissi veren bakımsız evler... Kargacık<br />

burgacık iki aracın yan yana geçemeyeceği<br />

sokaklar.<br />

Evlerin ışıkları henüz yeni yanmaya başlamış.<br />

Sobalara akşam kovaları konmuş, ateşlenmiş,<br />

çay, bulaşık vs. işler için kullanılmak üzere doldurulmuş<br />

güğüm ve ibrikler sobanın üzerindeki<br />

yerlerini almış. Belki kaynamaya, taşmaya<br />

bile başlamıştı. Bizlerin kaloriferli evlerde yaşayamadığı<br />

bir aile sıcaklığı vardır bu sobalı evlerde.<br />

Akşam ailenin bütün fertleri sobanın etrafından<br />

toplanıp en azından birbirlerini görürler.<br />

Gecenin ayazı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu.<br />

Havayı kesif bir kömür kokusu sarmıştı.<br />

Bütün garibanlığına rağmen bu sokaklar<br />

ve evler çok sıcak gelmişti bize. Yaşadığımız<br />

apartmanların soğuk yüzüne inat bu eciş<br />

bücüş evlerin toprak sıvaları, tüten bacaları,<br />

camlarından sızan sarı ışıkları sıcacık sarmıştı<br />

içimizi. Beki de köyde geçen çocukluğumuzdan<br />

kalma anılarımız canlanmış o kara düzen<br />

günlere bir özlem büyümüştü içimizde.<br />

Camlardan sızan ışıkların rengi bile farklıydı<br />

bu mahallede. Bir ışık yanıyor, bir duman<br />

tütüyor ama bakalım nasıl. Bu camların gerisinde<br />

neler yaşanıyor. Kimi evlerde bir doğum<br />

telaşı, kimi evlerde can çekişen bir hasta. Kimisinde<br />

hüzün, kimisinde sevinç.. Kimisi huzur<br />

dolu bir yuva, kimisine mutluluk hiç uğramamış...<br />

Böylesi derin düşüncelerden, minibüsümüzün<br />

durmasıyla sıyrılıyoruz. Minibüsten<br />

alacaklarımızı alıp muhtarın çaldığı kapıyı<br />

açan hanımın yanına gidiyoruz. Muhtemelen<br />

tek oda bir mutfaktan oluşan bir ev, çok eski<br />

her an göçüverecekmiş gibi duruyor. Kapıda<br />

otuzlu yaşlarda bir hanım ve üç oğlan çocuğu<br />

karşılıyor bizi. Selam verip kendimizi tanıtıyoruz.<br />

Hanım bizi misafir etmek, bir şeyler ikram<br />

etmek için ısrar ediyor. Prensip olarak evlere<br />

girmediğimizi daha başka ziyaretlerimizin de<br />

olduğunu söylüyoruz. Erzurumluymuş. Genç<br />

yaşta eşi vefat etmiş ve üç çocuğuyla dul kalmış.<br />

Bir abisi varmış onun da durumu iyi değilmiş.<br />

Bu evin sahibi bedelsiz olarak oturtuyormuş.<br />

Rahatsızlığından dolayı fazla çalışamadığını<br />

eşin dostun hayırseverlerin yardımlarıyla<br />

geçindiğini anlatıveriyor ayaküstü.<br />

Hediye ettiğimiz kitaplara çok seviniyor. Yardımımızı<br />

takdim edip dua ve selam ile ayrılıyoruz.<br />

Çocukları da kendiside ziyaretimizden<br />

duydukları memnuniyeti buğulu gözlere ifade<br />

ediyorlar. Yıllardır hasret oldukları bir yakınlarını<br />

uğurlar gibi uğurluyorlar bizi.<br />

Bundan sonraki adres yürüme mesafesinde<br />

olduğumuz için aracımızı binmiyoruz. Ayrıldığımız<br />

evin hüznü bize de yansıyor. İster<br />

istemez o yetimlerin garip hallerinden etki-<br />

Bizbiriz Dergisi • 17


leniyoruz. Yol boyu suskun ilerliyoruz. Hava<br />

iyiden iyiye soğumuş, üşüyoruz. Bir sonraki<br />

durağımız, köşe başında duvarı dışarı doğru<br />

hayli eğilmiş sokağı penceresi olmayan kerpiç<br />

bir ev. Yüksek duvarlı bir avlusu var. Kapıyı<br />

çalıyoruz. Kapıyı 17-18 yaşlarında bir genç kız<br />

açıyor. Buyur ediyor bizi. Eve değil fakat avluya<br />

girebileceğimiz söylüyoruz. Selamlaşıyoruz,<br />

tanışıyoruz. Bir avlunun içinde sokağa<br />

penceresi olmayan duvarı eğri o ev, karşısında<br />

merdivenle çıkılan ve mutfak olarak kullanılan<br />

başka bir oda, avlu kapısının az ilerisinde<br />

odunluk ve kömürlük olarak yapılmış kulübe<br />

gibi bir yapı ve tuvalet. Kızcağız bütün ışıkları<br />

yakmış, evin kapısına 2-3 yaşlarında bir erkek<br />

çocuğu çıkıyor. O soğukta neredeyse yarı<br />

çıplak.<br />

Ev sahibesinin bu kızcağız olduğu öğreniyoruz.<br />

Küçük çocuk da oğluymuş. “Eşim vefat<br />

etti.” diyor. Doğu illerinden Konya’ya göç<br />

etmiş bir ailenin kızıymış. Ailesi Konya’nın<br />

bir köyünde yaşıyormuş. “Ben burada yalnız<br />

kalıyorum. 2-3 ev ötede kaynanamla kaynım<br />

oturuyor” diyor şivesi konuşmasıyla. Oldukça<br />

mahcup, çekingen, ürkek. “Sana uzun<br />

kış gecelerinde yoldaş olacak çok güzel arkadaşlar<br />

getirdik.” diyoruz. Hadis kitaplarımızdan<br />

ve Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın<br />

on hafta sohbetleri kitaplarından hediye<br />

ediyoruz. Zarfımızı da kitaplarımızla birlikte<br />

veriyoruz. Gözleri ışıldıyor. Memnuniyeti yüzüne<br />

öyle bir yansıyor ki onun yüzüne düşün<br />

mutluluk pırıltısı bizi de mutlu ediyor. Onları<br />

Allah’a emanet ederek vedalaşıyoruz. Onun<br />

ürpertici evinde yetimiyle baş başa kalıyor.<br />

Oradan ayrıldıktan sonra da rabbim ecrini<br />

versin şükrünü artırsın diye dualar ediyoruz.<br />

Kızcağız mahcup ve utangaç olduğundan halini<br />

çok iyi anlatamadı. Onun hayat hikâyesini<br />

bir sonraki durağımızda daha ayrıntılı bir şekilde<br />

öğreniyoruz.<br />

Buradan sonra gideceğimiz yer birkaç ev<br />

ilerideymiş. Yürüyoruz. Geleceğimizden haberi<br />

oldukları için ev sahipleri kapıda karşılıyor<br />

bizleri. Üç katlı eski bir apartmanın giriş<br />

katında oturuyorlar. Eski bir apartman ama<br />

sokaktaki diğer evlerin yanında saray gibi kalıyor.<br />

Biri otuzlarında biri elli elli beş yaşlarında<br />

iki hanımla biri kız biri oğlan dokuz on yaşlarında<br />

iki çocuk çıkıyor karşımıza. Buyur ediyorlar.<br />

Selamlaşıp tanışıyoruz. Teyze çok sıcakkanlı.<br />

O da biraz önceki genç kadın gibi şiveli<br />

konuşuyoruz. Ziyaretimizden duyduğu memnuniyeti<br />

ifade ediyor dualarla. Yanındaki hanım<br />

geliniymiş. Bir trafik kazasında bir oğlunu,<br />

damadını ve yeğenini öte dünyaya uğurlamış.<br />

Yanındaki gelinin kocası olan oğlu da<br />

kötürüm kalmış. (bakıma muhtaç) “Bu geline<br />

destek oluyorum.” diyor. Biraz önce yetimiyle<br />

bir başına bıraktığımız kızcağızında kazada<br />

ölen öteki oğlunun karısı olduğunu öğreniyoruz.<br />

Yüreğimi burkuluyor.”Ne yaparsın teyze.<br />

İmtihan dünyası bu. Her kulun ayrı bir imtihanı<br />

var. Rabbim kolay getire hepimize.” Maşallah<br />

teyzemiz çok metanetli. Güngörmüş belli.<br />

Hani derler ya, Osmanlı kadını... Karşılıklı iyi<br />

dileklerde bulunup dualaşıp sarılıyor ayrılıyor.<br />

Üç kapıda kaç değişik imtihan kaç farklı<br />

hayat görüyoruz. Çocuklarınki ayrı kadınların<br />

ki ayrı gelinlerin ki ayrı. Kaynananın ki<br />

ayrı ve bundan sonraki hayatına engelli devam<br />

edecek evladın ki ayrı. Yaşanan bu acıklı<br />

hikâyelere bir de yokluk eklenince imtihan<br />

biraz daha ağırlaşıyor tabi. Rabbim onlarında<br />

bizim de şükrümüzü artırsın. Bütün mü’min<br />

kardeşlerimize dünyada ahiret de iyilik versin.<br />

AMİN...<br />

O akşam ziyaret ettiğimiz diğer evlerde<br />

yaşlı bir çift ve yalnız yaşayan amcalar varmış.<br />

Onlarla erkek kardeşlerimiz görüştüler. Araçlarımıza<br />

doğru giderken kardeşlerimizin konuşmalarını<br />

duyuyoruz. “Saraylarda yaşıyormuşuz<br />

şükür rabbimize” diyor kardeşimizin<br />

biri. Öteki kardeşlerimiz de “Elhamdülillah” diyorlar.<br />

Birbirimize Allah’a emanet ederek selamlaşarak<br />

sessiz sakin kendi Hayatlarımıza<br />

dönüyoruz.<br />

18 • Bizbiriz Dergisi


TAHARET<br />

Taharet kelimesi; “tahare” fiilinin<br />

masdarıdır. Lugatta taharet, “Temizlik”<br />

manasındadır. Çok yönlü ve anlamları<br />

vardır. İman açısından baktığımızda<br />

taharet; küfrün, şirkin ve nifakın tüm<br />

pisliklerinden temizlenmektir. Amel açısından<br />

baktığımızda teharet; hadesten ve necasetten<br />

temizlenmektir 1 . Yani temizlenmek isteyen<br />

bir kimsenin gerek hakiki pisliği (Necaseti),<br />

gerekse hades denilen<br />

hükmi pisliği gidermek<br />

için meşru bir sûrette<br />

suyu ve toprağı yahut<br />

her ikisini birden<br />

kullanmasıdır.<br />

Kur’ân-ı Kerîm’in<br />

birçok âyetinde, Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v)’in hadislerinde ve örnek<br />

hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği<br />

üzerinde ısrarla durulmuş, temizlik ibadetler<br />

için ön şart sayılmıştır. Yani amelin, ibadetin<br />

aslı, temeli teharet olmuştur. İslâm dini, özü<br />

itibariyle mânevî kirlerden arınma, Allah’ı<br />

tanıma, O’na itaat ve ibadet etmeden ibaret<br />

gibi görünse de ruhun yücelişi ve insanın böyle<br />

mânevî bir bağlantı ortamına geçebilmesi için<br />

insanı çevreleyen fizik şartların da buna uygun<br />

olması gerekir. İbadet haya tında; mânevî<br />

temizlenme ile beden ve çevre temizliği<br />

arasında sıkı bir bağın kurulması hatta<br />

Kur’an’da temizlikten, hem maddî hem de<br />

mânevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir<br />

anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır.<br />

İslâm Dininde genel anlamdaki temizlik<br />

ile ibadet amaçlı temizlik birbirini tamamlar<br />

ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple<br />

İslâm bilginleri temizliği; maddî temizlik,<br />

1 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,<br />

cild 2.<br />

Taharet kalbi temizlemektir.<br />

hükmî temizlik ve mânevî temizlik şeklinde üç<br />

kademeye ayırmışlardır.<br />

Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde<br />

ifade edilebilecek olan maddî temizlik,<br />

genelde ibadete hazırlık ve ön şart olarak, kimi<br />

du rumda ibadet olarak değerlendirilmiştir.<br />

Abdest ve gusül, hükmî temizlik kademesidir.<br />

Üçüncü kademede ise kişinin uzuvlarını gıybet,<br />

yalan, haram yemek, mala hı yanet etmek gibi<br />

günahlardan, kalbini haset, kibir, gösteriş, hırs<br />

ve benzeri kötü huy ve hastalıklardan, hatta<br />

benlik ve bilincini Allah’ın gayrısından (mâsivâ)<br />

temizlemesi gelir. Müslümanın kademe<br />

kademe arınması ve temizlenmesi, Al lah’ın<br />

huzuruna böyle bir safiyet ve arılıkla çıkması<br />

esastır.<br />

Maddî temizlik İslâm dininin fevkalâde<br />

önem atfettiği bir konudur. Kur’ân-ı Kerîm’de<br />

çevrenin ve ibadet yerinin temizliğinden<br />

söz edilir, Allah’ın temizlik konusunda titizlik<br />

gösterenleri sevdiği bildirilir;”<br />

Onun içinde asla namaz<br />

kılma. İlk günden temeli<br />

takva (Allah’a karşı gelmekten<br />

sakınmak) üzerine kurulan<br />

mescit (Kuba mescidi), içinde<br />

namaz kılmana elbette daha<br />

layıktır. Orada temizlenmeyi<br />

seven adamlar vardır. Allah da tertemiz<br />

onları sever.” 2 İbn-i Kesir; su ile temizlenmek<br />

hususunda aşırı titizlik gösteren ensar’ın bu<br />

ayet-i kerime ile övüldüğünü kaydetmektedir. 3<br />

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de<br />

“Temizlik imanın yarısıdır” 4 , “Allah temizdir,<br />

temizliği sever” 5 “Namazın anahtarı temizliktir”<br />

6<br />

buyurarak; değişik vesilelerle beden ve<br />

çevre temizliğini emretmiş veya tav siye<br />

etmiş, bu konuda davranışlarıyla ashabına<br />

ve bütün müslümanlara örnek olmuştur.<br />

İslâm’ın bu ısrarlı takibi neticesinde temizlik<br />

müslümanların hayatına dinî yönü de bulunan<br />

bir kültür ve gelenek olarak yerleşmiş, fıkıh<br />

kitaplarının ilk bölümünü temizlik (tahâret)<br />

konusu teşkil etmiştir 7 .<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

2 Tevbe 9/108.<br />

3 el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26.<br />

4 Müslim, “Tahâret”, 1.<br />

5 Tirmizî, “Edeb”, 41.<br />

6 Ebû Dâvûd, “Salât”, 73; Tirmizî, “Tahâret”, 3.<br />

7 İsam, cild 1.<br />

Bizbiriz Dergisi • 19


FIKIH KÖŞEMİZ<br />

Ayşe TUNÇ<br />

İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni<br />

Sual: Varolan rahatsızlıktan dolayı,<br />

namazı sandalye ve taburede oturarak<br />

kılmanın dinen hükmü nedir? Sandalye ve<br />

taburede kılmaktansa yere oturup ayakları<br />

uzatarak kılmanın uygunluğu söylenmektedir,<br />

izah eder misiniz?<br />

Cevap: Bu konuyu izah etmede iki farklı hususu<br />

göz önünde bulundurmada fayda vardır.<br />

Birincisi oturarak namaz kılmanın caiz olup<br />

olmadığı, ikincisi de camilerimizde sandalyelerle<br />

bir tür sıralar oluşturulması ve hatta ayrı<br />

bir yerde sandalyeliler safı(!) oluşturmak.<br />

Namaz, kulun Allah’a en çok yakınlık<br />

kazandığı bir ibadettir. Bu niteliğinden<br />

dolayı Rasulullah (s.a.v) bu ibadeti “en hayırlı<br />

amel” 1 olarak tanımlamış, kıyamet gününde<br />

hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını<br />

1 İbn Mâce, Taharet, 4.<br />

bildirmiştir. 2 Bu sebeple namazın terk edilmesine<br />

izin verilmemiş, ima ile de olsa mutlaka<br />

kılınması istenmiştir. Rasulullah (s.a.v)<br />

“Kim namazı kasten terk ederse Allah’ın himayesi<br />

ondan uzak olur.” 3 buyurmuştur.<br />

Kur’an ve Sünnette; namaz ibadetinin rükünlerinin<br />

(farzlarının) neler olduğu belirtilmiş<br />

ve nasıl uygulanacağı da bizzat Rasulullah<br />

(s.a.v) tarafından sözlü ve pratik olarak ortaya<br />

konulmuştur.Bu rükünler; “İftitah Tekbiri,<br />

Kıyam, Kıraat, Rükû, Secde Ve Ka’de-İ Ahire”dir.<br />

Allah Teâlâ:<br />

“Gönülden boyun eğerek Allah için namaza<br />

kalkın” 4 “Ey iman edenler, rükû edin, secde<br />

edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki<br />

kurtuluşa eresiniz.” 5 buyurmuştur.<br />

Rasulullah (s.a.v) de; namaz kılmayı<br />

2 Bakara, 2/238.<br />

3 Hac, 22/77.<br />

4 Bakara, 2/286.<br />

5 Bakara, 2/185.<br />

20 • Bizbiriz Dergisi


öğrettiği bir sahabiye, sonunda nasıl teşehhüd<br />

yapacağını gösterdikten sonra, “Bunu da<br />

yaptığında namazın tamam olur.” buyurmuştur.<br />

6<br />

Bu rükünlerden her hangi birinin mazeretsiz<br />

olarak terk edilmesi halinde namaz sahih olmaz.<br />

Ancak Dinimiz kolaylık dinidir, dinimizde<br />

sorumluluklar, kulun gücüne göre belirlenmiş;<br />

“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle<br />

yükümlü kılar...“; gücü aşan durumlar için<br />

kolaylaştırma ilkesi getirilmiştir. Namazın<br />

rükünlerinden herhangi birini yerine getirmeye<br />

engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma<br />

sebebi sayılmıştır. Buna göre; Namazı normal<br />

şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse<br />

için asıl olan namazını oturarak kılmaktır. Böyle<br />

bir kişi namazını kendi durumuna göre diz<br />

çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını<br />

yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Rasulullah<br />

(s.a.v) nasıl namaz kılacağını soran hasta<br />

bir sahabiye:<br />

“Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse<br />

oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere<br />

kıl.” buyurmuştur.<br />

Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde<br />

secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar,<br />

rükûdan sonra yere oturarak secdeleri ima ile<br />

yapar.<br />

Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra<br />

ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar,<br />

secdeden sonra namazını oturarak tamamlar.<br />

Ayakta durmaya ve rükû yapmaya gücü<br />

yettiği halde yere oturamayan kimse namaza<br />

ayakta başlar, rükûdan sonra secdeyi tabure<br />

ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda<br />

eder.<br />

Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de<br />

oturamayan kimse namazı tabure, sandalye<br />

ve benzeri bir şey üzerine oturarak rükû ve<br />

secdeleri ima ile yerine getirir.<br />

6 Buhari, Taksiru’s-Salat, 19<br />

Kul, Rabbine ibadet ederken hem özde samimi<br />

olmalı hem de dinin belirlediği şekil ve<br />

şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen<br />

göstermelidir. Özen ve hassasiyet eksikliğinden<br />

dolayı Rabbine karşı sorumlu olacağı bilincinde<br />

olmalıdır. Bu sebeple namazını tabure,<br />

sandalye ve benzeri şeyler üzerinde<br />

kılan mü’minin ileri sürdüğü mazeretleri kendisini<br />

vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır.<br />

Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya engel<br />

olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar bu<br />

konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir.<br />

Konumuzun ikinci boyutu ise; dini açıdan<br />

zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça;<br />

camilerde sandalyede namaz kılmak, göze<br />

hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta<br />

ve cemaat arasında zaman zaman tartışmalara<br />

sebep olmaktadır. Son zamanlarda bu hususun<br />

daha da yaygınlaştığını esefle müşahede<br />

etmekteyiz. Özellikle üzerinde namaz kılmak<br />

amacı ile camilerde rengârenk sandalyelerin<br />

konulması ve bazen de sıralar halinde sabit<br />

oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle<br />

bağdaşmamaktadır. Bu durum beraberinde<br />

benzetmesi hoş olmasa da- kilisevâri bir sıralı<br />

sandalyeli bir durumu akıllara getirmektedir.<br />

Namaz kılmak için camiye kadar gidebilen kişi<br />

rahatlıkla ayakta durarak kıyam farzını yerine<br />

getirebilirler. Bu sebeple hastalık ve özürlülük<br />

gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin,<br />

zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede<br />

değil, yere oturarak kılmaları daha uygundur.<br />

Kıymetli hocamız Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu’nun 13 senedir ifade ettiği; “sandalyede<br />

