Cadı Kazanı
Cadı Kazanı - ASPEG
Cadı Kazanı - ASPEG
- No tags were found...
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong><br />
Anadolu Speleoloji Grubu (ASPEG) E-bülteni'dir<br />
Sayı 4 Ocak-Şubat 2009<br />
Balıkesir Kralı’nın Gelini Ofelya’dan<br />
Yazören<br />
(Gülşen Küçükali)<br />
Sürünmenin Tadı<br />
(Erkin Ozan Yıldız)<br />
İlk Mağara Deneyimi<br />
(Ludmilla Büyüm)<br />
Temirözü<br />
(Özge Çelikkol)<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009<br />
Sayfa
Bülten ekibinden.....<br />
İnsan düşünmeden<br />
edemiyor,<br />
ait olmadığımız bir<br />
ortamda nasıl özgür<br />
hissedebiliriz ki?<br />
Yazılı olmasa da o ortamın da<br />
kuralları var aslında,<br />
bizim uymak zorunda olmadığımız..<br />
Bir insan nasıl olur da uymak zorunda<br />
olmadığı kurallara uyarak özgür<br />
hissedebilir?<br />
Belki de buna bizi zorlayan birisi olmadığı<br />
için<br />
ya da başka bir şey var bizi kendine çeken.<br />
Evet... böyle bir şey;<br />
yalın, bakir ve sessiz...<br />
Aynı zamanda da<br />
karanlık, soğuk, ıslak ve çamurlu.<br />
Böyle bir ortam bir insana neden çekici<br />
gelir?<br />
Buna verecek genel bir cevap yoktur aslında<br />
Bu sayıda<br />
Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa.........3<br />
Speleokültür .........4<br />
Yazören-Türkiye’nin 9. Uzun Mağarası .........6<br />
Sürünmenin Tadı .........9<br />
Bilgi Kırıntıları ....... 11<br />
Biliyor muydunuz ?....... 12<br />
Yaşadıklarımız....... 13<br />
Speleosanat....... 14<br />
İlk Mağara Deneyimi ....... 15<br />
Temirözü ....... 17<br />
Enteresann....... 19<br />
benimki özgürlük<br />
ya seninki ne?<br />
Durmuş Yarımpabuç<br />
Bülten Ekibi<br />
Tuçe Arık (Speleokültür, Biliyor muydunuz?)<br />
Emine Azak (Yayına hazırlama, Yaşadıklarımız, son okuma)<br />
Ludmilla Büyüm (Redaksiyon, son okuma)<br />
Ziya Sarper Ekim (Speleokültür, Biliyor muydunuz?)<br />
Ender Usuloğlu (Yayına hazırlama, Speleosanat)<br />
Cansu Yılmaz (Gezi/Etkinlikler kısa kısa, Yaşadıklarımız)<br />
Katkıda Bulunanlar: Ali Yamaç<br />
Düzelti: <strong>Cadı</strong>kazanı 3’te yer alan Zihnisinir Proce yazısı Gülşen<br />
Küçükali’ye, yapım Barbaros Acartürk’e aittir.<br />
ASPEG<br />
Anadolu Speleoloji Grubu<br />
www.aspeg-tr.org<br />
© Tüm hakları saklıdır.<br />
Bülten içeriği kaynak belirtmek suretiyle<br />
ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir.<br />
Ön kapak fotoğraf : Egemen Erkanlı, Temirözü Mağarası girişi<br />
Arka kapak fotoğraf : Ender Usuloğlu, Kocakuyu mağarası<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 2
Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa...<br />
Cinlikuyu-Aksığın Mağaraları Eğitim<br />
Gezisi<br />
9-10 ve 11 Ocak tarihlerinde Cinlikuyu ve Aksığın<br />
Mağaralarına 9 üyemizin katılımı ile yapılan gezide,<br />
üyelerimizin döşeme ve TİT eğitimleri<br />
eğitmenlerimiz gözetiminde pekiştirildi, eksik<br />
eğitimler tamamlandı.<br />
kısa zamanda eğitimin devamını bekliyoruz.<br />
Merdiven Eğitimi<br />
5 Şubat akşamüstü Ayvaini gezisine hazırlık amacı<br />
ile merdiven eğitimi yapıldı. Yeni üyelerimizin çoğu<br />
ilk defa aluminyum merdiven ile Boğaziçi<br />
Üniversitesi duvarlarında iniş-çıkış yaptılar.<br />
Bursa Ayvaini Gezisi<br />
7-8 Şubat tarihlerinde Ankara ve istanbul<br />
üyelerimizin katılımı ile Ayvaini mağarası’na<br />
düzenlenen gezi, şiddetli yağış yüzünden su<br />
seviyesinin artması ile bol maceralı ancak eğitici ve<br />
öğretici bir geziye dönüştü.<br />
Marmara Adası Gezisi<br />
Ankara Ekibi Faaliyet Toplantısı<br />
Ankaralı Aspeg’liler 17 Şubat’ta Truva Cafe’de<br />
toplanarak senenin gezi programını belirledi.<br />
Ankara Ekibi Teorik TİT Eğitimi<br />
21 Şubat’ta Ankara ekibimiz, teorik TİT eğitimi<br />
aldı.<br />
14-15 Şubat tarihleri arasında, 2008 Yaz ayında ön<br />
araştırması yapılmış olan mağaraları araştırmak ve<br />
haritalamak üzere 2 üyemiz Marmara Adasına<br />
doğru yola çıktı. Kötü hava şartları yüzünden<br />
mağaralara ulaşılamadı. Sahilde yenilen güzel bir<br />
balık ve akşam seyredilen mağara belgeseli<br />
avuntumuz oldu...<br />
Senenin ilk eğitimi<br />
Senenin ilk gününü TİT uygulayarak geçirdik.<br />
Güneşli hava, yeni TİT takımlarımız, bol çay kahve<br />
ve sohbet eşliğinde geçen keyifli bir gündü. Bu<br />
eğitim, senenin bol eğitimli geçeceğinin de<br />
göstergesi oldu. 18 ve 25 Ocak tarihlerinde TİT<br />
eğitimleri Boğaziçi Üniversitesi’nde tekrarlandı.<br />
ASPEG Ankara Toplantısı<br />
16 Ocak’ta Ankaralı Aspeg’liler Ceyhun’un evinde<br />
bir araya geldiler. Gece boyunca yeni yılda<br />
yapılacak projeler, geziler ve çalışmalar ile ilgili<br />
programlar yapıldı, sohbet edildi.<br />
Mağara Oluşumu ve Jeolojisi Eğitimi<br />
29 Ocak tarihinde Ali Yamaç, 4 yeni üyemize daha<br />
1. Düzey eğitimi verdi.<br />
Mağarada Güvenlik ve Harita çizim<br />
Eğitimleri<br />
31 Ocak Pazar günü 15 kişinin katılımı ile Metin<br />
Albükrek ve Murat Eğrikavuk'tan “Mağarada<br />
Güvenlik ve Mağarada Ölçüm” eğitimi<br />
aldık. Eğitimin katılımı yüksek, sohbeti boldu.<br />
Haritalama eğitimine geçemeden günü bitirdik. En<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 3
Speleokültür<br />
ÉDOUARD-ALFRED MARTEL<br />
(01 Temmuz 1859,<br />
Pontoise - 03 Haziran<br />
1938, Montbrison)<br />
Fransız bir avukat olan<br />
Édouard-Alfred Martel,<br />
modern Speleolojinin<br />
babası olarak bilinir.<br />
Mağara keşiflerinin,<br />
çalışmalarının ve<br />
belgesellerinin<br />
öncülerindendir. Onun<br />
zamanında Speleoloji bir<br />
bilim dalı olarak<br />
bilinmiyordu ve Martel’in jeolojik bir geçmişi yoktu.<br />
Bir avukat olmasına rağmen, Martel’in mesleğini<br />
çok da fazla sevdiği söylenemezdi. O, kendisini<br />
