DERNEKLERİN ÜLKE EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
DERNEKLERİN ÜLKE EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
DERNEKLERİN ÜLKE EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
T.C<br />
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI<br />
DERNEKLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> <strong>ÜLKE</strong><br />
<strong>EKONOMİSİNDEKİ</strong> <strong>YERİ</strong> <strong>VE</strong><br />
<strong>ÖNEMİ</strong><br />
DENETÇİLİK TEZİ<br />
Murat ŞAH<br />
DERNEKLER DENETÇİ YARDIMCISI<br />
ANKARA 2008
İÇİNDEKİLER<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> <strong>ÜLKE</strong> <strong>EKONOMİSİNDEKİ</strong> <strong>YERİ</strong> <strong>VE</strong> <strong>ÖNEMİ</strong> ............................... 1<br />
ÖZET .................................................................................................................... 1<br />
GİRİŞ .................................................................................................................... 2<br />
1. BÖLÜM ............................................................................................................. 3<br />
1. SİVİL TOPLUM <strong>VE</strong> DERNEKLER ..................................................................... 3<br />
1.1 Batıda Sivil Toplumun Tarihsel Gelişimi ...................................................... 4<br />
1.2 Türkiye’de Sivil Toplumun Tarihsel Gelişimi ................................................ 9<br />
1.2.1 Osmanlı Devleti’nde Sivil Toplum ......................................................... 9<br />
1.2.2 Cumhuriyet Dönemi: Yeni Aktörlerin Ortaya Çıkışı ............................. 11<br />
1.2.3 Neoliberal Politikalar ........................................................................... 12<br />
1.2.4 Habitat Konferansı 1996 ..................................................................... 13<br />
1.2.5 Marmara Depremi 1999 ...................................................................... 14<br />
1.2.6 AB Adaylık Süreci ............................................................................... 15<br />
2. BÖLÜM ........................................................................................................ 17<br />
2. DERNEKLER <strong>VE</strong> EKONOMİ .......................................................................... 17<br />
2.1 <strong>DERNEKLERİN</strong> EKONOMİDEKİ <strong>YERİ</strong> ......................................................... 18<br />
2.1.1 Derneklerin Finansal Büyüklüğü ............................................................. 19<br />
2.1.2 Derneklerin GSMH İçerisindeki Yeri ....................................................... 20<br />
2.1.3 Derneklerin Ekonomideki İstihdam İçerisindeki Payı .............................. 37<br />
3. BÖLÜM ........................................................................................................ 49<br />
3.1 <strong>DERNEKLERİN</strong> <strong>ÜLKE</strong> <strong>EKONOMİSİNDEKİ</strong> <strong>ÖNEMİ</strong> ..................................... 49<br />
3.1.1 YOKSULLUK, GELİR DAĞILIMI <strong>VE</strong> <strong>DERNEKLERİN</strong> ETKİSİ ................ 49<br />
3.1.1.1 Yoksulluk ............................................................................................. 49<br />
3.1.1.1.1 Yoksulluk Nedir? ........................................................................... 50<br />
3.1.1.1.2 Türkiye’de Yoksulluk ..................................................................... 51<br />
3.1.1.1.3 Yoksulluğun Nedenleri .................................................................. 52<br />
3.1.1.2 Gelir Dağılımı ...................................................................................... 53<br />
3.1.1.2.1 Gelir Dağılımının Tanımlanması ................................................... 53<br />
3.1.1.2.2 Kişisel Gelir Dağılımında Eşitsizliğin Ölçülmesi ............................ 56<br />
3.1.1.2.3 Kişisel Gelir Dağılımında Adaletsizliğin Nedenleri ........................ 56<br />
3.1.1.2.4 Kişisel Gelir Dağılımının Önemi .................................................... 57<br />
3.1.1.2.5 Türkiye’de Gelir Dağılımı .............................................................. 58<br />
3.1.1.3 Derneklerin Yoksulluk ve Gelir Dağılımının Düzeltilmesine Etkisi ....... 59<br />
3.1.2. İSTİHDAM, İŞSİZLİK <strong>VE</strong> DERNEKLER ................................................ 63<br />
3.1.2.1. İstihdam ve İstihdamla İlgili Kavramlar ............................................... 63<br />
3.1.2.2. İşsizlik ve İşsizlik Türleri ..................................................................... 65<br />
3.1.2.2.1 İşsizlik ve İşsizliğin Sakıncaları ..................................................... 65<br />
3.1.2.2.2 İşsizlik Türleri ................................................................................ 66<br />
3.1.2.3 Derneklerin İstihdam ve İşsizliğe etkisi ................................................ 72<br />
3.1.3 ENFLASYON <strong>VE</strong> <strong>DERNEKLERİN</strong> ETKİSİ ............................................. 75<br />
3.1.3.1 Enflasyon ............................................................................................. 75<br />
3.1.3.1.1 Enflasyonun Tanımı ...................................................................... 75<br />
3.1.3.1.2 Fiyatların Artış Oranına Göre Enflasyon Türleri ............................ 75<br />
3.1.3.1.3 Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri .............................................. 76<br />
II
3.1.3.1.4 Gelişmekte Olan Ülkeler ve Yapısal Enflasyon ............................. 77<br />
3.1.3.1.5 Enflasyonun Etkileri ...................................................................... 78<br />
3.1.3.2 Derneklerin Enflasyona Etkileri ............................................................ 79<br />
3.1.4 EKONOMİK KALKINMA <strong>VE</strong> DERNEKLER ............................................ 81<br />
3.1.4.1. Ekonomik Kalkınma ............................................................................ 81<br />
3.1.4.1.1 Ekonomik Kalkınma ve Büyüme ................................................... 81<br />
3.1.4.1.2 Gelişmekte Olan Ülkeler ve Ekonomik Kalkınma .......................... 82<br />
3.1.4.1.3 Gelişmekte Olan Ülkelerde İktisadi Kalkınmayı Engelleyen<br />
Faktörler....................................................................................................... 85<br />
3.1.4.2 Derneklerin Ekonomik Kalkınmaya Etkisi ............................................ 90<br />
SONUÇ ............................................................................................................... 93<br />
III
TABLOLAR<br />
TABLO-1 Derneklerin Finansal Büyüklüğü<br />
TABLO-2 Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşların GSMH İçerisindeki Payı<br />
TABLO-3 2004 Yılında Derneklerin Harcamalar Toplamı<br />
TABLO-4 2004 Yılında Derneklerin GSMH İçerisindeki Payı<br />
TABLO-5 2005 Yılında Derneklerin Harcamalar Toplamı<br />
TABLO-6 2005 Yılında Derneklerin GSMH İçerisindeki Payı<br />
TABLO-7 2006 Yılında Derneklerin Harcamalar Toplamı<br />
TABLO-8 2006 Yılında Derneklerin GSMH İçerisindeki Payı<br />
TABLO-9 2006 Yılında Kar Amacı Gütmeyen Özel Hizmet Kuruluşlarının<br />
GSMH İçerisindeki Payı<br />
TABLO-10 NGO’ların Ülke Ekonomisindeki Büyüklüğü ve Payı<br />
TABLO-11 Derneklerde İstihdam<br />
TABLO-12 Yıllar İtibariyle Türkiye Ekonomisindeki İstihdam Verileri<br />
TABLO-13 Genel Sanayi ve İşyerleri Sayımı<br />
TABLO-14 2002 Yılı Ekonomide ve STK’lardaki İstihdam<br />
TABLO-15 Uluslararası NGO (Üçüncü Sektör) Karşılaştırması<br />
TABLO-16 Ekonomide ve Derneklerdeki İstihdam Sayısı ve Oranı<br />
TABLO-17 Yıllar İtibariyle Yoksulluk Verileri<br />
TABLO-18 Yıllar İtibariyle Gelir Dağılımı<br />
TABLO-19 2004 Yılında Dernekler Tarafından Gelir Dağılımının Düzeltilmesine<br />
Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
TABLO-20 2005 Yılında Dernekler Tarafından Gelir Dağılımının Düzeltilmesine<br />
Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
TABLO-21 2006 Yılında Dernekler Tarafından Gelir Dağılımının Düzeltilmesine<br />
Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
TABLO-22 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunu Yardımları ve<br />
Derneklerin Faaliyetleri<br />
TABLO-23 Ekonomide, Derneklerdeki İstihdam Sayısı ve Oranı<br />
TABLO-24 Derneklerin Eğitim ve Araştırma Harcamaları<br />
IV
TABLO-25 2004 Yılında Dernekler Tarafından Ekonomik Kalkınmaya Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
TABLO-26 2005 Yılında Dernekler Tarafından Ekonomik Kalkınmaya Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
TABLO-27 2006 Yılında Dernekler Tarafından Ekonomik Kalkınmaya Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
V
KISALTMALAR<br />
STK; Sivil Toplum Kuruluşu<br />
NGO; Non Governmental Organization<br />
BM; Birleşmiş Milletler<br />
AGÜ; Az Gelişmiş Ülkeler<br />
GSMH; Gayri Safi Milli Hasıla<br />
GSYİH; Gayri Safi Yurtiçi Hasıla<br />
C; Tüketim harcamaları<br />
GSI; Gayri Safi Yatırım Harcamaları<br />
G; kamu harcamaları<br />
TYİH; Toplam Yurt İçi Harcamalar<br />
AB; Avrupa Birliği<br />
TÜİK; Türkiye İstatistik Kurumu<br />
SYDV; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları<br />
SYDTF; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunu<br />
MG; Milli Gelir<br />
DB; Dünya Bankası<br />
VI
<strong>DERNEKLERİN</strong> <strong>ÜLKE</strong> <strong>EKONOMİSİNDEKİ</strong> <strong>YERİ</strong> <strong>VE</strong> <strong>ÖNEMİ</strong><br />
ÖZET<br />
Derneklerin ve sivil toplumun gelişmesi ekonomik temellerle yakından<br />
ilgilidir. Tarihsel sürece baktığımızda da ekonomik ilişkilerin sivil toplumun<br />
gelişmesine katkıda bulunduğunu görürüz. Değişen ekonomik ilişkiler günümüz<br />
sosyo-kültürel yapısını da hala etkilemektedir.<br />
Ekonomik ilişkilerin sivil toplum üzerinde etkili olması sivil toplumun<br />
ekonomik yönünü de ön plana çıkarmıştır. Ekonomi ise, genel olarak üretim ve<br />
tüketim faaliyetlerinden oluşmaktadır. Derneklerin de üretim ve tüketim<br />
faaliyetlerinde bulunmasından dolayı ekonominin bir parçası niteliği taşıdıkları<br />
kabul edilebilir. Ekonominin bir parçası olarak kabul edilebilecek olan dernekler,<br />
ekonomik büyüklüklere katkı sağlamaktadır. Bu ekonomik büyüklükler ise<br />
özellikle gayri safi milli hasıla ve istihdam verileridir. Dernekler, ekonomik<br />
değişkenler içerisindeki payını arttırdıkça doğrudan ve dolaylı olarak istikrar<br />
politikaları üzerinde etkili olmaktadırlar.<br />
Anahtar kelimeler: Dernek, Sivil Toplum, Türkiye, GSMH, İstihdam,<br />
İstikrar politikaları<br />
THE IMPORTANCE AND ROLE OF ASSOCIATIONS IN<br />
Abstract<br />
ECONOMICS<br />
Development of associations and civilian society is closely related to<br />
economical foundations. When we look at the historical process, we see that<br />
economical relations contribute to the development of civil society. The changing<br />
economical relations still affect today’s socio-cultural structure.<br />
Economical relations being effective on the civil society emphasized the<br />
economic side of civil society as well. Economy generally consists of production<br />
and consumption activities. Because of associations being active on production<br />
and consumption, they can be accepted as a part of economy. The associations
that can be accepted as a part of the economy contribute to the economic<br />
variable. These economic variables are especially GDP and Employment. As<br />
associations increase their share in the economic variables, they are effective on<br />
stability policies directly and indirectly.<br />
Anahtar kelimeler: Association, NGO, Turkey, GDP, Employment,<br />
Stability Policies<br />
GİRİŞ<br />
Bir ekonomi genel olarak birbiriyle ilişkili üretim ve tüketim faaliyetleri<br />
kümesi olarak tanımlanabilir. Bir piyasa ekonomisinde milyonlarca tüketici hangi<br />
malları alacağına ve ne miktarda alacağına karar vermekte, çok sayıda firma da<br />
bu malları üretmekte ve malları üretmek için gerekli faktör hizmetlerini satın<br />
almakta ve milyonlarca öğe sahibi de bu hizmetleri kimlere satacaklarına karar<br />
vermektedir. Bu bireysel kararlar, toplu olarak, ekonominin kaynak dağılımını ve<br />
ekonomik büyüklüklerini belirler.<br />
Derneklerde kazanç paylaşma dışında faaliyet göstermesine rağmen hem<br />
üretim hem de tüketim faaliyetlerinde bulunmaktadır. Bu nedenle çağdaş<br />
demokrasiler artık başlıca üç temel sektöre dayalı hale gelmiştir. 1 Bunlar kamu<br />
sektörü (birinci sektör), kar amaçlı özel sektör (ikinci sektör) ve kar amacı<br />
gütmeyen kuruluşlardır (dernekler, vakıflar ve diğer oluşumlar yani sivil toplum<br />
kuruluşları). Bunun anlamı derneklerin de ekonominin kaynak dağılımı ve<br />
ekonomik büyüklükler üzerinde etkisinin olmasıdır.<br />
Derneklerin ekonomik büyüklük içerisinde yer alması nedeniyle bazı etkiler<br />
ortaya çıkmaktadır. Bu etkiler istikrar politikaları dediğimiz fiyat istikrarı ve tam<br />
istihdamın sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi, ekonomik kalkınmanın<br />
sağlanmasıdır.<br />
Dernekler, Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının (STK) arasında<br />
sayılmakta ve ekonomik büyüklükleri etkilemesinin yanında demokratik ve şeffaf<br />
bir toplumunun yaratılması, farklı çıkar gruplarının görüşlerinin uzlaştırılması,<br />
yeni teknolojiler ve küreselleşme baskılarıyla karşılaşan toplumun değişime ayak<br />
1 (Baloğlu,1994:8-19)<br />
2
uydurmasının sağlanması veya hükümetlerin dolduramadığı mekanizmalardaki<br />
boşlukların doldurulması açısından önemlidir. STK'lar, doğrudan ve dolaylı olarak<br />
rekabetin artmasına ve ekonomik büyümeye katkıda bulunurlar. Doğrudan<br />
katkıları, eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi kamu hizmetlerinin sunumu, yerel<br />
ekonomik gelişmenin desteklenmesi, sosyal ve ekonomik açıdan dışlanan birey<br />
ve grupların toplumla bütünleşmesinin sağlanması, lobicilik faaliyetlerinde<br />
bulunarak politika üretiminde ve karar verme sürecinde etkili olma şeklindedir.<br />
STK'lar dolaylı olarak da toplumun, rekabet ve ekonomik büyümeye, özürlülere,<br />
ırkçılığa, cinsiyet ayrımına ve yaşlılara yönelik tutumunu olumlu yönde etkilerler.<br />
Bu çalışmanın ilk bölümünde sivil toplumun ve derneklerin gelişmesine<br />
temel teşkil eden ekonomik ilişkiler nedeniyle öncelikle sivil toplumun Batıdaki ve<br />
Türkiye’deki tarihsel gelişimi incelenecektir. İkinci bölümde ise derneklerin<br />
Türkiye ekonomisindeki yeri ve son bölümde de derneklerin Türkiye<br />
ekonomisindeki önemi incelenecektir.<br />
1. BÖLÜM<br />
1. SİVİL TOPLUM <strong>VE</strong> DERNEKLER<br />
Dernekler, kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve<br />
ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi<br />
ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe<br />
sahip kişi topluluklarını ifade etmektedir.<br />
Türkiye’de sivil toplum, siyasi partileri, vakıfları, dernekleri, sanayi ve<br />
ticaret odalarını, meslek örgütlerini, üniversiteleri, sendikaları, farklı platform ve<br />
yurttaş girişimlerini içine alır. Bu nedenle Türkiye’de dernekler sivil toplumun bir<br />
parçasıdır. Derneklerin sivil toplumun bir parçası olmasından dolayı öncelikle sivil<br />
toplumun tanımı ve unsurları belirlenecektir.<br />
Türkiye’de sivil toplumun bir tanımı bulunmamaktadır. Avrupa’da ise sivil<br />
toplum, çoğu kez Non-Governmental Organization (NGO) terimiyle birlikte<br />
düşünülmektedir. NGO’ların tanımlanması konusunda uluslar arası yazındaki<br />
tartışmalara benzer tartışmalar ülkemizde de yoğun olarak devam etmektedir.<br />
Tanımlama konusundaki sıkıntılara rağmen NGO’lar, üzerinde görüş birliğine<br />
3
varılan temel özelliklerinden söz edilmektedir. Bu temel özellikler, gönüllülük<br />
esasına dayanmak, kar amacı gütmemek, genelde bürokratik olmayan esnek bir<br />
yapıya sahip olmak, karar ve uygulamalarda katılımcı yaklaşımı benimsemek<br />
olarak özetlenebilir. 2<br />
NGO’ların belirtilen özellikleri çerçevesinde sivil toplumu şöyle<br />
tanımlayabiliriz. Sivil toplum; kendi rızalarıyla bir araya gelen bireylerin devlete<br />
bağımlı olmadan genelde bürokrasiden uzak esnek bir yapıda örgütlendiği, karar<br />
alma sürecini etkileme amacında olan, karar ve uygulamalarda katılımcı<br />
yaklaşımı benimseyerek bu rolüyle demokrasiye de katkıda bulunan, kar amacı<br />
gütmeyen birer örgütlenme türüdür. 3<br />
Sivil toplumun genel bir tanımını yaptıktan sonra, ekonomik ilişkilerin sivil<br />
toplumun var olması ve gelişmesinde etkili olmasından dolayı, sivil toplum ve<br />
ekonomik ilişkilerin tarihsel süreçteki etkileşimlerini incelememiz yararlı olacaktır.<br />
1.1 Batıda Sivil Toplumun Tarihsel Gelişimi<br />
Sivil toplumun tarihsel gelişim sürecine bakıldığında, 12. yüzyıla kadar<br />
inmemiz olasıdır. Bu bağlamda geriye gittiğimizde, sivil toplum olgusunun Batı<br />
toplumlarının gelişiminde bir aşama olarak ele alındığını, bu gelişimde etken<br />
unsur/ların üretim araçlarının kısmi el değiştirmesi, üretim tarzında meydana<br />
gelen değişmelerin olduğu görülmektedir. Feodal Batı toplumları, 12. yüzyıldan<br />
itibaren şehir hayatının, yani ticaretin ve özellikle tarım aletleri üreten el<br />
sanatlarının canlanmasına sahne oldu. Gelişen ticaret ve zanaatlar, toplum için<br />
yeni bir zenginlik kaynağı yarattı. Toprak sahibi soylular, bu yeni kaynaktan<br />
yararlanmak istediler. Fakat yararlanabilmeleri için, küçük esnafın ve üreticinin<br />
korunması gerekiyordu. Şehrin üretken sınıfları ise asillere verdikleri yeni<br />
olanakların karşılığını almak istiyorlardı. Böylece asillerle şehir ahalisi arasında<br />
bir uzlaşma ortaya çıktı. Şehirliler, şehir hayatının sürdürülmesini olanaklı kılacak<br />
haklar ve imtiyazlar istediler ve bunları elde ettiler. Bu hakların başta gelenleri,<br />
asillerin şehir hayatına karışmamaları, şehirlerin kendi milis güçlerini (askeri<br />
savunma birlikleri) örgütleyebilmeleri, hukuk kurallarının şehir duvarları içinde<br />
2 (Sivil Toplum İş Başında, 07.08.2005)<br />
3 (ÇEPEL Zuhal Ünalp, 2006)<br />
4
şehrin tayin ettiği şekilde işleyebilmesi ve kendi mahkemelerini kurabilmeleri idi.<br />
Bu aşamada ortaya çıkan şehir özgürlükleri, Batı tarihsel gelişiminin en önemli<br />
karakteristiklerinden birini oluşturur. 4<br />
Batı toplumlarında burjuvazi, şehir hayatına tanınan bu hak ve özgürlükler<br />
temelinde oluşup gelişti. Güçlenen burjuvazi elde ettiği kazanımları, geleceğin<br />
toplumu olan kapitalist toplumun temel yapı taşları olarak korudu. 5<br />
Batı toplumlarında çoğulcu ve özgürlükçü demokrasilerin oluşmasının en<br />
önemli nedenlerinden biri 12. yüzyılda başlayan bu süreçte insanların çıkarlarını<br />
devlet dışında elde etmek üzere “siyasilerin sultasından kurtulabilmiş bir<br />
toplumsal sistemin” bu toplumlarda ortaya çıkmış olmasıdır. 6 Gelişen süreçte<br />
burjuvazinin güçlenmesi ve yaşanan feodalite, kilise, kral-burjuvazi ilişkileri<br />
sonucu toplumsal sınıfların ortaya çıkması sivil toplumun hızlı gelişmesine<br />
katkıda bulundu. 1789 Fransız Devrimi ile İnsan Hakları Bildirisi’nin yayınlanması<br />
bu süreci hızlandırdı. Çünkü 1789 Fransız Devrimi ile birlikte sivil toplum ile<br />
devlet arasında bireyin konuşma, düşünme, inanç özgürlüğü ve mülk edinme<br />
hakkı gibi haklarının bireysel özgürlük için vazgeçilmez haklar olduğu tescil<br />
edilmiştir. 7<br />
Sanayi Devrimi ile birlikte çağdaş anlamda toplumsal sınıfların oluşması<br />
ve bu oluşuma paralel, siyasal otoritenin paylaşımı ya da ele geçirilmesi<br />
mücadelesi olaya farklı bir boyut kazandırmıştır. Burjuvazinin siyasal otoriteyi ele<br />
geçirmesiyle birlikte, ekonomik ilişkiler serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde<br />
işlemeye başladı. Ekonomik liberalizme paralel olarak siyasal liberalizmin<br />
gelişmesi ve bu sayede toplumun farklı kesimlerine örgütlenme olanağı<br />
tanınması “çağdaş anlamda sivil toplum” oluşumuna katkı sağlamıştır.<br />
Ancak Sanayi Devrimi ile birlikte toplumun çok hızlı zenginleşmesine<br />
karşın, eşitsizlik de aynı hızla artmış ve yayılmıştır. Uygulanan ekonomik<br />
politikalar ve piyasa ekonomisinin işleyiş tarzı, uygar ve mutlu toplum yaratmak<br />
yerine, çatışma ve uyumsuzlukların giderek derinleşmesine yol açmıştır. Yani, en<br />
4 (MARDİN, 1991:10-11)<br />
5 (Mazlum Ahmet, Sivil Toplumun Dünü ve Bugünü)<br />
6 (ALPAY, 1991:18)<br />
7 (ŞAYLAN, 1995:32)<br />
5
elirgin sivil toplum alanı olan pazarın işleyişi çalışan, çalışmak isteyen ve onları<br />
çalıştıranlar arasında artan oranda çatışmalara yol açmıştır. Öyleyse, sivil toplum<br />
denildiğinde öncelikle vurgulanan piyasa toplumuna özgü ekonomik ilişkilerdir. 8<br />
Piyasa ekonomisinin dönüm noktalarından birisi de 1929 depresyonudur.<br />
1929 Depresyonunun getirdiği koşullara göre yeniden yapılanmanın sosyo-politik<br />
alandaki kuramsal yansıması Sosyal Refah Devleti olmuştur. Refah Devleti, İkinci<br />
Dünya Savaşı'ndan sonra sanayileşmiş ülkelerde çalışan kesimle, iş dünyası ya<br />
da işverenler ile devlet arasında varılan bir uzlaşmaya dayanak olarak ortaya<br />
çıkmıştır. Refah Devleti bir anlamda çalışan kesimlerin siyasi örgütlerinin Liberal<br />
dogmalara baş kaldırışı biçiminde de tanımlanabilir. İkinci Dünya Savaşı<br />
sonrasında yaygın bir uygulama alanı bulan Refah Devleti, kamunun sosyo-<br />
ekonomik yaşama yoğun müdahalelerini içermekteydi. 9 Refah devletinin sosyal<br />
maliyeti yüksek olmuştur. Refah devletinin görev ve fonksiyonları sonuçta<br />
devletin büyümesine neden olmuş ve bu durum ciddi ekonomik ve siyasal<br />
sorunların kaynağını teşkil etmiştir. 10<br />
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde kurulan uluslararası kurum ve<br />
kuruluşlar, devletlerin mutlak otorite olduğu anlayışını aşındırarak sivil gelişmeleri<br />
desteklemeye başlamıştır. Sivil toplumun canlanışında Sovyetler ve Doğu<br />
Avrupa’daki merkezi, bürokratik devlet yapılarının başarısız olması ve çökmesi ile<br />
küresel gelişme ve değişmeler önemli rol oynamıştır. Devletçi yapıların<br />
başarısızlığı ve çökmesi ile bireyin ve sosyal aktivitelerinin önemi artmış, çıkar<br />
temelli olmayan yeni tür sosyal hareketlerin ve STK’ların oluşmasına zemin<br />
hazırlamıştır. 11<br />
Sosyo-politik yaşamda refah devletinin etkisi 1970 stagflasyonuyla birlikte<br />
önemli ölçüde gerilemiştir. Bu olgu devletin rolü ve işlevleri alanında kapsamlı bir<br />
değişimi ortaya çıkarmıştır. Uygulamada refah devleti gerilerken, kapsamlı bir<br />
özelleştirme girişimleri ve devletin küçültülmesi gündeme gelmiştir. Minimal<br />
devlet olarak kabul edilen bu anlayışla birlikte devlet, sermaye birikiminin<br />
8 (Mazlum, Ahmet, Sivil Toplumun Dünü ve Bugünü)<br />
9 (Şaylan,1995:40-60)<br />
10 (Aktan,1995:76)<br />
11 (Yılmaz, 2003: 320)<br />
6
devamlılığını sağlayan, piyasa ekonomisinin şartlarının özgürce işlemesi için<br />
gereken ekonomik ve toplumsal düzeni hazırlayacak güçte, küçük ama etkin ve<br />
yansız bir icra organı görevine bürünmüştür. Politika uygulamalarında<br />
özelleştirme, kamu harcamalarının kısılması ve serbest piyasa şartlarının<br />
oluşturulması ile özetlenen istikrar ve yapısal uyum politikaları doğrultusunda<br />
gereken kurumsal ve hukuksal düzeni oluşturma işlevini yürütmelidir. Bu<br />
düzenlemeler, uluslararası piyasa şartlarına göre, yapısal uyum politikalarının<br />
gerektirdiği kurallar çerçevesinde ve piyasa ile işbirliği içinde yapılmaktadır.<br />
Dünya Bankası tarafından piyasa ile dost yaklaşım olarak ifade edilen bu devlet<br />
anlayışı, karar süreçlerini STK'ları da dahil ederek bir anlamda özelleştiren yeni<br />
yönetim kavramı ile genişletilmiştir. Yeni yönetim anlayışı, piyasanın özgürce<br />
işlemesi için gereken kurumsal ve hukuksal düzeni oluşturma işlevini üstlenen<br />
devletin, bu amaçla uygulayacağı reformlarını sürekli kılabilecek bir ortamın<br />
oluşturulması, başka bir deyişle sivil toplumun geliştirilmesi gereği ile<br />
ilişkilendirilmektedir. Çünkü bu anlayış, aynı zamanda devletin sosyal refah<br />
devleti politikalarını terk etmesi ile boşalan kamusal hizmetlerin sivil toplum<br />
tarafından üstlenilmesi görüşüne dayanmaktadır. Sivil toplumun avantajı olarak<br />
gösterilen etkili harcama ve esneklik gibi özellikleri, kamusal hizmetlerin STK'lara,<br />
dolayısıyla özel karar birimlerine devredilmesi konusunda argüman olarak<br />
kullanılmaktadır.<br />
Sosyal kurumların çöküşü ve minimal devlet anlayışı, devlet tarafından<br />
yerine getirilmesi zorunlu olan eğitim, sağlık gibi temel sosyal hizmetlerin<br />
gerçekleştirilmesinde kamu sektörü ile STK’ların birlikte çalışması gereksinimini<br />
ortaya çıkarmıştır. Bu aşamada STK’lara biçilen işlev, sosyal devlete alternatif<br />
olmaktır. Böylece STK’lar neredeyse sosyal devletin yerine geçirilmekte, sosyal<br />
devletin kapitalizmi yeniden üretmesinde yerine getirdiği rol şimdi STK’lara<br />
aktarılmak istenmektedir.<br />
1990'lı yıllarla birlikte güç kazanan neoliberal yaklaşımlar doğrultusunda<br />
sermayenin küreselleşmesi sürecinin koşulları etkinlik kazanmaya başlamıştır.<br />
Küreselleşme sürecini oluşturan söz konusu koşulların, küreselleşen sermayeyi<br />
dolayısıyla karar mekanizmalarında uluslararası çözümlemelere yer verilmesi<br />
7
gerektiği noktasına gelinmiştir. Dolayısıyla STK'lar, neoliberal yaklaşımların yön<br />
verdiği süreçteki yer ve işlevleri bakımından ele alındığında, ulusal alanda sivil<br />
toplum faaliyetlerini yürüten STK'ların bu faaliyetleri giderek uluslararası alanda<br />
yürütmeye başladıkları görülmektedir. Uluslararası alanda devletlerin rolünün<br />
giderek azalma eğilimi gösterdiği, devlete alternatif olarak gösterilen STK'ların<br />
popüler hale gelmesine ortam hazırlayan gelişmeler, uluslararası sistemdeki<br />
karar alma süreçlerinde birbirine eklemlenmiş ve yeni yönetim biçimlerinin<br />
doğmasına neden olmuştur.<br />
Neoliberal yaklaşımların yeni yönetim anlayışı içinde en göze çarpanı,<br />
özellikle Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere çeşitli<br />
uluslararası kuruluşlar tarafından STK’ların kamu sektörü ve özel sektörle birlikte<br />
yönetimde sorumluluğu paylaşacak aday kurumlar olarak gündeme<br />
getirilmeleriyle ilişkilidir. Dünya Bankası’nın 1980'li yılların ortalarından itibaren<br />
AGÜ'lere sunduğu “yapısal uyumla birlikte büyüme” yaklaşımı, bir yandan iktisadi<br />
büyümenin devamlılığını, öte yandan da iktisadi alanın iyi yönetilmesini esas<br />
almaktadır.<br />
Yapısal uyumla birlikte büyüme yaklaşımı çerçevesinde İktisadi<br />
büyümenin devamlılığının yalnız hükümet eylemleriyle ve piyasa güçleriyle<br />
sağlanamayacağı anlaşıldığından, STK’lara kalkınmada belirleyici rol<br />
tanınmaktadır. STK’ların bu yeni işlevi üçüncü kuşak strateji olarak<br />
adlandırılmaktadır. Bu stratejiye göre, yapısal uyum programının gerektirdiği<br />
siyasal reformların gerçekleşmesinde ve yoksulluğun azaltılmasında STK’lar<br />
önem arz etmektedir.<br />
Yapısal uyumla birlikte büyüme yaklaşımının esas aldığı diğer unsur<br />
iktisadi alanın iyi yönetilmesidir. İyi yönetimin başarısı ise kamu sektörü, özel<br />
sektör ve STK' ların katılımcı ve çoğulcu bir toplum yapısı içinde birlikte hareket<br />
