28.08.2014 Views

Bizbiriz dergisi 1.sayı

Kanayan Yaramız Müslüman Coğrafyası

Kanayan Yaramız Müslüman Coğrafyası

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Bizbiriz</strong><br />

d e r g i s i<br />

Sayı 1<br />

Şubat 2013<br />

ISSN:2147-642<br />

“Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan<br />

korkularından daha şiddetlidir.<br />

Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.<br />

Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın<br />

sizinle toplu halde savaşamazlar.<br />

Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.<br />

Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.<br />

Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur. “<br />

Halk arasında Haşr diye şöhret bulmuş surenin<br />

13-14 ayeti celilesi<br />

KANAYAN<br />

YARAMIZ<br />

Müslüman Coğrafyası<br />

?


BEZİRCİLER<br />

İ<br />

İ<br />

CNC<br />

Makina Otomotiv Sanayi<br />

CNC Torna-CNC İşleme Merkezi<br />

Süleyman BEZİRCİ<br />

0 536 425 82 15<br />

Zafer Sanayi Yeni Dergi Sokak No:58<br />

Selçuklu/KONYA/TR<br />

Emre BEZİRCİ<br />

0 506 903 83 47<br />

TEL:+90.332.249.79.97<br />

E-mail: bezirci_cnc@hotmail.com


EDİTÖRDEN<br />

bismillahirrahmanirrahim<br />

Esselamu Aleyküm<br />

Kıymetli okurlar,<br />

Allah-u Teâlâ’ya yarattığı mahlûkatın zerreleri adedince<br />

şükürler olsun ki, birbirinden kıymetli kardeşlerimizin<br />

de katkılarıyla dergimizin ilk sayısıyla karşınızdayız.<br />

Evvela dergimizin yayın hayatına başlamasında bize yol<br />

gösteren, bizi cesaretlendiren, bizlere her türlü desteği<br />

sağlayan varisün-nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />

hocamıza ben ve arkadaşlarım adına teşekkürü bir borç<br />

bilirim. Rabbim Hocamızın himmetlerine nail olmayı<br />

cümlemize nasip eylesin.<br />

Kıymetli kardeşlerim, dergimizin ilk sayısında<br />

birbirinden kıymetli yazılarla karşınızdayız. Sahab-i<br />

Kiramın sadakat timsali hazreti Ebu Bekir (radyallahu anh),<br />

adalet timsali halife Ömer bin Abdülaziz (radyallahu anh),<br />

günlük hayatımızın vazgeçilmez parçası otomobiller gibi<br />

okurken hem hoşça vakit geçireceğiniz hem de kıymetli<br />

bilgiler öğreneceğiniz konulara değinmeye çalıştık ve<br />

dergimizin en kıymetli köşesinde hocamızın ebedi saadete<br />

ulaştıran, değerini bildiğim kelimelerle ifadeye imkanım<br />

olmayan yazısıyla sizleri baş başa bırakıyoruz. Mübarek<br />

hocamızın duası ve işaretiyle çıktığımız bu yolda Allah-u<br />

Telala’ nın izniyle hayr bulacağımızdan şüphemiz yoktur.<br />

Bu ilkeyle hareket edip yılmadan dergimizin ilk sayısının<br />

kısa zamanda çıkmasında emeği geçen iman erlerine de<br />

teşekkür eder birlikte nice yollar yürümeyi Cenab-ı Hakk’<br />

tan niyaz ederim.<br />

Kıymetli okurlar, unutmayalım ki BİZ BİRİZ ve biz bir<br />

olduğumuz sürece kuvvetliyiz, kıymetliyiz. Sizlerden bu<br />

yolda muvaffak olmamız için dualarınızı bekleriz. Okurken<br />

faydalı ve hoş vakitler geçirebilmeniz ve bir sonraki<br />

sayımızda tekrar birada olabilmemiz duası ile...<br />

Allah’ a emanet olun.<br />

Duran TOKLUCU<br />

Şubat 2013<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Genel Yayın Koordinatörü<br />

Kadir Aydın<br />

Editör<br />

Duran Toklucu<br />

Grafik – Tasarım<br />

Faruk Erhan<br />

Fotoğraf<br />

Bahadır Aktaş<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Samet Dünsöz<br />

Yayın Kurulu<br />

Faruk Kul<br />

Ebubekir Onhan<br />

Selman Bahar<br />

Safa Ak<br />

Ayşe Tunç<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı<br />

Erman Ofset<br />

Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit.<br />

Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />

Konya<br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />

fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin<br />

elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma<br />

hakkı <strong>Bizbiriz</strong> Derneği’ne aittir.<br />

Abonelik İşlemleri<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Derneği<br />

Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />

Turgutoğlu Sokak No:9<br />

Meram / KONYA<br />

Tel : 0 332 353 27 00<br />

0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25


12 İSLAM KORKUSU<br />

10 BİZBİRİZ<br />

SEVDASI<br />

33 MADDİ VE MANEVİ<br />

DİNÇ BİR HAYAT ÜZERİNE<br />

43 TARİHTE<br />

ŞUBAT OLAYLARI<br />

içindekiler<br />

46<br />

OTOMOBİLERDE YAKIT TASARRUFU<br />

FIKIH 25<br />

VADE FARKI<br />

27<br />

Hocamızın Sohbetinden:<br />

AKIL SUYU<br />

6<br />

KANAYAN<br />

YARAMIZ<br />

MÜSLÜMAN<br />

COĞRAFYASI<br />

HOCAMIZDAN<br />

26<br />

VECİZELER<br />

36<br />

SIDDIK-I EKBER<br />

HZ. EBUBEKİR<br />

40<br />

HİKAYE<br />

HAYDAR<br />

15 ÖMER SAADETLİ<br />

BİN ABDULAZİZ HAYAT<br />

41 İLGİNÇ BİLGİLER<br />

4 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi<br />

OSMANLI’DA BİLİMİN<br />

“ALAMET”İ 42


<strong>Bizbiriz</strong><strong>dergisi</strong><br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 5


Kafir her zaman<br />

tek millettir.<br />

Farklı ırk,<br />

devlet de olsa<br />

Müslümana<br />

karşı birleşme<br />

konusunda<br />

birdir.<br />

6 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


KANAYAN YARAMIZ<br />

MÜSLÜMAN COĞRAFYASI<br />

İslam dünyasında asırlardır<br />

süregelen zulüm acımasız<br />

yüzünü bugün Suriye’de<br />

gösterdi. Dokuz yıl önce<br />

aynı senaryo Irak’ta oynanmıştı.<br />

Senaryoyu yazanlar aynı,<br />

başrol oyuncuları zalimler aynı,<br />

üzerinde oyun oynanan mazlumların<br />

isimleri değişse de<br />

dinleri, Rasulleri, kitapları, kıbleleri<br />

aynı. Müslümanlar.<br />

Irak’ta ileri sürülen sebep,<br />

Suriye’de de ileri sürülüyor;<br />

Kimyasal silahlanma. Dün<br />

Irak’ta bulamadıkları kimyasal<br />

silahları, bugün Suriye’de arayacaklar.<br />

Ve tabii ki bulamayacaklar.<br />

Bulmaları da mümkün<br />

değil zaten. Olmadığını onlar<br />

da biliyor.<br />

Kafir her zaman tek millettir.<br />

Farklı ırk, devlet de olsa Müslümana<br />

karşı birleşme konusunda<br />

birdir. Müslümana karşı<br />

bir olurlar, birlikler oluştururlar,<br />

İslam’a karşı yardımlaşırlar.<br />

Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de<br />

şöyle buyurur Saffat diye meşhur<br />

surenin 25- 26- 27 ayetlerinde;<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

Size ne oldu ki birbirinize<br />

yardım etmiyorsunuz?<br />

Evet, onlar o gün zilletle boyun<br />

eğeceklerdir.<br />

(İşte bu duruma düştükleri<br />

vakit) onlardan bir kısmı, diğerlerine<br />

yönelir, birbirlerini<br />

sorumlu tutmaya çalışırlar.<br />

Ey kafirler!<br />

Ey Müslümana karşı bir<br />

olanlar!<br />

Niye yardımlaş mıyorsunuz?<br />

Varisü-n Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />

Hani dün dünyada<br />

idiniz, esfel-i safilinde<br />

idiniz.<br />

Dünya, yani aşağıların<br />

aşağısı manasına<br />

gelen yerdeydiniz ve<br />

birbirinize destek<br />

oluyordunuz.<br />

Haçlı ordularının adını<br />

değiştirip, ‘Barış Gücü’<br />

koyuyordunuz ya...<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 7


Ne oldu size? Bugün cehenneme<br />

karşı, onun yakıcı azabına<br />

karşı yardımlaşsanız ya!<br />

Allah-u Teala, onlarla alay<br />

edercesine, soruyor;<br />

“Niye yardımlaşmıyorsunuz?<br />

“<br />

Hani Suriye’ye İsrail uçakla<br />

saldırırsa sesinizi kısıyorsunuz,<br />

görmezden gelip, kulaklarınızı<br />

tıkıyorsunuz. Lakin eğer<br />

bir Müslüman veya bir Türk<br />

Suriye’ye misillemede bulunacağım<br />

derse, kıyametleri koparıyorsunuz.<br />

Günlerce sansasyon<br />

yapıp, medyadan indirmiyorsunuz.<br />

Şimdi ne oldu size?<br />

O gün yardımlaşıyordunuz ya<br />

dünyada bugün niçin yardımlaşmıyorsunuz?<br />

Hani dün dünyada idiniz,<br />

esfel-i safilinde idiniz. Dünya<br />

yani aşağıların aşağısı manasına<br />

gelen yerdeydiniz ve birbirinize<br />

destek oluyordunuz.<br />

Haçlı ordularının adını değiştirip,<br />

‘Barış Gücü’ koyuyordunuz<br />

ya.<br />

Dün haçı boyunlarından<br />

ayakuçlarına kadar indirenler<br />

bugün yine üstlerinde taşımıyorlar<br />

mı?<br />

Dün Allah’ın ordusuna karşı<br />

savaşanlar bugün yine aynı<br />

orduya karşı savaşmıyorlar mı?<br />

Bir tarafta barış gücü kurulmuş.<br />

Bir Hıristiyan ülke veya<br />

sömürdükleri bir ülke saldırırken<br />

insan haklarını hiç aramayan<br />

kuruluşlar, Müslüman bir<br />

ülke ayaklandığında, hakkını<br />

aradığında onu terörist ilan<br />

ediyorlar. Irzını, malını, namusunu,<br />

memleketini savunmak<br />

terörizm oluyor.<br />

O gün yardımlaşıyordunuz<br />

ya, hani o gün barış gücünü<br />

kurdunuz, Avrupa Birliği’ni<br />

kurdunuz, Birleşmiş Milletler’i<br />

kurmuştunuz ya ne oldu bugün?<br />

Niye yardım yapamıyorsunuz?<br />

Niye yardımlaşmıyorsunuz?<br />

Hani dün Müslümanların,<br />

dün müminlerin işine karışıp<br />

duruyordunuz ya, dün onların<br />

aşkını, muhabbetini, sevgisini,<br />

İslam’ın sıcaklığını her tarafa<br />

götürelim demelerini terörizm<br />

diye adlandırıyordunuz ya. Bugün<br />

tıkılın bir yere, cehenneme.<br />

Hadi yardımlaşın bugün.<br />

Şimdi teslim oldunuz değil<br />

mi? Dünyada cezaevlerine,<br />

Guantenamo’ya atıyordunuz<br />

ya Müslümanları bugün siz girin<br />

bakalım ahret cezaevine.<br />

Hadi gelin bakalım burada yardımlaşabiliyor<br />

musunuz?<br />

Rabbim bizi tez zamanda<br />

bir olanlardan eylesin. Gönlümüzü<br />

İslam’da, salih amelde<br />

sabit kılsın. Âmin…<br />

8 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />

Sohbetlerinden derlenen<br />

ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4<br />

ve<br />

HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği<br />

MUHAMMED (SA.V) ‘İN DUA HİZBİ<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 3<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 2<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 1<br />

MUHAMMED (s.av)<br />

DUA HİZBİ<br />

ON HAFTA<br />

SOHBETLERİ 4<br />

Varis-ün Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve<br />

Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi ‘nin hediyesi<br />

olarak temin edebilirsiniz<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 9


