Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Mart & Nisan 2021
Yıl: 17 | Sayı: 98 | Fiyatı: 15 TL
ANNEANNENİN DEFTERİNDEKİ TARİFLERLE
BAŞLAYAN BİR ŞEFLİK ÖYKÜSÜ
HAZER AMANİ
DEKAN GÜLVELİ KAYA’NIN MAKAM ODASI
SANAT ATÖLYESİNE DÖNÜŞTÜ
ABDÜLAZİZ AV KÖŞKÜ’NÜN
TERK EDİLMİŞ YALNIZLIĞI
DR. ASTROLOG ŞENAY DEVİ’DEN
2021 YILINA DAİR
ÖNEMLİ TÜYOLAR
BAĞDAT CADDESİ
YENİDEN GÖZDE!
KENTSEL DÖNÜŞÜM MÜ,
GÜÇLENDİRME Mİ?
Kadıköy’ün yeni yüzü
SON 2 YILIN ÖZETİYLE
KARŞINIZDA!
İstanbul Sanat Dergisi’nin
yeni sayısı yayınlandı
Yaşanmakta olan salgın sürecinin sanatsal faaliyetleri de büyük ölçüde kısıtlamış olmasına vurgu yapan dergi,
“Özgürlüğümüzün Olmazsa Olmazı Sanat Karantinada” diyerek, konuyu sayfalarına taşıdı. Derginin kapak
konusu yaptığı çalışmaya, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da “Sanat için özgürlük
mecburiyetini İstanbul’a hâkim kılmalıyız” mesajıyla katıldı.
İstanbul Sanat Dergisi’ne Remzi, Nezih, Kırmızı Kedi, Gergedan, Mephisto ve
Tarihçi Kitabevleri ile dergi satış noktalarından ulaşabilirsiniz.
fi
istanbulsanatdergisi
www.istanbulsanatdergisi.com
360 0 AJANS
. .
HIZMETİ
HIZMETI
Size uzak gelebilir, bizim için ‘Bİ TIK’ ötede...
■ Marka & İtibar Yönetimi
■ SEO & SEM Danışmanlığı
■ Özel Tasarım & Yazılım
■ Mobil Uygulama
■ Sosyal Medya Yönetimi
■ Dijital Reklam Yönetimi
■ Web & Grafik Tasarım
■ Özel E-Ticaret Çözümleri
■ 2D & 3D Video Animasyon
/timsahajans
info@timsahajans.com.tr +90 (216) 232 23 24
Bağlarbaşı Mah. Feyzullah Cd. No:140 Artan Plaza Kat:5, 34844 Maltepe/İstanbul
www.timsahajans.com.tr
NİKAHINIZ
ÖZEL
davetiniz
şık ve
unutulmaz
olsun
Evliliğe adım atacağınız bu
önemli günde, açık veya kapalı
ferah alanlarda davetlilerinizi
güvenle ağırlayabileceğiniz,
her detayın eksiksiz ve özenle
düşünüldüğü masal gibi
unutulmaz anlar sizi bekliyor.
TITANIC HOTELS
ANTALYA | ISTANBUL | BODRUM | BERLIN
titanic.com.tr
#MyTitanicStory
Editör
Bahar geldi Kadıköyüme...
Aradan 2 yıl geçti Kadıköy yeni yüzüne kavuşalı
beri... Av. Şerdil Dara Odabaşı’nı dilimiz zorlamış,
teleffuz etmekte sıkıntı çekmiştik. Kimdi? Kadıköy’ü
ne kadar biliyordu? Daha da önemlisi, Kadıköy’e
bizler gibi tutku derecesinde bağlı mıydı?
Önce uzun boyuna rağmen Belediye’ye minibüs
ile gidip gelmeye başladı. Sonra başta Kadıköy
Çarşısı olmak üzere tüm esnafımızın arasında
dolaşarak, kahvelerini içerek, sorunlarını dinleyerek,
Kadıköy’ün ruhuna indi. Ardından sanat
projeleri, çevre sorunları, pandemi düzenlemeleriyle
birlikte çeşitli disiplinlerde gerçekleştirdiği
faaliyetlerde ilçe halkının gönlünde tatlı
tınılar bıraktı.
Yaşadığımız salgın nedeniyle belediyecilik anlayışının
da değiştiği ve ihtiyaçlar kavramına farklı bir
soluk geldiği günümüzde Kadıköy Belediyesi’nin iki
yılını masaya yatırıyor, sizlerin görüşleriyle harmanladığımız
kapak dosyamızı baharın ilk adımlarında
paylaşımınıza açıyoruz.
***
Bahar... Tüm olumsuzluklara rağmen sokaklarımızı,
evlerimizi, ilişkilerimizi şenlendirmeye başladı
bile... Henüz ilk günlerinde olsak da çevremizdeki
değişiklikler, zamanın ruhuna pozitif bir etki
bırakmakta.
Malum Kadıköyümüzün en güzel caddelerinden
biri Bağdat Street Biz Paris’in Şanzelize’si de
diyoruz karizmatik caddemize... Son zamanlarda
belirgin bir dönüşüm içerisinde. Kıyafet satan
markalardan ziyade yiyecek-içecek üzerine yine
çok severek tükettiğimiz ürünlerin markaları
boy göstermeye başladı Bağdat Caddesi’nde...
İtimat markasını Caddebostan’ın tam göbeğinde
göreceğinizi hiç aklınıza getirir miydiniz? Ömerpaşa
Sokağı’ndan inerken rengârenk meyve ve
sebzelerin gülümseyen tezgâhlarda tam karşıma
çıkacağını ben düşünmezdim. Oldu... Artık dünya
güzeli Caddemizde bir de gülümseyen manavımız
eşliğinde şarküterimiz var.
***
İranlı bir baba ve bir Türk anneden doğan, Kayserili
anneanne ile ilk mutfağa giren, Güney Afrika, Cape
Town’da aşçılık eğitimi alan ve dünyanın pek çok
ülkesine seyahat edip, farklı lezzetleri deneyimleyen
Hazer Amani ile gastronomiye yeni bir pencere
açıyoruz bu sayımızda... Ataşehir’de anneannesinin
ismini taşıyan Zekiye Esnaf Lokantası’nda
çocukluğunda yapılan yağlamalar, mantılar, yaprak
sarmaları ve kadınbudu köfteler gibi lezzetlerden
hatırladıklarını sunan Amani ile Serap Gürses
söyleşi yaptı. Ufak bir dip not; Sıla ile ilgili hiçbir
soruyu kabul etmediği gibi randevu da bir sene
önceden alındı! Bu röportaj kaçmaz...
Kayıplarımız da var. Bülent Ecevit’in 1974’te ilk
kurduğu CHP-MSP koalisyon hükümetinin Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra, 104 yaşında
yaşamını yitirdi. Son günlerine kadar aktif yaşamını
sürdüren Kayra’yı geçtiğimiz haftalarda CHP Lideri
Kemal Kılıçdaroğlu, Moda’daki evinde ziyaret
etmişti.
Bir diğer acı kaybımız sanat dünyasından.... Suadiye’de
yaşamını eşi ve değerli müzik adamı Uğur
Dikmen ile sürdürmekte olan Türk Pop Müziği’nin
güzel sesli, güzel yüzlü sanatçısı Serpil Barlas, 64
yaşında hayata veda etti. Son röportajını ise Kadıköy
Life ile gerçekleştirerek, hayatının dizi olacağını
duyuran sanatçıya Allah’tan rahmet, yakınlarına
başsağlığı diliyoruz.
Canan Toprakkaya
Haber • Magazin • Aktüalite • Ekonomi • Politika
TARAFSIZ, BÖLGESEL,HABER,
MAGAZİN, AKTÜALİTE, EKONOMİ,
POLİTİKA DERGİSİ
İmtiyaz Sahibi ve
Genel Yayın Yönetmeni
Fatma Canan Toprakkaya
Yayın ve Yönetim Kurulu Başkanı
Kadir Toprakkaya
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
İrem Toprakkaya
Yayın Kurulu
Dr. R. Sertaç Kayserilioğlu,
İnal Aydınoğlu, Bülent Turan
Haber Müdürü
Cenay Toprakkaya
Editörler
Sedef Turan, Pınar Baltacı,
Yiğit Uygun, Edip Ozan Üçok,
Batuhan Karaman, Gürer Mut,
Nil Özer
Fotoğraf Editörü
Emin Küçükserim
Foto Muhabiri
Batuhan Karaman
Görsel Yönetim
Kubilay Şenyiğit
Reklam ve Halkla İlişkiler
Pınar Korkut
Tel: 0553 302 21 97
Basım
Ege Reklam ve Basım
Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.
Sertifika No: 45604
Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad.
No: 4/1 Ataşehir - İstanbul
Tel: (0216) 470 44 70
www.egebasim.com.tr
Dağıtım
Arıksoy Basın Yayın Dağıtım Ltd. Şti.
KADIKÖY LIFE dergisinin birinci sayfasından
son sayfasına kadar olan yazılardan imza
sahipleri sorumludur. Yayınlanan reklamların
sorumluluğu reklam sahiplerine aittir.
KADIKÖY LIFE dergisinde yayınlanan her
türlü yazı, fotoğraf ve illüstrasyonların her
hakkı saklıdır.
İzinsiz, kısmen veya tümüyle yayınlanamaz.
KADIKÖY LIFE’ın hiçbir kurum ve kuruluşla
doğrudan veya dolaylı bağlantısı yoktur.
Yayıncı
K-İletişim Basın Yayın ve
Tanıtım Hizmetleri
Karanfil Sokak No: 27/13
Göztepe / İstanbul
Tel: 0216 360 72 04 - 0216 550 11 17
Gsm: 0532 266 82 43
E-posta: kadikoylife@yahoo.com
www.kadikoylife.com
İrtibat Bürosu
Kuşdili Cad. Misk-i Amber Sok.
No: 44/6 Kadıköy / İstanbul
Tel: 0532 470 73 05
ISSN 1307-5535
Mart & Nisan 2021
Yıl: 17 Sayı: 98 Fiyat: 15 TL
Basım Tarihi: 10 Mart 2021
Yayın türü: İki aylık, bölgesel,
süreli yayındır.
KADIKÖY LIFE
Anadolu Yakası Gazeteciler Derneği
üyesidir.
6 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
İçindekiler
60
38
18
74
18
38
46
52
KADIKÖY’ÜN YENİ YÜZÜ
SON 2 YILIN ÖZETİYLE KARŞINIZDA!
2019 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde Kadıköy
Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Avukat
Şerdil Dara Odabaşı ile geçen iki yılı ve pandemiyle
değişen belediyecilik anlayışını konuştuk.
ASIRLIK ÇINAR CAHİT KAYRA İÇİN…
MUZAFFER AYHAN KARA: Bülent Ecevit’in 1974’te
ilk kurduğu CHP-MSP koalisyon hükümetinin Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra, 104 yaşında
yaşamını yitirdi. Son buluşmamız, salgın haberinin
ilk çıktığı gün olan 11 Mart 2020’de 104 yaşına
bastığı, Moda Tarihçi Kitabevi’ndeki doğum günü
partisiydi...
Dr. Astrolog Şenay Devi’den
2021 YILINA DAİR ÖNEMLİ TÜYOLAR
PINAR BALTACI: Türkiye’nin ilk ve tek “Dr.” unvanlı
astrologu Şenay Devi, astrolojik faaliyetlerini akademik
düzeyde de sürdüren bir isim... Batı, Çin ve Hint,
üç ayrı astronom bilimi alanında eğitimleri bulunan
Devi ile 2021 yılının dünyaya ve burçlara etkilerini
konuştuk.
MERAKLI KEDİ
“Bir kadının sesiyle güne gözlerini açmak dünyalara
bedeldi. ‘Kalk bakalım güzel gözlüm, yakışıklım.
Kahvaltıyı hazırladım’ dedi ve sevgilisini
öperek uyandırdı Canan. O sırada Canan’ın beyaz
Malta Terrier’i de yatağa atlayarak, Hakan’ın
yüzünü şapur şupur yalamaya başladı.” Çağatay
Yaşmut’tan Kadıköy Cinayetleri serisi Kadıköy Life
sayfalarında...
46
60
74
82
52
Arçelik Rekabet Uyum Yöneticisi
Gökşin Kekevi ile
TÜRKİYE’DE REKABET HUKUKUNUN
DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI
İREM TOPRAKKAYA: Son dönemde gerek koronavirüs
salgınında yaşanan fahiş fiyat artışı ve stokçuluk
eylemleri gerekse e-ticaretin artmasıyla Amazon,
N11, Trendyol vb. e-pazaryeri platformlarının işleyişi
hakkında başlatılan sektör incelemesi ile gözler
yeniden Rekabet Kurumu’na çevrildi.
Underground kültüre göz kırpan
fotoğraf sanatçısı;
DİLAN BOZYEL
Sadece bir fotoğrafçı değil, aynı zamanda iyi bir yazar
ve anlatıcı olan Dilan’ın uzak şehirlere göz kırpan
anlatımıyla fotoğrafların dünyasında kaybolup, kadrajların
ve dolayısıyla yaşamının hikâyesine tanıklık
etmeye hazır mısınız?
Anneannenin defterindeki tariflerle
başlayan bir şeflik öyküsü:
HAZER AMANİ
SERAP GÜRSES: Hepimizin öyle ya da böyle mutfakla
bir ilişkisi vardır. Kimimiz anne ya da eş kimliğimizle
doğal olarak evde aşçı görevini yürütürken,
kimimiz ise yemek yapmayı bir hobi ya da deşarj
olma yöntemi olarak görür. Tabi bir de bu zevkli işi
meslek olarak yapanlar var. Bunlardan biri de ünlü
Masterchef Hazer Amani...
82
Çevre
Bağdat Caddesi
yeniden gözde!
Pandemi döneminde açık alanlar çok daha fazla öne çıkıyor.
Bir zamanlar popülerliğini AVM’lere kaptıran birçok cadde,
pandemi sürecinden itibaren yeniden gözde!
PINAR BALTACI
Pandemi süreci alışkanlıklarımızı değiştirmeye
devam ediyor. Yıllar önce AVM’lerin
açılmasıyla eski popüler günlerini kaybeden
Bağdat Caddesi, yeniden canlanmaya başladı.
Alışveriş için açık alanları tercih eden
İstanbullular, Caddeli markalardan alışveriş
yaparken vakitlerini de deniz kenarında
geçiriyorlar.
Kafe ve restaurantların açılmasıyla birlikte
eski canlılığını yakalayacağı düşünülen
Cadde’de boş dükkânlar dolmaya başladı.
Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz
Bağdat Caddesi Derneği Başkanı Ali
Güvenç Kiraz, Kadıköy Life Dergisi’ne şunları
söyledi: “Bağdat Caddesi uzunca bir süre
unutulmuş, mağazacılık ve ticari anlamda
sıkıntılar yaşayan bir caddeydi. Biz de zaten
derneğimizi bu sorunların ardından, Bağdat
Caddesi’ni yeniden canlandırmak adına
kurduk. Bu noktada pandeminin öncesinde
birtakım çalışmalar başlattık, ancak ne yazık
ki sekteye uğradı. Yaklaşık bir senedir de
aktifliğimizi geriye çekmeye başladık.
CADDE İVME KAZANMAYA BAŞLADI
Fakat bu zaman diliminde oldukça enteresan
bir süreç gelişti. Şöyle ki, pandemi ris-
Ali Güvenç Kiraz
8 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Çevre
kinden ötürü kapalı alanları tercih etmeyen
birçok kişi, alışveriş anlayışını değiştirerek
AVM’lerde değil, açık alanlarda vakit geçirmeye
başladı. Hâl böyle olunca markalar
için Bağdat Caddesi ve ara sokakları
yeniden gözde hâle geldi. Geçen sene mart
ve nisan aylarından itibaren Cadde’nin ivme
kazanmaya başladığını söyleyebiliriz.”
“BAĞDAT CADDESİ’NİN YAN
SOKAKLARINDAKİ DÜKKÂNLAR DA
DOLDU”
Markaların geçtiğimiz nisan ayından sonra
ciddi bir şekilde yer arayışına girdiğini de
ifade eden Kiraz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kiralamaların artmasıyla birlikte Cadde’deki
boş dükkânlarımız yarı yarıya dolmaya
başladı. Bağdat Caddesi’nin ana cadde kısmında
şu an ağırlıklı olarak bankalar, tekstil
ürünleri, çok fazla olmasa da restaurantlar
ve teknoloji markalarının mağazaları var.
Ancak yan sokaklarımız, kira bedellerinin
biraz daha düşük olması sebebiyle kafe
ve restaurantlar tarafından ilgi görmeye
başladı. Eskiden sadece Caddebostan’ın
meşhur sokaklarından Barlar Sokağı’nda
yeme-içme işletmeleri vardı. Ancak şimdi
neredeyse tüm yan sokaklar, bu sektörlerin
önemli markaları tarafından kiralanmış
durumda. İnsanların AVM’ye gitmemesi ve
herkesin artık bulundukları yerlerde alışveriş
yapmayı tercih ediyor olmaları, genel
anlamda Bağdat Caddesi’nin popülaritesini
attırdı. Pandemi koşullarının olumsuzluklarını
normal hayata geçtiğimizde sileceğimizi
ve Cadde’nin çok daha fazla ivme kazanacağını
düşünüyorum. Hatta sadece hafta
sonları değil, hafta içi de her daim dolu
olan bir Cadde ile karşı karşıya kalacağımızı
öngörüyoruz.”
“CADDE’DE İKİ YIL DAHA HAREKETLİLİK
OLMAYACAK”
Gayrimenkul Danışmanı Aybars Kibarer ise
uzun yıllardır Bağdat Caddesi’nde hizmet
verdiğini belirterek, Cadde’de uzun süre
hareketlilik yaşanmayacağını aktardı:
“Pandemiden en çok etkilenen sektörlerden
İzak Hason
biri de emlak sektörü oldu. Ortaya 65 yaş
üstü diye bir tabirin çıkması ve ziyaretlerin
kısıtlanmasıyla birlikte bir kere ticaret etkilenmeye
başladı. Belli markalar Türkiye’den
gitmeye başladı, çünkü eskisi kadar talep
yok. Hâl böyle olunca Bağdat Caddesi’nde
de kiralar düşmeye başladı. Ben iki yıl daha
herhangi bir haretliliğin yaşanmayacağını
düşünüyorum. Artık insanlar ofislerde
çalışmadıkları için bir kere kıyafet, kozmetik
gibi ürünleri eskisi gibi almıyorlar. Mesela
topuklu ayakkabı satışlarında ciddi düşüşler
olmuş. Bu durumda doğal olarak markalar
mağaza açmak istemiyor. Dediğim gibi,
şu an Cadde’de bir hareketlilik olmadığı
gibi yaklaşık iki sene boyunca da olacağını
düşünmüyorum.”
“YÜZDE 20 ORANINDA
BİR CANLANMA OLACAK”
Bağdat Caddesi’nin bir diğer köklü firması
İzak Hason Emlak Danışmanlığı’nın yaratıcısı,
Gayrimenkul Uzmanı İzak Hason da
“Bağdat Caddesi’nde bir canlılık olacağı
kesin” diyerek, şu açıklamalarda bulundu:
“Bir kere kabul etmemiz gerekiyor ki
insanlar eskisi kadar sokaklarda değiller.
Bu sebeple çok ciddi bir hareketlilikten
söz etmemiz mümkün değil, ancak yine de
yüzde 20 oranında bir canlanma olacak.
Havaların ısınmasıyla bu durumda artış
da yaşanacaktır. Bunun yanında bazı yeni
markaların da Cadde’ye geldiğini söyleyebilirim.
Örnek verecek olursam, bizim
ofisimizin hemen karşısına dünyaca ünlü
marka ‘Miny Center’ geldi. Yeni markaları
da merakla bekliyoruz.”
Aybars Kibarer
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 9
Çevre
Türk Telekom,
Kadıköy Altıyol’a taşındı
Türk Telekom, Rasimpaşa Mahallesi Yoğurtçu
Şükrü Sokak’ta bulunan İstanbul Kadıköy
Müşteri Merkezi’ni Altıyol’daki tarihi binaya
taşıdı. 1900’lü yılların başlarında Kadıköy’ün
telefon santralı olarak hizmet veren,
kurulduğu ilk yıllarda sadece 99 numara
kapasiteli olan santral binası, kapsamlı bir
restorasyondan geçerek çağdaş şartlara
uygun bir hizmet merkezine dönüştü.
Müşteri Merkezi’nin yanı sıra bölge müdürlüğü
birimlerinin de yer aldığı binanın
Altıyol Meydanı’ndaki otobüs duraklarının
hemen karşısında bulunması, abonelerin
kolay ulaşımı açısından son derece yerinde
bir karar olarak değerlendirildi. Restorasyonun
Kadıköy’ün az sayıdaki tarihi binasında
mevcut olan tarihi dokuya sadık kalınarak
gerçekleştirilmiş olmasının memnuniyet
verici olduğuna vurgu yapan Kadıköylüler,
bu durumun Kadıköy için ayrı bir kazanç
olduğunu da sözlerine ekledi.
DİJİTAL SANTRALE GEÇİŞE
EV SAHİPLİĞİ YAPTI
Tarihi santral binasının Kadıköy’ün yakın
tarihindeki bir başka özelliği ise, manuel
santralden dijital santrala geçişe ev sahipliği
yapmış olması. 1987 yılında dönemin Başbakanı
Turgut Özal, o günün şartlarında dev
bir yatırımın ardından binada düzenlenen
bir törenle dijital santrala geçişi başlatmış
ve ilk anında şehirlerarası bağlantıyı yine
zamanın Ulaştırma Bakanı Veysel Atasoy’u
arayarak gerçekleştirmişti.
“DETAYLI BİLGİ VEREMİYORUZ”
Değerli okurlarımıza bina hakkında detaylı
bilgi vermeyi arzu etmiş olmamıza rağmen
maalesef bunu yapamadık. Üstelik yönetim
ofisimize komşu olmalarına rağmen bina
hakkında bilgi ve içerisinden fotoğraf çekmemize
izin verilmedi. Daha da üzücü olanı,
1960’lı yılların Türkiye’sinde olduğu gibi
“Beyanat vermeye yetkili değiliz. Dilekçe ile
müracaat edin” dendi. Farklı tarihlerde iki
defa dilekçe ile müracaat emiş olmamıza
rağmen ise “Bilgi isteği talebiniz reddedilmiştir”
cevabı verildi.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 11
Ulaşım
Modalılardan ulaşım talebi:
Moda Tramvayı’nın
sefer sayıları arttırılsın
İstanbul’un sembollerinden nostaljik Kadıköy-Moda Tramvayı’na ilişkin
talepler sürüyor. Ek sefer isteyen Moda sakinleri, durak sayılarının
arttırılması ve korunaklı duraklar konusunda da ısrarcı...
PINAR BALTACI
Kadıköy merkezden Moda’ya giden tek
ulaşım aracı tarihi Kadıköy-Moda Tramvayı
için harekete geçen Modalılar, ek sefer ve
korunaklı duraklar ile durak sayıları konusunu
yeniden gündeme getirdi. Özellikle
kış aylarında tramvayı kullandıklarını ifade
eden Moda sakinleri; “Kadıköy’e gezmeye
gelenler Moda’ya sahil tarafından ulaşıyor,
ancak biz çarşıda temel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan
sonra evlerimize hızlıca ulaşmak
için tramvaya ihtiyaç duyuyoruz” diyor.
“SEFER SAYILARI ARTTIRILSIN,
KORUNAKLI DURAKLAR OLSUN”
Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz
Caferağa Mahallesi Muhtarı Zeynep Ayman,
tramvaya ilişkin farklı talepleri de bulunduğunu
dile getirerek, dergimize şunları söyledi:
“Seferlerin artırılması konusundaki talebimizi
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Raylı Sistemler
Daire Başkanlığı’na bildirdik, ancak yolcu
sayısına bakarak ihtiyaç olmadığını söylüyorlar.
Bizlere talep geliyor, sefer sayılarının
artması durumunda tramvayı kullanacak
yolcu sayısında artış olacağını öngörebiliyoruz.
Talebimizi yinelemeye devam edeceğiz.
Çünkü yetersizliğine rağmen Modalıların tek
ulaşım aracı tramvay...” Muhtar Ayman, durak
sayılarının yanı sıra korunaklı durak taleplerini
de “Kış aylarında zaten seyrek olarak
geçen tramvayı bekleyebileceğimiz korunaklı
duraklarımız yok ne yazık ki. Durakların daha
belirgin ve hava koşullarına karşı korunaklı
olmasını da istiyoruz” sözleriyle aktardı.
Caferağa Mahallesi Muhtarı Zeynep Ayman
12 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Ulaşım
Yazar Anais Martin
“TRAMVAY ESKİDEN GERÇEKTEN
MODA’YA GİDERDİ”
Çocukluğundan bu yana Moda’da yaşayan
Kadıköylü yazar Anais Martin ise tramvaya
dair anılarını şu sözlerle tazeledi: “Sefer sayılarının
arttırılması gerekiyor, çünkü özel araç
kullanan Modalı sayısı çok az. Tramvay eskiden
gerçekten Moda’ya giderdi. Yani Cem Sokak’tan
Moda Caddesi’ne girer, Moda’nın ucuna
kadar gider ve Atatürk büstünün oradan
ring yapardı. Şimdi aynı güzergâhta ilerlemese
de yine de önemli bir ihtiyacı karşılıyor.
Sizinle küçük bir anımı da paylaşmak isterim.
Kitabımda da bahsetmiştim bu anlardan.
Moda Tramvayı, benim çocukluğumda Şenlik
Sokak’tan dönerdi. Daha doğrusu dönemezdi
ve genelde sokağın hemen kenarındaki eve
çarpardı. Biz çocuklar yine tramvay geldi
diye koşarak gider ve çok eğlendirdik. Tabii
hemen ekipler gelir, evi onarırdı. Şimdilerde
teknoloji çok ilerledi. Sefer sayıları arttırıldığında
tramvayla ilgili başka bir problemimiz
kalmayacak. Memnunuz.”
KADIKÖY-MODA TRAMVAYI’NI
SOKAĞA SORDUK
Kadıköy-Moda Tramvayı’nı, hattı sürekli
olarak kullanan Modalılara sorduk.
Tramvayı neredeyse her gün kullandığını
belirten Burak Bulut; “Akşam saatlerinde
tramvay saatlerinin biraz daha uzatılmasını
istiyoruz. Bunun yanında hat Moda sahile
kadar uzansa daha iyi olur diye düşünüyorum”
derken, Musa Demirbaş da tramvayı
nadiren kullanmasına rağmen oturacak yer
bulmakta zorlandığını paylaşarak; “Yakın
zamanda tramvay güzergâhı üzerinde gerçekleştirilen
kaldırım ve çevre düzenlemelerinden
sonra seferler aksamadan devam
etmeye başladı” şeklinde konuştu. Bir
diğer Moda sakini Çağla Kurşun, güzergâhtan
memnun olduğunu kaydederek; “Bazen
tramvayın dakikalarında gecikmeler
olabiliyor. Gecikme sırasında duraklarımız
korunaklı olmadığı için ne yazık ki 65 yaş
üstü bireyler beklemekte çok zorlanıyor.
Bunun yanında iş çıkış saatlerinde çok yoğunluk
oluyor. Ek seferlere de ihtiyacımız
var” ifadelerini kullandı.
NOSTALJİK TRAMVAY HATTI
HAKKINDA
T3 Kadıköy-Moda Tramvay Hattı, kısmen
eski 20 numaralı tramvay hattının güzergâhını
takip etmekte. Kadıköy Meydanı,
Altıyol ve Bahariye Caddesi’nden geçerek,
Moda İlkokulu önü ve Moda Caddesi’nden
tekrar Kadıköy İDO İskelesi önüne gelmekte
ve bir ring işletmesi olarak çalışmakta.
Tek yön işletmeciliği ile yapılan sistemde,
Almanya’nın Jena şehrinden ikinci el
olarak alınan Tatra GT6 model tramvay
araçları ile hizmet verilmekte. İşletme, 20
numaralı eski tramvay hattının güzergâhını
kullanması ve nostaljik araçlarla işletilmesi
nedeniyle “Nostaljik Tramvay Hattı” olarak
da dile getirilmekte. Bu araçların tüm bakım,
onarım ve revizyon işlemleri, Kadıköy
İDO İstasyonu yakınında bulunan tramvay
bakım atölyesinde yapılmakta.
Geçtiğimiz haftalarda Kadıköy-Moda
Tramvayı güzergâhında
drenaj, kaldırım ve çevre düzenleme
çalışmaları başlatılmış,
bu süreçte Kadıköy Belediyesi
tarafından tramvaya alternatif
olarak iki otobüs ile ring seferleri
düzenlenmişti. Cem Sokak ve
Rıza Paşa Sokak üzerinde yürütülen
çalışmalar sonucunda, park
sorununa da çözüm bulacak
yenilikler yapıldı.
Burak Bulut Çağla Kurşun Musa Demirbaş
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 13
Mekân
Kadıköylülerin yeni buluşma noktası;
KAHVE DÜNYASI
“Hepimizin Ortak Noktası” Kahve Dünyası, Kadıköy Çarşı’da 10 Mart
Çarşamba günü açtığı yeni mağazasıyla nefis Türk kahvesinden mis
gibi tereyağı kokan kruvasanlara, taze hazırlanan sandviçlerden el
yapımı dondurma çeşitlerine, her damak zevkine uygun çeşit çeşit
çikolatalardan ev yapımı tadındaki pastalara kadar birbirinden eşsiz
lezzetleriyle Kadıköylülerin yeni buluşma noktası oluyor.
“Hepimizin Ortak Noktası” Kahve Dünyası,
Kadıköy Mühürdar Caddesi’nde açtığı Çarşı
mağazasıyla Kadıköy’e yepyeni bir buluşma
noktası kazandırıyor. 10 Mart Çarşamba
günü hizmete giren Kahve Dünyası Çarşı
mağazası, Kadıköy’ü mis gibi Türk kahvesi
kokusuyla adeta sarıp sarmalıyor. 150 yıllık
tarihi binasında sadece Kadıköylülerin
değil, Kadıköy’e gelen herkesin kahvesini
keyifle yudumlayabileceği Kahve Dünyası
Çarşı mağazası; bu keyfi evinde, işyerinde
sürdürmek, dostlarıyla paylaşmak isteyen
misafirlerine taze kavrulup, taze çekilmiş
Kahve Dünyası Türk Kahvesi de sunuyor.
AÇIK HAVANIN KEYFİNİ SÜRMEK
İSTEYENLERE ÖZEL GİZLİ TERAS
Şehrin en merkezi noktalarından birinde
konumlanan, şık dekorasyonlu üç katlı Kahve
Dünyası Çarşı mağazası, en üst katında bulunan
gizli terasıyla da açık havanın keyfini sürmek
isteyen misafirleri için güzel bir alternatif
sunuyor. Kahve Dünyası ekipleri, açılışa özel
taze çekilmiş Kahve Dünyası Türk Kahvesi’yle
de Kadıköylülere güzel bir sürpriz yaptı.
BİRBİRİNDEN ÖZEL SPESİYALLER
Kahve Dünyası’nda Brezilya, Kolombiya,
Guatemala, Kosta Rika ve Kenya gibi
dünyanın farklı coğrafyalarında yetişen
değerli kahve çekirdeklerinden hazırlanan
yöresel filtre kahvelerden soğuk spesiyallere
uzanan birbirinden özel lezzetleri bulabilirsiniz.
Kahve dışında farklı lezzetlerin
peşinde olan misafirlerine salep, sıcak çikolata,
fıstıklı latte gibi içecekler de sunan
Kahve Dünyası; lezzetli ev yapımı tadında
pastaları, mis gibi tereyağlı kruvasanları ve
taptaze sandviçleriyle de herkesin vazgeçilmezi
oluyor.
Online alışverişleriniz için; www.kahvedunyasi.com
14 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Asayiş
Gözler Yoğurtçu Parkı’nda!
Güvenlik problemi
yaşanıyor mu?
PINAR BALTACI
Kadıköy’ün nadide yeşil alanlarından
Yoğurtçu Parkı, havaların ısınmasıyla birlikte
tercih edilen yerlerin başında gelmeye başladı.
Hem merkezi konumu hem de geniş
sahil yoluyla bağlantısı dolayısıyla Anadolu
Yakası sakinlerinin uğrak noktalarından
olan park, bugünlerde güvenlik sorunuyla
karşı karşıya.
Haber Merkezimize sıkça gelen şikâyetlerden
yola çıkarak, Yoğurtçu Parkı’nda
yaşanan güvenlik problemlerini Osmanağa
Mahallesi Muhtarı Serap Tuncer’e sorduk.
Muhtarlık binası Yoğurtçu Parkı içerisinde
olduğu için her türlü probleme yakından
şahit olan Tuncer, parkın son hâline ilişkin
bilgiler sundu:
İBB’DEN GÜVENLİK PERSONELİ DESTEĞİ
“Parkımızdaki güvenlik sorunları büyük
oranda çözüme kavuşturuldu. An itibariyle
herhangi bir problem yaşamıyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
parkımıza yönlendirilen 5 tane güvenlik
personeli, 24 saat nöbet tutuyor” diyen
Tuncer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun
yanında emniyetten de destek alıyoruz.
Yakınımızda bulunan Çocuk Büro Amirliği,
sık sık ekip yönlendiriyor. Eskiden parkın
içerisinde yaşayan evsiz kişiler, Kadıköy
Kaymakamlığı tarafından otellere yerleştirildi.
Bunun yanında Kurbağalıdere çevresindeki
düzenlemelerle birlikte aydınlatma
sorunu da yaşamıyoruz. Parkta güvenlik
kameraları yok, ancak park sınırındaki
binalardaki tüm kameralar, aynı zamanda
Yoğurtçu Parkı’nı da görüyor. Kısacası,
parkımızda bugün herhangi bir güvenlik
problemi bulunmuyor.”
“GÜVENLİK ÖNLEMLERİ ARTTIRILMALI”
Yoğurtçu Parkı’nın tam karşısında yıllarca
Tasarım Parkı isimli bir mekân işleten ve
yine o muhitte ikamet eden Mimar Nursema
Öztürk ise yakın zamanda yaşadığı bir
soruna dikkat çekerek, dergimize şunları
aktardı:
“Evim Yoğurtçu Parkı’na yakın olduğu için
sık sık gidiyorum. Orada yaşayan evsiz
insanlarla da bu sayede diyalog kurma olanağı
buldum. Kendilerine belli zamanlarda
yiyecek ve kıyafet desteğinde bulunuyorum.
Geçenlerde biriyle sohbet ederken, yanımıza
alkollü genç biri geldi ve üzerimize doğru
yürümeye başladı. Kızımla beraber apartmanlardan
birine sığındık. Oldukça korkunç
anlardı. Ben o güne kadar bu denli güvensiz
olduğunu farketmemiştim. Işıklandırma
konusunda herhangi bir sorun olduğunu
görmedim. Sadece güvenlik kameralarının
park içerisinde de konumlandırılması gerekiyor.
Güvenlik önlemleri arttırılmalı.”