ettiği bir yönetim yapısının varlığı ile ilişkilendirilmektedir. Başka bir deyişle bu<br />
yönetim anlayışında kamusal alanda yönetimde etkinliğin sağlanabilmesi için<br />
kamu kesimi dışında toplumun tüm kesimlerinin bu alana katılımının<br />
gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda kamusal alanda yönetimin esas<br />
aldığı temel sosyal hizmetlerin bölgeler arasında dengeli kalkınma ve sosyal<br />
8
adalet ile fırsat eşitliği ilkelerine uygun olarak yerine getirilebilmesinin, katılımcı<br />
demokrasinin güçlendirilebilmesinin artık sadece kamu kesiminin görevi<br />
olmadığı, özel sektörün ve STK'lar aracılığıyla bireylerin doğrudan katılımlarından<br />
oluşan bir sivil toplumun varlığı ile mümkün olabilecektir.<br />
1.2 Türkiye’de Sivil Toplumun Tarihsel Gelişimi<br />
Türkiye’de sivil toplum kuruluşları güçlü kuruluşlar olamamıştır. Bunun en<br />
önemli nedeni merkeziyetçi-bürokratik özellikler taşıyan devlet yapısı, Osmanlı<br />
döneminde ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki otoriter politikaların sivil<br />
toplumun gelişimine önemli bir engel teşkil etmesidir. 12<br />
Türkiye’de yukarıdan aşağıya gerçekleşen ve elit kesimin üstlendiği<br />
modernleşme projesi, bu coğrafyadaki farklı kültürel, siyasi, ekonomik ve ideolojik<br />
özelliklerinden ötürü Avrupa’daki projelere göre farklı bir gelişim göstermiştir. 13<br />
Türkiye’de elitist bir yaklaşım ve seküler bir yapı ile yaratılan “bürokratik yönetim<br />
geleneği”, Cumhuriyetin kuruluşundan 1946 yılına kadar olan Tek Parti<br />
Dönemi’nde devam etmiştir. 14 Bu dönem boyunca gerçekleştirilen yapısal<br />
reformlar “merkez” tarafından “çevre”ye uygulatılmıştır. O nedenle Türkiye’de sivil<br />
toplum ancak merkeze uyum sağladığı noktalarda bir aktör olarak rol<br />
oynayabilmiştir. 15<br />
1.2.1 Osmanlı Devleti’nde Sivil Toplum<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nda sivil toplum, toplumsal yaşamda ortaya çıkan<br />
monarşik/teokratik-merkeziyetçi/geleneksel, dinsel düşünce, vakıf yapısı altında<br />
ortaya çıkmıştır. Vakıf kültürü, ahilik ve lonca teşkilatlanması ve tarikat unsurları<br />
statükoyu koruduğu için Batı’da ortaya çıkan sivil toplum kavramına atfedilen<br />
değerleri taşımamıştır. 16<br />
Vergi toplamakla, üretimin standartlara uygunluğunu ve fiyatları<br />
denetleme yükümlülüğü olan loncalar, devletle Anadolu esnafı ve zanaatçısı<br />
12 (Ak, 2003: 59)<br />
13 (Heper, 1976: 8)<br />
14 (Çaha, 2001: 40)<br />
15 (Mardin, 2000: 98)<br />
16 (Minc, 2000)<br />
9
arasında devleti temsilen idari bir görev üstlenmiştir. 17 1913 yılında kapatılan,<br />
esnafla merkezi yönetim arasında önemli bir köprü görevi üstlenen loncalar<br />
yöneticiler tarafından kontrol ve gözetleme aracı olarak görülmüştür. 18 O<br />
nedenle Osmanlı loncalarının bir yüzü sivil topluma dönük iken ağırlıkta olan<br />
diğer yüzü devlete dönük kalmıştır.<br />
Loncaların yanı sıra siyasal partiler, dernekler, dini kurumlar, ulema, soylu<br />
kesim, işçi hareketleri, kadın hareketleri, medya ve siyasal ideolojiler devlete<br />
bağımlı olarak imparatorluk sınırları içinde gelişmiştir. 19 Bu noktadan hareketle<br />
denilebilir ki Osmanlı toplumunda siyasal toplum, sivil toplumun da işlevini<br />
üstlenmiş, bu nedenle toplumda aşağıdan yukarıya doğru etkin bir tavır var<br />
olamamış, sivil toplumu teşkil edecek unsurlar, ekonomik, kültürel ve idari<br />
açıdan merkeze bağlı kalmıştır. 20<br />
Osmanlı’da devlet-toplum ilişkisi üç dönemde incelenmektedir. Birinci<br />
dönem 16. yy öncesini kapsamakta olup ekonomik alanda ahilik ve lonca gibi<br />
esnaf kuruluşları, kültürel alanda ise başta tarikatlar olmak üzere dini topluluklar<br />
önemli rol oynamıştır. İkinci dönem ise 16. yüzyıl sonrasıdır. Bu süreçte merkezi<br />
otorite sivil toplumun gelişmesine engel teşkil etmiştir. Üçüncü dönem ise 19.<br />
yüzyıldır. Bu dönemde Osmanlı modernleşmesi başlamış, hukuk, idare, ekonomi<br />
ve eğitim alanlarındaki reformlarla sivil toplum alanında canlanma sağlanmıştır.<br />
Ancak yeni ortaya çıkan sivil toplum unsurlarından bazıları sivil toplumu yok edici<br />
nitelikte olmuştur. 19. yüzyıla kadar sivil toplum unsuru niteliğindeki medreseler,<br />
19. yüzyıl sonrasında vakıflar, tarikatlar ve loncalar merkezi idarenin etki alanına<br />
girmeye başlamıştır. 21<br />
19. yüzyılda yasalar önünde eşit ve özgür olma istemlerinin yanı sıra<br />
serbest piyasa ekonomisini destekleyen Jön Türkler ile yeni sivil toplum aktörleri<br />
sahneye çıkmıştır. Bu dönemde Osmanlı’da kurulan siyasi partiler, ekonomi<br />
17 (Çaha, 2000: 164)<br />
18 (Tosun, 2001: 211)<br />
19 (Çaha, 2000: 236)<br />
20 (Kongar, 2002: 610)<br />
21 (Lewis: 6)<br />
10
örgütleri Osmanlı burjuvazisinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 22 Genç<br />
Osmanlılar ve Jön Türkler akımı içinde yer alan aydınların tepeden inmeci<br />
yaklaşımı sivil toplum dinamizmini köreltecek olan bir siyasal felsefenin de<br />
temelini atmıştır. İktidardaki bürokratik-aydın kesim yüzünü mutlak olarak Batı’ya<br />
çevirdiği için merkez-çevre kopukluğu daha da pekişmiştir. 23 Yine bu dönemde<br />
Genç Türkler ve Kemalistlerin, devletin sivil topluma egemen olduğunu,<br />
meşruiyet ve otoritenin devlet seçkinlerinin tekelinde olduğunu ve sivil<br />
seçkinlerce paylaşılamayacağını savundukları görülmüştür. 24<br />
1.2.2 Cumhuriyet Dönemi: Yeni Aktörlerin Ortaya Çıkışı<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan Türkiye<br />
Cumhuriyeti birey ile devlet arasında, devlet ile üçüncü sektör arasında yeni bir<br />
toplumsal sözleşme yapılmasını sağlamıştır. Sivil-ordu bürokrasisine aydınların<br />
da katılmasını getiren bu toplumsal sözleşme ile birlikte Türkiye’de Batı tarzı<br />
merkezi yönetim sistemi benimsenmiştir. Ancak bu aşamada Türkiye’de elitist bir<br />
yaklaşım ve seküler bir yapı ile “bürokratik yönetim geleneği” yaratılmıştır. 25 Bu<br />
gelenek Cumhuriyetin kuruluşunda ve 1923-1946 arasındaki Tek Parti<br />
Dönemi’nde de devam etmiştir. Bu dönem boyunca gerçekleştirilen yapısal<br />
reformlar ve programlar her yönden baskın olan “merkez” tarafından “çevre”de<br />
uygulatılmıştır. O nedenle sivil toplum ancak merkeze uyum sağladığı noktalarda<br />
bir aktör olarak rol oynayabilmiştir. 26<br />
Tek Parti Dönemi’nde Osmanlı’dan miras alınan sivil toplum unsurları<br />
kalmamıştır. Devletçi elit dönemin özelliğinden ötürü sivil toplum unsurlarını<br />
tehdit olarak algılamış, 1930’lu yılardan itibaren bu sivil toplum unsurlarını tasfiye<br />
edilmiştir. 27 O nedenle Tek Parti Dönemi’nde, Osmanlı İmparatorluğu’nda gelişen<br />
medreseler, tarikatlar, vakıflar, özel teşebbüsler, ekonomik gruplar, siyasal<br />
22 (Arslan, 2001)<br />
23 (Fisher, 1995: 1)<br />
24 (Kazancıgil, 2000: 147)<br />
25 (Sarıbay, 2000: 105)<br />
26 (Mardin, 2000: 98)<br />
27 (Çaha, 2000: 236)<br />
11
partiler, dernekler, işçi hareketleri, kadın hareketleri, medya ve siyasal ideolojiler<br />
gibi sivil toplum unsurlarının bir işlevi kalmamıştır. 28<br />
1950 yılında başlayan Çok Partili Dönem’de STK’lar bakımından yeni bir<br />
süreç başlamıştır. Bu dönemde dernekler, vakıflar, dini gruplar, işçi sendikaları,<br />
işveren kesimi, köylü gruplar ve farklılaşan medya gibi unsurlar Tek Partili<br />
Dönem’den sonra yeniden ortaya çıkmıştır. Ancak bu gruplar siyasal yaşamın<br />
aktörleri olamamıştır. Siyasal yaşama devletçi elit ile seçilmiş olan siyasi elitler<br />
hakim olduğu için söz konusu sivil toplum unsurları siyasal partilere<br />
yönelmişlerdir. 29<br />
12 Eylül 1980 darbesinin ardından sivil toplum, devletin karşısında yer<br />
alan hak ve özgürlükler alanı olarak askeri toplumun karşıtı şeklinde yanlış bir<br />
karşıtlık içinde tanımlanmıştır. 30 Siyasetten uzaklaşan Türk toplumu darbenin<br />
etkisinin azalması ile etkinliğini arttırmaya başlamıştır. 1980 sonrası dönemde<br />
sivil toplum Türkiye’de en çok tartışılan konulardan biri haline gelmiştir.<br />
Türkiye’deki STK’ların % 56’dan fazlasının 1980’den sonra kurulması bu<br />
tartışmaların nedenini açıkça ortaya koymaktadır. Bu dönemde sivil toplum<br />
unsurları Türkiye’deki geleneksel merkeziyetçi varlık alanına karşı bir varlık alanı<br />
oluşturmaya başlamıştır. 31<br />
1980’lerden bu yana Türkiye’nin modernleşmesinde STK’ların rolü<br />
bulunmaktadır. 1980 sonrasında merkez sağ ve merkez sol siyasi partilerinin<br />
etkin politika yürütme yeteneğinin giderek azalması nedeniyle bu partilere olan<br />
toplumsal destek azalmıştır. Böylece STK’lar güç kazanarak siyasal ve sosyal<br />
değişimin etkili aktörlerinden olmaya başlamıştır. 32<br />
1.2.3 Neoliberal Politikalar<br />
Türkiye’de 80’li yıllarda başlayan ve 90’lı yıllar boyunca devam eden<br />
sosyo-politik bir değişim gerçekleşmiştir. Bu değişim ile güçlü devlet<br />
geleneğinden uzaklaşılmış, siyasi merkezin dışında daha çok aktör rol oynamaya<br />
28 (Çaha, 2001: 40)<br />
29 (Çaha, 2001: 238)<br />
30 (Duman, 2003: 347)<br />
31 (Ak, 2003: 62)<br />
32 (Keyman, İçduygu, 2003: 224)<br />
12
aşlamıştır. Türkiye ekonomisi ve kültürel hayatına devletin etkisi azalmıştır. 33<br />
Devletçi politikalar yerine neoliberal politikaların uygulanmaya başlaması yeni bir<br />
girişimci sınıf ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylece sivil toplum bağlamında<br />
çalışmalar artmış STK’lar sesini daha fazla duyurmaya başlamıştır.<br />
1990’lı yıllar, dernekler, meslek örgütlerinin siyasi faaliyeti, siyasi partilerin<br />
kadın ve gençlik kollarını örgütlemeleri önündeki yasakların anayasa<br />
değişiklikleriyle kaldırılması gibi gelişmelere tanıklık ettiği için sivil toplumun<br />
gelişimi bakımından önemli yıllardır. 34 Her ne kadar 1990’lı yıllarda toplumsal<br />
değişimin etkisiyle STK’lara daha fazla önem verilmeye başlanmışsa da bu süreç<br />
yalnız toplumun iç dinamikleriyle açıklanmamalıdır. Türkiye’nin içinde yer alma<br />
çabasını giderek yoğunlaştırdığı Batının Türkiye üzerindeki etkileri de dikkate<br />
alınmalıdır. 35<br />
1.2.4 Habitat Konferansı 1996<br />
1996 yılında Habitat Konferansı’nın Türkiye’de gerçekleşmesi sivil<br />
toplumun dünya çapında artan önemine dikkat çekmiş ve ülke genelinden<br />
yüzlerce STK’yı bir araya getirmiştir.<br />
Bu dönemde STK’ların öne çıkmasının bir nedeni de kamusal alanın<br />
düzenlenmesinde, yönetim ilkelerinde ortaya çıkan değişikliklerdir. Bu ilkelerden<br />
yönetişim ve yerindenlik ilkelerinin etkileri özellikle HABITAT II Konferansından<br />
sonra Türkiye’deki STK’larda ve STK-devlet ilişkilerinde hissedilmeye<br />
başlanmıştır. Yönetişim kavramını “kamuoyunu ilgilendirecek bir karar alınacağı<br />
zaman, karar verme sürecine konuyla ilgili ve karardan etkilenecek tarafların<br />
dahil edilmesi” olarak tanımlamaktadır. 36 Bu ilke merkezi ve yerel yönetimlerin<br />
yanı sıra STK’lara da kendi çalışma alanlarını ilgilendiren konularda söz alma<br />
hakkı tanımaktadır. Yerindenlik ilkesiyse, bir sorunun ortaya çıktığı yere en yakın<br />
yönetim birimi tarafından ve o birimin mali kaynaklarıyla çözülmesi anlamında<br />
kullanılmaktadır. Bu ilke, karar alma düzleminin ölçeğini küçültmekte ve<br />
33 (Sarıbay, 2000: 105)<br />
34 (Ak, 2003: 61)<br />
35 (Özüerman, 1998: 94)<br />
36 (Uğur, 1998b:77)<br />
13
yönetişim ilkesiyle birlikte düşünüldüğünde STK’ların etkin olmasına yol<br />
açmaktadır. Toplumsal kalkınma/gelişme faaliyetlerinin, yerel yönetimler/<br />
belediyeler, merkezi yönetimin yerel uzantıları olan mahalli idareler, sivil toplum<br />
kuruluşları ve yerel topluluk ve hane halkı temsilcileri tarafından örgütlenmesi ve<br />
yürütülmeye başlamasının nedenleri arasında yönetişim ve yerindenlik ilkelerinin<br />
büyük rolü vardır. 37<br />
1.2.5 Marmara Depremi 1999<br />
1999 depremi Türkiye’nin en sanayileşmiş bölgesi olan Marmara’da<br />
büyük bir yıkıma sebep olmuş ve devlet istatistiklerine göre 20.000 insan<br />
ölümüne sebep olmuştur. Dünya Bankası tarafından hazırlanan Marmara<br />
Depremi Raporu’nda bu depremin toplumu son yıllarda hiçbir ülkede görülmemiş<br />
bir acil yönetim krizi ile baş başa bıraktığı vurgulanmıştır. 38<br />
Depremin ardından Türk insanı güçlü devletinin önemli sorunların<br />
üstesinden gelme konusunda ne kadar zayıf olduğunu fark etmiştir. Türk<br />
devletinin krizlere acil müdahale edememesi bir ortak bilincin oluşmasını<br />
sağlamıştır. Türk toplumu ve STK’lar deprem felaketinin ardından beklenmedik<br />
bir şekilde seferber olmuş, ortak bilinç ile sorunlara etkin ve etkili çözümler<br />
getirmeyi amaçlamıştır. 39<br />
Doğal afetlerin siyasi alanda değişim meydana getireceği<br />
savunulmaktadır. Afetler, toplumdaki temel sorunlara travmatik olarak<br />
odaklanmayı beraberinde getirir. 40 Bu görüşler Marmara depremiyle birlikte<br />
dikkate alındığında, Marmara depreminin doğal bir afetten siyasi bir krize<br />
dönüşmesinden sonra pek çok kişinin umudunun STK’lar olduğunu ve bu<br />
kuruluşların sivil toplum inisiyatifini kullandıkları görülmüştür.<br />
Marmara depreminin ardından yaşananlar toplumsal sorunların<br />
çözümünde yeni bir bakış açısının gerekli olduğunu göstermiştir. Devletin etkin<br />
bir şekilde bölgeye yardım edememesi ve kurumları içinde bir örgütlenme yapısı<br />
37 (Akşit, Bahattin, http:// www. kbam.metu.edu.tr/ published/ toplumsal kalkinma gelimse nufus.pdf)<br />
38 (Jalali, 2002: 122)<br />
39 (Keyman, İçduygu, 2003: 226)<br />
40 (Kubicek, 2002: 76)<br />
14
kuramaması sonucunda halkın gayretleriyle kurulan STK’lar bu işlevleri yerine<br />
getirmeye çalışsa da tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Ancak depremden bir<br />
yıl sonra Türkiye’deki siyasi söylemde insan haklarının korunması, sivil<br />
özgürlüklerin genişletilmesine yönelik değişiklikler görülmeye başlanmıştır. 41<br />
1.2.6 AB Adaylık Süreci<br />
1999 Helsinki Zirvesi de Türkiye’deki sivil toplum ve siyasi dönüşüm<br />
bakımından önemli bir tarih olarak değerlendirilmektedir. Helsinki Zirvesi ile<br />
başlayan ve devam etmekte olan süreçte Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda<br />
büyük adımlar atılmıştır. 42 Bu zirvede aday ülke statüsünü kazanan Türkiye,<br />
AB’ye üyelik kriterlerini uygulamaya başlamıştır. O tarihten bugüne Türkiye de<br />
sivil toplum alanında dikkat çeken bir ilerleme kaydedilmiştir. Zirvede bütün AB<br />
aday ve üye ülkelerde devlet-toplum ilişkilerinin gelişmesi için hizmet etmekte<br />
olan Kopenhag kriterleri ile (hukukun üstünlüğü, insan haklarının koruması ve<br />
azınlık haklarına saygı) Türkiye’nin demokratik istikrara kavuşacağı<br />
vurgulanmıştır. 43<br />
STK’ların devletin rolü ve işlevleriyle paralel bir şekilde geliştiği Türkiye’de,<br />
AB’ye üyelik sürecinde devlet-toplum ilişkilerinin demokratik bir şekilde<br />
düzenlenmesi gerekmektedir. Türkiye’deki güçlü devlet geleneği 1990’lı yıllarda<br />
AB üyeliğinin desteklenmesi ile yeniden gözden geçirilmiştir. Sivil toplum<br />
Türkiye’nin tartışma platformlarında giderek önem kazanmakta ve<br />
demokratikleşme açmazına çözüm arayışlarında gündeme getirilmektedir. 44<br />
STK’ların AB’ye üyelik sürecinde demokratikleşmeyi destekleyen itici bir güç<br />
konumunda olduğunu söylemek yerinde olacaktır. 45<br />
Helsinki sonrası dönemde, bir aday ülke olarak Türkiye’de örgütlü sivil<br />
toplumun AB’ye uyum sürecine aktif katılımının sağlanması daha çok önem<br />
kazanmıştır. Bu konu Katılım Ortaklığı Belgelerinde de vurgulanmış, Türkiye’nin,<br />
kısa vadeli önceliklerden biri olarak, toplanma ve dernek kurmaya ilişkin yasal ve<br />
41 (Sözen, Shaw, 2003: 110)<br />
42 (Göksel, Güneş, 2005: 66)<br />
43 (Keyman, İçduygu, 2003: 224)<br />
44 (Özüerman, 1998: 94)<br />
45 (Keyman, İçduygu, 2003: 224)<br />
15
anayasal garantileri güçlendirmesi ve sivil toplumun gelişimini teşvik etmesi<br />
önerilmiştir. Yeni güçlenen sivil toplumu, Avrupa ile bütünleşme sürecinde önemli<br />
görevler beklemektedir.<br />
Hem üye hem de aday ülkelerde STK’larla işbirliği içinde olmayı<br />
hedefleyen Türkiye’deki STK’lara 1980’li yılların sonundan itibaren mali yardımlar<br />
sağlanmakta, sivil toplumun gelişim sürecine katkıda bulunulmaktadır. AB<br />
demokratikleşme, insan hakları ve sivil toplumu destekleme alanlarındaki projeler<br />
için daha sistematik ve geniş çaplı bir biçimde yardım sağlamayı planlamaktadır.<br />
Böylece, STK’ların, ulusal ve uluslararası düzeydeki etkinliklerini ve etkilerini<br />
artırması sağlanacaktır. Türk STK’ları ve devletin desteğiyle bu kuruluşların,<br />
toplumun taleplerini daha güçlü ve doğru bir şekilde yansıtmaları, girişimlerinden<br />
sonuç almaları mümkün hale gelecektir.<br />
Yukarıdaki gelişmelerle şekillenen sivil toplum, bugün AB’ye üyelik<br />
sürecinde aktif rol oynamaya başlamıştır. AB'de olduğu gibi, Türkiye'de de sivil<br />
toplum, yönetimde, yeni açılımların, işbirliklerinin, sorumluluk paylaşımının,<br />
şeffaflığın; toplumda ise uzlaşmanın motoru olmaya adaydır. 46<br />
STK'lar, demokratik ve şeffaf bir toplumunun yaratılması, farklı çıkar<br />
gruplarının görüşlerinin uzlaştırılması, yeni teknolojiler ve küreselleşme<br />
baskılarıyla karşılaşan toplumun değişime ayak uydurmasının sağlanması veya<br />
hükümetlerin dolduramadığı mekanizmalardaki boşlukların doldurulması<br />
açısından önemlidir. STK'lar, doğrudan ve dolaylı olarak rekabetin artmasına ve<br />
ekonomik büyümeye katkıda bulunurlar. Doğrudan katkıları, eğitim, sağlık ve<br />
sosyal hizmetler gibi kamu hizmetlerinin sunumu, yerel ekonomik gelişmenin<br />
desteklenmesi, sosyal ve ekonomik açıdan dışlanan birey ve grupların toplumla<br />
bütünleşmesinin sağlanması, lobicilik faaliyetlerinde bulunarak politika üretiminde<br />
ve karar verme sürecinde etkili olma şeklindedir. STK'lar dolaylı olarak da<br />
toplumun, rekabet ve ekonomik büyümeye, özürlülere, ırkçılığa, cinsiyet ayrımına<br />
ve yaşlılara yönelik tutumunu olumlu yönde etkilerler. Bu açıdan<br />
46 (ÇEPEL, Zuhal Ünalp, AB Sivil Toplum Diyaloğu ve Türkiye: Demokratikleşme Bağlamında Sorunlar Ve<br />
Beklentiler)<br />
16
düşündüğümüzde, bir ülkede sağlıklı bir demokrasi ve ekonomik gelişme için sivil<br />
toplumun zorunlu olduğu sonucuna ulaşabiliriz.<br />
Buraya kadar sivil toplumun tanımlanması, batı toplumlarındaki sivil<br />
toplumun bugünkü sürece kadar geçirdiği evreler, Türkiye’deki sivil toplumun ve<br />
dolaylı olarak derneklerinde gelişim evreleri incelenmiş olup bundan sonraki<br />
aşamada ekonomik gelişme için zorunlu kabul edilebilecek ve sivil toplumun<br />
parçası olan derneklerin ülke ekonomisindeki yeri ve önemine ilişkin durum<br />
incelenecektir.<br />
2. BÖLÜM<br />
2. DERNEKLER <strong>VE</strong> EKONOMİ<br />
Bir ekonomi, oldukça genel olarak, birbiriyle ilişkili üretim ve tüketim<br />
faaliyetleri kümesi olarak tanımlanabilir. Bir piyasa ekonomisinde milyonlarca<br />
tüketici hangi malları alacağına ve ne miktarda alacağına karar vermekte, çok<br />
sayıda firma da bu malları üretmekte ve malları üretmek için gerekli faktör<br />
hizmetlerini satın almakta ve milyonlarca öğe sahibi de bu hizmetleri kimlere<br />
satacaklarına karar vermektedir. Bu bireysel kararlar, toplu olarak, ekonominin<br />
kaynak dağılımını ve ekonomik büyüklüğünü belirler. 47<br />
Bir piyasa ekonomisinde, ekonomik faaliyet, hepsi piyasalar aracılığı ile<br />
hareket eden tüketici ve üreticilerce alınan sayısız bağımsız kararın sonucudur.<br />
Piyasa mekanizmasına dayalı ekonomilerde üretim, değişim ve tüketime ilişkin<br />
kararları temelde üç ekonomik birim alır. Bunlar hane halkı, firmalar ve devlettir.<br />
Artık bunların arasına tüketim ve üretim faaliyetleri dolayısıyla kar amacı<br />
gütmeyen sivil toplum kuruluşlarının da dâhil edilmesi gerekmektedir.<br />
Bu bağlamda çağdaş demokrasiler artık başlıca üç temel sektöre dayalı<br />
hale gelmiştir. 48 Bunlar Kamu Sektörü (birinci sektör), Kar Amaçlı Özel Sektör<br />
(ikinci sektör) ve Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlardır (Dernekler, Vakıflar ve diğer<br />
oluşumlar yani sivil toplum kuruluşları). Derneklerde sivil toplumun bir parçası<br />
olarak diğer karar birimleri gibi ekonomide yer teşkil etmektedir.<br />
47 (KARAR BİRİMLERİ, www.Ekodiyalog.com)<br />
48 (Baloğlu, 1994:8-19)<br />
17
Karar birimlerinin davranış biçimleri, verecekleri üretim ve tüketim<br />
kararları, ülkenin kaynak dağılımını ve ekonomik faaliyet hacmini etkileyerek<br />
gerek gelişme, gerekse gönenç konusunda önemli sonuçlar doğururlar. Söz<br />
konusu karar birimlerinin her biri yalnız tek bir ekonomik işlevi değil, zaman<br />
zaman diğer işlevleri de üstlenmektedir. Bu nedenle daha özlü bir ayırımla<br />
ekonomik işlemcileri üreticiler, tüketiciler olarak iki başlık altında toplayabiliriz.<br />
Örneğin aileler bir yönü ile tüketici olmakla beraber, diğer yönü ile üretim işlevine<br />
katılmış olabilir. Yine Devlet değişik harcama biçimleri ile tüketici olarak<br />
karşımıza çıkmakla beraber, aynı zamanda değişik mal ve hizmetlerin üretimini<br />
gerçekleştirmektedir. Sivil toplumun parçası olarak derneklerde, kar amacının<br />
olmamasına rağmen, gerek dernek, gerekse derneklerin iktisadi işletmesi<br />
vasıtasıyla tüketici olmakla birlikte, derneğin iktisadi işletmesi vasıtasıyla da mal<br />
ve hizmetlerin üretimine dahil olmaktadırlar. Karar birimlerinin verecekleri kararlar<br />
üretim yönü ile veri kaynaklarının, tüketim yönü ile veri gelirinin kullanılış biçimini<br />
belirler. Kaynakların en verimli olacağı alanda kullanılması, gelirin en fazla<br />
faydayı sağlayacak mal ve hizmetlerin alımına ayrılması, üretim ve tüketim<br />
kesimlerinin ülkede ekonomik refahın mümkün olan en üst düzeyde<br />
gerçekleşmesine katkı sağlar. O ülkedeki karar birimlerinin kaynakları ve<br />
gelirlerini kullanma konusundaki becerisi bu başarının derecesini belirler. Aynı<br />
zamanda gelir dağılımında adaletin sağlanması, tam istihdam ve kaynak<br />
dağılımında etkinliğin sağlanmasına katkı sağlar.<br />
Derneklerin karar birimi olarak kabul edilerek ülke ekonomisindeki bir yer<br />
teşkil ettiğini belirledikten sonra ülke ekonomisinde ne kadar pay aldıklarını<br />
belirleyebiliriz. Peki derneklerin ülke ekonomisindeki payı nedir?<br />
2.1 <strong>DERNEKLERİN</strong> EKONOMİDEKİ <strong>YERİ</strong><br />
Derneklerin ekonomideki yerini belirlerken derneklerin finansal büyüklüğü<br />
yani ekonomide yön verdiği finansal büyüklük, derneklerin GSMH içerisindeki<br />
payı ve derneklerin istihdam içerisindeki payı incelenecektir.<br />
18
2.1.1 Derneklerin Finansal Büyüklüğü<br />
Dernekler çeşitli faaliyetlerde bulunmak suretiyle mali bir değer<br />
oluşturmanın yanında, amaçlarını gerçekleştirirken çok farklı harcama eyleminde<br />
bulunmaktadırlar. Bu durum derneklerin mali boyutunu öne çıkarmaktadır.<br />
Derneklerin ülke ekonomisindeki yeri mali açıdan incelenirken ekonomide kontrol<br />
ettiği finansal büyüklük ve Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içerisindeki yeri olmak<br />
üzere iki ayrı kavram olarak incelenecektir. Ancak derneklerin ekonomideki<br />
finansal büyüklüğü ve derneklerin GSMH içerisindeki yeri farklı kavramlardır.<br />
Derneklerin ekonomideki finansal büyüklüğü belirlendiğinde, derneklerin bütün<br />
ekonomide yön verdiği ekonomik değer belirlenmiş olurken, GSMH içerisindeki<br />
yerinin belirlenmesi durumunda ise, derneklerin bir yıl içerisindeki faaliyetleri<br />
neticesinde üretilen nihai malların piyasa fiyatları ile değeri belirlenebilecektir.<br />
Derneklerin ekonomideki finansal büyüklüğü yani derneklerin bütün<br />
ekonomide yön verdiği ekonomik büyüklük belirlenirken, işletme esasına göre<br />
defter tutan dernekler için bu derneklerin dönem sonunda düzenlemekle yükümlü<br />
oldukları işletme hesabı tablosunun gelirler veya giderler bölümlerinin toplamı,<br />
bilanço esasına göre defter tutan dernekler için ise, bu derneklerin dönem<br />
sonunda düzenlemekle yükümlü oldukları bilançonun aktif veya pasif<br />
bölümlerinin toplamı kullanılacaktır.<br />
Yıl<br />
Aktif (Pasif) ve Giderler<br />
(Gelirler) toplamı<br />
Dernek<br />
Sayısı<br />
19<br />
GSMH (YTL)<br />
Derneklerin<br />
Finansal<br />
Büy. /GSMH<br />
2004 245,928,810,167.97 TL 5014 428.932.000.000 -<br />
2005 575,749,716,377.01 YTL 55840 486.401.000.000 -<br />
2006 19,159,425,340.60 YTL 51407 575.783.000.000 % 3.3275<br />
Tablo-1 Derneklerin Finansal Büyüklüğü<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı (11.09.2007) 49<br />
49 (Dernekler Dairesi Başkanlığı, 11.09.2007)
Tabloda-1 de görüldüğü gibi 2004 yılında derneklerin ekonomide yön<br />
verdiği finansal büyüklük 245,928,810,167.97 TL olmakla birlikte bu değer 5014<br />
derneğin finansal büyüklüğünü ifade etmektedir. 2004 yılındaki dernek sayısının<br />
69.485 olmasından dolayı sahip olduğumuz verinin yetersiz olduğu ortaya<br />
çıkmaktadır. Bu yüzden 2004 yılı için bir değerlendirme yapmak anlamsız<br />
olacaktır.<br />
2005 yılında derneklerin ekonomide yön verdiği finansal büyüklük<br />
575,749,716,377.01 YTL olup bu tutar 55.840 derneğin finansal büyüklüğünü<br />
ifade etmektedir. Ancak 2005 yılında YTL’ye yeni geçilmiş olmasından dolayı<br />
hesaplamalarda ve veri girişlerinde (bazı verilerin TL, bazılarınınsa YTL olarak<br />
verildiği düşünülmektedir.) aynı standart sağlanamamıştır. Bu nedenle 2005<br />
yılında finansal büyüklük hesaplanmasında bu veriler değerlendirme dışında<br />
bırakılacaktır.<br />
2006 yılında derneklerin ekonomide yön verdiği finansal büyüklük<br />
19,159,425,340.60 YTL olup bu tutar 51.407 derneğin finansal büyüklüğünü ifade<br />
etmektedir. 2006 yılında gayri safi milli hasıla 575.783.000.000 YTL’dir. 2006<br />
yılındaki derneklerin ekonomide yön verdiği finansal büyüklük olan<br />
19,159,425,340.60 YTL’nin, gayri safi milli hasılaya oranı % 3,3275’tir. Bunun<br />
anlamı derneklerin 2006 yılında gayri safi milli hasılanın % 3,3275’i gibi bir<br />
büyüklüğünü kullanmış ve yahut kullanabilme imkanını elinde bulundurmuş<br />
olmasıdır. Ekonomi için derneklerin yön verdiği miktar ve bu miktarın GSMH’ye<br />
oranı hiçte azımsanmayacak büyüklüktedir.<br />
2.1.2 Derneklerin GSMH İçerisindeki Yeri<br />
Derneklerin gayri safi milli hasıla (GSMH) içerisindeki yeri belirlenirken<br />
öncelikle GSMH hesaplama yöntemlerinden hangisinin kullanılacağına karar<br />
vermek gerekir. GSMH, üretim yöntemi, gelir yöntemi, harcamalar yöntemi olmak<br />
üzere üç yöntemle hesaplanabilmektedir. Bu üç hesaplama yönteminin dayandığı<br />
temel esas Toplam Hasıla, Toplam Gelir, Toplam Harcamalar Özdeşliği’dir.<br />
Toplam hasıla üretim yöntemi ile elde edilen değeri, toplam gelir, gelir yöntemi ile<br />
elde edilen değeri, toplam harcamalar da harcamalar yöntemi ile elde edilen<br />
20
değeri gösterdikleri için, bu üç yöntemle elde edilen üretim, gelir ve harcama<br />
değerleri bir birine eşit olacaktır.<br />
Üretim yöntemi, bir ekonomide bir yıllık bir dönem içinde üretilen nihai<br />
malların değerlerini esas alan bir hesaplama yöntemidir. Bu yöntemde sektör<br />
çeşitlerine göre tasnif edilen alt başlıklar ayrı ayrı hesaplanarak belirlenen toplam<br />
ile GSYİH’ye (Gayri safi yurtiçi hasıla) ulaşılmaktadır. GSYİH’ye dış alem<br />
faaliyetlerinin de dahil edilmesiyle GSMH’ye ulaşılmaktadır. Üretim yöntemine<br />
esas teşkil eden alt başlıklar tarım, ticaret, kar amacı gütmeyen özel hizmet<br />
kuruluşları, inşaat vb. gibi sektörlerden oluşmaktadır.<br />
Gelir yönteminde, bir ekonomide bir yıllık bir dönemde üretime katılan<br />