BİZBİRİZ<br />

SEVDASI<br />

Yaratana bağlı olmadan,<br />

yaratılana faydalı<br />

olunamayacağının<br />

bilenlerin sevdasıdır bu…<br />

M.Emin DOĞAN<br />

Kamu İç Denetçisi<br />

Cenab-ı Hakk’a hamd-ü senalar olsun ki, BİZBİRİZ Dergimizin<br />

ilk sayısı ile sizlerin huzuruna çıkmanın mutluluğunu yaşıyoruz.<br />

BİZBİRİZ, Bir sevdadır…<br />

Allah (c.c)’ın ismi ile, Allah (c.c)’ın rızası için, Allah (c.c)’ın<br />

yardım ve inayetini murad ederek atılmış bir adımdır BİZBİRİZ…<br />

Her adımda AŞK’a doğru mesafeler kat eden bir adımdır…<br />

Bir dernektir, bir dergidir ama aslında bir gönül ummanıdır…<br />

Daha dün atılmış bir adım gibi görülse de, insanlık ve<br />

İslamlık tarihiyle başlayan bir “baş başa düşünüş”, “omuz omuza<br />

mücadele” ve “el ele yürüyüş” sevdasıdır.<br />

BİZBİRİZ Derneğimizin kuruluşu 2012 yılının Şubat ayına<br />

rastlar. Ancak, 2012 yılının Şubat ayından öte bir adımdır,<br />

BİZBİRİZ serüveninin başlangıcı. Sonucu belli ama sonu belli<br />

olmayan bir sevda yüklüdür, bu serüvenin her bir sayfasına haz<br />

veren her bir satırında…<br />

10 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


..sevmeden sevilmeyeceğini bilenlerin<br />

sevdasıdır bu..<br />

* * *<br />

Bir olmuş birden çok<br />

gönlün serüvenidir bu…<br />

Bir fakirin, bir yetimin,<br />

bir öksüzün, bir edibin, bir<br />

şairin, bir alimin, bir Abidin,<br />

bir arifin ama illaki bir kulun<br />

gönül çağlayanı olmadan<br />

yeşermeyen bir sevdadır<br />

bu…<br />

Rabbi bir olan Hz.<br />

Adem(a.s) ile Havva Anamızın<br />

çocuklarının sevdasıdır bu…<br />

Hz. Muhammed Mustafa<br />

(s.a.v)’e ümmet olmuş, O’na<br />

ve O’ndan sonra gönderilmiş<br />

bütün nebi ve rasullere iman<br />

eden Muhammediler’in<br />

sevdasıdır bu…<br />

“Allah’ın ipine toptan<br />

sarılarak birlik ve beraberlik<br />

içerisinde olma”yı temel<br />

düstur edinmiş gönüllerin<br />

sevdasıdır bu…<br />

Sen-ben kavgasından<br />

bıkmış, tek Rabbe ve<br />

aynı Rasule iman etmiş,<br />

aynı gemiye binmiş din<br />

kardeşlerinin sevdasıdır<br />

bu…<br />

Mevlana-Şems<br />

birlikteliğinde ki gibi;<br />

“sen seni bırak ben beni<br />

bırakayım biz olalım”<br />

düşüncesi ile yola çıkanların<br />

sevdasıdır bu…<br />

Nasıl<br />

olunması<br />

gerekiyorsa öyle olunması<br />

gerektiğini bilip Hak yolda<br />

bir ve beraber olarak gönül<br />

gönüle seyahat edenlerin<br />

sevdasıdır bu…<br />

Yaratana bağlı olmadan,<br />

yaratılana<br />

faydalı<br />

olunamayacağının bilenlerin<br />

sevdasıdır bu…<br />

Emrolunduğu gibi<br />

dosdoğru olunmadan, zulüm<br />

ile adaletin ayrılamayacağına<br />

inananların sevdasıdır bu...<br />

S e v m e d e n<br />

sevilmeyeceğini bilenlerin<br />

sevdasıdır bu…<br />

* * *<br />

Derneğimizin açılışında<br />

söylediklerimizi, Dergimizin<br />

ilk sayısında bir kez daha<br />

teyit etmek isteriz ki;<br />

Gerçek<br />

manada<br />

kardeşlikleri tesis edecek<br />

temel ilimleri öğrenip hayata<br />

tatbik etmek ve ettirmek<br />

temel hareket metodumuz<br />

olacaktır. Amaç ve hedefimiz,<br />

Bireysel ve toplumsal hayatı<br />

etkileyen; ahlaki, kültürel,<br />

siyasi, sosyolojik, tarihi ve dini<br />

ilimlerin, toplumun bütün<br />

kesimlerinde öğrenilmesini<br />

ve<br />

uygulanmasını<br />

geliştirmek” olacaktır.<br />

Bu sevdanın neferleri<br />

olarak biliyoruz ki; Abdullah<br />

Murat Şükrüoğlu (k.s)<br />

Hocamızın söyleyişi ile,<br />

“ilim amelle birleşince kılıcı<br />

gülleştirir, ümmeti birleştirir”.<br />

Bunun için, derneğimizin ve<br />

dergimizin ağırlıklı ve hatta<br />

bütün çalışmalarını, ilim ve<br />

amelin artırılmasına yönelik<br />

çalışmalar oluşturacaktır.<br />

Meselemiz, “ilim ilim bilmektir,<br />

ilim kendin bilmektedir”<br />

diyen Yunus Emre misali<br />

evvelen kendimizi bilerek<br />

rabbimizi bilmektir.<br />

Niyet halis akıbet hayırdır.<br />

Aşk’a giden bu sevdanın<br />

nefesinde kaybolmak arzusu<br />

ile selam ve dua hayr ehline<br />

olsun…<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 11


İSLAM<br />

KORKUSU<br />

Selman Bahar<br />

İslamiyet on dört asır boyunca<br />

çok geniş bir coğrafyaya<br />

yayılmış bir dindir. Asırlar<br />

boyunca birçok kültürü etkilemiş,<br />

sosyal anlamda medeniyet<br />

binalarının inşası için<br />

gereken harç olmuştur. Yaşadığımız<br />

tarihin bu döneminde<br />

Dünya üstünde onlarca İslam<br />

devleti ve bir buçuk milyardan<br />

fazla Müslüman vardır. Farklı<br />

coğrafi, etnik, siyasal, ekonomik<br />

şartlara sahip milyonlarca insan<br />

aynı kurallara riayet etmeye çalışıyor.<br />

Tek Allah’a inanıp, yaşamaları<br />

gereken hayatı Allah katından<br />

bir müjde olan Kur’an-ı<br />

Kerim’den öğrenmeye, son nebi<br />

Hz. Muhammed (S.A.V)’in yolundan<br />

gidip O’nun gibi olmaya<br />

çalışıyor. Bu tabloya bakıldığında<br />

gayeleri bireysel ve toplumsal<br />

olarak erdemli, vicdanlı, kendilerine<br />

tanınan sınırları bilerek<br />

yaşamak olan bir toplumun,<br />

kendisinden olmayanlara zararı<br />

ne olabilir ki…<br />

Peki Müslüman olmayan<br />

insanlar neden İslam’dan ve<br />

Müslümanlardan rahatsız oluyor?<br />

Dünya üzerindeki terörist<br />

eylemlerden felaket senaryolarından<br />

neden hep Müslümanlar<br />

sorumlu tutuluyor? Bir<br />

Müslüman’ın sahip olması gereken<br />

görünüm iyiliğe çağıran<br />

timsalken, insanları neden Müslüman<br />

kimliğinin itici bir profil<br />

olduğuna inandırmaya çalışıyorlar?<br />

Medyatik propagandalar<br />

toplumsal karalamalar, itici<br />

senaryolarda oynatılan Müslüman<br />

tiplemeleri, insanların<br />

İslam algılarının negatifleştirilmeye<br />

çalışılması kalplerindeki<br />

İslam korkusunun tezahürüdür.<br />

Aslında korkmalarına gerek olmadığını,<br />

Müslümanların kendilerinden<br />

olmayanlara karşı zorlayıcı<br />

olmayacaklarını bilseler,<br />

belki Müslümanlardan olurlardı.<br />

Korkularını aşanlar kazananlardır.<br />

İslamiyet korkusu Batılı devletlerin<br />

ve Avrupalı halkın büyük<br />

çoğunluğunda bir hastalık<br />

gibi yayılmış durumda ve yayılmaya<br />

devam etmekte. Bu hastalık<br />

İslami kimliğe saygı duyamayan<br />

Batılı devletlerde kendini,<br />

zaten kötü durumdaki güçsüz<br />

Müslüman devletlerin yaşam<br />

alanlarına saldırma olarak<br />

gösteriyor.<br />

Tarih boyunca ne zaman biraz<br />

güç bulsa Müslüman devletlere<br />

saldıran gayrimüslim devletler<br />

bunu korku psikolojisinde<br />

ve belli bir mantıkla yapıyorlar.<br />

Bu mantık İslam’ın dünya üzerinde<br />

güç kazanmasını engellemektir.<br />

Batılı devletler İslam<br />

toplumunun birleşmesinin ne<br />

anlama geldiğini çok iyi biliyorlar<br />

ve güçlerini sırf İslami bir koalisyon<br />

kurulmaması adına harcıyorlar.<br />

Çünkü biliyorlar ki, birleşmiş<br />

Müslümanların önünde<br />

durulmaz. Müslümanlar eğer<br />

birleşirde tek çatı altında irade<br />

gösterirse o zaman tarihteki örnekler<br />

gibi Dünya hâkimi tekrar<br />

Müslümanlar olur.<br />

Son yüz yıldır gücünü yitirip<br />

birbirinden kopuk yaşayan onlarca<br />

İslam devletinin zayıflarının<br />

eziyet çekmesinin, zulüm<br />

içinde olmasının sebebi de budur.<br />

Dünyaya hakim tek sözün<br />

12 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


“La İlahe illallah Muhammedur-<br />

Rasulullah” olmasını istemedikleri<br />

için bizi zayıflarımızla uğraşarak,<br />

kardeşlerimizin kanlarından<br />

sulanarak acıtıyorlar.<br />

Önce sömürge yönetimleri<br />

vardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan<br />

sonra manda ve himaye yönetimlerini<br />

kurdular. Özellikle Soğuk<br />

Savaş Dönemi’nin bitimiyle<br />

zayıf halkları sömürmenin<br />

adını insani/insancıl müdahale<br />

koydular. Mantık ve amaç hep<br />

aynıydı; ekonomik ve siyasi anlamda<br />

İslami bir birleşmenin<br />

önünü kesmek. Bunun adına ister<br />

sömürge devletler desinler,<br />

ister insani kaygılarla devletlerin<br />

iç karışıklarını gidermek…<br />

İnsani kaygılar öne sürülerek<br />

Müslüman devletlere<br />

yapılan askeri<br />

operasyonların<br />

sonu hep gayrimüslim<br />

devletlerin<br />

çıkarlarını<br />

kısmen ya da tamamen<br />

elde etmesiyle<br />

sonuçlanmıştır.<br />

Bu operasyonlardan<br />

Körfez<br />

Savaşı’nı çıkar<br />

sağlamak adına<br />

yapılmış operasyonlardan<br />

biri<br />

olarak açıklamakta<br />

fayda var.<br />

1988 yılında izleri bulunan<br />

Irak-Kuveyt arasındaki ekonomik<br />

anlaşmazlıkların 1991’de<br />

zirveye tırmandığı ve sıcak çatışmaya<br />

kadar giden Körfez<br />

Savaşı’nda, nedense Amerika<br />

ve Avrupalı devletler “uluslararası<br />

barış ve güven ortamının<br />

zarar gördüğünü” dile getirerek<br />

olaya müdahil olmak istediler.<br />

ABD “Çöl Fırtınası” adlı Birleşmiş<br />

Milletler’in askeri operasyonunun<br />

emir-komutasındaki<br />

devletti. 42 gün süren ve Irak’ın<br />

Kuveyt’ten birliklerini çekmesi<br />

sonucu, ABD’nin “amaca ulaşıldığı<br />

için ateşkes ilan ederek”<br />

sonlandırdığını belirttiği operasyonun<br />

sebebi ise “Kuveyt’e<br />

karşı yapılan insan haklarının<br />

ihlali sonucu Kuveyt’in müttefiklerince<br />

meşru müdafaa hakkının<br />

kullanılması” şeklinde belirtildi.<br />

Aslında tablo bu şekilde<br />

oldukça vicdanı gelebilir. Hatta<br />

ABD’ye teşekkür bile edesi geliyor<br />

insanın. Ama operasyonun<br />

altında yatan menfaat zincirine<br />

bakıldığında durum daha iyi anlaşılıyor.<br />

Basra Körfezi bölgenin<br />

petrolünün Dünya ülkelerine<br />

transfer edildiği körfezdir. Ayrıca<br />

ABD ve Asya arasındaki ticaret<br />

yollarından birisidir. Eğer<br />

körfez Irak’ın imtiyazına geçseydi,<br />

ABD zaten petrol konusunda<br />

anlaşamadığı Irak’la bir de<br />

körfezde karşı karşıya gelecekti.<br />

Asya’dan gelen ucuz hammaddenin<br />

seyir yolu değişecek ve ticari<br />

kaygıları daha da artacaktı.<br />

Bu yüzden “Müttefikim.” diyerek<br />

Kuveyt’in yanında yer alma ihtiyacı<br />

hissetti. İkinci bir durum ise<br />

Kuveyt’in kontrolünü elinde bulunduran<br />

Irak Orta Doğu’da eskisinden<br />

güçlü hale gelecekti.<br />

İslam camiasının Dünya politikasında<br />

bir büyük kozu da Dünya<br />

petrol ticaretine ortak olan<br />

Müslüman bir devletin varlığı<br />

olacaktı. Sırf bu kaygılar yüzünden<br />

yapılan operasyon ne yazık<br />

ki vicdani bir operasyonmuş<br />

gibi göründüğü için BM üyesi<br />

Müslüman devletlerinde onayıyla<br />

yapıldı.<br />

Uluslararası sistemi etkileyen<br />

birden fazla aktör ve olayın aynı<br />

zaman dilimi içinde yaşanması,<br />

çoğu zaman karar verecek organların<br />

tabloyu tam anlamıyla<br />

görememesine sebep oluyor.<br />

Zaman, olay, aktör faktörlerin<br />

oldukça fazla iç içe geçmesi<br />

de hızlı karar verilmesi gereken<br />

durumlarda yanlış kararlar verilmesine,<br />

yanlış safta yer alınmasına<br />

neden oluyor. 1991’de Müslüman<br />

kimliği ağır basan, halkının<br />

çoğu Müslüman olan devletlerin<br />

Körfez Savaşı’nda düştüğü<br />

hata belki buydu.<br />

Belirtmekte fayda var ki, biz<br />

Irak’ın Kuveyt’e karşı takındığı<br />

tutumu, Kuveyt’e<br />

askeri birliklerini<br />

göndermesini savunmuyoruz.<br />

Fakat<br />

bizim dile getirmeye<br />

çalıştığımız<br />

düşünce Kuveyt<br />

ile Irak’ın arasında<br />

dengeyi<br />

kurmak için İslami<br />

birimlerin olmayışının<br />

ortaya çıkardığı<br />

sorundur.<br />

Müslümanların<br />

oluşturduğu bir<br />

ortak karar alma<br />

birimi olsaydı, İslam<br />

devletlerinin danışma birimi<br />

olsaydı bu karışıklığı çözmeye<br />

Avrupalı devletler yeltenemeyecek,<br />

zemin bulamayacaktı.<br />

1991’de hiçbir İslam devleti<br />

kendi başına ne Irak’la görüşmeler<br />

yapmayı, içinde bulunduğu<br />

ekonomik buhran yüzünden<br />

sağduyusu zarar görmüş<br />

Irak Hükümeti’ni karşısına almayı<br />

göze alabilirdi ne de BM üyesi<br />

Avrupalı devletlere “Siz karışmayın<br />

bu meseleye.” demeyi<br />

göze alabilirdi.<br />

Körfez Savaşı’ndan daha yakına,<br />

bir iki yıl öncesine bakacak<br />

olursak durum küçük de-<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 13


ğişmelerde olsa İslam Âlemi<br />

için vahametini korumaktadır.<br />

Arap Baharı diye adlandırılan,<br />

Mohamed Bouazizi adlı gencin,<br />

Tunus/El-Tahrir Meydanı’nda<br />

Aralık-2010’da kendini yakması<br />

ile başlayan süreç Arap<br />

Dünyası’nda uzun yıllar rejimlerini<br />

sürdüren devlet adamlarının<br />

bir bir iktidarlarını kaybetmesine<br />

sebep oldu. Tunus’tan<br />

Yemen’e, Yemen’den Mısır’a,<br />

Mısır’dan Suriye’ye, Suriye’den<br />

Bahreyn’e, Bahreyn’den de<br />

Libya’ya yayılan bu demokrasi<br />

hareketi yayılması esnasında<br />

Cezayir, Lübnan, Ürdün, Moritanya,<br />

Sudan, Umman, Suudi<br />

Arabistan, Cibuti, Fas, Irak, İran,<br />

Kuveyt, Batı Sahra, Mali gibi birçok<br />

İslam devletinin içişlerinde<br />

irili ufaklı karışıklıklara, halk<br />

ayaklanmalarına sebep oldu.<br />

Arap Baharı 21. Yüzyıl’ın en büyük<br />

sosyolojik olayı olarak adlandırılıp,<br />

tarihi terminolojide<br />

yerini aldı. Aslında bize İslam<br />

Âlemi’nin içinde bulunduğu durumu<br />

anlatan, Müslümanların<br />

yıllar boyu biriken eksikliklerini,<br />

manevi anlamda yitirdikleri değerlerin<br />

bedelini gösteren çok<br />

güzel bir tablodur.<br />

Bir yandan Müslümanların<br />

haklarını aramalarına sevinecek<br />

olurken, diğer yandan<br />

komplo teorilerini akla getirip<br />

düşünmek lazım. Yıllardır<br />

az ama yeterli kazanan Libyalı,<br />

Mısırlı, Suriyeli vs. Müslümanlar<br />

neden alabora bir ekonominin<br />

içinde buldular kendilerini?<br />

Bir iki yıl içinde neden demokrasi<br />

sevdasına düştüler? Neden<br />

Avrupa’nın kültürüne uygun<br />

olup olmadığı onlara kalmış<br />

ama İslam Kültürü’nün ağırlığını<br />

kaldıramayacak kadar sığ sayılabilecek<br />

demokrasi anlayışının<br />

savunucusu oldular? Acaba biz<br />

Müslümanlar devletler bazında<br />

birbirimizi çok mu yalnız bıraktık?<br />

Zora düştüğümüzde çareyi<br />

Batıda arayacak kadar mı yaşamlarımızı<br />

batılılaştırdık? Yoksa<br />

Batılı devletler biz ayrı gayrıyken<br />

saman altından su yürütüp,<br />

kendi isimlerini aramıza mı soktular?<br />

Ya da bu demokrasi modeli<br />

yeni isimleri Müslümanların<br />

yöneticileri yapmak için Batılı<br />

güçlerin işine mi gelir? Bu<br />

sorulara lehte ya da aleyhte birçok<br />

savunma ve cevap verilebilir.<br />

Ama yıllar bu komplo teorilerine<br />

cevap aramakla geçiyor da<br />

çözümler eksik kalıyor.<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞ-<br />

LU (k.s) Hocamız hep ”En kötü<br />

Müslüman, en iyi kâfirden evladır.”<br />

der. Bizlerinde Müslüman<br />

olarak bu sözün altında yatan<br />

“Birbirinizi Müslüman olmayanlara<br />

karşı destekleyin, kollayın.”<br />

mesajına riayet etmesi gerekir.<br />

Arap Baharı denince aklımıza<br />

şu ihtimal takılıyor; Ya bu insanların<br />

siyasi ve ekonomik olarak<br />

bu kadar bunalmadan önce yardımlarına<br />

koşulsaydı… Eğer onların<br />

önlerinde inandıkları İslam<br />

gibi dosdoğru örnekler olsaydı<br />

da onlara uysalardı daha farklı<br />

olmaz mıydı? Eğer biz birbirimizin<br />

koluna girer, koluna girdiğimiz<br />

insanı sırf Müslüman diye<br />

kardeşimiz sayar, adımlarımızı<br />

bir edersek bu fiilin devamı devletler<br />

bazında kol kola girmektir.<br />

Biz bir olur, tek yumruk olursak<br />

öncenin haçlı ordusu şimdinin<br />

barış gücü iç karışıklıklardan istifade<br />

edip din kardeşlerimizi<br />

bombalayamaz.<br />

Belki İslam toplumlarındaki<br />

bu ayaklanmaların, zulüm ve<br />

kanın sorumluları güzel örnekler<br />

inşa edemeyen nesillerdir.<br />

Fakat bu gidişatı düzeltememek<br />

bugünün gençlerinin duyarsızlığı<br />

olacaktır. Bir uçta Filistin, bir<br />

uçta Arakan, yanı başımızda beşerliğini<br />

unutmuş Beşar Esed’in<br />

zulmü altındaki Suriyeli Muhalif<br />

Müslümanlara ve Dünya’nın<br />

herhangi bir yerinde kanamakta<br />

olan bir Müslüman yarasına<br />

deva olabilmek için önce kendi<br />

yüreğimize deva olmalıyız. Sonra<br />

kardeşimize, sonra eşe-dosta,<br />

sonra komşuya, sonra bir ülke<br />

gençliğine koşacağız… Derken<br />

“Onların içinde size karşı duydukları<br />

korku, Allah’a olan korkularından<br />

daha şiddetlidir.<br />

Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.”<br />

(Haşr:13) ayet-i kerimesinde<br />

anlatılan kâfirlerin gönüllerindeki<br />

İslam korkusunu<br />

diri tutmak, birlik olabilen Müslümanlara<br />

nasip olacaktır. Bizler<br />

kâfirlerin gönlüne korku salabilecek<br />

güveni kendimizde bulduğumuzda,<br />

gerçek gücü zayıflarımızın<br />

faydasına sunduğumuzda<br />

zaten bizim zayıflarımız<br />

Batının örneklerine özenmeyecektir.<br />

Kaldı ki o gücü bulursak<br />

zamanla zayıflarımızda olmayacaktır.<br />

Batı bizi örnek alacak,<br />

Rabbim hidayet bahşederse onlarda<br />

kazananlardan olacaktır.<br />

14 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


SAADETLİ HAYAT<br />

2. ÖMER<br />

1. MÜCEDDİD<br />

ÖMER BİN ABDULAZİZ (R.A.)<br />

Asr-ı Saadetten bahsedildiği<br />

zaman ister istemez<br />

gönül başka bir<br />

ufka dalıyor ve saadet<br />

devrinin gülleri bayıltan nefesi,<br />

nefsinin fatihleri, aydın dimağlar<br />

ve parlayan çehrelerle, abide<br />

şahsiyetler arasında; o günlere<br />

hasret ve namzet bir şekilde bakarken<br />

zamanın ve mekanın ne<br />

kadarda önemsiz olduğunu haliyle<br />

hissedebiliyoruz.<br />

Güller Şahı, Sevgililer Sultanı,<br />

Sevgilisine yürüdükten sonra<br />

İslamiyet’i gönlüne tam yerleştirememiş<br />

kişilerde vazgeç-<br />

Ebubekir ONHAN<br />

meler ve Sevgi Sultanını (s.a.v)<br />

anlamakta güçlük çekenlerden<br />

sesler çıkmaya başladığı için<br />

dört Raşit Halifenin ağırlıklı hizmeti<br />

Kuran ve sünneti kalplerde<br />

sabit tutma ve ümmeti bir<br />

araya getirip İslamiyeti, İslamiyete<br />

uzak gönüllere yakın etme<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 15