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 15
Kentin Ruhu
Onarma, üretme ve
paylaşmanın Kadıköy’deki adresi;
Onaranlar Kulübü
PINAR BALTACI
Yaşadığımız çevrenin mevcut durumunu
değiştirmek adına kurulan Onaranlar Kulübü;
birlikte onarma, kendin yap, kendin üret
kültürlerinin yaygınlaştırılması amacıyla kolları
sıvayan dört kişiden oluşuyor. Doğukan,
Ufuk, Nilüfer ve Aytekin tarafından kurulan
kulübün bugün 1000’i aşkın gönüllüsü var.
Esasında amaçlarının insan ile kent ve çevre
arasında diyalog kurmak olduğunun altını
çizen Onaranlar Kulübü ekibi; “Bunu kimi
zaman bir yerleri onararak, kimi zaman
ise bir kent mobilyasına farklı bir işlev
katacak üretimlerle yapıyoruz. Bir gün bir
beyin fırtınası sırasında da kulübün ismi,
kendi kendini buldu. Sonrasında çevrede
yaptığımız birkaç gerilla projeyle sokaklardaki
eksikleri tamamlamaya, bozuk ya da
kırık yerleri esprili tasarımlarla onarmaya
başladık” diyorlar.
Çalışmalarını “onarma, üretme ve paylaşma”
üzerine temellendiren Onaranlar
Kulübü üyeleri, projelerini hayata geçirme
süreçlerini ise şöyle anlatıyor: “Her şey, onarılması
gereken veya onarılması gerektiğini
düşündüğümüz bir kamusal alan veya kent
mobilyasıyla başlıyor. Tespit ettiğimiz sorunları
not edip, hemen üretime başlıyoruz.
Bu sorun, kırık bir kaldırım ya da işlevini
bitirmiş bir bank olabilir. Bu noktada, ekip
olarak temel amaçlarımızdan biri de bir
yandan yaratıcılığı gözler önüne sermek
oluyor. Ortaya çıkan üretimin ardından
ilgili alanı veya objeyi onarıyor ve herkesle
paylaşıyoruz. Çoğu projemizde bizlerle
birlikte gönüllü onaranlar da sürece dahil
oluyor. Sürece tasarım, üretim, uygulama
gibi birçok alanda dahil olunabiliyor.”
“KADIKÖY’LE BAĞIMIZ GÜÇLÜ”
Özellikle Kadıköy sokaklarına renkli ve keyif
veren detaylar sunan kulübün çalışmalarını
her an görmeniz mümkün: “Kadıköylülerin
yaptığımız işlere ilgi göstermesi, bizi çok
mutlu etmekle beraber bir sonraki işlerimiz
için de motive ediyor. Kadıköy sokaklarında
yürürken elektrik kutularında saksılar,
3D baskıyla elde edilen figürler görebilir,
Kalamış Parkı’nda birden fazla işlevi içinde
barındıran komünite alanıyla karşılaşabilirsiniz.
Kadıköy, yaptığımız birçok işe ev
sahipliği yapıyor. Bu sebeple aramızdaki
bağın çok güçlü olduğuna inanıyoruz.”
16 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kentin Ruhu
ATMA ONAR, SAKLAMA PAYLAŞ,
TÜKETME ÜRET!
Ekip üyeleri, Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm
Projesi’ne dair ise şunları aktarıyor:
“Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm Projesi
için Nike ve Kadıköy Belediyesi’yle bir
araya geldik. Kulüp olarak benimsediğimiz
‘Atma onar’, ‘Saklama paylaş’, ‘Tüketme
üret’ mottolarından yola çıktık ve her
gün bu alanı kullanan gençlerin fikirlerini
alarak, Nike ve Kadıköy Belediyesi’nin
desteğiyle alanı farklı spor ve sosyalleşme
ihtiyaçlarına göre yeniledik. Alanda kullandığımız
renkler, kolektif hareket etme
duygusunu uyandıracak şekilde seçildi
ve belli desenler üzerinden yorumlandı.
Yenilenmiş Kalamış Parkı’nın en önemli
özelliği, üretim ve tüketim sonrasında
geri dönüştürülmüş atıklardan üretilen
Nike Grind malzemelerinin kullanılması
oldu. Alanda bulunan basketbol sahası,
kaykay parkı, koşu yolu ve voleybol
sahasını yenilerken, bu alanların etrafına
topluluklardan aldığımız geri bildirimlerle
sosyalleşme, çalışma, kaykay tamir
masası, masa tenisi sahası, dinlenme ve
“YAPTIĞIMIZ HER İŞTE ODAĞIMIZ
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK”
İçinde bulunduğumuz tüketim çağında
üretmenin daha önemli olduğunu
ifade eden Onaranlar Kulübü gönüllüleri;
“Onaranlar Kulübü’nün kurulduğu
ilk günden bu yana yaptığımız her işte
sürdürülebilirliği odak noktasına koymaya
çalışıyoruz. Bize göre sürdürülebilirlik,
aşırı ve gereksiz tüketimi ortadan kaldırmakla
başlar. Tespit ettiğimiz eksiklikleri,
yenisini alarak değil de elimizdeki imkânlarla,
mümkünse geri dönüştürülmüş
malzemelerin desteğiyle tamamlamaya
çalışıyoruz. Bunu yaparken çağımızın teknolojik
gelişmelerinden de faydalanılması
gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, 3D
yazıcıları üretim sürecimize dahil ediyoruz.
Yaptığımız tüm projelerin bu anlamda
da insanları motive edeceğine inanıyoruz.
Önce elimizdekileri değerlendirelim
ve üçüncü bir tarafa gerek kalmadan
kendi çözümümüzü üretelim istiyoruz. Bu
yaklaşımın yaratıcılığa olan katkısı ise bir
başka boyut” diyerek, bazı üretimlerinin
de çalınarak tahrip edildiğinden üzülerek
bahsediyorlar: “Son birkaç çalışmamızda
ne yazık ki böyle bir durumla karşılaştık.
Çok üzgün olduğumuzu söylemek isteriz,
ancak Onaranlar Kulübü var oldukça
üretmeye ve paylaşmaya devam edecek.
Dolayısıyla, gidenlerin yeri boş kalmayacak.
Bu tarz olumsuz olaylar, bir kez daha
ilk önce kalplerin ve zihinlerin onarılması
gerektiğini hatırlattı bize.”
gökyüzü izleme hamaklarının yer aldığı bir
komünite alanı tasarlayıp ürettik. Ayrıca
dünyaca ünlü dokuma sanatçısı ve bir
onaran olmaktan gurur duyan Fırat Neziroğlu
ve ekibi, basketbol sahası etrafında
el dokuması tekniğiyle markanın sloganı
ve logosunu da içeren enstalasyon üretti.
Bize göre Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm
Projesi ile biz ve Nike, sporu gündelik yaşamın
parçası hâline getirmeye olan inanç
ile birlikte üretmenin gücünü bir araya
getirmiş olduk.”
“Henüz bir şey paylaşamasak
da çalışmalarımız devam ediyor.
2021 yılı, bizim için sürdürülebilirlik
kavramını bir seviye daha
yukarıya taşıma hedefi taşıyor.
Hâliyle yapacağımız projelerin
de genel hedefi bu yönde
olacak.”
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 17
Kapak
Kadıköy’ün yeni yüzü
SON 2 YILIN ÖZETİYLE
KARŞINIZDA!
2019 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde Kadıköy Belediye Başkanlığı koltuğuna
oturan Avukat Şerdil Dara Odabaşı ile geçen iki yılı ve pandemiyle değişen
belediyecilik anlayışını konuştuk.
Kültür-sanat alanında İstanbul’un örnek ilçelerinden Kadıköy’den pandemi açılımı;
Kadıköy Pandemi Orkestrası, UNESCO / Dayanışma Mutfağı, Alan Kadıköy...
Kadıköy’ün yeni televizyonu TV Kadıköy’de başarılı gazeteci-televizyoncu
Enver Aysever’in sunumuyla ilçenin sorunlarına yakından tanıklık edecek,
Kadıköy’ü bu kez sanatçılarından dinleyeceksiniz.
PINAR BALTACI
Yaklaşık iki sene önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde
olduğu gibi Kadıköy Belediyesi de bir yenilik
ile karşı karşıya kaldı. Görevi Aykurt Nuhoğlu’ndan
devralan Kadıköy sakinlerinden Avukat Şerdil Dara
Odabaşı, yeni bir Kadıköy vaadiyle başkanlık koltuğuna
oturdu.
Peki, geçen bu zamanda neler değişti? Sahiden
mutlu insanlar, mutlu hikâyeleri mi gizliyor sokaklarında,
caddelerinde? Esnafı, sakinleri, komşuları,
sanatçıları ve sokak hayvanlarıyla Türkiye’nin Avrupa’ya
bakan yüzü Kadıköy, bu misyonunu ne denli
sürdürüyor? Paris’in Şanzelize Caddesi’ni kıskandıracak
güzellikteki Bağdat Caddesi, mahalle kültürünü
hâlâ sürdüren sanatçıların evi Yeldeğirmeni,
kendine has dokusu ve deniziyle simge semt Moda,
kargaşasına rağmen tarihi yüzüyle bizlere geçmişten
gülümseyen Kadıköy Çarşısı... Boğa’sı, Süreyya
Operası, Haldun Taner Sahnesi, Haydarpaşa’sı ve
daha birçok güzelliğini cebimize koyup, Kadıköy
Belediyesi’nin kapısını çaldık. Bizleri memnuniyetle
kabul eden Başkan Şerdil Dara Odabaşı, geçen iki
yılı özellikle pandemi süreci doğrultusunda değerlendirdi.
Gelecek süreçteki projelerine dair bilgiler
sunan Odabaşı ile yakın zamanda hayata geçirilen
TV Kadıköy’ü de konuştuk.
Kadıköy’ün YouTube kanalı üzerinden yayın yapan
yeni televizyonu TV Kadıköy’de “Aykırı Sorular Kadıköy”
programının sunuculuk koltuğunda, başarılı
gazeteci Enver Aysever oturuyor. Kendisinden TV
Kadıköy ve programına dair bilgiler alırken, son
olarak mikrofonu Kadıköylülere uzattık. Kadıköy
Belediyesi’nin son iki senesini ve yakın dönemdeki
önemli projeleri, gelin hep beraber değerlendirelim.
Şimdi söz Kadıköy Belediyesi’nde; değerlendirmelerinizin
ardından yeni sayılarımızda sizlerin de sesine
ses olmayı sürdüreceğiz. Başlıyoruz...
18 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kapak
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 19
Kapak
Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı:
İhtiyaç kavramı ve
belediyeciliğe bakış değişti
Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı,
görevde olduğu süre içerisindeki hizmetlere
dair detaylı bilgiler sundu. Pandemi
süreci ile birlikte zamanın ruhunun değiştiğini
ifade eden Odabaşı; “İhtiyaç kavramı ve
belediyeciliğe bakış değişti” dedi.
Öncelikle geçen iki seneye dair
yorumlarınızı alabilir miyiz?
Sizin açınızdan nasıl geçti?
İki yıl benim açımdan olağanüstü geçti.
Çünkü geçen bu sürede zamanın ruhu
değişti. Biz göreve ilk seçildiğimiz zaman,
belediyecilik anlayışı farklı bir tanımlamayla
yapılıyordu. Fakat yaşadığımız bu pandemi
süreciyle birlikte ihtiyaç kavramı ve belediyeciliğe
bakış değişti. Hükümetin görev ve
sorumluluğunda olması gereken birçok hizmeti
biz yapmak zorunda kaldık. Kadıköy’de
yaşayan yurttaşlarımız taleplerine merkezi
hükümetten karşılık bulamayınca, Kadıköy
Belediyesi olarak bizim sorumluluğumuz
da arttı. Olağanüstü bir dönem yaşadık,
yaşamaya da devam ediyoruz. Pandemi
birçok konuda geçmişte yapmış olduğumuz
belediyeciliğin dışına çıkarak, farklı bir belediyecilik
yapma durumuna getirdi. İşte tüm
bu sebeplerden dolayı olağanüstü geçti.
Görevde olduğunuz dönemde, görmeye
alışkın olmadığımız bir süreçten geçtik:
Pandemi… Kadıköy Belediyesi de bu
süreçten geçer not alan belediyelerin
başında geliyor kuşkusuz. Süreci
yorumlar mısınız?
Az önce de söylediğim gibi bu süreçte ihtiyaç
kavramı değişti. Pandemi döneminde ilk
olarak sıcak yemek dağıtım sürecimizden
bahsetmek istiyorum. Normal şartlarda sıcak
yemek yardımını ihtiyaç sahibi komşularımıza
yapıyorduk. Ancak pandemiyle birlikte
ihtiyaçlar da değişti. Gördük ki ekonomik
durumu iyi olup da yemeğe ulaşamayan
belli bir kesim var. Sokağa çıkma yasağının
ilanından itibaren 65 yaş üstü Kadıköylü
komşularımız evde yemek yapamadılar.
Ekonomik durumu iyi olsa da hem pandemi
korkusundan dolayı hem de sağlık koşullarından
ötürü dışarı çıkamayan bu kesim için
ihtiyaç doğmaya başladı. Bunun yanında
işsiz kaldığı için evine yemek götüremeyen
bir kesim de oluştu. Yani iki farklı nedenden
dolayı ihtiyaç doğdu. Kısacası ihtiyaç kavramı,
maddi olarak durumu kötü olanların yanı
sıra farklı tanımlamalara döndü.
Bizim bir aşevimiz olmadığı için bu yemekleri
sosyal tesislerimizde yapmaya başladık.
Yemek dağıtımı konusunda belli bir noktaya
geldikten sonra İstanbul’un ünlü aşçıları,
bizim için yemek pişirmek istediklerini ifade
ettiler. Bu dayanışmaya, ortaya daha sağlıklı
menüler koyabilmek adına diyetisyenler
de katıldı. Böylelikle diyetisyenler menüleri
hazırladı, aşçılar yemekleri yaptı, biz de Kadıköy
Belediyesi olarak dağıtımı üstlendik.
Ve bu dayanışma, UNESCO tarafından tüm
dünyaya örnek gösterildi. Bunların yanında
pandemi sürecinde zarar gören esnafın yanı
sıra çalışan, işsiz kalan, gündelik çalışan
Kadıköylülere de yardım paketleri sağladık.
Pandemi döneminde dikkat çeken bir
diğer husus ise altyapı çalışmalarındaki
artış oldu. Sokakların boş olduğu zaman
dilimi bir hayli verimli kullanıldı.
Evet, amacımız buydu. Pandemi sürecinde
yeni ihaleler almasak da elimizdeki ihaleleri
mümkün olduğunca sürdürdük. Örneğin,
Kadıköy Balıkçılar Çarşısı’nda uzun yıllardır
ciddi bir kanal problemi vardı. Ancak
insan yoğunluğundan dolayı iyileştirme
çalışması yapamıyorduk. Bu dönemi fırsat
20 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kapak
bilerek, ilk olarak oradaki sorunları çözdük.
Bunun yanında Kuşdili ve Ethem Efendi
gibi önemli caddeler başta olmak üzere
sokaklarımız ve caddelerimizde asfalt
çalışmalarını sürdürdük. Özellikle İSKİ ve
İGDAŞ’la koordineli çalıştık.
Tüm bunların yanında belediyenin çeşitli
hizmetlerini, fiziksel binadan çıkararak
sosyal mecralara taşıdık. Konserler, söyleşiler,
sohbetler, çocuklara masallar online
olarak devam etti. Döneme uygun şekilde
süreç devam etti. Bir dönem mobil belediye
sistemiyle Mali Hizmetler Müdürlüğü veznelerini
mahallelere taşıdık. Komşularımız
ödemelerini bu noktalarda yapıp, belediye
binasına gelmeden taleplerini bu noktalar
aracılığıyla bize ulaştırdılar.
Kadıköy’ün kanayan yarası
Kurbağalıdere’de sona gelindi,
ancak hâlâ çayımızı yudumlayamıyoruz.
Çevre düzenlemeleri devam ediyor.
Tamamen ne zaman bitecek? Ne gibi
yenilikler olacak?
Kurbağalıdere artık kanayan bir yara
değil, çünkü yüzde 90’ın üzerindeki kısmı
tamamlandı. Şu an Kurbağalıdere’nin
denize çıktığı yerin Moda tarafındaki kazık
çakma işlemlerinin ardından Yoğurtçu
Parkı’nı da içine katan bu alan, Kadıköy’ün
en keyifli bölgesi olacak. Proje detaylarını
İBB ile konuşmaya devam ediyoruz. Bugün
için bisiklet yolları, yaya yolu ve farklı
etkinliklerin olacağı alanlar yaratılacağını
söyleyebilirim. Diğer sürprizleri İBB ile
birlikte açıklayacağız.
Kurbağalıdere yanındaki eski Salı
Pazarı alanı, bugün şantiye sahası
görünümünde. Bizim de ofisimiz bu alana
bakıyor ve akıbetini merak ediyoruz.
Orası için belirli bir proje var mı?
Kuşdili Çayırı’nın hukuki süreci devam
ediyor. Bittikten sonra Kuşdili Çayırı,
Söğütlüçeşme İstasyonu’nun bulunduğu
alan, bizim belediye binamız ve Gazhane
gibi yerleri bütüncül bir planlama içerisinde
ele alacağız. İstanbul’un meydanları çok az
olduğu için buralarda farklı kamusal alanlar
yaratmayı ve üretmeyi hedefliyoruz.
Kültür-sanat alanındaki çalışmalarınız
bir hayli dikkat çekiyor. Bu bağlamda
Sinematek ve Alan Kadıköy gibi
projeler, Kadıköy’e ne gibi katkılar
sunacak?
Kadıköy, İstanbul’un hatta Türkiye’nin
kültür-sanat başkenti… Bunun desteklenmesi
ve daha da geliştirilmesi gerekiyor.
Sinematek ve Alan Kadıköy’ün çalışmaları
hızla sürüyor, kısa sürede hizmete geçecek.
Alan Kadıköy, Türkiye’de tek! Sinematek’te
161 kişilik sinema salonu, film arşivi, kitaplık,
sergi ve film izleme alanları bulunuyor.
Alan Kadıköy’ün ise 340 seyirci kapasiteli
blackbox tiyatro sahnesi mevcut. Alt katı
da sanat galerisi ve toplantıların yapılacağı
bir alan, orayla ilgili olarak arkadaşlarımızın
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 21
Kapak
çalışmaları devam ediyor. Önünde de bir
yeşil alan çalışması olacak. Eğer akustikte
bir problem olmazsa, önündeki bahçeyi
ufak yaz konserlerinin olacağı bir alana
dönüştüreceğiz.
Eski kültür merkezlerine dair bir
yenileme çalışması yapılacak mı?
Evet, Caddebostan Kültür Merkezi (CKM) ve
Barış Manço Kültür Merkezi (BMKM) içindeki
salonların yenilenmesine başladık. Özellikle
CKM’nin sahnesinde bir akustik problemi
var. Konuyla alakalı teknik arkadaşlar,
sorunu nasıl çözeriz diye bakıyorlar. Bütün
kültür merkezlerimizi bakıma aldık, yeni
döneme hazırlıyoruz.
Başkanım, özellikle Bağdat Caddesi’nin
ihmal edildiğine yönelik çok fazla yorum
alıyoruz. Sizin orayla alakalı bir proje ve
müjdeniz olacak mı?
Bağdat Caddesi’nde ben sık sık geziyorum.
Hem altyapı hem de üstyapısında kronikleşmiş
birçok problemi var. Her şeyden önce
bir kimlik problemi var. Öncelikle esnaf
görüşlerinin alınması ve turizminin gelişmesine
ilişkin çalışmaların yapılması gerekiyor.
Biz pandemi sürecinden önce çalıştaylar silsilesi
başlattık, ancak ne yazık ki ara vermek
durumunda kaldık. İlk fırsatta sorunları 6
ana başlık altında tekrar ele alacağız. Bağdat
Caddesi’nde yaşayanlar, mülk sahipleri ve
esnafımızla masaya oturup, alınan kararları
İBB’ye sunacağız. Çünkü yetki İBB’de…
Ancak şimdilik bir müjde verebilirim, bu sene
Cemil Topuzlu Caddesi ile başlıyoruz. Burayı
bir prestij caddesi hâline getirip, hem altyapı
hem kaldırım hem de yolun akışını rahatlatacak
bazı çalışmalar yapacağız.
TV Kadıköy yayın hayatına başladı.
Yorumlarınızı alabilir miyim?
Geçen sürede derdimizi anlatabileceğimiz
medya ortamları bulamayınca, çareyi TV
Kadıköy’ü kurmakta bulduk. Programlar
sadece YouTube üzerinden yayınlanıyor.
Amacımız, Kadıköy’ü burada yaşayan insanlardan
dinlemek. Ayrıca ulusal kanallarda
beğeniyle takip edilen ve her ay farklı konu
ve konukların olacağı “Aykırı Sorular Kadıköy”
programını da TV Kadıköy bünyesine
kattık. Yayınlarda ben de ayda bir olmak
üzere belediyemizin aylık çalışmalarına dair
bilgiler aktaracağım. Komşularımızın bütün
sorularına açık yüreklilikle cevap vereceğim.
Bu bağlamda programı hazırlayan,
gazetecilikten ödün vermeyen sevgili Enver
Aysever ile çalışmaktan da büyük mutluluk
duyuyoruz. Özellikle kendi bünyemizden iç
yapımlara öncelik veriyoruz. Zira, Kadıköy
Belediyesi’nin bunu yapabilecek, üretimi
gerçekleştirip, sunabilecek kadroları var.
Dışarıdan bakınca Kadıköy sorunsuz
bir ilçe gibi görünüyor. Bu konudaki
yorumunuz nedir?
Evet ama esasında öyle değil. Özellikle altyapıda
ciddi sorun var. Ancak bu giderilmeyecek
bir sorun değil, işimiz sorun çözmek.
22 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kapak
Ve göreve gelir gelmez İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ile koordineli bir şekilde altyapı
eksiklikleri için çalışmaya başladık. Yağmur
kanalı yetersiz olan bir ilçeden bahsediyoruz.
Yaklaşık 20 yıldır ihmal edilen, çivi bile
çakılmayan bir Kadıköy’den bahsediyoruz.
Son olarak, Kadıköy’ün geleceğine dair
neler söylersiniz?
Dediğim gibi Kadıköy’ün sorunları var
elbette ama bundan daha da önemlisi,
Kadıköy’ün geleceğini hazırlamamız gerek.
Tarihiyle, teknolojik altyapısıyla, estetik ve
soluk alınan yeşil bir Kadıköy hedefliyoruz.
Bunu Kadıköy’de yaşayanlarla, Kadıköy’ü
yaşayanlarla birlikte planlıyoruz. Hepimizin
siyasi görüşleri var elbette, fakat Kadıköy’ü
siyasete kurban etmeden, herkesin kendini
ifade edebildiği bir kent olma özelliğini koruyarak
geleceğe hazırlamak hepimizin görevi.
“Anlat Kadıköy” projesiyle komşularımızın
bu yöndeki taleplerini topladık. Ardından
pandemi öncesi “Konuşan Kadıköy” toplantılarına
başladık, eksiklerimizi görmek
için. Ancak koronavirüs salgını nedeniyle
bu toplantıları ertelemek zorunda kaldık.
Mahallelerde düzenlediğimiz bu toplantılara
en kısa sürede devam etmek istiyoruz.
Geçen sayımızda Kadıköy Kaymakamı
Dr. Mustafa Özarslan, Kadıköy
Fikirtepe’de yapılması planlanan
hükümet konağının müjdesini
vermişti. Konuyu Başkan Odabaşı’na
da sorduk: “Kaymakamımız
böyle bir müjde verdiyse, biz de
o müjdeye alkış tutarız. Nerede,
nasıl yapılacağına dair bir bilgim
yok. Alan netleşince, kimbilir belki
biz de yan taraflarında yeni bir
belediye binası talebinde bulunabiliriz.
Bizim de binamızı taşımak
gibi bir niyetimiz vardı. Aynı talep
bizim için de geçerli. Kadıköy’de en
büyük sorun, boş alan!”
“Pandemi sonrasında en fazla
zararı, özellikle Kadıköy özelinde
kültür-sanat gördü. Tiyatrolar için
hatırlarsınız yaz ayında Selamiçeşme
Özgürlük Parkı’nda yaklaşık 49
adet tiyatro ve konser oldu. Sanatçılarımıza
destek vermek amacıyla
hiçbir kira almadan konser
vermelerini sağladık. Sonrasında
şunu gördük; klasik müzik orkestralarında
herhangi bir sigorta ile
çalışmayan, konservatuar mezunu
gençler, pandemi ile birlikte günlük
olarak çalıştıkları işlerinden
olmuşlar. Onlara destek olmak
amacıyla Pandemi Orkestrası kurduk.
Hâlihazırda üç konser verdik,
önümüzdeki dönemde iki konser
daha vereceğiz. Türkiye’nin en
ünlü şefleri, ücret almadan orkestra
kurdular. Konserleri Süreyya
Operası’nda düzenliyoruz. Ayrıca,
arkadaşlarımız kültür-sanat projeleri
üzerinde yeni çalışmalar ve
dayanışmalar üretmek için sürekli
çalışma hâlinde.”
“Kadıköy, sosyal demokrasinin kalesi.
Ben de öğrencilik yıllarımdan
beri sosyal demokrat mücadele
içerisinde aktif rol aldım. Bir
dönem Sosyal Demokrat Üniversiteliler
Platformu’nun başkanlığını
yürüttüm. Geldiğimiz noktada,
sosyal demokrasinin kalesi olan
Kadıköy’ün belediye başkanı
olmak, benim için ayrı bir gurur
kaynağı...”
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 23
Kapak
Kadıköy’de neler
oldu?
KADIKÖY, ‘İNSANİ GELİŞMİŞLİKTE’
TÜRKİYE BİRİNCİSİ OLDU
Kadıköy Belediyesi, nüfus ölçeğinde
değerlendirmeye alınan 138 ilçe arasından;
uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir hayat yaşamak,
bilgi ve eğitim alabilme imkânına sahip
olmak ve insana yaraşır bir hayat için gerekli
kaynaklara ulaşmak gibi kriterler göz önüne
alınarak belirlenen “İnsani Gelişme Endeksi”
sıralamasında birinci oldu.
KADIKÖY BELEDİYE MECLİSİ’NDEN
YAĞMUR SUYU VE GRİ SU KULLANIMINA
YÖNELİK KARAR
Bu kriterlerin en önemlilerinden biri de
çevre. Bu konuda birinci seçildik ama
elbette bu durum çalışmalarımızı daha da
yoğunlaştırmamız noktasında motive edici
oldu. Mesela, Kadıköy’de inşa edilecek binalarda
‘yağmur suyu ve gri su toplama tankı’
yapılması, Kadıköy Belediye Meclisi’nde
oy birliğiyle kabul edildi. Susuzluk tehlikesi
ve iklim değişikliğiyle mücadelede önemli
bir adım olan kararla yağmur suyu ve gri
su olarak adlandırılan duştan, küvetten,
lavabolardan toplanan evsel atık su; tuvalet
rezervuarlarında, bahçe sulamada ve ortak
alan temizliğinde kullanılacak. Kadıköy’de
400 metrekareden büyük parsellerde
yağmur suyu, 2 bin metrekare üzerindeki
parsellerde ise gri su kullanılacak. Bu uygulama
ile Kadıköy’de bundan sonra yapılacak
binaların yarısından çoğunda su toplama
tankları yer alacak.
EKOLOJİK PARKTA UYGULANDI
Kadıköy’de inşa edilecek binalarda ‘yağmur
suyu ve gri su toplama tankı’ yapılmasına
yönelik uygulama, Kadıköy Belediyesi
Ekolojik Yaşam Merkezi’nde hayata geçti.
Ekolojik Park’ın çatısından akan sularla
dolan tank, bahçenin damlama yöntemi ile
sulanmasında kullanılıyor.
KADIKÖY’DE “ATIKSIZ YAŞAM
HAREKETİ” GENİŞLİYOR
Kadıköy Belediyesi’nin ilçede atık oluşumunu
en aza indirmek amacıyla başlatılan
“Atıksız Yaşam Hareketi”, Kadıköy’ün
parklarına yerleştirilen atık ve geri dönüşüm
noktaları ile doğru kullanım alışkanlıklarına
önemli bir katkı sağlıyor.
PANDEMİ SÜRECİ
• KADIKÖY PANDEMİ ORKESTRASI
• UNESCO / DAYANIŞMA MUTFAĞI.
• KADIKÖY’DE COVIDLİ HASTALARA
SICAK YEMEK
• ESNAFA DESTEK
• GIDA OTOMATI
• SOSYAL KART YARDIMI
• BİR BİLGİSAYAR BİR GELECEK
• UZAKTAN EĞİTİME SORU
BANKASI DESTEĞİ
• PANDEMİDE AÇIK HAVADA SPOR
• PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK
HİZMETİ
• SOKAK HAYVANLARI DÜZENLİ
OLARAK BESLENİYOR
YENİ AÇILAN
BİRİMLER
• GÖZTEPE SOSYAL HİZMET VE
ALZHEİMER MERKEZİ
• SİNEMATEK VE ALAN KADIKÖY
• SUADİYE ÇOCUK YUVASI
24 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kapak
Kadıköy’ün televizyonu
yayın hayatına başladı
TV Kadıköy,
Youtube’da!
Kadıköy’ün yerel ve bağımsız dijital televizyonu
“TV Kadıköy” kuruldu. Kadıköylü
başarılı televizyoncu Enver Aysever’in katkı
sunduğu, YouTube üzerinden yayın yapan
kanalda Aysever, “Aykırı Sorular Kadıköy”
sunumuyla geçtiğimiz günlerde Kadıköy
Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı’nı
ağırladı. Televizyonun kuruluş aşamasını ve
bundan sonraki planlarını, Gazeteci Enver
Aysever ile konuştuk.
Bugünlerde Cumhuriyet Gazetesi’ndeki
yazılarının yanı sıra yeni romanını tamamladığını
ifade eden Aysever; “Diğer taraftan da
İzmir, Mersin başta olmak üzere çeşitli belediyeler
ile yerel anlamda dijital platformlar
aracılığıyla bazı çalışmalar yapıyoruz.
Bunlardan bir tanesi de Kadıköy Belediyesi
oldu. Uzun yıllar hazırlayıp sunduğum
‘Aykırı Sorular’ programı, TV Kadıköy’ün
kuruluş sürecinde bir lokomotif görevi gördü.
Başkan Şerdil Dara Odabaşı ile mesleki
sebeplerden ötürü daha önceden tanışıyorduk.
Kendisiyle görüşmelerimiz sürerken,
‘Aykırı Sorular’ programının marka değerinin,
toplumdaki güvenilirliği ve Kadıköylüler
açısından karşılık bulacağı düşüncesiyle
projeyi somutlaştırdık” dedi.
“HALKA HESAP VERMENİN
GÖNÜLLÜ HÂLİ”
Kadıköy’ün sorunları başta olmak üzere,
değişen yüzünü ve kültür-sanat kenti
unvanını ağırladığı konuklarla masaya
yatıran Enver Aysever, programın detaylarına
ilişkin şu açıklamalarda bulundu:
“Sayın Şerdil Dara Odabaşı, programımızın
ilk konuğu oldu. Bundan sonra da her ay
düzenli olarak kendisini ağırlayacağız.
Bunun yanında Kadıköylü sürpriz isimler
de bizlerle olacak. Kadıköy’de yaşayan,
Kadıköy’ü seven, buraya emek veren kentlileri
de ekrana taşıyacağız. Odabaşı’nın
televizyon projesiyle birlikte oldukça cesur
bir adım attığını söyleyebilirim. Halka hesap
vermenin gönüllü hâli bu. Programlar
da Aykırı Sorular’ın Kadıköy versiyonu gibi
oldu. Özenli bir prodüksiyonla hayli iyi bir
iş çıktığını söyleyebilirim.”
“KADIKÖY AYNI ZAMANDA TÜRKİYE”
Kadıköy’e dair düşüncelerini de aktaran
Aysever, bu bağlamda programların önemine
ilişkin şunları aktardı: “Kadıköy sadece
Kadıköylüler açısından değil, tüm İstanbul
ve hatta Türkiye açısından çoğulcu bir ilçe...
Halkı soru soruyor, itiraz ediyor, tartışıyor.
Dolayısıyla bizler de bu programla kent kültürüne
dair sorunların tamamını yansıtma
imkânı buluyoruz. Esasında şöyle söyleyebilirim;
Aykırı Sorular’ın kitlesel medyada
konukları kimse, Kadıköy ölçüsünde de
benzer hassasiyeti göreceğiz. Çünkü burası
aynı zamanda Türkiye.”
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 25
Kapak
Kadıköy sokaklarının dili
Söz bu sefer sokaklarda... Bağdat Caddesi’nden başlayan turumuz, Kadıköy’de
son buldu. Sokakları Kadıköylülerle birlikte gezip, sorunların çözümünü yine
onlardan dinledik. Buyurun...
TOLGA ATACAN
Yaklaşık 10 senedir
Bağdat Caddesi’nde
hem
telefonculuk
yapıyor hem de
yiyecek dükkânı
işletiyorum.
Kadıköy Belediyesi’ni
özellikle
sahildeki çalışmaları için takdir ediyorum.
Yenileştirme ve güzelleştirme çalışmaları
yapılıyor. Bunun yanında Caddebostan Barlar
Sokağı’na dair bazı taleplerim olacak.
Burada sarı-beyaz betonlardan ötürü çok
fazla kaza oluyor. Yayalar da rahat hareket
edemiyor. Çok kere dilekçe verdik, ancak
geri bir dönüş alamadık. Bunun yanında
caddemizin ışıklandırılmasını istiyoruz.
Geceleri çok karanlık olduğu için tehlikeli
bir yer hâline geliyor.
OZAN BAYDAR
Kadıköy’de tam 30
senedir esnaflık
yapıyor ve
belediyemizin
çalışmalarını
yakından
takip ediyorum.
Çalışmalarını ve
duruşunu hep takdir
ettiğim bir belediyeye sahibiz. Sokaklarımızın
genel hatlarıyla yenilenmesini
ve güzelleştirilmesini istiyorum. Bağdat
Caddesi, hak ettiği şekilde güzelleşmeli.
Bunun yanında otopark ve vale sorunlarının
da çözüme kavuşmasını temenni ediyorum.
Geceleri sokaklar çok karanlık, buna da
mutlaka bir çözüm bulunmalı.
ÖZCAN GÜNDOĞDU
Tam 50 yıldır sanat
galerimizle
Cemil Topuzlu
Caddesi’ndeyiz.
Biz caddemizi
ve belediyemizi
çok seviyor,
çalışmalarını
destekliyoruz. Sadece
daha yeşil bir cadde hayal ediyorum.
Ağaçlara ihtiyacımız var. Bizler Kadıköy’e
gönül vermiş, başka bir yerde yaşayamayacak
insanlarız. Bu sebeple, ilçemizin güzelleşmesi
adına elimizden geleni yaparız.
Başkanımızın Cemil Topuzlu Caddesi’ne
dair müjdelerini de sevinçle karşıladık.
Kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz.
CEM AKGÜN
Kadıköy’ün asfalt
ve kaldırımları
zaten oldukça
güzel, ancak
yağmurlu
günlerde sorun
yaşanabiliyor.
