66YAMUK BAKMAKBu filmlerde işbaşında olan aşılmaz engel son kertede neyi yasaklamaktadır?Bu filmlerin başarısız olmalarının nihai nedeni, karşımızdakiyasağın fazla keyfi ve kaprisli bir mahiyeti olduğu hissindenkurtulamamamızdır: Sanki yönetmen "normal" bir sesli filmin kilitbileşenlerinden birinden (montaj, nesnel çekim, ses) sırf biçimsel birdeney uğruna vazgeçmeye karar vermiş gibidir. Bu filmlerin üzerinekurulduğu yasak, pekâlâ yasaklanmasa da olabilecek bir şeyin yasaklanmasıdır:Zaten başlı başına imkânsız olan bir şeyin yasaklanması(Lacan'a göre, "simgesel kastrasyonu", "ensest yasağını" tanımlayandarbe) bir tür fon hizmeti gördüğü, (Amerikalı) kahramanın olgunlaşmasıyla ilgilidirler.Kıyamet'ten Müfreze'ye temsili değeri olan bütün Vietnam filmlerinde zirveyeulaşacaktır bu formül; bu filmlerde savaşın kendisi kahramanın Oidipal "iç yolculuğu"nungerçekleştiği egzotik bir sahneden ibarettir ve Müfreze'nin reklamlarındakullanılan cümleyle söylersek, savaşın ilk kurbanı (kahramanın) masumiyet(i)tir.Bunun en son örneği Mississippi Yanıyor filmidir; yurttaş hakları çalışanlarınıöldüren Ku Klux Klan mensubu katilleri bulma arayışı, filmin "gerçek tema"sı,yani iki kahramanı (fena halde bürokratik liberal ırkçılık-karşıtı Dafoe ileonun ayaklan yere daha çok basan, kavrayış gücü yüksek meslektaşı Hackmann)arasındaki gerilim için dramatik bir fon işlevi görür. Filmin canalıcı ânı, en sonda,Dafoe'nun Hackmann'a ilk kez ilk ismiyle seslenmesidir. On sekizinci yüzyıl romanlarıtarzında, filme "başta birbirlerinden hiç hazzetmeyen iki polisin nasıl en nihayetbirbirlerine ilk isimleriyle hitap edebildiklerinin hikâyesidir" altbaşlığı verilebilirdi.Tarihsel gerçekliğin kahramanın "iç çatışmaları"nın bir tür fonuna (ya da metaforuna)indirgendiği bu özgül öznellik biçimi, Warren Beatty'nin Kızıllar filmindeuç noktasına götürülmüştür. Amerikan ideolojisinin perspektifinden, yirminciyüzyılın en travmatik olayı nedir? Şüphesiz Ekim Devrimi'dir. Warren Beatty deEkim Devrimi'ni "rehabilite etme"nin, onu Hollyvvood evrenine dahil etmenin biryolunu, olası tek yolunu icat etmiştir: Bu devrimi filmin ana karakterleri John Reed(Beatty) ile sevgilisi (Diane Keaton) arasındaki cinsel ilişkinin metaforik bir fonuolarak sahnelemiştir. Filmde, Ekim Devrimi bu karakterlerin ilişkisindeki birkrizin hemen ardından gerçekleşir. Beatty heyecanlı bir kalabalığa ateşli, devrimcibir nutuk çekerken, Keaton ile birbirlerine ihtiraslı bakışlar fırlatırlar - kalabalığınhaykırışları sevgililer arasındaki yenilenmiş ihtiras patlamasının metaforu işlevinigörür. Devrim'in canalıcı, efsanevi sahneleri (sokak gösterileri, Kışlık Saray'a saldırı),sevgililerin tutkulu sevişmeleriyle art arda gösterilir. Bu kitle sahneleri cinseleylemin kaba metaforları işlevini görürler. Büyük bir salonda vekillere hitap edenLenin'in kendisi cinsel ilişkinin başarısını garantileyen bir tür baba figürü gibi görünürken,bütün sahneye Enternasyonal marşı eşlik eder. Burada sevgililerin aşklarınısosyalizm mücadelesine bir katkı olarak yaşayıp devrimin başarısı için her şeylerinifeda etmeye, kendilerini kitlelere adamaya yemin ettikleri Sovyet toplumcugerçekçiliğinin tam zıttıyla karşı karşıyayızdır. Kızıllar'du devrimin kendisi başarılıcinsel ilişkinin metaforu olarak görülür.GERÇEK VE MARUZ KALDIĞI DEĞİŞİMLER 67Icmel paradoks: edinilmesi zaten başlı basma imkânsız olan jouissance'myasaklanmasıdır) değildir. Filmlerin yarattığı dayanılmaz,ı-nsesti