Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Bizbiriz</strong><br />
d e r g i s i<br />
Sayı 1<br />
Şubat 2013<br />
ISSN:2147-642<br />
“Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan<br />
korkularından daha şiddetlidir.<br />
Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.<br />
Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın<br />
sizinle toplu halde savaşamazlar.<br />
Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.<br />
Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.<br />
Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur. “<br />
Halk arasında Haşr diye şöhret bulmuş surenin<br />
13-14 ayeti celilesi<br />
KANAYAN<br />
YARAMIZ<br />
Müslüman Coğrafyası<br />
?
BEZİRCİLER<br />
İ<br />
İ<br />
CNC<br />
Makina Otomotiv Sanayi<br />
CNC Torna-CNC İşleme Merkezi<br />
Süleyman BEZİRCİ<br />
0 536 425 82 15<br />
Zafer Sanayi Yeni Dergi Sokak No:58<br />
Selçuklu/KONYA/TR<br />
Emre BEZİRCİ<br />
0 506 903 83 47<br />
TEL:+90.332.249.79.97<br />
E-mail: bezirci_cnc@hotmail.com
EDİTÖRDEN<br />
bismillahirrahmanirrahim<br />
Esselamu Aleyküm<br />
Kıymetli okurlar,<br />
Allah-u Teâlâ’ya yarattığı mahlûkatın zerreleri adedince<br />
şükürler olsun ki, birbirinden kıymetli kardeşlerimizin<br />
de katkılarıyla dergimizin ilk sayısıyla karşınızdayız.<br />
Evvela dergimizin yayın hayatına başlamasında bize yol<br />
gösteren, bizi cesaretlendiren, bizlere her türlü desteği<br />
sağlayan varisün-nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />
hocamıza ben ve arkadaşlarım adına teşekkürü bir borç<br />
bilirim. Rabbim Hocamızın himmetlerine nail olmayı<br />
cümlemize nasip eylesin.<br />
Kıymetli kardeşlerim, dergimizin ilk sayısında<br />
birbirinden kıymetli yazılarla karşınızdayız. Sahab-i<br />
Kiramın sadakat timsali hazreti Ebu Bekir (radyallahu anh),<br />
adalet timsali halife Ömer bin Abdülaziz (radyallahu anh),<br />
günlük hayatımızın vazgeçilmez parçası otomobiller gibi<br />
okurken hem hoşça vakit geçireceğiniz hem de kıymetli<br />
bilgiler öğreneceğiniz konulara değinmeye çalıştık ve<br />
dergimizin en kıymetli köşesinde hocamızın ebedi saadete<br />
ulaştıran, değerini bildiğim kelimelerle ifadeye imkanım<br />
olmayan yazısıyla sizleri baş başa bırakıyoruz. Mübarek<br />
hocamızın duası ve işaretiyle çıktığımız bu yolda Allah-u<br />
Telala’ nın izniyle hayr bulacağımızdan şüphemiz yoktur.<br />
Bu ilkeyle hareket edip yılmadan dergimizin ilk sayısının<br />
kısa zamanda çıkmasında emeği geçen iman erlerine de<br />
teşekkür eder birlikte nice yollar yürümeyi Cenab-ı Hakk’<br />
tan niyaz ederim.<br />
Kıymetli okurlar, unutmayalım ki BİZ BİRİZ ve biz bir<br />
olduğumuz sürece kuvvetliyiz, kıymetliyiz. Sizlerden bu<br />
yolda muvaffak olmamız için dualarınızı bekleriz. Okurken<br />
faydalı ve hoş vakitler geçirebilmeniz ve bir sonraki<br />
sayımızda tekrar birada olabilmemiz duası ile...<br />
Allah’ a emanet olun.<br />
Duran TOKLUCU<br />
Şubat 2013<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Derneği adına<br />
Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />
Genel Yayın Koordinatörü<br />
Kadir Aydın<br />
Editör<br />
Duran Toklucu<br />
Grafik – Tasarım<br />
Faruk Erhan<br />
Fotoğraf<br />
Bahadır Aktaş<br />
Reklam Koordinatörü<br />
Ahmet Navruz<br />
Samet Dünsöz<br />
Yayın Kurulu<br />
Faruk Kul<br />
Ebubekir Onhan<br />
Selman Bahar<br />
Safa Ak<br />
Ayşe Tunç<br />
Ümmü Haram<br />
Baskı<br />
Erman Ofset<br />
Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />
Yeni Matbaacılar Sit.<br />
Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />
Konya<br />
Tel : 0 332 342 01 55<br />
Fax : 0332 342 21 63<br />
www.ermanofset.com<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />
fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin<br />
elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma<br />
hakkı <strong>Bizbiriz</strong> Derneği’ne aittir.<br />
Abonelik İşlemleri<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Derneği<br />
Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />
Turgutoğlu Sokak No:9<br />
Meram / KONYA<br />
Tel : 0 332 353 27 00<br />
0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25
12 İSLAM KORKUSU<br />
10 BİZBİRİZ<br />
SEVDASI<br />
33 MADDİ VE MANEVİ<br />
DİNÇ BİR HAYAT ÜZERİNE<br />
43 TARİHTE<br />
ŞUBAT OLAYLARI<br />
içindekiler<br />
46<br />
OTOMOBİLERDE YAKIT TASARRUFU<br />
FIKIH 25<br />
VADE FARKI<br />
27<br />
Hocamızın Sohbetinden:<br />
AKIL SUYU<br />
6<br />
KANAYAN<br />
YARAMIZ<br />
MÜSLÜMAN<br />
COĞRAFYASI<br />
HOCAMIZDAN<br />
26<br />
VECİZELER<br />
36<br />
SIDDIK-I EKBER<br />
HZ. EBUBEKİR<br />
40<br />
HİKAYE<br />
HAYDAR<br />
15 ÖMER SAADETLİ<br />
BİN ABDULAZİZ HAYAT<br />
41 İLGİNÇ BİLGİLER<br />
4 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi<br />
OSMANLI’DA BİLİMİN<br />
“ALAMET”İ 42
<strong>Bizbiriz</strong><strong>dergisi</strong><br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 5
Kafir her zaman<br />
tek millettir.<br />
Farklı ırk,<br />
devlet de olsa<br />
Müslümana<br />
karşı birleşme<br />
konusunda<br />
birdir.<br />
6 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
KANAYAN YARAMIZ<br />
MÜSLÜMAN COĞRAFYASI<br />
İslam dünyasında asırlardır<br />
süregelen zulüm acımasız<br />
yüzünü bugün Suriye’de<br />
gösterdi. Dokuz yıl önce<br />
aynı senaryo Irak’ta oynanmıştı.<br />
Senaryoyu yazanlar aynı,<br />
başrol oyuncuları zalimler aynı,<br />
üzerinde oyun oynanan mazlumların<br />
isimleri değişse de<br />
dinleri, Rasulleri, kitapları, kıbleleri<br />
aynı. Müslümanlar.<br />
Irak’ta ileri sürülen sebep,<br />
Suriye’de de ileri sürülüyor;<br />
Kimyasal silahlanma. Dün<br />
Irak’ta bulamadıkları kimyasal<br />
silahları, bugün Suriye’de arayacaklar.<br />
Ve tabii ki bulamayacaklar.<br />
Bulmaları da mümkün<br />
değil zaten. Olmadığını onlar<br />
da biliyor.<br />
Kafir her zaman tek millettir.<br />
Farklı ırk, devlet de olsa Müslümana<br />
karşı birleşme konusunda<br />
birdir. Müslümana karşı<br />
bir olurlar, birlikler oluştururlar,<br />
İslam’a karşı yardımlaşırlar.<br />
Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de<br />
şöyle buyurur Saffat diye meşhur<br />
surenin 25- 26- 27 ayetlerinde;<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Size ne oldu ki birbirinize<br />
yardım etmiyorsunuz?<br />
Evet, onlar o gün zilletle boyun<br />
eğeceklerdir.<br />
(İşte bu duruma düştükleri<br />
vakit) onlardan bir kısmı, diğerlerine<br />
yönelir, birbirlerini<br />
sorumlu tutmaya çalışırlar.<br />
Ey kafirler!<br />
Ey Müslümana karşı bir<br />
olanlar!<br />
Niye yardımlaş mıyorsunuz?<br />
Varisü-n Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />
Hani dün dünyada<br />
idiniz, esfel-i safilinde<br />
idiniz.<br />
Dünya, yani aşağıların<br />
aşağısı manasına<br />
gelen yerdeydiniz ve<br />
birbirinize destek<br />
oluyordunuz.<br />
Haçlı ordularının adını<br />
değiştirip, ‘Barış Gücü’<br />
koyuyordunuz ya...<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 7
Ne oldu size? Bugün cehenneme<br />
karşı, onun yakıcı azabına<br />
karşı yardımlaşsanız ya!<br />
Allah-u Teala, onlarla alay<br />
edercesine, soruyor;<br />
“Niye yardımlaşmıyorsunuz?<br />
“<br />
Hani Suriye’ye İsrail uçakla<br />
saldırırsa sesinizi kısıyorsunuz,<br />
görmezden gelip, kulaklarınızı<br />
tıkıyorsunuz. Lakin eğer<br />
bir Müslüman veya bir Türk<br />
Suriye’ye misillemede bulunacağım<br />
derse, kıyametleri koparıyorsunuz.<br />
Günlerce sansasyon<br />
yapıp, medyadan indirmiyorsunuz.<br />
Şimdi ne oldu size?<br />
O gün yardımlaşıyordunuz ya<br />
dünyada bugün niçin yardımlaşmıyorsunuz?<br />
Hani dün dünyada idiniz,<br />
esfel-i safilinde idiniz. Dünya<br />
yani aşağıların aşağısı manasına<br />
gelen yerdeydiniz ve birbirinize<br />
destek oluyordunuz.<br />
Haçlı ordularının adını değiştirip,<br />
‘Barış Gücü’ koyuyordunuz<br />
ya.<br />
Dün haçı boyunlarından<br />
ayakuçlarına kadar indirenler<br />
bugün yine üstlerinde taşımıyorlar<br />
mı?<br />
Dün Allah’ın ordusuna karşı<br />
savaşanlar bugün yine aynı<br />
orduya karşı savaşmıyorlar mı?<br />
Bir tarafta barış gücü kurulmuş.<br />
Bir Hıristiyan ülke veya<br />
sömürdükleri bir ülke saldırırken<br />
insan haklarını hiç aramayan<br />
kuruluşlar, Müslüman bir<br />
ülke ayaklandığında, hakkını<br />
aradığında onu terörist ilan<br />
ediyorlar. Irzını, malını, namusunu,<br />
memleketini savunmak<br />
terörizm oluyor.<br />
O gün yardımlaşıyordunuz<br />
ya, hani o gün barış gücünü<br />
kurdunuz, Avrupa Birliği’ni<br />
kurdunuz, Birleşmiş Milletler’i<br />
kurmuştunuz ya ne oldu bugün?<br />
Niye yardım yapamıyorsunuz?<br />
Niye yardımlaşmıyorsunuz?<br />
Hani dün Müslümanların,<br />
dün müminlerin işine karışıp<br />
duruyordunuz ya, dün onların<br />
aşkını, muhabbetini, sevgisini,<br />
İslam’ın sıcaklığını her tarafa<br />
götürelim demelerini terörizm<br />
diye adlandırıyordunuz ya. Bugün<br />
tıkılın bir yere, cehenneme.<br />
Hadi yardımlaşın bugün.<br />
Şimdi teslim oldunuz değil<br />
mi? Dünyada cezaevlerine,<br />
Guantenamo’ya atıyordunuz<br />
ya Müslümanları bugün siz girin<br />
bakalım ahret cezaevine.<br />
Hadi gelin bakalım burada yardımlaşabiliyor<br />
musunuz?<br />
Rabbim bizi tez zamanda<br />
bir olanlardan eylesin. Gönlümüzü<br />
İslam’da, salih amelde<br />
sabit kılsın. Âmin…<br />
8 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />
Sohbetlerinden derlenen<br />
ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4<br />
ve<br />
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği<br />
MUHAMMED (SA.V) ‘İN DUA HİZBİ<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 3<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 2<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 1<br />
MUHAMMED (s.av)<br />
DUA HİZBİ<br />
ON HAFTA<br />
SOHBETLERİ 4<br />
Varis-ün Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve<br />
Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi ‘nin hediyesi<br />
olarak temin edebilirsiniz<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 9
BİZBİRİZ<br />
SEVDASI<br />
Yaratana bağlı olmadan,<br />
yaratılana faydalı<br />
olunamayacağının<br />
bilenlerin sevdasıdır bu…<br />
M.Emin DOĞAN<br />
Kamu İç Denetçisi<br />
Cenab-ı Hakk’a hamd-ü senalar olsun ki, BİZBİRİZ Dergimizin<br />
ilk sayısı ile sizlerin huzuruna çıkmanın mutluluğunu yaşıyoruz.<br />
BİZBİRİZ, Bir sevdadır…<br />
Allah (c.c)’ın ismi ile, Allah (c.c)’ın rızası için, Allah (c.c)’ın<br />
yardım ve inayetini murad ederek atılmış bir adımdır BİZBİRİZ…<br />
Her adımda AŞK’a doğru mesafeler kat eden bir adımdır…<br />
Bir dernektir, bir dergidir ama aslında bir gönül ummanıdır…<br />
Daha dün atılmış bir adım gibi görülse de, insanlık ve<br />
İslamlık tarihiyle başlayan bir “baş başa düşünüş”, “omuz omuza<br />
mücadele” ve “el ele yürüyüş” sevdasıdır.<br />
BİZBİRİZ Derneğimizin kuruluşu 2012 yılının Şubat ayına<br />
rastlar. Ancak, 2012 yılının Şubat ayından öte bir adımdır,<br />
BİZBİRİZ serüveninin başlangıcı. Sonucu belli ama sonu belli<br />
olmayan bir sevda yüklüdür, bu serüvenin her bir sayfasına haz<br />
veren her bir satırında…<br />
10 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
..sevmeden sevilmeyeceğini bilenlerin<br />
sevdasıdır bu..<br />
* * *<br />
Bir olmuş birden çok<br />
gönlün serüvenidir bu…<br />
Bir fakirin, bir yetimin,<br />
bir öksüzün, bir edibin, bir<br />
şairin, bir alimin, bir Abidin,<br />
bir arifin ama illaki bir kulun<br />
gönül çağlayanı olmadan<br />
yeşermeyen bir sevdadır<br />
bu…<br />
Rabbi bir olan Hz.<br />
Adem(a.s) ile Havva Anamızın<br />
çocuklarının sevdasıdır bu…<br />
Hz. Muhammed Mustafa<br />
(s.a.v)’e ümmet olmuş, O’na<br />
ve O’ndan sonra gönderilmiş<br />
bütün nebi ve rasullere iman<br />
eden Muhammediler’in<br />
sevdasıdır bu…<br />
“Allah’ın ipine toptan<br />
sarılarak birlik ve beraberlik<br />
içerisinde olma”yı temel<br />
düstur edinmiş gönüllerin<br />
sevdasıdır bu…<br />
Sen-ben kavgasından<br />
bıkmış, tek Rabbe ve<br />
aynı Rasule iman etmiş,<br />
aynı gemiye binmiş din<br />
kardeşlerinin sevdasıdır<br />
bu…<br />
Mevlana-Şems<br />
birlikteliğinde ki gibi;<br />
“sen seni bırak ben beni<br />
bırakayım biz olalım”<br />
düşüncesi ile yola çıkanların<br />
sevdasıdır bu…<br />
Nasıl<br />
olunması<br />
gerekiyorsa öyle olunması<br />
gerektiğini bilip Hak yolda<br />
bir ve beraber olarak gönül<br />
gönüle seyahat edenlerin<br />
sevdasıdır bu…<br />
Yaratana bağlı olmadan,<br />
yaratılana<br />
faydalı<br />
olunamayacağının bilenlerin<br />
sevdasıdır bu…<br />
Emrolunduğu gibi<br />
dosdoğru olunmadan, zulüm<br />
ile adaletin ayrılamayacağına<br />
inananların sevdasıdır bu...<br />
S e v m e d e n<br />
sevilmeyeceğini bilenlerin<br />
sevdasıdır bu…<br />
* * *<br />
Derneğimizin açılışında<br />
söylediklerimizi, Dergimizin<br />
ilk sayısında bir kez daha<br />
teyit etmek isteriz ki;<br />
Gerçek<br />
manada<br />
kardeşlikleri tesis edecek<br />
temel ilimleri öğrenip hayata<br />
tatbik etmek ve ettirmek<br />
temel hareket metodumuz<br />
olacaktır. Amaç ve hedefimiz,<br />
Bireysel ve toplumsal hayatı<br />
etkileyen; ahlaki, kültürel,<br />
siyasi, sosyolojik, tarihi ve dini<br />
ilimlerin, toplumun bütün<br />
kesimlerinde öğrenilmesini<br />
ve<br />
uygulanmasını<br />
geliştirmek” olacaktır.<br />
Bu sevdanın neferleri<br />
olarak biliyoruz ki; Abdullah<br />
Murat Şükrüoğlu (k.s)<br />
Hocamızın söyleyişi ile,<br />
“ilim amelle birleşince kılıcı<br />
gülleştirir, ümmeti birleştirir”.<br />
Bunun için, derneğimizin ve<br />
dergimizin ağırlıklı ve hatta<br />
bütün çalışmalarını, ilim ve<br />
amelin artırılmasına yönelik<br />
çalışmalar oluşturacaktır.<br />
Meselemiz, “ilim ilim bilmektir,<br />
ilim kendin bilmektedir”<br />
diyen Yunus Emre misali<br />
evvelen kendimizi bilerek<br />
rabbimizi bilmektir.<br />
Niyet halis akıbet hayırdır.<br />
Aşk’a giden bu sevdanın<br />
nefesinde kaybolmak arzusu<br />
ile selam ve dua hayr ehline<br />
olsun…<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 11
İSLAM<br />
KORKUSU<br />
Selman Bahar<br />
İslamiyet on dört asır boyunca<br />
çok geniş bir coğrafyaya<br />
yayılmış bir dindir. Asırlar<br />
boyunca birçok kültürü etkilemiş,<br />
sosyal anlamda medeniyet<br />
binalarının inşası için<br />
gereken harç olmuştur. Yaşadığımız<br />
tarihin bu döneminde<br />
Dünya üstünde onlarca İslam<br />
devleti ve bir buçuk milyardan<br />
fazla Müslüman vardır. Farklı<br />
coğrafi, etnik, siyasal, ekonomik<br />
şartlara sahip milyonlarca insan<br />
aynı kurallara riayet etmeye çalışıyor.<br />
Tek Allah’a inanıp, yaşamaları<br />
gereken hayatı Allah katından<br />
bir müjde olan Kur’an-ı<br />
Kerim’den öğrenmeye, son nebi<br />
Hz. Muhammed (S.A.V)’in yolundan<br />
gidip O’nun gibi olmaya<br />
çalışıyor. Bu tabloya bakıldığında<br />
gayeleri bireysel ve toplumsal<br />
