Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Yayın Koordinatörü<br />
İlker Yılmaz<br />
Yazarlar<br />
Cihat Akbel<br />
Bahadır Bozkurt<br />
Emre Çelik<br />
Emre Gürkaynak<br />
Fırat Topal<br />
Orhan Uluca<br />
Rafet Baran Eryılmaz<br />
Serkan Akkoyun<br />
Matthaus<br />
Futbol sadece sahada oynanıp bitmiyor. Futbol yıldızları da sadece<br />
sahada şahlanmıyor ya da yerin dibine batırılmıyor. Lothar Matthaus<br />
bu yıldızlardan biri. 5 Dünya Kupası oynayan iki oyuncudan bir tanesi<br />
olmasının yanı sıra 39 yaşında kadar aktif olarak futbol oynaması<br />
bile takdire şayan. Fakat onu seven kadar sevmeyen de çok. Efsane<br />
isim geçtiğimiz hafta içi İstanbul’daydı. Gidip görmek ve konuşmakla<br />
kalmadık bir de antrenmanına çıktık. Son derece sempatik, içten<br />
ve bir tanıtım organizasyonunda olmasına rağmen ciddi, ilgiliydi.<br />
Antrenmanından özellikle keyif aldığımızı söylemem gerekiyor. Bu hafta<br />
Matthaus’un röportajını, kariyerini ve antrenman notlarını bulacaksınız.<br />
Hayatım Futbol’un 145. sayısında ayrıca; Ronaldinho transferiyle<br />
ses getiren Meksika ligi LIGA MX’in bilinenden ne kadar potansiyelli<br />
olduğunu, Ebola virisünün Afrika Uluslar Kupası’na olan tehdidini,<br />
Barcelona’nın yeni yıldız adayı Fas asıllı Munir el Haddadi’yi, Real Madrid<br />
altyapısının Barcelona’dan geri olmadığını, Ruslar’ın geç parlayan forveti<br />
Dzyuba’yı ve yeni bir atılım gerçekleştiren Brondby’i bulabilirsiniz.<br />
Keyifli okumalar,<br />
İlker Yılmaz<br />
iletisim@<strong>hayatimfutbol</strong>.com<br />
team@mobilike.com
#145 BU SAYIDA<br />
MATTHAUS ÖZEL<br />
Röportaj<br />
Profil<br />
Antrenman notlar<br />
Ruslar’ın yeni altın çocuğu<br />
Artem Dzyuba çıkışını Spartak Moskova’da sürdürüyor<br />
Ebola krizi ve Afrika futbolu<br />
Ebola önlenemiyor. Afrika Uluslar Kupası tehlikede!<br />
Orada, bir lig var uzakta<br />
Ronaldinho transferiyle gündem olan Meksika liginin<br />
perde arkası<br />
Modern Raul<br />
Barcelona yeni yıldız adayını görücüye çıkardı: Munir el Haddadi<br />
Üretirim ama oynatmam!<br />
Real Madrid altyapısı fabrika gibi. Ama beyaz forma uzakta
Orhan Uluca<br />
Matthaus Özel /Röportaj<br />
HF145<br />
“DEMiRÖREN BENi KANDIRDI!”<br />
Spor giyim markası PUMA’nın davetlisi olarak “Forever Faster”ın tanıtımı için<br />
Türkiye’ye gelen Lothar Matthaus ile kısa da olsa bir sohbet gerçekleştirdik. Bir<br />
dönem Beşiktaş ile sözleşme imzalayan Almanların efsane futbolcusu, Yıldırım<br />
Demirören’in kendisini kandırdığını iddia etti.<br />
-Orhan Uluca: 2008 Avrupa Şampiyonası öncesi<br />
Türkiye grupta sonuncu olur dediniz ama yanıldınız.<br />
Türkiye turnuvaya damgasını vurdu ve yarı final<br />
oynadı. Bu sizin için sürpriz oldu sanırım.<br />
Lothar Mathaus: Nereye demişim.<br />
-Sportbild dergisine yaptığınız tahminlerdi bunlar.<br />
Ha evet. Uzmanlar da bazen yanılır(Gülüyor).<br />
Yalnız ben bu yanılgıdan dolayı çok mutlu<br />
olduğumu söylemeliyim. Üstelik yarı final<br />
maçında Almanya’dan daha iyi oynadığınızı<br />
da söylemeliyim. Aynı zamanda Türkiye<br />
İsrail maçında da yine Sportbild dergisine<br />
Türkiye’nin İsrail’i yeneceğini söylemiştim ama...<br />
Yanılabiliyoruz...
-Kariyerinizde kazanamadığınız tek kupa var.<br />
Evet.. Şampiyonlar Ligi.<br />
-1999 Şampiyonlar Ligi Finali’nde Manchester<br />
United’dan son dakikada iki gol yenilmesini<br />
antrenörün sizi oyundan almasına bağlayanlar<br />
fazlalıkta. O tartışmayı da sonlandıralım. Antrenör<br />
mü istedi yoksa Hitzfeld’in dediği gibi siz mi çıkmak<br />
istediniz oyundan?<br />
Aslında doğal bir süreçti o. 80 dakika 38<br />
yaşında bir futbolcu olarak oynamışım ve doğal<br />
olarak yoruldum. Çıkmak istediğimi teknik<br />
adama hissettirdim ve o da beni oyundan aldı.<br />
Yorgundum ve o an için doğrusu buydu.<br />
-Kitabınızı geçtiğimiz yıl edinmiş ve okumuştum.<br />
Orada oldukça enterasan bir bölüm var sayfa<br />
172’de. Beşiktaş ile sözleşme imzaladığınızdan<br />
bahsediyorsunuz.<br />
Evet.<br />
-Her şeyi tamam bir sözleşmeyi imzalamanıza<br />
rağmen sizi burada göremedik. Neden?<br />
Çünkü bugün Türkiye Futbol Federasyonu olan<br />
Yıldırım Demirören beni kandırdı. Macaristan<br />
ile altıncı ayımı doldurmuştum. Beşiktaş benim<br />
menajerimle Frankfurt’ta görüştü. Bana harika<br />
bir teklif sundular. Her şeyi konuştuk, tüm imzalar<br />
atıldı. Ve tam Beşiktaş’a gidiyorum derken<br />
Nürnberg’den tanıdığım Erkan adında Türk bir<br />
arkadaşım bana Beşiktaş’ın Vicente del Bosque<br />
ile anlaştığını söyledi. Hemen sözleşmeyi alıp<br />
avukatıma gittiğimde ise ikinci bir şok yaşadım.<br />
Sözleşme imzalandığı vakit Yıldırım Demirören<br />
başkan seçilmediği için yapılan kontratın uluslarası<br />
mahkemede geçersiz olduğunu anladım. Türkiye’ye<br />
gelip yerel mahkemelerde hakkımı arayabilirdim<br />
ama böylesine güçlü bir şahsiyete karşı dava<br />
kazanamayacağımı söylediler ve ben de bunun<br />
peşinden koşturmaktan vazgeçtim. Sonrasında<br />
Beşiktaş bizzat benim organize ettiğim yerde kamp<br />
yapıp sezona Del Bosque ile girdi.
-Yıldırım Demirören demişken.. TFF Başkanı oldu ve<br />
yabancı sayısını düşürerek çok ciddi tepki topladı. Ne<br />
düşünüyorsunuz yabancı sınırlaması hakkında?<br />
Bulgaristan ve Macaristan gibi ülkelerde teknik<br />
direktörlük yaptığım zaman benzer sorunlarla ben<br />
de karşılaştım. Nihayetinde yabancıların fazlalığı<br />
altyapıdan gelecek olan gençlerin önünde ciddi<br />
bir engel olabiliyor. Siz gençlere iyi bir kariyer<br />
yapabileceği inancını vermek zorundasınız.<br />
Onların da oynayabileceği bri alanın olduğunu<br />
göstererek gençleri umutlandırmalısınız. Bu açıdan<br />
baktığımızda ben ülkelerin kendi oyuncularını<br />
koruma altına almasını destekliyorum lakin<br />
Almanya’dan da görüleceği gibi gelişim adına<br />
yabancılara ihtiyaç var. Burada asıl sorun gelecek<br />
olan yabancının nitelikli olmasını sağlamak.<br />
-Türk futbolu hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />
Türkiye sahip olduğu potansiyeli son yıllarda<br />
sahaya yansıtamıyor. O yetenekleri su yüzüne<br />
çıkaramıyor. Alınan sonuçlar ile içerik uyuşmuyor<br />
diyebiliriz.<br />
Nasıl aşılır bu sorun?<br />
90’ların sonunda Almanya’da da benzer sorunlar<br />
vardı. TFF ve kulüpler beraber hareket ederek<br />
gençlerin önünü açacak projeler geliştirmek<br />
zorunda. Almanya yetenek keşif noktaları ve<br />
performans merkezleri ile bugün Dünya Kupası’nı<br />
kazanan kadronun temellerini attı. Türkiye de<br />
benzer projeler üreterek bu süreci aşabilir.<br />
-Son olarak Dortmund ile Galatasaray Şampiyonlar<br />
Ligi’nde birbirlerine rakip oldular. Bu eşleşme için<br />
favoriniz?<br />
Tartışmasız Dortmund! Galatasaray’a saygı<br />
duymakla beraber Dortmund son yıllarda<br />
Avrupa’ya damgasını vurdu ve her iki maçta da<br />
benim favorim Borussia Dortmund!<br />
Çok teşekkürler...
Bahadır Bozkurt<br />
Matthaus Özel /Profil<br />
HF145<br />
SAHADA DOST,<br />
DIŞARIDA DÜŞMAN<br />
Almanya Milli Takımı’nın 5 kez Dünya Kupası servünine<br />
bizzat iştirak eden oyuncusu Lothar Matthaus’un<br />
kariyeri tüm başarılarına rağmen tartışmalı
Her futbolcunun hayatı hakkında bir hikaye<br />
yazılabilir, Lothar Matthaus’un hayatından ise bir<br />
roman. Saha içinde iyi bir lider, bir istikrar abidesi<br />
olarak bilinen Alman efsanesi, saha dışında ise<br />
huysuz, arkadaşları tarafından pek sevilmeyen biri<br />
olarak bilinir. Onun romanı 1979 yılında profesyonel<br />
kariyerine başladığı Borussia Mönchengladbach’ta<br />
başlar.<br />
2012/13 sezonunda Bayern Münih’i 3 kupada<br />
şampiyon yapan Jupp Heyckness, daha kariyerinin<br />
başındayken Mönchengladbach’ta görev<br />
almaktadır. Bu sıralarda 19 yaşında futbol oynayan<br />
genç Bavyeralı Lothar, enerjisi ve çalışkanlığı<br />
ile genç teknik adamın ilgisini çekmeyi başarır.<br />
Mönchengladbach’ta oynama şansı bulan Alman<br />
oyuncu tüm takımın yükünü sırtında taşıyacak gibi<br />
güçlü ve diri gözükür. Bundesliga yeni bir yetenekle<br />
tanışırken Heyckness de gelen iyi sonuçlarla<br />
koltuğunu sağlamlaştırır. 1979/80 sezonunda<br />
fırtına gibi esen Alman kulüplerinin arasında<br />
Mönchengladbach da vardır. UEFA Kupası’nda<br />
finale kadar yükselen takımın yıldızı ise bitmek<br />
bilmeyen enerjisiyle Lothar Matthaus’tur. İki maç<br />
üzerinden oynanan finali bir başka Alman takımı<br />
Franfkurt’ta kaptıran Mönchengladbach, uzun<br />
yıllar hafızalardan çıkmayan bir performansa<br />
imza atmıştır. Gösterdiği performansla Almanya<br />
Milli Takımı’nda da yerini alan genç Lothar, 1980<br />
senesinde yedek olarak girmeye başladığı milli<br />
takımda ilk şampiyonluğun tadına varır. Milli<br />
takımda büyük başarılar tadan Mattheus, ilk<br />
kez sahne aldığı 1982 Dünya Kupası’nda finalde<br />
İtalya’ya kaybeden takımın kadrosunda kendine<br />
yer bulur. Ancak, milli takım seviyesinde gelen<br />
başarılara rağmen kulüp seviyesinde istediği<br />
başarıları pek yakalayamamıştır. Alman liginde<br />
kupa kazanmak isteyen Matthaus, mali krize<br />
girmiş olan Mönchengladbach’tan ayrılmayı<br />
ister. Bir Bavyeralı olarak kupanın nerede<br />
kaldırılabileceğini biliyordur.<br />
Lotthar Matthaus, Almanya’da hep tartışılan<br />
bir oyuncu olmasının en büyük olaylarından bir<br />
tanesini 1984 senesinde yaşar. Mönchengladbach<br />
lig kupasında finale kadar ilerler. Finalde hiç<br />
şaşırtmayacak bir takım onları bekler. Bayern<br />
Münih’le oynanan maçın normal süresi 1-1 sona<br />
erer. Uzatmalarda da gol sesi çıkmayınca galibi<br />
penaltılar belirler. Franfkurt’ta 60 bin seyircinin<br />
önünde meşin yuvarlağın başına geçen ilk<br />
isim Matthaus’tur. Kötü bir vuruşla topu auta<br />
gönderir. Mönchengladbach için işler zorlaşır<br />
ve kupayı kaybederler. Matthaus’un penaltısı<br />
yıllarca akıllarda kalır. Bu penaltının bu kadar akıl<br />
kurcalamasının nedeni ise Lothar Matthaus’un<br />
ertesi sezon Bayern Münih’e gerçekleşen<br />
transferidir. 4 sezonda 162 kez giydiği siyahbeyazlı<br />
formayı çıkarıp, kırmızı formayı giydiğinde<br />
o penaltı vuruşunu kaza olarak görenlerin sayısı bir<br />
hayli azdır.<br />
Bir futbolcunun Bundesliga’da şampiyonluk<br />
tepsisine dokunabilme ihtimalinin en yüksek<br />
olduğu yer şüphesiz Bayern Münih kulübü. İlk<br />
sezonunda attığı 16 golle tepsiye el uzatan<br />
isimlerden bir tanesi de Bavyeralı Lotthar’dır. Üç<br />
şampiyonluk üst üste yaşayan Matthaus artık<br />
Bundesliga’nın ve Almanya’nın sahip olduğu<br />
yıldızlardan biriydi.