çağrıştıran havasızlık hissi buradan gelir. Simgesel düzeni kurantemel yasak ("ensest yasağı", "gerçeklik" karşısında simgesel birmesafe kazanmamızı sağlayan "ipin kesilmesi") eksiktir; onun yerinegeçen keyfi yasak ise sadece bu eksiği, bu eksiğin eksikliğini cinimleştirir, ona tanıklık eder.GERÇEKTEKİ BİLGİArtık son adımı atmaya mecburuz: Eğer, her simgesel formasyonda,gerçeğin dolaysızca verilmesini sağlayan psikotik bir çekirdek varsave eğer bu form son tahlilde anlamlandırıcı bir zincirin, yani bir bilgizincirinin (S2) formuysa, o zaman, en azından belli bir düzeyde,gerçeğin kendisinde işleyen bir tür bilgi söz konusu olmalıdır.Lacancı "gerçekteki bilgi" kavramı, ilk bakışta günlük deneyimimizdenuzak, tamamen spekülatif, sığ bir abartı gibi görünüyor olmalıdır.Doğanın kendi yasalarını bildiği ve ona göre davrandığı, meselaNewton'un ünlü elmasının yerçekimi yasasını bildiği için düştüğüfikri abes görünür. Gelgelelim, bu fikir içi boş bir espriden ibaret olsada, insan çizgi filmlerde bu fikre neden bu kadar sık rastlandığınımerak etmeden duramıyor. Kedi ileride bir uçurum olduğunu fark etmedençılgın gibi fareyi kovalar; ama ayaklarının altındaki zemin ortadankalktığı zaman bile kedi düşmez, fareyi kovalamayı sürdürürve ancak aşağıya bakıp havada yürüdüğünü gördüğü zaman düşer.Sanki gerçek uyması gereken yasaları bir anlığına unutmuş gibidir.Kedi aşağıya baktığında, gerçek, yasaları "hatırlar" ve ona göre davranır.Bu tür sahnelere sık rastlanması, belli bir temel fantazi senaryotarafından desteklenmeleri gerektiğine işaret eder. Bu varsayımın lehinegetirilebilecek başka bir argüman, Freud'un Rüyaların Yorumw'ndaanlattığı, ölü olduğunu bilmeyen baba ile ilgili ünlü rüyadada aynı paradoksu bulmamızdır: 24 Adam ölü olduğunu bilmediği içinyaşamayı sürdürür, tıpkı ayaklarının altında yer olmadığını bilmediğiiçin koşmayı sürdüren kedi gibi. Üçüncü örneğimiz Elbe'deki Na-24. Sigmund Freud, The Interpretation ofDreams, SE, c. 4-5, s. 430; Türkçesi:Düşlerin Yorumu, 1-2, İstanbul: Payel, 1996.
68 YAMUK BAKMAKpolyon'dur: Napolyon tarihsel olarak çoktan ölmüştü (yani miadıdolmuş, rolü bitmişti), ama öldüğünden haberi olmaması onu hayatta(tarih sahnesinde) tutuyordu, bu yüzden de "iki kere ölmesi", Waterloo'daikinci kez kaybetmesi gerekmişti. Belli devlet aygıtları yada ideolojik aygıtlar karşısında da çoğunlukla aynı hisse kapılırız:Açıkça anakronik olmalarına rağmen, bunu bilmedikleri için hayattakalırlar. Birilerinin kabalığı göze alıp onlara bu nahoş gerçeği hatırlatmagörevini üstlenmesi gerekir.Artık gerçekteki bilgiye ait bu fenomeni destekleyen fantazi senaryonunana hatlarını daha açık seçik olarak çizebilecek konumdayız:"Psişik gerçeklik"te, düpedüz, sadece belli bir yanlış anlama sayesinde,yani özne bir şeyi bilmediği sürece, bir şey konuşulmadankaldığı, simgesel evrene dahil edilmediği sürece var olan bir dizikendilikle (entity) karşılaşırız. Özne "çok fazla bilmeye" başlar başlamaz,bu fazlalığın, fazla bilginin bedelini "teniyle", varlığının tözüyleöder. Ego öncelikle bu tür bir kendiliktir; öznenin varlığının tutarlılığınınbağlı olduğu bir dizi imgesel özdeşleşmeden ibarettir,ama özne "çok fazla bildiği", bilinçdışı hakikate fazla yaklaştığı zaman,egosu dağılır. Bu tür bir dramın paradigmatik örneği Oidipus'tur: En sonunda hakikati öğrendiğinde, "ayaklarının altındaki zemini"yitirir ve kendini dayanılmaz bir boşluğun içinde bulur.Bu paradoks, belli bir yanlış anlamayı