namaz kılmak caiz değildir” düsturunu<br />

kabul eden Diyanet işleri Yüksek Kurulun’a bu<br />

resmi açıklamasından dolayı, şükranlarımızı<br />

sunar, ferasetli fetvalarının devamını bekleriz.<br />

Bizbiriz Dergisi • 21


MATEMATİK<br />

ALLAH’IN<br />

VARLIĞINI<br />

İSPATLIYOR<br />

Matematik Öğretmeni<br />

Eslem ERCAN<br />

M<br />

atematik bilimi evrendeki eksiksiz<br />

yaratılışı ve hassas dengeleri nasıl<br />

gözler önüne serer? Tamamen<br />

düzensiz görünen ormanlarda aslında<br />

nasıl bir matematiksel düzen hakimdir? Evrende<br />

var olan canlı-cansız tüm varlıklarda keşfedilen bu<br />

matematiksel estetik ve düzen, bilim adamlarında<br />

her geçen gün daha da büyük heyecan uyandırıyor.<br />

Milattan önce 2000 yıllarında Mezopotamyada<br />

yaşayan Babilliler matematik biliminde oldukça<br />

ilerlemişlerdi. Dört temel işlem olan toplama,<br />

çıkarma, çarpma ve bölmeyi gayet kusursuz<br />

biçimde uyguluyorlardı. Diğer bilim dalları gibi tarih<br />

boyunca matematik de bir gelişim göstermiştir.<br />

16. yüzyılda matematik dünyası analitik geometri,<br />

kartezyen koordinat sistemi, kalkülüs teoremi,<br />

integral gibi kavramlarla tanışmıştır. Matematiğin<br />

önünü açan bu kavramlarla birlikte fizik ve<br />

mühendislik bilimleri de doğmuştur, zaman<br />

içinde ilerleyen çalışmalar astronomide kullanılan<br />

matematiği de başka bir düzeye taşımıştır. 20.<br />

yüzyılda modern matematik dönemine girilmiş,<br />

kümeler teorisi kavramı geliştirilmiş ve sonunda<br />

matematik ve fizik bilimi insanların gökyüzüne<br />

uzay aracı gönderebilecekleri bir düzeye ulaşmıştır.<br />

Geçen 4000 yıl boyunca matematikte gelinen<br />

bu sonuç vesilesiyle bilim adamları çok önemli<br />

bilimsel bir keşifte bulunmuşlardır: Matematik<br />

yalnızca insanların geliştirdiği bir yöntem değildi<br />

ve evrenin ve tüm canlıların var oldukları ilk andan<br />

itibaren mükemmellik derecesinde bağlı oldukları,<br />

işleyen bir sistemi de göstermekteydi. Bu gerçeği<br />

dile getiren matematikçilerden biri Galile olmuştur.<br />

Galile, “Tabiatın kitabı matematik dilinde yazılmıştır;<br />

onun harfleri geometrinin şekilleridir. Bunları<br />

anlamak ve yorumlayabilmek için matematik<br />

dilini bilmemiz gerekir” yorumunda bulunmuştur.<br />

Gelişen matematik bilimi 20. yüzyılda, evrenin<br />

bazı materyalist-Darwinist bilim adamlarının<br />

iddia ettikleri gibi bir kaosun esiri olmadığını;<br />

aksine hatasız matematiksel hesaplamalar<br />

barındıran muhteşem bir düzenlemenin,<br />

Yüce Allahın sonsuz aklının eseri olduğunu<br />

doğrulamıştır. Kesin delillerle ortaya konulan<br />

bu gerçek, evrende “tesadüfi gelişmelere” hiçbir<br />

şekilde yer olmadığını bir kere daha kanıtlamıştır.<br />

Evrenin ve canlıların oluşumunda çok yüksek<br />

bir akıl vardır. İnsanlığın bu yüksek aklın sadece<br />

matematik ile ilgili olan yönünü anlayabilmeleri<br />

4000 yıl sürmüştür. 4000 yıllık bilgi mirasına<br />

sahip bilim adamlarının günümüzde gördükleri<br />

gerçekler onları, Darwinizmin tesadüfi var oluş<br />

iddiasını sorgulamaya yöneltmiştir. İngiliz fizikçi<br />

ve matematikçi olan Sir James Jeans evrendeki<br />

mükemmel düzeni şu şekilde ifade etmiştir:<br />

“Evren hakkında yapılan bilimsel bir<br />

araştırmanın sonucu tek bir cümleyle<br />

özetlenebilir: Evren, matematik bilgisi sonsuz bir<br />

varlık tarafından dizayn edilmiş görünüyordur.”<br />

Bitkiler Matematiksel Hesap Yapabilir mi?<br />

Eğer bir bitkiyi dikkatle incelerseniz yapraklarının<br />

birbirlerini kapamayacak şekilde dizilmiş olduğunu<br />

görürsünüz. Bu düzen bitkinin güneş ışığını ve<br />

yağmur damlalarını eşit biçimde alabilmesi için<br />

22 • Bizbiriz Dergisi


çok önemlidir. Yapraklarda, çam kozalaklarında,<br />

kaktüslerde, ayçiçeklerinde ve diğer bitkilerde<br />

görülen bu spiral düzen matematikte Fibonacci<br />

dizini ismi ile tanımlanır. Bu dizinin özelliği,<br />

dizideki her sayının kendinden önce gelen iki<br />

sayının toplamına eşit olmasıdır. Bu matematiksel<br />

sayı dizisine bitki dünyasının şifresi de denilebilir.<br />

0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233…….<br />

Smith Collegeden matematikçi Chris Gole,<br />

bitkilerde genellikle zıt yönlere doğru kıvrılan iki<br />

ayrı spiral grubun bulunduğunu ve bu gruplardaki<br />

spiral sayısının çoğu zaman ardışık iki Fibonacci<br />

sayısı olduğunu belirtmiştir. Ayçiçeklerinin üzerinde<br />

tohuma dönüşen minik çiçekçikler bulunmaktadır.<br />

Bu çiçekçiklerin bir kısmı saat yönünde, bir kısmı<br />

da saat yönünün aksi istikamette çok sayıda spiral<br />

oluşturur. Her iki yöndeki spiraller sayıldığında<br />

Fibonacci sayı dizisine uygun olarak, çoğunlukla<br />

bir yöne doğru kıvrılan 55, diğer yöne doğru<br />

kıvrılan 34 spirale rastlanır. Bazı ayçiçeklerinde<br />

de, yine Fibonacci sayı dizinine uygun olarak,<br />

89 - 55 veya 144 – 89 rakamları tespit edilir.<br />

Fibonacci sayıları, ağaç yapraklarının dallarının<br />

düzeninde, çiçeklerin taç yapraklarında ve<br />

tohumlarında da ortaya çıkmaktadır. Bir papatyayı,<br />

kıvırcık salata yapraklarını, ananas kozalaklarını<br />

veya soğanın katmanlarını dikkatli bir şekilde<br />

incelerseniz Fibonacci sayılarını tespit edebilirsiniz.<br />

Ormanlardaki Matematiksel Düzen<br />

Bir ormana uzaktan bakıldığında, ağaçların<br />

konumlarının bir düzen içerisinde olduğu ilk anda<br />

anlaşılmayabilir. Oysa kontrolsüz biçimde çoğalmış<br />

gibi görünen ağaç gruplarından oluşan ormanlarda<br />

da matematiksel bir düzen bulunmaktadır.<br />

Los Alamos Ulusal Laboratuvarından Geoffrey<br />

West bu konu hakkında şu açıklamayı yapmıştır:<br />

“Bir ormanda yürüdüğünüzde, orman size<br />

gelişigüzel görünür; ama aslında ortalamada<br />

oldukça düzenlidir.” West, yakın bir geçmişte<br />

Arizona Üniversitesi’nden BrianEnquist ve<br />

Cornell Üniversitesi’nden Profesör Karl Niklas<br />

ile birlikte, yetişkin bir ormanda, aynı kütleye<br />

sahip ağaçların arasındaki ortalama uzaklığın,<br />

gövde çapları ile orantılı olduğunu keşfetmiştir.<br />

Tesadüf İddiasını Yok Eden Mükemmellik<br />

Ormanlarda görülen bu düzen, çeyrek-kuvvet<br />

ölçeği yasası ile açıklanmaktadır. Çeyrek-kuvvet<br />

kuramı biyolojinin en temel kurallarından<br />

biridir. Bu kuram bilim adamlarını oldukça<br />

şaşırtmaktadır; çünkü bu kanuna göre her<br />

varlığı matematiksel ölçümlerle düzenleyici<br />

bir el olmalıdır. Geoffrey West çeyrek-kuvvet<br />

yasası ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:<br />

...’’Böyle bir durumla karşılaştığınız zaman<br />

bunun size bir şeyler anlatmaya çalıştığını<br />

fark edeceksiniz’’ ... Burada önemli olan<br />

‘’Bu bir şeylerin neyi anlatmaya çalıştığı?’’<br />

GeoffreyWestin<br />

sorduğu<br />

sorunun cevabı gerçekte çok açıktır.<br />

Yeryüzüne hakim olan ihtişamlı düzen bize<br />

varlıkların tesadüfen var olmadıklarını, yaratılmış<br />

olduklarını göstermektedir. Her insan, belirli<br />

uzaklıklarla ekilmiş bir sebze tarlasına girdiğinde,<br />

mutlaka bu ekimi yapan bir çiftçinin olduğunu<br />

düşünür. Bitki tohumlarının kendiliklerinden<br />

aralarında eşit uzaklıklar kalacak şekilde toprağın<br />

üzerinde yuvarlandıklarını düşünmez. Ormanlarda<br />

ise bir tarla ile kıyaslanamayacak mükemmellikte<br />

matematiksel bir düzen vardır. Tarladaki tohumları<br />

düzenli bir biçimde eken bir insanın var olduğu<br />

düşünülüyorsa, ormandaki matematiksel düzenin<br />

de mutlaka Yaratıcısı olduğunu düşünmek gerekir.<br />

Çünkü ne ormanda ne ağaçta ne toprakta ne de<br />

tabiatta böylesine ihtişamlı bir güç ve akıl olabilir.<br />

Evrimci bilim adamları tabiatta karşılarına<br />

çıkan bu gibi muhteşem özellikleri Allahın<br />

yarattığını, bunların yaratılış delili olduğunu kabul<br />

etmemek için, doğa mucizesi gibi tanımlamalarla<br />

isimlendirmektedirler. Ancak bu ifade gerçekte<br />

tam bir mantık hezimetini ortaya koymaktadır.<br />

Çünkü mucize kelimesi doğa üstü olaylar anlamına<br />

gelmektedir. Dolayısıyla evrimci bilim adamları<br />

doğa mucizesi kavramını kullanırlarken, istemeseler<br />

de Allahın varlığına işaret etmiş olmaktadırlar.<br />

Bütün bunları Yaratıcı’yı hesaba katmadan<br />

sürekli ve geçerli ‘fizikî kanunlar’ olarak farz<br />

edelim. Peki, şu sorulara nasıl cevap vereceğiz:<br />

Bu ‘tabiat kanunları’ nereden geldiler? Onları<br />

kim yarattı? Yaratıcı bir kudrete inanmayan<br />

herkesin burada durması gerekir. Çünkü kâinatın<br />

hiç sebepsiz kendi kendine yoktan var olması<br />

tasavvur edilemez bir yaklaşımdır. Zîrâ “Allah<br />

en büyük matematikçidir.” diyen Einstein,<br />

tesadüfün arkasında dahî bilinmeyen bir sebepnetice<br />

prensibinin gizliliğine dikkati çekmiştir.<br />

“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde)<br />

kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En<br />

güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların<br />

tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.”<br />

Bizbiriz Dergisi • 23


İSTİKAMET<br />

HADİS<br />

“İstikamet sahibi olunuz. İstikamet<br />

sahibi olursanız ne güzel olur, amellerin<br />

hayırlısı salattır ve elbette daim abdestli olup,<br />

her an abdestli gezmeyi ancak imanı bütün<br />

müminler gerçekleştirir.” 1 İyi de istikamet<br />

nedir? İyi işte olduğu gibi insanlara faydalı<br />

olmaya çalışmaktır.<br />

Bir menkıbeyle anlatalım bunu:<br />

Bir gün sormuşlar Allah-u Teala’nın veli<br />

kullarından birine;<br />

-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu<br />

yaşayanlar arasında ne fark vardır?<br />

-Bakın göstereyim, demiş ermiş. Önce<br />

sevgiyi dilden amele indirememiş olanları<br />

çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi<br />

oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar<br />

içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da<br />

‘derviş kaşıkları’ denilen bir metre boyunda<br />

kaşıklar. Allah’ın Salih kulu;<br />

-Bu kaşıkların ucundan tutup öyle<br />

yiyeceksiniz, diye bir de şart koymuş.<br />

-Peki, demişler ve içmeye teşebbüs<br />

etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun<br />

geldiğinden bir türlü döküp saçmadan<br />

götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda<br />

bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar<br />

sofradan.<br />

Bunun üzerine;<br />

‏ْستَِقيمُوا:‏<br />

اِ‏<br />

َّما اَِن اسْتََق ‏ْمتُ‏ ‏ْم ‏َو ‏َخْيُر<br />

وَنِعِ‏<br />

الُْو ‏ُضوءِ‏<br />

اَ‏ ‏ْع ‏َمالِ‏ ‏ُك ‏ْم<br />

‏ُك ُّل ‏ُمْؤمِ‏<br />

اَل َّصلاَةُ‏<br />

‏َولَ‏ ‏ْن يحَُافِ‏ ‏َظ عَلَى<br />

‏ٍن .<br />

امامة (<br />

اِلا َّ<br />

‏(رواه ابن ماجه عن اب<br />

-Şimdi... Demiş ermiş, sevgiyi gerçekten<br />

bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık,<br />

gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmiş<br />

oturmuş sofraya bu defa.<br />

-Buyurun deyince, her biri uzun boylu<br />

kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki<br />

kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.<br />

Böylece her biri diğerini doyurmuş ve<br />

şükrederek kalkmışlar sofradan.<br />

-İşte demiş ermiş, kim ki hayat sofrasında<br />

yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,<br />

o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür<br />

de doyurursa, o da kardeşi tarafından<br />

doyurulacaktır.<br />

İstikamet; doğruluk, dürüstlük, namazda<br />

devamlılık.Beş vakit namazı kalp, beden ve<br />

ruh haliyle devam ettirmesi, kendi nefsinden<br />

önce kardeşinin nefsini öne geçirmesi ve<br />

bütün müminleri, müslümanları sevmesidir.<br />

Adem (a.s)’dan bugüne kadar bütün insanlar<br />

kardeştir, amenna!Kafir olanlara hidayet<br />

bulmaları duasıyla iyi davranmak çok güzeldir,<br />

buna da amenna! Lakin mümin ve müslüman<br />

kardeşlerin üstüne iki katı titreyeceğiz. Onları<br />

barbarlıkla, onları hadsizlikle, onları cahillikle,<br />

onları bilgisizlikle suçlayanlar istikamet sahibi<br />

olamazlar.<br />

Allah rızası için abdest almak, abdest<br />

alana yardımcı olmak çok zor olsa gerek. İşte<br />

suyu vermek, suyu ulaştırmak, abdest aldırmak.<br />

Bu su çeşmeden akan su mu? Bu abdest elimizi,<br />

yüzümüzü yıkayarak aldığımız abdest mi?Su,<br />

Hak suyu, abdest Hak ve hakikat abdesti. Allah<br />

rızası için şu suyla alınan abdest mi yoksa<br />

Kur’an ve sünnet ile alınan ilim abdesti mi daha<br />

zordur? Batıldan, bütün hurafelerden Kur’an<br />

ve sünnetle yıkanmak, arınmak.İşte budur Hak<br />

abdesti vesselam. 2<br />

1 İbn-i Mace, Taharet-4<br />

2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri,<br />

cild 4.<br />

24 • Bizbiriz Dergisi


MÜSLÜMANIN<br />

24 SAATİ<br />

Sabah Uyanınca<br />

Rasulullah (s.a.v) sabah uyandığı<br />

zaman şöyle dua ederdi:<br />

“ E l h a m d u l i l l a h i l l e z i e h y â n â b a ’ d e<br />

mâemâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr.” 1<br />

“Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun.<br />

اَلحَْمْدُ‏ لِل َّهِ‏ ال َّذِى اَحْيَانَا بَعْدَ‏ مَا<br />

اَمَاتَنَا وَ‏ اِلَيْهِ‏ الن ُّشُورِ‏<br />

Dönüş ancak O’nadır.” (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)Efendimiz<br />

(sav) sabah uyandığında Cenab-ı<br />

Hakk’a niyazla güne başlar ve şöyle dua ederdi:<br />

“Allah’ım, Sen’in yardımınla sabaha kavuştuk;<br />

Sen’in yardımınla akşama kavuştuk. Sen’inle yaşarız<br />

seninle ölürüz. Diriliş (varış), ancak Sana’dır.” 2<br />

Başka bir rivayete göre, Rasulullah Efendimiz<br />

sabaha ulaşan herkesin şu duayı<br />

okumasını tavsiye buyurmuştur.<br />

“Kim sabaha erdiği zaman: «Radıytü billahi Rabben,<br />

ve bi’l-İslami dînen ve bi Muhammedin Rasulen<br />

(Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, Rasul<br />

olarak Muhammed (sav)’e razı olduk)» derse,<br />

onu razı etmek de Allah üzerine bir hak<br />

olmuştur.” 3 Başka bir rivayette de, sabahladığında:<br />

“Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk de sabaha<br />

erdi.” buyurmuş, sonra ellerini üç kere yıkamış<br />

ve sözlerine şöyle devam etmiştir:<br />

“Uykudan uyanınca sizden hiç kimse, üç sefer ellerini<br />

yıkamadıkça, elini bir kaba sokmasın. Çünkü o, ellerin<br />

geceyi vücudun neresinde geçirdiğini bilemez.”<br />

Bu rivayeti nakledenlerden birisi de sabah<br />

kalkınca “burnunu üç defa temizlediğini”<br />

eklemiş ve bu hususta Peygamber Efendimiz<br />

(sav)’ in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:<br />

“Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere sümkürsün.<br />

Zira şeytan burnunun içinde geceler.”<br />

1 (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)<br />

2 (Buharî, Deavat, 7, 8; Müslim, Zikr, 59; Ebû Davud,<br />

Edeb, 97,98)<br />

3 (Buharî)<br />

Bizbiriz Dergisi • 25


26 • Bizbiriz Dergisi


Bizbiriz Dergisi • 27


KIRK KİŞİNİN ELİNDE BİR UÇURTMA NASIL UÇAR?<br />

MÜMİN BİR MÜRŞİDE İNTİSAPLA HAKKA ÇIKAR.<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />

28 • Bizbiriz Dergisi


Ayın Sohbeti<br />

VARİSÜ-N NEBİ<br />

HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />

SOHBETİNDEN....<br />

“KUR’ANI <strong>ANLAMAK</strong>”<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />

اَعُوذُ‏ بِا ‏ِالله ‏ِمنَ‏ ال َّشْيطَا ‏ِن ال َّرِجيِم<br />

‏ْسمِ‏ ا ‏ِالله ال َّرحمَْ‏ ‏ِن<br />

بِ‏<br />

ال َّرِح يِم<br />

يَا أَي ُّهَا الن َّبيِ ُّ جَاهِ‏ ‏ِد الْكُف َّاَر وَالْمُنَافِقِ‏ ‏َين وَاغْلُ‏ ‏ْظ عَلَيْهِ‏ ‏ْم وَمَأْوَاهُ‏ ‏ْم جَهَن َّ ‏ُم<br />

الْمَصِيرُ‏<br />

يَا أَي ُّهَا ال َّذِي ‏َن آمَنُوا مَا لَكُ‏ ‏ْم إِذَا قِيل لَكُ‏ ‏ُم انْفِرُوا ‏ِفي سَبِيِل الل َِّه اث َّاقَلْتُ‏ ‏ْم إَِلى<br />

الأَْرْضِ‏ أَرَضِيتُ‏ ‏ْم بِالحَْيَاِة الد ُّنْيَا مِ‏ ‏َن الآْ‏ خِ‏ رَِة فَمَا مَتَاعُ‏ الحَْيَاِة الد ُّنْيَا ‏ِفي الآْ‏ خِ‏ رَِة إِلا َّ<br />

قَلِيلٌ‏<br />

وَبِئْس<br />

َ<br />

“Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı<br />

cihad et ve onlara karşı َçetin ol. Onların varacakları<br />

yer cehennemdir. Ne kötü bir varış<br />

yeridir orası!” 1<br />

Bu ayet-i kerimeyi anlamaya, anlatmaya çalışacağız,<br />

hayatımıza tatbik etmemizi kolay eylemesi<br />

için Allah’a dua edeceğiz. Rabbim َ◌<br />

anlayışımızı,<br />

fehmimizi arttırsın, anlatmayı, izah etmeyi<br />

ve her bir hücremizle ayet-i celilenin sırrının<br />

mazharı olmamızı nasip eylesin.<br />

Şehit Abdullah Azam, Allah rahmet eylesin,<br />

يَا أي ُّهَا الن َّا ‏ُس<br />

تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ‏ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ‏ الْعَافِيَةَ،‏ وَإذَا لَقِيتُمُوهُ‏ ‏ْم<br />

فَاصْبرُِوا<br />

وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ‏ ‏ْم مِ‏ ‏ْن قُو ٍَّة وَمِ‏ ‏ْن رِبَا ‏ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ‏ َّو الل َِّه<br />

diyordu ki;<br />

“Biz Afganistan’a gitmeden önce<br />

de Tevbe süresini okurduk. Biz bu<br />

sure-i celileyi İslam Üniversite’sinde<br />

öğretim görevlisi iken de okurduk.<br />

Lakin okuduğumuzda tüylerimiz<br />

kıpırdamazdı. Anladığımızı<br />

zanneder, anlattığımızı zannederdik. Ve biz<br />

Kur’an’ın hem hafızı, hem de alimi idik. Lakin<br />

Afganistan’a gelince, Tevbe süresi yeniden nazil<br />

oluyor zannettim. Öyle ki Nebiyyi muhterem<br />

de oradaydı da sanki vahiy iniyordu. Yeni<br />

iniyormuş gibi anlamaya başlamıştık. Demek<br />

Kur’an mucizedir demiştik. Mucizi’l-beyandır.” 1<br />

Bulunduğun coğrafyaya, bulunduğun<br />

iklime, bulunduğun sosyal ortama göre<br />

anlıyorsun Kur’an’ı. Rahatına, huzuruna, refah<br />

وَعَدُو َّكُمْ‏<br />

وَآخَرِي ‏َن مِ‏ ‏ْن دُوِِ‏ ‏ْم لاَ‏ تَعْلَمُونَهُ‏ ‏ُم الل َّهُ‏ يَعْلَمُهُ‏ ‏ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ‏ ‏ْن شَيْ‏ ‏ٍء<br />