Maradona’lı yıllar<br />
Bazı sporcular şansızdır. Ne kadar başarılı<br />
olurlarsa olsun, zamanında yaşayan bir efsane<br />
tüm başarıların önüne geçebilir. Matthaus’un<br />
gençliğinin baş belası da Diego Armando<br />
Maradona’dır. Matthaus her ne kadar hem ofansif<br />
anlamda milli takıma hizmet edip adını finale<br />
yazdırsa da, zamanın bir futbol fenomenine karşı<br />
finalde oynamak kolay olmayacaktır. Taktiksel<br />
olarak Maradona’yı sahadan silme görevi verilen<br />
Alman dinamosu, Maradona’yla baş edemez<br />
ve 1986 finalini kaybeder. Dünya Kupası’ndan<br />
sonra İtalya’nın yolunu tutan Matthaus, Inter’e<br />
transfer olur. İtalya, yıldızlar topluluğu olan bir<br />
ligdir. Matthaus ve Maradona bir Dünya Kupası<br />
finalinde bir daha karşılaşana kadar kozlarını Serie<br />
A’da paylaşırlar. Matthaus geldiği ilk sezonda<br />
şampiyonluk yaşar, ona pek de anlaşamadığı<br />
Alman efsaneleri Jürgen Klinsmann ve Andres<br />
Brehme eşlik eder. Bu sıralarda, Maradona<br />
kasırgasını bir nebze olsun durdurabilmişlerdir.<br />
tutar. Düelloda tekrar karşılaşan ikili arasında,<br />
bu sefer gülen Almanlar olacaktır. Ancak yine<br />
de, Maradona’nın kaybetmesi, Matthaus’un<br />
kazanmasından daha fazla gündemi meşgul<br />
edecektir.<br />
Yine yeniden Bavyera<br />
Inter macerasının ardından tekrar Bayern Münih’e<br />
dönen efsane oyuncu Trapattoni ile altın çağını<br />
yaşayacaktır. Olgunlaşan Matthaus’a defans<br />
yapmayı öğreten Trapattoni ile modern önlibero<br />
oyunun temelleri atılacaktır. Oyunda kendini<br />
hep geliştiren Lothar’ın, sahada dışında kendini<br />
1990 yılında Dünya Kupası İtalya’da düzenlenir.<br />
Napoli taraftarlarının Arjantin’i desteklediği<br />
efsanevi kupada Maradona Arjantin’i finale<br />
taşırken, Matthaus da Almanya’nın elinden
geliştirmeye pek niyeti yoktur. Yaptığı açıklamalar<br />
ve basına demeçleri ile takım arkadaşı Jürgen<br />
Klinsmann’a rahat yüzü göstermez. Sürekli olarak<br />
hedef gösterdiği Klinsmann’ı o kadar rahatsız<br />
eder ki, Jürgen bavulları toplayıp huzur bulmak<br />
için Londra’ya transfer olur. Matthaus, liderliğine<br />
herkesin biat etmesini isterken, kendini milli<br />
takımın dışında bulur. Alman oyuncular onu<br />
huysuz, geçimsiz, patavatsız olarak nitelendirir.<br />
Almanya Milli Takımı Euro 96’da Klinsmann’ın<br />
liderliğinde, Bierhoff’un tarihte atılan ilk altın<br />
golüyle şampiyon olurken, Lothar’ın yerine artık<br />
Mattias Sammer, daha da önemlisi huzur vardır.<br />
Ancak Lothar milli takımın dışında kalsa da pes<br />
etmez, sahada Bayern’in herşeyi olur. Trapattoni<br />
düzenlediği meşhur basın toplantısında Mehmet<br />
Scholl’ü, Mario Basler’i, Thomas Strunz’u yerin<br />
dibine sokar, İtalyan teknik adamın istediği tüm<br />
özelliklere sahip oyunculardan biri de Lothar’dır.<br />
İlerleyen yaşına rağmen hala takımın yükünü<br />
üstlenmeye ve olağanüstü performansı ile göz<br />
doldurmaya devam ediyordur. Milli takımda<br />
görevini devir alan Sammer sakatlanınca<br />
Matthaus milli formaya tekrar kavuşur. Beşinci<br />
kez katıldığı Dünya Kupasında yaşlı kurt, Fransa’da<br />
Hırvatlara çeyrek finalde yenilerek evine geri döner.<br />
Bu Lothar’ın sahne aldığı son Dünya Kupası’dır.<br />
Futbolunun son döneminde de olayları eksik<br />
olmayan Bayern efsanesi, Fransız sol bek<br />
Lizarazu’yu da çıldırtıp antermanda yumruklaşır.<br />
Alman kamuoyu Lizarazu’ya yüklense de, aslında<br />
problemin Matthaus’tan kaynaklandığını bilirler.<br />
1999’da hiçbir Bayernlinin hatırlamak istemediği<br />
finalde Matthaus son 5 dakika kala oyundan çıkar.<br />
İşte ne olursa o kısacık 5 dakika içerisinde olur.<br />
Manchester United neredeyse son 2 dakikada<br />
attığı iki golle uzatmalarda Bayern’den kupayı alır.<br />
Matthaus çok istediği kupaya bir kez daha<br />
ulaşamaz ve kendisini oyundan alan teknik<br />
direktör Ottmar Hitzfeld’e söylemediğini bırakmaz.<br />
Maçtan sonra konuşan Hitzfeld’in söylediği tek bir<br />
cümle vardır. Lothar maçın sonlarına doğru teknik<br />
adamın yanına gidip, çok yorulduğu için oyundan<br />
çıkmak istediğini kendisi istemiştir. Hitzfeld ile<br />
Matthaus’un yolları ayrılır, Matthaus bir sezona<br />
yakın Amerika’da top koşturduktan sonra futbolu<br />
bırakır.<br />
Demirören’in gücü<br />
Daha sonra teknik direktör olarak karşımıza<br />
çıkan Alman efsanesi bu kulvarda aradığını pek<br />
bulamaz. İyi sezon başlangıçlarının ardından<br />
aldığı hezimetler, şanına leke sürer. O da artık bir<br />
zamanlar karışılıklı oynadıkları Maradona gibi iyi<br />
futbolcu, kötü antrenör klasmanında kendine yer<br />
bulur. Kariyerindeki en büyük yaralardan birini de<br />
Yıldırım Demirören’den alır. Beşiktaş’ı çalıştırmak<br />
için bavullarını toplarken, arkadaşlarından aldığı<br />
bir haberle yıkılır. Telefondaki ses Lothar’a<br />
kötü haberi verir; “ Beşiktaş, Del Bosque ile<br />
anlaşmış.” Klinsmann’ın, Lizarazu’nun, Hitzfeld’in<br />
yapamadığını Yıldırım Demirören başarır. Kalbi<br />
kırık Alman efsanesi üzerinden seneler geçmesine<br />
rağmen hala fırsat buldukça “kandırıldığını”<br />
söylemekten çekinmiyor.
MATTHAUS’UN<br />
VUKUATLARI<br />
-Bayern München’de forma giydiği yıllarda,<br />
takımın menajeri ile Jürgen Klinsmann üzerinden<br />
iddiaya girer. Buna göre Klinsmann ikinci<br />
sezonunda 15 gol atarsa Lothar, menajere 5000<br />
mark vereceğini söyler. Jürgen 15 golünü atar,<br />
Sampdoria’nın yolunu tutar. Euro 96’da teknik<br />
adam Berti Vogts Klinsmann’a uyar, Lothar<br />
turnuvanın kadrosunda yer almaz.<br />
-Borussia Dortmund - Bayern Münih maçı biraz<br />
sert geçer. Lothar’ın hedefinde Andreas Möller<br />
vardır. Andreas Möller sert maça isyan edince,<br />
Lothar yanına yaklaşır. Möller’e jest ve mimiklerle<br />
ağlama da futbolunu oyna gibisinden küçük<br />
düşürücü hareket yapar. Möller de “ağlayan”<br />
Lothar’ın gözyaşlarını elleriyle silince, saha karışır.<br />
takımlarının maçında Lothar rahat durmaz.<br />
Dinamo Zagrebli yedek futbolculara küfür eden<br />
Alman teknik adam, maçı çığrından çıkarır. Sonuç<br />
10 taraftar gözaltına alınır, çıkan olayları bastırmak<br />
yüzlerce polise kalır.<br />
-Teknik direktör olarak şansını Arjantin’de<br />
denemek ister. Racing Club’la anlaşır. Resmi<br />
imzalar atılmadan önce Racing başkanı Molina’nın<br />
cep telefonuna bir sms yollar; “Ben gelmiyorum”!<br />
Molina çılgına döner, öcünü Yıldırım Demirören<br />
alır(!)<br />
-Sert geçen antremanda Bixente Lizarazu’yu<br />
önce sözleriyle sonra elleriyle kışkırtmaya çalışır.<br />
Bixente’nin buna cevabı sert olur, Lothar’ın<br />
suratına bir tokat indirir. 100.000 frank ceza alır,<br />
bir de milliyetçi Almanların tepkisini.<br />
-Birçok takım arkadaşı ve rakip oyuncuyla sorun<br />
yaşayan Lothar’ın teknik direktörlük günleri de<br />
olayı geçer. Partizan’ı çalıştırırken oynadığı iki<br />
hazırlık maçında yine ortalığı karıştırır. Belek’te<br />
kamp yaparken Tınaz Tırpan’ın takımı Bucheon’la<br />
bir hazırlık maçı yaparlar. Tınaz Hoca’yı da çileden<br />
çıkarmayı başarır. İki teknik direktör kavga etmeye<br />
başlayınca maç yarıda kalır.<br />
-Ardından Partizan, Dinamo Zagreb’le<br />
Hırvatistan’da bir hazırlık maçına çıkar. Bir futbol<br />
maçında çıkan olaylar nedeniyle ayrılan iki ülkenin
Emre Gürkaynak<br />
Matthaus Özel<br />
HF145<br />
MATTHAUS’LA ANTRENMAN<br />
Hayatının bir kısmında, kalbinin bir parçasını<br />
futbola kaptıran hemen herkesin, yeşil sahalarda<br />
oynama hayali vardır. Ancak profesyonel<br />
futbolcu sayısına bakıldığında her isteyenin<br />
gerçekleştirememesi makul karşılanacak bu hedef,<br />
yerini zamanla yenilerine bırakır.<br />
Gerçek bir futbolcuyla birlikte aynı sahda yer almak<br />
elbette bunlardan birisi. Halı saha maçlarında<br />
denk gelinen eski 3. Lig topçusu göbekli abilerle<br />
kıyısına yaklaşılmayan bu düş, benim de içerisinde<br />
bulunduğum bir grup adına dünya şampiyonu<br />
futbol efsanesi Lothar Matthaus tarafından<br />
gerçekleştirildi. Evet, tarafından.<br />
Kaseti biraz geri saralım. Sabah saatlerinde<br />
Kabataş’tan, Emirgan’a, Matthaus’u dinlemek ve<br />
birlikte antrenman yapmak üzere yola çıkıyoruz.<br />
Güzergâhın güzelliğini taze görmüş olmak, ne<br />
kadar ihtiyaç olmasa da, Matthaus’un, “İstanbul<br />
çok güzel bir şehir. Hem de bunu sadece güzel<br />
kadınlar nedeniyle söylemiyorum” ifadelerini<br />
daha da anlamlı kılıyor. 150 defa Almanya Milli<br />
Takımı’nın formasını giyerek bu alanda bir dünya<br />
rekoru kıran oyuncunun, soru-cevap kısmında<br />
sergilediği sempatik tavırlar ise neden hep,<br />
bahsettiği güzel kadınların onun etrafında<br />
olduğunu açıklıyor.<br />
Matthaus, ya da onu izlemeye gelmiş Hikmet<br />
Karaman’ın hitap ettiği şekilde Lothar, elbette<br />
Puma ile arasındaki sponsorluk anlaşması<br />
nedeniyle İstanbul’da. Ancak bu marka onun için<br />
daha fazlası. Şirketin merkezi hâlâ Matthaus’un<br />
doğduğu şehirde ve o küçükken babası, Puma<br />
fabrikasında temizlik görevlisi olarak çalışıyordu.<br />
Annesi ise evde futbol toplarının kaplanması ile<br />
ilgileniyordu. Matthaus, kendisi için “özel” olan bu<br />
markaya belki de borcunu ödemek için etkinliği<br />
kapalı alanlarla sınırlandırmıyor, yeşil sahalara da<br />
taşıyor.<br />
Ya da olayın bununla ilgisi yok ve Matthaus<br />
sadece, futbol oynamak istiyor.<br />
Sakıp Sabancı Müzesi’nde buluştuğumuz, kısa<br />
bir konferans ve soru-cevap ile birlikte hakkında<br />
ilk izlenimimizi edindiğimiz Lothar Matthaus,<br />
bunların ardından uzun bir röportaj maratonuna<br />
giriyor. Gayet açık, saklayacak bir şeyi yok. 2008<br />
Avrupa Şampiyonası öncesi, Türkiye hakkında<br />
yaptığı başarısız olacağı üzerine tahminler<br />
hatırlatıldığında “Uzmanlar da hata yapar” derken<br />
“Beşiktaş’ın Del Bosque’ye verdiği parayla 10 yıl<br />
çalışırdım” ifadelerini kullanmaktan çekinmiyor.<br />
Röportajları ve canlı yayınları atlatan Matthaus ile<br />
biraz gecikmeli de olsa sahaya geçiyoruz. Herkes<br />
tam takım giyinmiş. Son olarak Bulgaristan Milli<br />
Takımı’nı çalıştıran 53 yaşındaki hoca, iki asistanı<br />
ile birlikte öncelikle saha içinde konuşma yapıyor.<br />
İki saatlik bol koşulu bir idman yaptıracağını<br />
söyleyerek, önce korkutsa da daha sonra suratına<br />
yerleştirdiği gülümseme ile yüreklere su serpiyor.<br />
Ancak araba satma konusunda sihirli olarak gören<br />
cümlelerden biri onun için de geçerli: O bir Alman!<br />
Hem de bunu 45 dakikalık bir antrenmanda<br />
hissettirmekten çekinmeyen bir türden. Yanlış<br />
yapılan noktalarda kendini yere atmaktan, tepkisini<br />
göstermekten kaçınmayan eski Bayern ve Inter<br />
oyuncusu kısık sesle konuşan yardımcısını da “Daha<br />
yüksek” diye fırçalamaktan da geri kalmıyor.
