You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ATLAS · KASIM 2020
SAYI :330-KASIM2020
NO:2020/11
KARAKULAK
ALASKA
TUZ GÖLÜ
1
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
EDİTÖR
ÖZLEM NUMANOĞLU
ozlem@doganburda.com
İWnsanoğlu olarak tamamen umutsuz vaka değiliz. Geçmişte, dünya için güçlerimizi
birleştirip dişe dokunur sonuçlar elde ettiğimiz olmuştu. Montréal Protokolü örneğin;
bir dayanışma örneği olarak tarihe adını altın harflerle yazdırmıştı. Protokole giden yol,
Britanya Antarktik Araştırmaları ekibinin Güney Kutbu’nun üzerinde, ozon tabakasında
dev bir delik tespit etmesiyle başlamıştı. Yıl 1985’ti ve “ozon tabakası” terimine
bile aşina değildik. Zamanla, şeffaf bir örtü gibi Dünya’yı sardığını ve Güneş’ten gelen
zararlı ışınları bloke ettiğini öğrendik. Ozon, biz dünya varlıklarının görünmez koruyucusuydu.
Ne var ki onu, kendi geliştirdiğimiz kloroflorokarbon gazlarıyla giderek
inceltiyorduk. Üstelik bu gazları, buzdolabından deodorantlara hayatımızın her alanına
sokmuştuk. Yine de, nispeten hızlı davrandık. Keşiften iki yıl sonra, kloroflorokarbon
gazları ile bazı halonların üretimi tüm dünyada aşama aşama azaltıldı. Bunu sağlayan
ise Birleşmiş Milletler (BM) üyesi tüm ülkelerin imza koyduğu Montréal Protokolü oldu.
İnsanlık olarak, ozon deliği kadar vahim bir başka belayı başımıza sarmış durumdayız.
BM henüz yayınladığı raporda, son 20 yılda doğal afetlerdeki “afallatıcı” artışı iklim
kriziyle açıklıyor. 2000’den 2019’a kadarki doğal afetlerin sayısının, bir önceki 19 yıllık
döneme göre neredeyse iki kat arttığı belirtiliyor. “Böyle gidersek dünya yaşanamaz
bir cehenneme dönüşecek” diyor rapor. 3.2 derecelik sıcaklık artışı gerçekleşirse, dünya
bildiğimiz yer olmaktan çıkacak. Sabrı tükenen bilim insanları, siyaset ve iş dünyası
liderlerini anlamlı bir adım atmaya çağırıyor. Hal böyleyken, bu ayın 4’ünde, yani
başkanlık seçimlerinin ertesi günü, Dünya’nın ısınmasına insan eliyle yapılan en büyük
“katkı”yı veren ülkelerden ABD, Paris İklim Anlaşması’ndan çekilecek. Beş yıl önce,
197 ülke, küresel ısınmayı 2 derecenin altında tutabilmek için karbon emisyonlarını
azaltmaya nihayet razı olmuş, aralarında ülkemizin de yer aldığı az sayıda devlet ise
anlaşmaya imza koymamıştı. Bu ay Atlas’ta, bu giderek ısınan gündemin farklı yüzlerine
bakıyoruz. İklimin doğaya etkisini ilk fark eden ve modern çevreciliğin temellerini
atan bilim insanı Alexander von Humboldt’a da bir saygı duruşunda bulunuyoruz.
Humboldt, bundan 200 yıl önce en büyük öğretmenimizin doğa olduğunu yazmıştı.
Bu öğretmen hiyerarşi tanımıyor, bize büyük küçük her şeyin birbiriyle ilintili ve bütün
olduğunu öğretiyordu. Ahlaki ve politik tartışmalarımıza yön vermesi gereken de bu
hassas dengeydi. Bu umudu hep canlı tutmak dileğiyle, iyi okumalar.
İÇİNDEKİLER
32
30
28
18-19
16-17
14-15
12-13
10-11
6-7
4-5
ATLAS RAPORU
BUZUL KÖRFEZİ’NE DOĞRU
ALASKA
SAFRAN
İKLİM KRİZİNDE TARIM
KAHİNTEPE
KARAKULAK KARŞILAŞMA
KARAKULAK KORUNMA
BİR BAKIŞTA KARAKULAK
KARAKULAK
40
52
66
76
88
94
96
ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA TARİHİ
DALIŞ
SAFRAN
KARAKULAK
ALEXANDER VON HUMBOLDT
GÜNEŞ DUASI
SOSYAL MEDYA
TEST
98 USTALARA SAYGI
2 3
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
KARAKULAK
4 5
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
BİR BAKIŞTA KARAKULAK
Karakulak Kedisi Hakkında Bilgi Karakulak tepesi
siyah kulaklı, soluk turuncu lekeli kremsi göbekli ve
uzun bacaklı büyük, kızıl saçlı bir kedidir. Yüzünün
zarif hatları vardır. Bu hayvan dünyanın en güzel
kedilerinden biri olarak kabul edilmelidir. Karakulak
zarafetle ve kendinden emin bir güç duygusu ile
hareket eder. Uzman bir tırmanıcıdır ve düze3nli olarak
ağaçlara sığınır. Güçlü arka uzuvlarını kullanarak
havaya 4-5 metre zıplayabilir. Bir dişi genellikle üç
erkekle çiftleşebilir. Yavruların günlük kilo alımları
günde yaklaşık 21 gramdır. Karakulak çoğunlukla
gece uyanık olan gizli, yalnız ve agresif bir hayvandır.
Bu kediler 3000 metre kadar yüksekliklerde yaşayabilirler.
Dağlık bölgelerde kuru savana ve ormanlık
alanlarda, çalılık arazilerde ve engebeli arazilerde bulunurlar.
Karakulak Kedisi Sinirli Karakulak yalnız bir hayvandır.