َّف إِلَيْكُ‏ ‏ْم وَأَنْتُ‏ ‏ْم لاَ‏ تُظْلَمُوَن<br />

فيِ‏ سَبِيِل الل َِّه يُوَ‏<br />

“Allah’ım okuyuşumuzdan<br />

önce anlayışımızı değiştir. Ya<br />

Rabbi! Bizi Kur’an’ın hadimi eyle.<br />

Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı<br />

değerlendirmemizi nasip eyle. “<br />

1 Afgan’da Rahman’ın Ayetleri.<br />

Bizbiriz Dergisi • 29


seviyene göre Kur’an’ı anlıyorsun. Veyahut<br />

sıkıntına, eziyetine, içinde bulunduğun<br />

mücadeleye göre anladığın bir Kur’an’ı Kerim<br />

var. Allah-u Teala mucize derken bunu mu<br />

kastediyordu? Kur’an’ı hepimiz aklımıza göre<br />

mi anlayacaktık? Bulunduğumuz coğrafyaya<br />

göre, iklime göre, hukuka göre mi anlayacağız?<br />

Astronotsak, biyologsak, jinekologsak,<br />

her ne meslekte olursak Kur’an’ın anlayışı,<br />

anlatımı acaba değişecek mi? Yoksa biz dar<br />

bir görüşten, geri bir kafadan çıkıp, alemleri<br />

içine alan, bütün kainatı yoktan var eden O<br />

Allah’a, yani külli iradeye bu cüz’i irademizi<br />

teslim ederek mi Kur’an’ı anlayacaktık? Kur’an<br />

acaba Arabistan Yarımadası’nda nazil olduğu<br />

için “o coğrafyaya ait, biz anlayamayız, o<br />

oranın kültürü” mü diyecektik? Biz evvelen<br />

bakış açımızı bir yoklayalım. Neye göre Kur’an’ı<br />

anlayacaktık? Kendimize göre mi? ‘Ben böyle<br />

bilirim’e göre mi?<br />

Kur’an’ı anlamaya çalışmak, bildiğini hayata<br />

taşımakla olur. Kur’an’ı harf harf, ayet ayet,<br />

hece hece nakşetmekle olur.<br />

Allah’ım okuyuşumuzdan önce<br />

anlayışımızı değiştir. Ya Rabbi! Bizi Kur’an’ın<br />

hadimi eyle. Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı<br />

değerlendirmemizi nasip eyle.<br />

Bugün okuyorlar lakin; Okuyan kör,<br />

dinleyen sağır, biz diyoruz ki bağır hoca<br />

bağır. Kim ne anlar ki? Ne okuyan görüyor, ne<br />

dinleyen anlıyor. Cihat deyince adamın aklı<br />

çıkıyor, benzi sararıyor.<br />

İslam’ı öldürecekler, yani İslami anlayışı<br />

öldürecekler. Cihat ayetlerini ve cihat kelimesini<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’den<br />

öğrenmeliydik. O nasıl anladıysa biz de öyle<br />

anlamalıydık değil mi? Başka nasıl anlayacaktık<br />

ki?<br />

Hadis-i şerifte buyruldu;<br />

“Küçük cihat bitti, büyük cihada geldik.” 2<br />

Elbette büyük cihada geldik. Sen büyük<br />

cihadı hiç tanımadın ki; nefsinin hevasını,<br />

hevesini, arzularını, korkularını, şehvetini,<br />

umutlarını hiç tanımadın ki! Nasıl cihat<br />

2 Acluni, Keşfu’l-Hafa’I, 425.<br />

30 • Bizbiriz Dergisi<br />

edecektin ki? Hasmını bilmeyen muhatap,<br />

hasmıyla nasıl savaşacaktı ki? Senin nefsinle<br />

yüzleşmeye, nefsini tanımaya, küçük cihatla<br />

başlaman lazım değil miydi ki? Orada cihada,<br />

küçük cihada gidenlere, hani dünyada kafirlerle<br />

karşılaşıncaya kadar nefisleri şehitlik türküleri<br />

söylettiriyordu. Fakat savaş kızıştığı zaman,<br />

kaçmayı emrediyordu. Gördükleri zaman<br />

kan revanı, oradan kaçmayı düşünüyorlardı.<br />

Nefislerindeki yaşam arzusunu, nefislerindeki<br />

hileleri, nefislerindeki ölüm korkusunu,<br />

nefislerindeki hasedi ve tamahı görüyorlardı.<br />

Nefislerini, karşılarında bir başkası varmış gibi<br />

seyrediyorlardı. Çünkü nefis az sonra öleceği<br />

halde ama para, dünyalık toplama hırsındaydı.<br />

Sen hiç nefisini tanıdın mı ki büyük cihada<br />

çıkacaksın? Abdullah’ı Azam devam ediyor;<br />

“Afganistan’a gitmeden önce şöyle derdik;<br />

Mücahitler hayır paralarını yiyorlar, hayır<br />

paralarını birbirlerine peşkeş çekiyorlar,<br />

üçer beşer de evleniyorlar, keyiflerince<br />

yaşıyorlar. Fakat içine girdiğimizde böyle<br />

bir şey olmadığını gördük. Müslümanların<br />

nefisleri, korktuklarından dolayı, Allah-u<br />

Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın kurduğu<br />

tuzağına düşüyorlardı. Cihattan korkan, kaçan<br />

müslümanın bahanesiydi bunlar.” 3<br />

İki çocuğuyla beraber şehit oldu Abdullah<br />

Azam. Cihat etmeyiz, cihattan uzak dururuz,<br />

mücadele etmeyiz, müslümanlar kan akıtırmış,<br />

‘savaşmasalardı bir şey olmazdı’ deriz. Çiçek<br />

attık Fransızlara tecavüz ettiler, çivilediler<br />

duvara. Dünyanın neresinde bir İslam ülkesi<br />

varsa, muhakkak orada kan akıyordur. Lakin<br />

müslümanlardır barbar olan. Talebeden<br />

hocasına, cahilinden ulemasına kadar cihat<br />

dedin mi aklı çıkıyor müslümanın. Mücadele<br />

dedin mi; ayet-i celile’deki gibi inandıktan<br />

sonra َ küfre sapar gibi sapıyorlar.<br />

3 Afgan’da Rahman’ın Ayetleri.<br />

اَعُوذُ‏ بِا ‏ِالله ‏ِمنَ‏ ال َّشْيطَا ‏ِن ال َّرِجيِم<br />

‏ْسمِ‏ ا ‏ِالله ال َّرحمَْ‏ ‏ِن ال َّرِح يِم<br />

بِ‏<br />

يَا أَي ُّهَا الن َّبيِ ُّ جَاهِ‏ ‏ِد الْكُف َّاَر وَالْمُنَافِقِ‏ ‏َين وَاغْلُ‏ ‏ْظ عَلَيْهِ‏ ‏ْم وَمَأْوَاهُ‏ ‏ْم جَهَن َّ ‏ُم وَبِئْس<br />

الْمَصِيرُ‏<br />

يَا أَي ُّهَا ال َّذِي ‏َن آمَنُوا مَا لَكُ‏ ‏ْم إِذَا قِيل لَكُ‏ ‏ُم انْفِرُوا ‏ِفي سَبِيِل الل َِّه اث َّاقَلْتُ‏ ‏ْم إَِلى<br />

الأَْرْضِ‏ أَرَضِيتُ‏ ‏ْم بِالحَْيَاِة الد ُّنْيَا مِ‏ ‏َن الآْ‏ خِ‏ رَِة فَمَا مَتَاعُ‏ الحَْيَاِة الد ُّنْيَا ‏ِفي الآْ‏ خِ‏ رَِة إِلا َّ<br />

قَلِيلٌ‏<br />

َ<br />

يَا أي ُّهَا الن َّا ‏ُس ◌َ<br />

تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ‏ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ‏ الْعَافِيَةَ،‏ وَإذَا لَقِيتُمُوهُ‏ ‏ْم<br />

فَاصْبرُِوا<br />

وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ‏ ‏ْم مِ‏ ‏ْن قُو ٍَّة وَمِ‏ ‏ْن رِبَا ‏ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ‏ َّو الل َِّه<br />

وَعَدُو َّكُمْ‏ وَآخَرِي ‏َن مِ‏ ‏ْن دُوِِ‏ ‏ْم لاَ‏ تَعْلَمُونَهُ‏ ‏ُم الل َّهُ‏ يَعْلَمُهُ‏ ‏ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ‏ ‏ْن شَيْ‏ ‏ٍء


اَعُوذُ‏ بِا ‏ِالله ‏ِمنَ‏ ال َّشْيطَا ‏ِن ال َّرِجيِم<br />

‏ْسمِ‏ ا ‏ِالله<br />

بِ‏<br />

ال َّرحمَْ‏ ‏ِن ال َّرِح يِم<br />

“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size<br />

“Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere<br />

çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip<br />

dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre<br />

dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” 4<br />

İnsanlar kendi anlattıklarına inanmıyorlar.<br />

Ezenlere karşı hoşgörülü, kan akıtanlara<br />

mütevazı olurken, kanı akanlara karşı zalim<br />

kesiliyorlar. Bu nasıl diyalog, bu nasıl hoşgörü<br />

Allah aşkına? Müslüman ne zaman uyanacağız?<br />

Hiç kimse sormayacak mı ayet-i celile nasıl<br />

indi?<br />

Patron işçisine soruyor;<br />

- İslam’ın şartı kaç?<br />

- Bir, diyor.<br />

- Evladım nasıl olur? Diyor ki;<br />

- Efendim siz zekatı, haccı kaldırdınız, biz de<br />

namazı orucu kaldırdık. Geriye kalıyor bir.<br />

Böyle mi anlamalıyız? Hindistan’da Fransızlar<br />

Kur’an bastırıyorlar. Hafız-ı kelamlar okuyup,<br />

cihad ayetlerinin çıktığını görünce, “bu Kur’an<br />

değildir, Kur’an olamaz” diye haykırınca,<br />

dağıtılanlar geri toplanıyor. Fransızlar şöyle bir<br />

yol tutuyor; ayetleri çıkartmayalım ama tevil<br />

edelim. Günümüzde de ‘Sıcak savaş bitti. Cihad<br />

diyalogla, güler yüzle, tatlı dille’ diyelim. İyi de<br />

zaten müslümanlar güler, yüzlü tatlı dilli. Öyle<br />

değil mi yoksa? Bir müslümanın gaddarlık,<br />

zalimlik ettiğini hiç duymadım. Duyamıyorum<br />

da ne hikmetse. Çünkü Nebiyyi Muhterem<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) izin<br />

vermiyor buna. ‘Esir düşerse bir kafir elinize,<br />

kardeşinize davrandığınız gibi davranın, eziyet<br />

etmeyin’ diye emrediyor. Müslüman esire bile<br />

eziyet etmezken, esir olmayanı nasıl esir etsin<br />

ki? Öyle değil mi?<br />

Sufiler, dervişler cihatta, mücadelede en<br />

ön safta ileriye gidenlerdir. Biz cennetlere<br />

sevdalıyız. Biz Allah’ın rızasına talibiz.<br />

Biz Muhammed (s.a.v) aşıklarıyız. Biz<br />

Muhammediyiz. Biz böyle öğrendik, böyle<br />

devam edeceğiz. Müslüman cihat zamanı<br />

dedelerinden, atasından gördüğü gibi en<br />

ön safta şehit olmak için mücadele edecek.<br />

4 Tevbe/38.<br />

يَا أَي ُّهَا الن َّبيِ ُّ جَاهِ‏ ‏ِد الْكُف َّاَر وَالْمُنَافِقِ‏ ‏َين وَاغْلُ‏ ‏ْظ عَلَيْهِ‏ ‏ْم وَمَأْوَاهُ‏ ‏ْم جَهَن َّ ‏ُم وَبِئْس<br />

الْمَصِيرُ‏<br />

يَا أَي ُّهَا ال َّذِي ‏َن آمَنُوا مَا لَكُ‏ ‏ْم إِذَا قِيل لَكُ‏ ‏ُم انْفِرُوا ‏ِفي سَبِيِل الل َِّه اث َّاقَلْتُ‏ ‏ْم إَِلى<br />

الأَْرْضِ‏ أَرَضِيتُ‏ ‏ْم بِالحَْيَاِة الد ُّنْيَا مِ‏ ‏َن الآْ‏ خِ‏ رَِة فَمَا مَتَاعُ‏ الحَْيَاِة الد ُّنْيَا ‏ِفي الآْ‏ خِ‏ رَِة إِلا َّ<br />

قَلِيلٌ‏<br />

Allah َ için mücadele edecek, nefsi için değil.<br />

Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş<br />

vuku bulunca sabır ve metanetle savaşırlar.<br />

Zira Rasulullah (s.a.v): َ<br />

“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı<br />

temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin.<br />

Ancak karşılaşacak olursanız sabredin.” 5<br />

Ya Rabbi, ayaklarımızı sabit kıl! Amin. Biz<br />

savaş isteyenlerden değiliz fakat şu an İslam<br />

coğrafyasında oluk oluk kan akarken, biz<br />

birbirimize haset, biz birbirimize kibir, biz<br />

birbirimize husumet içerisindeyiz. Anladık<br />

Kur’an’ı deyip, Kur’an’ı fikir tartışmalarına konu<br />

ediyoruz. Kur’an’ı Azimüşşanı anlamak, hayata<br />

tatbik etmekle olur. Fakat hayata tatbik edecek<br />

kişi, geçmişte Hama’da çoluk çocuk demeden<br />

tanklarla ezenlerin, bugün Suriye’de topluca<br />

katledenlerin, Libya, Pakistan, Afganistan, Irak,<br />

Doğu Türkistan, Keşmir, Çeçenya gibi İslam<br />

ülkelerini kana boğanların kafir olduğunu<br />

unutmasın!<br />

Biz neferliğe razıyız. Komutanlıkta gözümüz<br />

yok. Bize askerlik, bize kulluk yeter. Biz Allah’ın<br />

kuluyuz, Rasulullah (s.a.v)’in ümmetiyiz. Biz<br />

La İlahe İllallah Muhammedurrasululllah<br />

diyenlerle, birlikteyiz.<br />

Ormanda aslan kurda bakar, bir deri bir<br />

kemik kalmıştır.<br />

- Ey kurt kardeş nedir bu halin, der.<br />

- Açım aslan baba, der. Aslan;<br />

يَا أي ُّهَا الن َّا ‏ُس<br />

تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ‏ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ‏ الْعَافِيَةَ،‏ وَإذَا لَقِيتُمُوهُ‏ ‏ْم<br />

فَاصْبرُِوا<br />

وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ‏ ‏ْم مِ‏ ‏ْن قُو ٍَّة وَمِ‏ ‏ْن رِبَا ‏ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ‏ َّو الل َِّه<br />

وَعَدُو َّكُمْ‏ وَآخَرِي ‏َن مِ‏ ‏ْن دُوِِ‏ ‏ْم لاَ‏ تَعْلَمُونَهُ‏ ‏ُم الل َّهُ‏ يَعْلَمُهُ‏ ‏ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ‏ ‏ْن شَيْ‏ ‏ٍء<br />

َّف إِلَيْكُ‏ ‏ْم وَأَنْتُ‏ ‏ْم لاَ‏ تُظْلَمُوَن<br />

فيِ‏ سَبِيِل الل َِّه يُوَ‏<br />

- E, takıl benim peşime, avlanayım,<br />

doyurayım karnını, der.<br />

Az ilerlerler, orada tilki vardır. Tilkiyi de<br />

çağırırlar. O da takılır. Sonra aslan şöyle bir geyik<br />

sürüsü görür. Bir yavru ceylanın peşine takılır.<br />

Ceylan çelimsiz, biraz hastalıklıdır. Bugünkü<br />

insan suretindeki zalimler, vahşilerden daha<br />

vahşidir. Hiçbir şey yapmadıkları halde insanları<br />

5 Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud,<br />

Cihad, 89.<br />

َ◌<br />

1<br />

Bizbiriz Dergisi • 31


öldürürler. Bak bu hayvanlar açlıkları için<br />

avlarken, öbür vahşiler keyifleri için avlarlar.<br />

Ceylanı avlar, kurda der ki;<br />

- Taksim et.<br />

Kurt üç parçaya ayırır. Aslana, kendine,<br />

tilkiye. Aslan şimdiki vahşiler gibi doyurayım<br />

diye yanına aldığı kurda şöyle bir bakar,<br />

kuvvetli bir pençe atar;<br />

- Bu ne biçim taksim böyle, der.<br />

Sen zalimin işine karışma ki, sana pençe<br />

atmasın. Doyurayım dediği zaman anla<br />

öldürecektir, böyle vahşilerdir onlar. Sonra<br />

tilkiye döner,<br />

- Sen taksim et bakalım, der.<br />

Kurt ölmüştür. Tilki ceylanın tamamını<br />

aslanın önüne sürer;<br />

- Hepsi sultanımındır. Kalırsa nadan<br />

kullarındır, der.<br />

Aslanın hoşuna gider. Şöyle bir güler, sonra<br />

da der ki;<br />

- Sen böyle taksim etmeyi, taksimat yapmayı<br />

nereden öğrendin? Tilki;<br />

- Babam, atam kurttan, der.<br />

Be müslüman sen ne zaman babandan<br />

atandan öğreneceksin? Vahşiler kapını kırdı,<br />

kurtuluş zamanın da gelmeden anneni,<br />

bacılarını hamile, çocuk demedi, çiviyle duvara<br />

çaktı, seyreyledi, kahkaha attı, güldü. Bunları<br />

ne zaman hatırlayacaksın? Allah rızası için altı<br />

tane İsrail, Yahudi çocuğu öldü diye sabahlara<br />

kadar uyku tutmazken, sizin dedeniz, babanız<br />

acaba çivileyenlerden miydi diye sormazlar<br />

mı size? Sorarlar tabii. Allah aklımızı başımıza<br />

versin. Allah hidayet versin. Bizim düştüğümüz<br />

durum, ders almamamızdan kaynaklanıyor.<br />

Atalarımızın çektiği ıstırabı bize anlatmıyorlar.<br />

Anlatanları da bize kötü gösteriyorlar. Çağdaş<br />

değil, cahil cühela gösteriyorlar. Birlikte olmayı<br />

düşünenleri hasım ve insanlığa düşman<br />

gösteriyorlar. Elbette doğruyu söyleyenlere,<br />

elbette doğruya düşman olacaklar. Allah-u<br />

Teala, şöyle buyurur;<br />

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet<br />

يَا أي ُّهَا الن َّا ‏ُس<br />

تَتَمَن َّوْا لِقَاءَ‏ العَدُ ِّو وَاسْألُوا الل َّهَ‏ الْعَافِيَةَ،‏ وَإذَا لَقِيتُمُوهُ‏ ‏ْم<br />

فَاصْبرُِوا<br />

وَأَعِد ُّوا لهَُْم مَا اسْتَطَعْتُ‏ ‏ْم مِ‏ ‏ْن قُو ٍَّة وَمِ‏ ‏ْن رِبَا ‏ِط الخَْيِْل تُرْهِبُوَن بِِه عَدْ‏ َّو الل َِّه<br />

وَعَدُو َّكُمْ‏ وَآخَرِي ‏َن مِ‏ ‏ْن دُوِِ‏ ‏ْم لاَ‏ تَعْلَمُونَهُ‏ ‏ُم الل َّهُ‏ يَعْلَمُهُ‏ ‏ْم وَمَا تُنْفِقُوا مِ‏ ‏ْن شَيْ‏ ‏ٍء<br />

َّف إِلَيْكُ‏ ‏ْم وَأَنْتُ‏ ‏ْم لاَ‏ تُظْلَمُوَن<br />

فيِ‏ سَبِيِل الل َِّه يُوَ‏<br />

ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın<br />

düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan<br />

başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği<br />

diğer düşmanları korkutursunuz. Allah<br />

yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size tam<br />

olarak ödenir. Size zulmedilmez.” 6<br />

Ukbe b. Amir (r.a)’in bildirdiğine göre<br />

Rasulullah (s.a.v) bir gün minberde;<br />

‘“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar<br />

kuvvet hazırlayın’ ayetini okudu ve bilesiniz ki,<br />

kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır.” diye<br />

buyurdu. 7<br />

Rasulullah (s.a.v) o zamanki savunma<br />

silahıyla düşmanınıza karşı hazırlanın,<br />

buyuruyor. Soğuk savaşta kalemiyle, kitabıyla,<br />

propagandasıyla, medyasıyla, muhabbetiyle<br />

tamam da, silahlı mücadelede niye yoksun,<br />

silahlı mücadele yapanlara karşı niye zalimsin<br />

be müslüman? Zaten kuvvet vermiyoruz, dua<br />

da etmeyecek miyiz?<br />

Aslan Mashadov mektubunda şöyle demişti;<br />

“Müslümanlar! Sizden para istemiyoruz,<br />

paramız var. Sizden asker istemiyoruz,<br />

askerimiz var. Sizden silah istemiyoruz,<br />

silahımız var. Müslümanlar! Sizden sadece dua<br />

istiyoruz. Biz cephede sizin ettiğiniz duaların<br />

faziletini ve faydasını görüyoruz. Siz ettiğiniz<br />

dualardan bizi uzak tutmayın…” 8<br />

Sohbetin devamını Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu Hocaefefndinin On Hafta Sohbetleri<br />

Kitabının 4. Cildinden takip edebilirsiniz.<br />

6 Enfal/60.<br />

7 İbn Taberî, Kesir, ilgili ayetin tefsiri.<br />

8 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri, cild,4 s:640-<br />

47.<br />

َ◌<br />

1<br />

32 • Bizbiriz Dergisi


VAZGEÇMEM<br />

Bakarım yere göğe<br />

Aşkı yanar gönüllerde,<br />

Ararım onu her yerde,<br />

Sorarım Allah’ım nerede?<br />

Adını andım her yerde<br />

Vazgeçmem ben Allah’ımdan.<br />

Baktım şu dünyanın işine,<br />

Dönüyor hep tersine,<br />

Akıl ermez dünyanın işine,<br />

Vazgeçmem ben Allah’ımdan.<br />

Geldim yalan dünyada,<br />

Ağladım doğduğum anda,<br />

Anladım doğru, gerçeği,<br />

Vazgeçmem ben Allahımdan<br />

Allah yolunda ölsem,<br />

Kara toprağa girsem,<br />

Allah diye inlesem,<br />

Vazgeçmem ben Allah’ımdan.<br />

Varis-ün Nebi<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Bizbiriz Dergisi • 33