olarak erdemli, vicdanlı, kendilerine<br />
tanınan sınırları bilerek<br />
yaşamak olan bir toplumun,<br />
kendisinden olmayanlara zararı<br />
ne olabilir ki…<br />
Peki Müslüman olmayan<br />
insanlar neden İslam’dan ve<br />
Müslümanlardan rahatsız oluyor?<br />
Dünya üzerindeki terörist<br />
eylemlerden felaket senaryolarından<br />
neden hep Müslümanlar<br />
sorumlu tutuluyor? Bir<br />
Müslüman’ın sahip olması gereken<br />
görünüm iyiliğe çağıran<br />
timsalken, insanları neden Müslüman<br />
kimliğinin itici bir profil<br />
olduğuna inandırmaya çalışıyorlar?<br />
Medyatik propagandalar<br />
toplumsal karalamalar, itici<br />
senaryolarda oynatılan Müslüman<br />
tiplemeleri, insanların<br />
İslam algılarının negatifleştirilmeye<br />
çalışılması kalplerindeki<br />
İslam korkusunun tezahürüdür.<br />
Aslında korkmalarına gerek olmadığını,<br />
Müslümanların kendilerinden<br />
olmayanlara karşı zorlayıcı<br />
olmayacaklarını bilseler,<br />
belki Müslümanlardan olurlardı.<br />
Korkularını aşanlar kazananlardır.<br />
İslamiyet korkusu Batılı devletlerin<br />
ve Avrupalı halkın büyük<br />
çoğunluğunda bir hastalık<br />
gibi yayılmış durumda ve yayılmaya<br />
devam etmekte. Bu hastalık<br />
İslami kimliğe saygı duyamayan<br />
Batılı devletlerde kendini,<br />
zaten kötü durumdaki güçsüz<br />
Müslüman devletlerin yaşam<br />
alanlarına saldırma olarak<br />
gösteriyor.<br />
Tarih boyunca ne zaman biraz<br />
güç bulsa Müslüman devletlere<br />
saldıran gayrimüslim devletler<br />
bunu korku psikolojisinde<br />
ve belli bir mantıkla yapıyorlar.<br />
Bu mantık İslam’ın dünya üzerinde<br />
güç kazanmasını engellemektir.<br />
Batılı devletler İslam<br />
toplumunun birleşmesinin ne<br />
anlama geldiğini çok iyi biliyorlar<br />
ve güçlerini sırf İslami bir koalisyon<br />
kurulmaması adına harcıyorlar.<br />
Çünkü biliyorlar ki, birleşmiş<br />
Müslümanların önünde<br />
durulmaz. Müslümanlar eğer<br />
birleşirde tek çatı altında irade<br />
gösterirse o zaman tarihteki örnekler<br />
gibi Dünya hâkimi tekrar<br />
Müslümanlar olur.<br />
Son yüz yıldır gücünü yitirip<br />
birbirinden kopuk yaşayan onlarca<br />
İslam devletinin zayıflarının<br />
eziyet çekmesinin, zulüm<br />
içinde olmasının sebebi de budur.<br />
Dünyaya hakim tek sözün<br />
12 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
“La İlahe illallah Muhammedur-<br />
Rasulullah” olmasını istemedikleri<br />
için bizi zayıflarımızla uğraşarak,<br />
kardeşlerimizin kanlarından<br />
sulanarak acıtıyorlar.<br />
Önce sömürge yönetimleri<br />
vardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan<br />
sonra manda ve himaye yönetimlerini<br />
kurdular. Özellikle Soğuk<br />
Savaş Dönemi’nin bitimiyle<br />
zayıf halkları sömürmenin<br />
adını insani/insancıl müdahale<br />
koydular. Mantık ve amaç hep<br />
aynıydı; ekonomik ve siyasi anlamda<br />
İslami bir birleşmenin<br />
önünü kesmek. Bunun adına ister<br />
sömürge devletler desinler,<br />
ister insani kaygılarla devletlerin<br />
iç karışıklarını gidermek…<br />
İnsani kaygılar öne sürülerek<br />
Müslüman devletlere<br />
yapılan askeri<br />
operasyonların<br />
sonu hep gayrimüslim<br />
devletlerin<br />
çıkarlarını<br />
kısmen ya da tamamen<br />
elde etmesiyle<br />
sonuçlanmıştır.<br />
Bu operasyonlardan<br />
Körfez<br />
Savaşı’nı çıkar<br />
sağlamak adına<br />
yapılmış operasyonlardan<br />
biri<br />
olarak açıklamakta<br />
fayda var.<br />
1988 yılında izleri bulunan<br />
Irak-Kuveyt arasındaki ekonomik<br />
anlaşmazlıkların 1991’de<br />
zirveye tırmandığı ve sıcak çatışmaya<br />
kadar giden Körfez<br />
Savaşı’nda, nedense Amerika<br />
ve Avrupalı devletler “uluslararası<br />
barış ve güven ortamının<br />
zarar gördüğünü” dile getirerek<br />
olaya müdahil olmak istediler.<br />
ABD “Çöl Fırtınası” adlı Birleşmiş<br />
Milletler’in askeri operasyonunun<br />
emir-komutasındaki<br />
devletti. 42 gün süren ve Irak’ın<br />
Kuveyt’ten birliklerini çekmesi<br />
sonucu, ABD’nin “amaca ulaşıldığı<br />
için ateşkes ilan ederek”<br />
sonlandırdığını belirttiği operasyonun<br />
sebebi ise “Kuveyt’e<br />
karşı yapılan insan haklarının<br />
ihlali sonucu Kuveyt’in müttefiklerince<br />
meşru müdafaa hakkının<br />
kullanılması” şeklinde belirtildi.<br />
Aslında tablo bu şekilde<br />
oldukça vicdanı gelebilir. Hatta<br />
ABD’ye teşekkür bile edesi geliyor<br />
insanın. Ama operasyonun<br />
altında yatan menfaat zincirine<br />
bakıldığında durum daha iyi anlaşılıyor.<br />
Basra Körfezi bölgenin<br />
petrolünün Dünya ülkelerine<br />
transfer edildiği körfezdir. Ayrıca<br />
ABD ve Asya arasındaki ticaret<br />
yollarından birisidir. Eğer<br />
körfez Irak’ın imtiyazına geçseydi,<br />
ABD zaten petrol konusunda<br />
anlaşamadığı Irak’la bir de<br />
körfezde karşı karşıya gelecekti.<br />
Asya’dan gelen ucuz hammaddenin<br />
seyir yolu değişecek ve ticari<br />
kaygıları daha da artacaktı.<br />
Bu yüzden “Müttefikim.” diyerek<br />
Kuveyt’in yanında yer alma ihtiyacı<br />
hissetti. İkinci bir durum ise<br />
Kuveyt’in kontrolünü elinde bulunduran<br />
Irak Orta Doğu’da eskisinden<br />
güçlü hale gelecekti.<br />
İslam camiasının Dünya politikasında<br />
bir büyük kozu da Dünya<br />
petrol ticaretine ortak olan<br />
Müslüman bir devletin varlığı<br />
olacaktı. Sırf bu kaygılar yüzünden<br />
yapılan operasyon ne yazık<br />
ki vicdani bir operasyonmuş<br />
gibi göründüğü için BM üyesi<br />
Müslüman devletlerinde onayıyla<br />
yapıldı.<br />
Uluslararası sistemi etkileyen<br />
birden fazla aktör ve olayın aynı<br />
zaman dilimi içinde yaşanması,<br />
çoğu zaman karar verecek organların<br />
tabloyu tam anlamıyla<br />
görememesine sebep oluyor.<br />
Zaman, olay, aktör faktörlerin<br />
oldukça fazla iç içe geçmesi<br />
de hızlı karar verilmesi gereken<br />
durumlarda yanlış kararlar verilmesine,<br />
yanlış safta yer alınmasına<br />
neden oluyor. 1991’de Müslüman<br />
kimliği ağır basan, halkının<br />
çoğu Müslüman olan devletlerin<br />
Körfez Savaşı’nda düştüğü<br />
hata belki buydu.<br />
Belirtmekte fayda var ki, biz<br />
Irak’ın Kuveyt’e karşı takındığı<br />
tutumu, Kuveyt’e<br />
askeri birliklerini<br />
göndermesini savunmuyoruz.<br />
Fakat<br />
bizim dile getirmeye<br />
çalıştığımız<br />
düşünce Kuveyt<br />
ile Irak’ın arasında<br />
dengeyi<br />
kurmak için İslami<br />
birimlerin olmayışının<br />
ortaya çıkardığı<br />
sorundur.<br />
Müslümanların<br />
oluşturduğu bir<br />
ortak karar alma<br />
birimi olsaydı, İslam<br />
devletlerinin danışma birimi<br />
olsaydı bu karışıklığı çözmeye<br />
Avrupalı devletler yeltenemeyecek,<br />
zemin bulamayacaktı.<br />
1991’de hiçbir İslam devleti<br />
kendi başına ne Irak’la görüşmeler<br />
yapmayı, içinde bulunduğu<br />
ekonomik buhran yüzünden<br />
sağduyusu zarar görmüş<br />
Irak Hükümeti’ni karşısına almayı<br />
göze alabilirdi ne de BM üyesi<br />
Avrupalı devletlere “Siz karışmayın<br />
bu meseleye.” demeyi<br />
göze alabilirdi.<br />
Körfez Savaşı’ndan daha yakına,<br />
bir iki yıl öncesine bakacak<br />
olursak durum küçük de-<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 13
ğişmelerde olsa İslam Âlemi<br />
için vahametini korumaktadır.<br />
Arap Baharı diye adlandırılan,<br />
Mohamed Bouazizi adlı gencin,<br />
Tunus/El-Tahrir Meydanı’nda<br />
Aralık-2010’da kendini yakması<br />
ile başlayan süreç Arap<br />
Dünyası’nda uzun yıllar rejimlerini<br />
sürdüren devlet adamlarının<br />
bir bir iktidarlarını kaybetmesine<br />
sebep oldu. Tunus’tan<br />
Yemen’e, Yemen’den Mısır’a,<br />
Mısır’dan Suriye’ye, Suriye’den<br />
Bahreyn’e, Bahreyn’den de<br />
Libya’ya yayılan bu demokrasi<br />
hareketi yayılması esnasında<br />
Cezayir, Lübnan, Ürdün, Moritanya,<br />
Sudan, Umman, Suudi<br />
Arabistan, Cibuti, Fas, Irak, İran,<br />
Kuveyt, Batı Sahra, Mali gibi birçok<br />
İslam devletinin içişlerinde<br />
irili ufaklı karışıklıklara, halk<br />
ayaklanmalarına sebep oldu.<br />
Arap Baharı 21. Yüzyıl’ın en büyük<br />
sosyolojik olayı olarak adlandırılıp,<br />
tarihi terminolojide<br />
yerini aldı. Aslında bize İslam<br />
Âlemi’nin içinde bulunduğu durumu<br />
anlatan, Müslümanların<br />
yıllar boyu biriken eksikliklerini,<br />
manevi anlamda yitirdikleri değerlerin<br />
bedelini gösteren çok<br />
güzel bir tablodur.<br />
Bir yandan Müslümanların<br />
haklarını aramalarına sevinecek<br />
olurken, diğer yandan<br />
komplo teorilerini akla getirip<br />
düşünmek lazım. Yıllardır<br />
az ama yeterli kazanan Libyalı,<br />
Mısırlı, Suriyeli vs. Müslümanlar<br />
neden alabora bir ekonominin<br />
içinde buldular kendilerini?<br />
Bir iki yıl içinde neden demokrasi<br />
sevdasına düştüler? Neden<br />
Avrupa’nın kültürüne uygun<br />
olup olmadığı onlara kalmış<br />
ama İslam Kültürü’nün ağırlığını<br />
kaldıramayacak kadar sığ sayılabilecek<br />
demokrasi anlayışının<br />
savunucusu oldular? Acaba biz<br />
Müslümanlar devletler bazında<br />
birbirimizi çok mu yalnız bıraktık?<br />
Zora düştüğümüzde çareyi<br />
Batıda arayacak kadar mı yaşamlarımızı<br />
batılılaştırdık? Yoksa<br />
Batılı devletler biz ayrı gayrıyken<br />
saman altından su yürütüp,<br />
kendi isimlerini aramıza mı soktular?<br />
Ya da bu demokrasi modeli<br />
yeni isimleri Müslümanların<br />
yöneticileri yapmak için Batılı<br />
güçlerin işine mi gelir? Bu<br />
sorulara lehte ya da aleyhte birçok<br />
savunma ve cevap verilebilir.<br />
Ama yıllar bu komplo teorilerine<br />
cevap aramakla geçiyor da<br />
çözümler eksik kalıyor.<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞ-<br />
LU (k.s) Hocamız hep ”En kötü<br />
Müslüman, en iyi kâfirden evladır.”<br />
der. Bizlerinde Müslüman<br />
olarak bu sözün altında yatan<br />
“Birbirinizi Müslüman olmayanlara<br />
karşı destekleyin, kollayın.”<br />
mesajına riayet etmesi gerekir.<br />
Arap Baharı denince aklımıza<br />
şu ihtimal takılıyor; Ya bu insanların<br />
siyasi ve ekonomik olarak<br />
bu kadar bunalmadan önce yardımlarına<br />
koşulsaydı… Eğer onların<br />
önlerinde inandıkları İslam<br />
gibi dosdoğru örnekler olsaydı<br />
da onlara uysalardı daha farklı<br />
olmaz mıydı? Eğer biz birbirimizin<br />
koluna girer, koluna girdiğimiz<br />
insanı sırf Müslüman diye<br />
kardeşimiz sayar, adımlarımızı<br />
bir edersek bu fiilin devamı devletler<br />
bazında kol kola girmektir.<br />
Biz bir olur, tek yumruk olursak<br />
öncenin haçlı ordusu şimdinin<br />
barış gücü iç karışıklıklardan istifade<br />
edip din kardeşlerimizi<br />
bombalayamaz.<br />
Belki İslam toplumlarındaki<br />
bu ayaklanmaların, zulüm ve<br />
kanın sorumluları güzel örnekler<br />
inşa edemeyen nesillerdir.<br />
Fakat bu gidişatı düzeltememek<br />
bugünün gençlerinin duyarsızlığı<br />
olacaktır. Bir uçta Filistin, bir<br />
uçta Arakan, yanı başımızda beşerliğini<br />
unutmuş Beşar Esed’in<br />
zulmü altındaki Suriyeli Muhalif<br />
Müslümanlara ve Dünya’nın<br />
herhangi bir yerinde kanamakta<br />
olan bir Müslüman yarasına<br />
deva olabilmek için önce kendi<br />
yüreğimize deva olmalıyız. Sonra<br />
kardeşimize, sonra eşe-dosta,<br />
sonra komşuya, sonra bir ülke<br />
gençliğine koşacağız… Derken<br />
“Onların içinde size karşı duydukları<br />
korku, Allah’a olan korkularından<br />
daha şiddetlidir.<br />
Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.”<br />
(Haşr:13) ayet-i kerimesinde<br />
anlatılan kâfirlerin gönüllerindeki<br />
İslam korkusunu<br />
diri tutmak, birlik olabilen Müslümanlara<br />
nasip olacaktır. Bizler<br />
kâfirlerin gönlüne korku salabilecek<br />
güveni kendimizde bulduğumuzda,<br />
gerçek gücü zayıflarımızın<br />
faydasına sunduğumuzda<br />
zaten bizim zayıflarımız<br />
Batının örneklerine özenmeyecektir.<br />
Kaldı ki o gücü bulursak<br />
zamanla zayıflarımızda olmayacaktır.<br />
Batı bizi örnek alacak,<br />
Rabbim hidayet bahşederse onlarda<br />
kazananlardan olacaktır.<br />
14 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
SAADETLİ HAYAT<br />
2. ÖMER<br />
1. MÜCEDDİD<br />
ÖMER BİN ABDULAZİZ (R.A.)<br />
Asr-ı Saadetten bahsedildiği<br />
zaman ister istemez<br />
gönül başka bir<br />
ufka dalıyor ve saadet<br />
devrinin gülleri bayıltan nefesi,<br />
nefsinin fatihleri, aydın dimağlar<br />
ve parlayan çehrelerle, abide<br />
şahsiyetler arasında; o günlere<br />
hasret ve namzet bir şekilde bakarken<br />
zamanın ve mekanın ne<br />
kadarda önemsiz olduğunu haliyle<br />
hissedebiliyoruz.<br />
Güller Şahı, Sevgililer Sultanı,<br />
Sevgilisine yürüdükten sonra<br />
İslamiyet’i gönlüne tam yerleştirememiş<br />
kişilerde vazgeç-<br />
Ebubekir ONHAN<br />
meler ve Sevgi Sultanını (s.a.v)<br />
anlamakta güçlük çekenlerden<br />
sesler çıkmaya başladığı için<br />
dört Raşit Halifenin ağırlıklı hizmeti<br />
Kuran ve sünneti kalplerde<br />
sabit tutma ve ümmeti bir<br />
araya getirip İslamiyeti, İslamiyete<br />
uzak gönüllere yakın etme<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 15
çabası etrafında dönmekteydi.<br />
Haydar-ı Kerrar Hz. Ali efendimiz<br />
şehit edildikten sonra çoğunluğun<br />
kararıyla arşın çifte<br />
küpeleri, Rasulullah bağının<br />
reyhanları, gülleri Hz. Hasan<br />
(r.a.) halifelik görevini devralıyor<br />
ve altı ay süren hilafetlik döneminden<br />
sonra Allah Resulü<br />
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)<br />
Efendimizi haklı çıkararak hilafetlik<br />
makamından feragat ediyordu.<br />
Çünkü Aşk Sultanı(s.a.v.)<br />
“Allah, Hasan’ın vasıtasıyla Müslümanların<br />
iki büyük ordusunu<br />
barıştıracaktır” buyurarak yıllar<br />
öncesinden haber vermişti.<br />
Böylelikle hilafet makamı Hz.<br />
Muaviye’ye geçiyor ve Emevi<br />
dönemi başlıyordu. Tabii bu<br />
geçiş bir şarta bağlanmıştı: Hz.<br />
Hasan ve Hz. Muaviye arasında<br />
yapılan bir antlaşma. Bu antlaşmaya<br />
göre hilafetlik makamı<br />
Hz. Muaviye’den sonra Hz.<br />
Hüseyin’e (r.a.) verilecekti. Fakat<br />
Hz. Muaviye’den sonra hilafete<br />
Yezid’in geçeceği söylenmekle<br />
birlikte bunu kabul etmeyenlere<br />
kılıçlar çekilmişti. Kerbübelada<br />
Rasulullah’ın torunlarına<br />
bir damla suyu çok görenlere<br />
karşı, dik bir duruş sergileyen<br />
İmam Hüseyin (r.a.)…<br />
Asırlardır ümmetin bağrında<br />
bir kısmında ilk günkü tazeliğiyle<br />
kanayan yara, bir kısmında<br />
kabuklaşmış yara, bir kısmında<br />
iz, bir kısmında ise hiçbir<br />
şey tesir etmeyen(ümmetin<br />
vefasızları)… Kerbela hadisesi<br />
sonucu İmam Hüseyin (r.a.) şehit<br />
edilmesiyle hilafet sancağını<br />
garantileyen Yezid döneminde<br />
her ne kadar zenginlik artsa da<br />
insanlar arasındaki huzursuzluk<br />
ve geçimsizlik de o oranda artmaktaydı.<br />
Hz. Muaviye’nin, oğlu Yezid’i<br />
veliaht tayin etmesiyle başlayan<br />
ve İslam’ı asıl çizgisinden<br />
koparan Emevi Saltanatı, Sultan<br />
Halife Süleyman bin Abulmelik’<br />