üretim faktörlerinin prodüktif hizmetler karşılığı elde ettikleri gelirler dikkate<br />
alınmaktadır. Üretim faktörlerinin üretime katılmaları karşılığında elde ettikleri<br />
ücret, faiz, rant ve kar gibi gelirler, üretim faktörlerinin ürettikleri nihai mal<br />
değerine, yani katma değere eşit olacaktır. Üretim faktörlerinin toplanmasıyla<br />
yurtiçi gelire ulaşılmaktadır. Yurtiçi gelirle birlikte dış alem faaliyetlerinin, vasıtalı<br />
vergilerin, amortismanların dikkate alınmasıyla GSMH’ye ulaşılmaktadır.<br />
Harcamalar yöntemi, bir ekonomide bir yıllık bir dönemde üretim<br />
faktörlerinin prodüktif hizmetleri karşılığı elde ettikleri gelirin harcanması ile<br />
ilgilenir. Harcamalar yöntemine göre, bir ekonomide bir yıllık dönemde yapılan<br />
tasarrufların tamamının gayri safi yatırım harcamalarına dönüştürüldüğü<br />
varsayılmaktadır. Tüketim harcamaları (C), gayri safi yatırım harcamaları (GSI)<br />
ve kamu harcamaları (G) toplandığı zaman Toplam Yurt İçi Harcamalar (TYİH)<br />
bulunur. İthalat ihracat farkı eklenir ve toplam yurt içi harcamalar dış alem gelirleri<br />
ile birlikte işleme tabi tutulursa Gayri Safi Milli Hasıla elde edilir.<br />
Üretim, gelir ve harcamalar yöntemleriyle hesaplanan GSMH, ekonominin<br />
toplam üretim gücünü gösteren dünyaca kabul görmüş bir ölçü olmasına rağmen,<br />
her zaman ekonominin üretim gücüyle ilgili gerçek durumu yansıtmaz. Çünkü<br />
GSMH değerinin ölçülmesinde bazı problemler bulunmaktadır. Bu sorunlar<br />
GSMH değerini ya olduğundan küçük veya olduğundan büyük göstermektedirler.<br />
Bu problemler şöyle sıralanabilir:<br />
21
1- GSMH, piyasa fiyatları bulunmayan mal ve hizmetleri kapsamaz.<br />
Mesela ev hanımlarının evde yaptıkları temizlik, yemek, bulaşık ve çocuk bakımı<br />
gibi hizmetler piyasa fiyatları ile değerlendirilmediği için GSMH değeri içine<br />
girmez. Halbuki aynı hizmetleri bir temizlikçi şirketi, aşçı, bulaşıkçı veya kreşe<br />
yaptırsaydık bu işler için yapılan ödemeler GSMH değeri içine girecekti. Bu<br />
konuda iktisatçılar arasında klasikleşmiş bir örnek vardır: Ev sahibi hizmetçisi ile<br />
evlenirse GSMH azalır. Bunun anlamı şudur: Evlenmeden önce ev sahibi,<br />
yaptığı hizmetler karşılığında hizmetçisine ücret ödemekteydi ve bu ücret GSMH<br />
değeri içine girmekteydi. Evlendikten sonra artık evin sahibesi olan hizmetçi aynı<br />
hizmetleri herhangi bir ücret almadan yapacağı için yaptığı hizmetin değeri<br />
GSMH içine girmeyecektir. Bu durumda GSMH azalacaktır. Aynı şekilde<br />
bahçemizde, köyümüzde, çiftliğimizde, balkonumuzda kendi ürettiğimiz ve ailece<br />
tükettiğimiz tarımsal ve hayvansal ürünlerin değerleri de GSMH içine<br />
girmeyecektir. Çünkü bizler tükettiğimiz bu ürünler için herhangi bir fiyat<br />
ödememekteyiz. Türkiye gibi kendi ürettiğini geniş ölçüde piyasaya sunmadan<br />
tüketen, geçimlik ekonomiye sahip ülkelerde GSMH değeri, ister istemez,<br />
olduğundan küçük hesaplanacaktır. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarında ve onun bir<br />
parçası olan derneklerde çalışan gönüllülerin ortaya çıkardığı ekonomik katma<br />
değerde hesaplanmadığından dolayı GSMH içerisinde yer almamaktadır. Bu<br />
durumda GSMH değerinin ister istemez olduğundan küçük hesaplanmasına<br />
neden olacaktır.<br />
2- GSMH, üretim sürecinin doğurduğu dışsal maliyetleri dikkate almaz.<br />
Dışsal maliyetler, GSMH’nın üretim sürecinde ortaya çıkan hava, su, toprak, ses<br />
kirliliği gibi toplumsal hayatın kalitesini düşüren ve hayatı güçleştiren olumsuz<br />
etkilerdir. Demek ki GSMH üretimi, bir yandan ekonominin üretim gücünü<br />
arttırırken öte yandan üretim esnasında ortaya çıkardığı dışsal maliyetlerle<br />
ülkenin yaşam kalitesini düşürmektedir. GSMH’nın ekonomi üzerindeki net<br />
etkisini görebilmek için dışsal maliyetleri GSMH değerinden çıkarmak gerekir.<br />
Ancak burada bir sorun bulunmaktadır. Dışsal maliyetler, örneğin üretim<br />
sürecinin sebep olduğu çevre kirliliği, piyasada fiyatlandırılamadığı için gerçek<br />
değeri hesaplanamaz ve GSMH değerinden düşülemez. Bu durumda GSMH<br />
22
değeri olduğundan büyük görünür. Yine üretim sürecinin ortaya çıkardığı dışsal<br />
faydalarda GSMH içerisinde yer almaz. Dışsal faydalar, GSMH’nin üretim<br />
sürecinde ortaya çıkan toplumsal hayatın kalitesini arttıran ve hayatı olumlu<br />
etkileyen unsurlardır. Bunlara temiz çevre, sağlıklı bir toplum, verimli topraklar<br />
örnek verilebilir. GSMH üretimi, üretim esnasında ortaya çıkardığı dışsal<br />
maliyetler dolayısıyla bir yandan ekonominin üretim gücü azalırken ve ülkenin<br />
yaşam kalitesi düşerken, diğer taraftan da dışsal fayda ile toplumsal hayatın<br />
kalitesini artmakta ve hayatı olumlu etkilemektedir. GSMH’nin ekonomi<br />
üzerindeki net etkisini görebilmek için dışsal faydanın GSMH değerine eklemek<br />
gerekir. Ancak burada bir sorun bulunmaktadır. Dışsal faydalar, örneğin üretim<br />
sürecinin sebep olduğu sağlıklı toplum, piyasada fiyatlandırılamadığı için gerçek<br />
değeri hesaplanamaz ve GSMH değerine eklenemez. Bu durumda GSMH değeri<br />
olduğundan küçük görünür. Ayrıca sivil toplum kuruluşları ve bunun parçası olan<br />
dernekler dışsal faydanın son derece fazla olarak ortaya çıktığı oluşumlardır.<br />
GSMH hesaplamasında dışsal faydanın hesaplanıp milli gelire dahil<br />
edilememesinden dolayı sivil toplum kuruluşlarının ve dolaylı olarak<br />
derneklerinde ekonomiye olan katkılarının tam olarak sirayet ettirilmesi mümkün<br />
olmamaktadır. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse sivil toplum kuruluşlarının ve<br />
dolaylı olarak derneklerin ortaya çıkardığı dışsal faydalar, dışsal maliyetlerin<br />
oldukça üzerinde olacaktır. Bu da bizim derneklerin ekonomiye olan katkısını<br />
olduğundan küçük bir değer olarak ifade etmemize neden olacaktır.<br />
3- GSMH kayıt dışı ekonomiyi dikkate almaz. Kayıt dışı ekonomi, gelir<br />
akımı doğuran yasa dışı faaliyetler ile piyasada üretilmesi veya satılması yasal<br />
olduğu halde devletin resmi kayıtlarına ve vergileme kapsamına girmeyen bütün<br />
iktisadi faaliyetleri kapsamaktadır. Türkiye GSMH sının %25’i ile %50’si; Amerika<br />
Birleşik Devletleri GSMH sının %3 ü ile %33’ü, Kanada GSMH sının %4 ü ile<br />
%22’si; İtalya GSMH’sinin %8’i ile %33’ü büyüklüğündeki değerlerin GSMH içine<br />
girmediği ileri sürülmektedir. GSMH kayıt dışı ekonomi değerlerini kapsamadığı<br />
için daima olduğundan küçük görünmektedir.<br />
23
Demek ki ister üretim ister gelir isterse harcamalar yöntemi ile<br />
hesaplanmış olsun, bulunan GSMH değeri bir ülkenin üretim gücünün en iyi<br />
göstergesi olmasına rağmen her zaman en doğru göstergesi değildir.<br />
GSMH’nin hesaplanmasındaki sakıncalarda derneklerinde etkisi olduğunu<br />
vurguladıktan sonra derneklerin GSMH içerisindeki payını belirleyebiliriz. Ancak<br />
derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlemeye geçmeden önce üretim<br />
yöntemine göre GSMH hesaplaması alt kalemlerinden olan kar amacı gütmeyen<br />
özel hizmet kuruluşları hesabı hakkında bilgi vermemiz ve gelişimini incelememiz<br />
yararlı olacaktır. Kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşları hesabı bize,<br />
ülkemizdeki sivil toplum hakkında fikir vermektedir.<br />
Kar amacı olmadan hane halkına özel hizmet veren kuruluşların<br />
faaliyetleri devlet hizmetlerine benzemektedir. Bu kuruluşlar, belirli faaliyetleri<br />
yerine getirmek için gönüllü bir araya gelen kişilerin kurdukları kar amacı<br />
olmayan kuruluşlardır. Bunlardan bazıları; ticaret ve sanayi odaları, dernekler,<br />
sendikalar, partiler, sosyal kulüp ve yardım kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların yaptığı<br />
faaliyetler ise; kültür hizmetleri, sağlık hizmetleri, dini ve sosyal hizmetlerdir. Bu<br />
kuruluşların mal ve hizmet satışından elde ettikleri gelir tamamen kuruluşun<br />
faaliyetlerinde kullanılır. Faaliyetlerinin büyük bir kısmı üye aidatları, hükümetin,<br />
kişilerin ve üyelerin yaptığı yardım ve bağışlar ile emlak gelirlerinden finanse<br />
edilir.<br />
ayrılmıştır.<br />
Borsaları<br />
Kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşları hesaplamalarda yedi sınıfa<br />
1- Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret<br />
2- Sendikalar, Federasyonlar ve Konfederasyonlar<br />
3- Dernekler<br />
a- Mesleki dernekler<br />
b- Okul dernekleri<br />
c- Dini amaçla kurulan dernekler<br />
d- Kalkınma ve güzelleştirme dernekleri<br />
e- İşyerlerinde kurulan yardımlaşma ve dayanışma dernekleri<br />
24
f- Kültür dernekleri<br />
g- Araştırma ve bilim dernekleri<br />
4- Profesyonel ve Amatör Sporcu Çalıştıran Spor Kulüpleri<br />
5- Barolar<br />
6- Partiler<br />
7- Vakıflar<br />
Kar amacı olmayan kuruluşların katma değer hesabı gelir yoluyla<br />
hesaplanmaktadır. Kar amacı olmayan kuruluşların katma değerini belirlemek<br />
amacıyla 1990 yılından itibaren her üç ayda bir anket düzenlenmektedir.<br />
YILLAR<br />
KAR AMACI<br />
OLMAYAN ÖZEL<br />
HİZMET<br />
KURULUŞLARI<br />
25<br />
GSMH<br />
İÇERİSİNDEKİ<br />
PAY (%)<br />
GSMH<br />
1993 6.015.017 0.3 1.997.322.597,4<br />
1994 9.069.935 0.2 3.887.902.916,5<br />
1995 14.576.714 0.2 7.854.887.167,1<br />
1996 26.922.359 0.2 14.978.067.283,0<br />
1997 53.020.894 0.2 29.393.262.147,0<br />
1998 98.742.447 0.2 53.518.331.580,0<br />
1999 272.486.469 0.3 78.282.966.809,0<br />
2000 477.140.623 0.4 125.596.128.755,0<br />
2001 918.062.645 0.5 176.483.953.021,0<br />
2002 1.663.999.479 0.6 275.032.365.953,0<br />
2003 3.610.383.150 1.0 356.680.888.222,0<br />
2004 3.530.101.611 0.8 428.932.343.027,0<br />
2005 2.996.961.392 0.6 486.401.032.274,0<br />
2006 4.686.121.215 0.8 575.783.962.135,8<br />
TABLO- 2 Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşların GSMH İçerisindeki Payı<br />
KAYNAK: Türkiye İstatistik Kurumu 50<br />
50 (Türkiye İstatistik Kurumu)
Tablo-2’de kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının GSMH<br />
içerisindeki payı ve miktarı yıllar itibariyle görülmektedir. Kar amacı olmayan özel<br />
hizmet kuruluşlarının yıllar itibariyle GSMH içerisindeki payı 1993 yılından 1999<br />
yılına kadar benzer bir seyir takip ederek % 0,2 civarında kalmıştır. 1999 yılıyla<br />
birlikte bir ivme kazanarak 2000 yılında % 0,4, 2001 yılında % 0,5, 2002 yılında<br />
% 0,6, 2003 yılında ise % 1,0’lık gerçekleşme ile GSMH içerisindeki en yüksek<br />
payına ulaşmıştır. 2004 yılında % 0,8 ve 2005 yılında % 0,6 ile gerileme<br />
gözlenmiştir. Yine 2006 yılında % 0,8 ile 2005 yılına göre artış göstermiş ancak<br />
2004 yılı ile aynı pay oranında bir gerçekleşme sergilemiştir. Miktar olarak<br />
incelediğimizde ise 2004 yılı ve 2005 yılı hariç diğer yıllarda hep artış<br />
gözlenmektedir. Kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının ekonomideki<br />
payının 1999 yılında bir ivme kazanmasının nedeni birinci bölümde ifade ettiğimiz<br />
STK’ların Türkiye’deki tarihsel gelişimiyle ilişkilidir. Hatırlanacağı gibi 1999 yılı<br />
ülkemiz için önemli bir yıkım olarak kabul edilebilecek 1999 Depreminin olduğu<br />
yıldır. 1999 depremiyle birlikte STK’lar beklenmedik bir şekilde seferber olmuş,<br />
ortak bilinç ile sorunlara etkin ve etkili çözümler getirmişlerdir. Bu değişim sivil<br />
toplumun payına da yansımıştır. Yine 1999 yılındaki Helsinki Zirvesi de<br />
Türkiye’deki sivil toplum ve siyasi dönüşüm bakımından önemli bir tarihtir.<br />
Helsinki Zirvesi ile başlayan ve devam etmekte olan süreçte Türkiye’de sivil<br />
toplum alanı yolunda büyük adımlar atılmıştır. Bu süreç sivil toplumun GSMH<br />
içerisindeki payının da artış göstermesine neden olmuştur.<br />
Miktar olarak bakıldığında ise 1999 yılında, 1998 yılındaki 98.742.447.-<br />
milyon TL’lik düzeyden 272.486.469.- milyon TL’lik düzeye sıçrama olmuştur.<br />
Miktar açısından 1999 yılındaki artış, 1998 yılına göre % 175’tir. Yine 1999<br />
yılından sonra miktar olarak % değişmeler ise, 2000 yılında, 1999’a göre % 75,<br />
2001 yılında, 2000 yılına göre % 92, 2002 yılında, 2001 yılına göre % 81, 2003<br />
yılında, 2002 yılına göre % 116’lık bir artış, 2004 yılında 2003 yılına göre % 3’lük<br />
bir azalış, 2005 yılında 2004 yılına göre % 16’lık bir azalış, 2006 yılında 2005<br />
yılına göre % 56’lık bir artış olmuştur. Kar amacı gütmeyen özel hizmet<br />
kuruluşları kaleminin yıllar itibariyle gösterdiği değişim sürekli gelişme yönünde<br />
olmuştur. Özellikle de AB ile müzakere sürecine paralel olarak kar amacı<br />
26
gütmeyen özel hizmet kuruluşlarının işlevinin ve ekonomideki payının artacağı<br />
aşikârdır.<br />
Artık derneklerin GSMH içerisindeki ve kar amacı olmayan özel hizmet<br />
kuruluşları içerisindeki payını belirleyebiliriz. Derneklerin GSMH içerisindeki<br />
payını hesaplarken GSMH hesaplama yöntemlerinden harcamalar yöntemi<br />
kullanılacaktır. Peki derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlerlerken dernekler<br />
tarafından yapılan harcama kalemlerinde hangileri kullanılacaktır? Bu sorunun<br />
cevabını belirlemek için derneklerin kullandığı mali tablolara bakmamız<br />
gerekmektedir.<br />
Dernekler, basit usul ve bilanço usulü olmak üzere iki usulde defter<br />
tutmaktadır. Basit usulde defter tutan dernekler tarafından dönem sonlarında<br />
işletme hesabı tablosu, bilanço esasına göre defter tutan dernekler tarafından ise<br />
dönem sonlarında bilanço ve gelir tablosu düzenlenmektedir. Derneklerin GSMH<br />
içerisindeki payını hesaplarken derneklerin mali tabloları olan işletme esası<br />
tablosu ve gelir tablosunda yer alan genel giderler, personel giderleri, amaç ve<br />
hizmet giderleri, diğer giderler bölümleri toplanarak derneklerin bir yıllık dönemde<br />
GSMH içerisindeki yeri belirlenecektir.<br />
YIL<br />
DERNEK<br />
SAYISI HESAPLAR TUTAR<br />
2004 31611 GENEL GİDERLER 3,990,077,385,334.63<br />
2004 12222 PERSONEL GİDERLERİ<br />
AMAÇ <strong>VE</strong> HİZMET GİDERLERİ<br />
2,178,028,217,102.65<br />
2004 10308<br />
TOPLAMI 232,744,631,913.69<br />
2004 14232 DİĞER GİDERLER 1,401,839,025,141.13<br />
TOPLAM 7,802,689,259,492.10<br />
TABLO-3 2004 Yılında Derneklerin Harcamalar Toplamı<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı (25.12.2007)<br />
Tablo-3’te 2004 yılında derneklerin mali tablolarında yer alan ve<br />
derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlemede kullanılacak harcamalar yer<br />
almaktadır. 2004 yılında harcama kalemi olarak verileri bulunan dernek sayısı<br />
tam olarak belirli değildir. Derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlemeye esas<br />
harcama tutarı ise 7,802,689,259,492.10 TL’dir. 2004 yılında faal olan dernek<br />
sayısı ise 69,485’tir. Görüldüğü gibi faal olan dernek sayısı ile mali bilgilerine<br />
27
sahip olduğumuz dernek sayısı arasında azımsanmayacak büyüklükte fark<br />
vardır. Bu yüzden 2004 yılı için hesaplayacağımız GSMH içerisindeki pay tam<br />
olarak derneklerin GSMH içerisindeki payını veremeyecektir. Bu nedenle 2004<br />
yılına ilişkin değerlendirme yapmak doğru sonuçlar vermeyecektir. Faal dernek<br />
sayısı verileri ile verileri bulunan dernek sayısı arasındaki fark verilerin sisteme<br />
girilmesi ve derlenmesini sağlayan Dernekler Dairesi Başkanlığı ve Taşra<br />
Teşkilatının yeni yapılanıyor olması ve veri girişlerinin uzun bir süreç almasından<br />
kaynaklanmaktadır. Ama yine de sahip olduğumuz veriler ışığında 2004 yılında<br />
derneklerin GSMH içerisindeki payını ortaya koyabiliriz.<br />
YIL 2004<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALAR TUTARI (TL) 7,802,689,259,492.10<br />
GSMH (TL) 428.932.000.000.000.000<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI /GSMH % 0.0018<br />
ÖZEL TÜKETİM HARCAMALARI (TL) 284.631.316.564.000.000<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI / ÖZEL TÜKETİM<br />
HARCAMALARI<br />
KAR AMACI GÜTMEYEN ÖZEL HİZMET<br />
KURULUŞLARI (TL)<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI / KAR AMACI<br />
GÜTMEYEN ÖZEL HİZMET KURULUŞLARI<br />
TABLO-4 2004 Yılında Derneklerin GSMH İçerisindeki Payı<br />
28<br />
% 0.0027<br />
3,530,101,611,000,000<br />
% 0.2210<br />
Tablo-4’te derneklere ait 2004 yılı mali bilgilerin GSMH içerisindeki payı ve<br />
özel tüketim harcamaları içerisindeki payı yer almaktadır. 2004 yılında GSMH<br />
428,932 (Trilyon TL)’dir. 31611 derneğin GSMH içerisindeki payı % 0,0018 gibi<br />
çok küçük bir paydır. Dernek harcamalarının özel tüketim harcamaları<br />
içerisindeki payı ise % 0,0027’dir. Yine dernek harcamalarının, GSMH<br />
hesaplanırken kullanılan hesaplardan olan kar amacı gütmeyen özel hizmet<br />
kuruluşları içerisindeki payı yani ülkemizdeki sivil toplum kuruluşları içerisindeki<br />
payı % 0,2210’dur. Görüldüğü gibi 2004 yılı için derneklere ait verilerin
yetersizliğinden dolayı bu yıla ait derneklerin GSMH içerisindeki payı da çok<br />
düşük çıkmaktadır.<br />
YIL<br />
DERNEK<br />
SAYISI HESAPLAR TUTAR<br />
2005 60251 GENEL GİDERLER 107,703,497,550.55<br />
2005 59817 PERSONEL GİDERLERİ<br />
AMAÇ <strong>VE</strong> HİZMET GİDERLERİ<br />
83,795,282,928.10<br />
2005 59748<br />
TOPLAMI 247,830,002,103.93<br />
2005 59890 DİĞER GİDERLER 22,022,440,837.11<br />
TOPLAM 461,351,223,419.69<br />
TABLO- 5 2005 Yılında Derneklerin Harcamalar Toplamı<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı (25.12.2007)<br />
Tablo-5’te 2005 yılında derneklerin mali tablolarında yer alan ve<br />
derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlemede kullanılacak harcamalar yer<br />
almaktadır. 2005 yılında harcama kalemi olarak verileri bulunan dernek sayısı<br />
60.251’dir. Derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlemeye esas harcama<br />
tutarı ise 461,351,223,419.69 YTL’dir. 2005 yılında faal olan dernek sayısı ise<br />
71,317’dir. 2005 yılı içinde faal dernek sayısı ve mali verileri bulunan dernek<br />
sayısı arasında fark olmasına rağmen, yine de verileri bulunan dernek sayısı<br />
geneli temsil edebilecek büyüklüktedir.<br />
YIL 2005<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALAR TUTARI (YTL) 461.351.223.420<br />
GSMH (YTL) 486.401,000,000<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI /GSMH -<br />
ÖZEL TÜKETİM HARCAMALARI (YTL) 328,560,589,120<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI / ÖZEL TÜKETİM<br />
HARCAMALARI<br />
KAR AMACI OLMAYAN ÖZEL HİZMET<br />
KURULUŞLARI (YTL)<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI / KAR AMACI<br />
OLMAYAN ÖZEL HİZMET KURULUŞLAR<br />
TABLO-6 2005 Yılında Derneklerin GSMH İçerisindeki Payı<br />
29<br />
-<br />
2.996.961.392<br />
-
Tablo-6’da derneklere ait 2005 yılı mali bilgilerin GSMH içerisindeki payı<br />
ve özel tüketim harcamaları içerisindeki payı yer almaktadır. 2005 yılında GSMH<br />
486.401 Milyon YTL’dir. Tablo-4’te yer alan ve harcama verisi bulunan 60.251<br />
derneğin GSMH içerisindeki payı çok büyük bir değer çıkmaktadır. Benzer durum<br />
derneklerin özel tüketim harcamaları ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar<br />
içerisindeki yerinin belirlerken de söz konusu olmaktadır. Bunun nedeni 2005<br />
yılında TL uygulamasından YTL uygulamasına geçilmesinden dolayı veri<br />
girişlerinde ve verilerin derlenmesinde ortaya çıkan hatalar olduğu<br />
değerlendirilmektedir. Bu nedenle 2005 yılı için derneklerin GSMH ve diğer<br />
değişkenler içerisindeki payının dikkate alınması yanıltıcı sonuçlara ulaşmamıza<br />
neden olabileceğinden değerlendirme dışında bırakılması doğru olacaktır.<br />
YIL<br />
DERNEK<br />
SAYISI HESAPLAR TUTAR (YTL)<br />
2006 61612 GENEL GİDERLER 2,608,447,202.14<br />
2006 61612 PERSONEL GİDERLERİ 686,319,406.07<br />
2006 61612<br />
AMAÇ <strong>VE</strong> HİZMET GİDERLERİ<br />
TOPLAMI 1,055,572,858.38<br />
2006 61612 DİĞER GİDERLER 398,117,572.45<br />
TOPLAM 4,748,457,039.04<br />
TABLO- 7 2006 Yılında Derneklerin Harcamalar Toplamı<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı (25.12.2007)<br />
Tablo-7’de 2006 yılında derneklerin mali tablolarında yer alan ve<br />
derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlemede kullanılacak harcamalar yer<br />
almaktadır. 2006 yılında harcama kalemi olarak verileri bulunan dernek sayısı<br />
61,612’dir. Derneklerin GSMH içerisindeki payını belirlemeye esas harcama<br />
tutarı ise 4,748,457,039.04 YTL’dir. 2006 yılında faal olan dernek sayısı ise<br />
73,480’dir. 2006 yılı içinde faal dernek sayısı ve mali verileri bulunan dernek<br />
30
sayısı arasında fark olmasına rağmen, yinede verileri bulunan dernek sayısı<br />
geneli temsil edebilecek büyüklüktedir.<br />
YIL 2006<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALAR TUTARI (YTL) 4,748,457,039<br />
GSMH (YTL) 575.783.000.000<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI /GSMH % 0.8246<br />
ÖZEL TÜKETİM HARCAMALARI (YTL) 382,757,061,635<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI / ÖZEL TÜKETİM<br />
HARCAMALARI<br />
KAR AMACI GÜTMEYEN ÖZEL HİZMET<br />
KURULUŞLARI (YTL)<br />
<strong>DERNEKLERİN</strong> HARCAMALARI / KAR AMACI<br />
GÜTMEYEN ÖZEL HİZMET KURULUŞLAR<br />
TABLO-8 2006 Yılında Derneklerin GSMH İçerisindeki Payı<br />
31<br />
% 1.2405<br />
4,686,121,215<br />
% 101,33<br />
Tablo-8’de derneklere ait 2006 yılı mali bilgilerin, GSMH içerisindeki payı<br />
ve özel tüketim harcamaları içerisindeki payı yer almaktadır. 2006 yılında GSMH<br />
575.783 Milyon YTL’dir. 61,612 derneğin GSMH içerisindeki payı % 0,8246’dır.<br />
Dernek harcamalarının özel tüketim harcamaları içerisindeki payı ise %<br />
1,2405’tir. Yine dernek harcamalarının GSMH hesapları içerisinde yer alan kar<br />
amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşları içerisindeki payı yani ülkemizdeki sivil<br />
toplum kuruluşları içerisindeki payı % 101,33’tür. Yani 2006 yılında dernek<br />
harcamaları kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşları harcamalarından<br />
fazladır. Dernek harcamalarının, kar amacı gütmeyen kuruluşlar hesaplarından<br />
daha az olması kar amacı gütmeyen kuruluşların derneklere ait verileri tam<br />
olarak kapsamadığını göstermektedir.<br />
Kar amacı olmayan kuruluşların GSMH içerisindeki payı (katma değeri)<br />
Devlet İstatistik Kurumu tarafından hesaplanırken 1990 yılından itibaren her üç<br />
ayda bir anket düzenlenmektedir. Uygulanan ankette dernekler, vakıflar ve<br />
amatör spor kulüplerine örnekleme, diğer kar amacı olmayan kuruluşlara tam
sayım yöntemi uygulanmaktadır. 51 Örnekleme yönteminde ise N hacimli bir ana<br />
kütleden, ana kütleyi temsil edebilen n hacimli topluluklar çekilmektedir. Yani<br />
geneli temsil edebilmek için küçük gruplardan tümevarım yöntemi<br />
kullanılmaktadır. Bu nedenle bu yöntemle derneklere ilişkin verilere tam olarak<br />
ulaşılamamakta sadece genele ilişkin bir öngörüde bulunulmaktadır. (Ayrıca konu<br />
hakkında yapılan araştırmada yaklaşık 2600 derneğe ait verinin toplamının anket<br />
yöntemiyle alındığı diğerlerinin bu veriler çerçevesinde genişletilerek milli gelir<br />
hesaplamasına dahil edildiği anlaşılmıştır.) Bu noktada kar amacı gütmeyen<br />
kuruluşlara ait verilerin derneklere ait olan verileri tam olarak yansıtmaması ve<br />
derneklerin GSMH içindeki payının ayrılamamasından dolayı kar amacı<br />
gütmeyen özel hizmet kuruluşlarına ait verilerin dernekler dışındaki kar amacı<br />
gütmeyen özel hizmet kuruluşlarına ait olduğunu varsayabiliriz. Bu varsayım<br />
çerçevesinde kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşlarına ait verileri,<br />
derneklere ait yeni verilerle toplayarak kar amacı gütmeyen özel hizmet<br />
kuruluşlarının GSMH içerisindeki payını yeniden belirleyebiliriz.<br />
YIL 2006<br />
KAR AMACI GÜTMEYEN ÖZEL HİZMET<br />
KURULUŞLARI<br />
32<br />
9,434,578,254<br />
GSMH 575.783.000.000<br />
ÖZEL TÜKETİM HARCAMALARI 382,757,061,635<br />
KAR AMACI GÜTMEYEN ÖZEL HİZMET<br />
KURULUŞLARI / GSMH<br />
KAR AMACI GÜTMEYEN ÖZEL HİZMET<br />
KURULUŞLARI / ÖZEL TÜKETİM HARCAMALARI<br />
% 1.6385<br />
% 2.4648<br />
TABLO-9 2006 Yılında Kar Amacı Gütmeyen Özel Hizmet Kuruluşlarının<br />
GSMH İçerisindeki Payı<br />
Tablo- 9’da kar amacı gütmeyen kuruluşların yukarıdaki varsayımımıza<br />
göre GSMH ve özel tüketim harcamaları içerisindeki payları gözükmektedir. 2006<br />
yılı için kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşları tarafından yapılan harcama<br />
51 (http://www.die.gov.tr/sozluk/milhest.htm 21.01.2008)
tutarı yaklaşık olarak 9.434.578.254 YTL’dir. Kar amacı olmayan özel hizmet<br />
kuruluşlarının GSMH içerisindeki payı % 1,6385’tir. 2006 yılı için kar amacı<br />
gütmeyen kuruluşların GSMH içerisindeki payı sanıldığı gibi az değildir.<br />
Ülkemizdeki genel kanı sivil toplumun GSMH içerisindeki payının düşük olduğu<br />
yönündedir. Elde ettiğimiz veriler göstermektedir ki Türkiye’de sivil toplum GSMH<br />
içerisinde hiçte azımsanmayacak bir büyüklüğe sahip olduğu yönündedir. Kar<br />
amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının özel tüketim harcamaları içerisindeki<br />
payı % 2,4648’dir. Kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının özel tüketim<br />
harcamaları içerisindeki payı da bu kuruluşların GSMH içerisindeki payı gibi<br />
yüksektir.<br />
Bununla birlikte derneklere ait verilerin, derneklerin iktisadi işletmelerini<br />
kapsamadığını belirtmemiz gerekir. Ayrıca iktisadi işletmelerin ekonomideki<br />
payını belirlemek için kullanabileceğimiz bir istatistik de bulunmamaktadır.<br />
Derneklerin İktisadi işletmelerinin GSMH içerisindeki payına, Türkiye İstatistik<br />
Kurumu tarafından iktisadi işletmelerin faaliyette bulundukları sektörlerin<br />
arasında yer verilmiştir. Ancak bu iktisadi işletmelere kar amacı gütmeyen özel<br />
hizmet kuruluşlarının içerisinde yer verilmesi daha doğru olurdu. Çünkü iktisadi<br />
işletmeler, derneklere gelir sağlamak amacıyla ve derneklerin uzantısı olarak<br />
faaliyette bulunmaktadırlar. Bu iktisadi işletmeler çok çeşitli alanlarda ve<br />
büyüklüktedirler. Halı saha işletmesinden restorana, limited şirketten anonim<br />
şirkete kadar değişik faaliyet alanlarında ve büyüklükte işletmeler bulunmaktadır.<br />
Derneklere gelir sağlayan 1251 adet iktisadi işletmenin olduğu göz önüne<br />
alındığında derneklerin GSMH içerisindeki payının daha da fazla olacağı ortaya<br />
çıkmaktadır.<br />
Bu aşamada derneklerin ve kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının<br />
GSMH içerisindeki paylarını uluslararası verilerle karşılaştırarak objektif bir<br />
değerlendirme yapabiliriz.<br />
Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının ve derneklerin ekonomideki payını<br />
diğer ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarının yani NGO’ların ekonomideki<br />
paylarıyla karşılaştırmamız, karşılaştırma yaptığımız ekonomiler ve ülkemiz için<br />
33
sivil toplumun ne anlam ifade ettiğini ve ülkemiz için gelecekte ne anlam ifade<br />
edebileceğini belirlememize yardımcı olacaktır.<br />
Ancak karşılaştırma yapmaya geçmeden önce önemli bir noktayı<br />
vurgulamamız gerekmektedir. Uluslararası karşılaştırma yapmaya yönelik olarak<br />
düzenli yapılan bir araştırma bulunmamaktadır. Bu nedenle sivil toplumun ve<br />
derneklerin ekonomideki payının karşılaştırmasını yapacağımız ülke verileri için<br />
“Johns Hopkins” üniversitesi tarafından yapılan “Comparative Nonprofit Sector<br />
Project” araştırmasının sonuçları kullanılacaktır. Bu araştırmanın verileri<br />
genellikle 1995 yılı ve diğer yıllara ait verilerden oluşmaktadır. Her ülke<br />
