You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>Metod</strong>ergi<br />
1
METODERGİ<br />
okul dergisi<br />
4<br />
6<br />
8<br />
İÇİNDE NE VAR?<br />
OCAK <strong>2018</strong> - SAYI 9<br />
Editör<br />
Gaye Toklu<br />
Grafik Tasarım<br />
Damla Sönmez<br />
NEDEN<br />
METOD?<br />
ULUSLARARASI<br />
OKUL OLMAK<br />
SINAV<br />
KAYGISI<br />
10 12<br />
14<br />
İNGİLİZCE<br />
ÖĞRENİYORUM<br />
CERN<br />
TEKNOLOJİNİN<br />
SINIRLARINI<br />
ZORLAYAN MÜHENDİSLER<br />
ASLANLAR<br />
ŞEHRİ LVİV<br />
16<br />
18 20 BEYİN<br />
İNOVASYON<br />
EKONOMİLERDE<br />
BÜYÜMENİN ANAHTARI…<br />
RÖPORTAJ<br />
POZİTİF PSİKOTERAPİST<br />
VE AİLE DANIŞMANI<br />
ÖZDEN YILMAZ BİLGİN<br />
21<br />
PROJE NASIL<br />
HAZIRLANIR?<br />
22<br />
24<br />
ÜÇÜNCÜ GÖZ<br />
RUH İLE BEDENİN<br />
BAĞLANTI NOKTASI<br />
MELANKOLİK<br />
DİZELER<br />
2 <strong>Metod</strong>ergi
25<br />
26<br />
27<br />
28<br />
KATI ATIKLARIN<br />
ÇEVREYE<br />
OLUMSUZ<br />
ETKİLERİ<br />
MÜZİĞİN DÖRT<br />
MEVSİMİ<br />
VİVALDİ<br />
GEÇMİŞİ PARLAK,<br />
GELECEĞİ<br />
KARANLIK<br />
TÜRKÇEMİZ<br />
ÇOCUKLAR NEDEN<br />
BEDEN EĞİTİMİ<br />
DERSİNE İHTİYAÇ<br />
DUYAR?<br />
29<br />
30<br />
31<br />
KELEBEKLER<br />
BAHÇESİ<br />
SARI RENGİN DAHİ<br />
RESSAMI<br />
VINCENT VAN<br />
GOGH<br />
KODRİS KODLAMA<br />
EĞİTİMİ<br />
32<br />
33<br />
34<br />
2017 NOBEL<br />
TIP ÖDÜLÜ<br />
ERATOSTHENES<br />
KALBURU VE<br />
ASAL<br />
SAYILAR<br />
ANASINIFI<br />
ETKİNLİKLERİMİZ<br />
35<br />
36<br />
37<br />
1. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />
2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />
3. SINIF<br />
ETKİNLİKLERİMİZ<br />
4. SINIF<br />
ETKİNLİKLERİMİZ<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
3
NEDEN<br />
METOD?<br />
<strong>Metod</strong> Eğitim Kurumları olarak; birinci<br />
önceliğimiz değişen ve gelişen dünyada<br />
güçlü, başarılı, dil bilen, mutlu birer dünya<br />
vatandaşı yetiştirmektir. Öğrencilerimizi<br />
21. yüzyıl becerilerine ulaştırmak<br />
için sorgulayan, araştıran, analiz yapabilen,<br />
kendisiyle ve çevresiyle barışık,<br />
yaparak ve yaşayarak öğrenen, öğrendiği<br />
bilgiyi içselleştiren, gelişmeye istekli,<br />
sınav ve hayat başarısı yüksek bireyler<br />
olarak yetiştirmeyi hedeflemekteyiz.<br />
DENEYİM<br />
19 yıllık deneyimimiz ve birikimimizle, öğrencilerimizin geleceğinin ülkemizin<br />
geleceği olduğu bilincinden hareketle, özgür düşünen ve bilimsel bakış açısına<br />
sahip, çağdaş bireyler yetiştiriyoruz. Öğrencilerimizin hedefleri doğrultusunda,<br />
rahat ve huzurlu bir ortamda, uzman kadromuz eşliğinde sınavlara ve hayata hazırlanmalarını<br />
sağlıyoruz.<br />
4 <strong>Metod</strong>ergi
SINAVLARIMIZ REHBERLİK YAYINLARIMIZ<br />
Sınav sonuçları konu analizli karneler,<br />
detaylı istatistikler ve soru çözümleri<br />
şeklinde açıklanmakta, sonuçlar velilerimize<br />
SMS yoluyla ve K12 sisteminden<br />
gönderilmektedir.<br />
Öğrencilerimizin aynı nokta üzerinde<br />
kalmasına izin verilmez, seviyelerinin<br />
yükselmesi için anlamadıkları konular<br />
ve çözemedikleri sorular için etüt ve<br />
ek ders çalışmaları planlanır.<br />
Okulumuzda rehberlik hizmetleri “her<br />
bireyin farklı yetenekleri, ilgileri ve beklentileri<br />
olduğu” ilkesi üzerine kuruludur.<br />
Öğrencilerimizin sınav sonuçları ve gelişim<br />
süreçleri, birimimiz tarafından takip<br />
altındadır ve velilerle iş birliği yapılarak<br />
öğrencilerin çalışmaları yakından izlenir.<br />
Uzman kadromuz tarafından her ünite<br />
için hazırlanmış MTD Yayınları modüler<br />
dergilerimiz eşliğinde işlenen derslerimiz,<br />
öğrencilerimizin soruyu yazarak zaman<br />
kaybetmelerini engellerken her soru tipini<br />
öğrenmeleri sağlanmaktadır. Bu da derslerimize<br />
yüksek bir verim ve kalite kazandırmaktadır.<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
5
Sema BATIRBEK<br />
<strong>Metod</strong> Koleji Müdürü<br />
ULUSLARARASI OKUL OLMAK<br />
Hızlı bir değişim içinde bulunan<br />
dünyada eğitim de değişmekte, yenilenmekte,<br />
öğretme ve öğrenme<br />
kavramları yerini başka kavramlara, başka anlayışlara<br />
bırakmaktadır. Dünyada artık sınıfsız,<br />
duvarsız öğrenme ortamları oluşturulmakta, öğrenmenin<br />
boyutları artırılmaktadır. Günümüzde<br />
eğitimdeki bu yenilikleri ve gelişmeleri kavrayan,<br />
kendilerine düşen görevin farkında olan ve<br />
bu görevleri bilinçli olarak yerine getiren öğretmenlere<br />
ihtiyaç duyulmaktadır. Değişime ayak<br />
uydurmada pasif olan öğrenen demokratik bir<br />
toplumda girişimci olmanın ya da sorumluluk<br />
almanın önemini kavrayamamaktadır.<br />
Toplumsal yapı ve işleyişte, kültür içeriğinde<br />
ve toplumlar arası ilişkilerde meydana gelen<br />
değişmeler, toplumdaki ihtiyaçları da farklılaştırmıştır.<br />
Bu durum öğrenci ve öğretmenin<br />
rollerini farklılaştırırken öğrenen okullar büyük<br />
hamlelere gereksinim duymuşlardır. İşte okulların<br />
uluslararası programlara yönelmesi de bu<br />
gereksinimden doğmuştur.<br />
Küreselleşen dünyada, farklı kültürlerin, dillerin,<br />
dinlerin toplumları etkilemesi eğitimde de<br />
birtakım yenilik arayışlarını getirmiştir. Eğitimde<br />
uluslararası standartlaşmaya yönlenilmesi bu<br />
arayışların sonucudur.<br />
<strong>Metod</strong> Koleji olarak uluslararası müfredatları<br />
değerlendirip uygulama alanlarımıza almaya<br />
çalışmamız ihtiyaç duyulan uluslararası eğitim<br />
programlarının bu gereksinimlere cevap verebilecek<br />
olması ve dünyadaki başarılı uygulamaları<br />
görmemizdendir. Uluslararası programların<br />
amacı; araştıran, sorgulayan, eleştirel düşünen,<br />
problem çözebilen, barıştan yana tavır sergileyen,<br />
çözüm odaklı dünya vatandaşları yetiştirmektedir.<br />
Uluslararası programlar, öğrencilerin akademik<br />
anlayışlarına verdiği değeri, sosyal ve duygusal<br />
gelişimlerine de vermekte, dünyayı anlamaları,<br />
evrensel değerleri bilme ve uluslararası bilinç<br />
oluşturmalarını sağlamaktadır.<br />
<strong>Metod</strong> Koleji olarak uluslararası okulların müfredatlarının,<br />
çocukların gelişimsel özelliklerini,<br />
bireysel farklılıklarını dikkate alarak Türki-<br />
6 <strong>Metod</strong>ergi
ye’de uygulanan müfredatla da örtüşmekte olmasından<br />
dolayı bir değişim ve dönüşüm için<br />
çalışmakta ve uluslararası standartlara ulaşma<br />
çabasında yol almaktayız.<br />
Uluslararası okulların sahip olması gereken<br />
şartlardan biri olan yazılı dil politikasının oluşturulması<br />
sürecini tamamlayan okulumuz bu dil<br />
politikasına göre de İngilizce ve Türkçe eğitimini<br />
gerçekleştirmektedir.<br />
Uluslararası standart eğitimleri, öğretimin ve<br />
öğrenmenin vazgeçilmez bir parçası olan ölçme<br />
değerlendirme standartlarımızı da farklılaştırmıştır.<br />
Sonuç odaklı değerlendirmenin yerine,<br />
süreç odaklı değerlendirmeler merkeze alınarak<br />
bilgiye ulaşma, kavramların anlaşılması, yeni<br />
kavramlar oluşturabilme, becerilerin geliştirilmesi,<br />
olumlu davranışlara dönüştürülmesi ve<br />
kazanımların yaşantılara aktarılması aracılığıyla<br />
öğrencilerin dikkatli ve istekli olarak öğrenme<br />
sürecine katılmaları sağlanmaktadır.<br />
Uluslararası öğrenmelerde, öğrencilerin öğrenme<br />
sürecinde, ne bildiği, nasıl anladığı, ne<br />
yapabildiği ve ne hissettiği önemli olmakta;<br />
öğretmen çocukların ilgi alanlarını saptayarak,<br />
çocuğun neyi nasıl düşündüğünü anlamalı, çocuğun<br />
öğrenme sürecindeki etkisini gözlemlemeli<br />
ve değerlendirmelerini bu gözlem üzerinden<br />
yapabilmelidir.<br />
Günümüzde öğrenilmiş öğretim programının<br />
değerlendirilmesi, öğrenme sürecinin niteliğinin<br />
ölçülmesi anlamına gelmektedir. Gerçek<br />
ölçme-değerlendirme öğrencide oluşan öğrenmeyi<br />
ve öğretmenin etkinliğini analiz etmesi ile<br />
sınırlı olmamalıdır. Uluslararası öğrenme değerlendirmeleri,<br />
öğrencilerin tüm süreçlerinin<br />
bütün yönleriyle ilgili bir çerçeve sunmaktadır.<br />
<strong>Metod</strong> Koleji, eğitimde dünya çapında standartlar<br />
sunan uluslararası bir çerçeve ile müfredat<br />
programlarını zenginleştirme yolunda kararlı<br />
adımlarla ilerlemekte, misyon olarak birbirinin<br />
kültürüne saygılı, duyarlı bireylerin oluşturduğu<br />
barış ve huzur dolu bir dünyaya ulaşmayı hedeflemektedir.<br />
Bu hedef doğrultusunda hepimizin<br />
birer öğrenen olduğu gerçeğiyle süreçte tüm<br />
öğretmen ve çalışanlarımızı düzenli olarak donanımlı<br />
hale getirmeye özen gösteriyoruz. Tüm<br />
öğretmenlerimizin program geliştirme bilgi ve<br />
becerilerinin artırılmasını sağlamak için hem<br />
resmi Cambridge eğitimleri aldırıyoruz hem<br />
de okul içinde ve dışında uzmanlar tarafından<br />
verilen çalıştaylara katılımını sağlayarak, diğer<br />
uluslararası okullarla işbirliğine dayalı çalışmalar<br />
yapıyoruz.<br />
<strong>Metod</strong> Koleji, öğrencilerinin uluslararası standartlarda,<br />
Türkçede ustalaşmanın yanı sıra, İngilizcenin<br />
sunduğu bütün dünya ile etkileşimde<br />
bulunma yetisini kazanmış bireyler olmaları<br />
için çabalarını sürdürmeye devam edecektir.<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
7
SINAV KAYGISI<br />
Gaye TOKLU<br />
<strong>Metod</strong> Bilgi Lisesi Müdürü<br />
Sınav dönemlerinde en önemli gereksinimler; sakin<br />
ve mutlu bir ortam, sevgi ve destek, ilgi ve esneklik,<br />
güven ve cesarettir.<br />
Kaygı, kişi duygusal ya da fiziksel baskı<br />
altındayken ortaya çıkan ve genellikle<br />
kaynağı belirsiz bir korkudur. Kendi<br />
kendimizle yaptığımız olumsuz iç konuşmalar,<br />
gerçekçi olmayan düşüncelerin yansımalarıdır.<br />
Bir başka deyişle kişinin karşılaştığı durum ve<br />
olaylar karşısında duyduğu ve engellemekte<br />
zorluk çektiği aşırı endişe ve uyarılmışlık halidir.<br />
Kaygı, çok hafiften ağır paniğe kadar bir<br />
duygu aralığında yaşanabilir. Kaygının kaynağı<br />
belirsizdir. Kaygının bir nesnesi yoktur. Kaygı,<br />
korku kadar net değildir. Çoğu zaman bizi<br />
kaygılandıran şeyin ne olduğunu söyleyemeyiz.<br />
Sınavlar, yeni insanlarla tanışma ve alışık olmadığımız<br />
durumlar kaygıyı ortaya çıkarmaya yeterlidir.<br />
Genel olarak insanlar kaygıyı; gelecekle<br />
ilgili karamsarlık, başarısızlık, endişe, umutsuzluk<br />
duygularıyla birlikte dile getirirler. Sınav<br />
kaygısı da sınav sonucuna ilişkin olumsuz düşünce,<br />
inanç ve beklentiler sonucu ortaya çıkar.<br />
Sınav öncesinde öğrenilen bilginin, sınav sırasında<br />
etkili bir biçimde kullanılmasına engel<br />
olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun<br />
kaygıya “sınav kaygısı” denir. Sınav kaygısıyla<br />
ilgili belirtiler ikiye ayrılır: Duygusal ve fiziksel.<br />
8 <strong>Metod</strong>ergi<br />
Duygusal belirtiler: Panik hissi, sinirli olma,<br />
ağlama, aşırı engellenmişlik hissi, şaşkınlık,<br />
unutkanlık, olumsuz düşünceler ve depresyon<br />
şeklinde sıralanabilir.<br />
Fiziksel belirtiler: Kalp atışlarının hızlanması,<br />
mide bulantısı, titreme, kasılma, baş ağrısı veya<br />
aşırı terleme şeklinde ortaya çıkabilir.<br />
Öğrencilerin sınav öncesi ve sınav sırasında<br />
belli bir oranda kaygı duymaları doğaldır. Aslında<br />
dozunda ve kararında bir kaygı düzeyi,<br />
yaşam için önemli bir itici kuvvet oluşturuyor.<br />
Kaygılarımız, bizi özellikle stresli zamanlarda<br />
eyleme geçmeye sevk ediyor. Böylece yaşam<br />
döngüsü sağlıklı bir şekilde ilerliyor. Kaygı,<br />
yaşamımızın devamı için bir gerekliliktir. Dolayısıyla<br />
normal düzeyde bir kaygı, yaşam için<br />
istenilen bir durumdur. İstenmeyen durum ise<br />
öğrenmiş olduğu, bildiği şeyleri unutacak kadar<br />
kontrolsüz bir kaygıdır ki bu kişinin gerçek performansını<br />
göstermesini ve başarısını olumsuz<br />
yönde etkiler.<br />
Kaygı bulaşıcıdır ve genellikle anne-babalar<br />
çocuklardan daha kaygılıdır. Anne-babanın bu<br />
yoğun kaygısı da çocuklara geçer. Bu noktada<br />
anne-babaların dikkatli olmaları gereklidir. Elbette<br />
sınavlarda başarılı olmak öğrencinin olduğu<br />
kadar anne babaların da isteğidir. Ancak bu<br />
dönemin dengeli ve sağlıklı olarak aşılması için<br />
anne babalara bazı görevler düşmektedir.<br />
PÖncelikle kendi kaygılarınızı kontrol altına<br />
almaya çalışın. Kaygı gelecekle ilgili seyredilen<br />
olumsuz bir filmi andırır ve bu filmin sonu her<br />
zaman için felaketlerle biter. Kaygılarınızı çocuğunuza,<br />
“Zaten senin okumaya niyetin yok!”<br />
tarzında kurduğunuz cümlelerle aktararak yapamayacağı<br />
fikrini çocuğunuzun zihninin en derin<br />
köşesine yerleştirmiş olursunuz. Sınava girecek<br />
olan öğrenciyi başarılı olmaması durumunda<br />
karşılaşacağı kötü sonuçlar ile tehdit etmek ve<br />
korkutmak öğrencinin daha çok kaygı duymasına<br />
ve doğru bildiklerini de yanlış yapmasına<br />
neden olabilir.<br />
PÇocuğunuzun ergenlik döneminde olduğunu<br />
unutmayın. Ergenlik son derece karmaşık ve<br />
çalkantılı bir dönemdir. Ergenlik dönemindeki<br />
bir genç artık sadece sizin küçük çocuğunuz olmaktan<br />
çıkmış ve neredeyse bir yetişkin olma<br />
yoluna girmiştir. Bu dönemde çocuklarınızla<br />
olan ilişkilerinize ve özellikle iletişim biçimlerinize<br />
çok dikkat etmek zorundasınız. Onlarla<br />
sağlıklı iletişim kurmak istiyorsanız, çocuklarınızla<br />
iş birliği yapma becerinizi geliştirmeniz
gerekecek. Ancak iş birliği yaparsanız birçok<br />
sorunu uzlaşarak çözümleme şansınız olur.<br />
PVerdiğiniz mesajlara dikkat edin. Anne babalar<br />
bazen çocuklarına: “Sınav bizim için önemli<br />
değil, kazanamazsan da olur. Canını sıkma,<br />
kafana takma” gibi önerilerde bulunmaktadırlar.<br />
Ancak eğer anne-baba çocuklarına bunları<br />
söylerken, beden dili ve ses tonları söylediklerini<br />
desteklemiyorsa yani ağızlarından çıkan ile<br />
bedenlerinin söylediği çelişiyorsa öğrenci daha<br />
çok beden diline dikkat edecektir. Yani sizin<br />
kaygılı, üzüntülü halleriniz çocuğunuz tarafından<br />
çok çabuk algılanır.<br />
PZorunluluk ifade eden cümlelerden kaçının.<br />
“En az şu kadar net yapmalısın. Başarılı olmalısın.<br />
Dikkatli olmalısın. Kendini dersine vermelisin.<br />
Bu yıl mutlaka kazanmalısın.” türünden<br />
zorunluluk ifade eden cümleler öğrencinin kaygısının<br />
artmasına neden olmaktadır.<br />
PÇocuğunuzun sınava yüklediği anlamı netleştirmesine<br />
yardımcı olun. Sınav ülkemiz şartlarında<br />
çok anlamlı ve zorunlu olarak öğrencilere<br />
sunulmaktadır. Oysa hayatta mutlu olmanın tek<br />
yolu sınav değildir. Sizler ve çocuğunuz sınava<br />
gerektiğinden fazla anlam yüklememelisiniz.<br />
Çocuğunuzla konuşarak onun istediği mesleklere<br />
karşı olumlu tutum sergilemeniz kendi kararlarını<br />
verebilen özgüvenli bireyler yetiştirebilmenin<br />
altın kuralıdır. Çocuğunuzu gerçekten<br />
istemediği bir mesleğe zorla yönlendirmeniz<br />
onun iç dünyasında oluşan kaygının daha da<br />
çok artmasına neden olacaktır. İnsanlar, kendi<br />
istemedikleri hedefler için gerçek çaba gösteremezler.<br />
Kaygıyı azaltmak için sınavın öneminden<br />