daha çok, yeraltında yeni bölgeler keşfeden bir<br />
coğrafyacı gibi hissediyordu. Martel, ülkesi<br />
Fransa’da ve birçok başka ülkede binlerce mağara<br />
keşfetmiş, mağara keşif faaliyetlerini<br />
yaygınlaştırmış, speleoloji konseptini bir bilim dalı<br />
olarak ilan etmiş ve kabul edilmesini sağlamış,<br />
hayatı boyunca geniş bir arşiv toplamış ve 1895<br />
yılında, tarihte kendini mağara bilimine adayan ilk<br />
sivil toplum örgütü olan Speleoloji Derneği’ni<br />
(Société de Spéléologie) kurmuştur.<br />
“Başlıca keşifleri arasında; Yeraltı nehri Abîme de<br />
Bramabiau’nun keşfi, Fransa (1888), Gouffre de<br />
Padirac’ın inişi ve keşfi, Fransa (1889), Marble Arch<br />
Caves’in keşfi, İrlanda (1895), Gaping Gill’in<br />
tamamlanan ilk inişi, İngiltere (1895), Mammoth<br />
Cave’e mağaranın farklı seviyelerinde barometrik<br />
saptamaları da içeren 3 günlük bir ziyaret,<br />
Kentucky (Ekim, 1912) sayılabilir.”<br />
Speleoloji üzerine birçok kitap yazmıştır<br />
(bibliyografisinde yaklaşık 1000 başlık bulunmaktadır);<br />
bunlardan en önemlileri Les Cévennes (1888)<br />
ve Les Abîmes (1894)’dir. Yüzyılın sonlarına doğru<br />
Martel’in kitapları best-seller olmakla kalmayıp, isim<br />
yapmış iyi kütüphanelerin vazgeçilmez demirbaşlarından<br />
olmuştur. Bu kitaplar günümüzde, koleksiyoncuların<br />
antikacılardan ve sahaflardan nadir<br />
olarak ele geçirebildikleri çok değerli yapıtlar olarak<br />
karşımıza çıkmaktadırlar.<br />
Martel, 1888 ve 1914 yılları arasında, Avrupa’nın<br />
yeraltı dünyasını keşfetmek amacıyla yıllık seferler<br />
düzenlemiş, kullandığı karmaşık teçhizatla,<br />
zamanının en derin çukurlarına meydan okumuş,<br />
160 metre derine inişler yapmıştır. Bu seferlerden<br />
en çok sözü edilenler şunlardır:<br />
• 27 Haziran 1888’de yeralti nehri Abîme de<br />
Bramabiau’nun keşfi. (Bu keşifte Martel,<br />
asistanları ve arkadaşlarından oluşan bir<br />
ekiple, Güney Fransa’daki Camprieu Platosu’nu<br />
Aigoual Dağı’nın eteklerinden, yeraltındaki<br />
Bonheur akıntısını takip ederek, göller ve<br />
şelaleler arasından geçen ilk mağaracı olmuştur.<br />
Martel için Bramabiau geçişi, yüzyılın<br />
sonunda en çok şaşkınlık veren bilimsel keşif<br />
lerden birisiydi. Bu keşfin tarihi, Speleoloji’nin<br />
doğum tarihi olarak da bilinmektedir.)<br />
• 1889’da Martel, Dordogne nehri yakınında<br />
bulunan Causse de Gramat Mağarasındaki<br />
etkileyici bir baca olan Gouffre de Padriac’ın<br />
100 metre derinliğindeki tabanına ilk inişini<br />
yapmıştır. (Martel ve kuzeni Gaupillat, bir<br />
yeraltı akıntısı keşfetmişler ve lastik bir botla<br />
2 km. boyunca bu akıntıda ilerlemişlerdir.)<br />
Martel, daha sonra, Gouffre de Padirac’ı satın<br />
alarak, bu mağarayı bir teşhir mağarasına<br />
(show cave) dönüştürmüştür.<br />
• 1895’de Martel’in araştırma alanları<br />
genişlemiş ve farklı ülkelerde yeni<br />
ekspedisyonlar düzenlemiştir. İrlanda ve<br />
İngiltere seyahati esnasında Kuzey<br />
İrlanda’daki Marble Arch Cave ve 110<br />
metrelik ilk inişi gerçekleştirilen Yorkshire’daki<br />
Gaping Gill’i keşfetmiştir. 110 metrelik bu<br />
inişi tarif ettiği Annual Report of the Club Alpin<br />
okumaya değerdir.<br />
1896’da Martel ve<br />
Louis Armand,<br />
Miramar’da<br />
yaşayan ve<br />
Avusturya<br />
İmparatoru Franz<br />
Joseph’in kuzeni<br />
olan Arşidük Ludwig<br />
Salvator’un<br />
davetlisi olarak<br />
gittikleri<br />
Mallorca’da,<br />
Cuevas del Drach<br />
da dahil olmak<br />
üzere, daha önce<br />
bilinmeyen mağaralar keşfetmişlerdir. Porto Christo<br />
yakınlarında ise, zamanının bilinen en büyük yeraltı<br />
gölünü keşfetmişlerdir. Coşku ve büyük şaşkınlık<br />
hallerini, yazdıkları rapor Annales büyük oranda<br />
yansıtmaktadır.<br />
• 1897’de Les Causses’in başarısız kampanyası<br />
sonrasında, Louis Armand, Martel’i Aven’e<br />
gezi düzenleme konusunda ikna etmiştir.<br />
Louis Armand bir bacadan iniş yaparak<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 4
Speleokültür<br />
zemine indiğinde, devasa bir odada, devasa<br />
sarkıtlar keşfetmiştir. Ona göre bu oda, adeta<br />
bir sarkıt ormanı gibiydi. Bu keşiften sonra, bu<br />
mağara Aven Armand olarak adlandırılmıştır.<br />
Aven Armand 1927’de halka açılarak,<br />
bölgedeki en önemli turistik aktivitelerin<br />
başında yer almış, fakat mağara ziyarete<br />
açılmadan 5 yıl önce Armand ölmüştür.<br />
• 1905’de Martel, Avrupa’nın en büyük geçidi<br />
olan Grand Canyon du Verdon’u boydan<br />
boya geçen ilk geziyi düzenlemiştir.<br />
Şimdilerde çok sık ziyaret edilen bir bölge olan<br />
bu geçidin varlığı, yüzyılın başlarında<br />
neredeyse hiç bilinmiyordu. Bu gezi bir<br />
mağara gezisi olmamakla birlikte, sulu<br />
mağara keşfi gezileri ile büyük benzerlikler<br />
göstermekteydi. Bugün, kanyondaki bir<br />
Martel’in yayınlarından bazıları şunlardır:<br />
• 1890 Les Cevennes. Delagrave Paris, s.400.<br />
• 1894 Les Abimes. Delagrave Paris, s.580.<br />
• 1895 Le Massif de la Bernina. Orell, Zürich, s.200.<br />
• 1897 Irlande et Cavernes anglaises, Delagrave Paris, s.400<br />
• 1899 Le Trayas et L'Esterel, Delagrave Paris, s.80.<br />
• 1900 La Speleologie, Carre et Naud, Paris, s.125.<br />
• 1901 Le Gouffre de Padirac, Delagrave Paris, s.180.<br />
• 1903 La Photographie Souterraine, Gauthier-Villars Paris,<br />
s.70.<br />
• 1905 La Speleologie aux XXe Siecle,Hermann Paris, s.810.<br />
• 1906 L' Eau, Baillere Paris, s.486.<br />
• 1908 L'Evolution Souterraine, Flammarion Paris, s.388.<br />
• 1909 La Cote d'Azur Russe, Delagrave Paris, s.423.<br />
• 1910 Cavernes et Eaux Souterraines de la Belgique (Van<br />
den Broeck, Martel et Rahir), Lamertin Bruxelles, s.1800.<br />