in veliaht tayin etmesiyle vefatından<br />
sonra Ömer bin Abdulaziz’<br />
in eline geçmişti.<br />
Bir gece sabaha karşı Medine<br />
sokaklarında teftişte bulunan<br />
Halife Hz. Ömer (r.a.); bir evden<br />
bir kadının kızına “süte su<br />
koy” dediğini işitir. Kızı da Emirel<br />
Müminin Hz. Ömer süte su<br />
koymayı yasak etti cevabını verir.<br />
Kadın, Emirel Müminin nereden<br />
bilecek demesi üzerine kız;<br />
O görmüyorsa Allahu Teala görüyor<br />
dediğini duyan Halife Hz.<br />
Ömer; bu hadise üzerine o kızı<br />
araştırıp oğlu Asım’a nikah eder.<br />
Asım’ın bu hanımefendiden bir<br />
kızı olur. Ondan da Ömer bin<br />
Abdulaziz dünyaya gelir.<br />
Rasulullah’ın vefatından<br />
kırk sekiz yıl, hicretten altmış<br />
bir yıl sonra Medine’de dünyaya<br />
gelen Ömer b. Abdülaziz on<br />
ikinci İslâm halifesidir. Mevlüt<br />
Koyuncu’nun Ömer b. Abdülaziz<br />
eserinde bildirdiğine göre;<br />
Babası Mervan oğullarından<br />
Mısır valisi Abdülaziz b.Mervan,<br />
annesi Hz. Ömer’in torunu<br />
Ümmü Asım’dır. Eğitimine<br />
Mısır’da babasının yanında başlamış,<br />
Medine’de devam etmiştir.<br />
Medine’de, sahabelerin büyüklerinden<br />
Enes b. Malik’i ve<br />
Abdullah b. Ömer’i dinleme fırsatı<br />
bulmuştur. Hicretin seksen<br />
altıncı yılında babasının vefatı<br />
sonrası Halife tarafından Şam’a<br />
davet edilmiştir. Koyuncu’nun<br />
İbn’ül Cevzi ve Taberi’den nakl<br />
ettiği üzere; Ömer, Şam’a geldikten<br />
sonra dönemin halifesi<br />
Velid b. Abdülmelik kızı Fatıma<br />
ile evlendirmiştir. Kaynaklar<br />
Ömer’in bu evlilikten son derece<br />
memnun olduğunu belirtmektedir.<br />
Aynı tarihte Hicaz Valiliğine<br />
tayin edilmiştir.<br />
Ömer bin Abdulaziz, Rasullullah<br />
efendimizin şehri Medine’de<br />
valiliğe başlamıştır. İbn’ül Cezvi<br />
ve Taberi’de aktarıldığı üzere<br />
dönemin diğer Emevi Valilerinden<br />
farklı olarak ulemadan on<br />
kişilik bir danışman meclisi kurmuştur.<br />
Önemli kararlar vermeden<br />
önce bu meclise danışmıştır.<br />
Yedi sene kadar valilik makamında<br />
kalmıştır. 711 yılında dönemin<br />
Halifesi Velid tarafından<br />
valilikten azledilmiştir. Halifenin<br />
kısa bir zaman sonra vefatı<br />
sonrası yerine Süleyman b. Abdülmelik<br />
geçmiştir. Süleyman<br />
b. Abdülmelik’de kısa bir süre<br />
sonra hastalığa yakalanmış ve<br />
717 yılında vefat etmiştir. Süleyman<br />
b. Abdülmelik vefatı sonrası<br />
kimi veliaht tayin ettiği bilinmiyordu.<br />
Kaynaklarda bildirdiği<br />
16 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
üzere Süleyman b. Abdülmelik<br />
vefatı esnasında devletin sahib’i<br />
Şurta’sı olan Ka’b b. Cabir’i yanına<br />
çağırarak idareciler ile beraber<br />
bütün insanları toplamasını<br />
ve ahidnâmede ismi geçene<br />
bîat etmeleri hakkında söz aldığı<br />
belirtilmektedir. Vefatı sonrası<br />
okunan ahidnâmede Ömer<br />
b. Abdülaziz ismi okunmuştur.<br />
Bu olay esnasında hazır bulunan<br />
Ömer b.Abdülaziz halifeliğin<br />
kendi isteği doğrultusunda<br />
olmadığını ve bîatlarını onlara<br />
iade ettiğini belirtmiştir. Bunun<br />
üzerine cemaat “ Ey müminlerin<br />
emiri biz seni halife seçtik, halifemiz<br />
sensin” diyerek bîat etmişlerdir.”<br />
Ömer b. Abdülaziz öncesi<br />
Emevi halifelerinin gerek kendileri<br />
için gerekse aileleri için her<br />
türlü eşyayı hazineden almaları<br />
yanlış uygulamalarından birisiydi.<br />
O, bu uygulamaları tamamen<br />
değiştirdi ve hakkı olmayan<br />
bir kimsenin hazineden<br />
(Beytü’l mâl) hiçbir şey alamayacağını<br />
belirtti. Kendiside hazineden<br />
hiçbir şey almadı. İbn<br />
Sa’d şöyle bir olayı nakleder: Bir<br />
gün azatlı kölesi ve kâtibi olan<br />
Müzahim’den kendisine bir rahle<br />
satın almasını ister. Bir müddet<br />
Müzahim, Ömer’in beğendiği<br />
bir rahle ile içeri girer. Ömer<br />
bunu nereden aldığını sorunca<br />
Müzahim “Ey müminlerin emiri!<br />
Beytülmal’in anbarında şu<br />
tahtayı buldum ve rahleyi ondan<br />
yaptırdım “ Bunun üzerine<br />
Ömer; “Hemen koş ve çarşıda<br />
bunun kaç para olduğunu<br />
öğren gel” der. Müzahim çarşıda<br />
değerinin yarım dinar olduğunu<br />
öğrenir. Bunun üzerine<br />
Ömer “Beyt-ülmal’e bir dinar<br />
koysak kurtulur muyuz?” diye<br />
sorunca Müzahim yarım dinar<br />
ettiğini tekrar eder. Bu cevaptan<br />
sonra Ömer Beytülmale iki<br />
dinar koydurur. Bunun yanında<br />
Ömer bin Abdülaziz idareyi şu<br />
dört temel üzerine oturtulmasına<br />
çalıştı; Halife, Bölge yönetimini<br />
elinde bulunduran vali,<br />
Adaleti temin eden kadı, Vergi<br />
memuru, idarenin temeli olarak<br />
bunları oluşturmaya çalıştı.<br />
Adaletli davranmaya özen<br />
gösterdi; yakın akrabalarından<br />
olan Mervan oğullarına haksız<br />
yere verilen devlet toprağını<br />
ellerinden alarak burayı vergiye<br />
bağladı. Aynı zamanda tabiden<br />
olan Amr. b. Muhacire;<br />
“Ey Amr, benim hak ve adaletten<br />
bir nebzecik ayrıldığımı görürsen<br />
yakamdan tut ve “ne yapıyorsun<br />
ya Ömer” diyerek ikazda<br />
bulun.” diye ricada bulunmuştur.<br />
Aynı zamanda Ömer b.<br />
Abdülaziz döneminde halifeler<br />
için yapılan dua halk için yapılmaya<br />
başlanmıştır. Bernand Lewis,<br />
Tarih’te Araplar adlı eserinde;<br />
Dönemin müellifleri Emevi<br />
halifelerini Hükümdar olarak<br />
değerlendirdiklerini yalnız<br />
Ömer b. Abdülaziz’i uygulamaları<br />
ve yaşantısı ile Hulefâ-yi<br />
Râşidîn’e benzediğini bu sebepten<br />
ötürü V. Halife olarak isimlendirdiklerini<br />
ifade etmektedir.<br />
Ömer bin Abdülazîz halîfe<br />
olduktan sonra hilâfet konağına<br />
götürülmek üzere alay atları<br />
getirdiklerinde; “Bunlar ne?”<br />
dedi. “Hilâfete mahsus bineklerdir.”<br />
cevâbını işitince; “Kendi<br />
atım, benim hâlime daha<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 17
muvâfıktır.” diyerek saltanat<br />
bineklerini geri çevirip, kendi<br />
hayvanına bindi. Hilâfet otağına<br />
gitmeyip; “Hilâfet otağında<br />
Süleyman’ın âilesi var. Ben<br />
onların rahatsız olmalarını uygun<br />
görmem. Onlar yerleşinceye<br />
kadar, benim kıl çadırım<br />
bana yeter!” buyurdu. Bu sözleri,<br />
insafı ve ahlâkî büyüklüğünü<br />
ne güzel ifâde etmektedir.<br />
Evine gitti. Âzâdlı kölesi,<br />
onun pek kederli ve düşünceli<br />
olduğunu görünce: “Bu<br />
hâlinizin sebebi nedir?” diye<br />
sordu. Cevâbında buyurdu ki:<br />
“Doğudan batıya kadar olan<br />
Ümmet-i Muhammed’in hukukunu<br />
yerine getirme vazifesi<br />
bana verildi. Bundan büyük endişe<br />
edecek şey olur mu?” Daha<br />
sonra hanımı ve amcasının kızı<br />
olan Fâtıma binti Abdülmelik’i<br />
yanına çağırıp, buyurdu ki:<br />
“Eğer benimle birlikte yaşamak<br />
istersen ziynet ve mücevherlerini<br />
beytülmâle bırak. Zirâ onlar<br />
senin yanında iken ben seninle<br />
berâber olamam.” Fâtıma,<br />
bütün ziynet ve mücevherlerini<br />
beytülmale verdi. Fâtıma’nın<br />
bu davranışı, Rasulullah efendimizin<br />
kızı hazreti Fâtıma gibi<br />
mânevî süsler ve rûhî meziyetler<br />
ile yaşamaya karar verdiğini<br />
göstermekteydi. Ömer bin<br />
Abdülazîz’in elli bin altını vardı,<br />
hepsini dağıttı. Bir elbisesi<br />
kaldı. Câriyelerine de; “Serbestsiniz.<br />
İsteyeniniz olursa, âzâd<br />
ederim. Benden bir talepte bulunmamak<br />
şartı ile kalmak isteyen<br />
varsa kalabilir. Çünkü verilen<br />
vazife beni sizinle meşgûl<br />
olmaktan alıkoyuyor.” buyurdu.<br />
Hepsi ağladılar, üzüldüler. Hanımı<br />
Fâtıma’yı dahi serbest bıraktı.<br />
O da üzülüp ağladı. Efendisinden<br />
ayrılmadı.<br />
İnsanlığın şeref tablosu,<br />
Kâinatın yaradılış sebebi,<br />
Resul-i Zişan Habibi Kibriya Hz.<br />
Muhammed Mustafa (s.a.v.) “Bir<br />
gün elinizde zekâtla dolaşacak,<br />
fakat verecek kimse bulamayacaksınız.”<br />
Buyururlarken elbetteki<br />
bu mubarek sözlerin tasdik<br />
edileceği bir zamanın olacağını<br />
belirtiyordu. Şüphesiz<br />
bu kutlu zaman dilinin Fatihi<br />
de Ömer b.Abdulaziz’den başkası<br />
olmayacaktı. Halife Ömer<br />
b.Abdulaziz döneminde halk<br />
refah,huzur,güven ve iman ilkeleri<br />
içerisinde yaşamış, Asr-ı saadete<br />
adeta birer pencere açarak<br />
iman erleri yetiştirilmiştir.<br />
İşte bu kutlu zaman dilimi içerisinde<br />
halk; dünyevi ve uhrevi<br />
zenginliğiyle göz kamaştırıyor<br />
zekât verecek kimseyi dahi bulamıyorlardı.<br />
Öyleki; kaynaklar<br />
bu zaman dliminin yirmibeş yıl<br />
sürdüğünü belirtmektedir.Zekat<br />
memurları köy köy dolaştıkları<br />
halde zekat verecek kimse<br />
bulamamaya başladılar. Bunları<br />
halifeye iletip “Elimizde kalan<br />
zekâtları ne yapalım?” diye sorduklarında,<br />
“Evlenme vakti gelen<br />
ama maddi durumu el vermediği<br />
için evlenemeyen gençleri<br />
evlendirin” şeklinde cevap<br />
yazıyordu. Zekât memurları bir<br />
süre sonra tekrar mektup gönderip<br />
“Dediklerinizi yaptığımız<br />
halde hala zekattan kalanlar<br />
var” diyorlardı. Halife Ömer<br />
b. Abdulaziz, “Öyleyse ondan da<br />
belli bir sonunda geri ödemeleri<br />
koşuluyla gayrimüslimlere borç<br />
verin” diyerek gayrimüslim tebaadan<br />
yatırımda bulunmak isteyen<br />
ama maddi varlığı olmayanları<br />
da destekliyordu. Adalet<br />
timsali Hz. Ömer (r.a.) aşığı<br />
18 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
“Ya Fatma! Ben bu ümmetin işlerinin sorumlusu oldum, dolayısıyla her yörenin<br />
köşelerindeki aç fakirleri, fakir hastaları, ezilmişlikten çıplak kalanları, kalbi<br />
kırık yetimleri, yalnız kalmış dul kadınları, zulme uğramışları, esir ve garipleri,<br />
yaşlı kimseleri, kalabalık aileleri, malı az olanları düşünüyorum. Ve biliyorum<br />
ki, Rabbim (celle celaluhu) kıyamet gününde onların durumlarını benden soracaktır<br />
ve onlar adına davacım ve hasmım Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)<br />
olacaktır. Bundan dolayı, Onun husumetine karşı elimde bir delil olmayacağından<br />
korkuyorum. Dolayısıyla ben, kendime acıyıp ağlıyorum.”<br />
Ömer b.Abdulaziz; Hz. Ömer’i<br />
her alanda örnek alıyor ve hayatını<br />
hayatına tatbik etmekten<br />
geri kalmıyordu. Yakın dostu<br />
Hz. Salim’e; “Kardeşim Salim; Allahü<br />
Teala beni halifelikle imtihan<br />
ediyor, yemin ederimki kurtulamayacağımdan<br />
korkuyorum.Bana<br />
dedem Hz. Ömer’in<br />
mektuplarını, hayatı hakkında<br />
bilinenleri, müslümanlara ve<br />
gayri müslimlere olan hükümlerini<br />
bildir.Hz. Ömer’i kendime<br />
numune kabul ettim. Ona<br />
göre hareket edeceğim” diyerek<br />
Allah’ın adil kılıcı olma yolunda<br />
emin adımlarla ilerlemekteydi.<br />
Ömer b. Abdulaziz, Hulefa-i<br />
Raşidin’den sonra, Müslümanların<br />
içine düştükleri ve maalesef<br />
bugüne kadar uzayıp gelen<br />
ihtilaf hastalığını da çok güzel<br />
teşhis etmiş olmasından dolayıdır<br />
ki, icraatında başarılı oldu.<br />
O şöyle diyordu: “Bu ümmet,<br />
Allah’ı, Kitabı ve Rasulu hususunda<br />
ihtilafa düşmedi. Onlar<br />
dünya menfaat ve nimetleri hususunda<br />
ihtilafa düştüler. Onun<br />
için de devlet ve izzetlerini kaybettiler!”<br />
Ömer b. Abdulaziz,<br />
devlet başkanlığına, yani hilafete<br />
gelir gelmez, devletin haksız<br />
olarak el koyduğu bütün malları<br />
müslümanlara geri dağıtır.<br />
Zerre kadar İslam’dan taviz vermeyerek,<br />
Emevî Hanedanı’nın<br />
kurmuş olduğu devlet terörünü,<br />
baskısını, sömürüsünü, despotizmini<br />
ayaklar altına alıyordu.<br />
Ömer b. Abdulaziz’in en<br />
önemli özelliklerinden birisi de<br />
sürekli olarak kendini denetlemesiydi.<br />
İşleri bitince, odasına<br />
çekilir, kulluğunun muhasebesini<br />
yapar ve Allah’a vereceği<br />
hesabın zorluğu karşısında ağlardı.<br />
Bir gece, onu bu vaziyette<br />
gören hanımı Fatma, ne için<br />
ağladığını sorunca, onun cevabı;<br />
“Ya Fatma! Ben bu ümmetin<br />
işlerinin sorumlusu oldum,<br />
dolayısıyla her yörenin köşelerindeki<br />
aç fakirleri, fakir hastaları,<br />
ezilmişlikten çıplak kalanları,<br />
kalbi kırık yetimleri, yalnız<br />
kalmış dul kadınları, zulme uğramışları,<br />
esir ve garipleri, yaşlı<br />
kimseleri, kalabalık aileleri, malı<br />
az olanları düşünüyorum. Ve biliyorum<br />
ki, Rabbim (celle celaluhu)<br />
kıyamet gününde onların<br />
durumlarını benden soracaktır<br />
ve onlar adına davacım ve hasmım<br />
Hz. Muhammed (sallallahu<br />
aleyhi vesellem) olacaktır.<br />
Bundan dolayı, Onun husumetine<br />
karşı elimde bir delil olmayacağından<br />
korkuyorum. Dolayısıyla<br />
ben, kendime acıyıp ağlıyorum.”<br />
Ehl-i Beyt’e çok hürmet, izzet<br />
ve ikramda bulunan Halife<br />
Ömer b. Abdulaziz için Hz.<br />
Ali (r.a.)’nin torunu Fatıma binti<br />
Hüseyin; “Ömer bin Abdulaziz<br />
kalsaydı biz birşeye muhtaç olmazdık”<br />
buyurmuşlardır. Büyük<br />
veli ve âlimlerden Süfyan-ı Servi<br />
hazretleri ve İmam-ı Şafii hazretleri;<br />
“Halifeler beştir; Ebu Bekir,<br />
Ömer, Osman, Ali ve Ömer b.<br />
Abdulaziz’dir” buyurmuşlardır.<br />
Ayrıca fıkıh âlimlerinden Meymun<br />
bin Mihran, Ömer b. Abdulaziz<br />
hakkında; “Âlimler, Ömer b.<br />
Abdulaziz’in yanında talebeydi”<br />
buyurmuşlardı. Hocası meşhur<br />
fıkıh âlimlerinden Mücahid; “Biz<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 19
Ömer b. Abdulaziz’e öğretmek<br />
için geldik, halbuki daima ondan<br />
öğreniyorduk” buyurmuşlardır.<br />
Kıymetli okurlar; hatırıma<br />
gelen bir olayı anlatmak istiyorum.<br />
Bundan yaklaşık bir sekiz<br />
veya dokuz yıl önce Siirt’in<br />
Tillo ilçesine ailece bir ziyarette<br />
bulunmuştuk. Tillo’da İbrahim<br />
Hakkı Erzumimi ve Hocası<br />
İsmail Fakirullah hazretlerine<br />
bir ziyaretimiz olmuştu. Fakirullah<br />
hazretlerinin istirahatgahlarının<br />
önünde bulunan korkuluk<br />
demirleri üzerinde hatırladığım<br />
kadarıyla birinin içi yeşilliklerle<br />
dolu birinin içi boş ve diğerinin<br />
içi de karanlık olan üç adet elmasa<br />
benzer camdan birer numune<br />
bulunmaktaydı. Yandan<br />
bakıldığında hiçbir şey görünmüyor<br />
ancak tam ortasından<br />
bakıldığında içerisindekiler net<br />
bir şekilde belli oluyordu. Karanlıklı<br />
olan numune cehennemi,<br />
yeşillikli olan numune cenneti,<br />
içi boş olan numune dünyayı<br />
anımsatıyormuş. Buna atfen<br />
İlahiyatçı yazar Dr. Mahir ŞA-<br />
HİN yurt dışı hatıralarında şöyle<br />
der; “Dünyanın peşinde koşma<br />
ki; dünya senin peşinden koşsun”<br />
Malik bin Dinar hazretleri<br />
kısaca zahitliğin tanımını da yaparak<br />
şöyle buyuruyor; “Dili dönen,<br />
ben zahidim deyip duruyor.<br />
Zâhid, Ömer b. Abdulaziz<br />
gibi olur. Dünya onun ayağına<br />
geldiği halde hepsini reddeder.”<br />
Ömer bin Abdülazîz’in sulh,<br />
sükûn idaresini çekemeyenler<br />
vardı. Bunlar, ehl-i bidatten Hariciler<br />
ve menfaati zedelenenlerdi.<br />
Halifenin hayatına kıymak<br />
için çareler aradılar. Nihâyet hizmetçi<br />
kölesini bin altınla kandırarak,<br />
bu mübarek zatı zehirlettiler.<br />