çok mutlu ve verimli bir meslek hayatının<br />
önemini ona aktarmalısınız.<br />
PÇocuğunuza kaygılarını kabullendirin. Çocuğunuz<br />
kaygılarını her zaman dile getirmeyebilir<br />
hatta kaygılarını inkar ediyor ve onlardan<br />
bu yolla kurtulmaya çalışıyor da olabilir. En<br />
korkulan kaygı tipi de budur yani inkar edilen<br />
kaygı. Kaygının boyutu yükseldikçe inkar mekanizması<br />
da o denli güçlü çalışır. Yaptıkları ve<br />
iddia ettikleri arasında bir paralellik yoksa ve<br />
çocuğunuz sürekli başarısızlığına kendi dışında<br />
bahaneler üretiyorsa inkar mekanizması o kadar<br />
güçlenmiş demektir. Onlara kaygı duymanın<br />
normal bir durum olduğunu uygun bir dille<br />
açıklamaya çalışın.<br />
PÇocuğunuzun özel yeteneklerini görmezden<br />
gelmeyin. Herkesin iyi yaptığı bir şey mutlaka<br />
vardır. Herkes aynı tip başarı tanımına göre<br />
değerlendirilemez. Başarısız ve mutsuz bir mühendis<br />
olmaktansa mutlu ve başarılı bir müzisyen<br />
olmak çok daha iyidir. Onların hayatlarına<br />
dair hayaller kurmadan önce yapılması gereken<br />
en önemli şey onun neyi istediği, neye yeteneği<br />
ve ilgisi olduğunu keşfetmenizdir. Çocuğunuzu<br />
iyi tanıyın ve kapasitesini doğru değerlendirerek<br />
gerçekçi beklentiler içinde olun. Her aile<br />
kendi çocuğunun özel olduğunu düşünür. Oysa<br />
her insanın objektif bakıldığında belli alanlarda<br />
kuvvetli yönleri olabildiği gibi belli alanlarda<br />
da zayıf özellikleri olabilir. “Sevmediğiniz ve<br />
yeteneğiniz olamayan bir şeyi yapmak zorunda<br />
bırakılsaydınız siz ne hissederdiniz.” fikrinden<br />
yola çıkmak gerekir ancak beklentileriniz ile<br />
çocuğunuzun yapabilecekleri uyumlu olursa çocuğunuz<br />
daha az kaygı yaşayabilir.<br />
PGereksiz fedakarlık yapmaktan ve bunları çocuğunuza<br />
sürekli hatırlatmaktan kaçının. Bazı<br />
aileler çocukları sınavlara hazırlanırken gereksiz<br />
fedakarlıklarda bulunmaktadırlar. Örneğin<br />
yıl boyunca eve misafir kabul etmemek, evde<br />
televizyonu açmamak, hiçbir yere gitmemek<br />
gibi. Aileler bu sayede çocuklarına fedakarlık<br />
yaptıklarını düşünürken aslında yarattıkları bu<br />
olağanüstü durumla öğrencinin “ailemin bu<br />
fedakarlıklarına karşılık vermek zorundayım.”<br />
biçiminde düşünmesine ve daha fazla kaygılanmasına<br />
yol açabilirler. Özellikle de yapılan<br />
bu fedakarlıkların tekrar tekrar hatırlatılması<br />
öğrenciyi ders çalışamaz hale getirebilir. Sizler<br />
de bu gereksiz fedakarlıkların altında ezilip,<br />
bunların acısını çocuğunuzdan çıkarma yoluna<br />
gidebilirsiniz. Sizin de bir hayatınız olduğunu<br />
unutmayın.<br />
PAnlayışlı ve destekleyici olun. Kaygının yoğunlaşması<br />
ile birlikte çocuklarınız kendilerini<br />
daha çaresiz ve çözümsüz hissedebilirler. Bu<br />
nedenle daha tepkisel olabilirler. Daha önceden<br />
kızmadıkları şeylere şimdilerde daha sert tepkiler<br />
gösterebilirler. Bu durumun geçici olduğunu<br />
düşünerek çocuğunuza karşı anlayışlı olmaya<br />
çalışın.<br />
PÇocuğunuzu hiçbir zaman başkalarıyla kıyaslamayın.<br />
“Kuzenin ODTÜ’ye girdi, sen de<br />
girmelisin” türünden yaklaşımlar çocuğunuza<br />
zarar verebilir. Her birey ayrı bir kişiliktir. Çocuğunuzu<br />
ancak gereken durumlarda sadece<br />
kendisiyle kıyaslayabilirsiniz. Yani önceki davranış<br />
biçimleriyle, şimdiki davranış biçimlerini<br />
karşılaştırarak arada gözlemlediğiniz değişimleri<br />
ortaya koyabilirsiniz.<br />
Sonuç olarak, aileler sınırlarının farkında olmalıdırlar.<br />
Güven ve sorumluluk vermeli, önemsemeli,<br />
olumlu geri bildirimde bulunmalıdır.<br />
Sınavı yüceltmemek, ölüm kalım sorunu yapmamak,<br />
aksine yüreklendirici davranmak gerekir.<br />
Çocuklar koşulsuz sevilmelidir. Aile bireyleri<br />
uygun rol modeli olmalı, uygun aile ortamı<br />
sağlamalı ve uygun problem çözme davranışları<br />
geliştirilmelidir.<br />
Büyük gazetelerimizin birinde<br />
yönetici semineri veren<br />
uzman, Türklerin dünyada<br />
en kötümser milletlerden<br />
biri olduğunu iddia etmiş ve<br />
küçük bir test yapmış. Bitişik<br />
sözcüklerden oluşan aşağıdaki<br />
cümleyi birkaç saniyeliğine<br />
gösterip yöneticilerden<br />
okumalarını istemiş:<br />
“THEGODISNOWHERE” katılımcıların<br />
hepsi bu cümleyi:<br />
“THE GOD IS NO WHERE”<br />
yani “TANRI HİÇBİR YERDE<br />
DEĞİLDİR” diye okumuş.<br />
Uzman gülümsemiş “Tam<br />
beklediğim gibi.” demiş. Batı<br />
ülkelerindeki seminerlerde<br />
katılımcılar bu cümleyi şöyle<br />
okumuşlar:<br />
“THE GOD IS NOW HERE”<br />
yani<br />
“TANRI ŞİMDİ BURADA”…<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
9
Tutku OĞUZ<br />
İngilizce Öğretmeni<br />
İNGİLİZCE ÖĞRENİYORUM<br />
İngilizce öğrenimi ve öğretimi coğrafi keşiflerin<br />
başlaması, teknolojinin gelişimi ve<br />
aynı zamanda iletişimin hızlı ve anlaşılabilir<br />
olması maksadıyla ortaya çıkan “ortak dil”<br />
ihtiyacıyla hız kazanmıştır. Günlük hayatta sık<br />
sık kullanmış olduğumuz ve kullanmaya devam<br />
ettiğimiz teknoloji temelli ürünlerin pek çoğu<br />
İngilizce dilindedir. Bilgisayar yazılımlarında,<br />
akıllı telefonlarda ve pek çok elektronik alette<br />
kullandığımız İngilizce, hayatımızın her alanında<br />
kendini bize göstermektedir.<br />
Eğitim açısından baktığımızda İngilizcenin<br />
akademik alanda ilerlemeye etkisi tartışılmazdır.<br />
Dünya çapında yazılan makale ve deneyleri<br />
incelerken İngilizceye ihtiyacımız vardır ki yaptığımız<br />
araştırmanın geçerliliği ve güvenirliği<br />
daha üst seviyelere taşınabilsin.<br />
Sosyal hayatımızda İngilizce bilmek çok önemli<br />
gibi görünmese de yeni ve farklı kültürlere<br />
ait insanlarla tanışmanın verdiği keyif ve açtığı<br />
ufuklar bambaşkadır. İngilizce sizi dünyaya<br />
yaklaştıran, aynı zamanda dünyanın geri kalanını<br />
kapı komşunuzdan daha yakın hale getiren<br />
bir araçtır.<br />
Şimdiye değin pek çok dil öğretme ve öğrenme<br />
yöntemi en hızlı ve en iyi İngilizce için denenmiş<br />
ve denenmeye devam etmektedir. Teknolojinin<br />
hızla yayılmasıyla önceleri manuel olarak<br />
hazırlanan etkinlik ve alıştırmalar, şimdi daha<br />
kısa zamanda daha çeşitli, eğlenceli ve anlaşılabilir<br />
olarak bize sunulmaktadır. Okulumuzda İngilizce<br />
dersleri, en son teknoloji ile geliştirilen,<br />
aynı zamanda modern yöntem ve teknikler ile<br />
her zekâ tipi ve seviyesine ait öğrencilerimizde<br />
bireysel gelişimin ve tam öğrenmenin yapılandırmacı<br />
yaklaşım temelinde gerçekleşebilmesi<br />
amacıyla işlenmektedir.<br />
Dil öğreniminde en temel kavram işlevsellik<br />
ve gerçekçiliktir. Yani gerçek hayatla ilişkilendirilmiş,<br />
yapay olmayan (authentic) dil yaşama<br />
alanı bulup gelişeceğinden, <strong>Metod</strong> Kolejinde<br />
Matematik ve Fen Bilgisi dersleri ana dile ilaveten<br />
İngilizce olarak da verilmekte ve öğrencilerin<br />
dille olan ilişkileri artırılarak İngilizceyi<br />
daha çok benimsemeleri sağlanmaktadır. Bu<br />
sayede basit olarak düşünüldüğünde, Howard<br />
Gardner’ın çoklu zekâ teorisindeki her bir<br />
zekâ türüne (sayısal zekâ, sözel zekâ, doğasal<br />
zekâ, kinestetik zekâ, müziksel zekâ, içsel zekâ,<br />
uzamsal zekâ ve sosyal zekâ) hitap eden ders ve<br />
konu içerikleriyle İngilizceyi öğrenen ve seven<br />
öğrenci sayısındaki artış kaçınılmazdır.<br />
<strong>Metod</strong> Kolejinde öğrenciler öğretmenlerinden<br />
öğrendikleri bilgileri kendileri yapılandırırlar.<br />
Öğretmen, öğrenciler için sadece yol gösterendir.<br />
Asıl bilgiyi öğrenecek, yapılandıracak,<br />
üretecek olan öğrencidir. Araştıran, üreten, okuyan,<br />
sorgulayan, çağdaş, modern ve duyarlı hem<br />
anadiline hem İngilizceye hâkim bireyler yetiştirmek<br />
temel gayemizdir.<br />
10 <strong>Metod</strong>ergi
HER ALANDA İNGİLİZCE<br />
Değişen ve gelişen dünyada güçlü, başarılı,<br />
mutlu birer dünya vatandaşı<br />
olarak yetişmesini hedeflediğimiz<br />
öğrencilerimizi, sorgulayan, araştıran, yaparak<br />
yaşayarak öğrenen, öğrendiği bilgileri içselleştiren,<br />
gelişmeye istekli ve bunun için yeterli<br />
beceri ve niteliklere sahip bireyler olarak donatmayı<br />
hedeflemekteyiz.<br />
Okulumuzda 21. yüzyıl becerilerine ulaşmak<br />
için kullanılan eğitim tekniklerine ve yaklaşımlarına<br />
paralel bir biçimde Matematik ve Fen<br />
Bilimleri dersleri aynı zamanda İngilizce olarak<br />
da verilmektedir. Bu dersler sayesinde öğrenciler<br />
ingilizceyi sadece bir ders olarak değil, aktif<br />
olarak kullanabilecekleri bir dil olarak benimsemektedirler.<br />
Yabancı dilin, sadece müfredatın<br />
bir parçası olarak görülerek haftada belli saatlerde<br />
verilmesiyle öğrencilerin bu dile hâkim olmalarını<br />
beklemek doğru bir yaklaşım değildir.<br />
İngilizce olarak verdiğimiz Fen ve Matematik<br />
eğitimleriyle öğrenciler bu derslerin kapsadığı<br />
uluslararası kazanımlara erişirken İngilizceyi de<br />
bir ders olmaktan çıkarıp hayatlarına entegre ettikleri,<br />
aktif kullanabildikleri ve kendilerini ifade<br />
edebildikleri bir dil haline getirmektedirler.<br />
Öğrenim programlarımız öğrencileri üst düzey<br />
bilişsel kazanımlara ulaştırmakta, Matematik ve<br />
Fen Bilimleri derslerini anadilinde ve İngilizce<br />
veren öğretmenlerimiz ve İngilizce zümresi,<br />
kendi alanlarındaki öğretmenlerle ve diğer branş<br />
öğretmenleriyle iş birliği içinde çalışmaktadır.<br />
Böylece öğrencilerimiz, yeni karşılaştıkları<br />
konularda ve kavramlarda bir çalışma üretmek<br />
veya bilgiye ulaşmak için öğretmenlerinin rehberliğinde<br />
çeşitli uzmanlık alanlarını ve geçmiş<br />
bilgilerini kullanmaya davet edilmektedirler.<br />
Müfredatlar arası bağlantıları fark ederek bilgiyi<br />
yapılandırmaları öğrencilerimiz için daha<br />
derin ve kalıcı öğrenme fırsatları sunmaktadırlar.<br />
Özgünlük, kişisel anlam, yaratıcılık ve risk<br />
alma gibi nitelikler bu tür bir çalışmayla ilişkilidir<br />
ve değişen modern dünya ihtiyaçlarına cevap<br />
verebilecek bireylerde bulunması beklenen<br />
niteliklerdir. Bu yaklaşım öğrenciler arasında<br />
sıklıkla hayran kaldığımız türde çalışmaların altında<br />
yatan entegre çalışma becerisinin özelliklerini<br />
ortaya koymakta ve öğrencilerimizin nerelerde<br />
desteğe ihtiyaç duyduğunu görmemize<br />
Nihal YILDIZ<br />
İngilizce Öğretmeni<br />
yardımcı olmaktadır. Öğrencilerimiz kendilerine<br />
kazandırılan becerilerle kendi eğitimlerinin<br />
sorumluluğunu aldıkça, ihtiyaçlarını daha net<br />
olarak ortaya koyabilmekte ve hem öğretmenleri<br />
hem de kendileri bu yönde çok daha sağlam<br />
adımlar atabilmektedir.<br />
Sonuç olarak, eğitim birbirinden bağımsız bilgiler<br />
topluluğu olarak görülemeyecek kadar iç içe<br />
geçmiş bir disiplinler bütünüdür. Okulumuz da<br />
yarınlarımız olan çocuklarımızı gelişen ve değişen<br />
dünya koşullarında kendini bu hızlı gelişim<br />
ve değişime adapte edebilen başarılı ve mutlu<br />
bireyler olarak yetiştirmeyi hedeflediğinden,<br />
İngilizceyi sadece gramer öğretimi olmaktan<br />
çok ötelere taşımayı amaç edinmiştir. Ana dilde<br />
verilen değişik branşlardaki eğitim, İngilizce<br />
verilmekte olan Fen Bilimleri ve Matematik<br />
dersleri ve bunları pek çok boyutta destekleyen<br />
İngilizce dersleri, öğrenci merkezli eğitim yaklaşımları<br />
ile sunulduğunda öğrencilerimizin 21.<br />
yüzyılın ihtiyaçlarına hazır olmaları kaçınılmazdır.<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
11
CERN<br />
Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire<br />
TEKNOLOJİNİN SINIRLARINI ZORLAYAN<br />
MÜHENDİSLER<br />
M. Hakan KIZILTOPRAK<br />
TOBB CERN Sanayi İrtibat Temsilcisi<br />
İnsanoğlunun son 230 yılda, dört kez Endüstri<br />
Evreni kavrayışımızı artırmak için tasarladığı<br />
deneyler, parçacık fiziği deneyleri,<br />
mühendislerin önüne son derece zorlu hedefler<br />
koyuyor. Yapılan parçacık fiziği deneylerinde<br />
kullanılan düzeneklerin her biri, birer mühendislik<br />
harikası olarak ortaya çıkıyor. Bu özel<br />
tasarım düzeneklerinde kullanılan teknolojiler<br />
ise zaman içinde geniş kullanım alanları bularak<br />
günlük hayatımızın birer parçası haline geliyor.<br />
Dünyanın en büyük parçacık fiziği araştırma<br />
laboratuvarı olan CERN’de, araştırmacı kadrosunda<br />
çalışan fizikçilerden 10 kat daha fazla<br />
mühendis ve teknisyen çalışıyor. Bunun nedeni,<br />
CERN’de yapılan araştırmaların, atomik boyutlardan<br />
devasa boyutlara kadar teknolojinin<br />
sınırlarını zorlayan mühendislik çalışmaları gerektiriyor<br />
olması. Aslında sözü geçen bu araştırmalar<br />
fizikçi-mühendis-teknisyen üçlüsünün<br />
iş birliği sayesinde gerçekleşiyor. Mühendisler,<br />
fizikçilerin araştırmalarını yapabilmek için ihtiyaç<br />
duydukları makineleri üretir; teknisyenler<br />
ise bu sistemlerin düzgün çalıştırılmasını sağlayarak<br />
gerektiğinde bakımlarını ve tamirini<br />
yapar. Mühendisler ve teknisyenler böyle bir<br />
atmosferde kazandıkları tecrübeyle uzmanlık<br />
alanlarının endüstriyel uygulamalarında da<br />
önemli kapıları aralar. Örneğin, parçacık hızlandırıcılarının<br />
kurulması için tüneller kazılması<br />
ve çok büyük altyapı projelerinin oluşturulması<br />
inşaat mühendisleri sayesinde olur. Elektrik,<br />
elektronik, kontrol, bilgisayar, malzeme, makine<br />
ve diğer alanlardaki mühendisler ve teknisyenler<br />
ise son derece karmaşık bileşenlerin<br />
tasarlanması, üretilmesi ve kurulmasında rol<br />
oynarlar.<br />
HANGİ BİLEŞENLERDEN BAHSEDİYO-<br />
RUZ?<br />
Parçacıkların hızlandırıcının içinde itilebilmeleri<br />
için doğru şekilde ve büyüklükte imal edilmesi<br />
gereken radyofrekans kovukları, dairesel<br />
hızlandırıcılardaki kıvrımlarda parçacık demetlerini<br />
yönlendirecek ve onları odaklayacak özel<br />
üretim elektromıknatıslar, mıknatıslardaki tellerin<br />
dirençsiz bir şekilde yani enerji kaybı olmadan<br />
elektriği taşıyabilmeleri için mutlak sıfıra<br />
yakın sıcaklıkta süperiletken halde bulunmalarını<br />
sağlayan devasa soğutma sistemleri, parçacık<br />
demetlerinin hızlandırıcı içinde rahatça dolaşabilmelerini<br />
sağlayabilmek için vakum sistemleri...<br />
Sadece parçacık hızlandırıcıları değil, parçacık<br />
algıçları da birçok mühendislik çözümleri<br />
gerektirmektedir. Algıç sistemlerinin bileşenleri<br />
ve alt sistemleri, uyum içinde çalışmaları için<br />
12 <strong>Metod</strong>ergi
irleştirilmeden önce ayrı ayrı tasarlanır, üretilir<br />
ve testlerden geçirilir. Kilometrelerce kablolama,<br />
binlerce elektriksel ve elektronik bileşen,<br />
parçacık algıçları mühendisliğin son derece karmaşık<br />
bir başarısı olarak karşımıza çıkar. İşte<br />
bu sebeplerden dolayı CERN gibi temel bilim<br />
araştırmalarının yürütüldüğü laboratuvarlarda<br />
mühendisler yaşamsal önem taşır. Deneysel fiziğin<br />
sınırlarını zorlayarak doğa hakkında yeni<br />
bilgilere ulaşabilmemiz onların inşa ettikleri en<br />
ileri düzeydeki makine ve sistemlerle mümkün<br />
olur.<br />
CERN ve BİLGİ TRANSFERİ<br />
CERN’ i bu kadar önemli kılan, aslında bu deneyleri<br />