Karakulak, miyavlayabilen, hırıldayan, mırıldayan
ve tıslayan çok sesli bir hayvandır. Bu hayvanlar
tüm yıl boyunca çiftleşebilir, ancak çiftleşmek
için ekimden şubata kadar olan dönemi tercih eder.
Dişi karakulak kedilerinde hamilelik 78 ila 81 gün
sürer ve 2 ila 6 yavru ile doğururlar. Genç karakulak
kediler doğumdan 6 ila 10 gün sonra gözlerini
açar. Yaşamlarının ilk 10 haftasında annenin sütüne
bağımlıdırlar. Gençler bir yaşına kadar anneleriyle
kalırlar. Karakulak kedileri 12 ila 16 aylıkken cinsel
olgunluğa ulaşır. Karakulak kedileri vahşi doğada
12 yıl ve evcil hayvan olarak 17 yıla kadar hayatta
kalabilir. Karakulak kedisinin en dikkat çeken özelliği
kulak tutamlarıdır. Bunlar birçok işleve sahiptir, ancak
en önemlisi işitmeyi daha doğru hale getirmek
için kullanılır. Doğal olarak vahşi bir hayvan olan
karakulak kedilerinin evcilleştirilmesi durumunda
agresif olmaları normaldir. Bu nedenle birçok karakulak
sahibi hayvanlarının sinirli olduğunu düşünür.
DAVRANIŞ VE BESLENME
Yetişkin karakulaklar çift halinde ya da tek başlarına
yaşayabilirler. Erkek karakulaklar 19 ile 220 kilometrekare
arası çok geniş alanlar üzerinde dolaşmaktadırlar.
Dişi karakulak ise kendi bölgesi olup
olmamasına bağlı olarak, 5 kilometrekare ile 57
kilometrekare arasında değişen, erkek karakulaklara
göre çok daha küçük alanlarda yaşamaktadırlar.
Dişiler aktif olarak diğer dişilere karşı kendi topraklarını
savunurlar. Daha çok geceleri avlandığı için
avlandığı pek sık görünmez. En çok tavşan, tarla faresi
ve sincap gibi kemirgenleri avlar. Ender olarak da
meyve yediği görülür. Hatta ceylan, antilop ve yavru
deve kuşlarını avladığı görülebilir. Avladığı hayvanların
iç organlarını yemezler. Kendilerini gizlemekte
ustadırlar, bir karakulak zemine karşı dümdüz olabilir
ve hareketsiz kalabilir, tüylerinin rengi onlara çok iyi
bir kamuflaj sağlayabilir.
AVLANMA
Bireysel avlanırlar. Ağırlıklı olarak 5 kilogramdan
hafif avlarla beslenirler. Ülkemizde kınalı keklik gibi
yer kuşları, yaban domuzu yavruları ve kemirgenler
başlıca gıdalarıdır. Daha iri canlılar nadiren de olsa
diyet listelerine girer. Sayıca az olsa da evcil sürülere
saldırdıkları tespit edilmiştir. Özellikle Asya’da
sürülere zarar verdikleri için insanlara hedef olmakta
ve popülasyonu azaltılmaktadır. Kurak bölgelerde
yaşayan diğer kediler gibi karakulaklar da uzun süre
su içmeden yaşayabilirler (su ihtiyacını besinlerden
karşılar). Bununla birlikte su kaynaklarına yakın olmayı
tercih ederler.
6 7
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
Türkiye’de yayılış gösterdiği bölgede, 100 kilometrekarelik
alanda yaşadığı tespit edilen ortalama karakulak sayısı
15
2000 de bir olasılık. Dolayısıyla, araştırmaları sırasında
Asya ve Anadolu’da karakulaklarla haşır neşir
olmuş Türklerle etkileşime giren Buffon, bu canlıyı
en iyi tarif edecek özelliğin siyah kulakları ve bu
tanımlamayı öğrendiği Türkler olduğunu düşünerek,
karakulak ismini önermişti. 1776’da Schreber de
Buffon’un önerisini dikkate alacak ve kedimizi Felis
caracal ismiyle literatüre dahil edecekti. 1843’te İngiliz
zoolog John Edward Gray ise türü Felis cinsinden
Caracal cinsine aktardı ve Caracal caracal isimlendirmesi
ile Türkçe bir sözcük bilimsel literatürde
yerini aldı. Bu, nadir ve güzel bir detaydır. Bu enteresan
tarihi parantezi kapatıp günümüzün ekolojik
gerçeklerine dönecek olursak, ilk olarak şunu söylememiz
gerekir: Karakulak, bulunduğu ekosistemin
adeta sigortasıdır. Karakulak varsa o bölge bakirdir.
İnsan müdahalesi çok azdır. Karakulak olmayan
alanlarda ise ekolojik denge bozuktur. Nitekim yaban
domuzu nüfusunun aşırı arttığı yerlerde karakulak
yok denecek kadar azdır. Çünkü karakulakların en
sevdiği besinlerden biri yaban domuzu yavrularıdır.
Bu besin zinciri, yaban domuzu nüfusunu kontrol
etme ve dengeleme gibi önemli bir amaca hizmet
eder. Bu zincir kırıldığındaysa, yaban domuzu nüfusu
artar. Benzer şekilde, karakulakların yaşam
alanında otçul türlerin popülasyonları ve davranış
biçimleri de kontrol altında tutulur. Böylece flora üzerindeki
otçul baskısı azalır ve bitki çeşitliliği korunur.
Karakulaklar, Afrika’da ve Asya’da geniş bir alana
yayılır. Ülkemizde ise kızılçam ormanı ile karışık bir
görünüm sergileyen maki bitki örtüsü ideal yayılış
gösterdikleri habitatlardır. Bin 500 metre yüksekliğin
üzerine pek çıkmazlar. Ilıman Akdeniz ikliminin
görüldüğü alanlar yuvalarıdır. Ülkemizde karakulakların
yoğunlaştığı yerler, Muğla’nın Köyceğiz, Marmaris
ve Datça ilçeleri, Denizli’nin güneyi, Burdur ve
Antalya. Hesaplamalarımıza göre, Türkiye’de ortalama
2 bin karakulak yaşıyor (100 kilometrekarelik
alanda ortalama 15 karakulak yaşadığını tespit ettik).