Ömer bin Abdülazîz zehirlendiğini<br />
anlayınca kölesini çağırdı.<br />
“Ben sana bir fenalık yapmadığım<br />
hâlde bu ihaneti bana<br />
niçin yaptın. Doğru söyle, seni<br />
affedeyim.” deyince; köle, yaptığı<br />
bu çirkin harekete pek pişman<br />
olup, üzüldü. Ağlayarak<br />
yerlere kapandı, yalvararak: “Yâ<br />
Emir-el-müminîn! Bana bin altın<br />
vermek suretiyle bu ihaneti<br />
yaptırdılar.” dedi. Halife altınları<br />
getirterek, devlet hazinesine<br />
gönderdi. Köleyi affetti.<br />
Hasta hâlindeyken, kayın biraderi<br />
Mesleme ibni Abdülmelik<br />
ziyaretine geldi. Ömer bin<br />
Abdülazîz’in üzerinde bir gömlek<br />
vardı. Kızkardeşi Fâtıma’ya;<br />
“Emir-ül-müminînin elbisesini<br />
yıkayınız.” dedi. Tekrar geldiğinde<br />
gömleğin yıkanmamış olduğunu<br />
görüp kardeşi Fâtıma’ya;<br />
“Ben size gömleği yıkayınız, demedim<br />
mi?” deyince, bütün tebeasının<br />
hayat seviyesini yükseltip,<br />
iki buçuk yıl bile sürmeyen<br />
hilâfetinin sonunda yirmi<br />
beş yıl zekât verilecek kimse<br />
bulunamamış olmasına rağmen,<br />
aldığı cevap hayret vericidir:<br />
O zaman kendisine; “Vallahi<br />
başka gömleği yok ki, onu<br />
giydirelim de, bunu yıkayalım.”<br />
cevâbı verildi.<br />
Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin<br />
hastalığı ağırlaşınca tabip<br />
çağırdılar. Tabip; “Bu zehir<br />
içmiştir. Hayatı hakkında teminat<br />
veremem.” dedi. Halife;<br />
“Sade bana değil, zehir içmemiş<br />
olanların hayatı hakkında<br />
da teminat verme!” buyurdu.<br />
Tabip; “Zehir içtiğinin farkında<br />
mısın?” dedi. Halife; “Evet,<br />
20 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
mideme inince anladım.” buyurdu.<br />
Tabip; “Tedaviye hemen<br />
başlayalım.” dedi. Ömer bin<br />
Abdülazîz; “Hayır. İlacı, kulağımın<br />
arkasında olsa uzanıp onu<br />
almam. Rabbime kavuşmam,<br />
benim için daha güzeldir.” buyurdu.<br />
Ölüm döşeğinde, bir ara<br />
ağlamaya başladı. “Niçin ağlıyorsun.<br />
Allah-u Teâlâ’nın yardımı<br />
ile nice sünnetleri ihya ettin.<br />
Adâletin ise çok yüksekti.”<br />
dediler. Bunlara cevaben buyurdu<br />
ki: “Ben, Allah-u Teâlâ’nın<br />
huzuruna bütün milletin hesabını<br />
vermek üzere çıkacak değil<br />
miyim? Herkese âdil olarak<br />
davranabildiğimden emin değilim.<br />
Yaptığım kusurlar da ayrı.<br />
Tabiî ki ben bundan dolayı korkuyorum<br />
ve ağlıyorum.” Bir ara;<br />
“Beni oturtun.” buyurdu. Oturttular.<br />
“Allah’ım, ben o kimseyim<br />
ki, bana emirlik verdin. Ben kusur<br />
ettim. Yanlış işleri yapmaktan<br />
beni nehyettin. Ben ise isyan<br />
ettim.” diye üç defa söyledi.<br />
Sonra da: “Lâ ilâhe illallah. İbadete<br />
lâyık olan ancak Allah-u<br />
Teâlâ’dır” dedi ve başını göklere<br />
çevirip dikkatle baktı ve;<br />
“Ben öyle kimseleri görüyorum<br />
ki onlar ne insan ne de cindir.”<br />
dedi ve biraz sonra ruhunu<br />
teslim etti. Vefatından önce<br />
şöyle vasiyet etti: “Ey Meymûn<br />
bin Mihrân! Velid mezara konduğunda<br />
oradaydım. Yüzünü<br />
açıp baktım, yüzü simsiyahtı.<br />
Ben de mezara konduğum zaman<br />
yüzümü açıp bakınız.” Vefat<br />
edince vasiyeti gereği yüzünü<br />
açıp baktılar, yüzü en genç<br />
günlerinden daha parlak, daha<br />
aydınlık ve güzeldi. Ömer bin<br />
Abdülazîz beyaz, ince ve nazik<br />
yüzlü, zaîf, güzel sakallı, tatlı<br />
ve sevimli idi. Halife olmadan<br />
önce çok gürbüz iken, halifeliğinde<br />
çok zayıfladı.<br />
Vefat edince, zamanın<br />
âlimleri taziyede bulunmak için<br />
hanımının yanına gittiler. Halifenin<br />
vefatıyla Müslümanların<br />
büyük kayba uğradığını ve bu<br />
sebeple üzüntülerinin çok fazla<br />
olduğunu bildirdiler ve hanımına;<br />
“Ömer bin Abdülazîz hazretleri<br />
hakkında bize malumat ver.<br />
Çünkü onu en fazla tanıyan sizsiniz.”<br />
dediler. O mübarek hâtun<br />
şöyle anlattı: “O da sizin gibi<br />
ibadet ederdi. Lâkin bir hususiyeti<br />
vardı. O da, Allah korkusunun<br />
çok fazla olmasıydı. Öyle ki,<br />
Allah korkusundan onun kadar<br />
titreyen birini daha görmedim.<br />
O her şeyini, insanlara hizmette<br />
harcadı. Halkın ihtiyaçlarını karşılamak,<br />
sıkıntılarını gidermek<br />
için bütün gün vazifesi başında<br />
kalırdı. Akşam olduğu halde,<br />
bazı kimselerin işleri bitmezse,<br />
gece de devam ederdi. Eve<br />
girince, kendini namazgâhına<br />
atar, durmadan ağlardı. Gözleri<br />
şişerdi. Sonra baygın düşerdi.<br />
Her geceki hâli buydu. Bir<br />
gece, halkın ihtiyaçlarını, işlerini<br />
bitirdi. Sonra kendi şahsî malından<br />
olan kandili istedi. Sonra<br />
iki rekât namaz kıldı. Namazdan<br />
sonra elini çenesine dayayıp<br />
tefekküre daldı. Gözyaşları<br />
yanaklarından akıyordu. Sabaha<br />
kadar bu şekilde ağladı.<br />
Şafak sökünce oruca niyet etti.<br />
Kendisine; “Ey müminlerin emiri!<br />
Sizde bir hâl var. Sizi bu geceki<br />
gibi hiç görmemiştim.” dedim.<br />
Bana; “Ben düşünüyorum<br />
ki, bu milletin beyazına siyahına<br />
halife oldum. Fakir, garip,<br />
kanaatkâra kendi hâlindeki biçareleri,<br />
muhtaçları, zorla tutulan<br />
esirleri, memleketin dört köşesindeki<br />
nice dertli ve kederlileri<br />
düşünüyorum ve anlıyorum<br />
ki, Allah-u Teâlâ onların hepsinin<br />
hesabını benden soracak<br />
ve Muhammed aleyhisselâm da<br />
onların lehine ve benim aleyhime<br />
şahitlik yapacak. Bu hâlde<br />
olan birinin sonunun ne olacağını<br />
düşünüyorum ve çok<br />
korkuyorum.” cevabını verdi.<br />
Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin<br />
vefatından sonra Halîfe<br />
Zeyd ibni Melik, Fâtıma binti<br />
Abdülmelik’in beytülmaldeki<br />
ziynet ve mücevherlerini iade<br />
etmek isteyince, Fâtıma; “Vallahi<br />
kabul etmem. Ben Ömer’e<br />
sağlığında itaat edip de, vefatından<br />
sonra isyan etmem.” diyerek<br />
sadâkatini ifade etti. Şimdi,<br />
Suriye’nin Humus şehrinde,<br />
kendi adıyla anılan caminin bitişiğinde,<br />
asil Halife, adil devlet<br />
başkanı mütevazı mezarında istirahat<br />
etmektedir.<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 21
...damak tadınız...<br />
VUSLAT<br />
UNLU MAMÜLLERİ<br />
VUSLAT Unlu Mamüller Kuruyemiş<br />
Nakl. Gıda. Madd. San. ve Tic. Ltd. Şti<br />
Topraksarnıç Mah. Meram Eski Yol Cad.<br />
Ova AVM no:143 Meram/KONYA<br />
Telefon : 0332 322 0 329 Faks : 0332 322 0 329<br />
vuslatkonya@hotmail.com<br />
22 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
w<br />
SÖĞÜTLÜ<br />
SÜPERMARKET<br />
güvenilir alısveris<br />
TOPRAK SARNIÇ MAH. AZERBEYCAN CAD. NO:74<br />
Meram/KONYA Telefon: 0 332- 320 43 83<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 23
BİZBİRİZ DERNEĞİ<br />
20 yıldır ‘’halka hizmet<br />
Hakk’a hizmettir’’ düsturu<br />
ile hareket eden<br />
derneğimiz 3 Haziran<br />
2012 günü resmiyet<br />
kazanmıştır.<br />
Her perşembe bir mahallenin<br />
muhtarı ile görüşen dernek komitesi<br />
mahallenin yardıma muhtaç<br />
7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere<br />
nakdi yardımda bulunuyor.<br />
’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’<br />
(Bakara Süresi 41)<br />
Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız<br />
Kuran’ı Kerim<br />
Ramuz El Hadis<br />
Riyazu’s Salihin<br />
Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />
derlemiş olduğu;<br />
Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi<br />
Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları<br />
‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o<br />
ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir.<br />
Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği<br />
sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su<br />
olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad<br />
etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su<br />
verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’<br />
Ramuz El ehadis
FIKIH KÖŞEMİZ<br />
SORU: Vade farkı faiz midir?<br />
Vade farkı koyarak bir<br />
malı peşin fiyatından fazlandığı<br />
şekliyle, l faiz şüphesinden<br />
uzak olduğunu söylemek<br />
bir hayli zorlaşmaktadır.<br />
lunmadığını söylemek gerçeğe<br />
uymamakta, kâğıt üzerinde<br />
kalmaktadır. Faiz ortadan<br />
la bir fiyata almak veya satmak<br />
Vade sebebiyle yapılan fazla kaldırılmadıkça ekonomide<br />
caiz midir?<br />
ödemenin bir kısmının satış<br />
bedelini enflasyonun olumsuz<br />
ve ticarî hayatta onun etkisinden<br />
uzak kalmak mümkün olmayacaktır.<br />
CEVAP:<br />
Kıymetli kardeşim!<br />
Allah-u Teala Kur’ân-ı Kerimde;<br />
etkisine karşı korumayı<br />
amaçlayan bir tedbir, bir kısmının<br />
ise beklemenin, ödenmeme<br />
riskinin ve mahrum<br />
Aralarında bazı Mâlikîler’in<br />
de bulunduğu fakihler ise<br />
akidlerde niyet, saik ve öze<br />
kalınan peşin kârın karşılığı önem verip vadeli satışı, malın<br />
peşin değerinin vadeli ola-<br />
... ... mahiyetinde olduğu söylenilse<br />
de günümüzde bankaların rak daha yüksek bir değerle<br />
kredilere uyguladığı aylık faiz satımı mahiyetinde görür, bu<br />
oranları ile piyasadaki aylık sebeple de vade farkını da bir<br />
vade farkı oranlarının daima tür faiz sayar. (İSAM)<br />
paralel seyrettiği de gözden Son olarak İslam Fıkhında<br />
uzak tutulmamalıdır. Kâr payı ki sedd-i zerai yani haram giden<br />
dağıtan finans kurumlarının<br />
yolu engellemek kaide-<br />
gelirlerinin önemli bir kısmının<br />
si gereğince faizin bulaşacağı<br />
ticarî faiz oranına paralel her türlü vadeli alış-verişten<br />
seyreden bu vade farkı uygu-<br />
uzak durmak gerekir.<br />
«Allah alışverişi mubah kılmış,<br />
faizi de yasaklamıştır»<br />
buyurmuştur. (Bakara diye<br />
meşhur Sûre, 275)<br />
Vadeli satışta vade karşılığı<br />
alınan fazlalığın faizle ilişkisi<br />
öteden beri İslâm hukukçularını<br />
meşgul etmiş bir konudur.<br />
Günümüz ticarî hayatında<br />
vade farkının alınmasının sebebi<br />
ve hesaplanma yöntemi<br />
dikkatlice izlendiğinde, bunun<br />
klasik doktrinde tanım-<br />
lamasından kaynaklandığını<br />
buna ilâve edebiliriz. Böyle<br />
olunca, vade farkının faizle<br />
hiçbir ilişki ve bağının bu-<br />
Ayşe TUNÇ<br />
İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 25
w<br />
İNSANLARIN VADİNE KANMA BUGÜN DER YARIN UNUTUR.<br />
SEN ALLAH’A TEVEKKÜL ET ALLAH NE SETREDER NE UNUTUR<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />
26 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
Ayın Sohbeti<br />
VARİSÜ-N NEBİ<br />
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />
SOHBETİNDEN....<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />
“Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük<br />
yaptığını bilenlere, bir sona doğru, bir<br />
müstekarrine doğru yol kat ettiğini<br />
anlayanlara, hayat ummanında şu beden<br />
gemisini yüzdüren Nuh’lara selam olsun.”<br />
“Ey yeryüzü! Suyunu yut. Ey Gök!<br />
Suyunu tut’ denildi. Su çekildi, iş<br />
bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu<br />
ve “Zalimler topluluğu Allah’ın<br />
rahmetinden uzak olsun!” denildi.”<br />
Ayetlerin bir zahiri yönü bir de<br />
bizim anladığımız bir işari olarak işaret<br />
edebileceğimiz batın yönü vardır. Hud<br />
diye isimlendirilen sure mushafta ki<br />
sıralamada 11. İniş sırasına göre 52.suredir.<br />
Yunus diye isimlendirilen sureden sonra,<br />
Yusuf diye isimlendirilen sureden önce,<br />
Mekke döneminin son bir yılı içinde nazil<br />
olmuştur. 12- 17- 114 ayetlerinin Medine’de<br />
indiği yolunda ki görüş müfessirlerin<br />
çoğunluğunca kabul edilmemiştir. Konusu;<br />
bu surede ağırlık olarak Allah (c.c)’ın<br />
varlığı, birliği, O’nun iradesi, Resullerinin<br />
aracılığıyla vahyedildiği gerçeği, vahyin<br />
kaynağının Allah (c.c) olduğu, insanlar<br />
tarafından bir benzerinin getirilemeyeceği<br />
ve Nebilik müessesesinin gelmiş<br />
geçmiş bütün toplumlarda bulunduğu<br />
anlatılmaktadır. Bazı nebilerin kıssalarına<br />
geniş bir şekilde yer verilmektedir. Nuh,<br />
Hud, Salih (a.s) ecmain mucize oluşu,<br />
öldükten sonra dirilme, hesap ve ahret<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 27
hayatıyla ilgili konulara yer verilmektedir.<br />
Hz. Muhammed (s.a.v);<br />
“Cuma günü Hud Suresi’ni okuyunuz.”<br />
(Darimi, Fedâilu’l-Kur’ân 17) buyurarak<br />
surenin faziletini;<br />
“Hud Suresi ve kardeşleri beni<br />
ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Sünen; Hâkim,<br />
Müstedrek) mealindeki hadisiyle de ağır<br />
sorumlulukları hatırlatan bir içeriği işaret<br />
etmektedir.<br />
Kur’an meydan okuyor;<br />
“Uydurma dahi olsa on<br />
surenin benzerini yapın.”<br />
Hud diye isimlendirilen<br />
sure, 13. ayeti, Kur’an-ı Kerim’in<br />
mucize ayetlerindendir.<br />
Öyle mucizedir ki tüm edebi<br />
sanatlarıyla anlaşılması<br />
hususunda, okuyanın<br />
anlayışının açık veya kapalı<br />
olması farketmiyor. Akıllı<br />
olan herkese burada Rabbü’l-<br />
Âlemin kısaca;<br />
“Bu âlemleri Ben yarattım.<br />
Burada başka yaratıcı<br />
aramayın’’ buyuruyor.<br />
Gök ve yer, cansız varlıklardır,<br />
binaenaleyh, ey gök ve ey yer diye onlara<br />
emir vermek, zahiri durum itibariyle<br />
Allah (c.c)’ın emrinin ve teklifinin cansız<br />
nesnelerde de geçerli olduğu ispat<br />
etmektedir. O zaman akıl, O’nun emri<br />
cansızlara da böyle geçerli olursa akıllılar<br />
için haydi haydi geçerli olması gerekir, diye<br />
hükmeder. Ayette ki – iş bitirildi- tabirinden<br />
maksat şudur; Allah-u Teâla ezelde kesin<br />
ve kati bir şekilde takdir edip, hükmettiği<br />
şey mutlaka meydana gelir. Bununla<br />
Allah-u Teâla’nın takdir etmiş olduğu her<br />
şeyin vakti gelince meydana geleceğini,<br />
ne yerde ne de gökte O’nun takdirine<br />
mani olacak ve hükmünün geçerli olup<br />
tahakkuk etmesini önleyecek hiçbir şeyin<br />
bulunmadığına dikkat çekmektedir.<br />
“Ey yeryüzü suyunu içeri çek, yut. Ve ey<br />
gök sen de suyunu tut, denildi. Su çekildi,<br />
iş böylece bitirildi.”<br />
Araplarda gök yani arş, erkeği; arz yeri<br />
temsil eder. Nasıl? Arştan verilmesi arzın da<br />
o verileni yetiştirip büyütmesi sebebiyle<br />
“Allah dedi ki göğe;<br />
ey gök artık suyunu<br />
tut! Ve ey yer sen de<br />
suyunu yut! İki emir<br />
veriliyordu; Birisi göğe,<br />
ötekisi yeryüzüne.<br />
Birisi tut! Diğeri Yut!<br />
Tamam hepsi bu<br />
kadar. Birisi tutmuş,<br />
ötekisi de yutmuştu<br />
suyunu ve artık yeryüzü<br />
kupkuruydu...<br />
ona anne, öbürküne de<br />
baba denmesi gibi. Birine<br />
erkeklik, birine kadınlık<br />
yüklenir...<br />
“Ey arz suyunu yut,<br />
ey sema artık suyunu<br />
tut.”<br />
Abdullah ibni Mukaffa<br />
diye bir yazar var. Arap<br />
edebiyatının dâhilerinden<br />
kabul edilir. Gerçekten<br />
bu ilmi bilen, ‘Kelile ve<br />
Dimneyi’ Arapça’ ya<br />
kazandıran biri. Günün birinde Kur’an’a<br />
nazire yapmak geçmiş kafasından. Sen<br />
bunu becerirsin, bu işi ancak içimizden<br />