yapabilmek için 1954’te başlayan Ar-Ge<br />
süreci oldu. Gelinen teknik noktaya ulaşabilmek<br />
için mühendislik birimleri ile pek çok üniversite<br />
ve bilim insanı el ele vererek sanayide üretim<br />
yapan kurum ve kuruluşlar kanalı ile elde edilen<br />
bilgileri paylaştı. Şu anda bu teknik deneylere<br />
ev sahipliği yapan tesislerin inşa sürecinde<br />
sağlıktan mikro-elektroniğe, güneş enerjisinden<br />
bilgisayar modellemelerine kadar pek çok alanda<br />
yeni keşifler yapıldı. İşte bunlardan bazıları:<br />
PWorld Wide Web (www) ilk olarak CERN’de<br />
çalışan bir İngiliz tarafından 1989 yılında teklif<br />
edildi. CERN’ in ve dünyanın ilk www sunucuları<br />
ve web sitesi 1990 yılında CERN’de<br />
hizmete girdi.<br />
PBugün elimizden düşürmediğimiz cep telefonları<br />
ve tabletlerimizde kullanılan dokunmatik<br />
ekran ve bilgisayarlarımızdaki fare teknolojileri<br />
ilk defa CERN’de kullanıldı.<br />
PKanser alanında kimyasal (kemoterapi) tedavilere<br />
cevap vermesi zor, ameliyat veya<br />
radyoterapi mümkün olmayan kanserli tümörlerin<br />
noktasal olarak vurularak yok<br />
edilmesinin önünü açan HADRON (Proton) Terapisi<br />
CERN’in paylaşımı ile modellendi.<br />
Bugün pek çok ülkede kullanıma girdi.<br />
PCT ve PET-Scan olarak bilinen tomografi cihazlarının<br />
görüntüleme teknolojileri CERN ile<br />
gerçekleşti ve geliştirilmeye devam ediyor.<br />
PMedikal ve endüstriyel alanda kullanılan pek<br />
çok izotop CERN tarafından bulundu.<br />
PGüneş enerji panellerinde verimi en üst noktaya<br />
taşıyan ultra yüksek vakum teknolojisi<br />
CERN tarafından bulundu ve patentlendi.<br />
PHalojensiz kablo kullanımı CERN tarafından<br />
1980 yılında başlatılan girişim ve araştırmalarla<br />
günümüze geldi.<br />
Yukarıda verilen örnekler haricinde kriyojenik<br />
valfler, makaslı hidrolik taşıyıcılar, hasarsız metal<br />
tarayıcılar, özel basınçlı kaplar, özel Getter<br />
ve Paladyum film kaplamaları, süper iletken<br />
akım taşıyıcı kablolar gibi pek çok buluş; CERN<br />
de yaşanan ihtiyaçlardan doğarak bu ihtiyaçlara<br />
cevap vermek üzere bilgilerin sanayi ile paylaşılması<br />
sonucu araştırılmış ve doğmuştur.<br />
CERN Bilgi Transfer Ofisi ise işbirlikleri ve/<br />
veya lisanslama yöntemleriyle CERN’de geliştirilen<br />
teknolojilerin transferine izin veriyor.<br />
CERN ortak üyeliğimiz ile açılan bu fırsatlara<br />
ve mevcut teknolojilere “CERN Knowledge<br />
Transfer” sitesinden ulaşılabilir.<br />
CERN’DE TEKNOLOJİK YENİLENME<br />
2010’lu yıllarda yapımı tamamlanarak deneylere<br />
başlanan ve CERN’de şu anda faaliyet gösteren<br />
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (BHÇ) yenileniyor.<br />
Daha yüksek enerjili ve daha yüksek<br />
sayıda çarpışmalara hazırlanan BHÇ’deki bu<br />
teknolojik yenilenme aynı zamanda bu çarpışmaları<br />
yakalayan algıç ve veri toplama/depolama<br />
sistemlerinde de yapılacak pek çok değişikliği<br />
beraberinde getirecek. Kurulu sistemlerin<br />
yaklaşık %40-45’nin değişikliğini içerecek bu<br />
altyapı çalışmaları için düğmeye basıldı ve<br />
2023 senesine kadar sürecek pek çok alım ve<br />
ihale duyuruları başladı.<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
13
ASLANLAR ŞEHRİ<br />
LVİV<br />
Selam Arkadaşlar,<br />
Bugün size Ukrayna’nın Lviv şehrinden<br />
bahsedeceğim. Varşova’da yaşadığım sürece<br />
Polonyalı ev arkadaşım devamlı: “Zamanın<br />
olursa Lviv’e git.” derdi. Bu, aklımın bir köşesine<br />
yerleşmişti. Babamın Polonya’ya gelmesiyle<br />
Lviv biletlerini aldım. Lviv Varşova’dan 350<br />
km uzaklıkta ama yolların durumundan dolayı<br />
otobüsle yaklaşık dokuz saat sürüyor. Aldığım<br />
bilgilere göre Türkiye’den Lviv’e direkt uçuşlar<br />
da mevcutmuş. Neyse babamla sabah erken saatte<br />
kalkıp Varşova Otobüs Terminaline gittik.<br />
Yola çıktık. Polonya - Ukrayna sınırında yaklaşık<br />
iki üç saat bekledikten sonra Lviv’e geldiğimizde<br />
hava yeni yeni kararmaya başlamıştı.<br />
Hotelde yerimizi önceden ayırtmıştım ama nasıl<br />
gideceğimiz hakkında pek bilgim yoktu. Lehçe<br />
ile Ukraynaca biraz benzediği için insanlarla anlaşabildim.<br />
Bu arada Lviv’de Ukrayna’nın diğer<br />
şehirlerinde olduğu gibi Rusça konuşulmuyor.<br />
Takside de ne taksimetre var ne de taksi yazısı.<br />
Neyse bindik hotelin yakınına bıraktı bizi. Kafasına<br />
göre bir fiyat söyledi biraz pazarlık yapınca<br />
uygun fiyata gidebildik, ama siz siz olun<br />
binerken baştan pazarlık edin. Sonunda hotele<br />
yerleştik. Ertesi gün kalktık ve şehri gezmek<br />
üzere yola çıktık. Lviv şehrinin mimarisinde<br />
Almanya ve Sovyet Rusya’nın esintileri hakim.<br />
Kendimizi şehrin kalbi sayılan eski yapıların<br />
en yoğun olduğu Rynok Meydanında bulduk.<br />
Rynok Meydanı etrafında hoş restaurantların<br />
ve kafelerin bulunduğu güzel bir meydan. Meydanda<br />
meşhur Diana Çesmesi’nin yanında Lviv<br />
Kahve Madeni var. Lviv’in en taze ve lezzetli<br />
kahvelerini burada deneyebilirsiniz. Lviv’den<br />
kumda Türk kahvesi içmeden dönmeyin derim.<br />
Eğer benim gibi kahve vazgeçilmeziniz<br />
ise Lviv şehrine bayılacaksınız. Ücretsiz kahve<br />
madenini mutlaka gezin. Ha unutmadan ayakkabı<br />
seçiminizi iyi yapmanızda fayda var. Merkez<br />
dışındaki yerler genellikle yokuş ve taşlı.<br />
Ayrıca Rynok Meydanı’nın ortasında bulunan<br />
Belediye Binası’nın içindeki 3000 bin basamaklık<br />
kuleye çıkıp şehrin muhteşem manzarasının<br />
tadını çıkarabilirsiniz. Polonya’da olduğu gibi<br />
Ukrayna’da da Rusya ve Putin nefretini sokak<br />
satıcılarının sattığı ürünlerde görmeniz mümkün.<br />
Rynok Meydanı’ndan çıktıktan sonra yakınlarda<br />
bulunan ve dünyanın ünlü markalarının<br />
süslediği Shevchenka Avenue Caddesi karşınıza<br />
çıkacak. Öğle yemeğinizi şehrin her yerinde<br />
bulunan kruvasan kahve evlerinde yiyebilir, damağınız<br />
yeni lezzetlere açıksa da Ukrayna’nın<br />
ünlü pancar çorbasının tadına bakabilirsiniz.<br />
Sonrasında Lviv Opera Binası’ndan akşam için<br />
opera biletlerinizi alabilirsiniz, eğer gittiğiniz<br />
hafta etkinlik varsa kesinlikle seyredin derim.<br />
Opera Binası’nın içi sizi bambaşka bir zamana<br />
Cem ELİBOL<br />
götürecek. Biletler de Avrupa fiyat ortalamasıyla<br />
karşılaştırılınca oldukça uygun. 1896 yılında<br />
yapılan bina dışarıdan bakılınca pek ihtişamlı<br />
durmasa da içinde bir hazine gizli. Opera Binası’nın<br />
çıkışında bulunan parkta insanların satranç<br />
oynadıklarını göreceksiniz. Şehrin sanata<br />
ve kültüre gereken değeri verdiğini orada bulunduğunuz<br />
süre içinde siz de anlayacaksınız. Şehri<br />
otobüsle uygun fiyatlara gezebiliyorsunuz. Gezinin<br />
başında size opera bileti hediye ediyorlar.<br />
Aklınızda olsun ilk olarak otobüsle bir tur yapıp<br />
sonra hediye biletinizle operaya gidebilirsiniz.<br />
Opera Binası’nın sağından yokuş yukarı çıktığınız<br />
zaman Lviv Üniversitesi ana binasına geliyorsunuz.<br />
Eski bir bina olan ana bina, mimarisi<br />
ile sizi etkileyecektir. Ana binadan çıkıp biraz<br />
devam ettiğinizde karşınıza 1744-1761 yıllarında<br />
yapılmış olan St. George Katedrali gelecek.<br />
İçini gezerken, çocuklar için dini eğitim verilen<br />
sınıfları görebilirsiniz. Doğu Avrupa ülkelerinin<br />
hepsinde karşılaştığımız dindarlığa burada<br />
da rastlamak mümkün. Ama Lviv’i diğer Doğu<br />
Avrupa şehirlerinden ayıran şey insanlarında<br />
ırkçılık sorununun olmaması ve Türk turistlere<br />
bayağı iyi uyum sağlayıp benimsemiş olmaları.<br />
Katedralin biraz ilerisinde bulunan tarihi tren<br />
istasyonunu gezdikten sonra size kendinizi eski<br />
köy pazarlarında gibi hissettirecek meyve sebze<br />
pazarına doğru yola koyulmanızı öneririm. Bu<br />
14 <strong>Metod</strong>ergi
pazar köylü yaşlı kadınların bahçelerinden getirdikleri<br />
ürünleri bulabileceğiniz bir pazar. Ben<br />
gezerken çok keyif aldım. Sonraki tavsiyem ise<br />
biraz tuhaf gelecek olsa da Lychakiv Mezarlığı.<br />
Bu mezarlıkta Ukrayna’nın önde gelen insanlarının<br />
mezarları bulunuyor. Mezarların şekli ve<br />
başlarındaki heykeller beni etkilediği gibi sizi<br />
de etkileyecektir. Alışveriş yapmak isterseniz<br />
opera binası çıkışının hemen solunda bulunan<br />
ve haftanın her günü açık olan pazarı ziyaret<br />
edip el yapımı ahşap ürünlerden veya Lviv<br />
kahve takımlarından almanızı öneririm. Her<br />
bütçeye uygun konaklayabileceğiniz yerler ve<br />
restaurantlar bulabileceğiniz namıdiğer aslanlar<br />
şehri Lviv için Prag’ın nehirsiz hali diyebilirim.<br />
Gelmenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.<br />
Bir sonraki yazımda uzun bir aradan sonra tekrar<br />
gittiğim ve gitmekten de her zaman zevk<br />
aldığım İtalya’nın efsane başkenti Roma’dan<br />
bahsedeceğim.<br />
Sevgiyle kalın...<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
15
İNOVASYON<br />
Ömer Serdağ TOKLU<br />
Elektrik-Elektronik Mühendisi<br />
Ekonomilerde Büyümenin Anahtarı…<br />
İnovasyon, 2000’li yıllarla birlikte özellikle<br />
teknoloji alanında hayatımıza girmeye<br />
başlayan bir kavram. Öte yandan günlük<br />
yaşamda en çok teknoloji ürünlerinde örneklerini<br />
görsek de, inovasyon aslında her türlü ürün,<br />
hizmet ve pazarlama, organizasyon ve iş yapış<br />
yöntemlerinde uygulanabilen bir yaklaşımdır.<br />
Günümüzün, şartları giderek zorlaşan global<br />
ekonomilerinde rekabette var olabilmek için,<br />
şirketlerin inovasyonu bir kültür olarak benimsemeleri,<br />
hayata geçirmeleri ve sürekli hale getirmeleri<br />
kaçınılmaz bir gereksinim olmuştur.<br />
Küresel rekabette artık inovasyon, krizlerle boğuşan<br />
dünya ekonomisinin, gelecek için önemli<br />
çıkış noktalarının başında gelen stratejik bir<br />
olgu haline gelmiştir.<br />
İnovasyon süreci, bilginin ekonomik ve toplumsal<br />
faydaya dönüştürülmesi olarak tanımlanır.<br />
Bu nedenle de teknik, ekonomik ve sosyal süreçlerin<br />
oluşturduğu bir bütündür. İnovasyonun<br />
en temel bileşenlerini, yaratıcı bir fikir buluş/patent<br />
ve onu hayata geçiren dinamik girişimciler<br />
olarak tanımlamak mümkündür.<br />
İnovasyon Çeşitleri<br />
İnovasyon denilince sadece teknoloji alanında<br />
özgün, yenilikçi ürün çıkarmak anlaşılmamalı.<br />
Bugün inovasyonu 3 ana kategoride ele alabiliriz:<br />
a)Ürün / Hizmet İnovasyonu<br />
Bir işletmenin farklı, yeni, değişik bir ürün geliştirmesi<br />
ve bunu pazara sunması ürün inovasyonu<br />
yapması anlamına gelir. Ancak işletmelerin<br />
ürün inovasyonu yapmak için yeni bir ürün<br />
geliştirmeleri gerekmez. Bir firma, sektöründeki<br />
rekabet gücünü yükseltmek için, mevcutta var<br />
olan ürünlerini daha iyi, daha kaliteli, daha üstün<br />
özelliklerde yapmak için değiştirir ve farklılaştırırlarsa<br />
da ürün inovasyonu yapmış olur.<br />
Örneğin mobil telefonlara zamanla ön kamera,<br />
el feneri ve telefonun parmak izi ile açılabilme<br />
özelliğinin eklenmesi birer ürün inovasyonudur.<br />
İşte buna benzer ürün inovasyonları ortaya çıkarmak<br />
adına gerekli teknolojik AR-GE çalışmalarını<br />
yapan, tasarımları gerçekleştiren ve<br />
bunları pazara ilk sunan firmalar her zaman rakiplerine<br />
karşı avantaj kazanmaktadır. Firmalar<br />
daha önce yapılmamış bir ürün ortaya çıkarttığında<br />
veya yeni bir teknoloji geliştirdiklerinde<br />
uluslararası patent alarak bunlara dair haklarını<br />
korurlar.<br />
Bir işletmenin yeni, farklı ve değişik bir hizmet<br />
geliştirip bunu müşterilerine sunması hizmet<br />
inovasyonudur. Ürün inovasyonunda olduğu<br />
gibi, hizmet inovasyonunda da daha önce sunulmayan<br />
bir hizmeti sunmak şart değildir.<br />
Sunulmakta olan hizmetleri daha çok müşteri<br />
çekecek ve böylelikle rekabet avantajı sağlayacak<br />
şekilde değiştirmek ve farklılaştırmak<br />
da hizmet inovasyonu yapmak anlamına gelir.<br />
Bir hastanenin hastalarına tahlil sonuçlarını elden<br />
vermek yanında internet sitesi üzerinden de<br />
verebiliyor olması bir hizmet inovasyonudur.<br />
Hizmet inovasyonuna bir başka örnek de bankaların<br />
kredi kartı promosyonlarının takip edilmesi<br />
ve başvurulmasına olanak sağlayan mobil<br />
uygulamalardır. Ülkemizde bu uygulamayı ilk<br />
geliştiren banka bu alanda uzun süre yalnız kaldı<br />
ve müşterilerin gereksinimlerine cevap vererek<br />
bunu avantaja çevirdi.<br />
b)Organizasyonel İnovasyon<br />
Bir işletmenin rekabet avantajı yakalayıp bunu<br />
koruyabilmesi için, çalışma ve iş yapış yöntemleri<br />
geliştirme, farklılaştırma ve yenileme<br />
faaliyetleri organizasyonel inovasyon olarak<br />
adlandırılır. Örneğin bir firmanın Japonlar tarafından<br />
1990’larda geliştirilen “sürekli iyileştirme”<br />
(kaizen) yöntemini kullanmaya başlaması<br />
bir organizasyonel inovasyondur. Bu yönteme<br />
göre, işçiler de dahil olmak üzere, bir firmadaki<br />
tüm çalışanlar yaptıkları işle ilgili süreçleri iyileştirme<br />
konusunda söz sahibidir<br />
ve sürekli olarak bu iyileştirme fikirlerine kafa<br />
yorarlar. Önerilen iyileştirme fikirleri yöneticiler<br />
tarafından değerlendirilir ve uygun bulunanlar<br />
uygulamaya konulur.<br />
c)Pazarlama İnovasyonu<br />
Ürün ve hizmetlerde farklı, değişik ve yeni tasarımların,<br />
ambalajların ve pazarlama yöntemlerinin<br />
geliştirilmesi veya uyarlanarak kullanılması<br />
ile bir firmanın rekabet gücünün yükseltilmesidir.<br />
Örneğin gıda ürünlerinde kilitli ambalaj kullanımı<br />
ve etkinlik biletlerinin internet üzerinden<br />
online satılmasına imkan sağlayan bir site kurulması<br />
birer pazarlama inovasyonudur.<br />
16 <strong>Metod</strong>ergi
İnovasyon Nedir? Ne Değildir?<br />
Pİnovasyon, bir firmanın diğer faaliyetlerinden<br />
soyutlanmış bir faaliyet değildir. Aksine, firmadaki<br />
tüm faaliyetleri kapsar ve bütünsel yaklaşım<br />
gerektirir.<br />
Pİnovasyon, içerisinde orijinallik, farklılık, değişiklik<br />
ve yenilik barındırdığı için her zaman<br />
yaratıcı bir fikirden kaynaklanır. Ancak bu yaratıcı<br />
fikir hayata geçirildiği, ürüne hizmete ve<br />
sürece yansıtılabildiği ve de bundan bir kâr elde<br />
edildiği noktada inovasyondan söz edilebilir.<br />
PSürdürülebilir inovasyon için, organizasyonel<br />
yapı oluşturmak amacı ile farklı bir kültür ve<br />
anlayış gerekir; bu da ancak geniş bir vizyona<br />
sahip, değişime ve gelişmeye açık yöneticiler ve<br />
çalışanlarla mümkün olabilir.<br />
PAraştırma-Geliştirme (Ar-Ge), inovasyon için<br />
gereken en önemli faaliyetlerden biridir. Ancak<br />
girişimsel inovasyon yoksa diğer bir deyişle<br />
Ar-Ge’yi yapanların girişimcilik niteliği yoksa,<br />
değer yaratılamaz; Ar-Ge sonuçları inovasyona<br />
dönüştürülemez. Dolayısıyla teknoloji tabanlı<br />
firmalar dışında kalan tüm firmalarda yürütülen<br />
inovasyon çalışmaları sadece ürün/hizmet inovasyonunu<br />
değil, organizasyonel inovasyon ve<br />
pazarlama inovasyonunu da kapsar. Kaldı ki,<br />
teknoloji tabanlı firmalarda her ne kadar ağırlık<br />
teknolojik inovasyona veriliyorsa da organizasyonel<br />
ve pazarlama inovasyonuna yeterli kaynak<br />