düzeltmemizi sağlayacağıiçin ele alınmaya değer. Kural olarak, bilinçdışı kavramı ters bir yoldankavranır: Öznenin, bastırma denen savunma mekanizması yüzünden,hakkında hiçbir şey bilmediği (bilmek istemediği) bir kendilikolduğu varsayılır (mesela sapıkça, gayri meşru arzulan). Halbukibilinçdışı, tutarlılığını ancak belli bir bilmezlik (nonknowledge) temelindekoruyabilen pozitif bir kendilik olarak kavranmalıdır - bilinçdışınınpozitif ontolojik koşulu, bir şeyin simgeselleştirilmemişkalmak zorunda olması, bir şeyin söze dökülmemiş olmasıdır. Bu,semptomun da en temel tanımıdır: Ancak özne kendisi hakkındaki temelbir hakikatten bihaber olduğu sürece var olan belli bir oluşum;öyle ki anlamı öznenin simgesel evrenine dahil edilir edilmez, semptomkendi kendini çözecektir. En azından, ilk dönemlerinde yorumprosedürünün kadiri mutlaklığma inanan Freud'un savunduğu konumbuydu. Isaac Asimov, "Tanrı'nın Dokuz Milyar İsmi" adlı kısa öyküsünde*,bizatihi evreni semptomun mantığı açısından sunarak Lacan'GERÇEK VE MARUZ KALDIĞI DEĞİŞİMLER 69ın şu tezini doğrular: "Dünya"nın kendisi, "gerçeklik" her zaman birsemptomdur, yani belli bir kilit gösterenin menedilmesine dayalıdır.Gerçekliğin kendisi simgeleştirme sürecindeki belli bir tıkanmanıncisimeşmesinden başka bir şey değildir. Gerçekliğin var olabilmesiiçin, bir şeyin konuşulmadan bırakılması gerekir. Himalayalar'dakihır manastıra bağlı keşişler bir bilgisayar ve iki Amerikalı bilgisayaruzmanı kiralarlar. Şöyle bir nedenle: Keşişlerin dini inançlarına göre,Tanrı'nın sınırlı sayıda ismi vardır; bunlar da anlamsız seriler (meselapeş peşe üç sessiz harf içeren seriler) hariç, dokuz harfin olası bütünkombinasyonlarından ibarettir. Dünya bütün bu isimlerin telaffuzedilmesi ya da kâğıda dökülmesi için yaratılmıştır; bu yapıldığında,yaratılış amacını gerçekleştirmiş olacak, dünya da kendi kendini ortadankaldıracaktır. Uzmanların işi, tabii ki bilgisayar yazıcısınınTanrı'nın olası dokuz milyar ismini yazacağı şekilde programlamaktırbilgisayarı. İki uzman işlerini yaptıktan sonra, yazıcıdan sonsuzsayıda kâğıt çıkmaya başlar, bundan sonra iki uzman müşterilerinincgzantrik talebi hakkında alaycı yorumlarda bulunarak vadiye geridönüş yolculuklarına başlarlar. Bir süre sonra biri saatine bakıp gülerek,tam bu sıralarda bilgisayarın işini bitirmesi gerektiğini belirtir.Sonra da karanlık gökyüzüne çevirir başını ve hayretten donakalır:Yıldızlar sönmeye, evren yok olmaya başlamıştır. Tanrı'nın bütünisimleri yazıldıktan, bu isimler topyekûn simgeselleştirildikten sonra,semptom olarak dünya kendi kendini ortadan kaldırmaktadır.Burada akla gelen ilk suçlama, bu "gerçekteki bilgi" motifinin sadecemetaforik bir değeri olduğu, sadece psişik gerçekliğin belli birzelliğini örnekleme aracı olarak kabul edilmesi gerektiğidir şüphesiz.Gelgelelim bu noktada çağdaş bilim nahoş bir sürprizle pusudaeklemektedir: Atomaltı parçacık fiziği, yani "psikolojik" tınılardanurtulmuş, "sağın" (exact) olduğu varsayılan bilimsel disiplin, sonirmi, otuz, hatta kırk yıldır, "gerçekteki bilgi" sorununun kuşatmasıatındadır. Yani yerel neden ilkesini askıya alıyormuş gibi görünenenomenlerle, başka bir deyişle, görelilik teorisine göre mümkünlan azami hızdan daha hızlı bir bilgi aktarımının varlığını ima edenenomenlerle karşılaşmaktadır tekrar tekrar. Einstein-Podolsky-Roenetkisi adı verilen şeydir bu; A alanında yaptığımız şey B alanın-* Asimov'un değil, A. C. Clarke'ın öyküsüdür, (ç.n.)