8 9
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
4-50 km2 Türkiye’de karakulakların
ortalama yurt büyüklüğü
(dolanma alanı)
Karakulak Kedisi Özellikleri Karakulak etoburdur.
Tavşan, kemirgen, antilop ve kuş yiyebilir. Bu kediler
hızlı hayvanlardır. Antiloplar ve devekuşları gibi
hayvanları koşarak geçebilir. Karakulak kedileri
boyutundan üç kat daha büyük olan hayvana saldırmaktan
korkmaz. Karakulak kediler tıpkı leoparlar
gibi bazen yiyecek ve yemek artıklarını ağaçlarda ve
çalılarda depolar. Karakulak kürkü sindirmez. Avı
yemeye başlamadan önce hayvanın kürkünü keskin
tırnaklarıyla çıkarır. Bu kedi türü uçuş sırasındaki bir
kuşu yakalayabilir. Karakulak tek bir sıçrayışta 10-
12 kuş yakalayabilir. Bu becerisi sayesinde, geçmişte
Farsça kraliyet ailesini eğlendirmek için kullanılmıştır.
Karakulak Kedisinin Özellikleri Nelerdir? Dişi karakulak
kedileri ortalama olarak 11 kilo ve 109 santimdir.
Erkek karakulak kedileri ortalama olarak 15 kilo ve
117 santimdir. Vücutları kahverengi veya siyah renkte
olabilen kısa kürklerle kaplıdır. Karakulak kedilerinin
ismini veren kulakları siyah tüy tutamları ile
biter. Karakulak kedileri mükemmel işitme duyusuna
sahiptir. 20 kas bulunan kulaklarını çeşitli yönlerde
hareket ettirir ve avın en ufak sesini bile duymak için
pozisyonlarını ayarlar. Karakulak kedileri gece hayvanıdır,
gece boyunca aktif kalırlar.
10 11
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
KORU NMA
Anadolu’nun ender görülen yabani kedilerinden
karakulak (Caracal caracal), insandan
olabildiğince uzak, Ege ve Akdeniz’in el
değmemiş ormanlarında yaşıyor. Bulunduğu
ekosistemin sigortası konumundaki bu eşsiz
kediyi, ülkemizin karakulak üzerine doktoralı
tek uzmanı Atlas için yazdı.
Karakulaklar kolayca
evcilleştirilebilir. Zaman
zaman bir evcil hayvan
izlenimi verir. İnsanlarla
birlikte yaşamaya kolayca
adapte olurlar. Afrika’daki
çiftçiler bu hayvanı
hoş karşılamazlar
çünkü çoğu zaman telleri
aşarak çiftçilerin tavuk
ve diğer kümes hayvanlarını
yerler. Doğada
düşük yoğunlukta bulunmaları
ve iyi gizlenmeleri
sebebi ile vahşi yaşamda
görülmeleri çok zordur.
Türkiye’de ilk kez Ağustos
2002’de Batur Avgan
tarafından fotoğraflanan
karakulak, Temmuz
2009 ve Ocak-Nisan
2010 dönemlerinde Antalya
Güllük Dağı Milli
Parkı’nda karakulakların
ekolojisi üzerine Batur
Avgan’ın yürüttüğü arazi
çalışmaları sırasında
yeniden görüntülenmiştir.Tür
üzerine detaylı
koruma ve araştırma
projelerinden olan
ve 2007 yılından bu
yana, Datça-Bozburun
Özel Çevre Koruma
bölgesinde Biyolog
Yasin İlemin tarafından
yürütülen çalışmalar
çerçevesinde ise özellikle
karakulakların aktivite
özellikleri üzerine
sonuçlar elde edilmiştir.
Günümüzde Anadolu’nun
belirli bölgelerinde
Çevre ve Orman
Bakanlığı Doğa Koruma
ve Milli Parklar
Müdürlüğü tarafından
fotokapanlarla takip edilmektedir.
Sayısı çok az
olmakla birlikte, avlanılması
kesinlikle yasaktır.
Zira Eylül 2011’de Çevre
ve Orman Bakanlığı ile
Merkez Av Komisyonu
tarafından çıkarılan
kanuna göre, Anadolu
karakulağının Türkiye
sınırları dahilinde herhangi
bir şekilde avlanması,
13.000 TL para
cezasından başlayan
yaptırımların yolunu açmaktadır.
KARAKULAKLAK
KARŞILAŞMA
Arazi çalışmalarında
dönem dönem meslektaşlarım
bana eşlik etse
de sabit bir ekip değiliz,
çoğu zaman yalnızım.
Ancak pek çok diğer canlıda
olduğu gibi yılın belli
dönemlerinde çalışabilme
gibi bir sınırlama
yok, karakulak araştırmalarımız
yılın 12 ayı
sürebiliyor. 365 gün, her
an veri alabiliyoruz. Bu
çalışmalar aşırı yağış altında,
veya aşırı sıcak altında
olabiliyor. Özellikle
kışın Ege ve Akdeniz’de
ağır yağışlar sürerken,
arazi araçlarını saplandığı
yerde bırakıp çalışmaya
devam etmek gerekebiliyor.
Orman Genel
Müdürlüğü ve Doğa
Koruma ve Milli Parklar
Genel Müdürlüğü bu anlamda
araştırmalarıma
çok büyük katkı sağlıyor.