Bu bağlamda
düzenleme yapılması
şart. Özellikle Bağdat Caddesi, bir hayli güzel
ve geniş bir cadde... Özellikle oranın yenilenmesi
ve güzelleştirilmesini çok isteriz.
Gençler motorlarıyla çok gürültü yaptıkları
gibi çevre kirliliğine de sebep oluyorlar.
Bir de tabii geceleri araba yarışları oluyor.
Bunun için önlemler arttırılmalı. İlçemizin
daha popüler olması için belediyemiz ile
birlikte elimizi taşın altına koymaya hazırız.
YAĞMUR SÜSLER /
ASLI UÇER
Biz gençler olarak
belediyemizin
çalışmalarını
beğeniyoruz.
Kadıköy,
kültür-sanat ve
eğlence açısından
gençler için farklı
alternatifler sunan bir yer. Sadece özellikle
Moda sahilinin biraz daha temiz olmasını isterdik.
Tabii bu noktada biz gençlere de çok
görev düşüyor, ancak yine de belediyemizin
de bu doğrultuda çalışmalarını artırmasını
talep ediyoruz.
AYHAN YILMAZ
Kadıköy Kuşdili Caddesi’nde
esnafım.
Burası Kadıköy’ün
popüler
caddelerinden
biri… Kadıköy’de
hizmet
vermekten büyük
mutluluk duyuyorum.
Doğma büyüme Kadıköylü olarak
söyleyebilirim ki belediyemiz, esnafın her
daim yanında. Bizlere yol gösterdiler ve
yanımızda oldular.
NİLÜFER CEYLAN
Kadıköy Belediyesi’ni
ve çalışmalarını
dikkatle
takip ediyoruz.
Genel anlamda
memnunuz.
Pandemi döneminde
Moda’daki
kaldırımları genişlettiler
ve yolumuzun üstündeki dubaları yenilediler.
Günlük düzenli olarak kapımızın önü
temizleniyor. Moda’da olduğumuz için bir
kadın olarak çok şanslı hissediyorum kendimi.
Kadıköy Belediyesi de bu konuda hiçbir
talebimize olumsuz yanıt vermiyor. Sosyal
medya üzerinden de kadınları her anlamda
desteklediklerini görüyoruz. Sadece akşam
saatlerinde Moda’da çöp kazanları çok yoğun
oluyor, belki o konuda biraz daha titiz
davranılabilir. Bir diğer temennimiz de daha
yeşil bir Kadıköy olur.
26 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
SEÇKİN
KİTABEVLERİNDE
Kadıköy’ün
yakın tarihini
merak ediyor musunuz?
Arif Atılgan; Küçükyalı’dan Moda’ya, Üsküdar’dan Haydarpaşa’ya,
Kadıköy’ün 1800’lü yıllardan günümüze uzanan
öyküsünü yazdı...
İsteme Adresi:
www.kiletisimyayinlari.com adresinden ÜCRETSİZ KARGO ile adresinize gelmesini isteyebilirsiniz.
Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No: 44 Kat: 2 Daire: 6 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43
Değerlerimiz
Abdülaziz Av Köşkü’nün
terk edilmiş yalnızlığı
Kadıköy-Üsküdar sınırındaki Validebağ Korusu’nun içerisinde
yer alan Abdülaziz Av Köşkü, kast ajanslarına ve düğün
fotoğrafçılarına kiralanan atıl bir ardiyeye dönüştürüldü.
GÜRER MUT
İstanbul’un çarpık kentleşme nedeniyle geride
kalan en büyük yeşil alanlarından biri
olan ve Kadıköy-Üsküdar sınırında bulunan
Validebağ Korusu, uzunca bir süredir Millet
Bahçesi projesiyle dönüşüme sokulmak
isteniyor. Yerel halkın inisiyatifi ve itirazlarıyla
şu ana kadar korunmayı başaran
‘birinci derece doğal sit alanı’ Validebağ
Korusu’nun içerisinde yer alan Abdülaziz Av
Köşkü için ise, aynı şeyi söylemek maalesef
mümkün değil.
20 yıla yakın süredir durumu belirsizliğini
koruyan ve bu süreçte içinde bulunan pek
çok tarihi objenin yağmalandığı Av Köşkü,
bugünlerde bir tür ardiye işlevini görüyor.
İstanbul’da günümüze kadar ulaşan az
sayıdaki av köşkünden birisi olan Abdülaziz
Av Köşkü, çevre sakinlerinin uzun süredir
devam eden itirazlarına rağmen kast ajanslarına
ve düğün fotoğrafçılarına kiralanıyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından
Üsküdar Belediyesi’ne bağlanan Validebağ
Korusu’nda; Validebağ Kasrı, Validebağ Öğretmen
Evi ve Abdülaziz Av Köşkü’nün işletme
hakkı ise Milli Eğitim Bakanlığı uhdesinde
bulunmakta. Başta Validebağ Gönüllüleri
olmak üzere birçok semt dayanışma ağı ve
çevre sakinleri, Validebağ Öğretmen Evi Müdürlüğü
tarafından işletilen alanın koruma
altına alınmasını istiyor.
28 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Değerlerimiz
YAĞMALANAN BİR KENT MİRASININ
KISA TARİHİ
Kaderine terk edilen tarihi eser statüsündeki
ahşap Av Köşkü, bakımsızlık ve hor
kullanım nedeniyle harap hâlde. Tarihi
mekânın nasıl korunacağı veya ne şekilde
kullanılacağı bilinmezliğini koruyor.
Bürokratik bilinmezliklere köşkün tarihinden
bir örnek ise; 2 Ağustos 1994 tarihinde
Abdülaziz Av Köşkü’nün, Vali ve Milli Eğitim
Müdürlüğü imzalı protokolle Haydarpaşa
Lisesi Eğitim Vakfı’na Koruma Kurulu’ndan
izin alınmadan devredilmesi. 20 Haziran
1995 tarihli Milliyet Gazetesi haberine göre,
Av Köşkü’nün eğitim lokali olarak açılacağı
duyurulmuş, yine aynı haberde önemli
ayrıntılara da yer verilmiş. Tarihi köşkün eşyalarının
yağmalanmış olduğuna; çini soba,
kristal avize, çeşme musluğu gibi eşyaların
ise ortadan kaybolduğuna değinilmiş.
25 Nisan 1996 tarihinde İstanbul 3 no’lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu, 8006 sayılı kararla Abdülaziz Av
Köşkü’nü döneminin önemli mimari özelliklerini
üzerinde bulundurması nedeniyle
“I. Grup Kültür Varlığı” olarak tescil etmiş.
Bunun üzerine, 21 Haziran 1999 tarihli
Hürriyet Gazetesi haberinde köşkün İzci
Müzesi olarak kullanıma açılacağı duyurulmuş.
Haberde izcilik alanında Türkiye’nin
ilk müzesi olacağı bilgisi verilen alan, müze
vasfını kazanamadan bir süre sonra kapatılmış,
ta ki 2014 yılına kadar. 2014 yılında
Av Köşkü, yeni bir restorasyona sokulmuş.
Çalışmaların bitmesinin ardından “İzci
Müzesi” tabelası bir köşeye atılarak, yerine
“Yazarlık Atölyesi” tabelası asılmış. Tarihi
bir mekânın kimliğiyle, dokusuyla bağdaşmayacak
pek çok değişikliğe gidilerek, Av
Köşkü bir tür derslik hâline dönüştürülmüş.
Bugün ise yukarıda da bahsettiğimiz
gibi düğün fotoğrafçılarının merhametine
bırakılmış durumda.
KÖŞKÜN İNŞASINA İLİŞKİN
FARKLI GÖRÜŞLER
Kent kimliğine, dokusuna yabancılaşmanın
sıkıntılarını derinden yaşayan İstanbul’da
rant olgusu, aslına bakılırsa 1950’lerdeki
“Güvenevler” dosyasına kadar uzanıyor.
Aradan geçen 70 yılda, ranta dayalı büyüyen
kentin güzellikleri, doğası, sesi ve nefesi can
çekişiyor. Öyle ki, tarihi milattan öncesine
uzanan bu kent, kültürümüzün sayısız eseriyle
çevrelenmiş hâlde. Fakat ne yazık ki bu
tarihi doku, gereken özenle korunamamakla
birlikte belli retoriklere hapsediliyor.
Düşünün bir kere; kentin ortasında bulunan
ve 1800’lerin sonlarına doğru inşa edilen
Abdülaziz Av Köşkü’nün hangi tarihte yapıldığına
ilişkin net bir veri dahi elimizde yok.
Türk tarih araştırmacısı ve kitabe uzmanı
İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre, köşkün
üstüne asılı levhada “Abdülaziz Köşkü 1856”
yazdığı öne sürülür. Buna göre, köşkün
bu tarihte yaptırıldığı ve mimarının da
Osmanlı padişahları ve hanedanı tarafından
yaptırılan birçok mimari esere imza atan
Balyan Ailesi’nden Nigogos Balyan olduğu
söylenir. Ancak Abdülaziz, tahta 1861 yılında
çıkmıştır. Bu nedenle köşkün 1866 yılında
yaptırıldığı iddia edilir.
SULTAN ABDÜLAZİZ’İN
DİNLENCE MEKÂNI
İbrahim Hakkı Konyalı da Sultan Abdülaziz’in
ava oldukça meraklı bir padişah
olması nedeniyle ata binmek, avlanmak
için Validebağ Kasrı’nda kaldığını ve ava
çıktığında dinlenmek için Av Köşkü’nde
zaman geçirdiğini açıklar. Bu tek katlı ahşap
dinlence mekânının dört tarafı revakla sarılı
ve cephesi kalem işiyle bezelidir. On adet
renkli camlarla kaplı penceresi bulunan
Av Köşkü’nün arkasındaki havuzun birkaç
metre ilerisinde, okçulukta menzilleri belgelemek
için dikilen nişan taşları bulunur.
Av Köşkü’ne ait eski fotoğraflarla bugünkü
yapıyı karşı karşıya getirdiğinizde, yapılan
yanlış restorasyonlar sonrasında meydana
gelen değişiklikler ortaya çıkıyor. Örneğin,
yapının giriş tarafında bulunan ve zamanına
özgü süslemelerle bezenmiş tunçtan fenerlerin
günümüze kalmadığını göreceksiniz.
Yine yukarda değindiğimiz gibi mekâna ait
çini soba, kristal avize, çeşme musluğu gibi
eşyaların da zamanla kaybolduğu biliniyor.
Fakat tüm bunlara rağmen Av Köşkü; renkli
çini döşemeleri, İtalyan çinisinden geniş
panoları, İtalyan çinileriyle süslü kahve pişirme
ocağı, zümrüt yeşili çinileri ve mermer
yalaklı çeşmesi ile güzelliğini korumaya devam
ediyor. Tüm ilgisizliğe, tahribe rağmen
semt insanları için değerli bir simge olarak
korunmaya ve kollanmaya devam ediyor.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 29
Kentsel Dönüşüm
Dönüşüm mü,
güçlendirme mi?
Biri
mutlaka!
KADİR TOPRAKKAYA
Son yıllarda hayatımıza iyice yerleşen kentsel
dönüşüm kavramı, neredeyse ülkemiz
gündeminin ayrılmaz bir parçası hâline geldi.
Böyle olması da son derece yerinde bir
durum... Deprem kuşağında bulunmamız
ve olası bir deprem ihtimaliyle karşı karşıya
olmamız, binalarımızın yenilenerek daha
sağlam ve güvenli biçimde inşa edilmesini
gerektiriyor.
Peki, şu veya bu nedenlerden dolayı binalarını
kentsel dönüşüm veya kentsel yenileme
uygulamasına geçiremeyenler ne yapmalı?
İşte bu sorudan yola çıkarak sayfalarımıza
davet ettiğimiz Kentsel Dönüşüm Uzmanı
Tolga Şahlıoğlu, konu hakkında merak
edilenleri yanıtladı. 1980’den başlayarak,
2000’li yıllarda Kadıköy’ün pek çok çağdaş
yapısında imzası bulunan Mimar Nüvit
Şahlıoğlu’nun oğlu Tolga Şahlıoğlu, 2012
yılında kurduğu DARTES firması ile riskli binaları
tespit ediyor ve yaşanması muhtemel
bir felaketi önlemeye çalışıyor.
Öncelikle riskli binanın ne demek
olduğunu açıklar mısınız? Riskli binayı
nasıl tespit ediyorsunuz?
Öncelikle yıllardan beri Kadıköy’ün nabzını
tutan Kadıköy Life Dergisi’ne ve Toprakkaya
Ailesi’ne bu sayfalarda beni misafir ettikleri
için teşekkürlerimi sunuyorum. Sorunuza
gelirsek; riskli bina, ekonomik olarak ömrünü
tamamlamış, deprem etkileri altında dayanıklı
kalamayan ve can güvenliği performansını
sağlayamayan binadır. Riskli binayı
tespit ederken binalardan beton numunesi
(karot) alıyoruz, demir donatıların durumunu
görmek için röntgen cihazları vasıtasıyla
demir adetlerini ölçüyoruz, sıva kabuğunu
sıyırarak da demirdeki korozyonu, çapını ve
etriye aralıklarını tespit ediyoruz. Son olarak
ise sismik zemin etüdü yapıyoruz. Bu sonuçlar
ışığında binayı bilgisayar ortamında
üç boyutlu modelleyerek, deprem performans
analizini gerçekleştiriyoruz. Bu analiz
sonucu, bize binanın riskli olup olmadığını
veriler hâlinde gösteriyor.
Tolga Şahlıoğlu
30 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kentsel Dönüşüm
Bu uygulamanın maliyeti nedir?
Hesaplama yöntemi, maliyeti ile ilgili
devletin veya belediyelerin katkısı
söz konusu mu?
Uygulama yaparken iki farklı teknik var
ve bu teknikler, binanın kat adedine
göre değişiyor. Birincisi, 10 kata kadar
olan binalar için binaların kritik katından
(toprak tarafından tutunmayan ilk kat) en
az 6 adet beton numunesi alınarak yapılan
teknik... İkincisi ise 10 katın üzerinde olan
binalar için her kattan beton numunesi
alınarak yapılan teknik... Bu iki yöntem
arasında maliyet olarak farklılıklar doğuyor
doğal olarak. 10 kata kadar olan binalar
için yaklaşık 5.000-6.000 ₺ olan fiyat, her
kattan işlem yapılan 10 katın üzerinde
olan binalarda kat başı 2.000 ₺’ye kadar
yükseliyor. Bununla ilgili olarak bakanlık
veya belediye mali anlamda herhangi bir
katkıda bulunmuyor. Başvuran malikler,
kendi bütçeleriyle karşılıyor.
Riskli bir binanın güçlendirme ile
yeniden inşa edilmesi arasındaki
sağlamlık farkı hakkında
ne söyleyebilirsiniz?
Son zamanlarda yaptığımız riskli yapı tespitlerinde,
malikler en çok bu konuyu soruyor
ve araştırıyorlar. İnşaat maliyetlerinin son
dönemde çok ciddi derecede artması sonucunda
malikler güçlendirme seçeneğinin
maliyetini ve sağlamlığını merak ediyorlar.
Bu konuda şunu söyleyebilirim, eğer ki bina
daha önce güçlendirme görmemiş ise ve
bina kat yüksekliği 8 katın üzerinde değilse,
aynı zamanda beton numune sonuçları da
buna müsaade veriyorsa, binalarda güçlendirme
yapılması önerilebilir. Son dönemde
uyguladığımız karbon fiber elyaf malzeme
ile çok sağlıklı ve dayanıklı bir şekilde binaları
güçlendirebiliyoruz. Maliyet karşılaştırması
yapılabilmesi için öncelikle binalarına
deprem risk raporu yaptırmaları şart. Daha
sonra analiz sonucuna göre binanın güçlendirilmesinin
mi yoksa yeniden yapılmasının
mı önerileceği ortaya çıkıyor. Güçlendirilmeye
müsait binaların hızlıca güçlendirilmesi
ve bunun önündeki bürokratik engellerin
kaldırılması şart. Elimizdeki imkânlarla tüm
Kadıköy’ü yıkıp yeniden yapma imkânımız
maalesef yok. Güçlendirme seçeneğini
masada tutmamız gerekli.
Kadıköy’ün yapı stoku içinde ne
kadar riskli bina olabileceğini
düşünüyorsunuz?
Kadıköy’de bugüne kadar yaklaşık olarak
4000’den fazla bina, resmi olarak riskli ilan
edildi. Bunun zaten 700-800 tanesini firma
olarak biz ilan edip, belediyemize teslim
ettik. Buna karşılık olarak yenilediğimiz bina
sayısı 3 bin 500 civarında. Genel tabloya
baktığımızda, 2012 yılında 6306 Sayılı
Kanun çıktığında Kadıköy’de 27 bin 500
bina 1999 yılı öncesinde yapılmış olarak kayıtlardaydı.
Bunların yaklaşık 4-5 bin adedi
Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Alanı’nda yıkıldı.
3-4 bininin de diğer mahallelerde yıkıldığını
ve yenilendiğini hesaplarsak, yaklaşık daha
18 bin civarı binamız daha var yenilenmesi
veya güçlendirilmesi gereken.
Hükümetin 125 bin liradan 200 bin liraya
çıkardığı “Kentsel Dönüşüm Destek
Kredisi” için ne düşünüyorsunuz?
Hükümetin attığı bu adım faydalı, ancak her
zaman olduğu gibi yetersiz ve altı boş bir
uygulama. Güncel faiz oranından yapılan
yüzde 4’lük faiz sübvansesi, vatandaşta bir
cazibe yaratmıyor. Bunun ivedilikle 0 faiz
ve 24 ay ödemesiz dönem şekliyle hayata
geçirilmesi ve sadece riskli yapısını yenileyen
vatandaşa değil, riskli yapıdan dönüşen
binalar için de uygulanması, 200 bin lira
olan üst limitin en az 350 bin lira olarak
güncellenmesi gerekmektedir.
Siz Kadıköy’e bağlılık duygusu olan,
Kadıköy merkezli bir markasınız.
Sadece Kadıköy bölgesine mi hizmet
veriyorsunuz?
Biz aile olarak 45 yıldır Kadıköy’de iş yapan,
Kadıköy merkezli bir firmayız. Ben de doğma
büyüme Kadıköylüyüm ve sokak sokak
tüm Kadıköy’ü çok iyi bilirim, bunu da işime
yansıtırım. Kadıköy’de iş yapmak özen ister,
güven duygusu ister, ihtimam ister. Zordur
Kadıköy’de iş yapmak. Biz bunu önce tüm
İstanbul genelinde uyguladık, her yerde
aynı özeni gösterdik ve bu bize işimizde
başarı getirdi. Şu an İzmir ilinde şube açmış
durumdayız. Orada da riskli yapı tespiti,
kentsel dönüşüm, güçlendirme projesi ve
uygulamaları yapıyoruz. Aynı zamanda
birçok kurumsal şirketin Türkiye operasyonlarını
yönetiyoruz. 81 ilde de hizmet
veriyoruz. Kadromuz ve iş gücümüz buna
uygun durumda.
Kadıköylülere tavsiyeniz ne olacaktır?
Öncelikle Kadıköylü olmanın ayrıcalık
olduğunu unutmasınlar. Sonra da mutlaka
ve özellikle de eski binalarda oturan komşularımız,
binalarına deprem risk raporu
yaptırsınlar. Bunu yaparken “Binam riskli
çıkar, hemen bizi evden çıkarırlar” korkusu
yaşamadan, öncelikle bilgi amaçlı olarak
müracaat etsinler. Daha sonra duruma göre
güçlendirme veya yeniden yapım kararı
verildikten sonra resmi işlemleri başlatsınlar.
Tüm Kadıköylülere saygılarımı ve
sevgilerimi sunuyorum. Tüm komşularımıza
sağlıklı günlerde bir araya gelmek umuduyla
selamlarımı iletiyorum.
DEPREM-ARAŞTIRMA-TESPİT
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 31
Adalar
Adalar, 365 gün sanatla yaşayan
bir yer olur mu?
ARZU YAVUZ
arzuyavuz2005@hotmail.com
Hayata bir soru sorduğunuzda, o da size
bir cevap veriyor. “Adalar, 365 gün sanatla
yaşayan bir yer olur mu?”, “Adalar neden
bir Venedik olmasın?” Bu soruları soranlar
da içimizden birileri ve hayallerini gerçekleştirmek
için çoktan çalışmaya başladılar.
Hayatta ilham almak çok önemli... Bir
kitaptan, bir insandan, bir şehirden, bir sanat
eserinden, belki bir bakıştan... Nereye
baktığınız kadar nasıl baktığınız da sizin
seçiminiz ve seçimlerimiz hayatımız...
ortaya çıktı, atölyelerine bir çeki düzen verdiler, web sitelerini
elden geçirdiler. Birbirleriyle tanışıp, sanatsal görüş
alışverişi başlattılar. Adalar’ın Venedik gibi 365 gün sanatla
yaşaması hem büyük bir düş hem tek başına çok zor hem
de çok zaman alacak bir şey. Herkesin buna inanması
lazım. Mesela kültürel mirasa sahip çıkar bu proje. Biz 100
yıllık bir perspektifle yola çıktık. Bir yerleşimin bir günde
değişmesini bekleyemezsiniz. Venedik mesela, sergi yapmaya
1846’da başlıyor. Günlük politikaya siyasi örgütlenmeye
bağlı olmadan çalışan bir yapı kurmuşlar. Bu yapıyı
merak ediyor ve çözmeye çalışıyorum.”
Seçimleri ve başarılarıyla çevrelerine ilham veren üç
kişiyle tanışmak ister misiniz? Adalar Sanatçı İnisiyatifi’ni
oluşturan Mahmut Nüvit Doksatlı ve kurucu üyelerden Esra
Nilgün Mirze ve Mehmet Günyeli ile konuştuk.
MAHMUT NÜVİT DOKSATLI
“Ben bu adaya yerleştiğimde Ada bana hizmet ediyordu,
ben de ona hizmet etmek istedim. Adalar Sanatçı İnisiyatifi,
benim yalnızlığımdan doğdu. 1 Nisan seçimlerinin akabinde
Engin Akın’la Venedik Bienali’ne gitmeye karar verdik.
Venedik, asırlardır Türklerin irtibatta olduğu bir kent. Venedik’in
365 gün sanatla yaşaması ve mutlu insanların olması
çok güzel... Gelir gelmez elimde ne varsa hepsini Adalar
Belediye Başkanı Sayın Erdem Gül ile paylaştım. O da fikirlerime
olumlu yaklaştı ve birlikte arama toplantıları tertip
etmeye başladık. Bu toplantıları sanatçılarla yapıyorduk.
En iyi fikirlerin sanatçılardan çıkacağına inanıyorum çünkü.
Her toplantımızda da çok önemli konuşmacılar sunumlar
yapıyordu. İlk toplantımıza çok önemli bir konuşmacı
davet ettim, o da Beral Madra hanımefendiydi.
İkinci toplantıya Esra Nilgün Mirze katıldı. Sanatın demokratikleşmesiyle
ilgili bize bir yön tayin etti. Herkesin kendi
elindeki imkânlarla bir mum yakabilmesinin önemini
örneklerle anlattı. Bienal öncesinde biz öncelikle bir Açık
Atölye Günleri yaptık. Bu adeta bir silkinme oldu, sanatçılar
MEHMET GÜNYELİ
“Adalar kültür, sanat yaşamımızda geçmişten günümüze
miras kalan müthiş bir zenginlik... Ben yarı Adalı yarı Modalı
bir Kadıköylüyüm. Hedefimiz, bu kültürel mirası daha
sonraki kuşaklara da iletebileceğimiz Adalar’ı bir sanat
ve kültür merkezi hâline getirip, burada sürdürülebilir bir
sanat yaşamı sağlayabilmek. Bu konularda çokça deneyimi
olan arkadaşlar bir araya gelerek, bu inisiyatifi kurduk.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da saygın bir yere taşımak
istiyoruz sanat, kültür adına... Çünkü Adalar’ın böyle
bir kaynağı var. Osmanlı’dan günümüze taşınmış o çok
kültürlü yaşamı günümüz Türkiye’si maalesef başaramadı,
fakat Adalar’da geçmişten günümüze var olan bir kültür
hâlâ mevcut. Biz bunu tekrar canlandırabiliriz.”
ESRA NİLGÜN MİRZE
“Mahmut Nüvit, Adalar Sanat İnisiyatifi’nden söz ettiğinde
özlemini çektiğimiz sanat ortamının bu küçük ölçekte
yaratılabileceği düşüncesi beni çok heyecanlandırdı.
Ada kavramını bir metafor olarak kullanarak bir ütopyayı
gerçekleştirebilir, başarabilirsek, uzun vadede daha geniş
çapta ve daha köklü kazanımlar elde edebiliriz sanat adına
diye düşündüm. Adalar Sanat İnisiyatifi’nin başlangıçta
Adalar ölçeğinde de olsa sanat alanındaki tüm paydaşları
buluşturarak, olumlu ve model teşkil edecek gelişmelere
yol açacağına inanıyorum.”
32 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Sektör
Sağlıklı yalıtım bir haktır,
hakkınızı arayın!
İzocam, ülkemizdeki yasaların zorunlu
tutmamasına rağmen, geri dönüşümlü
malzemelerin kullanıldığı, insan sağlığına
zarar vermediği kanıtlanmış ürünler
üretmeye özen gösteriyor. 13 yıldır İzocam
Taşyünü ve 12 yıldır İzocam Camyünü
ürünlerde EUCEB sertifikası için yapmış
olduğu sürekli yatırımlarla sektörde ilk
olmanın ve sektöre bu konuda da liderlik
etmenin ayrıcalığını yaşıyor.
İzocam marka mineral yün ürünler, sahip oldukları
EUCEB sertifikası ile insan sağlığına
zarar vermeyen ürünler olduklarını uluslararası
standartlarla kanıtlıyor. Deri ve solunum
yoluyla vücuda nüfuz eden elyafların vücuttan
çözünerek atıldığını ispatlayan EUCEB
sertifikası ile İzocam taşyünü ve camyünü
ürünlerin kanserojen olmadığı, bağımsız bir
kurum tarafından belgelenmiş oluyor.
EUCEB sertifikası olan ürünler sürekli test
edilerek, elyafların zararsız olduğu sertifika
süresince garanti ediliyor. İzocam, sağlıklı
yaşamın hem insanlar hem de çevremizdeki
diğer canlılar için en temel hak olduğuna
inanıyor ve bu doğrultuda sağlık ile
güvenliği esas alan çalışmaları uzun yıllardır
sürdürüyor. İzocam, sağlığın özellikle
önem kazandığı bu dönemde, yalnızca
EUCEB gerekliliklerini karşılayan üreticilerin
ambalajlarında yer alan EUCEB logosunun
bir işaretten çok daha derin bir anlam içerdiğine
dikkat çekmek istiyor. İzocam, yaşam
alanlarımızın en değerli varlığımız olduğunun
ve bu varlığın arkasında hangi yalıtım
ürünlerinin kullanıldığının bilinmesinin ise
herkesin hakkı olduğunun altını çiziyor.
BİR ÜRÜNÜN EUCEB SERTİFİKASINA SAHİP
OLUP OLMADIĞINI NASIL ANLARSINIZ?
EUCEB denetiminden başarı ile geçen ürünlerin
ambalajında ve/veya etiketinde EUCEB
logosunun kullanımına onay verilir. Böylelikle
tüketiciler, güvenli ve sağlıklı yalıtım malzemelerini
ambalaj ve/veya etiket üzerindeki
logodan kolayca tespit edebilir. Ayrıca, EUCEB
adına denetimleri yürütmekte olan bağımsız
belgelendirme kuruluşu BCCA’nın (Belçika
Yapı Belgelendirme Kurumu) web sitesi üzerinden
de üreticilerin EUCEB sertifikalarının
olup olmadığı ve bu sertifikanın hangi ürünleri
kapsadığı kontrol edilebiliyor. EUCEB sertifikası
ile birlikte TSE ve CE belgelerine de sahip
olan İzocam mineral yün ürünleri, yüksek
standartlarda sunduğu ısı ve ses yalıtımının
yanında A1 sınıfı yanmaz özelliğiyle binaların
yangın güvenliğini de arttırıyor. İzocam
Taşyünü ve Camyünü, üretiminde kullanılan
geri dönüştürülmüş malzemeler sayesinde,
kullanılan binaların LEED-BREAM gibi yeşil
bina sertifikası almalarına da olanak sağlıyor.
KALICI ORGANİK KİRLETİCİ İÇEREN
POLİSTİREN BAZLI YALITIM
ÜRÜNLERİNE DİKKAT!
Sürdürülebilir ve sağlıklı yarınlar için farkındalıkla
hareket etmemizin çok daha önem
kazandığı bugünlerde İzocam, XPS (Ekstrüde
Polistiren) ve EPS (Expande Polistiren)
ürünlerinde kalıcı bir organik kirletici olarak
tanımlanan HBCD (hekzabromosiklododekan,
bromlu alev geciktirici) maddesinin
kullanımına dikkat çekiyor. XPS ve EPS ürünleri
alınırken, “HBCD Free” (HBCD içermez)
olduğuna dikkat edilmesi gerekiyor. Konuyla
ilgili detaylı bilginin yer aldığı “Kalıcı Organik
Kirleticiler Hakkında Yönetmelik”, 14 Kasım
2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı ve
2019 yılının kasım ayından itibaren polistiren
hammaddeli XPS ve EPS ürünlerde HBDC’nin
kullanımı yasaklandı. Yönetmelik, HBDC’nin
kullanımını yasaklayarak insan sağlığını ve
çevreyi, kalıcı organik kirleticilerin olumsuz
etkilerinden korumayı hedefliyor.
Kalıcı bir organik kirletici olarak tanımlanan
HBCD polimer ateşlemeyi geciktirmek ve
doğabilecek yangın oluşumunu yavaşlatmak
için alev geciktirici katkı maddesi olarak
kullanılıyor. Bu madde, Türkiye’nin 12 Ocak
2010 tarihi itibariyle taraf olduğu Stockholm
Sözleşmesi’nin A Eki’nde ortadan kaldırılması
gereken kirleticiler arasında listelenmiştir.
Kasım 2014’te sözleşmeye taraf olan ülkelerin
çoğunda yapılan değişiklik yürürlüğe girmiş
ve HBCD stoklarının ortadan kaldırılmasının
yanı sıra bu kimyasalın kullanımının/uygulanmasının,
üretiminin, ithalat ve ihracatının
yasaklanması ve/veya kısıtlanması için eylem
planlarını hazırlamaları zorunlu hale gelmiştir.
Sağlığa zarar vermediği EUCEB ile kanıtlanmış
olan İzocam Taşyünü, İzocam Camyünü’nün
ve HBCD içermeden ısı yalıtımı
sağladığı için sürdürülebilirlik katkısı yüksek
XPS ürün olan İzocam Foamboard ürünlerinin
diğer bir önemli özelliği ise, Birleşmiş
Milletler’in küresel iklim değişikliği ile mücadele
kapsamında geliştirdiği “Sürdürülebilir
Kalkınma İçin 17 Küresel Hedef”in 8’ine de
doğrudan katkıda bulunmalarıdır. Siz de
yalıtım yaptırırken aldığınız malzemeyi sorgulayarak,
hem kendinizi hem de dünyamızı
koruyabilirsiniz. İyi yalıtım herkesin hakkıdır.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 33
İlçelerimiz
Minik Dostlar Kliniği’nin misafiri
bu kez şahin oldu
Kartal’ın parkları yenileniyor
Sahip olduğu 178 park ile İstanbul’un en yeşil ilçelerinden biri
olan Kartal’da, parklar yenilerek vatandaşın kullanımına sunuluyor.
“Yeşil Odaklı Kartal” hedefiyle çalışmalarına devam eden
Kartal Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü, kent genelinde
gerçekleştirdiği çalışmalara hız kesmeden devam ediyor. Bir
yandan yeni parkların hizmete sunulması için yoğun bir mesai
harcayan ekipler, diğer yandan var olan parkları yenileyerek
güzelleştirmeye devam ediyor.
KAUÇUK ZEMİN İLE PARKLAR DAHA HİJYENİK VE GÜVENLİ
Ekipler, ilçe genelinde devam eden yenileme çalışmaları
kapsamında bu kez kauçuk ve çim serimiyle parkları modern,
sağlıklı, güvenli ve daha yeşil
bir görünüme kavuşturuyor.
İzolasyon sürecinde özellikle
çocukların zamanının büyük
çoğunluğunu geçirdiği
parklardaki oyun alanlarında
yaralanmaları önlemek ve
hijyen açısından önem ihtiva
etmesi sebebiyle kauçuk serimine
başlayan ekipler, aynı
anda 4-5 farklı parkta yoğun
bir mesai harcıyor.
Üsküdar’da yaşayan
Tarık Çınar isimli
vatandaş, yolda karşılaştığı
yırtıcı bir kuşun
yaralı olduğunu
farkedince Üsküdar
Belediyesi Çağrı Merkezi’ni
arayarak, Minik
Dostlar Kliniği’ne
ulaştı. Saha ekipleri
tarafından kliniğe
getirilen kuşun tedavisi, veteriner hekimleri tarafından titizlikle
yapıldı. Yaralı olan şahinin yarası temizlenerek, pansumanı yapıldı.
Genel sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.
Minik Dostlar Kliniği’nin bir süre daha misafiri olduktan sonra
minik ve yırtıcı dostumuz doğaya bırakılarak, kendi yaşam
alanına kavuşturuldu. Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen,
sosyal medya hesaplarından konuyla ilgili paylaşımda bulunarak;
“Nat Geo Wild Üsküdar… Şahini yolda bulup, bizim kliniğe
getirmişler. Alıştık artık, ne diyelim” şeklinde esprili bir ifade
kullandı.
Tuzla, “Güvenli Tuzla” projesi ile izleniyor
Tuzla Belediye Başkanı Dr. Şadi Yazıcı’nın seçim vaatleri
arasında yer alan ve 2015 yılında hayata geçirdiği “Güvenli
Park” projesinin kapsamı her yıl genişletilerek “Güvenli
Tuzla” projesine dönüştü. Proje, öncelikle çocuklar ve
gençlerin okullarda ve parklarda aileleriyle birlikte güven
içinde vakit geçirebilmesini amaçlıyor.
DÜZENLİ BAKIMLAR YAPILIYOR
Tuzla’da çocuklar ve gençlerin okullarında ve parklarda
aileleriyle birlikte güven içinde vakit geçirebilmeleri için
ilçe sınırları içerisinde bulunan 71 nokta, bin 683 kamera
ile Tuzla Belediyesi tarafından 7 gün 24 saat boyunca izleniyor.
Proje kapsamında Tuzla’da oluşabilecek herhangi
olumsuz bir durum da ilgili birimlere anında haberdar
ediliyor.
34 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
İlçelerimiz
Akademi Ümraniye’de
eğitimler devam ediyor
Pendik Belediyesi’nden çocuklara
Motokurye Kitap Servisi
Pendik Belediyesi, 7-14 yaş arası çocuklara yönelik “Motokurye
Kitap Servisi” başlattı. Çocuklar, kütüphane online sistemine
kayıt yaptırarak “Cingo”, “Pal Sokağı Çocukları”, “Siyah İnci”, “Masalistanbul”
ve “İbrahim ile Kartopu” kitaplarından birini ücretsiz
olarak temin edebilecek.