• 1921 Nouveau Traite des Eaux Souterraines, Doin Paris,<br />
s.840.<br />
• 1926 Causses et Gorges du Tarn, Artieres et Maury, Millau,<br />
s.512.<br />
• 1927 L'Aven Armand, Artieres et Maury, Millau, s.48.<br />
• 1928-1930 La France Ignoree (2 vol.), Delagrave Paris,<br />
s.600.<br />
• 1936 Les Grands Causses, Artieres et Maury, Millau, s.510.<br />
Çeviri ve derleme: Ceyhun ULUDAĞ<br />
patikaya O’nun anısına, Martel adı verilmiştir.<br />
Kitabı La France Ignoree (1928)’de Martel, bu<br />
beyaz su zindanındaki ilk geçiş raporunun<br />
detaylarını vermektedir.<br />
Martel, mağara gezilerini Himalaya<br />
ekspedisyonlarını andıran seferlerle organize<br />
ediyordu. Gezi ekibinde genellikle, ekspedisyonların<br />
resimlerini yapan ressam arkadaşı Lucien Rudaux<br />
ve malzemenin çoğundan sorumlu olan demirci<br />
(nalbant) arkadaşı Louis Armand bulunurdu.<br />
Bugünlerde bilinen birçok turistik mağara<br />
(Fransa’da Bramabiau, Dargilan, Padriac ve Aven<br />
Armand; Mallorca’da Cuevas del Drach; İngiltere’de<br />
cehennem çukuru olarak bilinen Gaping Gill ) Martel<br />
ve ekibi tarafından keşfedilmiştir. Martel’in<br />
raporlarını özel kılan şey ise, bu yayınlardaki sıra<br />
dışı ikonografiydi. Arşivleri binlerce fotoğraf ve<br />
çizim içermektedir. Arkadaşı Lucien Rudaux’un<br />
çizimleri gerçek birer sanat eseridir.<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 5
Yazören– Türkiye’nin 9. uzun mağarası<br />
Gülşen KÜÇÜKALİ<br />
Bilinmeyen kurallarla yönetilen bu ülkeye her<br />
girişimde, ürkütülmemesi gereken yaratıkların<br />
beklenmeyen davranışlarına saygı gösteririm.<br />
Mağara ağzındaki sinekler, dürtülmüş bir kovandan<br />
fırlayan arılar gibi havalandı. İşte birkaç<br />
tanesi ağzıma düştü. Kirpiklerim<br />
arasında çırpınan bir diğerinin<br />
sonu yakın. Bir kaç hızlı<br />
adım ve içeri attım<br />
kendimi. Karşımda<br />
Simge. Şehirde,<br />
giyilmeyi<br />
bekleyen<br />
kıyafetlerimiz,<br />
gidilecek<br />
bar-larımız,<br />
akşam<br />
yemeklerinde<br />
boğaz manzarası<br />
ve salına salına<br />
gezilecek<br />
sokaklarımız<br />
olmasına rağmen, hafta<br />
sonu buradayız. Belimize<br />
tutsun diye perlonla bağladığımız<br />
sıkı sert kumaştan tulumlarımız, ölçüm<br />
aletleri elimizde, allık yerine yüzümüzde çamurla,<br />
Yazören Mağara’sının karanlık darallarında, dünya<br />
yaratılmadan önceki durgunluğa sahip salonlarında<br />
ölçümdeyiz. Yüksekliği 50 cm olan büyük kaya<br />
kütlelerinin mengenesinde birbirimizin ancak<br />
portresini görebiliyoruz. Bizi durduran tek kuvvet,<br />
Ali Ethem’in fotoğraf çalışması. Poz vermiyoruz,<br />
bizzat işimizin başındayken fotoğraflanıyoruz. “İş”<br />
dedim ya! Kimse bana “bu senin i şin” demedi.<br />
Demediği için benim oldu. Tüm vücut ve beynimle<br />
çalıştığım bu iş maaş karşılığı, bir çift yeni pabuç ya<br />
da amirim görsün memurum ders alsın diye değil,<br />
kendim istediğim ve geldiğim için benim. Ben bir<br />
mağaracıyım. Bir cinsiyetim, milliyetim, tabiyetim<br />
ve yaptığım işten bir çıkarım yok. Bu işi yapmak<br />
için toplumca geçerli hiçbir sebebim yok.<br />
Mağaracı olduğum için buradayım, o kadar.<br />
Olaylara dönüyorum, düz bir doğrultuda<br />
anlatacağım, başlıyorum. Sanırım 150 metre kadar<br />
ölçümü ilerletmişken aldığımız sigara kokusu<br />
“ancak Ali Yamaç'ın işaretçisi olabilir” diyoruz ve de<br />
yanılmıyoruz. Mağaranın sifonla kesileceğini<br />
umduğumuz yeri, sular çekildiğinden kurumuş. Su<br />
yerine yukarıdan ekibin kalan kısmı geliyor. Ne hoş<br />
sürpriz! Sizi burada da görmeseydik bilseniz ne<br />
üzülürdük. Hasretinizle karpit alevi gibi yanar,<br />
düden suyu gibi ağlardık. Gel canım kardeşim Ali<br />
Aytan gözlerinden öpeyim. Daralda kıvrılıp benden<br />
kaçmana da anlam vermiş değilim. Ali Yamaç,<br />
üstüme gelme seni öpmeyeceğim. Ender, Simge,<br />
Ayla ve Güliz sizinle de hatıra pozu çektireceğim.<br />
İnsan dostlarıyla her zaman bir arada olamıyor<br />
canlarım. Neyse, onurlu işler ve yüksek<br />
idealler bizi bekler! Ölçüm devam etmeli…<br />
Biz<br />
ölçtükçe mağaranın sağ kolu<br />
ilerliyor, tabanla tavan arası<br />
artık 40 cm kadar. Kafamızın<br />
geçtiği her delikten gireriz.<br />
Deliyiz deliyiz hepinizi deleriz.<br />
Kaskı çoktan çıkarıp önden<br />
sürümeye başladık bile.<br />
Çarptıkça, dizlerde ince bir sızı,<br />
yola devam Ali Aytan. Batılıların<br />
“rescue” dedikleri bizde<br />
“fenayım yetişin” anlamına<br />
gelen kurtarma saatine<br />
yaklaştık. Ama isimden de<br />
anlaşılacağı gibi ekip<br />
kurtarılma konusuna<br />
pek sıcak bakmıyor.<br />
Bu sebepten<br />
"Kurtarma" diyor.<br />
Eğer bizi birinin<br />
gelip çıkarmasını<br />
bekleseydik<br />
“kurtar beni!”<br />
saati verirdik. Biz “kurtarma!”<br />
saati verdiğimiz halde dışarıda bizi<br />
bekleyen Ender ve Barbaros’u çıkışa yakın<br />
karşımızda buluyoruz. Yalnızca 45 dakika<br />
geciktiğimiz için sembolü Sn ve yumuşak bir<br />
element olan kalayla karşılanıyoruz. Kalaylanıp<br />
parladıktan sonra kurtarmaya gelen ekip<br />
çantalarımızın ve bizim yüzümüze bakmadan geri<br />
dönüyor. Şimdi içinizden veya yüksek sesle bizi<br />
şiddetle kınıyor olabilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz.<br />
Fakat mağaranın uzayıp giden darallarındaki ölçüm<br />
işleminin uzunluğunu da takdir etmenizi isterim.<br />
Kampımıza dönüyoruz. Ali Yamaç’ın yaptığı<br />
muhteşem alışverişle doymaya çalışıyoruz.<br />
Ekmeğimiz yok ama ekmek kadayıfımız var. Ali<br />
Yamaç’a, Marie Antoinette’in ruhu girmiş: “Ekmek<br />
bulamasanız ekmek kadayıfı yiyin” zihniyetinde. Bir<br />
daha Fransız Devrimi olursa görürsün sen Sn. Bşk.<br />
Yamaç. Arnavutköy'deki evinin kapısında olacağım.<br />
Evini “Özgür Mağaracılar” adına kamulaştıracağım.<br />