Karakulak, Tarım ve Orman
Bakanlığı koruması
altında olup, türün Asya
popülasyonları Yabani
Hayvan ve Bitki Türlerinin
Uluslararası Ticaret
Konvansiyonu (CITES)
sözleşmesine göre Ek-I
listesinde yer alıyor. Bu
da nesillerinin tükenme
tehdidiyle karşı karşıya
bulunduğu, karakulak
ticaretinin sıkı mevzuata
tabi tutulması gerektiği
ve bu ticarete sadece istisnai
durumlarda izin
verilmesinin zorunlu
olduğu anlamına geliyor.
Bu yabani kediler
ne kadar tanıtılabilir,
sevdirilebilir ve kamuoyu
oluşturulabilirse, kötü niyetli
kişilerin onlara zarar
vermesi de o derece
baskılanabilir. Ülkemizde
kaçak avcılık, habitat bozulması,
doğaya zehirli
et bırakılması sonucu
karakulakların sayısı
her geçen gün azalıyor.
Oysa karakulakların korunması,
içinde yaşadığı
tüm habitatın da korunması
anlamına gelecektir
12 13
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
KÂHİNTEPE
Tanrıların ve sembollerin birleştiği yer
Karadeniz Bölgesi’nde
bugüne dek akeramik
neolitik döneme tarihlenen
bir yerleşim ya
da tapınım alanı bulunamamıştı.
Anadolu’nun
bu döneminin sembolizm
ve dinsel uygulamaları
hakkında bize bilgi
veren yerleşimler Güneydoğu’daki
Çayönü,
Nevali Çori, Göbeklitepe
ve İç Anadolu’daki Aşıklı
Höyük’ten bilinmekteydi.
Bu açıdan Kâhintepe’de
üç sezondur
yaptığımız çalışmalar
Karadeniz’in bilinmeyen
tarihöncesi dönemlerini
öğrenebilmemiz için
çok önemli. Bu projeyle
dönemin dini inanışı, sosyal
yapısı ve kültürünün
nasıl olduğu sorularına
cevap arıyoruz. Kâhintepe
yerleşiminde, yüzey
toprağının hemen altında,
pulluk kullanımı nedeniyle
tahrip olmuş erken
tunç çağına tarihlenen
adak çukurları yer alıyor.
Akeramik neolitik dönem
tabakasının erken
tunç çağı adak çukurları
tarafından tahrip edildiği
anlaşılıyor. Tepedeki kazılarda
akeramik neolitik
döneme tarihlendiğini
düşündüğümüz, yoğun
olarak sürtmetaş ve
yontmataş endüstrisiyle
üretilen, dönemin dini
inancıyla ilişkili olan objeler
ve mimari için tasarlanmış
dikmeler tespit
edildi. Ayrıca, bu dönem
toplumunun dini yapısı
hakkında fikir sahibi
olabileceğimiz buluntularla
karşılaşıldı. Akeramik
neolitik dönemde
bir “tapınak” ekonomisi,
uzak bölgelerle ticaret,
etkin bilgi ve teknoloji
alışverişi, uzmanlaşma
terimlerini artık rahatlıkla
kullanıyoruz. Göbeklitepe,
Körtiktepe, Nevali
Çori ve Çayönü gibi
yerleşimler bize bunu
gösteriyor. Kâhintepe
buluntuları dönem insanlarının
doğa ile olan
ilişkisini ve karmaşık
bir mitoloji geleneğini
yansıtıyor. Şimdiye
kadar gerçekleştirilen
çalışmalarda bu tabakadan
hiçbir karbon
örneği tespit edilemedi.
Bu durumun, bölgede
bol yağışın olması ve
söz konusu dönemde
yoğun kireç kullanımından
kaynaklandığını
düşünüyoruz.
Kâhintepe’de üç sezondur
devam eden
çalışmalarda, Karadeniz
bölgesinin bilinmeyen
tarihöncesi dönemlerini
öğrenebilmemiz
için çok önemli keşiflere
imza atıldı.
DR. NURPERİ AY-
ENGİN
14 15
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
İKLİM KRİZİNDE TARIM
Türkiye’nin birçok köşesi gibi Gaziantep’te de
geniş buğday tarlaları uzanıyor. Araştırmalara
göre, küresel ortalama sıcaklıktaki her bir santigrat
derece artış, buğdayda arazi verimini yüzde
6 azaltabilir.
Kum fırtınaları, hortumlar,
kasırgalar, aylarca
damla düşmeyen yağmur,
aniden bastıran
dolu, yaz ortasında kış
havası, kıraçlaşan tarlalar,
kuruyan göller, sellerle
boğuşan kentler, haftalarca
söndürülemeyen
orman yangınları…
Apokaliptik bir filmden
sahneler değil bunlar;
içinde yaşadığımız dünyada
şu an olup bitenler.
Küresel iklim krizinin,
daha doğru bir terimle
küresel iklim yıkımının
tam ortasındayız. Dünyada
artık hiçbir şey eskisi
gibi değil, olmayacak
da. Elbette Türkiye’de
de. Üstelik yaşadığımız
coğrafyada bu yıkımın
etkilerinin çok daha erken
ve şiddetli görülmesi
bekleniyor. Özellikle de
tarımda. Konu kayıtsız
kalınacak noktayı çoktan
aştı. Türk Sanayicileri
ve İş İnsanları
Derneği’nin(TÜSİAD)
desteğiyle Boğaziçi
Üniversitesi’nden bilim
insanlarının hazırladığı
“İklim Değişikliği Etkisinde
Tarımsal Arzın
Sürdürülebilirliği” raporu,
durumu tüm çıplaklığıyla
ortaya koyuyor.
Pandemi gündemi
sırasında gözden kaçmış
olması muhtemel raporu
hazırlayan ekipten,
Birleşmiş Milletler Gıda
ve Tarım Örgütü (FAO)
kıdemli danışmanı ve
Boğaziçi Üniversitesi
Ekonomi ve Ekonometri
Merkezi Üyesi Doç. Dr.