Yine de Matthaus sadece disiplin yönünde olan<br />
biri değil. Belki aldığı ressamlık ve dekoratörlük<br />
diplomasının da etkisiyle sahanın ortasında “Topu<br />
sevin. Onun sevgiye ihtiyacı var, hor görülmeye<br />
değil” diye bağırıyor.<br />
Matthaus futbolun ve onun temel enstrümanı<br />
topun sevilmesini istiyor.<br />
Antrenmana da topla başlıyoruz. Paslaşmak<br />
kolaydır fakat tempo giderek öyle bir arttırılıyor<br />
ki paslaşırken yorulmaya başlıyoruz. Daha sonra<br />
top sürmedeki becerilerimizi ortaya çıkaracak<br />
bir çalışmayla devam ediyoruz. Ardından da çift<br />
kale maç. En sonda da şut çalışmasıyla tamamı<br />
topla olan antrenmanı bitiriyoruz. Vurgulamadan<br />
edemeyeceğim, milli takımla 5 Dünya Kupası<br />
oynamış, bunlardan birini kazanmış, kulüp<br />
takımıyla 8 lig şampiyonluğu yaşamış, sayısız<br />
kupa elde etmiş Matthaus’un, antrenman verirken<br />
ki ilgisi, alakası, yerine göre dişini göstermesi,<br />
basit bir idmanı bile ciddiye almasıyla bizim<br />
kalbimizi kazandı.<br />
45 dakika belki de daha fazla süren (yorgunluk<br />
seviyemize bakılırsa iki gün) antrenmanın<br />
ardından Matthaus bu sefer son konuşması<br />
için herkesi topluyor. “Bu, 12-14 yaş grubuna<br />
yaptırdığımız bir antrenman” diyerek başladığı<br />
sözlerini “Futbol dışarıdan kolay görünür ancak iş<br />
öyle değildir” diyerek tamamlıyor. Belki de Simon<br />
Kuper tarafından “tabloit okuru” yakıştırmasına<br />
layık görülen bu adam, basınla haşır neşir oluşunu,<br />
kariyerindeki tartışmaları hatırlıyor son sözünü<br />
söylerken.<br />
Ancak sıkıntıları olmuş da olsa, gün sonunda<br />
anlıyoruz. Matthaus kesinlikle futbolu seviyor.
Cihat Akbel<br />
Afrika<br />
HF145<br />
EBOLA KRiZi VE AFRiKA FUTBOLUNUN DURUMU<br />
Batı Afrika’yı etkisi altına alan Ebola virüsü tüm yaşamı doğrudan etkilerken futbola<br />
da darbe vurmakta gecikmedi.<br />
1.Ebola nedir?<br />
- Ebola Virüsü insanlarda Ebola Virüsü Hastalığına<br />
(Eski adı Ebola Hemorajik Ateşi) yol açar.<br />
İnsanlarda ve primatlarda (enfekte maymun,<br />
goril, şempanze, meyve yarasası, orman antilobu<br />
ve kirpi gibi) sıklıkla ölüme yol açan ciddi bir<br />
hastalıktır.<br />
- Salgınlarında ölüm oranı %90’lara kadar<br />
çıkabilmektedir.<br />
- Virüs insanlara vahşi hayvanlardan geçer ve<br />
insandan insana bulaşır.<br />
- Meyve Yarasaları (Fruit Bats) Ebola Virüsünün<br />
doğal konağı olarak görülmektedir.<br />
- Hastalığın insan ve hayvanlar için özel bir tedavisi<br />
ya da aşısı bulunmamaktadır.<br />
1.1 Ebola virüsünün bulaşma aşaması<br />
ve şekli<br />
- Enfekte bir kişinin kanı ya da salgılarıyla doğrudan<br />
temas.<br />
- Enfekte salgılarla kontamine olmuş objelerle<br />
temas.<br />
- Defin işlemleri sırasında cenazeye doğrudan<br />
temas edilmesi de hastalığın yayılmasında<br />
etkendir.<br />
- İyileşen erkek hastaların spermleri yoluyla<br />
hastalığı 7 haftaya kadar bulaştırması mümkündür.<br />
- Ebola Kanamalı Ateşi’ne yol açan virüsler,<br />
genellikle hasta bakımıyla uğraşırken enfekte<br />
salgılarla teması olan aileler ve arkadaşlar<br />
aracılığıyla yayılmaktadır.
- Ebola Kanamalı Ateşi salgınlarında hastalık<br />
sağlık tesislerinde hızla yayılabilir (klinikler,<br />
hastaneler v.b.). Maske, elbise ve eldiven gibi<br />
uygun koruyucu ekipman giymeyen personelin<br />
bulunduğu sağlık tesislerinde virüse maruziyet<br />
riski yüksektir.<br />
1.2 Hastalık belirtisi ve bulgular<br />
- Ateş<br />
- Baş ağrısı<br />
- İshal<br />
- Eklem ve kas ağrısı<br />
- Halsizlik<br />
- Kusma<br />
- Mide ağrısı<br />
- İştahsızlık<br />
Belirtiler Ebola virüsüne maruz kalındıktan 2-21<br />
gün (genellikle 8-10 gün) sonra görülür. Hastaların<br />
bir kısmı iyileşirken, neden bazılarının öldüğü tam<br />
olarak anlaşılamamıştır. Bununla beraber ölenlerin<br />
virüse karşı yeterli bağışık yanıt geliştiremedikleri<br />
bilinmektedir.<br />
1.3 Hastalıktan korunma<br />
Ebola Hemorajik Ateşi’nden korunma konusunda<br />
birçok zorluklar vardır. Ebola Hemorajik Ateşi<br />
ile insanların tam olarak nasıl enfekte oldukları<br />
bilinmediğinden az sayıda temel korunma tedbiri<br />
vardır.<br />
- Diğer bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi hastalığı<br />
önlemenin en önemli uygulamalarından biri<br />
ellerin düzenli olarak yıkanmasıdır. Ellerinizin su<br />
ve sabunla yıkanması (ya da sabun bulunmadığı<br />
yerlerde ve ellerin açıkça kan ve vücut sıvılarıyla<br />
kirli olduğu durumlarda susuz alkol-bazlı el<br />
losyonun kullanılması) cildinizden potansiyel<br />
enfekte materyalleri uzaklaştırır ve hastalığının<br />
geçişini önler.<br />
- Eldiven kullanılan durumlarda eldivenleri<br />
çıkarmadan önce su ve sabunla yıkamak ve<br />
eldivenleri çıkardıktan sonra da elleri yıkamak.<br />
- Ölü hayvanlarla, özellikle de primatlarla<br />
temastan kaçınmak.<br />
- Yerel pazarlarda tüketim için satılan primatlar<br />
dahil vahşi hayvanların etini yememek.<br />
- Sağlık tesislerinde hastalık bulaşma riski<br />
yüksektir. Bu nedenle sağlık çalışanlarının bir<br />
Ebola Hemorajik Ateşi vakasını fark etmesi ve<br />
pratik viral hemorajik ateşi karantina önlemlerini<br />
veya bariyer hemşirelik tekniklerini uygulamak<br />
için hazır olması gereklidir. Bu önlemler arasında<br />
koruyucu kıyafetlerin giyilmesi (önlük, eldiven,<br />
maske, göz koruyucu ekipman gibi) yer almaktadır.<br />
Enfeksiyonun yayılmasını önlemekle ilgili olarak<br />
ekipman ve enjektörlerin sterilize edilmesi, uygun<br />
bir şekilde imha edilmesi ve hastaların vücut<br />
salgılarının da uygun bir şekilde imha edilmesi de<br />
önemlidir.<br />
- Hastanın ölmesi durumunda cesetle temastan<br />
kaçınmak.<br />
1.4 Ebola virüsünün sık görüldüğü<br />
ülkeler<br />
- Gine<br />
- Sierra Leone<br />
- Liberya<br />
*Bu bölüm Dünya Sağlık Örgütü resmî<br />
kaynaklarından alıntıdır.<br />
Tarihin en büyük ebola salgını<br />
İlk kez 1976 yılında zamanın Zaire’si şimdinin<br />
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde ortaya çıkan<br />
virüs adını, ilk defa rastlanıldığı bölgeye yakın<br />
olan Ebola Nehri’nden alıyor. 1976’dan 1979’da
kadar DKC ve Sudan’da 454 kişi hayatını kaybetti.<br />
Bu da vakaların %70’inin ölümle sonuçlandığını<br />
gösteriyor. Uzun yıllar ortadan kaybolan virüs<br />
1994’te Gabon’da tekrar hortladı. Virüs Demokratik<br />
Kongo’ya da sıçradı ve yaklaşık 2 senede 300’den<br />
fazla insanın ölümüne neden oldu. Ebola Virüsü<br />
farklı varyasyonlarıyla kendini tekrar etmeye<br />
devam etti. 2000 senesinde Uganda’da hastalığa<br />
yakalanan 425 hastadan 224’i kurtarılamadı.<br />
2001 ile 2012 yılları arasında 865 vakanın %60’ı<br />
ölümle sonuçlandı. Çoğu sağlık örgütü tarafından<br />
dünyanın en ölümcül virüsü olarak gösterilen<br />
Ebola 2014 Mart’ında Gine’de tekrar ortaya çıktı.<br />
Geçmişte de olduğu gibi hafife alınan hastalık eski<br />
rutininden farklı bir boyutta yayılmaya başladı.<br />
Batı Afrika ülkelerinden Sierra Leone, Gine ve<br />
özellikle Liberya’da salgın kontrolden çıkmış<br />
durumda. 9 Eylül 2014 itibariyle bu yıl içinde Ebola<br />
virüsüne yakalanan 4 bin 293 kişiden 2 bin 296’sı<br />
hayatını kaybetti. Liberya’da vakaların %60’ı,<br />
Sierra Leone ve Gine’de ise %30’u ölümle son<br />
buldu. Ayrıca Nijerya, Kongo ve Senegal’de de bazı<br />
kişilerde Ebola virüsüne rastlandı.<br />
Tarihin en büyük Ebola salgını için hem Dünya<br />
Sağlık Örgütü hem de Birleşmiş Milletler umutsuz<br />
açıklamalar yapıyor. Gana’da BM tarafından<br />
bir salgın üssü kurulması kararlaştırıldı. DSÖ<br />
doktorları ise salgını durdurmanın gitgide<br />
güçleştiğini fakat bazı bölgelerde bu mücadeleyi<br />
kazanmaya çalıştıklarını söylüyor.<br />
Çoğu ülkenin sınırlarını kapattığı Batı Afrika’da<br />
uçuşlar ve lojistik bağlantılar sekteye uğramış<br />
durumda.<br />
Virüs için henüz bir aşı ya da kesin tedavi<br />
geliştirilemezken bazı aşılarda olumlu sonuçlar<br />
alındı. Maymunlar üzerinde denenen bir tedavi<br />
yöntemi hayvanları iyileştirirken bunun hangi<br />
şekilde ve kime uygulanacağı netlik kazanmadı.<br />
Ebola’nın vurduğu ülkelerde okullar tatil edilmiş<br />
durumda. Sierra Leone ve Liberya’da sokağa<br />
çıkma yasaklarına da başlandı. Spor müsabakaları<br />
iptal edilirken hastaların karantina bölgelerine<br />
taşınması da hızlandırılmış durumda. Virüse<br />
yakalanan hastanın uzun yaşayamamasından<br />
dolayı karantinalar salgın hızını yavaşlatıyor.<br />
Fakat karantinalardan kaçan hastalar, sağlık<br />
görevlilerin çalışmak istememesi ve de güvenliğin<br />
sağlanamaması durumu kötüleştiriyor. DSÖ,<br />
bağımsız doktorlar ve gönüllü sağlık personelleri<br />
üstün bir çaba içerisinde. Öyle ki 4 ayda sadece<br />
Ebola hastalarını tedavi eden 120 sağlık görevlisi<br />
hayatını kaybetti.<br />
Gine, Sierra Leone ve Liberya’da temel ihtiyaçları<br />
karşılamak gitgide zorlaşıyor. Fiyatlar neredeyse<br />
%150 artmış durumda. Bu bölgeye yakın diğer<br />
ülkeler de sınırlarını tamamen kapatmış vaziyette.<br />
Fildişi Sahili’nde lüks gıda tüketimi olarak görülen<br />
yırtıcı hayvan satmak bir süreliğine yasaklandı.<br />
Buna rağmen karaborsa yırtıcı hayvan satışı<br />
engellenemiyor.<br />
Sierra Leone krizi<br />
Ebola virüsü ölüm ve korku yaymaya devam<br />
ederken bölgenin futbol ekiplerini de doğrudan<br />
etkilemiş durumda. 2015 Afrika Uluslar Kupası