ARAPÇA RABCA’YA<br />

GÖTÜRÜR<br />

اَعُوذُ‏ ِ ِ مِنَ‏ الش‏ يْطَ‏ انِ‏ الرجِ‏ يم<br />

‏ِسْ‏ مِ‏ اللهِ‏ الرحمْ‏ ‏َنِ‏ الرحِيم<br />

طُ‏ وبىَ‏ لَهُ‏ ‏ْم<br />

آنزَلْنَاهُ‏ قُرْ‏ ً آٓ‏ عَرَبِيا لعَلكمُ‏ ْ تَعْقِلُون<br />

“Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an<br />

olarak indirdik.” “İman edenlerve Salih amel<br />

işleyenler,onlar için, mutluluk ve<br />

Bizler Kur’an’ ın dili olan Arapçayı öğrenmek için<br />

güzel bir dönüş yeri vardır.”<br />

çıktık yola… Bizim amacımız derdimiz Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu hocamızın da her zaman<br />

söylediği gibi Rabbimize yaklaştıracak olan<br />

Kur’an’ ın dilini okumak, (Rad diye anlamak, isimlendirilen hayatımıza süre 29. Ayet)<br />

tatbik etmektir. Rabbim sadrımızı genişletsin<br />

dilimizi çözsün ve anlayışımızı kolaylaştırsın<br />

inşallah!<br />

ARAPÇA DA İŞARETLER<br />

BİR AYET<br />

<br />

ا<br />

BİR HADİS<br />

مَا ا‏ نْيَا فيِ‏ آْخِرَةِ‏ اِلا‏ َ َ يَمْشىِ‏ اََ‏ ‏ُدكمُ‏ ْ<br />

اِلىَ‏ الْيمَ‏ ِّ فَاَ‏ دَْلَ‏ اَصْ‏ بَعَهُ‏ فِيهِ‏ فَمَا خَرَ‏ ‏َج<br />

مِنْهُ‏ فَهُوَ‏ ا‏ نْيَا<br />

اَ‏ ‏ِنَ‏ آٓمَنُوا<br />

وَعمَ‏ ‏ِلُوا الص‏ الَِا ‏ِت<br />

وَحُسْ‏ نُ‏ مَآٓبٍ‏<br />

“Ahirete oranla dünyanın<br />

büyüklüğü şu kadardır: biriniz<br />

denize gider parmağını içine<br />

sokar. Oradan çıkardığı bulaşıklığı<br />

kadardır.”<br />

(Ramuz el-Ehadis Hadis No: 4545)<br />

ESRE: Harfin altında konulur ve harfe “ı-i” sesi verir.<br />

ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “e-a” sesi verir.<br />

ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “u-ü” sesi verir.<br />

İKİ ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “en-an” sesi verir.<br />

BİR AYET<br />

شىِ‏ اََدُ‏ كمُ‏ ْ<br />

فَمَا خَرَجَ‏<br />

اَ‏ ‏ِنَ‏ آٓمَنُوا<br />

وَعمَ‏ ‏ِلُوا الص‏ الَِا ‏ِت<br />

وَحُسْ‏ نُ‏ مَآٓبٍ‏<br />

طُ‏ وبىَ‏ لَهُ‏ ‏ْم<br />

Kİ ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “un-ün” sesi verir.<br />

İKİ ESRE: Harfin altın konulur ve harfe “ıh-in” sesi verir.<br />

“İman edenlerve Salih amel<br />

işleyenler,onlar için, mutluluk ve<br />

güzel bir dönüş yeri vardır.”<br />

(Rad diye isimlendirilen süre 29. Ayet)<br />

“Ahirete<br />

büyüklüğ<br />

denize<br />

sokar. Or<br />

kadardır.<br />

‣ ARAP ALFABESİ<br />

28 HARFTEN<br />

OLUŞMAKTADIR<br />

(Ramuz e<br />

34 • Bizbiriz Dergisi


ِ<br />

ِ<br />

تُ‏<br />

‏َفا ‏ح elma<br />

اَلْعَمَلُ‏ جَي َّدْ‏<br />

İşler iyi<br />

عِبَاَر ا ‏ْت ‏َو ‏ْل ‏َم جُ‏<br />

CÜMLELER VE DEYİMLER<br />

‏ْو خَ‏ ‏ٌخ şeftali<br />

بَل َّغْ‏ سَلاَمِي ...<br />

…e selam söyle<br />

تَ‏ ‏ْم<br />

تِ‏<br />

‏ٌر hurma<br />

‏ٌين incir<br />

بَ‏ طّ‏ ي ‏ٌخ karpuz<br />

شمَ‏ ‏ّا ‏ٌم kavun<br />

صَبَاحُ‏ الْخَيْرْ‏<br />

Hayırlısabahlar<br />

مَسَاءُ‏ الْخَيْرْ‏<br />

Hayırlı akşamlar<br />

كَيْفَ‏ حَالُكَ‏ ؟<br />

şeftali ‏ٌخ Nasılsın?<br />

بِخَيرٍ‏ وَ‏ كَيْفَ‏ حَالُكَ‏ اَنْتَ‏ ؟<br />

İyiyim sen nasılsın?<br />

‏ٌر hurma<br />

شٌكْرًا لَكَ‏ \ اَشْكُرُ‏<br />

اَهْلاً‏ وَسَهْلاً‏<br />

Hoş geldin<br />

اِشْتَقْتُ‏ اِلَيْكَ‏<br />

Seni özledim<br />

تَفَض َّلْ‏<br />

Buyur<br />

توتُ‏<br />

‏يمُونlimon<br />

تُ‏<br />

خَ‏<br />

تَ‏ ‏ْم<br />

‏َفا ‏ح elma<br />

‏ْو<br />

اَشْكُرُكَ‏ عَلَى الز ِّيَارَهْ‏<br />

رمان nar<br />

Dut<br />

Ziyaretine teşekkür ederim<br />

Teşekkür ederim<br />

كَيْفَ‏<br />

تِ‏<br />

صِح َّتُكَ‏ ؟<br />

‏ٌين incir<br />

Sıhhatin nasıl?<br />

فيِ‏ اَمَانِ‏ االلهِ‏<br />

Allaha emanet ol<br />

كَيْفَ‏ عَمَلُكَ‏ ؟<br />

İşlerin nasıl?<br />

بَ‏ طّ‏ ي ‏ٌخ karpuz<br />

شمَ‏ ‏ّا ‏ٌم kavun<br />

üzüm<br />

kayısı<br />

‏ُرْتُ‏ ‏َقا ‏ٌل portakal<br />

عِنَ‏ ‏ٌب<br />

مِ‏ ‏ْش ‏ِم ‏ٌش<br />

توتُ‏<br />

‏يمُونlimon<br />

رمان nar<br />

Dut<br />

Bizbiriz Dergisi • 35


tarzlarının asıl sebebi de budur. İslam alimleri,<br />

kendi rûhî-manevî hayatlarına göre, içinde bulundukları<br />

hal ve makama göre tasavvufu tarif<br />

etmişlerdir.<br />

Sûfî ve Tasavvuf kelimelerinin kökü<br />

TASAVVUF<br />

Ali HAYDAR<br />

Tasavvuf tarih boyunca üzerinde çok konuşulan<br />

konulardan biri olmuştur. Her ilim dalı,<br />

her ilim adamı olumlu veya olumsuz tasavvuf<br />

ve tarikatler hakkında yorum yapmış, görüş<br />

beyan etmiştir. Bir kısmı semboller, remizlerle,<br />

aşklı meşkli söylemlerle tasavvufu bir muammaya<br />

dönüştürürken, bir kısmı da tasavvufun<br />

kaynağını İslâm dışı gösterip, İslam inanç<br />

ve hukukuna aykırılıkla, hatta şirkle suçlamıştır.<br />

Bu yazı dizisinde Kur’an-ı Kerim ve hadisler<br />

ışığında, tasavvufun doğuşu, tarihi, tarih boyunca<br />

tasavvuf müktesebatı, bu ilmi hayatlarıyla<br />

anlatan geçmişte ve günümüzdeki ehlinin<br />

ifadeleriyle, itidal üzere anlatılacaktır. Tevfik<br />

Allah’tandır.<br />

Tasavvufun tanımını yaparken “zaahirî ilim”<br />

değil, “batınî bir ilim” olduğunu, “ruhî-tecrübe”,<br />

gönle doğan ilham ve keşiflerle dolu olduğunu,<br />

tekrarlanabilir veya deneyi yapılabilen<br />

“müspet ilim” olmadığını hatırlatmamız gerekir.<br />

Bu özelliğinden dolayı tasavvuf için; “kal<br />

ilmi” değil, “hal ilmi” denir. Onu tanımanın en<br />

sağlam ve gerçekçi yolu, onu tanımlarda aramaktan<br />

ziyade fiilen yaşamaktan ve yaşayanların<br />

tecrübelerini paylaşmaktan geçer. İşte tasavvuf<br />

hakkında konuşurken bu incelikleri dikkate<br />

almamız gerekmektedir. Tasavvuf kitaplarında<br />

rastladığımız farklı anlatımlar ve izah<br />

Sûfî ve tasavvuf kelimeleri Kur’ân ve<br />

hadîslerde zikredilmediği gibi, sahâbe ve<br />

tâbiîn devrinde bilinen kavramlar da değildir.<br />

Rasulullah (s.a.s.) devrine yetişen ve O’nu<br />

görme bahtiyarlığına eren kimselere “sahâbî”<br />

adı verildiğinden o dönemde zühd ve takvâ<br />

ile temâyüz eden şahsiyetlere bir başka ad<br />

verilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Sahabelere<br />

yetişen ikinci nesle de “tâbiîn” dendiğinden<br />

bu isimle anılmak onlara şeref olarak kâfiydi.<br />

“Tebe-i tâbiîn” döneminde iyice genişleyen<br />

İslâm dünyâsında refah seviyesi yükseldikçe<br />

halkın ibâdet ve zühd konularına yönelenlerine<br />

yeni bir takım adlar verilmeye başlandı. Bu<br />

adlar arasında en yaygın olanları âbid, zâhid,<br />

nâsik, bekkâ gibi isimlerdi. Bunların arkasından<br />

hicrî II. asrın ortalarından sonra kullanılmaya<br />

başlayan ve giderek yaygınlaşan kavram<br />

ise “sûfî” kavramıdır. İlk defa “sûfî” lakabıyla<br />

anılan zât, bir rivâyete göre Câbir b. Hayyân<br />

(ö.150/767), bir başka rivâyete göre ise Ebû<br />

Hâşim’dir. Her ikisi de Kûfe’li olan bu zâtların<br />

durumları nazar-ı i’tibâra alındığında “sûfî”<br />

kavramının önce Kûfe ve Basra’da ortaya çıktığı<br />

söylenebilir.<br />

Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin hangi kökten<br />

geldiği konusu ihtilaflıdır. Kuşeyrî ve Hucvirî gibi<br />

bâzı müellifler bu kelimenin Arapça herhangi<br />

bir kelimeden türemiş olmadığını, olsa olsa<br />

câmid bir lakap olabileceğini belirtmektedirler.<br />

Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin Arapça bir kökü<br />

bulunduğunu öne sürenler ise bir kelime<br />

üzerinde ittifak edemeyerek değişik görüşler<br />

öne sürmüşlerdir. Tasavvuf kelimesine kök<br />

olarak öne sürülen başlıca kelimeler şunlardır:<br />

1.Asr-ı saâdetteki ashâb-ı suffenin<br />

suffesinden,<br />

2.Bir çöl bitkisi olan sufâneden,<br />

36 • Bizbiriz Dergisi


3.Duruluk ve temizlik anlamına gelen safa<br />

ve safvetten,<br />

4.Saff-ı evvelden,<br />

5.Kendilerini halka hizmete veren Benu’ssûfeden,<br />

6.Ense saçı ve kıl demek olan sûfetü’lkafâdan,<br />

7.Sıfat kelimesinden,<br />

8.Yunanca hakîm ve filozof anlamına gelen<br />

sofiadan,<br />

9. Yün anlamına<br />

gelen sûftan.<br />

Sûfî kelimesinin Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />

kökü olarak en çok<br />

hüsn-i kabul gören<br />

kelime, yün anlamına gelen Arapça “sûf”tur.<br />

Klâsik tasavvuf yazarlarının ilklerinden olan<br />

Ebû Nasr Serrâc (ö.378/988), peygamberlerin,<br />

evliyâ ve asfıyânın yolu dediği sûf giyme<br />

âdetinden hareketle sûfî kelimesini bu kökten<br />

sayar. İnsanların giydikleri libasa nisbetle isim<br />

almalarının eski bir âdet olduğunu, Îsâ’nın<br />

arkadaşlarının beyazlar giydikleri için “beyaz<br />

libaslı” anlamına “havârîler” adını aldıklarını<br />

belirten Serrâc, sûfîlere de yünlü giydikleri<br />

için sûfî dendiğini; gömlek giyinenin fiili<br />

“tekammesa” ile ifâde edildiği gibi, sûfîlerin<br />

ilmine de “tasavvuf denildiğini anlatmaktadır.<br />

Onun ifâdesine göre sûfîleri, fakihlerin fıkha,<br />

muhaddislerin hadîse, müfessirlerin tefsire<br />

nisbeti gibi kendi hâl ve makamlarından<br />

birine nisbet edip adlandırmak mümkün<br />

değildir. Çünkü hâller ve makamlar pekçok ve<br />

değişken olduğundan sûfînin ad ve lâkabının<br />

devamlı değişmesi gerekir. Bu ise işi iyice<br />

zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.<br />

Klâsik devir müelliflerinden Kelâbâzî, Ebû<br />

Nuaym, Gazzâlî, İbnu’l-Cevzî, Sühreverdî,<br />

İbn Teymiye ve İbn Haldun bu görüşü<br />

benimsemektedir. Müsteşriklerden Nicholson,<br />

Nöldeke, Massignon ve Goldziher ile son devir<br />

mutasavvıflarından Ezher şeyhi Abdulhâlim<br />

Mahmud de bu görüşe katılan âlimlerdendir. 1<br />

Tasavvufun doğuşu<br />

“Tasavvuf, Aklın Mekanının Ruh<br />

Olduğunu Kavramaktır. “<br />

Tasavvufun kaynağının Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v)’e dayandığı ve o kaynaktan<br />

yayılan bir rayiha olduğu, O’nun örnek hayatı ve<br />

bu hususla alakalı sözleri dikkatle incelendiği<br />

takdirde görülecektir. 2<br />

Asr-ı saadette müslümanlar sorunlarını<br />

Rasulullah (s.a.v)’e iletiyor ve cevap<br />

buluyorlardı. Kimi zaman bu sorun vahiyle<br />

cevaplanıyordu. Bu sebeple<br />

çözülmeyen problem, ihtilaf<br />

edilen bir mevzu olmuyordu.<br />

Rasulullah (s.a.v)’in vefatından<br />

sonra ilk iki halife zamanında<br />

da çıkan sorunlar ihtilaflara<br />

meydan vermeden çözüldü.<br />

Lakin Ömer (r.a)’in şehadetiyle<br />

beraber müslümanlar arasındaki fitne kapısı<br />

açıldı. Osman (r.a) zamanında çoğalarak<br />

şehadetiyle son buldu. Ve ondan sonra Cemel<br />

Vak’ası ve Sıffin Savaşı zuhur etmişti. Müminler<br />

üzerinde büyük tesirler ve acı hatıralar bırakan<br />

bu iç savaşlar en çok akaid problemlerinin<br />

ortaya çıkmasına sebep olmuştu.<br />

Öte yandan hicrî birinci asrın sonlarında<br />

Suriye, Mısır, İran, Irak gibi büyük ülkelerin<br />

İslâm topraklarının sınırlarına dahil edilmesiyle<br />

müminler çok değişik inançlarla karşılaşmışlar,<br />

doğu ve batı felsefesiyle yüzleşmek<br />

durumunda kalmışlardı. Sürekli devam eden<br />

fetihler sayesinde ganimetler alınmış, refah<br />

ve zenginlik artarak müslümanların hayat<br />

standardı yükselmişti. Böylece Rasulullah<br />

Devri’nde görülmeyen, bir anlamda lüks<br />

sayılabilecek bir hayat tarzı ve telakkisi ortaya<br />

çıkmıştı. Bu, şimdiki neslin aksine o günkü<br />

neslin hiç de alışık olmadığı bir durumdu.<br />

Hicrî II. asırda ortaya çıkan bu dünyevîleşme,<br />

maddeye bağlanma, sünnetten uzaklaşma,<br />

bid’atlerin ortaya çıkması ve dine karşı bir<br />

derece lâkaytlık, zühd ve takvaya önem veren<br />

1<br />

2 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara Üniv. İlahiyat<br />

Fak. Vakfı Yay (İFAV)., İstanbul 2001, VI. Basım, s. 59.<br />

Bizbiriz Dergisi • 37


müminleri rahatsız etti. Onlar, kendilerini ilme,<br />

ibadete verdiler. Zühd ve takvaya bürünerek<br />

gayet sade bir hayat yaşadılar. Hicrî birinci-ikinci<br />

asırda yaşayan bu zahidlerin dönemine “zühd<br />

dönemi” adı verildi. Bu dönem, tasavvufun<br />

özünü ve başlangıcını oluşturuyordu.<br />

Rasulullah (s.a.s)’ın ve Hulefa-i Raşidîn’in<br />

hayatında zühd, takva, sabır, tevekkül,<br />

cömertlik, feragat şeklinde yaşandığını<br />

gördüğümüz ruhani ve manevi hayatın<br />

sahabiler tarafından benimsendiğini ve en<br />

güzel örneklerinin onlar tarafından yaşandığını<br />

görüyoruz.<br />

binip, aşk-muhabbet refrefiyle huzur-u İlahi’ye<br />

varır, hakkın tecellilerine mazhar olur.<br />

Ey huzura kavuşmuş nefis!<br />

Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut<br />

olarak Rabbine dön.<br />

(Seçkin) kullarım arasına katıl,<br />

Ve cennetime gir. 6<br />

Allah-u Teala itmi’nana ermiş, razı olduğu<br />

ve razı ettiği kuluna, kendisine dönmesini,<br />

katında kadri yüce, tarafından dost ve veli<br />

olarak seçilmiş arif-i billah kullarının arasına<br />

Tasavvuf,<br />

Gözün görmediğini akılla görmeye çalışmaktır.<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Sufi ve tasavvuf kavramlarının kullanılmaya<br />

ve ilk sufi adlarının duyulmaya başladığı hicri<br />

II. asrın sonundan, tarikatların ortaya çıktığı<br />

devre kadar olan üç, üç-buçuk asırlık dönem,<br />

Tasavvufun İkinci Dönemidir. Tasavvuf bu<br />

dönemde müessese haline gelmiş ve Cüneyd<br />

Bağdadî, Bayezid Bestamî, Gazalî gibi büyük<br />

sufi ve mutasavvıflar bu dönemde yetişmiştir. 3<br />

Ve Tasavvufun Üçüncü Dönemi; tasavvuf<br />

müesseselerinin temsilcisi diyebileceğimiz<br />

tarikatların ortaya çıkarak sosyal hayatın bir<br />

parçası haline geldiği VI/XI. asırdan başlayarak,<br />

günümüze kadar devam eden dönemdir. 4<br />

Tasavvufun Kaynağı<br />

Tasavvufun kaynağı elbette Kur’an-ı Kerim<br />

ve Rasulullah (s.a.v)’in fiili-kavli sünnetidir.<br />

Allah-u Teala:<br />

“Rûhumdan ona üfledim” 5 buyruğuyla<br />

insanın ruhuyla yüceleceğini bildirmiştir.<br />

İnsanın cevheri ruhtur. Beden onun şu sebepler<br />

dünyasında sadece bineğidir. Ruh akıl burağına<br />

3-Mustafa Kara, Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve<br />

Zaviyeler, Dergah Yay., İstanbul 1990, III. Basım, s. 29.<br />

4- Mustafa Aşkar, Tasavvuf Tarihi Literatürü, T.C. Kültür<br />

Bakanlığı Yay., Ankara 2001, s. 15.<br />

5- Hicr/29.<br />

girmesini emretmektedir. Bu ayet-i celile nefsin<br />

ulaşacağı son noktayı belirlerken, bunun<br />

Allah’ın kendisi için seçtiği has kullarının,<br />

mana sultanlarının arasına karışmakla, onların<br />

haliyle hemhal olmakla gerçekleşeceğini ifade<br />

etmektedir. Tasavvuf büyükleri, tasavvufun<br />

“esfel-i safilin”de hayvan sıfatında olan insanı,<br />

“ahsen-i takvim”e ruh sıfatına ulaştırmaktadır,<br />

der.<br />

Ebu Hüreyre (r.a.)’in rivayet ettiği hadise<br />

göre bir gün Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bir<br />

yerde oturuyordu. Yanına biri gelip ona;<br />

– İman nedir, diye sordu. Efendimiz:<br />

– İman; Allah’a, Meleklerine, Allah’a<br />

kavuşmaya, peygamberlerine ve öldükten<br />

sonra dirilmeye inanmaktır, cevabını verdi. O<br />

kişi:<br />

– İslâm nedir, diye sordu. Efendimiz s.a.v:<br />

– İslâm; Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi O’na<br />

ortak koşmamak, namazı ikame ve zekâtı eda<br />

etmek, Ramazanda da oruç tutmaktır, dedi.<br />

Sonra o kişi:<br />

– Peki ihsan nedir, diye sordu. Efendimiz:<br />

6- Fecr/27-29<br />

38 • Bizbiriz Dergisi


– Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet<br />

etmendir. Eğer sen Allah’ı görmüyorsan da<br />

şüphesiz O seni görmektedir, buyurdu.<br />

Bu kişinin soruları ve rahat tavrı karşısında<br />

şaşkınlık içinde kalan sahabeye dönen Hz.<br />

Peygamber s.a.v. Efendimiz;<br />

– Bu kişi Cibril idi. Size dininizi öğretmeye<br />

geldi, buyurdu. 7<br />

Bu hadis, “iman”, “İslâm” ve “ihsan” kelimelerini<br />

hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde<br />

tanımlamaktadır. Buna göre iman, Kur’an ve<br />

Sünnet’te emredilen temel inanç konularına<br />

tam manasıyla iman etmektir.<br />

İslâm, her müslümanın mükellef olduğu<br />

ibadet şartlarını yerine getirmektir.<br />

İhsan ise, iman ve İslâmı her an Allah-u<br />

Teala’nın huzurundaymışız gibi yaşamaktır. Bu,<br />

tasavvufun özüdür. İmanı, ihsanla anlamak,<br />

İslam’ı ihsanla yaşamak. Tasavvuf, Rasulullah<br />

(s.a.v)’in dosdoğru yolu sünnetinin batın yani<br />

içsel yönüdür, madde-mana bütünlüğüdür.<br />

Meşayih-i kirama göre taharet, abdest, namaz,<br />

oruç, rızık, israf, merhamet, zulüm terim ve dış<br />

manasından daha derin, insanda bu hasletleri<br />

meleke haline getiren, kişinin bireysel ve<br />

toplumsal olarak huzurunu sağlayan birer<br />

iç dinamiklerdir. Nitekim çağımız tasavvuf<br />

büyüklerinden Abdulah Murad Şükrüoğlu<br />

Hocaefendi’nin sadrından satıra döktüğü<br />

dizelerinde şöyle der;<br />

Taharet; TAHARETİN HAKİKATİ; KALBİNİ<br />

MÜSLÜMANLAR HAKKINDAKİ KÖTÜ<br />

FİKİRLERDEN TEMİZLEMEKTİR.<br />

Abdest; HAK ABDESTİ; BATILDAN,<br />

HURAFELERDEN, KUR’AN’LA VE SÜNNETLE<br />

ARINMAKTIR.<br />

GÜL DEREN GÜLDE KUSURA BAKMAZ.<br />

DOST İSTEYEN DOSTTA KUSURA BAKMAZ.<br />

HAK ABDESTİ ALMADAN NAMAZ OLMAZ.<br />

7- Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1.<br />

KUSURLA GELEN KUSURLA GİDER.<br />

Rızık; RIZIK EVVELEN İMANDIR.<br />

BİZİ İMANLA RIZIKLANDIRAN MEVLAY-I<br />

ZÜ’L-CELAL’E,<br />

NE KADAR HAMDETSEK AZDIR.<br />

İsraf; İSRAF; HUZURDAN ÇIKMAK.<br />

RIZIK; HUZURDA KALMAKTIR. 8<br />

‘Tasavvuf aklı yok saymak, irade ve hürriyyeti<br />

kişinin elinden alıp, şeyh efendilerin eline<br />

vermektir’diyerek, tasavvufun İslam’a aykırı<br />

olduğu, şirk unsurları taşıdığı gerekçesiyle her<br />

devirde tasavvuf karşıtları tarafından bu ilim<br />

tenkit edilmiştir. Tarihten ve günümüzden<br />

çok çeşitli ilim alanlarında temayüz etmiş bir<br />

kısım ilim ehlinin ve tabii ki Allah’ın veli kulları<br />

olan şeyh efendilerin tasavvuf hakkındaki<br />

düşünceleri şunlardır.<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu:<br />