ekonomisinin büyüklüğünün birbirinden farklı olmasından ve derneklere ait<br />
verilerin 2004, 2005, 2006 yıllarına ait üç yıllık bir dönemi kapsamasından dolayı<br />
miktar olarak bir karşılaştırma yapılmayacaktır. Ancak ekonomi içerisinde temsil<br />
ettikleri payların zaman içinde önemli değişiklikler göstermediği<br />
gözlemlendiğinden dolayı ekonomi içerisindeki paylar bazında karşılaştırma<br />
yapılacaktır.<br />
1995 yılında NGO’ların dünya ekonomisinde ifade ettiği toplam büyüklük<br />
1,3 trilyon dolardır. Bu büyüklüğü ile birçok ekonomiden daha büyük bir değeri<br />
temsil etmektedir. Çeşitli ülkelerin GSMH’leri ise Amerika’da 7,2 ( $ trilyon),<br />
Japonya’da 5,1 ( $ trilyon), Çin 2,8 ( $ trilyon), Almanya 2,2 ( $ trilyon), İngiltere<br />
1,4 ( $ trilyon), Fransa 1,3 ( $ trilyon)’dır. Bu açıdan baktığımızda NGO’lar<br />
dünyanın 7. büyük ekonomisi olma kapasitesine sahiptir.<br />
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ EKONOMİLERDEKİ BÜYÜKLÜKLERİ<br />
<strong>ÜLKE</strong>LER<br />
YEREL<br />
KUR<br />
MİLYON<br />
GSMH<br />
PAYI<br />
%<br />
34<br />
<strong>ÜLKE</strong>LER<br />
YEREL<br />
KUR<br />
MİLYON<br />
GSMH<br />
PAYI<br />
%<br />
ALMANYA 137,547 4.0 % İTALYA(1999) 65,969,548 3.1 %<br />
AMERİKA 547,552 7.5 % JAPONYA 24,344,094 5.0 %<br />
ARJANTİNE 13,250 5.1 % KANADA (2003) 81,655 6.7 %<br />
AVUSTURALYA 26,225 5.4 % KENYA(2000) 18,988 2.5 %<br />
AVUSTURYA 68,962 3.0 % KOLOMBİYA 1,724 2.1 %
BELÇİKA 667,517 8.4 % KORE(1997) 21,993,330 4.8 %<br />
BREZİLYA 11,110 1.5 % MACARİSTAN 154,960 2.8 %<br />
ÇEK<br />
CUMHURİYETİ<br />
22,536 1.7 % MEKSİKA 1,254 0.5 %<br />
DANİMARKA 92,962 6.6 % MISIR(1999) 5,271 2.0 %<br />
FİLİPİNLER(1997) 36,497 1.5 % MOROKKO<br />
35<br />
(1999)<br />
2,715 0.8 %<br />
FİNLANDİYA 22,559 3.9 % NOR<strong>VE</strong>Ç 40,012 3.7 %<br />
FİNLANDİYA 22,559 3.9 % PAKİSTAN<br />
(2000)<br />
10,986 0.3 %<br />
FRANSA 290,080 3.8 % PERU 1,272 2.2 %<br />
GÜNEY AFRİKA<br />
(1998)<br />
9,355 1.3 % POLONYA<br />
(1997)<br />
HİNDİSTAN (2000) 168,037 0.6 % PORTEKİZ<br />
(2002)<br />
6,252 1.3 %<br />
5,418 4.2 %<br />
HOLLANDA 98,184 15.5 % ROMANYA 186,903 0.3 %<br />
İNGİLTERE 47,095 6.8 % ŞİLİ 874,278 1.5 %<br />
İRLANDA 3,315 8.4 % SLOVAKYA<br />
(1996)<br />
İSPANYA 2.818.574 4.0 % TANZANYA<br />
(2000)<br />
8,152 1.4 %<br />
193,107 2.9 %<br />
İSRAİL 33,321 12.7 % UGANDA 129,324 1.4 %<br />
İS<strong>VE</strong>Ç(1992) 58,653 4.1 %<br />
TABLO -10 NGO’ların Ülke Ekonomisindeki Büyüklüğü ve Payı<br />
KAYNAK: Johns Hopkins Comparative Nonprofit Sector Project 52<br />
Tablo-10’da çeşitli ülkelerdeki NGO’ların ülke ekonomilerindeki miktar<br />
olarak büyüklükleri ve payları görülmektedir. Tablodaki verilere göre NGO’ların<br />
GSMH içerisindeki payı Macaristan’da % 2,8, Slovakya da % 1,4, Romanya’da %<br />
52 (http://www.jhu.edu/~cnp/research/country.html)
0,3, Pakistan’da % 0,3, Brezilya’da %1,5, Çek Cumhuriyetinde % 1,7,<br />
Hindistan’da % 0,6, İtalya’da % 3,1 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de ise 1995<br />
yılında STK’ların ekonomideki payı % 0,2 olarak gerçekleşmiştir. Ancak STK’ların<br />
ekonomideki payının karşılaştırması için son yıllardaki köklü değişikliklerin yön<br />
vermesiyle şekillenen 2000’li yılların verilerinin kullanılması daha doğru olacaktır.<br />
STK’ların 2000’li yıllarda ekonomi içerisindeki payı ortalama % 0,8’lik bir değeri<br />
ifade etmektedir. Bu açıdan karşılaştırma yaparsak Türkiye ekonomisinde<br />
STK’ların ifade ettiği değer Hindistan, Romanya ve Pakistan’ın üzerinde<br />
gözükmektedir. Brezilya ve Çek Cumhuriyetlerinin ise yarısı kadar bir payı ifade<br />
etmektedir.<br />
Derneklerin 2006 yılında ülke ekonomisinde GSMH’nin % 0,8246’sını<br />
temsil ettiğini belirtmiştik. Ekonomideki aldıkları paylar açısından diğer ülkelerle<br />
karşılaştırdığımızda Romanya’daki % 0,3, Pakistan’daki % 0,3, Hindistan’daki %<br />
0,6’lık payları temsil eden sivil toplum kuruluşları büyüklüklerini geçmektedir. Bu<br />
da göstermektedir ki ülkemiz açısından dernekler diğer ülke sivil toplum kuruşları<br />
bazında karşılaştırma yapılmasına rağmen ülke GSMH’sinin ciddi bir payını<br />
almaktadır.<br />
2006 yılı için varsayımda bulunarak tespit ettiğimiz kar amacı gütmeyen<br />
kuruluşlar verilerinin uluslararası karşılaştırmasını yaparsak;<br />
2006 yılı için kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşlarının verilerinin<br />
derneklere ait verileri tam olarak yansıtmadığını varsaymak suretiyle, derneklerin<br />
2006 yılındaki GSMH içerisindeki payını kar amacı gütmeyen özel hizmet<br />
kuruluşları kalemine eklediğimizde bulduğumuz büyüklüğün GSMH içerisindeki<br />
payının yaklaşık olarak % 1,6385 olduğunu belirtmiştik. Kar amacı gütmeyen özel<br />
hizmet kuruluşlarının 2006 yılındaki GSMH içerisindeki payı, Slovakya’daki %<br />
1,4, Romanya’daki % 0,3, Pakistan’daki % 0,3, Brezilya’daki %1,5’lik GSMH<br />
içerisindeki pay oranlarını geçmiştir. Gelişmiş ülkelerde NGO’ların payı ise,<br />
İtalya’da % 3,1, Fransa’da %3,8, Almanya’da % 4,0, Japonya’da % 5,0,<br />
İngiltere’de % 6,8, İspanya’da % 4,0, Hollanda’da % 15,5’tir. Gelişmiş ülkelerdeki<br />
NGO’ların ülke ekonomilerindeki payları, ülkemiz içinde geleceğe yönelik olarak<br />
önemli bir potansiyele işaret etmektedir.<br />
36
Derneklerin ülke ekonomisindeki yerinin karşılaştırmasını yapabileceğimiz<br />
bir diğer değişkende istihdam verileridir. Öyleyse derneklerdeki istihdam edilen<br />
kişi sayısı nedir şimdi bu sorunun cevabını araştıralım.<br />
2.1.3 Derneklerin Ekonomideki İstihdam İçerisindeki Payı<br />
Dernekler her ne kadar kar amacı gütmeyen kuruluşlar olsalar da işleyen<br />
bir örgüt olmasından kaynaklanan rutin işlemlerini ve amacına yönelik<br />
faaliyetlerini yerine getirmek için personel istihdam edebilmekte ve ya da gönüllü<br />
kimselerden yararlanmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının ve dolaylı olarak<br />
derneklerin karar birimi olmasından dolayı istihdam içerisindeki payının da<br />
belirlenmesi gerekmektedir.<br />
Derneklerde istihdam edilenlerin Türkiye ekonomisindeki istihdam<br />
içerisindeki payı belirlenirken derneklerde çalışan ücretli tam zamanlı çalışan<br />
personel ile ücretli yarım ve ücretli proje zamanlı çalışan personel sayısı esas<br />
alınacaktır. Derneklerdeki istihdamın bir bölümünü oluşturan gönüllü çalışanlar<br />
milli gelir hesaplamasına dahil olmasa da ekonomi açısından bir katma değer<br />
oluşturmaktadır. Bu nedenle derneklerdeki istihdam incelenirken gönüllü olarak<br />
çalışanlarda ücretli olarak çalışanlar gibi değerlendirmeye tabi tutulacaktır.<br />
ÜCRETLİ Tam Zamanlı Yarım Zamanlı Proje Zamanlı<br />
2004 25.388 1.764 2.128<br />
2005 26.899 1.948 2.350<br />
2006 25.903 1.784 2.209<br />
GÖNÜLLÜ Tam Zamanlı Yarım Zamanlı Proje Zamanlı<br />
2004 8.772 3.582 9.439<br />
2005 9.286 8.609 12.736<br />
2006 8.174 8.205 11.526<br />
TABLO-11 Derneklerde İstihdam<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı (11.09.2007)<br />
37
Tablo -11’de görüldüğü gibi, Derneklerde 2004 yılında ücretli tam zamanlı<br />
olarak 25.388 kişi, ücretli yarım zamanlı ve ücretli proje zamanlı olarak 3.892 kişi<br />
çalışmakta olup, ücretli olarak toplam 29.280 kişi çalışmaktadır. 2004 yılında<br />
gönüllü tam zamanlı olarak 8.772 kişi, gönüllü yarım zamanlı ve gönüllü proje<br />
zamanlı olarak 13.021 kişi çalışmakta olup gönüllü olarak toplam 21.793 kişi<br />
çalışmaktadır. 2004 yılında ücretli olarak çalışan personelle, gönüllü çalışan<br />
personel toplamı 51.073 kişidir.<br />
2005 yılında ücretli tam zamanlı olarak 26.899 kişi, ücretli yarım zamanlı<br />
ve ücretli proje zamanlı olarak 4.298 kişi çalışmakta olup, ücretli olarak toplam<br />
31.197 kişi çalışmaktadır. 2005 yılında gönüllü tam zamanlı olarak 9.286 kişi,<br />
gönüllü yarım zamanlı ve gönüllü proje zamanlı olarak 21.345 kişi çalışmakta<br />
olup gönüllü olarak toplam 30.631 kişi çalışmaktadır. 2005 yılında ücretli olarak<br />
çalışan personelle, gönüllü çalışan personel toplamı 61.828 kişidir.<br />
2006 yılında ücretli tam zamanlı olarak 25.903 kişi, ücretli yarım zamanlı<br />
ve proje zamanlı olarak 3.993 kişi çalışmakta olup, ücretli olarak toplam 29.896<br />
kişi çalışmaktadır. 2006 yılında gönüllü tam zamanlı olarak 8.174 kişi, gönüllü<br />
yarım zamanlı ve gönüllü proje zamanlı olarak 19.731 kişi çalışmakta olup,<br />
gönüllü olarak toplam 27.905 kişi çalışmaktadır. 2006 yılında ücretli olarak<br />
çalışan personelle, gönüllü çalışan personel toplamı 57.801 kişidir.<br />
Yıllar Toplam İşgücü (Bin) İstihdam (Bin) İşsizlik Oranı %<br />
2004(Yıllık) 24,289 21,791 10,3<br />
2005(Yıllık) 24,565 22,046 10,3<br />
2006 (Yıllık) 25,444 22.330 9.08<br />
TABLO-12 Yıllar İtibariyle Türkiye Ekonomisindeki İstihdam Verileri<br />
KAYNAK: TÜİK<br />
Tablo-12’de yer alan 2004, 2005, 2006 yıllarında Türkiye ekonomisindeki<br />
istihdam verileriyle, Tablo-11’de yer alan 2004, 2005, 2006 yıllarında<br />
derneklerdeki istihdam verilerini karşılaştırdığımızda; 2004 yılında derneklerde<br />
38
ücretli tam zamanlı ile ücretli yarım zamanlı ve ücretli proje zamanlı çalışan<br />
personelin (29.280), Türkiye ekonomisindeki istihdam (21.791.000) içerisindeki<br />
payı % 0,13’tür. Gönüllü tam zamanlı ile gönüllü yarım zamanlı ve gönüllü proje<br />
zamanlı çalışan personelin (21.793) Türkiye ekonomisindeki istihdam<br />
(21.791.000) içerisindeki payı % 0,10’dur. Ücretli çalışan personel ile gönüllü<br />
çalışan personelin toplamının (51.073), Türkiye ekonomisindeki istihdam<br />
(21.791.000) içerisindeki payı % 0,23’tür.<br />
2005 yılında derneklerde ücretli tam zamanlı ile ücretli yarım zamanlı ve<br />
ücretli proje zamanlı çalışan personelin (31.197), Türkiye ekonomisindeki<br />
istihdam (22.046.000) içerisindeki payı % 0,14’tür. Gönüllü tam zamanlı ile<br />
gönüllü yarım zamanlı ve gönüllü proje zamanlı çalışan personelin (30.631),<br />
Türkiye ekonomisindeki istihdam (22.046.000) içerisindeki payı % 0,13’tür. Ücretli<br />
çalışan personel ile gönüllü çalışan personelin toplamının (61.828), Türkiye<br />
ekonomisindeki istihdam (22.046.000) içerisindeki payı % 0,28’dir.<br />
2006 yılında derneklerde ücretli tam zamanlı ile ücretli yarım zamanlı ve<br />
ücretli proje zamanlı çalışan personelin (29.896), Türkiye ekonomisindeki<br />
istihdam (22.330.000) içerisindeki payı % 0,13’tür. Gönüllü tam zamanlı ile<br />
gönüllü yarım zamanlı ve gönüllü proje zamanlı çalışan personelin (27.905)<br />
Türkiye ekonomisindeki istihdam (22.330.000) içerisindeki payı % 0,12’dir. Ücretli<br />
çalışan personel ile gönüllü çalışan personelin toplamının (57.801), Türkiye<br />
ekonomisindeki istihdam (22.330.000) içerisindeki payı % 0,25’tir.<br />
Derneklerdeki istihdam verileri yıllar itibariyle karşılaştırıldığında; 2004<br />
yılında derneklerdeki ücretli çalışan personel toplam istihdam içerisinde %<br />
0,13’lük bir pay almıştır. 2005 yılında % 0,14’lük bir pay ile artış göstermiş, 2006<br />
yılında ise % 0,13’lük bir pay ile 2004 yılındaki istihdam düzeyine düşmüştür.<br />
2004 yılındaki ücretli çalışan personeli miktar açısından değerlendirirsek, 2004<br />
yılında ücretli çalışan personel sayısı 29.280 iken, 2005 yılında 31.197 kişiyle<br />
artış göstermiş, 2006 yılında 29.896 kişiyle 2005 yılının altında bir seviyede<br />
ancak 2004 yılına göre artış sergilemiştir.<br />
2004 yılında derneklerdeki gönüllü çalışan personel eğer toplam istihdam<br />
içerisindeki hesaplara dahil edilmiş olsaydı toplam istihdam içerisinde 2004<br />
39
yılında % 0,10’luk bir pay alabilecekti. 2005 yılında % 0,13’lük bir pay ile artış,<br />
2006 yılında ise % 0,12’lük bir pay ile 2005’e göre azalış 2004’e göre ise artış<br />
gösterebileceğini söyleyebilecektik. 2004 yılındaki gönüllü çalışan personel<br />
miktarı açısından değerlendirirsek, 2004 yılında gönüllü çalışan personel sayısı<br />
21.793 iken, 2005 yılında 30.631 kişiyle artış göstermiş, 2006 yılında 27.905<br />
kişiyle 2005 yılının altında bir seviyede ancak 2004 yılına göre bir artış<br />
sergilemiştir.<br />
Derneklerdeki istihdamın, Türkiye ekonomisindeki istihdam içerisindeki<br />
payını, ücretli ve gönüllü çalışan personel toplamı açısından<br />
değerlendirdiğimizde, 2004 yılında toplam istihdam içerisinde % 0,23’lük bir payı,<br />
2005 yılında % 0,28’lik bir pay ile artışı, 2006 yılında ise % 0,25’lik bir pay ile<br />
2005’e göre azalış 2004’e göre ise artış sergilemiştir. Çalışan personel miktarı<br />
açısından bakarsak, 2004 yılında ücretli ve gönüllü çalışan personel sayısı<br />
51.073 iken, 2005 yılında 61.828 kişiyle artış göstermiş, 2006 yılında 57.801<br />
kişiyle 2005 yılının altında bir seviyede ancak 2004 yılına göre bir artış<br />
sergilemiştir.<br />
Bu arada Derneklere ait istihdam verilerinin Derneklerin iktisadi<br />
işletmelerini kapsamadığını belirtmemiz gerekir. Derneklere gelir sağlayan 1251<br />
adet iktisadi işletme olup, derneklerin iktisadi işletmelerinde çalışanların sayısı da<br />
hesaplanıp eklenmesiyle birlikte Derneklerin ekonomideki istihdam içerisindeki<br />
payı daha da artacaktır.<br />
Yukarıdaki verilerden anlaşılacağı gibi derneklerin istihdam açısından<br />
ekonomideki payı ve çalışan kişi sayısı açısından 2005 yılında genel bir artış<br />
göstermekle birlikte diğer iki yılda benzer bir oluşum sergilemiştir. Ayrıca sahip<br />
olduğumuz verilerin belirli yılları kapsamasından dolayı uzun vadeli değişmeler<br />
hakkında değerlendirme yapma imkanı söz konusu olmamaktadır. Yıllar itibariyle<br />
derneklerdeki istihdam edilen kişi sayısı ve istihdam edilenlerin ekonomideki<br />
payına bakıldığında, çalışan sayısının ve istihdam payının ekonomideki istihdam<br />
açısından az olduğu sonucuna varabiliriz. Ancak bu aşamada Derneklerin,<br />
STK’larda istihdam edilenler içerisindeki yerini belirlersek derneklerdeki<br />
istihdamın sivil toplum için ne anlam ifade ettiğini ortaya koymuş olabiliriz.<br />
40
Ülkemizde sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilenlerinin sayısını<br />
belirlemeye yönelik çalışmalar her yıl yapılmamaktadır. Bu konuda sadece 2002<br />
yılında yapılan genel sanayi ve işyerleri sayımı içerisinde yer alan faaliyet<br />
kollarına göre işyeri sayısı ve ortalama çalışan sayısı istatistiklerinden,<br />
Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları olarak belirttiğimiz kuruluşlarda istihdam<br />
edilenlerin sayısını bulmamız mümkün olmaktadır.<br />
2002 Yılı<br />
41<br />
Kurum ve Kuruluş<br />
Sayısı<br />
İşçi<br />
Sayısı<br />
İş ve işveren kuruluşlarının faaliyetleri 350 993<br />
Meslek kuruluşlarının faaliyetleri 2.051 6.698<br />
Ücretle çalışanların sendika faaliyetleri 783 6.924<br />
Dini kuruluşların faaliyetleri 112 142<br />
Siyasi kuruluşların faaliyetleri 2.342 1.112<br />
Başka yerde sınıflandırılmamış diğer<br />
üye olunan kuruluşların faaliyetleri<br />
8.598 16.398<br />
Yüksek öğretim hizmetleri 17 2.995<br />
Toplam 14.253 35.262<br />
TABLO -13 Genel Sanayi ve İşyerleri Sayımı<br />
KAYNAK: TÜİK 53<br />
Tablo-13’te 2002 yılında sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilenlerin<br />
sayısı görülmektedir. Tablo-13’teki verilere göre; 2002 yılında 14.253 sivil toplum<br />
kuruluşunda istihdam edilen kişi sayısı 35.262’dir. 2002 yılında Sivil toplum<br />
kuruluşunda istihdam edilenlerin kuruluşlara göre ayrımı ise şöyledir. 350 iş ve<br />
işveren kuruluşunda istihdam edilen kişi sayısı 993’tür. 2.051 meslek<br />
kuruluşunda istihdam edilen kişi sayısı 6.698’dir. 783 ücretle çalışılan sendika<br />
faaliyetinde istihdam edilen kişi sayısı 6.924’tür. 112 dini kuruluş faaliyetinde<br />
53 (Genel Sanayi ve İşyerleri Sayımı, TÜİK)
istihdam edilen kişi sayısı 142’dir. 2.342 siyasi kuruluş faaliyetinde istihdam<br />
edilen kişi sayısı 1.112’dir. 8.598 başka yerde sınıflandırılmamış diğer üye<br />
olunan kuruluşta (Yapılan araştırmada bu kalemin derneklere ait olduğu<br />
anlaşılmıştır.) istihdam edilen kişi sayısı 16.398’dir. 17 yüksek öğretim hizmeti<br />
kuruluşunda istihdam edilen kişi sayısı 2.995’tir.<br />
2002 yılında yapılan genel sanayi ve işyerleri sayımında derneklerde<br />
çalışan kişi sayısına ilişkin veriler dini kuruluşların faaliyetleri ile başka yerde<br />
sınıflandırılmamış diğer üye olunan kuruluşların faaliyetleri içerisinde yer almıştır.<br />
Dini kuruluşların faaliyetleri ve başka yerde sınıflandırılmamış diğer üye olunan<br />
kuruluşlara ilişkin istihdam verileri hazırlanan kuruluş sayısı 8.710’dur. Ancak<br />
2002 yılında dernek sayısı yaklaşık olarak 79.056 civarındadır. Dini kuruluşların<br />
faaliyetleri ve başka yerde sınıflandırılmamış diğer üye olunan kuruluşlar için<br />
hesaplanan istihdam verilerinin derneklerdeki istihdam verilerini tam olarak<br />
yansıtmadığı açıktır. 2004 yılında derneklerde istihdam edilen kişi sayısının<br />
29.280 kişi olduğu düşünülürse 2002 yılı için hesaplanan 16.540 kişi istihdamın<br />
yüzeysel bir düzeyde kaldığı da görülmektedir.<br />
Bu çerçevede 2002 yılında derneklerdeki istihdam verilerini ve STK’lardaki<br />
istihdam verilerini ülke ekonomisindeki istihdam verileri içerisindeki yerini<br />
karşılaştırabiliriz.<br />
YIL 2002<br />
2002 Yılı İstihdam 21.354.000<br />
STK’lardaki İstihdam 35.262<br />
STK’ların İstihdam İçerisindeki Payı % 0.1651<br />
Derneklerdeki İstihdam 16.540<br />
Derneklerdeki İstihdamın, Ekonomideki İstihdam İçerisindeki<br />
Payı %<br />
Derneklerdeki İstihdamın, STK’lardaki İstihdam İçerisindeki<br />
Payı %<br />
TABLO-14 2002 Yılı Ekonomide ve STK’lardaki İstihdam<br />
42<br />
0.0774<br />
46.90
Tablo-14’te 2002 yılında derneklerdeki istihdam verileri ve STK’lardaki<br />
istihdam verilerinin, ülke ekonomisindeki istihdam verileri içerisindeki yerini<br />
görmekteyiz. 2002 yılında Türkiye’de istihdam edilen kişi sayısı 21.354.000<br />
kişidir. 2002 yılında derneklerde istihdam edilen kişi sayısı 16.540 kişiyken,<br />
STK’larda istihdam edilen kişi sayısı 35.262’dir. Derneklerde istihdam edilen kişi<br />
sayı olan 16.540 kişinin ekonomideki istihdam içerisindeki payı % 0,0774’tür.<br />
STK’larda istihdam edilen kişi sayısı olan 35.262 kişinin ekonomideki istihdam<br />
içerisindeki payı % 0,1651’dir. Derneklerde istihdam edilen kişi sayısının,<br />
STK’larda istihdam edilenler içerisindeki payı ise % 46,90’dır.<br />
Ekonomideki istihdam açısından baktığımızda 2002 yılında STK’ların ve<br />
derneklerin ekonomi içerisindeki yerinin az olduğu görülmektedir. Ancak<br />
derneklerdeki istihdam verileri, STK’lardaki istihdam verileri içerisinde son derece<br />
önemli bir paya sahiptir. Bu açıdan baktığımızda dernekler sivil toplum için bir<br />
istihdam kaynağıdır.<br />
STK’lar ve derneklerdeki istihdam verilerini çeşitli ülkelerdeki sivil toplum<br />
kuruluşlarında istihdam edilen kişilerin ekonomi içerisinde aldığı paylarla<br />
karşılaştırırsak ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının ve derneklerin ekonomideki<br />
pay olarak hangi aşamada olduğunu ve hangi aşamalara gelebileceklerine ilişkin<br />
fikir sahibi olabiliriz.<br />
Ancak karşılaştırma yapmaya geçmeden önce önemli bir noktayı<br />
vurgulamamız gerekmektedir. Uluslararası karşılaştırma yapmaya yönelik olarak<br />
düzenli yapılan bir araştırma bulunmamaktadır. Bu nedenle sivil toplumun ve<br />
derneklerin ekonomideki istihdam içerisindeki payının karşılaştırmasını<br />
yapacağımız ülke verileri için “Johns Hopkins” üniversitesi tarafından yapılan<br />
“Comparative Nonprofit Sector Project” araştırmasının sonuçları kullanılacaktır.<br />
Bu araştırmanın verileri genellikle 1995 yılı ve diğer yıllara ait verilerden<br />
oluşmaktadır. Her ülke ekonomisinin büyüklüğünün birbirinden farklı olmasından<br />
ve derneklere ait verilerin 2004, 2005, 2006 yıllarına ait üç yıllık bir dönemi<br />
kapsamasından dolayı sayı olarak bir karşılaştırma yapılmayacaktır. Ancak<br />
istihdam içerisinde temsil ettikleri payların zaman içinde önemli değişiklikler<br />
43
göstermediği gözlemlendiğinden ekonomi içerisindeki paylar bazında<br />
karşılaştırma yapılacaktır.<br />
1995 yılında NGO’ların istihdam açısından dünya ekonomisinde ifade<br />
ettiği büyüklük 39,5 milyon kişidir. Bunların 21,8 milyonu ücretli çalışan 17,7<br />
milyonu ise gönüllü çalışanlardan oluşmaktadır. NGO’larda çalışan sayısı tüm<br />
dünya ekonomideki çalışanların % 4,4’ünü oluşturmaktadır.<br />
<strong>ÜLKE</strong><br />
ÜCRETLİ<br />
ÇALIŞANLARIN<br />
EKONOMİDEKİ<br />
PAYI<br />
GÖNÜLLÜ<br />
ÇALIŞANLARIN<br />
EKONOMİDEKİ<br />
PAYI<br />
44<br />
ÜCRETLİ <strong>VE</strong><br />
GÖNÜLLÜ<br />
ÇALIŞANLARIN<br />
EKONOMİDEKİ<br />
PAYI<br />
NGO’<br />
LARDA<br />
ÇALIŞANLA<br />
RIN SAYISI<br />
ALMANYA 3.5% 2.3% 5.9% 2.418.900<br />
AMERİKA 6.3% 3.5% 9.8% 13.549.100<br />
ARJANTİNE 2.9% 1.9% 4.8% 659.400<br />
AVUSTURALYA 4.4% 1.9% 6.3% 579.700<br />
AVUSTURYA 3.8% 1.1% 4.9% 184.300<br />
BELÇİKA 8.6% 2.3% 10.9% 456.900<br />
BREZİLYA 1.4% 0.2% 1.6% 1.173.800<br />
ÇEK<br />
1.3% 0.7% 2.0% 115.100<br />
CUMHURİYETİ<br />
FİLİPİNLER 0.7% 1.2% 1.9% 517.600<br />
FİNLANDİYA 2.4% 2.8% 5.3% 137.600<br />
FRANSA 3.7% 3.7% 7.6% 1.981.500<br />
GÜNEY<br />
1.8% 1.6% 3.4% 562.400<br />
AFRİKA GÜNEY KORE 1.9% 0.6% 2.4% 535.400<br />
HİNDİSTAN 0.6% 0.8% 1.4% 6.035.000<br />
HOLLANDA 9.2% 5.1% 14.4% 1.051.800<br />
İNGİLTERE 4.8% 3.6% 8.5% 2.536.000<br />
İRLANDA 8.3% 2.1% 10.4% 150.300<br />
İSPANYA 2.8% 1.5% 4.3% 728.800
İSRAİL 6.6% 1.4% 8.0% 176.700<br />
İSVİÇRE 1.7% 5.1% 7.1% 342.900<br />
İTALYA 2.3% 1.5% 3.8% 950.100<br />
JAPONYA 3.2% 1.0% 4.2% 2.835.200<br />
KENYA 1.3% 0.8% 2.1% 287.300<br />
KOLOMBİYA 1.8% 0.6% 2.4% 377.600<br />
MACARİSTAN 0.9% 0.2% 1.1% 54.800<br />
MEKSİKA 0.3% 0.1% 0.4% 141.000<br />
MISIR 2.7% 0.1% 2.8% 629.200<br />
MOROCCO 0.7% 0.8% 1.5% 157.900<br />
NOR<strong>VE</strong>Ç 2.7% 4.4% 7.2% 163.000<br />
PAKİSTAN 0.6% 0.4% 1.0% 442.700<br />
PERU 1.5% 0.9% 2.5% 210.000<br />
POLONYA 0.6% 0.2% 0.8% 154.600<br />
ROMANYA 0.4% 0.4% 0.8% 83.900<br />
SLOVAKYA 0.6% 0.2% 0.8% 23.000<br />
TANZANYA 0.5% 1.5% 2.1% 330.900<br />
UGANDA 0.9% 1.3% 2.3% 228.600<br />
TABLO-15 Uluslararası NGO Karşılaştırması<br />
KAYNAK: Johns Hopkins Comparative Nonprofit Sector Project 54<br />
Tablo-15’de çeşitli ülkelerde NGO’lardaki istihdamın, ülke<br />
ekonomilerindeki istihdam içerisindeki payları görülmektedir. Ülkeler<br />
karşılaştırmasında sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilenlerin payı<br />
belirlenirken ücretli ve gönüllü çalışanların toplam sayısı dikkate alınacaktır.<br />
NGO’lardaki ücretli çalışanların ekonomideki payı gelişmiş ülkelerde<br />
şöyledir; Amerika’da % 6,3, İngiltere’de % 4,8, Hollanda’da % 9,2, Almanya’da<br />
% 3,5, Fransa’da % 3,7, Belçika’da % 8,6, Japonya’da % 3,2’dir. NGO’lardaki<br />
ücretli çalışanların gelişmekte olan ülkelerin ekonomisindeki payı ise; Brezilya’da<br />
54 ( Johns Hopkins University, Johns Hopkins Comparative Nonprofit Sector Project)<br />
45
% 1,4, Arjantin’de % 2,9, Güney Kore’de % 1,9, Peru’da % 1,5, Çek<br />
Cumhuriyeti’nde % 1,3, Macaristan’da % 0,9, Hindistan’da % 0,6, Meksika’da %<br />
0,3, Pakistan’da % 0,6, Romanya’da % 0,4, Slovakya’da % 0,6’dır.<br />
NGO’lardaki gönüllü çalışanların ekonomideki payı gelişmiş ülkelerde<br />
şöyledir; Amerika’da % 3,5, İngiltere’de % 3,6, Hollanda’da % 5,1, Almanya’da<br />
% 2,3, Fransa’da % 3,7, Belçika’da % 2,3, Japonya’da % 1,0’dir. NGO’lardaki<br />
gönüllü çalışanların gelişmekte olan ülkelerin ekonomisindeki payı ise;<br />
Brezilya’da % 0,2, Arjantin’de % 1,9, Güney Kore’de % 0,6, Peru’da % 0,9, Çek<br />
Cumhuriyeti’nde % 0,7, Macaristan’da % 0,2, Hindistan’da % 0,8, Meksika’da %<br />
0,1, Pakistan’da % 0,4, Romanya’da % 0,4, Slovakya’da % 0,2’dir.<br />
NGO’lardaki ücretli ve gönüllü çalışanların toplamının ekonomideki payı<br />
gelişmiş ülkelerde şöyledir; Amerika’da % 9,8, İngiltere’de % 8,5, Hollanda’da %<br />
14,4, Almanya’da % 5,9, Fransa’da % 7,6, Belçika’da % 10,9, Japonya’da %<br />
4,2’dir. NGO’lardaki ücretli ve gönüllü çalışanların toplamının ekonomisindeki<br />
payı gelişmekte olan ülkelerde ise; Brezilya’da % 1,6, Arjantin’de % 4,8, Güney<br />
Kore’de % 2,4, Peru’da % 2,5, Çek Cumhuriyeti’nde % 2,0, Macaristan’da % 1,1,<br />
Hindistan’da % 1,4, Meksika’da % 0,4, Pakistan’da % 1,0, Romanya’da % 0,8,<br />
Slovakya’da % 0,8’dir.<br />
Yıllar 2002 2004 2005 2006<br />
Ücretli Çalışanların Payı 0,0774 0,13 0,14 0,13<br />
Ücretli Çalışanların Sayısı 16.540 29.280 31.197 29.896<br />
Gönüllü Çalışanların Payı - 0,10 0,13 0,12<br />
Gönüllü Çalışanların Sayısı - 21.793 30.631 27.905<br />
Ekonomideki Toplam Pay - 0,23 0,28 0,25<br />
Derneklerdeki Toplam Çalışan<br />
Sayısı<br />
16.540 51.073 61.828 57.801<br />
TABLO-16 Ekonomide ve Derneklerdeki İstihdam Sayısı ve Oranı<br />
Tablo-16’dan Türkiye’de 2002 yılında derneklerdeki ücretli çalışanların<br />
ekonomideki payının % 0,0774, 2004 yılında % 0.13, 2005 yılında % 0.14, 2006<br />
yılında % 0.13 olduğu, derneklerde gönüllü çalışanların ekonomideki payının<br />
46
2004 yılında % 0.10, 2005 yılında % 0.13, 2006 yılında % 0.12 olduğu,<br />
derneklerde ücretli ve gönüllü çalışanların toplamının ekonomideki payının 2004<br />
yılında % 0.23, 2005 yılında % 0.28, 2006 yılında % 0.25 olduğu görülmektedir.<br />
Tablo-15 ve Tablo-16’deki verileri karşılaştırdığımızda; Türkiye’de 2002<br />
yılında derneklerde ücretli çalışanların ekonomideki payı % 0,0774, 2004 yılında<br />
% 0.13, 2005 yılında % 0.14, 2006 yılında % 0.13 olduğunu ifade etmiştik. Çeşitli<br />
ülkelerdeki NGO’larda ücretli çalışanların ekonomideki payları ise gelişmiş ülkeler<br />
olan Amerika’da % 6,3, İngiltere’de % 4,8, Hollanda’da % 9,2, Almanya’da %<br />
3,5, Fransa’da % 3,7, Belçika’da % 8,6, Japonya’da % 3,2, gelişmekte olan<br />
ülkeler olan Brezilya’da % 1,4, Arjantin’de % 2,9, Güney Kore’de % 1,9, Peru’da<br />
% 1,5, Çek Cumhuriyeti’nde % 1,3, Macaristan’da % 0,9, Hindistan’da % 0,6,<br />
Meksika’da % 0,3, Pakistan’da % 0,6, Romanya’da % 0,4, Slovakya’da % 0,6<br />
olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de derneklerdeki ücretli çalışanların ülke<br />
ekonomisindeki ortalama % 0.13’lük payı, gelişmekte olan ülkeler olan<br />
Meksika’daki % 0,3, Romanya’daki % 0,4, Slovakya’daki % 0,6’lık paylarla<br />
karşılaştırdığımızda ekonomi için düşük bir payı temsil etmektedir.<br />
Türkiye’de derneklerde gönüllü çalışanların ekonomideki payı 2004 yılında<br />
% 0.10, 2005 yılında % 0.13, 2006 yılında % 0.12 olduğunu ifade etmiştik.<br />
NGO’lardaki gönüllü çalışanların ülke ekonomilerindeki payları gelişmiş ülkeler<br />
olan Amerika’da % 3,5, İngiltere’de % 3,6, Hollanda’da % 5,1, Almanya’da %<br />
2,3, Fransa’da % 3,7, Belçika’da % 2,3, Japonya’da % 1,0, gelişmekte olan<br />
ülkeler olan Brezilya’da % 0,2, Arjantin’de % 1,9, Güney Kore’de % 0,6, Peru’da<br />
% 0,9, Çek Cumhuriyeti’nde % 0,7, Macaristan’da % 0,2, Hindistan’da % 0,8,<br />
Meksika’da % 0,1, Pakistan’da % 0,4, Romanya’da % 0,4, Slovakya’da % 0,2<br />
olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de derneklerdeki gönüllü çalışanların ülke<br />
ekonomisindeki % 0,10, % 0,13 ve % 0,12’lik payları, Meksika’daki % 0,1,<br />
Romanya’daki % 0,4, Slovakya’daki % 0,2, Macaristan’daki % 0,2, Brezilyadaki<br />
% 0,2’lik paylarla karşılaştırdığımızda ekonomi için hiçte azımsanmayacak bir<br />
payı temsil etmektedir. Yani derneklerdeki gönüllü çalışanların ekonomiye katkısı<br />
(GSMH içerisindeki payı) hesaplanmamasına rağmen diğer ülkelerin<br />
seviyesindedir.<br />