çabası etrafında dönmekteydi.<br />

Haydar-ı Kerrar Hz. Ali efendimiz<br />

şehit edildikten sonra çoğunluğun<br />

kararıyla arşın çifte<br />

küpeleri, Rasulullah bağının<br />

reyhanları, gülleri Hz. Hasan<br />

(r.a.) halifelik görevini devralıyor<br />

ve altı ay süren hilafetlik döneminden<br />

sonra Allah Resulü<br />

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)<br />

Efendimizi haklı çıkararak hilafetlik<br />

makamından feragat ediyordu.<br />

Çünkü Aşk Sultanı(s.a.v.)<br />

“Allah, Hasan’ın vasıtasıyla Müslümanların<br />

iki büyük ordusunu<br />

barıştıracaktır” buyurarak yıllar<br />

öncesinden haber vermişti.<br />

Böylelikle hilafet makamı Hz.<br />

Muaviye’ye geçiyor ve Emevi<br />

dönemi başlıyordu. Tabii bu<br />

geçiş bir şarta bağlanmıştı: Hz.<br />

Hasan ve Hz. Muaviye arasında<br />

yapılan bir antlaşma. Bu antlaşmaya<br />

göre hilafetlik makamı<br />

Hz. Muaviye’den sonra Hz.<br />

Hüseyin’e (r.a.) verilecekti. Fakat<br />

Hz. Muaviye’den sonra hilafete<br />

Yezid’in geçeceği söylenmekle<br />

birlikte bunu kabul etmeyenlere<br />

kılıçlar çekilmişti. Kerbübelada<br />

Rasulullah’ın torunlarına<br />

bir damla suyu çok görenlere<br />

karşı, dik bir duruş sergileyen<br />

İmam Hüseyin (r.a.)…<br />

Asırlardır ümmetin bağrında<br />

bir kısmında ilk günkü tazeliğiyle<br />

kanayan yara, bir kısmında<br />

kabuklaşmış yara, bir kısmında<br />

iz, bir kısmında ise hiçbir<br />

şey tesir etmeyen(ümmetin<br />

vefasızları)… Kerbela hadisesi<br />

sonucu İmam Hüseyin (r.a.) şehit<br />

edilmesiyle hilafet sancağını<br />

garantileyen Yezid döneminde<br />

her ne kadar zenginlik artsa da<br />

insanlar arasındaki huzursuzluk<br />

ve geçimsizlik de o oranda artmaktaydı.<br />

Hz. Muaviye’nin, oğlu Yezid’i<br />

veliaht tayin etmesiyle başlayan<br />

ve İslam’ı asıl çizgisinden<br />

koparan Emevi Saltanatı, Sultan<br />

Halife Süleyman bin Abulmelik’<br />

in veliaht tayin etmesiyle vefatından<br />

sonra Ömer bin Abdulaziz’<br />

in eline geçmişti.<br />

Bir gece sabaha karşı Medine<br />

sokaklarında teftişte bulunan<br />

Halife Hz. Ömer (r.a.); bir evden<br />

bir kadının kızına “süte su<br />

koy” dediğini işitir. Kızı da Emirel<br />

Müminin Hz. Ömer süte su<br />

koymayı yasak etti cevabını verir.<br />

Kadın, Emirel Müminin nereden<br />

bilecek demesi üzerine kız;<br />

O görmüyorsa Allahu Teala görüyor<br />

dediğini duyan Halife Hz.<br />

Ömer; bu hadise üzerine o kızı<br />

araştırıp oğlu Asım’a nikah eder.<br />

Asım’ın bu hanımefendiden bir<br />

kızı olur. Ondan da Ömer bin<br />

Abdulaziz dünyaya gelir.<br />

Rasulullah’ın vefatından<br />

kırk sekiz yıl, hicretten altmış<br />

bir yıl sonra Medine’de dünyaya<br />

gelen Ömer b. Abdülaziz on<br />

ikinci İslâm halifesidir. Mevlüt<br />

Koyuncu’nun Ömer b. Abdülaziz<br />

eserinde bildirdiğine göre;<br />

Babası Mervan oğullarından<br />

Mısır valisi Abdülaziz b.Mervan,<br />

annesi Hz. Ömer’in torunu<br />

Ümmü Asım’dır. Eğitimine<br />

Mısır’da babasının yanında başlamış,<br />

Medine’de devam etmiştir.<br />

Medine’de, sahabelerin büyüklerinden<br />

Enes b. Malik’i ve<br />

Abdullah b. Ömer’i dinleme fırsatı<br />

bulmuştur. Hicretin seksen<br />

altıncı yılında babasının vefatı<br />

sonrası Halife tarafından Şam’a<br />

davet edilmiştir. Koyuncu’nun<br />

İbn’ül Cevzi ve Taberi’den nakl<br />

ettiği üzere; Ömer, Şam’a geldikten<br />

sonra dönemin halifesi<br />

Velid b. Abdülmelik kızı Fatıma<br />

ile evlendirmiştir. Kaynaklar<br />

Ömer’in bu evlilikten son derece<br />

memnun olduğunu belirtmektedir.<br />

Aynı tarihte Hicaz Valiliğine<br />

tayin edilmiştir.<br />

Ömer bin Abdulaziz, Rasullullah<br />

efendimizin şehri Medine’de<br />

valiliğe başlamıştır. İbn’ül Cezvi<br />

ve Taberi’de aktarıldığı üzere<br />

dönemin diğer Emevi Valilerinden<br />

farklı olarak ulemadan on<br />

kişilik bir danışman meclisi kurmuştur.<br />

Önemli kararlar vermeden<br />

önce bu meclise danışmıştır.<br />

Yedi sene kadar valilik makamında<br />

kalmıştır. 711 yılında dönemin<br />

Halifesi Velid tarafından<br />

valilikten azledilmiştir. Halifenin<br />

kısa bir zaman sonra vefatı<br />

sonrası yerine Süleyman b. Abdülmelik<br />

geçmiştir. Süleyman<br />

b. Abdülmelik’de kısa bir süre<br />

sonra hastalığa yakalanmış ve<br />

717 yılında vefat etmiştir. Süleyman<br />

b. Abdülmelik vefatı sonrası<br />

kimi veliaht tayin ettiği bilinmiyordu.<br />

Kaynaklarda bildirdiği<br />

16 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


üzere Süleyman b. Abdülmelik<br />

vefatı esnasında devletin sahib’i<br />

Şurta’sı olan Ka’b b. Cabir’i yanına<br />

çağırarak idareciler ile beraber<br />

bütün insanları toplamasını<br />

ve ahidnâmede ismi geçene<br />

bîat etmeleri hakkında söz aldığı<br />

belirtilmektedir. Vefatı sonrası<br />

okunan ahidnâmede Ömer<br />

b. Abdülaziz ismi okunmuştur.<br />

Bu olay esnasında hazır bulunan<br />

Ömer b.Abdülaziz halifeliğin<br />

kendi isteği doğrultusunda<br />

olmadığını ve bîatlarını onlara<br />

iade ettiğini belirtmiştir. Bunun<br />

üzerine cemaat “ Ey müminlerin<br />

emiri biz seni halife seçtik, halifemiz<br />

sensin” diyerek bîat etmişlerdir.”<br />

Ömer b. Abdülaziz öncesi<br />

Emevi halifelerinin gerek kendileri<br />

için gerekse aileleri için her<br />

türlü eşyayı hazineden almaları<br />

yanlış uygulamalarından birisiydi.<br />

O, bu uygulamaları tamamen<br />

değiştirdi ve hakkı olmayan<br />

bir kimsenin hazineden<br />

(Beytü’l mâl) hiçbir şey alamayacağını<br />

belirtti. Kendiside hazineden<br />

hiçbir şey almadı. İbn<br />

Sa’d şöyle bir olayı nakleder: Bir<br />

gün azatlı kölesi ve kâtibi olan<br />

Müzahim’den kendisine bir rahle<br />

satın almasını ister. Bir müddet<br />

Müzahim, Ömer’in beğendiği<br />

bir rahle ile içeri girer. Ömer<br />

bunu nereden aldığını sorunca<br />

Müzahim “Ey müminlerin emiri!<br />

Beytülmal’in anbarında şu<br />

tahtayı buldum ve rahleyi ondan<br />

yaptırdım “ Bunun üzerine<br />

Ömer; “Hemen koş ve çarşıda<br />

bunun kaç para olduğunu<br />

öğren gel” der. Müzahim çarşıda<br />

değerinin yarım dinar olduğunu<br />

öğrenir. Bunun üzerine<br />

Ömer “Beyt-ülmal’e bir dinar<br />

koysak kurtulur muyuz?” diye<br />

sorunca Müzahim yarım dinar<br />

ettiğini tekrar eder. Bu cevaptan<br />

sonra Ömer Beytülmale iki<br />

dinar koydurur. Bunun yanında<br />

Ömer bin Abdülaziz idareyi şu<br />

dört temel üzerine oturtulmasına<br />

çalıştı; Halife, Bölge yönetimini<br />

elinde bulunduran vali,<br />

Adaleti temin eden kadı, Vergi<br />

memuru, idarenin temeli olarak<br />

bunları oluşturmaya çalıştı.<br />

Adaletli davranmaya özen<br />

gösterdi; yakın akrabalarından<br />

olan Mervan oğullarına haksız<br />

yere verilen devlet toprağını<br />

ellerinden alarak burayı vergiye<br />

bağladı. Aynı zamanda tabiden<br />

olan Amr. b. Muhacire;<br />

“Ey Amr, benim hak ve adaletten<br />

bir nebzecik ayrıldığımı görürsen<br />

yakamdan tut ve “ne yapıyorsun<br />

ya Ömer” diyerek ikazda<br />

bulun.” diye ricada bulunmuştur.<br />

Aynı zamanda Ömer b.<br />

Abdülaziz döneminde halifeler<br />

için yapılan dua halk için yapılmaya<br />

başlanmıştır. Bernand Lewis,<br />

Tarih’te Araplar adlı eserinde;<br />

Dönemin müellifleri Emevi<br />

halifelerini Hükümdar olarak<br />

değerlendirdiklerini yalnız<br />

Ömer b. Abdülaziz’i uygulamaları<br />

ve yaşantısı ile Hulefâ-yi<br />

Râşidîn’e benzediğini bu sebepten<br />

ötürü V. Halife olarak isimlendirdiklerini<br />

ifade etmektedir.<br />

Ömer bin Abdülazîz halîfe<br />

olduktan sonra hilâfet konağına<br />

götürülmek üzere alay atları<br />

getirdiklerinde; “Bunlar ne?”<br />

dedi. “Hilâfete mahsus bineklerdir.”<br />

cevâbını işitince; “Kendi<br />

atım, benim hâlime daha<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 17


muvâfıktır.” diyerek saltanat<br />

bineklerini geri çevirip, kendi<br />

hayvanına bindi. Hilâfet otağına<br />

gitmeyip; “Hilâfet otağında<br />

Süleyman’ın âilesi var. Ben<br />

onların rahatsız olmalarını uygun<br />

görmem. Onlar yerleşinceye<br />

kadar, benim kıl çadırım<br />

bana yeter!” buyurdu. Bu sözleri,<br />

insafı ve ahlâkî büyüklüğünü<br />

ne güzel ifâde etmektedir.<br />

Evine gitti. Âzâdlı kölesi,<br />

onun pek kederli ve düşünceli<br />

olduğunu görünce: “Bu<br />

hâlinizin sebebi nedir?” diye<br />

sordu. Cevâbında buyurdu ki:<br />

“Doğudan batıya kadar olan<br />

Ümmet-i Muhammed’in hukukunu<br />

yerine getirme vazifesi<br />

bana verildi. Bundan büyük endişe<br />

edecek şey olur mu?” Daha<br />

sonra hanımı ve amcasının kızı<br />

olan Fâtıma binti Abdülmelik’i<br />

yanına çağırıp, buyurdu ki:<br />

“Eğer benimle birlikte yaşamak<br />

istersen ziynet ve mücevherlerini<br />

beytülmâle bırak. Zirâ onlar<br />

senin yanında iken ben seninle<br />

berâber olamam.” Fâtıma,<br />

bütün ziynet ve mücevherlerini<br />

beytülmale verdi. Fâtıma’nın<br />

bu davranışı, Rasulullah efendimizin<br />

kızı hazreti Fâtıma gibi<br />

mânevî süsler ve rûhî meziyetler<br />

ile yaşamaya karar verdiğini<br />

göstermekteydi. Ömer bin<br />

Abdülazîz’in elli bin altını vardı,<br />

hepsini dağıttı. Bir elbisesi<br />

kaldı. Câriyelerine de; “Serbestsiniz.<br />

İsteyeniniz olursa, âzâd<br />

ederim. Benden bir talepte bulunmamak<br />

şartı ile kalmak isteyen<br />

varsa kalabilir. Çünkü verilen<br />

vazife beni sizinle meşgûl<br />

olmaktan alıkoyuyor.” buyurdu.<br />

Hepsi ağladılar, üzüldüler. Hanımı<br />

Fâtıma’yı dahi serbest bıraktı.<br />

O da üzülüp ağladı. Efendisinden<br />

ayrılmadı.<br />

İnsanlığın şeref tablosu,<br />

Kâinatın yaradılış sebebi,<br />

Resul-i Zişan Habibi Kibriya Hz.<br />

Muhammed Mustafa (s.a.v.) “Bir<br />

gün elinizde zekâtla dolaşacak,<br />

fakat verecek kimse bulamayacaksınız.”<br />

Buyururlarken elbetteki<br />

bu mubarek sözlerin tasdik<br />

edileceği bir zamanın olacağını<br />

belirtiyordu. Şüphesiz<br />

bu kutlu zaman dilinin Fatihi<br />

de Ömer b.Abdulaziz’den başkası<br />

olmayacaktı. Halife Ömer<br />

b.Abdulaziz döneminde halk<br />

refah,huzur,güven ve iman ilkeleri<br />

içerisinde yaşamış, Asr-ı saadete<br />

adeta birer pencere açarak<br />

iman erleri yetiştirilmiştir.<br />

İşte bu kutlu zaman dilimi içerisinde<br />

halk; dünyevi ve uhrevi<br />

zenginliğiyle göz kamaştırıyor<br />

zekât verecek kimseyi dahi bulamıyorlardı.<br />

Öyleki; kaynaklar<br />

bu zaman dliminin yirmibeş yıl<br />

sürdüğünü belirtmektedir.Zekat<br />

memurları köy köy dolaştıkları<br />

halde zekat verecek kimse<br />

bulamamaya başladılar. Bunları<br />

halifeye iletip “Elimizde kalan<br />

zekâtları ne yapalım?” diye sorduklarında,<br />

“Evlenme vakti gelen<br />

ama maddi durumu el vermediği<br />

için evlenemeyen gençleri<br />

evlendirin” şeklinde cevap<br />

yazıyordu. Zekât memurları bir<br />

süre sonra tekrar mektup gönderip<br />

“Dediklerinizi yaptığımız<br />

halde hala zekattan kalanlar<br />

var” diyorlardı. Halife Ömer<br />

b. Abdulaziz, “Öyleyse ondan da<br />

belli bir sonunda geri ödemeleri<br />

koşuluyla gayrimüslimlere borç<br />

verin” diyerek gayrimüslim tebaadan<br />

yatırımda bulunmak isteyen<br />

ama maddi varlığı olmayanları<br />

da destekliyordu. Adalet<br />

timsali Hz. Ömer (r.a.) aşığı<br />

18 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


“Ya Fatma! Ben bu ümmetin işlerinin sorumlusu oldum, dolayısıyla her yörenin<br />

köşelerindeki aç fakirleri, fakir hastaları, ezilmişlikten çıplak kalanları, kalbi<br />

kırık yetimleri, yalnız kalmış dul kadınları, zulme uğramışları, esir ve garipleri,<br />

yaşlı kimseleri, kalabalık aileleri, malı az olanları düşünüyorum. Ve biliyorum<br />

ki, Rabbim (celle celaluhu) kıyamet gününde onların durumlarını benden soracaktır<br />

ve onlar adına davacım ve hasmım Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)<br />

olacaktır. Bundan dolayı, Onun husumetine karşı elimde bir delil olmayacağından<br />

korkuyorum. Dolayısıyla ben, kendime acıyıp ağlıyorum.”<br />

Ömer b.Abdulaziz; Hz. Ömer’i<br />

her alanda örnek alıyor ve hayatını<br />

hayatına tatbik etmekten<br />

geri kalmıyordu. Yakın dostu<br />

Hz. Salim’e; “Kardeşim Salim; Allahü<br />

Teala beni halifelikle imtihan<br />

ediyor, yemin ederimki kurtulamayacağımdan<br />

korkuyorum.Bana<br />

dedem Hz. Ömer’in<br />

mektuplarını, hayatı hakkında<br />

bilinenleri, müslümanlara ve<br />

gayri müslimlere olan hükümlerini<br />

bildir.Hz. Ömer’i kendime<br />

numune kabul ettim. Ona<br />

göre hareket edeceğim” diyerek<br />

Allah’ın adil kılıcı olma yolunda<br />

emin adımlarla ilerlemekteydi.<br />

Ömer b. Abdulaziz, Hulefa-i<br />

Raşidin’den sonra, Müslümanların<br />

içine düştükleri ve maalesef<br />

bugüne kadar uzayıp gelen<br />

ihtilaf hastalığını da çok güzel<br />

teşhis etmiş olmasından dolayıdır<br />

ki, icraatında başarılı oldu.<br />

O şöyle diyordu: “Bu ümmet,<br />

Allah’ı, Kitabı ve Rasulu hususunda<br />

ihtilafa düşmedi. Onlar<br />

dünya menfaat ve nimetleri hususunda<br />

ihtilafa düştüler. Onun<br />

için de devlet ve izzetlerini kaybettiler!”<br />

Ömer b. Abdulaziz,<br />

devlet başkanlığına, yani hilafete<br />

gelir gelmez, devletin haksız<br />

olarak el koyduğu bütün malları<br />

müslümanlara geri dağıtır.<br />

Zerre kadar İslam’dan taviz vermeyerek,<br />

Emevî Hanedanı’nın<br />

kurmuş olduğu devlet terörünü,<br />

baskısını, sömürüsünü, despotizmini<br />

ayaklar altına alıyordu.<br />

Ömer b. Abdulaziz’in en<br />

önemli özelliklerinden birisi de<br />

sürekli olarak kendini denetlemesiydi.<br />

İşleri bitince, odasına<br />

çekilir, kulluğunun muhasebesini<br />

yapar ve Allah’a vereceği<br />

hesabın zorluğu karşısında ağlardı.<br />

Bir gece, onu bu vaziyette<br />

gören hanımı Fatma, ne için<br />

ağladığını sorunca, onun cevabı;<br />

“Ya Fatma! Ben bu ümmetin<br />

işlerinin sorumlusu oldum,<br />

dolayısıyla her yörenin köşelerindeki<br />

aç fakirleri, fakir hastaları,<br />

ezilmişlikten çıplak kalanları,<br />

kalbi kırık yetimleri, yalnız<br />

kalmış dul kadınları, zulme uğramışları,<br />

esir ve garipleri, yaşlı<br />

kimseleri, kalabalık aileleri, malı<br />

az olanları düşünüyorum. Ve biliyorum<br />

ki, Rabbim (celle celaluhu)<br />

kıyamet gününde onların<br />

durumlarını benden soracaktır<br />

ve onlar adına davacım ve hasmım<br />

Hz. Muhammed (sallallahu<br />

aleyhi vesellem) olacaktır.<br />

Bundan dolayı, Onun husumetine<br />

karşı elimde bir delil olmayacağından<br />

korkuyorum. Dolayısıyla<br />

ben, kendime acıyıp ağlıyorum.”<br />

Ehl-i Beyt’e çok hürmet, izzet<br />

ve ikramda bulunan Halife<br />

Ömer b. Abdulaziz için Hz.<br />

Ali (r.a.)’nin torunu Fatıma binti<br />

Hüseyin; “Ömer bin Abdulaziz<br />

kalsaydı biz birşeye muhtaç olmazdık”<br />

buyurmuşlardır. Büyük<br />

veli ve âlimlerden Süfyan-ı Servi<br />

hazretleri ve İmam-ı Şafii hazretleri;<br />

“Halifeler beştir; Ebu Bekir,<br />

Ömer, Osman, Ali ve Ömer b.<br />

Abdulaziz’dir” buyurmuşlardır.<br />

Ayrıca fıkıh âlimlerinden Meymun<br />

bin Mihran, Ömer b. Abdulaziz<br />

hakkında; “Âlimler, Ömer b.<br />

Abdulaziz’in yanında talebeydi”<br />

buyurmuşlardı. Hocası meşhur<br />

fıkıh âlimlerinden Mücahid; “Biz<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 19