için eleme grup maçları oynayacak Sierra Leone ve<br />
Gine iç saha maçlarını başka ülkelerde oynamak<br />
zorunda. Bir tur öncesi Seyşeller ile oynayacak<br />
Sierra Leone’nin deplasmana gitmesi hükmen<br />
kaybedecek olmalarına rağmen Seyşeller<br />
hükümeti tarafından engellendi. Gine, Togo ile<br />
Fas’ta karşılaşmak zorunda kaldı. Sierra Leone ise<br />
Fildişi Sahili’nde korkunç bir durumla karşılaştı.<br />
İlk önce Dünya Sağlık Örgütü Fildişi Sahili’ne<br />
gidecek kadronun sadece Avrupa’da oynayan<br />
oyunculardan kurulmasını istedi. Bu şartlar<br />
sağlandı ve yolculuk gerçekleşti. Abidjan’da<br />
konaklayacakları otelde berbat bir muamele<br />
gördüklerini söyleyen oyuncular için zaten var<br />
olan küçük moral kaynağı da tüketilmiş oldu.<br />
Çok iyi oynamalarına rağmen maçtan 2-1 mağlup<br />
ayrıldılar. Bir sonraki karşılaşmaya da Afrika Futbol<br />
Federasyonu’nun belirlediği yer olan Demokratik<br />
Kongo’da çıktılar. İki maçtan da yenik ayrılan Sierra<br />
Leone’de kaybedilen kuşkusuz puanlardan fazlası<br />
oldu. Fakat buna rağmen umutlarını kaybetmemiş<br />
gözüküyorlar. BBC’ye konuşan kaptan Kei Kamara<br />
mücadeleye devam edeceklerini söylüyor;<br />
davranmak istemiyor. Salgının bu hızda artması<br />
durumunda organizasyon ertelenebilir. Coğrafi<br />
olarak Fas’ın salgın bölgesine yakın olmaması<br />
ertelenmemesi için gerekçe gösterilirken karşı<br />
argüman da taraftarların ülkeye girecek olması<br />
ve sirkülasyonun kontrol altına alınmasının zor<br />
olduğu yönünde. Şimdilik eleme maçları oynanıyor.<br />
Turnuvanın tecrit şartlarında başka bir ülkeye<br />
(Güney Afrika ya da Zambiya) alınma fikri de<br />
ortada dolaşıyor. Fakat bu, sporun ruhuna aykırı<br />
gözüküyor. Bunun yanında yaratacağı psikolojik<br />
tahribat da yadsınmayacak kadar büyük.<br />
Defalarca kez kendini dünyaya futbolla ifade<br />
etmiş Afrika kıtası takımlarının ve halklarının<br />
kanadı kırık. Var olan durum kurgulanmayacak<br />
kadar korkunç. İşin içinden nasıl çıkılacağına<br />
dair net bir şey ortaya koyulamazken kesin olan<br />
tek şey tükenmeyen umudun varlığı. Uzatma<br />
dakikalarında da olsa o gol gelecek.<br />
“Salgın başladığında oradaydım. Başta kimse<br />
ciddiye almadı. Şimdi ise çok geç. Ülkem bilim<br />
kurgu filmlerine benziyor. Canımız yanıyor.<br />
Doğduğum hastanedeki 7 hemşire Ebola’yla<br />
mücadele ederken öldü. Daha fazla yardım<br />
geleceğini umuyoruz. Gerçekten zor. Seyşeller’e<br />
girmemize izin vermediler. Bu onur kırıcıydı. Fildişi<br />
Sahili’nde Sierra Leoneli olduğumuzu söylediğimiz<br />
zaman herkes bizden uzaklaşmaya başladı.<br />
Evimizde olmamız gerekiyordu. Bilemiyorum bu<br />
çok zor. Turnuvadan çekilmek istemiyoruz. Yıllardır<br />
insanlar Sierra Leone ismini duyduklarında iç<br />
savaştan bahsediyor. Şimdi de buna Ebola eklendi.<br />
Ülkemizin bunlardan ibaret olmadığını göstermek<br />
istiyoruz.”<br />
2015 Afrika Uluslar Kupası ve<br />
cevapsız sorular<br />
Ocak 2015’te Fas’ta başlayacak olan turnuva için<br />
büyük belirsizlik söz konusu. Sağlık örgütleri ve<br />
uluslararası kurumlar turnuvanın ertelenmesi<br />
taraftarı. Afrika Futbol Federasyonu ise aceleci
Emre Çelik<br />
???<br />
HF145<br />
MODERN RAUL<br />
MUNIR EL HADDADI<br />
İspanyol futbolunun ve La Masia’nın<br />
son gözdesi Munir el Haddadi,<br />
medyada kapladığı yer düşünülünce<br />
son 1 ayda neredeyse Lionel Messi’yi<br />
bile geride bırakmak üzere. Peki<br />
nereden çıktı bu 18’lik süper yetenek?<br />
Sene 1984. Fas kıyılarından Cebelitarık’a açılan<br />
ufak bir balıkçı teknesi. Hedef ise bu sefer balık<br />
tutmak değil, Cebelitarık üzerinden İspanya’ya<br />
kaçak giriş yapmaktır. İçinde sıkış tepiş 20 kişinin<br />
yer aldığı bu teknedeki isimlerden biri de o dönem<br />
henüz 18 yaşında bir genç. “Korkmuyordum çünkü<br />
hem yüzme biliyordum hem de kaybedecek<br />
bir şeyim yoktu” diyor. Belgeleri olmadığı<br />
için sokaklarda, pazarlarda, kendi deyimiyle<br />
polislerden uzak yerlerde, bir şeyler sattı.<br />
Ardından Endülüs’ten ayrılıp Baskonya’nın yolunu<br />
tuttu ve sıkı bir Müslüman olmasına rağmen<br />
İspanyolların jamon dediği, pastırmaya benzeyen<br />
ve en az kırmızı et kadar domuz eti versiyonu,<br />
üretim fabrikasında çalıştı ve kendisine İspanyol<br />
pasaportu alma konusunda çok büyük yardımları<br />
dokunacak olan fabrika sahipleriyle tanıştı.<br />
Böylelikle bu sezon daha 18’inde hem Barcelona<br />
hem de İspanya Milli Takımı’nın formasını kapan<br />
Munir El Haddadi’nin hikâyesi başlamış oldu.<br />
Mohamed, iş arkadaşlarının tabiriyle Jaime,<br />
El Haddadi, 1984’te başlayan hikâyesini El<br />
Mundo’dan Martín Mucha’ya yaklaşık 2 hafta önce<br />
bu sözlerle anlatıyordu. O dönem belki farkında<br />
değildi ama aldığı bu radikal, riskli, korkutucu ve<br />
bir o kadar da tehlikeli kararla gelecekte doğacak<br />
oğlu Munir el Haddadi’nin de kaderini yazıyordu.<br />
Baskonya’da geçirilen 4 senenin ardından ise<br />
Mohamed El Haddadi Madrid’in yolunu tuttu ve<br />
Iñaki Ongay’ın mutfağına girdi. Daha da önemlisi<br />
bu yazının ana kahramanı Munir el Haddadi, 1 Eylül<br />
1995’te dünyaya merhaba dedi. İspanya’daki en<br />
kalabalık göçmen topluluklarından biri olan Fas<br />
asıllı Munir, ailesiyle birlikte neredeyse tüm dükkan<br />
işleticilerinin Faslı olduğu bir semtte yaşadı.<br />
Küçükken utangaçtı. Babası Mohamed’in arkadaşı<br />
ve mutfaktaki asistanı Mahmud’un deyimiyle “Her<br />
zaman ona ne istediğini sormak zorunda kalırdık.<br />
Öyle ki en sevdiği şey olan dondurmayı alırken bile
onu dondurma seçmeye zorlardık” derecesinde<br />
utangaçtı. Futbola ise oturdukları bölge olan<br />
Galapagar sokaklarında başladı. Ardından da<br />
babasının elinden tutup götürmesiyle bölgenin<br />
takımı CD Galapagar’da başladı. Daha sonra ise<br />
Juan Irigoyen’in deyimiyle “Atletico Madrid’de<br />
şansını denemek istedi ama aldığı yanıt hayır<br />
oldu.” Hâl böyle olunca Santana’ya geçiş yaptı[1].<br />
Bu arada şunu da eklemek şart; 14 sene babasının<br />
işvereni olan Iñaki Ongay’ın açıkladığı üzere sıkı<br />
bir Real Madrid taraftarıydı. Hatta Ongay hem<br />
yetenekleri hem de Munir’in sıkı bir Real Madrid<br />
taraftarı olmasından dolayı bizzat kulübün kapısını<br />
çaldığını ve Munir’i izlemeleri için görevlilere<br />
yalvardığını da söylüyor ama Real Madrid, Ongay’ı<br />
hiç de ciddiye almamış. Munir’i izlememişler bile.<br />
Munir’in Rayo Majadahonda’da forma giydiği bir<br />
sezonda attığı 32 gol ise Real Madrid’in geç de<br />
olsa uyanmasını sağladı. Lakin bu sefer iş işten<br />
kısmen geçmişti çünkü Munir’i isteyen tek kulüp<br />
Real Madrid değildi. O dönem Giullerme Amor ile<br />
birlikte Barcelona’nın altyapı koordinatörlüğünü<br />
yürüten Albert Puig, Juvenil B takımının hocası<br />
Francisco García Pimienta’yı Munir’i izlemesi için<br />
Majadahonda’nın bir maçına gönderdi. Raporlar<br />
elbette olumluydu. Dahası bu iki kulübün yanı sıra<br />
Getafe, Rayo Vallecano, ciddi bir altyapı kültürü<br />
bulunan Osasuna ve Manchester City de Munir el<br />
Haddadi’yi keşfetti. Munir’in tercihi ise en fazla<br />
parayı basan Katalan ekibinden yana oldu ve 15<br />
yaşında, 2011’de, La Masia’nın yolunu tuttu.<br />
Transferinin ardından Fas’ta haber ajanslarını<br />
meşgul eden ve ilk röportajını da Mountakhab’a<br />
veren El Haddadi’nin Barcelona’daki ilk günlerinde<br />
söyledikleri ise şunlardı: “Atletico Madrid’de<br />
denemelere çıktım ve ardından da geçen sezon<br />
Rayo Majadahonda’da oynadım. Menajerime<br />
Manchester City, Getafe gibi kulüpler de ulaştı<br />
ama benim ilk tercihim Barcelona’ydı. Şimdi ise<br />
sadece oyunuma odaklanıp kendimi kanıtlamak<br />
istiyorum.” Aynı zamanda idol olarak gördüğü<br />
futbolcuların Lionel Messi ve Adel Taarabt<br />
olduğunu ekliyor; milli takım tercihi için de<br />
“İspanya U16 takımından forma giymem için bana<br />
ulaştılar ama cevaplamadım. Fakat eğer Fas’tan<br />
teklif gelirse kesinlikle yanıtlarım çünkü Fas<br />
orijinliyim.” diyordu.<br />
Baba Munir (sağdaki)<br />
Munir’in Barcelona macerası Juvenil B takımında<br />
başladı. Sadece futbol konusunda değil sporun<br />
her dalında İspanya’nın önemli yazarlarından<br />
biri olan ve son olarak da Pep Guardiola’nın<br />
Bayern Münih macerasını kaleme alan Martí<br />
Perarnau [2], sezona girerken Sport’ta yazdığı<br />
yazısında Munir için “Teknik adamların en fazla<br />
güvendiği isimlerden birisi ama teknik olarak da<br />
gelişime ihtiyacı olduğunu düşünüyorlar” dese<br />
de Barcelona’nın FIFA’dan 2 dönem transfer<br />
cezası almasına sebep olan isimlerden biri olan<br />
Maxi Rolon’un az farkla da olsa yetenek olarak<br />
Munir’in önünde görüldüğünü de ekliyordu.<br />
Nitekim ilk senesinde kısmen de olsa adapte<br />
olmakta zorlandı. Daha doğrusu yeteneklerini<br />
%100 göstermekte. 2012/13 sezonunu da Juvenil<br />
B takımında tamamladı. Hatta bu dönemde takım<br />
arkadaşları ve yaşıtları Jean Marie Dongou ve şu an<br />
da Barcelona kadrosunda birlikte yer aldığı Sandro
Ramirez, Juvenil A takımına terfi ederken Munir<br />
El Haddadi seviye atlayamadı. Hatta kendisinden<br />
yaşça küçük Antonio Sanabria’nın önce Juvenil<br />
B’ye ardından da Juvenil A’ya geçişine şahit oldu.<br />
Fakat belki de babasından gelen savaşçı yapısıyla<br />
pes etmedi. 2011’de hocalarının ‘teknik olarak<br />