Tasavvuf, gözün görmediğini akılla görmeye<br />

çalışmaktır.<br />

Tasavvuf, aklın mekanının ruh olduğunu<br />

kavramaktır. 9<br />

Şeriat; haramlardan uzak durmaktır. Tarikat;<br />

şüpheli şeylerden uzak durmaktır. Marifet;<br />

mübahlardan uzak durmaktır. Hakikat; helallerden<br />

uzak durmaktır. 10<br />

İmam Malik: “Tasavvuf bilmeyen fakih fasık,<br />

tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zındık<br />

olur. Bu ikisini birleştiren eden ise hakikate<br />

ulaşır.” 11<br />

İmam Şafiî: “Sufiyye ile sohbetim esnasında<br />

kendilerinden üç şey istifade ettim:<br />

1.Zaman bir kılıçtır, sen onu kullanmazsan,<br />

o seni keser.<br />

8-Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar.<br />

9- Abdullah Murad şükrüoğlu, Sadırdan Satıra İlahiler .<br />

10- Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri cild;4.<br />

11- Fıkh-ı Maliki şerhi cild 2; s,195 Abdü’l-Baki ez-Zerkanî<br />

ve Aliyyü’l-Kâri, c 1;s,33.<br />

Bizbiriz Dergisi • 39


2.Kendini hakla meşgul etmezsen, batıl seni<br />

istila eder.<br />

3. Kendine hiçbir varlık isnad etmemek,<br />

erbab-ı ismetten olmak demektir”. 12<br />

Ahmed İbni Hanbel: “Sufîlerle sohbeti<br />

tavsiye ederim. Onlar ilimleriyle, murakabeden<br />

edindikleri feyz ile Allah korkusunu hakkıyla<br />

tanımalarıyla ve halkın mesavi ve abeslerinden<br />

uzak kalmakla ve yüce himmet olmalarıyla bizi<br />

geçmişlerdir”. 13<br />

İbni Teymiye: Tasavvuf şeyhleri daima ilme<br />

ve şeriate uyulmasını mensuplarına tavsiye<br />

etmişlerdir. 14<br />

Seyyid Kutub: Yüce Allah’ın kullarından<br />

herhangi birine yönelik sevgisi, ifadenin<br />

vasfedemeyeceği bir olay olunca; kullarından<br />

birinin O’na yönelik sevgisi de zaman zaman<br />

sevenlerin sözlerinde örneklerini görmekle<br />

beraber, ifade ve tasvir edebilmesi son<br />

derece güç bir olaydır. İşte gerçek tasavvuf<br />

adamlarının yükseldiği kapı burasıdır. Ancak<br />

bunlar da, tasavvuf kisvesine bürünen ve uzun<br />

tarihlerinden bilinen bu, topluluğun içinde<br />

son derece azdırlar- Rabia el-Adeviye’nin şu<br />

beyitleri hâlâ o eşsiz sevginin gerçek tadını<br />

duygularıma taşımaktadır... 15<br />

Said Nursi: Merkez-i Hilafet olan İstanbul’u<br />

beşyüz elli sene bütün âlem-i Hristiyaniyenin<br />

karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beşyüz<br />

yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i<br />

İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i<br />

istinadı, o büyük câmilerin arkalarındaki<br />

tekyelerde “Allah Allah!” diyenlerin kuvvet-i<br />

imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen<br />

bir muhabbet-i ruhanî ile cûş u huruşlarıdır.<br />

İşte ey akılsız hamiyet-füruşlar ve sahtekâr<br />

milliyetperverler! Tarîkatın, hayat-ı<br />

12-Celalüddin-i Suyûtî’nin “Te’yidü’l-Hakikati’l-Aliyye”<br />

s,15ı; Şeyh Emin Kürhî’nin “Tenvîru’l-Kulûb”.<br />

13-Allame Muhammed Sifarinî, “Gızau’l-Elbab li Şerhi<br />

Manzûmeti’l-Adab”, c 1;s,120.<br />

14-Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 8<br />

[2007], sayı: 19;Tiblavi Mahmud Sad “İbn-i Teymiyede<br />

Tasavvuf”.<br />

15-Fi-Zilali’l-Kur’anMaide suresi 54–56. ayetlerin tefsiri.<br />

içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi<br />

seyyiatlardır, söyleyiniz? 16<br />

Ömer Nasuhi Bilmen: “Tasavvuf: şeriatin<br />

edep kuralları ile zahiren ve batınen<br />

süslenmenin neticesi olarak insanda tecelli<br />

eden feyzin kemalatı olan bir haldir.” 17<br />

Hasan el-Benna: “Bizim ahlakımız sufi<br />

ahlakıdır.” 18<br />

Bu görüşlerden anlaşılacağı üzere tasavvuf<br />

geçmişteki misyonunu bugün de devam<br />

ettirmelidir. Maddeciliğin, menfaatperestliğin,<br />

bananeciliğin zirveye ulaştığı günümüz<br />

insanların mana erlerinin, Allah’ın velilerinin<br />

cihandan engin merhametleri gönüllerine,<br />

yardım ellerine çok ihtiyacı var. Güzel<br />

ahlakın, ulvi erdemlerin hiçe sayılmasına<br />

dur diyecek, kafalardaki şüpheleri izale<br />

edecek hikmetli dillere aç insanlık. Modern<br />

insan kişilik bozukluğu içinde, varlığının<br />

sebebini kaybetmiş, hissiyatı azalmış, adeta<br />

canavarlaşmış. Müslüman adalet, hak, hukuk,<br />

eşitlik, paylaşım, saygı, cömertlik, emeğe saygı,<br />

yapılanı takdir etme gibi temel ahlâkî ilkeleri<br />

unutmuş.<br />

Bizim zalimler sağlam-çürük aramazlar.<br />

Eline güç verin bir tane müslümana<br />

acımazlar. 19 Mürşid-i Kamil Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu Hocamızın beyitlerinde ifadesini<br />

bulduğu gibi mazluma karşı acımasız, zalime ise<br />

suskun müslüman. Yeniden erdemli bir toplum<br />

için, asr-ı saadet huzurunu yakalayabilmek<br />

için tasavvufun güzel ahlak, irfan, aşk yoluna,<br />

mana aleminin sultanlarına, hak ve hakikat<br />

mürşid-i kamillere her zamankinden daha çok<br />

ihtiyacımız var.<br />

16- Risale v.1.0 Mektubat s 443 444-446.<br />

17 Muvazzah İlmi Kelam s.59–60–61.<br />

18 İhvan-ı Müslimin’de Eğitim ve Teşkilatlanma Siyaseti<br />

-Abdulhalim Mahmud.<br />

19 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra<br />

Damlalar.<br />

40 • Bizbiriz Dergisi


ِ<br />

SİYER<br />

SİYER-I NEBİ<br />

‏ِنَ‏ آٓتَيْنَاهمُ‏ ُ الْكِتَابَ‏ يَعْرِفُونَهُ‏ <br />

آبْنَ‏ ءاَ‏ همُ‏ ْ وَا ن‏ فَرِيقاً‏ مِ‏ نهْ‏ ‏ُمْ‏ لَيَكْتُمُونَ‏<br />

<br />

الْحَق‏ وَ‏ همُ‏ ْ يَعْلَمُونَ‏<br />

آوَ‏ مَن كاَ‏ نَ‏ مَيْتًا فَأحْ‏ يَيْنَاهُ‏ وَجَعَلْنَا <br />

نُورً‏ ا يَمْشيِ‏ بِهِ‏ فيِ‏ الناسِ‏ كمَ‏ ‏َنْ‏ ‏َمثَ‏<br />

الظ‏ لُمَاتِ‏ لَيْسَ‏ بخِ‏ ‏َارِجٍ‏ ‏ِم نهْ‏ ‏َا كَذَ‏<br />

لِلْكاَ‏ فِرِنَ‏ مَا كاَ‏ نُوا يَعْمَلُو ‏َن<br />

‏َن<br />

لَقَدْ‏ كاَ‏ نَ‏ لَكمُ‏ ْ فيِ‏ رَسُ‏ و لِ‏ ا‏ ِ آسْ‏ وَةٌ‏<br />

َ حَسنَةٌ‏ ِ لّ‏ مَن كاَ‏ نَ‏ ‏َرْجُو ا‏ َ وَالْيَوْمَ‏ ْ ا‏ ‏ٓخِرَ‏ وَذَكَرَ‏<br />

ا‏ َ كَثِيرًا<br />

قُلْ‏ ا نْ‏ كُنْ‏ تمُ‏ ْ تحُ‏ ‏ِبونَ‏ ا‏ َ فَاتبِعُونيِ‏<br />

يحُ‏ ‏ْبِبْكمُ‏ ُ ا‏ ُ وَيَغْفِرْ‏ لَكمُ‏ ْ ذُنُوَكمُ‏ ْ وَا‏ ُ غَفُورٌ‏<br />

رحِيمٌ‏<br />

müzü yansıtmakta. Hayat veren, kuvvete geti-<br />

َ َ يَعْرِفُونَ‏<br />

اَ‏ <br />

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi),<br />

ُ َ çocuklarını tanır gibi tanırlar.<br />

Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri<br />

halde ‏ِفي gerçeği ُ ُ gizlerler.” 1<br />

Bugün de insanlık tıpkı 1400 yıl evvelinde<br />

olduğu زُّ‏ gibi َ ِ kurtarıcısını kendi öz evladı gibi<br />

tanımakta ve yine bir kısmı doğruyu gördükleri<br />

halde türlü sebeplerle gerçeklerden gizlenmekte.<br />

Şüphesiz günümüzde Müslümanların<br />

görünen çokluklarına rağmen anlayış ve yaşayış<br />

noktasında ki eksiklikler Habibi Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v) ve O’nun örnekliğine<br />

olan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Nebi Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v)’in hayatını konu edinmiş<br />

Siyer ilmine gösterilen rağbet yüzeysel ve<br />

ezberdeyken,duyulan saygıysa gelenek halini<br />

almış durumda. Halbuki Efendimiz (s.a.v)’i bu<br />

şekilde bilmek, O’na karşı cahil kalmak demektir,<br />

zulmetmektir.<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Hocaefendi’nin, ‘İslam yaşamdır, geriye kalan<br />

masaldır’ sözü ne kadar da hakikatli ve günü-<br />

1 -Bakara diye meşhur sure/ 146.<br />

ren, yolumuzu düzleştirip, sağlamlaştıran gerçeğimizden<br />

uzaklaştıkça masallarda kaldık,<br />

korktuk ve uyuduk.<br />

Bizler masallardan sıyrılıp hakikate ererek<br />

O’nu tanımak ve yaşamak adına başladığımız<br />

bu köşede gelin işe Rasulullah (s.a.v)’in<br />

doğduğu zamanları tanımakla başlayalım.<br />

Atası İbrahim (a.s)’ın duası, kardeşi İsa (a.s)’ın<br />

müjdesi, annesi Amine’nin rüyası, ümmetin<br />

hasreti olan Son Nebi Muhammed Mustafa<br />

(s.a.v) ‘eski dünya olarak bilinen Asya, Avrupa<br />

ve Afrika kıtalarının ortasında yer alan Arabistan<br />

Yarımadası’nın batısındaki Hicaz Bölgesinde<br />

Mekke şehrinde dünyaya geldi.’ 2 Dünyanın<br />

dört bir yanından coşkun ve hırçın bir su gibi<br />

bataklaşan bu hal soyu Hz. İbrahim (r.a)’ a dayanan<br />

bu beldede çoğalmıştı, insanlık unutulmuş,<br />

zulüm kol geziyordu. Mazlumlar kan ağlaya<br />

dursun zalimler zulmünden utanmıyordu.<br />

Can, mal, namus güvenliği yoktu. Sadece<br />

güçlülerin haklı olduğu, kimsenin kimseye hesap<br />

sormaya gücünün yetmediği bir dünya…<br />

İnsanlık bunalmış, ruhlar hasta. Sapkınlıkların,<br />

azgınlıkların, yanlışlıkların zirve yaptığı cahiliye<br />

devri denilen bu zamanları Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu ne de güzel anlatıyor;<br />

Vahşet doluydu dünya,<br />

2-Casim Avcı, Son Peygamber Hz. Muhammed, İsam 2007,<br />

s.17<br />

Bizbiriz Dergisi • 41


ِ<br />

ِ<br />

ِ<br />

َ َ يَعْرِفُونَ‏<br />

ُ َ<br />

ُ ُ ‏ِفي<br />

Tapıyordu hayvana, puta,<br />

Sevinen iblisti buna,<br />

Doğmamıştı İslam daha.<br />

“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar<br />

arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz<br />

kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış,<br />

bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu<br />

gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları<br />

çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.” 3<br />

Yapılan bütün kötülükleri güzel, çirkinlikleri<br />

süslü saymaktaydılar. Bu öldürücü karanlık,<br />

Hz. Adem’in arş-ı ala’ da gördüğü 4 , her şeyden<br />

evvel Allah’ın kendi nurundan yarattığını<br />

bildirdiği 5 Ahmedi Nur ile dirilmeyi, Alemlerin<br />

Efendisini bekliyordu. Bu muazzam olayın<br />

gerçekleştiği gün ferahlatıcı bir sabah, batması<br />

mümkün olmayan bir güneşle aydınlanırken,<br />

dünyada meydana gelen harikulade olaylar batılın<br />

zail olacağını ve dengelerin değişeceğini<br />

müjdeler gibiydi. Bu mübarek zamanda Save<br />

gölü kurumuş, Semave deresi taşmış, Mecusilerin<br />

bin yıldır yaktıkları ateş sönmüş, Kisra sarayının<br />

burçları yıkılmıştı. Hakikatte ise; yıkılan,<br />

Kisraların sarayı değil, dünyayı zulümle yöneten<br />

üç büyük güç olan İran’ın ihtişamı, Bizans’ın saltanatı<br />

ve Çin’in azametiydi. Sönen ateş, Mecusilerin<br />

tapınaklarında ki ateş değil, dünyada ki<br />

küfür ve dinsizliği körükleyen alevlerdi. Kuruyan<br />

Save gölü değil, putperest inancın saçmalığı,<br />

zerdüştlüğün zorbalığı ve zalimlerin süslü<br />

görünen halleriydi. 6 Hayat bulduran bu aydınlık<br />

ve temizlenme gelen Nur-u Muhammed<br />

(s.a.v)’in hürmetine başlamış, insanlığın boşluğunu<br />

dolduracak tevhit canlanmıştı.<br />

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü<br />

umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için<br />

3-En’am diye meşhur sure, 122.<br />

4-Kastalani, Mevahibü’lLedünniye, c.1, s.6.<br />

5- İmam Şibli, Peygamberimizin Hayatı, Timaş 2008, s.83.<br />

6-hzab diye meşhur sure, 21.<br />

اَ‏ <br />

ُ ُ ‏ِفي<br />

َ ْ َ ْ َ<br />

نُورً‏ ا يَمْشيِ‏ بِهِ‏ فيِ‏ الناسِ‏ كمَ‏ ‏َنْ‏ ‏َمثَ‏<br />

الظ‏ لُمَاتِ‏ لَيْسَ‏ بخِ‏ ‏َارِجٍ‏ ‏ِم نهْ‏ ‏َا كَذَ‏<br />

لِلْكاَ‏ فِرِنَ‏ مَا كاَ‏ نُوا يَعْمَلُو ‏َن<br />

ِ َ زُّ‏ ‏َن<br />

لَقَدْ‏ كاَ‏ نَ‏ لَكمُ‏ ْ فيِ‏ رَسُ‏ و لِ‏ ا‏ ِ آسْ‏ وَةٌ‏<br />

َ حَسنَةٌ‏ ِ لّ‏ مَن كاَ‏ نَ‏ ‏َرْجُو ا‏ َ وَالْيَوْمَ‏ ْ ا‏ ‏ٓخِرَ‏ وَذَكَرَ‏<br />

الْكِتَابَ‏ يَعْرِفُونَهُ‏ <br />

آٓتَيْنَاهمُ‏ ُ كَثِيرًا<br />

‏ِنَ‏ ا‏ َ<br />

آبْنَ‏ ءاَ‏ همُ‏ ْ وَا ن‏ فَرِيقاً‏ مِ‏ نهْ‏ ‏ُمْ‏ لَيَكْتُمُونَ‏<br />

قُلْ‏ ا نْ‏ كُنْ‏ تمُ‏ ْ تحُ‏ ‏ِبونَ‏ ا‏ َ فَاتبِعُونيِ‏<br />

يَعْلَمُونَ‏ غَفُورٌ‏<br />

يحُ‏ ‏ْبِبْكمُ‏ ُ ا‏ ُ وَيَغْفِرْ‏ لَكمُ‏ ْ الْحَق‏ ذُنُوَكمُ‏ ْ وَ‏ همُ‏ ْ وَا‏ ُ<br />

آوَ‏ مَن كاَ‏ نَ‏ رحِيمٌ‏ مَيْتًا فَأحْ‏ يَيْنَاهُ‏ وَجَعَلْنَا <br />

نُورً‏ ا يَمْشيِ‏ بِهِ‏ فيِ‏ الناسِ‏ كمَ‏ ‏َنْ‏ ‏َمثَ‏<br />

الظ‏ لُمَاتِ‏ لَيْسَ‏ بخِ‏ ‏َارِجٍ‏ ‏ِم نهْ‏ ‏َا كَذَ‏<br />

لِلْكاَ‏ فِرِنَ‏ مَا كاَ‏ نُوا يَعْمَلُو ‏َن<br />

َ َ يَعْرِفُونَ‏<br />

Allah’ın Resulü’ nde güzel bir örnek vardır.” 7<br />

Tevhidin habercisi, Nebi Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v) Rabbimiz tarafından ‘üsve-i hasene’<br />

yani en güzel örnek olarak gösterilmiştir.<br />

Bu üstünlükleriyle Muhammed Mustafa (s.a.v)<br />

yaklaşık on beş asırdır sadece kendisine inanmaları<br />

dolayısıyla Müslümanların değil, amaçladığı<br />

toplumun ُ َ<br />

yaşarken gerçekleştiğini görerek<br />

tarihin başarıya ulaşmış en etkin kişisi olarak<br />

kabul edilmiş, tarihi ve islam medeniyeti-<br />

ُ ُ ‏ِفي<br />

ni şekillendirerek müslüman olmayanlarında<br />

ِ َ زُّ‏<br />

bir şekilde ilgi duyduğu üstün bir şahsiyet olarak<br />

örnekleşmiştir. Herkes için örnek teşkil eden<br />

bu hayatı daha iyi anlamak, Onun ile anılmak,<br />

Onun ile yaşamak, Onun ile yaşatmak adına bütün<br />

çabamız.<br />

Allah-u Teala şöyle buyuruyor;<br />

“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana<br />

uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı ba-<br />

‏َن<br />

ğışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” <br />

Biz bundan dolayı her işimizi O (s.a.v)’e<br />

göre düzenlememiz gerektiğini söylüyoruz. Biz<br />

bunu Rabbimizin emri olarak almazsak, Rasu-<br />

7-“Hatem; Asım kıraatinde “ta”nın fethiyle, mütebakisinde<br />

kesriyle okunur. Kesr ile “hatim”, ism-i fail olup, hatmeden,<br />

nihayete erdiren, yahut mühürleyen demek olur. Feth ile<br />

“hatem” de, ismi alet olup, mühür demektir. Yani Muhammed<br />

Resulullah, hem peygamberleri hitama erdiren son<br />

peygamberdir, ahir’ül enbiyadır; hem de bütün peygamberleri<br />

tasdik ve tevsik eden ilahi bir mühürdür. Eğer o gelmese<br />

idi, diğer peygamberler unutulup gidecek, tarihte onların<br />

mevcudiyetlerini ve nübüvvetlerinin hakkıyyetini ilmen isbat<br />

etmek mümkün olmayacaktı. Nübüvveti Muhammediye<br />

ile beşeriyyet, din nokta-i nazarından tekamül gayesine<br />

ermiştir. Ondan sonra başka peygamber beklememeli, nur-ı<br />

Muhammediyi takip eylemelidir”. Bkz. Elmalılı Tefsiri, V, 3906.<br />

اَ‏ <br />

لَقَدْ‏ كاَ‏ نَ‏ لَكمُ‏ ْ فيِ‏ رَسُ‏ و لِ‏ ا‏ ِ آسْ‏ وَةٌ‏<br />

َ حَسنَةٌ‏ ِ لّ‏ مَن كاَ‏ نَ‏ ‏َرْجُو ا‏ َ وَالْيَوْمَ‏ ْ ا‏ ‏ٓخِرَ‏ وَذَكَرَ‏<br />