ayrılmadan başarılı olunması beklenemez.<br />
Pİnovasyon icat değildir. İcatların sonuçlarından<br />
yararlanabilir ancak asıl önemli olan ekonomik<br />
getirisi olan, henüz yapılmamış, bilinmeyen<br />
bir şeyleri yapmaktır. Bu nedenle de fikirler<br />
ve kavramlar önem kazanır. Elektrikli süpürge<br />
J. Murray Spengler tarafından icat edilmiş olsa<br />
da ticarileştirilmesini ve satışını W. H. Hoover<br />
adlı bir deri imalatçısı gerçekleştirmiştir. Bunun<br />
için de Spengler adı değil, Hoover adı dünya çapında<br />
tanınmıştır.<br />
Pİnovasyon, yalnızca çok büyük ve önemli değişiklik<br />
ve yenilikler olarak algılanmamalıdır.<br />
Aksine günlük hayatın basit problemlerini çözen<br />
küçük değişik ve yenilikler de ticari olarak<br />
büyük bir potansiyele sahip olabilir.<br />
Pİnovasyonun şirket içinde bu iş için görevlendirilmiş<br />
belli başlı kişilerin işi olduğu yanılgısına<br />
düşülmemelidir. Şirketin hemen hemen<br />
tüm çalışanlarının inovasyon sürecine katılımı<br />
sağlandığında farklı fikirler ve yaratıcılıklardan<br />
yararlanılmış ve dolayısıyla inovasyonun yeni<br />
boyutlarla daha etkili hale gelmesi sağlanmış<br />
olacaktır.<br />
Pİnovasyon, sadece müşterilerin güncel taleplerine<br />
yanıt vermek değildir. Gelecekteki gereksinimleri<br />
tahmin ederek, öncü olarak rekabet<br />
avantajı yakalamak ve teknolojik ilerlemelerden<br />
daha önce fayda sağlamak mümkündür.<br />
İnovasyonun Gücü…<br />
İnovasyon olgusu bugünkü anlamında ortaya<br />
çıkışında, sadece büyük firmaların tekelinde<br />
iken, artık rekabet ortamında yok olup gitmemek<br />
için değişime ayak uydurmak zorunda olan<br />
KOBİ’lerin de iş geliştirme stratejilerinde yer<br />
alıyor. Var olan şirketler büyüme ve sürdürülebilirlik<br />
planlarını inovasyonla daha sağlam temellere<br />
oturturken, yeni girişimlerin de başarılı<br />
olma şansları inovasyona dayalı ürün veya hizmetler<br />
ile daha yüksek olmaktadır.<br />
Dünyanın büyük şirketlerinin ortalama ömrü<br />
40 yıl. Buradan anlaşılıyor ki belirli bir zaman<br />
dünyanın en büyük şirketlerinden biri de olsanız,<br />
değişime ayak uydurmadığınız takdirde,<br />
şirketin çetin rekabet ortamında uzun yıllar kalıcı<br />
olması pek de mümkün olamıyor. Bir başka<br />
deyişle bir dönemin başarılı şirketi olmak, kalıcı<br />
olmaya yetmiyor. Yakın geçmişte mobil telefon<br />
sektöründe yer alan birçok firmanın ve ürünlerinin<br />
değişime ayak uyduramadığı ve beklenen<br />
rekabetçi yenilikleri gerçekleştiremediği için<br />
sektörden adeta silinip gittiğine hepimiz şahit<br />
olduk.<br />
Sonuçları ve getirileri itibari ile bir defalık<br />
çarpıcı ve etkili bir inovasyon yapmış olmaktan<br />
çok, inovasyonu bir beceriye dönüştürmek<br />
yani sürekliliğini sağlamak çok daha stratejik<br />
bir yaklaşımdır. İnovasyonu, değişen tüketici<br />
ihtiyaçlarını, malzeme ve teknolojik konularındaki<br />
gelişimi önceden görerek, dinamik küresel<br />
rekabet koşullarının gerektirdiği “pro-reaktif”<br />
karşılıkları hızla oluşturmak amacı ile ‘sürdürülebilir’<br />
veya ‘ardışık’ yenilikleri yapabilme<br />
yetisi olarak adlandırabiliriz.<br />
Ülkemizde de son yıllarda hizmet veya pazarlama<br />
inovasyonu şeklinde, internet ortamında<br />
ortaya çıkmış ve kısa sürelerde büyüme gerçekleştirmiş<br />
iş girişimlerine rastlamaktayız.<br />
İnternetten yemek siparişi vermek veya etkinlik<br />
bileti almak bir pazarlama inovasyonu sonucuyken,<br />
herhangi bir işi yaptırmak veya evdeki bir<br />
alışveriş ihtiyacını karşılamak üzere internet<br />
veya mobil uygulama üzerinden hizmet satın<br />
alabilmek bir hizmet inovasyonu sonucu mümkün<br />
olmuştur.<br />
Gerçekten de günümüzün dev bilişim şirketlerinin<br />
temellerinin bundan 10-15 yıl gibi kısa bir<br />
süre önce, bir araya gelmiş gençler tarafından<br />
garaj ortamında atıldığı göz önüne getirildiğinde,<br />
inovatif bir fikrin küçük bir başlangıç yatırımı<br />
ve doğru bir strateji ile dev ciroları olan bir<br />
şirkete dönüşme şansı her zaman devam etmektedir.<br />
Sonuç olarak bugün, insanın yaşam kalitesini<br />
yükseltme isteği ve yeniliklerdeki süreklilik<br />
beklentisi inovasyon kavramının temel itici<br />
gücü haline gelmiştir. Günümüzde ulusal ekonomilerin<br />
küresel rekabet edebilirlik düzeyleri<br />
giderek ‘inovasyon’ kabiliyet ve kapasiteleri ile<br />
belirlenmeye başlıyor. Gelişmiş ülkelerin inovasyona<br />
yaptıkları yatırım düzeyleri ile güçlü<br />
ve sürdürülebilir bir ekonomik yapıyı güvence<br />
altına aldıkları ve yükselen bir yaşam kalitesi<br />
yaratmayı başarabildikleri gözlemlenmektedir.<br />
Ülkemizin de ekonomik gelişmişliğinin ve insanımızın<br />
yaşam kalitesinin artırılması için mutlaka<br />
yüksek katma değerli ürün ve hizmet üretimimizin<br />
artması, dünyaya daha fazla marka<br />
ihraç eder duruma gelmemiz gerekiyor. Bunun<br />
da dünyanın gelişmiş ekonomileri ve daha ilerideki<br />
ülkeleri yakalama yarışındaki, gelişmekte<br />
olan ülkelerde olduğu gibi inovasyon ile mümkün<br />
olabileceği açıktır.<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
17
Bürge DEMİRCİOĞLU<br />
Rehber Öğretmen<br />
RÖPORTAJ<br />
POZİTİF PSİKOTERAPİST VE AİLE DANIŞMANI<br />
ÖZDEN YILMAZ BİLGİN<br />
Akran zorbalığı tam olarak neyi ifade<br />
ediyor?<br />
Zorbalık adı üstünde bir kişiye veya<br />
kişilere rızası olmadan, sistematik olarak uygulanan<br />
duygusal, fiziksel ve onu her anlamda<br />
zorlayan çeşitli tacizlerdir. Kişiye kendisini<br />
bitmeyen, sürekli baskı altında hissettirme durumudur.<br />
Zorbalık, şiddet, saldırganlık ve ani<br />
duygusal tepkiler olarak kendini gösterebilir.<br />
Bir anda ortaya çıkıp kaybolabilirler. Ancak<br />
zorbalıkta belli bir davranışın belli kişilere sürekli<br />
uygulanması vardır. Kişinin direnemediği<br />
ve yardım isteyemediği bir pozisyonda kalmasıdır.<br />
Zorbalık davranışı kolayca kopya edilebilen<br />
yaygınlaşan ve ilgi çeken bir davranıştır.<br />
Çünkü çocuklarımız tarafından güç ile ilişkilendirilmiştir.<br />
Bu yüzden zorbalığa uğrayanlar<br />
bu süreci göğüslemekte oldukça güçlük çeker.<br />
Aynı zamanda zorbalık halka halkadır diyebiliriz.<br />
Çekirdekte kurban yani zorbalığa maruz<br />
kalan kişi vardır. Zorbalığı yapan hemen bunun<br />
dış halkasıdır. Ancak burada asıl belirleyici<br />
seyircilerdir. Bu zorbalığı seyreden, uzun süre<br />
ses çıkarmayan buna göz yumanlar. Aslında bu<br />
seyircilerde birer zorba rolündedirler. Müdahale<br />
etmiyor. Kendini problemle ilişkili görmüyor.<br />
Böylelikle aslında durumun bir tarafı haline geliyorlar.<br />
18 <strong>Metod</strong>ergi
Akran zorbalığı ne tür davranışlarla kendini<br />
gösterir?<br />
Bir kişinin başka kişi ya da kişiler tarafından<br />
etiketlenmesi, bu etiketlemenin onun duyacağı<br />
şekilde sistemli olarak sürdürülmesi. Lakap takmak,<br />
bir engeli ya da zorluk durumuyla, ekonomik<br />
durumuyla, boyuyla veya kilosuyla dalga<br />
geçmek olabilir. İtme, vurma şeklinde fiziksel<br />
şiddetle kendini gösterebilir. Akran oyun gruplarına<br />
almamak, sınıf içerisinde oluşan arkadaş<br />
gruplarına dâhil etmemek, onunla konuşan kişilerin<br />
konuşmasını engellemeye çalışmak şeklinde<br />
karşımıza çıkar. Kişi bunun sonucunda<br />
kendini kapana kısılmış ve sonucu değiştiremeyecekmiş<br />
gibi hisseder, bu hissi yaratan sistemli<br />
bütün davranışlara akran zorbalığı diyebiliriz.<br />
Akran zorbalığı dediğimiz durum daha çok<br />
hangi yaş grubunu kapsar?<br />
Akran zorbalığı her yaş grubunda gözlenebilir<br />
ancak farklı şekillerde kendini gösterir mesela<br />
ilkokulda daha çok fiziksel olarak, itme, vurma,<br />
çekiştirme davranışlarıyla karşımıza çıkar<br />
çünkü o yaş grubu henüz sözel boyutu sindirme<br />
anlamında tam olarak gelişememiştir. Daha somut<br />
olarak olumsuz tepkilerini davranışa dökmüşlerdir.<br />
Zorbalığa maruz kalan taraf durumu<br />
değiştirmeye çalışacak cesareti kendinde bulamaz<br />
ve sessiz kalır. Öte yandan ortaokul ve liselerde<br />
ise zorbalık kendini daha çok sözel alanda<br />
gösterir. Artık daha çok duygusal incitme, sosyal<br />
ilişkilere dönük sabote etme davranışları ve<br />
bunları sürekli hâle getirme yani daha incelikli<br />
zorbalık vardır. Biraz daha estetize edilmiştir<br />
ancak yine oldukça sistematik bir saldırganlık<br />
davranışıdır.<br />
Akran zorbalığına uğrayan, zorbalığı gerçekleştiren<br />
ve hatta seyirci kalanlar ne yapmalı?<br />
En önemlisi böylesi bir durum karşısında<br />
ve öncesinde bizler ne yapmalıyız?<br />
Zorbalıkla ilgili olan en önemli şey burada<br />
önleyici tedbirler alabilmektir. Zorbalık ortaya<br />
çıktıktan sonra müdahale etmek ne kadar<br />
önemliyse bu durumu yaratan riskler üzerinde<br />
durmak da aynı derecede önemlidir. Çocukların<br />
kendini yaşamda değerli ve takdir edilmiş hissetmeleri<br />
için en küçük yaşlardan itibaren yetişkinlerin<br />
rolleri çok önemli. Burada çocukların<br />
hayatına temas eden bütün yetişkinleri kastediyorum.<br />
Tabii anne-baba merkezinde. Uygun<br />
ebeveynlik davranışı göstermeyen, çocuğunu<br />
başkalarını memnun etmek zorunda hissettiren<br />
anne-babalar öncelikli meselemizdir. İkinci<br />
olarak da koridorlarda bağıran öğretmenler,<br />
törenlerde öğrencileri farklı grup davranışlarına<br />
davet eden ve bunun için baskı kuran müdürler,<br />
müdür yardımcıları, önleyici tedbirler almayan<br />
okul psikolojik danışmanı... işte bütün bunlar<br />
sorumludur. Bu tarz dokunuşlar, kendisi istemese<br />
bile başkalarını memnun etmek zorundaymış<br />
gibi hisseden çocuklar yaratır. Takdir edilen<br />
ama hayatın zorluklarını da tanıyan çocuklar<br />
yetiştirmemiz gerekiyor. Sorunlarını bizim çözmediğimiz<br />
sadece çözümünde ona rehberlik ettiğimiz<br />
çocuklar.<br />
Çocuklarımızı duygularını ifade edebilmeleri<br />
noktasında desteklemeliyiz. Çocuğumuz bizimle<br />
bütün şeffaflığıyla duygularını paylaşıyor<br />
mu? Bu önemli. Duygularını paylaştığında hissettiği<br />
şeyi ciddiye aldığımızı onu önemsediğimizi<br />
fark edebiliyor mu? Çocuğu duygularıyla<br />
ilgili suçlu hissettirmemeliyiz. Her anlamda, her<br />
alanda sağlıklı iletişim çok önemli.<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
19
BEYİN<br />
Op. Dr. Alp ARSLAN<br />
Beyin ve Sinir Cerrahı<br />
“İnsan beyni anlayabileceğimiz kadar basit olsa bizler öyle<br />
basit olurduk ki onu anlayamazdık.”<br />
Emerson Pugh<br />
Beynimiz iki tip hücreden oluşur. İletişim<br />
kuran nöronlar ve onlara destek<br />
veren glial hücreler. Yaklaşık 1400<br />
gram olan (kadınlarda biraz daha ağır olabilir!)<br />
beynimiz yaklaşık yüz milyar nöron aracılığı ile<br />
kendisiyle ve vücutla bağlantı kurar. Peki nasıl?<br />
Nöron bir kısmından diğerine elektrik sinyali<br />
göndermek için, nöronu çevreleyen zarın iç<br />
tarafında negatif, dışında ise pozitif iyonun zar<br />
üzerinde bir voltaj farkı oluşturması, iyon kanallarını<br />
açarak elektrik sinyalinin hücre zarı<br />
boyunca elektron akımı oluşturmasına neden<br />
olur. Nöronlar gelen sinyalleri dendritlerden<br />
alırlar, akson ile de başka bir nörona iletirler. Bu<br />
ileti saniyenin binde biri sürede olur.<br />
Aksonlar sinirsel iletici denilen kimyasal maddelerle<br />
diğer nöronlar arasında kimyasal bağlantı<br />
kurarlar. Bu kimyasal maddeler diğer nörona<br />
sinoptik almaçla ( reseptörler) bağlanarak elektrik<br />
ya da kimyasal bilgiyi iletir. Farklı birçok<br />
görevi yapabilmek için doğal olarak nöronlar<br />
özelleşmiştir.<br />
Beynin en ilkel bölümü beyin sapıdır, bu bölge<br />
yaşamın devamı için gereken temel işlevlerden<br />
sorumludur. Soluma, kalp atımı, uyku,<br />
uyarılma, sindirim gibi. Bunlar en önemli işlevler<br />
ancak biz bunun farkında bile değiliz.<br />
Bir travma ya da akut kan kaybında vücudumuz<br />
burayı korumaya çalışır ve entelektüel<br />
fonksiyonları sağlayan beynin loblarını bunlar<br />
için hemen feda edebilir. Biraz yukarıda daha<br />
eğlenceli işlerle uğraşan hipotalamus bulunur.<br />
Stres, seks hormonları, açlık, susuzluk, uyku,<br />
vücut sıcaklığının düzenlenmesi gibi. Bunun<br />
etrafındaki amigdala tehlike karşısında savaş<br />
ya da kaç yanıtını ortaya çıkarır. (Erkeklerde<br />
biraz daha gelişmiştir. Tabii erkekliğin 9/10’u<br />
kaçmaktır!) Amigdala’nın komşusu hipkampus<br />
bellek beynin uzun dönemli merkezidir. Arkada<br />
kalan beyincik ise duyulardan gelen bilgileri hareketlere<br />
rehberlik etmek üzere kullanır. Görsel,<br />
duyusal, işitsel duyular takımına gelip, gerekli<br />
olanlar ilgili beyin korteksine gönderilir ve<br />
buna uygun bir yanıt verilmesi sağlanır. Beyin<br />
korteksi dört loba ayrılır: Oksipital lob, görme;<br />
temporal lob, işitme-konuşma-anlama,; pariatel<br />
lob, dokunma; frontal lob ise motor beceriler ve<br />
entellektüel faaliyetleri kontrol eder.<br />
İnsanların davranışları, öğrenmeleri nöronlar<br />
arası bağlantılar ile birbirinden farklılık gösterir.<br />
Yani beynimizdeki nöronal ağ bizi biz yapar.<br />
Etkin olan nöronlar güçlenir, kullanılmayanlar<br />
ya da sessiz kalanlar zayıflar. Yani öğrenmede<br />
tekrar burada devreye girer. Ne kadar çok tekrar<br />
o kadar çok nöronal bağlantı ve sınavda başarı<br />
anlamına gelir.<br />
20 <strong>Metod</strong>ergi
Doç. Dr. Ayça ARSLAN ERGÜL<br />
Genetik Mühendisi<br />
PROJE NASIL YAZILIR ?<br />
Proje yazmak için, Ali Benjamin’in, The<br />
Thing About Jellyfish adlı kitabından<br />
bir bölümü burada sizinle paylaşmak<br />
istiyorum. Bence başlangıç aşamasındaki bir<br />
proje için çok faydalı bir kılavuz.<br />
Amaç: Ortaokul laboratuvar raporu yazıyor olsanız<br />
da bilimsel makale yazıyor olsanız da fark<br />
etmez. Amacı belirleyen ve daha sonraki gelecek<br />
bilgilerin temelini oluşturacak bir giriş ile<br />
başlayın. Bu araştırma ile ne bulmayı umuyoruz?<br />
Bu araştırmanın insan meseleleri ile ilişkisi<br />
nedir?<br />
Hipotez: Hipotez, araştırmanın altında yatan<br />
soruya önerilen yanıt, geçici bir açıklamadır.<br />
Bunu, en iyi akıllı tahmininiz olarak düşünün.<br />
Arka plan: Bilimsel araştırmanın içeriğini belirtir.<br />
Konuyla ilgili ne biliyoruz? Neleri bilmiyoruz?<br />
Değişkenler: Bilim insanları nihayetinde, etki<br />
ve sonuçları keşfederler; dünyanın bir yerindeki<br />
değişiklikler diğer şeylere nasıl etki eder? Ancak<br />
sebep ve sonuç ilişkisi her zaman kolaylıkla<br />
ölçülemez. İyi belirlenmiş bilimsel araştırmalar<br />
net olarak belirlenmiş; bağımsız, bağımlı ve<br />
kontrollü değişkenler içerirler ve bilim insanının<br />
neyin değiştiğini ve neyin bu değişikliğe<br />
neden olduğunu bulmalarını sağlarlar.<br />
Prosedür: Bu kısmı yazmak oldukça kolaydır.<br />
Hangi materyalleri kullandınız? Ne yaptınız ve<br />
nasıl yaptınız?<br />
Bulgular: Gözlemlerinizi özetleyin. Elde ettiğiniz<br />
çıktılar hipotezinizi destekliyor mu?<br />
Unutmayın ki; bilim aslında hiçbir zaman bir<br />
şeyleri ispatlamaz; sadece dünyamızın çalışma<br />
şekli hakkında giderek artan kanıtlara katkıda<br />