47
Türkiye’de ücretli ve gönüllü çalışanların ekonomideki payı 2004 yılında %<br />
0.23, 2005 yılında % 0.28, 2006 yılında % 0.25 olduğunu ifade etmiştik.<br />
NGO’lardaki ücretli ve gönüllü çalışanların toplamının ekonomideki payı gelişmiş<br />
ülkeler olan Amerika’da % 9,8, İngiltere’de % 8,5, Hollanda’da % 14,4,<br />
Almanya’da % 5,9, Fransa’da % 7,6, Belçika’da % 10,9, Japonya’da % 4,2,<br />
gelişmekte olan ülkeler olan Brezilya’da % 1,6, Arjantin’de % 4,8, Güney Kore’de<br />
% 2,4, Peru’da % 2,5, Çek Cumhuriyeti’nde % 2,0, Macaristan’da % 1,1,<br />
Hindistan’da 1,4, Meksika’da % 0,4, Pakistan’da 1,0, Romanya’da % 0,8,<br />
Slovakya’da % 0,8 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de derneklerdeki ücretli ve<br />
gönüllü çalışanların ülke ekonomisindeki % 0.23, % 0.28 ve % 0.25’lik payları,<br />
Slovakya’daki % 0,8, Romanya’daki % 0,8, Meksika’daki % 0,4, Macaristan’daki<br />
% 1,1’lik paylarla karşılaştırdığımızda ekonomi için düşük bir payı temsil<br />
etmektedir.<br />
2002 yılındaki STK’lara ait verileri diğer ülke verileriyle karşılaştırırsak;<br />
2002 yılında STK’larda ücretli istihdam edilen kişi sayısı 35.262’dir. STK’ların<br />
ekonomideki payı ise % 0,1651’dir. 2002 yılı için de STK’ların ekonomideki<br />
payının (% 0,1651) diğer ülkelerdeki ücretli istihdamın altında olduğu<br />
görülmektedir.<br />
Genel olarak derneklerdeki istihdam verilerine baktığımızda ücretli<br />
çalışanların payı ile derneklerdeki toplam istihdam edilenlerin ekonomideki payı<br />
düşüktür. Gönüllü çalışanların ekonomideki payı ise diğer ülke örneklerine yakın<br />
bir büyüklüğü temsil etmektedir. Bununla birlikte gelişmiş ülkelerde NGO’ların<br />
ekonomideki istihdam içindeki payının son derece önemli boyutlarda olması<br />
ülkemiz içinde önemli bir potansiyeli yansıtmaktadır.<br />
Ülkede demokratik ortam geliştikçe, hukuki yapı güçlendikçe, halkın kar<br />
amacı olmayan kuruluşlara güveni ve toplumun refahı arttıkça Derneklerin sayısı,<br />
üyeleri, gelir kaynakları artacak ve doğal olarak sivil toplumla birlikte derneklerde<br />
büyüyecektir. Derneklerin sayı olarak büyümesi ve finansal açıdan güçlenmesi<br />
derneklerin ekonomide daha fazla yer almasına neden olacaktır. Derneklerin ülke<br />
ekonomisindeki yerinin artması ise sonuçta derneklerin ülke ekonomisi için daha<br />
önemli olmasına neden olacaktır.<br />
48
Derneklerin ekonomide kendilerine bir yer bulması doğrudan ve dolaylı<br />
olmak üzere bazı etkilerde bulunmalarına neden olacaktır. Bu etkiler derneklerin<br />
faaliyetlerine, amaçlarına ve ekonomik kararlarına bağlı olarak istikrar politikaları<br />
üzerindeki ortaya çıkardığı etkilerdir. İstikrar politikaları ise tam istihdamın<br />
sağlanması, gelir dağılımının iyileştirilmesi, iktisadi kalkınmanın sağlanması, fiyat<br />
istikrarının sağlanmasıdır. Bundan sonraki bölümde derneklerin ülke<br />
ekonomisindeki önemi, istikrar politikaları bağlamında incelenecektir.<br />
3. BÖLÜM<br />
3.1 <strong>DERNEKLERİN</strong> <strong>ÜLKE</strong> <strong>EKONOMİSİNDEKİ</strong> <strong>ÖNEMİ</strong><br />
Bu bölümde derneklerin çeşitli faaliyetleri sonucu ekonomideki önemini<br />
belirlemek amacıyla istikrar politikaları üzerinde bir etkisinin olup olmadığı<br />
incelecektir.<br />
3.1.1 YOKSULLUK, GELİR DAĞILIMI <strong>VE</strong> <strong>DERNEKLERİN</strong> ETKİSİ<br />
Bu başlıkta istikrar politikalarından birisi olan ve sosyal bakımdan önemli<br />
olan gelir dağılımı ile gelir dağılımındaki adaletsizliğin sonucu olan yoksulluğun<br />
önlenmesinde derneklerin önemi incelenecektir.<br />
Konu; yoksulluk, yoksulluk nedir, Türkiye’de yoksulluk, yoksulluğun<br />
nedenleri, gelir dağılımının tanımlanması, kişisel gelir dağılımında eşitsizliğin<br />
ölçülmesi, kişisel gelir dağılımında adaletsizliğin nedenleri, kişisel gelir<br />
dağılımının önemi, Türkiye’de gelir dağılımı, derneklerin yoksulluk ve gelir<br />
dağılımının düzeltilmesine etkisi başlıkları altında incelenecektir.<br />
3.1.1.1 Yoksulluk<br />
Ülkelerin farklı sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeylerine göre yoksulluğun<br />
kavramsal mahiyeti ve boyutu da buna göre değişebilmektedir. Ancak, hayatın<br />
idamesini tehdit etmesi bakımından sosyal risklerin başında gelmesinden<br />
dolayıdır ki, yoksulluk bütün toplumların üzerinde durduğu en önemli ortak sosyal<br />
sorunudur.<br />
49
3.1.1.1.1 Yoksulluk Nedir?<br />
Yoksulluk, maddî nitelikteki mahrumiyetler sebebi ile kaynaklara ve üretim<br />
faktörlerine erişememe ve böylece asgari hayat düzeyini sürdürecek gelirden<br />
yoksun bulunulması hâlidir. 55 Sosyal boyutuyla yoksulluk “insan haysiyetine ve<br />
şahsiyetine yaraşır bir hayat düzeyinin altında, maddî yönden tam anlamıyla<br />
veya nispî olarak yetersiz olma durumudur”. 56<br />
Sosyal bilimlerde yoksulluk kavramı, çoğu kez ekonomik (maddî)<br />
boyutuyla ele alınmaktadır. Buna göre yoksulluk, maddî yetersizlik veya<br />
güçsüzlükten başka bir şey değildir. Maddî yoksulluk, yeteri derecede kaynaklara<br />
veya bunların üzerinde tasarruf hakkına ve(ya) gücüne sahip olamamayı ifade<br />
etmektedir. Yoksulluk, mutlak ve göreceli yoksulluk olarak ikiye ayrılmaktadır.<br />
Mutlak Yoksulluk<br />
Mutlak yoksulluk, insan haysiyetine yakışır bir şekilde temel ve zorunlu<br />
ihtiyaçların giderilememesi hâlidir. Yoksulluğun tezahürü açısından en belirgin<br />
fakirlik biçimi, mutlak manada yoksulluğa (açlığa) düşmüş insanların durumudur.<br />
Birinci derecede fakir ve dolayısıyla yardıma muhtaç olarak algılanması gereken<br />
bu fakirler, genelde temel insanî ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, giyinme) kendi<br />
güç ve gayretleriyle karşılayamamaktadır. Açlık sınırı altına düşmemek veya<br />
yeterli düzeyde beslenebilmek için, Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye’de bir<br />
kişinin günde en az dört Dolara (ayda ortalama 120 Dolar) sahip olması<br />
gerekmektedir. 57<br />
Ancak, bazı insanlar, kendilerini ve aile fertlerini besleyecek kadar açlık<br />
sınırı üzerinde gelir sahibi olsalar dahi, zorunlu sosyal giderlerinin yüksek<br />
olmasından dolayı, açlık sınırının altına düşebileceklerini de unutmamak<br />
lazımdır. Dolayısıyla, açlık sınırını, kişinin özel sosyal ve ailevî durumunu dikkate<br />
almadan, toplumun genel refah seviyesinden, tabii çevresel şartlardan, coğrafik<br />
konumdan, kişinin çalışma imkân ve fırsatlarından, kişinin şahsî özellikleri,<br />
55 (Aktan, 2002:1043)<br />
56 (Seyyar, 2002: 131)<br />
57 (Seyyar, 2003: 41)<br />
50
alışkanlıkları ve yaşama tarzından ayrı ve objektif olarak tespit etmenin zorlukları<br />
da ortadadır. 58<br />
Göreceli Yoksulluk<br />
Temel ihtiyaçlarını kısmen karşılamakla birlikte, sosyal-refah yönünden<br />
gelişmiş toplumlarda vazgeçilmesi zor olan ve hayatın kalitesini artıran veya<br />
hayatı kolaylaştıran bazı nesnel ev eşyalarını (buzdolabı, çamaşır makinesi,<br />
televizyon vb.) yeterince temin edemeyen insanlar ve aileler de ikinci derecedeki<br />
yoksullar kategorisine girmektedir. 59<br />
Göreceli yoksullar, gelirden tamamen mahrum olan yoksullar olmaktan<br />
ziyade, gelir yoksulu olan dar gelirli insanlardır. Sürekli olarak bir gelire sahip<br />
olmak ve asgarî hayat standardını yakalamış olmakla birlikte bu kesimin gelir<br />
düzeyi, çoğu kez ortalama refah seviyesinin altında seyrettiği gibi sosyo-kültürel<br />
katılım, eğitim ve mesken kalitesinden de uzaktırlar. Bir başka ifadeyle, mutlak<br />
yoksullar kadar olmasa da bu kesim de yoksulluk kültüründen nasibini<br />
almaktadır. 60<br />
Göreceli yoksulluğun mutlak yoksulluğa dönüşmemesi için, başta sosyal<br />
devlete ve diğer karar alıcılara büyük görevler düşmektedir.<br />
3.1.1.1.2 Türkiye’de Yoksulluk<br />
Yoksulluğun Türkiye’de ki görünümü, son yıllarda yaşanan ekonomik<br />
krizlerin de etkisiyle ülke nüfusunun çok büyük bir kısmını doğrudan etkiler bir hâl<br />
almıştır. Yaşanan krizlerin boyutu, tüm sosyo-ekonomik göstergelerce açık bir<br />
şekilde görüldüğü gibi, gelir dağılımındaki dengesizliği de gittikçe<br />
pekiştirmektedir. Dış ve iç borç yüzünden mevcut sosyal güvenlik sistemi ile<br />
kamusal sosyal yardım mekanizmaları yoksul kesimleri korumakta da yetersiz<br />
kalmaktadır.<br />
58 (Seyyar, 2003: 42)<br />
59 (Seyyar, 2002: 131)<br />
60 (Dumanlı, 1996; 7)<br />
51
Yöntemler Fert Yoksulluk Oranı (%)<br />
2002 2003 2004 2005 2006<br />
Gıda Yoksulluğu (Açlık) 1.35 1.29 1.29 0.87 0.74<br />
Yoksulluk (gıda+gıda dışı) 26.96 28.12 25.60 20.50 17.81<br />
Kişi başı günlük 1 Dolar’ın altı 0.20 0.01 0.02 0.01 0.00<br />
Kişi başı günlük 2.15 Dolar’ın altı 3.04 2.39 2.49 1.55 1.41<br />
Kişi başı günlük 4,3 Dolar’ın altı 30.30 23.75 20.89 16.36 13.33<br />
Harcama esaslı göreceli<br />
yoksulluk<br />
TABLO – 17: Yıllar İtibariyle Yoksulluk Verileri<br />
KAYNAK: TÜİK<br />
14.74 15.51 14.18 16.16 14.50<br />
Tablo – 17’de fert başına yoksulluk verileri, uluslararası kriterler bazında<br />
ve yıllar itibariyle tasnif edilmiştir. Gıda yoksulluğu ya da açlık dediğimiz sınırın<br />
altında yaşayanlarda azalış görülmektedir. 2002 yılında bu oran toplam nüfus<br />
içinde % 1.35 iken, her yıl azalarak 2006’da yüzde 0.74 olmuştur. Gıdanın yanı<br />
sıra, barınmanın dahil olduğu yoksulluk oranı ise ülkemizde çok yüksektir. Ancak<br />
bu oranda 3 yılda % 27'den 18'in altına gelmiştir. Öte yandan (büyük ölçüde<br />
kurun değer kazanmasına bağlı olarak), kişi başına gelir günde 2.15 dolardan az<br />
geliri olanlar yarıya inmiştir. Göreceli yoksulluk oranları ise sürekli dalgalanma<br />
göstermiştir. Ancak göreceli yoksulluk rakamının yüksek olmasından dolayı pek<br />
iç açıcı bir durumu yansıtmadığı açıktır.<br />
3.1.1.1.3 Yoksulluğun Nedenleri<br />
Yoksulluğun bir değil pek çok nedeni bulunmaktadır. Yoksulluğun<br />
nedenlerini belirlemeye yönelik olarak çeşitli yaklaşımlar öne sürülmüştür.<br />
Bunlardan birisi gelir dağılımındaki eşitsizliktir. Bu durumda yoksulluk gelir<br />
dağılımının bozukluğunun sonucu olarak görülmektedir. Eğer vergilendirme ve<br />
refah devletinin yeniden dağıtım mekanizmalarıyla gelir dağılımındaki bozukluk<br />
düzeltilirse yoksulluğun da azalacağı varsayılmaktadır. Böyle bir yaklaşımda<br />
kuşkusuz göreli bir yoksulluk söz konusudur. Bunun ölçüsü olarak genellikle<br />
52
ülkedeki en üstteki % 20’lik gelir diliminde bulunanların GSMH'deki paylarının, en<br />
alt % 20’lik dilimde bulunanların GSMH'deki paylarına oranı kullanılmaktadır. 61<br />
Yoksulluğun nedenlerini oluşturan unsurlardan diğeri ise ülkedeki işsizlik<br />
oranlarıdır. Açık, gizli, yapısal vb. işsizlik kavramlarıyla yoksulluk arasında sıkı bir<br />
ilişkinin varlığı kabul edilmektedir. İşsizliğin yaygınlaşması, gelir dağılımının<br />
bozulması ve yoksulluğun yaygınlaşmasını artıracaktır. Böyle bir bakış açısı<br />
içinde izlenecek makro ekonomik politikalar sonucu istihdamın artırılması<br />
yoksullukla mücadelenin en kestirme yolarından biri olarak görülmektir. 62<br />
Yoksulluğu önlemek için işsizlikle mücadele kapsamında derneklerin işsizliği<br />
önlemeye yönelik etkileri bir sonraki konu başlığı olan istihdam, işsizlik ve<br />
derneklerin etkisi başlığı altında inceleneceği için burada yer verilmeyecektir.<br />
Yoksulluğu oluşturan bir unsurunda gelir dağılımında adaletsizlik olduğunu<br />
belirttikten sonra gelir dağılımında adalet sağlanması için dernekler tarafından<br />
yapılanları belirleyerek, derneklerin yoksulluğu önlemeye yönelik olarak ne gibi<br />
etkilerde bulunduklarını belirleyebiliriz.<br />
Ancak derneklerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerine geçmeden önce gelir<br />
dağılımının ne olduğu incelenecektir.<br />
3.1.1.2 Gelir Dağılımı<br />
3.1.1.2.1 Gelir Dağılımının Tanımlanması<br />
Gelir dağılımı iktisadi bir kavram olarak milli gelirin dağılımı anlamında<br />
kullanılır. Bu sebeple milli gelir bakımından daha dar, aile, köy veya çeşitli<br />
sektörlerde yaratılan gelirlerin dağılımı konu dışındadır.<br />
Dağılımı incelenecek gelirin milli gelir olduğunu belirterek konunun<br />
sınırlarını bir anlamda çizmiş olmakla beraber, milli gelirin kimler, neler veya<br />
nereler arasında dağılımının ele alınacağını da ortaya koymak lâzımdır. Bu<br />
bakımdan, iktisaden önem taşıyan çeşitli gelir dağılımı kavramlarını açıklamak ve<br />
bu kavramlardan hangisinin tetkik edileceğini bilmek gerekir.<br />
61 (Aktan, Coşkun Can, Yoksulluk Sorununun Nedenleri ve Yoksullukla Mücadele Stratejileri,2002)<br />
62 (TEKELİ, İlhan, Kent Yoksulluğu Ve Modernite'nin Bu Soruna Yaklaşım Seçenekleri Üzerine,<br />
www.planlama.org)<br />
53
a) Coğrafi gelir dağılımı: Milli gelir hiçbir ülkede, çeşitli bölgelere eşit<br />
olarak dağılmamıştır. Milli gelirin coğrafi dağılımı, bir ülkenin farklı bölgelerinde<br />
yaşayan insanların milli gelirden ne oranda pay aldıklarını gösterir. Bu gelir<br />
dağılımı bir ülkenin gelişmiş ve az gelişmiş bölgeleri arasındaki farkları bulmada<br />
kullanılabilir. Genellikle iktisaden kalkınmış ekonomilerde bölgeler arasındaki<br />
gelir dağılımı dengesizlikleri az; az gelişmiş ekonomilerde ise fazladır.<br />
b) Sektörlere göre gelir dağılımı: Çeşitli üretim sektörlerinin sosyal<br />
hâsılaya hangi oranda katıldığını araştırmak istiyorsak, bu gelir dağılımı kavramı<br />
önem kazanır. Başka bir deyimle, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin milli<br />
gelirden aldıkları paylar, bunların uzun devredeki seyirleri, devletin hangi<br />
sektörler aleyhine, hangi sektörler lehine milli gelirin dağılımını etkilediğini,<br />
sektörlere göre gelir dağılımını kullanarak inceleyebiliriz.<br />
Sektör kavramını üretim araçlarının mülkiyeti ile ilgili kabul edersek<br />
sektörlere göre gelir dağılımını, milli gelirin kamu sektörü ile özel sektör<br />
arasındaki dağılımını temsil eden bir kavram olur. Bu anlamda, sektörlere göre<br />
gelir dağılımı, devletin ekonomiye müdahale derecesini, hatta ekonomik sistemin<br />
karakterini gösterir. İktisaden kalkınmış ekonomilerde tarım sektörünün milli<br />
gelirdeki payı az, az gelişmiş ekonomilerde tarım sektörünün milli gelirdeki<br />
hissesi fazladır. İktisadi kalkınma tarihinde tarım sektöründen sonra sanayi<br />
sektörü ve sanayi sektöründen sonra da hizmetler sektörü gelişmiştir. Bugün az<br />
gelişmiş ekonomilerde tarım sektöründen hizmet sektörüne sıçramak gibi bir<br />
olayla karşılaşılmaktadır.<br />
c) Fonksiyonel gelir dağılımı: Fonksiyonel gelir dağılımı, çeşitli üretim<br />
faktörlerinin milli gelirden aldıkları payları inceleyen bir gelir dağılımı kavramıdır.<br />
Milli gelirin içinde ücret, faiz, rant ve kârın paylarını saptarsak, milli gelirin<br />
fonksiyonel dağılımını elde etmiş oluruz.<br />
Üretim faktörlerinin dörde ayrılmasına dayanan bu sınıflandırma yerine,<br />
sadece emek ve mülk gelirlerini birbirinden ayıran ikili bir sınıflandırma da kabul<br />
edilebilir. O zaman ücretler ve diğer gelir sahiplerinin gelirleri içinde kendi<br />
54
emeklerinin karşılığı olan miktarlar emek gelirlerini; emeğin herhangi bir iştirakini<br />
içermeyen faiz, rant ve kâr, mülk gelirlerini meydana getirir.<br />
Milli gelirin çeşitli sosyal sınıflar arasında nasıl dağıldığını araştırmak<br />
istiyorsak, iktisat ilminde kullanılan gelir dağılımı kavramları içinde bu amaca en<br />
uygun olan, fonksiyonel gelir dağılımıdır. Buna rağmen, kabul etmek gerekir ki,<br />
fonksiyonel gelir dağılımı ile çeşitli sosyal tabakaların milli gelirden aldıkları<br />
payları ancak kaba hatları ile gösterebiliriz. Çünkü sosyal tabakalaşma<br />
fonksiyonel dağılımın dörtlü sınıflandırmasının kapsamına giremeyecek kadar<br />
karmaşıktır. Zira bu sınıflandırmaya göre küçük çiftçi ile büyük çiftçi, küçük<br />
tüccarla büyük tüccar, memurla, sanayi ve tarım işçileri arasında fark yoktur.<br />
Kaldı ki, sosyolojik bakımdan sosyal gruplar, sadece elde edilen gelirin<br />
kaynağına göre tanımlanmaz. Nitekim büyük bir şirketin direktörü emek gelirli<br />
olduğu için fonksiyonel dağılıma göre ücretli sınıftan olması gerektiği halde,<br />
sosyolojik bakımdan işçi sınıfından sayılmaz.<br />
d) Kişisel gelir dağılımı: Kişisel gelir dağılımı gelirin nasıl, nerede, ne<br />
yaparak elde edildiğini değil, sadece bireylerin veya tüketici birimlerinin belirli bir<br />
süre boyunca elde ettikleri gelir miktarlarını göz önünde tutar. Onun için,<br />
bireylerarası gelir eşitsizlikleri araştırılmak isteniyorsa, kişisel gelir dağılımı<br />
kavramına başvurulur.<br />
Ücretler milli gelirin % şu kadarını, faiz, rant ve kârlar % bu kadarını<br />
meydana getiriyor dediğimizde fonksiyonel gelir dağılımı bahis konusudur.<br />
Toplumda ne kadar ücretli, ne kadar rantçı bulunduğunu da bu dağılım biçimi<br />
belirtmez; ayrıca, bir ailenin yıllık gelirinde hem ücret, hem rant, hem faiz, hem de<br />
kâr bir arada bulunabileceği için fonksiyonel gelir dağılımı bireylerarası gelir<br />
farklarını göstermez. Buna karşın, Türkiye'de yaşayan fertlerin şu kadarı, şu<br />
miktarda gelir elde ediyorlar veya bu kadarı milli gelirin % şu kadarını ele<br />
geçiriyorlar dersek, bu dağılım şekli kişisel gelir dağılımıdır. Bu gelir dağılımı<br />
sayesinde tüketici gruplar arasındaki dengesizlikleri saptamak mümkündür.<br />
Bütün bu gelir dağılımı çeşitleri ayrı ayrı yönlerden önem taşır. Memleketin<br />
az gelişmiş bölgeleri bizi özel olarak ilgilendiriyorsa coğrafi, farklı sektörlerin milli<br />
gelir içindeki yerini ve gelişmesini inceleyeceksek sektörlerarası, sosyal grupların<br />
55
payları hakkında bir fikir edinmek istiyorsak fonksiyonel, milli gelirin dağılımındaki<br />
eşitlik veya eşitsizlik derecesi ile ilgili isek kişisel gelir dağılımları önem kazanır.<br />
Bu bölümde incelenecek dağılım şekli kişisel gelir dağılımıdır. Bu sebeple<br />
bundan sonra kullanacağımız gelir dağılımı kavramından kişisel gelir dağılımını<br />
kastedilecektir.<br />
3.1.1.2.2 Kişisel Gelir Dağılımında Eşitsizliğin Ölçülmesi<br />
Bir toplumda kişisel gelir dağılımında eşitsizliğin derecesinin<br />
saptanmasında başvurulan en popüler yöntem, Lorenz eğrileri yöntemi ve bu<br />
yöntem yardımıyla hesaplanan Gini Katsayısı’dır.<br />
Diyagram şeklinde oluşturulan Lorenz eğrisinin dikey ekseninde toplam<br />
gelirin, yatay ekseninde ülke nüfusunun kümülatif yüzdeleri yer alır. Nüfusun %<br />
kaçının, gelirin % kaçını aldığını belirler. Diyagramın iki köşesini birleştiren bir<br />
doğru bulunmaktadır ve bu doğruya eş bölüşüm doğrusu denilmektedir. Bu doğru<br />
bir ülkedeki kişisel gelirlerin mutlak bir eşitlikte dağılması durumunu ifade eder.<br />
Mutlak eşitlik doğrusu ile fiili durumu gösteren gelir dağılımı doğrusu arasındaki<br />
fark ülkedeki gelir dağılımı düzeyini gösterir. Fark arttıkça gelir dağılımı<br />
adaletsizliği artar, fark azaldıkça azalır. Mutlak eşitlik doğrusu ile fiili durumu<br />
gösteren gelir dağılımı doğrusu arasındaki fark ile mutlak eşitlik doğrusunun<br />
diyagramdaki köşeleri kesmesi sonucu oluşan üçgenin alanı kullanılarak gini<br />
katsayısı bulunmaktadır. Gini katsayısı gelir dağılımındaki eşitsizliği bir oranla<br />
göstererek eşitsizliğin derecesini ölçmeye yardımcı olur. Gini katsayısı sıfır ile bir<br />
arasında değişmekte olup, bire yaklaştıkça adaletsizliğin arttığını, sıfıra<br />
yaklaştıkça adaletsizliğin azaldığını göstermektedir.<br />
3.1.1.2.3 Kişisel Gelir Dağılımında Adaletsizliğin Nedenleri<br />
Kişisel gelirin eşit olarak dağıldığı hiç bir ülke düşünülemez. Her<br />
ekonomide farklı yoğunlukta olmakla birlikte, kişisel gelir dağılımında adaletsizlik<br />
vardır. Kişisel gelir dağılımındaki adaletsizliğin nedenleri olarak ücret farkları,<br />
piyasanın rekabet yapısı, toprak mülkiyetinin dağılımında adaletsizlikler,<br />
bölgelerarası gelişmişlik farkları, servet düzeyi gösterilebilir.<br />
56
3.1.1.2.4 Kişisel Gelir Dağılımının Önemi<br />
Kişisel gelir dağılımları arasında çok büyük farklar bulunmaması çeşitli<br />
yönlerden arzulanmaktadır.<br />
Kişisel gelir dağılımında adalet sosyal barışı sağlar: Tüketici birimleri<br />
arasındaki gelir dağılımı ne derece âdil olur veya büyük eşitsizlikler göstermezse,<br />
o derece kişiler arasındaki büyük refah farkları ortadan kalkar ve toplumsal refah<br />
artar. Üstelik âdil gelir dağılımının ekonomik güç birikimlerini önlemek, rantiye<br />
sınıfının büyümesine imkân vermemek gibi, sosyal bakımdan faydalı yönleri<br />
vardır. İşte bu sebeple, âdil gelir dağılımı tüketici birimler arasında refah,<br />
ekonomik ve politik güç dengesi kurduğu ve çalışmadan yaşayan bir sosyal<br />
tabakanın oluşmasına meydan vermediği için sosyal barışı sağlayıcıdır.<br />
Kişisel gelir dağılımında adalet toplumsal refahı artırır: Kişisel gelir<br />
dağılımının âdil olması büyük gelirli sosyal tabakalardan az gelirli sosyal<br />
tabakalar lehine yapılacak gelir transferi ile mümkün olur. Marjinal fayda teorisine<br />
göre bir kişinin geliri ne derece artarsa o kişinin gelirinin son birimine atfettiği<br />
değer o derece azalır. Bu sebeple, yüksek gelirli sosyal tabakalardan az gelirli<br />
sosyal tabakalar lehine yapılan gelir transferleri toplumsal fayda ve refahı artırıcı<br />
yönde etkide bulunur. Çünkü yukarıdaki şekilde yapılan her transferin sosyal<br />
maliyeti düşük, buna mukabil, meydana getirdiği sosyal fayda yüksektir.<br />
Kişisel gelir dağılımında adalet fırsat eşitliğini artırır: Tüketici birimler<br />
arasında gelir dağılımının âdil olması fırsat eşitliğini de gerçekleştirir. Bu sayede,<br />
sosyal alanda en önemli amaçlardan birine ulaşılmış, herkese başlangıçta eşit<br />
şans sağlanmış olur. Fırsat eşitliğinin önemi, yeteneklerle ilgili olmayan<br />
başlangıçtaki eşitsizliklerin olumsuz etkilerini bertaraf etmesidir.<br />
Kişisel gelir dağılımında adalet ekonomik istikrarı sağlar: Tüketici birimler<br />
arasında âdil gelir dağılımı, kalkınmış ekonomilerde zaman zaman karşılanan ve<br />
tasarruf-yatırım dengesini tasarruf lehine bozan ve ekonomiyi istikrardan<br />
uzaklaştıran durumların meydana gelmesine imkân vermez. Adil gelir dağılımı<br />
sonunda, harcama gelirin bir fonksiyonu olduğundan ekonomide efektif talep<br />
düzeyi yükselir ve efektif talep düzeyinin düşüklüğünden doğan buhranlardan<br />
57
kurtulunur. Bu sebeple, âdil gelir dağılımının ekonomide fiyat istikrarını koruma<br />
tam çalışmayı gerçekleştirme gibi önemli bir fonksiyonu vardır.<br />
Sosyal açıdan arzulanan gelir dağılımında eşitsizliği azaltıcı politika,<br />
ekonomik gelişme açısından aynı hararetle desteklenmez. Zira ülkedeki gelir<br />
dağılımında eşitsizliği azaltıcı politika sonucunda, tasarruf oranı yüksek olan<br />
zenginlerden, tasarruf oranı düşük olan fakirlere yapılan transferler sonucunda,<br />
ülkedeki, toplam tasarruf düşer. Tasarrufların düşmesi, yatırımların azalmasına,<br />
yatırımların azalması ise hem milli gelir artış hızının düşmesine, hem de<br />
istihdamın azalmasına neden olur.<br />
3.1.1.2.5 Türkiye’de Gelir Dağılımı<br />
Kişisel gelir dağılımın Lorenz eğrisi ve bu eğriden elde edilen Gini<br />
katsayısı ile belirlendiğini daha önce belirtmiştik. Gini katsayısı en zengin kesimle<br />
en yoksul kesimin karşılaştırılmasıdır.<br />
Gini katsayısı, en zengin kesimin milli gelirden aldığı pay büyürse ya da en<br />
yoksul kesimin aldığı pay küçülürse, rakamsal olarak büyür. Bu da olumsuzluk<br />
ifade eder. Eğer bu sayı sıfır ise, iki kesimin aldığı paylar eşit olduğundan<br />
adaletsizlik kalkmış olur.<br />
Yıllar itibariyle gelir dağılımı<br />
I. % 20 II. % 20 III. % 20 IV. % 20 V. % 20<br />
1994 4.9 8.6 12.6 19.0 54.9<br />
2002 5.3 9.8 14.0 20.8 50.0<br />
2003 6.0 10.3 14.5 20.9 48.3<br />
2004 6.0 10.7 15.2 21.9 46.2<br />
2005 6.1 11.1 15.8 22.6 44.4<br />
TABLO- 18 Yıllar İtibariyle Gelir Dağılımı<br />
KAYNAK: TÜİK<br />
Tablo- 18’deki yıllar itibariyle gelir dağılımı istatistiklerine göre; 1994<br />
krizine göre en alttaki yüzde 20'lik dilimin aldığı gelir payı 2000'li yıllara<br />
58
gelindiğinde değişmiş ve % 5'in üzerine çıkmıştır. En zengin % 20'lik dilim de<br />
daha az gelir almaya başlamıştır.<br />
2000 krizinden bu yana en zengin kesim milli gelirden daha az pay alırken,<br />
en alt kesim daha fazla pay almıştır. En alt kesimin bir üstü ile en zengin kesimin<br />
bir altı (ikinci yüzde 20'ler) karşılaştırılırsa, aynı gelişme burada da gözlenir. Bu<br />
da bize son on yıldır gelir dağılımında istikrarlı bir olumlu gelişmenin olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
Buraya kadar üzerinde etkisini tespit etmeye çalıştığımız değişkenin ne<br />
olduğunu ve mevcut durumun tespitini yapmaya çalıştık. Artık derneklerin gelir<br />
dağılımını düzeltmeye yönelik faaliyetlerini ve dolaylı olarak yoksulluğun<br />
azaltılmasına olan etkisini belirleyebiliriz.<br />
Etkisi<br />
3.1.1.3 Derneklerin Yoksulluk ve Gelir Dağılımının Düzeltilmesine<br />
Dernekler çok çeşitli alanlarda faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu<br />
faaliyetleri sonucu ekonomik anlamda bazı etkilerde ortaya çıkmaktadır.<br />
Derneklerin bazı faaliyetleri sonucu ekonomik alandaki etkilerinden biriside gelir<br />
dağılımının düzeltilmesine yönelik olanıdır. Bu çerçevede gelir dağılımının<br />
düzeltilmesine yönelik olarak kabul edebileceğimiz harcamalar şunlardır. Hayır<br />
işleri ve gönüllü faaliyetlere yönelik harcamalar, eğitim ve araştırmaya yönelik<br />
harcamalar, sağlık harcamaları, sosyal hizmetler harcamalarıdır. Dernekler<br />
tarafından gelir dağılımının düzeltilmesine yönelik olarak yapılan harcamaların<br />
gelişimi yıllar itibariyle şöyledir.<br />
Dernekler Tarafından 2004 Yılında Gelir Dağılımının Düzeltilmesine Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
2004 11265 Hayır İşleri ve Gönüllü Faaliyetler 223,040,929,705.91<br />
2004 11431 Eğitim ve Araştırma 270,742,717,811.35<br />
2004 9486 Sağlık 167,932,300,383.36<br />
2004 11017 Sosyal Hizmetler 277,039,829,317.70<br />
Toplam 938,755,777,218.32<br />
TABLO- 19 2004 Yılında Dernekler Tarafından Gelir Dağılımının<br />
Düzeltilmesine Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
59
Tablo- 19’da dernekler tarafından 2004 yılında gelir dağılımının<br />
düzeltilmesine yönelik yapılan harcamaların ayrıntıları görülmektedir. Ancak 2004<br />
yılı için veri bulunan dernek sayısı az olduğu için geneli yansıtmayacağından<br />
dolayı bu yıla ait verilerin dikkate alınması doğru olmayacaktır. Bu nedenle<br />
değerlendirme dışında bırakılmıştır.<br />
Dernekler Tarafından 2005 Yılında Gelir Dağılımının Düzeltilmesine Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
2005 59874 Hayır İşleri ve Gönüllü Faaliyetler 104,579,904.26<br />
2005 59807 Eğitim ve Araştırma 1,444,487,176.14<br />
2005 59768 Sağlık 809,771,871.13<br />
2005 59849 Sosyal Hizmetler 2,033,373,002.55<br />
Toplam 4,392,211,954.08<br />
TABLO- 20 2005 Yılında Dernekler Tarafından Gelir Dağılımının<br />
Düzeltilmesine Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
Tablo- 20’de dernekler tarafından 2005 yılında gelir dağılımının<br />
düzeltilmesine yönelik yapılan harcamaların ayrıntıları görülmektedir. Ancak 2005<br />
yılında da YTL uygulamasına yeni geçilmesinden dolayı verilerin TL ve YTL<br />
şeklinde karışık olarak verilmesinden kaynaklanan sakıncadan dolayı veriler<br />
olduğundan daha büyük gözükmektedir. Bu nedenle 2005 yılı verileri de gelir<br />
dağılımının düzeltilmesine yönelik harcamaların belirlenmesinde dikkate<br />
alınmayacaktır.<br />
Dernekler Tarafından 2006 Yılında Gelir Dağılımının Düzeltilmesine Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