Neyse ki Prometheus Barbarossus ateşi yaktı.<br />
Ekibin o anda haberi yoktu ama ben şezlongumda<br />
oturmuş gizlice düşünmeye başladım (içinden<br />
“eyvah düşünmek kimlere kalmış” diye geçirenlere<br />
de teessüflerimi bildiriyorum) Budist olacaksın.<br />
Ağaç taş toprak derken kaynayıp gideceksin.<br />
Binlerce yıllık uğraşla modern medeniyetleri,<br />
teknolojiyi icat etmiş tüm değerleri elinin tersiyle<br />
iteceksin. İnsanlığa bir ters köşe yapacaksın.<br />
“Gittim ben bir daha gelmiyorum” diyeceksin. “Ben<br />
de tabiat ananın üvey evladı değilim ya aç koynunu<br />
tabiat ana ben geldim.”<br />
Sana “Dur bakalım hele derler. Bize mi<br />
öğretiyorsun, biz mi bilmiyoruz nasıl yaşanacağını.<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 6
Dünkü çocuk, akıl mı öğretiyorsun? Başka bir şey<br />
yapmak gerekseydi elbette bulurduk, senden önce<br />
yapardık sen söyleyene kadar yaşamıyor muyduk,<br />
öyle mi diyorsun? Herkesin bir işi gücü var,<br />
herkesin bir yolu yöntemi var. Bu kadar adamın<br />
düşünemediğini sen mi buldun? Nereden geldin<br />
Her mağarada yeni bir dünya arıyorum<br />
kendime. Her seferinde çıkmamız gerekiyor. Ne<br />
yeryüzünde ne de yeraltında yaşayamıyorum.<br />
Neyse galiba uyumam gerek.<br />
Ertesi gün olduğunda Ali Aytan ve Simge,<br />
bıraktığımız yerden ölçümü ilerletmeye giriyor. Ali<br />
Yamaç, Ali Ethem ve Güliz fotoğraf çalışmasında.<br />
Barbaros, Ender, ben ve Ayla her kaytaran<br />
mağaracı gibi saha araştırmasına çıkıyoruz.<br />
Hakkımızı yememeliyim. İhbar yerlerine elimizde<br />
ölçüm setleriyle gidiyoruz. Bir giriş bulsak dalıp<br />
ölçeceğiz ama bulamıyoruz. Saat üç gibi biz<br />
köylülerin ikramları ve taze köy ekmeğinin verdiği<br />
rehaveti yaşarken ekipler mağaradan çıktı. Pılımızı<br />
pırtımızı toplayıp yola koyulduk.<br />
Ölçtüğümüz yere kadar Yazören Mağarası 3496<br />
metre olmuş, daha da gider.<br />
nereye gidiyorsun? İki satır öğrendin diye herkesi<br />
cahil mi sanıyorsun, seni buraya kim soktu kim izin<br />
verdi bunları söylemene? Dışarı çıkarın şunu! Yok,<br />
ben kimseye bir şey de demedim aslında…<br />
Konuşurken gayem de yok aslında… Uzaydan<br />
gelmiş de olabilirim.<br />
Ve bu iş de burada bitmez.<br />
Ingghh!!!..Başlarım Türkiye 9.luğuna da mağarasına da....Bizim kızları çağır., ali !!!aghhh!!!<br />
(Piovarci 84)<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 7
Fotoğraflar: Ender Usuloğlu<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 8
Sürünmenin tadı...<br />
Erkin Ozan YILDIZ<br />
Sürünmenin tadı… Bir hevestir giriştik bir işe,<br />
mağaracılık demişler, speleoloji demişler. Annem<br />
babam manyaklık diyor, bense sadece işin keyfini<br />
çıkarmaya çalışıyorum.<br />
İlk mağara deneyimimdi Tuluntaş Mağarası. 16<br />
Kasım’ı 17 Kasım’a bağlayan gece ilk mağara<br />
deneyimim tamamlanmıştı…<br />
16 Kasım Pazar günü saat 17.00’da Ankara<br />
Üniversitesi önünden harekete geçecektik hepimiz.<br />
Nitekim saatin geç olmasından dolayı olayın daha da<br />
ertelenmesini istemediğimden acele ediyordum.<br />
Saat 15.00 gibi evden çıktım. Mağara öncesi<br />
alışveriş yapılacaktı. 15.20 gibi Ankara Üniversitesi<br />
önündeydim. Sınavdan çıkmış sevgili ekibimizle<br />
buluştuk, karnımızı doyurduk, alınacakları ayarladık.<br />
Saat 17.00’ı biraz geçerken buluşma yerinde olmuş<br />
sayılırdık. Sevgili eğitmenimiz Çağan abimiz de<br />
17.45 gibi geldikten sonra bir şeyler daha atıştırma<br />
ihtiyacı duyduk. Nihayet saat 18.30 sularında yola<br />
koyulmaya hazırdık. Yol olayı tam bir kabustu. 7<br />
kişiye güzelinden 2 arabamız vardı ancak mağaranın<br />
kaybolmasını (ya da bizim kaybolmamızı) hesaba<br />
katmamıştık. İncek sınırlarına gelmeden önce<br />
durakladığımız benzinlikte, Çağan-Kemal-<br />
Ahmet üçlüsünün biraları depolayıp bize<br />
almadıklarını düşünmesi Tuğçe’yi tüm yol<br />
boyunca deliye çevirmişti. Bir de üzerine<br />
yol uzadıkça, çevre yoluna girilip<br />
ç ı k ışları bulamadıkça,<br />
heyecanımızı artıran<br />
mağaracılık girişimimiz<br />
aslında bizleri daha çok<br />
heveslendirdi. Her<br />
neyse saat 10.15<br />
gibi İncek<br />
yolundaki tüm<br />
sapakları<br />
denemeye<br />
koyulmuştuk.<br />
Sevgili Çağan<br />
abimizin otoyolda<br />
ortalama 55 km/s<br />
hızla gidip araziye<br />
çıkınca 70–80’leri<br />
bulan hızı beni pek<br />
memnun etmemişti<br />
ki birkaç kere<br />
arabanın<br />
altını sürttüğümü bu<br />
anıya eklemeden<br />
edemeyeceğim.<br />
Saat 19.40 gibi Tuluntaş<br />
Mağarası’nı bulabilmiştik.<br />
Çok mutluyduk fakat mağara girişine dökülmüş olan<br />
moloz yığınları biraz üzüntü kattı bizlere. Saat 20.00<br />
idi. Hazırdık, tulumlarımızla baretlerimizle arabaları<br />
mağara girişinin çok uzak olmayacak bir yerine park<br />
edip mağaraya doğru yola koyulduk.<br />
İlk mağara girişimin bu denli daracık (sanki girmesin<br />
başkaları dercesine) olmasını hiç beklemiyordum. En<br />
azından bir kapısının olmasını beklemekteydim. O<br />
süreç içinde bana küçük bir girişin olması garip<br />
gelmişti. Dar olan bu girişi geçtikten sonra nihayet<br />
mağaranın içine ulaşmıştık. Ana galeriye çıkana<br />
kadar baslangıçta gördüğümüz güzel görüntü<br />
hevesimizi artırıyordu. Kemal ve Çağan abi bizleri<br />
mağarada bir oraya bir buraya gönderirken yeni<br />
yeni görüntüler yer ediyordu kafamızda. Örneğin,<br />
Tuğçe papillon gördü ve elbette heyecanlandı .<br />
Çok çabuk enerji kazandık. Üzerine bir de<br />
nescafelerimizi yudumladıktan sonra hayat bizim<br />
için güzeldi bu dünyada bunu fark ettik. Mola<br />
sırasında videoya çektik. Elimize hala ulaşmasa da<br />
güzel kareler dahil oldu bu video ya. Tuğçe’nin<br />
poposunu çekti Kemal örneğin, neden yaptı bunu,<br />