bulunur. Eğer araştırmanız hipotezinizi desteklemiyorsa,<br />
bu konuda dürüst olun. Unutmayın<br />
ki, bilimde başarılarımızdan olduğu kadar başarısızlıklarımızdan<br />
da çok şey öğreniriz.<br />
Sonuç: Araştırmanızdan ne öğrendiniz? Bir<br />
adım ileri gidin ve bu araştırmanın daha ilerideki<br />
sorular için çıkarımlarını düşünün. Başka<br />
öğrenilecek ne var? Bir sonraki sorgunuz sizi<br />
nereye götürebilir?<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
21
Bundan yıllar yıllar önce bilim adamları<br />
epifiz bezi diye bir bezin varlığından<br />
haberdar oldukları andan itibaren epifiz<br />
bezini işlevini kaybetmiş büyük bir organın<br />
kalıntısı zannediyorlardı. 1917 yılında inek epifiz<br />
parçalarının kurbağa derisinin rengini açtığı<br />
tespit edildi. Deri rengini açtığına göre deri<br />
hastalıklarının tedavisinde de kullanılabilirdi.<br />
1958’de Yale Üniversitesinde çalışan bilim insanları<br />
deri hastalıklarında kullanmak üzere<br />
epifiz ekstreleri elde ettiler ve içindeki melatonin<br />
hormonunu izole ettiler. Elbette melatonin<br />
istedikleri gibi deri hastalıklarının giderilmesine<br />
yardımcı olmadı ama pek çok başka gizemin<br />
çözülmesine katkı sağladı.<br />
EPİFİZ BEZİNİN YERİ VE TANIMI<br />
Fiziksel olarak, epifiz belki de bedenin en küçük<br />
organıdır. Pirinç tanesi kadar küçülmüş ve<br />
sertleşmiş bir yapıdır. Bu kadar minik bir yapı<br />
nadiren bu kadar çok merak ve şamataya neden<br />
olmuştur. Epifiz yaklaşık 5-8 mm genişliğinde,<br />
yaklaşık 100-200 mg ağırlığındadır. Pirinç tanesi<br />
kadar küçülmüş sertleşmiş, çam ağacının<br />
kozalağına benzeyen, minik, gri beyaz bir yapıdadır.<br />
İki kaşın arasındaki nokta ile direkt olarak<br />
aynı çizgide ya da daha bariz anlatmak gerekirse<br />
iki gözün ortasının biraz daha üstünde altıncı<br />
çakramız (enerji kapımız) ile aynı yerde olan<br />
bir yapıdır. İnsan beyni bilateral simetriye sahiptir<br />
yani beynin iki yarım küresi önden arkaya<br />
doğru dikey olarak kesildiğinde ortada ayna var<br />
gibi sağ ve sol lobu birbirine simetriktir. Epifiz<br />
22 <strong>Metod</strong>ergi<br />
RUH İLE BEDENİN BAĞLANTI NOKTASI<br />
EPİFİZ BEZİ<br />
bezi , hipofiz bezi haricinde; iki taraflı simetrik<br />
olmayan, orta çizginin sağında bulunan beyindeki<br />
tek yapıdır. Yedeği yoktur. Zarar görürse<br />
onun bağlantılarını tolere edebilecek bir yapı<br />
daha yoktur. Epifiz bezi benzersiz bir yapıdır.<br />
EPİFİZ BEZİNİN ÇALIŞMA ŞEKLİ<br />
Epifiz bezi insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde<br />
bulunur. Anneler doğum yapmadan önce<br />
bebekte bu bez oluşmaya başlar, iki yaşına gelene<br />
kadar oluşumu devam eder. Eğer iyi korunamazsa<br />
çocuk 12 -13 yaşına geldiğinde körelir.<br />
Yetişkin insanlarda ise genelde uyku durumuna<br />
geçip pasifleşmiş haldedir. Bu minik organcık<br />
yaşlandıkça, özellikle günümüz modern dünyasında<br />
yozlaşıyor ve işlevini yitirmeye başlıyor.<br />
Buna neden olan en önemli sorunlar sularımızın<br />
içinde bulunan kireç, ağır metaller ve florür<br />
ya da florid. Diş dolgularında kullanılan civa,<br />
paketlenmiş hazır gıdalar ve fazla tüketilen şekerler<br />
de bu suçlular arasındadır. Hatta floridin<br />
insanın farkındalığını artırmasını tökezletmek<br />
için bilinçli olarak koyulan engellerden biri olduğu<br />
bile düşünülüyor.<br />
Epifiz bezini aktif hale geçirmenin yolları, ağır<br />
metallerden , hazır gıdalardan, fazla şekerden<br />
hatta diş macunundan bile uzak durmaktan geçer.<br />
Epifiz bezi deniz seviyesinde aktif değildir.<br />
Daha ziyade yüksek rakımlı yerlerde ve uykuda<br />
ve karanlıkta aktiftir. Bu nedenle pek çok dini<br />
mabet ve tapınak çoğunlukla yüksek rakımlı<br />
yerlerde inşa edilmiştir.<br />
Rabia KOCUR<br />
Biyoloji Öğretmeni<br />
Epifiz bezi gündüz çalışmaz fakat enerjisini iki<br />
gözün retinasına ve alnın ortasındaki altıncı<br />
çakramıza bağlı sinir uçları vasıtasıyla ışıktan<br />
alır ve ışığı direkt görmemesine rağmen ışığa<br />
karşı fazla duyarlıdır. Hatta bu bezin kapasitesini<br />
artırmak için, güneşin doğuşu ve batışı<br />
esnasında, 15 dakika süreyle güneşe bakılması<br />
tavsiye edilir.<br />
Epifiz bezi gece karanlıkta aktif olur ve özellikle<br />
uyku esnasında bazı hormonları salgılar.<br />
En yoğun salgılama zamanı insanın doğum anı,<br />
ölüm anı, annenin doğum yapma anı ve gece<br />
saat 03.00 sıralarıdır.<br />
Epifiz bezinin salgıladığı en önemli üç hormon,<br />
PMelatonin<br />
PSerotonin<br />
PDMT (Dimetiltriptamin) dir.<br />
Melatonin Hormonu<br />
Bazı kurbağaların ve balıkların çevrelerinde<br />
değişiklik gösteren ışık şartlarına karşı öfke ve<br />
korku gibi duygusal durumlarına tepki vermek<br />
için renk değişimi yapmalarını sağlar. Ergenliği<br />
başlatır, cinsel gelişimi sağlar. Gece gündüz<br />
döngüsünü kontrol eder. Bedenin günlük ritmini<br />
düzenler. Uyku düzeninde yaptırımcı etkisi vardır.<br />
Üreme üzerinde etkili bir hormondur. Vücudun<br />
biyolojik saatini ve ritmini ayarlar. Hücrelerin<br />
yenilenmesinde etkilidir. Göz retinasını<br />
korur. Kanser engelleyicidir.
Serotonin Hormonu<br />
Beyin hücreleri arasında elektrik ve kimyasal<br />
sinyalleri taşır. Özellikle mutluluk hormonu<br />
olarak tanınır.<br />
DMT (Dimetiltriptamin)<br />
(RUH MOLEKÜLÜ)<br />
Epifiz bezinin salgıladığı hormonlar içinde,<br />
üzerinde en çok konuşulan ve epifiz bezine en<br />
çok kutsallık veren hormon DMT hormonudur.<br />
Bu hormon da diğerleri gibi gece uyku sırasında,<br />
doğum, ölüm veya doğurma anında salgılanan<br />
ve bir çeşit halüsinojen olan kimyasal bir<br />
maddedir. Aslında dimetiltriptamin çok basit bir<br />
moleküldür gece çok düşük miktarda salgılanan<br />
salgısı bile bizim rüya görmemize neden olur.<br />
Eğer salgılanan DMT miktarı fazla olsaydı beyinde<br />
algının komple değişimine yol açardı.<br />
Peygamber hastalığı olarak da bilinen “Temporal<br />
Lob Epilepsisi”, beyinde yüksek miktarda<br />
DMT salgılanmasına sebep olduğu için farklı<br />
boyutlara kapılar açıyor ve birtakım şizofrenik<br />
halüsinasyonlara sebep oluyor.<br />
Doğum, ölüm ve çocuk doğurma anında salgılanan<br />
DMT miktarı, normal zamanlarda salgılananlardan<br />
daha fazladır. Doğumda DMT’nin<br />
daha çok salgılanması ile anne ve bebekte bir<br />
iletişim, bir trans ve mutluluk hali gerçekleşir.<br />
Bu durumda anne doğum sancısına daha rahat<br />
katlanır, bebek de uyku halinde olduğu için<br />
yeni bir hayata sıkıntısız bir geçiş yapar. Araştırmalara<br />
göre bebek dünyaya geldiğinde, beyin<br />
omurilik sıvısında çok miktarda DMT bulunduğu<br />
tespit edilmiştir. Bebeklik ve küçük çocukluk<br />
döneminde beynin %40 daha aktif olduğu belirlenmiştir.<br />
Bu nedenle de öğrenmeye ve spiritüel<br />
ilişkilere daha açıktırlar.<br />
Epifiz bezinin küçük çocuklarda daha büyük,<br />
daha aktif olması ve bu bezden salgılanan DMT<br />
ve diğer hormonların ergin kişilere nazaran<br />
daha fazla olması sonucu, onların zihnini manevi<br />
ve ruhani boyutlara daha açık hale getirir.<br />
Salgılanan hormonların miktarına göre de beyin<br />
ve zihin sistemlerinin ruhani, metafizik boyutlara<br />
açıklık oranı, salgılanan hormonun miktarına<br />
bağlı olarak değişir. Eğer salgılanan hormon<br />
miktarı yüksekse metafizik boyutlara açıklık<br />
oranı da yüksek olur. Bu nedenle de bu çocuklar<br />
hayali varlıkları kolayca görebilirler, bu durum<br />
yetişkinlere anlamsız gelecektir fakat epifiz bezi<br />
kireçlenmemiş bir çocuk, dünya normlarını kabul<br />
etmek zorunda değildir. Tabii ki ergen hale<br />
geldiklerinde epifiz bezleri küçülüp DMT salgıları<br />
azalacağından artık hayali varlıklar görmeyeceklerdir.<br />
Çocuklar buluğ çağına girdiklerinde<br />
şehvet duyguları artacağından, epifiz bezi<br />
aktiviteleri yavaşlayacak, küçülerek ve daha<br />
az hormon salgılayacağından, diğer boyutlarla<br />
ilişkisi oldukça azalacaktır. Küçük çocuklarda<br />
yaşanan bu durum sadece DMT salgılanma oranıyla<br />
ilgilidir.<br />
İsa Peygamber: “Karanlıkta oturanlar gerçek<br />
(büyük) ışığı görürler”der. Bu söz ile yine beyin<br />
epifizine yani pineal glande’ye atıfta bulunduğu<br />
düşünülüyor. Bu kadarla bitmiyor, nedense, bütün<br />
antik dinlerde ve hatta günümüz dinlerinde<br />
“kozalak” ciddi ve muamma bir sembol.<br />
Sonuç olarak bunlar günümüzdeki epifiz bezi<br />
araştırmasının sonuçlarıdır. Bilim adamlarının<br />
ve yogilerin sonunda buluştukları ve ajna çakra/epifiz<br />
bezi kompleksinin penceresinin her<br />
iki tarafında birbirlerini anladıkları görünüyor.<br />
Ajna çakrası yüksek bilince giriş kapısıdır ve<br />
bilim insanları şimdi bu kapıyı açmayı deniyor.<br />
İnsanların artık maddeden çıkıp ruhani boyutta<br />
manevi hazzını artırıp, bilim gözetiminde farklı<br />
bir tat alarak hayat kalitesini daha lezzetli yaşayabilmesi<br />
planlanıyor.<br />
<strong>Metod</strong>ergi 23
MELANKOLİK<br />
DİZELER<br />
Emel YALÇINKAYA<br />
Türkçe Öğretmeni<br />
Melankolik dizelerin sahibi Ümit Yaşar<br />
Oğuzcan’ın şairliğinin ne denli etkileyici<br />
olduğu su götürmez bir gerçek.Hayatı<br />
boyunca yaşadığı olaylar da bu melankolik şiir anlayışının<br />
gelişmesinde etkilidir hiç şüphesiz. Çünkü<br />
unutulmaz bir hadiseyle evlat acısını yaşamıştır.<br />
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yaşamı boyunca 24 kez intihara<br />
teşebbüs ettiği söyleniyor. Kendisine göre ise<br />
bu rakam 3 kereden ibaret. Hatta öyleki kendisi gibi<br />
şair olan babası Lütfi Oğuzcan, Ümit yaşarın bir intihar<br />
denemesinden sonra şu şiiri kaleme alıyor:<br />
Bak dünya ne güzel, bu sitem niye<br />
Ettim ben adımı sana hediye<br />
Mutluyum ey oğul babanım diye<br />
Çaptırma hicvinle cezaya beni<br />
Oğlu Vedat doğduktan sonrada intihar teşebbüslerine<br />
devam eden Ümit Yaşar Oğuzcan bir türlü ölmeyi<br />
beceremez. Bu intihar fikri ise oğlu Vedat Oğuzcan’ın<br />
aklında dönüp durmaya başlamıştır bile. 17<br />
yaşına geldiğinde belki babasına bir ders vermek<br />
ister. Vedat Oğuzcan bu huzursuzluk ortamında<br />
daha fazla yaşamak istemez ve Galata Kulesi’ne<br />
çıkıp kendini aşağıya bırakır. Babasının 24 kere intihara<br />
teşebbüsüne karşılık kendisi ilk teşebbüsünde<br />
ölmüştür.Rivayete göre ise yere düştüğünde çevredekiler<br />
Vedat Oğuzcan’ın elinde bir intihar notu<br />
bulmuştur. Notta ise bu trajediyi daha acıklı hale<br />
getiren şu kelimeler yazmaktadır: “Baba öyle intihar<br />
edilmez, böyle intihar edilir.’’<br />
Bunun sonrasında ise Ümit Yaşar Oğuzcan oğlu Vedat’ın<br />
intiharı için “Galata Kulesi” adlı şiirini kaleme<br />
alır.<br />
Gencecikti Vedat<br />
Işıl ışıldı gözleri<br />
6 Haziran 1973<br />
Pırıl pırıl bir yaz günüydü<br />
Aydınlıktı, güzeldi dünya<br />
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden<br />
Kendini bir anda bıraktı boşluğa<br />
Ömrünün baharında<br />
Bütün umutlarıyla birlikte<br />
Paramparça oldu<br />
Bir adam benim oğlumdu...<br />
Gencecikti Vedat<br />
Işıl ışıldı gözleri<br />
İçi<br />
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu<br />
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa<br />
Kendini bir anda bıraktı boşluğa<br />
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün<br />
Zaman durdu<br />
Bir adam düştü Galata Kulesi’nden<br />
Bu adam benim oğlumdu<br />
“Açarken ufkunda güller alevden”<br />
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden<br />
Kimseye belli etmedi içindeki yangını<br />
Yürüdü, kendinden emin<br />
Sonsuzluğa doğru<br />
Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel<br />
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak<br />
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu<br />
Bir adam düştü Galata Kulesi’nden<br />
Bu adam benim oğlumdu<br />
Küçüktü bir zaman<br />
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona<br />
“Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni”<br />
Bir daha uyanmamak üzere uyudu<br />
Vedat<br />
6 Haziran 1973<br />
Galata Kulesi’nden bir adam attı<br />
kendini<br />
Bu nankör insanlara<br />
Bu kalleş dünyaya inat<br />
Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona<br />
“Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan<br />
Vedat”...<br />
Ümit Yaşar OĞUZCAN<br />
24 <strong>Metod</strong>ergi
KATI ATIKLARIN ÇEVREYE<br />
OLUMSUZ ETKİLERİ<br />
Atık; kullanılmış, artık istenmeyen ve<br />
çevre için zarar oluşturan her türlü<br />
maddedir. Atık denildiği zaman akla<br />
ilk olarak katı atıklar gelir. Sanayi tesislerinde<br />
üretimden sonra ortaya çıkan katı atıklar ile evlerden<br />
çıkan çöpler katı atıklar grubuna girerler.<br />
Katı atıklar bugün Dünya’da önemli bir sorun<br />
olmakla birlikte ülkemizin de önemli çevre sorunlarından<br />
birini oluşturmaktadır. Ülkemizde<br />
halen katı atıklar rastgele olarak yerlere atılmakta<br />
çevre ve görüntü kirliliğine yol açmaktadır.<br />
Bunun yanı sıra rastgele yere atılan katı<br />
atıkların bazıları akarsuların kenarlarına bırakılmaktadır.<br />
Bu önemli bir ihmaldir çünkü katı<br />
atıklardan ayrışan zehirli maddeler akarsulara,<br />
yer altı sularına ve denizlere karışmaktadır. Yer<br />
altı suları insanların içme suyu ihtiyacını karşılayan<br />
kaynaklardır. Dünya’da temiz su kaynaklarının<br />
tüm sulara oranına göre çok az olduğu<br />
bilinen bir gerçektir. Bu durumda insanlar kendi<br />
içme sularını kirletmekte ve bu katı atıklar ayrıca<br />
rüzgârlarla savrularak çevre kirliliğine yeni<br />
boyutlar getirmektedirler. Örneğin Ege Bölgesi’nde<br />
bulunan Büyük ve Küçük Menderes<br />
ırmakları çevrelerindeki sanayi kuruluşları ile<br />
yerleşim yerlerinin atıklarının boşalttığı akarsulardır.<br />
Oysa bu akarsular bu bölgede bulunan<br />
ve ülkemiz tarımında büyük önemi bulunan<br />
tarım alanlarını da sulamaktadır. Böylece insanlar<br />
kendi kendilerine zarar vermektedir. Bu<br />
katı atıkların insanlar ve çevre üzerine önemli<br />
ölçüde zararları bulunmaktadır. Örneğin bu<br />
katı atıkları oluşturan maddeler zamanla zehirli<br />
maddelere dönüşmektedir. Ayrıca bu katı atıklar<br />
zamanla bakteri ve virüslerin üremelerine yol<br />
açmaktadırlar. Bu virüs ve bakteriler sivrisinek,<br />
böcek ve fare gibi hayvanlarla taşınarak çevreye<br />
ve insan sağlığına zarar verebilmekte ve ayrıca<br />
bu atıklar en küçük bir ateşle bile kolaylıkla<br />
yanabilmektedir. Böylece yangınlar için zemin<br />
oluşturmaktadırlar. Bu katı atıklarda oluşan<br />
başta metan olmak üzere azot ve hidrojen sülfür<br />
gazları patlamalara yol açabilmekte ve insanlara<br />
zarar verebilmektedir. Ülkemizde çöplerin toplandığı<br />
alanlarda metan gazı patlamaları zaman<br />
zaman yaşanan olaylardır.<br />
Katı atıklar içerisinde zamanla organik maddelerin<br />
ayrışması neticesinde çeşitli sıvılar meydana<br />
gelmektedir. Bu sıvılar yağışlarla yer altı<br />
ve yer üstü sularına karışıp çevre kirliğine yol<br />
açmakta ve insan sağlığını tehdit etmektedir.<br />
Katı atıklar dışında çevreyi kirleten başka atık<br />