Barış Karapınar’a durumu
sorduk. Her şeyden
önce, aşırı hava olayları
ve sıcaklık artışlarına
dikkatimizi çekiyor
Karapınar: “Hükümetlerarası
İklim Değişikliği
Paneli’nin (IPCC) son
raporunda, sıcaklık
artışlarının 2050 yılı için
2.5-3 derece civarında
olacağı, bu yüzyılın
sonunda ise 6 dereceyi
bulacağı öngörülüyor.
Günümüzde, 1 dereceliksıcaklık
artışının
yarattığı gözlenen etkiler
bu derece büyükken, 6
derecelik artışın yaratacağı
ekonomik, sosyal
ve çevresel riskler, iklim
değişikliğinin insanlık tarihinin
karşı karşıya kaldığı
en büyük risklerden biri
olduğunu gösteriyor.”
Gereken önlemler şimdiden
alınmazsa, ülkemizde
bunun en dramatik
yansımalarından birine
tarım ve gıda sektöründe
şahit olacağız. Çünkü
rapora göre, Türkiye’nin
tüm bölgelerinde iklim
değişecek. Bölgesel iklim
modeli sonuçlarına göre,
Akdeniz ikliminin hüküm
sürdüğü batı ve güney
bölgelerde yağışlarda
belirgin düşüş beklenirken,
ılımlı bir orta enlem
ikliminin görüldüğü Karadeniz’de
yağışlar artacak.
Sıcaklık ve azalan
yağış, özellikle İç Anadolu,
İç Ege ve Güneydoğu
Anadolu’da kuraklığın
şiddet, sıklık ve süresini
artıracak.
700 ÇİFTÇİYE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SORULDU
“İklim değişikliği nedir, biliyor musunuz?” Boğaziçi
Üniversitesi’nin bu yazıya konu olan iklim raporunun
yazarları, 2016 yılında Ankara, Kırklareli ve Adana’da
dokuz ilçe ve 122 köyde rastgele seçilen toplam 700 çiftiyle
yüz yüze görüşüp anket yaptı. Çiftçilerin yüzde 96’sı
yukarıdaki soruya “evet” yanıtı verdi.
16 17
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
SAFRAN
İRAN’IN KIRMIZI HAZİNESİ
GÖSTERİŞLİ ANTİK
DÜNYA
Safran bir parfüm olarak
antik Yunan ve Roma’da
salonlarda, tiyatrolarda
ve hamamlarda
kullanıldı, ancak özellikle
profesyonel ve kültürlü
Yunan hayat kadınları
hetairai’ler ile ilişkilendirilirdi.
Roma’da İmparator
Nero şehre girerken,
caddelere safran
parfümü serpilmişti. Mısır
kraliçesi Kleopatra’nın
da taliplerini görmeden
önce safran eklenmiş kısrak
sütüyle banyo yaptığı
söylenir.
SAFRAN ÇİÇEĞİ FAYDALARI
İştahı açar, yemek yiyemeyen kişilerde yardımcı
olur. Adet sancısı çeken bayanların ağrılarını kesmekten
kullanılır. Rahmi uyarır ve adet gecikmelerinde
de kullanılır. Adeti düzenleyeceği için hamile bayanların
kullanılması önerilmez. Vücutta dinlendirici
bir özelliği olan safran aynı zamanda dinçlik verir.
Kokusu rahatlatıcı bir his verir. Gribal enfeksiyonlara
da faydalıdır. Yatıştırıcı özelliği de bulunan safran
depresyon gibi durumlarda da kullanılır. Çok tüketildiği
takdirde zararlı sonuçlar doğurabilir. Çok fazla
tüketilmesi önerilmez. Safran bitkisinin faydaları saymakla
bitmez. Soğanlı bir bitki olan safran tepesinde
bulunan tomurcuklar kurtularak kullanılır. Bir türlü
geçmeyen öksürüklere de birebirdir. Yemeklere hem
lezzet hem sarı bir renk katar.
KÖKENİ
Safran tarımının köklerinin
tam olarak nereye
dayandığına dair farklı
teoriler bulunsa da, Akdeniz,
Küçük Asya ve
İran muhtemel kaynaklar
kabul ediliyor. İran ve
Keşmir’deki safran hasadının
uzun bir geçmişi
var. Moğol istilası sırasında
Çin’in de bu bitkiyle
tanıştığı düşünülüyor.
Anadolu’nun Kilikya
bölgesi ise safran
tarımında adı en çok öne
çıkan merkezdi.
İlaçlayınca küsüyor,
her yıl aynı toprağı istemiyor,
sadece elle toplanabiliyor,
her gün
yeniden çiçek açıyor ve
hasat istiyor safran. Bu
yoğun emeğin karşılığında,
dünyanın en pahalı
baharatına dönüşüyor.
İnsanoğluyla ilişkisi çok
eskiye dayansa ve geniş
coğrafyalara yayılsa da,
İran bugün dünya safran
üretiminin tartışmasız lideri,
Türbet-i Haydariyye
şehri de onun en parlak
yıldızı.
Crocus sativus
İnsanın safranla tanışması ve tarımını yapmaya başlamasının en az üç-dört
bin yıllık tarihi olduğu düşünülüyor.
Safran (Crocus sativus),
süsengiller (Iridaceae)
familyasından, sonbaharda
çiçek açan, 20–30
cm boyunda, çiğdem
(Crocus) cinsinden
soğanlı bir kültür bitkisi
ve bu bitkiden elde
edilen baharat. Bitkinin
yaprakları şeritimsi, mor
çiçekleri üç tepeciklidir.
Çiçeği ve tepecikleri bitkiye
bağlayan yaprak
sapı da dâhil olmak
üzere erkek organları kurutularak
özellikle gıda
boyası ve tat verici olarak
kullanılan safran bitkisi
daha çok İspanya,
Fransa, İtalya ve İran’da
yetiştirilir. Türkiye’de ise
safran Safranbolu’da
üretilmektedir. Ağırlığına
göre dünyanın en pahalı
baharatı, olan safranın
anavatanı Güneybatı
Asya’dır. Yetiştiriciliğine
ilk olarak Yunanistan
civarında başlanmıştır.