- Page 3: Slavoj ZizekYamuk BakmakPopüler K
- Page 6 and 7: ÖnsözWALTER BENJAMIN teorik açı
- Page 8 and 9: TeşekkürlerBazı malzemelerin ilk
- Page 10 and 11: 1Gerçeklikten GerçeğeObjet Petit
- Page 12 and 13: 18 YAMUK BAKMAKamacı, o nesneye ba
- Page 14: 22 YAMUK BAKMAKzeyen bir hayat yaş
- Page 19 and 20: 32 YAMUK BAKMAK"ÇOK ŞÜKÜR, SADE
- Page 21 and 22: 36 YAMUK BAKMAKtözünü ete kemiğ
- Page 24 and 25: 42 YAMUK BAKMAKbu haliyle Keyfin-B
- Page 26 and 27: 46YAMUK BAKMAKnin böyle tecrit edi
- Page 28 and 29: 50 YAMUK BAKMAKRendell'ın son roma
- Page 30 and 31: 54 YAMUK BAKMAKBu "gerçeğin cevab
- Page 32 and 33: 58 YAMUK BAKMAKlık zeminimizi sars
- Page 34 and 35: 62 YAMUK BAKMAKçıkan o müstehcen
- Page 38 and 39: 70YAMUK BAKMAKdakini etkiler, ama b
- Page 40 and 41: 74 YAMUK BAKMAKma"ya dayalı klasik
- Page 42 and 43: 78 YAMUK BAKMAKoysa bir rüya, saç
- Page 44 and 45: 82 YAMUK BAKMAK"patolojik" nedenler
- Page 46 and 47: 86 YAMUK BAKMAKtifin "anlam garant
- Page 48 and 49: 90 YAMUK BAKMAKnet eden bütün öz
- Page 50 and 51: 94 YAMUK BAKMAKnu anladığında, k
- Page 52 and 53: 4Külyutmazlar Nasıl Yanılır?"Bi
- Page 54 and 55: 102 YAMUK BAKMAKkural ve âdetler a
- Page 56 and 57: 106 YAMUK BAKMAKbir iç dünyayla,
- Page 58 and 59: 110 YAMUK BAKMAKolan büyük amaç
- Page 60 and 61: 114 YAMUK BAKMAKDemek ki can alıc
- Page 62 and 63: 118 YAMUK BAKMAKbir çeşitleme ola
- Page 64 and 65: HİTCHCOCKÇU LEKE 1235Hitchcockçu
- Page 66 and 67: 126 YAMUK BAKMAKsayılır. Yerleşi
- Page 68 and 69: 130 YAMUK BAKMAKrada nesne tam da o
- Page 70 and 71: 134 YAMUK BAKMAKAnnesel SüperegoKU
- Page 72 and 73: 138 YAMUK BAKMAK(Otuz Dokuz Basamak
- Page 74 and 75: 142 YAMUK BAKMAKten de betimlemeler
- Page 76 and 77: PORNOGRAFİ, NOSTALJİ, MONTAJ 1476
- Page 78 and 79: 150 YAMUK BAKMAKza sunduğu varsay
- Page 80 and 81: 154 YAMUK BAKMAKgibi görürüz. "4
- Page 82 and 83: 158 YAMUK BAKMAKHitchcockçu KesmeM
- Page 84 and 85: 162 YAMUK BAKMAKkü, Lacan'ın Hitc
- Page 86 and 87:
166 YAMUK BAKMAKsına izin verir. S
- Page 88 and 89:
170 YAMUK BAKMAKşey olarak çerçe
- Page 90 and 91:
174 YAMUK BAKMAKpule etmeye, yorgun
- Page 92 and 93:
178 YAMUK BAKMAKcan'ın bu terimler
- Page 94 and 95:
1.82 YAMUK BAKMAKİDEOLOJİK SINTHO
- Page 96 and 97:
186 YAMUK BAKMAKLacan'ın, XI. Semi
- Page 98 and 99:
Postmodemist KopuşMODERNİZME KAR
- Page 100 and 101:
194 YAMUK BAKMAKtından bir Alman d
- Page 102 and 103:
198 YAMUK BAKMAKlet sarayının gir
- Page 104 and 105:
202 YAMUK BAKMAKmaşırcı kadınla
- Page 106 and 107:
BİÇİMSEL DEMOKRASİ VE HUZURSUZL
- Page 108 and 109:
210 YAMUK BAKMAKdine özgü bir tar
- Page 110 and 111:
214 YAMUK BAKMAKmediği şeyi, gün
- Page 112 and 113:
218 YAMUK BAKMAKnak olmadığına,
- Page 114 and 115:
222 YAMUK BAKMAKtergesi değildir,
- Page 116 and 117:
Sözlükanamorfoz (Y. anamorphosis)
- Page 118 and 119:
230 YAMUK BAKMAKgeniş bir yelpazey