Ömer b. Abdulaziz’e öğretmek<br />

için geldik, halbuki daima ondan<br />

öğreniyorduk” buyurmuşlardır.<br />

Kıymetli okurlar; hatırıma<br />

gelen bir olayı anlatmak istiyorum.<br />

Bundan yaklaşık bir sekiz<br />

veya dokuz yıl önce Siirt’in<br />

Tillo ilçesine ailece bir ziyarette<br />

bulunmuştuk. Tillo’da İbrahim<br />

Hakkı Erzumimi ve Hocası<br />

İsmail Fakirullah hazretlerine<br />

bir ziyaretimiz olmuştu. Fakirullah<br />

hazretlerinin istirahatgahlarının<br />

önünde bulunan korkuluk<br />

demirleri üzerinde hatırladığım<br />

kadarıyla birinin içi yeşilliklerle<br />

dolu birinin içi boş ve diğerinin<br />

içi de karanlık olan üç adet elmasa<br />

benzer camdan birer numune<br />

bulunmaktaydı. Yandan<br />

bakıldığında hiçbir şey görünmüyor<br />

ancak tam ortasından<br />

bakıldığında içerisindekiler net<br />

bir şekilde belli oluyordu. Karanlıklı<br />

olan numune cehennemi,<br />

yeşillikli olan numune cenneti,<br />

içi boş olan numune dünyayı<br />

anımsatıyormuş. Buna atfen<br />

İlahiyatçı yazar Dr. Mahir ŞA-<br />

HİN yurt dışı hatıralarında şöyle<br />

der; “Dünyanın peşinde koşma<br />

ki; dünya senin peşinden koşsun”<br />

Malik bin Dinar hazretleri<br />

kısaca zahitliğin tanımını da yaparak<br />

şöyle buyuruyor; “Dili dönen,<br />

ben zahidim deyip duruyor.<br />

Zâhid, Ömer b. Abdulaziz<br />

gibi olur. Dünya onun ayağına<br />

geldiği halde hepsini reddeder.”<br />

Ömer bin Abdülazîz’in sulh,<br />

sükûn idaresini çekemeyenler<br />

vardı. Bunlar, ehl-i bidatten Hariciler<br />

ve menfaati zedelenenlerdi.<br />

Halifenin hayatına kıymak<br />

için çareler aradılar. Nihâyet hizmetçi<br />

kölesini bin altınla kandırarak,<br />

bu mübarek zatı zehirlettiler.<br />

Ömer bin Abdülazîz zehirlendiğini<br />

anlayınca kölesini çağırdı.<br />

“Ben sana bir fenalık yapmadığım<br />

hâlde bu ihaneti bana<br />

niçin yaptın. Doğru söyle, seni<br />

affedeyim.” deyince; köle, yaptığı<br />

bu çirkin harekete pek pişman<br />

olup, üzüldü. Ağlayarak<br />

yerlere kapandı, yalvararak: “Yâ<br />

Emir-el-müminîn! Bana bin altın<br />

vermek suretiyle bu ihaneti<br />

yaptırdılar.” dedi. Halife altınları<br />

getirterek, devlet hazinesine<br />

gönderdi. Köleyi affetti.<br />

Hasta hâlindeyken, kayın biraderi<br />

Mesleme ibni Abdülmelik<br />

ziyaretine geldi. Ömer bin<br />

Abdülazîz’in üzerinde bir gömlek<br />

vardı. Kızkardeşi Fâtıma’ya;<br />

“Emir-ül-müminînin elbisesini<br />

yıkayınız.” dedi. Tekrar geldiğinde<br />

gömleğin yıkanmamış olduğunu<br />

görüp kardeşi Fâtıma’ya;<br />

“Ben size gömleği yıkayınız, demedim<br />

mi?” deyince, bütün tebeasının<br />

hayat seviyesini yükseltip,<br />

iki buçuk yıl bile sürmeyen<br />

hilâfetinin sonunda yirmi<br />

beş yıl zekât verilecek kimse<br />

bulunamamış olmasına rağmen,<br />

aldığı cevap hayret vericidir:<br />

O zaman kendisine; “Vallahi<br />

başka gömleği yok ki, onu<br />

giydirelim de, bunu yıkayalım.”<br />

cevâbı verildi.<br />

Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin<br />

hastalığı ağırlaşınca tabip<br />

çağırdılar. Tabip; “Bu zehir<br />

içmiştir. Hayatı hakkında teminat<br />

veremem.” dedi. Halife;<br />

“Sade bana değil, zehir içmemiş<br />

olanların hayatı hakkında<br />

da teminat verme!” buyurdu.<br />

Tabip; “Zehir içtiğinin farkında<br />

mısın?” dedi. Halife; “Evet,<br />

20 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


mideme inince anladım.” buyurdu.<br />

Tabip; “Tedaviye hemen<br />

başlayalım.” dedi. Ömer bin<br />

Abdülazîz; “Hayır. İlacı, kulağımın<br />

arkasında olsa uzanıp onu<br />

almam. Rabbime kavuşmam,<br />

benim için daha güzeldir.” buyurdu.<br />

Ölüm döşeğinde, bir ara<br />

ağlamaya başladı. “Niçin ağlıyorsun.<br />

Allah-u Teâlâ’nın yardımı<br />

ile nice sünnetleri ihya ettin.<br />

Adâletin ise çok yüksekti.”<br />

dediler. Bunlara cevaben buyurdu<br />

ki: “Ben, Allah-u Teâlâ’nın<br />

huzuruna bütün milletin hesabını<br />

vermek üzere çıkacak değil<br />

miyim? Herkese âdil olarak<br />

davranabildiğimden emin değilim.<br />

Yaptığım kusurlar da ayrı.<br />

Tabiî ki ben bundan dolayı korkuyorum<br />

ve ağlıyorum.” Bir ara;<br />

“Beni oturtun.” buyurdu. Oturttular.<br />

“Allah’ım, ben o kimseyim<br />

ki, bana emirlik verdin. Ben kusur<br />

ettim. Yanlış işleri yapmaktan<br />

beni nehyettin. Ben ise isyan<br />

ettim.” diye üç defa söyledi.<br />

Sonra da: “Lâ ilâhe illallah. İbadete<br />

lâyık olan ancak Allah-u<br />

Teâlâ’dır” dedi ve başını göklere<br />

çevirip dikkatle baktı ve;<br />

“Ben öyle kimseleri görüyorum<br />

ki onlar ne insan ne de cindir.”<br />

dedi ve biraz sonra ruhunu<br />

teslim etti. Vefatından önce<br />

şöyle vasiyet etti: “Ey Meymûn<br />

bin Mihrân! Velid mezara konduğunda<br />

oradaydım. Yüzünü<br />

açıp baktım, yüzü simsiyahtı.<br />

Ben de mezara konduğum zaman<br />

yüzümü açıp bakınız.” Vefat<br />

edince vasiyeti gereği yüzünü<br />

açıp baktılar, yüzü en genç<br />

günlerinden daha parlak, daha<br />

aydınlık ve güzeldi. Ömer bin<br />

Abdülazîz beyaz, ince ve nazik<br />

yüzlü, zaîf, güzel sakallı, tatlı<br />

ve sevimli idi. Halife olmadan<br />

önce çok gürbüz iken, halifeliğinde<br />

çok zayıfladı.<br />

Vefat edince, zamanın<br />

âlimleri taziyede bulunmak için<br />

hanımının yanına gittiler. Halifenin<br />

vefatıyla Müslümanların<br />

büyük kayba uğradığını ve bu<br />

sebeple üzüntülerinin çok fazla<br />

olduğunu bildirdiler ve hanımına;<br />

“Ömer bin Abdülazîz hazretleri<br />

hakkında bize malumat ver.<br />

Çünkü onu en fazla tanıyan sizsiniz.”<br />

dediler. O mübarek hâtun<br />

şöyle anlattı: “O da sizin gibi<br />

ibadet ederdi. Lâkin bir hususiyeti<br />

vardı. O da, Allah korkusunun<br />

çok fazla olmasıydı. Öyle ki,<br />

Allah korkusundan onun kadar<br />

titreyen birini daha görmedim.<br />

O her şeyini, insanlara hizmette<br />

harcadı. Halkın ihtiyaçlarını karşılamak,<br />

sıkıntılarını gidermek<br />

için bütün gün vazifesi başında<br />

kalırdı. Akşam olduğu halde,<br />

bazı kimselerin işleri bitmezse,<br />

gece de devam ederdi. Eve<br />

girince, kendini namazgâhına<br />

atar, durmadan ağlardı. Gözleri<br />

şişerdi. Sonra baygın düşerdi.<br />

Her geceki hâli buydu. Bir<br />

gece, halkın ihtiyaçlarını, işlerini<br />

bitirdi. Sonra kendi şahsî malından<br />

olan kandili istedi. Sonra<br />

iki rekât namaz kıldı. Namazdan<br />

sonra elini çenesine dayayıp<br />

tefekküre daldı. Gözyaşları<br />

yanaklarından akıyordu. Sabaha<br />

kadar bu şekilde ağladı.<br />

Şafak sökünce oruca niyet etti.<br />

Kendisine; “Ey müminlerin emiri!<br />

Sizde bir hâl var. Sizi bu geceki<br />

gibi hiç görmemiştim.” dedim.<br />

Bana; “Ben düşünüyorum<br />

ki, bu milletin beyazına siyahına<br />

halife oldum. Fakir, garip,<br />

kanaatkâra kendi hâlindeki biçareleri,<br />

muhtaçları, zorla tutulan<br />

esirleri, memleketin dört köşesindeki<br />

nice dertli ve kederlileri<br />

düşünüyorum ve anlıyorum<br />

ki, Allah-u Teâlâ onların hepsinin<br />

hesabını benden soracak<br />

ve Muhammed aleyhisselâm da<br />

onların lehine ve benim aleyhime<br />

şahitlik yapacak. Bu hâlde<br />

olan birinin sonunun ne olacağını<br />

düşünüyorum ve çok<br />

korkuyorum.” cevabını verdi.<br />

Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin<br />

vefatından sonra Halîfe<br />

Zeyd ibni Melik, Fâtıma binti<br />

Abdülmelik’in beytülmaldeki<br />

ziynet ve mücevherlerini iade<br />

etmek isteyince, Fâtıma; “Vallahi<br />

kabul etmem. Ben Ömer’e<br />

sağlığında itaat edip de, vefatından<br />

sonra isyan etmem.” diyerek<br />

sadâkatini ifade etti. Şimdi,<br />

Suriye’nin Humus şehrinde,<br />

kendi adıyla anılan caminin bitişiğinde,<br />

asil Halife, adil devlet<br />

başkanı mütevazı mezarında istirahat<br />

etmektedir.<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 21


...damak tadınız...<br />

VUSLAT<br />

UNLU MAMÜLLERİ<br />

VUSLAT Unlu Mamüller Kuruyemiş<br />

Nakl. Gıda. Madd. San. ve Tic. Ltd. Şti<br />

Topraksarnıç Mah. Meram Eski Yol Cad.<br />

Ova AVM no:143 Meram/KONYA<br />

Telefon : 0332 322 0 329 Faks : 0332 322 0 329<br />

vuslatkonya@hotmail.com<br />

22 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


w<br />

SÖĞÜTLÜ<br />

SÜPERMARKET<br />

güvenilir alısveris<br />

TOPRAK SARNIÇ MAH. AZERBEYCAN CAD. NO:74<br />

Meram/KONYA Telefon: 0 332- 320 43 83<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 23


BİZBİRİZ DERNEĞİ<br />

20 yıldır ‘’halka hizmet<br />

Hakk’a hizmettir’’ düsturu<br />

ile hareket eden<br />

derneğimiz 3 Haziran<br />

2012 günü resmiyet<br />

kazanmıştır.<br />

Her perşembe bir mahallenin<br />

muhtarı ile görüşen dernek komitesi<br />

mahallenin yardıma muhtaç<br />

7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere<br />

nakdi yardımda bulunuyor.<br />

’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’<br />

(Bakara Süresi 41)<br />

Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız<br />

Kuran’ı Kerim<br />

Ramuz El Hadis<br />

Riyazu’s Salihin<br />

Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />

derlemiş olduğu;<br />

Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi<br />

Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları<br />

‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o<br />

ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir.<br />

Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği<br />

sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su<br />

olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad<br />

etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su<br />

verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’<br />

Ramuz El ehadis


FIKIH KÖŞEMİZ<br />

SORU: Vade farkı faiz midir?<br />

Vade farkı koyarak bir<br />

malı peşin fiyatından fazlandığı<br />

şekliyle, l faiz şüphesinden<br />

uzak olduğunu söylemek<br />

bir hayli zorlaşmaktadır.<br />

lunmadığını söylemek gerçeğe<br />

uymamakta, kâğıt üzerinde<br />

kalmaktadır. Faiz ortadan<br />

la bir fiyata almak veya satmak<br />

Vade sebebiyle yapılan fazla kaldırılmadıkça ekonomide<br />

caiz midir?<br />

ödemenin bir kısmının satış<br />

bedelini enflasyonun olumsuz<br />

ve ticarî hayatta onun etkisinden<br />

uzak kalmak mümkün olmayacaktır.<br />

CEVAP:<br />

Kıymetli kardeşim!<br />

Allah-u Teala Kur’ân-ı Kerimde;<br />

etkisine karşı korumayı<br />

amaçlayan bir tedbir, bir kısmının<br />

ise beklemenin, ödenmeme<br />

riskinin ve mahrum<br />

Aralarında bazı Mâlikîler’in<br />

de bulunduğu fakihler ise<br />

akidlerde niyet, saik ve öze<br />

kalınan peşin kârın karşılığı önem verip vadeli satışı, malın<br />

peşin değerinin vadeli ola-<br />

... ... mahiyetinde olduğu söylenilse<br />

de günümüzde bankaların rak daha yüksek bir değerle<br />

kredilere uyguladığı aylık faiz satımı mahiyetinde görür, bu<br />

oranları ile piyasadaki aylık sebeple de vade farkını da bir<br />

vade farkı oranlarının daima tür faiz sayar. (İSAM)<br />

paralel seyrettiği de gözden Son olarak İslam Fıkhında<br />

uzak tutulmamalıdır. Kâr payı ki sedd-i zerai yani haram giden<br />

dağıtan finans kurumlarının<br />

yolu engellemek kaide-<br />

gelirlerinin önemli bir kısmının<br />

si gereğince faizin bulaşacağı<br />

ticarî faiz oranına paralel her türlü vadeli alış-verişten<br />

seyreden bu vade farkı uygu-<br />

uzak durmak gerekir.<br />

«Allah alışverişi mubah kılmış,<br />

faizi de yasaklamıştır»<br />

buyurmuştur. (Bakara diye<br />

meşhur Sûre, 275)<br />

Vadeli satışta vade karşılığı<br />

alınan fazlalığın faizle ilişkisi<br />

öteden beri İslâm hukukçularını<br />

meşgul etmiş bir konudur.<br />

Günümüz ticarî hayatında<br />

vade farkının alınmasının sebebi<br />

ve hesaplanma yöntemi<br />

dikkatlice izlendiğinde, bunun<br />

klasik doktrinde tanım-<br />

lamasından kaynaklandığını<br />

buna ilâve edebiliriz. Böyle<br />

olunca, vade farkının faizle<br />

hiçbir ilişki ve bağının bu-<br />

Ayşe TUNÇ<br />

İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 25


w<br />

İNSANLARIN VADİNE KANMA BUGÜN DER YARIN UNUTUR.<br />

SEN ALLAH’A TEVEKKÜL ET ALLAH NE SETREDER NE UNUTUR<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />

26 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


Ayın Sohbeti<br />

VARİSÜ-N NEBİ<br />

HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun<br />

SOHBETİNDEN....<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />

“Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük<br />

yaptığını bilenlere, bir sona doğru, bir<br />

müstekarrine doğru yol kat ettiğini<br />

anlayanlara, hayat ummanında şu beden<br />

gemisini yüzdüren Nuh’lara selam olsun.”<br />

“Ey yeryüzü! Suyunu yut. Ey Gök!<br />

Suyunu tut’ denildi. Su çekildi, iş<br />

bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu<br />

ve “Zalimler topluluğu Allah’ın<br />

rahmetinden uzak olsun!” denildi.”<br />

Ayetlerin bir zahiri yönü bir de<br />

bizim anladığımız bir işari olarak işaret<br />

edebileceğimiz batın yönü vardır. Hud<br />

diye isimlendirilen sure mushafta ki<br />

sıralamada 11. İniş sırasına göre 52.suredir.<br />

Yunus diye isimlendirilen sureden sonra,<br />

Yusuf diye isimlendirilen sureden önce,<br />

Mekke döneminin son bir yılı içinde nazil<br />

olmuştur. 12- 17- 114 ayetlerinin Medine’de<br />

indiği yolunda ki görüş müfessirlerin<br />

çoğunluğunca kabul edilmemiştir. Konusu;<br />

bu surede ağırlık olarak Allah (c.c)’ın<br />

varlığı, birliği, O’nun iradesi, Resullerinin<br />

aracılığıyla vahyedildiği gerçeği, vahyin<br />

kaynağının Allah (c.c) olduğu, insanlar<br />

tarafından bir benzerinin getirilemeyeceği<br />

ve Nebilik müessesesinin gelmiş<br />

geçmiş bütün toplumlarda bulunduğu<br />

anlatılmaktadır. Bazı nebilerin kıssalarına<br />

geniş bir şekilde yer verilmektedir. Nuh,<br />

Hud, Salih (a.s) ecmain mucize oluşu,<br />

öldükten sonra dirilme, hesap ve ahret<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 27