NASIL KATILACAKLAR?
Motokurye Kitap Servisi uygulamasından
yararlanmak
oldukça basit. Kütüphane
online sistemi kitap.pendik.
bel.tr üzerinden kayıt
yaptırdıktan sonra listedeki
kitaplardan bir tanesi, motokurye
tarafından belirtilen
adrese teslim edilecek.
Teslimat tarihi, SMS yoluyla
katılımcılara bildirilecek.
Ümraniye Belediyesi’nin önemli projelerinden biri olan ve her yıl
yüzlerce insana mesleki yetenek kazandıran Geleneksel Sanatlar
Akademisi, Görsel Sanatlar Akademisi ve Meslek Akademisi’nde
eğitimler başladı.
1 Şubat’tan itibaren Ümraniyeli öğrencilere Geleneksel Sanatlar
Akademisi’nde 4 farklı kültür merkezinde 14 branşta 166
öğrenciye eğitim verilirken, Görsel Sanatlar Akademisi’nde
2 farklı merkezde 3
branşta 60 öğrenci
eğitiliyor. Öte yandan,
Meslek Akademisi’nde
de 7 farklı merkezde 14
branşta 333 öğrenciye
de eğitimler verilmeye
başlandı. Kursları başarı
ile bitirenler, Halk
Eğitim Merkezi onaylı
sertifika alacak.
Şile fotoğraf meraklılarını bekliyor
Yüzölçümünün yüzde 80’i ormanlarla kaplı olan, 72 km’lik sahil bandı ve
devam eden yerleşik köy hayatı ile İstanbul’un keşmekeşinden kaçanlar
için alternatif rotalar sunan Şile, bu doğal güzellikleri en güzel şekilde fotoğraflayacak
fotoğraf meraklılarını bekliyor. İlk duyurusu Şile’nin kurtuluş
günü olan 7 Ekim’de yapılan yarışma, 7 Ekim 2021 tarihinde sona erecek
uzun soluklu bir maraton olacak.
Şile Belediyesi, Türkiye Fotoğraf Vakfı, Işık Üniversitesi ve Şile Turizm
Derneği işbirliğiyle planlanan yarışmada “Foto Öykü”, “Drone”, “Serbest”,
“4 Mevsim Şile” ve “7 Ekim Şile’nin Kurtuluşu” olmak üzere toplam 5
kategoride eser kabul edilecek. Jürisinde Coşkun Aral, Mustafa Yılmaz,
Murat Gür, İsmail Küçük, Prof. Ozan Bilgiseren gibi ünlü fotoğraf sanatçılarının
yer aldığı yarışmada dereceye giren eserlere, 7.500 TL ile 250 TL
arası değişen çeşitli para ödülleri verilecek. Eğer siz de “Şile’yi en güzel
ben fotoğraflarım” diyorsanız, detaylı bilgi ve katılım koşullarını www.
turkiyefotografvakfi.org adresinden öğrenebilirsiniz.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 35
İlçelerimiz
Sultanbeyli yeni bir eğitim yuvası daha kazandı
Eğitim yatırımlarını hız kesmeden sürdüren
Sultanbeyli Belediyesi, bu alandaki çalışmalarına
bir yenisini ekledi. Belediye, kendi
öz sermayesiyle Orhan Gazi Ortaokulu’nu
ilçeye kazandırdı.
“Eğitimde marka kent” olma idealine güçlü
adımlarla ilerleyen Sultanbeyli Belediyesi,
eğitime yönelik çalışmalarını aralıksız devam
ettiriyor. Bu kapsamda Orhan Gazi Ortaokulu’nun
inşası tamamlandı. Sultanbeyli Belediyesi’nin
kendi öz sermayesiyle inşasını tamamladığı
yeni eğitim yuvasında 12 derslik,
2 uygulama sınıfı ve laboratuvar bulunuyor.
Konuyla ilgili değerlendirme yapan Belediye
Başkanı Hüseyin Keskin, güçlü yarınların
nitelikli eğitime bağlı olduğunu vurgulayarak;
“Eğitime yapılan her yatırım, aslında ülkemizin
geleceğine yatırımdır. Dolayısıyla, Sultanbeyli
Belediyesi olarak eğitim alanına büyük
bir hassasiyetle yaklaşıyoruz. Geleceğimizin
teminatı gençlerimizin yarınlara iyi bir şekilde
hazırlanması için ilçemize eğitim yuvaları
kazandırmaya devam ediyoruz” dedi.
Sancaktepe’den öncü çalışma
Ataşehir’de
Sosyal Marketler açıldı
Ataşehir Belediyesi, Sosyal Marketlerden ilkini şubat ayı
sonunda faaliyete açtı. İhtiyaç sahiplerinin Sosyal Kart ile her
türlü ihtiyaçlarını karşılayacak olan Sosyal Market bünyesinde,
derin yoksulluk sarmalındaki yalnız anneler için de destekleyici
projeler üretilecek.
İçerisinde gıdadan giyime, kırtasiyeden temizlik ve kişisel bakım
ürünlerine kadar yüzlerce çeşit malzemenin yer aldığı Sosyal
Market’te, vatandaşlar ihtiyaçları olan ürünleri kendileri seçip
beğenerek alma imkânına sahip olacaklar. Bunun için ihtiyaç
sahiplerine birer Sosyal Kart verilecek. Belediyeye başvuran
ihtiyaç sahiplerinin sosyal incelemesi tamamlandıktan sonra,
kendilerine teslim edilecek Sosyal Kartlarına ihtiyaçları kadar
puan yüklenecek.
Sancaktepe Belediyesi, su tasarrufu ve koronavirüs konusunda
farkındalık oluşturmak amacıyla vatandaşlara su kullanımında
tasarruf sağlayan musluk aparatı ile hijyen malzemeleri
dağıttı.
İstanbul’da barajlarda yaşanan su seviyesindeki azalma
sonrası Sancaktepe Belediyesi, tasarruflu musluk hamlesiyle
harekete geçti. Başkan Şeyma Döğücü öncülüğünde
gerçekleştirilen çalışmada, ilçede yaşayan tüm vatandaşlara
suda tasarruf sağlayacak musluk aparatları ile koronavirüs
önlemleri kapsamında maske ve dezenfektan hediye edildi.
Sancaktepe Belediye Başkanı Av. Şeyma Döğücü, beraberindeki
ekiple vatandaşların evine giderek, geri dönüşüm çantası
içerisinde önceden hazırlanmış olan musluk aparatları ile
hijyen malzemelerini hediye ederken, vatandaşlarla da uzun
süre sohbet etti.
36 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
İlçelerimiz
Pandemide 12 bin 60 öğrenciye eğitim desteği
Maltepe Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü, pandemiyle
mücadeleyle geçen 2019- 2020 eğitim ve öğretim yılında
ilçedeki 12 bin 60 öğrenciye eğitim desteği verdi. Kütüphane
Müdürlüğü, yeni tip koronavirüs önlemleri kapsamında
çok sayıda öğrencinin yararlandığı Liselere Geçiş Sistemi
(LGS) ve Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) hazırlık
kurslarını, uzaktan eğitim yöntemiyle çevrimiçi ortama
taşıdı.
ÜNİVERSİTEYE YERLEŞMEDE YÜZDE 86,28’LİK BAŞARI
LGS ve YKS hazırlık grupları için, öğretmenleri tarafından
uzaktan eğitim ders videoları yayınlandı. Ders yayınları,
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın YouTube kanalından
ve çevrimiçi eğitim panelinden gerçekleştirildi. İlçedeki
öğrenciler için ayrıca 35 adet deneme sınavı düzenlendi.
YKS için sosyal mesafe ve hijyen kuralları gözetilerek, 7
adet yüz yüze deneme sınavı yapıldı. Maltepeli öğrencilerin
derslerinin online eğitimlerle desteklenmesiyle
üniversiteye yerleşme oranında yüzde 86,28’lik bir başarı
oranı yakalandı.
Beykoz bal üretimiyle
İstanbul’da şampiyon
Çekmeköy Sinema
Akademisi başlıyor
Çekmeköy Belediyesi tarafından sinemaseverler için kurulan
akademiye kayıtlar başladı. Çekmeköy Belediyesi
Sinema Akademisi, sinema sanatına gönül veren gençlere
yol göstermek için hazırlanan dopdolu bir eğitim
programı ile kapılarını açmaya hazırlanıyor.
Ünlü oyuncular Yeşim Dalgıçer, Erdem Baş ve Barış
Başar’ın eğitmenliğinde düzenlenecek Sinema Akademisi’nde
senaryo, kamera, diksiyon ve fonetikle ilgili
dersler verilecek. Çekmeköy’de ikamet eden 15 yaş üstü
tüm vatandaşların başvurabileceği akademide dersler,
bu yıl pandemi tedbirleri kapsamında online olarak
gerçekleşecek.
İstanbul’da kirazdan karpuza, mantardan kiviye markalı ve lezzet
garantili tarım ürünlerinin ev sahibi Beykoz; arıcı, kovan sayısı ve yıllık
bal üretimiyle birinci sırada yer alıyor. Beykoz Belediyesi’nin yaklaşık on
yıldan bu yana kovan desteği, festivaller, uluslararası kongrelerle üretimini
teşvik ettiği “Beykoz balı”, özgün aromasıyla sofralara lezzet, şifasıyla
bedene kuvvet, marka değeriyle de ilçe ekonomisine katkı sağlıyor.
YILLIK 128 TON BAL ÜRETİLİYOR
Ormanlık alanlarında ıhlamur ve kestane ağaçlarının sık görüldüğü
ilçede, 128’i Devlet Destekli Kayıtlı Arıcılık Kayıt Sistemi (AKS)’ye kayıtlı
toplam 430 arıcı faaliyet gösteriyor. Beykoz’da ekonomiyi canlı tutan, İlçe
Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün denetiminde 12 bin 800 kovan varlığıyla
yürütülen arıcılık faaliyetleriyle kovan başına yaklaşık 10 kilo olmak
üzere yıllık 128 ton üretim yapılıyor.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 37
Acı Kaybımız
Asırlık çınar
Cahit Kayra
için…
Türkiye’nin yaşayan en önemli vergici-maliyecisi,
Bülent Ecevit’in 1974’te ilk
kurduğu CHP-MSP koalisyon hükümetinin
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Cahit Kayra, 104 yaşında yaşamını yitirdi.
Son buluşmamız, salgın haberinin ilk
çıktığı gün olan 11 Mart 2020’de 104 yaşına
bastığı, Moda Tarihçi Kitabevi’ndeki
doğum günü partisiydi.
MUZAFFER AYHAN KARA
OSMANLI’DA DOĞDU,
CUMHURİYET’İN İNSANI OLDU
Ömer Cahit Kayra’nın öz yaşam öyküsüne şöyle bir bakalım…
11 Mart 1917’de henüz Osmanlı devrindeyken ve
zaman işgal İstanbul’una doğru akarken, Ali Lütfü Bey ile
Kadriye Hanım’ın oğlu olarak Kadıköy’de doğmuş; ilk, orta
ve lise öğrenimini yapmak ise Cumhuriyet Türkiye’sinde
kısmet olmuştu. Sonrasında üstat, Atatürk yaşamını yitirmeden
kısa süre önce Mülkiye’nin, yani Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye Bölümü’nü 1938’de
bitirir. Maliye Bakanlığı’nda Müfettişlik, Gelirler Genel
Müdürlüğü Müşavirliği gibi çeşitli kademelerde görev
yapar. Ayrıca PTT Genel Müdürlüğü, Türkiye Odalar Birliği,
THY ve Ticaret Bakanlığı Dış Ticaret Dairesi’nde Müşavir ve
Murakıp, İsviçre Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması
nezdinde Heyet Başkanı, Maliye Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı, Avrupa İktisadi İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı
nezdinde Heyet Başkanı, Tetkik Kurulu Başkanı, Türkiye
İş Bankası Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara İktisadi ve Ticari
İlimler Okulu, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü
Öğretim Görevlisi olarak görev yapar.
57 yaşındayken 1973’te CHP’den davet alır, aday olur ve 15.
Dönem Ankara Milletvekili seçilir. Bülent Ecevit başkanlığında
kurulan ilk koalisyon hükümetinde [CHP-MSP; 37.
Hükümet (26.01.1974-17.11.1974)] Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı görevinde bulunur. İngilizce ve Fransızca bilen,
evliliğinden iki oğlu olan üstat, uzun zamandır yazları Bodrum’daki
oğluyla, diğer zamanlarda da doğum yeri olan
Kadıköy’de, Moda’da yaşıyordu.
TARİHÇİ’DEKİ BULUŞMALAR VE
104. DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ
Cahit Hoca’mızın 104 yaşına bastığı doğum gününün, son
doğum günü partisi olacağını bilemezdik. Pırıl pırıl bir bel-
38 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Acı Kaybımız
leğe, beyne sahipti. Sadece denge için eski tip bir baston
ile rahat duymak için kulaklık kullanırdı. Yaşam kalitesi son
derece yüksekti yaşına göre. Moda Burnu’na yakın evinden
Moda Caddesi’nin ortalarındaki Tarihçi’ye yayan gidip
geliyordu. Tarihçi’ye geldiğinde en az bir iki saat kalıyor,
Necip Bey’le kitaplarına ilişkin konuşuyor ya da dostlarıyla
sohbet ediyordu. Cahit Hoca ile ortak dostlarımız arasında
Melih Aşık, Melih Ziya Sezer, Murat Katoğlu, Buket Uzuner
de vardı.
BÜROKRASİ VE SİYASETİN ARDINDAN
40 YILLIK ENTELEKTÜEL MİSYON
Cahit Kayra’nın kaleme aldığı, her biri arşivlik ve kütüphanelerde
saklanası eserlerin türlerine göre meraklısı için
dökümünü aşağıda aktarıyorum; anıdan romana, öyküden
mizaha, araştırma-incelemeden çeviriye, geziye kadar pek
çok tür... Bürokrasi ve siyaset sonrasında 65’ten 104’e kadar
40 yıllık bir yazı serüveni... İstanbul’la ilgili kitaplarını da İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun
dikkatine getirmek istiyorum. Belki bazılarının yeni basımı
yararlı olabilir ya da belki hepsinden bir seçki yapılabilir.
Bir de derleme var ki ilginç; bakanlığındaki kabine arkadaşı
Prof. Dr. Turan Güneş’in siyasi şiirlerini de derleyip kitaplaştırmış
üstat. Onun hikâyesi de şöyle:
Ecevit’in 74’teki kabinesinden iki isim de değerli dostum
Kayra ve üniversiteden idare hukuku hocam Güneş’tir. Turan
Güneş’in huyudur; toplantılarda hep bir şeyler çiziktirir
önündeki kâğıtlara, bazen de hicivsel siyasi şiirler döktü-
rürmüş. Kayra da birlikte oldukları toplantıların sonunda
o kâğıtları alıp, biriktirirmiş. Yıllar sonra bir gün Güneş’i
aramış Kayra ve elindeki şiirleri derleyip kitaplaştırmak
istediğini, elinde başka olup olmadığını sormuş. Bir miktar
daha şiir vermiş Turan Güneş. Bu renkli kitap öyküsünün
arka planını bana Turan Hocamın oğlu Prof. Hurşit Güneş
anlattı.
Feyz aldığım üstadım, Türkiye için de büyük bir değer olan
Cahit Kayra’ya hayatımıza kattıkları için teşekkür ediyoruz.
Özel olarak Moda’daki hayatımıza kattıkları için de ne
kadar teşekkür etsek az. Güle güle üstat... Şimdi Moda biraz
daha öksüz, Tarihçi ise iyice öksüzleşti. Tanju Cılızoğlu’nun
ardından da Cahit Kayra’nın sonsuz aleme gidişiyle... Üstatla
Tarihçi’den bazen birlikte çıkıp Moda Burnu’na, evine
doğru yürüyüşlerimizi, o doyumsuz öğretici ve nüktedan
sohbetlerimizi, bütün anılarımızı ömür boyu bir kitabın
arasındaki çiçek gibi saklayacağız. Bazen de dönüp dönüp,
kitaplarındaki güzel satırlar arasında onu arayacağız.
TARİHÇİ KİTABEVİ’NDEN ÇIKAN
SON DÖNEM KİTAPLARI
Üstat Cahit Kayra’nın Tarihçi Kitabevi’nden
yayımlanan farklı türlerdeki (roman, öykü, anı,
inceleme) kitapları şöyle: (Son kitabı “Çalışma
Odası”nı geçen yıl 104 yaşında kaleme almıştı,
belki de bu bir dünya rekoru)
• Savaş Türkiye Varlık Vergisi
(Tarihçi Kitabevi, 2011)
• Sevr Dosyası (Tarihçi Kitabevi, 2011)
• Masal - İnsandan Önceki Altın Yıllar
(Tarihçi Kitabevi, 2012)
• Marjinal Ekonomi Teorileri
(Tarihçi Kitabevi, 2013)
• Marjinal Siyaset Teorileri (Tarihçi Kitabevi,
2014)
• Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü I. Cilt 1923-
1950 / Devletçilik: Altın Yıllar (Tarihçi Kitabevi,
2013 Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü)
• Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü II. Cilt
1950-1980 Karma Ekonomi (Tarihçi Kitabevi,
2013)
• Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü III. Cilt
1980-2013 Tüketim Ekonomisi (Tarihçi Kitabevi,
2014)
• Sümbül Dağının Karları - 1946 Yılında Bir
Hakkari Seyahati (Tarihçi Kitabevi, 2014),
• İyi Ki Öldün Cahit (Tarihçi Kitabevi, 2015)
• Marjinal Şiir Teorileri (Tarihçi Kitabevi, 2016)
• Adsız Gemi (Tarihçi Kitabevi, 2017), Marjinal
Teoriler Ansiklopedisi (Tarihçi Kitabevi, 2018)
• Operasyon: Ali Bey (Tarihçi Kitabevi, 2019),
Bir Çalışma Odası (Tarihçi Kitabevi, 2020).
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 39
Perspektif
Üniversite öğrencisi olmak
Taşkışla Kampüsü, koridorun içeriden
avlusunu sardığı dikdörtgen bir yapıdır.
Benim okuduğum dönemde inşaat ve
mimarlık fakülteleri olarak binayı birlikte
paylaşıyorduk. Şimdi inşaat fakültesi
Ayazağa Kampüsü’ne nakledildi, mimarlık
öğrencileri Taşkışla’da devam ediyor.
Koridorda karşılıklı iki çay ocağı vardı. Ders
saatleri dışında okulda zaman geçirirken,
bahçede veya koridorlarda sohbet edip,
AYKURT NUHOĞLU çay içmenin ayrı bir keyfi vardı. Çay ocaklarının
önünde ders aralarında genellikle
sıra olurdu. Hocalarımız da bizimle sıraya girer, çay alırlardı.
Bir gün sıranın en arkasında rektörümüz Nahit Kumbasar’ı
fark edince, hepimiz “Hocam buyurun, öne geçin” dedik.
Gülümseyerek; “Sizinle sırada olup, sohbet etmek iyi oluyor”
dedi. Öğretim üyelerinin yemekhanesi ayrı olmasına
rağmen hocalarımız genellikle bizimle sıraya girip, yemek
yerlerdi. Sıcak bir karşılaşma, gülümseyerek verilen bir
selam, günün motivasyonunu yükseltirdi. Bu temaslar,
yurtlarda kalan ve ailelerinden ilk defa ayrılan öğrencilerin
uyum sağlamalarını kolaylaştırırdı.
Üniversitenin koridorlarında öğrendiklerimiz, sınıflarda öğrendiklerimizden
daha fazlaydı. Okul yönetimi, öğrencilerin
demokratik taleplerini hoş karşılayıp, çatışma ortamlarının
yaratılmasına yol açmazdı. Dinlemenin önemini, sorgulamayı,
ekip çalışmasını, meslekler arasındaki koordinasyonu
orada öğrendik. Bu öğrendiklerimiz, yaşamımızda
kolaylaştırıcı olarak önümüzü açarak bize yol gösterdi.
Öğretim üyelerinin sevgisini ve güvenini hissetmek, okulun
bir parçası olmak, Taşkışla’dan çıktığınız anda kendini
İstanbul’un merkezinde bulmak, birçoğumuzun üniversite
anılarının önemli bir parçasıdır. Üniversite bizi meslek
sahibi yaparken, hayatın kendisini de algılayabileceğimiz
sosyal şartları sağladı, orada büyüdük aslında. Sinemada,
tiyatroda, spor yaparken, kahvede oynağımız oyunlarda arkadaşlarımızla
bir araya geldik. Siyaset konuştuk; dergiler,
romanlar, makaleler okuyup, tartışmalar yaptık. Ekmeğimizi
birlikte yiyip, hayallerimizi paylaştık.
O süreçte okul yönetimiyle ilişkilerimiz iyi, okulumuz
bizim için güvenli, hocalarımız bizden biriydi. Fakat her
şey tozpembe değildi. Ülkede ciddi siyasal sorunlar vardı.
Sokaklarda insanlar hayatlarını kaybediyor; genç, dinamik,
yurtsever bir gençlik yok edilmeye çalışıyordu. Kontrgerilla
suikastlar düzenleyip, korku imparatorluğu oluşturuyordu.
Şartlar zordu ama hayatı devam ettiriyorduk.
İktidarın bizden korktuğunu biliyorduk. Sanki öğrenciler
koltuklarını alıp, onların çıplak hâllerini halka
göstereceklerdi. Fikir yürütmeleri, ülkenin geleceğini
konuşmaları, ülkeyi yönetenleri huzursuz ediyordu.
Oysa ülke yönetimleri, gençlerin dik başlılığı ve özgür
düşünmesinden mutlu olmalıdır. Dünyanın her yerinde
öğrenci hareketleri olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Değişimi yaratan; genç insanların idealist, muhalif
ve daha iyisini savunur olmasıdır. Bu sebeple gençlerin
niyetleri ve motivasyonları, neyi talep ettiklerinden daha
önemlidir.
Bugünlerde yine öğrencilerin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör
atanmasına karşı çıkarak, yeniden hareketlendiklerini
görüyoruz. Öğrenciler ve öğretim üyeleri, atanan rektörü
kabul etmiyor ve demokratik bir şekilde tepkilerini
gösteriyorlar. AKP iktidarı ise ağıza alınmayacak küfürlerle
öğrencilere baskı yaparak, haklarını savunmalarını
engellemeye çalışıyor. Ülkenin en çalışkan öğrencilerinin
okuduğu okulu karşılarına alıp ezmeye çalışmalarının
altındaki hıncın nedenlerini düşünmek gerekiyor. Yolsuzluğun
ayyuka çıktığı ülkemizde demokratik taleplere gösterilen
tepkinin altında, kendi başarısızlıklarını saklama
çabası vardır.
Üzülerek görüyoruz ki siyasetin gücü, iktidar çevreleri
tarafından kullanılarak bürokrasiden sonra üniversitelerin
yapılanmasına da el attı. Akademik kadrolarının başarı
hikâyeleri değersizleştirildi. İktidar partilerine hizmet etmiş,
özgürlüğünü kaybetmiş kişilerden kadrolar atanmaya
başlandı. Atanan rektör kendi niteliğini, koltuğa sarılarak
kalmaya çalışması ve bu çabasının kuruma vereceği tahribatı
hesaplayamaması ile göstermiştir. Toplumun iskeletini
oluşturan mesleklerin, eğitim kalitelerin düşmesinin
altında yatan en önemli nedenlerden birisi, liyakatin yok
sayılmasıdır.
Üniversite, eğitim hayatından meslek hayatına geçtiğimiz
yaşama açılan kapıdır. Bireyin meslek ahlakından başlayarak
alacağı donanımlar, toplumun gelişmesini etkileyecektir.
Sizin okul kantininde çay almak için sıraya giren
hocalarınızla yapacağınız sohbet, gelecekteki insanlarla
kuracağınız diyaloğun önünün açacaktır.
Okulda öğrendiğimiz bireyin eşitliği, hakları, kendini
gerçekleştirmesi, liyakat kavramlarının okullarımızdan
uzaklaştırılmasının yaratacağı olumsuzluklar hepimizi
etkileyecektir. Yöneticilerini seçemeyen hocalar, okulunda
söz hakkı bulunmayan öğrenciler, demokratik temsiliyetini
kullanamayan halk, nereye kadar sessiz kalabilir? Özgürlüğün
olmadığı alanlarda, bilim ve insan gelişemez.
40 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Nostalji
Aile albümlerinden fotoğraflarla
Kadıköy tarihi
NURETTİN EDİZ
1950’li yılların başında ve sonunda çekilmiş
olan bu iki fotoğrafı, kendi aile arşivimden
seçtim. İlk fotoğrafta, Trabzon’dan Hasanpaşa’ya
göç eden babaannem ve halamlar
yer alıyor. İkinci fotoğrafta ise amcam tek
başına yine bizim sokakta.
Her iki fotoğrafta da ilk dikkatimizi çeken
nokta; Hasanpaşa, İncirlibostan ve Acıbadem
(Emek Sitesi) üçgeninde yer alan
sokağımızdan (Aslı Sokak), Çamlıca’ya
kadar neredeyse her yerin bomboş olması.
Çamlıca’ya bakarken gördüğümüz büyük
bina, Çamlıca Askeri Hastanesi. Hastaneyi
oluşturan binalar, 1870 yılında Sultan Abdülaziz’in
kuyumcubaşılığını yapan Ermeni
usta Köçeoğlu Agop tarafından av köşkü
olarak yaptırılmış.
Köşk daha sonra Ahmet Celalettin Paşa
tarafından satın alınmış. Binalar, Paşa’nın
Mısır’a gitmesiyle 1900’lü yılların başında
Erkan-ı Harb Dairesi (Genel Kurmay Başkanlığı)
tarafından gayri resmi sanatoryum
olarak kullanılmaya başlanmış. Tüberküloz
olan subaylar, hava değişimlerinde burada
tedavi görmüşler. Hastane bu özelliği ile
ülkemizdeki ilk sanatoryum özelliğini
taşımaktadır. Hastane, 1920 yılına kadar
çalışmış, daha sonra 20 yıl kadar özel mülkiyette
kalmış. 1939 yılında Millî Savunma
Bakanlığı tarafından satın alınmış ve 1943
yılında “Çamlıca Askeri Sanatoryumu”
adıyla resmen açılmış. 2018 yılında kaybettiğimiz
ünlü tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi de
anılarında, bir de fotoğraf ekleyerek burada
tedavi gördüğünden bahseder.
Hemen arka planda dikkat çeken bir başka
nokta ise hiç araç göremediğimiz Ankara
Asfaltı (Yolu)… Bizlerin “E-5” de dediği bu
yol, aslında Pendik-Haydarpaşa Devlet
Yolu olarak geçiyor kayıtlarda. Bu yolun
yapımına dair bulduğum kaynaklardan biri
de Adnan Menderes iktidarının yayınladığı
bir hizmet dökümü olan, 1957 tarihli “İstanbul’un
Kitabı” başlıklı çalışma oldu. Burada
yer alan bilgiye göre, Pendik-Haydarpaşa
Devlet Yolu, Karayolları’nın kendi imkânlarıyla
1954 yılında yapılmaya başlanmış.
70’li yılların sonları ile 80’lerin başlarında dahi
yol kenarında oturur, geçen araçları sayardık.
Bugün saniyede yüzlerce aracın geçtiği yoldan,
o tarihlerde dakikalarca araç geçmediği
olurdu. Yolun fotoğraf karesine yansıyan
bölümünde, ölümle sonuçlanan onlarca
trafik kazası da yaşandı maalesef. Fotoğrafta
yer alan en büyük halamın oğlu da bu yolda
geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirdi.
İkinci fotoğrafta ben doğmadan yıllar önce
yaşama veda eden, adını taşıdığım amcam
yer alıyor. Bu fotoğraf, diğerinden çok
daha önce çekilmiş. Ankara Asfaltı henüz
toprak hâlinde. Arka planda Çamlıca Askeri
Hastanesi çok daha net görünüyor. Çamlıca
yeşillikler içinde ve etrafta hiç bina yok.
Amcamın hemen sol köşesinde gördüğümüz
duvar ise Rum Mezarlığı’nın duvarı.
Mezarlık, 1892 yılında Kadıköy Altıyol’daki
mezarların buraya taşınmasıyla oluşturulmuş.
Mezarlık alanı, artık bölgedeki tek
yeşil alan. Bugün fotoğrafların çekildiği aynı
noktadan baktığımızda gördüğümüz tek şey
BETON!
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 41
Değerlerimiz
100. yılında İstiklâl Marşı ve
Kadıköy’den uğurlanan bestekârı
Osman Zeki Üngör
1920’li yıllar, Kurtuluş Savaşı ile birlikte
çaresizliğin umuda dönüştüğü, yeni bir
ülkenin, yönetimin heyecanının yaşandığı
yıllardı. Kararlılıkla mücadele etmeye
and içmiş bir avuç insanın inancı ve
direnci, bağımsızlık mücadelesi başlamış
ve ardından Ankara’da Kurucu Meclis
açılmıştı. Yarısı işgal altındaki memleketin
kurtarılmasının cephe savaşları
planlanıp, omuz omuza çarpışmaları
ERKAN DOĞANAY
yapılırken; henüz açılan Meclis bu
şartlar altında kapansın mı taşınsın mı
karar aşamasında, orduya ve halka umut, moral ve güven
aşılayan kararlarda alınıyordu. Gerçi umut olarak Mustafa
Kemal Paşa vardı ama başka başlıklar da gerekliydi. Artık
bir millet olunduysa, bir marşı da olmalıydı bu milletin.
İstikbal ve istiklalinin marşı olmalıydı. Ve bir güfte yarışması
yapılmasına karar verildi.
Meclis Başkanlığı görevini Hamdullah Suphi’ye bırakmıştı
Mustafa Kemal Paşa… Hamdullah Suphi, iki kez okudu
Mehmet Akif’in 10 kıtalık şiirini... Tezahüratlar, ağlamalar
ve alkışlar... Nihayet bu millet istiklaline de marşına da
kavuşmuştu.
Mehmet Akif’in yazmış olduğu bu marş sözleri ile ilgili olarak
şunları söylemişti Mustafa Kemal Paşa: “Bu marş, bizim
inkılâbımızı anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak
lazımdır. İstiklâl Marşı’nda, istiklâl davamızı anlatması
bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim
en beğendiğim yeri de burasıdır:
Ekim 1920 tarihli gazetelerde “Şairlerin Dikkatine” başlığı
ile yayınlanan duyuruyla dönemin Maarif Vekaleti, yani
Milli Eğitim Bakanlığınca İstiklâl Marşı Güfte/Şiir Yarışması
yapılacağı ilan edilmiş, aralık ortasına dek başvuruların
yapılabileceği belirtilmişti. Milli marş olarak kabul edilecek
besteyi yazan şaire ödül olarak da “500” Lira verileceği
şartnamede yer alan maddelerden biriydi. Aralık ayı
ortalarında değerlendirmeler başladığında, başvuru sayısı
724’e ulaşmıştı. Komisyonun günler süren değerlendirmesi
sonucunda bir karara varıldı. Başvuran 724 güfteden hiçbiri
milli marş olmaya uygun görülmemişti. Mustafa Kemal
Paşa’ya sonuçları aktaran dönemin Milli Eğitim Bakanı
Hamdullah Suphi Bey, Burdur Milletvekili olan Mehmet
Akif’e teklifte bulundu. Kazanan şiire verilecek olan para
ödülünden dolayı katılmadığını ifade eden Mehmet Akif
için bir çözüm bulundu ve böylece yüzyılını tamamlayan
İstiklâl Marşımızın süreci başlamış oldu.
Akif, günlerce çıkmadı kapandığı Tacettin Dergahı’ndan,
hatta bir gece yarısı kalem bulamadığı için duvara bir
çivi ile kazıyarak yazdı aklından geçenleri. Bu şiir, 12
Mart 1921’de Millet Meclisi’nde oylamaya sunulduğunda
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet.
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar,
işte bunlardır. Hürriyet ve istiklâl aşkı, bu milletin ruhudur.
Tarihe bakın, bütün milletlerin bir esaret ve hürriyetsizlik
devri geçirdikleri bir hakikattir. Dünya tarihinde fasılasız
hürriyet ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa etmiş bir
millet vardır; Türkler, İstiklâl Marşı’nın bu pasajını oluştururlar.
Asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yâr ve ağyar
anlamalıdır ki, Türk’ün Mete hikâyesinde olduğu gibi her
şeyi, hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat
hürriyeti asla. Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek, bunun
için lazımdır. Bu demektir ki efendiler, Türk’ün hürriyetine
dokunulamaz.”
GÜFTE TAMAM, ŞİMDİ SIRA BESTEDE
12 Mart’ta kabul edilen İstiklâl Marşı güftesi için hiç vakit
kaybedilmeden 17 Mart 1921 tarihli gazetelerde, bu kez
“Beste Yarışması” ilanları yer alıyordu. Bu ilanın ardından
31 Mayıs 1921’e kadar gelen besteler toplandı, ancak bu zaman
diliminde İnönü Savaşları’nın ve işgallerin yaşanması
42 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Değerlerimiz
ilgiyi cephelere yönlendirdiğinden besteler
için zaman ayrılamıyordu. İstiklâl Marşı Beste
Yarışması’nın sonuçlanamaması, 1 Kasım
1921 tarihli meclis oturumuna da yansımıştı.
Meclis kayıtlarına göre bestenin belirlenememesi
bir sorun olarak 1922 yılına kadar
devam etmiş, ta ki dönemin Milli Eğitim
Bakanlığı’nın 12 Şubat 1923’de İstanbul Milli
Eğitim Müdürlüğü’ne gönderdiği bir yazıyla,
başvuran marş bestelerinin İstanbul’da
Mûsiki Encümen Reisi Ziyâ Paşa’nın başkanlığında
kurulacak bir komisyona incelettirilerek,
uygun bestenin seçilmesine karar
verilmesi tebliğine dek...
Fakat bu komisyondan da bir sonuç elde
edilemeyince, 1924’te Ankara’da yeni bir
kurul toplandı ve 24 müzisyenin bestesinin
içinden Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi önerildi.
Resmi olarak karar verilmemiş olsa da 1930
yılına kadar her yerde marş olarak çalınıp
söylendi. Bu tarihten sonra yeni bir değerlendirme
sonucu, resmi kuruluşlara gönderilen
bir genelge ile Riyâset-i Cumhur Musiki
Heyeti (Günümüzdeki Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası) Şefi Osman Zeki Bey’in
İstiklâl Marşı bestesinin resmî marş olarak
kabul edildiği bildirildi. O tarihten günümüze
kadar aynı beste, Türkiye Cumhuriyeti
Milli Marşı olarak çalınıp söylenmektedir.
Muzıka Humayun Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası İlk Şefi Osman Zeki Bey...
Peki besteci, orkestra şefi, ilk keman virtüözü
Osman Zeki Bey kimdir? 1880’de İstanbul
Üsküdar’da doğan Osman Zeki Bey, günümüzde
hâlâ üretimine devam eden ünlü
saray şekercisi Hacı Bekirzade ailesinden
Hüseyin Bey’in oğlu, dönem adıyla Muzıka-i
Hümayun Fasl’ı Cedid (Saray Bando ve
Orkestrası Müzik Topluluğu) üyesi ve Türk
müziğinin önemli isimlerinden Santuri
Hilmi Bey’in de torunuydu.
Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’nde askeri eğitim
alan Osman Zeki Bey, 1891’de Osmanlı
saray bandosu olan Muzıka-i Hümayun’a
girerek müzik öğrenimi gördü. Elbette yeteneğinin
keşfinde müzik üstadı büyükbabası
Hilmi Bey’in rolü oldukça büyüktü. Yeteneğiyle
II. Abdülhamid’in dikkatini çeken
Osman Zeki Bey, konser kemancısı olarak
yetiştirildi. Kemancı Vondra’dan keman,
d’Aranda Paşa’dan da müzik dersleri aldı ve
sonrasında Saffet Bey tarafından kurulmuş
olan ve yalnızca askeri marşlar çalan Saray
Flarmoni Mızıka Orkestrası’na başkemancı
olarak atandı. Orkestranın flarmoniden senfoniye
dönüşmesi için büyük çaba sarf etti.
Birçok ünlü bestecinin keman konçertolarını
Türkiye’de çalan ilk Türk kemancı olarak
tarihe geçti. Konserlerinin çok beğenilmesi
nedeniyle ödüllendirilip, rütbesi genç yaşta
binbaşılığa kadar yükseltildiyse de 1908’de,
Meşrutiyetin İlanı’ndan sonra rütbesi teğmenliğe
kadar indirildi. Orkestrada başkemancılığa
devam etti, fakat bu arada İstanbul Erkek
Muallim Mektebi ve Muzika-ı Hümayun’da
yaylı sazlar bölümlerinde müzik dersleri de
verdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Saray
Orkestrası ile Avrupa şehirlerinde konserler
düzenledi. 17 Aralık 1917’de başlayan turneleri,
31 Ocak 1918’e dek devam etti. Aralarında
Viyana, Berlin, Dresden, Münih, Peşte ve Sofya’yı
kapsayan bu turne, bir Türk orkestrasının
çıktığı ilk Avrupa turnesi olarak tarihe geçti.
Osman Zeki Bey, asıl ününü ise Mehmet Akif
Ersoy’un İstiklâl Marşı’nı besteleyerek elde
etti. 1921’de Akif’in şiirinin ulusal marş güftesi
olarak seçilmesinden sonra, 1922’de Maarif
Bakanlığı tarafından düzenlenen beste yarışmasına
davet edilen 24 besteciden birisiydi.
Kimi anekdotlara göre İstiklâl Marşı’nı, İzmir’in
Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra
bestelemişti. Cumhuriyet’in ilanından sonra
orkestrası ile Ankara’ya gidip, 11 Mart 1924
günü şehrin tarihindeki ilk senfonik konseri
verdi. Orkestra, Ankara’daki ikinci konserinden
sonra “Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti”
adı altında Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı.
Osman Zeki Bey, sonradan Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası’na dönüşen topluluğun
orkestra şefliğini yaptı. Ülkenin müzik
öğretmeni ihtiyacını karşılamak için Musiki
Muallim Mektebi’nin kurulmasında da önemli
rol oynadı. Bu kurum, Ankara Konservatuarı’nın
da temelini oluşturur. Kendisi, okulun
ilköğretim üyesi ve ilk müdürlüğü görevini de
üstlendi. 7 Haziran-5 Eylül 1926’da “Karadeniz”
adlı bir gemide düzenlenen “Yerli Malı
Sergisi” nedeniyle dört ay boyunca Güney ve
Kuzey Avrupa limanlarını dolaştı ve Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası ile konserler
verdi. Bu, Cumhuriyet sonrası bir Türk orkestranın
çıktığı ilk yurt dışı turneydi.
1934 senesinde sağlık nedeniyle emekliye
ayrılan Osman Zeki Üngör, emeklilik günlerinde
İstanbul’da kısa bir süre Teşvikiye’de,
sonrasında da yaşamının son gününe dek
Kadıköy, Moda’da yaşadı. 28 Şubat 1958’de,
yetmiş sekiz yaşında Moda’daki evinde hayatını
kaybeden Üngör, Mehmet Akif’ten sonra
cenaze töreninde askeri bir bando tarafından
İstiklâl Marşı çalınan ikinci isim oldu. Cenazesi,
Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Osman Zeki Üngör’ün İstiklâl Marşı bestesi için
Osmanlıca hazırlanmış başvuru dosya kapağı...
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 43
Bir Yudum İnsan
Türkiye’nin
kültür mozaiğine
katkı sunan belgeselci;
Nebil
Özgentürk
FEVZİ ÖZMEN
Ülkemizde spor, siyaset, edebiyat ve daha
birçok alanda tanıdığımız insanların yaşamlarını
belgesel hâline getiren ve “Bir Yudum
İnsan” programıyla hafızalarımızda yer
edinen yazar, belgesel yapımcısı, yönetmen
ve gazeteci Nebil Özgentürk ile ülkemizdeki
önemli belgeselleri, gazeteciliği, yaşadığı
topraklar Adana’yı, Yaşar Kemal’i ve edebiyatı
konuştuk.
Nebil Özgentürk kendisini nasıl tanımlar?
Bizim döneme ve bizden sonraki kuşaklara
vicdanlı dünyayı, adaletli bir yaşamı
ve özgür bir dünyayı anlatmaya çalışan;
edebiyattan, kültür ve sanattan, hayattan,
müzikten bunu yansıtmaya çalışan biriyim.
Bunun yanında ülkemizde kötülüğe karşı
iyi yönleri, güzellikleri, yaşanılan zorlukları,
insan hayatlarını belgesellerimde anlatan
da biriyim.
Siz de Adana’da doğup, yaşadınız.
Yaşar Kemal ile birçok anınız var.
Bize kendisini nasıl anlatırsınız?
Yaşar Kemal, bu ülkenin en büyük hikâye
ve roman anlatıcısıdır. Kendi doğduğu Çukurova
topraklarını destan destan, ağıt ağıt,
söyleşi söyleşi ve insan insan dinleyerek, gözlemleyerek,
derleyerek hem röportajlarına ve
zamanla gazete yazılarına hem romanlarına
aktaran bir destan ustası, bir anlatıcı hem de
bir derviştir. Bunun dışında çok iyi insandır.
Kendi doğduğu topraklardan İstanbul’a gelen
insanları hep kollayan, onlara kanaat geren,
dayanışmacı biri... Ben onunla tanıştığım
için, aramızda bir baba-oğul veya ahbaplık
ilişkisi olduğundan dolayı çok gururluyum.
Yaşar ağabey çok renkli, sevgi dolu bir
insandı. Onunla beraber yemekler yediğimiz,
konuştuğumuz zaman insana sevgi
sunan, övgüler ve tavsiyelerde bulunan,
kötülüğü düşünmeyen biriydi de aynı
zamanda. Onunla yakın olmak, akraba gibi
olmak, onunla usta-çırak gibi olmaktan çok
gurur duyuyorum. Onunla aynı topraklarda,
Adana Çukurova topraklarında doğmaktan
çok mutluyum. Onunla 35 yıllık bir yakınlığımız
olduğu ve yarenlik ettiğimiz için çok
mutluyum. Onun fikirlerinden çok yararlandım.
Babamın bizim evde masaya bıraktığı
ilk kitaplar, Yaşar Kemal’in kitaplarıdır. O
kitapları okuduğum ve belgesel yönetmeni
olduğum için çok şanslıyım.
Düşünsenize; aynı masada, aynı sofralarda
Yaşar Kemal gibi bir üstat ile oturuyorsunuz
ve onun her cümlesinden bir şeyler
alıyorsunuz. Yaşar Kemal’i dinliyorsunuz, bir
bakıyorsunuz size iki saat Homeros’u anlatıyor.
Bu topraklarda yaşanan acı, hüzün ve
ölümleri anlatıyor. Bu topraklarda ölmek ve
öldürmek çok kolay... Size tanıdığı insanları
ve Nâzım Hikmet’i saatlerce anlatıyor.
Karşısında bir öğrenci gibi dinliyorsunuz.
Dinledikçe büyüleniyorsunuz. Öyle güzel
anlatıyor ki araya bile giremiyorsunuz. Bize
çok güzel tavsiyelerde bulunuyordu. Bana
göre Yaşar Kemal’i çok erken kaybettik.
100-110 yaşına kadar yaşamalıydı diye
düşünüyorum. Yaşanan acılı hayatları bize
anlatırken savunma mekanizması bağlamında
moral verirdi. Öyle bir insandı.
44 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Bir Yudum İnsan
“Bir Yudum İnsan” belgeseli fikri
nasıl ortaya çıktı?
Gazeteye yazdığım köşe yazılarından birçok
bilgi toplamıştım. Çok değerli bilgilerin sadece
yazıyla kalamayacağını düşündüm. İlerideki
genç kuşaklara ulaşan bir televizyon
kanalı ve belgeselle bir şeyler aktarmam
gerektiğine karar kıldım. Babamla beraber
ismini bulduğumuz “Bir Yudum İnsan”
belgeselini yapmaya başladık. Bir Yudum
İnsan, Türkiye’nin tüm tarihsel kültürüne ve
kültürlü insanlarının hayatlarına ayna tuttu.
20-25 yıl önce yaptığımız belgeseller yeni
kuşaklar tarafından izlendiğinde, onlara da
“Bu ülkede böyle insanlar yaşamış” dedirttik.
Gazetecilikten belgesel yönetmenliğine
geçişimi sevgi ile hatırlıyorum. Ekip arkadaşlarım
ve dostlarımla iyi ki bu belgeseli
yapmışım. Kültürel anlamda bir kültür moziğine
katkıda bulunduğumu düşünüyorum.
Yaptıklarımızla ve bundan sonraki yapacaklarımızla
televizyon programlarında hâlâ
insanlara bir şeyler aktarmaya çalışıyoruz.
Günümüzde yaptığımız Nâzım Hikmet ve
hatta Lefter belgeseline kadar “Bir Yudum
İnsan” belgeselinin izlerini görebilirsiniz.
Birçok belgesel yaptınız ve çok güzel
ödüller aldınız. Arasından seçecek
olursanız, yaptığınız en keyifli belgeseller
hangisiydi?
Birçok belgesel yaptım, benim için hepsi
emek verilen işler ama en özeli, Attilâ İlhan
ve Yaşar Kemal’in hayatını anlatan belgesellerdir.
Çünkü Yaşar ağabey, Türkiye’de
ilk defa bir televizyon kanalına “Bir Yudum
İnsan” için hayat hikâyesini anlattı. Attilâ
İlhan da 17 yaşındayken sevgilisine Nâzım
Hikmet’in şiirini yazdığı için tutuklanan,
cezaevine giren ve okuldan atılan, hayatı
kararan biri. Attilâ İlhan da hayatını anlattığında
çok etkilenmiştim. Yaşar Kemal’in
de 5 yaşındayken babasını cami avlusunda
öldürüyorlar. Bunlar çok etkileyici hikâyeler...
Onlar hayat hikâyelerini anlatırken çok
etkilenip, öykülendiriyorsunuz. Bir diğer
önemlisi de Müslüm Gürses’tir. Müslüm
Gürses, babasının annesini kafasına baltayla
vurarak öldürmesine şahit olmuş. Yaşar
Kemal çok büyük romancı, Attilâ İlhan şair,
Müslüm Gürses arabesk alanında çok iyi
bir sanatçı... Üçü de hayatlarında travmalar
yaşamış. Bunları dinledikçe çok etkilendim.
İnsanların hayatlarını dinlediğinizde, ne
kadar etkili olduğunu görüyorsunuz. 1000’e
yakın belgesel çektim, benim için en önemliler
bunlardı. İçlerinde travma var. Bunları
bir belgesel yönetmeni yazarken de size çok
büyük ilham kaynağı oluyor.
Şu sözünüzü açar mısınız: “Ne yazık ki bu
ülkenin Neşet Ertaş türküleriyle, Yaşar
Kemal romanlarıyla, Aziz Nesin mizahıyla
büyümemiş, Nâzım Hikmet’in şiirleriyle
aşık olmamış, Attilâ İlhan’ın şiirleriyle
yürümemiş, Zülfü Livaneli besteleriyle
coşmamış milyonlarca insanı var.”
Bu ülkede çok şiddet yaşanıyor. Kadına ve
insana şiddet, zalimlik... Bu topraklarda
ölmek, öldürmek de çok kolay. İnsanlar
fazla okumuyor. Okumadığı için Neşet
Ertaş türküsünü, Zülfü Livaneli bestesini,
Yaşar Kemal romanını, Attilâ İlhan ve Nâzım
Hikmet şiirlerini anlamıyorlar. Oradaki
iyilik ve güzelliklerinin farkına varamıyorlar.
Televizyonda yayınlanan gündüz ve yarışma
programları insanları zarara uğratıyor. Yaşar
Kemal’in romanlarını okumayanlar, onun
insanlık duygusunu anlamaz. Zülfü Livaneli’nin
söz ve besteleri insanı şiddete değil,
sevgi ve iyiliğe sürükler. Onu dinleyen insan,
şiddet uygulamaz. Neşet Ertaş türkülerinin
içindeki acılar, söz ve beste ile sevgiye
dönüşür. Attilâ İlhan’ın şiirlerini okumayan,
o sevda duygusunun farkına varmaz.
O sözleri bu sebeplerle söyledim. İnsanlar,
bahsettiğim kişilerin sanat eserlerini izlemediği,
dinlemediği ve okumadığı için şiddeti
benimsiyorlar. Yaşar Kemal der ki; “Benim
romanlarımı okuyan insan istiyorum ki zalim
olmasın. Çocuklarına ve bir kadına zalim
olmasın. Kadına şiddet ve taciz uygulamasın.”
Roman ve sanat bir limandır. İnsanlara
iyilik öğretir. İşte bu yüzden tüm bu besteler,
romanlar, sözler, şiirler iyilik tavsiye ettiği
için bunları okumayan, dinlemeyen insanlar,
yüreklerinde kötülük taşıyorlar. Bizim
ülkemizde iyilik de var kötülük de. Sanat
herkesi iyileştirir, ruhlarına güzellik katar.
Türkiye’de yaşanan kutuplaşma
hakkındaki düşünceleriniz neler?
Ülkemizde hâlâ baskılar, yasaklar var. Bir
basın özgürlüğü yok. Demokrasi bağlamında
bir özgürlükten bahsetmemiz mümkün
değil. Adalet ve hukuk bitmiş durumda.
Gazeteciliğe ilk başladığım döneme göre,
şimdiki dönem için de şunu söyleyebilirim;
gazetecilik ülkemizde elbette hiçbir zaman
özgür değildi ama şimdiki gibi de baskıcı
değildi. Biz otosansür yapmazdık. Herkesin
kendi çalıştığı gazete vardı. Biz istediğimiz
kadar yazabiliyorduk, ancak bugün dilediğiniz
gibi yazdığınız zaman kapınıza polis
gelebiliyor. Geçmişte de baskılar vardı.
Babamın etkisiyle de ilkokula gittiğim
zaman etnik kimliğim olan Aleviliğimi rahatça
ifade edemiyordum. Alevi olduğumu
söylesem, Alevi olmayan kişiler tarafından
aşağılanmaya, zalimliğe ya da kötü muameleye
maruz kalabiliyordum. Ülkemizde
belli bir azınlığın kötü sözlerine geçmişte
sadece Aleviler değil, Kürt kimliği olan insanlar
da maruz kalabiliyordu. Düşünsenize;
sırf Ermeni, Rum olduğunuz için benim
çocukluğumda nefret söylemlerini duymak
zorunda kalıp, alay edilip, küçümsenip,
dışlanıyordunuz. Herkese adil davranmalıyız.
Onların da etnik kimliklerine saygı
göstermeliyiz. İnsanlara insan olduğu için
bakıp, o şekilde değer vermeliyiz. Bunu
yapmak bir erdemliktir.
Yakın zamanda bir belgesel çalışmanız
olacak mı?
Yakın zamanda Alevi toplumunu anlatan bir
belgeselin yanı sıra “Bilimin Hatıra Defteri”
adında bir belgesel yapacağım.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 45
Astroloji
Dr. Astrolog Şenay Devi’den
2021 yılına dair
önemli tüyolar
PINAR BALTACI
Türkiye’nin ilk ve tek “Dr.” unvanlı astrologu Şenay Devi, astrolojik
faaliyetlerini akademik düzeyde de sürdüren bir isim... Batı,
Çin ve Hint, üç ayrı astronom bilimi alanında eğitimleri bulunan
Devi ile 2021 yılının dünyaya ve burçlara etkilerini konuştuk.
ABD Kepler College ve Dirah Academy International’da
profesyonel eğitimini tamamlayan tek Türk astrologsunuz.
Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz?
ABD Kepler College Üniversitesi ve Hindistan Dirah Academy International’dan
mezun olduktan sonra uzun yıllar Kepler College
Üniversitesi’nde öğretim üyeliği görevini yürüttüm. Ardından
“Vedik Felsefesi” üzerine doktora yaptım ve The Great International
Scool of Astrology Okulu kurucuları arasında yer aldım. 4 ay
önce de ülkemde uluslararası diploma geçerliliği olan ilk ve tek
Astrodeha Astroloji Okulu’nu kurdum. UNESCO’nun dünya belleği
kapsamındaki projesi olan, 1400 küsur Farsça yazma eserleri
tek tek incelediğim “Türk Medeniyetlerinde Astroloji, Astronomi
ve Müneccimbaşılık” adlı dördüncü kitabım İnkılap Kitabevi’nden
çıktı. Timur İmparatorluğu ve Osmanlı Dönemi’nde
astronom, matematikçi ve dilbilimcisi, Fatih Sultan Mehmet’in
günümüzdeki adıyla astrologu (gökbilimcisi-müneccimbaşı) Ali
Kuşçu’nun (Ali Bin Muhammed) soyundan geliyorum.
Yakın zamanda kurduğunuz ve Türkiye’de uluslararası
diploma geçerliliği olan ilk ve tek Astrodeha Astroloji
Okulu’nu anlatır mısınız?
Okul açma fikri oldukça uzun yıllardır aklımdaydı ve bu
konuda çalışmalarımı titizlikle sürdürüyordum. İstediğim altyapının
oluşması adına büyük çaba harcadığım için hayalimi
gerçekleştirebilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Amacım, astroloji
eğitimi alan öğrencilerimin gökyüzü enerjilerini, doğum
haritalarındaki PIN kodlarını çözerek ve okuyarak, kendilerine
rehber olabilmelerini sağlamak.
Batı, Çin ve Hint, üç ayrı astronom bilimi alanında
eğitiminiz var. Burçları üç ayrı bilim dalı rehberliğinde
yorumluyorsunuz. Üç ayrı alanla yorumlamak ile
tek alanla yorumlamak arasındaki farklar neler?
Batı Astrolojisi’nde Tropikal Zodyak ‘Güneş Zamanlı’ kullanılır.
Batı Astrolojisi; gökyüzü evleri, burçlar, yıldızlar, açılar ve sabit
yıldızlar gibi belirli bilgilere dayanır. Batı Astrolojisi, matematik
ve kurgu yönünden zenginleşerek ortaya çeşitli ev sistemlerini
çıkartmıştır. Bunlar arasında “Eşit Ev Sistemi”, “Placidius Ev
Sistemi”, “Koch Ev Sistemi” ve “Regiomontanus Ev Sistemi” en
fazla kullanılan sistemlerdir. Batı Astrolojisi’ne göre çıkarılan
yıldız haritasında, her burcun her derecesi ayrı önem taşır. Ayrı
özellikleri, yetenekleri ortaya çıkarır.
2020 yılını etkisi altına alan pandemi döneminin etkilerini,
2021 yılına girdiğimiz bugünlerde de görüyoruz.
Dünyayı bu anlamda neler bekliyor?
Farklı zorluklar getirebilecek önemli gezegen konumları olacak.
Etkileri ekonomik cephede, bireysel yaşamlarda, yaşamın diğer
alanlarında ve doğal afetler şeklinde tezahür edecek. Covid-19
salgını, 2021 yılının ortasına kadar etkisini sürdürmeye devam
edecek. Tedavi yöntemleri, aşının etkisi zaman alacak. Satürn
(Shani), Jüpiter (Guru), Ay (Chandra) ve Rahu gibi büyük gezegenlerin
etkilerinin yanı sıra kuşkusuz yıl boyunca gezegensel
geçişler ve retro durağan konumdaki gezegen geçişleri de
zorlayacak, olgunlaştıracak, disipline edecek bizleri.
2021 gezegen geçişleri, yeni bir başlangıcı işaret ediyor. Bu etki
toplumsal ve küresel olarak sıfırdan başlayıp özgürlüğe, eşitliğe
ve kamu yararı ile ilgilenmenin ne anlama geldiğine yönelik yaklaşımımızı
yeniden düşünmemiz anlamına gelir. Politik, sosyal
ve kişisel yaşamlarımızda her şeyi sarsarak uyandırıp, yeniden
yapılandıracak gezegen enerjileri ile karşı karşıyayız. Bu özel gökyüzü
enerjilerini iyi değerlendirmeli, mesajları iyi algılamalıyız.
Bu nedenle, şimdi olanların önümüzdeki on yıl boyunca etkilerini
görmeye devam edeceğimizi unutmamalıyız. Makro düzeyde,
hazır olsak da olmasak da her şeyin geri dönülmez bir şekilde
değiştiği kültürel bir an getirmesi muhtemeldir. Politik konular
ve liderlerde ilerici olanlara ilgi artmaya başlar ve yararlılıklarını
yitirmiş eski fikirlerden uzaklaştırıcı bir etkisi olur. Yenilikçi ve
gelişen liderler, ön plana çıkmaya ve takdir görmeye başlar.
2021 yılında burçları genel anlamda yorumlarınız
rica edebilir miyiz?
Bu yıl bizleri eski alışkanlıklarımızı bırakacağımız, evrensel ve
bireysel olarak tamamen yenileneceğimiz enerjilerle dolu bir
yıl karşılıyor. Zodyak’taki tüm burçlar için genel olarak yüksek
bir farkındalık kazanacak. Bu yıl pozitiflik, canlılık ve uyanış
ateşinin hâkim olduğu yeni bir çağın kapılarını aralıyoruz.
46 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Astroloji
KOÇ
İş hayatınızda değişimlere hazırlıklı olmanız
gerekiyor. Yeni fikir ve önerilere
açık olun ve girişimci davranın.
BOĞA
Popülaritenizin yükseleceği bir süreçtesiniz.
Yıldızınızın parladığı bu dönemde
kıskanç insanların negatif enerjilerine
karşı savuma kalkanlarınızı hazırlayın
ve başarınıza müdahale etmelerine
fırsat vermeyin.
İKİZLER
İş hayatınızda, ortaklıklarda ya da devam
eden işinizde kendi isteğinizle yol
ayrımları yaşayabilirsiniz. İş hayatınızda
alacağınız sürpriz teklifleri değerlendirmeli
ve sizi daha üst seviyelere getirebilecek
her imkânı kullanmalısınız.
TERAZİ
İş hayatınızda ortaklıkları olan teraziler,
ortağınızın sizden sakladığı birtakım
gerçekleri öğrenebilir, iş ve arkadaşlık
ilişkinizi bitirerek işinizin kontrolünü
tamamen kendiniz alabilir, ikili ilişkileriniz
ve dostlarınız aracılığı ile kısa süre
içinde istikrarı yakalayabilirsiniz.
AKREP
Aşk ve iş hayatınız yeniden yapılanıyor.
Zorluklardan sonra gelen kolaylıklar
ve kararlı tavırlarınız, sizi yaşamın her
alanında söz sahibi ve başarılı kılacak.
YAY
İşinizle ilgili konu ve projelerde yanlış
anlaşılmalar ve yanlış yönlendirmelerle
karşılaşabilirsiniz. Dikkatli davranın.
YENGEÇ
Gökyüzü sizlere seçimlerinizle başarıya
ulaşabileceğiniz etkileri beraberinde
getiriyor. Değişim enerjisini akılcı
karşılayın.
ASLAN
Seyahatlerde problemler yaşayabilirsiniz.
Kişisel güvenliğinizle ilgili konularda
da dikkatli olmalısınız.
BAŞAK
Yeniliklere, huzura, değişimlere, size
güzellik katan gelişmelere hazır olun.
Bilinçaltınızda yaşanan çatışmaların
yansıttığı olumsuzlukların farkına
varın, kendiniz ve yaşanmışlıklarınızla
yüzleşin.
Ayrıntılı burç yorumları
ve röportajın tamamı
için QR kodu okutunuz.
OĞLAK
Haksızlıklar sizin sapla samanı, karanlıkla
aydınlığı ayırt etmenizi sağlayacak.
Duygusal olarak sarsılsanız da bu süreç
sizi gerçekten seven kişi ya da kişilerin
değerlerini anlamanızı sağlayacak.
KOVA
Finansal konularda ve iş hayatınızda
fazlası ile etkili enerjileri barındırmakta.
Hızla gelişen olaylar yeni kazançlara
elde etmenize, yeni insanlar tanıyarak
iş birlikleriyle maddi olarak gücünüze
güç katmanıza yardımcı olacak.
BALIK
Yeni bir iş kurmak için beklemede kalmalısınız.
Eğitim hayatı devam eden ve
eğitim sektöründe görevli olan balıklar;
engellendikleri, haksızlığa uğradıkları
konularda öylesine sürpriz gelişmeler
yaşayabilir.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 47
Sivil Toplum
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu:
İstanbul Sözleşmesi
yaşatır!
FEVZİ ÖZMEN
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu
Kadın Meclisleri Genel Sekreteri Fidan Ataselim
ile ülkemizde son zamanlarda artan kadın
cinayetlerinin sebeplerini, Istanbul Sözleşmesi’ni,
toplumsal cinsiyet yaklaşımlarını,
kendilerine açılan Las Tesis davasını, 2010
yılında kurulan ve hep meydanlarda olan Kadın
Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun
nasıl hayata geçirildiğini konuştuk.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu
Kadın Meclisleri Genel Sekreteri Fidan Ataselim...
Kadın Cinayetlerini Durduracağız
Platformu ne zaman ve nasıl kuruldu?
2010 yılında tüm Türkiye’nin bildiği,
hunharca öldürülen Münevver Karabulut
cinayetinden sonra Kadın Cinayetlerini
Durduracağız Platformu’nu kurmaya
karar verdik. Kuruluşundan itibaren farklı
sorumluluklar aldığım platform ve mecliste
genel sekreterlik görevini sürdürüyorum.
Bizler akıl yürüterek ve o yılların somut
koşullarını analiz ederek, kadınlara yönelik
şiddetin sonuçlarını gördük ve kadınların
çokça öldürülmesiyle karşılaştık. Eskiden
de kadınlar öldürülüyordu, ancak medyaya
töre, namus cinayeti ya da eğitimsizlikten
kaynaklı olarak yansıyordu.
Münevver Karabulut cinayeti ise bambaşka
bir olgusal durumdu. Metropol dediğimiz
İstanbul’un göbeğinde iki eğitimli gençten
birinin bir kadını vahşice öldürmesi ve
toplumda infial yaratması, ölüm nedenlerinin
aradan uzun zaman geçmesine rağmen
hâlâ bilinmemesi, Münevver’in ailesinin olayın
peşini bırakmaması gibi nedenler bizim
de dikkatimizi çekti. Modernleşen kadınların
değişmeyen erkekler tarafından öldürülmesi
üzerine, kadın cinayetlerini durdurmak
için kurduk platformu. Kadınların sadece
gazetelerin üçüncü sayfa haberi olmaması
gerektiğini düşünüyoruz. Kadına şiddet ve
kadın cinayetleri, bu ülkenin en önemli ve
en temel sorunudur. Biz buna inanıyoruz.
Son zamanlarda, özellikle de son
5 yılda kadına şiddette her yıl artış
yaşanıyor. Suç oranı da size göre
neden bu kadar yükseliyor?
Bunu sadece Türkiye üzerinden değerlendirmemek
gerekir. Tüm dünyada evrensel
olarak baktığımızda erkek egemenliği
mevcut ve kadınlar benzer sorunları
yaşıyor. Dünya Ekonomik Forumu, geçen
yıl Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Raporu
48 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Sivil Toplum
yayınladı. Burada da Türkiye’nin durumunu
görüyoruz. Türkiye, 153 ülke arasında 130.
sırada yer alıyor. “Kadına yönelik şiddet ve
kadın cinayetleri neden bu kadar artıyor?”
sorusunun altında toplumsal cinsiyet
eşitsizliğinin yattığını görürüz. Toplumuzda
kadın ve erkeklerin yapması gerekenler, bir
norm olarak inşa edilmiştir. Bu da toplumsal
cinsiyet eşitsizliğine, heteronormatif bir
duruma sebep oluyor.
Ancak şunu da söylemeliyiz ki, kadınlar da
toplumda yaşanan değişikliklerle beraber
hayatlarını sorgulamaya başlıyorlar. Eskiden
şiddete uğrayan kadın susarken, günümüzde
ise şiddete uğrayan kadın; medya,
internet, gazete üzerinden farklı hayatların
mümkün olduğunu görüyor, şiddete uğramayan
kadının yaşamına tanık oluyor. Kadınlar,
kendi hayatlarına dair karar vermek
istiyor. Sessiz kalmıyor.
Birçok davaya girdiniz ve takip
ettiniz. Sanıkların az ceza almak için
mahkemedeki tutumlarını gördünüz.
Sizce cezai yaptırımlar yeterli değil mi?
Biz seneler önce “Kadın cinayetlerini durduracağız”
derken, iki temel konu üzerinde yoğunlaştık.
Birincisi, kadınların hayattayken
gerçekten korunuyor olmalarını sağlamak.
Bunun için mücadele ederek, 6284 Sayılı
Yasa’nın çıkmasını sağladık. Onun arkasında
da Ayşe Paşalı’nın boşandığı erkek
tarafından şiddete uğraması ve devletin
korumadığı için o erkek tarafından trajik ve
dramatik şekilde öldürülmesi gerçeği vardır.
Eski yasa, her kadını korumuyordu. Yasal
düzenleme ile birlikte 6284 sayılı yasa, her
ne sebepten olursa olsun şiddete uğrayan,
korunmak isteyen kadının haklarını koruyan
bir yasadır.
Üzerinde durduğumuz ikinci temel konu
da kadınlar hayattayken onlara şiddet
uygulayanlara etkin bir soruşturma,
kovuşturma sürecinin olması ve caydı-
rıcı cezanın olması gerektiğidir. Şiddete
uğrayan ve öldürülen kadınların aileleriyle
birlikte yüzlerce, binlerce davayı takip
ettik. Birçok dava sayabilirim. Yakın zamanda
toplumun da bildiği Şule Çet ve Pınar
Gültekin davalarını örnek gösterebilirim.
O mahkemede sanıkların indirim yollarını
nasıl ezberlediklerine şahit olduk. Sanıklar,
öldürülen kadınları suçlayarak işledikleri
suça meşruiyet zemini hazırladılar.
Kadınların ne giydiği, ne içtiği, saat kaçta
nerede olduklarını söyleyerek, pişman
olduklarını belirterek, kravat takarak, hatta
akıl sağlıklarının yerinde olmadıklarını belirterek
cezai indirim almaya çalıştıklarını
mahkemelerde gördük. En başından soruşturmalar
en ince ayrıntısına kadar yapılsa
ve yaptırımlar uygulansa, olaylar buraya
kadar gelmez. Tüm hukuksal tedbirler,
kadın daha hayattayken alınsın. 6284 sayılı
yasa etkin şekilde uygulansın.
Son zamanlarda tartışılan Istanbul
Sözleşmesi hakkında ne söylersiniz?
İstanbul Sözleşmesi, en başta kadınları
yaşatır ve çok önemlidir. Nasıl ki “6284 Sayılı
Kadınları Koruma Kanunu” kadınlar için bir
can simidiyse, kadınlar açısından toplumsal
cinsiyet eşitsizliği bağlamında İstanbul
Sözleşmesi çok büyük kalkan olmuştur.
Kadınların korunmasını, güçlendirilmesini,
kadınlara karşı işlenen suçlarda caydırıcı
cezaların verilmesini sağlar. Kadına
yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi
anlamında Avrupa Konseyi Sözleşmesi,
yani uluslararası bir sözleşmedir. Ülkemizde
2010 yılından 2021 yılına kadar her yıl kadın
cinayetlerinin sayılarına bakın; sadece 2011
yılında azaldığını görürsünüz. 2011 yılında
neden azalmış, ona bakmanız gerekiyor.
Geçmişte hatırlayacaksınız; Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi Nahide
Opuz davasında mahkûm etti. “Bir kadının
öldürülmemesi devletin sorumluluğundadır”
dedi. Bu ve benzeri gelişmelerle birlikte
2011 yılında İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’de
imzaya açıldı. Devlet bir sözleşmeyi imzalayarak,
tüm dünyaya karşı bir devlet iradesi
ortaya koydu.
İstanbul Sözleşmesi, içinde birçok madde
barındırır. En önemli 4 maddesini ele
alalım... 1. madde, şiddetin ortaya çıkmaması
için toplumun her kesiminde öncelikli
mekanizmalar geliştirmek. 2. madde “Etkin
Koruma”, 6284 sayılı yasanın uygulanmasından
bahseder. 3. madde, “Etkin Soruşturma
ve Kovuşturma” maddesidir. Bu da şiddete
uğrayan ya da öldürülen kadınların olaylarının
şüpheli kalmamasını belirtir. Olayın
yaşandığı ilk andan itibaren detaylı analizin
yapılmasını söyler. Ümitcan Uygun olayında
Aleyna Çakır’a yapılanları sosyal medyada
herkes gördü. Olay geçiştirilmeye çalışıldı.
DNA örneği bile 3 ay sonra alınabildi. Olay,
Aleyna Çakır intihar etmiş gibi gösterilmeye
çalışıldı. Bu sözleşme bunu belirtiyor. Son
zamanlarda şüpheli kadın ölümü gerçeği
var. Şule Çet, Aysun Yıldırım ve Aleyna Çakır
bunun örnekleridir. 4. madde de kadınlar
için bütünlüklü politikaların geliştirilmesini
belirtir. Kadınların ekonomik bağımsızlığının
geliştirilmesi istenir. Sözleşme böyle
kapsayıcıdır. Sözleşme; doğrudan aile ilgili
bir sözleşme olmasa da şiddet aile içerisindeyse
de kadının korunması gerektiğini
anlatır.
Las Tesis performansından dolayı beş
arkadaşınızla birlikte yargılanıyorsunuz.
Davanız 10 Haziran’a ertelendi. Nasıl bir
sonuç bekliyorsunuz?
Las Tesis, dünyanın her yerinde yapılan ve
Şili’de başlayan bir performans... İstanbul’da
gerçekleştirirken polisler tarafından
engellendi. Bunun bir siyasi tutum
olduğunu düşünüyorum. “Sözleri suç teşkil
ediyor, yürüyüş kanuna muhalefet” dendi.
Ülkemizde sanki hiçbir kadın öldürülmüyor.
