You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
15<br />
Çentikli Cumba<br />
MONOLOG<br />
“19 yıl sonra her şeye yeniden başlamak, yeniden öğrenmek, yeniden keşfetmek,<br />
yeniden inanmak ve unutmak. ..” deyip susuyor. Cümleyi tamamlamayış sebebini<br />
anlıyorum ama hasılını ya da neticesini bile değil, cümleyi tamamlamayı bana bırakması<br />
zoruma gidiyor, çünkü ben de aynı yerde takılı olduğumu biliyorum. Beraberce<br />
bir açmaza girdiğimizi fark edip çeviriyoruz başımızı iki güvercinin ekmek kırıntılarını<br />
yemek için yarıştığı pencere pervazına.<br />
Ben ki sana, elimde çözemediğim onlarca denklemin yazılı olduğu beyaz bir<br />
sayfayla gelmiştim. Aslında biliyordum senin çekmecelerini işgal eden tüm defterlerin,<br />
sayfaların ve aynaların da bu çözümsüzlükle dolu olduğunu…<br />
Yine de, senin bilinmeyen öğen benim bilinenimdir ve benim bilinmeyen öğem<br />
senin bilinenindir diye uzattım defteri sana.<br />
“Nasıl olur!” diyor ansızın gözlerine deyip geçen isyan şimşeklerinin yanıp sönüşünü<br />
zapt edemeden. “Nasıl olur da bunca zaman biriktirdim sandıklarının ya bir anda<br />
kaybolduğuna ya da gerçek dışı olduğuna şahit oluyorum gün be gün?”<br />
“Belki geçici hafıza kaybıdır” diye sırıttım kalbini sıkan cenderelerin kalbime bulaşmasını<br />
engellemek telâşıyla… İkna olmadı. Gülmedi.<br />
Ve aslında ‘koşulsuzluk’ koşuluna hiç inanmadığım halde, senden, koşulsuzca<br />
bekledim her şeyi… Sana kurduğum tüm önermeler koşulsuzluğa dayanıyordu ve her<br />
bir denklemdeki tek bilinende de tanımsızlık gizliydi; biliyordum…<br />
“Al meselaé cevvalleşti. “Mesela, sözele göz attım sadece birkaç ay aradan sonra.<br />
Abi Sokullu şair miydi, padişah mıydı diye düşündüm. Var mı böyle bir şey!”<br />
Zaten insanoğlu hiçbir vakit, kendi kendisini ne tahlil ne tasnif etmişti. Bu yüzdendi<br />
belki üçüncü şahıs ve şahıslara ait –di’li geçmiş zamanda kitaplar doldurmuştu.<br />
Vakıa, birçoğu düzmeceydi; sırf hatırlamak, hatırlatmak ve ikna olmak üçlüsünü<br />
bir arada bulundurabilmek hevesinden…<br />
Sana tarihi olayları anlatmak istedim hep. Ama sen hiç yanaşmadın dinlemeye.<br />
Belki benim ancak anladığımı sen zaten biliyordun, belki kaleminden çıkan tarihti sence<br />
asıl olan.<br />
Aslında, sayfalara düşülmüş, adını çağrıştıran her mühür tarihimdi benim, sana<br />
anlatamadım.<br />
“Ne dersin, belki şükür bilmiyor olmanın bedelidir bu? Allah vere de tüm el açmadıklarımız<br />
karşımıza dikilmeye!”<br />
Asıl şimdi bir ateş topu gezdiriyorum avuçlarımda. Onu hangi şehre koysam, o<br />
diyar yanacak, bilirim.<br />
Bir yirmi yılın hasılasını bir anda ellerime bırakıp, sonra tarih yazmamı bekliyorsun,<br />
bunu da bilirim. Ama işte gör ki, İstanbul’a şerh düşülmüştür çoktan.<br />
“Hişt! Ben bildiklerimi unutmaktan yakınıyorum, yoksa sen konuşmayı da mı unuttun?”<br />
Yine aynı şey! Diyalog bir tür monologdu, evet. Ve o, beni bana bırakıp kendini almıştı<br />
karşısına. Bir gün, şu an bir yerlerde emanet bıraktığı yirmi yılını da alıp, güzelce<br />
yerleştirecekti ceketinin iç cebine…<br />
“Allah bazen aldıklarını, alan elle geri verir: Zaman, sadece zaman!”<br />
Elif Bilge ÖZŞAHİN