hayatıyla ilgili konulara yer verilmektedir.<br />

Hz. Muhammed (s.a.v);<br />

“Cuma günü Hud Suresi’ni okuyunuz.”<br />

(Darimi, Fedâilu’l-Kur’ân 17) buyurarak<br />

surenin faziletini;<br />

“Hud Suresi ve kardeşleri beni<br />

ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Sünen; Hâkim,<br />

Müstedrek) mealindeki hadisiyle de ağır<br />

sorumlulukları hatırlatan bir içeriği işaret<br />

etmektedir.<br />

Kur’an meydan okuyor;<br />

“Uydurma dahi olsa on<br />

surenin benzerini yapın.”<br />

Hud diye isimlendirilen<br />

sure, 13. ayeti, Kur’an-ı Kerim’in<br />

mucize ayetlerindendir.<br />

Öyle mucizedir ki tüm edebi<br />

sanatlarıyla anlaşılması<br />

hususunda, okuyanın<br />

anlayışının açık veya kapalı<br />

olması farketmiyor. Akıllı<br />

olan herkese burada Rabbü’l-<br />

Âlemin kısaca;<br />

“Bu âlemleri Ben yarattım.<br />

Burada başka yaratıcı<br />

aramayın’’ buyuruyor.<br />

Gök ve yer, cansız varlıklardır,<br />

binaenaleyh, ey gök ve ey yer diye onlara<br />

emir vermek, zahiri durum itibariyle<br />

Allah (c.c)’ın emrinin ve teklifinin cansız<br />

nesnelerde de geçerli olduğu ispat<br />

etmektedir. O zaman akıl, O’nun emri<br />

cansızlara da böyle geçerli olursa akıllılar<br />

için haydi haydi geçerli olması gerekir, diye<br />

hükmeder. Ayette ki – iş bitirildi- tabirinden<br />

maksat şudur; Allah-u Teâla ezelde kesin<br />

ve kati bir şekilde takdir edip, hükmettiği<br />

şey mutlaka meydana gelir. Bununla<br />

Allah-u Teâla’nın takdir etmiş olduğu her<br />

şeyin vakti gelince meydana geleceğini,<br />

ne yerde ne de gökte O’nun takdirine<br />

mani olacak ve hükmünün geçerli olup<br />

tahakkuk etmesini önleyecek hiçbir şeyin<br />

bulunmadığına dikkat çekmektedir.<br />

“Ey yeryüzü suyunu içeri çek, yut. Ve ey<br />

gök sen de suyunu tut, denildi. Su çekildi,<br />

iş böylece bitirildi.”<br />

Araplarda gök yani arş, erkeği; arz yeri<br />

temsil eder. Nasıl? Arştan verilmesi arzın da<br />

o verileni yetiştirip büyütmesi sebebiyle<br />

“Allah dedi ki göğe;<br />

ey gök artık suyunu<br />

tut! Ve ey yer sen de<br />

suyunu yut! İki emir<br />

veriliyordu; Birisi göğe,<br />

ötekisi yeryüzüne.<br />

Birisi tut! Diğeri Yut!<br />

Tamam hepsi bu<br />

kadar. Birisi tutmuş,<br />

ötekisi de yutmuştu<br />

suyunu ve artık yeryüzü<br />

kupkuruydu...<br />

ona anne, öbürküne de<br />

baba denmesi gibi. Birine<br />

erkeklik, birine kadınlık<br />

yüklenir...<br />

“Ey arz suyunu yut,<br />

ey sema artık suyunu<br />

tut.”<br />

Abdullah ibni Mukaffa<br />

diye bir yazar var. Arap<br />

edebiyatının dâhilerinden<br />

kabul edilir. Gerçekten<br />

bu ilmi bilen, ‘Kelile ve<br />

Dimneyi’ Arapça’ ya<br />

kazandıran biri. Günün birinde Kur’an’a<br />

nazire yapmak geçmiş kafasından. Sen<br />

bunu becerirsin, bu işi ancak içimizden<br />

sen yaparsın, demişler. Tamam! Demiş.<br />

Herhalde bu işi ben kıvıracağım. Şöyle<br />

hazırlığını yapmış, enine boyuna bakmış,<br />

kendini toplamış ve Kur’an’ı bu gözle<br />

bir daha okumuş. Benzerini yapmak<br />

adına dikkatlice Kur’an’ı okurkewn Hud<br />

Suresi’nde Rabbimizin anlattığı bu bölüme<br />

gelir. Tufandan önce Allah göğe emretti;<br />

Ey gök su indir! Gök de bu emre imtisalen<br />

suyunu indirdi. Sonra yere emretti Allah,<br />

yer de suyunu fışkırttı, tamam her taraf su.<br />

28 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


Helak olacaklar helak olmuşlar, cezasını<br />

çekmesi gerekenler çekmişler cezalarını,<br />

artık iş bitmiş ve tufan da bitecek. Allah<br />

birisi semaya, öteki de arza olmak üzere iki<br />

emir verdi;<br />

“Ey sema artık suyunu tut. Ve ey arz sen<br />

de suyunu yut.”<br />

Allah dedi ki göğe; ey gök artık suyunu<br />

tut! Ve ey yer sen de suyunu yut! İki emir<br />

veriliyordu; Birisi göğe, ötekisi yeryüzüne.<br />

Birisi tut! Diğeri Yut! Tamam hepsi bu kadar.<br />

Birisi tutmuş, ötekisi de yutmuştu suyunu<br />

ve artık yeryüzü kupkuruydu.<br />

Kur’an’ın bu bölümüne gelince Mukaffa<br />

kara kara düşünmeye başlıyor. Sanki<br />

beynini ellerinin arasına alıyor, sıktıkça<br />

sıkıyor, kafatasını eritiyor ve sonra diyor ki;<br />

‘Eyvah! Bunu diyebilmek için semaya<br />

ve arza söz geçirecek güçte olmak<br />

gerekiyor. Bunu diyebilmek için, böyle<br />

bir sözü söyleyebilmek, Kur’an gibisini<br />

meydana getirebilmek için ancak Allah<br />

olmak gerekiyor. Ben<br />

Allah olmadığıma göre ne<br />

mümkün öyleyse?’<br />

Diyor ve sonunda<br />

vazgeçiyor bu delilikten.<br />

Yine<br />

Arap<br />

gramercilerinden İbn<br />

Hayyam şu 19 harften<br />

oluşan kısacık ayette tam 21<br />

tane edebi sanat olduğunu<br />

söylüyor. Siz dört kelimeden<br />

ibaret bir ayet görüyorsunuz,<br />

çok rahat dinliyorsunuz ya.<br />

Ama bakın ilim ehlinin eline<br />

düşünce taşın elmas olduğu<br />

anlaşılıyor. 19 harften oluşan<br />

bu ayette tam 21 tane edebi<br />

sanat olduğunu söylüyor.<br />

Hz. Ömer (r.a) bu ayet okunduğunda<br />

bu edebi güzellik karşısında hayretler<br />

içinde kaldığını ve bunu söyleyenin bir<br />

insan olmayacağını, bu sözün beşeri ayet<br />

değil, ancak çok yüce bir yaratıcıya ait ilahi<br />

bir kelam olduğunu hemen anladığını<br />

söylüyor. Muhakkak ki kitaplarda bu<br />

ayetlerden bahsedilenler bu kadar.<br />

“Ey gök suyunu tut ve ey yer sende<br />

suyunu yut” tan ne anlıyoruz?<br />

Nuh (a.s)’ın gemisini illa tahtadan<br />

bir gemi olarak anlayan insana ben<br />

diyorum ki; İnsan bedeninin etten,<br />

kemikten bir gemi olduğunu, fırtınanın<br />

ise içinde ki şüphe ve vesvese olduğunu<br />

niye düşünmezsin? İçinde ki fırtınan<br />

dindikten sonra o aklın artık yerine<br />

oturur. O göz pınarından akan suya;<br />

“Ey göz suyunu tut” demesi yeterli<br />

olacaktır. Suyunu tutunca o göz artık<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 29


göremeyecektir, o kulak duyamayacaktır. O<br />

kulakta da su vardır, o gözde de su vardır, o<br />

burunda da su vardır, o ağızda da su vardır.<br />

Kendimizi Nuh (a.s)’ın yerine koyalım.<br />

Allah-u Teâla’nın her nebisinin insanın farklı<br />

bir yönünü taşıdığını görürüz. Ama biz<br />

hep kendimizden uzak düşündük. Nebiler<br />

geldi geçti, biz o Nuh (a.s)’ın gemisine<br />

binemedik. Biz o suyun ne olduğunu, o<br />

vahiy suyunun kesildiğini anlamadık. Ey<br />

gökyüzünde ki vahiy suyu, suyunu tut,<br />

denildi vahiy kesildi, hitap bitti, iş bitirildi.<br />

Şimdi Kur’an’ın vahyi var mı? Yok tabi.<br />

Vahiy suyu kesildi. Aklı olan insan vahyin<br />

Hak katından gelen çok büyük bir hediye<br />

olduğunu anlar.<br />

Ümmü Eymen (r.ha) bunu anlayanlardandı.<br />

Muhammed Mustafa (s.a.v)’in vefatından<br />

sonra bir gün Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a),<br />

Ümmü Eymen (r.ha)’yı ziyarete giderler,<br />

ağlamaktadır. Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a)<br />

onu teselli etmek için şöyle derler.<br />

- Ey Ümmü Eymen her insan ölümü<br />

tadacaktır. Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de<br />

bir insandır. Bu kadar üzülme.<br />

- Siz ne diyorsunuz? Ben Rasulullah<br />

(s.a.v)’in öldüğüne üzülmüyorum ki..<br />

- Peki, niye ağlıyorsun bu kadar?<br />

- Ben gök kapıları kapandı, vahiy kesildi<br />

diye ağlıyorum. (Darimî, Vefatu’n-Nebi)<br />

Rabbim akıl suyumuzu açsın.<br />

Ey arş suyunu aç, yani gönül sularımız<br />

açılsın. Baş, akıl suyumuz açılsın da biz<br />

anlayalım.<br />

Ey baş suyunu aç, ey beden sen de suyunu<br />

fışkırt da şu Nuh’un gemisi Hakka, hakikate<br />

dalsın. Hakkı hayretle seyretsin, Hakkı gönül<br />

aynasında;<br />

‘Subhanallah, subhanallah!’ diye aşkla,<br />

muhabbetle seyre dalsın.<br />

Çünkü Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v) buyurdu ki;<br />

“Denize bakmak ibadettir.” (Ebu Nuaym)<br />

Şu gönül deryasına bir dalında bir bakın<br />

hele. O deryada neler var, neler. Ne güzellikler<br />

var, ne inciler var. Allah (c.c) onların önce akıl<br />

sularını, sonra Hakkı ve hakikati görmelerini<br />

engelleyecek gözlerinde ki suları, Hakkı<br />

ve hakikati duyacak kulaklarında ki suları<br />

çekmişti. Ey baş suyunu tut, denilmişti de<br />

akıl suları kesilmiş, akılları işlemez olmuştu.<br />

Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük yaptığını<br />

bilenlere, bir sona doğru, bir müstekarrine<br />

doğru yol kat ettiğini anlayanlara, hayat<br />

ummanında şu beden gemisini yüzdüren<br />

Nuh’lara selam olsun. Hepinizden Allah (c.c)<br />

razı olsun. Bizim bu ayetten anladıklarımız<br />

bir nükte, bir nebze. Ummandan bir katre.<br />

Bu ummana dalmak isteyenler hoş geldiler,<br />

selam ile. Allah (c.c.)’ın selamı ve rahmeti<br />

üzerinize ve üzerlerimize olsun...<br />

Sohbetin devamını Abdullah Murad<br />

ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri<br />

1. Kitabından takip edebilirsiniz.<br />

30 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


DERMAN SENSİN<br />

Kur’an’da seni okudum<br />

Sana uydum huzur buldum<br />

Aşkınla yandım tutuştum<br />

Derman sensin Ya Rasulallah<br />

Gözler hep seni arıyor<br />

Özler aşkınla yanıyor<br />

Diller cemalin soruyor<br />

Derman sensin Ya Rasulallah<br />

Gören göz olup göreyim<br />

Sünnetinle sana ümmetim<br />

Aşkından ben biçareyim<br />

Derman sensin Ya Rasulallah<br />

Aşığım muradım isterim<br />

Kapında kıtmir beklerim<br />

Aczimle şefaat isterim<br />

Derman sensin Ya Rasulallah<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 31


Kim gelip girse bugün Abdullah Murad gülzarına<br />

Bir kademde vasıl olur her kişi dildarına<br />

Bir nefeste mürde dil bulur hayatı cavidan<br />

Murad Sultanın kudsi nefesinden erer hem yarına<br />

Alemi manada şâh olmak dilersen tâliba<br />

Gel bugün ver varlığın Abdullah Murad varına<br />

Hem gönül ayinesini derd-i sivadan pak kıl<br />

Er hazret huzuruna yanma bu firkat nârına<br />

Alem-i kudse erişmek ister isen Bedriya<br />

Sıdk ile gel bende ol gir Abdullah Murad bâzârına<br />

Hem ilahı aşka yanmak istersen bırakma ağyara<br />

Lutf ile kanarız biz aşkı Abdullah Murad Sultana<br />

Feyz ile güller şaduman dilersen nazarına<br />

Ebedi varisi ol sende gel ulaş artık Sultana<br />

Akifleri, Fazılları anarız gözümüz asımın neslinde<br />

Biz Akşemseddini bulduk, sende gel erişmek için Fatih’e<br />

Ben gibi yüzsüz değilsin, ne ile gelsem deme<br />

Ey Nefsim def’ol git dersen gir bu bahçeye<br />

Nev-i beşeriyyette dem vururuz bugün eşiğinde<br />

Kanmak için Kur’anı gel silsile-i Muhammediyyeye<br />

Eşini evde, işini işte,nefsini kapının eşiğinde<br />

Abdullah Murad Sultana varmak için gayrı gir içeriye<br />

Ebubekir ONHAN<br />

32 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


MADDİ VE<br />

MANEVİ<br />

DİNÇ BİR<br />

HAYAT<br />

ÜZERİNE...<br />

Ümmü HARAM<br />

Euzubillahimineşşeytanirracim...<br />

Bismillahirrahmanirrahim...<br />

Sağlık vücudun fiziki<br />

ve psikolojik bakımlardan,<br />

bütün<br />

fonksiyonlarının yerinde<br />

bulunması durumudur.<br />

Sağlık sıhhat ve esenlik<br />

içerisinde olmaktır.<br />

Gönül mutmain ve kalp<br />

huzur içerisinde olmadıkça<br />

bedenin sıhhatinden<br />

söz edilemez. Hayat<br />

rehberimiz Habib-i Kibriya<br />

Muhammed Mustafa<br />

(s.a.v.): “Adamda bir et parçası<br />

vardır, o sağlam olursa<br />

cesedi de sağ selamettir.<br />

Dertli ise başka yerleri de<br />

dertlidir. Burası da kalptir.<br />

(Ramuz El-Ehadis 127/3)”<br />

buyurur.<br />

Kalplerin tam manada<br />

huzur bulması ise iman ile,<br />

Allah’ı anmak ile mümkündür.<br />

Rabbimiz Ra’d ismiyle<br />

şöhret bulmuş sure-i celilenin<br />

28. ayetinde, “Onlar<br />

(Allah’a yönelenler), iman<br />

eden ve Allah’ı anmakla<br />

kalpleri huzura kavuşan<br />

kimselerdir. Şunu iyi bilin ki<br />

gönüller, (ancak) Allah’ı anmakla<br />

huzura kavuşur.” buyurmuştur.<br />

Allah-u Teâla’ yı tespih,<br />

tahmid ve tekbirlerle<br />

anmanın yanı sıra en büyük<br />

zikir, O’nun kelamıdır.<br />

Kur’an’ı okuyup hayatımıza<br />

tatbik edersek gerçek<br />

manada Rabbimizi zikretmiş<br />

ve kalp huzuruna erişmiş<br />

oluruz. Allah’ın zikrini<br />

yani Kur’an-ı Kerim’i hayatımıza<br />

tatbik etmezsek fik-<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 33


imizi, gönlümüzü ve hayatımızı Kur’an’a uydurmazsak,<br />

kalbimiz ve hayatımız huzura kavuşmaz.<br />

Allah’ın zikrini kalbine, fikrine ve hayatına geçiremeyenler,<br />

dilleri Allah dese bile dalları sulanan fakat<br />

köklerine su ulaşmayan ağaçlar gibi olurlar. Her<br />

halimizi Kur’an’a ve sünnete uydurursak, gayemiz<br />

Allah’ın rızasını kazanmak olursa, dilimiz de Rabbimizin<br />

zikriyle meşgul olursa kalplerimiz ancak o<br />

zaman huzura kavuşacaktır. Huzur dolu bir kalp ise<br />

sağlıklı bir vücut demektir.<br />

“Çağımızın hastalığı nedir?” diye sorsak neredeyse<br />

herkesten alacağımız cevap “stres”tir.<br />

Rasulullah’ın (s.a.v.) asırlar öncesinden bildirdiği<br />

gibi beden hastalıkları, kalpteki huzursuzluklarla<br />

direk olarak bağlantılıdır. Modern tıpta bu durumu<br />

kabul ediyor.<br />

Doktorlar birçok hastalığın altında yatan sebebin<br />

psikolojik olduğunu, insanların stresten uzak<br />

kalarak sağlıklarını koruyabileceklerini her fırsatta<br />

söylüyorlar. İnsanların psikolojik hastalıkları<br />

ve tedavi yöntemleri ile ilgili olarak stres kontrolü,<br />

stressiz yaşam üzerine onlarca kitap yazılmış,<br />

araştırılmalarda bulunulmuştur. Oysaki Necip Fazıl<br />

Kısakürek’in şu beyitte bize söylediği ilaç hepsine<br />

bedel;<br />

Eczanede ama hangi rafta, şişede,<br />

İslam ki tek ilaçtır, örümcekli köşede.<br />

Müslüman, “Allah’a teslim oldum.” diyorsa ve<br />

gerçekten teslim olmuşsa kalp huzursuzluğu yaşamaz.<br />

Huzursuz olmaya çabalasa bile huzursuz olamaz.<br />

Çünkü kalp huzurunun yegâne reçetesini hayatına<br />

tatbik eder. Yani her an Allah’ı anar, hep Rabbiyle<br />

beraber olur.<br />

Sağlıklı yaşamanın ilk şartı huzur dolu bir kalptir.<br />

Huzur dolu bir kalbe, mutmain bir gönüle sahip<br />

olan insan kolay kolay hastalığa teslim olmaz.<br />

Bağışıklık sistemi kuvvetli olur. Mikroplar vücudunu<br />

kolayca teslim alamazlar. Tabi hastalık da sağlık<br />

da insan içindir. Sarsılmaz imanı, zikreden kalbi<br />

ve şükreden dili olan bir Müslüman’da hastalanabilir.<br />

Ama kalbindeki deruni imanla, hayrın ve şerrin<br />

Allah’tan geldiğini, hastalıkların günahlara kefaret<br />

olduğunu bilir. Her zaman olduğu gibi hastalığında<br />

da Rabbinin rızasını kazanmanın yollarını arar.<br />

“La Şifae İllallah” (Allah’tan başka şifa veren yoktur.),<br />

düsturuyla hastalığının şifa sebeplerini arar.<br />

Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v.), “Mü’min bir kul hasta olduğu zaman,<br />

bu hastalık onu, tıpkı demirci körüğünün demirin<br />

pasını temizlemesi gibi, günahlardan temizler.<br />

(Ramuz El-Ehadis 31/1)” buyurmuştur. Başka bir<br />

hadis-i şerifte:<br />

Mümin bir kul hasta olduğu zaman Allah-u<br />

Teâla kiramen kâtibine şöyle buyurur: “Bu kulum<br />

için hastalığını devam ettirdiğim müddetçe, sıhhatte<br />

olduğu zaman yapmakta olduğu şeyin mislini yazın.<br />

Eğer ruhunu kabzedersem, hayra kabzetmiş olurum.<br />

Eğer afiyet verirsem, etini kendi etinden daha hayırlısı<br />

ile ve kanın da kendi kanından daha hayırlı bir kanla<br />

değiştiririm. (Ramuz El-Ehadis 31/2)” buyruluyor.<br />

Kalbi huzur dolu mü’min bir kul hastalığın kıymetini<br />

de sağlığının kıymetini bildiği gibi bilir. O<br />

her halde Rabbine şükreder. Ve yegâne şifa verenin<br />

Allah (c.c.) olduğunu unutmadan hastalığının<br />

tedavisine bakar. Zira Rasul-u Zişan Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, “Tedavi olun, zira Allah<br />