gelişmesi gerek’ dediği Munir, La Masia’da gerekli<br />
eğitimi alarak sonunda istenen kusursuz seviyeye<br />
ulaştı. Zaten Barcelona B Teknik Direktörü Eusebio<br />
Sacristán da bu savaşçılığını ve korkusuz yapısını<br />
açıklarken “Son derece modern, saha içinde zeki ve<br />
en önemlisi kritik kararlar almaktan kaçınmayan<br />
bir oyuncu” sözlerini kullandı. Tabi ki kendi yaş<br />
kategorisinde…<br />
Munir, 2014 senesinde Lionel Messi’nin<br />
2003/04’te yaptığının bir benzerini gerçekleştirdi.<br />
Lionel Messi, o sezona Barcelona C’de (şu anki<br />
Juvenil A) başlayıp, ardından Barcelona B’de sonra<br />
da Barcelona’da forma giymişti. Munir de sezona<br />
Juvenil A terfisiyle başladıktan sonra yetenekleriyle<br />
birden La Masia’daki en iyi genç yetenek olarak<br />
görülmeye başlandı. Özellikle takımının formasıyla<br />
UEFA Youth League’de gösterdiği performans,<br />
çeyrek finalde Kopenhag karşısında 2 golle<br />
süslediği performansla da Eusebio Sacristán<br />
tarafından Barcelona B’nin Mallorca ile oynayacağı<br />
maç için kadroya dâhil edildi. Fakat El Haddadi’nin<br />
yükselişi burada sonlanmadı. Hem Juvenil A’da<br />
hem de Barcelona B’de üst düzey performansını<br />
sürdürdü; UEFA Youth League’de grup aşamasının<br />
ardından oynanan her eleme maçında rakip fileleri<br />
havalandırarak hem futbola dair yeteneklerini<br />
hem de liderliğini kanıtladı. Özellikle Schalke<br />
maçında aldığı sorumluluk takdire şayandı.<br />
Benfica maçında ise adeta şov yaptı. Kendisi<br />
hakkında “Onun bildikleri standartları oluşturuyor.<br />
Standartlara kendini adapte etmek zorunda<br />
değil” sözlerinin kullanıldığını belirten ve bunda<br />
son derece de haklı olan SPORT yazarlarından<br />
Josep Capdevila’yı doğrularcasına Barcelona’nın<br />
şampiyonluğu kazanmasında en büyük rolü<br />
oynadı. 88’inci dakikada orta sahadan attığı<br />
golle ise ağızları açık bıraktı. Öyle ki UEFA’nın
60’ıncı yıldönümü anısına sıraladığı en iki 60 gol<br />
arasında Barcelona’dan yer alan üç isimden biriydi<br />
(Gollerden biri Messi’nin 2011 Şampiyonlar Ligi Yarı<br />
Finali’nde Real Madrid savunmasını peşine takıp<br />
oynadığı, diğeri de 2005/06 sezonunda Samuel<br />
Eto’o’nun grup aşamasında Panathinaikos’a attığı<br />
goldü.)<br />
2013/14 sezonu Barcelona adına hüsranla<br />
sonuçlansa da geriye dönüp bakınca yüzleri<br />
güldüren faktörler de yok değildi. Bunlardan en<br />
önemlisi ise hiç şüphesiz Munir el Haddadi’ydi.<br />
Luis Suarez’in de cezasıyla bir anda sezonun ilk<br />
maçında kendisini ilk 11’de bulan Munir, Camp<br />
Nou’daki karlışamada rakip fileleri havalandırıp<br />
Messi ile Bojan’ın ardından Katalan ekibinin<br />
formasıyla en genç yaşta gol kaydeden isim<br />
oldu. Bu gururun ardından “Etrafımda Messi ve<br />
çok sayıda kaliteli isim varken Camp Nou’da gol<br />
attığım için çok gururluyum. Çok mutluyum.<br />
Onlarla oynama rüyam gerçeğe dönüştü”<br />
sözlerini kullandı. Daha da önemlisi ise Lucho<br />
hakkındakilerdi: “Luis Enrique bana ne yapıyorsam<br />
devam etmemi söyledi. Ben de işimi yapmaya<br />
çalıştım. Bize sürekli çok çalışmamız gerektiğini<br />
söylüyor ve her gün gelişmemiz gerekliliğini<br />
belirtiyor” Fakat Munir’in inanılmaz yükselişi<br />
bununla da sınırlı kalmadı. Her ne kadar son 3-4<br />
aya kadar Fas’ta oynama ihtimaline karşı hiçbir<br />
zaman hayır demese ve zaman zaman bundan<br />
gurur duyacağını açıklasa da Diego Costa’nın<br />
sakatlığı sonrası Makedonya maçı kadrosundan<br />
çıkarılmasının ardından Vicente del Bosque<br />
tarafından milli takım formasıyla tanıştırıldı.<br />
Belki evet derken bile aklında soru işaretleri vardı<br />
ama antrenman sahasına ilk çıktığında Sergio<br />
Ramos’un tüm takımı Munir el Haddadi’nin<br />
etrafında toplayıp 18’lik yıldızı alkışlatmasıyla bu<br />
soru işaretleri de muhtemelen tamamen silindi.<br />
Messi’den çok Raul<br />
Real Madrid’in altyapısından çıkardığı son<br />
isimlerden biri olan Raul’un yetişmesinde büyük<br />
bir rol oynayan Toni Grande, tıpkı o dönem ve<br />
yaklaşık son 20 yıldır olduğu gibi hala Vicente del<br />
Bosque’nin yardımcılığını yapıyor. Her ne kadar<br />
Barcelona’ya imza attığından bu yana Munir<br />
üzerine basa basa “İdolüm Messi” dese de Toni<br />
Grande’ye göre Munir, Messi’den çok farklı. “Onun<br />
için zorlu bir mücadele olacak. Bunu aşacak<br />
potansiyele ve önemli bir geleceğe sahip. Lakin<br />
bütün bunlar sergileyeceği efora ve çalışmasına<br />
bağlı. Bana fazlasıyla Raul’u hatırlatıyor. Raul<br />
ile aynı karakteristiklere sahip. Ve Raul’un o<br />
dönemki halinden ne seviyeye geldiğine bir bakın”<br />
diyor Grande. Eusebio’nun “Ne zaman topla<br />
oynayacağını, ne zaman adam geçeceğini ve ne<br />
zaman pas vereceğini çok iyi biliyor” sözleri de<br />
iki açıdan son derece önem arz ediyor. Bunların<br />
ilki Munir hakkında bu kadar konuşulmasına<br />
rağmen en azından şimdilik Messi olmaya<br />
çalışmıyor. İnanılmaz adam eksiltebiliyor, teknik,<br />
tam bir bitirici… Kısacası Raul gibi. Hatta belki de<br />
oyun görüşünü de çok daha genişleterek Messi<br />
seviyesine ulaşacak ama La Masia’da parlayıp<br />
heba olan Nolito’lar, Guy Assulin’ler gibi değil.
Ayağı şimdilik yere sağlam basıyor ve eline geçen<br />
fırsatı da çok iyi değerlendiriyor.<br />
Fakat bir de işin şu boyutu var. Yaklaşık 1 ay<br />
sonra Suarez sahalara dönecek ve Munir’in<br />
bu denli forma şansı bulması güçlenecek.<br />
Grande’nin de dediği gibi yeteneklerine rağmen<br />
en önemli nokta oynaması. “As takımda veya<br />
Barcelona B’de fark etmez. Bu potansiyeli<br />
gerçeğe dönüştürebilmesinin tek yolu bu.<br />
Oynadıkça da ne seviyeye ulaşacağını zaman<br />
gösterecek.” Oynamalı ki zamanı gelsin;<br />
1993’te 19 yaşındayken Kopenhag doğumlu<br />
Thomas Christiansen gibi İspanya formasını<br />
genç yaşta giydikten sonra bir anda kayıplara<br />
karışmasın. Zaten Christiansen de kim dediğinizi<br />
duyar gibiyim. Bu konunun önemi ve hemen<br />
önümüzde duran Gerard Deulofeu örneği<br />
-elbette olumsuz- düşünülünce belki de seneye<br />
başka bir takıma kiralanacak. Fakat bu kesinlikle<br />
Gerard Deulefeu gibi karşı takımın ‘belki bizde<br />
tutar’ düşüncesiyle değil; Deulofeu’nun yarısı<br />
kadar konuşulmayan ama aynı takımda Unai<br />
Emery’den formayı kapıp Sevilla’nın 11’ine yerleşen<br />
Denis Suarez gibi ‘her türlü faydalanırız, ne kadar<br />
uzun süre kalsa o kadar kârdır’ mantığıyla olmalı.<br />
• Wikipedi’nin İspanyolca sayfasında<br />
Galapagar’dan Santana’ya, buradan da Atletico<br />
Madrid altyapısına, Cadet A takımına, gidip<br />
ardından Rayo Majadahonda’ya kiralandığı yazsa<br />
da Juan Irigoyen’in El Pais’te 20 Ağustos 2014<br />
tarihli yazısında El Haddadi’nin Barcelona öncesi<br />
kariyeri için şu ifadeler yer almaktadır: “Şansını<br />
Atletico Madrid’de denedi ama aldığı cevap hayır<br />
oldu. Ve kendini Santana’da buldu çünkü evine<br />
yakındı. Çok umursamadı. İşine baktı, gollerine<br />
devam etti. Ve böylece Rayo Majadahonda onu<br />
genç takımına dâhil etti. Fakat sıçrama yapmaya<br />
hazırdı: 29 maçta attığı 32 gol, Getafe,<br />
Osasuna, Manchester City, Real Madrid ve<br />
Barcelona’nın gözlerini Munir’e çevirmesine<br />
yetti.”<br />
• Aynı zamanda yüksek atlamacı olan Perarnau,<br />
1980 Moskova Olimpiyatları’na İspanya adına<br />
katılıp 7’nci olmuştur.
Serkan Akkoyun<br />
İspanya<br />
HF145<br />
REAL MADRID ALTYAPISI GURURLA SUNAR<br />
ÜRETiRiM AMA OYNATMAM!<br />
Barcelona altyapısının büyüklüğüne lafımız yok ama Real Madrid’in de hakkını verelim...”<br />
2014 yılının Şubat ayında biraz gecikmeli de olsa<br />
yüksek lisans eğitimimi tamamladım. İktisat ana<br />
bilim dalında, Yönetim Ekonomisi bölümünde,<br />
futbol kulüplerinin altyapısını inceleyen bir tez<br />
çalışması sunarak 1993 yılında Diyarbakır’ın,<br />
öğrencileri 5. sınıfa kadar annelerinin elinden<br />
tutarak götürmek zorunda olduğu bir okulda<br />
başlayan eğitim hayatımı tamamladım. Bu<br />
çalışma sırasında Türkiye’den ve Avrupa’dan<br />
önemli takımların altyapılarını inceledim. Tahmin<br />
edeceksiniz ki Barcelona da bunlardan birisiydi ve<br />
oluşturdukları muazzam organizasyonu bir kez<br />
daha gördüm. Ama siyaha bakan beyazı daha çabuk<br />
fark eder. Ben de Barcelona’ya bakarken aslında<br />
Real Madrid’in nasıl hakkının yendiğini -altyapı<br />
konusunda- daha iyi anladım.<br />
“Zaman, işini gördü”<br />
Johan Cruijff, 1996, Barcelona<br />
Socrates, “Bir şeyi bilmek, onu anlatmakla olur”<br />
der. Real Madrid altyapısı, İspanyolların deyimiyle<br />
‘La Fabrica’ yaklaşık 70 sene önce kurulmuş.<br />
Kuruluşunu takip eden 30 senenin ardından da<br />
profesyonel bir hal alarak bugünkü bilinen adıyla<br />
‘Castilla’ olmuş. Bugün de hala Real Madrid’in rezerv<br />
takımının adı olan Castilla, Madrid şehrindeki bazı<br />
amatör kulüpleri de bünyesine katarak büyümüş<br />
de büyümüş. Öyle ki 80’lerde gelen müthiş zaferler<br />
sırasında Emilio Butragueno ve Manolo Sanchis<br />
gibi oyuncuları bile bünyesinden çıkarmış. Ondan<br />
öncesine baktığımızda da 1955-1965 arasında 8<br />
La Liga, 1 Copa Del Rey, 6 Şampiyonlar Ligi kupası<br />
kazanan takımlarında ortalama 3’er tane altyapıdan<br />
çıkardıkları futbolcu bulunmuş. Ne zaman ki Real<br />
Madrid kendisini endüstriyel futbolun kralı ilan<br />
etmiş o zaman işler değişmiş...