sen yaparsın, demişler. Tamam! Demiş.<br />
Herhalde bu işi ben kıvıracağım. Şöyle<br />
hazırlığını yapmış, enine boyuna bakmış,<br />
kendini toplamış ve Kur’an’ı bu gözle<br />
bir daha okumuş. Benzerini yapmak<br />
adına dikkatlice Kur’an’ı okurkewn Hud<br />
Suresi’nde Rabbimizin anlattığı bu bölüme<br />
gelir. Tufandan önce Allah göğe emretti;<br />
Ey gök su indir! Gök de bu emre imtisalen<br />
suyunu indirdi. Sonra yere emretti Allah,<br />
yer de suyunu fışkırttı, tamam her taraf su.<br />
28 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
Helak olacaklar helak olmuşlar, cezasını<br />
çekmesi gerekenler çekmişler cezalarını,<br />
artık iş bitmiş ve tufan da bitecek. Allah<br />
birisi semaya, öteki de arza olmak üzere iki<br />
emir verdi;<br />
“Ey sema artık suyunu tut. Ve ey arz sen<br />
de suyunu yut.”<br />
Allah dedi ki göğe; ey gök artık suyunu<br />
tut! Ve ey yer sen de suyunu yut! İki emir<br />
veriliyordu; Birisi göğe, ötekisi yeryüzüne.<br />
Birisi tut! Diğeri Yut! Tamam hepsi bu kadar.<br />
Birisi tutmuş, ötekisi de yutmuştu suyunu<br />
ve artık yeryüzü kupkuruydu.<br />
Kur’an’ın bu bölümüne gelince Mukaffa<br />
kara kara düşünmeye başlıyor. Sanki<br />
beynini ellerinin arasına alıyor, sıktıkça<br />
sıkıyor, kafatasını eritiyor ve sonra diyor ki;<br />
‘Eyvah! Bunu diyebilmek için semaya<br />
ve arza söz geçirecek güçte olmak<br />
gerekiyor. Bunu diyebilmek için, böyle<br />
bir sözü söyleyebilmek, Kur’an gibisini<br />
meydana getirebilmek için ancak Allah<br />
olmak gerekiyor. Ben<br />
Allah olmadığıma göre ne<br />
mümkün öyleyse?’<br />
Diyor ve sonunda<br />
vazgeçiyor bu delilikten.<br />
Yine<br />
Arap<br />
gramercilerinden İbn<br />
Hayyam şu 19 harften<br />
oluşan kısacık ayette tam 21<br />
tane edebi sanat olduğunu<br />
söylüyor. Siz dört kelimeden<br />
ibaret bir ayet görüyorsunuz,<br />
çok rahat dinliyorsunuz ya.<br />
Ama bakın ilim ehlinin eline<br />
düşünce taşın elmas olduğu<br />
anlaşılıyor. 19 harften oluşan<br />
bu ayette tam 21 tane edebi<br />
sanat olduğunu söylüyor.<br />
Hz. Ömer (r.a) bu ayet okunduğunda<br />
bu edebi güzellik karşısında hayretler<br />
içinde kaldığını ve bunu söyleyenin bir<br />
insan olmayacağını, bu sözün beşeri ayet<br />
değil, ancak çok yüce bir yaratıcıya ait ilahi<br />
bir kelam olduğunu hemen anladığını<br />
söylüyor. Muhakkak ki kitaplarda bu<br />
ayetlerden bahsedilenler bu kadar.<br />
“Ey gök suyunu tut ve ey yer sende<br />
suyunu yut” tan ne anlıyoruz?<br />
Nuh (a.s)’ın gemisini illa tahtadan<br />
bir gemi olarak anlayan insana ben<br />
diyorum ki; İnsan bedeninin etten,<br />
kemikten bir gemi olduğunu, fırtınanın<br />
ise içinde ki şüphe ve vesvese olduğunu<br />
niye düşünmezsin? İçinde ki fırtınan<br />
dindikten sonra o aklın artık yerine<br />
oturur. O göz pınarından akan suya;<br />
“Ey göz suyunu tut” demesi yeterli<br />
olacaktır. Suyunu tutunca o göz artık<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 29
göremeyecektir, o kulak duyamayacaktır. O<br />
kulakta da su vardır, o gözde de su vardır, o<br />
burunda da su vardır, o ağızda da su vardır.<br />
Kendimizi Nuh (a.s)’ın yerine koyalım.<br />
Allah-u Teâla’nın her nebisinin insanın farklı<br />
bir yönünü taşıdığını görürüz. Ama biz<br />
hep kendimizden uzak düşündük. Nebiler<br />
geldi geçti, biz o Nuh (a.s)’ın gemisine<br />
binemedik. Biz o suyun ne olduğunu, o<br />
vahiy suyunun kesildiğini anlamadık. Ey<br />
gökyüzünde ki vahiy suyu, suyunu tut,<br />
denildi vahiy kesildi, hitap bitti, iş bitirildi.<br />
Şimdi Kur’an’ın vahyi var mı? Yok tabi.<br />
Vahiy suyu kesildi. Aklı olan insan vahyin<br />
Hak katından gelen çok büyük bir hediye<br />
olduğunu anlar.<br />
Ümmü Eymen (r.ha) bunu anlayanlardandı.<br />
Muhammed Mustafa (s.a.v)’in vefatından<br />
sonra bir gün Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a),<br />
Ümmü Eymen (r.ha)’yı ziyarete giderler,<br />
ağlamaktadır. Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a)<br />
onu teselli etmek için şöyle derler.<br />
- Ey Ümmü Eymen her insan ölümü<br />
tadacaktır. Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de<br />
bir insandır. Bu kadar üzülme.<br />
- Siz ne diyorsunuz? Ben Rasulullah<br />
(s.a.v)’in öldüğüne üzülmüyorum ki..<br />
- Peki, niye ağlıyorsun bu kadar?<br />
- Ben gök kapıları kapandı, vahiy kesildi<br />
diye ağlıyorum. (Darimî, Vefatu’n-Nebi)<br />
Rabbim akıl suyumuzu açsın.<br />
Ey arş suyunu aç, yani gönül sularımız<br />
açılsın. Baş, akıl suyumuz açılsın da biz<br />
anlayalım.<br />
Ey baş suyunu aç, ey beden sen de suyunu<br />
fışkırt da şu Nuh’un gemisi Hakka, hakikate<br />
dalsın. Hakkı hayretle seyretsin, Hakkı gönül<br />
aynasında;<br />
‘Subhanallah, subhanallah!’ diye aşkla,<br />
muhabbetle seyre dalsın.<br />
Çünkü Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v) buyurdu ki;<br />
“Denize bakmak ibadettir.” (Ebu Nuaym)<br />
Şu gönül deryasına bir dalında bir bakın<br />
hele. O deryada neler var, neler. Ne güzellikler<br />
var, ne inciler var. Allah (c.c) onların önce akıl<br />
sularını, sonra Hakkı ve hakikati görmelerini<br />
engelleyecek gözlerinde ki suları, Hakkı<br />
ve hakikati duyacak kulaklarında ki suları<br />
çekmişti. Ey baş suyunu tut, denilmişti de<br />
akıl suları kesilmiş, akılları işlemez olmuştu.<br />
Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük yaptığını<br />
bilenlere, bir sona doğru, bir müstekarrine<br />
doğru yol kat ettiğini anlayanlara, hayat<br />
ummanında şu beden gemisini yüzdüren<br />
Nuh’lara selam olsun. Hepinizden Allah (c.c)<br />
razı olsun. Bizim bu ayetten anladıklarımız<br />
bir nükte, bir nebze. Ummandan bir katre.<br />
Bu ummana dalmak isteyenler hoş geldiler,<br />
selam ile. Allah (c.c.)’ın selamı ve rahmeti<br />
üzerinize ve üzerlerimize olsun...<br />
Sohbetin devamını Abdullah Murad<br />
ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri<br />
1. Kitabından takip edebilirsiniz.<br />
30 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
DERMAN SENSİN<br />
Kur’an’da seni okudum<br />
Sana uydum huzur buldum<br />
Aşkınla yandım tutuştum<br />
Derman sensin Ya Rasulallah<br />
Gözler hep seni arıyor<br />
Özler aşkınla yanıyor<br />
Diller cemalin soruyor<br />
Derman sensin Ya Rasulallah<br />
Gören göz olup göreyim<br />
Sünnetinle sana ümmetim<br />
Aşkından ben biçareyim<br />
Derman sensin Ya Rasulallah<br />
Aşığım muradım isterim<br />
Kapında kıtmir beklerim<br />
Aczimle şefaat isterim<br />
Derman sensin Ya Rasulallah<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 31
Kim gelip girse bugün Abdullah Murad gülzarına<br />
Bir kademde vasıl olur her kişi dildarına<br />
Bir nefeste mürde dil bulur hayatı cavidan<br />
Murad Sultanın kudsi nefesinden erer hem yarına<br />
Alemi manada şâh olmak dilersen tâliba<br />
Gel bugün ver varlığın Abdullah Murad varına<br />
Hem gönül ayinesini derd-i sivadan pak kıl<br />
Er hazret huzuruna yanma bu firkat nârına<br />
Alem-i kudse erişmek ister isen Bedriya<br />
Sıdk ile gel bende ol gir Abdullah Murad bâzârına<br />
Hem ilahı aşka yanmak istersen bırakma ağyara<br />
Lutf ile kanarız biz aşkı Abdullah Murad Sultana<br />
Feyz ile güller şaduman dilersen nazarına<br />
Ebedi varisi ol sende gel ulaş artık Sultana<br />
Akifleri, Fazılları anarız gözümüz asımın neslinde<br />
Biz Akşemseddini bulduk, sende gel erişmek için Fatih’e<br />
Ben gibi yüzsüz değilsin, ne ile gelsem deme<br />
Ey Nefsim def’ol git dersen gir bu bahçeye<br />
Nev-i beşeriyyette dem vururuz bugün eşiğinde<br />
Kanmak için Kur’anı gel silsile-i Muhammediyyeye<br />
Eşini evde, işini işte,nefsini kapının eşiğinde<br />
Abdullah Murad Sultana varmak için gayrı gir içeriye<br />
Ebubekir ONHAN<br />
32 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
MADDİ VE<br />
MANEVİ<br />
DİNÇ BİR<br />
HAYAT<br />
ÜZERİNE...<br />
Ümmü HARAM<br />
Euzubillahimineşşeytanirracim...<br />
Bismillahirrahmanirrahim...<br />
Sağlık vücudun fiziki<br />
ve psikolojik bakımlardan,<br />
bütün<br />
fonksiyonlarının yerinde<br />
bulunması durumudur.<br />
Sağlık sıhhat ve esenlik<br />
içerisinde olmaktır.<br />
Gönül mutmain ve kalp<br />
huzur içerisinde olmadıkça<br />
bedenin sıhhatinden<br />
söz edilemez. Hayat<br />
rehberimiz Habib-i Kibriya<br />
Muhammed Mustafa<br />
(s.a.v.): “Adamda bir et parçası<br />
vardır, o sağlam olursa<br />
cesedi de sağ selamettir.<br />
Dertli ise başka yerleri de<br />
dertlidir. Burası da kalptir.<br />
(Ramuz El-Ehadis 127/3)”<br />
buyurur.<br />
Kalplerin tam manada<br />
huzur bulması ise iman ile,<br />
Allah’ı anmak ile mümkündür.<br />
Rabbimiz Ra’d ismiyle<br />
şöhret bulmuş sure-i celilenin<br />
28. ayetinde, “Onlar<br />
(Allah’a yönelenler), iman<br />
eden ve Allah’ı anmakla<br />
kalpleri huzura kavuşan<br />
kimselerdir. Şunu iyi bilin ki<br />
gönüller, (ancak) Allah’ı anmakla<br />
huzura kavuşur.” buyurmuştur.<br />
Allah-u Teâla’ yı tespih,<br />
tahmid ve tekbirlerle<br />
anmanın yanı sıra en büyük<br />
zikir, O’nun kelamıdır.<br />
Kur’an’ı okuyup hayatımıza<br />
tatbik edersek gerçek<br />
manada Rabbimizi zikretmiş<br />
ve kalp huzuruna erişmiş<br />
oluruz. Allah’ın zikrini<br />
yani Kur’an-ı Kerim’i hayatımıza<br />
tatbik etmezsek fik-<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 33
imizi, gönlümüzü ve hayatımızı Kur’an’a uydurmazsak,<br />
kalbimiz ve hayatımız huzura kavuşmaz.<br />
Allah’ın zikrini kalbine, fikrine ve hayatına geçiremeyenler,<br />
dilleri Allah dese bile dalları sulanan fakat<br />
köklerine su ulaşmayan ağaçlar gibi olurlar. Her<br />
halimizi Kur’an’a ve sünnete uydurursak, gayemiz<br />
Allah’ın rızasını kazanmak olursa, dilimiz de Rabbimizin<br />
zikriyle meşgul olursa kalplerimiz ancak o<br />
zaman huzura kavuşacaktır. Huzur dolu bir kalp ise<br />
sağlıklı bir vücut demektir.<br />
“Çağımızın hastalığı nedir?” diye sorsak neredeyse<br />
herkesten alacağımız cevap “stres”tir.<br />
Rasulullah’ın (s.a.v.) asırlar öncesinden bildirdiği<br />
gibi beden hastalıkları, kalpteki huzursuzluklarla<br />
direk olarak bağlantılıdır. Modern tıpta bu durumu<br />
kabul ediyor.<br />
Doktorlar birçok hastalığın altında yatan sebebin<br />
psikolojik olduğunu, insanların stresten uzak<br />
kalarak sağlıklarını koruyabileceklerini her fırsatta<br />
söylüyorlar. İnsanların psikolojik hastalıkları<br />
ve tedavi yöntemleri ile ilgili olarak stres kontrolü,<br />
stressiz yaşam üzerine onlarca kitap yazılmış,<br />
araştırılmalarda bulunulmuştur. Oysaki Necip Fazıl<br />
Kısakürek’in şu beyitte bize söylediği ilaç hepsine<br />
bedel;<br />
Eczanede ama hangi rafta, şişede,<br />
İslam ki tek ilaçtır, örümcekli köşede.<br />
Müslüman, “Allah’a teslim oldum.” diyorsa ve<br />
gerçekten teslim olmuşsa kalp huzursuzluğu yaşamaz.<br />
Huzursuz olmaya çabalasa bile huzursuz olamaz.<br />
Çünkü kalp huzurunun yegâne reçetesini hayatına<br />
tatbik eder. Yani her an Allah’ı anar, hep Rabbiyle<br />
beraber olur.<br />
Sağlıklı yaşamanın ilk şartı huzur dolu bir kalptir.<br />
Huzur dolu bir kalbe, mutmain bir gönüle sahip<br />
olan insan kolay kolay hastalığa teslim olmaz.<br />
Bağışıklık sistemi kuvvetli olur. Mikroplar vücudunu<br />
kolayca teslim alamazlar. Tabi hastalık da sağlık<br />
da insan içindir. Sarsılmaz imanı, zikreden kalbi<br />
ve şükreden dili olan bir Müslüman’da hastalanabilir.<br />
Ama kalbindeki deruni imanla, hayrın ve şerrin<br />
Allah’tan geldiğini, hastalıkların günahlara kefaret<br />
olduğunu bilir. Her zaman olduğu gibi hastalığında<br />
da Rabbinin rızasını kazanmanın yollarını arar.<br />
“La Şifae İllallah” (Allah’tan başka şifa veren yoktur.),<br />
düsturuyla hastalığının şifa sebeplerini arar.<br />
Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v.), “Mü’min bir kul hasta olduğu zaman,<br />
bu hastalık onu, tıpkı demirci körüğünün demirin<br />
pasını temizlemesi gibi, günahlardan temizler.<br />
(Ramuz El-Ehadis 31/1)” buyurmuştur. Başka bir<br />
hadis-i şerifte:<br />
Mümin bir kul hasta olduğu zaman Allah-u<br />
Teâla kiramen kâtibine şöyle buyurur: “Bu kulum<br />
için hastalığını devam ettirdiğim müddetçe, sıhhatte<br />
olduğu zaman yapmakta olduğu şeyin mislini yazın.<br />
Eğer ruhunu kabzedersem, hayra kabzetmiş olurum.<br />
Eğer afiyet verirsem, etini kendi etinden daha hayırlısı<br />
ile ve kanın da kendi kanından daha hayırlı bir kanla<br />
değiştiririm. (Ramuz El-Ehadis 31/2)” buyruluyor.<br />
Kalbi huzur dolu mü’min bir kul hastalığın kıymetini<br />
de sağlığının kıymetini bildiği gibi bilir. O<br />
her halde Rabbine şükreder. Ve yegâne şifa verenin<br />
Allah (c.c.) olduğunu unutmadan hastalığının<br />
tedavisine bakar. Zira Rasul-u Zişan Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, “Tedavi olun, zira Allah<br />
hastalıkla beraber şifasını da vermiştir. Ancak ölümün<br />
ve ihtiyarlığın çaresi yoktur. (Ramuz El-Ehadis<br />
249/12)” buyurmuşlardır.<br />
“La ilahe İllallah Muhammedur Rasulullah” diyen<br />
gerçek iman sahibi mü’minler hayatlarında her işlerini<br />
Kur’an’a ve sünnete uydurmak zorundadır.<br />
Aksi takdirde gerçek bir imandan söz edilemez. Biz<br />
“Müslüman’ız Elhamdülillah.” diyorsak hayat rehberimiz<br />
Kur’an-ı Kerim, Kur’an’ı uygulamalı olarak<br />
bize açıklayan Rasulullah (s.a.v.) ve Rasulullah’ı<br />
(s.a.v.) hayatlarına tatbik ederek bizlere Kur’an’ı ve<br />
sünneti anlatan Rasulullah’ın (s.a.v.) varisleri olmalıdır.<br />
Bugünün modern(!) Müslüman’ı şaşkın, ne yapacağını<br />
bilmez bir halde. Rabbini tam manasıyla<br />
bilmiyor. Rasulü’nden ve sünnetlerinden bihaber.<br />
Allah Rasulü’nün kutlu varislerinin rehberliği yerine<br />
Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın tuzağı haline<br />
gelmiş medyanın, kovulmuş şeytanın ve avenelerinin<br />
rehberliğini tercih ediyor. Tabi ki sonunda iç<br />
huzurunu kaybederek hayatının en kıymetli nimetini,<br />
zamanı ve imanı boşa sarf ederek bocalıyor.<br />
Bizde Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızı<br />
tanımadan önce bu haldeydik. “Müslümanız”<br />
dediğimiz, namaz kılıp, tespih çektiğimiz halde<br />
Kur’an ve sünnetten uzak bir hayat yaşıyormuşuz<br />
da farkında değilmişiz. Allah (c.c.) Hocamızı lütfetti<br />
de O’nun vesilesi ile yanlışlarımızı görüp, düzeltme<br />
imkânına eriştik. Her işimizi Allah’ın Rasulü’ne<br />
(s.a.v.) danışarak yapmamız gerektiğini öğrendik,<br />
Elhamdülillah. Allah, Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />
(k.s) Hocamızdan razı olsun.<br />
Rabbimiz bize bir hastalık vermişse, Rasulullah’ın<br />
(s.a.v.) sünneti gereği derdimizin dermanını arayacağız.<br />
Yine hadis-i şerifler ışığında ne yapma-<br />
34 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
mız gerektiğine bakalım. Rasulullah<br />
(s.a.v.), “Sadaka veriniz ve<br />
hastalarınızı sadaka ile tedavi<br />
ediniz. Sadaka her türlü hastalığı<br />
ve belaları defeder. Amellerinizi<br />