maksat geyik, ağrıdığını öğrendik oturduğu<br />
kısmının…Molamız bittikten sonra mağaranın diğer<br />
bir koluna devam ettik. Artık mutlak karanlık<br />
yapılacaktı. Daha önce tanıdığım bir iki mağaracı<br />
arkadaşım bahsetmişti nasıl bir şey<br />
olduğunu yaşamak bambaşkaymış. Mutlak<br />
karanlık yaptığımız yere gitmeden önce<br />
daracık, tepeden sarkıtlar inen, zemini<br />
ıslak bir yerden sürünerek<br />
ilerlemiştik. İşte orada koydum<br />
mağaracılığın adını<br />
sürünmenin tadı diye…<br />
Süründükten sonra<br />
geniş bir bölüme<br />
çıkıverdik.<br />
Kemal, Ahmet,<br />
ben, Selin ve<br />
Tuğçe biraz<br />
oturduk. Artık<br />
yapmalıydık<br />
mutlak karanlığı.<br />
Kemal’den de onay<br />
gelince herkes<br />
kapadı fenerlerini…<br />
Ne güzel bir<br />
görüntüydü diyeceğim<br />
ama ortada görüntü<br />
yok. Fakat, insanın kör<br />
olduğunu tanımlayan bir<br />
nokta mutlak karanlık.<br />
Nasıl güzel gelebilir bir<br />
insana böyle bir duygu<br />
bilemiyorum ama beynin<br />
son karesini görüyordu.<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 9
“Papillon gördüm” dedi ve Kemal’in aklına bir soru<br />
düşüverdi. “Papillon nedir Tuğçe?” Kemal,<br />
Tuğçe’nin yanına gidince gördüğü sey “papillon”<br />
değil “popcorn” idi. Tüm ekibin gülmesini sağlayan<br />
arkadaşımız Tuğçe’ye teşekkürlerimizi iletiyoruz.<br />
Saat ilerlerken ekibimizin karnı acıkmaya<br />
başlamıştı. Mola istiyorduk ama bizi dinleyen yoktu<br />
tabii ki. Eğitiliyoruz sonuçta, anlamıştık bunu hak<br />
etmemiz lazımdı önce. Yolumuzu bulmalıydık.<br />
Ancak sorun şuydu ki bizim kafamız ne kadar<br />
karışmış olsa da<br />
eğitmenlerimizin de kafası karışmıştı içerde.<br />
İnsanız hepimiz sonuçta, olur böyle şeyler. Ana<br />
galeriye geri dönebildikten sonra molamızı verdik.<br />
Saat yanlış hatırlamıyorsam 23.40 idi. Mola<br />
sırasında fark ettik ki arabada kalmıştı poğaçalar.<br />
Acıkmıştım, yiyecek tek şey birkaç parça çikolata<br />
idi. Garip bir duygu sardı içimi, sanırım açlık<br />
duygusu. Ama yine de çikolata hepsinden iyiymi ş.<br />
Çağan abi, Sarp’ın ufacık bir sakatlığından dolayı<br />
onunla beraber kalmıştı ve mutlak karanlıkta onlar<br />
yoktu. Geri döndük onların yanına. Çağan abi de<br />
mutlak karanlık yapmak istedi ki o böyle şeylerin<br />
hep beraberken yapılmasından yana. Biz yapmıştık<br />
ama yapmamış görünmek zorundaydık. Aaa ne<br />
kadar garip, vay anasını gibi tepkiler geldi<br />
bizlerden. N’apalım orada da beraberdik yapmıştık.<br />
Mutlak karanlığı “beynin bug’ı” olarak<br />
tanımlamıştım Çağan abi’nin yanında. Bu iki sözcük<br />
benim bu anıyı yazmama sebep olmuştu.<br />
Artık saat 00.10 olmuştu. Çıkmalıydık mağaradan,<br />
vakit dolmuştu. Yorulmamıştım hiç bu 4 saatlik<br />
süre diliminde. Sadece açlık duygusuna biraz yenik<br />
düşmüştüm, nescafe ve<br />
çikolata durumu kurtarmıştı. Saat 00.30 idi,<br />
bizler çıkmıştık ilk mağaramızdan. Çok mutluyduk<br />
ve bu işe devam edebilmek için daha da çaba<br />
harcamamız gerektiğinin farkına varmıştık. Çıkışta<br />
bizleri bir sürpriz bekliyormuş.<br />
Kemal bize köpüreceksiniz diyordu çıkarken.<br />
Anlamamıştık başta ne demeye çalıştığını, çıkınca<br />
gördük. Herkese birer bira çıkmıştı arabaların<br />
önünde. Bizim keyifler artık tavan yapmıştı. Hava<br />
soğumuştu iyice. Arabaları bıraktık, dört buçuk<br />
saat geçti, arabaların yanına gelince bembeyaz<br />
olmuştu arabalar, kırağı tutmuştu. Biralarımızı<br />
yudumladık, muhabbete devam ettik. Gitmemiz<br />
için üzerimizi değiştirmekten başka bir işimiz<br />
kalmamıştı. Yolumuzu da biliyorduk bu kez<br />
kaybolmak ayıp olurdu bizlere.<br />
Saat 2’yi geçerek ilk buluşma noktamıza geri<br />
dönmüştük. Biraz daha muhabbet açıldı kısa bir<br />
süreliğine ve ondan sonra dağıldık. Grup içinde<br />
bizim üzerimizde emeği geçen herkese<br />
teşekkürlerimi buradan iletmek istiyorum…<br />
Fotoğraflar: Çağan Çankırılı<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 10
Bilgi Kırıntıları<br />
Pardon siz “gerçek” kuzey mi<br />
arıyorsunuz?<br />
varsayıp çalışabilirsiniz.<br />
Ama çok hassas çalışacağım diyorsanız<br />
bulunduğunuz bölgenin ilgilendiğiniz tarihteki<br />
Elinizdeki mıknatıslı pusula ile “gerçek” kuzeye<br />
gidemeyeceğinizi biliyor muydunuz? Mıknatıslı<br />
pusulanın gösterdiği manyetik kuzey ile gerçek<br />
coğrafi kuzey yönü aynı değildir.<br />
Gerçek kuzey, kuzey kutbunda sonlanan coğrafi<br />
meridyenlerin belirlediği yöndür. Haritalar bu<br />
coğrafi kuzeye göre çizilir.<br />
Manyetik kuzey ise dünyanın manyetik etkisiyle<br />
yön gösteren pusulaların gösterdiği kuzeydir.<br />
Manyetik deklinasyon adı verilen bu fark, dünyanın<br />
derinliklerinde magma akışındaki düzensizliklerden<br />
ve bazen de kabuktaki maden yataklarının<br />
etkisinden kaynaklanabilir. Dolayısıyla değeri gerek<br />
bölgeden bölgeye gerekse zaman içinde değişiklik<br />
göstermektedir.<br />
Peki bu bizi neden ilgilendirsin? Mağara<br />
haritalarında yön okunun yanında gördüğünüz “m”<br />
işareti manyetik kuzey anlamına gelmektedir. Bir<br />
mağara haritasını alıp da coğrafi bir harita üzerine<br />
ya da uydu görüntüleri üzerine oturtmak<br />
istediğinizde, kuzeyler arasındaki farktan dolayı<br />
yanlış sonuç elde edersiniz. Bu hatayı düzeltmek<br />
için mağara ölçümlemesini yaptığınız tarihte o<br />
bölgedeki manyetik deklinasyon değerine<br />
ihtiyacınız olacak.<br />
Bölgenin coğrafi haritasında 4°05'E 2005 (1'E)<br />
şeklinde bir ifade görürseniz, bundan şu bilgileri<br />
çıkarabilirsiniz: 2005 yılında yapılan ölçümde bu<br />
bölge için sapma, doğuya doğru 4 derece 5 dakika<br />
olarak bulunmuş, ayrıca bu tarihten sonraki her yıl<br />