Market domatesi daha güzel!<br />
Real Madrid altyapısının en dikkat çeken özelliği,<br />
çok sayıda ve kaliteli oyuncu çıkarmasına rağmen<br />
bunlara pek rağbet göstermemesi. Özellikle 2000’li<br />
yıllarda Castilla’da yetişen oyuncular daha sonra<br />
İspanya ve Avrupa’nın çok önemli takımlarında<br />
forma giydiler ve şahsen de önemli topçular haline<br />
geldiler. Bu isimlere geçmeden önce Real Madrid’in<br />
değişen felsefesine ve bunun altında yatan<br />
nedenlere bakalım.<br />
Lucretis, görecelilik kavramı üzerine düşünürken,<br />
“Sarılık hastasına göre sarıdır her şey” der. Real<br />
Madrid, futbolcuların parayla satın alınabilirliği<br />
üzerine kafa yoran bir yönetime sahip olduktan<br />
sonra daha fazla parayla satın alınabilecekleri<br />
ve futbolcunun parayla satın alınabilir olduğu<br />
görecesine karar verdi. Çok büyük ve verimli bir<br />
tarlası olmasına ve burada domates yetiştirme<br />
imkanlarına sahipken süper markete gidip,<br />
paketlenmiş domatesleri tarlasına harcayacağından<br />
daha fazlasını vererek satın aldı. Öte yandan<br />
o zamana kadar aslında bunu yapan komşusu<br />
ise, tarlasının değerini fark etti. Johan Cruijff’un<br />
Barcelona’ya gelmesiyle işte, komşu Barça süper<br />
markete giden Real Madrid’den daha lezzetli<br />
domatesler yemeye başladı.<br />
Akbaba beşilisi; Emilio Butragueno, Manolo Sanchis,<br />
Martin Vazquez, Michel ve Miguel Pardeza Real<br />
Madrid altyapısının en önemli mahsülleriydi.<br />
üretime geçen Barcelona kendi pişirdi kendi yedi.<br />
Burada Real Madrid altyapısının üretimi durduğunu<br />
söylemek büyük bir gaflet olur. Yine birçok yıldız<br />
çıkardılar ancak daha ev işlerinde yaşlı annesinden<br />
Rafael Benitez<br />
Real Madrid<br />
altyapısında yetişip<br />
oynayamayanlardan.<br />
Beniztez ayrıca<br />
teknik adamlığa da<br />
Castilla’da adım attı.<br />
Film tersine döndü<br />
Real Madrid, 80’lerde meşhur ‘Akbaba Beşlisi’<br />
ile tozu dumana katıyordu. Emilio Butragueno,<br />
Manolo Sanchis, Martin Vazquez, Michel ve Miguel<br />
Pardeza ile Avrupa’da fırtına estiren Real Madrid,<br />
bu 5 oyuncuyu da altyapısından çıkarmıştı. Aynı<br />
dönemde ezeli rakibi ile baş etmenin yollarını arayan<br />
Barcelona ise İngiltere’den Gary Lineker, Mark<br />
Hughes Arjantin’den Diego Maradona gibi isimleri<br />
transfer ediyordu. Tanıdık geldi değil mi?<br />
Amerikalı yazar Norman Cousins, “Tarih mükemmel<br />
bir erken uyarı sistemidir” der. Cruijff’la beraber<br />
geçmişe bakan Barcelona, belki de Real Madrid’in<br />
altyapı ürünü futbolcuları ile müzesini doldurmasını<br />
bir işaret, feyz olarak gördü. 2003 yılından sonra seri
yükü alamadan gelin olan kız gibi erken yaşta uçup<br />
gittiler...<br />
Mental fark var<br />
Real Madrid’in de en az Barcelona kadar yetenekli<br />
ve bol sayıda futbolcu çıkardığı gerçeğini kabul<br />
etmemiz lazım. Ancak iki takımı bu oyuncuların<br />
kullanımı açısından ayıran çok büyük mental<br />
fark var. Futbola bakış açıları farklı olan iki<br />
takımdan Barcelona daha çok birbirini altyaş<br />
kategorilerinden bu yana tanıyan futbolcuları<br />
değerlendirirken Real Madrid ise pahalı isimlerle<br />
sahne alma yolunu seçiyor. Barcelona kendi<br />
yıldızını yetiştirmenin peşindeyken Real Madrid<br />
parası neyse verip alıyor. Yani Barcelona balık<br />
tutmayı öğrenirken Real Madrid çoktan boğaza<br />
karşı bir mekanda garsona siparişleri vermiş<br />
oluyor.<br />
İsim isim baktığımızda aslında Real Madrid,<br />
Castilla’dan çıkardığı futbolculara eğilse<br />
ve elinden çıkarmasaydı şu anda müthiş<br />
derecede bir takıma sahip olabilirdi. Mesela;<br />
Atletico Madrid sağ beki Juanfran, Chelsea<br />
sol beki Filipe Luis, Manchester United orta<br />
sahası Juan Mata; Real Madrid altyapısından<br />
yetişen şu an aktif ve üst seviye futbol oynayan<br />
isimler. Bu isimleri Ramos, Pepe, Ronaldo,<br />
Modric, Kroos, Bale’li kadroya koyduğumuzu<br />
düşününce büyük ihtimalle Iniesta, Messi, Xavi,<br />
Busquest, Puyol’dan oluşan Barcelona ürünlerini<br />
aratmayacaklardı.<br />
Castilla’nın geçmişine baktığımızda da karşımıza<br />
çok önemli isimler çıkıyor. Samuel Eto’o, Soldado,<br />
Negredo, Estebas Cambiasso, Javi Garcia, Alvaro<br />
Dominguez, Santiago Canizares, Jose Manuel<br />
Jurado, Esteban Granero gibi futbolcular Real<br />
Madrid altyapısı ürünü olmalarına karşın bir türlü<br />
beyaz forma ile şaşalı günler geçiremediler<br />
ama önemli kulüplerin formalarını giymeyi<br />
başardılar. Bunun yanında Rafa Benitez’le<br />
Vicente Del Bosque’nin de bu fabrikadan<br />
çıktığını söylemeden geçmeyelim.
Yine tersine döner mi?<br />
Nasıl ki 80’lerde altyapı ürünü oyuncuları ile Real<br />
Madrid, Barcelona’yı kıskandırdı ama 2000’lerin<br />
başında iş tersine döndü şimdi de bu kadar ‘La<br />
Masia’ yaygarasının ardından Real Madrid şöyle bir<br />
dönüp Castilla’da ne oluyor, bitiyor bakmaz mı?<br />
Real Madrid B Takımını Zidane’a emanet eden<br />
yönetim diğer altyaş gruplarının başına da Jose<br />
Aurelio Gay, Luis Miguel Ramis, Ruben de la Red,<br />
Santiago Solari, Roberto Rojas ve Guti Hernandez<br />
gibi eski oyuncularını getirdi. Bu sezon A Takıma<br />
da alttan kaleci Fernando Pacheco ve forvet Jese<br />
Rodriguez’i verdi. Yeniden başlangıç için iyi bir<br />
hamle sayılır...<br />
Öte yandan Castilla’da bazı oyuncular da futbolları<br />
ile dikkat çekerek A Takıma göz kırpmaya başladı.<br />
İspanyol yazar ve futbol adamlarının tavsiyesi olan<br />
bazı genç Real Madridlileri biz de yazımıza kapanış<br />
güzellemesi olarak taşıyalım:<br />
Jose Rodriguez: Real Madrid’in gelecekte ilk<br />
11’inde mutlaka yer alacağına inanıyorlar. Orta<br />
sahanın ortasında oynuyor.<br />
Omar Mascarell: Hücuma dönük orta saha<br />
oyuncusu. Ancelotti tarafından geçen yaz bir süre<br />
A Takımda idmanlara çıkarıldı.<br />
Cristian Benavente: Orta sahadan hücumcu bir<br />
isim daha. Henüz 20 yaşında ancak Peru A Milli<br />
Takımına şimdiden çağırılmaya başladı.<br />
Derik Osede: Real Madridlilerin en güvendiği<br />
isimlerden birisi. 21 yaşında ve stoper.<br />
Diego Llorente: Geçen sezon A Takıma alındı, La<br />
Liga’da iki maça çıktı ancak henüz tutunamadı.<br />
Yönetim satmadığına göre hala umut var! 21<br />
yaşında, stoper.<br />
“İnsan eke dursun, zamanla ürün alır”<br />
Goethe<br />
Geçtiğimiz sezon<br />
Ancelotti’nin<br />
yardımcılığını<br />
üstlenen Zinedine<br />
Zidane bu sezon<br />
Castilla’nın<br />
başında.
Rafet Baran Eryılmaz<br />
???<br />
HF145<br />
ORADA, BiR LiG VAR UZAKTA!<br />
Amerika kıtasının gölgede kalmış liglerinden biri olan Meksika Ligi, Ronaldinho<br />
transferiyle dikkatleri çekti. Aztekler, futbol kalitesi olarak Avrupa’dan aşağı kalır<br />
olmadıklarını kanıtlamaya şimdiden hazır görünüyorlar
Geçtiğimiz ocak ayının en önemli gündem<br />
maddelerinden biri Brezilyalı efsane<br />
Ronaldinho’nun hangi takıma gideceğiydi.<br />
Beşiktaş taraftarları başta olmak üzere ülkemizde<br />
de Ronaldinho’ya karşı büyük bir beklenti vardı.<br />
Fakat Brezilyalı, ülkesinde kalmaya karar verince<br />
geleceğine ilişkin söylentilerin yeniden ortaya<br />
çıkması temmuz ayını buldu. Bu söylentilerin<br />
Meksika Ligi’nden bir takıma transfer olmasıyla<br />
kesilmesi tüm futbolseverleri şaşırttı. Evet,<br />
Meksika’da bir futbol ligi vardı ve bu lig ülkenin<br />
milli takımına dikkat çekecek ölçüde oyuncu<br />
gönderiyordu. Ama Avrupalı futbolseverlerin<br />
ilgisini Arjantin veya Brezilya ligleri kadar çekmeyi<br />
başaramadığı kesindi. Üstelik Ronaldinho’nun<br />
gittiği takım da bir hayli ilginçti. Meksika<br />
futbolunun en başarılı ve en çok ismi duyulmuş<br />
kulüpleri olan Cruz Azul, Club America veya<br />
Guadalajara’ya gitmemesi, Ronaldinho’nun<br />
tercihinin sorgulanmasını gerektiriyor. Elbette bu<br />
sorgulanmayla birlikte kafamızda Meksika Ligi’ne,<br />
bir diğer adıyla Liga MX’e dair oluşacak sorulara da<br />
yanıt vermemiz şart.<br />
Sandığımızdan zenginler...<br />
Bir ülkenin futbolunun değerini ölçmekte<br />
kullanılan kriterlerin başında artık yayın hakları<br />
ve ligin ülke dışında izlenirliği geliyor. Meksika,<br />
bu konuda iç pazarda yarattığı değeri yurtdışına<br />
da aktarabilmiş bir lig. Avrupalı futbolseverler<br />
tarafından çok fazla tanınmasalar da en yakın<br />
pazarları olan ABD’de çok büyük bir paya sahipler.<br />
Azteca America, Telemundo ve Univision<br />
gibi kanallar ABD’de Liga MX’i ücretsiz olarak<br />
yayınlıyorlar. Özellikle ABD’deki Hispanik azınlığın<br />
ilgisini çeken Meksika Ligi, TV gelirleri açısından<br />
Premier League’in hemen arkasında geliyor.<br />
Liga MX’in yayın hakları, yayıncısına ABD’deki<br />
televizyon izleyicilerinden 50 milyon dolar<br />
kazandırıyor. Bu rakam, MLS, La Liga ve hatta<br />
Şampiyonlar Ligi’ni geride bırakıyor. Bu açıdan<br />
bakıldığında futbol pazarını yalnızca Avrupa’dan<br />
ibaret gören anlayışın hatalı olduğunu görüyoruz.<br />
Üstelik yayıncılığın ve spor pazarlamasının en<br />
iyi yapıldığı ülkelerden olan ABD’de Güneyli<br />
Liga MX gücünü yayın gelirinden alıyor. Lig,<br />
ABD’deki yayın haklarında Premier League ve<br />
Şampiyonlar Ligi’nden bile fazla kazanıyor.<br />
komşunun en popüler sporunun uyandırdığı<br />
ilgiye şaşırmamak mümkün değil. Öyle ki NBA<br />
organizasyonundaki bazı takımlar, Hispanik genç<br />
nüfusun ilgisini futboldan baskete çekebilmek<br />
için düzenlenen Latin gecelerinde takım adlarının<br />
İspanyolca yazıldığı formalarla sahaya çıkıyorlar.<br />
Medyanın egemenliği<br />
Yayın pastasının bu kadar büyük olması doğal<br />
olarak medya gruplarının ülke futbolundaki
etkinliğini artırıyor. Ülkemizdeki, federasyon<br />
kararlarını etkileme iddialarının çok ötesinde bir<br />
güce sahipler. Örneğin TV Azteca’ya sahip olan<br />
şirket, Atlas kulübünü satın almış durumda.<br />
Televisa’ya sahip olan grupsa ülke tarihinin en<br />