hastalıkla beraber şifasını da vermiştir. Ancak ölümün<br />

ve ihtiyarlığın çaresi yoktur. (Ramuz El-Ehadis<br />

249/12)” buyurmuşlardır.<br />

“La ilahe İllallah Muhammedur Rasulullah” diyen<br />

gerçek iman sahibi mü’minler hayatlarında her işlerini<br />

Kur’an’a ve sünnete uydurmak zorundadır.<br />

Aksi takdirde gerçek bir imandan söz edilemez. Biz<br />

“Müslüman’ız Elhamdülillah.” diyorsak hayat rehberimiz<br />

Kur’an-ı Kerim, Kur’an’ı uygulamalı olarak<br />

bize açıklayan Rasulullah (s.a.v.) ve Rasulullah’ı<br />

(s.a.v.) hayatlarına tatbik ederek bizlere Kur’an’ı ve<br />

sünneti anlatan Rasulullah’ın (s.a.v.) varisleri olmalıdır.<br />

Bugünün modern(!) Müslüman’ı şaşkın, ne yapacağını<br />

bilmez bir halde. Rabbini tam manasıyla<br />

bilmiyor. Rasulü’nden ve sünnetlerinden bihaber.<br />

Allah Rasulü’nün kutlu varislerinin rehberliği yerine<br />

Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın tuzağı haline<br />

gelmiş medyanın, kovulmuş şeytanın ve avenelerinin<br />

rehberliğini tercih ediyor. Tabi ki sonunda iç<br />

huzurunu kaybederek hayatının en kıymetli nimetini,<br />

zamanı ve imanı boşa sarf ederek bocalıyor.<br />

Bizde Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızı<br />

tanımadan önce bu haldeydik. “Müslümanız”<br />

dediğimiz, namaz kılıp, tespih çektiğimiz halde<br />

Kur’an ve sünnetten uzak bir hayat yaşıyormuşuz<br />

da farkında değilmişiz. Allah (c.c.) Hocamızı lütfetti<br />

de O’nun vesilesi ile yanlışlarımızı görüp, düzeltme<br />

imkânına eriştik. Her işimizi Allah’ın Rasulü’ne<br />

(s.a.v.) danışarak yapmamız gerektiğini öğrendik,<br />

Elhamdülillah. Allah, Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />

(k.s) Hocamızdan razı olsun.<br />

Rabbimiz bize bir hastalık vermişse, Rasulullah’ın<br />

(s.a.v.) sünneti gereği derdimizin dermanını arayacağız.<br />

Yine hadis-i şerifler ışığında ne yapma-<br />

34 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


mız gerektiğine bakalım. Rasulullah<br />

(s.a.v.), “Sadaka veriniz ve<br />

hastalarınızı sadaka ile tedavi<br />

ediniz. Sadaka her türlü hastalığı<br />

ve belaları defeder. Amellerinizi<br />

ve hasenatınızı artırır. (Ramuz<br />

El-Ehadis 252/4)” buyurur. Başka<br />

bir hadis-i şerifte Rasulullah<br />

(s.a.v.) Efendimiz, “Gamları, hemleri<br />

sadaka ile karşılayın. O zaman<br />

Allah (c.c.) Hazretleri sizden belayı<br />

defeder ve şiddet anlarında sizleri<br />

sabit, kadem kılar. (Ravi: Hz.<br />

Ebu Hureyre (r.a.))” buyurmuştur.<br />

Bu hadis-i şeriflerden anladığımız<br />

üzere başımıza gelen bütün<br />

musibetlerde olduğu gibi hastalık<br />

isabet ettiğinde de öncelikle<br />

sadakamızı vereceğiz. Duamızı<br />

edeceğiz. Hastalığımızla ilgili<br />

sünnet olan tedavi yöntemlerini<br />

uygulayıp icabında bir hekime<br />

muayene olacağız.<br />

Hastalık durumlarında izlememiz gereken yol<br />

hakkında Abdullah Murad Hocamız (k.s.), “Önce<br />

sadakanızı verin, hastalığınızın şifası için dua edin,<br />

hekime gidiyorsanız da sadakanızı verip, ‘Allah’ım<br />

benim şifamı bu hekime bildir, hayrından faydalandır,<br />

şerrinden muhafaza et.’ diye dua edin. Muhakkak<br />

ki şifayı verecek olan Allah’tır. Kimi zaman tesbihat,<br />

kimi zaman içtiğiniz bir su, kimi zaman bitkisel<br />

karışımlar, kimi zaman kullandığınız ilaçlar sebebiyle<br />

Allah size o şifayı ulaştırır.” buyururlar. Hocamız<br />

kimi zaman tesbihat, kimi zaman sünnet üzere<br />

hastalıkların tedavisi ile ilgili tavsiyelerde bulunurlar.<br />

Asıl olan sağlığı korumaktır. Hayrın ve şerrin<br />

Allah’tan geldiğini bilen hakiki iman sahibi Müslümanlar,<br />

bu dünyadaki her şey gibi bedenimizin<br />

de bir emanet olduğunu bilirler. Rabbimizin bize<br />

emanet ettiği mal, mülk, çocuk, eş, Kur’an ve sünneti<br />

nasıl korumakla yükümlüysek canımızı, bedenimizi,<br />

ruhumuzu da korumak, öncelikle Allah’a<br />

(c.c.) karşı olan sorumluluğumuzdur.<br />

Hastalık gelmeden önce sağlığımızın kıymetini<br />

bilip, hastalıklara teslim olmamak için önlemlerimizi<br />

almalıyız. Bunun için de rehberimiz her<br />

alanda olduğu gibi Rasulullah’tır (s.a.v.). Çok doğaldır<br />

ki bir çırpıda, birkaç satırla Habib-i Kibriya<br />

Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in sağlıklı<br />

kalabilmek adına ümmeti için dile getirdiği tavsiyelerin<br />

hepsini sayamayız. Çünkü yapmış olduğu<br />

her iş, bütün sünnetleri insan sağlığı açısından<br />

gerekli pratiklikler içermekte. Tuvalet adabından<br />

tutun da, misvak kullanmasına, sofraya oturmasından,<br />

yemesine, içmesine, yürüyüp, istirahat etmesine,<br />

yatıp uzanmasına, kadar Allah Rasulü’nün<br />

bütün davranışları sağlıklı bir hayat için olması gereken<br />

her şeyi barındırıyor. Rasulullah (s.a.v.) bize<br />

sadece ibadetlerimizi nasıl yapacağımızı değil,<br />

nasıl yaşayacağımızı öğretmiştir.<br />

Allah Zül Celal Hazretleri Ahzab ismiyle şöhretlenmiş<br />

sure-i celilenin 21. ayetinde, “Andolsun<br />

ki Allah’ı(n rızasını) ve ahiret gününü(n saadetini)<br />

umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın<br />

Rasulü’nde sizin için pek güzel bir örnek vardır.” buyurmuştur.<br />

Haşr diye meşhur surenin 7. ayet-i kerimesinde<br />

de, “O Rasul size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak<br />

ettiyse ondan da vazgeçin. Allah’a saygılı olup<br />

emirlerine uygun yaşayın, aykırı davranmaktan sakının,<br />

çünkü Allah’ın azabı çetindir.” buyuruyor.<br />

Bu emirler ve yasaklar doğrultusunda yaşadığımızda<br />

ise bize hem dünya hem ahiret saadeti var.<br />

Rabbim Kur’an ve sünnet üzere kendi rızası doğrultusunda<br />

bir hayat sürmeyi, her nefesi ve son<br />

nefesi iman ile alıp vermeyi nasip etsin, âmin.<br />

Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmek,<br />

sağlıklı bir ömür sürmek temennisiyle... Allah’a<br />

emanet olalım...<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 35


Güneş,<br />

peygamberler hariç,<br />

Ebû Bekir’den daha<br />

faziletli bir insan<br />

üzerine doğup<br />

batmamıştır.”<br />

(Kenzul-Ummâl, 10/543; es-Savâik,<br />

249; Suyuti, Tarihul-Hulefâ, 42)<br />

SIDDIK-I EKBER<br />

Safa AK<br />

Fil vak’asından üç yıl sonra<br />

doğan, kendisinden ikive ya üç yaş<br />

büyük olan Rasulullah’ın(s.a.v)(s.a.v)<br />

sadık dostu Aşere-i mübeşşereden<br />

(Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa(s.a.v) tarafından daha<br />

hayatta iken cennetle müjdelenen<br />

on sahâbî), Hulefâ-yi Raşidîn’nin<br />

birincisi olan Hz. Ebû Bekir’in tam<br />

künyesi Abdullah b. Ebî Kuhâfe<br />

Osman b. Âmir el-Kureşî et-Teymi<br />

dir. Annesi Ümmü’l-Hayr Selma<br />

bint Sahr, Mekke döneminde<br />

İslâmiyeti kabul etti. Babası Ebû<br />

Kuhâfe Mekke fethinden hemen<br />

sonra Müslüman oldu. Anne ve<br />

babasının mensup olduğu Teym<br />

kabilesi’nin soyu Mürre b. Kâ’b’da<br />

Rasulullah(s.a.v)’ın nesebiyle<br />

birleşir. Hz. Ebû Bekir’in çocukluğu,<br />

gençliği ve müslüman olmadan<br />

önceki hayatı hakkında kaynaklarda<br />

fazla bilgi bulunmamaktadır.<br />

Hz. Ebû Bekir’in elbise ve kumaş<br />

ticaretiyle meşgul olduğu,<br />

İslâmiyet’i kabul ettiği sırada<br />

40.000 dirhem kadar sermayesi<br />

HZ. EBUBEKİR<br />

(RADIYALLAHU ANH)<br />

bulunduğu, ticaret kervanlarıyla<br />

Suriye ve Yemen’e seyahat ettiği<br />

bilinmektedir. Rasulullah(s.a.v)’ın<br />

yirmi beş yaşlarında iken katıldığı<br />

Suriye ticaret kervanında<br />

36 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


onun da bulunduğu rivayet edilir.Hz.<br />

Ebû Bekir(r.a.)’in nasıl Müslüman olduğu<br />

hususunda da kaynaklarda pek az bilgi<br />

bulunmaktadır. Genellikle Hz. Muhammed’in<br />

Allah’ın Rasulu(s.a.v) olduğunu haber alınca<br />

yanına gittiği ve kendisiyle görüştükten<br />

sonra İslâmiyet’i kabul ettiğine inanılır.<br />

Rasulullah(s.a.v)’ın onun üstünlüğünden<br />

söz ederken kendisini herkesin yalanladığı<br />

bir sırada Hz. Ebû Bekir’in inandığını ve<br />

İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini<br />

söylemesi onun ilk Müslümanlardan<br />

olduğunu göstermektedir. Kaynaklarda,<br />

Suriye’ye yaptığı seyahatlerde rahip Bahîrâ,<br />

rahip Nestûrâ ve Yemen’deki Ezdli bilginle<br />

görüştüğüne ve yine Suriye’de gördüğü bir<br />

rüya üzerine Rasulullah’ın(s.a.v) risâletine<br />

hemen iman etmeye hazır hale geldiğine<br />

dair menkıbeyi rivayetler bulunmaktadır.<br />

Hz. Ebu Bekir(r.a.) Kureyş’in ileri<br />

gelenlerindendi. Bu sayede birçok kimse<br />

onun vasıtası ile Müslüman olmuştu. Bunların<br />

başında Aşere-i mübeşşereden Hz. Osman<br />

Radîyallahu ahn gelmektedir. Ayrıca Hz.<br />

Ebu Bekir (r.a.) tüm servetini İslam yolunda<br />

harcamıştır Mekkeli müşriklerin İslam’ı kabul<br />

eden kölelerine işkence ettiği dönemde Hz.<br />

Ebu Bekir (r.a.)çok büyük bedeller ödeyerek<br />

Müslüman köleleri almış ve onları azat etmiştir.<br />

Kurtardığı bu sahabîler arasında Bilâl-î<br />

Habeşî ve annesi Hamâme bulunmaktadır.<br />

Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in bu fedakârlığından<br />

dolayı Leyl suresinin 6. 7. ve 8. Ayetlerinin<br />

nazil olduğu düşünülür: ( Kim malından<br />

verir ve korursa, en güzeli tasdik ederse, biz<br />

de ona kolay olması için başarı vereceğiz.)<br />

Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye<br />

başlayınca Hz. Ebû Bekir de hicret için<br />

Rasulullah(s.a.v)’ dan izin istedi. Resûlullah<br />

ona acele etmemesini, Allah’ın kendisine<br />

bir arkadaş bulacağını söyleyince<br />

Rasulullah(s.a.v) ile birlikte hicret etme<br />

şerefine nail olacağını anlayarak hazırlık<br />

yapmaya başladı. Bu konuşmadan dört ay<br />

sonra Rasûl-i Ekrem Kureyşliler kendisini<br />

öldürmeye karar verince Hz. Ebû Bekir’ in<br />

evine gelerek Medine’ye hicret edeceklerini<br />

söyledi. O gece müşrikler tarafından evi<br />

kuşatılan Rasulullah(s.a.v) yatağına Hz.<br />

Ali’yi yatırarak Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr<br />

mağarasına doğru hareket ettiler. Rasûl-i<br />

Ekrem, kendilerini takip eden müşriklerin<br />

mağaranın ağzına kadar gelmesi üzerine<br />

korkuya kapılan Hz. Ebû Bekir’i teselli ederek<br />

onların kendilerine zarar veremeyeceğini<br />

söyledi. Daha sonra nazil olan ve Hz. Ebû<br />

Bekir’in bu üzüntüsünü dile getiren âyet-i<br />

kerîmede Resül-i Ekrem’in onu, “Üzülme, Allah<br />

bizimledir” diye teselli ettiği belirtilmektedir.<br />

Hz. Ebû Bekir bu özel durumu sebebiyle Türk<br />

ve İran edebiyatlarında “ yâr-ı gâr ” (mağara<br />

dostu, can yoldaşı) ifadesiyle anılmıştır.<br />

Mekke döneminde Rasulullah(s.a.v) onunla<br />

Hz. Ömer arasında kardeşlik bağı kurmuştu.<br />

Medine’de ise evinde misafir olduğu Hârice<br />

b. Zeyd ile arasında kardeşlik bağı kuruldu.<br />

Hârice b. Zeyd’in, servetini kendisiyle<br />

paylaşma teklifini kabul etmeyip hicret<br />

ederken yanına aldığı paradan artakalan 5000<br />

dirhemle Medine’de ticarete başladı. Fakat<br />

şehrin havası sağlığına iyi gelmedi ve sıtmaya<br />

tutuldu, oğlu Abdullah’a mektup yazarak<br />

Mekke’de kalan ailesi ni Medine’ye getirmesini<br />

istedi. Abdul lah da kız kardeşleri Esma ve Âişe<br />

ile annesi Ümmü Rûmân, Rasulullah(s.a.v)’<br />

ın hanımı Şevde ile kızları Fâtıma ve Ümmü<br />

Gülsüm ile birlikte Medine’ye hicret etti.<br />

Hz. Ebu Bekir(r.a.) Hicretten sonra<br />

Rasulullah(s.a.v)’ın mescid yapılması<br />

için uygun gördüğü arsayı alarak İslam’ın<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 37


hizmetine sundu. Mekke döneminde olduğu<br />

gibi Medine döneminde de zorunlu olmadıkça<br />

Peygamber‘in yanından hiç ayrılmadı. Resûl-i<br />

Ekrem Bedir Savaşın’da karar vermeden önce<br />

onunla istişare etti; Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah<br />

için kurulan kumandanlık karargâhında<br />

onun yanında yerini aldı. Müşriklerin safında<br />

bulunan oğlu Abdurrahman ile savaşmasına<br />

Rasulullah(s.a.v) izin vermedi. Hz. Ebû<br />

Bekir. Uhud’da savaş müslümanlar aleyhine<br />

gelişme gösterdiği andan itibaren vücudunu<br />

Resûlullah’a siper eden ve yanından hiç<br />

ayrılmayan birkaç sahâbîden biridir. Hicretten<br />

sonra 7. Yılda Rasulullah(s.a.v) Benî Kilâb ve<br />

Benî Fezâre üzerine gönderilen askeri birliğe<br />

Hz. Ebu Bekir(r.a.)’i kumandan olarak gönderdi.<br />

‘’Kim Muhammed’e<br />

tapıyorsa bilsin ki<br />

Muhammed ölmüştür. Kim<br />

Allah’a tapıyorsa bilsin ki,<br />

Allah daim ve bakidir’’<br />

Hz. Ebu Bekir(r.a.) bu kabileleri dize getirdi.<br />

Mekke’nin fethinden sonra Hz.<br />

Ebu Bekir(r.a.) babasını doğrudan<br />

Rasulullah(s.a.v)’ın huzuruna getirdi ve<br />

babası Ebû Kuhâfe burada Müslüman oldu.<br />

Böylece sağlığında annesi, babası ve bütün<br />

çocukları müslüman olan yegâne sahâbî<br />

oldu. Hz. Ebû Bekir Huneyn Gazvesi ve Tâif<br />

Muhasarası’na da katıldı. Tebük Gazvesi’nde<br />

Rasûlullah’ın kendisine verdiği en büyük<br />

sancağı taşıdı. (Gazve; Rasûlullah efendimizin<br />

direk idare ettiği savaşlara denir.) Hicretin 9.<br />

yılında Rasûlullah kendisi hacca gitmediği<br />

için Hz. Ebu Bekir(r.a.)’i 300 sahabinin<br />

başına Emr-i Hac tayin etti. Bir sonraki yıl<br />

Rasûlullah ile birlikte Veda haccına katıldı.<br />

Rasûlullah’ın bir konuşmasından<br />

sonra Rasûlullah’ın öleceğini anlayan Hz.<br />

EbuBekir(r.a.) ağlamaya başladı bunun<br />

üzerine Rasûlullah onun susmasını isteyip<br />

Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in kapısı dışında mescidin<br />

bütün kapatılmasını emretti, Bunun<br />

sebebini açıklarken de “İslâmiyet’e ondan<br />

daha faydalı kimseyi tanımadığını, insanlar<br />

arasında bir dost edinecek olsa onu tercih<br />

edeceğini” söyledi. Ayrıca Rasûlullah<br />

namaza çıkamayacak kadar hastalanınca<br />

namazı Hz. EbuBekir(r.a.)’in kıldırmasını<br />

istedi. Rasûlullah’ ın hastalığı süresince<br />

namaz kıldırma görevi Rasulullah(s.a.v)<br />

tarafından Hz. EbuBekir(r.a.)’e verildi.<br />

Rasûl-i Ekrem(s.a.v) pazartesi günü kendini<br />

iyi hissederek sabah namazı için mescide<br />

gitti ve namaz kıldırmakta olan Hz.Ebû<br />

Bekir’in yanında namaza durdu. Rasûlullah ‘ın<br />

iyileşmesine bütün sahibiler gibi çok sevinen<br />

Hz. Ebû Bekir namazdan sonra Rasûlullah’ ı<br />

ziyaret ederek bir süreden beri uğramadığı<br />

evine gitmek üzere izin aldı. Birkaç saat sonra<br />

Rasûlullah’ın vefat ettiğini öğrendi. Onun<br />

hücre-i saadetine girerek yüzünü açtı, alnını<br />

öptü ve daha sonra mescide geçti. Başta Hz.<br />

Ömer olmak üzere şaşkınlık içinde bulunan<br />

ve Rasûlullah’ın vefatına inanmak istemeyen<br />

sahabeleri ikna eden meşhur konuşmasını<br />

yaptı. ‘’Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin<br />

ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a<br />

tapıyorsa bilsin ki, Allah daim ve bakidir’’.<br />

Bundan sonrada şu iki ayeti okumuştur<br />

“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan<br />

önce birçok peygamber gelip geçmiştir.<br />

Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ardınıza<br />

dönüverecek misiniz? Kim ardına dönerse,<br />

elbette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil;<br />

fakat şükredip sabredenlere, Allah muhakkak<br />

mükâfat verecektir’’(Al-i imran 144.) “(Ey<br />

38 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


Rasûlüm!) Elbette sen de öleceksin, onlar da<br />

ölecekler!” (zumer 30.) böylece sahabeler<br />

şaşkınlıktan kurtulup kendilerini toparladılar.<br />

Halifelik Dönemi ve Vefatı<br />

Hz. Ebû Bekir, ensar ve muhacirlerden<br />

birer emîr seçilmesini isteyen sahâbîlere bu<br />

görüşün doğru olmadığı nı, İslâm birliğini<br />

sağlamak için tek lider etrafında toplanmak<br />

gerektiğini söyledi. Aday olarak da Hz.<br />

Ömer’le Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı gösterdi. Fakat<br />