için bu değeri doğuya doğru 1 dakika kayıyor.<br />
manyetik deklinasyonunu öğrenebileceğiniz çeşitli<br />
internet siteleri var<br />
Göbekten bağlanma<br />
Aşağıdaki düğümün klasik sekizliye göre çeşitli<br />
avantajları var. Literatüre göre dayanma gücü<br />
sekizliden daha fazla. Çok daha az ip yiyor. Ayrıca<br />
karabini sıkı sıkıya boğduğu için karabin serbestçe<br />
dönemiyor, elinizi her attığınızda doğru yönde<br />
buluyorsunuz<br />
Örneğin 2009 senesindeki gerçek kuzey ile<br />
manyetik kuzey farkı bu bölgede 4 derece 9 dakika<br />
olur. Dolayısıyla bu örnekte mağara haritasını<br />
coğrafi haritaya ya da uydu görüntüsüne<br />
oturtmadan önce 4 derece 9 dakika batıya (saatin<br />
tersi yönüne) çevirmemiz gerekiyor.<br />
Aslında biz şanslıyız. Örneğin manyetik deklinasyon<br />
ABD'de bölgeye göre -20...+10 derece kadar<br />
farklılıklar görülebilirken, Türkiye'de bölgesel olarak<br />
yaklaşık +3.5...4.5 gibi dar bir aralıkta değişiyor<br />
(artı değerler doğu yönüne sapmayı, eksi değerler<br />
batı yönüne sapmayı gösterir), senelik kaymalar da<br />
önemli miktarda değil. Yani çok hassas çalışma<br />
gereksiniminiz yoksa yaklaşık 4 derece sapma<br />
Bilgiyi Paylaşan: Murat EĞRİKAVUK<br />
* Bilginin yanlış olduğunu düşünüyorsanız veya bizimle ilginç bir bilgiyi paylaşmak isterseniz; info@aspeg-tr.org<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 11
Biliyor muydunuz?<br />
DESANDÖR (İNDİRİCİ) AŞINMASI !!!<br />
Uzun süreli kullanımdan sonra desandörün<br />
makaraları aşınır ve resimde görülen hale gelirler.<br />
Her ne kadar bu makaralar tek tek satılıyorsa da,<br />
hiçbir firma alınıp değiştirilmelerini tavsiye<br />
etmemektedir. Sebebi ise, makaraların takıldıkları<br />
somunları bir defa söktükten sonra yeterince<br />
kuvvetli sıkamama riskidir. İmalat sırasında<br />
yüksek torklu elektrikli anahtarla sıkılan bu<br />
somunları sizin aynı kuvvetle sıkmanız mümkün<br />
değildir. Desandörün altındaki makaraya somunun<br />
açılma yönünde hareket bindiği için, değiştirdiğiniz<br />
makarayı bir iniş sırasında sizden uzaklaşmış,<br />
havada uçuyor görme olasılığınız vardır.<br />
Kıssadan hisse: En pahalı şey<br />
yaşamınızdır. Onu hiçbir fiyatla<br />
pazarlık konusu haline getirmeyin.<br />
Fotoğraf: Ceyhun Uludağ<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 12
Yaşadıklarımız<br />
ASPEG Genel Kurulu tamamlandı<br />
Nerede yahu bu mağara ?<br />
Murat Eğri bot kızartma<br />
Burası neresi, bizim burada ne işimiz var?<br />
Sandalye altı Daral<br />
Volkan üstü Cansu<br />
Haşema üstü Havlu<br />
Foseptik Şebeke Tespiti<br />
Bir az şekerli Kızım !!<br />
Kampa bahar geldi !!<br />
Çayda Çıra<br />
Fotoğraflar: Ender, Emine, Ludmilla<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 13
Speleosanat<br />
Sahibinin Sesinden....<br />
Şarkıyı dinlemek için tıklayın.<br />
http://www.facebook.com/video/video.php?v=26917313164&oid=27616913575<br />
KIZLAR ŞARKINIZI<br />
SÖYLEYİN DE<br />
BİZİ BU AYI’DAN<br />
KURTARIN !!!<br />
İMDAT !!! PARDON<br />
RESCUE !!!<br />
ASPEG’in Bülbülleri: Gülşen Küçükali, Ayla Titiz<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 14
İlk Mağara Deneyimi<br />
Ludmilla BÜYÜM<br />
Ömer sayesinde<br />
aşırı sıcak geçen<br />
gecenin ardından<br />
sabah 8'de<br />
uyandık. Sıkı bir<br />
kahvaltı... Herkes<br />
neşeli, ben biraz<br />
gergin; grupta<br />
mağara deneyimi<br />
olmayan tek kişi<br />
benim. İkinci<br />
grupta, Ali ve<br />
Sinan'la birlikte<br />
henüz ölçülmemiş<br />
bölüme gireceğiz.<br />
Birinci grup,<br />
Emine, Murat ve<br />
Engin, bir gezi<br />
önce çizilen haritadaki emin olamadıkları bölümleri<br />
tekrar gözden geçirecekler. Gülşen ve Cem ise<br />
ihbarları araştırmaya gidecekler. 9:15'te üç araba<br />
yola çıkıyoruz. Yolda jandarmada durup mağaraya<br />
gireceğimizi söylüyor ve kapıya kadar uğurlanıyoruz.<br />
Mağaraya vardığımızda, yamacın ortalama 50.<br />
metresindeki iki "deliğin" giriş olduğunu<br />
öğreniyorum. Tırmanmamız gerekecekmiş! Neyse ki<br />
tuluma sığdım, içimde Emine'nin uyarısıyla aldığım<br />
termal giysiler olduğu halde, dizlikleri tulumun<br />
dışına, kırmızı bulaşık eldivenlerini -kırmızı<br />
çizmelerim ve kaskımla uyumlu- elime geçirdim.<br />
Hava yumuşacık, manzara şahane... Sanki<br />
hazırım...<br />
Tırmanıp mağaranın girişine geldiğimizde bende<br />
gerginlikten eser kalmıyor. Atla deve bir tırmanış<br />
tabii ki değil ama bunu becerdiysem sanki içerde de<br />
fazla zorluk çıkarmayacağımı düşünüyorum.<br />
Kafa lambalarımızı yakıp içeri dalıyoruz. Birinci<br />
gruptan kısa sürede ayrılıp önde ben, arkamda<br />
Sinan ve onun arkasında Ali sürünerek, eğilerek,<br />
arasıra yürüyerek, arada gördüğümüz yarasaları<br />
ürkütmeden, ana galeriye geliyoruz. Daracık<br />
deliklerden<br />
geçebildiğime<br />
inanamıyorum.<br />
Dizlikler<br />
gerçekten çok<br />
işe yarıyor, bir<br />
de dirseklik<br />
olsa diyorum<br />
kendi kendime.<br />
Pusula ve klino<br />
Sinan'da,<br />
metre bende,<br />
not alma ve<br />
direktif verme<br />
işi Ali'de.<br />
Çalışmaya<br />
başlıyoruz.<br />
Daracık<br />
alanlarda bir de sarkıtlara dikitlere dikkat etmem<br />
gerekiyor... Birçok kol var. Kollarda ilerlerken Ali'nin<br />
yön duygusu beni şaşırtıyor. Yanımda olmasalar geri<br />
dönmem mümkün değil.<br />
Şeker gibi bir ekibiz; Sinan ölçüm alırken<br />
kıpırdamamamı söylüyor ve her defasında teşekkür<br />
ediyor, çok şirin. Ali benden memnun gibi hiç<br />
azarlamıyor... Zorluk çıkarmıyorum sanırım. Keyfim<br />
yerinde. Üşümüyorum. Arada dizlikler aşağı yukarı<br />
kayıyor ve dizlerim acıyor ama dert etmiyorum. İki<br />
noktaya merdiven döşüyor ve birine Sinan'ı<br />
indiriyoruz. Ben 1 saattir içerde olduğumuzu<br />