Las Tesis’in sözlerinden dolayı göz
altına alındık. Bizim amacımız, ülkemizde
yaşayan tüm kadınların şiddet görmemesi
ve öldürülmemesiydi. Bizler gözaltına
alınmış olmamıza rağmen ülkenin dört
bir yanında kadınlar Konya’dan Düzce’ye,
Las Tesis protestosunu gerçekleştirdi. Sera
Kadıgil sayesinde Meclis’te de Las Tesis
yankılandı, çok olumlu oldu. Biz herkesin
görevini yapması gerektiğini ve kadınların
öldürülmemesi gerektiğini kolektif biçimde
dile getiriyoruz. İddianamede “Kadın cinayetlerini
durduracağız”, bilirkişi raporunda
da “Asla yalnız yürümeyeceksin” dediğimiz
yazıyor. Kadınların haklarını savunmak
suç mu? 10 Haziran’da beş arkadaşım ile
birlikte sonucu bekliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin
uygulanması hakkındaki kararlı
mücadelemizden de vazgeçmeyeceğiz!
Milyonlarca kadını durduramazlar.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 49
Spor
Saint-Joseph
Lisesi
Öğrencileri
Fenerbahçe’nin
üç önemli
Saint-Joseph
Lisesi öğrencisi;
Nasuhi Esat
Baydar, Galip
Kulaksızoğlu ve
Sait Selahattin
Cihanoğlu’nun
bir arada
göründüğü
23 Mart 1913
tarihli fotoğraf.
Kadıköy’e Fenerbahçe’yi
armağan edenlerden
Enver Yetiker ile
geçmişin sayfalarında…
Mevduat Belgesi
Osmanlı
Bankası’ndan
Enver Yetiker’e ait
06.08.1907 tarihli
Mevduat Belgesi.
(Salt Araştırma
Arşivi’nden)
BARIŞ KENAROĞLU & BARIŞ EYMEN
İsmi tarihin sayfaları arasında kalan
kişilerden biri Enver Yetiker... Kadıköy’ün
en büyük simgesi olan Fenerbahçe Spor
Kulübü’nün kurucularından, İstiklal Madalyası
sahibi, nam-ı diğer Enver Hoca…
Kadıköy ile hayatı 30’lu yaşlarında kesişmiş,
son günlerini Kızıltoprak’ta geçirmiş bir
Kadıköylünün hikâyesini anlatacağız bugün.
Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet dönemine
uzanan bu öyküde; Fenerbahçe’nin
zor şartlar altında gerçekleşen kuruluşunun,
Kadıköy’ün futbolunun doğuşunun izlerini
arayacağız.
Stadyum Açılışı
1949 yılında, yenilenen Fenerbahçe
Stadyumu’nun açılış törenlerinde
Enver Yetiker. (En solda)
1900’lerin başında Kadıköy, İstanbul’un
“Küçük Britanya” diye anılan, yabancı
nüfus yoğunluğunun hayli fazla olduğu
semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy,
bu demografik yapısı nedeniyle başkent
genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit
kaynaklı baskıdan etkilenmemekte,
semtte şehrin geri kalanına göre “liberal”
bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. İşte
futbol, bu koşulların bir araya gelmesiyle
Kadıköy’de doğdu. Dönem basınına göre
Kadıköy’ün gençleri futboldan başka bir
şey düşünmemekte, havanın güneşli ya
da yağmurlu olmasını önemsemeyerek,
maçları seyretmek için toplanmaktaydı.
Kadıköy’ün Türk gençleri, maçları izlemek
için toplansalar da yabancılar gibi futbol
oynama özgürlüğüne sahip değillerdi.
Ülkedeki yabancılara karşı izlenen hoşgörülü
politikadan Türkler faydalanamıyor,
kuruluşundan hemen sonra kapatılan
ilk Türk futbol kulübü “Siyah Çoraplılar”
örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile
cezalandırılıyordu.
Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol
oynamaya başlamasındaki en büyük etken,
1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile
birlikte eğitimde modernleşme kapsamında
açılan okullardır. 1854’te Beyoğlu’ndaki ilk
binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve
1870’de bugünkü yerine kavuşan Saint-Joseph
Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani,
Fransız eğitim sistemine göre kurulmuştu.
Arnavutköy’de 1863 yılında hizmete giren
Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin
İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı.
50 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Spor
Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin
kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne
göre Enver Hoca, 1869 tarihinde İstanbul’da
doğdu. Lise eğitiminin ardından Mülkiye
Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde
Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda
İstanbul’da eğitim veriyordu. 1892 yılında
23 yaşındayken okulu bitiren Enver Hoca,
gümrük memuru olarak göreve çalışmaya
başladı. Kayıtlara göre Arapça ve Fransızca
biliyordu. Bir yandan gümrük memuru olarak
görev yapan Enver Hoca, diğer yandan
Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni
olarak hizmet vermeye başladı. Kayıtlarda
yer almayan bu göreve, yabancı dil bilgisi
ve gümrük işleri dolayısıyla okulun yabancı
öğretmenleri ile kurduğu ilişkiler nedeniyle
resmi bir görevlendirme ile başladığını
düşünebiliriz.
Bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın olduğu
yerde yapılan futbol maçlarının izleyicileri
arasında, o günler Saint-Joseph Lisesi’nde
okuyan Türk öğrenciler de vardı. Enver Hoca’nın
okullarına öğretmen olarak görevlendirilmesi,
hem onların hem de Kadıköy’ün
tarihini değiştirecekti. Enver Hoca’nın öğrencilerinden
biri Said Selahattin Cihanoğlu’ydu.
Cihanoğlu, 1971 yılında “Sporculuk
ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayımladığı
anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905
senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız
Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte
Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan
gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de
olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor
müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler
birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi
talebelerden birincilik koparmak bir mesele
idi, buna hep hasret içinde idik.”
Cihanoğlu’nun anlattıklarından, okulda
zaten azınlıkta olan Türk öğrencilerin sportif
yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisinde
olduklarını ve bu durumun onları bir hayli
rahatsız ettiğini anlıyoruz. Bir diğer öğrencisi
Nasuhi Esat Baydar ise Enver Hoca’yı şöyle
tarif ediyor: “Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe
hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık
rastlamadığımız insanlardan olduğu için çok
beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal
prensiplere intikal eden bir zekâsı vardı. Her
şeyin ‘niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca
anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden
öğrenebileceğimizi düşünürdük.”
Devletin yıkılma dönemine girdiği bu yıllarda,
yabancı arkadaşlarıyla beraber okuyan
Türk öğrencilerin karşısına çıkan Enver
Hoca’nın ilk büyük etkisi, onlara sporun
genel kanının aksine zararlı bir uğraş olmadığını
anlatmasıyla ortaya çıktı. Gerek dini
gerekse siyasi söylemlerle spordan, özellikle
futboldan uzak bırakılan gençler, okulda aynı
dili konuştukları tek öğretmen olan Enver
Hoca’nın söylediklerini hemen benimsediler.
Aynı dönemde Türkler, okul dışında da bir
kulüp kurmak için çalışmalara başlamışlardı.
Böylece, Enver Hoca’nın öğrencileri ile Kadıköy’ün
Türk gençlerinin bir araya gelmesiyle
Fenerbahçe Spor Kulübü doğmuş oldu. Enver
Hoca’nın ikinci büyük etkisi, öğrencilerine
Sicill-i Ahval
Enver Yetiker’in Sicill-i Ahval Defteri’nde yer alan kaydı.
(T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı’ndan)
İdman Dergisi / Fenerbahçe
İçinde Fenerbahçe’nin ilk tarihçesinin de yer aldığı,
28 Haziran 1913 tarihli İdman Dergisi’nin kapağı.
“hürriyet” düşüncesini aşılamasıyla ortaya
çıktı. Kendi ifadesi ile amacı “İstibdat içinde
kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamak”
olan Enver Hoca, onları futbol ile buluşturdu.
Bu gençler, zihinlerindeki hürriyet fikri ile Fenerbahçe’yi
kuran kadroyu oluşturdular. Sait
Selahattin Cihanoğlu, Nasuhi Esat Baydar
ve birçok Saint-Josephli öğrenci, Fenerbahçe’nin
ilk takımında sahaya çıktılar.
Fenerbahçe’nin 1907 yılındaki kuruluşunda
dönem tanıklarının ifadesi ile “fahri başkan”
olarak görev alan ve kulübe insan kaynağı
sağlamak için çabalayan Enver Hoca, aynı
yılın ağustos ayında Gümrük İstatistik Kalemi
Müdür Yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına
kadar da bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘Müfettiş
Yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırında
görevlendirildiği için Kadıköy’den ayrılmak
zorunda kaldı. 1913 yılında dönemin Maliye
Nazırı Cavit Bey’in açtığı sınavı kazanarak
‘Müfettiş’ oldu. Trabzon ve İzmir’de görev
yaptı. Bu sırada Osmanlı Devleti katıldığı
Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmış, ardı ardına
gelen işgallerden sonra Anadolu’da Mustafa
Kemal Paşa önderliğinde bir “Kurtuluş Hareketi”
başlamıştı. Türk halkının bağımsızlığı
için verilen savaşa Enver Hoca da stratejik bir
nokta olan Sirkeci Gümrüğü’nde gösterdiği
faaliyetlerle katıldı. İstanbul’dan Anadolu’ya
yapılan silah ve malzeme sevkiyatında
gösterdiği yararlılıklardan dolayı, 1938 yılında
İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
İlk Fenerbahçe Fotoğrafı
31 Aralık 1908 tarihli Musavver Muhit Dergisi’nde yayınlanan,
Fenerbahçe tarihinin bilinen ilk fotoğrafı.
Fenerbahçe Spor Kulübü, 1949 yılında
gerçekleştirdiği yenilenmiş stadının açılışında,
kurucularından olan Enver Hoca’yı
da unutmamıştı. Açılışı yapması için davet
edilen kişilerden biri olan Enver Hoca’nın
Fenerbahçe ile son teması bu oldu. Bir öğretmenlik
macerası için Kadıköy’e gelen ve
burada Kadıköy’e Fenerbahçe’yi armağan
edenlerden olan Enver Hoca’nın 1955 yılındaki
ölümünün ardından Fenerbahçe Spor
Kulübü, gazetelere verdiği ilanda “Kulübümüzün
kurucusu ve 1 numaralı üyesi vefat
etmiştir” diyerek ona veda etmiştir.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 51
Kadıköy Cinayetleri
MERAKLI KEDİ
Bir kadının sesiyle güne gözlerini açmak
dünyalara bedeldi. “Kalk bakalım güzel
gözlüm, yakışıklım. Kahvaltıyı hazırladım”
dedi ve sevgilisini öperek uyandırdı
Canan. O sırada Canan’ın beyaz Malta
Terrier’i de yatağa atlayarak, Hakan’ın
yüzünü şapur şupur yalamaya başladı.
Evi saran taze çay kokusu ile yağda sucuk
kokusu birleşerek insanı kendine çekiyordu.
Canan, bahçe kapısını açarak mis gibi
ÇAĞATAY YAŞMUT
bahar havasını içeri doldurdu; Biber’in
mamasını bahçeye koyarak, köpeği dışarı çıkardı. Kapıyı
da aralık bırakarak içeri döndü. Yeldeğirmeni semtinde
müstakil, iki katlı, ahşap, ufak, bakımsız bir evdi. İskele
Sokağı’nın bitiminde, Rasim Paşa Cami’nin karşısındaydı.
Evin arka tarafında Marmaray hattına bakan, etrafı iki insan
boyu yüksekliğinde taş duvarla çevrilmiş, viraneye dönmüş
küçük bir toprak bahçesi vardı. Evin giriş katında mutfak ve
tuvalet geniş antreye, üst katta ise yatak odası ile oturma
odası sofaya açılıyordu.
“Eski ama çok güzel evin var Hakan” dedi Canan, çayını
yudumlarken.
“Bu evin sahibi bizim ailenin doktoruydu, Marcel Amca. Burayı
muayenehane olarak kullanıyordu. Çok iyi bir dahiliye
uzmanıydı. Bu ev ona da ailesinden kalmış. 1800’lerde Kuzguncuk’ta
büyük bir yangında evlerini kaybedince, devlet
onları buraya yerleştirmiş. Yahudilerden önce de bu semtte
Rumlar, Ermeniler ikamet edermiş. Yahudiler de yerleşince
kozmopolit bir yer olmuş. Hâlâ da öyle. Her dinden insan
oturur burada.”
Hakan iştahla masaya oturdu, “Çaylarrrr!” dedi. Reçeli
ve peyniri ekmeğin üzerine bıçakla sürerek, tek seferde
mideye indirdi. Ardından sucuğun peşine düştü. Canan ile
Hakan bir aydır çıkıyorlardı. Kadıköy’deki Saklı Bahçe’de
tanışmışlardı. Hakan, sık sık indiği Kadıköy Çarşısı’ndan
sonra bira içmek için Saklı Bahçe’ye uğrardı. Bir gün bahçede
tek başına oturan Canan’ı gördü. Uzun boylu, siyah saçlı,
çekici bir kadındı. Bira içiyordu, kitap okuyordu. Hakan
kadını görür görmez çarpıldı ve kendini onun masasında
buldu. Canan da karşısına oturan kendi gibi genç, uzun
boylu, yakışıklı bu esmer adamdan etkilenmişti.
52 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kadıköy Cinayetleri
“Sen nasıl aldın bu evi?”
“Marcel amca ölünce, karısı çocuklarının
yanına Amerika’ya gitti. Çocuklar da evi
satışa çıkardılar.”
“Hakan iyi ki tanışmışım seninle. İyi ki o gün
masama oturmuşsun. Bu tarihi semtte, bu
eski evde seninle birlikte oturmaktan çok
mutluyum.”
“Ben de çok mutluyum Canan. İyi ki varsın.
Bundan sonra hayatımdan hiç çıkma.”
Birbirlerine aşkla bakarlarken, Biber ağzında
bir şeyle merdivenlerden çıkıp yanlarına
geldi. Ağzındaki o şeyi Canan’ın sandalyesinin
dibine bıraktı. “Ne o Biber, ne getirdin?”
diye Canan köpeği azarlayacakken, o şeyin
kurumuş kanlı, ojeli bir parmak olduğunu
fark edince çığlığı kopardı. Hakan, masadaki
bıçağı Canan’ın boynuna sapladı.
Hakan gözlerini açtı. Ne biçim rüyaydı ha!
Canan yatakta yoktu. Saatine baktı, sabahın
beşiydi. Karanlıktı, ezan okunuyordu. Odadan
çıktı, oturma odasının aralık kapısından
ışık sızıyordu. Canan halıya oturmuş, arkası
kapıya dönük, dolabı açmış, mavi dosyayı
çıkarmış, dosyanın içindeki Hakan’ın biriktirdiği
gazete kupürlerine tek tek bakıyordu.
O kupürlerde Kadıköy’de son bir yılda
kaybolan kadınların haberleri yer alıyordu.
Canan dolabın diğer çekmecelerini de karıştırdı,
ufak bir çanta buldu. Çantayı açınca
boy boy bıçakların çelikleri parladı.
Hakan sessizce aşağıya, mutfağa indi. Sonra
tekrar yukarıya çıktı, odanın kapısına geldi,
sessizce odaya süzüldü. Bıçağı yerde oturan
Canan’ın boynuna sapladı. Hakan gözlerini
açtı. “Bu da rüyaymış. Rüya içinde rüya görmüşüm!”
dedi kendi kendine. Yatakta yine
yalnızdı. Kalktı, mutfakta bir şeyler atıştırdı,
çayını alarak yukardaki oturma odasına
geçti. Odaya egemen olan kocaman ekranlı
televizyonu açtı, cumbanın önündeki sedire
yerleşti. Uzun boylu olduğu için bu sedirde
çok rahat edemiyordu ama pencereden sokağı,
gelen geçenleri seyretmeyi çok sevdiği
için oturmaktan vazgeçemiyordu.
Her beş dakikada bir geçen Marmaray treni
yine gürültüyle geçti. Yağmur hafif de olsa
yağmaya devam ediyordu, hava rüzgârlıydı.
Haber programında Kadıköy’de son bir
yılda kaybolan kadınların akıbetlerinin belli
olmadığı, şüpheli olarak göz altına alınan
iki kişinin de sorgularından sonra serbest
bırakıldığı söyleniyordu. Polis, araştırmalarını
sürdürmekteydi. Emniyet güçlerinin bu
suçu işleyen zanlıyı ya da zanlıları mutlaka
yakalayacağı vurgulanıyordu. “Nah yakalarsınız,
geri zekalılar!” diye mırıldanarak
televizyonu kapattı. Islık çalarak banyoda
tıraş oldu.Tıraş olurken banyonun kapısına
‘pat’ diye bir şey vurdu. Kilit gevşek
olduğu için kapı yavaş yavaş açıldı. Sarı kedi
mırıldanarak ve sırtını dikleştirerek Hakan’ın
bacağına dolandı.
“Kız sen yine hangi delikten girdin eve?”
“Miyavvv, mırrrr…”
“Böyle izinsiz girmeye devam edersen,
ensenden tutup seni kapının önüne koyacağım.”
“Mırrrr…”
Sarı kedi, Hakan’ın bacaklarından daha çok
ilgisini çeken şeyi fark edince, küvete yöneldi.
Önce küvetten sarkan şeyi kokladı, sonra
küvetin ucuna atladı. Bir kolu küvetten
dışarıya sarkmış, gözleri dehşetle açılmış,
boynuna kocaman bir avcı bıçağı saplanmış,
kanlar içinde yatan kadına merakla
baktı.
Hakan kadını parçalara ayırırken midesi
kalkmaması için önce üç beş tane bira içip,
kafasını güzelleştirmeliydi. Yeşil parkasını
giydi, kapüşonunu kafasına geçirdi, “Bir
daha izinsiz eve girmek yok” diyerek kediyi
dışarı çıkardı. Sokağın başındaki tekel bayinin
yolunu tuttu.
Cengiz, Kadıköy İskele Karakolu’nun
amiriydi ve o sabah canı çok sıkkındı. Biraz
hava almak için Halitağa Caddesi’nden Yeldeğirmeni’ne
doğru yürüyordu. Çünkü az
önce Emniyet Müdürü aramış, Kadıköy’de
kaybolan dört ve geçenlerde bir kadının
daha kaybolmasıyla beş kadın için zılgıtı
yemişti. Ne bir gören, ne bir kamera, ne
bir iz, ne bir delil, elinde hiçbir şey yoktu.
Kadınların en son gittikleri yerler defalarca
araştırılmış, aileleriyle ve arkadaşlarıyla görüşülmüş,
şüpheli birkaç kişi sorgulanmış
ama bir sonuca ulaşılamamıştı. Kadınların
fotoğrafları basında yer almış, halktan
yardım istenmiş ama gelen ihbarların çoğu
asılsız çıkmıştı.
Sadece bir tanık, Yeldeğirmeni’ne çıkan
sokakların birinde uzun boylu, zayıf bir
adamdan bahsetmişti. Televizyonda
gördüğü kadınlardan birinin bu adamın
yanındaki kadın olduğunu iddia etmişti.
Ama sokakta kameralar olmadığı için bir ize
ulaşılamamıştı. Sanki bu kadınlar duman
olup uçmuştu. Kadınların ortak noktaları
araştırılmış, Kadıköylü olmalarının dışında
hiçbir şey bulunamamıştı. Cengiz’in eli kolu
bağlanmıştı. Bu katili yakalayamazsa görevden
alınacağından emindi. Telefonu çaldı.
“Amirim, az önce Yeldeğirmeni çarşısındaki
Nur Eczanesi soyulmuş.”
Cengiz olay mahalline çok yakın olduğu için
iki dakikada eczaneye vardı. Eczacı ve kalfası,
korku içinde bir köşeye sinmişti. Komşu
esnaflar onları sakinleştirmeye çalışıyordu.
Soyguncu, silah zoruyla siyah torbasına ağrı
kesicileri, antihistaminikleri, antidepresanları
doldurup tüymüştü. Güvenlik kameralarına
bakacak zaman yoktu. Zayıf, uzun
boyluymuş, üzerinde kapüşonlu yeşil bir
parka varmış. Cengiz, soyguncunun peşinden
Ayiyos Yeorgios Rum Ortodoks Kilisesi
tarafına doğru koştu. Nefes nefese köşede
tekel bayi ve simit fırınının olduğu dört yol
ağızına geldiğinde, İskele Sokak’ta elinde
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 53
Kadıköy Cinayetleri
C
M
Y
CM
siyah poşetli, yeşil kabanlı, uzun boylu, zayıf
bir adamın iki katlı bir eve girdiğini gördü.
O tarafa doğru koştu. Kapıyı yumrukladı,
silahını çıkardı. Adam kapıyı açtı. “Polis!”
Hakan yakayı nasıl ele verdiğini anlayamamıştı.
Cengiz; “Torbayı yavaşça yere bırak,
ellerini kaldır” derken içeriye girdi. Hakan
denileni yaptı. Cengiz, Hakan’ı duvara
yaslayarak üzerini aradı, ellerini arkadan kelepçeledi.
Üzerinden silah çıkmamıştı. Silahı
kesin civardaki çöp konteynırından birine
atmıştı. Bulurdu. Soyguncuyu yakaladığı
için bir süre daha makamında kalabilecekti.
İyi olmuştu bu ama bu gerzek herif
niye kendi semtindeki eczaneyi soymuştu?
Madde bağımlısı bir tipe de benzemiyordu.
Siyah torbanın içindekileri görünce, sorusu
cevaplanmış oldu. Çünkü torbanın içinden
ilaçlar yerine biralar çıkmıştı. Acaba torbaları
mı değiştirmişti? Cengiz şüpheyle “İsmin
ne?” dedi.
“Hakan.”
“Nereden geliyorsun?”
“Tekel bayinden.”
“Sokağın başındaki bayi mi?”
“Evet.”
“Ne kadar süredir oradaydın.”
“Ahmet Abi’yle yarım saat muhabbet ettik.
Sorabilirsiniz.”
“Soracağım tabi. Bu ev senin mi?”
“Evet.”
“Ne kadar zamandır burada oturuyorsun?”
“Neredeyse on yaşından beri. Buranın
çocuğuyum.”
Cengiz yanlış adamı yakalamıştı. Bu işi de
eline yüzüne bulaştırmıştı. Canı iyice sıkıldı.
Artık kovulmasına kesin gözüyle bakabilirdi.
Kelepçeler çıkınca Hakan rahat bir nefes
aldı.
MY
CY
CMY
K
“Yeldeğirmeni çarşısındaki bir eczane soyuldu.
Kusura bakma, seni soyguncu sandım.”
“Önemli değil.”
“Miyav.”
Sarı kedinin önce kafası gözüktü sokak kapısının
aralığından, sonra kendi eviymiş gibi
bir rahatlıkla antreye girdi. Ona bakan iki
adama mırladı, sonra ilgisini banyo kapısına
yöneltti. Kapının önüne geldi, iki ayağının
üzerine kalkarak patileriyle kapıya vurdu.
Kapı yavaş yavaş açıldı. İki adam kediye
bakıyordu. Ta ki o bakışlar kedinin küvetten
sarkan kanlı kolun yanına gidinceye kadar
devam etti…
54 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kent Belleği
Kadıköy’ün tiyatroları,
kültürel bir belleğin
temsilcileri!
PINAR BALTACI
Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde
doktora çalışmasını tamamlayan
İstanbul Arel Üniversitesi Dr. Öğretim
Üyesi Devran Bengü, üretkenliğin mekânsal
anlamda karşılığının bulunabilmesi adına
geçmişten bugüne kamusal mekânları, tiyatro
sahneleri özelinde inceledi. ‘Kamusal
Mekânın Yapılanmasında Kamusallık ve
Ekinsel Üretim Mekânlarının Rolü: Kadıköy
Örneği’ isimli çalışmasında Kadıköy’ün tiyatro
binalarını araştıran Dr. Bengü, tarihsel
mekân analizlerinin Kadıköy’de kültürel bir
belleğe işaret ettiğini vurgulayarak, her gün
önünden geçtiğimiz binaların hikâyesini
yeniden gözler önüne serdi.
‘Kamusal alan’ kavramını çalışmanızda
hangi yönleriyle ele alıp, nasıl
açıkladığınızı anlatır mısınız?
Doktora çalışmama konu olan araştırmada
altyapıyı oluşturan teorik çerçevedeki
yaklaşım; kamusal alan, kamusal mekân
ve kamusallık kavramlarının birlikte ele
alındığı bir perspektife sahip. Bu perspektif
çerçevesinde kamusal alanı besleyebilen bir
kamusallığın ne tür niteliksel özellikler ve ne
tür niteliklere sahip mekânlar bağlamında
varlık bulabildiği ve varlığını sürdürebildiği,
benim temel derdim olmuştu. Araştırmamın
bu yönde geliştirilmesi için kamusal
alanı besleyebilen bir kamusallığın ve bu
kamusallığın varlığını güçlendiren mekânların
nasıl ve nerede ortaya çıkabildiği üzerine
odaklandım. İstanbul olarak daralttığım
araştırma sahası, nihayetinde kamusal
alanı besleyebilecek temel araçlar olarak
tiyatrolar gündeme geldiğinde Kadıköy’e
indirgenmiş oldu.
Şehircilik ve mimari disiplinler
açısından ‘kamusal alan’ kavramını
örneklendirir misiniz?
Kadıköy’de Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nun
planlamış ve düzenlemiş olduğu
‘Benim Komşum Tiyatro’ projesi çok önemli
ve değerli bir girişimdi. Proje, demokratik
bir toplumda direkt kamusal mekânlar
olarak tanımlayabileceğimiz sokaklarda ve
parklarda kamusallık paylaşımlarını arttırarak,
aynı zamanda çeşitli kamusal alanların
da oluşumunu destekleyici olmuştu.
56 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kent Belleği
Çalışmanızda geçmişten bugüne tiyatro
sahnelerini inceliyorsunuz. Bu bağlamda,
kamusal alan ve tiyatroyu hangi
aşamada bağdaştırdınız?
1980’li yılları incelediğimde, liberal ekonominin
ivmelendiği o dönemde İngiltere yarımadasında
‘kara kutu’ formdaki sahnelerin
ortaya çıkmış olduğunu gördüm. Tiyatro
sahnelerinin bu dönüşümünde tiyatro sanatı;
içinde barındırdığı kamusal, eleştirel ve
politik söylemleri ile tarihsel süreçte olduğu
gibi yine toplumda kamusal alanların
oluşumlarını sağlayan temel bir araç olarak
görünür olmuştu. Nihayetinde İstanbul’daki
tiyatro mekânlarına ve bunların gelişimine
odaklandığımda, ‘kara kutu’ formların önce
Beyoğlu ve akabinde Kadıköy ilçelerindeki
oluşumları ve dönüşümleri çok dikkat
çekiciydi. Özellikle 2016-2017 yıllarında
Kadıköy’de odaklanan bu sahne formları,
sayılarını arttırdıkları gibi belli bir platform
çerçevesinde birleşmeyi başarmıştı.
En önemlisi bu mekânlar; sokak, park ve
meydanların da canlılığında önemli araçlar
olmuşlardı. Diğer bir yandan, tiyatro salonlarında
sahnelenen oyunların yapısındaki
değişimler de önemliydi. Seyirci katılımları
ile oyunların değişen yapıları ve formları da
bu mekânlarda kamusal alan oluşumlarına
imkân tanımaktaydı.
Teziniz kapsamında Kadıköy’de
burjuvazinin gelişimi ve kentleşme
süreçlerine dair bilgiler de
sunuyorsunuz. Bu doğrultuda,
günümüzde kültür-sanat merkezi
olan Kadıköy’ü geçmişteki gelişimi
kapsamında nasıl anlatırsınız?
Kadıköy’ün Batılı anlamdaki kentlileşme
sürecindeki ilk kamusal hayatına ve bu
süreçteki kamusallığın canlılığına dair
bilgilere, özellikle Adnan Giz’in 1900-1950
arası döneme dair aktardığı anılarında
rastlıyoruz. Örneğin, yazarın anılarında
Yazlık ve Kışlık Mısırlıoğlu Tiyatroları,
Kuşdili Hilal Sinema ve Tiyatrosu, Süreyya
Sinema ve Tiyatrosu, Yazlık ve Kışlık Opera
Sinema ve Tiyatroları, Hale Sineması ve
Tiyatrosu, o dönemin kültürel canlılığını
yansıtan mekânlar olarak ele alınıyor.
Yazar, özellikle iki dünya savaşı arasındaki
yıllarda bu mekânların her birindeki canlı
kent yaşamını detaylı olarak kaleme alıyor.
19. yüzyıl ortalarından itibaren gelişmeye
başlamış olan kentlileşme sürecinin gelmiş
olduğu son aşamada, yani 20. yüzyılın ilk
çeyreğindeki Kadıköy’de bu kültürel etkinlik
mekânlarının analizleri, kamusal yaşamın
ve kamusallığın canlanmasında bu mekânların
önemli etkileri olduğunu ortaya koyuyor.
Bu mekânların varlığını, 1930’lu yıllarda
hazırlanmış olan Pervititch haritalarında da
görmek mümkün.
Özetlemek gerekirse, kültürel mekânlara
yönelik yapmış olduğum tarihsel araştırma
sürecinde, Kadıköy’ün geçmişinde önemli
bir kültürel mekânsal altyapının varlığı ortaya
çıktı. Bugünkü Reks Sineması’nın Afife
Jale’nin çıktığı ilk tiyatro binası olması ve bu
mekânın varlığının farklı isimle de olsa Goad
haritalarında 1905’lerde dahi görülmesi, Süreyya
Sineması’nın 1926’lara varan geçmişi,
bugünkü itfaiye binasının eski Kuşdili Tiyatrosu
olması, bugün Halitağa Caddesi’nden
Bayramoğlu Sokak yönünde konut adasına
dönmüş olan yamaçta hem yazlık hem de
kışlık büyük bir tiyatro ortamının varlığı,
Saint-Joseph Fransız Okulu Tiyatrosu’nun
varlığı... Tüm bu tarihsel mekân analizleri,
Kadıköy’de kültürel bir belleğe işaret ediyor.
Kadıköy’ün günümüzde sanatsal
mekânlara dönüşen tarihi yapılarını da
anlatır mısınız? Bu bağlamda ilçemizin
en dikkat çeken tarihi yapılarından
biri olan Süreyya Operası’nı sizden
dinlemek isteriz...
Bunun için öncelikle II. Abdülhamit devrine
gitmemiz gerek. Harbiye Nazırı Rıza Paşa’nın
oğullarından Süreyya Paşa (İlmen), o
dönemde Moda’da otururmuş. Kadıköy’ün
sosyal hayatı ile ilgili çalışmalarda da yer
alan bir isim kendisi. Bahariye Caddesi’nde
yaptırdığı sinema ve tiyatro binası 1926’da
açılır. Nazım Hikmet’in babası Hikmet
Bey, binanın yöneticisi olur. Bu dönemde
Lütfullah Sururi ve eşi Suzan Hanım gibi
genç yetenekler vardır. Bu genç yeteneklerin
katılmasıyla “Süreyya Opereti” kurulur ve
uzun bir süre de faaliyette bulunur. Süreyya
Paşa, sinemasını çalıştırmaya başlarken
Hale Sineması’nı da kiralar ama kapalı tutar.
1932’de Andon Anas binayı kiralayarak, o
dönemdeki mevcut adıyla ‘Hale Sineması’
olarak işletmeye açar. Andon, bu sinemanın
52 yıl kiracısı olur. Daha sonra binayı yıktırır,
yanındaki yazlık bahçeyi de arsaya katar. İşte
bu son yapı da bugünkü Reks Sineması’dır.
Doktora araştırmamda, saha çalışmasında
incelenen kara kutu formdaki sahnelerin
kamusallığı canlandıran etkilerinin, Kadıköy’de
Süreyya Operası’nın merkez alındığı
650 metrelik bir çemberde yoğun olarak
ortaya çıktığı tespit edilmiştir.
Kadıköy, İstanbul’un en işlek
meydanlarından olan Rıhtım’daki
tarihi binalardan birini bugün sanata
bağışlamış bir ilçe. Haldun Taner
Sahnesi ve İstanbul Üniversitesi
Konservatuarı’nın bulunduğu binanın
kullanımını, çalışmanız kapsamında
nasıl değerlendirirsiniz?
1938-39 Pervititch haritalarında bu yapının
itfaiye binası olduğunu görüyoruz. Yapının
işlevsel dönüşümü kanımca olumlu...
Tiyatro ve sahne sanatları ile konservatuarın
aynı yapıda yer alması oldukça önemli.
Ancak bu ilişkinin yeterince güçlendirilemediği
kanısındayım. Yakın çevre ilişkileri
ve kamusallığın canlılığı bağlamında,
yapıdaki eylemlerin aslında sınırlı ve kısır
kaldığını düşünüyorum. Yapının yakın
çevresinin de yapıdaki üretimlerle bir araya
gelebileceği etkinliklerle canlandırılabilmesi
önemli... Özellikle sahildeki geniş
yaya aksı ile binanın hemen yanındaki
meydanın binadaki üretimlerle ilişkilendirilmesi,
arttırılan etkinliklerle kamusallığın
sanat ile daha da canlandırılması mümkün
olabilir kanısındayım.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 57
Dekorasyon
Gazzella Decor’un mimarları:
Avrupa sağlık standartlarına göre
malzemeler seçiyoruz
Çocuklara yönelik farklı yaş grubuna göre bilinçli, sağlıklı ve büyüleyici tasarımlar yapan Kids by
Gazzella Decor’un başarılı iç mimarları Ahu Aktaş ve Gaye Berktaş; “Her çocuğa özel tasarım yapıyor,
aynı tasarımı başka bir müşterimize sunmuyoruz. Çocukların sağlığı açısından da Avrupa sağlık
standartlarına uygun malzemeleri kullanıyoruz” açıklamasında bulundular.
NİL ÖZER
Bebek, çocuk, genç odası için özel tasarımlar yapan
İç Mimar Ahu Aktaş ve Yüksek İç Mimar Gaye Berktaş;
“Diğer projelerimizde olduğu gibi ‘Kids by Gazzella
Decor’ için de çocuk odalarında aksesuarından halısına
ve aydınlatmasına kadar konsept çalışıyoruz” dedi. Çocuğun
gelişiminin yaşadığı mekânda başladığını belirten
Aktaş ve Berktaş, çocuk odalarının önemini ve neler
yapılması gerektiğini Kadıköy Life Dergisi okuyucuları
için anlattılar.
Özel tasarımlara imza atan Gazzella Decor’un ‘Kids’
serisi müthiş ve göz alıcı… Kids by Gazzella Decor’un
özelliklerini sizden dinleyelim mi?
Çocuğa özel tasarım çalışıyoruz. Mekânın rölevesi
alındıktan sonra çizim aşamasında sunulan projeyi
imalata alıyoruz. ‘Her Çocuk Özeldir’ sloganı ile yapılan
tasarım, başka bir müşterimize sunulmuyor. Tasarımlarımızı
uygulamaya geçirirken imalat aşamasında
malzeme tercihi, çocuğun sağlığı açısından çok hassas
58 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Dekorasyon
seçimler gerektirmektedir. Bu doğrultuda, Avrupa sağlık
standartlarına uygun malzemeleri kullanıyoruz. Kokusuz
ve kurşunsuz cila tercihimiz. Diğer projelerimizde olduğu
gibi ‘Kids by Gazzella Decor’ için de çocuk odalarında
aksesuarından halısına ve aydınlatmasına kadar konsept
çalışıyoruz.