2006 61611 Hayır İşleri ve Gönüllü Faaliyetler 171,339,036.11<br />
2006 61611 Eğitim ve Araştırma 102,942,305.09<br />
2006 61611 Sağlık 43,689,565.68<br />
2006 61611 Sosyal Hizmetler 74,124,477.07<br />
Toplam 392,095,383.95<br />
TABLO- 21 2006 Yılında Dernekler Tarafından Gelir Dağılımının<br />
Düzeltilmesine Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
Tablo- 21’de dernekler tarafından 2006 yılında gelir dağılımının<br />
düzeltilmesine yönelik yapılan harcamaların ayrıntıları görülmektedir. 2006<br />
60
yılında 61.611 dernek tarafından gelir dağılımının düzeltilmesine yönelik olarak,<br />
hayır işleri ve gönüllü faaliyetlere 171,339,036.11 YTL, eğitim ve araştırma<br />
faaliyetlerine 102,942,305.09 YTL, sağlık faaliyetlerine 43,689,565.68 YTL,<br />
sosyal hizmetler faaliyetlerine 74,124,477.07 YTL harcamada bulunulmuştur.<br />
Toplam harcama tutarı ise 392,095,383.95 YTL’dir. 2006 yılında gelir dağılımının<br />
düzeltilmesine yönelik olarak yapılan harcamaların GSMH içerisindeki payı ise %<br />
0.068’dir.<br />
Dernekler tarafından gelir dağılımının düzeltilmesine yönelik yapılan<br />
harcama tutarı GSMH içerisinde çok küçük bir payı temsil etmektedir. Dernekler<br />
tarafından gelir dağılımının düzeltilmesine yönelik olarak yapılan harcamaları<br />
ülke içerisinde benzer nitelikli harcamalarla karşılaştırmamız gelir dağılımının<br />
düzeltilmesine yönelik harcamaların ne kadarlık bir kısmının karşıladığını<br />
belirlememize yardımcı olacaktır. Bu çerçevede devletin sosyal yardımlaşma ve<br />
dayanışma vakıfları vasıtasıyla yaptığı harcamaları, derneklerin gelir dağılımının<br />
düzeltilmesine yönelik yaptığı harcamalarla karşılaştırma da kullanabiliriz. Ama<br />
öncelikle sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının niteliğini ve yapısını<br />
belirlememiz gerekmektedir.<br />
Türkiye bir sosyal hukuk devletidir. Sosyal devlet anlayışı nedeniyle<br />
devlet, sosyal bir varlık olan insanların insanca bir yaşam sürdürmelerini<br />
sağlamak için bazı görevler üstlenmiştir. Sosyal devlet anlayışının uzantısı olarak<br />
yüklenilen görevler 14.06.1986 tarihinde yürürlüğe giren 3294 sayılı Sosyal<br />
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan Sosyal Yardımlaşma ve<br />
Dayanışmayı Teşvik Fonu vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Fonda toplanan<br />
kaynak, Fon kurulunda alınan kararlar doğrultusunda ve Sosyal Yardımlaşma ve<br />
Dayanışma Genel Müdürlüğü eliyle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma<br />
Vakıflarına aktarılmakta ve yardımlar Vakıflar tarafından vatandaşlara<br />
ulaştırılmaktadır.<br />
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun kuruluşunu teşkil<br />
eden 3294 Sayılı Kanunun amacı;<br />
Fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile her ne<br />
suretle olursa olsun Türkiye’ye kabul edilmiş veya gelmiş kişilere yardım etmek,<br />
61
Sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir<br />
şekilde tevzi edilmesini sağlamak,<br />
Sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmektir.<br />
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından çeşitli yardımlar<br />
yapılmaktadır. Bunlar; Aile yardımları (gıda yardımları, yakacak yardımları,<br />
barınma yardımları), sağlık yardımları (tedavi giderlerine yönelik destekler, şartlı<br />
nakit transferleri sağlık yardımları), eğitim yardımları (eğitim materyali yardımları,<br />
taşımalı eğitim, yüksek öğrenim bursu, özürlülere yapılan eğitim yardımları, şartlı<br />
nakit transferleri eğitim yardımları), özürlü yardımları (özürlü ihtiyaç yardımları,<br />
özürlü öğrencilerin okullarına ücretsiz olarak taşınması), sosyal yardımlaşma ve<br />
dayanışma vakıfları tarafından aşevi işletilmesi, doğal afet, terör, yangın gibi<br />
nedenlerle mağdur olan vatandaşların acil ihtiyaçları için SYDV aracılığıyla<br />
yapılan çeşitli yardımlardan oluşmaktadır.<br />
YILLAR Derneklerin Gelir<br />
Dağ. Yön.<br />
Harcamaları<br />
Derneklerin Gelir<br />
Dağ. Yön.<br />
Harcamaları / SYDTF<br />
62<br />
Sosyal Yardımlaşma<br />
ve Dayanışmayı<br />
Teşvik Fonunu<br />
Yardımları (YTL)<br />
2003 - - 651.990.000<br />
2004 - - 1.347.846.000<br />
2005 - - 1.304.664.099<br />
2006 392,095,384 % 28.21 1.389.547.995<br />
TABLO-22 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunu<br />
Yardımları ve Derneklerin Faaliyetleri<br />
KAYNAK: Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü,<br />
14.01.2008) 63<br />
Tablo- 22’de yıllar itibariyle sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik<br />
fonunu yardımları ve derneklerin gelir dağılımının düzeltilmesine yönelik<br />
faaliyetleri sonucu gerçekleştirmiş olduğu yardımlar yer almaktadır. 2004 ve 2005<br />
yıllarına ait derneklerin harcamaları yukarıda belirtilen sakıncalardan dolayı<br />
dikkate alınmadığından sadece 2006 yılına ilişkin veriler karşılaştırılacaktır.<br />
63 (http://www.sydgm.gov.tr/sydtf/web/gozlem.aspx?sayfano=93, 14.01.2008)
2004 yılıyla birlikte sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonunu<br />
yardımları büyük bir ivme kazanmıştır. 2006 yılında 1.389.547.995 YTL’ye<br />
ulaşmıştır. 2006 yılında dernekler tarafından gelir dağılımının düzeltilmesine<br />
yönelik olarak 392.095.384 YTL harcama yapılmıştır. Bunun anlamı dernekler<br />
gelir dağılımının düzeltilmesi ve aynı zamanda yoksulluğun azaltılması için kamu<br />
tarafından yapılmasına ihtiyaç duyulan 392.095.384 YTL’lik harcama tutarını<br />
karşılayarak kamusal gereksinimi ortadan kaldırmış bulunmaktadır. Dernekler<br />
tarafından yapılan gelir dağılımının ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik<br />
harcamaların sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonunu yardımlarına<br />
oranı % 28.21’dir. Yani dernekler gelir dağılımının ve yoksulluğun azaltılmasına<br />
yönelik olarak kamunun yanında hiç azımsanmayacak bir işleve sahiptir.<br />
3.1.2. İSTİHDAM, İŞSİZLİK <strong>VE</strong> DERNEKLER<br />
Günümüzde her ülkede kamuoyunu en fazla meşgul eden, hükümetlerin<br />
yıpranmasına hatta iktidardan düşmesine neden olan sorunlardan biriside<br />
işsizliktir. Bu bölümde sivil toplumun bir parçası olan derneklerin ekonomideki<br />
önemi bağlamında istikrar politikalarından birisi olan istihdam ve bu bağlamda<br />
işsizlik üzerindeki etkisi incelenecektir.<br />
Konu istihdam ve istihdamla ilgili kavramlar, işsizlik ve işsizlik türleri, ve<br />
derneklerin istihdam ve işsizliğe etkisi başlıkları altında ele alınacaktır.<br />
3.1.2.1. İstihdam ve İstihdamla İlgili Kavramlar<br />
a ) Geniş ve Dar Anlamda Tam İstihdam Kavramı ve Yüksek İstihdam<br />
Ekonomideki tüm üretim faktörlerinin (emek, toprak, sermaye ve girişim)<br />
üretime koşulması kaynakların etkin kullanılması anlamına gelmektedir. Tüm<br />
üretim faktörlerinin üretimde görev alması ve dolayısıyla hiç birinin atıl<br />
kalmamasına “tam kullanım” ya da “tam istihdam” denilmektedir. Bir ekonomideki<br />
tüm üretim faktörlerinin üretime koşulması, bir başka deyişle, hiç bir faktörün atıl<br />
kalmaması şeklinde tanımlanan tam istihdam olgusuna, dar anlamda tam<br />
istihdam denilmektedir.<br />
Üretim faktörleri içinde emek faktörü, öteki faktörlerden farklı özelliklere<br />
sahiptir. Emek işçiye bağlı olduğundan çalışılmayan günlere ait çalışma<br />
63
gücünün biriktirilerek daha sonra üretime sokulması mümkün olamamaktadır. Bu<br />
nedenle işçi emeğini satamazsa, yani işsiz duruma düşerse, sosyal sorunlar<br />
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, hükümetler için, tüm kaynakların üretime<br />
koşulması değil de, çalışabilecek yaştaki nüfusun iş bulup çalışması önem arz<br />
etmektedir.<br />
Geniş anlamda tam istihdam bir ekonomideki tüm üretim faktörlerinin<br />
üretime koşulmasını, dar anlamda tam istihdam ise, ekonomide çalışmak istek<br />
ve arzusunda olan tüm yetişkin insanların, iş bulup çalışmalarını ifade<br />
etmektedir.<br />
Ancak dar anlamda tam istihdamla geniş anlamda tam istihdam arasında<br />
yakın bir ilişki vardır. Dar anlamda tam istihdam sağlandığında, yani çalışmak<br />
isteyen herkes iş bulduğunda, emek dışındaki üretim faktörleri de büyük ölçüde<br />
üretime katılıyor demektir. Zira üretimde asli üretim faktörü olan emek, öbür<br />
üretim faktörlerinin (toprak ve sermaye) tamamlayıcısıdır. Emek üretime<br />
katılıyorsa, bu ancak öbür üretim faktörlerinin de üretime katılmasıyla mümkün<br />
olacaktır.<br />
Bundan sonra istihdamı dar anlamıyla yani sadece işgücü faktörünün<br />
üretimde görev alması olarak kabul edeceğiz. Ancak bir ekonomide tüm yetişkin<br />
nüfusun iş bulup çalışması, yani tam istihdamın gerçekleşmesi, hiç bir zaman<br />
mümkün değildir. Her ekonomide, daima bir miktar işgücü, iş değişikliği başta<br />
olmak üzere çeşitli nedenlerle (friksiyonel işsizlik) ve talep edilen işgücünün<br />
niteliklerinin değişmesi nedeniyle (yapısal işsizlik) iş bulamamaktadır. Bu işsizlik<br />
türleri sonucu, ekonomide tam istihdamdan değil, ancak yüksek istihdamdan söz<br />
edilebilir. Zira, tam istihdam çalışmak isteyen tüm yetişkinlerin iş bulup<br />
çalışmasını, yani ekonomide hiç işsiz olmamasını ifade etmektedir. Yüksek<br />
istihdam ise, bir ekonomide yapısal ve geçici (friksiyonel) nedenlerle işsiz<br />
olanların dışında tüm işgücünün çalışmasını ifade etmektedir. Ekonomide<br />
daima, yapısal ve geçici nedenlerle işsizlerin bulunmasının normal olduğunu<br />
kabul ettiğimize göre, tam istihdam yerine yüksek istihdam teriminin kullanılması<br />
gerekir. Böylece tam istihdam terimini, yüksek istihdam yerine kullanabiliriz.<br />
64
) Eksik İstihdam<br />
Eksik istihdam, bir ekonomide tüm üretim faktörlerinin üretimde görev<br />
almaması, bir kısmının atıl kalması halini ifade etmektedir. İstihdamı dar<br />
anlamda aldığımızda ise, eksik istihdam ekonomide çalışmak istediği halde iş<br />
bulamayanların (işsizlerin) olmasıdır. Bu da ekonomide refah kaybının olduğunu,<br />
tüketilecek mal ve hizmet miktarının azaldığını ifade etmektedir. Dolayısıyla,<br />
eksik istihdam halinde, milli gelir olması gereken düzeyin altında<br />
gerçekleşmektedir.<br />
c ) İstihdam ve Milli Gelir<br />
Bir ekonomide erişilen istihdam düzeyi ile milli gelir düzeyi arasında yakın<br />
ilişki vardır. İstihdam düzeyi yükseldikçe, milli gelir de artar. Zira istihdam,<br />
üretimde görev alan işgücü miktarını (ya da tüm üretim faktörleri miktarını) milli<br />
gelir ise, bu istihdam düzeyinde gerçekleştirilen (üretilen) mal ve hizmetlerin safi<br />
miktarlarının parasal değerini göstermektedir. İstihdam yükseldikçe de milli gelir<br />
artmaktadır.<br />
Ancak, istihdam ile milli gelir arasındaki bu ilişki, üretime katılan ilave<br />
işgücünün niteliklerinin aynı ve istihdam arttıkça azalan verimler halinde üretim<br />
yapılmasının söz konusu olmaması varsayımına dayanmaktadır.<br />
3.1.2.2. İşsizlik ve İşsizlik Türleri<br />
3.1.2.2.1 İşsizlik ve İşsizliğin Sakıncaları<br />
Bir ekonomide çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin (16 yaş<br />
ve üstündekiler) olması halinde, söz konusu ekonomide işsizlik var demektir. O<br />
halde çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlere, işsiz denir.<br />
Bir ekonomideki işsiz miktarı ise, söz konusu ekonomide işi olmayan ve<br />
cari ücret düzeyinde çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin<br />
miktarıdır.<br />
İşsizliğin bir ekonomi için maliyeti çok ağırdır. İşsizliğin maliyeti, sosyal ve<br />
ekonomik maliyetlerden oluşmaktadır.<br />
İşsizliğin sosyal sakıncaları; işsizliğin uzun sürdüğü dönemlerde işsizlerin<br />
yaşam standardı düşer. İşe yaramadıkları kompleksine kapılan işsizlerin ailevi<br />
65
ilişkileri bozulur, boşanmalar artar. Diğer yandan toplumda hırsızlık başta olmak<br />
üzere suçluluk oranı ve alkol kullanımı artarken, kumar ve fuhuş yaygınlaşır.<br />
Dahası işsizler çalışma alışkanlıklarını zamanla kaybederler. Yeni bir işe girmek<br />
için gerekli dinamizmi gösteremeyen işsizler, işe girmeleri halinde de adapte<br />
olmakta zorlanırlar. Kriz dönemlerinde işlerini kaybetme riski ve korkusu<br />
nedeniyle çalışanların önemli bir kısmının ruhsal bunalıma girmeleri, işsizliğin<br />
kişiler üzerindeki tahribatlarının boyutlarını en kestirme şekilde yansıtmaktadır.<br />
İşsizliğin ekonomik sakıncaları; işsiz kişinin çalışmadığı sürelerin,<br />
ekonomiye maliyeti söz konusu kişilerin aynı sürelerde çalışma olanağı bulmuş<br />
olmaları halinde gerçekleştirecekleri üretim miktarı kadardır. Bu maliyet eksik<br />
istihdam halinde fiilen gerçekleştirilen milli gelir ile potansiyel milli gelir (tam<br />
istihdam milli geliri) arasındaki farktır. İşsizlik nedeniyle ekonominin uğradığı<br />
üretim kaybına Milli Gelir açığı ya da işsizlikten gelen dara kaybı (işsizliğin ölü<br />
ağırlığı) denilmektedir.<br />
3.1.2.2.2 İşsizlik Türleri<br />
İşsizlik türlerini açıklarken, işsizliğin hangi nedenlerden kaynaklandığı da<br />
ortaya koyulacaktır. İşsizlik nedenleri göz önüne alındığında işsizlik türleri,<br />
friksiyonel işsizlik, yapısal işsizlik, konjonktürel issizlik ve mevsimlik issizlik olmak<br />
üzere dört ana grup altında toplanmaktadır. Diğer yandan friksiyonel işsizlikle<br />
yapısal işsizliğin toplamına doğal işsizlik denilmektedir. İşsizliğin ortaya çıkış<br />
nedenlerine göre yapılan bu işsizlik türleri ayırımında söz konusu olan işsiz<br />
yukarıda işsizlik tanımında da vurgulandığı gibi, “çalışmak istediği halde iş<br />
bulamayan kişi”dir. Ancak friksiyonel, yapısal, konjontürel ve mevsimlik işsizlik<br />
türlerinden herhangi birine girmeyen, buna rağmen ekonomik analizde zaman<br />
zaman söz edilen "gizli işsizlik ve iradi işsizlik" kavramları da bulunmaktadır.<br />
a) Gizli işsizlik ve İradi işsizlik<br />
Bir ekonomide işsizlik oranından söz edilirken cari ücret düzeyinden<br />
çalışmak istediği halde iş bulamayan kişilerin toplam işgücü içindeki payına<br />
bakılmaktadır. Bu işsizler, hem açık işsiz hem de gayri iradi işsizdir. Ancak bir de<br />
işi olmasına rağmen üretime katkısı sıfır olan cari ücret düzeyinden iş bulmasına<br />
66
karşın çalışmak istemeyen iradi işsizler vardır. Bu işsizlik türlerine “gizli işsizlik-<br />
açık işsizlik” ve “iradi işsizlik-gayri iradi işsizlik” denilmektedir.<br />
i) Gizli işsizlik ve Açık işsizlik<br />
Daha önce işsizlik tanımı yapılırken, “cari ücret düzeyinde çalışmak<br />
istedikleri halde iş bulamayan kişilerin” işsiz olduğu belirtilmişti. Bu şekilde<br />
ekonomide iş arayan kişilerin olması halinde söz konusu olan işsizliğe açık<br />
işsizlik denir. Bir ülkedeki işsizlik oranı belirlenirken de, o ekonomide iş<br />
arayanların sayısı, yani açık işsizler, esas alınır.<br />
Oysa bazen bir ekonomide hesaplanan işsizlik oranı, gerçek işsizlik<br />
oranının çok altındadır. Geleneksel tarım sektörü, kamu iktisadi teşebbüsleri ve<br />
küçük aile işletmeleri başta olmak üzere bazı alanlarda, gereğinden fazla işgücü<br />
çalışır. Çalışanların bir kısmı, işten alınsa ya da işten ayrılsa, toplam üretimde<br />
hiç bir değişiklik olmaz. İşte, bu şekilde marjinal verimliliği sıfır olan, çalışır<br />
göründüğü halde toplam üretime hiç bir katkısı olmayan işgücüne gizli işsiz<br />
denilmektedir.<br />
Genellikle az gelişmiş ülkelerde görülen gizli işsizlik olgusunun nedeni, bu<br />
ülkelerde yüksek nüfus artış oranına karşın, sermaye birikiminin yeterli olmaması<br />
nedeniyle, istihdam alanlarının sınırlı olmasıdır. Artan nüfusun iş bulma<br />
olanaklarının sınırlılığı, tarımda ve tarım dışındaki küçük aile işletmelerinde,<br />
gereğinden fazla kişinin birikmesine neden olmaktadır. Bazen dört kişinin<br />
çalışacağı bir işletmede yedi, sekiz kişi çalışmaktadır. Kuşkusuz bu sekiz kişinin<br />
sekizi de çalışır gözüktüğünden, kimin gizli işsiz olduğunu belirlemeye olanak<br />
yoktur. Ancak bunların dördü işten ayrıldığında bile, aynı üretimi gerçekleştirmek<br />
mümkün olacaktır.<br />
ii) İradi işsizlik - Gayri iradi işsizlik<br />
İşsizler, cari ücret düzeyinde çalışma olanaklarının olup olmamasına<br />
göre, iradi işsiz ve gayri iradi işsiz şeklinde ikiye ayrılır.<br />
İradi İşsizlik (Gönüllü İşsizlik)<br />
Yetişkin kişilerin cari ücret düzeyinde çalışma olanaklarına sahip<br />
olmalarına karşın, çeşitli nedenlerle çalışmak istemeyip, işsiz duruma düşmeleri<br />
sonucunda söz konusu olan işsizliğe iradi işsizlik denir. İradi işsizliğin nedeni,<br />
67
kişilerin yaşamlarını devam ettirebilmeleri için güvencelerinin olması nedeniyle,<br />
işi ya da iş yerini, ücret düzeyini vb. bahane ederek çalışmak istememeleridir.<br />
Gayri İradi İşsizlik (Gönülsüz İşsizlik)<br />
Bir ekonomide, yetişkin kişilerin bir kısmının, cari ücret düzeyinde ve<br />
mevcut çalışma koşullarında çalışmaya razı olmalarına karşın, iş bulamamaları<br />
halinde söz konusu olan işsizliğe, gayri iradi işsizlik denir. Bu gibi işsiz kişiler, cari<br />
ücret düzeyinin altında çalışmaya razı olmaları halinde iş bulabilirler. Ancak bu<br />
şekilde iş bulduklarında çalışmakta olan kişilerin işlerini ellerinden aldıklarından<br />
dolayı, ekonomideki işsizlik ortadan kalkmaz, sadece işsiz olan kişiler değişir.<br />
b) Nedenlerine göre işsizlik türleri<br />
Bir ekonomide acil çözüm bekleyen işsizlik türü kuşkusuz özellikle açık<br />
işsizliktir. Açık işsizler içinde de cari ücrete razı olmalarına karşın, iş bulamayan<br />
gayri iradi issizliğin, öncelikle önlenmesi gerekir. Şimdi, açık işsizlik türüne dahil<br />
edilebilen ve aynı zamanda gayri iradi işsizlik niteliğinde olan friksiyonel işsizlik,<br />
yapısal işsizlik, konjonktürel işsizlik pek önemli olmamakla birlikte mevsimlik<br />
işsizlikten söz edilecektir. Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi, bir ekonomideki<br />
friksiyonel işsizlik oranı ile yapısal işsizlik oranına, doğal işsizlik oranı<br />
denilmektedir.<br />
aa. Friksiyonel işsizlik (Arızî işsizlik, Arama işsizliği)<br />
İş gücüne yeni katılan ile çeşitli nedenlerle mevcut işlerini terk etmiş olup<br />
yeni bir iş arayanlara, arızî (geçici) yani friksiyonel işsiz denir.<br />
Her ekonomide mutlaka iş değiştirenler olacağından, toplam işgücü talebi,<br />
toplam işgücü arzına eşit olmasına karşın, friksiyonel işsizlik söz konusu<br />
olacaktır.<br />
Friksiyonel işsizlerin bir kısmı, kendilerine önerilen yeni işi, eski işleri ve<br />
daha önce aldıkları ücretleri göz önüne alarak beğenmezler. Bu açıdan,<br />
friksiyonel işsizleri iradi işsizler grubuna dahil etmek mümkündür. Ancak, bu<br />
grup işsizler, kısa bir zaman zarfında kendi yetenek ve deneyimlerine uygun iş<br />
bulabilirler. Bir ülkede İş ve İşçi Bulma Kurumu ne kadar iyi örgütlenmiş ve etkin<br />
çalışıyorsa, o ülkede arızî işsizlik oranı o denli düşecektir. Her şeye rağmen, her<br />
68
ülkede, mutlaka % 2 ila % 4 arasında friksiyonel işsiz olması normal<br />
karşılanmaktadır.<br />
İş değiştiren kişilerin iş aramaları süresince işsiz durumunda olmaları<br />
sonucunda söz konusu olan friksiyonel işsizliğe, aynı zamanda "arama işsizliği"<br />
de denilmektedir.<br />
bb. Yapısal işsizlik<br />
Her ekonomi sürekli bir değişim içindedir. Bir yandan tüketicilerin talep<br />
kalıpları değişirken, öte yandan üretim teknolojisi değişir. Bu şekilde ekonominin<br />
talep ve üretim yapısında ortaya çıkan değişikliklere intibak sürecinin neden<br />
olduğu işsizliğe, yapısal işsizlik denir. Yapısal işsizliğe neden olan bu yapı<br />
değişiklikleri şunlardır.<br />
-Üretim Teknolojisindeki Değişmeler: Her ülkede, gerek tarım sektöründe<br />
gerekse endüstriyel sektörde, ekonomideki sermaye birikimine paralel olarak,<br />
verimi arttırıcı sermaye yoğun teknolojiler geliştirilmekte ve uygulanmaktadır.<br />
Tarımda “mekanizasyon”, tarım dışı sektörlerde “otomasyon” denilen bu<br />
gelişmeler sonucunda, işlerini makinelere kaptıran işçiler, bir süre işsiz<br />
kalmaktadırlar. Bu tür teknolojik gelişmeye tarım sektöründe başta traktör olmak<br />
üzere, tarımsal makinelerin üretimde kullanılmasını, endüstride ise tekstilde<br />
kullanılan el tezgâhlarının yerini, yarı otomatik ve hatta tam otomatik makinelerin<br />
almasını örnek verebiliriz. Endüstride, makineleşmenin ileri düzeye gelmesi<br />
halinde varılan “otomasyon” aşamasında, üretime insan müdahalesi tamamen<br />
ya da kısmen ortadan kalkmaktadır.<br />
Üretim teknolojisinde, emek yoğun teknolojilerden kapital yoğun<br />
teknolojilere geçişle ortaya çıkan yapısal işsizliğe, teknolojik işsizlik de<br />
denilmektedir. “Emek tasarruf edici teknolojik değişme” ile birlikte kullanılan<br />
makinelerin ilk etkisi, işsizliğin artması yönünde olmaktadır. Ancak zaman içinde<br />
hem ekonominin gelişmesi hem de yeni makinelerin bakım, tamir vb. gibi<br />
istihdam yaratıcı etkisiyle, yeni istihdam alanları ortaya çıkarken, işsizlik<br />
azalmaktadır.<br />
-Tüketim Kalıplarında Değişmeler: Her ekonomide zaman içinde modanın<br />
da etkisiyle zevk ve tercihler, kısaca alışkanlıklar değişmektedir. Yeni<br />
69
mamullerin üretilmeye başlanması ve talep edilmesi, özellikle bu yeni malların<br />
rakibi olan bazı malların talebinde azalmaya neden olur. Bu şekilde, giderek<br />
daha az talep edilen, bir başka deyişle demode olan malları üreten sanayiler<br />
zamanla gerilemekte ve hatta ölmektedir. Bu gibi gerileyen sanayi ve<br />
mesleklerde faaliyette bulunanlar da işsiz duruma düşmektedirler ki, bu tür<br />
işsizler de yapısal işsizlik grubu içine dahil edilmektedir.<br />
Tercihlerde değişmelerin bazı malların talebinde azalmaya neden olması<br />
sonucunda oluşan bu işsizlik türünün ortaya çıktığı gerileyen sanayilere, bakır<br />
eşya sanayi, alüminyum mutfak eşyası sanayi, şapka sanayi vb.leri örnek<br />
verilebilir. Değişen talep karşısında gerileyen sektörlerde çalışanlar işsiz duruma<br />
düşerken, bu işsizlerin bir kısmını ve özellikle gençleri yeni işlere adaptasyon<br />
sağlayabilecek şekilde eğitmek mümkün olabilmektedir.<br />
-Asgari Ücret Uygulaması: Günümüzde birçok ülkede işçilerin<br />
çalıştırılabileceği en düşük ücret düzeyi olan asgari ücret kanunlarla<br />
belirlenmektedir. Asgari ücret düzeyinin yüksek olarak belirlenmesi halinde,<br />
becerisi yüksek olan işçiler iş bulurken, deneyimsiz ve fazla beceri<br />
gösteremeyen işçiler, iş bulamazlar. Yüksek asgari ücret politikasının neden<br />
olduğu işsizleri de, yapısal işsizlik türü içine dahil etmek gerekir. Ülkemiz de<br />
dahil birçok ülkede, işsizliğe neden olmaması için, asgari ücretin oldukça düşük<br />
düzeyde tutulmasına yönelik bir politika izlenmektedir.<br />
Friksiyonel işsizlik ile yapısal işsizlik arasındaki ilişkiler;<br />
Yapısal işsizlik ile friksiyonel işsizlik, işçilerin iş değiştirmesi nedeniyle<br />
söz konusu olan geçici işsizlik türü olduklarından, birbirine benzerler. Bir başka<br />
deyişle yapısal işsizlik, uzun dönemli friksiyonel işsizlik niteliği arz etmektedir.<br />
İşsizler yeni işlere ne kadar hızlı intibak ederlerse, yapısal işsizlik friksiyonel<br />
işsizliğe o denli yaklaşır.<br />
Öte yandan friksiyonel işsizlikte, işsiz sayısı ile boş iş sayısı birbirine çok<br />
yakındır. Yapısal işsizlikte ise, işsiz sayısı ile boş iş sayısı birbirine yakın<br />
olmasına karşın, boş iş ile işsizler arasında nitelik ve özellikle mekan yönünden<br />
farklılıklar vardır. İşsizler, çoğu kez başka yerlere göç etmek zorunda kalmaktan<br />
öte (tarımdan tarım dışı ya da duraklayan bölgelerden gelişen bölgelere), bazen<br />
70
de adaptasyon eğitiminden geçerek, yeni işleri yapabilecek beceri kazanmak<br />
durumuyla kaşı karşıya kalmaktadırlar.<br />
cc. Konjonktürel işsizlik<br />
Liberal kapitalist düzeni benimsemiş ülkelerde, ekonomik hayat<br />
konjonktürel (devrevi, çevrimsel) olarak, canlanıp daralmakta, bir başka deyişle<br />
bu ekonomilerde üretim ve dolayısıyla milli gelir zaman içinde dalgalanmaktadır.<br />
Ekonomik canlanmanın olduğu dönemlerde talep artışına paralel olarak,<br />
istihdam ve milli gelir artmaktadır. Belirli bir zaman sonra, üretimin artması<br />
sonucu mal ve hizmet arzı, talebi aşmaya başlayınca, talep yetersizliği nedeniyle<br />
canlılık yerini durgunluğa terk etmeye başlayacaktır. Böylece stoklar artıp, üretim<br />
gerilerken, işgücüne olan talebin azaldığı bu depresyon dönemlerinde, işsizlik<br />
artacaktır. Bir gayri iradi işsizlik türü olan konjonktürel işsizlik, krizin yoğunluğuna<br />
göre, bir kaç yıl sürebilmektedir.<br />
dd. Mevsimlik işsizlik<br />
Bazı sektörlerde belirli mevsimlerde işgücü talebi artarken, yılın kalan<br />
dönemlerinde işgücü talebi çok düşük düzeylere indiğinden, mevsimlik işsizlik<br />
görülür. Örneğin, tarım ve inşaat sektörlerinde çalışanlar, ölü mevsim olarak<br />
nitelenen kış aylarında işsiz kalırlar. Öte yandan kış turizminde çalışanlar yaz<br />
mevsiminde, yaz turizminde çalışanlar da kış mevsiminde işsiz kalırlar.<br />
Mevsimlik işsizlik, gayri iradi işsizlik türü niteliğindedir. Bu sektörlerde<br />
çalışanlar, iş anlaşması yaparken, işlerinin ne zaman sona ereceğini de<br />
bildiklerinden, gerekli tedbirleri alacaklar ya da kendilerini koşullara<br />
hazırlayacaklardır.<br />
Gelişmekte olan ülkelerde, mevsimlik işsizlik önemini korumaktadır.<br />
Nüfusun önemli bir kısmının kırsal kesimde faaliyette bulunduğu bu grup<br />
ülkelerde, üretim teknolojisi geri (emek yoğun) olduğu gibi, seracılık da yeteri<br />
kadar gelişmemiştir. Benzer şekilde, inşaat ve turizm sektörlerinde de mevsimlik<br />
işsizlik olgusu henüz hafiflememiştir. Ne var ki, bu ülkeler geliştikçe, mevsimlik<br />
işsizlik önemini kaybedecektir.<br />
71
3.1.2.3 Derneklerin İstihdam ve İşsizliğe etkisi<br />
Sivil toplumun bir parçası olarak derneklerinde ekonomide karar birimi<br />
olmaları, tüketim ve üretim faaliyetlerinde bulunmaları ve tüzüklerindeki<br />
belirledikleri amaçları gerçekleştirmeleri için işgücüne ihtiyaç duymaktadırlar. Bu<br />
çerçevede ekonomideki işgücü piyasasından işgücü talebinde bulunmaktadır.<br />
Dernekler işgücü istihdam etmeleri dolayısıyla açık ve gayri iradi işsizliği<br />
azaltmaktadır. Derneklerin açık ve gayri iradi işsizliği ne kadar azalttığı aşağıdaki<br />
tabloda görülmektedir.<br />
Yıllar 2002** 2004* 2005* 2006*<br />
Ücretli Çalışanların Payı 0,0774 0,13 0,14 0,13<br />
Ücretli Çalışanların Sayısı 16.540 29.280 31.197 29.896<br />
Gönüllü Çalışanların Payı - 0,10 0,13 0,12<br />
Gönüllü Çalışanların Sayısı - 21.793 30.631 27.905<br />
Ekonomideki Toplam Pay - 0,23 0,28 0,25<br />
Derneklerdeki Toplam Çalışan<br />
Sayısı<br />
72<br />
16.540 51.073 61.828 57.801<br />
TABLO-23 Ekonomide, Derneklerdeki İstihdam Sayısı ve Oranı<br />
KAYNAK: * Dernekler Dairesi Başkanlığı (25.12.2007), ** TÜİK<br />
Tablo-23’teki verilere göre derneklerde 2002 yılında 16.540 kişi, 2004<br />
yılında 29.280 kişi, 2005 yılında 31.197 kişi, 2006 yılında 29.896 kişi<br />
çalışmaktadır. Aynı zamanda derneklerde gönüllü çalışanlarda bulunmaktadır.<br />
Gönüllü çalışanlar GSMH hesaplamalarına ve toplam istihdam verilerine dahil<br />
edilmemesine rağmen bir katma değer oluşturmakta ve gerçekte istihdam<br />
edilecek kişilerin yerini almaktadırlar. Bu nedenle derneklerde gönüllü<br />
çalışanların miktarına da katma değerinden dolayı değinilmesi yararlı olacaktır.<br />
Tablo- 23’teki verilere göre derneklerde 2004 yılında 21.793 kişi, 2005 yılında<br />
30.631 kişi, 2006 yılında 27.905 kişi gönüllü olarak çalışmaktadır. Verilerden<br />
anlaşılacağı gibi derneklerdeki istihdam ekonomideki istihdam açısından önemli<br />
bir pay almamakla birlikte yinede bir kapasite oluşturmaktadırlar.