düşünürken 3 saatin geçtiğine inanamıyorum.<br />
Yemek molasında cevizli sucukları mideye indirip 2-<br />
2.5 saat daha çalışıyoruz. Bu günlük ölçümü<br />
tamamlayıp ana galeriden çıkışa ilerlerken öbür<br />
ekibin sesleri duyuluyor. Yanlarına gidiyoruz. Emine<br />
ve Engin 7 metrelik çukurun dibinde, Murat<br />
yukarda. Emine aşağıdan seslenip çantada kahve<br />
olduğunu, kahveyi alıp inmemizi söylüyor. Murat ve<br />
Ali, emniyet alınarak merdivenden inebileceğimi<br />
düşünüyorlar. Biraz ağır ama inmeyi beceriyorum ve<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 15
Biz 200 metre kadar bir alan ölçtük ve tüm bu süre<br />
aslında birbirimizin altında üstünde dolanıp<br />
durmuşuz. Gerçekten inanılmaz. Sinan'ı, Murat ve<br />
Engin'le bırakıp, Emine ve Ali'yle saat 16:00'da Paşa<br />
Konağı'na doğru yollanıyoruz, üstümüzde tatlı bir<br />
yorgunluk...<br />
Not : "Mutlak Karanlık"ı burada anlatmıyorum, o<br />
ayrı bir yazı konusu...<br />
Fotoğraflar: Emine Azak, Ludmilla Büyüm, Sinan<br />
Poyraz, Engin Selamsız<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 16
Temirözü<br />
Özge ÇELİKKOL<br />
Sabahın beşinde uyanmak kimin hoşuna gider<br />
bilmem ama sanırım hepimiz o gün<br />
kalktığımızda yapacağımız iş yüzünden oldukça<br />
heyecanlıydık. Ondört kişilik bir grup ve çoğumuz<br />
daha çömez olma yollarından geçiyoruz. Mağaraya<br />
girmeden önce uykumuzun yerinde olması<br />
gerekiyor. Ancak şartlar kimimizi tulumda kimimizi<br />
(şanslı olanı tabi ki) yatakta yatmak zorunda<br />
bırakmıştı.Gece yatmadan önce teorik<br />
bilgilerimizi tazelemek gerekiyordu. Sütten ağzı<br />
yanıp da yoğurdu üfleyerek yiyenler bizim gibi<br />
oluyor sanırım. Beşte kalkmıştık,heyecanlı ve<br />
meraklıydık bir de üstüne gitmememiz gereken o<br />
kadar yol vardı.<br />
Hepimiz arabalara ayrılıp mağaradan sonra<br />
yiyeceğimiz sucukların hayalini kurarak yine düştük<br />
yollara. Hava durumuna bakmamıştım, nasıl bir<br />
havanın bizi beklediğini bilmiyordum ama o kadar<br />
yoğun bir sis beklemiyordum. Hayatında ilk kez sis<br />
görmüş biri olarak önce çok güzel, büyüleyici bir şey<br />
gibi gelmişti bu garip duman. Ama sonra bir korku<br />
aldı. Zaten hepimizin uykusunu getiriyordu sis, bir<br />
de 100 metre ilerisini görememek. Hele bir de araba<br />
yolculuğunda. Şanstan mıdır bilinmez tam göz<br />
kapaklarıma yenik düşerken, gözlerimizin önündeki<br />
o sis perdesi dağıldı. Her şey açık, berrak oldu.<br />
Gökyüzüyse bizimle dalga geçer gibi masmaviydi.<br />
Sis yüzünden yolu mu karıştırdık derken<br />
Haymana’ya varmıştık bile.<br />
duymuştum ama yaşamak nasip olmamıştı. Bizleri<br />
define avcısı gibi gördüklerinden olsa gerek,<br />
caydırmak için ağızdan ağıza dolaşan söylentiler bu<br />
mağara için de varmış meğerse. Yok efendim içeri<br />
giren çıkamıyormuş da falan falan… Yine de<br />
bilmediğimiz bir mağaraya girmeden önce bunları<br />
duymamış olmamız grubun biz şanslı<br />
çömezleri için iyi olmuştu.<br />
Biraz offroad dağ tepe taş toprak edasıyla aşarak<br />
mağaranın önüne geldik. Kahvaltı yapmış olmamıza<br />
rağmen yarım ekmeği afiyetle götürdükten sonra ilk<br />
grup içeriye girsin diye bekledik. İkinci mağaramız<br />
alıştık biraz da olsa mağaracılık kavramına. Ama<br />
benim için pek öyle değilmiş anladım. Yine el ayak<br />
titremelerdeydi mağaraya doğru ilerlerken. Hele bir<br />
de mağaranın girişine ulaşmak için tırmanmak<br />
gerekirken. İnsan bilmediği şeyi çok fazla abartıyor<br />
kafasında. O tırmanış için öyle oldu. Korka korka<br />
ilerlerken Kemal sayesinde iş daha bir eğlenceli hale<br />
geldi. Her nerden aklımıza estiyse (Kemal yüzünden<br />
=)) kolay yol yerine epeyce dik olan yolu seçtik<br />
Kemal’le ikimiz. Bir de tuttuğun yer sağlam<br />
olmayınca epey çaba harcamak gerekiyordu.<br />
Sonunda güç bela tepeye ulaştığımızda bende pek<br />
güç kuvvet kalmamıştı. Nefes nefese vardım ki<br />
tepeye baktım, bizim geri kalanlar oturmuş şanslı<br />
Egemen beye karpitini yakmakta yardım ediyorlar<br />
(çömezlerden elinde karpit olan bir tek Egemen’di).<br />
Dinlendik ettik derken yine bulduk kendimizi bir<br />
mağarada.<br />
İlk kez halkın mağaracılara ne gözle baktığını<br />
Haymana’da anladım. İlk izlenim zaten pek güzel<br />
değildi. Kızlı erkekli bir grup hoplaya zıplaya bir<br />
ilçenin sokaklarında dolaşıyor. Mağaracı olduğumuzu<br />
öğrenmelerine bile gerek kalmamıştı. Hepimiz<br />
jandarmadaki iş hallolsun da gidelim girelim<br />
mağaraya diye bakarken, jandarmada hala neden<br />
olduğuna akıl sır erdiremediğim bir problem çıktı.<br />
Biz de bu sayede kahvaltı yapma şansı yakaladık.<br />
Cansu ve Durmuş kaymakamda iznimizi koparmaya<br />
çalışırken biz yurdumun bir pastanesinde poğaçamızı<br />
yiyip çay keyfi yaptık. Ama sonunda ve nihayet<br />
Temirözü Köyü yolları açılmıştı önümüzde.<br />
Üç arabayla seyahat etmenin cilvesinden olacak<br />
ufak tefek kaybolmalar yaşadık. Herkes birbirini<br />
bulmakla uğraşırken ben boş bir çabayla dağlara<br />
tepelere bakıp “acaba burda mıdır ki mağara” diye<br />
zaman geçiriyordum. Sonunda tüm kopmalarla<br />
aramalar bitti ve hedefimize ulaştık. Ulaştık<br />
ulaşmasına ama makus kaderim yakamı bırakacak<br />
gibi değildi. Herkesin “anam ne şeker şey” diye<br />
baktığı ama benim hayati tehlike olarak gördüğüm<br />
bacağım kadar köpecikler yine oradaydı. Yine de<br />
ben şanslı olanlardanmışım. Mağaradan çıktıktan<br />
sonra öğrendiğime göre bir çoban bizim arkadaşları<br />
epey bir korkutmuş. Böyle hikayeleri daha önce<br />
Daha zor düşünmüştüm. Ama içimde hep kolay<br />
olsun diye bir umut vardı.T emirözü ise ikisinin tam<br />
ortasında bir yerlerdeydi. Tırmanlamalı inmeli,<br />
öğrendiğimiz ama uygulama şansı bulamadığımız bir<br />
