You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
“Sevgilerimle” diyerek imzaladı mektubu. Annesine,<br />
babasına, kardeşine, ağabeylerine ithafen yazdığı mektubu<br />
kırık çekmeceli masanın üstüne bıraktı. Gözleri<br />
dolmuştu ama verdiği karardan -nedense- emindi, sildi<br />
yaşları... ağlamayacağım dedi içinden.<br />
Kuşluk vakti, parmak uçlarında çıktı odasından. Paltosunu<br />
giydi. Son kez kafasını çevirip çocukken koşturduğu<br />
koridora baktı. Annesinin bağırtısını duydu<br />
eskilerden. Kendisini hiç sevmeyen babasının çatık<br />
kaşlarını gördü. “Eğer bana para vermezsen seni babama<br />
söylerim” diyerek tehdit eden ağabeyinin havada<br />
sallanan parmağını... Yine annesini gördü. Babası kendisini<br />
dövmesin diye yalanlar söyleyen annesini...<br />
Gözleri doldu yine. Sildi yine. Aynı cümleyi tekrar etti:<br />
“ağlamayacaksın Hayal. Ağ-lama-ya-cak-sın!”<br />
Kapıyı açtı. Annesini son kez<br />
öpemediği için buruktu ama annesini<br />
öpmeyi bekleseydi belki<br />
de ertesi güne evde bir cenaze havası<br />
esecek, Hayal olamayacaktı.<br />
Ömer ölecekti. Bunu düşününce<br />
düşen omuzlarını kaldırdı yukarı,<br />
üfleyerek havalandırdı yüreğini<br />
ve adımını attı.<br />
Nereye olduğunu bilmese de gidiyordu.<br />
Günlerdir biriktirdiği<br />
paraya ve yaşama sevincine güveniyordu.<br />
Hayat ne kadar zalim olursa olsun babasından,<br />
amcasından, dedesinden, ağabeyinden daha zalim<br />
olamazdı ona göre. Kapıyı çekti. Çocukluğunu ve hayallerini<br />
ve annesini bıraktı ardında, binadan da çıktı.<br />
Yürüdü... yürüdü... yürüdü... araç bulamadığı için Birkaç<br />
saat yürüdü... sonra bir taksi gördü ve durdurdu.<br />
Taksicinin şehvetle bakan gözlerine aldırmadan otobüs<br />
durağına gideceğini söyledi. Adam hareketlenmeye<br />
başlamıştı. Önünde bir kabarıklıkla dellenmişti ama<br />
Hayal orada yokmuş gbi yaparak sükunetini korudu.<br />
27 dakika sonra “burada ineceğim” dedi, parayı uzattı.<br />
Adam eline dokundu ama o yine oralı olmadı. “Acil<br />
mi işin” dedi gözü dönmüş adam; “Dolaşalım mı?”<br />
“Defter’’<br />
Bawer Çakır<br />
Derin bir nefes çekti. Sigarasını yaktı. Öyle dertli içiyordu<br />
ki sigarasını kendisine şaştı. “Bu genç liğe bu<br />
dertler çok fazla be Hayal” dedi. Kendisine güldü.<br />
Saat geldi. Otobüse bindi. “bağyan yanı”ndaki koltuğuna<br />
oturdu. Hala gergindi ama heyecandan karnında<br />
kelebekler de uçuşuyordu. Elbiselerini ve ümidini tıkıştırdığı<br />
çantasını tepesine koydu. Ümitleri giysilerinden<br />
daha çok olduğundan çantası küçük ve hafifti.<br />
Otobüs hareket etti. İstanbul onu bekliyordu. Bir süre<br />
sonra uykuya daldı. Adı gibi hayaller görüyordu. Çok<br />
zaman olmuştu rüyalara dalmayalı. Stresten, gerginlikten,<br />
korkudan, babasından, ağabeyinden, amcasından<br />
olsa gerek son ayları kabuslarla geçmişti. Günler, geceler,<br />
haftalar, aylar sonra ilk kez<br />
“rüya” gördü. Sonsuz bir kır,<br />
envai çeşit çiçek, güneşli ve<br />
temiz bir hava, ortalıkta koşuşan<br />
çocuklar, annesi, çocukluğu, hayalleri,<br />
umutları rüyasında belirmişti.<br />
Yüzünde bir gülümseme<br />
belirdi kendinden habersiz.<br />
Saatler sonra, adını hep filmlerde,<br />
gazetelerde, televizyonda,<br />
“büyüklerin” konuşmalarında<br />
duyduğu şehre, İstanbul'a vardı<br />
otobüs. Muavin hafifçe dürterek<br />
uyandırdı: “Ablacım İstanbul'a<br />
geldik.” Gözlerini ovuşturdu,<br />
hafif gerindi. “Ablacım” diyen muavine baktı. Uyurken<br />
beliren gülümseme yeniden görünmüştü yüzünde,<br />
bu kez kendi rızasıyla. Birinin ona ablacım demesinin<br />
verdiği mutluluk hissinin bir işaret olduğunu düşündü.<br />
İstanbul onu bekliyordu. İstanbul kollarını açmış, “olduğu<br />
gibiliğiyle” sarılmak için bekliyordu. İstanbul<br />
ona yeni bir ev, yeni bir aile sunmak için bekliyordu.<br />
Kahkahalar atmak istedi. Ağız dolusu gülmek. Ama<br />
yapmadı. Yaptı da kimsecikler duymadı.<br />
Otobüsten indi. Bavulunu aldı. Sağına soluna bakındıktan<br />
sonra kendinden emin adımlarla yürüdü. Metroya<br />
bindi. Aksaray’a geldi. Oradan elindeki adreste<br />
yazan semte, Beyoğlu'na gitti.<br />
Kapıyı açtı, adamın suratına “pis pis” baktı, iğrenerek.<br />
Sonra çarptı kapıyı. Arkasını döndü. Adımlarını sıklaştırdı.<br />
Zira “bu itleri” tanıyordu. Otogara girdi. Bir ofis<br />
buldu. İstanbul'a giden ilk otobüsün saatini ve ücretini<br />
öğrendi. İkinci bir ofise gitmeye dermanı yoktu. Acelesi<br />
de vardı. Bileti aldı. 20 dakikası vardı. Çay içmeliydi.<br />
Bir şeyler yemeliydi. Köşedeki çay ocağına gitti.<br />
Demli bir çay ve poğaça söyledi. 10 dakikada yedi, içti.<br />
Beyoğlu zihninde hep bir cennet olarak yer edinmişti.<br />
Ve belki de bu nedenle kalbi hızla atmaya başladı.<br />
Cennet batıda diyenlerin haklı olduğunu düşünerek<br />
adımlarını hızlandırdı. Otobüse bindi. Kendi gibilerin<br />
otobüse binmediklerini, binemediklerini otobüsteki ilk<br />
dakikasında anladı. Herkes ona bakıyordu. Herkes bakışlarıyla<br />
bir mahkeme kurmuş, ona müebbet hapis<br />
vermek istiyor gibiydi. Gerildi, darlandı. Yüreğine bir<br />
13