sahâbîler onun halife olmasını uygun görerek<br />

Mescid-i Nebevî’de kendisine biat ettiler.<br />

Hz. Ebû Bekir, takip edeceği siyasetin genel<br />

esaslarını ortaya koyan meşhur hutbesinde<br />

müslümanların en iyisi olmadığı halde<br />

onlara başkan seçildiğini ifade ederek doğru<br />

hareket ederse kendisine yardım etmelerini,<br />

yanlış davranırsa doğrultmalarını, Allah’a ve<br />

Rasulü’ne itaat ettiği müddetçe Müslümanların<br />

kendisine itaat etmelerini istedi.<br />

Hz. EbuBekir(r.a.) ilk olarak Rasûlullah’ın<br />

Mûte Savaşın’da şehit olanların intikamını<br />

almak için hazırladığı orduyu sefere çıkardı.<br />

Bazı sahabilerin itirazına karşın Rasûlullah’ın<br />

hayatta iken bu emri verdiğini söyleyerek<br />

onları ikna etti. Rasûlullah’ın(s.a.v) vefatı<br />

bazı yalancı ve münafıklara cesaret vermişti,<br />

bundan dolayı peygamber olduklarını<br />

iddia eden yalancılar ve zekât vermeyi<br />

reddeden gruplar nüfuz kazanmaya başladı.<br />

Bunları engellemek isteyen Halife Hz.<br />

EbuBekir(r.a.) 100 kişilik süvari ordusunun<br />

başına geçerek asileri ağır mağlubiyetlere<br />

uğrattı. Daha sonra sahabilerin isteği üzerini<br />

Hz.EbuBekir(r.a.) İslam ordusu komutanlığını<br />

Hâlid b. Velîd’e bıraktı. Yemâme savaşından<br />

beş yüz kadar hafız sahabînin topluca şehit<br />

edilmesi, başta Hz. Ömer olmak üzere bazı<br />

sahabîleri Kur’an’ın yok olması endişesine<br />

sevketti. Çünkü Kur’an tedvîn (bir araya<br />

getirme) edilerek henüz Mushaf haline<br />

getirilmemişti. Hz.Ebû Bekir bir komisyona,<br />

sahabenin elindeki yazılı metinleri toplama,<br />

kontrol etme ve tedvîn etme görevini verdi.<br />

Hz. Ebû Bekir, İslâm dinini tebliğ<br />

etme konusunda Rasûlullah’ ın başlattığı<br />

stratejiyi devam ettirerek Sâsânîler’in<br />

elinde bulunan Fırat’ın aşağı taraflarındaki<br />

bölgelere ordu göndermeye karar verdi.<br />

Sâsânîler’le yapılan savaşta başkumandan<br />

Hâlid b. Velîd Basra körfezindeki önemli<br />

yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra<br />

aldığı bir emirle Suriye cephesine geçti.<br />

Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile<br />

askerî mücadelesi Rasûlullah’ın zamanında<br />

yapılan Mûte Savaşı’yla başlamış, Tebük<br />

seferiyle devam etmişti. . Hz. Ebü Bekir 633<br />

yılı sonbaharında her biri 3.000 kişilik üç<br />

ayrı orduyu Bizans’a karşı yolladı Filistin’deki<br />

Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu<br />

sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd<br />

Şam şehri yakınlarına ulaşıp Merc Filistin’in<br />

kapıları Müslümanlara açılmış oldu. Hz. Ebû<br />

Bekir, yaptığı Ecnâdeyn Savaşı’nın neticesini<br />

öğrendikten sonra 22 Cemâziyelâhir<br />

tarihinde altmış üç yaşında vefat etti.<br />

Hz. EbuBekir’den(r.a.) özellikle edebi<br />

kaynaklarda farklı lakaplar kullanılarak<br />

bahsedilmiştir. Bunlar annesi tarafından<br />

güzel soylu iyi huylu anlamına gelen Atik,<br />

Rasûlullah ile mağarada kalmasından ve<br />

orada ki dostluğundan dolayı mağara dostu<br />

anlamında Yâr-ı Gâr ve en meşhur olan bizzat<br />

Rasûlullah tarafından verilmiş Sıddık’tır.<br />

Hz. EbuBekir(r.a.) es-Sıddık Radıyallahu<br />

anh’ın Aşere-i Mübeşşere’nin en faziletlesi<br />

olduğunu söyleyen bir Yunus beyti ile bitirelim;<br />

Ömer ü’ Osman’ Ali Mustafa yârenleri<br />

Bu dördünün ulusu Ebu Bekr-i Sıddîk’dur<br />

Yararlanılan kaynaklar<br />

Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi<br />

Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere<br />

Aybil Yayınları<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 39


HAYDAR<br />

1.BÖLÜM<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

Asla haksızlığa tahammül edemezdi. Yaşı<br />

ufak olmasına rağmen herkes tarafından<br />

sevilirdi Haydar. Arkadaşları her zaman<br />

onunla birlikte olmak isterdi. Ailesinden aldığı terbiye<br />

ve din eğitimi, onu diğer çocuklardan daha<br />

farklı ve olgun kılıyordu.<br />

Kolay kolay sinirlenmezdi. Onu tek sinirlendiren<br />

mazlumun ezilip, itilip kakılması ve haksızlık<br />

yapılması idi. Babası dış ülkeleri gezerek ticaret<br />

yaptığı için sürekli farklı ülkelerde geçmişti<br />

hayatı. Bu konargöçerlik babası Abdullah Bey’in<br />

1948 yılında ilk İsrail-Filistin savaşı başlangıcında<br />

Gazze’de bir İsrail askeri tarafından öldürülmesi ile<br />

sona erdi.<br />

Bu arada 21 yaşına gelen Haydar, bir müddet<br />

arasa da babasını öldüren askerin izini bulamadı.<br />

Babasından kalan para ile uzun zamandır kaldığı<br />

ve alıştığı Gazze’de kendisine bir bakkal dükkanı<br />

açan Haydar hem babasının acısını yaşıyor hem<br />

de efendiliği ve dürüstlüğü ile Gazzelilerin gönlünü<br />

fethediyordu.<br />

İyice Filistinli Müslümanlara eziyeti artıran Yahudiler<br />

İsrail devletini kurmuştu. Ve halk artık sadece<br />

bu katliamları konuşuyordu. Yine bir gün<br />

Haydar öğle namazını kılmış bakkal dükkânında<br />

Kur’an-ı Kerim’i okurken çok sevdiği Yasir Amca<br />

dükkâna girdi. Haydar’ın Kur’an okuduğunu gören<br />

Yasir Amca selamını vermeyip bekledi. Ayet-i<br />

kerimeyi bitirip Kur’an-ı Kerim’i kapatan Haydar<br />

her zaman ki güler yüzü ile:<br />

-”Buyur Yasir Amca hoş geldin.” Dedi.<br />

-”Selamun Aleyküm, hoş bulduk Haydarım.<br />

Olanları duydun mu?” dedi, direk Yasir Amca.<br />

Haydar:<br />

-”Aleykümselam hayrola inşallah Yasir Amca ne<br />

oldu ki?” diye soran Haydar’a Yasir Amca sevinçle<br />

anlatmaya başladı:<br />

-”Dün cani Yahudiler yine kardeşlerimizin evlerini<br />

basmış. Evdeki ailelere işkence ediyorlarmış. Tam<br />

küffarl<br />

a r<br />

Kur’an-ı Kerim’i yakacakmış ki içeri yüzü peçeli bir<br />

yiğit girmiş. Herkes Hızır’dı herhalde diyor. Bir tabur<br />

silahlı askeri ateş bile etmeden döverek etkisiz<br />

hale getirip silahlarını almış ve askerlere;<br />

-‘’Bundan sonra insanlara bu şekilde işkence<br />

edip dinimize el, dil uzatanlar karşılarında beni<br />

bulur.” demiş. Kefereler elinden zor kaçmış Haydarım.<br />

Bu arada gülümseyen Haydar’a Yasir Amca;<br />

-Bakıyorum da seninde pek bir hoşuna gitti<br />

Haydarım güllerin tabak tabak oldu.<br />

Haydar;<br />

-Eee Yasir Amca, kimmiş o yiğit?<br />

Üzülerek konuşmaya devam eder Yasir Amca;<br />

-Hiç sorma Haydarım, onu kimse bilmiyor. O<br />

mübarek kişi geldiği gibi koşarak gitmiş. Şimdi<br />

herkes onu konuşuyor. İşte Haydarım bu yüzden<br />

bu kadar neşeliyim.<br />

-”Hay Allah razı olsun Yasir Amca beni çok mutlu<br />

ettin.” demiş Haydar.<br />

Yasir Amca:<br />

-”Ne demek Haydarım ama sen bakkalsın gözün<br />

kulağın açık olsun o mübareğin kim olduğunu<br />

görür duyarsan bana haber et.” der.<br />

-Yasir amcanın elini öpen Haydar, “İnşallah<br />

amca hemen haber ederim.” diyerek Yasir Amca’yı<br />

uğurlar. Yasir Amca gidince düşünmeye başlayan<br />

Haydar kendi kendine, “Bakalım bu işin sonu nasıl<br />

olacak.” diye söylenip Kur’an-ı Kerim’i tekrar okumaya<br />

başlamış.<br />

40 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


?<br />

İLGİNÇ<br />

koklamak) kilo vermemize yardımcı olur.<br />

9.Bir insandaki toplam damar uzunluğu ne<br />

kadardır?<br />

Bir insandaki toplam damar uzunluğu<br />

BİLGİLER<br />

150.000 km.dir<br />

10. İnsanlar hakkında bilinmeyenler<br />

Gülmek için 17, kaşlarımızı çatmak için 42<br />

kasımızın çalışması gerekir.<br />

Hazırlayan: Ahmet NAVRUZ 11.Günümüzde evliliklerin yüzde kaçı<br />

boşanmakla sona eriyor?<br />

Günümüzde evlenenlerin % 50’si boşanıyor.<br />

12. Hangi ilin nüfusu 131 ülkeden daha<br />

fazladır?<br />

İstanbul’un nüfusu 131 ülkeden daha<br />

kalabalıktır.<br />

13. Okyanusun en uzak olduğu nokta?<br />

Her hangi bir okyanusun en uzak olduğu<br />

nokta Çin’dir.<br />

14.Yürüyüş yapmanın yararları nelerdir?<br />

Günde 3 km ya da daha fazla bir mesafede<br />

yapılan yürüyüş kanser ve kalp hastalıklarından<br />

1. Tavuklar en fazla kaç saniye uçabilir? ölme risklerini %50 azaltır.<br />

En fazla süre uçan tavuk 13 saniye havada 15.Eskiden ilaç olarak kullanılan yiyecek<br />

kalmıştır?<br />

türü nedir?<br />

Ketçap eskiden ilaç olarak kullanılırdı.<br />

2. Yarım kilo bal ne kadar bitki özü içerir?<br />

Yarım kilo bal üretebilmek için arılar; iki milyondan<br />

fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.<br />

3.Sivrisineklerden hangisi ısırır?<br />

Sadece dişi sivrisinekler ısırır.<br />

4. Limonda çilekten daha fazla olan nedir?<br />

Bir kilo limonda, bir kilo çilekten daha fazla şeker<br />

vardır.<br />

5. İnsanlar 1890 tarihinde hangi sebzeyi zehirli<br />

sanıyorlardı?<br />

İnsanlar 1890 da domatesi zehirli sanıyorlardı.<br />

6. Hangi meyve kahveden daha fazla uyku açar?<br />

Sabahları elma kahveden daha fazla uykuyu açar.<br />

7. Kızartmanın zararları nelerdir?<br />

Kızartma yemenin beyinde marihuana ile aynı<br />

kimyasalın sağlanmasına neden olduğunu biliyor<br />

muydunuz.<br />

8.Koklayınca kilo verdiren meyveler nelerdir?<br />

Muz veya elma koklamak (yemek değil sadece<br />

16.Yunuslar nasıl uyur?<br />

Yunuslar, bir gözü açık<br />

uyurlar.<br />

17.350 çocuğu olan<br />

kral kimdir?<br />

Polonya kralı Augustu’nun 350 tane çocuğu<br />

vardır.<br />

18.Tarih boyunca yeryüzünde bulunan<br />

altının 200 kat daha fazlası okyanuslarda<br />

bulundu.<br />

19.Yiyeceklerinin donmaması için<br />

buzdolabını kullananlar kimlerdir?<br />

Eskimolar, yiyeceklerinin donmaması için<br />

buzdolabını kullanılar.<br />

20.Osmanlı kavuk sırrı?<br />

Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin<br />

başlarındaki kavukların kefenlerinden<br />

oluştuğunu; sık sık ölümü hatırlayıp ona göre<br />

karar verdiklerini biliyor muydunuz.<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 41


2. OSMANLI’DA BİLİMİN “ALAMETİ” Faruk KUL<br />

Abdülhamid Han’ ın Japonya’ya 1889 yılında robot hediye ettiğini biliyor muydunuz?<br />

İnsan biçimin de tasarlanan Alamet adındaki bu robotun ana özelliği sema edip yarım metre yürüyebilmesi. Alamet<br />

ayrıca her saat başı yaptığı sema hareketi sırasında ezan okuyabiliyor.<br />

Araştırmacı-Yazar Oktan Keleş’in arşivinde bulunan Alamet’ in orjinal fotoğrafları Yıldız Sarayı yangını sırasında<br />

zarar görmüş. Ancak kalan fotoğraflar bile 120 yıl sonra bu ilginç olayı aydınlatmaya yetiyor.<br />

Sultan 2. Abdülhamid Han döneminin Japon İmparatoru olan Meiji’ nin y eğeni Prens Komatsu, gemiyle İstanbul’a<br />

gelir ve yanında getirdiği çeşitli hediyeleri Sultan’a hediye eder. Sarayda misafir edilen Komatsu’ dan sonra 1889<br />

yılında İstanbul’a özel elçiler gönderen Japon İmparatoru, ülkesinin en büyük nişanı olan Büyük Krizantem dahil<br />

pek çok hediyeyi 2. Abdülhamid Han’a takdim eder. Hediyelerle birlikte gelen mektupta İmparator, İslam dini, ilim,<br />

teknolojik gelişmeler, Osmanlı’da vakıflar ve hayır kurumları yapısı gibi konularda bilgi ve materyal gönderilmesini<br />

rica eder.<br />

Alamet’in yapım süreci<br />

Sultan, saat mekaniği konusunda devrin üstadı olan<br />

Musa Dede’den daha önce hiç yapılmamış teknolojik bir saat<br />

yapmasını ister. Saat ustası Musa Dede aklına gelen ilginç fikirle<br />

alametin yapım aşamasına başlar. Bu saat semazen şeklinde<br />

olsun. Her saat başı sema edip Gong sesi çıkartsın diyen Musa<br />

Dede’nin fikrini Sultan inceler. Projeyi inceleyen Sultan, Musa<br />

Dede’den Gong yerine Alamet’ in ezan okumasını istemiş,<br />

robotun yapımından kısa bir süre önce icat edilen gramofon<br />

sayesinde ses kaydı yapılabildiğini, dolayısıyla Alamet’ in ezan<br />

okuyabileceğini belirtmiştir.<br />

Alamet Neden Duyulmadı?<br />

Ertuğrul Firkateyni ile birlikte Japonya’ya gönderilen<br />

Alamet, ‘’Osmanlı Nişanları, hediyelerle birlikte İmparator’a<br />

takdim edilmiştir’’ şeklinde kayıtlara düşüldüyse de<br />

zamanla Osmanlı arşivleri arasına terk edilmiş ve bir daha<br />

hatırlanmamıştır. Ertuğrul Firkateyni 450 mürettebatı<br />

ile dönüş yolunda batmıştır. Bu üzücü olay Alamet’in<br />

adının duyulmasını bugüne kadar imkânsız kılmıştır<br />

Ayrıca Alamet’ in fotoğraflarının büyük bir kısmı Yıldız Sarayı<br />

yangını sırasında hasar görmüştür.<br />

Alamet’ in çağının çok çok üstünde olan özelliklerini şöyle<br />

sıralayabiliriz:<br />

• Semazen biçiminde<br />

• Normal bir insan boyuna yakın<br />

• Saatli bir robot<br />

• Her saat başı sema ediyor<br />

• Sema sırasında kollarını açıyor<br />

• Gümüş levhalardan yapılmış etekleri sema esnasında açılıyor<br />

• Sema ederken ezan okuyor<br />

• Tüm bu hareketler sırasında yarım metre ilerliyor ve eğilerek geri dönüyor<br />

Hareket kabiliyeti Yüksek bir Robot<br />

Alamet’in yapabildiği hareketlerden olan ayakta durma, dengede kalma, yürüme ve eğilme zamanımız<br />

teknolojisiyle bile ancak mümkündür. Alamet 1889 yılında bu hareketleri kolaylıkla gerçekleştirebiliyordu.<br />

Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma ya mevcuttu ve yedi<br />

günde bir kuruluyordu.<br />

42 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


TARİHTE<br />

ŞUBAT AYI OLAYLARI<br />

Hazırlayan: Kadir Aydın<br />

1Şubat<br />

1921’de Kurtuluş Savaşı’nın en<br />

kritik günlerinde Sivas’ta Şeyh Sinusi<br />

başkanlığında İslam Kongresi<br />

toplandı.<br />

1 Şubat 1936’da Osmanlı banknotları tedavülden<br />

kaldırıldı.<br />

1919’da İttihat ve Terakki Fırkası<br />

2<br />

Şubat<br />

3<br />

Şubat<br />

kapatılarak mallarına el kondu.<br />

1917’de Sadrazam Mehmet Sait<br />

Halim Paşa, V. Sultan Mehmet<br />

Reşat Han’a istifasını vermişti.<br />

Sait Halim Paşa, İttihat ve Terakki<br />

Partisi’nin bir üyesi idi. Türkiye I. Cihan Savaşı<br />

içindeydi. Devleti fiilen Enver Paşa ile Dâhiliye<br />

Nazırı Talat Paşa idare ediyordu. Sivil işlerde<br />

gerçek iktidar, İttihat ve Terakki Partisi Genel<br />

Başkanı Talat Paşa’nın elinde idi. Nitekim Sait<br />

Halim Paşa’nın yerine o sadrazam oldu. Talat<br />

Paşa’nın, savaşın Türkiye için kaybedilmesi ile<br />

bitecek olan sadareti başlamıştı.<br />

1919’da Balkanlardaki müttefik<br />

8<br />

Şubat<br />

Fransız-Sırp-Yunan-İngiliz kuvvetleri<br />

Başkumandanı Fransız<br />

Mareşali Franchet d. Esperey,<br />

büyük bir velveleyle İstanbul’a girmişti.<br />

Fransız Mareşali, Mondros Mütarekesi<br />

şartlarına aykırı bir şekilde Türkiye’nin taht<br />

şehrine giriyordu. Beyaz bir ata binmişti. Eski<br />

Roma imparatorlarının yaptırdığı gibi atının<br />

dizginlerini kendisi değil, iki asker tutuyordu.<br />

İstanbul’daki Rum, Ermen, hatta Yahudi<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 43