başarılı takımlarından Club America’nın çoğunluk<br />
hisselerini elinde bulunduruyor.<br />
Ronaldinho’nun Queretero’ya transferinin de<br />
America ve Atlas’ınkine benzer bir anlaşma<br />
sonucunda gerçekleştiğini söylemeliyiz. Grupo<br />
Imagen’in sahip olduğu kulübe 2013 yılında<br />
yatırım yapmaya karar vermesi Ronaldinho’yu<br />
Meksika’ya sürükledi diyebiliriz. Bir zamanlarda<br />
Galatasaray’dan tanıdığımız Sergio Almaguer’in<br />
de vaktiyle formasını giydiği Queretaro’nun<br />
asansör takım hüviyetinden kurtulmaya kararlı<br />
olduğu çok açık.<br />
Medya gruplarının kulüpleri satın alacak kadar<br />
ligin üzerinde egemen olması bazı sorunları da<br />
doğuruyor elbette. Yayın günleri ve kanalları<br />
hakkında teferruatlı ayarlamalar yapılması<br />
gerekiyor. Fakat bu ayarlamalar ve medya<br />
gruplarının güçlenmesi sayesinde oyunculara<br />
yüksek maaşlar ödenip, ligin kalitesi yüksek<br />
tutulabiliyor.<br />
İlginç format<br />
Güney Amerika liglerinde olduğu gibi Liga MX’de<br />
de açılış (apertura) ve kapanış (clausura) ligleri<br />
oynanıyor. 1996’dan bu yana uygulanan bu sistem,<br />
küme düşerken de son üç sezon ortalamasının<br />
hesaplanmasını içeriyor. Bu sayede ilgiyi canlı<br />
tutup, yayın havuzunu genişletmeyi başarmış<br />
görünüyorlar.<br />
Aslına bakarsanız açılış-kapanış ligi<br />
uygulamasından ziyade Türkçeye ‘küçük lig’<br />
olarak çevirebileceğimiz bir nevi play-off olan La<br />
Liguilla’nın bu ilgiyi canlandırdığını söyleyebiliriz.<br />
1970’lerde ülkedeki kulüplerin neredeyse tamamı<br />
kapanmanın eşiğine geldiğinde uygulamaya<br />
sokulan La Liguilla, ABD’li izleyicilerin ilgisini<br />
çekmelerine de bir hayli katkı sağlamış.<br />
Aztek işi play-off<br />
Dünya sporunda play-off uygulamasını,<br />
NBA başta olmak üzere ABD’de yaygın olan<br />
sporlarda görüyoruz. Futbolda ise Belçika ve<br />
yine ABD dışında pek fazla ülkede şampiyon<br />
play-off’la belirlenmiyor.<br />
18 takımlı Liga MX’te açılış ve kapanış<br />
liglerinde şampiyonluğa ulaşan takımı<br />
belirlemek için NBA’dekine benzer bir playoff<br />
sistemi, futbola uyarlanarak uygulanıyor.<br />
Ligi ilk 8 içerisinde tamamlayan takımlar,<br />
sıralamalarına göre birbirleriyle eşleşiyor ve<br />
çift maçlı eleminasyon sistemiyle maçlar<br />
oynuyorlar. Finale çıkan iki takım da bir<br />
sonraki sezon CONCACAF Şampiyonlar Ligi’ne<br />
katılmaya hak kazanıyor. Bu uygulamanın<br />
adaletsizliği savunulabilir. Fakat Liga MX’in<br />
‘70’lerde girdiği krizden çıkmasını play-off<br />
sistemine ve ABD pazarına açılmasına borçlu<br />
olduğu gerçeğini gözardı etmemek lazım.<br />
Yıldız var mı yıldız?<br />
Liga MX, kendi yıldızlarını yaratma ve onları uzun<br />
süre elinde tutma konusunda başarılı kulüplerle<br />
oynanıyor. Geride bıraktığımız 2014 Dünya<br />
Kupası’nda en çok dikkat çeken takımlardan<br />
biri olmayı başaran Meksika’da kendi liginden<br />
oyuncuların fazlalığı dikkat çekiyordu. Forvet<br />
hattında görev yapan ve turnuva sonrasında<br />
Atletico Madrid’e giden Raul Jimenez bunlardan<br />
biriydi. America forması giyen Miguel Layun ve<br />
Paul Aguilar da Meksika kadrosunun göze batan<br />
diğer isimleri olmuşlardı.<br />
Yine de maddi gücüne rağmen Liga MX’in yabancı<br />
oyuncuların dikkatini çekmek konusunda zayıf<br />
kaldığı aşikâr. Kuzeyli komşusu MLS’e oranla<br />
çok daha fazla gelir elde eden kulüplerin maddi<br />
gücünün, sadece milli olan oyuncularını Avrupa’ya<br />
gitmemeye ikna edebildiği görülüyor. Fakat Goal.<br />
com Amerika’nın yazarlarından Tom Marshall’a<br />
göre Ronaldinho’nun transferi bu döngüyü
kırabilecek bir gelişme. Marshall, futbol kalitesi<br />
ve kültürü olarak MLS’ten daha önde gördüğü<br />
Liga MX ‘in böyle bir transferle dünya çapında<br />
uyandırdığı ilginin futbolcuları etkileyeceğine<br />
inanıyor.<br />
Marshall’ın teorisine Tigres’in Brezilyalı teknik<br />
direktörü Ricardo Ferretti’nin de destek<br />
verdiğini söylemeliyiz. “Ronaldinho’nun gelişi<br />
yabancı oyuncuların ligimizi küçümsemesini<br />
engelleyecektir” diyor. “Ligin kalitesinin artması<br />
için çalışıyoruz. Bu transferin de buna yardımcı<br />
olacağına şüphe yok.”<br />
Ne var ki olaya daha karamsar yaklaşanlar<br />
da mevcut. Pumas’ın başkanı Jorge Borja,<br />
Ronaldinho’nun kendilerine önerildiğini ancak<br />
“Rolls Royce’um olacaktı ama onu çalıştıracak<br />
benzinim olmayacaktı” diyerek teklifi reddettiğini<br />
söylüyor.<br />
Yine de Avrupa’dan gelen yıldızların MLS’te<br />
yarattığı etkiyi düşünürsek Borja gibi olaya<br />
karamsar yaklaşanların yakın gelecekte pişman<br />
olacaklarını öngörebiliriz. Ronaldinho gibi Altın<br />
Top Ödülü’nü kazanmış bir ismin Meksika’ya<br />
gitmesinin önemli bir yolu açacağına şüphe yok.<br />
Örnek model, ilginç ortaklık<br />
Meksika futbolunun en başarılı<br />
kulüplerinden biri olan Chivas Guadalajara,<br />
yetiştirdiği oyuncularla tanınıyor. Omar<br />
Bravo, Carlos Salcido, Carlos Vela ve Javier<br />
Hernandez yetenekleri ülke futboluna<br />
armağan eden Guadalajara’nın kadrosunda<br />
hiç yabancı oyuncu bulunmuyor.<br />
Takımın altyapı başarısının yanı sıra MLS’te<br />
mücadele eden ‘pilot takım’ diyebileceğimiz<br />
bir takımı daha bulunuyor. Chivas USA adına<br />
ve Guadalajara’yla aynı ambleme sahip<br />
bu takım, Meksikalı ortağından sadece<br />
bir oyuncuyu kadrosunda barındırıyor.<br />
2004’te Guadalajara’nın sahibi Jorge Vergara<br />
tarafından kurulan ve bu yıl mülkiyeti MLS<br />
yönetimine geçen Chivas USA’nın yakın<br />
gelecekte Meksika’yla olan bağının kesilmesi<br />
şaşırtıcı olmayacaktır.
Fırat Topal<br />
Profil<br />
HF145<br />
RUSLARIN YENi ALTIN ÇOCUĞU<br />
2013/14 sezonunda başlattığı çıkışı bu sezon da sürdüren ve ulusal takımda da<br />
ağırlığını hissettirmeye başlayan Rus futbolunun yeni yıldız adayı Artem Dzyuba’yı<br />
yakın mercek altına aldık
Ruslar 2014 Dünya Kupası’na tamamı Rusya’da<br />
oynayan futbolcularla gittiler. Bu, aslında çok<br />
büyük bir sürpriz değil onlar için. Bundan önce<br />
katılabildikleri iki uluslararası turnuva olan Euro<br />
2012 ve Euro 2008’deki kadrolarında, yurt dışında<br />
oynayan oyuncu sayısı sırası ile 3 ve 1’di. Ruslar<br />
son kez bir turnuvaya, uluslararası tecrübesi<br />
yüksek kadroyla gittiklerinde yıl 2002 idi ve Dünya<br />
Kupası kadrosundaki 9 oyuncu Rusya dışında top<br />
koşturuyordu. İki yıl sonra Portekiz’deki Avrupa<br />
Şampiyonası’nda bu sayı 3’e düşmüştü. Bir daha<br />
da bu rakamın üstüne çıkılamadı. Fabio Capello<br />
yönetimindeki Rusya, son Dünya Kupası’nda 3<br />
grup maçında 2 mağlubiyet 1 beraberlik alabildi, 2<br />
gol atabildi ve grup üçüncüsü olarak evine döndü.<br />
Neredeyse 10 yıldır kadroda birinci veya ikinci tercih<br />
olarak yer bulan Aleksandr Kerzhakov ilk turnuva<br />
golüne ulaştı. Kerzhakov’u aslında Portekizlilerin<br />
“eleme grubu golcüsü” Pauleta’ya benzetiyorum.<br />
Pauleta da turnuvaların eleme gruplarında müthiş<br />
işler yapan, ancak finallerde yokları oynayan bir<br />
adamdı. O da ulusal takımın en golcü oyuncusu<br />
unvanını ele geçirmişti kendi zamanında<br />
(Kerzhakov hala bu unvanı elinde bulunduruyor,<br />
Pauleta ise unvanı Ronaldo’ya devretti) ve top<br />
koşturduğu kulüplerde hiç gol sıkıntısı çekmemişti.<br />
Kerzhakov’un durumu da biraz böyle aslında. Euro<br />
2016 elemeleri öncesi oynanan hazırlık maçında<br />
Azerbaycan’a karşı 4-0 kazandılar ve 31 yaşındaki<br />
golcü 2 gol atarak ülke tarihinin ulusal takımdaki<br />
en golcü futbolcusu oldu. Eleme grubunun ilk<br />
maçında takımı Liechtenstein karşısında yine 4-0<br />
kazanırken sadece 45 dakika oynayabildi. Oyuna<br />
onun yerine giren ve ulusal takım formasıyla ilk<br />
golünün altına imzasını koyan 25 yaşındaki Artem<br />
Dzyuba, önümüzdeki dönemde formayı zorlayacak<br />
gibi görünüyor.<br />
Mektepli golcü<br />
Dzyuba, Spartak akademisine girdiğinizden beri<br />
kırmızı-beyazlı takımdan ayrılmadı. 18 yaşında,<br />
kupa maçlarında forma giymeye başladı, ama
Roman Pavlyuchenko, Alex ve bugün Mersin<br />
İdman Yurdu’nda forma giyen Welliton gibi isimleri<br />
kesmesi çok zordu. Zaten bu oyuncular da iyi form<br />
tutmuştu. 2009-2012 yılları arasında Spartak’ın<br />
teknik direktörlüğünü yapan Valeri Karpin de pek<br />
onun yüzüne bakmadı açıkçası. 2009 sezonunda<br />
Avusturya kampı sırasında yaşanan olaylar da<br />
bu tavırda rol oynamıştı. Takımın golcüsü ve<br />
Welliton ile beraber hücum hattında görev yapan<br />
Vladimir Bystrov’un 23 bin rublesi, bir antrenman<br />
sırasında çantasından çalındı. Daha sonra bu para<br />
Dzyuba’nın cebinden çıktı ve o sırada 21 yaşında<br />
olan oyuncu kendisine komplo kurulduğunu iddia<br />
etse de Bystrov’un formasının garanti olduğu<br />
bir takımda kalması çok zor olmuştu. İki sezon<br />
boyunca Tom Tomsk’a kiralandı ve ikinci gidişinde<br />
attığı 10 gol onun ilk çıkışının göstergesi oldu.<br />
Karpin de onun bu çıkışını görmezden gelemedi<br />
ve 2011/12 sezonunda ilk 11’in değişmez oyuncusu<br />
haline getirdi. Tabii bunda Bystrov’un çoktan<br />
eski takımı Zenit’e dönmüş olması ile Welliton’ın<br />
sezon başında yaşadığı sakatlıklardan ve aldığı 6<br />
maçlık cezadan dolayı takımdan uzak kalmasının<br />
da etkisi vardı. Dzyuba attığı 11 golle takımının<br />
Şampiyonlar Ligi vizesi almasını sağladı. Ancak<br />
izleyen sezon takım gol yollarında büyük sıkıntı<br />
çekti, öyle ki takımın en golcü ismi, 7 gol kaydeden<br />
ve aslında bir orta saha oyuncusu olan Dmitri<br />
Kombarov’du. Forvet oyuncularından Emmenike<br />
5, Ari, Movsisyan ve Dzyuba 4’er gol atabilmişti.<br />
Rostov macerası<br />
Dzyuba’nın bugünkü noktaya ulaşmasını sağlayan<br />
çıkışının gerçek başlama noktası için geçtiğimiz<br />
sezonun başına gitmemiz gerekiyor. Valeri<br />
Karpin’in ikinci teknik direktörlük dönemine denk<br />
gelen 2013/14 sezonunun başında, Karpin 4-3-3<br />
sistemini oynatmaya karar verdi. Aslında Dzyuba<br />