“Çocuğun gelişimi odasından başlar” diyorsunuz.
Ebeveynlere bu konuda nasıl yardımcı oluyorsunuz?
Çocuğun gelişimi, yaşadığı mekânda başlıyor. Bunun için
oda seçimi yaparken 0-3 yaş, 3-7 yaş, 7-11 yaş,11-16 yaş
olarak tasarımı ayırmamız gerektiğini düşünüyoruz. 0-3
yaş için bebeğin gelişim sürecini destekleyen tasarımlar
seçilmeli; annenin, bebeğin öz bakımını yapmasını kolaylaştıran
ürünler tercih edilmelidir. 3-7 yaş için oyun odaklı
tasarımlar planlanmalı, mobilya seçiminde keskin köşeli
ürünler seçilmemeli, kırılma tehlikesi olan ürünlerden
uzak durulmalıdır. Bu yaş grubu oynarken öğrendiği için,
hayal gücünü destekleyen ürünler mutlaka mekânda
kurgulanmalıdır.
7-11 yaş için, okula başlama döneminde olan yaş grubu
için dikkatlerini toplamalarına yardımcı renk seçimleriyle
mekân tasarımı yapılmalıdır. Enerji arttıran renk seçimleriyle
oda tasarımı desteklenmelidir. Sarı, mor ve turuncu
gibi renklerin mutlaka kullanıldığı seçimler yapılmalıdır.
Okul sürecine giren çocuklar için çalışma masalarının ışık
alan yerde konumlandırılması gerekir. Kitaplıkların ışığı
kesmemesine özen gösterilmelidir. 11-16 yaş için ise bu yaş
aralığında sosyalleşme önemli bir yer edinmiştir. Uyuma,
depolama ve çalışma ihtiyaçlarının yanında yenilikçi tasarımlarla
sosyalleşmelerini sağlayacak teknolojiyle uyumlu
seçimler yapılmalıdır. Çocuklarımızın odalarında mutlu ve
sağlıklı büyümelerini dileriz.
Kız veya erkek çocuk için renk ayrımı yapmak
sizce doğru mu?
Çocuğun cinsiyetine göre renk ayırımı yapılmasını doğru
bulmuyoruz. “Kız çocuğunun rengi pembe, erkek çocuğunun
rengi mavidir” düşüncesinden artık kurtulmalıyız.
Renklerin cinsiyeti yoktur. Anneler bize endişeyle soruyor;
“İki çocuğum var. Biri kız, diğeri erkek. Aynı odayı paylaşacaklar,
renkleri nasıl ikisine göre ayarlayacağız?” diye. O
kadar güzel uyumlar yakalamak mümkün ki... Aslında endişelenmelerinin
tek nedeni, renklerin cinsiyete ait olduğunu
düşünmek…
Çocuk ve genç odasında olmazsa olmazlarınız
nelerdir?
Çocuk ve genç odalarının olmazsa olmaz özelliği,
çocuğun özgürlüğü kısıtlanmadan kendi dünyasını
kurabilmesine ve o dünyayı yaşamasına izin verecek
tasarımların kullanılmasıdır. Çocuk odalarını yaş özelliklerine
göre ayırdığımızda anne ve babalar bizlere şunu
soruyorlar: “Her üç-dört yılda bir oda mı değiştireceğiz?”
Hayır! Biz bu odaları ‘zamansız’ tasarlıyoruz, yani odada
yapılan minik değişikliklerle tasarım boyut değiştiriyor.
Tasarlanan mobilyanın kulpları, duvar kâğıdı, rengi,
perde, halı, aydınlatma veya aksesuarları değiştirerek,
oda bir sonraki aşamaya uyum sağlıyor. Bebek odasından
çıkıp, bir anda çocuk odasına veya genç odasına
evriliyor. Bu aşamaları göz önünde bulundurarak, kişiye
özel tasarım yapıyoruz.
Ahu Hanım ve Gaye Hanım, harikulade tasarımlara
imza atıyor, insanlara yeni dünyalar hazırlamaya
devam ediyorsunuz. Bizim aracılığımızla
‘Gazzella Decor’ olarak 2021 yeni yıl mesajınızı da
alabilir miyim?
Tüm dünya ve ülkemiz için 2021 yılının sağlık ve
mutluluk getirmesini dileriz. 2020 yılı, hepimiz için
yeni alışkanlıklar edindiğimiz bir yıl oldu. Yeni
deneyimlediğimiz bu kazanımlar artık hayatımıza yerleşti
ve bundan sonraki aşamada da yola devam ederken
hep bizimle olacaklar. Değişimlerin etkisini her yerde
görüyoruz. Fakat en çarpıcı etkiyi, mekânlara yansıyan
farklılıklardan anlıyoruz. Evlerimizde hiç geçirmediğimiz
kadar çok vakit geçirdik, daha önce hiç gözümüze takılmayan
ayrıntıların farkına vardık. Bu mekânlar nasıl daha
samimi, sıcak, sürdürülebilir olmalı kavramlarına cevap
arar olduk. 2021 yılı, hepimiz için buram buram huzur
kokan bir yıl olsun.
2021 yılı içerisinde gerçekleştirmesini planladığınız
yeni projeleriniz var mı?
Bu sene hedeflediğimiz, hayata geçirmeyi planladığımız o
kadar çok başlık var ki... Her birini zamanı geldiğinde ayrı
ayrı anlatmak ve paylaşmak isteriz. Şimdilik sürpriz olsun.
“Büyük değişim başladı” sloganınız dikkatimi çekti.
Gazzella Decor için nasıl bir farklılık olacak?
Evet, Gazzella Decor için büyük değişim başladı. Biz de bu
sürecin heyecanı içerisindeyiz. “Büyük değişim” başlığını
açacak olursak, kurumsallaşma yolundaki emekleme
dönemimiz bitti ve süreçle ilgili ilk adımlarımızı atmaya
başladık.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 59
Hukuk
Arçelik Rekabet Uyum Yöneticisi Gökşin Kekevi ile
Türkiye’de rekabet hukukunun
dünü, bugünü ve yarını
AVUKAT İREM TOPRAKKAYA, LL.M.
Rekabet Kurulu tarafından son yıllarda
astronomik rakamlara ulaşan idari para cezaları
uygulanması ve bu kararların sosyal
medyada sıklıkla yer alması, rekabet hukukuna
olan ilgiyi arttırmakta. Son dönemde
gerek koronavirüs salgınında yaşanan fahiş
fiyat artışı ve stokçuluk eylemleri gerekse
e-ticaretin artmasıyla Amazon, N11, Trendyol
vb. e-pazaryeri platformlarının işleyişi
hakkında başlatılan sektör incelemesi
ile gözler yeniden Rekabet Kurumu’na
çevrildi.
Hem tüketiciler hem de teşebbüsler için
büyük önem taşıyan rekabet ihlalleri ve
rekabet uyum programları hakkında, eski
Rekabet Kurumu Uzmanı Gökşin Kekevi ile
keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Hâlihazırda
Arçelik Rekabet Uyum Yöneticisi olarak
görev yapan Kekevi; piyasalarda rekabetin
korunması, anti-rekabetçi davranışların
tüketicilere ve piyasa aktörlerine etkileri
ve uyum programlarının önemi hakkında
değerlendirmelerde bulundu.
Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?
1997’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nden mezun oldum. Rekabet
Kurumu’na, kurulmasının hemen ardından
Mart 1998’de meslek personeli olarak
girdim. Queen Mary University of London’da
Hukuk ve Ankara Üniversitesi’nde
AB ve Uluslararası İlişkiler yüksek lisansı
yaptım. 2014’te özel sektöre, Arçelik’e
Rekabet Uyum Yöneticisi olarak geçtim.
Arçelik’in beş kıtadaki 30’a yakın iştirakinin
rekabet hukukuna uyum çalışmalarından
sorumluyum.
Rekabet hukuku neyi korur?
Serbest piyasa ekonomisinden beklenen;
şirketlerin birbirleriyle rekabet etmesi, bu
rekabet neticesinde de fiyatların düşmesi,
kalitenin artması, yeni ürünlerin ortaya
çıkmasıdır. Ancak rekabet sürecine yapay
müdahaleler olursa, örneğin şirketler kendi
aralarında rekabeti sınırlayıcı anlaşmalar
yapar veya pazarda hâkim durumda olan
büyük oyuncular rakiplerini dışlarsa, piyasa
ekonomisinden beklenen bu olumlu sonuçlar
ortaya çıkmaz. İşte rekabet hukuku,
bu tip rekabete aykırı davranışların önüne
geçerek, rekabeti ve nihai tahlilde tüketicileri
korumayı amaçlıyor.
Rekabet hukukunun getirdiği
temel yasaklar nelerdir?
Rekabet hukuku, üç ana madde altında
dört temel yasak getiriyor: Bunlardan ilki,
şirketlerin rekabeti sınırlayıcı anlaşmalarına
ilişkin. Bu da kendi içinde esas olarak “yatay”
ve “dikey” diye ikiye ayrılıyor. İlki yani “yatay”
dediğimiz; rakiplerin fiyat tespiti, pazar veya
müşteri paylaşımı, arz kontrolü gibi konularda
anlaşmalarının ve fiyat, satış stratejisi gibi
konularda bilgi değiştirmelerinin yasaklanması.
Örneğin; Rekabet Kurumu, 2013
yılında Türkiye’nin önde gelen 12 bankasına
faiz oranlarını birlikte belirlemeye yönelik
anlaşmalar ve bilgi değişimleri yaptıkları
gerekçesiyle toplam 1,1 milyar TL idari para
cezası verdi. “Dikey” başlığı altında ise, örneğin
Arçelik gibi sağlayıcıların bayi, market gibi
müşterilerinin düşük fiyatlı satışlarına ve belli
koşullar altında internet satışlarına müdahale
etmesi yasaklanıyor. Örneğin; 2020’de BP,
Opet, Petrol Ofisi ve Shell’e bayilerinin yeniden
satış fiyatını tespit ettikleri gerekçesiyle
toplam 1,5 milyar TL’lik rekor bir ceza verildi.
İkinci ana madde, hakim durumun kötüye
kullanılması. Pazar payı kabaca yüzde 50’nin
60 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Hukuk
üstünde olan şirketler, rakiplerinin pazar
paylarının düşük olması, giriş engellerinin
bulunması gibi bazı ilave koşullar da varsa
hakim durumda kabul edilebiliyor. Bunlara
örnek olarak Google, Mey İçki ve bazı enerji
ve telekomünikasyon şirketlerini söyleyebiliriz.
Örneğin, rakiplerinin faaliyetlerini zorlaştırabilecek
münhasırlık ve benzeri hükümler
içeren sözleşmeler veya bu şekilde sonuçlar
doğurabilecek fiyatlama, indirim ve benzeri
uygulamalar yapmaları yasaklanabiliyor.
Google’a hakim durumunu kötüye kullandığı
için AB’de 8 milyar Avro, Türkiye’de ise 400
milyon TL civarında ceza verildi mesela.
Üçüncü ve son madde ise, rekabeti önemli
ölçüde azaltabilecek bazı birleşme ve devralmaların
(yoğunlaşmaların) yasaklanması. Bu
kapsamda rekabet otoriteleri, belirledikleri
eşikleri aşan yoğunlaşma işlemlerinin kendilerine
bildirilmesini istiyor. Bunlardan da
rekabeti azaltabilecek olanlara izin vermiyor.
Bu kurallara uyulmaması halinde
uygulanabilecek yaptırımlar nelerdir?
Rekabet Kurulu, rekabet ihlalinde bulunanlara
cirolarının yüzde 10’una kadar para
cezası verebiliyor ki bahsettiğim örneklerden
anlaşılabileceği üzere bu cezalar çok
büyük rakamlara ulaşabiliyor. Ayrıca ihlalde
belirleyici etkisi olan yönetici ve çalışanlara,
şirkete verilen cezanın yüzde 5’ine kadar para
cezası verilebiliyor. Bunun dışında rekabet ihlalinden
zarar görenler, uğradıkları zararın üç
katına kadar tazminat talep edebiliyor. İzne
tabi yoğunlaşmaların Kurul izni olmaksızın
gerçekleştirilmesi halinde ise cironun binde
biri oranında para cezası uygulanıyor.
Tüketicilerin ve şirketlerin ihlale
maruz kalmaları nedeniyle uğradığı
zararın tazmini konusunda nasıl bir yol
izlenebileceği konusunda bilgi
verebilir misiniz?
Rekabet ihlalinden zarar gördüğünü iddia
eden tüketiciler veya şirketler, bu zararların
giderilmesi için tazminat davası açabiliyorlar.
Çok basitleştirerek anlatacak olursam;
“Rekabet olsaydı bu ürün normalde 100
TL’ye satılacaktı, ancak rekabeti sınırlayıcı
bir anlaşma ile bu ürün 110 TL’den satılmaya
başlandı. ‘Fiyat farkı olan 10 TL x yapılan
alım miktarı + faiz’ şeklinde bir zararımız
oluştu” denilerek dava açılabiliyor. Bu
konuda Arçelik, çok güzel bir örnek yaşadı.
2012 yılında AB Komisyonu, televizyon tüpü
üreticilerinin kartel oluşturdukları sonucuna
ulaştı ve 1,5 milyar Avro’nun üzerinde ceza
uyguladı. Kararın arkasından bu işten zarar
gören pek çok şirket ve tüketici, kartel üyeleri
aleyhine tazminat davası açtı. Nitekim,
Arçelik’in açtığı davada, KAP açıklamasında
belirtildiği üzere, davalılar yaklaşık 50 milyon
USD tazminat ödemeyi kabul etti.
Covid döneminde zincir marketler ve
bazı tedarikçiler aleyhine başlatılan
rekabet soruşturmasında verilen tedbir
kararı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dosyanın detaylarını bilmiyoruz ama benim
bazı endişelerim var. Tüketicilerin mağdur
olduğu ve fırsatçılık yapıldığı yönündeki
endişeleri anlıyorum. Bu nedenle Rekabet
Kurumu, elindeki tüm yetkileri etkin bir şekilde
kullanmalı ve bu şirketlerin aralarında
konuşup fiyatları artırdıklarına ya da yeniden
satış fiyatını belirlediklerine yönelik iletişimler
tespit ederse, ağır cezalar vermeli. Benim
karşı çıktığım, Rekabet Kurumu’nun fiyat
regülatörü olması, daha dosyanın hemen başında
“Fiyatları artırmayın, hatta geri çekin”
tartışmalarının yapılması. Bunun gelişmiş
ülkelerde örneğini görmedim. Benzer şekilde
kamuoyuna ya da siyasetçilere iyi gözükmek
gibi saiklerle ilgili taraflar arasında hiçbir
iletişim tespit edilmeksizin soruşturma açılması
ya da ceza verilmesi gibi uygulamalar
yapılırsa, Kurumun imajı olumsuz etkilenir.
E-pazaryerleri üzerinden elektronik
ticaretin artması ile mevcut rekabet
hukuku kurallarının dijital ekonomiye
özgü yeni rekabet problemleri için yeterli
olamayabileceği tartışılıyor. Nitekim, AB
sonrasında Rekabet Kurumu, internet
sitesinde e-pazaryerlerine ilişkin sektör
incelemesi başlatıldığı duyuruldu. Siz bu
konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mevcut rekabet hukuku kurallarının dijital
ekonomiye özgü, yeni rekabet problemleri
için yeterli olmadığı görüşüne pek katılmıyorum.
Yurt dışında Amazon’un hâkim durumda
olduğu ve başka satıcıların, satış datalarından
elde ettiği bilgileri kendi lehine kullandığı
gibi iddialar, rekabet otoriteleri tarafından
soruşturuluyor. Rekabet Kurumu da elindeki
yetkileri etkin bir şekilde kullanıp, pazaryerlerinin
örneğin komisyon oranlarını birlikte
belirlediklerini veya yeniden satış fiyatının belirlenmesine
yol açtıklarını tespit ederse ceza
uygulayabilir. Benzer şekilde Sahibinden,
Yemeksepeti, Booking gibi piyasaya ilk girme
avantajı ve benzeri etkenler sayesinde yüksek
pazar payına sahip platformlar hakkında da
hakim durum soruşturması yapılabilir. Özetle,
mevcut kanun maddelerinin yeterli olduğunu
düşünüyorum. Bunların çözemediği
alanlarda ise, konu rekabet hukuku alanına
girmiyordur bence; başka düzenleme ve
regülatörler devreye girmelidir.
İyi bir rekabet uyum programı nasıl olur?
Bence iyi bir uyum programında en başta
yapılması gereken, şirketin resmini çekmek.
Bunun için de en güzel yöntem, kritik
çalışanların kurumsal e-posta ve bilgisayarlarında
uygun anahtar kelimelerle arama
yaparak; şirkette rakiplerle problemli iletişimler,
yeniden satış fiyatının belirlenmesi,
internet satışlarının engellenmesi, hakim
durumdaysanız rakibi dışlayıcı faaliyetler
vb. var mı diye bakılması... Daha sonra
tespit edilen hataların tekrarlanmasını
engelleyecek eğitimler verilmesi gerekiyor.
Eğitimlerde en sık rastlanan hata, her
şirkette kullanılan standart, sıkıcı sunumlar...
Oysa eğitimler, şirket hatta birim özelinde
sektörle ilgili kararlar, taramalarda çıkan
e-mailler gibi somut örnekler üzerinden
verilmeli. Sunumlar, el kitapları ve benzeri
materyaller buna uygun hazırlanmalı. Yine
uyum programlarında sıkça düşülen bir
başka hata, sözleşmelerin incelenmesiyle
ilgili... İlgililer bazen sözleşmelerin rekabetle
ilgili olduklarını düşündükleri kısımlarını
gönderip, görüş verilmesini bekliyorlar. Oysa
konu daha bütüncül bir bakış açısı ile ele
alınmalı; sözleşmenin bütünü, pazar payları,
karşı tarafla kurulan iletişimler gibi…
Röportajın devamı için
aşağıdaki QR kodu
taratabilirsiniz...
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 61
Yaşam Öyküsü
Kalamış’tan bir Can geçti
RESSAM GÜLSEREN SÜDOR
Doğu Karadeniz’in Şahinkaya isimli dağ
köyünde, tarlaları çapalama zamanının
1953’e denk gelen yılında doğan bir erkek
çocuk, daha beş altı yaşlarında, o yörenin
dişçisi olan dedesinin diş için kullandığı alçı
kalıplarının kırıkları ile evlerinin duvarlarına
ve bulabildiği her yüzeye resim yapma aşkına
tutulur. Amcasının altılık bir kuru boya
seti armağan etmesi ile renklenen ve daha
da artan bu tutku, sonraları onun ilkokul
kitaplarında gördüğü resimlerden kopyalar
yapmasını sağlar. Zamanla bu kopyalar
yerini yaşadığı coğrafyanın doğal güzellikleri
ve köy hayatına dair çizimlere bırakır ve her
geçen gün gelişir.
Devletin göç politikaları sonucunda ailesiyle
Hatay Kırıkhan’a yerleştirilen bu yetenekli
çocuk Aydın Ayan, orada liseye başlar ve
bu yıllarda resim çalışmalarına daha çok
ağırlık verir. O yılların en popüler ve görsel
olarak sanatsal malzemeleri kullanan Hayat
Mecmuası’ndaki resim röprodüksiyonlarından
kopyalar yapar, bir yandan da sanatla
ilgili haberleri keserek saklar. Daha sonra da
tüm bu dokümanları ciltlettirir. Bu dergilerden
bir tanesinde, o tarihlerde Paris Şehri
Madalyası almış bir Türk kadın ressamımıza
ait haber çıkar. Metne eşlik eden fotoğraflarda
ise bir resim sehpası önünde elinde
fırçası ile ayakta duran bir kadın, yağlıboya
tabloda ise koltukta oturan kolejli, bacak
bacak üstüne atmış, kısacık etekli, genç ve
güzel bir kız resmedilmiştir. Ve o tabloya
konu olan kızın aynı pozda otururken çekilmiş
gerçek bir fotoğrafı vardır.
Hikâyemizin Can’ı olan bu kızımız ise
İstanbullu, eğitimli bir ailenin çocuğu
olarak Osmanbey’de doğup, çocukluğundan
itibaren Kadıköy’de yaşar. İlkokuldan
sonra Üsküdar Amerikan Lisesi’nde okur,
1972 yılına gelindiğinde ise İstanbul Devlet
Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü
kazanır. Ailesinin Kalamış’ta ünlü ressamlar
Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu
ile aynı sokakta oturuyor olması da bir
şanstır genç kızımız için. Komşuluk ilişkileri
vasıtasıyla doğal olarak zamanın görsel
sanatlarını yaşayarak görür ve koklar. Aynı
zamanda annesi de ünlü Ressam, Eğitmen
Ercüment Kalmık’tan resim dersleri alıyordur.
Aradan geçen yıllarda artık bir delikanlı
olan resim, edebiyat aşığı erkek çocuk da
1972 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi Resim Bölümü’nü kazanır. Peki,
“Hani nerede hikâyemizin can alıcı noktası?
Nerede başlayacak?” derseniz, onu da
yazı yazmaktaki becerisi resim yapmaktaki
kadar kuvvetli olan Ressam Prof. Dr. Aydın
Ayan’ın anlatısına bırakalım:
“Akademiye geldiğimde, Hayat Dergisi’nde
çıkan haberde gördüğüm o güzel kızın
benim okuldaşım olduğunu fark ettim.
O benim farkımda bile değildi. Benim de
durumum belli; Anadolu’dan gelmiş, bağrı
yanık delikanlıyım o zamanlar. Onu evlendiğimizden
bir müddet sonra, 1980 yılında
Hatay’a ailemin yanına götürdüğümde; ‘Ben
seninle tanışmadan önce resmini görüp
saklamıştım. Paris Şehri Gümüş Madalyası
almış kişi Türkan Göksan annen, yani benim
kayınvalidem’ dedim. Şaşırdı.”
62 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Yaşam Öyküsü
Aydın ile Can’ın arkadaşlıkları 1973 yılında,
akademideki ikinci yıllarında “Resim
Atölyesi” belirleme sırasında aynı hocayı,
yani Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu seçmelerinin
üzerinden geçen iki yıl içinde ilerler. O
sıralarda Aydın’ın İstanbul’da kalacak yer
sıkıntısı baş gösterir. Bedri Bey’in kendilerine
bir yardımcı araması üzerine Kalamış’ta,
Eyüboğlu Ailesi’nin evinde yaşamaya başlar.
Yani o da Kadıköylü olur. 1979 yılında Can
ile olan yakın arkadaşlığı aşka döner, evlilik
kararı alırlar. Ancak nikâh, Romen bandıralı
petrol yüklü bir geminin Moda açıklarında
patlaması ve Kadıköy Evlendirme Dairesi’nin
hasar görmesi nedeniyle 17 Ocak
1980’e kalır. Şahitleri, Türk resminin duayen
ressamları Devrim Erbil ve Neşet Günal’dır.
Can, hayatının ilklerini hep Aydın ile evliliğinden
sonra yaşar. Farklı bir çevrede büyümesine
rağmen her koşula kolaylıkla uyum
sağlayan engin yürekli, alçak gönüllüğü ile
bilmediği, varlığından haberdar olmadığı
bir yaşam biçimini Hatay’da görür. İç
Anadolu üzerinden Hatay’daki köye ziyarete
gittiğinde önce biraz şaşkınlık yaşamış olsa
da tüm aileye kendini sevdirir. Aydın’a “Her
mihnet kabulüm, yeter ki sevgi eksilmesin
bizlerden” dercesine yaşar ve hayatı boyunca
bu değişi güçlü bir şekilde yaşatır.
Can çok iyi bir ressam olduğu kadar, bir kadın
olarak öğretmenliği, anneliği, eş olmayı
bir arada sırtlar ve hepsini de örnek alınası
bir şekilde başarır. O adeta birçok farklı konuda
beceri ve başarı için yaratılmıştır. Kitap
okumak, denizi gözlemlemek ve yüzmek,
onun için sanki bir tür nefes almak gibidir.
Her zaman sosyal ve çok çalışkan bir insan
olur. 1980 yılından 2008’e kadar uzun yıllarını
yoğun bir şekilde sanat öğretmenliğine
adadığı için sanıyorum sanatı eşi kadar tanınamadı.
Kendisi ile yapılan bir söyleşide,
sanatla uğraşmanın saf, bağımsız ve cesur
bir eylem olmasına karşın yalnız bir eylem
olduğunu, kendisinin ise en çok sanatın
herkese açık ve paylaşılır yanını sevdiğini
belirtmiş olsa da bildiğim kadarıyla çok
sayıda resim de yapardı. Bu sözleri belki de
resme arzu ettiği kadar zaman ayıramaması
nedeniyle söylemiş de olabilir.
Sevgili biricik evladı Burcu Ayan Aygen,
annesini tanımlarken “Annem resimlerinde
yalnızdı. Tuval ve kendisi ile baş başaydı.
Sanatta yeterlilik tez konusu olan ‘Otoportre’,
bunun bir yansımasıydı belki de” diyor.
Resimlerinin konuları gerçekçiydi. Çoğu
zaman kendisi, çevresindeki insanlar, ev ve
okul arası gittiği yollardı. Kullandığı renkler,
titiz işçiliği, sabrı, onun resimlerini çok özel
kılan özelliklerdi.
Ben ve eşim Teoman Südor da aynen Can
ve Aydın Ayan çifti gibi Akademi’de, Bedri
Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’nde tanışıp evlenen
beş çiftten biriyiz. Diğerleri ise Ayça &
Devrim Erbil, Hale & Necati Aygen, Sevim &
Feyyaz Yaman...
1975 yılında İtalya’dan döndüğümde, Bedri
Rahmi Eyüboğlu’nun Kalamış’taki evinde
uzun boyu ve çok iri gözleri ile dikkatimi
çeken Can, ismine çok yakışan candanlığı
ile beş yaşındaki yaramaz kızım Telga ile
ilgilenmiş ve benim hasta yatağında yatmakta
olan hocam ve Eren Hanım ile biraz
sohbet edebilmemi sağlamıştı. O sırada
evin bir yerinden çıkıp gelen iki erkek öğrenciden
birisi, gayet kibarca eğilerek bana
epeyce ilginç gelen bir aksanla “Hocam
izniniz olursa bugünkü çalışmamızı bitirdik”
diyerek izin istemişti. Bunlardan birisi de
Aydın Ayan idi.
Can Göksan ve Aydın Ayan’ı daha sonraları,
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu 1975 eylül ayında
kaybetmemizin ardından Eren Hanım’ı
ailece sık sık ziyarete gittiğimizde de 70’li
yıllarında görür arkadaşlık ederdik. Biz
Südor’lar, hayatımızın ve ülkemizin çok çalkantılı
geçen yıllarında mücadele ederken
onlar da evlendi. Aydın’ın Akademi’de asistan,
Can’ın Beyoğlu Fındıklı Lisesi’nde hoca
olmaları üzerinden bir zaman sonra kızları
Burcu dünyaya geldi. Ayan çifti, evlendiklerinden
sonra bir müddet Kadıköy Halitağa
Caddesi ve Merdivenköy’de otursalar da
Can’ın Kalamış aile evine dönüp, 20 yıl
orada yaşamlarına devam ettiler.
Benim İtalyan Lisesi’nde resim öğretmeni
olarak çalışmaya başlamamla beraber
sabahları Can ile vapur arkadaşlığı yapmaya
başladık. Arkadaşlığımız sanat, atölye ve
ev ortamlarında da devam etti. Ta ki Yaşar
Kemal’in dediği gibi; o iyi insanlar, o güzel
atlara binip çekip gidene kadar... Can, biz
dostlarına kızı Burcu ve Aydın’ı emanet edip
aramızdan ayrıldı. Can’ın yalnız anılarda
değil, sanatta da anılması için ailesi
onun adına 2016 yılından bu yana Özgün
Baskı Resim Yarışması düzenliyor. Sevgili
arkadaşımız Can’ın üzerine titrediği kızı
Burcu da aynen anne ve babasının yolunda
yetenekli, çalışkan ve çok donanımlı bir
doçent, sanatçı, akademisyen ve çok iyi bir
anne olmuşken; Can’ın sevgili eşi Aydın,
2019 yılında çok uzun yıllar hizmet ettiği
Akademi’den emekli olduğundan bu yana
Şile Meşrutiyet Köyü’ndeki ev atölyesinde
okuyor, yazıyor, çiziyor, boyuyor. Bu evde
eşinin anıları, resimleri ile düzenlediği müze
gibi mekânı, zaman zaman onu anmak üzere
dostları ile paylaşıyor. Biz dostları, onun
yaşama yetişme çabası ile asla bir adım
bile geri atmadan hayatını sürdürmesini
hayranlıkla izlerken; bugün hayatta olsaydı
Can ile bizlerin hayatını renklendirecek nice
güzel anlar yaşayabileceğimizi düşleyerek
onu özlem, sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 63
Sektör
40 yıllık mazisi olan iki erkek
berberi birleşme kararı aldı...
Şirket birleşmeleri
berberlere de
yansıdı
KADİR TOPRAKKAYA
Ülkemizle birlikte dünyada sık sık gündeme
gelen şirket birleşmelerinin, erkek berberlerine
kadar yansıdığına tanık olmaya
başladık. Hatta bu tür haberlere önümüzdeki
günlerde daha sık tanık olacağımızı da
söylemek mümkün... Bizim haber konumuz
ise Kadıköy’ün iki ünlü erkek berberi markasının
birleşme kararı alması... Yaşanmakta
olan salgın sürecinin beraberinde getirdiği
kısıtlamalarla hiç akla gelmeyecek bir
meslekte bile bu durumun meydan gelmiş
olması, pandeminin ne denli ciddi olduğunu
bir kez daha not etmemizi hatırlatıyor.
BAHARİYE’NİN İKİ ÜNLÜ MARKASI
Haberimize konu olan Akay Barber Shop
ile Yağmur Erkek Kuaförü’nün birleşme
kararı, geride bıraktığımız 2020 yılının son
çeyreğinde alınmış. Bu kararın alınmasında
elbette işlerin yarıdan fazla düşmesi,
masrafların ise yarıdan fazla artmış olması
başlıca etken olarak açıklanıyor.
ERK BARBER SHOP
Birleşme kararı sonrasında Ekrem Akay,
Ramazan Ayyıldız ve Koray Erkocaman’ın
isimlerinin baş harflerinden oluşan yeni
marka, “ERK Barber Shop” olarak belirlenmiş.
Bahariye Caddesi’nde, Kuzu
Kestane Sokağı’nın köşesindeki binada
ziyaret ettiğimiz markanın ortaklarından
Ekrem Akay’a birleşmenin hikâyesini
sorduk. Babası Osman Akay’ın 1963 yılında
Beyoğlu Mis Sokak’ta başladığı mesleği
sürdürme kararını çocukluk yaşlarında
aldığını dile getiren Ekrem Akay; “Salgın
sürecinden inanılmaz derecede etkilendik.
Sadece ekonomik değil, moral olarak
da adeta çöktük. Bu nedenle güçlerimizi
birleştirme karar aldık” dediğinde önce
yadırgadığımız, sonrasında hak verdiğimiz
bu birleşmenin ne kadar doğru ve yerinde
olduğuna karar verdik.
BİR BERBERDEN ÖTESİ
Akay ile sohbetimiz sırasında berberlik
mesleğinin sadece saç kesmeden ibaret olmadığını,
ötesinin de olduğuna bir kez daha
tanık olduk. İnsanların berberden çıkarken
kendilerini daha mutlu, daha güçlü hissettiklerine
ve kendilerine daha fazla güven
duyduklarına vurgu yapan Ekrem Akay; “Her
müşterimizi sanki akrabamız gibi görüyoruz.
Biraz önce bahsettiğim moral çöküntüsü
işte buradan kaynaklanıyor. Yıllardan beri
birbirimize alıştığımız müşteriler, salgın
nedeniyle gelemedi. Saçlarını kendileri
kesmeye çalıştılar, bazıları eşlerine kestirdi.
Hâliyle sonuç olumsuz olunca, bu durum
da başka bir moral bozukluğu kaynağı
yarattı. Neyse ki kararlar yumuşadı ve artık
müşterilerimizle sık sık görüşebileceğiz”
şeklinde konuştu.
Akay Barber Shop ile Yağmur Erkek Kuaförü’nün birleşmesinden doğan ERK Barber Shop’un sayfalarımıza
sık sık konuk olacak üçlüsü Koray Erkocaman, Ekrem Akay ve Ramazan Ayyıldız...
MÜDAVİMLERİ ARASINDA
ÜNLÜ İSİMLER VAR
Ekrem Akay, Ramazan Ayyıldız ve Koray
Erkocaman’dan oluşan ERK Barber Shop’un
müdavimleri arasında, başta Kadıköy Kaymakamı
Dr. Mustafa Özarslan olmak üzere
ünlü isimler de var. Ancak kendilerinden
izin alınmadığı için bunların açıklanmasının
doğru olmayacağını belirtiyorlar. Fakat biz
içeri girdiğimizde, Habertürk’te “Gerçek Fikri
Ne” programının sunucusu Eren Eğilmez’e
de çıkarken denk geldik.
64 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Yaşamın İçinden
Kadıköy’ün en renkli siması;
“ Çayır Güzeli”
Adalet Hanım
PINAR BALTACI
Kadıköy’ün eski simalarından rivayetler güzeli Adalet
Hanım’ın hikâyesini anmak, hepimize eski Kadıköy’ün güzel
günlerini hatırlatacak kuşkusuz. 1970’li yılların Bahariye
Caddesi’nden tüm asaletiyle geçen Adalet Hanım’ı o yıllarda
burada yaşayıp da tanımayan yok. Gerçek hikâyesine dair
kesin bir bilgi olmamasına rağmen yaşamı rivayetlerle kulaktan
kulağa yayılmış bu renkli kadının hayatına yıllar sonra
tekrar dokunmak ve herkesle yeniden tanıştırmak isteriz.
Gösterişli şapkası, uzun elbiseleri, renki makyajı ve uçusan
peleriniyle Kadıköy sokaklarını arşınlayan Adalet Hanım,
nam-ı diğer “Çayır Güzeli”... Özellikle Bahariye’de elinde
para kesesiyle esnafı selamlayan Adalet Hanım’ın akli
dengesini kaybetmesinin altında yatan sebep ise hiçbir
zaman çözüme kavuşamamış. Bu şık giyimi ve İstanbul
hanımefendisi tavrından esinlenen Kadıköylülere göre,
ailesi köşklerde oturan çok zengin bir aileymiş. Daha sonra
evini ve ailesini bir yangında kaybetmiş ve bir uçak pilotu
ile evlenmiş. Eşini de uçak kazasında kaybedince, aklı dengesini
de kaybetmiş. 1959 yılında Acıbadem İkbaliye’de,
eski ahşap bir evde otururmuş.