azınlıklar Mareşali alkışlıyor, Türklere küfür ediyor,<br />

büyük tezahüratta bulunuyorlardı. Bu anlar,<br />

Türklerin 22 yüzyıllık tarihleri boyunca yaşadıkları<br />

en felaketli dakikaları teşkil etmektedir.<br />

8 Şubat 1266’da İlhanlılar Devleti’nin kurucusu<br />

büyük Moğol hükümdarı Hülagü Han ölmüştür.<br />

Cengiz Han’ın torunu olan Hülagü Bağdat’ı zapt<br />

ederek Abbasi saltanatına son vermiş, daha sonra<br />

Suriye’yi alarak Mısır’a yürümüş, fakat orada Türk<br />

Hükümdarı Baybars’a mağlup olmuştur. Devrinde<br />

uygarlık eserleri meydana getirmiş olan Hülagü<br />

kan dökücü hükümdarlardandır.<br />

1934’te Balkan Antantı<br />

9<br />

Şubat<br />

imzalanmıştır. Türkiye, Yugoslavya,<br />

Yunanistan ve Romanya’nın<br />

aralarında Balkanlarda kendi<br />

hudutlarının güvenliğini karşılıklı olarak tekeffül<br />

etmek için imzaladıkları bu antlaşmaya Bulgaristan<br />

girmemiştir. Olaylar ve Almanya’nın<br />

Türkiye’den gayrı diğer Balkan devletlerini istilası<br />

karşısında Milletler Cemiyeti’nin ve büyük devletler<br />

topluluğunun çaresiz durumda kalması bu<br />

güzel girişimi baltalamış ve tarihe karışmıştır.<br />

9 Şubat 1621’de İstanbul Boğazı donmuştu. Bu,<br />

tarihte ancak birkaç defa vuku bulmuş çok nadir<br />

bir doğa olayıdır. İstanbul ile Üsküdar arasında<br />

yaya gidip gelen İstanbullular olmuştur. Bir şair<br />

Yol oldu Üsküdar’a 1030’da Akdeniz dondu”<br />

mısraını tarih düşürmüştür.<br />

9 Şubat 1441’de büyük Türk şairi, Edibi ve dilcisi<br />

Ali Şir Nevai doğmuştur. Timur ailesine mensup<br />

asil bir Türk ailesinin çocuğudur. Herat’ ta<br />

doğmuştur. Medrese arkadaşı Hüseyin Baykara<br />

Herat hükümdarı olunca onu yanına çağırmış ve<br />

vezir yapmıştır. Ali Şir Nevai, Horosan’ ı Doğu’nun<br />

en büyük sanat merkezi haline getirmiştir. Eserlerini<br />

Türkçe yazarak Türk diline büyük hizmetleri<br />

dokunmuştur. Manzum hikâyeleri ve divanı da<br />

vardır. Bütün eserleri Türk Dil Kurumu tarafından<br />

bugünkü Türk kültürüne toplu halde yeniden<br />

kazandırılmıştır.<br />

10<br />

Şubat<br />

12<br />

Şubat<br />

13<br />

Şubat<br />

14<br />

Şubat<br />

10 Şubat 1918’de Osmanlı tarihinin<br />

en büyük hükümdarlarından Sultan<br />

II. Abdülhamit Han ölmüştür. II. Abdülhamit,<br />

1909’da tahttan indirildikten<br />

sonra Selanik’e gönderilmiş, Balkan Savaşı’nın<br />

başında da Beylerbeyi Sarayı’na nakledilmiştir.<br />

Oradaki dairesinde zevcelerinden Müşfika IV.<br />

Kadın efendi ile sakin bir hayat yaşıyordu. 76<br />

yaşında idi. Ondan birkaç ay sonra da tahtta<br />

bulunan kardeşi V. Sultan Mehmet Reşat öldü.<br />

Yerine küçük kardeşi VI. Sultan Mehmet Vahdettin<br />

padişah oldu.<br />

1821’de Mora’nın Patras şehrinde<br />

Yunanlılar ayaklanmışlardı. Bu,<br />

büyük Yunan isyanının başlangıcı<br />

oldu. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın<br />

asi Yunanlıları desteklemesi üzerine, uzun yıllar<br />

süren mücadelelerden sonra Türkiye Yunanistan’a<br />

bağımsızlık vermek zorunda kaldı. O zamanki Yunanistan,<br />

sadece Mora, Attika, Ağrıboz ve Kiklat<br />

adalarından ibaretti.<br />

1878’de Sultan İkinci Abdülhamit<br />

Osmanlı Meclis-i Mebusanını<br />

kapatmıştı.<br />

1483’te Babür Şah doğmuştu.<br />

Hindistan’da muazzam Türk-Moğol<br />

İmparatorluğunu kuran Babür,<br />

Timurlenk’ in torunlarındandır. Delhi<br />

sultanının 100 bin er ve bin filden oluşan ordusunu<br />

12 bin süvarisiyle yenmesinde Osmanlı<br />

Türklerinin idaresindeki topçu bataryaları en<br />

büyük etken olmuştur. 12 yaşında babasının ölümü<br />

üzerine Fergana’da tahta çıkmış, 35 yıl saltanatta<br />

kalmış, dağılmaya yüz tutan imparatorluğu<br />

tekrar kurmuş ve canlandırmıştır. İyi bir şair,<br />

kuvvetli bir hattat ve nesirci olan Babür, muhtelif<br />

eserler de kaleme almıştır. Çağatay lehçesi<br />

edebiyatının 16. yüzyıl temsilcisidir. Vekayi” adını<br />

taşıyan ünlü anıları birkaç cilt halinde Türkçe de<br />

basılmıştır. Ayrıca bu anıları İngilizce, Fransızca ve<br />

Almanca başta olmak üzere birçok yabancı dile<br />

de çevrilerek yayınlanmıştır.<br />

44 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


15<br />

Şubat<br />

1517’de Yavuz Sultan Selim Han Türk<br />

ordularının başında büyük törenle<br />

Kahire’ye girmiştir. Az önce Ridaniye<br />

Meydan Savaşı’nı kazanan Türk<br />

orduları, yeryüzünün Türkiye ve İran’dan sonra<br />

3. büyük devleti olan Mısır-Suriye Türk-Memluk<br />

İmparatorluğuna son vermiş ve Mısır ile ona bağlı<br />

olan ülkeleri Türkiye’ye katmıştır.<br />

1855’de Serdar-ı Ekrem<br />

17<br />

Şubat<br />

(başkomutan) Ömer Paşa, Kırım’da<br />

Gözleve zaferini kazanmıştı. Ömer<br />

Paşa 4 saat içinde 26 bin asker ve 80<br />

toptan oluşan Rus ordusunu büyük bir bozguna<br />

uğratmıştır.<br />

1925’te önemli Türk tarihçilerinden<br />

18<br />

Şubat<br />

Abdurrahman Şeref Efendi ölmüştü.<br />

Mekteb-i Mülkiye’de ve Galatasaray<br />

Sultanisi’nde hocalıklarda bulunan,<br />

24<br />

Şubat<br />

aynı zamanda devletin resmi vakanüvisi (tarihçisi)<br />

olarak hizmet görmüştü. Ayan azalığında<br />

ve Maarif Nazırlığı’n da da bulunmuştur. Okullar<br />

için yazdığı kitaplar tertip ve ifade bakımından<br />

örnek eserlerdir. Türk ve Osmanlı tarihine dair<br />

eserleriyle ve yetiştirdiği öğrencileri ile ülkemiz<br />

kültürüne büyük hizmetleri dokunmuştur.<br />

18 Şubat 1536’da Fransa’ya kapitülasyon”<br />

denilen ilk ticari imtiyazlar verilmiştir. Türkiye,<br />

Almanya-İspanya tarafından yutulmasına engel<br />

olmak için, Fransa’yı bütün gücüyle destekliyor,<br />

her türlü askeri, bahri ve mali yardım yapıyordu.<br />

Sonradan bu kapitülasyonlar tek taraflı lütuf eseri<br />

olmalarına rağmen, Avrupa devletleri tarafından,<br />

Türkiye’nin başına bela olacak şekilde istismar<br />

edilmiştir. 19. yüzyıl sonlarında emperyalizmin<br />

zirvesinde bulunan büyük Avrupa devletleri,<br />

Türkiye’den başka Çin, Japonya, Brezilya gibi eski<br />

imparatorluklara da kapitülasyonlar” denen tek<br />

taraflı görüşlerini dayatmışlardır.<br />

1793’te III. Sultan Selim Nizam-ı Cedid”<br />

denen yenileşme ve batılaşma<br />

hareketini fiilen başlatmıştır. Nizam-ı<br />

Cedid, Türkiye’nin yenileşme<br />

ve batılaşma hareketleri tarihin en önemli<br />

adımlarından birini teşkil eder.<br />

24 Şubat 1495’te Fatih Sultan Mehmet’in<br />

oğlu ve II. Bayezid’in küçük kardeşi Şehzade<br />

Cem ölmüştü. Sultan Cem acıklı sergüzeşti ve<br />

güzel şiirleri ile tarihimizde pek ünlü olmuş<br />

bir simadır. Babası Fatih’in ölümünden sonra<br />

Bayezid tahta geçmiştir. Fakat Cem, kardeşinin<br />

liyakatsizliğini ileri sürerek ona karşı bir mücadele<br />

açmış, her defasında yenilmiştir. Nihayet<br />

Rodos Şövalyelerine sığınmış sonra papanın eline<br />

düşmüştür. Orada, ölümüne kadar Bayezid’e karşı<br />

papanın elinde bir silah olarak kalmıştır.<br />

24 Şubat 1918’de güzel ve kahraman Trabzon<br />

şehrimiz I. Dünya Savaşı’nda işgali altına düştüğü<br />

Ruslardan kurtarılmıştır.<br />

1914’te ilk havacılarımızdan Fethi ve<br />

27<br />

Şubat<br />

28<br />

Şubat<br />

29<br />

Şubat<br />

Sadık Beyler şehit düşmüşlerdi.<br />

1856’da Osmanlı İmparatorluğu’nda<br />

Islahat Fermanı ilan edilmişti.<br />

1924’te Halife II. Abdülmecit<br />

Efendi İstanbul’da sonuncu Cuma<br />

selamlığına çıkmıştı. 3 gün sonra<br />

halifelik kaldırılmış ve bütün<br />

Osmanlı ailesi Türkiye dışına çıkarılmıştır. Abdülmecit<br />

Efendi, son halife olup TBMM tarafından<br />

seçilmişti. Halifeliğin kaldırılmasıyla da ülke<br />

dışına çıkarılmış ve 1945’te Paris’te vefat etmişti.<br />

Kaynak : Tarih portalı<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 45


DEVİR:<br />

TASARRUF DEVRİ<br />

OTOMOBİLLERDE<br />

YAKIT<br />

TASARRUFU<br />

Faruk KUL<br />

G<br />

ünümüz dünyasında otomobillerin çok<br />

fazla yaygınlaşması ile birlikte dünya genelinde<br />

fosil yakıtların ( benzin, mazot<br />

vs.) kullanımı giderek artmıştır. Bu kullanımın<br />

artmasıyla parelel olarak fosil yakıtlar daha<br />

değerli hale gelmiştir. Öyle ki fosil yakıtlar dünyada<br />

savaş sebepleri arasında sayılmaktadır. Stratejik<br />

açıdan bu kadar değerli bir yakıtın ekonomik kullanılması<br />

hem bireysel olarak hem toplumsal olarak<br />

bizim faydamıza olacaktır. Bu yakıtların daha ekonomik<br />

kullanımı milli ekonomiye de katkı sağlayacaktır.<br />

Bizler için otomobiller de yakıt tasarrufuna dair<br />

püf noktalarını derledik.<br />

1. Aracı boş viteste kullanma<br />

Ülkemizde sürücülerin sıkça yaptığı hatalardan<br />

birisi de araç yokuş aşağı giderken vitesi boşa almaktır.<br />

Bu şekilde daha az yakıt tüketileceği düşünülür.<br />

Özellikle aracı viteste bırakıp kendi gidişine<br />

bıraktığımız zaman yakıt pompası motora yakıt akışını<br />

durdurur. Fakat vitesin bu durumda boşa alınılmasıyla<br />

motora az miktarda da olsa yakıt gönderilir.<br />

Bu nedenle yakıt tüketime çok büyük bir faydası<br />

olmaz. Ayrıca sürüş esnasında vitesin boşa alınması<br />

sürüş güvenliğini tehlikeye atan bir durumdur. Aracın<br />

sürüş reaksiyonları gecikir, fren mesafesi uzar,<br />

aracın kontrolden çıkmasına sebep olabilir.<br />

Devamlı vitesin boşa alınarak kullanımı aracın<br />

yürüyen aksamında önemli deformasyonlara sebep<br />

olur. Böyle durumlarda vitesi boşa almaktan ziyade<br />

uygun vites de herhangi bir ayak pedalı kullanmadan<br />

seyretmek yakıt tasarrufu sağlayacaktır.<br />

2. Araç Rölanti de ne kadar yakıt sarf eder?<br />

Otomobiller yavaşlatılmış çalışma esnasında<br />

motorun hacmi ve gücüne göre yakıt harcarlar.<br />

Bekleme süresine göre sarfiyat artar veya azalır.<br />

Özellikle yoğun trafikte 1-1,5 bucuk dakikadan<br />

daha fazla bekleyeceğimize inanıyorsak kontak kapatmak<br />

daha tasarrufludur.<br />

3. Aracı yüksek devirde kullanmak<br />

Aracın yüksek devirde kullanılması yakıt tüketimini<br />

olumsuz yönde etkiler. Yüksek devir demek<br />

yüksek güç demektir. Araçtan istediğiniz güç miktarına<br />

göre o oranda araç yakıt sarfiyatı yapacaktır.<br />

Bu bağlamda hangi tip araç kullanıldığı motor hacmi,<br />

motor teknik verileri çok önemlidir. 1.4 l bir aracın<br />

2500 d/dk da çalışması ile 2.5l bir aracın 2500 d/<br />

dk da çalışması aynı yakıt miktarıyla gerçekleşmez.<br />

Genel bir ifadeyle 2500 d/dk üzerine çıkılan her devir<br />

yakıt tasarrufunu olumsuz etkiler. İdeal yakıt tü-<br />

46 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


ketimi için 2000-2500 d/dk arasında<br />

kullanım sürücünün genel<br />

kullanım karakteri olmalıdır.<br />

4. Ani Fren-Gaz hareketleri<br />

Ani fren ve gaz hareketleri<br />

yakıt tüketimini önemli ölçüde<br />

etkiler. Ani hızlanma da üreteceğiniz<br />

gücü ani frenle ile kaybedersiniz.<br />

Sürekli bu şekilde<br />

bir sürüş hem motorunuzun gereksiz<br />

yere yıpranmasını ve yakıt<br />

tüketiminde önemli bir artışı<br />

beraberinde getirecektir.<br />

5. Aracın deposunu her<br />

zaman dolu tutmak<br />

Aracın deposunu her zaman<br />

dolu tutmak yakıt tasarrufunu<br />

olumlu etkiler. Bunun birkaç sebebi<br />

vardır.<br />

Bunlardan birisi depoda gerçekleşecek<br />

buharlaşmadır. Depoda<br />

ne kadar az benzin veya<br />

mazot bulunursa buharlaşma<br />

etkisi o kadar çok olacaktır.<br />

Bir diğeri benzin depo kapaklarının<br />

tam kapalı olmamasıdır.<br />

Tam kapalı olmaması durumda<br />

dışarıya benzin sızma ihtimali<br />

vardır. Ayrıca tam kapalı<br />

olmama durumunda depo içerisine<br />

sıcaklık girişi olacak bu da<br />

buharlaşma miktarını artıracaktır.<br />

Yakıt tasarrufu da olumsuz<br />

yönde etkilenecektir.<br />

Aracı sürekli boş depoya yakın<br />

konumda kullanılması aracın<br />

yakıt aktarım elemanlarına<br />

zarar verebilir. Diğer arızalarına<br />

sebep olabilir ayrıca buharlaşmadan<br />

kaynaklı yakıt sarfiyatı<br />

artacaktır. Bu nedenle dolu<br />

depoyla seyahat etmek daha<br />

avantajlı olacaktır.<br />

6. Arızalı Parça<br />

Aracın yakıt sisteminde bakımsız<br />

parçalar enjektör, yakıt<br />

pompası yakıt hortumları, karbüratör<br />

ve yakıt filtreleri aracın<br />

daha fazla yakıt kullanmasına<br />

sebep olacaktır. Araçların bu<br />

parçalarının periyodik bakımına<br />

dikkat edilmelidir.<br />

7. Açık cam ve sunroofla<br />

seyahat etme<br />

Camlar açık seyahat etmek,<br />

özellikle şehir dışı uzun seyahatler<br />

de sarfiyatı 2-3 lt ye kadar<br />

arttırır. Camlar açılmasıyla aracın<br />

sürüş dengesi bozulur. Araca<br />

etkiyen rüzgâr gücü artar. Bu<br />

da daha fazla güç gerektirir ve<br />

yakıt sarfiyatı artar.<br />

8. Kaliteli Motor Yağı kullanma<br />

Araçta kullanacağınız motor<br />

yağları ile motor elemanlarındaki<br />

sürtünmeleri ve buna bağlı<br />

kayıpları minimuma indirebilirsiniz.<br />

Kullanacağınız yağın kalitesi<br />

artıkça sürtünmeye bağlı<br />

aşınma azalır. Hararet sorunları<br />

azalır. Buna bağlı olarak yakıt<br />

sarfiyatı azalır.<br />

9. Klima Kullanmak<br />

Araçlarımızda kullandığımız<br />

klimalar motor tahrikli olduğu<br />

için klima kullanımı da paralel<br />

olarak motorda güç üretimine<br />

<strong>Bizbiriz</strong> Dergisi • 47


sebep olacaktır. Klimanın daha<br />

fazla kullanılması demek yakıt<br />

sarfiyatının artması demektir.<br />

10. Lastik Seçimi<br />

Lastikler aracın yol ile bağlantısı<br />

sağlayan önemli elemanlardır.<br />

Bu öneme binaen lastik<br />

seçimi de bir o kadar önemlidir.<br />

Lastik basınç değerlerinin aracınız<br />

kullanım kılavuzundaki değerlerde<br />

olmasına dikkat edilmesi<br />

gerekir. Basıncı düşük olan<br />

lastik yol ile daha fazla sürtünmeye<br />

sebep olarak yakıt sarfiyatını<br />

artırır. Lastiklerin aşınmasına<br />

dikkat edilmesi ve değiştirme<br />

periyoduna bağlı kalınmalıdır.<br />

11. Modifiyeli Araçlarda<br />

Yakıt Tasarrufu<br />

Otomobil üreticileri ürettikleri<br />

araçların motorlarını ideal<br />

değerlere göre tasarlarlar ve bu<br />

motorlar için en ideal yakıt oranını<br />

yakalamaya çalışarak modellerini<br />

geliştirirler. Fakat daha<br />

sonradan araçların mekanik ve<br />

motor aksamına yapılacak değişikler<br />

araçların yakıt tüketimini<br />

de değiştirir. Daha kısa sürede<br />

daha fazla güç beklentileri<br />

ve bu beklenti doğrultusunda<br />

aracın beyninde(ECU) yapılan<br />

oynamalar yakıt tasarrufunu<br />

olumsuz etkiler.<br />

12. Otomatik Vites araçlarda<br />

yakıt tasarrufu<br />

Otomatik vites araçlarda gaz<br />

pedalını kullanmanın bazı teknikleri<br />

vardır. Bunlardan biri gaz<br />

pedalının altında yumurta varmışçasına<br />

basmaktır. Bu saye de<br />

aracın sakin seyri için gerekli en<br />

uygun devir ve vites seçeneğini<br />

araç kendisi belirler. Tersi bir durum<br />

da yakıt tüketimi artacaktır.<br />

Özellikle uzun yolda gaz pedalındaki<br />

küçük hareketlerle otomatik<br />

vitesli araçlar manuel vitesli<br />

araçlardan daha az yakıt tüketimi<br />

yapacaktır. Son dönemlerde<br />

geliştirilen triptronic vites<br />

seçeneği olan araçlarda ise her<br />

zaman için aracı otomatik vites<br />

seçeneğinde kullanmak daha az<br />

yakıt tüketimi sağlar.<br />

13. Vites Değişimi<br />

Yakıt tasarrufunda dikkat<br />

edilmesi gereken birçok unsurdan<br />

birisi de vites değişimi ve<br />

kullanımıdır. Özellikle manuel<br />

vitesli araçlarda vites değiştirme<br />

tekniği çok önemlidir. Düşük vites<br />

yüksek devir kullanmak yakıt<br />

sarfiyatını artırmaktır. Bunun<br />

yerine yüksek vites düşük devir<br />

kullanılırsa yakıt sarfiyatı azalır.<br />

Debriyaj kullanımında ise dikkat<br />

edilmesi gereken durumlar,<br />

vites değişim esnasında debriyajı<br />

sert kullanmamak, debriyaj<br />

pedalı ani bırakmamaktır.<br />

14. Yakıt Tasarruf Cihazları<br />

Otomotiv sektöründe araçlar<br />

için yakıt tasarrufu iddiasında<br />

bulunan birçok tasarruf cihazı<br />

vardır. Bu cihazları satın almadan<br />

ve kullanmadan önce<br />

araç üretici firmasına ve teknik<br />

servisine başvurulmasında fayda<br />

vardır. Aksi takdirde bilinçsiz<br />

kullanımda aracın motor ve mekanik<br />

aksamında ciddi problemlere<br />

sebep olabilir.<br />

48 • <strong>Bizbiriz</strong> Dergisi


ŞİMŞEK KUAFÖRÜM ALİ<br />

Ali ŞİMŞEK<br />

Yaylapınar Uhud Mah.Akmescid Sok.48/B Meram/KONYA<br />

(Ahmet Haşhaş Ilköğretim Okulu Karşısı)<br />

Tel:0.543 213 26 67


CEVDET<br />

Çiçekçilik<br />

Adres: Nalçacı Cd 31/C Selçuklu Merkez Konya<br />

Telefon : (0332) 238 40 50


özel<br />

Serin<br />

ADAY SÜRÜCÜ KURSU<br />

Babalık Mah. Yapıcı İş Merkezi C Blok<br />

Telefon : (0332) 322 88 11<br />

No:4 D:404 Nalçacı/Konya


yapısında güven var....<br />

Telefon : +90 232 469 42 42<br />

Faks : +90 232 459 21 04<br />

E-Posta : info@egepoli.com.tr<br />

Karacaoğlan Mahallesi<br />

Kemalpaşa Caddesi 27/B Işıkkent/Bornova/İZMİR

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!