türleri de bulunur. Örneğin, hastalık veya böceklere<br />
karşı kullanılan kimyasal maddeler de<br />
çevreyi kirletebilmektedirler. Bu maddelere<br />
“Pestisit” adı verilir. Tarlalarda kullanılan tarım<br />
ilaçları pestisit grubuna girer. Bu maddelerin<br />
aşırı dozda kullanılması toprağı, yer altı ve yer<br />
üstü sularını kirletmektedir. Dolayısıyla pestisitlerin<br />
insan sağlığını tehdit edici bir boyuta<br />
ulaştıkları görülmektedir. Pestisitler insanlar tarafından<br />
solunduğunda ölümlere varan sonuçlar<br />
ortaya çıkarmıştır. Pestisitlerin aşırı kullanılmasının<br />
insan sağlığına zarar verdiği gibi çevreyi<br />
de olumsuz etkilediği bilinen bir gerçektir.<br />
Pestisitlerin aşırı kullanılması her şeyden önce<br />
tarımda verim düşüklüğüne yol açmaktadır.<br />
Bunun yanı sıra böcekler ve arılar zehirlenebilmektedirler.<br />
Ayrıca pestisitlerin su ekosistemini<br />
bozan etkileri de bulunmaktadır. Yukarıda da<br />
açıklandığı gibi bu maddeler yer altı ve yer üstü<br />
sularının kirlenmesine ve sularda yaşayan canlıların<br />
toplu ölümlerine yol açmaktadır. Toprakta<br />
bulunan pestisit kalıntıları insanlara ve hayvanlara<br />
geçebilmektedir. Çevreye rastgele atılan<br />
atıkların boyutlarını görebilmek için aşağıdaki<br />
Şenol İŞLEYEN<br />
Coğrafya Öğretmeni<br />
örneği iyi inceleyiniz:<br />
Akdeniz’e her yıl;<br />
P650 bin ton petrol,<br />
P120 bin ton yağ,<br />
P100 bin ton cıva,<br />
P60 bin ton deterjan,<br />
P38 bin ton kurşun,<br />
P21 bin ton çinko,<br />
P320 bin ton fosfor,<br />
P800 bin ton azot akıtılmaktadır.<br />
Peki, doğa bu atıkları ne kadar sürede temizleyebilmektedir?<br />
Bu sorunun cevabı için aşağıdaki<br />
örnekleri iyi incelememiz gerekir: Denize<br />
atılan;<br />
PKâğıt üç hafta,<br />
PTeneke yüz yıl,<br />
PPlastik dört yüz yıl yok olmadan dayanabilmektedir.<br />
Bazı maddeler kullanıldıktan sonra bir dizi işlemden<br />
geçirilerek tekrar kullanılabilir halre getirilebilmektedir.<br />
Bu materyallere geri dönüşüm<br />
materyalleri adı verilir. Bu materyallere kâğıdı<br />
örnek olarak verebiliriz. Katı atıklarda oluşan<br />
metan gazı bile değerlendirilebilirse bir enerji<br />
kaynağı olarak kullanılabilir.<br />
<strong>Metod</strong>ergi 25
MÜZİĞİN DÖRT<br />
MEVSİMİ<br />
Antonio Vivaldi<br />
Asude BİRİNCİ BAL<br />
Müzik Öğretmeni<br />
Klasik müzik dinler misiniz? Genelde<br />
bu sorunun cevabı ne olduğunu bilmemekle<br />
beraber “Hayır!” oluyor.<br />
Hâlbuki şu ana kadar izlediğimiz birçok TV<br />
reklamında ya da çizgi filmlerde, kısaca şöyle<br />
söyleyelim; kulaklarımıza yerleşmiş o kadar<br />
çok klasik eser var ki. Kuşkusuz bu ünlü eserlerden<br />
en önemlilerinden biri de Vivaldi’nin<br />
Dört Mevsim Konçertosu’dur.<br />
Peki kimdir bu Vivaldi? Nasıl bu kadar büyük<br />
bir bestecidir ki 1725 yılında bestelenmiş olduğu<br />
bir eseri hala hatırlayor ve doyamadan tekrar<br />
tekrar dinliyoruz.<br />
Antonio Vivaldi, Giovanni Vivaldi ve Camilla<br />
Calicchio’nun ilk çocuğu olarak 1678’te Venedik’te<br />
dünyaya geldi. İtalyan Barok klasik<br />
müzik bestecisi, virtüöz kemancı ve rahip olan<br />
Vivaldi’nin babası St. Mark Kilisesi’nin orkestrasında<br />
çalan usta bir kemancıydı. Vivaldi, ilk<br />
müzik eğitimini babasından almaya başladı.<br />
Bir papaz eğitimi alan Antonio Vivaldi 1703<br />
yılında papazlık görevine atandı. Bundan sonra<br />
da lakabı “Kızıl Papaz” olarak kaldı. Aynı yıl,<br />
Ospedale della Pietà adındaki bir kız yetimhanesinde<br />
keman öğretmeni oldu. Buradaki görevi<br />
yetim ya da sakat kızlara keman çalmayı öğretmek<br />
ve onlara konserlerde seslendirmeleri için<br />
her ay iki konçerto yazmaktı. 1709 yılında bu<br />
görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu dönemde<br />
Vivaldi besteci olarak dikkat çekmeye başladı.<br />
Op.1 sonat seti 1705 yılında yayımlandı.<br />
1709’da Op.2 keman sonatını Danimarka Kralı<br />
IV. Frederik’e ithaf eden Vivaldi, bu sıralarda<br />
konçerto yazmaya başlamıştır. Hollandalı yayıncı<br />
Estienne Roger, Vivaldi’nin 12 konçertodan<br />
oluşan L’estro Harmonico adlı eserini<br />
yayımladı. Bu eser, dönemin en etkili müziksel<br />
yayını oldu. Almanya dışına hiç çıkmayan Bach’in<br />
müziğinin İtalyan yanının oluşmasında da<br />
önemli bir yeri vardır. 1714’te Vivaldi’nin konçertolarını<br />
duyan Quantz, Albinoni ile birlikte<br />
Vivaldi’ye konçertoda reform yapmaları için<br />
ödenek bağlamıştır.<br />
1723 ile 1724’te Roma’daki karnaval mevsimi<br />
için üç opera yazdı. Yine 1723’te Vivaldi, Pieta’nın<br />
yöneticileriyle ayda iki konçerto besteleme<br />
konusunda anlaştı. 1725’te yazdığı eseri Op.<br />
8, Ilcimentodell’armonico e dell’inventione ile<br />
ünü daha da yayıldı.<br />
Vivaldi’nin 500’den fazla konçertosu vardır.<br />
Farklı enstrümanlardan yararlanmayı çok seviyordu.<br />
Hiç kimse viyolonselden(çello) solo enstrüman<br />
olarak onun yararlandığı kadar yararlanmamıştır.<br />
Fransız Barok müziğinde nefesli<br />
çalgılar ağırlıktayken onun müziğinde yaylı çalgılar<br />
önem kazanır. 230 keman konçertosunun<br />
yanında, flüt, obua, çello, viyola, mandolin konçertoları<br />
vardır. Klasik müzikle ilgisi olmayanların<br />
bile bildiği Dört Mevsim Konçertosu en<br />
sevilen eseridir. Kendisinin 94 tane opera yazdığını<br />
söylemesine karşın, bunların ancak 50’si<br />
günümüze ulaşabilmiştir. Bitmek tükenmek bilmeyen<br />
bir müzik dehası olan Vivaldi’nin hırslı<br />
ve güçlü kişiliği, müziğine de yansımıştır.<br />
Vivaldi hayalinde canlandırdığı resimleri müzik<br />
haline getirmiştir. Eserlerinde, hayallerine<br />
verdiği başrolü açıklayıcı sonelerle destekler.<br />
En ünlü eseri sayılan Op.8 içerisindeki “Dört<br />
Mevsim” konçertosu’nda mevsimler kendi<br />
özellikleri ile anlatılmıştır. Vivaldi’nin bu eseri<br />
uzun yıllar sonra Beethoven’a da ilham kaynağı<br />
olmuş ve “Pastoral Senfoni” bu şekilde ortaya<br />
çıkmıştır.<br />
Başlıca eserleri:<br />
Opera: Ottone in Villa (1713), Orlando Fintopazzo(1714),<br />
NeronefattoCesare (1715), ArsildaReginediPonto<br />
(1716), Tieteberga (1717),<br />
Scanderberg (1718), La Veritâ in çimento<br />
(1720), Silvia (1721), Giustino (1724), Cunegonda<br />
(1726), Ipermestra (1727), Rosilenaed<br />
Oronta (1728), Laf ide ninfa(1732), Montezuma<br />
(1733), L’Olimpi-ade (1734), Griselda<br />
(1735), Ginevra, PrincipessadiScozia (1736),<br />
l’Oracola in Messenia (1738), Peras-pe (1739).<br />
Konçerto: L’Estroarmonico (1712; 12 Konçertoluk<br />
dizi), II çimento dell’Armonia e dell’Inventione<br />
(1725; 12 konçertoluk dizi, mevsimler<br />
Süiti içinde), Le Cetra (1728; 12 konçertoluk<br />
dizi)<br />
Oratoryo: Moyses Deus Pharaonis (1714),<br />
Judithatriumphans (1716), L’Adorazione de ili<br />
tre Re Magi (1722).<br />
PKonçerto: Birlikte çalınmak üzere, orkestra<br />
ile bir solo çalgı için bestelenmiş müzik yapıtı.<br />
POp: Opus sözcüğünün kısaltması. Bir bestecinin<br />
yapıtlarının bestelenme sırasını gösteren,<br />
genellikle op. kısaltmasıyla yazılan ve sonuna<br />
yapıt numarası getirilen sözcük.<br />
PVirtüöz: Herhangi bir müzik aracını ustalıkla<br />
çalabilen ya da bir müzik yapıtını ustalıkla söyleyebilen<br />
sanatçı, usta yorumcu.<br />
26 <strong>Metod</strong>ergi
GEÇMİŞİ PARLAK,<br />
GELECEĞİ KARANLIK TÜRKÇEMİZ<br />
Tolga YILMAZ<br />
Türkçe Öğretmeni<br />
Dilimiz yüzlerce, binlerce yıllık geçmişe<br />
sahip bugüne kadar yaşamayı başarmış<br />
nazlı bir çiçektir. Ancak dilimizi şuurla<br />
işlenmiş bir hazine hâline getirmek ve olanaklarını<br />
daha da genişletmek elimizde.<br />
Günümüz Türkçesi yabancı sözcüklerle doldurulmuş,<br />
yazı ve konuşma dilinde yanlış kullanımlar<br />
ortaya çıkmıştır. Türkçemiz karışıklıklar<br />
içinde fırtınalı bir havada yol almaya çalışan bir<br />
gemi gibi yalpalayarak ilerlerken kendisini geleceğe<br />
taşıyacak bir atılım beklemektedir.<br />
Dili iyi kullanmak önemli bir meziyettir. Bunu<br />
yazı ve konuşma dilinde en iyi şekilde yapan<br />
kişiler toplumca örnek alınması gereken kişilerdir.<br />
Ancak dilin sıradan kullanımı yanlış anlaşılmalara<br />
ve anlatım gücünün zayıflamasına sebep<br />
olmaktadır.<br />
Elbette dilimiz olumsuz etkileniyor. Gelecekte,<br />
bizi millet yapan vasıflardan en önemlisi olan<br />
dilimizi kaybetmek istemiyorsak dili doğru<br />
kullanmak konusunda üzerimize düşen görevleri<br />
yerine getirmeliyiz. Dilin temizlenmesi ve<br />
yanlış kullanımların düzeltilmesi uzun ve zorlu<br />
bir süreç olsa da başarılmayacak bir iş değildir.<br />
Yeter ki istensin.<br />
Konuşmada ve yazmada dilimizi doğru kullanmak,<br />
kültürümüzü geleceğe aktarmak için çok<br />
önemlidir. Dilimizi başka dillerin boyunduruğu<br />
altına sokmak kendimize ve milletimize büyük<br />
zararlar verir. Dil konusunda ilk önce kişi<br />
kendi üstüne düşen görevi yapmalı kendi dilini<br />
yetkin kullanan biri olduktan sonra başkalarına<br />
yol göstermelidir. Türkçe sözcükler kullanmak<br />
önemlidir. Ancak dilimize yerleşmiş, anlamları<br />
ve kullanımları bilinen sözcükleri de dilimizden<br />
çıkarmaya çalışmak yanlıştır. Yapmamız<br />
gereken dilimize bundan sonra yabancı sözcük<br />
sokmamaktır. Dilimizi kirletmek yerine, hangi<br />
dilden sözcük alıyorsak o dili öğrenip konuşmalı<br />
dilimizi de değerini bilenlere bırakmalıyız.<br />
Dilimizin yabancılaşmasını önlemek için ilk çözüm<br />
okumaktır. Güzel Türkçemiz ile yazılmış<br />
kitaplar okumak, sözcük hazinemizi genişletmek<br />
bizi başka dillerin kavramlarını kullanmaktan<br />
uzaklaştırır. Bir başka çözüm ise her televizyon<br />
kanalının ve gazetenin bünyesinde dilimizi<br />
her yönüyle tanıyan ve kullanan bir veya birkaç<br />
kişiyi bulundurmasıdır. Bu kişilerin denetiminden<br />
geçen ürünlerin halka sunulması, halkın<br />
dilin güzel kullanımını açıkça görmesini sağlar.<br />
Üçüncü çözüm, öğretmen adaylarının Türk<br />
Dil Kurumu tarafından hazırlanacak bir sınava<br />
girmeleridir. Gelecek, öğretmenlerin elindeyse<br />
öğretmenler de kullandıkları dille öğrencilerine<br />
örnek olmalı, onların dili kullanım hatalarını<br />
düzeltebilmeli ki öğrenciler doğruyu doğru yerde<br />
görsün. Dördüncü çözüm önerisi, devletin<br />
dili koruyucu yasalar çıkarmasıdır. Devlet yönetendir.<br />
Yöneten doğru yönlendirirse yönetilen<br />
de gösterilen yoldan gider. Tabii burada önemli<br />
olan kural koyucuların kararlı olması ve yaptıklarının<br />
arkasında durmasıdır.<br />
Bir başka çözüm önerisi de dilimizi doğru kullananların<br />
ödüllendirilmesidir. Aslında dili doğru<br />
kullanmak bir ayrıcalık olmamalıdır. Ancak<br />
günümüz şartlarında, dilimiz böyle yoğun bir<br />
tehdit altındayken dili doğru kullananları ödüllendirmek<br />
diğer insanlara da örnek olacaktır.<br />
Dilimizi asıl kurtaracak şey ise yukarıdaki bütün<br />
önerileri hatta daha fazla öneriyi çözüme<br />
yansıtmaktır. Dilimiz bir kuş gibi elimizden<br />
uçup gitmeden ona geniş ve sağlam bir kafes<br />
yapmalıyız. Bu kafesin bizim de evimiz olacağını<br />
unutmadan!<br />
Atatürk dilin kullanımı ve gücü konusunda diyor<br />
ki: “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili<br />
dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek<br />
bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sevip<br />
onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili,<br />
Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü<br />
Türk milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde<br />
ahlâkını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını<br />
kısacası; bugün kendisini millet yapan her niteliğinin,<br />
dili sayesinde korunduğunu görüyor.<br />
Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, beynidir.”<br />
<strong>Metod</strong>ergi 27
Yasemin KARABAY<br />
Beden Eğitimi Öğretmeni<br />
ÇOCUKLAR NEDEN BEDEN<br />
EĞİTİMİ DERSİNE İHTİYAÇ DUYAR?<br />
Çocukluk ve gençlik döneminde kazanılan<br />
ve yaşam boyu korunan fiziksel<br />
sağlık, vücudun en üst kapasitesinde<br />
işlev görmesi için gerekli görülmektedir. Egzersiz<br />
eğitimine, çocuğun ailesi ve öğretmeninin<br />
verdiği mesajları anlayacak kadar büyüdüğünde<br />
başlanmalıdır.<br />
Çocuklar Neden Beden Eğitimine İhtiyaç Duyar?<br />
PGelişmiş Fiziksel Uygunluk<br />
Çocukların kassal kuvveti, kassal endurans (dayanıklılık),<br />
vücut pozisyonu, esneklik ve kardiovasküler<br />
enduransı gelişir.<br />
PDüzenli ve Sağlıklı Aktivite<br />
Tüm çocuklar için gelişimsel olarak uygun geniş<br />
oranda aktivite sağlar.<br />
PBeceri Gelişimi<br />
Fiziksel aktivitelere yeterli katılım; çocukta<br />
güven, başarı ile sonuçlanan motor becerilerin<br />
gelişimini sağlar.<br />
PKendine Güven ve Özgüven Sağlar<br />
Beden Eğitimi çocuklarda kendi değerini fark<br />
ederek bu hissi kazanmada, fiziksel aktivite<br />
kavram ve becerilerinin gelişimine olanak tanır.<br />
Daha güvenli, bağımsız, kendini kontrol edebilen<br />
bir kişilik kazanmasına imkân verir.<br />
PDiğer Derslere Destek Verir<br />
Programa karşı öğrenilmiş bilgiyi sağlar. Fen<br />
Bilgisi, Matematik ve Sosyal Bilgiler içeriğinde<br />
laboratuvar olarak hizmet verir.<br />
PStresten Uzaklaşma<br />
Fiziksel aktivite gerilim ve anksiyetenin boşalmasına<br />
yardım eder ve sabır davranışlarının çoğalmasına<br />
yardımcı olur.<br />
PÖz Disiplin<br />
Sağlık ve fiziksel uygunluk için öğrencilerin<br />
sorumluluğunun gelişiminde önemli rol oynar.<br />
PKuvvetli İkili İlişkiler<br />
Beden Eğitimi çocukların sosyalizasyonuna<br />
yardım eder ve pozitif insan ilişkilerini öğrenmek<br />
için olanak sağlar. Özellikle geç çocukluk<br />
ve ergenlik sırasında dans, oyun ve sporlara katılabilmenin<br />
önemini vurgular.<br />
Çocuklar için Beden Eğitimi programları:<br />
PFiziksel egzersiz<br />
PTakım sporları<br />
PÇift ve bireysel sporlar<br />
PBoş zaman sporları<br />
Çocuklara verilen egzersizin amaçları:<br />
PFiziksel gelişim<br />
PMotor beceri gelişimi<br />
PKognitif (bilişsel) gelişim<br />
PSosyal-emosyonel (duygu)-etkin gelişim<br />
Çocuklar için en iyi egzersiz:<br />
PÇocuklarda yetişkinler gibi fiziksel aktiviteye<br />
haftada 3-4 kez, 30 dakikadan az olmayacak şekilde<br />
katılmalıdır.<br />
PEgzersizin en iyisi çocuğun seçtiği tek bir<br />
alanda düzenli olarak yaptığı egzersizdir. Bu<br />
eğlendirici ve ödül kazandıran aktiviteleri bulmaya<br />
yardım eder. Eğlendiren ve güvenli yapılan<br />
tüm aktivitelere katılabilir: yürüme, futbol,<br />
ip atlama, sıçrama olabilir.<br />
PÇocuğun yaş, vücut büyüklüğü ve fiziksel gelişimi<br />
için doğru sporu seçmek gerekir.<br />
Risk arttıran durumlar:<br />
PYaralanma olduğu zaman,<br />
PHer spor veya aktivite için kıyafet ve koruyucu<br />
kullanmadığı zaman,<br />
PKas ağrısı sürekli olduğu zaman çocuklar spora<br />
zorlanmamalıdır.<br />
28 <strong>Metod</strong>ergi
KELEBEKLER<br />
BAHÇESİ<br />
Sevcan ULUDOĞAN<br />
Sosyal Bilgiler Öğretmeni<br />
Kelebeklerin hayatta kalma mücadeleleri<br />
hayli ilgi çekicidir. Ülkemizde 440’tan<br />