ve hasenatınızı artırır. (Ramuz<br />
El-Ehadis 252/4)” buyurur. Başka<br />
bir hadis-i şerifte Rasulullah<br />
(s.a.v.) Efendimiz, “Gamları, hemleri<br />
sadaka ile karşılayın. O zaman<br />
Allah (c.c.) Hazretleri sizden belayı<br />
defeder ve şiddet anlarında sizleri<br />
sabit, kadem kılar. (Ravi: Hz.<br />
Ebu Hureyre (r.a.))” buyurmuştur.<br />
Bu hadis-i şeriflerden anladığımız<br />
üzere başımıza gelen bütün<br />
musibetlerde olduğu gibi hastalık<br />
isabet ettiğinde de öncelikle<br />
sadakamızı vereceğiz. Duamızı<br />
edeceğiz. Hastalığımızla ilgili<br />
sünnet olan tedavi yöntemlerini<br />
uygulayıp icabında bir hekime<br />
muayene olacağız.<br />
Hastalık durumlarında izlememiz gereken yol<br />
hakkında Abdullah Murad Hocamız (k.s.), “Önce<br />
sadakanızı verin, hastalığınızın şifası için dua edin,<br />
hekime gidiyorsanız da sadakanızı verip, ‘Allah’ım<br />
benim şifamı bu hekime bildir, hayrından faydalandır,<br />
şerrinden muhafaza et.’ diye dua edin. Muhakkak<br />
ki şifayı verecek olan Allah’tır. Kimi zaman tesbihat,<br />
kimi zaman içtiğiniz bir su, kimi zaman bitkisel<br />
karışımlar, kimi zaman kullandığınız ilaçlar sebebiyle<br />
Allah size o şifayı ulaştırır.” buyururlar. Hocamız<br />
kimi zaman tesbihat, kimi zaman sünnet üzere<br />
hastalıkların tedavisi ile ilgili tavsiyelerde bulunurlar.<br />
Asıl olan sağlığı korumaktır. Hayrın ve şerrin<br />
Allah’tan geldiğini bilen hakiki iman sahibi Müslümanlar,<br />
bu dünyadaki her şey gibi bedenimizin<br />
de bir emanet olduğunu bilirler. Rabbimizin bize<br />
emanet ettiği mal, mülk, çocuk, eş, Kur’an ve sünneti<br />
nasıl korumakla yükümlüysek canımızı, bedenimizi,<br />
ruhumuzu da korumak, öncelikle Allah’a<br />
(c.c.) karşı olan sorumluluğumuzdur.<br />
Hastalık gelmeden önce sağlığımızın kıymetini<br />
bilip, hastalıklara teslim olmamak için önlemlerimizi<br />
almalıyız. Bunun için de rehberimiz her<br />
alanda olduğu gibi Rasulullah’tır (s.a.v.). Çok doğaldır<br />
ki bir çırpıda, birkaç satırla Habib-i Kibriya<br />
Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in sağlıklı<br />
kalabilmek adına ümmeti için dile getirdiği tavsiyelerin<br />
hepsini sayamayız. Çünkü yapmış olduğu<br />
her iş, bütün sünnetleri insan sağlığı açısından<br />
gerekli pratiklikler içermekte. Tuvalet adabından<br />
tutun da, misvak kullanmasına, sofraya oturmasından,<br />
yemesine, içmesine, yürüyüp, istirahat etmesine,<br />
yatıp uzanmasına, kadar Allah Rasulü’nün<br />
bütün davranışları sağlıklı bir hayat için olması gereken<br />
her şeyi barındırıyor. Rasulullah (s.a.v.) bize<br />
sadece ibadetlerimizi nasıl yapacağımızı değil,<br />
nasıl yaşayacağımızı öğretmiştir.<br />
Allah Zül Celal Hazretleri Ahzab ismiyle şöhretlenmiş<br />
sure-i celilenin 21. ayetinde, “Andolsun<br />
ki Allah’ı(n rızasını) ve ahiret gününü(n saadetini)<br />
umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın<br />
Rasulü’nde sizin için pek güzel bir örnek vardır.” buyurmuştur.<br />
Haşr diye meşhur surenin 7. ayet-i kerimesinde<br />
de, “O Rasul size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak<br />
ettiyse ondan da vazgeçin. Allah’a saygılı olup<br />
emirlerine uygun yaşayın, aykırı davranmaktan sakının,<br />
çünkü Allah’ın azabı çetindir.” buyuruyor.<br />
Bu emirler ve yasaklar doğrultusunda yaşadığımızda<br />
ise bize hem dünya hem ahiret saadeti var.<br />
Rabbim Kur’an ve sünnet üzere kendi rızası doğrultusunda<br />
bir hayat sürmeyi, her nefesi ve son<br />
nefesi iman ile alıp vermeyi nasip etsin, âmin.<br />
Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmek,<br />
sağlıklı bir ömür sürmek temennisiyle... Allah’a<br />
emanet olalım...<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 35
Güneş,<br />
peygamberler hariç,<br />
Ebû Bekir’den daha<br />
faziletli bir insan<br />
üzerine doğup<br />
batmamıştır.”<br />
(Kenzul-Ummâl, 10/543; es-Savâik,<br />
249; Suyuti, Tarihul-Hulefâ, 42)<br />
SIDDIK-I EKBER<br />
Safa AK<br />
Fil vak’asından üç yıl sonra<br />
doğan, kendisinden ikive ya üç yaş<br />
büyük olan Rasulullah’ın(s.a.v)(s.a.v)<br />
sadık dostu Aşere-i mübeşşereden<br />
(Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa(s.a.v) tarafından daha<br />
hayatta iken cennetle müjdelenen<br />
on sahâbî), Hulefâ-yi Raşidîn’nin<br />
birincisi olan Hz. Ebû Bekir’in tam<br />
künyesi Abdullah b. Ebî Kuhâfe<br />
Osman b. Âmir el-Kureşî et-Teymi<br />
dir. Annesi Ümmü’l-Hayr Selma<br />
bint Sahr, Mekke döneminde<br />
İslâmiyeti kabul etti. Babası Ebû<br />
Kuhâfe Mekke fethinden hemen<br />
sonra Müslüman oldu. Anne ve<br />
babasının mensup olduğu Teym<br />
kabilesi’nin soyu Mürre b. Kâ’b’da<br />
Rasulullah(s.a.v)’ın nesebiyle<br />
birleşir. Hz. Ebû Bekir’in çocukluğu,<br />
gençliği ve müslüman olmadan<br />
önceki hayatı hakkında kaynaklarda<br />
fazla bilgi bulunmamaktadır.<br />
Hz. Ebû Bekir’in elbise ve kumaş<br />
ticaretiyle meşgul olduğu,<br />
İslâmiyet’i kabul ettiği sırada<br />
40.000 dirhem kadar sermayesi<br />
HZ. EBUBEKİR<br />
(RADIYALLAHU ANH)<br />
bulunduğu, ticaret kervanlarıyla<br />
Suriye ve Yemen’e seyahat ettiği<br />
bilinmektedir. Rasulullah(s.a.v)’ın<br />
yirmi beş yaşlarında iken katıldığı<br />
Suriye ticaret kervanında<br />
36 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
onun da bulunduğu rivayet edilir.Hz.<br />
Ebû Bekir(r.a.)’in nasıl Müslüman olduğu<br />
hususunda da kaynaklarda pek az bilgi<br />
bulunmaktadır. Genellikle Hz. Muhammed’in<br />
Allah’ın Rasulu(s.a.v) olduğunu haber alınca<br />
yanına gittiği ve kendisiyle görüştükten<br />
sonra İslâmiyet’i kabul ettiğine inanılır.<br />
Rasulullah(s.a.v)’ın onun üstünlüğünden<br />
söz ederken kendisini herkesin yalanladığı<br />
bir sırada Hz. Ebû Bekir’in inandığını ve<br />
İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini<br />
söylemesi onun ilk Müslümanlardan<br />
olduğunu göstermektedir. Kaynaklarda,<br />
Suriye’ye yaptığı seyahatlerde rahip Bahîrâ,<br />
rahip Nestûrâ ve Yemen’deki Ezdli bilginle<br />
görüştüğüne ve yine Suriye’de gördüğü bir<br />
rüya üzerine Rasulullah’ın(s.a.v) risâletine<br />
hemen iman etmeye hazır hale geldiğine<br />
dair menkıbeyi rivayetler bulunmaktadır.<br />
Hz. Ebu Bekir(r.a.) Kureyş’in ileri<br />
gelenlerindendi. Bu sayede birçok kimse<br />
onun vasıtası ile Müslüman olmuştu. Bunların<br />
başında Aşere-i mübeşşereden Hz. Osman<br />
Radîyallahu ahn gelmektedir. Ayrıca Hz.<br />
Ebu Bekir (r.a.) tüm servetini İslam yolunda<br />
harcamıştır Mekkeli müşriklerin İslam’ı kabul<br />
eden kölelerine işkence ettiği dönemde Hz.<br />
Ebu Bekir (r.a.)çok büyük bedeller ödeyerek<br />
Müslüman köleleri almış ve onları azat etmiştir.<br />
Kurtardığı bu sahabîler arasında Bilâl-î<br />
Habeşî ve annesi Hamâme bulunmaktadır.<br />
Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in bu fedakârlığından<br />
dolayı Leyl suresinin 6. 7. ve 8. Ayetlerinin<br />
nazil olduğu düşünülür: ( Kim malından<br />
verir ve korursa, en güzeli tasdik ederse, biz<br />
de ona kolay olması için başarı vereceğiz.)<br />
Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye<br />
başlayınca Hz. Ebû Bekir de hicret için<br />
Rasulullah(s.a.v)’ dan izin istedi. Resûlullah<br />
ona acele etmemesini, Allah’ın kendisine<br />
bir arkadaş bulacağını söyleyince<br />
Rasulullah(s.a.v) ile birlikte hicret etme<br />
şerefine nail olacağını anlayarak hazırlık<br />
yapmaya başladı. Bu konuşmadan dört ay<br />
sonra Rasûl-i Ekrem Kureyşliler kendisini<br />
öldürmeye karar verince Hz. Ebû Bekir’ in<br />
evine gelerek Medine’ye hicret edeceklerini<br />
söyledi. O gece müşrikler tarafından evi<br />
kuşatılan Rasulullah(s.a.v) yatağına Hz.<br />
Ali’yi yatırarak Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr<br />
mağarasına doğru hareket ettiler. Rasûl-i<br />
Ekrem, kendilerini takip eden müşriklerin<br />
mağaranın ağzına kadar gelmesi üzerine<br />
korkuya kapılan Hz. Ebû Bekir’i teselli ederek<br />
onların kendilerine zarar veremeyeceğini<br />
söyledi. Daha sonra nazil olan ve Hz. Ebû<br />
Bekir’in bu üzüntüsünü dile getiren âyet-i<br />
kerîmede Resül-i Ekrem’in onu, “Üzülme, Allah<br />
bizimledir” diye teselli ettiği belirtilmektedir.<br />
Hz. Ebû Bekir bu özel durumu sebebiyle Türk<br />
ve İran edebiyatlarında “ yâr-ı gâr ” (mağara<br />
dostu, can yoldaşı) ifadesiyle anılmıştır.<br />
Mekke döneminde Rasulullah(s.a.v) onunla<br />
Hz. Ömer arasında kardeşlik bağı kurmuştu.<br />
Medine’de ise evinde misafir olduğu Hârice<br />
b. Zeyd ile arasında kardeşlik bağı kuruldu.<br />
Hârice b. Zeyd’in, servetini kendisiyle<br />
paylaşma teklifini kabul etmeyip hicret<br />
ederken yanına aldığı paradan artakalan 5000<br />
dirhemle Medine’de ticarete başladı. Fakat<br />
şehrin havası sağlığına iyi gelmedi ve sıtmaya<br />
tutuldu, oğlu Abdullah’a mektup yazarak<br />
Mekke’de kalan ailesi ni Medine’ye getirmesini<br />
istedi. Abdul lah da kız kardeşleri Esma ve Âişe<br />
ile annesi Ümmü Rûmân, Rasulullah(s.a.v)’<br />
ın hanımı Şevde ile kızları Fâtıma ve Ümmü<br />
Gülsüm ile birlikte Medine’ye hicret etti.<br />
Hz. Ebu Bekir(r.a.) Hicretten sonra<br />
Rasulullah(s.a.v)’ın mescid yapılması<br />
için uygun gördüğü arsayı alarak İslam’ın<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 37
hizmetine sundu. Mekke döneminde olduğu<br />
gibi Medine döneminde de zorunlu olmadıkça<br />
Peygamber‘in yanından hiç ayrılmadı. Resûl-i<br />
Ekrem Bedir Savaşın’da karar vermeden önce<br />
onunla istişare etti; Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah<br />
için kurulan kumandanlık karargâhında<br />
onun yanında yerini aldı. Müşriklerin safında<br />
bulunan oğlu Abdurrahman ile savaşmasına<br />
Rasulullah(s.a.v) izin vermedi. Hz. Ebû<br />
Bekir. Uhud’da savaş müslümanlar aleyhine<br />
gelişme gösterdiği andan itibaren vücudunu<br />
Resûlullah’a siper eden ve yanından hiç<br />
ayrılmayan birkaç sahâbîden biridir. Hicretten<br />
sonra 7. Yılda Rasulullah(s.a.v) Benî Kilâb ve<br />
Benî Fezâre üzerine gönderilen askeri birliğe<br />
Hz. Ebu Bekir(r.a.)’i kumandan olarak gönderdi.<br />
‘’Kim Muhammed’e<br />
tapıyorsa bilsin ki<br />
Muhammed ölmüştür. Kim<br />
Allah’a tapıyorsa bilsin ki,<br />
Allah daim ve bakidir’’<br />
Hz. Ebu Bekir(r.a.) bu kabileleri dize getirdi.<br />
Mekke’nin fethinden sonra Hz.<br />
Ebu Bekir(r.a.) babasını doğrudan<br />
Rasulullah(s.a.v)’ın huzuruna getirdi ve<br />
babası Ebû Kuhâfe burada Müslüman oldu.<br />
Böylece sağlığında annesi, babası ve bütün<br />
çocukları müslüman olan yegâne sahâbî<br />
oldu. Hz. Ebû Bekir Huneyn Gazvesi ve Tâif<br />
Muhasarası’na da katıldı. Tebük Gazvesi’nde<br />
Rasûlullah’ın kendisine verdiği en büyük<br />
sancağı taşıdı. (Gazve; Rasûlullah efendimizin<br />
direk idare ettiği savaşlara denir.) Hicretin 9.<br />
yılında Rasûlullah kendisi hacca gitmediği<br />
için Hz. Ebu Bekir(r.a.)’i 300 sahabinin<br />
başına Emr-i Hac tayin etti. Bir sonraki yıl<br />
Rasûlullah ile birlikte Veda haccına katıldı.<br />
Rasûlullah’ın bir konuşmasından<br />
sonra Rasûlullah’ın öleceğini anlayan Hz.<br />
EbuBekir(r.a.) ağlamaya başladı bunun<br />
üzerine Rasûlullah onun susmasını isteyip<br />
Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in kapısı dışında mescidin<br />
bütün kapatılmasını emretti, Bunun<br />
sebebini açıklarken de “İslâmiyet’e ondan<br />
daha faydalı kimseyi tanımadığını, insanlar<br />
arasında bir dost edinecek olsa onu tercih<br />
edeceğini” söyledi. Ayrıca Rasûlullah<br />
namaza çıkamayacak kadar hastalanınca<br />
namazı Hz. EbuBekir(r.a.)’in kıldırmasını<br />
istedi. Rasûlullah’ ın hastalığı süresince<br />
namaz kıldırma görevi Rasulullah(s.a.v)<br />
tarafından Hz. EbuBekir(r.a.)’e verildi.<br />
Rasûl-i Ekrem(s.a.v) pazartesi günü kendini<br />
iyi hissederek sabah namazı için mescide<br />
gitti ve namaz kıldırmakta olan Hz.Ebû<br />
Bekir’in yanında namaza durdu. Rasûlullah ‘ın<br />
iyileşmesine bütün sahibiler gibi çok sevinen<br />
Hz. Ebû Bekir namazdan sonra Rasûlullah’ ı<br />
ziyaret ederek bir süreden beri uğramadığı<br />
evine gitmek üzere izin aldı. Birkaç saat sonra<br />
Rasûlullah’ın vefat ettiğini öğrendi. Onun<br />
hücre-i saadetine girerek yüzünü açtı, alnını<br />
öptü ve daha sonra mescide geçti. Başta Hz.<br />
Ömer olmak üzere şaşkınlık içinde bulunan<br />
ve Rasûlullah’ın vefatına inanmak istemeyen<br />
sahabeleri ikna eden meşhur konuşmasını<br />
yaptı. ‘’Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin<br />
ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a<br />
tapıyorsa bilsin ki, Allah daim ve bakidir’’.<br />
Bundan sonrada şu iki ayeti okumuştur<br />
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan<br />
önce birçok peygamber gelip geçmiştir.<br />
Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ardınıza<br />
dönüverecek misiniz? Kim ardına dönerse,<br />
elbette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil;<br />
fakat şükredip sabredenlere, Allah muhakkak<br />
mükâfat verecektir’’(Al-i imran 144.) “(Ey<br />
38 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
Rasûlüm!) Elbette sen de öleceksin, onlar da<br />
ölecekler!” (zumer 30.) böylece sahabeler<br />
şaşkınlıktan kurtulup kendilerini toparladılar.<br />
Halifelik Dönemi ve Vefatı<br />
Hz. Ebû Bekir, ensar ve muhacirlerden<br />
birer emîr seçilmesini isteyen sahâbîlere bu<br />
görüşün doğru olmadığı nı, İslâm birliğini<br />
sağlamak için tek lider etrafında toplanmak<br />
gerektiğini söyledi. Aday olarak da Hz.<br />
Ömer’le Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı gösterdi. Fakat<br />
sahâbîler onun halife olmasını uygun görerek<br />
Mescid-i Nebevî’de kendisine biat ettiler.<br />
Hz. Ebû Bekir, takip edeceği siyasetin genel<br />
esaslarını ortaya koyan meşhur hutbesinde<br />
müslümanların en iyisi olmadığı halde<br />
onlara başkan seçildiğini ifade ederek doğru<br />
hareket ederse kendisine yardım etmelerini,<br />
yanlış davranırsa doğrultmalarını, Allah’a ve<br />
Rasulü’ne itaat ettiği müddetçe Müslümanların<br />
kendisine itaat etmelerini istedi.<br />
Hz. EbuBekir(r.a.) ilk olarak Rasûlullah’ın<br />
Mûte Savaşın’da şehit olanların intikamını<br />
almak için hazırladığı orduyu sefere çıkardı.<br />
Bazı sahabilerin itirazına karşın Rasûlullah’ın<br />
hayatta iken bu emri verdiğini söyleyerek<br />
onları ikna etti. Rasûlullah’ın(s.a.v) vefatı<br />
bazı yalancı ve münafıklara cesaret vermişti,<br />
bundan dolayı peygamber olduklarını<br />
iddia eden yalancılar ve zekât vermeyi<br />
reddeden gruplar nüfuz kazanmaya başladı.<br />
Bunları engellemek isteyen Halife Hz.<br />
EbuBekir(r.a.) 100 kişilik süvari ordusunun<br />
başına geçerek asileri ağır mağlubiyetlere<br />
uğrattı. Daha sonra sahabilerin isteği üzerini<br />
Hz.EbuBekir(r.a.) İslam ordusu komutanlığını<br />
Hâlid b. Velîd’e bıraktı. Yemâme savaşından<br />
beş yüz kadar hafız sahabînin topluca şehit<br />