Yarım kilogram safran
80.000 çiçekten çıkarılabilir.
Kendi ağırlığının
100.000 katı suyu sarı
renge boyar.Safran baharatının
keskin bir tadı
ve iyodoform ya da saman
benzeri bir kokusu
vardır. Bunların sebebi,
bileşiminde bulunan
pikrokrosin ve safranal
kimyasallarıdır. Aynı zamanda
içine konduğu
yemeklere altın gibi sarı
bir renk katan, krosin
adı verilen karotenoit bir
boya maddesi de içerir.
Bu özellikler safranı dünya
çapında çok aranan
bir baharat yapar. Ayrıca
tıpta da kullanılırSafran
kelimesi Arapça sarı renk
anlamına gelen asfar kelimesinden
türetilen ve
Arapçada safran baharatı
anlamına gelen za’feran
kelimesinden kaynaklanarak
Latinceye safranum,
İtalyancaya zafferano
ve İspanyolcaya
azafrán olarak geçmiştir.
Daha sonra Fransızcaya
safran ve oradan
da İngilizceye saffron
olarak aktarılmıştır.
18 19
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
Çamur çullukları
(Limosa lapponica)
UÇARKEN
UYUYAN KUŞLAR
Bir kıyı çamur çulluğu hiç durmadan tam 11 gün
boyunca uçtu. Alaska’dan Yeni Zelanda’ya giden kuş, 12
bin kilometreden fazla mesafe kat ederek dünya rekoru
kırdı. Konuya ilişkin açıklama yapan kuş bilimciler, bu
kuşların uçuş sırasında yüklerini hafifletebilmek için iç
organlarını küçültebildiğini söyledi.
fregat kuşu
Çamur çullukları (Limosa
lapponica) gibi üreme
alanları Kuzey Kutbu’nda
bulunan kıyı kuşlarının
birçoğu yılda 20 bin kilometreden
fazla yol alıyor.
Eylül ayında Alaska’dan
Yeni Zelanda’ya uçan bir
çamur çulluğunu uydu
vericisiyle izleyen bilim
insanları, kuşun aralıksız
uçarak yaklaşık 12 bin
200 kilometreyi 11
günde kat ettiğini gördü.
Daha önce de Alaska
Bilim Merkezi’nden Robert
Gill yönetimindeki
ekibin izlediği bir çamur
çulluğunun göçü,
aralıksız en uzun uçuş
olarak kayıtlara geçmişti.
E7 adı verilen kuş, Ağustos
2007’de Alaska’nın
batısından yola çıkmış ve
hiç durmadan yaklaşık
11 bin 700 kilometre
uçarak sekiz günde Yeni
Zelanda’ya ulaşmıştı.
Kuşların göçlerini izleyen
Global Flyway Network’ten
Dr. Jesse
Conklin, “Dünyanın neresinde
olduklarını bilebilme
yetenekleri var gibi
görünüyor. Tam olarak
açıklayamıyoruz, ama
sanki yanlarında harita
taşıyorlar” diyor ve ekliyor:
“Büyük Okyanus’un
ortasında, açık okyanusta
günlerce uçuyorlar;
hiç kara yok.” Bazı
kuşlar haftalarca havada
kalabiliyor. Yaklaşık dört
yıl önce, İsveç’in Lund
Üniversitesi’nden Prof.
Anders Hedenström
ve meslektaşları, veri
kaydedici taktıkları ebabillerden
(Apus apus)
bazılarının 10 ay hiç yere
inmediklerini tespit etmişti.
Daha sonra yılda
iki defa kuluçkaya yatan
boz ebabilleri (Apus
pallidus) inceleyen bilim
insanları, izledikleri
kuşların üç buçuk ay kadar
havada kaldıklarını
belirledi.
20 21
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
TUZ
BOZKIRIN BÜYÜLÜ
GERÇEKÇİLİĞİ
TUZ GÖLÜ’NDE NE ARANDI?
NELER BULUNDU?
% 70
Tuz Gölü’nün
Türkiye’nin
tuz ihtiyacını
karşılama oran
Yüzölçümü: 1.300
km2 Uzunluğu: 80 km
Genişliği: 50 km Rakım:
905 metre
Neolitik çağda insanlar yerleşik hayata geçtiklerinde, Göle yakın konumda Kötücük ve Yavşanlık gibi olası
ürünlerini uzun süre saklayabilmek için tuza ihtiyaçları
atölyeyerleşim yerleri ve Karabatak gibi mevsimlik
olduğunu tahmin ediyorduk. Önceki araştır-
kamp yerleri saptadık. Bu alanlar yerleşime çok uy-
malar bunu ortaya koysa da, elimizde yeterli veri gun olmadığı için, büyük ihtimalle tuzla ilgiliydi. Buralarda
yoktu. Tuz Gölü de çok ilgilenilmeyen bir bölgeydi.
çok sayıda kesici alet, öğütme taşı ve havan
Bölgedeki yüzey araştırmalarımız, bize bu böl-
eli bulduk; bazılarının üzerinde tuza rastladık. Araştır-
GÖLÜ
genin dünyanın en eski tuz kullanım alanı olduğunu malarımız kapsamında orta ve geç Frig çanak çömlekleri
ele geçirdik, ayrıca “Galat seramiği”nin gölün
düşündürdü. Romanya’da tuz kullanımı tarihi İÖ
4000-5000 yıllarına giderken, bizde İÖ 8500-6600’e güneyine kadar yayıldığını saptadık.
tarihlendirilen malzeme bulduk.
22 23
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
Tuz Gölü en şaşırtıcı yüzlerinden birini sularının
pembeye döndüğü günlerde sergiler.