ا‏ َ كَثِيرًا<br />

نْ‏ كُنْ‏ تمُ‏ ْ تحُ‏ ‏ِبونَ‏ ا‏ َ فَاتبِعُونيِ‏<br />

قُلْ‏ ا<br />

يحُ‏ ‏ْبِبْكمُ‏ ُ ا‏ ُ وَيَغْفِرْ‏ لَكمُ‏ ْ ذُنُوَكمُ‏ ْ وَا‏ ُ غَفُورٌ‏<br />

رحِيمٌ‏<br />

‏ِنَ‏ آٓتَيْنَاهمُ‏ ُ الْكِتَابَ‏ يَعْرِفُونَهُ‏ <br />

آبْنَ‏ ءاَ‏ همُ‏ ْ وَا ن‏ فَرِيقاً‏ مِ‏ نهْ‏ ‏ُمْ‏ لَيَكْتُمُونَ‏<br />

<br />

الْحَق‏ وَ‏ همُ‏ ْ يَعْلَمُونَ‏<br />

آوَ‏ مَن كاَ‏ نَ‏ مَيْتًا فَأحْ‏ يَيْنَاهُ‏ وَجَعَلْنَا <br />

نُورً‏ ا يَمْشيِ‏ بِهِ‏ فيِ‏ الناسِ‏ كمَ‏ ‏َنْ‏ ‏َمثَ‏<br />

الظ‏ لُمَاتِ‏ لَيْسَ‏ بخِ‏ ‏َارِجٍ‏ ‏ِم نهْ‏ ‏َا كَذَ‏<br />

لِلْكاَ‏ فِرِنَ‏ مَا كاَ‏ نُوا يَعْمَلُو ‏َن<br />

ِ َ زُّ‏ ‏َن<br />

لَقَدْ‏ كاَ‏ نَ‏ لَكمُ‏ ْ فيِ‏ رَسُ‏ و لِ‏ ا‏ ِ آسْ‏ وَةٌ‏<br />

َ حَسنَةٌ‏ ِ لّ‏ مَن كاَ‏ نَ‏ ‏َرْجُو ا‏ َ وَالْيَوْمَ‏ ْ ا‏ ‏ٓخِرَ‏ وَذَكَرَ‏<br />

ا‏ َ كَثِيرًا<br />

قُلْ‏ ا نْ‏ كُنْ‏ تمُ‏ ْ تحُ‏ ‏ِبونَ‏ ا‏ َ فَاتبِعُونيِ‏<br />

يحُ‏ ‏ْبِبْكمُ‏ ُ ا‏ ُ وَيَغْفِرْ‏ لَكمُ‏ ْ ذُنُوَكمُ‏ ْ وَا‏ ُ غَفُورٌ‏<br />

رحِيمٌ‏<br />

42 • Bizbiriz Dergisi


lullah (s.a.v)’e itaatin Allah’a itaat olduğunun<br />

şuuruna varmazsak O (s.a.v)’e danışmayız. İnsanoğlu<br />

kendi kıt aklının erdiğince danışacak<br />

bir yer bulur. Ama bilesiniz ki Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v)’e uymayan işlerin sonu hep hüsran<br />

olur.<br />

RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİ<br />

Bu kısımda ‘Allah’a ve ahiret gününe<br />

ümit besleyip de Allah’ı çok anan kimseler’<br />

olma azmi ile yola çıkanları asırlar öncesinin<br />

‘güzel örneği’ ile irtibatlandırarak güzel insan<br />

olma yolunu aralamaya bakacağız.<br />

Şemail, -şimal- kelimesinin çoğulu olup<br />

huy, tabiat, karakter, hal, hareket anlamındadır.<br />

İslam alimleri bu kelimenin geniş manasını<br />

daha da özelleştirerek Muhammed Mustafa<br />

(s.a.v)’ in beşeri yönünü, yaşama üslubunu<br />

ve şahsi hayatını anlatan bir terim haline getirmişlerdir.<br />

Kendi cahiliyemizden sıyrılıp Asr-ı saadetten<br />

nefeslenme yolunda ki bu rol modelimiz<br />

Hz. Muhammed (s.a.v) Kur’an-ı Kerim’de “…<br />

Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.”<br />

Şeklinde anlatılmaktadır. Bu ayet-i kerimede<br />

kullanılan tabir ‘Hatemü’n Nebiyyin’dir.’ <br />

Allah-u Teala bir yandan Muhammed Mustafa<br />

(s.a.v)’in ‘peygamberlerin mührü’ olduğunu,<br />

O’ndan sonra artık bir peygamber göndermeyeceğinin<br />

bilgisini kesin bir şekilde verirken,<br />

‘mühür ’ün eserini mübarek vücutlarında da<br />

tecelli ettirmiş bulunmaktadır.<br />

Bu tecelli ünlü muhaddis Hakim(405/<br />

1014)’ den gelen bir rivayette şöyle aktarılmıştır;<br />

“…Allah hiçbir peygamber göndermemiştir<br />

ki, onun sağ elinde Peygamberlik beni<br />

(şamet’ünnübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim<br />

peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam<br />

bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira<br />

O’nun peygamberlik beni, (sağ elinde değil)<br />

kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz<br />

(S.a.v)’e bu durum sorulunca; “Kürek kemiklerim<br />

arasında bulunan bu ben, benden önceki<br />

Peygamberlerin beni gibidir. Ne var ki, artık<br />

benden sonra bir daha nebi ve resul gelmeyecektir.”<br />

Nübüvvet mührü ile ilgili birkaç hadise<br />

daha bakarsak;<br />

Cabir b. Semüre anlatıyor;<br />

“Ben, Rasulullah Efendimiz’ in kürek kemikleri<br />

arasında bulunan Nübüvvet mührü’nü<br />

gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde<br />

kırmızımtırak bir yumru idi.”<br />

Ebu ZeydAmr b. Ahtab el- Ensari anlatıyor;<br />

“Peygamber Efendimiz bana; “Ya Eba-<br />

Zeyd, bana doğru yaklaş ve sırtımı elinle kaşı”<br />

dedi. Ben de, emr-i peygamberiye uyarak,<br />

elimle mübarek sırtlarını kaşıdım. Bu sırada<br />

parmaklarım, Mühr-i nübüvvet’e dokundu.<br />

Bu hadiseyi Ebu Zeyd’ den nakleden<br />

’Ilba b. Ahmer;<br />

- ‘Nübüvvet mührü nasıl bir şeydi?’<br />

diye sorduğumda, o;<br />

- ‘Kıl yumağı gibi bir şeydi!’ şeklinde<br />

cevap verdi, der.”<br />

Ebu Nazra (109/ 727) anlatıyor;<br />

Ashabdan Ebu Said el- Hudri (r.a)’ya Resulullah<br />

Efendimiz’ in Peygamberlik mührü’<br />

nün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek<br />

sırtlarında ‘gül tomurcuğu gibi bir et parçası olduğunu’,<br />

söyledi.<br />

Bizbiriz Dergisi • 43


HZ. ÖMER<br />

(RADIYALLAHU ANH)<br />

“Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah<br />

bunu Ömer’den sorar diye korkarım”<br />

Safa AK<br />

Fil vakasından 13 yıl sonra<br />

Mekke’de doğmuştur. Babası, Hattab b. Nüfeyl<br />

olup, nesebi Ka’b’da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir.<br />

Annesi, Ebu Cehil’in kardeşi veya amcasının<br />

kızı olan Hanteme’dir. Hz Ömer’ül Faruk<br />

Hulefa-i Raşid’in ikincisi ve Resulullah (s.a.s)’ın<br />

verdiği tevhid mücadelesinde ona en yakın olan<br />

isimlerdendir.<br />

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)’in Müslüman olmadan<br />

önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler.<br />

Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık<br />

ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir.<br />

Cahiliye döneminde Mekke eşrafı arasında<br />

yer almakta olup, Mekke şehir devletinin elçilik görevi<br />

onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda<br />

karşı tarafa elçi olarak Hz. Ömer (r.a) gönderilir ve<br />

dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre<br />

hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların<br />

çözümünde etkin rol alır, verdiği kararlar<br />

bağlayıcılık vasfı taşırdı.<br />

Hz. Ömer (r.a), sert bir mizaca sahip olup, Islama<br />

karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı.<br />

Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve<br />

tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan<br />

yüz çevirmeğe çağıran Resulullah (s.a.s)’ı öldürmeye<br />

karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Rasulullahı<br />

öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın<br />

gelişim şekli onun Müslümanların arasına katılması<br />

sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla<br />

naklettikleri rivayete göre, Hz. Ömer (r.a)’in Müslüman<br />

oluşu söyle gerçekleşmişti: Hz. Ömer (r.a),<br />

Resulullah (s.a.s)’i öldürmek için onun bulunduğu<br />

yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile<br />

karsılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini<br />

sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)’i öldürmeye gittiğini<br />

söylemişti. Nuaym, Hz. Ömer’in ne yapmak<br />

istediğini öğrenince ona, kız kardeşi ve eniştesinin<br />

yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi<br />

ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen<br />

Hz. Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi.<br />

Kapıya geldiğinde içerde Kur’an okunmaktaydı.<br />

Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip,<br />

Kur’an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Hz. Ömer<br />

(r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kız<br />

kardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı.<br />

Kız kardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden<br />

dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi<br />

üzerine, ona karşı merhamet duyguları<br />

kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek<br />

istediğini söylemişti. K ndisine verilen sahifelerden<br />

Kur’an ayetlerini okuyan Hz. Ömer (r.a),<br />

hemen orada iman etti ve Resulullah (s.a.s)’in nerede<br />

olduğunu sordu. O sıralarda Müslümanlar,<br />

Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)’in<br />

evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah<br />

(s.a.s)’in Daru’l-Erkam’da olduğunu öğrenen<br />

Hz. Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında<br />

gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye<br />

başladılar. Zira Hz. Ömer (r.a) silahlarını<br />

kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu.<br />

Hz. Hamza: “Bu Ömer’dir. İyi bir niyetle geldiyse<br />

mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa,<br />

onu öldürmek bizim için kolaydır” diyerek kapıyı<br />

açtırdı. Resulullah (s.a.s), Hz. Ömer (r.a)’in iki yakasını<br />

tutarak; “Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allah’ım<br />

ona hidayet ver!” dediğinde Hz. Ömer (r.a) Kelime-i<br />

Şahadet getirerek iman etti.<br />

Hz. Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında Müslüman<br />

olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı<br />

zaman Müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı<br />

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden<br />

dolayı Müslümanlar, Beytullah’a gidip namaz<br />

kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı.<br />

Hz. Ömer (r.a) Müslüman olunca doğruca<br />

Beytullah’ın yanına gitti ve Müslüman olduğu-<br />

44 • Bizbiriz Dergisi


nu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi.<br />

Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek<br />

onların, Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı<br />

herkesin göz önünde Beytullah’ ta namaza durdu.<br />

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah<br />

(s.a.s)’in yanında bulunmuş, onu korumak için elinden<br />

gelen gayreti göstermiştir. O, iman ettikten<br />

sonra müşriklere karşı<br />

çok sert davranmış ve<br />

dinini her ortamda, kimseden<br />

çekinmeden savunmuştur.<br />

İslâm tebliğinin<br />

yeni bir veçhe kazanması<br />

için Medine’ye hicret emr olunduğu zaman<br />

Müslümanlar Mekke’den gizlice Medine’ye<br />

göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer (r.a), gizlenme<br />

ihtiyacı duymamıştı. Hz. Ömer (r.a), beraberinde<br />

yirmi arkadaşı olduğu halde Medine’ye doğru<br />

yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde<br />

anlatmaktadır:<br />

“Ömer’den başka gizlenmeden hicret eden<br />

hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında<br />

kılıcını kuşandı, yayını omzuna taktı, eline<br />

oklarını aldı ve Kâ’be’ye gitti. Kureyş’in ileri<br />

gelenleri Kâ’be’nin avlusunda oturmakta idiler.<br />

O, Kâ’be’yi yedi defa tavaf ettikten sonra,<br />

Makâm-i İbrahim’de iki rekât namaz kildi. Halka<br />

halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara;<br />

“Yüzünüz kara ol sun. Kim annesini evlatsız, çocuklarını<br />

yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa su vadide<br />

beni takip etsin” dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye<br />

cesaret edemedi” .<br />

Hz. Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb.<br />

gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katılmış,<br />

bunların başında komutan olarak görev yapmıştır.<br />

Hz. Ömer (r.a), bütün meselelere karsı net<br />

ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı<br />

düşmanlığı; müşriklerin, İslam’a karşı olan saldırılarını<br />

hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı<br />

kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur.<br />

Hudeybiye’de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine<br />

görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir.<br />

Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ’nın gösterdiği doğrultuda<br />