fazla, dünyada ise 18 binden fazla kelebek<br />
türü yaşar. Bazı kelebek türleri parklarda<br />
ve bahçelerde görülebilirken bazılarını görmek<br />
için başka ülkelere gitmeniz gerekir.Ancak<br />
“Konya Tropikal Kelebek Bahçesi” sayesinde<br />
artık kelebek meraklılarının ve doğaseverlerin<br />
ülkemizde yaşamayan kelebek türlerini görmek<br />
için uzaklara gitmesine gerek kalmadı.Biz de<br />
<strong>Metod</strong> Koleji olarak dünyanın çeşitli yerlerinde<br />
yaşayan kelebekleri bir arada görmenin mümkün<br />
olduğu bu bahçeyi ziyaret ettik, bahçe ve<br />
kelebekler hakkında bilgi aldık. Üstelik doğal<br />
ortamlarında etrafımızda neşe içinde uçuşurlarken…<br />
Konya Tropikal Kelebek Bahçesi toplam 7.600<br />
metrekarelik açık alanda kurulu. Yani UEFA<br />
standartlarında bir futbol sahasının neredeyse<br />
bir buçuk katı büyüklüğünde. Bu koskoca<br />
alanda 1.600 metrekarelik özel olarak düzenlenmiş<br />
kapalı alan var. Dev bir cam sera düşünün.<br />
Gökyüzünden bakıldığında dev bir<br />
kelebek şeklinde gözüküyor bu sera. Bu<br />
alanda yalnız kelebekler değil Türkiye’de<br />
belki hiçbir yerde göremeyeceğiniz ilginç<br />
böcek, kuş ve bitki türleri de sergileniyor.<br />
Avrupa’nın en büyük kelebek uçuş alanına<br />
sahip olan Konya Tropikal Kelebek Bahçesi<br />
için özetle doğanın bin bir rengini sunan,<br />
rengarenk bir cennet diyebiliriz.<br />
Kelebeklerin rahatça yaşayabileceği koşullara<br />
uygun biçimde tasarlanan kelebek<br />
formundaki yapının iç kısmı, bu canlıların<br />
doğal ortamlarına benziyor. Yapının dış<br />
kısmını kaplayan farklı ölçülerdeki 1760<br />
cam, kelebeklerin yönlerini bulmasını sağlayan<br />
morötesi ışınları geçiriyor. Kelebekler narin<br />
canlılar oldukları için yaşadıkları ortamdaki en<br />
küçük değişiklikten bile kolayca etkilenirler. Bu<br />
nedenle yapay da olsa yaşam ortamlarındaki sıcaklık,<br />
nem gibi koşulların kontrol altında tutulması<br />
gerekiyor. Konya Tropikal Kelebek Bahçesi’nde<br />
de ortam sıcaklığı devamlı olarak 28°C<br />
(+2°C), nem oranı ise %80 (+%5)<br />
civarında tutuluyor. Kelebeklerin yaşadığı<br />
bu ortamın hemen yanındaki<br />
bölümde bir müze yer alıyor. Müzede<br />
kelebeklerin yumurta evresinden ergin<br />
bir kelebek haline gelene kadar geçirdiği<br />
tüm evreleri görmek mümkün.<br />
Ayrıca müzede kelebeklerin davranışları<br />
ile ilgili bir sergi de var. Burada<br />
kelebeklerin kur yapma, meyve-nektar<br />
ile beslenme, güneşlenme, korunma,<br />
çamur banyosu yapma, çiftleşme,<br />
yumurtlama ve kamuflaj davranışları<br />
takip edilebiliyor. Başka bir bölümde<br />
ise bazı böcek takımlarının (Hymenoptera,<br />
Mantodea, Coloptera, Odanata ve Phazmita)<br />
yumurtalarının 50 bin kat büyütülmüş halleri<br />
yer alıyor. Bu yumurtaların içine girilebiliyor.<br />
Yumurtaların içinde en büyük gergedan böceği,<br />
kraliçe arılar, ülkemizde yaşamayan bazı yaprak<br />
böcekleri ve sopa böcekleri görülebiliyor.<br />
Bu bahçede stresten uzaklaşıp kendinizi doğanın<br />
renkli dansına kolaylıkla kaptırıyorsunuz.<br />
Kelebekler haftalık partiler halinde pupa ve<br />
koza halinde geliyor buraya. Dikkatlice kozadan<br />
çıkmaları bekleniyor. Özel hazırlanmış<br />
perdelerde kanatlarını kuruyor ve sırası gelen<br />
kelebek etrafa neşe saçmaya başlıyor özgürce.<br />
Konya’daki bu bahçeyi görmek ve kelebeklerin<br />
fotoğraflarını çekmek eşsiz bir deneyim. Ancak<br />
tüm kelebekler aynı anda bahçede olmayabiliyor.<br />
Biz <strong>Metod</strong> Koleji olarak galiba şanslıydık.<br />
Neredeyse bütün kelebek çeşitleri etrafımızda<br />
cıvıl cıvıl uçuşuyordu.<br />
<strong>Metod</strong>ergi 29
SARI RENGİN<br />
DAHİ RESSAMI<br />
VINCENT VAN GOGH<br />
Hatice EROĞLU<br />
Görsel Sanatlar Öğretmeni<br />
Başlangıç muhtemelen her şeyden daha<br />
zordur. Ama dayanın, her şey sonunda<br />
daha iyi olacak.<br />
Sanat, hayat, din, arkadaşlık… Her şey üzerine<br />
söyleyecek bir çift lafı ve resimlerin içine gizlediği<br />
anlam dolu renkleri vardı bu dahi ressamın.<br />
Hastaydı, sıkıntılı, zor bir hayatı ve mükemmel<br />
resimleri vardı. Hatta belki de resimleri bu yüzden<br />
bu kadar güzeldi. O, söylediği gibi, eserlerine<br />
yüreğini ve ruhunu harcıyordu ve bunu<br />
yaparken aklını kaybetti.<br />
Herkesin kulağını kesen ressam olarak tanıdığı<br />
Van Gogh içli, derin, sevgiye hasret ve yalnız<br />
bir adamdı. Acı duymayı da mutluluğun değerini<br />
de herkesten daha iyi biliyordu. Hatta aşık<br />
olmayı da, sevmeyi de… Sürekli hayatı ve hislerini<br />
sorgular; renkler kadar kelimelerle de uğraşırdı.<br />
Vincent Van Gogh, 30 Mart 1853’te Hollanda’da<br />
doğdu. Otuz yedi yıllık yaşamının yalnızca<br />
son on yılında resim yapmıştı. Bu on yıllık<br />
zaman diliminde hayli üretkendi ve 2000’e yakın<br />
resim yapmıştı. Resim yaptığı ilk altı yılda<br />
tarzını bulmaya çalıştı, tekniğini geliştirdi. Ancak<br />
bu yıllarda kendine iyi bakmadı. Ruhsal çöküntüler<br />
geçirdi.<br />
Onun resimleri farklıdır, çünkü benimsediği sanat<br />
akımı art izlenimcilik, bunu gerektirir. 19.<br />
yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıkan art izlenimcilikte<br />
esas olan ressamın doğayı ve varlıkları<br />
kendi iç dünyasında yorumlamasıdır. Van<br />
Gogh bu akımın en önemli temsilcilerindendir,<br />
çünkü onun resimlerindeki renkler ve ışıklar<br />
güneşin yarattıkları değil onun kendi iç dünyasındaki<br />
renklerdir. İzlenimcilik her ne kadar çizgiyi<br />
ve deseni ikinci, üçüncü plana atıyor olsa<br />
da Van Gogh bazı resimlerindeki duyguyu o<br />
çizgilerle bize aktarır. “Yıldızlı Gece” tablosunda<br />
olduğu gibi gökyüzündeki dalgalanmalar ve<br />
girdap çizgilerin ustaca kullanılmasından oluşmuştur<br />
ve ressam iç çatışmalarını, ruh halindeki<br />
dengesizlikleri bize bu çizgilerle anlatmaktadır.<br />
Bir ömür, çekilen çileler, yoksulluk, sanata olan<br />
aşk, hastalıklar, çaresizlikler, sonsuz bir sevgi…<br />
Van Gogh’un her şeyi var kardeşi Theo’ya<br />
yolladığı mektuplarda; çünkü kardeşi onun her<br />
şeyi aslında. “Doğa’nın bu kadar güzel olduğu<br />
anlarda korkutucu bir aydınlanma anı yaşıyorum.<br />
Kendimden emin olamıyorum ve resimler<br />
düşler gibi görünüyor.” diyor Van Gogh. Doğa<br />
onun için en çok tarlaları ifade ediyor. Bereketi,<br />
çalışmayı ve hatta ölümü…“Buğday Tarlası<br />
ve Kargalar” onun son tablolarından bir tanesi.<br />
Sapsarı bir buğday tarlası… Ortasından geçen,<br />
nereden geldiği belli olmayan iki yolun birleştiği<br />
bir patika sonsuza uzanıyor adeta. Hava yine<br />
fırtınalı… “Pilot kimi zaman içine çekilip yok<br />
olmak yerine, fırtınayı kullanarak bir kaçış yolu<br />
da bulabilir.” demiş bir mektubunda. Bu resmi<br />
yaparken hala o kadar umutlu muydu bilinmez<br />
ama hala kargaları çok seviyordu. Daha önceki<br />
mektuplarında anlattığına göre karga onun için<br />
genelin aksine ölümün habercisi değildi. Fakat<br />
bir sabah ölmek için gittiği o tarlada da kargalar<br />
var mıydı ya da hava fırtınalı mıydı? “Bir gün<br />
ölüm bizi alıp başka bir yıldıza götürecek” dediği<br />
gibi o sabah ölüm alıp onu başka bir yıldıza<br />
götürüyordu. Ren Nehri kıyısından gördüğü bir<br />
yıldıza belki de…<br />
“Resimlerimin satmadığı gerçeğini değiştiremem<br />
ama insanların resimlerimin, üzerinde<br />
kullanılan boyanın ederinden daha değerli olduğunu<br />
anlayacağı günler gelecek.”<br />
O günler çoktan geldi. Onun resimleri bir hayattı;<br />
hepsinin bir anısı, anlatmak istediği çok<br />
şey vardı. Sanatçı yaşamı normal bir insandan<br />
çok daha farklı yorumlar elbette ki ama bazen,<br />
özellikle de ressamlar için bunu insanların anlaması<br />
onlar için çok da önemli olmaz. Van Gogh<br />
kendini ifade edebilmeyi hep başardı. Resimle<br />
anlatmak istediklerini sözlerle destekledi ve<br />
şüphesiz ki dünyanın en büyük sanatçılarından<br />
biri oldu.<br />
ESERLERİ<br />
PArles’teki Yatak Odası (1889): Vincent Van<br />
Gogh’un en ünlü resimlerinden birisi Arles’te<br />
kaldığı odasının resmidir. Duvarlar solgun menekşe<br />
rengi. Döşeme kırmızı tuğladan. Yatağın<br />
ve iskemlelerin ağacının rengi, taze tereyağının<br />
sarı tonunda. Çarşaflar ve yastıkları çok açık bir<br />
limon yeşili. Örtü kırmızı renkte. Pencere yeşil.<br />
Tuvalet masası portakal rengi, leğen mavi. Kapılar<br />
leylak rengi.<br />
PKafe Terasta Gece (1888): Van Gogh’a gece<br />
ve yıldızların ilhamını veren meşhur Cafe Terrace’ın<br />
resmi. Van Gogh ilk kez bu resimde<br />
yıldızlara yer verdi. Kafeyi bir gece görüp çok<br />
etkilendi. Renklerinden etkilendiği için gündüz<br />
yerine gece, az ışık altında yapmaya karar verdi.<br />
PYıldızlı Gece (1889): Van Gogh, Saint-Rémy’de<br />
bir sanatoryumda kaldığı günlerde,<br />
Saint-Rémy köyünün şehir meydanını,<br />
geceleyin girdaba kapılan bir gökyüzü altında<br />
resmetti. Resmin ön planında bulunan servi<br />
ağaçları, Van Gogh tarafından resme derinlik<br />
katması amacıyla sonradan eklenmişti. Bu<br />
ağaçların aynı zamanda Van Gogh için ölümü<br />
simgelediği düşünülmektedir. Köyün küçük<br />
evlerinin pencerelerinden çıkan sarı ışıklar ise<br />
yaşamı simgeler. Ay ve yıldızların ışıkları sanki<br />
çevrelerinde dairesel bir şekilde dönmekte, gökyüzündeki<br />
bulut hafif bir rüzgârla kıvrılmaktadır.<br />
Van Gogh yalnızca renkler ve fırça darbeleriyle<br />
her an canlanacakmış izlenimi veren bir<br />
resim ortaya koymuştu.<br />
PBuğday Tarlası ve Kargalar (1890): Van<br />
Gogh, son çalışmalarından biri olan “Buğday<br />
Tarlası ve Kargalar”da ıssız bir manzarayı resmetmişti.<br />
Karanlık, huzursuz bir gökyüzünde<br />
uçan kargaların ufku öne doğru getirdiği görülmektedir.<br />
Buğday hep kullandığı gibi altın sarısı<br />
değil de kavruktur. Ölümünden az önce yaptığı<br />
bu resimde “keder ve sonsuz bir yalnızlık” izlenimi<br />
verdiğini kabul etmiştir. Umutsuzluğu<br />
resme yansımıştır.<br />
30 <strong>Metod</strong>ergi
İbrahim Cihan KAŞKAYA<br />
Bilişim Teknolojileri Öğretmeni<br />
KODRİS KODLAMA<br />
EĞİTİMİ<br />
Öğrencilerimizin,önemi gitgide artan yazılım<br />
geliştirme alanıyla ilgili gerekli<br />
bilgi birikimine erken yaşta sahip olmaları<br />
için kodlama eğitimi büyük önem taşımaktadır.<br />
Kodlama ile öğrencilerimiz: problemlere<br />
farklı yönlerden bakıp çözümler üretebilme,<br />
analitik düşünebilme, sistemli ve yaratıcı düşünebilme,<br />
en kısa çözüm önerilerini sunabilme<br />
gibi 21. yüzyıl becerilerini kazanırlar. Öğrenciler<br />
algoritma mantığını kavradıklarında her<br />
şeyin belirli bir düzen içerisinde gerçekleştiğini,<br />
belirli bir sıra ile olmadığı zaman yapılması<br />
gereken işlemlerin gerçekleşmediğini kavrarlar.<br />
Kodlama sadece bilgisayar bilimleri ile sınırlı<br />
olmayıp disiplinler arası etkileşim açısından da<br />
çok önemlidir.<br />
Algoritmik düşünme, analitik düşünme, eleştirel<br />
düşünme, problem çözme, tasarım odaklı düşünme<br />
gibi çağımızın becerilerinin önemini fark<br />
eden birçok gelişmiş ülke eğitim sistemlerinde<br />
köklü değişiklik yapma yoluna gitmişlerdir.<br />
ABD, İngiltere, Fransa, Finlandiya, Almanya,<br />
Güney Kore, İsrail gibi ülkeler 21. yüzyıl becerileri<br />
ile donatılmış yeni bireylerin yetiştirilmesi<br />
için ilkokuldan itibaren eğitim müfredatlarına<br />
kodlama dersini eklemişlerdir.<br />
Aşağıdaki grafikte Avrupa Bilişim Eğitimi Raporu’na<br />
göre Türkiye ile İngiltere’nin karşılaştırmasını<br />
görebilirsiniz. Raporda da görüleceği<br />
üzere kodlama eğitimi İngiltere’de 1. sınıftan<br />
itibaren zorunlu olarak verilmektedir.<br />
Kodris Kodlama Eğitimi<br />
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da öğretim programımıza<br />
dâhil ettiğimiz Kodris Kodlama Eğitimi<br />
ile ilkokul ve ortaokul kademesindeki öğrencilerimizin<br />
algoritmik/bilişimsel düşünme becerilerini<br />
arttırarak ileri düzeyde bilgisayar becerisi<br />
için temel oluşturmayı hedeflemekteyiz.<br />
Kodris, özel okullarda ve devlet okullarında<br />
AR-GE’si yapılmış (Farklı yaş gruplarına göre<br />
öğrenme düzeyi vs.), müfredatı olan, oyun temelli,<br />
öğrenci-öğretmen etkileşimli, algoritma<br />
kurmayı ve gerçek bir kodlama dilini(Python)<br />
öğreten online bir e-öğrenme platformudur.<br />
Kodris platformu oluşturulurken ulusal ve uluslararası<br />
literatür taramaları yapılmıştır. Üniversiteler<br />
ve okullar ile kurulan iş birliği sayesinde<br />
pek çok kez değerlendirilme imkânı bulunmuştur.<br />
En iyi sonuçlara ulaşabilmek adına yurt dışı<br />
örnekleri yerinde incelenmiştir. Ülkemiz genelinde<br />
uygulanabilmesi için Ankara Üniversitesi<br />
tarafından onaylı müfredat hazırlanmıştır.<br />
Kodris Kodlama Eğitimi ile öğrencilerimize;<br />
PAlgoritma kurma ve kurulan algoritmayı kodlama,<br />
PBilgisayar gibi düşünme temeline dayanarak<br />
analitik düşünebilme,<br />
PProgramlı ve değişkenleri dikkate alarak işlemler<br />
yapma,<br />
PProblemleri farklı yönlerden analiz edip en<br />
kısa yoldan çözüm üretebilme becerilerini kazandırmayı<br />
amaçlıyoruz.<br />
<strong>Metod</strong>ergi<br />
31
Meltem ŞEKER<br />
Fen Bilimleri Öğretmeni<br />
2017 NOBEL TIP ÖDÜLÜ<br />
Biyolojik Saatimiz Nasıl Çalışıyor?<br />
Sabahları bizi uyandıran tek şey baş ucumuzdaki<br />
çalar saat mi? Akşamları uykumuzun<br />
gelmesinin tek sebebi yorgunluk<br />
mu? Bu sorulara “evet” cevabını veriyorsak<br />
yanılıyoruz demektir. İnsanların hormon salınımından<br />
kuşların göçüne kadar olan biten her<br />
şeyi düzenleyen biyolojik bir saat vardır.<br />
Biyolojik saat, bazı durumlarda dışarıdaki saat<br />
ile vücudumuzun saatinin neden uyuşmadığını<br />
açıklayan bir mekanizmadır. Canlılarda belirli<br />
periyotlar hâlinde, düzenli bir ritimle yürütülen<br />
hâdiseler, çok hassas bir saat gibi çalıştırılır. Hayatın<br />
arka plânında sessizce işleyen bu ritimler<br />
bazen 24 saatlik, bazen aylık, bazen de yıllık<br />
devridaimler şeklinde olabilir. Jet lag denilen,<br />
çok fazla seyahat edince yakalanılan benzer<br />
bir his ile insanların neden karanlıkta daha iyi<br />
uyuduğu gibi durumları açıklayan biyolojik saatin<br />
kökeninde, vücudumuzda bulunan sabah ve<br />
akşama göre kendini ayarlayan vücudumuzun<br />
kendi saati vardır.<br />
2017 Nobel Tıp Ödülünü, insan vücudunun biyolojik<br />
saatini inceleyen ve bunu kontrol eden<br />
moleküler mekanizmaları ortaya çıkaran üç<br />
ABD’li bilim insanı Jeffrey C. Hall, Michael<br />
Rosbash ve Michael W. Young kazandı. Bu<br />
bilim insanları 1980’lerde, sirke sineklerinin<br />
24 saatlik biyolojik döngülerini araştırarak bu<br />
çalışmaya başlamışlardı. Araştırmaları, bazı<br />
genlerin sirke sineklerindeki biyolojik dalgalanmaları<br />
kontrol ettiğini ortaya çıkarmıştır ve<br />
ulaştıkları sonuçlar; bu genlerin ve sayısız vücut<br />
işlevinin geri bildirim döngülerini açıklamasına<br />
yardımcı olmuştur. Yıllar boyunca süren araştırmaları<br />
sonucunda bu genlerin gece artan ve gün<br />
içinde de azalan bir protein ürettiğini keşfeden<br />