çok tekniği kullanabileceğimiz guano ve çamurdan<br />
kaydırak gibi olmuş bir mağara…<br />
Başta yaptıklarımız azıcık korkunç geldi gözümüze.<br />
Sonuçta hepimiz çömezdik ve bilsek de pratik<br />
yapmamıştık. Ama yine de başımızın çaresine<br />
baktık. (En azından sıkışan yaralanan düşen kalkan<br />
olmadı =))<br />
Temirözü sakinleri bizim hayrımıza yapmamıştı ama<br />
izlenecek yolun üstüne ip gererek bize epeyce<br />
yardımcı oldular. Liderlerimiz biliyorlar yolu elbette<br />
ki, ama bizler de mağaracı adayları olarak yolumuzu<br />
bulmak durumundaydık mağarada. Çatlaklar tepeler<br />
aşarken böcekler görüyordum etrafta (daha yarasa<br />
görmeye nail olamamıştım) ama ne türünü<br />
bildiğimden ne de anladığımda sadece gördüm<br />
demekle yetiniyordum. Ama böcekler konusunda<br />
Erkin’in büyük yardımı oldu. Erkin’in gördüğü böcek<br />
Çağan’ı epey bir heyecanlandırmıştı. Sanırım ve<br />
umarım ufak bir akrep türü olan bir böcek buldular.<br />
Eeee, mağaracılık gezip görmek eğlenmek değil<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 17
sadece. İşin bir de bilim yüzü var. Ama böcekler<br />
boylarına bakmadan Çağan’a kafa tuttular. Çağan<br />
duvara yapışıp haklarından gelmeyi bildi neyse ki.<br />
Mağarada ilerlerken bizden önceki grubun seslerini<br />
duyuyorduk. Ama ben hala ne kadar uzaklıkta<br />
olduklarını çözememiş karşılaşacağımız zamanı<br />
bekliyordum. Ama yarasalar bir anda dikkatimi diğer<br />
gruptan içimdeki korkuya çekti.O ana kadar o kadar<br />
fazla umursamamıştım onları. Bu rahatlığım bir<br />
yerlerde var olduklarını bilmeme rağmen daha<br />
görmemiş olmamdandı. Ama ilk gruba yetişmeden o<br />
salonda tepe aşağı durmuş karaltıları görünce aklım<br />
başımdan gitti. Dişimi sıka sıka da olsa oradan<br />
ayrılıp yolumuzun sonuna vardık. Mağaranın<br />
alanda verdik molayı. Bazımız dinlenirken<br />
bazımız fotoğrafların çekilmesine ışıklarıyla yardım<br />
etti. Böylece bulup da anlayamadığımız yazıtı da bir<br />
fotoğraf karesinde de olsa mağara dışına taşımış<br />
olduk. Biz fotoğraf çekmekle uğraşırken buldukları<br />
her deliğe girdikleri ve araştırdıkları için geride kalan<br />
diğer arkadaşlar bizi yakaladı ve o küçücük yerde<br />
ondört kişi olduk birden. Tabi ki fotoğraf makinesi<br />
çıkmışken birkaç poz verdik =)<br />
Dönüş yolu eğlenceli ve daha kolaydı belki ama çok<br />
yorulmuştuk hepimiz de. Bense artık yorgunluktan<br />
sürekli çevremde dönüp duran, yerlerde (aslında hiç<br />
benzemese de benim öyle olduğunu<br />
sonunda bir iniş vardı.Y ani biz çömezlerin<br />
yapamayacağı türden bir iş. Bizden önceki grup da<br />
orada oturmuş Durmuş’un aşağıdan gelmesini<br />
bekliyordu. Biz de yanlarına oturup biraz yiyip içip<br />
gücümüzü toplayarak ve kısık sesle konuşarak<br />
(yarasa arkadaşlar uyanmasın diye) Durmuş’u<br />
beklemeye başladık. Durmuş’u iple yukarıya<br />
çıkarken görünce, mağaracılığı ne kadar sevdiğimi,<br />
daha bir mağaradan çıkmadan diğerini nasıl dört<br />
gözle beklediğimi daha da iyi anladım. Sanırım<br />
orada otururken hepimizin düşündüğü aşağı yukarı<br />
böyleydi. Onlar gitti bizse beklemeye devam ettik.<br />
Arada iki eleman değişimi yaşamıştık. Ve sonunda<br />
gruptaki tek kız olma durumum sona ermişti.<br />
Dönüş yolu daha da bir eğlenceliydi. Yorgunduk<br />
belki ama nereye gideceğimizi, nasıl geçeceğimizi<br />
biliyorduk artık. Orası da bizim mağaramız olmuştu.<br />
Dönerken, gidişte rastlamadığımız belki de<br />
dikkatimizden kaçan bir şey epeyce bir vaktimizi<br />
aldı. Yazıları çok zor okunan bir yazıt. Belki de<br />
mağaranın en zevkli anlarından biriydi. Daha önce<br />
görülmüş üzerinde tartışma yapılmış da olsa, birşeyi<br />
bulmanın heyecanını yaşadık. Oturup bir çok öykü<br />
yazdık yazıt üzerine. Belki bilemedik hatta yakınına<br />
bile yaklaşamadık ama bilmediğimiz birşeyi<br />
öğrenme araştırma heyecanın ilk kez olarak yaşadık.<br />
Bir sonraki molamızsa fotoğraf içindi.<br />
Yazıtın hemen biraz ilerisinde görece geniş bir<br />
düşündüğüm) ölü yatan yarasalar görmeye<br />
başlamıştım. Çıkmadan önce yine bir fotoğraf<br />
çektikten sonra zaman mağaraya veda zamanıydı.<br />
Mağaradan çıktığımızda içimizde kalan tek şey o<br />
böcekti heralde. Mağaranın çıkışına yakın bir yerde<br />
Çağan (daha girerken gördüğü) fotoğraf çekeceği<br />
yeri ararken bir böcek gördü. Ben böyle böcek<br />
görmedim göremem de. Böyle zeki (zeki demek<br />
doğruysa tabi), böyle kıvrak…Yakalayamadık. Belki<br />
de böyle olması gerekiyordu. Bize yakalanmamak<br />
için yaptığı onca akrobasiden sonra.<br />
Çıkış mı zordur iniş mi bilmem ama mağaraya<br />
çıkarken izlediğimiz yolu gece karanlığında görmek<br />
pek de iç açıcı bir şey değildi. Zifiri karanlık, aşağısı<br />
görünmeyen bir tepe… Kendimizi yollara vurmadan<br />
önce Cansu’ya uyup şöyle bir tepeye baktık.<br />
Yıldızlar... Milyonlarcası... Bu kadar yakın ve bu<br />
kadar uzak... Tam da Tuğçe’nin dediği gibi<br />
“uzansam tutabileceğim sanki”. Gözümüzü kararttık.<br />
Aşağıda bizi bekleyen sucukları düşünüp vurduk<br />
kendimizi yollara. En güzel uyku uykuluyken<br />
uyunan, en güzel yemek açken yenilendir. Ne o<br />
sucuk kadar güzel yemek vardı, ne de<br />
döndüğümüzde uyuduğumuz uyku gibi uyku.<br />
Fotoğraflar: Çağan Çankırılı<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 18
Enteresannn...<br />
“İbrahim, şu ipi tut, ben iniyorum” operasyonunun sonucu aşağıda. Dikkat çekici olan öbür nokta ise,<br />
gazetecilere açıklama yapan köylülerden birisinin “Buralarda define olsa önce biz buluruz” açıklaması.<br />
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 19
ASPEG <strong>Cadı</strong> <strong>Kazanı</strong> Ocak Şubat 2009 Sayfa 20