Bu renk değişikliği göle has değildir aslında,
yavru flamingolar da büyüdükçe griden
pembeye döner, Anadolu deyişiyle birer “allı
turna” olurlar. Tuz Gölü koruma ve izleme
çalışmalarında görevli uzman biyolog yazdı.
TUZ GÖLÜ’NÜN ALLI TURNALARI
FLAMINGO
KREŞI
24 bin çift flamingo olduğu tahmin ediliyor. Bu da
Avrupa’daki flamingo nüfusunun üçte birine denk
geliyor. Son yıllarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca
da Tuz Gölü’nde üreyen flamingolar düzenli
olarak izleniyor ve sayılıyor. Gölde en az yavru 2008
yılında yaklaşık bin 600 birey olarak saptandı. En
fazla yavru ise yaklaşık 20 bin 500 birey ile 2019
yılında tespit ed ildi. Bu yıl katıldığımız sayımlarda
ise yaklaşık 18 bin yavruyu kayda geçirdik. Bu
sayımlar için Cessna tipi bir uçakla göl üzerinde üçdört
saatlik uçuş yapıyor, kreşin hava fotoğraflarını
çekiyor ve bu görüntülerden yola çıkarak bazı programlarla
flamingo sayımı yapıyoruz. Bu çalışmalarda
dronları da kullanıyoruz ve sadece flamingoları
değil toy, bozkır kartalı, kızkuşu, bozkır delicesi gibi
nesli küresel ölçekte tehlike altında olan türleri de
izliyoruz. Bugüne dek koruma bölgesi sınırları içinde
246 kuş türü tespit edildi. İzleme çalışmalarıyla, su
seviyesinde düşüş, avcı lık, besin bulamama gibi tehlikelere
karşı da önlem alınmaya çalışılıyor. Örneğin,
su seviyesinde ani değişimler tespit edildiğinde, eğer
mümkünse akarsulardaki sedde ve diğer engeller
ortadan kaldırılarak hızlı müdahaleler gerçekleştirilebiliyor.
Keza bu tehditler nedeniyle bazı yıllarda
Gediz Deltası’nda hiç üreme olmadığı biliniyor. Türkiye’nin
de taraf olduğu birçok sözleşmeyle korunan
flamingoların bilinen üreme popülasyonunun yüzde
90’ından fazlası yaklaşık 10 alanla sınırlı. Flamingolar
kalabalık gruplar halinde çoğaldıkları için, bu
sınırlı üreme alanları zarar gördüğünde popülasyonlarının
da bundan ciddi ölçekte zarar göreceği aşikâr.
Bu sebeple de Tuz Gölü gibi nadir ekosistemleri ve
üreme kolonilerini korumak oldukça önemli.
24 25
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
ALASKA
BUZUL KÖRFEZİ’NİN ÜZERİNDE
Alaska’nın buzullarına bakarken sadece bugüne
değil, binlerce yıl öncesinin havasına, toprağına
ve suyuna da bakmış oluyoruz. ABD’nin en
büyük ve en ıssız eyaletinin doğa hazinesi Buzul
Körfezi Ulusal Parkı üzerinde uçakla yapılan
bir keşif turu, yerkürenin bu çok eski anıtlarını
bambaşka bir açıdan tanıma olanağı veriyor.
Alaska,ABD’nin
yüzölçümü en büyük,
nüfus yoğunluğu en az
olan eyâletidir. Rus İmparatorluğu’ndan
30
Mart 1867’de 7,2 milyon
dolar karşılığında
satın alınarak ABD’ye
katılmıştır.[1][2] Oldukça
soğuk bir iklime sahiptir.
Alaska’da yaşayan
Na-Dene dilli Kızılderililerinin,
günümüzden
15-40 bin yıl önce Bering
Kara Köprüsü’nü
geçerek Amerika kıtasına
yerleşen ilk göçmenlerin
soyundan geldiği
sanılır. Na-Dene dilleri
ile Sibirya’daki Yenisey
dilleri arasındaki akrabalık
ilişkileri 2008 yılında
Edward Vajda başta
olmak üzere dilbilimcilerce
ortaya konmuştur.
Bu, iki kıta arasında
akrabalığın ilk kez dil
verileriyle ortaya konmasıdır.
Eskimolar ve
Aleutlar ise bir olasılıkla
Alaska’ya 3-8 bin yıl
önce gelen, daha yerleşik
Kuzey Kutbu halklarının
torunlarıdır. Alaska’daki
ilk Avrupalılar,
Kodiak Adası’nda bulunan
Three Saints (Üç
Azizler) Koyu’na 1784’te
yerleşen Rus kürk tacirleriydi.
Rusların etkisini
bugün bile Kodiak’ın yerli
halkı olan Supiklerde
görmek mümkündür.
Bölge, 1799’dan
1867’ye değin bir
Rus-Amerikan Kumpanyası
tarafından yönetildi.
ABD dışişleri bakanı
William H. Seward,
bölgenin ABD’ye satılmasını
onaylayan belgeyi
1867’de imzaladı.
Önemli altın kaynaklarının
keşfi 1880’lerde
ve 1890’larda çok sayıda
Amerikalının Alaska’ya
yerleşmesine neden
oldu ve ABD Kongresi
1912’de Alaska Toprakları’nı
kurdu. II. Dünya
Savaşı sırasında Japonların
bölgedeki etkinliği
Alaska’da savunma tesisleri
kurulmasını zorunlu
kıldı. Alaska 3 Ocak
1959’da 49. eyâlet olarak
ABD’ye katıldı. 1968’de
Kuzey Kutbu kıyı ovasında
petrol ve doğal gaz
yatakları bulunmasıyla
daha da gelişti.