hareket etmekten başka bir şey yapmadığı<br />

uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve<br />

olayın iç gerçeğini kavramıştı.<br />

Kenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu<br />

Gelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu<br />

M.Akif Ersoy<br />

Resulullah (s.a.s)’in vefatının hemen peşinden<br />

ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in halife<br />

seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer (r.a) büyük<br />

rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in kısa halifeli<br />

döneminde en büyük yardımcısı Hz. Ömer (r.a) olmuştur.<br />

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında,<br />

Hz. Ömer (r.a) ‘i<br />

kendisine halef tayin<br />

etmeyi düşünmüş ve<br />

bu düşüncesini açıklayarak<br />

bazı sahabilerle<br />

istişarelerde bulunmuştu.<br />

Herkes Hz. Ömer (r.a)’in fazilet ve üstünlüğünü<br />

kabul etmekle beraber, onu bu is için biraz<br />

sert mizaçlı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer<br />

bazı sahabiler ona; “Rabbin seni Hz. Ömer (r.a)<br />

‘i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne<br />

cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir<br />

kimsedir demişlerdi Hz. Ebu Bekir (r.a) ise şöyle cevap<br />

verdi “Derim ki: Allah’ım! Kullarının en iyisini<br />

onlara halife yaptım.” Sonra da Hz. Osman (r.a)’ı çağırarak<br />

bir kâğıda Hz. Ömer (r.a) ‘i halife tayin ettiğini<br />

yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra,<br />

Hz. Osman (r.a) dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta<br />

yazılı olan kimseye bey’at edilmesini istedi. Oradakilerin<br />

bey’at etmesiyle Hz. Ömer (r.a) ‘in II. Raşid<br />

halife olarak iş başına gelişi gerçekleşti.<br />

Halifelik Dönemi<br />

Resulullah (s.a.s.) vefat etmeden önce Müslümanlar<br />

hemen hemen tüm Arap coğrafyasını<br />

hâkimiyeti altında tutuyordu ve Bizansa karşı askeri<br />

seferler düzenleniyordu. Hz. Ebu Bekir (r.a) döneminde<br />

bu askeri hareketler Bizans’la birlikte İran<br />

devletine karşı devam etmişti. Hz. Ömer (r.a)’in<br />

üzerine düşende ise bu siyaseti devam ettirmek<br />

ti ve Bizans’ın elinde bulunan Suriye’yi İran’ın elinde<br />

bulunda Kisra kalesini Azerbaycan ve Ermenistan<br />

bölgelerini Müslüman toprakları arasına katmayı<br />

başarmıştı. Bu fetihler den sonra yönünü batıya<br />

çeviren İslam orduları Kudusü ve Mısır’ı İslam<br />

topraklarına almış ve halife Hz. Ebu Bekir (r.a) bir<br />

süre Kudüs sarayında kalmıştır. Bütün bu askeri hareketlerin<br />

yanı sıra Hz. Ebu Bekir (r.a) aynı zamanda<br />

henüz müesseseleri bulunmayan İslam devletini<br />

teşkilatlandırmaya çalışıyordu. Yani İslam dev-<br />

Bizbiriz Dergisi • 45


letinde ilk teşkilatlanma Hz. Ömer (r.a) döneminde<br />

olmuştur. İlk zamanlar bu teşkilatlanmaya pek<br />

ihtiyaç yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş<br />

ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini<br />

sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması<br />

zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının<br />

tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının<br />

kaydedildiği “divan” teşkilatını kurdu. Ayrıca<br />

Hz. Ömer (r.a), yargı (kaza) işlerini bir düzene<br />

koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar<br />

tayin eden ilk kimsedir. Geniş coğrafyalara<br />

hükmeden Müslüman devletinin halen kendisine<br />

ait bir para birimi yoktu bu durumda ekonomiye<br />

dışarıdan gelecek herhangi müdahaeyi etkin kılabilirdi<br />

bu nedenle ilk olara Hz. Ömer döneminde<br />

para bastırılmıştı.<br />

Hz. Ömer (r.a)’in, üzerinde titizlikle durduğu ve<br />

asla müsamaha göstermediği en önemli konu adalet<br />

meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir<br />

ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi<br />

için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında<br />

bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.<br />

O, her tarafta adaletin eksiksiz yerine getirilmesi,<br />

muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin<br />

en ücra köselerindeki durumlardan zamanında<br />

haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O,<br />

muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş,<br />

Hıristiyan ve Yahudilerden olan yoksullara da<br />

yardımlarda bulunmuştur. Hz. Ömer (r.a), fethedilen<br />

bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler<br />

tayin etmiş ve Kur’an-ı Kerim’i okumak ve onunla<br />

amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini<br />

sağlama yolunda gayret sarf etmiştir. İslâm’ın,<br />

Müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının<br />

yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer<br />

âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde<br />

görevlendirmiştir. Kur’an , Hadis ve Fıkıh<br />

öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar<br />

tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer (r.a), devletin<br />

her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında<br />

dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet<br />

edilmektedir. İlk defa bir takvimin kullanılmasına<br />

Hz. Ömer (r.a) zamanında ihtiyaç duyulmuş ve<br />

böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle<br />

devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan<br />

problemler ortadan kaldırılmıştır.<br />

Vefatı<br />

Hz. Ömer (r.a), 645 yılının son ayında Ebû Lü’lü<br />

Firuz adında Yahudi bir köle tarafından namaz kılarken<br />

şehid edildi. Bu köle Hz. Ömer (r.a)’e gelip<br />

efendisinden alınan verginin çok olduğunu iddia<br />

etti. Hz. Ömer (r.a),“Senden alınan miktar fazla değildir”<br />

dedi.<br />

Hz. Ömer’in bu sözüne razı olmayıp, düşmanlık<br />

gösteren Firuz, Hz. Ömer (r.a)’e kastetmeyi plânladı<br />

Görünüşteki sebep böyle görünmekle beraber işin<br />

esası böyle değildi İran casusu olarak aldığı emri<br />

yerine getiriyordu Hz Ömer bir gün esnaf teftişinde<br />

iken, Firuz’a, “ Duydum ki, senin değirmen yapmanda<br />

üzerine yokmuş” deyince, “ Şayet sağ kalırsam,<br />

sana öğle bir değirmen yapacağım ki, doğuda<br />

ve batıda herkes ondan bahsedecek” demişti.<br />

Hz Ömer ‘de, “ Vallahi bu beni tehdit etti” buyurmuştu<br />

Buna rağmen açıkca suç teşekkül etmediği<br />

için cezalandırmamıştı. Hz Ömer ile vergi tartışmasından<br />

bir gün sonra elbisesi içine bir hançer<br />

saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide girdi<br />

Beklemeye başladı Hz Ömer safları düzeltip tekbir<br />

alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden fırlayıp<br />

Hz Ömer’e arka arkaya altı darbe vurdu Darbelerden<br />

biri karnına isabet etti Firuz bir kişiyi daha<br />

yaralayıp kaçtı ve yakalanmadan önce intihar etti<br />

Hz Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra ayılıp<br />

“Katilim kimdir? Diye sordu Ebû Lü’lü Firuz olduğu<br />

söylenince “Allah’a şükürler olsun ki bir Müslüman<br />

tarafından vurulmadım” dedi ve yaralandıktan<br />

24 saat sonra vefat etti. Ardından Hz. Ayşe den<br />

izin alınarak Hz. Ebu Bekir (r.a)’ in yanına defnedilmiştir.Hz.<br />

Ömer (r.a) yaşamıyla adeta adaletin timsaliydi.<br />

Devletin içerisinde bir kişi dahi aç olsa bundan<br />

kendisini sorumlu tutardı. Milli şairimiz Mehmet<br />

Akif Ersoy bir beyitinde Hz. Ömer (r.a)’ in adaletini<br />

en iyi şekilde şöyle ifade etmektedir.<br />

Kenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu<br />

Gelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu<br />

Kaynakça<br />

Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi<br />

Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere<br />

46 • Bizbiriz Dergisi


Hazırlayan: Ahmet Navruz<br />

PİRLERKONDU: TAŞKENT<br />

M.Ö. 3000-2000 yıllarında<br />

KLİKYA’ ya Hititler (Etiler) hakim<br />

olmuşlardır. Hitit uygarlığının izlerini<br />

Taşkent ve çevresinde rastlanılmaktadır.<br />

Çıban Kayasındaki<br />

Kabartmalar, Karıcık Kale mevkiindeki<br />

tanrıca şekilleri, Avşar ve<br />

Çetmi Kasabası yörelerinde çeşitli<br />

hayvan şeklileri, Aladağ bölgesinin<br />

hemen hemen her yerinde bu<br />

benzer yüzlerce Hitit yapısı eserlere<br />

rastlanıldığı görülmüştür.<br />

1956 Yılında ilk, 1968 yılında ikinci<br />

defa Taşkent ve yöresine gelerek<br />

inceleyen Arkeoloji heyetinin açıklaması<br />

hayli ilginçtir. Hitit veya İyon medeniyetine<br />

ait KANDA-KANDİ adında bir uygarlık merkezi<br />

aradıklarını, KANDA-KANDİ şehrinin Taşkent<br />

çevresinde olduğunu ve kesinlikle hangi<br />

harabeler olabileceğini kestiremediklerini<br />

söylemişlerdir. Şöyle bir kanaat akla gelebilir:<br />

Taşkent’in ilk isminin sonundaki KONDİ, LON-<br />

DA veya KANDA takısını, adı geçen tarihi şehirden<br />

almaktadır.Nitekim, ŞİKARİ’ DE PİRLER-<br />

KANDİ, İsmail Hakkı Konyalı’ nın “Konya Tarihi”<br />

adlı eserinde PİRLKANDİ, evliya Çelebi’ nin<br />

Seyahatnamesinin 9. cildinde KARİYE-İ KONDİ<br />

olarak adı geçmektedir. Kesinlikle söylenebilir<br />

ki, Taşkent’in ilk adı PİRLERKANDİ’ dir. Zamanla<br />

dilimizde dönüşüme uğrayarak PİRLERKON-<br />

DU - PİRLONDA şeklini almıştır. Klikya’ da Hitit<br />

uygarlığından sonra Taşkent’i ilgilendiren ikinci<br />

uygarlık ROMA-BİZANS uygarlığıdır. Taşkent<br />

ve çevresinde sık sık karşılaşılan harabeler, lahitler,<br />

mermer sütunlar, taştan yapılmış, aslanlar<br />

ve madeni paralar, tümüyle ROMA-BİZANS<br />

uygarlığının kalıntılarıdır. KARICIK, SIVAT, ANA-<br />

CAK, DİKMENİN BOYU, ÖRENCİK, TAŞDİBİ ve<br />

ASAR (Hisar) bu uygarlıkların yer yer seyrettiği<br />

mevkilerdir. Osmanlılar zamanında, Kariye-i<br />

KONDİ diye adlandıran Taşkent’te, Osmanlı-<br />

Türk uygarlığı en güzel örnekleriyle canlılıklarını<br />

muhafaza etmektedirler. Hikayesi dillere<br />

destan olan BÜYÜK CAMİİ, Osmanlı padişahlarından<br />

Yavuz Sultan Selim zamanında yapılmıştır.<br />

Bugün dahi kubbe ve minarelerindeki<br />

sanat, dipdiri ve taptazedir Yavuz’un Çaldıran<br />

seferine rastlayan (1516-1517) yıllarında büyük<br />

camiinin inşaatına merhum Uzun Şıh (Abdullah)<br />

zamanında başlanılmıştır. Nitekim Camii<br />

tabusunda “SELİMİYE CAMİİ” diye adı geçmektedir.<br />

Ballar çeşmesi, Emirler Pınarı ve Boğaz<br />

Köprüsü bu uygarlığın örnekleridir.<br />

Oğuz Bey, kardeşi Karaman Han’dan ayrılıp<br />

Taşkent’e adı ile maruf Oğuzeli’ne yerleşmiştir.<br />

Piri Bey oymağından Oğuz Bey ile beraber gelen<br />

(1031-1035) bugünkü sülale adları şunlardır:<br />

1 - KURRALAR (Bekir Efendi Oğulları)<br />

2 - MEHMET EFENDİLER<br />

3 - HACIVELLER<br />

4 - ŞIHOCAGÎL<br />

5 - MUSTAFALAR (Hacı İbrahim Oğulları)<br />

6 - TOMBULLAR<br />

Bizbiriz Dergisi • 47


1031-1035’den elli sene kadar bir zaman<br />

sonra :Şemsi Bey, oymağıyla gelen Piri Şemsi<br />

Bey oymağında bulunan bugünkü sülale adı<br />

olarak da devam eden nesiller de şunlardır:<br />

1- FAKILAR<br />

2- HACIHALIMELER<br />

3- EMİNLER<br />

4- DAVUTLAR (Kazancılar)<br />

5- HACILAR<br />

6- ÇELİKLER<br />

Köy kurulmuş, Piri Bey oymağı toplanmıştı.Piri<br />

Şemsi Bey oymağına; “Gardaşlarım...<br />

Yeni bir yurt edindik, evler yapıp köy kurduk.<br />

Bu yurdumuzun da bir adı olmalı. Kendimizi<br />

bir bütün olarak köyümüzle tanıtmalıyız”.<br />

Onun bu sözleri oymağı tarafından coşkunlukla<br />

karşılandı. Oymadın en yaşlısı olan Mustafaların<br />

atası Hacı İbrahim Efendiden bir ad istediler. O da:<br />

Yeni yurdumuzda bizi huzura kavuşturan çalışkan<br />

Pirimizin evladı olmadığından, yerini kabul<br />

ederse bu köyün adım ve tüm köyü evlat<br />

ederek köyümüze Onun adım verelim. Adı Piri<br />

Kondu olsun. Köy adı coşkunlukla kabul edildi.<br />

Anadolu’da Selçuklu Hanedanı Arslan Yabgu,<br />

Resul Tiğin ve Kutalmış’la başlamıştı. Ayrıca<br />

bir devlet olarak kurulduktan sonra Türkün<br />

özelliği yine kendini gösterir: Sınırlarım genişletip,<br />

hükmetmek, işte bu idare Alaeddin<br />

Keykubat zamanında en sağlam ve en parlak<br />

devrini yaşar. Parlaklığın süslediği zaferlerden<br />

önemlileri: Moğollarla iyi geçinip, doğuyu güvenliğe<br />

alması ve Antalya’yı fethetmesidir. Yöremizle<br />

ilgili olan Antalya fetihidir. Çünkü Antalya<br />

fetihinde Piri Kondu yolu güzergahıdır.<br />

Bu hususta M. Ali Kemaloğlu’nun Alanya Tarihi<br />

eserinin 61. sayfasında aynen şöyle anlatılır:<br />

Bizzat hükümdarın kumar ettiği Türk Ordusu,<br />

en kısa yol olan Konya-Çumra-Dinek-Belviran-<br />

Hadim ve Pirlevkanda yoluyla Kalonoros’a (Antalya)<br />

inmiştir. Bu zaferin dönüşünde soğuk suyundan<br />

testisini dolduran kızın çeşmesine yaklaşır.<br />

Çeşmeden su içer ve kıza sorar: “Kızım köyünüz<br />

nerededir”?. (Asar Belini göstererek):<br />

“Şu tepenin arkasındadır Sultanım”. “Söyle köylülerine,<br />

sultanım bu çeşmenin yapılmasını istiyor”.<br />

Diyerek yoluna devam eder. Bunun üzerine<br />

o suyun bulunduğu mevkiye çeşme yapılır.<br />

Çam ağacından oyularak yapılmış su içme<br />

kabı (şapşak olarak bilinen) da konur. Çeşmenin<br />

yapılmasına vesile olan Alaeddin’e izafeten<br />

Sultan Çeşmesi denir. Çeşmenin adı hala Sultan<br />

Çeşmesi olup soğuk suyuyla meşhurdur.<br />

Bu arada efsane olarak bilinip anlatılan bir gerçeği<br />

anlatalım. Konya Eski Eserler Müzesi Müdürlüğünden<br />

alınmış, 1203 te yayınlanmış, zamanının<br />

resmî gazetesi şeklinde olan MEC-<br />

MUATÜL TEVARÎ-ÜL MEVLEVIYE adlı mecmuanın<br />

110. Sayfasındanalınmıştır. «Keramet-i Dar<br />

Karyeri Pirler-Konda» bu paragrafta beyan ediliyor.<br />

Hz. Mevlana Hadim civarına birkaç günlük<br />

istirahat ve teferrüç için gittiklerinde (Hicrî<br />

668 ki Hz. Mevlana 64 yaşında iken) O karyeden<br />

geçerken çamaşır yıkayan kadınlara tesadüf<br />

ediyor. 0l -o- kadınlardan su istediğinde<br />

bir tas su verilir. Suyun içine çam çöpü koyulur.<br />

Bunu niçin yaptığını suyu veren kıza sorduğu<br />

zaman: “Efendim terlisiniz. Soğuk su zarar verir<br />

diye attım” dedi. Hz. Mevlana: “Adım bağışla<br />

kızım” der. “Adım bağışlandı efendim” diyerek<br />

kız cevap verir. Bunun üzerine Hz. Mevlana: “<br />

Bir arzunuz var mı?” diye sordu. Dokuma bezlerinden<br />

LONCA (zamanın esnaf vergisi) mühürü<br />

basılıp, damga vergisi alınıyordu. Bez damgalayan<br />

memurların güçlük çıkardıklarından<br />

yakındılar. Canlarının yangın olması hasebiyle<br />

Hz. Mevlana bu iş zımnında tahsilat talebinde<br />

bulundular. Hz. Mezlana Tac-ül Vezir Süleyman<br />

Muiniddin Pervaneye bir kağıt yazıyor, bütün<br />

vergilerden muaf tutulması için «ÇAMINIZ KU-<br />

RUMASIN, KARINIZ FARIMASIN, SUYUNUZ ILI-<br />

MASIN VE BEZÎNÎZDEN DAMGA AKÇASI ALIN-<br />

MASIN» dediler. Bunu Pervaneye verdiler. O da<br />

cemî Tekaküften muaf tuttular.<br />

1974’ te basılmış olan TAŞKENT’ İN DO-<br />

ĞUŞU adlı kitabdan alınmıştır.<br />

48 • Bizbiriz Dergisi


HAYDAR<br />

2.BÖLÜM<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

D<br />

erin uykularından herkes patlama<br />

sesiyle uyanmıştı. Peçeli tarafından<br />

rezil edilen İsrail ordusu büyük bir<br />

güçle saldırıyordu yine. Acımasızca,<br />

canice gözleri dönmü şekilde ateş<br />

ediyorlardı. Karşılıklı olarak Filistinliler kimisi<br />

silah kimisi taşla direniyordu. Yasir amca<br />

dışarıdan çıkınca yerde yaralanmış yatan bir<br />

çocuğu gördü. İsrail askeri vurduğu 5 yaşındaki<br />

cocuğu acımasızca tekmeliyordu. Yasir amc<br />

koşarak çocuğun önüne geçti. Onu gören<br />

asker Yasir amcaı da tekmelemeye başladı.<br />

Önünden çekilmeyip çocuğa kendini duvar<br />

gibi siper ettiğini gören asker silahını doğrultup<br />

Yasir Amcaya ateş etti. Karnından vurulan<br />

Yasir amca kanlar içinde yere serildi. Tam bu<br />

sırada asker omzunda bir el hissetti. Arkasını<br />

dönünce karşısında Peçeliyi gören asker daha<br />

silahını doğrultmadan gırtlağından kanlar<br />

fışkırmaya başlamıştı. Elindeki hanceriyle<br />

askeri yere seren peçeli Yasir amcanın yanına<br />

eğilip yarasını bastırdı. Çocuk ile Yasir amcayı<br />

Yassir amcanın hanımının yanına taşıdı. Yasir<br />

amcanın karısı Melike hanım elinden her<br />

iş gelen savaş başladığında beride ücretsiz<br />

hemşirelik yapan cevval bir kadındı. Yasir amca<br />

ile komşu çocuğunu o halde görünce önce<br />

ayakta durmakta güçlük çekti ama yardım<br />

etmeli idi. Duvara dayanarak Peçeli yardım<br />

etti. Yasir amcanın yarası ağırdı.Melike hanım<br />

hemen çantasını getirip tedaviye başladı ama<br />

bir yandan da gözyaşlarına hakim olamıyordu.<br />

Hem gözünden yaşlar geldi hem çocuk ile<br />

Yasir amcayı tedavi için uğraşmaya başladı.<br />

Biliyordu ki bunda da vardı bi hayır sabretmeli<br />

idi Bu yüzden feryad etmiyordu ve Rabbine<br />

dua ediyordu. Kurşunu çıkarırken bir yandan<br />

da ayetel kursi okumaya başlamıştı. Yaralıları<br />

taşıyan peçelinin yardım etmeye vakti yoktu.<br />

Arkasını döndü. Tam dışarı çıkacakken çocuk<br />

seslendi. “Peçeli abi, al bunu” diyerek elindeki<br />

dua yazılı kağıdı verdi. ve devam etti. “Annem<br />

vermişti abi. Fakat demişti ki “sadece boynunda<br />

asılı durmasın oğlum! Hem de duaları oku.<br />

Allah seni korur.” Ben de hem okudum hem<br />

taşıdım. Bak ölmedim. Bunu sen tak hem de<br />

oku. Allah seni de korusun.” dedi. Duayı alan<br />

Peçeli çocuğu öperek koşar adımlarla çıktı.<br />

İsrail askerlerinmin silahlarını alarak koşmaya<br />

başladı. Bir arka sokakta Filistin direnişini<br />

geçemeyen küffar akerleri tank ile saldırmak<br />

için hazırlanıyorlardı. Kadınların ve çocukların<br />

saklandığı eve namlusunu çeviren tanka ateş<br />

ve taş kar etmiyordu. herkes çaresiz kalmıştı.<br />

Evin içinde kadınlar Allah’a dua ediyordu. Bir<br />

anda İstail askerleri vurulup yere düşmeye<br />

başladılar. Tankın çevresindeki askerler doğu<br />

yönüne ateş ediyorlardı.Fakat hepsi teker<br />

teker kanlar içinde yere yığılıyordu. Tank<br />

namlusunu doğuya doğru çevirmeye başladığı<br />

anda tankın üstünde beliren peçeli tankın<br />

içine bir el bombası atıp hemen sipere doğru<br />

koştu ve siper aldı. Büyük bir gürültü ile tank<br />

patlarken Filistinliler Allahuekber nidaları ile<br />

sevinçlerini belli ediyorlardı. Siperden ayağa<br />

kalkan peçeli arkasından kafasına dayanan<br />

silah ile irkildi. Bir anda peçelinin aklından türlü<br />

düşünçeler geçmeye başlamıştı.(Acaba kafama<br />

silahı dayayan kim? İsrail askerinin Filistinli<br />

siperinde işi ne? Silahı dayayan İsrailli değilse<br />

Filistinliler neden kafasına silah dayamıştı?)<br />

Bizbiriz Dergisi • 49


1.Güneş<br />

kaç Dünya<br />

büyüklüğündedir?<br />

Güneşin içine 1<br />

milyon dünya sığabilir.<br />

İLGİNÇ<br />

BİLGİLER<br />

2.Erkek penguen<br />

kaç gün aç kalabilir?<br />

Erkek imparator penguen 134 gün aç kalabilir.<br />

3.Çıta kaç km hıza ulaşır?<br />

Çıta, 2 saniyede 70 km/sa, 4.5 saniyede 100 km/sa<br />

hıza ualşır.<br />

4.Sıcak su mu daha ağır soğuk su mu?<br />

Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.<br />

5.Salatalığın yüzdekaçı sudur?<br />

Salatalığın %96sı sudur.<br />

6.Facebook’ta şu an kaç profil var?<br />

Facebookta şu anda 610,736,000 üye prfili vardır.<br />

7.Yılda kaç kere rüya görülür?<br />

İnsanlar yılda 1500 kere rüya görürler.<br />

8.İnsan günde kaç kez nefes alıp verir?<br />

Hazırlayan<br />

?<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

Bir insan günde 23000 kez nefes alıp<br />

veriyor.<br />

9.En çok kullanılan isim nedir?<br />

Dünyaa en çok kullanılan isim<br />

Muhammed’dir.<br />

10.Saç düzleştirmenin zararları nedir?<br />

Saç düzleştirilerde bazı kanser tiplerinin<br />

gelişimini tetikleyici sigarada da olan<br />

“formaldehit” maddesinin bulunduğunu<br />

biliyor muydunuz?<br />

11vKolanın zararları nelerdir?<br />

Kola içildiğinde ilk 10-40 dakikada vucuttaki<br />

kan şekerini tehlikeli derecede etkiler ve bir<br />

saatin sonunda vücuda ciddi zararlar verir.<br />

12.Kedi timi hangi şehrimizde vardır?<br />

Bursa Osmangazi Belediyesi kentteki<br />

farelerde başedebilmek için kedi timi<br />

kurmuştur.<br />

13.Tarihte kaç yıl barış içinde geçti?<br />

Geçen 3500 yılın 230 yılı barış içinde geçti.<br />

14.İlk göz ameliyatını kim yaptı?<br />

İlk göz ameliyatını İbni Sina yapmıştır.<br />

15.Günde 1 metre boyu uzayan bitki<br />

nedir?<br />

Günde 1 metre boyu uzayan bitki<br />

sarmaşıktır.<br />

16.En fazla C vitamini neyin içinde vardır?<br />

Gül bitkisi meyve olmamasına rağmen<br />

yeryüzündeki en fazl C vitamini barındıran<br />

canlıdır.<br />

17.Acı yemenin yararları nelerir?<br />