Diğer taraftan Türkiye’de sektörlerin en büyük sorununu yetişmiş ara<br />
personel açığı oluşturmaktadır. Buna karşılık mesleki eğitim politikalarının<br />
yetersizliği, sektörlerin meseleye yetirince sahip çıkmaması, plansızlık gibi<br />
nedenlerle sıkıntı büyüyerek devam etmektedir. 64 İşte derneklerin ekonomideki<br />
istihdama olan diğer bir etkisi burada ortaya çıkmaktadır. Bu alanda etkide<br />
bulunabilecek 2.945 tane çalışma hayatı ve meslekle ilgili faaliyetlerde bulunan<br />
dernek bulunmaktadır.<br />
Çalışma hayatı ve meslekle ilgili faaliyetlerde bulunan dernekler işsizliği<br />
önlemeye ve sektörlere ara personel sağlamaya yönelik olarak eğitim ve<br />
araştırma harcamalarında bulunmaktadır. Eğitim ve araştırma harcamaları;<br />
öğrencilere yönelik burs ödemeleri, araştırma faaliyeti, mesleki eğitim kursları gibi<br />
harcamaları kapsamaktadır. Bu harcamalardan mesleki eğitim kursları işsizlik<br />
çeşitlerinden yapısal işsizliğe önlemeye yönelik etkide bulunmaktadır. Ancak<br />
mesleki eğitim kursları için yapılan harcama tutarı hakkında kesin bir rakam<br />
bulunmamaktadır. Bu nedenle işsizliği önlemeye yönelik etki eğitim ve araştırma<br />
harcamalarının yıllar itibariyle değişimi incelenerek tespit edilmeye çalışılacaktır.<br />
Derneklerin İşsizliği Azaltmaya Yönelik Harcamaları<br />
2004 11431 Eğitim ve Araştırma 270,742,717,811.35<br />
2005 59807 Eğitim ve Araştırma 1,444,487,176.14<br />
2006 61611 Eğitim ve Araştırma 102,942,305.09<br />
TABLO-24 Derneklerin Eğitim ve Araştırma Harcamaları (25.12.2007)<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı (25.12.2007)<br />
Tablo-24’te derneklerin işsizliği azaltmaya yönelik harcamaların yıllar<br />
itibariyle gelişimi gözükmektedir. 2004 yılında 270,742,717,811.35 TL, 2005<br />
yılında 1,444,487,176.14 YTL, 2006 yılında 102,942,305.09 YTL eğitim ve<br />
araştırma harcaması yapılmıştır. 2004 ve 2005 yıllarına ait tutarlar daha öncede<br />
belirtilen sakıncalardan dolayı dikkate alınmayacaktır. Bu çerçevede derneklerin<br />
64 (ÜNSALAN, Çetin, İstihdamın anahtarı mesleki eğitim)<br />
73
işsizliği önlemek için yaptıkları harcamalar 2006 yılında yaklaşık 102,942,305.09<br />
YTL’dir. Bu alanda derneklerin daha etkin olması gerekmektedir.<br />
Çalışma hayatı ve meslekle ilgili faaliyetlerde bulunan derneklerin mali<br />
kaynak açısından güçlenmeleri işsizliği önlemek için daha çok inisiyatif<br />
almalarına imkan sağlayacaktır. İşsizliği önlemek ve mesleki eğitim politikasının<br />
işlevselliği arttırmak ve desteklemek için Avrupa Birliği (AB) fonlarından Leonardo<br />
da Vinci (Meslek İçi Eğitim) (2000–2006) programı önemli bir işlev üstlenmekte<br />
ve ülkemizdeki birçok kurum ve kuruluşa proje karşılığı fon sağlamaktadır. Bu<br />
kuruluşlar arasında kar amacı gütmeyen birlikler ve derneklerde bulunmaktadır.<br />
Programın amaçları, mesleki eğitim aracılığıyla özellikle gençler olmak<br />
üzere kişilerin yetenek ve becerilerini geliştirmek, yaşam boyu mesleki eğitimin<br />
kalitesini arttırmak ve mesleki eğitim yoluyla rekabet gücünü ve girişimciliği<br />
iyileştirmektir. 65<br />
Bu program çerçevesinde, 2002 yılında Türkiye'ye sağlanan AB mali<br />
yardımları 200 milyon Euro'ya ulaşmıştır. Bu programda projeye verilen destek<br />
pilot proje başına ortalama 400 bin Euro’dur ve toplam proje değerinin yüzde 75’i<br />
desteklenmektedir.<br />
Ülkemizde AB fonları çerçevesinde 2002 ile 2006 yıllarını kapsayan 6.<br />
Çerçeve Programı; sağlık, IT, nano teknoloji, havacılık, gıda, kalkınma, çevre,<br />
toplum bilimi, bilim ve teknoloji etkinlikleri, KOBİ etkinlikleri, uluslararası iş birliği<br />
ve araştırma gibi konuları kapsamaktaydı. Projenin yaklaşık 17,7 milyar Euro<br />
bütçesi vardı. Türkiye bu fon kullanımını elde etmek için 250 milyon Euro ödeme<br />
yaptı. Bu dönem içinde ülke olarak 50 milyon Euro fon kullandık. Şuan bu 6.<br />
Çerçeve Programı kapandı. Önümüzdeki dönemin önemli projelerinden biri, 2007<br />
ile 2013 yıllarını kapsayan 7. Çerçeve Programıdır. Program ile ilgili teklifler Eylül<br />
ayında alınmaya başlıyor. 7. Çerçeve Programı; sağlık, beyin sağlığı, IT, iletişim,<br />
nano teknoloji, enerji, çevre, ulaşım, bilim ve insan, güvenlik, uzay gibi konuları<br />
kapsıyor. Araştırma merkezleri, eğitim merkezleri, federasyonlar, birlikler,<br />
üniversiteler, dernekler, vakıflar, okullar, KOBİ’ler, şirketler ve yerel yönetimler,<br />
bu fon için proje üretebilecektir. 7. Çerçeve Programının yaklaşık 73 Milyar<br />
65 (Avrupa Birliği Projeleri, Mali ve Teknik Yardımlar, www.tsrsb.gov)<br />
74
Euro’nun üzerinde bütçesi mevcuttur. Türkiye bu programa katılabilmek için 1<br />
milyar Euro’ya yakın ödeme yapacaktır. 66 Bu nedenle derneklerin esnek<br />
yapılarının verdiği dinamizmi yukarıda belirtilen alanlarda çok etkin bir şekilde<br />
kullanmaları mümkündür.<br />
3.1.3 ENFLASYON <strong>VE</strong> <strong>DERNEKLERİN</strong> ETKİSİ<br />
Fiyat istikrarının sağlanması yani enflasyonun önlenmesine yönelik<br />
derneklerin etkisinin olup olmadığı bu bölümün konusunu oluşturmaktadır.<br />
Konu, enflasyonun tanımı, fiyatların artış oranına göre enflasyon türleri,<br />
nedenlerine göre enflasyon türleri, gelişmekte olan ülkeler ve yapısal enflasyon,<br />
enflasyonun etkileri ve derneklerin enflasyon üzerindeki etkisi başlıkları altında<br />
ele alınacaktır.<br />
3.1.3.1 Enflasyon<br />
3.1.3.1.1 Enflasyonun Tanımı<br />
Enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin sürekli artması şeklinde<br />
ifade edilmekle birlikte paranın satın alma gücünün düşmesinden başka bir şey<br />
değildir. Kuşkusuz, fiyatlardaki artış, sadece birkaç malda değil, ekonomideki tüm<br />
mallarda ya da en azından ekonomideki malların büyük bir çoğunluğu için söz<br />
konusu olmalıdır. Öte yandan bir ülkede enflasyondan söz edilebilmesi için fiyat<br />
artışlarının sürekli olması gerekir. Enflasyonun ne olduğunu belirledikten sonra<br />
türlerini ifade edebiliriz.<br />
3.1.3.1.2 Fiyatların Artış Oranına Göre Enflasyon Türleri<br />
Bir ülkedeki yıllık fiyat artış oranına göre enflasyon, ılımlı, yüksek ve hiper<br />
olmak üzere üçe ayrılır.<br />
a) Ilımlı Enflasyon<br />
Rahvan enflasyon, sürünen enflasyon ve hatta sinsi enflasyon da denilen<br />
ılımlı enflasyon, fiyat artışlarının oldukça düşük oranlarda olması halinde söz<br />
66 (Önder, Mehmet, Türkiye, AB Hibe Fonlarından Yeterince Yararlanmıyor)<br />
75
konusudur. Gelişmekte olan ülkeler için yıllık % 6’nın, gelişmiş ülkeler için ise<br />
yıllık % 4’ün altındaki fiyat artışlarını ifade eder.<br />
b) Yüksek Enflasyon<br />
“Dörtnala enflasyon” ya da “aşırı enflasyon” da denilen yüksek<br />
enflasyonda, fiyat artışları iki rakamlı ve hatta üç rakamlıdır. Aylık fiyat artışlarının<br />
% 5 ila %10'a ve hatta % 15'e eriştiği enflasyondur. Ülkemizde de 1970'lerden bu<br />
yana % 30 ile % 50 arasındaki değişen yıllık fiyat artışları yaşanmaktadır.<br />
c) Hiperenflasyon<br />
Bu enflasyon türünde fiyat artışları o denli büyük ve süratlidir ki, fiyat<br />
artışları gün aşırı ve hatta aynı gün içinde bile yaşanır. Kişiler, satın aldıkları bir<br />
malı yeniden aynı fiyata satın alma olanağına sahip olamazlar. Yıllık enflasyon<br />
oranının yüzde binlere yaklaştığı hiperenflasyonda, enflasyon oranı yıllık oranlar<br />
yerine aylık oranlar olarak hesaplanır.<br />
3.1.3.1.3 Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri<br />
Bir ekonomide ortaya çıkan sürekli fiyat artışları, çeşitli nedenlerden<br />
kaynaklanabilir. Enflasyonla mücadelede başarı sağlamanın koşulu, önce<br />
enflasyonun hangi nedenden kaynaklandığına sağlıklı teşhis koymaktan geçer.<br />
Ortaya çıkışına neden olan etkenler göz önüne alınarak enflasyon, talep<br />
enflasyonu ve arz enflasyonu olarak ikiye ayrılır.<br />
a) Talep Enflasyonu<br />
Talep enflasyonu, cari fiyatlar genel düzeyinde, üretilen mal ve hizmetlerin<br />
toplam talebi karşılayamaması durumunda, fiyatların yükselmesidir.<br />
Talep enflasyonuna neden olan ilk talep şoku, para arzının herhangi bir<br />
nedenle artması sonucu olabilecektir. Bu nedenlerin en önemlileri arasında<br />
devletin açık finansman politikası izlemesi, kredi hacminin genişlemesi, gerek<br />
kişilerin gerek firmaların atıl paralarını dolaşıma arz etmeleri (iddihar çözülmesi),<br />
ödemeler dengesi fazlalığından kaynaklanan gelir artışları, sayılabilir.<br />
b) Arz Enflasyonu<br />
Ücret ve maliyet artışlarının fiyatlar genel düzeyini yükseltmesi ve<br />
deflasyonist açığın kapatılması için para arzının arttırılması yönünde fiyat<br />
76
yükselişlerinin sürdürülmesi ve fiyatların artışının yeniden ücret artışını<br />
kamçılaması sonucu fiyatlar genel düzeyinin tekrar yükselmesine “ücret-fiyat<br />
sarmalı” ya da “enflasyon helezonu (enflasyon spirali)” denilmektedir. Bu<br />
enflasyon spiraline arz enflasyonu kaynaklı enflasyon denir.<br />
Arz enflasyonuna neden olan arz şokları farklı nedenlerden<br />
kaynaklanabilir ki, bu nedenlere bağlı olarak da maliyet enflasyonu, ithal<br />
enflasyon ve fiyat enflasyonundan söz edilebilir.<br />
1) Maliyet enflasyonu (Ücret Enflasyonu);<br />
Bir ekonomide, üretim faktörleri piyasasında rekabetin bozulması sonucu<br />
girdi fiyatlarının yükselmesi, maliyetlerin artmasının ve dolayısıyla toplam arzın<br />
azalmasının (arz şoku) en önemli nedenidir. Sendikaların güçlenmesi sonucunda<br />
işgücünün verimliliğinin üzerinde ücret alınmasının başarılması halinde,<br />
maliyetlerin ve dolayısıyla fiyatlar genel düzeyinin yükselmesiyle ortaya çıkan bu<br />
enflasyona, maliyet enflasyonu ya da ücret enflasyonu denir.<br />
2) İthal enflasyon;<br />
Bazı girdilerin ithal edildiği dışa bağımlı ekonomilerde, ülke parasının<br />
sürekli değer kaybetmesi sonucu ya da başka nedenlerle ithal girdi fiyatlarının<br />
yükselmesi, maliyetlerin artmasına neden olur. Bu şekilde, ekonominin dışarıya<br />
bağlı olması nedeniyle ortaya çıkan fiyat artışlarına, ithal enflasyon adı verilir.<br />
3) Fiyat enflasyonu (Kâr Enflasyonu);<br />
Piyasaya sürülen malların satış fiyatlarının yükselmesinin bir diğer<br />
kaynağı, piyasada rekabetin aksaması sonucu firmalar arasındaki anlaşmalardır.<br />
Açık ya da zımni aralarında anlaşarak, rekabeti ortadan kaldıran firmalar (kartel,<br />
tröst vb. oluşumlar) fiyatlarını yapay olarak yükseltmeyi başarabilirler. Bu şekilde<br />
rekabetin ortadan kalkmasıyla kâr marjlarını arttıran firmaların neden olduğu<br />
enflasyona, fiyat enflasyonu ya da kâr enflasyonu denilmektedir.<br />
3.1.3.1.4 Gelişmekte Olan Ülkeler ve Yapısal Enflasyon<br />
Gelişmekte olan ülkelerde enflasyon, yapısal bozukluk nedeniyle,<br />
gündemden hiç çıkmamaktadır. Bu nitelikteki ülkelerde henüz tam istihdama<br />
77
erişilmemiş olmasına karşın, yetişmiş işgücü kıtlığı, teknolojik bilgi yetersizliği,<br />
döviz kıtlığına bağlı ithal girdi (hammadde) yetersizliği vb. nedenlerle talep artışı<br />
karşısında üretimi arttırmak güçtür. Öte yandan, bütçe gelirlerinin yetersizliği<br />
nedeniyle, bu grup ülkelerde çoğu kez açık finansman politikasının izlenmesi<br />
kaçınılmaz olmaktadır.<br />
Nüfusunun önemli bir kısmının tarım sektöründe yığılmış olduğu bu<br />
ülkelerde, tarımsal ürünlere uygulanan destekleme fiyatları, politik nedenlerle<br />
yüksek tutulur. Öte yandan yüksek gıda fiyatları, tarım dışı sektörlerde ücret<br />
artışlarını uyarır. Böylece, hem yüksek destekleme fiyatı politikası nedeniyle,<br />
destekleme alımı yapan kuruluşlar aracılığıyla ekonomiye para sürülmesi ve<br />
dolayısıyla para arzındaki artış, hem de gıda fiyatlarının yükselmesi nedeniyle,<br />
işçi ücretlerinin ve sınaî ürün fiyatının artışı, bir yandan talep bir yandan arz<br />
enflasyonlarının birlikte ortaya çıkmasına neden olmaktadır.<br />
Öte yandan, gelişmekte olan ülkelerde, hızlı kentleşme olgusunun (sahte<br />
kentleşme) yaşanması, toplumun tüketim kalıplarının değişmesi sonucunu<br />
doğurur. Bu şekilde bazı mallara olan talebin artmasına karşın, sanayisi henüz<br />
yeterince gelişmemiş olduğundan, üretimin talebi karşılamakta yetersiz kaldığı bu<br />
grup ülkelerde, fiyatlar yükselir (talep enflasyonu).<br />
Görüldüğü gibi, gelişmekte olan ülkelerin yapısından kaynaklanan<br />
enflasyonist ortam, hem talep hem de arz enflasyonunun ortaya çıkmasına<br />
neden olmaktadır.<br />
3.1.3.1.5 Enflasyonun Etkileri<br />
Eğer bir ekonomide enflasyon tam olarak öngörülemiyorsa, bir başka<br />
deyişle enflasyon oranı daima, sürpriz niteliği arz ediyorsa, böyle durumlarda<br />
enflasyonun maliyeti oldukça ağır olur. Üretici ve tüketici kesimi olumsuz yönde<br />
etkileyen sürpriz enflasyon gelir dağılımını daha adaletsiz hale getirerek sosyal<br />
huzursuzlukların ortaya çıkması yani enflasyon dönemlerinde zengin daha da<br />
zenginleşirken, gelirlerini fiyatlardaki artış oranında arttıramayan kesim, giderek<br />
fakirleşir (satın alma güçleri erozyona uğrar). Zamanla orta sınıf tamamen<br />
ortadan kalkar. Manevi ve ahlâki değerlerin aşınmasına, yolsuzluk, rüşvet ve<br />
suçluluk oranının artmasına neden olur. Hatta aile bağları zayıflar, boşanmalar<br />
78
artar. Bunun yanında aynı zamanda tasarrufların azalmasına, yatırımların hem<br />
düşmesine hem de üretken olmayan alanlara kaymasına neden olur. Diğer<br />
yandan dış ödemeler dengesi bozulurken, üretim faktörlerinin üretim alanları<br />
arasında dağılımında rasyonellikten uzaklaşılır. Sonuç olarak, sürpriz enflasyon<br />
sosyal tahribatlarının yanında istihdam ve milli gelir üzerinde de olumsuz<br />
yansımalara neden olur.<br />
3.1.3.2 Derneklerin Enflasyona Etkileri<br />
İlk tüketici örgütlerine ABD’de rastlanmaktadır. Sayıları ve etkinlikleri<br />
giderek artan bu örgütler, temelde satıcı-tüketici arasındaki dengesizliğin<br />
giderilmesi düşüncesinden kaynaklanır. Günümüzde dağınık yapıdaki tüketici<br />
kitlesinin çok daha önceden örgütlenmesini tamamlamış satıcılar karşısında,<br />
sesini duyurabilmesi, güçlü örgütlenmiş olmasına bağlıdır. Bu örgütlerin etkinliği<br />
de ülkelerin geleneksel yapısı, halkın eğitim ve mali seviyesiyle yakından<br />
ilişkilidir.<br />
Batıda, halk katılımını sağlayan ve mali alt yapısı güçlü tüketici örgütleri,<br />
satıcı üzerinde neredeyse hukuki yaptırımdan daha etkili kamuoyu baskısı<br />
yaratabilmektedir. Oysa ülkemizde tüketicilerce kurulan dernek ve vakıf<br />
şeklindeki örgütler, Batıdaki örnekleriyle kıyaslanamayacak derecede zayıftır.<br />
Dar bir kitleye sıkışmış ulusal tüketici örgütlerinin etkisi, maddi olanaksızlıkların<br />
da baskısıyla çok sınırlı kalmaktadır. 67<br />
Öte yandan tüketici derneklerinin, siyasi otoritenin benimseyeceği sosyo-<br />
ekonomik politikaların tercihinde etkisiz ve işletmeler karşısında itibarsız kalması,<br />
sonuçta; tüketicinin temsil edilme, görüş bildirme hakkının kullanılamamasına yol<br />
açmaktadır. Buna karşılık, günümüzde tüketicinin karar alma mekanizmasına<br />
katılıp temsil edilme hakkını kullanabilmesi için, güçlü tüketici örgütlenmesi<br />
vazgeçilmez bir şarttır.<br />
Ancak her ne kadar batıdaki örneklerine göre zayıf olsalar da yinede<br />
Türkiye’deki tüketici derneklerinin etkinsiz olduğu söylenemez. Bu dernekler<br />
çeşitli sektörlerde ortaya çıkan fiyat artışlarına yönelik tepkilerini ortaya<br />
67 (Temel Tüketici Hakları, http www dersimiz com belirligun bilgi asp id 505)<br />
79
koyabilmekte, sosyal sorumluluk bilinciyle kamuoyu oluşturmaktadırlar. Bazen de<br />
ortaya çıkan fiyat artışlarını engellemek için dava açmak suretiyle baskı unsuru<br />
olabilmektedirler. Örneğin Türkiye’de tüketici dernekleri tarafından, köprü ve<br />
otoyol zamlarına, internet hizmetlerindeki uygulamalardan dolayı mağdur olan<br />
vatandaşların haklarını alabilmeleri için ve enerji içeceği adı altında satılan<br />
içeceklerin satışını engellemek v.s. için dava açılmak suretiyle hem yapılan fiyat<br />
artışlarını engellemek hem de tüketicilerin haklarını korumak çabasıyla<br />
kamuoyunda baskı oluşturmuşlardır. Bu yönüyle tüketici dernekleri fiyat<br />
istikrarının korunmasına hizmet etmekle birlikte enflasyonun da yükselmesini<br />
engellemektedirler. Tüketici derneklerinin etkileri genellikle arz enflasyonuna<br />
yöneliktir.<br />
Diğer taraftan arz enflasyonunun nedenleri arasında yer alan maliyet<br />
enflasyonu (ücret enflasyonu), bir sivil toplum kuruluşu olan sendikaların<br />
güçlenmesine bağlı olarak artış gösterebilmektedir. Bu noktada karşımıza bir<br />
çelişki çıkmaktadır. Acaba güçlü bir sivil toplum ve güçlü bir sendikalaşma<br />
aslında enflasyonun kaynağını oluşturabilir mi? Eğer sivil toplumun gelişmesi<br />
sendikaların güçlenmesine de sebep olacaksa sivil toplumun gelişmesi<br />
enflasyonun kaynağı olabilir. Sivil toplumun gelişmesi beraberinde<br />
sendikalaşmayı güçlendirmez ise enflasyona da kaynak teşkil etmeyecektir<br />
denilebilir.<br />
Derneklerin enflasyona etkisine talep enflasyonu açısından bakarsak;<br />
nedenlerine göre enflasyon çeşitlerinden olan talep enflasyonunu önlemenin<br />
yollarından biri de arzın arttırılmasıdır. Arzın artırılmasına yönelik olarak<br />
kullanılabilecek bir unsurda nitelikli iş gücü yetiştirilmesidir. İşsizlikle ilgili bölümde<br />
de belirtildiği gibi derneklerin işgücünün yetiştirilmesine yönelik faaliyetleri arzın<br />
artmasını sağlayabilecek ve enflasyonun ortadan kaldırılmasına yönelik dolaylı<br />
bir etkide bulunabilecektir.<br />
Yukarıda belirttiğimiz etkilerin boyutunu belirlemek güç olmakla birlikte<br />
yine de derneklerin enflasyonu önlemeye yönelik faaliyetlerde bulunduğunu<br />
söylemek doğru olabilir.<br />
80
3.1.4 EKONOMİK KALKINMA <strong>VE</strong> DERNEKLER<br />
Bu bölümde istikrar politikalarının bir diğer unsuru olan kalkınmanın ne<br />
olduğu ve derneklerin ülkenin kalkınmasındaki rolü ve önemi incelenecektir.<br />
Konu, ekonomik kalkınma ve büyüme, gelişmekte olan ülkeler ve<br />
ekonomik kalkınma, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik kalkınmayı engelleyen<br />
faktörler ve derneklerin ekonomik kalkınmaya etkisi başlıklarında ele alınacaktır.<br />
3.1.4.1. Ekonomik Kalkınma<br />
3.1.4.1.1 Ekonomik Kalkınma ve Büyüme<br />
Öncelikle çoğu kez, birbirleri yerine kullanılan ekonomik büyüme,<br />
ekonomik gelişme ve kalkınma kavramları aralarındaki ilişki ve farkı belirlememiz<br />
gerekir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu üç kavram da bir ekonomide uzun<br />
dönemde üretim, istihdam ve milli gelirin artışıyla doğrudan ilişkilidir. Bu<br />
kavramlar arasında bazı farklar vardır.<br />
İlk önce, “ekonomik gelişme” ile “ekonomik büyüme” arasındaki farklara<br />
değinmek gerekir. Ekonomik büyüme, bir ülkede, üretim kapasitesinin, üretimin<br />
ve dolayısıyla milli gelirin artmasını ifade eder. Bir ülkede kişi başına reel gelir, bir<br />
yıldan öbürüne artıyorsa, söz konusu ekonominin büyüdüğü kabul edilir. Örneğin<br />
bir ülkede fert başına düşen milli gelir yılda ortalama % 5,5 artıyorsa, bu rakam o<br />
ülkenin yıllık büyüme hızını ifade etmektedir. Yıllık büyüme artış oranı, salt nicel<br />
bir olgudur. Sadece ülkede üretilen mal ve hizmet miktarına paralel olarak, fert<br />
başına düşen reel milli gelirin, bir yılda ne kadar arttığını gösterir.<br />
Ekonomik gelişme ise bir ülkede fert başına düşen milli gelirdeki artış<br />
oranı yanında, aynı zamanda söz konusu ekonominin iktisadi ve sosyo-kültürel<br />
yapısının da değişmesini içerir. Gelişme, bir ekonomide üretim faktörlerinin<br />
etkinlik derecesi ile sanayinin, ülke ekonomisi ve ülke ihracatı içindeki payının<br />
artması gibi ekonomik yapının değişmesi ile ilgili olduğu gibi, aynı zamanda söz<br />
konusu ülkenin sosyal (doğum artış oranı, kentleşme oranı vb.) ve kültürel<br />
(okullaşma oranı, sanat faaliyetleri vb.) yapısının iyileşmesi ile de ilgilidir.<br />
Görüldüğü gibi, büyüme, ülke ekonomisindeki nicel (sayısal) değişmeyi<br />
ifade ederken, gelişme aynı zamanda söz konusu ekonomide nicel değişmelerin<br />
81
yanında nitel (yaşam standardını iyileştiren, sayı ile ölçülemeyen) değişmeleri de<br />
kapsar. Büyüme bir çocuğun boyunun yılda dört santim uzamasına, gelişme ise<br />
yılda dört santim uzayan çocuğun aynı zamanda, davranış ve yeteneklerinin<br />
iyileşmesine (bir üst sınıfa geçmesi, daha iyi konuşması, el becerilerinin<br />
gelişmesi, zekasının, kavrama yeteneğinin gelişmesi, grup oyunlarına daha iyi<br />
adapte olması vb.) benzetilebilir.<br />
Özetlemek gerekirse büyüme ekonomideki sayısal artışı, gelişme ise<br />
sayısal artış yanında, ekonominin sosyo-kültürel yapısının da iyileşmesini<br />
içermektedir. Ekonomik gelişmesini tamamlamış olan gelişmiş ülkeler için sorun,<br />
üretim kapasitesinin büyütülmesidir. Bu konu ise, büyüme teorilerinin alanına<br />
girer. Gelişmekte olan ülkeler için ise sorun, gelişmiş ülkelerin eriştiği milli gelir<br />
düzeyine erişme sorunu yanında, aynı zamanda ülkenin sosyo-ekonomik ve<br />
kültürel yapısının iyileştirilmesidir. Ancak, belirtelim ki, gelişme büyüme ile birlikte<br />
yaşanan bir süreçtir.<br />
Ekonomik kalkınma ise, gelişme yerine kullanılan bir terimdir. Gelişmiş<br />
ülkelere, aynı zamanda kalkınmış ülkeler denilmektedir. Geri kalmış ülkelerin<br />
hedefi, gelişmiş ülkelerin düzeylerine erişmek yani kalkınmak olduğu görüşünden<br />
hareketle geri kalmış ülkelerin kalkınmış ülkeler düzeyine erişmesini konu alan<br />
görüşlere kalkınma teorileri denilmektedir. Görüldüğü gibi, kalkınma ile gelişme<br />
aynı anlamda kullanılan terimlerdir.<br />
3.1.4.1.2 Gelişmekte Olan Ülkeler ve Ekonomik Kalkınma<br />
A. Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri<br />
Gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeleri ayırmakta kullanılan ilk ölçüt,<br />
kişi başına düşen gelirdir. Bu iki ülke grubu arasında fert başına düşen milli<br />
gelir yönünden önemli ölçülere varan farklılıklar söz konusudur.<br />
Ancak, fert başına düşen milli gelir yönünden var olan farklılıklardan öte<br />
gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında ekonomik, demografik,<br />
sosyo-kültürel yönden önemli farklılıklar vardır.<br />
82
a) Ekonomik Özellikler<br />
Tarım sektörünün ekonomideki yeri: Gelişmekte olan ülkelerde, tarım<br />
sektörünün ekonomideki payı ön plandadır. Nüfusun önemli bir kısmı ( % 60 ila<br />
% 90'ı) tarım sektöründe faaliyette bulunurken, milli gelir içinde en yüksek payı<br />
tarım sektörü almaktadır. Öte yandan, tarım sektörü, "sığınak sektör" niteliği arz<br />
etmektedir. Bu sektörde faaliyette bulunanların verimlilikleri çok düşüktür ve<br />
istihdam edilenlerin bir kısmı gizli işsiz durumundadır.<br />
Tarımda otokonsomasyona yönelik üretim: Tarımda düşük gelir ve düşük<br />
verim yanında belirsizliğin çok fazla olması nedeniyle, pazar için üretim yapma<br />
yerine, tarımcıların kendi tüketimlerine (otokonsomasyon) yönelik üretimi tercih<br />
ettikleri gözlenmektedir. Böylece tarımcılar hem fiyat değişiklikleri hem de iklim<br />
koşullarının belirsizliğine karşı kendilerini korumaya çalışmaktadırlar.<br />
Sanayi sektörü: Sanayi sektörü yeteri kadar gelişmemiştir. Daha çok el<br />
sanatlarına dayalı geleneksel faaliyetler ön plandadır.<br />
İhracat: Sanayi sektörünün gelişmemiş olması ve tarımın ekonomi<br />
içindeki büyük payına paralel olarak, gelişmekte olan ülkelerin ihraç ürünleri<br />
genellikle tarımsal ürünler, ham maddeler ve madenlerdir. Kredi ve pazarlama<br />
mekanizmaları çok geri olan bu ülkelerin dünya ticareti içindeki payları çok<br />
düşüktür.<br />
İşletme ölçeği: Gerek tarımsal, gerekse sanayi işletmelerinin kullandıkları<br />
üretim teknolojisinin çok geri olmasından öte, işletme ölçekleri çok küçüktür, aile<br />
işletmeciliği yaygındır.<br />
Gelir dağılımında adaletsizlik: Fert başına düşen gelirin çok düşük<br />
düzeyde olduğu bu ülkelerde, ayrıca gelir dağılımında çok büyük adaletsizlikler<br />
söz konusudur.<br />
Toplam harcamalar içinde gıda maddelerinin yüksek payı: Fert başına<br />
düşen milli gelirin düşük ve gelir dağılımının adaletsizliğinin sonucu olarak, halkın<br />
tasarruf eğilimi son derece düşüktür. Hatta tasarruf neredeyse sıfırdır. Gıda<br />
maddeleri için yapılan harcamalar gelirin önemli bir kısmını kapsamaktadır.<br />
83
Büyük kentlere göç ve konut sorunu: Kırsal kesimden ve küçük kentlerden<br />
büyük kentlere yönelen yoğun göç sonucunda bir tek büyük kentin ve özellikle de<br />
başkentin nüfusu hızla artmaktadır. Kırdaki gizli işsizlerin başkente ya da bir iki<br />
büyük kente göçü ile oluşan bu “sağlıksız kentleşme” olgusuna paralel olarak<br />
konut yapacak kadar geliri olmayan göçmenler büyük kentlerin etrafında,<br />
özellikle devlete ait arazilerde izinsiz konut yapmaktadırlar. Bu şekilde mantar<br />
gibi biten gecekondu mahallelerini önlemek, biraz da politik nedenlerle mümkün<br />
olamamaktadır.<br />
b) Demografik Özellikler<br />
Nüfus artış oranının oldukça yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerde,<br />
özellikle çocuk ölüm oranının, son derece yüksek olmasına karşın, ortalama<br />
ömür kısadır. Yetersiz beslenen halka, koruyucu sağlık hizmetleri götürülemediği<br />
gibi, modern tıp yanında “medikal folk” denilen koca karı ilaçları ile tedavi<br />
revaçtadır. Öte yandan batıl inançlar yaygındır.<br />
c) Sosyo-Kültürel Özellikler<br />
Okuma-yazma bilmeyenlerin oranlarının oldukça yüksek olduğu bu<br />
ülkelerde, mevcut eğitim kurumları, nüfus artışı karşısında yetersiz kalmaktadır.<br />
Milli eğitim harcamalarına devlet olanakları yetmemekte, halk fakir ve bilinçsiz<br />
olduğundan eğitim için gerekli fonların bütçe dışından oluşturulması da mümkün<br />
olmamaktadır.<br />
Eğitim olanağı bulamayan çocuklar çok küçük yaşta çalışmaya<br />
başlamaktadır. Gelir dağılımındaki aşırı adaletsizliğin doğal sonucu olarak,<br />
sadece fakir ve zenginlerin bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde, “orta sınıf” yok<br />
denilecek kadar cılızdır.<br />
Eğitimde erkek çocuklarına kız çocuklarından daha fazla şans tanınmakta,<br />
kadınlar daima toplum içinde geri planda kalmaktadır.<br />
Nihayet toplum yeniliklere büyük ölçüde kapalıdır. Davranışlarda<br />
gelenekler ön plandadır.<br />
84
Faktörler<br />
3.1.4.1.3 Gelişmekte Olan Ülkelerde İktisadi Kalkınmayı Engelleyen<br />
Nüfusunun büyük kısmı tarım kesiminde faaliyette bulunan, kapital<br />
birikiminin yetersiz ve kullanılan teknolojinin geri olduğu gelişmekte olan<br />
ülkelerde, iktisadi kalkınmayı engelleyen birçok faktör vardır. Bu faktörlerin en<br />
önemlileri şunlardır.<br />
a) Hızlı Nüfus Artışı<br />
Birçok ekonomiste göre, azgelişmişliğin belirlenmesinde en önemli<br />
kıstaslardan biri olan nüfus sorunu, aynı zamanda bu ülkelerin gelişmesini<br />
engelleyen faktörler arasında ön sıralarda yer almaktadır. Hızlı nüfus artışına<br />
sahip olan bu ülkelerde, sağlanan yıllık büyüme hızının bir kısmı, artan nüfus<br />
tarafından emilmektedir. Yıllık nüfus artış hızının % 2,5 ila % 3 olduğu bu<br />
ülkelerde, eğer milli gelir nüfus artışından daha hızlı artarsa, kişi başına düşen<br />
gelirde artış sağlanabilecektir.<br />
Günümüzde, insani nedenlerle Birleşmiş Milletler Teşkilatı aracılığıyla,<br />
zengin ülkelerin fakir ülkelere yaptıkları tıbbi yardımlar sonucunda sıtma başta<br />
olmak üzere birçok hastalığın önlenmesi ve çocuk ölümlerinin azalması olgusuna<br />
paralel olarak, nüfus artış hızı daha da büyümüştür. Geçmişte birçok Afrika<br />
ülkesinde henüz çocukken ölenlerin sayısında, zengin ülkelerin yardımı<br />
nedeniyle azalış sağlanmıştır. Ancak, bu tıbbi yardımlar sayesinde henüz<br />
çocukken ölümden kurtulma şansını yakalayanlar, bu defa genç yaşta açlıktan<br />
ölme riski ile yüz yüze gelmişlerdir. Gelişmekte olan ülkelere tıbbi yardımda<br />
bulunan zengin ülkeler, gıda yardımında aynı duyarlılığı göstermemektedirler.<br />
Görüldüğü gibi, gelişmekte olan ülkelerin gelişmelerini engelleyen<br />
sorunların başında hızlı nüfus artışı gelmektedir. Bu ülkelerde, fert başına düşen<br />
milli geliri artırmanın en kestirme yolu, nüfus artış hızını yavaşlatabilmektir.<br />
Bunun için de bir yandan halkın kültür düzeyinin yükseltilmesi, öte yandan doğum<br />
kontrol yöntemleri konusunda bilinçlendirilmesi gerekir.<br />
Nüfus artışına karşı olmayanların düşüncesine göre, nüfus artışı en önemli<br />
üretim faktörü olan emek arzının artışı demektir. Öte yandan emek arzının<br />
85
artması, ekonomideki, mal ve hizmetlere olan talebi artıracaktır. Böylece daha<br />
hızlı büyüme sağlanacaktır. Bu görüş, bir ekonomide sermaye birikiminin, artan<br />
emek arzına yetecek düzeye erişmesi ve dolayısıyla emek arzının artması<br />
sonucunda azalan verimler kanununun işlemeye başlamaması halinde söz<br />
konusu olacaktır. Ne var ki, gelişmekte olan ülkelerde en kıt faktör sermayedir.<br />
b) Yetersiz İnsan Kaynakları<br />
Hızlı nüfus artışına sahip olan ülkelerde, kalkınmayı sınırlayan bir diğer<br />
önemli etken, mevcut nüfusun eğitim ve kültür düzeyinin çok düşük olmasıdır.<br />
Sanayileşen ülkelerin sömürgesi olmaktan uzun yıllar kurtulamamış olan bu<br />
ülkelerde, genellikle tarım ürünleri ve madenlerin ihracatı yabancı aracılar<br />
tarafından gerçekleştirildiğinden ve aynı zamanda tüm sanayi ürünleri, yine<br />
yabancı aracılar tarafından ithal edildiğinden, girişimci sınıfın yeşermesi için<br />
gerekli ortam oluşmamıştır. Girişimcilerden yoksun bu ülkelerde, son derece geri<br />
olan eğitim sistemi modern teknolojileri transfer edebilecek işgücünü<br />
yetiştirmekten uzaktır.<br />
Öte yandan bu ülkelerde düşük gelir, dengesiz beslenmeye neden<br />
olurken, dengesiz beslenme büyüme ve gelişme geriliğine, büyüme ve gelişme<br />
geriliği toplumda yeteneksiz ve güçsüz kişilerin artmasına ve düşük verimliliğe,<br />
düşük verimlilik düşük gelire ve düşük gelir, yeniden dengesiz beslenmeye neden<br />
olurken, bir çeşit fakirlik kısır döngüsü oluşmaktadır.<br />
c ) Doğal Kaynakların Yetersizliği:<br />
A. Smith'den beri, doğal kaynakların elverişsizliği, gelişmeyi sınırlayan<br />
önemli bir etken olarak gösterilmektedir. Hatta gelişmiş ve gelişmekte olan<br />
ülkelerin dünya küresindeki konumları göz önüne alındığında, ilginç bir sonuç<br />
elde edilmektedir. Gelişmiş ülkelerin hemen hemen tamamı (Avustralya dışında)<br />
kuzey yarımkürede yer alırken gelişmekte olan ülkeler, tropikal bölgelerde yer<br />
almaktadır. Çünkü tropikal bölgelerdeki toprakların büyük çoğunluğu<br />
zannedildiğinin aksine, oldukça verimsizdir. Ancak tek tip tarımsal üretime<br />
(monokültür) elverişlidir.<br />
Oysa bir ülkede monokültürün gelişmesi için, pazar ekonomisine geçilmiş<br />
yani ülkenin gelişmiş olması, gerekmektedir. Görüldüğü gibi, doğal kaynaklar<br />
86
yönünden daha zengin ve çalışma yönünden daha uygun koşullar arz eden<br />
ılıman iklime sahip kuzey yarım kürede ekonomik gelişme sağlanırken, bu<br />
olanaklara sahip olmayan güney yarım kürede ekonomik gelişme<br />
sağlanamamıştır. Güney yarım küredeki geri kalmışlığın altında yatan nedenler<br />
içinde birinci derecede, doğal kaynakların fakirliği (tarım için elverişsiz iklim,<br />
yetersiz bitki örtüsü, hayvancılık için yeterli olmayan coğrafi koşullar ve hatta<br />
yetersiz yer altı kaynakları) gösterilmektedir.<br />