26 27
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
BUZLA YAZILAN TARİH
Alaska’nın buzullarına bakarken sadece bugüne
değil, binlerce yıl öncesinin havasına, toprağına
ve suyuna da bakmış oluyoruz. ABD’nin en
büyük ve en ıssız eyaletinin doğa hazinesi Buzul
Körfezi Ulusal Parkı üzerinde uçakla yapılan
bir keşif turu, yerkürenin bu çok eski anıtlarını
bambaşka bir açıdan tanıma olanağı veriyor.
Alaska’da 75 bin kilometrekarelik alana yayılan buzulların
oluşumu için çok uzun süreler gerekiyor. Buzullar
donmayla değil, birikmeyle oluşuyor. En basit
anlatımıyla, eriyenden fazla kar yağması ve zaman
içinde karların yeniden kristalleşerek sertleşmesiyle
meydana geliyorlar. Karada oluşan buzulların kendi
içlerinde türleri var; sirk buzulu, vadi buzulu, dağ
eteği buzulu ve takke buzulu gibi. Aysbergler, yani
buz dağları ise kıyılarda oluşan buzulların erime
veya dalga aşındırmasıyla koparak denize düşmesiyle
meydana geliyor. Alaska’da fotoğrafladıklarım
ise vadi buzulları. Onlara bakarken sadece bugünü
değil, uzun yıllar öncesinin havasını, toprağını ve
suyunu da görmüş oluyorum aslında, çünkü içlerinde
sıkışmış toprak ve hava da barındırıyorlar. Alaska’nın
buzulları ve diğer doğa varlıklarının iyi korunmasında
nüfusun seyrekliğinin de payı var. Burası,
1 milyon 718 bin kilometrekarelik alanıyla ABD’nin
en büyük eyaleti ama nüfusu sadece 710 bin. Türkiye’nin
yüzölçümünün 783 bin 500 kilometrekare
olduğunu düşünürsek, Alaska’nın genişliğini daha
iyi anlayabiliriz.
28 29
ATLAS · KASIM 2020 ATLAS · KASIM 2020
BUZUL KÖRFEZİ’NE DOĞRU
Alaska’da hava durumu
tahminleri ne kadar
doğru çıkarsa çıksın,
coğrafyanın iklimi,
iklimin de coğrafyayı
yakından etkilediği bu
topraklarda planlarınızı
hep bir “acaba” ile yapmak
zorundasınız. Tatsız
sürprizlere izin vermemek
için havanın mümkün
olduğunca açık olduğu
bir günü seçiyoruz.
Uçuş günü Skagway’de
hava açık, güneşli ve her
şey yolunda görünüyor.
Alanda uçağın kapısı
söküldükten sonra emniyetimizi
alıp Buzul
Körfezi’ne doğru uçuşa
geçiyoruz. Bölgeyi avucunun
içi gibi bilen usta
pilotumuz, üzerinden
geçtiğimiz buzulların adlarını
teker teker sayıyor
telsizden: Rainbow,
Davidson, McBride,
Carroll, Muir, Reid,
Lamplugh, Margerie,
Gilman, Johns Hopkins
ve onlarcası... Fakat
beklediğimiz gibi; her
ne kadar tahminler açık
gösterse de her dakika
değişen hava koşullarıyla
karşı karşıyayız. Yola
çıkarken günlük güneşlik
olan hava, Takhinsha
Dağları’na doğru parçalı
bulutlu, Buzul Körfezi’nde
ise kapalı bir hal
alıyor. Manzara sürekli
değişiyor. Yeşil-beyaz
bir coğrafyanın üzerinde
süzülüyoruz. Ormanlarla
kaplı yamaçlar, karlı ve
kayalık dağlar, geniş düzlükler,
bataklıklar, nehirler,
deltalar ve sonra
yine buzullar... İlk uçuşta
görme şansına eriştiğim
Rainbow Buzulu’yla
tekrar karşılaşıyorum.
1573 metre yükseklikte
yer alan, 2,41 kilometre
genişliğindeki buz kütlesi
bir uçurumun kenarında
son buluyor ve bu
noktadan itibaren yolculuğuna
şelale olarak
devam ediyor. Sonra 7,4
kilometre genişliğindeki
Davidson ve ardından
22,53 kilometre
genişliğindeki McBride
buzullarının üzerinden
geçiyoruz. Hava hâlâ
güzel, Chuck da bu
avantajla olabildiğince
alçaktan uçuyor. Uçağın
kapısı da yok, elimi uzatıp
dokunasım geliyor bu
doğa harikalarına. İlginç
şekilde, buzullar havadan
bakınca birer otobanı
andırıyorlar, üzerlerinde
siyah, beyaz, mavi şeritler
uzanıyor. Buzun
rengi, içindeki hava
miktarına ve Güneş’ten
gelen ışığın üzerinde
kırılıp yansımasına göre
beyazdan maviye değişiyor.
Buz kütlesinin içinde
hapsolmuş kaya, toprak
ve mineraller de siyah
ve gri renkleriyle göze
çarpıyorlar. Buzullar
yukarıdan pürüzsüz bir
çizgi gibi akıp gitseler de
yaklaştıkça üzerlerindeki
çatlak ve kırıklar rahatlıkla
görülebiliyor. Bazı
çatlaklar o kadar geniş ki
uçağımız içine düşse kaybolabilir!
Sonra çekilen,
yani küçülüp yok olan
buzullardan geriye kalan
ıssız vadiler başlıyor.
Yıllarca dev buz kütlelerinin
altında ezilen buzul
yatakları pürüzsüz; gri
bir renk almış. Dağların
zirvelerine yakın yerlerde
ise genç buzullar göze
çarpıyor.
Kırılmaların yoğun
olduğu günlerde, koylardaki
buz yoğunluğu
da artıyor. Bu
durum bölgeyi ziyaret
eden büyük gemileri
çok etkilemese de
küçük tekne ve kano
turları için önemli bir
tehlike oluşturuyor.
30 31
32
ATLAS · KASIM 2020