kariyerinin başında kanat oyuncusu olarak da<br />
oynayabileceğini göstermişti ama 1.96’lık boyuyla<br />
dönüştüğü, hava toplarında etkili golcü kimliği<br />
onun Karpin’in yeni sisteminde yer bulmasına<br />
engel olacaktı. Zaten Yura Movsisyan da Rus<br />
hocanın kafasında ilk planda düşündüğü isimdi.<br />
Bunun üzerine Dzyuba, Rostov takımına kiralandı.<br />
Rostov’da forma giydiği 28 maçta attığı 17 gol<br />
hem onu Doumbia ve Hulk’un ardından ligin en<br />
golcü ismi yaptı, hem de Rostov’un Avrupa Ligi<br />
play-off mücadelesi için bilet almasını sağladı,<br />
zira tarihlerinde ilk kez Rusya Kupası’nı kazandılar.<br />
(Rostov, onun yokluğunda bu sezon Trabzonspor’a<br />
elendi). Dzyuba özellikle hava toplarında korkunç<br />
bir silah olduğunu bu sezonla perçinledi. Diğer<br />
tarafta Movsisyan sezonu 16 golle tamamlamıştı,<br />
öte yandan Spartak, Rostov’un ancak bir sıra<br />
üstünde, altıncı olarak ligi bitirmiş ve Avrupa<br />
kupaları için vize alamamıştı. Karpin mart ayında<br />
Rusya Kupası’ndan elenilmesi üzerine görevden<br />
alınmıştı, kısacası Dzyuba’nın başkente dönüşü<br />
için ortam müsaitti.<br />
Murat Yakın ve patlama<br />
Dzyuba, Basel ile Şampiyonlar Ligi başarısını<br />
yakalayan Murat Yakın’ın göreve gelmesiyle<br />
Spartak Moskova’nın yeni sezondaki en önemli gol<br />
umudu olacağını daha ligin ilk maçında gösterdi<br />
ve Kuban deplasmanında 4-0 kazanırlarken 2 gol<br />
kaydetti. Yakın, daha sezon başında Movsisyan<br />
ve Aras Özbiliz’in takım için çok önemli oyuncular<br />
olduğunu, ancak kiradan dönen oyuncuların<br />
yeni sezonda kadroda önemli bir alternatif<br />
oluşturacağını söylediğinde, Rus basını, Türk asıllı<br />
Yakın ile 2 Ermeni oyuncu arasında yeni sezonda<br />
sıkıntı yaşanacağını iddia etmişti. Movsisyan
temmuz ayında geçirdiği diz ameliyatı sonrası<br />
takımla çalışmalara yeni başladı, Aras Özbiliz’in<br />
ise, haziran ayında Sion ile oynanan hazırlık<br />
maçında diz çapraz bağlarının kopması sonucu<br />
9-10 ay futboldan uzak kalacağı açıklanmıştı.Yani<br />
bu haberler ancak dedikodu seviyesinde. Bunlar<br />
bir yana Dzyuba şu anda geride kalan 7 haftada<br />
6 golün altına imzasını koydu ve krallık yarışında<br />
zirvede. CSKA, Dinamo ve Torpedo derbilerinden<br />
3’te 3 yaparak 9 puan çıkaran takımı lige harika bir<br />
başlangıç yaparak 7’de 7 yapan Zenit’i yakalamaya<br />
uğraşacak. Dzyuba, 1-0 geriye düşülen Dynamo<br />
derbisinde 2 gol atarak galibiyeti getiren isimdi.<br />
Dzyuba, 11 gol attığı 2011/12 sezonundan sonra<br />
Euro 2012 için kadroya alternatif olması beklenen<br />
isimlerden birisiydi. Ama kamuoyu onun henüz<br />
böyle bir turnuvada hücum gücünü çekebilecek bir<br />
oyuncu olduğunu düşünmedi. Dick Advocaat da<br />
onu kadroya almadı. Ama 2014 Dünya Kupası’nın<br />
ilk aday kadrosu açıklandığında ismi listedeyken<br />
Capello tarafından Brezilya’ya götürülmemesi<br />
sonradan çok tartışıldı. Roman Pavlyuchenko’nun<br />
ulusal takımdan emekli olduğunu açıklaması,<br />
Arshavin ve Pogrebnyak’ın da artık yaşının<br />
ilerlemesi sebebiyle , Rusların deyimiyle<br />
‘Dzyubinho’nun daha çok şans bulacağına<br />
inanılıyor. Nitekim Liechtenstein maçında,<br />
sadece Rusya formasıyla ilk golün altına imzasını<br />
koymadı, durum 1-0 iken oyuna girdikten sonra,<br />
takımının 2. golünü hazırladı, 3. golün geldiği<br />
penaltının da yaratıcısı oldu.<br />
Ceza sahasında hava toplarındaki hakimiyeti<br />
tartışmasız, buna rağmen çevik, pozisyon takibi<br />
kuvvetli, tam bir 9 numara Dzyuba. Basınla olan<br />
ilişkileri de çok iyi. Capello Euro 2016 yolunda İsveç<br />
ve Avusturya’yı geçmek istiyorsa ona çok ihtiyaç<br />
duyacak. Bu formunu sürdürürse de, onu yakında<br />
Premier League veya Bundesliga’da izleyebiliriz.
Ahmet Sercan Ergün<br />
Avrupa<br />
HF145<br />
GERi DÖNMENiN VAKTi GELDi<br />
80’li yılların ortalarından 2000’li yılların ortalarına kadar Danimarka futbolunu domine<br />
eden Brondby, eski günlerini arıyor. Son şampiyonluğunu 2005 yılında kazanan Maviler,<br />
Kopenhag’ın ligde yarattığı egemenliğe artık bir son verme amacında<br />
1992 Avrupa Şampiyonası bir çokları için hala<br />
‘Plajdan gelen takımın mucizevi şampiyonluğu’<br />
ile eş tutulur. Oysa ki o şampiyon kadro,<br />
aralarında final maçının ilk golünü atan John<br />
‘’Faxe’’ Jensen, kaptan Lars Olsen, 1992 ve 1993<br />
yıllarında Dünya’nın En İyi Kalecisi seçilen efsane<br />
Peter Schmeichel ve dört kez Danimarka’da yılın<br />
futbolcusu seçilen Brian Laudrup gibi Brondby<br />
orjinli oyuncuların etrafında kurulmuştur. 1990/91<br />
sezonunda UEFA Kupası’nda yarı final oynayan<br />
Maviler, takip eden yılda içine girdiği finansal<br />
kriz nedeniyle ligde 1996’ya dek şampiyonluk<br />
yüzü göremez. 1995/96 sezonunda İngiliz devi<br />
Liverpool’u UEFA Kupası’nın dışına iten sarımavili<br />
ekip, üçüncü turda daha önce yarı finalde<br />
kaybettiği Roma’ya elenir. Ebbe Skovdahl’ın<br />
öğrencileri, üst üste üç kez Danimarka Süper<br />
Ligi’ni zirvede bitirir. 1997/98 sezonunda gelen<br />
şampiyonluğa, daha sonra uzun yıllar Schalke<br />
04 forması giyecek olan forvet Ebbe Sand 28<br />
golle katkı verir. Bu, takımın 90’lı yıllardaki son<br />
şampiyonluğudur. Takip eden yıllarda ilk ikinin<br />
dışına hiç çıkmayan takım, Kopenhag ile büyük bir<br />
rekabete girer. 2000 yılında kulüp, stadyumunun<br />
kapasitesini 20.000’den 29.000’e çıkararak önemli<br />
bir hamle yapar. Harcanan 250 milyon Danimarka<br />
kronu ise, kulübün içine girdiği finansal krizden<br />
kurtulduğunun bir işaretidir.
Laudrup yılları<br />
2003/04 sezonu öncesi Brondby kulübü, takımın<br />
başına Michael Laudrup’un getirildiğini açıkladı.<br />
Asistanlığını ise, takımın eski oyuncularından ve<br />
1992 kadrosunun önemli isimlerinden John ‘’Faxe’’<br />
Jensen yapacaktı. İlk sezonunda şişkin kadrodan<br />
on isim rezerv takıma veye başka klüplere gitti.<br />
‘Batı varoşlarından gelen çocuklar’, artık yola<br />
akademiden yetiştirdiği ve ecnebilerin homegrown<br />
diye adlandırdığı oyuncularla devam etme<br />
kararı almıştı. Bir çok yetenekli oyuncunun futbol<br />
sahnesine ilk adımlarını attığı Brondby altyapısı<br />
yine meyvelerini verecekti.<br />
Laudrup yönetiminde 2005 yılında ligde ve<br />
kupada duble yapan Brondby için karanlık günler<br />
ise kapıdaydı. Coşkuyla şampiyonluk kutlayan<br />
taraftarlar, bunun -günümüze kadar- son<br />
şampiyonlukları olduğunu elbette bilmiyordu.<br />
Mayıs 2006’da, yönetim ile sözleşmelerin<br />
uzatılması konusunda anlaşmazlık yaşayan<br />
Laudrup ve yardımcısı Jensen kulüpten ayrıldı.<br />
Brondby için başarılı günler artık geride kalmıştı.<br />
Karanlık zamanlar<br />
Laudrup sonrası dönemde, uzun yıllar Ferguson’ın<br />
yardımcılığını yapan Rene Meulensteen, Tom<br />
Kohlert, Ken Nielsen ve Ken Nielsen gibi isimleri<br />
takımın başına getiren sarı-mavililer, beklenen<br />
başarıları bir türlü yakalayamaz. 2008 yılında<br />
Danimarka Kupası’nı alan Brondby, aynı yılın<br />
temmuz ayında sponsorluk için KasiGroup ile<br />
anlaşır. Anlaşma gereği kulüp, İspanyol devi<br />
Barcelona’nın ardından formasında UNICEF’in<br />
logosunu taşıyacak ikinci kulüp olacaktır.<br />
Sponsorluk anlaşması ile Brondby’e, takımı üst<br />
seviyeye taşıyacak oyuncuların transferi için<br />
fon sağlama sözü verilir. 2008 yazında Brondby<br />
beş oyuncu transfer eder. 2008/09 sezonu<br />
sonunda ligi şampiyon Kopenhag ve Odense’nin<br />
arkasında bitiren Brondby’e, bir kötü haber de<br />
sponsorundan gelir. KasiGroup ve aynı zamanda<br />
bir hentbol takımının da sahibi olan Jesper Nielsen,<br />
kulübe vadettiği parayı ödemeyi reddeder. Sahibi<br />
olduğu hentbol takımı AG Kopenhag 2012 yılının<br />
yaz aylarında iflas ederken, Brondby ile Nielsen<br />
mahkemelik olurlar.
Yeni sahipler, yeni umutlar<br />
2013 yılının mayıs ayına geldiğimizde, Brondby<br />
yine uçurumun kenarındadır. İmdatlarına ise bir<br />
grup küçük yatırımcı yetişir. Bu yılın yaz aylarında<br />
Danimarkalı bahis devi Bet25 ana sponsorları olur.<br />
Anlaşma bir yıllık ancak iki yıl uzatma opsiyonuna<br />
da sahip.<br />
Geçen sezon ligde 24 maçta 12 gol atan 1.95’lik dev<br />
forveti Simon Makienok’u, transferin son gününde<br />
Palermo’ya satan ekip; Avrupa’da oldukça ses<br />
getiren transferlere imza attı. Galatasaray’dan<br />
Johan Elmander ve 8,5 sezon önce Liverpool’a<br />
gönderdikleri evlatları Daniel Agger’i kadrolarına<br />
kattılar. İstikrarsız performansı ile soru işareti<br />
bırakan Fin forvet Teemu Pukki, Makienok’un<br />
yerine doldurmak üzere Celtic’ten kiralandı.<br />
Geçen yıl devre arasında takıma katılan tecrübeli<br />
orta saha oyuncusu Thomas Kahlenberg<br />
önderliğinde zirveyi hedefliyorlar. Sahaya<br />
çift forvetli bir dizilişle çıkıyorlar, ancak hem<br />
Elmander’in fizik olarak istenen seviyede<br />
olmaması, hem de Makienok’un yokluğu onları<br />
zorluyor. Şu ana kadar savunmada 7 farklı ismin<br />
denenmesi de, kadro istikrarı konusunda istenen<br />
verimin alınmasını engelliyor.<br />
Devam eden sezonda ezeli rakipleri Kopenhag’ın<br />
2 puan önünde yer almaları ise iyiye işaret<br />
sayılabilirdi, zira 7 haftası geride kalan Danimarka<br />
Ligi’nde toplanması muhtemel 21 puandan 11’i<br />
kaybetmiş durumdalar. Daniel Agger henüz<br />
forma giyebilmiş değil, 7 hafta sonunda yalnızca<br />
9 gol bulabildiler -gollerin 3’ünü Makienokatmıştı.<br />
25.551 taraftarın takip ettiği son iç saha<br />
maçında Randers’a 2-0 mağlup oldular. Daha<br />
önce Danimarka U16, U17 ve U19 takımlarını<br />
çalıştıran genç hoca Thomas Frank’in işi bir hayli<br />
zor. Yine de bahis tutkunu insanlar dışında bir<br />
çoğumuzun ilgi alanına girmeyen İskandinav<br />
liglerinden biri olan Danimarka’da, bugünlerde eski<br />
günlerine kavuşmak için çabalayan bir takım var.<br />
Batı varoşlarından gelen bu çocuklar, şimdiden<br />
şampiyonluk hayalleri kuruyor.