üçlü, Sirkadiyen ritmini oluşturan diğer protein<br />
unsurlarını da bulup hücre içinde kendi kendine<br />
işleyen saat mekanizmasını ortaya çıkardı.<br />
İnsanlar dâhil tüm çok hücreli organizmaların<br />
hücrelerinde aynı ilkelere göre işleyen bir biyolojik<br />
saat. Bu bulgularla beraber bitkilerin,<br />
hayvanların ve insanların biyolojik ritimlerini<br />
dünyanın devinimi doğrultusunda nasıl adapte<br />
ettikleri ortaya çıkmış oldu. Nobel Komitesi<br />
yaptığı açıklamada: “Daha önce de yaşayan organizmaların<br />
bir biyolojik saati olduğunu ve bu<br />
saatin gezegenin doğal ritmine uyum sağlamasına<br />
yardımcı olduğunu biliyorduk ama bu saatin<br />
nasıl çalıştığını Hall, Rosbash ve Young’ın çalışmaları<br />
sayesinde öğrendik.” dedi.<br />
32 <strong>Metod</strong>ergi
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10<br />
11 12 13 14 15 16 17 18 19 20<br />
21 22 23 24 25 26 27 28 29 30<br />
31 32 33 34 35 36 37 38 39 40<br />
41 42 43 44 45 46 47 48 49 50<br />
51 52 53 54 55 56 57 58 59 60<br />
61 62 63 64 65 66 67 68 69 70<br />
ERATOSTHENES<br />
KALBURU<br />
VE ASAL<br />
SAYILAR<br />
71 72 73 74 75 76 77 78 79 80<br />
81 82 83 84 85 86 87 88 89 90<br />
91 92 93 94 95 96 97 98 99 100<br />
Hülya YOLUDOĞRU<br />
Fatmanur KORKMAZ<br />
Matematik Öğretmenleri<br />
Matematikte, Eratosthenes (Eratosten)<br />
Kalburu belirli bir tamsayıya kadar<br />
yer alan asal sayıların bulunması<br />
için kullanılan bir yöntemdir. Daha hızlı ve karmaşık<br />
olan Atkin kalburunun atası sayılır. Eski<br />
Yunan’da Eratosten tarafından geliştirilmiştir.<br />
İki sayı arasındaki asal sayıları bulmak için bu<br />
yöntem oldukça kullanışlıdır. Çalışması diğer<br />
formüllere göre biraz yavaş olsa da yine de eğlenceli<br />
ve diğerlerinden daha az karmaşıktır.<br />
Kullanımı:<br />
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19<br />
20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34<br />
35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49<br />
50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64<br />
65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79<br />
80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94<br />
95 96 97 98 99 100<br />
P1′e asal sayı olmadığı için çarpı işareti koyun.<br />
P2′yi bir asal sayı olduğu için daire içine alın,<br />
daha sonra 2′nin tüm katlarına çarpı işareti koyun.<br />
P3′ü de daire içine alın ve katlarına da çarpı<br />
işareti koyun.<br />
PAynı işlemleri 5 ve 7 için de yapın.<br />
P100′e kadar olan tüm sayılara bu işlemleri<br />
uygularsanız, 100′e kadar olan asal sayıları bulursunuz.<br />
Bulmuş olduğunuz asal sayılarla 1000′e kadar<br />
olan asal sayıları, onları kullanarak da<br />
1.000.000′a kadar olan asal sayıları bulursunuz<br />
ve bu sonsuza kadar gider. Bu yönteme Eratosthenes<br />
Kalburu denir.<br />
Eratosthenes kimdir?<br />
Eratosthenes (Eratosten) (Yunanca<br />
Ἐρατοσθένης) (M.Ö. 276-M.Ö. 194) Yunanlı<br />
matematikçi, coğrafyacı ve astronomdur.<br />
Eratosthenes, Cyrene’de (günümüz Libya’sı)<br />
doğmuştur. Ancak ölene kadar tüm yaşamı<br />
Ptolemaios soyunun hüküm sürdüğü Mısır’ın<br />
başkenti Alexandria’da (İskenderiye) geçmiştir.<br />
Hiç evlenmemiştir.<br />
Eratosthenes Alexandria’da ve bir müddet<br />
Atina’da öğrenim görmüştür. MÖ 236’da III.<br />
Ptolemaios Euergetes tarafından Alexandria<br />
Kütüphanesi’ne, o koltuktaki ilk kütüphaneci<br />
Zenodotos’un ardından, kütüphaneci olarak<br />
atanmıştır.<br />
Matematik ve doğal bilimlere katkılarda bulunmuştur.<br />
MÖ 195’te kör olmuştur ve bir yıl sonra<br />
kasıtlı olarak kendini aç bırakarak ölmüştür.<br />
Meridyen yayının uzunluğunu ve ondan yararlanarak<br />
Dünya’nın çevre uzunluğunu yani<br />
Ekvator uzunluğunu hesaplamış, çalışmalarını<br />
Geopraphika adlı eserinde toplamıştır.<br />
Dünya üzerindeki yerleşik alanların sınırlarını,<br />
hazırladığı bir haritada da gösteren matematik<br />
coğrafyacıdır.<br />
<strong>Metod</strong> Kolejinde Matematik Zümresi olarak<br />
derslerimizde yapılandırmacı yaklaşımı esas<br />
alarak asal sayıları öğrencilerimize keşfettiriyoruz.<br />
Panolarımızı asal sayılar ile süsleyerek öğrencilerimize<br />
çoklu eğitim ortamları sağlıyoruz.<br />
<strong>Metod</strong>ergi 33
ANASINIFI ETKİNLİKLERİMİZ<br />
Bengü A - Seda D<br />
Anasınıfı Öğretmenleri<br />
10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ<br />
10 Kasım’da saygı, sevgi ve özlem ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü<br />
andık. Saygı duruşunda bulunarak karanfillerimizi sunduk.<br />
MATEMATİK ETKİNLİĞİMİZ<br />
Matematik çalışmalarımız ile öğrencilerimizin:<br />
EMatematiğe karşı olumlu tutum geliştirmesini,<br />
EMatematikle ilgili kavramları öğrenmeye ilgili ve istekli olmasını,<br />
EVarlıkların matematiksel özelliklerini tanıyabilmesini ve isimlendirme<br />
becerilerini geliştirmesini,<br />
EBasit problemleri anlayabilmesini ve çözme yeteneğini geliştirmesini,<br />
ERitmik sayma becerisini geliştirmesini,<br />
ESayıları okuyabilmesini ve söylendiğinde yazabilme becerisini kazanmasını,<br />
EKümeyi ve kümeler arası ilişkileri kavrayabilmesini,<br />
EÖlçmeyle ilgili kavramları kazanmasını,<br />
ETemel geometrik şekilleri (kare, daire, dikdörtgen, üçgen gibi) kavramasını,<br />
ETam, yarım ve çeyrek gibi kesir kavramlarını öğrenmesini<br />
amaçlıyoruz.<br />
AYIN MATERYALİ<br />
ETKİNLİĞİMİZ<br />
TİYATRO<br />
Her ay belirlediğimiz<br />
bir objeyi sınıfımızda<br />
biriktirerek sanat, okuma-yazma,<br />
matematik,<br />
oyun, müzik gibi birçok<br />
etkinlik içinde kullanıyoruz.<br />
Çok severek ve ilgi ile seyrettiğimiz tiyatro oyunlarının eğitici ve<br />
öğretici yanından da faydalanıyoruz. Eğlenirken de öğrenmenin<br />
tadına varıyoruz.<br />
ÇİZGİ VE SES ÇALIŞMALARIMIZ<br />
Çizgi çalışmalarımız önce oyun, müzik, görsel okuma etkinlikleri<br />
ve oyuncaklar ile verilmektedir. Öğrencilerin el-göz koordinasyonlarını<br />
destekleyici üç boyutlu; çizgi üzerinde yürüme, kumda, farklı<br />
zeminlerde parmak takibi, bedenini kullanarak çizgi oluşturma gibi<br />
çalışmalar yapılmaktadır. Ayrıca öğrencilerin kitap tutma, soldan<br />
sağa, yukarıdan aşağıya görsel okuma, doğru kalem tutma becerileri<br />
de desteklenmektedir. Daha sonra bu çalışmalar basitten zora doğru<br />
hazırlanmış etkinlik sayfaları ile verilmektedir. Çalışma kitaplarımız<br />
yaptığımız bu çalışmaları pekiştirmektedir. Öğrencilerin farkındalıklarını<br />
arttırmak amacıyla ses çalışmaları sadece sesli harflerin verilmesi<br />
ile gerçekleştirilmektedir. Her ay programda ses ve okuma yazmaya<br />
hazırlık etkinlikleri yer almaktadır. Ses etkinlikleri oyun, afiş,<br />
sınıf panoları vb. görsel materyaller kullanılarak verilmektedir.<br />
34 <strong>Metod</strong>ergi
1. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />
Artık sesleri (harfleri) tanıyoruz. Okuma<br />
yazma çalışmalarımız hız kesmeden<br />
sürüyor. Birinci grup seslerimizi<br />
(E-L-A-K-İ-N) öğrendik. Öğrendiğimiz harflerle<br />
heceler, sözcükler ve cümleler oluşturduk.<br />
Yeni öğrendiğimiz bu harflerle günlük hayatta<br />
karşılaştığımız bazı kelimeleri oluşturmaya başladık.<br />
Öğrendiklerimizi pekiştirmek için de okuma<br />
kitaplarımızı alıp bahçede okuma saati yaptık.<br />
“Ormandaki Sürpriz” adlı tiyatro oyununu izlemeye<br />
gittik. Amacımız: çocukların yaratıcı<br />
düşünme becerilerini geliştirmek ve geleceğin<br />
bireylerine sanat zevki aşılamak, sanata ve topluma<br />
eleştirel bakış açısı kazandırmak ve grupla<br />
hareket etme becerisini geliştirmektir.<br />
Cumhuriyet Çok Yaşa!<br />
Cumhuriyetimizin 95. yıldönümünü büyük bir<br />
coşku ile kutladık. Sınıflarımızda Cumhuriyet<br />
ve Atatürk sevgisini konu alan çalışmalar yaptık.<br />
Oynarken de öğreniyoruz. Çünkü biz çocuğuz.<br />
Öğrenme hedeflerimizi gerçekleştirdikten sonra<br />
biraz da oyun oynayalım dedik. Oynarken<br />
de “arkadaşlığı, dostluğu, paylaşmayı, sıramızı<br />
beklemeyi, oyun kurallarına uymayı” hedefledik.<br />
2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />
Matematik derslerimizde; geleneksel eğitim<br />
anlayışının dışına çıkarak, eğitim-öğretim sürecinde<br />
öğrencilerimizi merkeze alarak, yaparak<br />
yaşayarak öğrenmeyi ilke edindik. “Doğal Sayılar”<br />
konusunda “DESTE” kavramını öğrenmek<br />
amacıyla sayma çubuklarımızı kullanarak desteler<br />
oluşturduk. Sınıf arkadaşlarımızın oluşturdukları<br />
desteleri inceledik.<br />
Türkçe dersimizde cümleleri önce karıştırdık,<br />
sonra sıraladık. “Anlamlı ve Kurallı Cümle<br />
Oluşturma” konusu kapsamında ikili gruplar<br />
oluşturup karışık olan cümleleri sıraya koyduk.<br />
Amacımız iş birliği yaparak anlamlı cümlelerde<br />
“Eylem” bildiren kelimeyi cümlelerin sonuna<br />
koymaktı. Eylemler cümle sonunda olunca<br />
cümleler ne de anlamlı oluyor. İş birliği yapınca<br />
her şey çok kolay!<br />
Matematik dersimizde “SAYILARI KARŞI-<br />
LAŞTIRALIM” konusunda iş birliğine dayalı<br />
çalışmalar yaptık. “Sayılar Arası Büyüklük-Küçüklük<br />
İlişkisi” ni iş birliği içerisinde öğrendik.<br />
Grup içerisinde kendi görüş ve düşüncelerimizi<br />
rahatlıkla ifade ettik, görev paylaşımı yaptık.<br />
Sayıları karşılaştırdık, hangisi büyük hangisi<br />
küçük artık biliyoruz.<br />
<strong>Metod</strong>ergi 35
3. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />
DÜNYA MODELİ HAZIRLADIK<br />
3. sınıflar olarak Fen Bilimleri dersimizde “Dünya’nın<br />
Gözlemlenebilir ve Gözlemlenemeyen<br />
Katmanları” konusunu öğrendik. Dersimizin<br />
hemen arkasından öğrendiklerimizi pekiştirmek<br />
için oyun hamurlarımız ile bir dünya modelini<br />
ve katmanlarını oluşturduk çünkü <strong>Metod</strong> Koleji<br />
olarak bilgiyi yapılandırmayı, somutlaştırmayı<br />
önemsiyoruz.<br />
birçok ağaç türünü ve yaprakları inceledik, örnekler<br />
topladık. Topladığımız örnekleri ise okulumuzda<br />
geniş-iğne yapraklı, damarlı-damarsız<br />
ve sonbaharda dökülen-dökülmeyen olarak<br />
sınıflandırma çalışması yaptık. Sonuçlarımızı<br />
rapor haline getirip proje dosyalarımıza ekledik.<br />
KAPI SÜSLEME ÇALIŞMASI<br />
<strong>Metod</strong> Kolejinde düzenlenen İngilizce Kapı<br />
Süsleme Yarışması’na biz de katıldık. 3-A sınıfı<br />
olarak Fen Bilimleri dersiyle ilişkili olarak<br />
“Dinosaurs”; 3-B sınıfı olarak ise yine Fen Bilimleri<br />
dersiyle ilişkili olan “Our Solar System”<br />
temasını seçtik. Konularımızla ilgili araştırma<br />
VEDAT DALOKAY PARKI GEZİMİZ<br />
Seçtiğimiz Tematik Proje konumuz “Yaprak”<br />
ile ilgili Vedat Dalokay Parkı’na gezi düzenledik.<br />
Gezimizde meşe, kavak, Japon elması, ıhlamur,<br />
ceviz, akkavak, ladin, mavi ladin ve daha<br />
OKUL BAŞKANI SEÇİMİ<br />
Okulumuzda demokrasiyi ve demokratik uygulamaları<br />
her fırsatta hayata geçirmeye önem<br />
veriyoruz. Bu nedenle okulumuzda kasım ayının<br />
başında Okul Başkanlığı Seçimi’nin duyurusu<br />
yapıldı. Bir ay boyunca adayların vaatlerini<br />
dinledik, taleplerde bulunduk, sorular sorduk ve<br />
kimi destekleyeceğimize dair özgür kararlarımızı<br />
verdik. Seçimlere ise seçmen olarak katıldık.<br />
Bu süreçte seçim, seçmen, sandık, oy pusulası,<br />
mühür gibi seçim kavramlarını da yaparak ve<br />
yaşayarak öğrenmiş olduk.<br />
yaptık, önceki bilgilerimizi de kullanarak bütüncül<br />
yaklaşım ile disiplinler arası ilişkiler<br />
kapsamında kapı süslerimizi iş birliği ile oluşturmaya<br />
başladık.<br />
36 <strong>Metod</strong>ergi
4. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ<br />
ÖĞRETİM ETKİNLİKLERİ ÖĞRENCİ<br />
İLGİLERİNE DAYANDIRILMAKTADIR:<br />
Bireyi öğrenmeye güdüleyen en önemli etmenlerden<br />
birisi onun ilgileridir. Bu nedenle öğrencilerin<br />
ilgileri belirlenerek öğretme-öğrenme<br />
etkinlikleri bu ilgilere dayandırılmaktadır.<br />
Öğretimi somuttan soyuta, basitten karmaşığa<br />
doğru gerçekleştirme:<br />
Soyut kavramlar, somut kavramlara göre daha<br />
güç öğrenildiğinden, kavramlar olabildiğince<br />
somutlaştırılarak öğretilmelidir. Bu ilke, ilköğretim<br />
basamağındaki öğrenciler söz konusu<br />
olduğunda daha çok önem kazanmaktadır. Çünkü<br />
bu basamaktaki öğrenciler, öğrenmelerinin<br />
büyük bir bölümünü somut yaşantılara dayalı<br />
olarak gerçekleştirmektedirler. Ayrıca, öğretim<br />
sırasında konuların basitten karmaşığa doğru<br />
bir örüntü izlemesine özen gösterilmektedir. Bu<br />
örüntü öğrencilerin hazırbulunuşluk düzeylerine<br />
uygun olarak planlanmaktadır.<br />
Öğretimde yaparak-yaşayarak öğrenme etkinliklerine<br />
yer verme:<br />
Öğretimde yaparak-yaşayarak öğrenme ilkesinin<br />
uygulanması, öğrencilerde daha etkili ve<br />
kalıcı öğrenmelerin oluşmasına yol açmaktadır.<br />
Bu nedenle öğrencilerin yaparak-yaşayarak öğrenmeleri<br />
yönünde çaba gösterilmektedir.<br />
Öğrencilerin öğrenmeye etkin katılımlarını<br />
sağlama:<br />
Öğrenciler, öğrenme sürecinde sorumluluk üstlendikleri<br />
ve öğrenmeye etkin olarak katıldıkları<br />
zaman, öğrenilecek konuları daha iyi öğrenmektedirler.<br />
Bu nedenle<br />
öğrencilerin öğretim sırasında<br />
öğrenmeye etkin<br />
olarak katılımları sağlanmaktadır.<br />
Öğretim sırasında ekonomik<br />
olma:<br />
Öğretim sırasında kullanılacak<br />
zamanın, harcanacak<br />
çabanın ve gerekli<br />
malzemenin en azı ile<br />
amaca ulaşmaya çalışılmalıdır.<br />
Örneğin laboratuvarda<br />
gerçekleştirilecek<br />
fen deneyleri fazla malzeme kullanılarak<br />
pahalıya mal edilebileceği gibi, aynı deneyler<br />
daha az malzeme kullanılarak daha ucuza mal<br />
edilebilir. Bu ilke göz önünde bulundurularak<br />
etkinlikler yapılmaktadır.<br />
Öğretimde araç-gereçlerden etkili olarak yararlanma:<br />
Öğretimde araç-gereçlerden yararlanma, konunun<br />
daha etkili olarak sunulması, öğrenmeye<br />
açıklık getirilmesi, gözlem olanaklarının artırılması<br />
ve öğrencilerin birkaç duyu organına bir<br />
anda hitap edilmesi gibi fırsatlar yaratmaktadır.<br />
Bunların yanı sıra, araç-gereçlerin öğrenme sırasında<br />
zaman bakımından ekonomi sağladığı,<br />
öğrenmeyi bireyselleştirdiği, öğrenmenin niteliğini<br />
yükselttiği, öğretimi daha verimli ve zevkli<br />
kıldığı bilinmektedir. Bu nedenle öğretim sırasında<br />
araç-gereçlerden etkili olarak yararlanılmaya<br />
çalışılmaktadır.<br />
Öğrenilen konuları güncel olaylarla ilişkilendirme:<br />
Öğrenilen konuların güncel olaylarla ilişkilendirilmesi,<br />
ilginin konular üzerinde yoğunlaşmasına<br />
yol açtığından öğrenciler konuları daha iyi<br />
öğrenmektedirler. Konu işlenişi bu ilke üzerine<br />
inşa edilmektedir.<br />
Bu öğretim ilkeleri dikkate alınarak gerçekleştirilen<br />
öğretim etkinlikleri sırasında çeşitli öğretim<br />
stratejilerinden yararlanma yoluna gidilmektedir.<br />
<strong>Metod</strong>ergi 37
ANAOKULU<br />
İLKOKUL<br />
ORTAOKUL<br />
Geleceğin METOD’U<br />
FUTURE’S METOD<br />
38 <strong>Metod</strong>ergi
METOD BİLGİ<br />
LİSESİ<br />
Aydınlık bir<br />
gelecek çin...<br />
SINAVLARIMIZ REHBERLİK YAYINLARIMIZ<br />
<strong>Metod</strong>ergi 39
40 <strong>Metod</strong>ergi