edilmesi, başta Hz. Ömer olmak üzere bazı<br />
sahabîleri Kur’an’ın yok olması endişesine<br />
sevketti. Çünkü Kur’an tedvîn (bir araya<br />
getirme) edilerek henüz Mushaf haline<br />
getirilmemişti. Hz.Ebû Bekir bir komisyona,<br />
sahabenin elindeki yazılı metinleri toplama,<br />
kontrol etme ve tedvîn etme görevini verdi.<br />
Hz. Ebû Bekir, İslâm dinini tebliğ<br />
etme konusunda Rasûlullah’ ın başlattığı<br />
stratejiyi devam ettirerek Sâsânîler’in<br />
elinde bulunan Fırat’ın aşağı taraflarındaki<br />
bölgelere ordu göndermeye karar verdi.<br />
Sâsânîler’le yapılan savaşta başkumandan<br />
Hâlid b. Velîd Basra körfezindeki önemli<br />
yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra<br />
aldığı bir emirle Suriye cephesine geçti.<br />
Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile<br />
askerî mücadelesi Rasûlullah’ın zamanında<br />
yapılan Mûte Savaşı’yla başlamış, Tebük<br />
seferiyle devam etmişti. . Hz. Ebü Bekir 633<br />
yılı sonbaharında her biri 3.000 kişilik üç<br />
ayrı orduyu Bizans’a karşı yolladı Filistin’deki<br />
Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu<br />
sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd<br />
Şam şehri yakınlarına ulaşıp Merc Filistin’in<br />
kapıları Müslümanlara açılmış oldu. Hz. Ebû<br />
Bekir, yaptığı Ecnâdeyn Savaşı’nın neticesini<br />
öğrendikten sonra 22 Cemâziyelâhir<br />
tarihinde altmış üç yaşında vefat etti.<br />
Hz. EbuBekir’den(r.a.) özellikle edebi<br />
kaynaklarda farklı lakaplar kullanılarak<br />
bahsedilmiştir. Bunlar annesi tarafından<br />
güzel soylu iyi huylu anlamına gelen Atik,<br />
Rasûlullah ile mağarada kalmasından ve<br />
orada ki dostluğundan dolayı mağara dostu<br />
anlamında Yâr-ı Gâr ve en meşhur olan bizzat<br />
Rasûlullah tarafından verilmiş Sıddık’tır.<br />
Hz. EbuBekir(r.a.) es-Sıddık Radıyallahu<br />
anh’ın Aşere-i Mübeşşere’nin en faziletlesi<br />
olduğunu söyleyen bir Yunus beyti ile bitirelim;<br />
Ömer ü’ Osman’ Ali Mustafa yârenleri<br />
Bu dördünün ulusu Ebu Bekr-i Sıddîk’dur<br />
Yararlanılan kaynaklar<br />
Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi<br />
Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere<br />
Aybil Yayınları<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 39
HAYDAR<br />
1.BÖLÜM<br />
Ahmet NAVRUZ<br />
Asla haksızlığa tahammül edemezdi. Yaşı<br />
ufak olmasına rağmen herkes tarafından<br />
sevilirdi Haydar. Arkadaşları her zaman<br />
onunla birlikte olmak isterdi. Ailesinden aldığı terbiye<br />
ve din eğitimi, onu diğer çocuklardan daha<br />
farklı ve olgun kılıyordu.<br />
Kolay kolay sinirlenmezdi. Onu tek sinirlendiren<br />
mazlumun ezilip, itilip kakılması ve haksızlık<br />
yapılması idi. Babası dış ülkeleri gezerek ticaret<br />
yaptığı için sürekli farklı ülkelerde geçmişti<br />
hayatı. Bu konargöçerlik babası Abdullah Bey’in<br />
1948 yılında ilk İsrail-Filistin savaşı başlangıcında<br />
Gazze’de bir İsrail askeri tarafından öldürülmesi ile<br />
sona erdi.<br />
Bu arada 21 yaşına gelen Haydar, bir müddet<br />
arasa da babasını öldüren askerin izini bulamadı.<br />
Babasından kalan para ile uzun zamandır kaldığı<br />
ve alıştığı Gazze’de kendisine bir bakkal dükkanı<br />
açan Haydar hem babasının acısını yaşıyor hem<br />
de efendiliği ve dürüstlüğü ile Gazzelilerin gönlünü<br />
fethediyordu.<br />
İyice Filistinli Müslümanlara eziyeti artıran Yahudiler<br />
İsrail devletini kurmuştu. Ve halk artık sadece<br />
bu katliamları konuşuyordu. Yine bir gün<br />
Haydar öğle namazını kılmış bakkal dükkânında<br />
Kur’an-ı Kerim’i okurken çok sevdiği Yasir Amca<br />
dükkâna girdi. Haydar’ın Kur’an okuduğunu gören<br />
Yasir Amca selamını vermeyip bekledi. Ayet-i<br />
kerimeyi bitirip Kur’an-ı Kerim’i kapatan Haydar<br />
her zaman ki güler yüzü ile:<br />
-”Buyur Yasir Amca hoş geldin.” Dedi.<br />
-”Selamun Aleyküm, hoş bulduk Haydarım.<br />
Olanları duydun mu?” dedi, direk Yasir Amca.<br />
Haydar:<br />
-”Aleykümselam hayrola inşallah Yasir Amca ne<br />
oldu ki?” diye soran Haydar’a Yasir Amca sevinçle<br />
anlatmaya başladı:<br />
-”Dün cani Yahudiler yine kardeşlerimizin evlerini<br />
basmış. Evdeki ailelere işkence ediyorlarmış. Tam<br />
küffarl<br />
a r<br />
Kur’an-ı Kerim’i yakacakmış ki içeri yüzü peçeli bir<br />
yiğit girmiş. Herkes Hızır’dı herhalde diyor. Bir tabur<br />
silahlı askeri ateş bile etmeden döverek etkisiz<br />
hale getirip silahlarını almış ve askerlere;<br />
-‘’Bundan sonra insanlara bu şekilde işkence<br />
edip dinimize el, dil uzatanlar karşılarında beni<br />
bulur.” demiş. Kefereler elinden zor kaçmış Haydarım.<br />
Bu arada gülümseyen Haydar’a Yasir Amca;<br />
-Bakıyorum da seninde pek bir hoşuna gitti<br />
Haydarım güllerin tabak tabak oldu.<br />
Haydar;<br />
-Eee Yasir Amca, kimmiş o yiğit?<br />
Üzülerek konuşmaya devam eder Yasir Amca;<br />
-Hiç sorma Haydarım, onu kimse bilmiyor. O<br />
mübarek kişi geldiği gibi koşarak gitmiş. Şimdi<br />
herkes onu konuşuyor. İşte Haydarım bu yüzden<br />
bu kadar neşeliyim.<br />
-”Hay Allah razı olsun Yasir Amca beni çok mutlu<br />
ettin.” demiş Haydar.<br />
Yasir Amca:<br />
-”Ne demek Haydarım ama sen bakkalsın gözün<br />
kulağın açık olsun o mübareğin kim olduğunu<br />
görür duyarsan bana haber et.” der.<br />
-Yasir amcanın elini öpen Haydar, “İnşallah<br />
amca hemen haber ederim.” diyerek Yasir Amca’yı<br />
uğurlar. Yasir Amca gidince düşünmeye başlayan<br />
Haydar kendi kendine, “Bakalım bu işin sonu nasıl<br />
olacak.” diye söylenip Kur’an-ı Kerim’i tekrar okumaya<br />
başlamış.<br />
40 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
?<br />
İLGİNÇ<br />
koklamak) kilo vermemize yardımcı olur.<br />
9.Bir insandaki toplam damar uzunluğu ne<br />
kadardır?<br />
Bir insandaki toplam damar uzunluğu<br />
BİLGİLER<br />
150.000 km.dir<br />
10. İnsanlar hakkında bilinmeyenler<br />
Gülmek için 17, kaşlarımızı çatmak için 42<br />
kasımızın çalışması gerekir.<br />
Hazırlayan: Ahmet NAVRUZ 11.Günümüzde evliliklerin yüzde kaçı<br />
boşanmakla sona eriyor?<br />
Günümüzde evlenenlerin % 50’si boşanıyor.<br />
12. Hangi ilin nüfusu 131 ülkeden daha<br />
fazladır?<br />
İstanbul’un nüfusu 131 ülkeden daha<br />
kalabalıktır.<br />
13. Okyanusun en uzak olduğu nokta?<br />
Her hangi bir okyanusun en uzak olduğu<br />
nokta Çin’dir.<br />
14.Yürüyüş yapmanın yararları nelerdir?<br />
Günde 3 km ya da daha fazla bir mesafede<br />
yapılan yürüyüş kanser ve kalp hastalıklarından<br />
1. Tavuklar en fazla kaç saniye uçabilir? ölme risklerini %50 azaltır.<br />
En fazla süre uçan tavuk 13 saniye havada 15.Eskiden ilaç olarak kullanılan yiyecek<br />
kalmıştır?<br />
türü nedir?<br />
Ketçap eskiden ilaç olarak kullanılırdı.<br />
2. Yarım kilo bal ne kadar bitki özü içerir?<br />
Yarım kilo bal üretebilmek için arılar; iki milyondan<br />
fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.<br />
3.Sivrisineklerden hangisi ısırır?<br />
Sadece dişi sivrisinekler ısırır.<br />
4. Limonda çilekten daha fazla olan nedir?<br />
Bir kilo limonda, bir kilo çilekten daha fazla şeker<br />
vardır.<br />
5. İnsanlar 1890 tarihinde hangi sebzeyi zehirli<br />
sanıyorlardı?<br />
İnsanlar 1890 da domatesi zehirli sanıyorlardı.<br />
6. Hangi meyve kahveden daha fazla uyku açar?<br />
Sabahları elma kahveden daha fazla uykuyu açar.<br />
7. Kızartmanın zararları nelerdir?<br />
Kızartma yemenin beyinde marihuana ile aynı<br />
kimyasalın sağlanmasına neden olduğunu biliyor<br />
muydunuz.<br />
8.Koklayınca kilo verdiren meyveler nelerdir?<br />
Muz veya elma koklamak (yemek değil sadece<br />
16.Yunuslar nasıl uyur?<br />
Yunuslar, bir gözü açık<br />
uyurlar.<br />
17.350 çocuğu olan<br />
kral kimdir?<br />
Polonya kralı Augustu’nun 350 tane çocuğu<br />
vardır.<br />
18.Tarih boyunca yeryüzünde bulunan<br />
altının 200 kat daha fazlası okyanuslarda<br />
bulundu.<br />
19.Yiyeceklerinin donmaması için<br />
buzdolabını kullananlar kimlerdir?<br />
Eskimolar, yiyeceklerinin donmaması için<br />
buzdolabını kullanılar.<br />
20.Osmanlı kavuk sırrı?<br />
Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin<br />
başlarındaki kavukların kefenlerinden<br />
oluştuğunu; sık sık ölümü hatırlayıp ona göre<br />
karar verdiklerini biliyor muydunuz.<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 41
2. OSMANLI’DA BİLİMİN “ALAMETİ” Faruk KUL<br />
Abdülhamid Han’ ın Japonya’ya 1889 yılında robot hediye ettiğini biliyor muydunuz?<br />
İnsan biçimin de tasarlanan Alamet adındaki bu robotun ana özelliği sema edip yarım metre yürüyebilmesi. Alamet<br />
ayrıca her saat başı yaptığı sema hareketi sırasında ezan okuyabiliyor.<br />
Araştırmacı-Yazar Oktan Keleş’in arşivinde bulunan Alamet’ in orjinal fotoğrafları Yıldız Sarayı yangını sırasında<br />
zarar görmüş. Ancak kalan fotoğraflar bile 120 yıl sonra bu ilginç olayı aydınlatmaya yetiyor.<br />
Sultan 2. Abdülhamid Han döneminin Japon İmparatoru olan Meiji’ nin y eğeni Prens Komatsu, gemiyle İstanbul’a<br />
gelir ve yanında getirdiği çeşitli hediyeleri Sultan’a hediye eder. Sarayda misafir edilen Komatsu’ dan sonra 1889<br />
yılında İstanbul’a özel elçiler gönderen Japon İmparatoru, ülkesinin en büyük nişanı olan Büyük Krizantem dahil<br />
pek çok hediyeyi 2. Abdülhamid Han’a takdim eder. Hediyelerle birlikte gelen mektupta İmparator, İslam dini, ilim,<br />
teknolojik gelişmeler, Osmanlı’da vakıflar ve hayır kurumları yapısı gibi konularda bilgi ve materyal gönderilmesini<br />
rica eder.<br />
Alamet’in yapım süreci<br />
Sultan, saat mekaniği konusunda devrin üstadı olan<br />
Musa Dede’den daha önce hiç yapılmamış teknolojik bir saat<br />
yapmasını ister. Saat ustası Musa Dede aklına gelen ilginç fikirle<br />
alametin yapım aşamasına başlar. Bu saat semazen şeklinde<br />
olsun. Her saat başı sema edip Gong sesi çıkartsın diyen Musa<br />
Dede’nin fikrini Sultan inceler. Projeyi inceleyen Sultan, Musa<br />
Dede’den Gong yerine Alamet’ in ezan okumasını istemiş,<br />
robotun yapımından kısa bir süre önce icat edilen gramofon<br />
sayesinde ses kaydı yapılabildiğini, dolayısıyla Alamet’ in ezan<br />
okuyabileceğini belirtmiştir.<br />
Alamet Neden Duyulmadı?<br />
Ertuğrul Firkateyni ile birlikte Japonya’ya gönderilen<br />
Alamet, ‘’Osmanlı Nişanları, hediyelerle birlikte İmparator’a<br />
takdim edilmiştir’’ şeklinde kayıtlara düşüldüyse de<br />
zamanla Osmanlı arşivleri arasına terk edilmiş ve bir daha<br />
hatırlanmamıştır. Ertuğrul Firkateyni 450 mürettebatı<br />
ile dönüş yolunda batmıştır. Bu üzücü olay Alamet’in<br />
adının duyulmasını bugüne kadar imkânsız kılmıştır<br />
Ayrıca Alamet’ in fotoğraflarının büyük bir kısmı Yıldız Sarayı<br />
yangını sırasında hasar görmüştür.<br />
Alamet’ in çağının çok çok üstünde olan özelliklerini şöyle<br />
sıralayabiliriz:<br />
• Semazen biçiminde<br />
• Normal bir insan boyuna yakın<br />
• Saatli bir robot<br />
• Her saat başı sema ediyor<br />
• Sema sırasında kollarını açıyor<br />
• Gümüş levhalardan yapılmış etekleri sema esnasında açılıyor<br />
• Sema ederken ezan okuyor<br />
• Tüm bu hareketler sırasında yarım metre ilerliyor ve eğilerek geri dönüyor<br />
Hareket kabiliyeti Yüksek bir Robot<br />
Alamet’in yapabildiği hareketlerden olan ayakta durma, dengede kalma, yürüme ve eğilme zamanımız<br />
teknolojisiyle bile ancak mümkündür. Alamet 1889 yılında bu hareketleri kolaylıkla gerçekleştirebiliyordu.<br />
Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma ya mevcuttu ve yedi<br />
günde bir kuruluyordu.<br />
42 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
TARİHTE<br />
ŞUBAT AYI OLAYLARI<br />
Hazırlayan: Kadir Aydın<br />
1Şubat<br />
1921’de Kurtuluş Savaşı’nın en<br />
kritik günlerinde Sivas’ta Şeyh Sinusi<br />
başkanlığında İslam Kongresi<br />
toplandı.<br />
1 Şubat 1936’da Osmanlı banknotları tedavülden<br />
kaldırıldı.<br />
1919’da İttihat ve Terakki Fırkası<br />
2<br />
Şubat<br />
3<br />
Şubat<br />
kapatılarak mallarına el kondu.<br />
1917’de Sadrazam Mehmet Sait<br />
Halim Paşa, V. Sultan Mehmet<br />
Reşat Han’a istifasını vermişti.<br />
Sait Halim Paşa, İttihat ve Terakki<br />
Partisi’nin bir üyesi idi. Türkiye I. Cihan Savaşı<br />
içindeydi. Devleti fiilen Enver Paşa ile Dâhiliye<br />
Nazırı Talat Paşa idare ediyordu. Sivil işlerde<br />
gerçek iktidar, İttihat ve Terakki Partisi Genel<br />
Başkanı Talat Paşa’nın elinde idi. Nitekim Sait<br />
Halim Paşa’nın yerine o sadrazam oldu. Talat<br />
Paşa’nın, savaşın Türkiye için kaybedilmesi ile<br />
bitecek olan sadareti başlamıştı.<br />
1919’da Balkanlardaki müttefik<br />
8<br />
Şubat<br />
Fransız-Sırp-Yunan-İngiliz kuvvetleri<br />
Başkumandanı Fransız<br />
Mareşali Franchet d. Esperey,<br />
büyük bir velveleyle İstanbul’a girmişti.<br />
Fransız Mareşali, Mondros Mütarekesi<br />
şartlarına aykırı bir şekilde Türkiye’nin taht<br />
şehrine giriyordu. Beyaz bir ata binmişti. Eski<br />
Roma imparatorlarının yaptırdığı gibi atının<br />
dizginlerini kendisi değil, iki asker tutuyordu.<br />
İstanbul’daki Rum, Ermen, hatta Yahudi<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 43
azınlıklar Mareşali alkışlıyor, Türklere küfür ediyor,<br />
büyük tezahüratta bulunuyorlardı. Bu anlar,<br />
Türklerin 22 yüzyıllık tarihleri boyunca yaşadıkları<br />
en felaketli dakikaları teşkil etmektedir.<br />
8 Şubat 1266’da İlhanlılar Devleti’nin kurucusu<br />
büyük Moğol hükümdarı Hülagü Han ölmüştür.<br />
Cengiz Han’ın torunu olan Hülagü Bağdat’ı zapt<br />
ederek Abbasi saltanatına son vermiş, daha sonra<br />
Suriye’yi alarak Mısır’a yürümüş, fakat orada Türk<br />
Hükümdarı Baybars’a mağlup olmuştur. Devrinde<br />
uygarlık eserleri meydana getirmiş olan Hülagü<br />
kan dökücü hükümdarlardandır.<br />
1934’te Balkan Antantı<br />
9<br />
Şubat<br />
imzalanmıştır. Türkiye, Yugoslavya,<br />
Yunanistan ve Romanya’nın<br />
aralarında Balkanlarda kendi<br />
hudutlarının güvenliğini karşılıklı olarak tekeffül<br />
etmek için imzaladıkları bu antlaşmaya Bulgaristan<br />
girmemiştir. Olaylar ve Almanya’nın<br />
Türkiye’den gayrı diğer Balkan devletlerini istilası<br />
karşısında Milletler Cemiyeti’nin ve büyük devletler<br />
topluluğunun çaresiz durumda kalması bu<br />
güzel girişimi baltalamış ve tarihe karışmıştır.<br />
9 Şubat 1621’de İstanbul Boğazı donmuştu. Bu,<br />
tarihte ancak birkaç defa vuku bulmuş çok nadir<br />
bir doğa olayıdır. İstanbul ile Üsküdar arasında<br />
yaya gidip gelen İstanbullular olmuştur. Bir şair<br />
Yol oldu Üsküdar’a 1030’da Akdeniz dondu”<br />
mısraını tarih düşürmüştür.<br />
9 Şubat 1441’de büyük Türk şairi, Edibi ve dilcisi<br />
Ali Şir Nevai doğmuştur. Timur ailesine mensup<br />
asil bir Türk ailesinin çocuğudur. Herat’ ta<br />
doğmuştur. Medrese arkadaşı Hüseyin Baykara<br />
Herat hükümdarı olunca onu yanına çağırmış ve<br />
vezir yapmıştır. Ali Şir Nevai, Horosan’ ı Doğu’nun<br />
en büyük sanat merkezi haline getirmiştir. Eserlerini<br />