Günde bir çay acı yemek metabolizmanızı<br />

%25 oranında hızlandırıp kilo vermenize<br />

yardımcı olur.<br />

18.Eskiden telefon<br />

sırası kaç yılda bir<br />

gelirdi?<br />

bundan 60 sene<br />

önce telefon sırası 8-10<br />

yılda bir gelirdi.<br />

19.Hatırlama ve<br />

algılama için hangi bitkiler yararlıdır?<br />

Avakado ve havuç hatırlamayı yaman<br />

mersini ve limon ise algılamayı artırır.<br />

20. Astıma ne iyi gelir?<br />

Limon koklamak astıma iyi gelir.<br />

50 • Bizbiriz Dergisi


BİR MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI:<br />

EL CEZERİ<br />

1206 yılında el-Cezerî tarafından tasarlanan ve<br />

üretilen, 12 m yüksekliğe su yükseltmek için<br />

çift pistonlu set ile tahrikli ilk pistonlu pompa<br />

Faruk KUL<br />

T<br />

am ismi, Cizreli Ebul-iz (Ebû’l İz İbni<br />

İsmail İbni Rezzaz El Cezerî ) ya da<br />

Avrupa’nın bildiği ismiyle El-Cezeri /<br />

al-Jazari ( Ibn Ismail ibn al-Razzaz al-<br />

Jazari) olan bu mucit bundan 800 küsur yıl önce<br />

(1136-1206) yılları arasında yaşadı. Bu müslüman<br />

bilimadamın en büyük doğrulayıcısı da yazmış<br />

olduğu robot ve bilim kitaplarıdır.<br />

Bugün insanoğlunun vazgeçilmezleri<br />

arasına giren bilgisayar teknolojisinin<br />

temeli bundan yaklaşık dokuz asır önce<br />

yaşamış müslüman bilimadamı El Cezeri<br />

olarak karşımıza çıkıyor. Yapmış olduğu mekanik<br />

tasarımlar ile bugünün teknolojisinin,<br />

sibernetiğin temellerini atmıştır.<br />

Öncelikle sibernetiğin ne olduğundan<br />

başlayalım. Sibernetik bir insanın veya otomatik<br />

bir makinenin, modern tekniğin kaynakları<br />

çerçevesinde herhangi bir işi yönetmesini<br />

veya belli bir amaca ulaşmasını sağlayan bilim.<br />

Makina ve canlılarda, kontrol ve haberleşmenin<br />

şartlarını ve kanunlarını tespit eden bir bilim<br />

dalı olarak karşımıza çıkıyor. Yaşayan organizmalarda<br />

ve makinalarda kontrol ve haberleşme<br />

ile ilgili bilimlerin karmaşıklığını ifade etmek<br />

için kullanılmıştır. Kökü, eski Yunanca “Kubernetes”<br />

Latince “Gobernare”den gelmektedir.<br />

Her iki kelime de “sevk ve idare” anlamına gelir.<br />

Tam bu nokta El Cezeri devre giriyor ve en<br />

önemli çalışmaları haberleşme,denge kurma ve<br />

atarlama, insanlar ile makinelerde bilgi alışverişi<br />

ve kontrolünü sağlama gibi konuları kapsayan<br />

Sibernetik alanında sibernetiğin babalarından<br />

sayılan İngiliz nöroloji profösörü Dr. Ross<br />

Ashby’nin 1951’de ‘ÜstünDenge Durumu’nu<br />

ortaya atmasından sekiz yüz yıl kadar önce<br />

otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik<br />

çalışan sistemler arasında denge kurmayı<br />

Bizbiriz Dergisi • 51


aşarıyor.Bilim dünyasında bilgisayarın babası<br />

unvanını kazanan ; su saatleri, su robotları,<br />

otomatik termos gibi yeryüzündeki ilk robot<br />

çalışmalarını gelişteren dahi: EL CEZERİ<br />

Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan El<br />

Cezeri’nin hayatına dair ortak görüşler şu<br />

şekildedir.Yaşamı konusunda bilinenler de<br />

kendi kitabına yazdığı bir önsözden elde<br />

edilen El Cezeri, 1136’da Cizre-Diyarbakır’da<br />

doğdu. Adından anlaşıldığı üzere Dicle ve<br />

Fırat nehirleri arasında o zamanlar ‘Cezire’ adı<br />

verilen bölgede doğmuş olan El Cezeri, kendi<br />

ifadesine göre 1181-1206 yılları arasında, o<br />

zamanki adı amid olan Diyarbakır’da Artuklu<br />

hanedanın himayesinde bulundu. Kendisi<br />

de Artuklu Türklerinden olan Cezeri, 1205’te<br />

tamamladığı tek kitabını da Artuklu Emiri Nasirüddin<br />

Mahmud’un talebi üzerine yazdı.<br />

Artukoğulları’nın sarayında 32 yıl<br />

Reis’ül Amal (başmühendislik) görevinde<br />

bulunan Cezeri, Artuklu emirlerinden<br />

Nureddin Muhammed (1167) ve oğulları<br />

Kutbeddin sökmen (1185) ile Nasirüddin<br />

Mahmud (1201) zamanında da saraydan<br />

ayrılmayarak çalışmalarını sürdürdü.<br />

Sarayda bulunduğu dönemde bir robot<br />

yaparak Artuklu hükümdarı Mahmud<br />

bin mehmed’e sundu. Kendi kendine hareket<br />

eden robotu hayranlık ve takdirle karşılayan<br />

Mahmud bin Mehmed, buluşlarını bir kitap<br />

haline getirmesini istedi. Bunun üzerine Cezeri<br />

de 502den fazla cihazın kullanım esaslarını,<br />

yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği<br />

en önemli eseri olan ‘Kitab-ül-Cami beyn El<br />

İlmi vel- Amel-in-Nafi fi Sınaat-il-hiyel’ (Mekanik<br />

Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı<br />

İçeren Kitap) adlı eserini kaleme aldı. Sibernetik<br />

biliminin temellerini attı.Bilim Dünyasında<br />

Çığır Açan Eseri: Kitab-ı Hiyel Cezeri’nin en<br />

önemli eseri, o güne kadar tasarladığı sibernetik<br />

ve elektronik sistemle ilgili robotları<br />

ve makineleri anlattığı kitabı ‘Kitab-ül-Cami<br />

Beyn –el-İlmi vel-Amel-in-Nafi fi sınaat-il-<br />

Hiyel’dir. Kısaca ‘Kitab-ı Hiyel’ olarak da bilinen<br />

ve bugün beşi Türkiye’de olmak üzere on beş<br />

kopyası olan, Arapça kaleme aldığı bu eserinde,<br />

elli farklı aletin plan ve işleyişini anlattı. Bu<br />

aletler arasında otomatik cihazlar, kendi kendine<br />

öten tavus kuşları, robot filler, otomatik<br />

saatler, ele su döken robot insan ve insan ve<br />

mühendislikle ilgili birçok alet bulunmakta. İlk<br />

4 kısmında 10, son 2 kısmın da 5’er şekle yer<br />

verdiği 6 bölümden oluşmakta olan kitapta,<br />

her aletin şeklini renkli mürekkeplerle çizen<br />

Cezeri, şekillerde Arap harflerini kullanarak<br />

baz harfler işaretledi ve açıklamalarının kolayca<br />

anlaşılması için metinde bunlara göndermeler<br />

yaptı. Bazı yerlerde ise bu Arapça harflerin<br />

ebcet hesabına göre değerleri kullandı,<br />

bazılarında ise bugün hala anlaşılamamış<br />

olan gizli bir harf sistemni kullandı. Eserinde<br />

tasarladığı sistemleri ve mekanizmaları<br />

anllattıktan sonra bu aletlerin montajı ve nasıl<br />

çalıştırılacağı hakkında bilgi verdi. Eserinde yer<br />

alan bütün şekilleri bizzat çizen, renklendiren<br />

ve yaldızlayan cezeri’nin 6 bölümden oluşan<br />

kitabında kısaca şunlar yer almaktadır:<br />

Birinci Bölüm: Cezeri, kitabının ilk bölümünde<br />

su saati, kadranlı su saati, saat-i<br />

müsteviye ve saat-i zamaniye hakkında<br />

10 şekil vererek çalışmalarını anlatır.<br />

İkinci Bölüm: Bu bölümde çeşitli kapların<br />

yapılışını, tasarladığı 10 şekille dillendirir.<br />

Üçüncü Bölüm: Bu bölümde kan<br />

alınması (hacamat) ve abdest alınması<br />

ile ilgili ibrik ve tasların yapılmasını yine<br />

10 farklı şekilde göstererek anlatır.<br />

Dördüncü Bölüm: Bu bölümde<br />

havuzları ve fıskiyeleri anlatır.<br />

Beşinci Bölüm: Bu bölümde derin olmayan<br />

bir kuyudan veya akan bir nehirden<br />

suyu yükselten aletleri tasvir eder.<br />

Altıncı Bölüm: Kitabın bu son bölümünde<br />

birbirine benzemeyen 5 farklı makineyi ortaya<br />

koyar. Cezeri’nin bu meşhur eseri, 1974<br />

yılında Donald R. Rill tarafından İngilezceye<br />

çevrildi ve ‘’Al Jazari’s Book of Knowledge<br />

of Ingenious Mechanical Devices’’ adıyla<br />

yayınlandı.Buluşları ile çağına ışık tuttu.<br />

Cezeri’nin tsarladığı özellikle su ve kandil<br />

saatleri gibi aletler, çok karmaşık bir yapıya<br />

sahipti. O dönemde elektrik gücü, many-<br />

52 • Bizbiriz Dergisi


etik güç, foton etkisi veya elektromanyetik<br />

güçler olmadığı için Cezeri, aletlerini<br />

yerçekimi kuvveti, su gücü ve basınç<br />

tesirinden faydalanarak çalıştırıyordu.<br />

Saatler: Cezeri, saatler hakkındaki sistemlerini<br />

aynı mil üzerindeki bir gösterge ve onun<br />

üzerinden ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen<br />

kasnak biçiminde tasarladı. Ağırlığın düşüş hızı<br />

yüzen bir cisimle kontrol ediliyordu. Kayışın<br />

öbür ucuna bağlanmış olan bu cisim ve içinde<br />

bulunduğu kap ağır ağır boşaltılıyordu.Belirli<br />

süreler içerisinde içi su dolu bir kova devriliyor,<br />

devrilince bir mandala dokunarak dişlinin<br />

bir diş ilerlemesini sağlıyordu.Cezeri, mandal<br />

dişli, palanga ve kaldıraçlardan oluşan<br />

sistemde, bugün motorlu araçlarda kullanılan<br />

karank milini ilk defa kullanmış oldu.<br />

Tavus Kuşu Saati: Cezeri, kitabının birinci<br />

bölümünde yukarıdakinden başka on farklı<br />

saatin nasıl yapıldığını gösterdi.Bunlardan en<br />

önemlisi ve göze çarpanı, cephesi 420 santimetre<br />

yüksekliğinde olan ve 3 diş içerisinde<br />

anne,baba ve yavru tavus kuşları bulunan<br />

‘’tavus kuşu saati’’dir. Cezeri’nin bu saatinin<br />

işleyişi şu şekildeydi: Her yarım saatte bir, sabit<br />

seviyeli bir kaptan akan su kayık şeklindeki<br />

kaba doluyordu. Suyla dolan kap devriliyor<br />

ve bu şekilde boşalan su bir çarkın dönmesini<br />

sağlıyordu. Çark dönünce alttaki tavus kuşu<br />

da dönüyor,yavrular kavga etmeye başlıyor,<br />

üstteki anne tavus kuşu ise 180 derece geri<br />

dönerek eski yerine geliyordu. Boşalan kap<br />

tekrar dolmaya başlayınca kabın içerisindeki<br />

şamandıra yükselerek anne tavus kuşunu<br />

yavaş yavaş döndürüyor, anne tavus kuşunun<br />

gagası da böylece dakikaları gösteriyordu.<br />

Fil saati: Yine birinci bölümde anlattığı fil<br />

saati ise daha kompleks bir mekanizmaydı. Bu<br />

sistem de tavus kuşunda olduğu gibi her yarım<br />

saatte bir ejderhanın ağzına bir top düşüyor, bir<br />

filin üzerinde oturan adam bir sopa ile file vuruyor,<br />

elindeki sopa da saati gösteriyordu.<br />

Aynı şekilde çalışan başka bir<br />

saat ise elinde tuttuğu bir balıkla<br />

karşısındakine bardak veren ‘’balıklı<br />

adam’’ diye isimlendirilen bir robottu.<br />

Hacamat Makinesi: Cezeri’nin tasarladığı<br />

diğer bir alet ise kan aldırırken, (hacamat)<br />

alınan kanın miktarını ölçmek için kullanılan<br />

bir aletti. Şamandıralar yardımıyla kan<br />

miktarının ölçüldüğü bu sistem, elinde çubuk<br />

tutan bir kadın simgesinin kanın hacmini<br />

göstermesi şeklinde çalışıyordu.<br />

Cezeri, yapacağı aletlerin önceden kağıttan<br />

maketlerini inşa etmesi açısından da önemli<br />

çalışmalarda bulundu. Maketleri yaparken<br />

geometriden de faydalanan El Cezeri, ilk hesap<br />

makinesinden asırlar önce aynı sistemle<br />

Cezeri’nin, tasarladığı bazı aletler<br />

Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar,<br />

Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh,<br />

Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem,<br />

iki bölümlü testi (termos),<br />

Otomatik su akıtma,<br />

İkramda bulunma ve kurulma makinesi,<br />

Su çarkı kepçe mekanizması,<br />

Motor kompresör mekanizması,<br />

Su çarkı ve su dolabı.<br />

çalışan benzer bir meaknizma da geliştirdi<br />

ve bunu bir saat tasarımında kullandı<br />

KİTABU’L HİYEL’DEN ÖRNEKLER.<br />

-Otomatik Kuşlar<br />

-Filli saat<br />

-Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar<br />

-Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh<br />

-Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem<br />

-İki bölümlü testi (termos)<br />

-Otomatik su akıtma , ikramda bulunma ve<br />

kurulama makinası<br />

-Su çarkı kepçe mekanizması<br />

-Motor-kompresör mekanizması<br />

-Su çarkı su dolabı.<br />

El Cezeri’nin yaptığı makine parçalarının<br />

bir kısmı kendisinden 200-350 yıl sonra<br />

yaşamış Giovanni de Dondi ve Leonardoda<br />

Vinci’nin eserlerinde rastlanmaktadır.(5)<br />

Ömrünün son yıllarında kendi şehri olan<br />

Cizre’ye dönmüş ve Cizre’de vefat etmiştir.<br />

Nuh (A.S.) Camii avlusunda bulunan kub-<br />

Bizbiriz Dergisi • 53


esinde gömülmüştür.<br />

serinin 5 kopyası<br />

Türkiye’de olmak<br />

üzere tüm dünyada<br />

16 kopyasının<br />

olduğunu biliyoruz.<br />

Türkiye’de, 4 adedi<br />

Topkapı Saray<br />

Müzesinde, 1 adedi<br />

de Süleymaniye<br />

kitaplığındadır.Kopyalardan<br />

1 tanesi Bağdat<br />

Cahıs Kütüphanesinde,<br />

1 tanesi Dublin Chesterbeatly<br />

Kütüphanesinde,<br />

2 tanesi de Oxford<br />

bodleian Kütüphanesinde,<br />

iki adedi Leiden<br />

Universite Kütüphanesinde,<br />

üç tanesi de Paris<br />

Bibliotheque Nationalde<br />

ve Amerika Birleşik Devletlerinin<br />

çeşitli müze ve<br />

kolleksiyonlarında farklı<br />

yazmalardan koparılmış,<br />

minyatürlü sayfalar<br />

b u l u n m a k t a d ı r .<br />

Cezeri’nin en ünlü icadı olan bu saat hayvanlarla insanın ortak çalıştığı<br />

bir makinadır. Filin ortasında oturan adamın kalemi, yarım saatte 7,5<br />

dereceye geldiğinde<br />

yukarıda bulunan kuş<br />

öter. Balkonda oturan<br />

adam sağ tarafındaki<br />

şahinin gagasından<br />

elini kaldırır, sol<br />

elini sol tarafındaki<br />

şahinin gagası<br />

üstüne koyar.<br />

Sağındaki şahinin<br />

gagasından, sağdaki<br />

yılanın ağzına bir<br />

top düşer, yılan topu<br />

filin sağ omzundaki<br />

vazoya bırakır, filin<br />

seyisi balta ile filin<br />

başına hamlede<br />

bulunur, sopalı adam<br />

sol elini kaldırır ve<br />

filin başına vurur.<br />

Top filin göğsünden<br />

çıkar, karnında<br />

asılı bir çan üzerine<br />

düşerek ses çıkarır,<br />

böylece yarım saatin<br />

geçtiği anlaşılır.<br />

Hayvan gücüyle<br />

çalışan yandaki<br />

m a k i n a n ı n<br />

mekanik aksamı<br />

ve bağlantıları<br />

tam olarak<br />

gözükmemektedir<br />

ama aşşağı doğru<br />

uzanan milin kepçeyi<br />

aşşağı yukarı hareket<br />

ettirmeye yaradığını<br />

a n l a m a k t a y ı z .


TARİHTE<br />

MART AYI<br />

OLAYLARI<br />

Hazırlayan: Kadir Aydın<br />

2<br />

MART<br />

3<br />

MART<br />

1855’te Rusya İmparatoru Çar<br />

II. Nikolas, intihar etmişti. Buna<br />

sebep, Kırım savaşı’nda Türkiye-<br />

İngiltere-Fransa’ya yenilmiş<br />

olmasıydı. Türkiye’yi parçalamak için açtığı istila<br />

savaşında çar, ağır malubiyetlere uğratılmış<br />

ve harbi kaybetmişti.<br />

1924’te Cumhuriyet Hükümeti<br />

tarafından hilafet kaldırıldı.<br />

3 Mart 1878’de Ayastefanos’ta<br />

Ruslarla bir antlaşma imzalanmıştık. (Sonra<br />

Berlin muahedesiyle tadil edilmiştir.) Ruslar,<br />

İstanbul kapılarına dayanmışlar ve bir<br />

hayli küstahlıkta bulunmuşlardı. Bu arada<br />

Ayastefanos’ta (şimdiki Yeşilköy) büyük bir<br />

zafer abidesi de yapmışlardı. Uzun yıllar Türk<br />

toprakları üzerinde bir leke gibi duran bu<br />

abide 1914’te, Türk milleti tarafından kazmalarla,<br />

bombalarla ve toplarla yıkılmıştır.<br />

3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul<br />

edilmiştir.<br />

3 Mart 1918’de Brest-Litovsk antlaşması<br />

imzalanmış, Rusya savaştan çekilmişti.<br />

1925’te TBMM tarafından İstiklal<br />

4<br />

MART<br />

6<br />

MART<br />

8<br />

MART<br />

Mahkemeleri’nin teşkiline dair<br />

olan kanun kabul edilmişti. Bunu<br />

hakkında bizzat konuşan Atatürk,<br />

bunun memlekette sükûn ve asayişin tesisi<br />

için tatbik edileceğini bildirmişti.<br />

1920’de Türk dilinin sadeleşmesi<br />

ve gelişmesi uğrunda pek büyük<br />

hizmetleri olan Ömer Seyfettin<br />

ölmüştü.<br />

1403’te IV. Osmanlı Padişahı<br />

Yıldırım Bayezid vefat etmişti.<br />

Timurlenk’le yaptığı Ankara<br />

Meydan Muharebesi’nde mağlup<br />

ve esir düşen Yıldırım, 8 ay esarette kalmış,<br />

bu acıya dayanamayarak kahrından ölmüştü.<br />

Timur, tarihlerin yazdığına göre, Yıldırım’a katiyen<br />

bir esir muamelesi yapmamış ve öldüğü<br />

haberini duyunca da yazık, cihan bir kahra-<br />

Bizbiriz Dergisi • 55


man kaybetti” demekten kendini alamamıştı.<br />

1764’te Laleli Camii, ibadete<br />

9<br />

MART<br />

açılmıştı. İnşaat 3 yıl, 11 ay sürmüştü.<br />

Camii yaptıran III. Mustafa ile oğlu<br />

III. Selim, camiin önündeki türbede<br />

gömülüdür.<br />

1917’de Bağdat düşmüştü. 6. Türk<br />

11<br />

MART<br />

kaldı.<br />

12<br />

MART<br />

Ordusu, çetin vuruşmalardan<br />

sonra, bu tarihi şehri, İngiliz-Hint<br />

kuvvetlerine bırakmak zorunda<br />

1921’de İstiklal Marşı TBMM’de<br />

Milli Marş” olarak kabul edildi.<br />

12 Mart 1918’de kahraman Erzurum düşman<br />

işgalinden kurtarılmıştır.<br />

1827’de II. Sultan<br />

14<br />

MART<br />

Mahmut, askeri<br />

hekim ve cerrah<br />

yetiştirmek üzere<br />

Tıbhane ve Cerrahhaneyi<br />

açmıştı.<br />

15<br />

MART<br />

1921’de Sadrazam<br />

Talat Paşa, Berlin’de<br />

bir komitacı<br />

tarafından şehit edilmiştir. I. Dünya<br />

Savaşı’nın talihsiz bir devrinde ve Sait Halim<br />

Paşa’dan sonra sadaret mevkiine geçen Talat<br />

Paşa, harp sonunda iktidar mevkiini bırakarak<br />

vatan topraklarından ayrılmak mecburiyetinde<br />

kalmıştı. Bütün hayatında mert ve temiz<br />

kalmış, daima Türk vatanı için çalışmış bir<br />

devlet adamı idi.<br />

1583’te daha çok Feridun Bey”<br />

16<br />

MART<br />

diye tanınan Damat Ahmet<br />

Feridun Paşa ölmüştü. Feridun<br />

Bey, 16. asrın büyük tarihçi, edip<br />

ve devlet adamlarındandı. Münşe’atu’s<br />

Selatıyn” veya Feridun Bey Münşeatı” diye<br />

bilinen eserinde, kendi devrine kadar olan<br />

Osmanlı hükümdarlarının yazışmalarını ve<br />

onlara verilen cevapları toplamıştır. Bu eser,<br />

15. ve 16. yüzyıl Türk-Osmanlı tarihinin en<br />

önemli kaynaklarından birisidir. Nişancılığa<br />

kadar yükselen Feridun Paşa, Kanuni’nin kızı<br />

Mihrimah sultan’ın Rüstem Paşa’dan olan kızı<br />

Ayşe Hanım Sultan’la evlenmişti ki, bu prenses,<br />

devrinin en zengin hanımı sayılıyordu.<br />

16 Mart 1920’de I. Dünya Savaşı sonunda<br />

Mondros Antlaşmasını çiğneyerek, itilaf<br />

kuvvetleri İstanbul’u işgal etmişti. İstanbul,<br />

kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923’e kadar sessiz<br />

sedasız ve bütün acılarını sindire sindire<br />

yaşadı. Fakat Anadolu’da doğan kurtuluş<br />

hareketine içten içe bağlandı, yardıma koştu.<br />

1915’te İngilizlerin ve Fransızların<br />

18<br />

MART<br />

mühim deniz kuvvetleri ile<br />

Çanakkale Boğazı’nı geçmeye<br />

teşebbüsleri, Türk’ün zaferi<br />

ve düşmanların önemli zaiyat vererek<br />

geri çekilmeleri<br />

ile sonuçlanmıştı.<br />

Çanakkale’yi denizden<br />

geçemeyen düşman<br />

karadan zorlamaya karar<br />

vermiş ve kara harpleri<br />

yapılmıştı. Bunun sonucu<br />

da malumdur. Yine<br />

Türk’ün zaferiyle bitmiştir.<br />

18 Mart 1920’de Osmanlı<br />

Meclis-i Mebusanı son içtimasnı yapmıştır.<br />

1534’te Hafsa Valide Sultan<br />

19<br />

Şubat<br />

ölmüştür. Yavuz’un zevcesi, Kanuni<br />

Sultan Süleyman ile Hadice<br />

Sultan’ın annesi olan Hafsa Valide<br />

Sultan, kuvvetli bir rivayete göre Kırım Hanı<br />

I. Mengli (Benli) Giray’ın kızıdır. Meziyetleri ile<br />

tanınmıştır. Sultan Selim Camii’nde, Yavuz’un<br />

türbesinin yanındaki türbede gömülüdür.<br />

19 Mart 1877’de ilk Meclis-i Mebusan toplanarak<br />

teşrii vazifesini görmeye başlamıştı.<br />

Mithat Paşa ve arkadaşlarının ısrarıyla II.<br />

Sultan Abdülhamit tarafından 23 birinci<br />

kanun 1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi’nin<br />

hükümleri icabınca toplanan bu meclis, yine<br />

Abdülhamit’in emriyle 13 Şubat 1878’de<br />

feshedilmiştir.<br />

56 • Bizbiriz Dergisi


25<br />

MART<br />

1821’de Yunanistan istiklalini ilan<br />

etmişti.<br />

27<br />

MART<br />

30<br />

MART<br />

31<br />

Şubat<br />

1854’te İngiltere ve Fransa, Rusya’ya<br />

savaş açmıştı (Kırım Savaşı). Rus<br />

saldırısına uğrayan ve kendisini<br />

başarı ile koruyan Türkiye, Mustafa<br />

Reşit Paşa’nın pek parlak diplomasisi sayesinde,<br />

Avrupa’nın iki büyük liberal devletini de,<br />

amansız düşmanına karşı savaşa<br />

sokmuştu.<br />

1856’da Paris Sulh Muahedesi<br />

imzalanmıştı. Türkiye’ye haksız<br />

saldıran Ruslara karşı İngiltere,<br />

Fransa, Sardunya tarafımızı tutarak Kırım’da<br />

beraberce savaşmışlar ve galip gelmişlerdi.<br />

İlk olarak bizim de katıldığımız bu kongrenin<br />

sonucunda lehimize pek çok hükümleri<br />

bulunan Paris Muahedesi imzalanmış ve<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nun da Avrupa<br />

Devletleri gibi istiklaline sahip olduğu<br />

taahhüt edilmiştir. (Bu antlaşma ile istiklalimiz<br />

kabul edilse de sonradan gözleri<br />

dönerek toprağımızı paylaşma hevesine düşmüşlerdir.<br />

Dolayısı ile bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. Tabi<br />

geldikleri gibi de gitmişlerdir.)<br />

1517’de esir edilen son Mısır-Suriye Türk-Memlük<br />

İmparatoru Sultan Tumanbay, Kahire’de Yavuz<br />

Sultan Selim’in huzuruna kQabul edilmişti.<br />

Yavuz, Tumanbay’a eşit bir hükümdar muamelesi<br />

yapmış ve tahtının yanına kurdurduğu bir tahta<br />

oturtmuştur.


58 • Bizbiriz Dergisi

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!