İktisadi kalkınmanın başlangıç dönemlerinde kalkınmayı sınırlayıcı bir<br />
etken olan doğal kaynakların elverişsizliği, ekonomisi belirli bir gelişmişlik<br />
düzeyine erişmiş olan ülkelerde olumsuz özelliğini kaybetmektedir. Bu duruma<br />
ülkemizde Güneydoğu Anadolu'yu örnek gösterebiliriz. Tarımsal üretim yönünden<br />
hiç de elverişli olmayan Harran ovasının GAP projesiyle sulama olanaklarına<br />
kavuşması sonucunda bölgenin sahip olduğu üretim potansiyeli onlarca kat<br />
artacaktır. Bu da az gelişmişlikten kurtulmada, sermaye birikiminin ne denli<br />
önemli olduğunu göstermektedir.<br />
d) Yetersiz Sermaye Birikimi<br />
Ekonomik kalkınma için son derece etkili olan bir diğer faktör üretim<br />
esnasında emeğin verimliliğini artıran sermaye mallarıdır. Oysa gelişmekte olan<br />
ülkelerde, sermaye birikimi yeterince sağlanamamıştır. Çalışan kişi başına düşen<br />
sermaye mallarının miktarının çok mütevazı olduğu bu ülkelerde, çalışan kişi<br />
başına verimlilik çok düşüktür. İktisadi kalkınma için her şeyden önce emek<br />
yoğun üretim teknolojisinden kapital yoğun üretim teknolojisine geçişi sağlayacak<br />
sermaye birikiminin gerçekleşmesi gerekmektedir. Ancak gelişmekte olan<br />
ülkelerde sermaye birikimi için gerekli yatırımların kaynağını oluşturan tasarruflar<br />
yetersiz olduğundan, sermaye birikimini sağlamak mümkün olamamaktadır.<br />
Emeğin verimliliğini artıran sermaye malları, sosyal sabit sermaye ve özel<br />
sermaye malları olarak ikiye ayrılır. Her iki grup sermaye mallarının<br />
çoğaltılmasının güçlükleri şöyledir.<br />
- Sosyal sabit sermaye; Bir ülkede emeğin verimliliğini artıran sermaye<br />
mallarının önemli bir kısmı devlet tarafından gerçekleştirilir. Kısaca, yol, köprü,<br />
baraj, liman, enerji tesisleri, eğitim ve sağlık kurumları v.b. yatırımları kapsayan<br />
87
sosyal sabit sermayenin miktarının artırılması ve kalitesinin yükselmesi için<br />
gerekli yatırımların yapılması devletin geleneksel görevleri arasındadır. Ne var ki<br />
halkın çok fakir olduğu ve nüfusun büyük kısmının tarım sektöründe son derece<br />
düşük verimlilikle çalıştığı gelişmekte olan ülkelerde, sosyal sabit sermaye<br />
yatırımları için gerekli kamu gelirlerini oluşturmak mümkün olamamaktadır. Vergi<br />
gelirlerinin çok düşük olduğu bu grup ülkelerde, devlet, yeni yatırımlar bir yana,<br />
cari giderlerini sağlayacak kaynakları bile zor bulabilmektedir.<br />
- Özel sermaye malları (üretken yatırım malları); Üretimde kullanılan her<br />
türlü makine, alet, bina, taşıt araçları vb. gibi, üretimde emeğin verimini artıran<br />
mallara, üretken yatırım malları denilmektedir. Bu malların üretimi için,<br />
işletmelerin yatırım yapması gerekir. Ne var ki, kişi başına düşen gelirin çok<br />
düşük ve buna paralel olarak tasarruf oranının da aynı derecede düşük olduğu<br />
gelişmekte olan ülkelerde, özel sektör üretken yatırımlar için gerekli fonları<br />
bulamaz. Sermaye piyasasının da gelişmediği bu ülkelerde, yeterli sermaye<br />
birikiminin sağlanamaması nedeniyle, işgücünün verimliliği çok düşüktür. İşgücü<br />
verimliliğinin düşüklüğü, üretimin ve kişi başına düşen gelirin düşüklüğüne neden<br />
olurken, tasarrufların artırılamaması sonucunu doğurmaktadır. Sonuç olarak,<br />
gelişmekte olan ülkelerin fakirliklerinin nedeninin, fakirlik olduğa ortaya<br />
çıkmaktadır. Fakirliği tasarruf yetersizliğine tasarruf yetersizliğini de fakirliğe<br />
bağlayan bu görüşe "fakirlik fasit dairesi (yoksulluk kısır döngüsü)" adı<br />
verilmektedir. Nasıl bir insan elleriyle ayaklarını tutarak kendini havaya<br />
kaldıramazsa, gelişmekte olan ülkeler de, fakirlik fasit dairesini kıracak yatırımları<br />
kendi olanaklarıyla gerçekleştiremezler.<br />
e) Mali Kurumlar<br />
Gelişmekte olan ülkelerde, kalkınmaya en önemli engelin yatırımlar için<br />
gerekli sermayenin kaynağını oluşturan tasarrufların yetersizliği olduğunu<br />
belirttik. Kalkınmaya bir diğer önemli engel de, mevcut tasarrufların yatırıma<br />
dönüşmesini sağlayacak mali kurumların bu grup ülkelerde yeterince gelişmemiş<br />
olmasıdır.<br />
88
Bankacılığın ve sermaye piyasasının yeteri kadar gelişmediği bu ülkelerde<br />
halk tasarruflarını büyük ölçüde altına ve gayrimenkule yönlendirmek zorunda<br />
kalmaktadır.<br />
Halkın tasarruflarını bankalarda değerlendirmemelerinin en önemli<br />
nedenleri arasında, yüksek enflasyon oranı nedeniyle reel faiz alamama riski ile<br />
bankalara güvensizlik yatmaktadır. Bankacılık sektörünün yeterince gelişmemiş<br />
olması ise işletmelerin uzun vadeli kredi temininde güçlüklerle karşılaşılması<br />
sonucunu doğurmaktadır. Yeterli kredi temin edemeyen işletmeler ise üretken<br />
kapasiteleri yaratmaya yönelik yatırımlara gidememektedirler.<br />
Öte yandan, kayıtlı ekonominin yeterince gelişmediği, halkın vergi<br />
vermektense, vergi toplayan memurlara rüşvet vermeyi yeğlediği bu ülkelerde,<br />
vergi gelirlerinin düşük olması, ekonomik kalkınma için gerekli kamu fonlarının<br />
oluşturulmasında önemli bir engel niteliği arz etmektedir.<br />
f) Kültürel, Sosyal ve Dini Engeller<br />
Gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik kalkınmaya bir diğer engel, ülkenin<br />
sosyokültürel yapısı ve hatta dini inançları olabilir.<br />
Gelişmekte olan ülkelerde, mevcut sanayi faaliyetleri el gücüne dayalı,<br />
küçük işletmelerdir. Bu toplumlarda belirli mesleklerin belirli ailelerin tekelinde<br />
olmasından öte, pederşahi aile geleneğinin bir sonucu olarak, erkek evlatlar<br />
babalarıyla birlikte çalışırlar. Babalarının mesleğini öğrenen ve babalarından<br />
mesleğin inceliklerini alan gençler, babaları ölene kadar onunla çalışmak<br />
zorundadırlar. Bu uygulama müteşebbislik ruhunu köreltmekte, kişilerin inisiyatif<br />
kullanma arzusunu ortadan kaldırmaktadır. Yaşlı babanın hakim olduğu<br />
işletmelerde büyüme arzusu hissedilmez, yeniliklere iltifat edilmez. Baba, kendi<br />
babasından öğrendiklerinin devam etmesi yanlısı olur. Böylece tasarruf ve<br />
yatırım arzusunun geri planda kaldığı bu ülkelerde, kalkınma için gerekli ortam<br />
oluşamaz.<br />
Gelişmekte olan toplumlarda, okuma-yazma oranına paralel olarak, kültür<br />
düzeyi de çok düşüktür. Ekonomik gelişmeye ve yeniliklere karşı olanlar, halkın<br />
cahilliğinden de yararlanarak, dini kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayıp,<br />
kalkınmayı engellemeyi başarabilirler. Öte yandan dinin ekonomik kalkınma<br />
89
üzerindeki etkisini araştıranlardan Alman sosyolog Max Weber protestanlığın<br />
kapitalizmin gelişmesi üzerindeki olumlu etkisi üzerinde durmuştur. Weber<br />
Protestanlıktaki "çok çalışıp çok kazanan, ancak az tüketenlerin günahlarından<br />
arınacağı, aylaklığın ise günah olduğu " inancının, gelişmeyi teşvik edici unsur<br />
olduğunu öne sürmüştür.<br />
3.1.4.2 Derneklerin Ekonomik Kalkınmaya Etkisi<br />
Yeterlilik ve insani kalkınma yaklaşımı ile kalkınma politikalarında odak<br />
insana ve onun yaşadığı toplumsal, ekonomik çevreye dönmüştür. Bunun<br />
uygulamadaki yansıması bugün BM, DB, AB gibi aktörlerin uyguladıkları, finanse<br />
ettikleri, ortaklık kurdukları kalkınma politikalarında eğitim, sağlık, yaşam<br />
beklentisi gibi kavramlara öncelik vermeleri ve kalkınmayı ekonomik büyümeyle<br />
birlikte bu üç sütun üzerinden tanımlamalarıdır. Böylelikle kalkınmışlık<br />
günümüzde sadece ekonomik büyüme veya sanayileşme üzerinden<br />
anlaşılmamakta, ülkedeki eğitim düzeyi, sağlık koşulları, yaşam beklentisi gibi<br />
faktörler de kalkınmışlığın bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bunun<br />
sonucunda kalkınmanın gerçekleştirilmesi için devletin yanında sivil toplum<br />
kuruluşlarının da sürece dahil edilmesi ihtiyacı hissedilmiştir. Önceden refah<br />
devletinin tek başına üstlendiği hizmetlerin, kamu sektörü, özel sektör ve sivil<br />
sektör tarafından ortak bir şekilde gerçekleştirilmesi, devletin ise daha ziyade bu<br />
kesimlere finansal destek sağlaması ve hizmetlerin düzenlenmesinden sorumlu<br />
olması yeni yapılanmanın karakteristiğini oluşturmaktadır. Bu sayede sivil toplum<br />
kuruluşlarının küçük ve işlevsel olmalarından dolayı sahip oldukları esnekliğin<br />
içselleştirilme imkânı doğmuştur. 68<br />
Yeni yapılanmada sivil topluma pay biçilmesi ülkemizde de sivil toplumun<br />
önemli yapı taşlarından biri olan derneklerin bu pastadan pay almasına imkân<br />
sağlamıştır. Bu kapsamda derneklerin kalkınmaya yönelik olarak çeşitli katkıları<br />
bulunmaktadır. Öyleyse derneklerin kalkınmaya yönelik olarak yaptıkları<br />
faaliyetler ve bu faaliyetler çerçevesinde katkıları neler olmaktadır? Sorusunun<br />
cevaplanması gerekmektedir.<br />
68 (Küçüktok, Güven, Kalkınma, Sivil Toplum ve Türkiye)<br />
90
Dernekler kalkınmaya yönelik olarak kültür, sanat, spor, eğitim ve<br />
araştırma, sağlık, sosyal hizmetler, çevre (doğa ve hayvanları koruma), ekonomik<br />
sosyal ve toplumsal kalkınmaya yönelik faaliyetlerle, hukuk insan hakları ve<br />
politikaya yönelik faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu faaliyetlerini gerçekleştirmek<br />
için sahip oldukları kaynakları tahsis etmek suretiyle sürece katkı<br />
sağlamaktadırlar. Derneklerin amaçladığı hedeflerine ulaşmak için yaptıkları<br />
harcama tutarları derneklerin kalkınmaya katkısını ortaya koyacaktır. Şimdi<br />
derneklerin kalkınmaya yönelik harcamalarını belirleyelim.<br />
Dernekler Tarafından 2004 Yılında Ekonomik Kalkınmaya Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
2004 12777 Kültür, Sanat, Spor 365,003,182,899.28<br />
2004 11431 Eğitim ve Araştırma 270,742,717,811.35<br />
2004 9486 Sağlık 167,932,300,383.36<br />
2004 11017 Sosyal Hizmetler<br />
Çevre (Doğa ve Hayvanları<br />
277,039,829,317.70<br />
2004 8824<br />
Koruma) 8,410,794,872.98<br />
2004 8695<br />
Ekonomik Sosyal ve Toplumsal<br />
Kalkınma 5,220,947,038.88<br />
2004 8524 Hukuk İnsan Hakları ve Politika 37,143,782,639.30<br />
Toplam 1,131,493,554,962.85<br />
TABLO-25 2004 Yılında Dernekler Tarafından Ekonomik Kalkınmaya<br />
Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı, (25.12.2007)<br />
Tablo- 25’te 2004 yılında dernekler tarafından yapılan ekonomik<br />
kalkınmaya yönelik harcamalar görülmektedir. Harcama tutarları bulunan dernek<br />
sayısının az olmasından dolayı bu veriler kalkınma için yapılan harcama<br />
toplamını doğru olarak yansıtmayacaktır. Bu nedenle bu verilere sadece<br />
bilgilendirme amacıyla yer verilmiştir.<br />
91
Dernekler Tarafından 2005 Yılında Ekonomik Kalkınmaya Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
2005 59854 Kültür, Sanat, Spor 25,430,098,702.87<br />
2005 59807 Eğitim ve Araştırma 1,444,487,176.14<br />
2005 59768 Sağlık 809,771,871.13<br />
2005 59849 Sosyal Hizmetler 2,033,373,002.55<br />
2005 59756 Çevre (Doğa ve Hayvanları Koruma)<br />
Ekonomik Sosyal ve Toplumsal<br />
28,061,180.18<br />
2005 59753<br />
Kalkınma 67,901,315.74<br />
2005 59748 Hukuk İnsan Hakları ve Politika 3,963,028.25<br />
Toplam 29,817,656,276.86<br />
TABLO-26 2005 Yılında Dernekler Tarafından Ekonomik Kalkınmaya<br />
Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı, (25.12.2007)<br />
Tablo- 26’da 2005 yılında dernekler tarafından yapılan ekonomik<br />
kalkınmaya yönelik harcamalar görülmektedir. Harcama tutarları bulunan dernek<br />
sayısı yeterli olmasına rağmen 2005 yılında TL uygulaması yerine YTL’ye<br />
geçilmesinden dolayı veriler olduğundan daha büyük gözükmektedir. Bu nedenle<br />
bu verilere sadece bilgilendirme amacıyla yer verilmiştir.<br />
Dernekler Tarafından 2006 Yılında Ekonomik Kalkınmaya Yönelik<br />
Yapılan Harcamalar<br />
2006 61611 Kültür, Sanat, Spor 270,947,621.34<br />
2006 61611 Eğitim ve Araştırma 102,942,305.09<br />
2006 61611 Sağlık 43,689,565.68<br />
2006 61611 Sosyal Hizmetler 74,124,477.07<br />
2006 61611 Çevre (Doğa ve Hayvanları Koruma) 20,345,922.94<br />
2006 61611 Ekonomik Sosyal ve Toplumsal Kalkınma 11,038,035.57<br />
2006 61611 Hukuk İnsan Hakları ve Politika 3,167,814.22<br />
Toplam 526,255,741.91<br />
TABLO-27 2006 Yılında Dernekler Tarafından Ekonomik Kalkınmaya<br />
Yönelik Yapılan Harcamalar<br />
KAYNAK: Dernekler Dairesi Başkanlığı, (25.12.2007)<br />
92
Tablo- 27’de 2006 yılında dernekler tarafından yapılan ekonomik<br />
kalkınmaya yönelik harcamalar görülmektedir. 2006 yılında kalkınmaya yönelik<br />
olarak dernekler tarafından 526,255,741.91.-YTL’lik harcama yapılmıştır. 2006<br />
yılında GSMH 575.783,000,000.-YTL’dir. 2006 yılında kalkınmaya yönelik olarak<br />
dernekler tarafından yapılan harcamaların GSMH’ye oranı % 0,0913’tür.<br />
Derneklerin amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik harcama kalemleri ayrıntılı<br />
olarak incelendiğinde ülkemizde kalkınmanın devlet eliyle yapılmasının yanında<br />
derneklerin de kalkınmaya yönelik harcamalar yaparak sürdürülebilir kalkınmanın<br />
sağlanmasında söz sahibi olduğunu ve uygulamada yer bulduğunu<br />
göstermektedir. Bu bağlamda yaptıkları harcamalarla kalkınmanın önünde<br />
bulunan engelleri de ortadan kaldırma yönünde etkili olmaktadır.<br />
Kalkınmanın önündeki engellerin hızlı nüfus artışı, yetersiz insan<br />
kaynakları, doğal kaynakların yetersizliği, yetersiz sermaye birikimi, mali<br />
kurumlar, kültürel, sosyal ve dini engeller olduğunu belirtmiştik. Dernekler<br />
tarafından yapılan sağlık, eğitim ve araştırmaya yönelik harcamalar hızlı nüfus<br />
artışını önlemeye yönelik etkide bulunmaktadır. Eğitim ve araştırma<br />
harcamalarının diğer bir etkisi de mevcut nüfusun eğitim ve kültür düzeyinin çok<br />
düşük olmasından dolayı yetersiz insan kaynaklarının neden olduğu kalkınma<br />
engelini ortadan kaldırmaya yönelik etkisidir. Toplumdaki bireylerin eğitim ve<br />
kültür düzeyi arttıkça kalkınma da doğru orantılı olarak artacaktır. Bir diğer<br />
kalkınma engeli olan yetersiz sermaye birikimi üzerinde ise, emeğin verimliliğini<br />
arttıracak öneriler, projeler ve politikalar geliştirilerek sermeye yetersizliği bertaraf<br />
edilebilmektedir. Görüldüğü gibi kalkınma önündeki engelleri kaldırmaya yönelik<br />
belirttiğimiz tüm unsurlar ve derneklerin amaçlarına göre harcamaları bir arada<br />
düşünüldüğünde derneklerin kalkınmayı sağlama fonksiyonunun varlığını kabul<br />
etmemiz gerekir.<br />
SONUÇ<br />
Dernek, kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve<br />
ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi<br />
ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe<br />
93
sahip kişi topluluklarını ifade etmekle birlikte ülkemizde sivil toplumun önemli bir<br />
parçasıdır. Sivil toplum ise gönüllülük esasına dayanan, kar amacı gütmeyen,<br />
genelde bürokratik olmayan esnek bir yapıya sahip olan, karar ve uygulamalarda<br />
katılımcı yaklaşımı benimseyen örgütlenmelerdir.<br />
Sivil toplum ve dernekler bugünkü yapılanmasına ulaşıncaya dek çeşitli<br />
tarihsel süreçlerden geçmiştir. Sivil toplumun batıda ortaya çıkışı 12. yüzyıla<br />
kadar uzanmakta iken ülkemizde 16. yüzyılın öncesine kadar uzanmaktadır.<br />
Batıda sivil toplumun ortaya çıkışında ekonomik ilişkiler ön plandayken ülkemizde<br />
dinsel düşünce yanında loncaların ekonomik yönünden dolayı ekonomik<br />
ilişkilerde etkili olmuştur. Sivil toplum, ülkemizde devlete uyum sağladığı<br />
noktalarda bir aktör olarak rol almasından dolayı batıdaki oluşuma göre farklı bir<br />
gelişim göstermiştir. Batıda, 1789 Fransız devrimi ile insan hakları bildirisi, sanayi<br />
devrimiyle şekillenen kapitalist düzen, 1929 ekonomik bunalımının neden olduğu<br />
sosyal refah devletinin gelişmesi, 1970 stagflasyonu ile neoliberal yaklaşımların<br />
gündeme gelmesi, küreselleşme, yapısal uyumla birlikte büyüme yaklaşımı<br />
çerçevesinde iktisadi büyümenin devamlılığının sağlanmasının yanında iktisadi<br />
alanın iyi yönetilmesi sivil toplumun gelişip bugünkü yapısına gelmesinde etkili<br />
olmuştur. Ülkemizde ise 16. yüzyıl sonrası Osmanlı imparatorluğunda merkezi<br />
otorite sivil toplumun gelişmesine engel teşkil etmiş, 19. yüzyılla birlikte Osmanlı<br />
modernleşmesi başlamış hukuk, idare, ekonomi ve eğitim alanlarındaki<br />
reformlarla sivil toplum alanında canlanma sağlanmıştır. 1923-1946 arasındaki<br />
Tek Parti Dönemi’nde gerçekleştirilen yapısal reformlar ve programlar her<br />
yönden baskın olan “merkez” tarafından “çevre”de uygulatılmıştır. O nedenle sivil<br />
toplum ancak merkeze uyum sağladığı noktalarda bir aktör olarak rol<br />
oynayabilmiş ve sivil toplum unsurları tehdit olarak algılandığından dolayı 1930’lu<br />
yıllardan itibaren sivil toplum unsurları tasfiye edilmiştir. 1950 yılında başlayan<br />
çok partili dönemle sivil toplum unsurları yeniden ortaya çıkarak siyasal partilere<br />
yönelmişlerdir. Türkiye’deki STK’ların % 56’dan fazlasının 1980 darbesinin<br />
sonrasında kurulması sivil toplum unsurlarının Türkiye’deki geleneksel<br />
merkeziyetçi varlık alanına karşı bir varlık alanı oluşturmaya başladığının<br />
göstergesi olmuştur. Son dönemde de Neoliberal politikalar, 1996 Habitat<br />
94
konferansı, 1999 Marmara depremi ve AB adaylık süreci sivil toplumun ve<br />
derneklerin bugünkü yapısına gelmesinde etkili olmuştur.<br />
Sivil toplumun ve derneklerin ortaya çıkışında ekonomik ilişkilerin rol<br />
almasının yanında gelişmesi ve bugünkü yapısına gelmesinde ekonomik<br />
ilişkilerin önemli etkilerinin olması, sivil toplumun ve ülkemizdeki uzantısı olan<br />
derneklerin ekonomik açıdan incelenmesini gerektirmiştir. Günümüzde sivil<br />
toplum o kadar büyümüştür ki ekonomide karar birimi olarak kabul edilmeye<br />
başlanmıştır. 1995 yılında dünyadaki büyüklüğü 7’nci büyük ekonomi olabilecek<br />
boyuta ulaşmıştır. Dünyadaki istihdamın ise % 4,4’ünü temsil etmiştir.<br />
Ülkemizde de sivil toplumun uzantısı olan dernekler kar amacı<br />
gütmemelerine rağmen tüketim ve üretim faaliyetlerinde bulunarak ekonomide<br />
kendilerine yer bulmuşlardır. Derneklerin 2006 yılında finansal büyüklüğü<br />
19,159,425,340.60 YTL’dir. 2006 yılında GSMH’nin % 3.32’sine yön vermiştirler.<br />
Ülkemizde dernekleri de içine alan kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşları<br />
(sivil toplum kuruluşları) 2000’li yıllarla birlikte sıçrama göstermiş ve 2003 yılında<br />
ekonomide GSMH’nin % 1,0’ne kadar ulaşmıştır. 2006 yılında ise 4.686.121.215<br />
YTL’lik büyüklük ile GSMH’nin % 0,8’ini temsil etmiştir. Ancak kar amacı<br />
gütmeyen özel hizmet kuruluşları içerisinde yer alan derneklere ait veriler<br />
örnekleme usulü ile yaklaşık 2600 derneğe ait olarak belirlenip genelleme<br />
yapıldığı için derneklerin ekonomideki payını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu<br />
arada 2006 yılında dernek sayısı da 73,480’dir. Bu nedenle derneklere ait verileri<br />
kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşları hesabıyla toplamak suretiyle yeni bir<br />
hesaplama yaptığımızda kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşlarının 2006<br />
yılındaki büyüklüğü yaklaşık 9.434.578.254 YTL’ye ulaşmakla birlikte GSMH<br />
içerisindeki payı % 1.63 olmaktadır. Dernekler ise 2006 yılında 4.748.457.039<br />
YTL’lik büyüklük ile GSMH’nin % 0.82’sini almışlardır. Bununla birlikte Derneklere<br />
ait veriler, Derneklerin iktisadi işletmelerini (GSMH içindeki payının<br />
hesaplanamamasından dolayı) kapsamamaktadır. Derneklere gelir sağlayan<br />
1251 adet iktisadi işletme olup bu verilerinde tespit edilip eklenmesiyle<br />
Derneklerin GSMH içerisindeki payı daha da artacaktır. 2006 yılı için kar amacı<br />
gütmeyen kuruluşların ve derneklerin GSMH içerisindeki payı sanıldığı gibi az<br />
95
değildir. Bu büyüklüğü ile Türkiye’de kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşları<br />
ve dernekler, uluslararası alanda yapılan 1995 ve çeşitli yıllara ait kar amacı<br />
olmayan kuruluşlar karşılaştırmasında ekonomideki payı açısından bazı ülkeleri<br />
geçmiştir. Ekonomideki payların yıllar itibariyle benzer bir gelişim<br />
sergilemesinden dolayı 1995 yılına ait çeşitli ülkelerin ekonomideki paylarının<br />
Türkiye’deki dernekler ve sivil toplum kuruluşlarının ekonomideki paylarıyla<br />
karşılaştırılmasında sakınca görülmemiştir. Bu ülkeler % 1,4’lük pay ile Slovakya,<br />
% 0,3’lük pay ile Romanya, % 0,3’lük pay ile Pakistan, % 1,5’lik pay ile Brezilya,<br />
% 0,6’lık pay ile Hindistan’dır. Dernekler bazında ise 2006 yılına ait % 0,8’lik pay<br />
ile ekonomide % 0,3’lük payı olan Romanya, % 0,3’lük payı olan Pakistan, %<br />
0,6’lık payı olan Hindistan gibi ülkelerdeki sivil topluma ait payları dahi geçmiştir.<br />
Gelişmiş ülkelerdeki NGO’ların payları ise, İtalya’da % 3,1, Fransa’da % 3,8,<br />
Almanya’da % 4,0, Japonya’da % 5,0, İngiltere’de % 6,8, İspanya’da % 4,0,<br />
Hollanda’da % 15,5’tir. Gelişmiş ülkelerdeki NGO’ların ülke ekonomilerindeki<br />
payları, ülkemiz içinde geleceğe yönelik olarak önemli bir potansiyele işaret<br />
etmektedir.<br />
Derneklerin ülke ekonomisindeki payına ilişkin göstergelerden bir diğeri de<br />
istihdam içerisindeki payıdır. Derneklerde istihdam edilen ücretli çalışan personel<br />
sayısı 2004, 2005, 2006 yıllarında 29.280, 31.197, 29.896 kişidir. Ücretli<br />
çalışanların toplam istihdam içerisindeki payları ise yıllar itibariyle % 0,13, %<br />
0,14, % 0,13’tür. Dernekler, faaliyetlerini ücretli personel yanında gönüllü<br />
personelle de yürütmektedir. Gönüllü çalışanlar, toplam istihdam ve GSMH<br />
hesaplaması içerisinde yer almamakla birlikte ücretli olarak çalışan personelin<br />
yerini doldurduğundan dolayı aslında bir katma değer oluşturmaktadır. Bu<br />
nedenle istihdam hesaplamalarına dahil edilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede<br />
gönüllü olarak çalışanların sayısı 2004, 2005, 2006 yılları itibariyle 21.793,<br />
30.631, 27.905 kişidir. Gönüllü çalışanların toplam istihdam içerisindeki payları<br />
ise yıllar itibariyle % 0,13, % 0,14, % 0,13’lük bir payı temsil edebilecek<br />
büyüklüğe ulaşmaktadır. Derneklerdeki ücretli ve gönüllü çalışanların toplamı<br />
2004, 2005, 2006 yıllarında 51.073, 61.828, 57.801 kişidir. Toplam istihdam<br />
içerisindeki payları ise yıllar itibariyle % 0,23, % 0,28, % 0,25’tir. Bununla birlikte<br />
96
Derneklere ait veriler, Derneklerin iktisadi işletmelerini (istihdam içindeki payının<br />
hesaplanamamasından dolayı) kapsamamaktadır. Derneklere gelir sağlayan<br />
1251 adet iktisadi işletme olup bu verilerinde tespit edilip eklenmesiyle<br />
Derneklerin istihdam içerisindeki payı daha da artacaktır. Bunun yanında GSMH<br />
hesaplaması alt kalemlerinden olan kar amacı gütmeyen özel hizmet<br />
kuruluşlarındaki (sivil toplum) istihdamı belirlememize imkan sağlayan düzenli bir<br />
veri hesaplaması bulunmamaktadır. Bu kapsamda sadece 2002 yılında bir<br />
çalışma (genel sanayi sayımı) yapılmış olup, bu çalışmada 16.540 kişinin<br />
derneklerde çalıştığı görülmektedir. 16.540 çalışan 8.710 adet derneğe aittir.<br />
Ancak 2002 yılında 79.056 tane dernek faaliyet göstermektedir. Bu da istihdam<br />
miktarı belirlenen çok az derneğin olduğunu göstermektedir. 2002 yılında<br />
derneklerde istihdam edilenlerin, kar amacı gütmeyen özel hizmet kuruluşlarında<br />
istihdam edilen 35.262 kişilik istihdam içerisindeki payı % 46.90 gibi önemli bir<br />
büyüklüğe ulaşmaktadır. Dernekler, sivil toplum içerisinde önemli bir istihdam<br />
kaynağı olarak gözükmesine rağmen Türkiye’deki toplam istihdam içerisinde<br />
gerek sayı gerekse pay olarak düşük kalmıştır. Derneklerin istihdam<br />
büyüklüğünü, uluslararası alanda yapılan 1995 ve çeşitli yıllara ait kar amacı<br />
olmayan kuruluşların istihdam verileri ile karşılaştırdığımızda pek çok ülkenin<br />
gerisinde kalmıştır. NGO’larda çalışanların ekonomideki payları; Brezilya’da %<br />
1,6, Macaristan’da % 1,1, Hindistan’da % 1,4, Pakistan’da % 1,0, Meksika’da %<br />
0,4, Romanya’da % 0,8, Slovakya’da % 0,8’dir. Gelişmiş ülke NGO’larında<br />
çalışanların ekonomideki payları; Amerika’da % 9,8, İngiltere’de % 8,5,<br />
Hollanda’da % 14,4, Almanya’da % 5,9, Fransa’da % 7,6, Belçika’da % 10,9,<br />
Japonya’da % 4,2’dir. Gelişmiş ülkelerdeki NGO’ların ülke ekonomilerindeki<br />
istihdam içerisindeki payları, ülkemiz içinde geleceğe yönelik olarak önemli bir<br />
potansiyele işaret etmektedir.<br />
Derneklerin ekonomideki payının artması ekonomi içerisindeki öneminin<br />
de artmasına neden olacaktır. Derneklerin ekonomideki önemi aynı zamanda<br />
istikrar politikaları üzerindeki etkilerine bağlıdır. Ekonomideki istikrar politikaları<br />
olan gelir dağılımının iyileştirilmesi ile yoksulluğun azaltılması, tam istihdam<br />
sağlanması ve işsizliğin önlenmesi, fiyat istikrarının sağlanması ve ekonomik<br />
97
kalkınmanın gerçekleştirilmesine yönelik derneklerin etkileri derneklerin<br />
ekonomideki önemine vurgu yapmaktadır. Derneklerin gelir dağılımının<br />
sağlanarak yoksulluğun azaltılmasına yönelik olarak yaptıkları harcamalar 2006<br />
yılında 392.095.384 YTL’dir. Devletin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları<br />
vasıtasıyla 2006 yılında yaptığı harcamalar 1.389.547.995 YTL’dir. Derneklerin<br />
gelir dağılımının düzeltilmesine yönelik olarak yaptığı harcamaların, Devletin<br />
sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları vasıtasıyla yaptığı harcamalara oranı<br />
% 28.21’dir. Yani dernekler, Devletin gelir dağılımının düzeltilmesi ve yoksulluğun<br />
azaltılmasına yönelik yapması gereken harcamaların % 28.21’lik bir kısmını<br />
gerçekleştirmektedir.<br />
Bir diğer istikrar politikası unsuru olan tam istihdamın sağlanmasına<br />
dernekler personel istihdam ederek katkıda bulunmaktadır. Derneklerin,<br />
istihdama yönelik yaptığı diğer bir katkı mesleki eğitime yönelik faaliyetleridir. Bu<br />
çerçevede 2006 yılında 102,942,305.09 YTL’lik harcama yapılmıştır. Ayrıca<br />
işsizliği önlemek ve mesleki eğitim politikasının işlevselliği arttırmak ve<br />
desteklemek için Avrupa Birliği (AB) fonlarından Leonardo da Vinci (2000–2006,<br />
Meslek İçi Eğitim) programı önemli bir işlev üstlenmekte ve ülkemizdeki birçok<br />
kurum ve kuruluşa proje karşılığı fon sağlamaktadır. Bu kuruluşlar arasında kar<br />
amacı gütmeyen birlikler ve dernekler de bulunmaktadır. Bu program<br />
çerçevesinde, 2002 yılında Türkiye'ye sağlanan AB mali yardımları 200 milyon<br />
Euro'ya ulaşmıştır.<br />
İstikrar politikalarından fiyat istikrarının sağlanması yani enflasyonun<br />
önlenmesine yönelik olarak dernekler bazı etkilerde bulunmaktadır. Batıda, halk<br />
katılımını sağlayan ve mali alt yapısı güçlü tüketici örgütleri, satıcı üzerinde<br />
neredeyse hukuki yaptırımdan daha etkili kamuoyu baskısı yaratabilmektedir.<br />
Oysa ülkemizde tüketicilerce kurulan dernek ve vakıf şeklindeki örgütler, Batıdaki<br />
örneklerine göre daha zayıftır. Dernekler çeşitli sektörlerde ortaya çıkan fiyat<br />
artışlarına yönelik tepkilerini ortaya koyabilmekte, sosyal sorumluluk bilinciyle<br />
kamuoyu oluşturmaktadırlar. Bazen de ortaya çıkan fiyat artışlarını engellemek<br />
için dava açmak suretiyle baskı unsuru olabilmektedirler. Bu şekilde dernekler<br />
fiyat artışlarını kontrol altında tutma fonksiyonu icra edebilmektedirler. Diğer<br />
98
taraftan talep enflasyonunu önlemenin yollarından biri de arzın arttırılmasıdır.<br />
Arzın artırılmasına yönelik olarak kullanılabilecek bir unsurda nitelikli iş gücü<br />
yetiştirilmesidir. Derneklerin istihdamı arttırmaya yönelik fonksiyonu talep<br />
enflasyonunu önlemeye yardımcı olmaktadır.<br />
İstikrar politikalarından sonuncusu olan ekonomik kalkınmanın<br />
sağlanmasına derneklerin çeşitli etkileri bulunmaktadır. Dernekler kültür, sanat,<br />
spor, eğitim ve araştırma, sağlık, sosyal hizmetler, çevre, ekonomik sosyal ve<br />
toplumsal kalkınmaya yönelik faaliyetler ile hukuk, insan hakları ve politikaya<br />
yönelik faaliyetleriyle ekonomik kalkınmaya katkı sağlamaktadırlar. Bu kapsamda<br />
dernekler tarafından 2006 yılında yapılan harcama toplamı 526.255.741,91<br />
YTL’dir. Yani dernekler devletin ekonomik kalkınmaya yönelik olarak yapması<br />
gereken 526,255,741.91 YTL’lik harcama tutarını karşılayarak kalkınmaya olumlu<br />
katkıda bulunmaktadır.<br />
Son olarak derneklerin ülkemizde hala gelişme aşamasında olduğu<br />
söylenebilir. Ancak derneklerin, ekonomideki payının artmasına bağlı olarak<br />
ekonomik alanda ve buna bağlı olarak istikrar politikaları üzerinde etkileri<br />
artacaktır. Ekonomik alandaki payın artması demokrasi ve çeşitli alanlarda da<br />
etkinliğinin artmasına imkân sağlayacaktır.<br />
99
KAYNAKLAR<br />
- ACI, Dr. Esra Yüksel; (2005), Küreselleşme Olgusu ve STK' lar.<br />
- AKŞİT, Bahattin; (http://www.Kbam.metu.edu.tr/published/toplumsal kalkinma<br />
gelimse nufus.pdf).<br />
- AKTAN, Coşkun Can; (2002), Yoksulluk Sorununun Nedenleri ve Yoksullukla<br />
Mücadele Stratejileri.<br />
- Avrupa Birliği Projeleri, Mali ve Teknik Yardımlar (http://www.tsrsb.<br />
org.tr/tsrsb/AB+ve+uyum/AvrupaBirligi/ABProjeMaliVeTeknik Yardimlari/);.<br />
- ÇEPEL, Zuhal Ünalp; (2006), Ab Sivil Toplum Diyaloğu' Ve Türkiye:<br />
Demokratikleşme Bağlamında Sorunlar Ve Beklentiler,<br />
(http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php? İd =106)<br />
- DİNLER, Zeynel; (2001), İktisada Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa.<br />
- GÖKBUNAR, Ramazan, ERDAL Adnan; Kamu Sektörünün Yeniden<br />
Yapılandırılmasında Üçüncü Sektörün Rolü, www.canaktan.org/politika/anti_<br />
leviathan/ diger-yazilar/gokbunar-ucuncusektor.pdf.<br />
- KARAGÜL, Dr. Soner; (2007), Küresel Bir Aktör Olarak Uluslararası Sivil<br />
Toplum Kuruluşları.<br />
- Karar Birimleri, (http://www.ekodialog.com/Konular/ekonomide_karar_ birimleri.<br />
html,) (26.01.2008).<br />
- KÜÇÜKTOK, Güven; Kalkınma, Sivil Toplum ve Türkiye, sivil toplum dergisi<br />
yıl:3 sayı :11 (Temmuz- Eylül 2005).<br />
- MAZLUM, Ahmet; (Aralık 2000), Sivil Toplumun Dünü Ve Bugünü, Cumhuriyet<br />
üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 24.<br />
- Milli Hesaplar İle İlgili Değişkenlerin Tanımları, (http://www.die.gov.tr/sozluk/<br />
milhest.htm), (21.01.2008).<br />
- Non Comparative Sector, (http://www.jhu.edu/~cnp/research/country.html),<br />
(11.09.2007)<br />
- ÖNDER, Mehmet; (2006), Türkiye, AB Hibe Fonlarından Yeterince<br />
Yararlanmıyor.<br />
- SALAMON, Lester M.; SOKOLOWSKİ, S. Wojciech; LİST, Regina; (2003)<br />
Global Civil Society An Overview.<br />
100
- Sivil Toplum İş Başında (http://www.stgm.org.tr/docs/ 1123447144<br />
ABKomisyonuSTK_arastrimasi.doc,) (07.08.2005),.<br />
- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunu Yardımları,<br />
(http://www.sydgm.gov.tr/sydtf/web/gozlem.aspx?sayfano=93), (14.01.2008).<br />
- TEKELI, İlhan; Kent Yoksulluğu Ve Modernite'nin Bu Soruna Yaklaşım<br />
Seçenekleri Üzerine, (www.planlama.org).<br />
- Temel Tüketici Hakları, (http://www.dersimiz.com.belirligun.bilgi.asp.id.505);<br />
(10.01.2008).<br />
- TÜRK, İsmail; (2001), Maliye Politikası, Turhan Kitapevi, Ankara.<br />
- ÜNSALAN, Çetin; İstihdamın Anahtarı Mesleki Eğitim, (06.01.2008)<br />
- YIKILMAZ, Necla; NGO, (www.sav.org.tr/ngo.htm - 24k).<br />
101