Türkçe yazarak Türk diline büyük hizmetleri<br />
dokunmuştur. Manzum hikâyeleri ve divanı da<br />
vardır. Bütün eserleri Türk Dil Kurumu tarafından<br />
bugünkü Türk kültürüne toplu halde yeniden<br />
kazandırılmıştır.<br />
10<br />
Şubat<br />
12<br />
Şubat<br />
13<br />
Şubat<br />
14<br />
Şubat<br />
10 Şubat 1918’de Osmanlı tarihinin<br />
en büyük hükümdarlarından Sultan<br />
II. Abdülhamit Han ölmüştür. II. Abdülhamit,<br />
1909’da tahttan indirildikten<br />
sonra Selanik’e gönderilmiş, Balkan Savaşı’nın<br />
başında da Beylerbeyi Sarayı’na nakledilmiştir.<br />
Oradaki dairesinde zevcelerinden Müşfika IV.<br />
Kadın efendi ile sakin bir hayat yaşıyordu. 76<br />
yaşında idi. Ondan birkaç ay sonra da tahtta<br />
bulunan kardeşi V. Sultan Mehmet Reşat öldü.<br />
Yerine küçük kardeşi VI. Sultan Mehmet Vahdettin<br />
padişah oldu.<br />
1821’de Mora’nın Patras şehrinde<br />
Yunanlılar ayaklanmışlardı. Bu,<br />
büyük Yunan isyanının başlangıcı<br />
oldu. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın<br />
asi Yunanlıları desteklemesi üzerine, uzun yıllar<br />
süren mücadelelerden sonra Türkiye Yunanistan’a<br />
bağımsızlık vermek zorunda kaldı. O zamanki Yunanistan,<br />
sadece Mora, Attika, Ağrıboz ve Kiklat<br />
adalarından ibaretti.<br />
1878’de Sultan İkinci Abdülhamit<br />
Osmanlı Meclis-i Mebusanını<br />
kapatmıştı.<br />
1483’te Babür Şah doğmuştu.<br />
Hindistan’da muazzam Türk-Moğol<br />
İmparatorluğunu kuran Babür,<br />
Timurlenk’ in torunlarındandır. Delhi<br />
sultanının 100 bin er ve bin filden oluşan ordusunu<br />
12 bin süvarisiyle yenmesinde Osmanlı<br />
Türklerinin idaresindeki topçu bataryaları en<br />
büyük etken olmuştur. 12 yaşında babasının ölümü<br />
üzerine Fergana’da tahta çıkmış, 35 yıl saltanatta<br />
kalmış, dağılmaya yüz tutan imparatorluğu<br />
tekrar kurmuş ve canlandırmıştır. İyi bir şair,<br />
kuvvetli bir hattat ve nesirci olan Babür, muhtelif<br />
eserler de kaleme almıştır. Çağatay lehçesi<br />
edebiyatının 16. yüzyıl temsilcisidir. Vekayi” adını<br />
taşıyan ünlü anıları birkaç cilt halinde Türkçe de<br />
basılmıştır. Ayrıca bu anıları İngilizce, Fransızca ve<br />
Almanca başta olmak üzere birçok yabancı dile<br />
de çevrilerek yayınlanmıştır.<br />
44 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
15<br />
Şubat<br />
1517’de Yavuz Sultan Selim Han Türk<br />
ordularının başında büyük törenle<br />
Kahire’ye girmiştir. Az önce Ridaniye<br />
Meydan Savaşı’nı kazanan Türk<br />
orduları, yeryüzünün Türkiye ve İran’dan sonra<br />
3. büyük devleti olan Mısır-Suriye Türk-Memluk<br />
İmparatorluğuna son vermiş ve Mısır ile ona bağlı<br />
olan ülkeleri Türkiye’ye katmıştır.<br />
1855’de Serdar-ı Ekrem<br />
17<br />
Şubat<br />
(başkomutan) Ömer Paşa, Kırım’da<br />
Gözleve zaferini kazanmıştı. Ömer<br />
Paşa 4 saat içinde 26 bin asker ve 80<br />
toptan oluşan Rus ordusunu büyük bir bozguna<br />
uğratmıştır.<br />
1925’te önemli Türk tarihçilerinden<br />
18<br />
Şubat<br />
Abdurrahman Şeref Efendi ölmüştü.<br />
Mekteb-i Mülkiye’de ve Galatasaray<br />
Sultanisi’nde hocalıklarda bulunan,<br />
24<br />
Şubat<br />
aynı zamanda devletin resmi vakanüvisi (tarihçisi)<br />
olarak hizmet görmüştü. Ayan azalığında<br />
ve Maarif Nazırlığı’n da da bulunmuştur. Okullar<br />
için yazdığı kitaplar tertip ve ifade bakımından<br />
örnek eserlerdir. Türk ve Osmanlı tarihine dair<br />
eserleriyle ve yetiştirdiği öğrencileri ile ülkemiz<br />
kültürüne büyük hizmetleri dokunmuştur.<br />
18 Şubat 1536’da Fransa’ya kapitülasyon”<br />
denilen ilk ticari imtiyazlar verilmiştir. Türkiye,<br />
Almanya-İspanya tarafından yutulmasına engel<br />
olmak için, Fransa’yı bütün gücüyle destekliyor,<br />
her türlü askeri, bahri ve mali yardım yapıyordu.<br />
Sonradan bu kapitülasyonlar tek taraflı lütuf eseri<br />
olmalarına rağmen, Avrupa devletleri tarafından,<br />
Türkiye’nin başına bela olacak şekilde istismar<br />
edilmiştir. 19. yüzyıl sonlarında emperyalizmin<br />
zirvesinde bulunan büyük Avrupa devletleri,<br />
Türkiye’den başka Çin, Japonya, Brezilya gibi eski<br />
imparatorluklara da kapitülasyonlar” denen tek<br />
taraflı görüşlerini dayatmışlardır.<br />
1793’te III. Sultan Selim Nizam-ı Cedid”<br />
denen yenileşme ve batılaşma<br />
hareketini fiilen başlatmıştır. Nizam-ı<br />
Cedid, Türkiye’nin yenileşme<br />
ve batılaşma hareketleri tarihin en önemli<br />
adımlarından birini teşkil eder.<br />
24 Şubat 1495’te Fatih Sultan Mehmet’in<br />
oğlu ve II. Bayezid’in küçük kardeşi Şehzade<br />
Cem ölmüştü. Sultan Cem acıklı sergüzeşti ve<br />
güzel şiirleri ile tarihimizde pek ünlü olmuş<br />
bir simadır. Babası Fatih’in ölümünden sonra<br />
Bayezid tahta geçmiştir. Fakat Cem, kardeşinin<br />
liyakatsizliğini ileri sürerek ona karşı bir mücadele<br />
açmış, her defasında yenilmiştir. Nihayet<br />
Rodos Şövalyelerine sığınmış sonra papanın eline<br />
düşmüştür. Orada, ölümüne kadar Bayezid’e karşı<br />
papanın elinde bir silah olarak kalmıştır.<br />
24 Şubat 1918’de güzel ve kahraman Trabzon<br />
şehrimiz I. Dünya Savaşı’nda işgali altına düştüğü<br />
Ruslardan kurtarılmıştır.<br />
1914’te ilk havacılarımızdan Fethi ve<br />
27<br />
Şubat<br />
28<br />
Şubat<br />
29<br />
Şubat<br />
Sadık Beyler şehit düşmüşlerdi.<br />
1856’da Osmanlı İmparatorluğu’nda<br />
Islahat Fermanı ilan edilmişti.<br />
1924’te Halife II. Abdülmecit<br />
Efendi İstanbul’da sonuncu Cuma<br />
selamlığına çıkmıştı. 3 gün sonra<br />
halifelik kaldırılmış ve bütün<br />
Osmanlı ailesi Türkiye dışına çıkarılmıştır. Abdülmecit<br />
Efendi, son halife olup TBMM tarafından<br />
seçilmişti. Halifeliğin kaldırılmasıyla da ülke<br />
dışına çıkarılmış ve 1945’te Paris’te vefat etmişti.<br />
Kaynak : Tarih portalı<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 45
DEVİR:<br />
TASARRUF DEVRİ<br />
OTOMOBİLLERDE<br />
YAKIT<br />
TASARRUFU<br />
Faruk KUL<br />
G<br />
ünümüz dünyasında otomobillerin çok<br />
fazla yaygınlaşması ile birlikte dünya genelinde<br />
fosil yakıtların ( benzin, mazot<br />
vs.) kullanımı giderek artmıştır. Bu kullanımın<br />
artmasıyla parelel olarak fosil yakıtlar daha<br />
değerli hale gelmiştir. Öyle ki fosil yakıtlar dünyada<br />
savaş sebepleri arasında sayılmaktadır. Stratejik<br />
açıdan bu kadar değerli bir yakıtın ekonomik kullanılması<br />
hem bireysel olarak hem toplumsal olarak<br />
bizim faydamıza olacaktır. Bu yakıtların daha ekonomik<br />
kullanımı milli ekonomiye de katkı sağlayacaktır.<br />
Bizler için otomobiller de yakıt tasarrufuna dair<br />
püf noktalarını derledik.<br />
1. Aracı boş viteste kullanma<br />
Ülkemizde sürücülerin sıkça yaptığı hatalardan<br />
birisi de araç yokuş aşağı giderken vitesi boşa almaktır.<br />
Bu şekilde daha az yakıt tüketileceği düşünülür.<br />
Özellikle aracı viteste bırakıp kendi gidişine<br />
bıraktığımız zaman yakıt pompası motora yakıt akışını<br />
durdurur. Fakat vitesin bu durumda boşa alınılmasıyla<br />
motora az miktarda da olsa yakıt gönderilir.<br />
Bu nedenle yakıt tüketime çok büyük bir faydası<br />
olmaz. Ayrıca sürüş esnasında vitesin boşa alınması<br />
sürüş güvenliğini tehlikeye atan bir durumdur. Aracın<br />
sürüş reaksiyonları gecikir, fren mesafesi uzar,<br />
aracın kontrolden çıkmasına sebep olabilir.<br />
Devamlı vitesin boşa alınarak kullanımı aracın<br />
yürüyen aksamında önemli deformasyonlara sebep<br />
olur. Böyle durumlarda vitesi boşa almaktan ziyade<br />
uygun vites de herhangi bir ayak pedalı kullanmadan<br />
seyretmek yakıt tasarrufu sağlayacaktır.<br />
2. Araç Rölanti de ne kadar yakıt sarf eder?<br />
Otomobiller yavaşlatılmış çalışma esnasında<br />
motorun hacmi ve gücüne göre yakıt harcarlar.<br />
Bekleme süresine göre sarfiyat artar veya azalır.<br />
Özellikle yoğun trafikte 1-1,5 bucuk dakikadan<br />
daha fazla bekleyeceğimize inanıyorsak kontak kapatmak<br />
daha tasarrufludur.<br />
3. Aracı yüksek devirde kullanmak<br />
Aracın yüksek devirde kullanılması yakıt tüketimini<br />
olumsuz yönde etkiler. Yüksek devir demek<br />
yüksek güç demektir. Araçtan istediğiniz güç miktarına<br />
göre o oranda araç yakıt sarfiyatı yapacaktır.<br />
Bu bağlamda hangi tip araç kullanıldığı motor hacmi,<br />
motor teknik verileri çok önemlidir. 1.4 l bir aracın<br />
2500 d/dk da çalışması ile 2.5l bir aracın 2500 d/<br />
dk da çalışması aynı yakıt miktarıyla gerçekleşmez.<br />
Genel bir ifadeyle 2500 d/dk üzerine çıkılan her devir<br />
yakıt tasarrufunu olumsuz etkiler. İdeal yakıt tü-<br />
46 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
ketimi için 2000-2500 d/dk arasında<br />
kullanım sürücünün genel<br />
kullanım karakteri olmalıdır.<br />
4. Ani Fren-Gaz hareketleri<br />
Ani fren ve gaz hareketleri<br />
yakıt tüketimini önemli ölçüde<br />
etkiler. Ani hızlanma da üreteceğiniz<br />
gücü ani frenle ile kaybedersiniz.<br />
Sürekli bu şekilde<br />
bir sürüş hem motorunuzun gereksiz<br />
yere yıpranmasını ve yakıt<br />
tüketiminde önemli bir artışı<br />
beraberinde getirecektir.<br />
5. Aracın deposunu her<br />
zaman dolu tutmak<br />
Aracın deposunu her zaman<br />
dolu tutmak yakıt tasarrufunu<br />
olumlu etkiler. Bunun birkaç sebebi<br />
vardır.<br />
Bunlardan birisi depoda gerçekleşecek<br />
buharlaşmadır. Depoda<br />
ne kadar az benzin veya<br />
mazot bulunursa buharlaşma<br />
etkisi o kadar çok olacaktır.<br />
Bir diğeri benzin depo kapaklarının<br />
tam kapalı olmamasıdır.<br />
Tam kapalı olmaması durumda<br />
dışarıya benzin sızma ihtimali<br />
vardır. Ayrıca tam kapalı<br />
olmama durumunda depo içerisine<br />
sıcaklık girişi olacak bu da<br />
buharlaşma miktarını artıracaktır.<br />
Yakıt tasarrufu da olumsuz<br />
yönde etkilenecektir.<br />
Aracı sürekli boş depoya yakın<br />
konumda kullanılması aracın<br />
yakıt aktarım elemanlarına<br />
zarar verebilir. Diğer arızalarına<br />
sebep olabilir ayrıca buharlaşmadan<br />
kaynaklı yakıt sarfiyatı<br />
artacaktır. Bu nedenle dolu<br />
depoyla seyahat etmek daha<br />
avantajlı olacaktır.<br />
6. Arızalı Parça<br />
Aracın yakıt sisteminde bakımsız<br />
parçalar enjektör, yakıt<br />
pompası yakıt hortumları, karbüratör<br />
ve yakıt filtreleri aracın<br />
daha fazla yakıt kullanmasına<br />
sebep olacaktır. Araçların bu<br />
parçalarının periyodik bakımına<br />
dikkat edilmelidir.<br />
7. Açık cam ve sunroofla<br />
seyahat etme<br />
Camlar açık seyahat etmek,<br />
özellikle şehir dışı uzun seyahatler<br />
de sarfiyatı 2-3 lt ye kadar<br />
arttırır. Camlar açılmasıyla aracın<br />
sürüş dengesi bozulur. Araca<br />
etkiyen rüzgâr gücü artar. Bu<br />
da daha fazla güç gerektirir ve<br />
yakıt sarfiyatı artar.<br />
8. Kaliteli Motor Yağı kullanma<br />
Araçta kullanacağınız motor<br />
yağları ile motor elemanlarındaki<br />
sürtünmeleri ve buna bağlı<br />
kayıpları minimuma indirebilirsiniz.<br />
Kullanacağınız yağın kalitesi<br />
artıkça sürtünmeye bağlı<br />
aşınma azalır. Hararet sorunları<br />
azalır. Buna bağlı olarak yakıt<br />
sarfiyatı azalır.<br />
9. Klima Kullanmak<br />
Araçlarımızda kullandığımız<br />
klimalar motor tahrikli olduğu<br />
için klima kullanımı da paralel<br />
olarak motorda güç üretimine<br />
<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 47
sebep olacaktır. Klimanın daha<br />
fazla kullanılması demek yakıt<br />
sarfiyatının artması demektir.<br />
10. Lastik Seçimi<br />
Lastikler aracın yol ile bağlantısı<br />
sağlayan önemli elemanlardır.<br />
Bu öneme binaen lastik<br />
seçimi de bir o kadar önemlidir.<br />
Lastik basınç değerlerinin aracınız<br />
kullanım kılavuzundaki değerlerde<br />
olmasına dikkat edilmesi<br />
gerekir. Basıncı düşük olan<br />
lastik yol ile daha fazla sürtünmeye<br />
sebep olarak yakıt sarfiyatını<br />
artırır. Lastiklerin aşınmasına<br />
dikkat edilmesi ve değiştirme<br />
periyoduna bağlı kalınmalıdır.<br />
11. Modifiyeli Araçlarda<br />
Yakıt Tasarrufu<br />
Otomobil üreticileri ürettikleri<br />
araçların motorlarını ideal<br />
değerlere göre tasarlarlar ve bu<br />
motorlar için en ideal yakıt oranını<br />
yakalamaya çalışarak modellerini<br />
geliştirirler. Fakat daha<br />
sonradan araçların mekanik ve<br />
motor aksamına yapılacak değişikler<br />
araçların yakıt tüketimini<br />
de değiştirir. Daha kısa sürede<br />
daha fazla güç beklentileri<br />
ve bu beklenti doğrultusunda<br />
aracın beyninde(ECU) yapılan<br />
oynamalar yakıt tasarrufunu<br />
olumsuz etkiler.<br />
12. Otomatik Vites araçlarda<br />
yakıt tasarrufu<br />
Otomatik vites araçlarda gaz<br />
pedalını kullanmanın bazı teknikleri<br />
vardır. Bunlardan biri gaz<br />
pedalının altında yumurta varmışçasına<br />
basmaktır. Bu saye de<br />
aracın sakin seyri için gerekli en<br />
uygun devir ve vites seçeneğini<br />
araç kendisi belirler. Tersi bir durum<br />
da yakıt tüketimi artacaktır.<br />
Özellikle uzun yolda gaz pedalındaki<br />
küçük hareketlerle otomatik<br />
vitesli araçlar manuel vitesli<br />
araçlardan daha az yakıt tüketimi<br />
yapacaktır. Son dönemlerde<br />
geliştirilen triptronic vites<br />
seçeneği olan araçlarda ise her<br />
zaman için aracı otomatik vites<br />
seçeneğinde kullanmak daha az<br />
yakıt tüketimi sağlar.<br />
13. Vites Değişimi<br />
Yakıt tasarrufunda dikkat<br />
edilmesi gereken birçok unsurdan<br />
birisi de vites değişimi ve<br />
kullanımıdır. Özellikle manuel<br />
vitesli araçlarda vites değiştirme<br />
tekniği çok önemlidir. Düşük vites<br />
yüksek devir kullanmak yakıt<br />
sarfiyatını artırmaktır. Bunun<br />
yerine yüksek vites düşük devir<br />
kullanılırsa yakıt sarfiyatı azalır.<br />
Debriyaj kullanımında ise dikkat<br />
edilmesi gereken durumlar,<br />
vites değişim esnasında debriyajı<br />
sert kullanmamak, debriyaj<br />
pedalı ani bırakmamaktır.<br />
14. Yakıt Tasarruf Cihazları<br />
Otomotiv sektöründe araçlar<br />
için yakıt tasarrufu iddiasında<br />
bulunan birçok tasarruf cihazı<br />
vardır. Bu cihazları satın almadan<br />
ve kullanmadan önce<br />
araç üretici firmasına ve teknik<br />
servisine başvurulmasında fayda<br />
vardır. Aksi takdirde bilinçsiz<br />
kullanımda aracın motor ve mekanik<br />
aksamında ciddi problemlere<br />
sebep olabilir.<br />
48 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi
ŞİMŞEK KUAFÖRÜM ALİ<br />
Ali ŞİMŞEK<br />
Yaylapınar Uhud Mah.Akmescid Sok.48/B Meram/KONYA<br />
(Ahmet Haşhaş Ilköğretim Okulu Karşısı)<br />
Tel:0.543 213 26 67
CEVDET<br />
Çiçekçilik<br />
Adres: Nalçacı Cd 31/C Selçuklu Merkez Konya<br />
Telefon : (0332) 238 40 50
özel<br />
Serin<br />
ADAY SÜRÜCÜ KURSU<br />
Babalık Mah. Yapıcı İş Merkezi C Blok<br />
Telefon : (0332) 322 88 11<br />
No:4 D:404 Nalçacı/Konya
yapısında güven var....<br />
Telefon : +90 232 469 42 42<br />
Faks : +90 232 459 21 04<br />
E-Posta : info@egepoli.com.tr<br />
Karacaoğlan Mahallesi<br />
Kemalpaşa Caddesi 27/B Işıkkent/Bornova/İZMİR