Her gün Söğütlüçeşme’den başlayıp Altıyol’a, oradan
Rıhtım’a ve sahilyolundan Moda’ya yürüyen Adalet Hanım’a
dair rivayetler bununla da sınırlı kalmamış. “Babası
subaymış, öldürülmüş” diyenlerden tutun da “Atatürk’e
aşıkmış” diyenlere kadar... Ancak Adalet Hanım, hiçbir
zaman anlatmamış gerçek hikâyesini. Birkaç komşu görüşü
ise yıllar önce şöyle yer bulmuş basında:
ZNN Network İllüstratör Ajans Sanatçısı ve İllüstratörler Platformu
Yayınlar Komite Başkanı, İllüstratör Serhat Filiz’in çizimiyle...
ÇOCUKLARA MASALLAR ANLATIYORDU
1959 yılında ilkokula başlayan Mehmet Yelkenci, İkbaliye
Mahallesi’nden komşusu olan Adalet Hanım’ın o dönemlerini
şöyle anlatıyor: “Biz o zamanlar ilkokula gidiyorduk.
Kendisi de eşiyle birlikte eski bir evde oturuyordu. 30 yaşlarındaydı,
akli dengesi yerinde değildi. Eşi diye bildiğimiz
Kadir amca, onun akıl hastanesindeki hasta bakıcısıymış.
Adalet Hanım’ı oradan kaçırmış, mahalleye getirmiş.
Evli olup olmadıklarını bilmiyorum. Kadir amca, bizim
oradaki gazhanede hamallık yapıyordu. Adalet Hanım da
mahalledeki kuyudan su çeker, kovalara doldurur, döke
döke sokaklarda gezerdi. Bazı akşamlar eğer kendini
iyi hissediyorsa biz çocukları bakkalın karşısındaki yere
toplar, masallar anlatırdı. Bir sürü masal biliyordu. Belli
ki iyi bir aileden geliyordu. Bazen İkbaliye İlkokulu’ndaki
çocuklar onu görünce sataşırdı. Onlara hiçbir şey
yapmazdı.”
Adalet Hanım gerçekten neler yaşadı bilinmez, hikâyesinin
sırlarıyla aramızdan ayrılalı çok oldu. Geriye “Kadıköy’ün
Çayır Güzeli” ismiyle anıları ve keyifli anları kaldı. Şimdi
yaşasaydı, güzel bir fotoğrafını çekerdik Moda Burnu’nda;
buna imkân olmayınca güzel bir resmini çizdirdik. Hep
böyle renkli, güzel hatırlansın ve bilinsin diye...
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 65
Duayen
Meslekte
42 yıllık
deneyim
Duayen gazeteci
Haldun Aytı:
Gazetecilik
yürek ister
PINAR BALTACI
Özellikle spor haberciliğinin örnek isimlerinden
Haldun Aytı ile bir ömrü adadığı
gazeteciliği konuştuk. Mesleğini büyük bir
aşk ve disiplinle yapan duayen gazeteci;
“Yeniden dünyaya gelsem, yine gazeteci olmak
isterdim” diyor ve ekliyor: “Bu meslekte
başarının yolu cesaret, çünkü gazetecilik
yürek ister.”
Sizin gibi deneyimli bir isim,
gazetecilik mesleğini nasıl anlatır?
Gazetecilik; doğruyu yansıtmak, dürüst
olmak, taraf olmayı reddetmek, kalemini
satmamak, haklının ve mağdurun yanında
olmak, tehdit ve tahriklere karşı bir kaya gibi
sağlam durmak demek. Bu meslek, en başta
yürekli olmayı gerektirir. Bunu başaran
her meslektaşım, benim için bir kahraman
ve halk insanıdır.
Nasıl geçti bu 42 yıl? Mesleğe başladığınız
ilk günü hatırlıyor musunuz?
Gazeteden içeriye adımımı atar atmaz verilecek
görevi bekledim ve masama oturmak
için sabırsızlandım. Ancak gerçek hayat
hiç de öyle olmadı. Bana yazıları silinmiş
karikatürleri verdiler ve altyazılarını, esprilerini
yazmamı istediler. Çok şaşırmıştım.
“Ben bunun için mi gazeteci olmaya karar
verdim?” diye düşündüm. Küçük bir masa
ve tabure verip, “Burada yaz bakalım” dedi
bir muhabir. Yüzlerce karikatürün altlarını
yazmaya uğraştım ve sabah başladığım işi
akşamüstü bitirdim. Bazıları yazı yazmayı
gerektirmeyecek kadar anlaşılır çizimlerdi
ama diyaloglu olanlarda epey uğraştım.
Sonra sayfa sekreterinden aldığım ilk teşekkür,
bana meslek hayatım boyunca büyük
moral oldu.
Sektördeki deneyimleriniz sanıyorum
güzel anıları da beraberinde getirmiştir.
Okuyucularımız için paylaşabileceğiniz
ilginç bir anınız var mı?
Bu meslekte her gün ilginç bir olayla karşılaşıyorsunuz.
Evden çıkar çıkmaz her an her
şey haber olabilir. Gözlem yapmak, insanları
ve çevreyi izlemek, bir süre sonra rutin
bir görev hâline geliyor. Her gazetecinin
cebinde mutlaka kalem, not kâğıdı, fotoğraf
makinesi ve ses kayıt cihazı bulunmalı.
Spor muhabirliği yaptığım bir dönem, Fulya’da
Beşiktaş’ı takip ediyordum. Maçlara
gidiyor, kâh sahada kâh basın tribününde
karşılaşmayı izliyordum. Maç sonrası röportajlar
ve sıkı bir çalışma... Yine bir karşılaşma
sonrası gazeteye döndüm ve alelacele maçı
yazdım. Ertesi gün çıkacak olan gazetede,
karşılaşmada Şifo Mehmet’in harika bir
futbol sergilediğini yazmıştım. Ancak o
maçta Şifo Mehmet’in kart cezalısı olduğunu
ve oynamadığını yazı işleri müdüründen
öğrendim. Hâlimi düşünün... Üstelik bir
de resmini koydurmuştum sayfaya. Kendi
kendime “Garanti kovuldum” diye düşünürken,
servisteki arkadaşlarım gülerek sadece
isim hatası olduğunu, hatanın farkına varan
66 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Duayen
sayfa sekreterinin durumu düzelttiğini ve
sayfadaki o haberin yeniden yazıldığını
söylediler. Birden sevincimden ağlayayım
mı güleyim mi bilemedim. Tabi yazı işleri
müdürüm yine de cezamı kesti. Beni Beşiktaş
muhabirliğinden aldı ve Fenerbahçe
Spor Kulübü’ne bir ay sürgüne gönderdi.
Sürgüne diyorum, çünkü hiç tanımadığınız
bir takımda ve camiada muhabirlik yapmak
çok zordur. Meslektaşlarım bilirler. Bu
hatam, ilk ve son oldu.
Gerçekten hata kaldırmayan bir meslek...
Sahi bu güzel yıllarda spor dünyasından
hangi isimlerle bir araya geldiniz? Özel
röportajlarınızdan bahseder misiniz?
Birçok tanınmış kişi ile röportaj yapma
imkânı buldum. Politikacı, sanatçı, futbolcu...
Hepsinin ayrı birer yaşantıları ve hayat
görüşleri vardı. Özel hayatlarını anlatmazlardı,
ancak neler yapmak istedikleriyle
ilgili saatlerce konuşabilirlerdi. Dönemin
futbolcularıyla uzun uzun konuşma fırsatım
oldu. Bunun yanında o dönemde çok
takdir edilip, sevilen bir isim olan Beşiktaş
Spor Kulübü Başkanı Süleyman Seba, Koç
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi
Koç, Sakıp Sabancı, Sergen Yalçın, “Sarı
Fırtına” lakaplı Metin Tekin ve diğerleri...
Tabii diğer takımlardan önemli isimlerle de
söyleşilerim oldu. Fenerbahçe eski Başkanı
Ali Şen, Galatasaray Teknik Direktörü Fatih
Terim, yine Fenerbahçe’nin efsane ve efendi
futbolcusu Rıdvan Dilmen, bunlardan
sadece bazıları...
Genç gazetecilere ne gibi tavsiyeler
vermek istersiniz?
Genç gazetecilere buradan naçizane üç
tavsiyem; fikrinizi özgürce savunun, vazgeçmeyin,
kolunuzu kırabilirler ama kaleminizi
asla kırmayın/kırdırmayın, ‘Herkesin bir
fiyatı vardır’ sözüne sadece gülün...
Şimdi inziva dönemindesiniz. Emekli
olduktan sonra nasıl geçiyor günleriniz?
Yaşamımın bu bölümünde yani finalde biraz
dinlenmek arzusundaydım, ancak bu meslek
ruhunuza işlediyse, ki ben öyle hissediyorum,
dinlenirken bile çalışıyorsunuz. Tabii
sürati biraz yavaşlatarak... Hatta tam rahvan
dedikleri bu olsa gerek. Şimdilerde eşime
daha çok yardım ediyor ve torunumla ilgileniyorum.
Sonra bir şiir kitabı yazdım, ismi
‘Poyraz.’ Şimdilerde ise bir tiyatro oyunu
yazmakla meşgulüm. Umarım oynanırken
seyredebilirim. Ayrıca bir kuruluşta da basın
danışmanlığı yapıyorum.
İnsanı ayakta tutan şeylere tutunmakta
fayda var. Küçük de olsa bir şeylerle uğraşmak,
hobiler edinmek, sağlık, huzur ve dost
selamı önemli şeyler... Tüm bunlar olunca
yaşlılık da güzel oluyor tabii. Bugünlerde
kadim dostum Selami Şahin’in tüm şarkılarının
yanı sıra Frank Sinatra’dan ‘My Way’
dinliyorum. Caz müzik favorim...
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Umarım tüm iyi insanların yolu sevgiden
geçerken ben de aralarında bir yer bulurum.
Bu röportaj için Kadıköy Life Ailesi’ne teşekkürlerimi
sunuyorum...
“
Yeniden dünyaya gelsem, gazeteci
olmak isterdim. Ancak daha bilinçli
ve daha çok akademik kariyer
yaparak, başarı yolunun tecrübeyle
açılacağını bilerek, asgari hata ile
zirveyi zorlayan yürekliliği göstererek...
Çünkü bu meslekte başarının
yolu cesaret, bilgi birikimi, doğruluk
ve kalemine sahip olmaktan
geçiyor. Burada benim gazeteci olmamda
çok büyük payı olan, büyük
sevgi ve saygı duyduğum Gazeteci
Fikret Ercan’a teşekkür ediyor ve
ellerinden öpüyorum. Bu camiadaki
tüm büyüklerime ve kardeşlerime
sağlıklı uzun ömürler dilerim.
”
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 67
Kültür Sanat
Dekan Gülveli Kaya’nın makam odası
sanat atölyesine dönüştü
PINAR BALTACI
Sanatın akademik dünya içerisindeki yeri
hep tartışılır. Bu tartışmalarda kimi zaman
sanat, akademiden adımlarca önde çıkar;
kimi zaman da yan yana, kol kola... İşte bu
birlikteliği en iyi dengeleyen okullardan biri
Yeditepe Üniversitesi... Bunda koltuk ve bürokrasi
sevdasını bir yana bırakarak, resim
atölyesini dekanlık odasına taşıyan Prof. Dr.
Gülveli Kaya’nın payı büyük kuşkusuz...
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Dekanı Gülveli Kaya’nın okul binasındaki
dekanlık odası, aynı zamanda bir
resim atölyesi. Dekanlık görevinin ardından
bürokratik dünyanın onu atölyesinden
uzaklaştırdığını hisseden Kaya, çareyi taşınmakta
bulmuş. Bu yeni düzenle beraber
Gülveli Hoca’nın odası makamdan öte
sanatın konuşulduğu, kahvelerin içildiği,
üretimlerin arttığı bir mekân hâline gelmiş.
Gelin bu sıradışı odanın hikâyesine ve Güzel
Sanatlar Fakültesi’ne yenilikler getiren genç
profesörün dünyasına yakından tanıklık
edelim...
“HAYALLERİM ARASINDA
YÜKSEK MAKAMLAR YOKTU”
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’ne
ilk defa 2000 yılında öğretim görevlisi
olarak başlayan Gülveli Kaya, üniversiteyi
ve kariyerini dergimize şu sözlerle anlattı:
“Yeditepe Üniversitesi, sanata önem veren
bir okul. Statükocu davranmayıp, yeniliklere
açık anlayış sergileyen bir kurum olduğu
için bizlere farklı bakış açılarını kullanma
olanağı sağlıyor. Ben 38 yaşında profesör
oldum. 39 yaşımda dekanlık görevi yazı ile
bildirildiğinde, böyle bir beklentim olmadığı
için bir hayli şaşırmıştım. Akademik dünyada
idari anlamda yüksek makamları hiçbir
zaman hayal etmedim. İdealim başarılı bir
sanatçı olmaktı; daha doğrusu inandığım
şeyleri yapmak ve mutlu olmak... Hâlâ onun
peşinden gidiyor, dekanlık görevimi de aynı
vizyonla sürdürmeye çalışıyorum.”
“EŞYALARIMLA GÖZ TEMASI
KURMAK İSTEDİM”
Gülveli Hoca’nın bu vizyonuna gözlerimizle
şahit olduk. Dekanlık odası, bir makam
odasından çok daha fazlası... Atölyesinden
uzak kalmak istemeyen bir sanatçı
refleksiyle ortaya çıkan bu yeni odaya dair
şunları söyledi Kaya: “Dekanlık görevi bana
yazılı olarak bildirildiğinde, benden önceki
dekanımız bu odayı kullanmaya devam
ediyordu. Kendisi ayrıldıktan sonra ben
bir süre giremedim odaya. Çünkü bana
bu tür makamlar hep çok soğuk gelmiştir.
Sonrasında odada hiyerarşi ve statükoya ait
sembolleri kaldırdım. Sebebi, atölyemden
uzak kalmak istemememdi. Buradaki idari
ve akademik işlerin yoğunluğundan dolayı
atölyeme gidemiyordum. Bir gün oradaki
boya ve fırçalarıma uzaklaştığımı hissedince
kendime ‘Ne oluyor, hangisi sensin?’ diye
sormaya başladım. Ben Güzel Sanatlar
Lisesi’nde yatılı olarak okumaya gittiğimde
daha küçük yaşlarda annemi, babamı,
şehrimi, sokağımı ve tüm çocukluğumu
terk etmiştim. Sanat okumak içindi tüm bu
fedakârlıklar... Bu duygularla bir çözüm bulmaya
çalıştım ve atölyemi buraya taşımaya
karar verdim. Gün içerisinde çalışamasam
bile eşyalarımla göz temasımın olmasını
istedim. Bu karar tüm fakülteyi, hocaları ve
öğrencileri çok şaşırttı. Ancak diğer taraftan
rahatlattı da. Fakültemizde çok kıymetli hocalarımız
var. Geliyorlar, oturup çay kahve
içerken spontane bir şekilde resimlerimle ilgili
kritikler yapabiliyorlar. Bu da benim için
68 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kültür Sanat
çok değerli. Normal şartlarda bu isimleri
atölyeme davet edip, yorum alma olanağım
oldukça zor olurdu.”
“İŞ VE YAŞAM AYRI ŞEYLER”
Dekanlık görevine ilişkin düşünce ve duygularını
da paylaşan Prof. Kaya; “Dekanlık
görevi çok önemli, ancak bu görevler bizim
oraya değer kattığımız sürece değerli olan
işler... Eğer kendi değerimizi makamlardan
alıyorsak, burada bir sorun var demektir.
Hatta oturduğumuz o koltuğa ve sandalyeye
dönüşmeye başlarız zamanla. Görev bitince
bir bakmışız, sadece sandalye ve koltuklarla
dostluk kurmaya başlamışız. Ben buna izin
vermiyorum. Bu profesyonel bir iş ama sosyal
varlıklarız ve kültürel dokumuz içerisinde kendimize
has sosyal ilişkilerimiz var. İş ve yaşam
ayrı şeyler. Buradaki statükonun hiç kimse
üzerinde bir baskıya dönüşmesini istemem.
Asistanlarımızın da bu kültürle yetişmesini
istiyorum. Pandemi sürecinde üniversitemiz
içerisinde en fazla hoca sirkülasyonu olan fakülte
bizimki. Hiçbirini okula gelmeye zorunlu
tutmadık, ancak yine de burayı evleri gibi
hissediyor ve çoğu zaman gelerek çalışmalarını
odalarında sürdürüyorlar. Çünkü hepimiz,
bu ikinci evimizde çok mutluyuz” diyerek,
müfredat değişikliklerine değindi. İşte, Yeditepe
Üniversitesi’nin yeni dönemi:
ATATÜRK RÖNESANSINI
DEVAM ETTİREN FAKÜLTE
“Fakültemiz bünyesindeki tüm bölümlerin
müfredatında bazı değişiklikler yaptık.
Özellikle Plastik Sanatlar ve Resim bölümlerinde
biraz daha titiz davranarak; Almanya,
İngiltere, Amerika, Rusya ve Kanada örneklerini
yakından inceledik. Ülkemizde ise Anadolu,
Hacettepe, Mimar Sinan ve Marmara gibi
üniversitelerin programlarını mercek altına
aldık. Elde ettiğimiz çıkarımlar sonucunda
kendimize özgü bir müfredat hazırladık. Hazırlama
aşamasında öncelikle sektördeki dış paydaşlarımızdan
görüşler aldık. Akademisyenler,
koleksiyonerler ve sanatçılarla toplantılar
yaptık. Gelen verileri hem akademik kadromuz
hem de öğrencilerle paylaşarak, münazara
kültürüyle çalıştık. Böylelikle yeni plan, hocalarımızın
uzun münazaraları sonucunda ortaya
çıkmış oldu. Amacımız, her şeyden önce
çevresinin ve dünyanın farkında olan bireyler
yetiştirmek. Üniversitemizin mottosu zaten
tek başına çok anlamlı; ‘Atatürk Rönesansını
Devam Ettiren Üniversite’ Bu mottonun sanat
versiyonunu hayata geçirmeye çabalıyoruz.
Dünyanın farkında olan bireyler; hayvanın,
otun, böceğin, kadının da farkında olacak.
Bu gençler, ileride hangi pozisyona gelirlerse
gelsinler hep bir sanatçının şairane, hümanist,
ozansı gözleriyle bakacaklar dünyaya.”
“KADIKÖY SANATA KUCAK AÇTI”
Marmara Üniversitesi’nde yüksek öğrenimini
gören Gülveli Hoca’ya öğrenciliğinin
Kadıköy’ünü de sormadan edemiyoruz.
İşte bir sanatçı gözüyle Kadıköy: “Şu an
Kadıköy’de yaşamıyorum, ancak bağım
hiçbir zaman kopmadı. Kendimi huzurlu
hissettiğim bir ilçe orası. İstanbul’da merkez
değişti artık, Beyoğlu’ndan Kadıköy’e kaydı.
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde eski dinamizm
ne yazık ki yok. Çünkü bir şeye değer katan
olgular arasında en önemlisi sanattır. Ne
yazık ki bu sanatsal faaliyetler kalmadı ve
böylece ruhu gitti. Sanat ise ona kucak açan
semtlere kaydı. İşte Kadıköy, sanata kucak
açan şehirlerden biri oldu. Bahariye’de
özellikle ara sokalardaki tiyatrolar, sahaflar
oldukça keyif veriyor. Güven sorunu yok
orada, çünkü güvenliksiz insan yok.
KADIKÖY’ÜN ESKİ EVLERİ
SANATINA İLHAM OLDU
Öğrencilik yıllarımda eski bir öğrenci evinde
kalıyordum. Bir gün odamın duvarlarındaki
duvar kâğıtlarını sökmeye başladım ve bu
kâğıtlar bitmek bilmedi. Her gelen, eski
duvarın üstüne yeni kâğıtlar yapmıştı. Her
kâğıt, bir başka insanın hikâyesi gibiydi.
Orada sadece kendimin yaşadığını sanıyordum
ama ne kadar da kalabalıkmış odam
diye düşündüm. Buradan aldığım ilhamla
üniversitede bitirme tezimi hazırlamıştım.
Büyük dev bir duvar yaptım. Yırtık duvarlar,
figürler vardı o sembolük duvarda. Bu da
1999 depremine denk geldi. Depremin
yıkık duvarları ve tahribatla alaka kurmaya
başladı insanlar. O senenin İstanbul Bienali
konusu da ‘Tutku ve Dalga’ idi. O işim, bienal
kapsamında Marmara Üniversitesi’nde
sergilendi ve ben sonrasında benzer işlerle
devam ettim.”
Yeni müfredatlara dair detaylı bilgiler
sunan Prof. Dr. Gülveli Kaya;
“Dört yıllık programlarımızın bir
mantığı olsun istedik. Akademik
olarak bir birikime sahip olsun,
güncel sanatı anlasın, buna dair
üretimler yapsın evet ancak bunların
yanında temel olarak dinleme,
düşünme ve yorumlama kavramları
üzerine yoğunlaştık. Birinci
sınıfta dinleyecek ve söylenenleri
yapacak, ikinci sınıfta bunları
düşünecek ve tartacak, son sınıfa
geldiğinde ise yorumlayacak. Yani
öğrencilerimiz önce bilgi, sonra
fikir sahibi olacak. Müfredatımızın
ana felsefesi böyle” açıklamalarında
bulundu.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 69
Sanat
Şeyma Yılmaz:
Sanat, yürünen uçsuz
bucaksız bir yoldur
VECDİ UZUN
Bu sayımızdaki ressam konuğumuz Şeyma
Yılmaz ile resim sanatının inceliklerinin
yanı sıra genç bir ressam olmanın zorluklarını
konuştuk. Üretirken kendini doğanın
huzurunda bulduğunu ifade eden Yılmaz;
“Gelişmek istiyorsak, toprağın içine dalmalıyız.
Onun için diyorum ki; toprağın içine dik
kendini, filizleneceksin” şeklinde konuştu.
Yaşam ve sanat süreçlerinizi anlatır
mısınız? Sizi resim sanatına yönelten
köşe taşı nedir? Sanat camiasında yer
alma çabanızın temel nedeni nedir?
1997 yılında Karaman’da doğdum. Çocukluğumdan
bu yana yaşadığım toplum, bu
toplumun eğitim anlayışı ve sanata bakış
açısı çok elverişli olmasa da isteklerim
üzerine yoğunlaşıp, bu yolda gitmem gerektiğini
hissediyordum. Üstelik bunu daha
çocuk yaşlarda, bilinçli olmadan yapıyordum.
Yönlendiren, keşfeden biri olmadığı
için uzunca bir süre, lise dönemime kadar
sadece kendimce resimler çizip arkadaşlarına
hediye eden, odasında onlarca defterler
bulunan, fakat hepsinde sadece resimler ve
kişisel gelişim yazıları olan, bunlardan zevk
alan bir çocukluk dönemi yaşadım.
Bilinçsizce gönderildiğim meslek lisesinde
bölüm hocalarımın yönlendirmesi ile ilerleyerek
kendimi buldum. Sanırım kırılma noktam
tam da burasıydı. Artık bilinçli ve ne istediğini
bilen, nereye yürümem gerektiğini bilen biriydim.
Her zaman yürümek isteyeceğim yolda
ve kendimi bulduğum bir alanda yükselme
şansını yakaladım. Kendimi geliştirebildiğim
kadar geliştirmeye çalıştım. Liseden derece
ile mezun olan öğrencilerdendim. 2015
yılında Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi’ne girmeye hak kazandım. 2019
yılında Resim Bölümü’nden mezun oldum ve
aynı yıl ara vermeden yüksek lisans eğitimime
başladım, hâlâ devam etmekteyim. Bir
yere varma kaygımın olmadığını anladığım
noktada, bu yolu kat etmeye başladım. Evet,
bir yere varmak istemiyor, bu yolu yürümeyi
seviyorum. Çünkü sanat varılan bir yer değil,
yürünen uçsuz bucaksız bir yoldur.
Sanatseverlere resimleriniz hakkında
ne anlatmak ister ve resminizi nasıl
tanımlarsınız? Vermek istediğiniz
mesajları yansıttığınızı düşünüyor
musunuz?
Anlam, kişinin görebildiği ve duyumsayabildiği
kadardır. Ruhumun bana göstermek iste-
70 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Sanat
diği şeyi arıyorum; kendime yakın olanı, salt
bir özü... Mistik bir dünya görüşü, ruhumun
huzur bulduğu özgür bir dünya... Bu nedenle,
kendimi doğada buldum ve doğa bana her
zaman huzur verdi. Zihnimi sakinleştirip,
ruhumu açığa çıkardı. Çok şey öğrendim ve
öğrenmeye de devam ediyorum. Doğa benim
ilham kaynağım evet, fakat resimlerimde
kullandığım Lotus (Nilüfer) imgesi, sanırım
benim dünya görüşüm. Resimlerim ilk bakışta
daha çok manzara, peyzaj gibi gözükse
de aslında sembolize edilmiş bir imgenin
ardındaki o gizli potansiyel gücü yansıtıyor.
Lotus, gücü ve ruhsal temizliği temsil eden
bir sembol aslında... Onu farklı yapan ise
bataklıkta yetişen ve asla çamursuz yaşayamayan,
su yüzeyine tezahür ettiğinde tek bir
yaprağında bile çamur bulundurmayan, ışığa
doğru yükselen en temiz bitki olması...
Thich Nhat Hanh’ın bir kitabı var, “No Mud
No Lotus” (Çamur Yoksa Nilüfer Yok) diye,
işte tam da öyle. Hayatımız da böyledir aslında.
Çoğu zaman hemen hepimiz hayatın
çamuruna sıkışıp kalıyoruz. Bu durumda
kaldığımızda hatırlamalıyız ki acı ve zorluk,
o içinden çıkılmaz hâl, durum aslında birer
çamur ve o çamurla doğru savaşırsak,
çamurdan nasıl faydalanacağımızı bilirsek,
güzel nilüferler yetiştirebiliriz. Büyümek için
çamura batmayı göze almalıyız.
Genç bir ressam olmanın
güçlükleri nedir?
Daha yolun başında oluşumuz bence.
Çünkü ileriye yönelik sanat adına çok şey
üretmek, alanımızı genişletmek, sanatçı
camiasına karışıp orada bulunmak isteği
imkânsız değil, fakat zaman gerektiren bir
durum. Henüz üretmekte ve kendini arama
yolunda ilerlediğimiz için kendini tam anlamıyla
bulup, ortaya koymadığını düşünüyorlar.
Zaman geçip de pişip olgunlaştıkça
bu yolda çok değişim göstereceğimize,
teknik ve duygu düşünce olarak gelişeceğimize
inanan yine aynı camiada bunu
düşünen çok sanatçı var. Bu yüzden genç
sanatçı olan bizler, sürekli kendini kanıtlama
yoluna giriyoruz. “Kendimi göstereyim,
ben buyum” diyoruz ama şunu da bilmeliyiz
ki; zaman bize ilaçtır. Bu süreçte bir yere
ulaşma kaygısından çok üretmeye odaklanmamız,
bizim için en sağlıklı olanıdır.
Sanatta özgünlük konusundaki
düşüncelerinizi açıklar mısınız? Sizin
resminizi özgün yapan özellikler neler?
Diğer sanatçılardan farkınız nedir?
Sanatta özgünlük, tam açıklaması bu
olmasa da bir nevi orijinallik ve benzeri
olmayan... Özgünlük en önemli unsurlardan
ve sorunlardan biri, çünkü sanat da bilim
gibi bir bilgi ve bir belge niteliği taşıdığı için
ilerleyen çağlarda gerekli olacaktır. O yüzden
ortaya ne kadar yeni bir şey koyarsak,
o kadar toplumumuz ve kültürümüz için
faydalı oluruz. Benim resimlerimi, sanatımı
özgün yapan, teknikten çok manifestosu.
Yani taşıdığı ve aktardığı anlamın, duygu
birikiminin yansıması...
Bataklıktaki potansiyel, gizil gücün yarattığı
etkilerdir. Teknik açıdan ve girdiği alan ya da
akım açısından diğerleri ile benzerlik gösterebilir
bir sanat eseri ama bu demek olmuyor ki
özgün değil. Bir insan nasıl benzersizse, sanatına
da onu yansıtmalı, kendini çağrıştırmalı.
Mesela örnek verecek olursak, Courbet’in
eserlerindeki o sosyal gerçekçiliği, sade ve
hayatın içinden olan o doğal yaşamı, imzası
veya ismi olmadan yakalayıp, görür görmez
biliriz. Diğer bir örnek Van Gogh... Onun
resimlerini ayırt etmemek imkânsız. O kadar
kendi ve o kadar ismini haykırır ki resim, “Bu
Van Gogh” dersiniz. Fırça darbeleri, teknik
sadece ona aittir. Bu yüzden bir sanatı sanat
yapan yapı taşlarından birisi de özgünlüktür.
Sizi ve sanatınızı etkileyen sanatçılar
kimlerdir? Bu sanatçıların hangi
özellikleri sizde bir etki yarattı?
Benim en başta etkilenip yola çıktığım,
yeşile ve doğaya yönelmeyi bana kazandıran
İngiliz ressam, Neo-klasik ve Romantizm
döneminde eserler veren John William
Waterhouse’dur. İlk yağlı boya resmimi,
bu sanatçının eserlerinden reprodüksiyon
çalışarak yapmıştım. Kadın figürleri çalışan
John William’ın resminin arka planında işlediği,
o beni içine çeken ve adeta büyüleyen
doğa manzaraları, beni yeşil kullanmaya
yöneltir ve her zaman doğaya bir zaafımın
olduğundan beni yakalayıp, içine çekerdi.
Onun yanında Van Gogh’un doğayı betimleyişi,
Claude Monet’in “Gün Doğumu” ve
“Water Lilies” tablolarında kullandığı müthiş
yansımalar beni adeta büyülüyor. Amacım
izlenim, empresyonist bir yolda, müthiş
doğa karşısında sadece gördüklerimi değil,
kendi içimde gördüklerimi de tuvalime
yansıtmak.
Gelecek ile ilgili hedefleriniz nedir?
Gelecek, uçsuz bucaksız bir yol. Ben her
zaman bu yolda yürüyebilmek ve hem
ruhen hem de ortaya koyduğum eserlerle
ışık tutmak istiyorum. Sanatımın üstüne
sürekli yenilerini koyarak sürdürmek temel
amacım. Bunun yanında akademide kendime
yer edinmek istiyorum. Çünkü akademi,
sanatımı üretirken maddi açıdan bana destek
olacağı gibi kendimi bilimsel verilerle
ortaya koymam noktasında da bana katkı
sağlayacak.
Diğer yandan da gerçek bir sanat eğitimcisi
ve bu yolda yürümek isteyen insanlara
öncü olmak, yol göstermek de isterim.
Beni çocuk yaşta ilgi alanım olan resme
yönlendiren biri olmadığı için, gecikmenin
ne kadar acı bir durum olduğunu biliyorum.
Bu yüzden bilinçli bir eğitimci olmak; sığ
düşünceler, kalıplar, zorundalıklardan uzak
bir eğitim sistemini savunup, bunu kazandırmak
tek amacım. Tabii her şeyden önce
ruha dokunarak inanç aşılamak ve insanın
inandığı her şeyi yapabileceğinin mümkün
olduğunu göstermek istiyorum. Toplumsal
baskılardan kurtulup, kazanacağım zaferlerle
ucuz ticaretten ve kıskançlıklardan uzakta
kendimi özgürce sanatıma adamak temel
hedefim.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 71
Sanat
İyilik İçin Sanat Derneği’nden
Kadın temalı sergi
Türkiye’de sanat ortamının gelişimine
katkıda bulunmayı amaçlayan, sergilerden
elde ettiği gelirin tamamıyla sanatçıları destekleyen
İyilik İçin Sanat Derneği, kadınlara
ithafen oluşturduğu seçkiyi 39 Kalamış Marina’da
sanatseverlerin beğenisine sundu.
Evrensel bir değer olan sanatın daha geniş
kitlelere yayılması amacıyla 6 yıldır faaliyetlerini
sürdüren İyilik İçin Sanat Derneği’nin
yürüttüğü projelerinde üretilen eserlerden
Dünya Kadınlar Günü için oluşturulan bir
seçki, mart ayı boyunca ziyaret edilebilecek.
Fisun Kapki,
Özge Günaydın,
Serina Tara...
Buluşmaya ev sahipliği yapan 39 Kalamış Marina’nın
sahibi Münteha Adalı, Ressam Tunay Tunç ve Alba
Prestige Sigorta Kurucu Ortağı Bahar Alpaslan...
İsimsiz - Tunay Tunç...
Tuğçe Peksayar
Zeynep Adalı,
Alpaslan Adalı,
Selin Bozkurt,
Çiğdem Eşrefizade...
KADIN SANATÇILARDAN KADIN
TEMASINA UYGUN İÇERİKLER
İyilik İçin Sanat Derneği’nin bu yıl dördüncü
dönemine girecek olan “Pasajda Bir Yıl”
projesinde yer alan Badem Kübra Kocalar,
Aysun Telli, Tunay Tunç, Seher Bediha Yılmaz,
Cansu Kahraman, Hatice Ahmet, Dilan Demirbağ,
Merve Topuz ve Elif Aydemir gibi genç
sanatçıların yanı sıra Ressam Aslı Özok’un da
eserlerinden oluşan sergi, Dr. Feride Çelik’in
küratörlüğünde düzenlendi. Tamamıyla
72 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Sanat
Havva
Elif Aydemir...
Aynadaki Otoportre
Cansu Kahraman...
kadın sanatçılardan ve kadın temasına uygun
içeriklerle hazırlanan seçki, Anadolu Yakası’nın
sanatla buluştuğu yeni mekânı 39 Kalamış
Marina’da mart ayı boyunca ücretsiz olarak görülebilecek.
Eser fiyatları 1.000 TL ile 15.000 TL
arasında değişen sergiden elde edilecek gelir,
“Pasajda Bir Yıl” projesinde yer alacak dördüncü
dönem sanatçılarına sanat üretim imkânı
oluşturulması ve üretim için gerekli masrafların
karşılanması amacıyla kullanılacak.
“KADINLAR ADETA ÖLÜMSÜZLEŞEREK
İZLEYİCİYLE BULUŞUR”
Sergi ile ilgili düşüncelerini ifade eden Küratör
Dr. Feride Çelik; “İnsanoğlunun yaratılışından
itibaren kadının varlığı hep öncelikli olarak
hissedilir. Tüm kavimlerde, uygarlıklarda,
milletlerde ve medeniyetlerde kadın farklı
olarak konumlanır. Kadınlar bu toplumlarda
savaşçı, bereket tanrıçası, güzellik abidesi
ya da gücün, yenilmezliğin simgesi olur.
İnsanın olağanüstü varlığı olarak tanımlanan
kadının sanat dünyasındaki yeri ve önemi
de büyüktür. Yeni nesil sanatçıların fırçalarından,
farklı malzemelerinden çıkan yaratıcı
sanat eserlerinde güzel, melek, anne, güçlü,
bereketli, iyi ve yardımsever kadınlar adeta
ölümsüzleşerek izleyiciyle buluşur. Anadolu
Yakası’nın sanatla buluştuğu, İyilik İçin Sanat
Derneği sanatçılarına ev sahipliği yapan, yeni
nesil sanatçılara görünürlük kazandırmayı
hedefleyen, sanata değer veren yeni mekân
39 Kalamış Marina’daki bu yeni sergimize
tüm sanatseverleri bekliyoruz” dedi.
Bilim, sanat ve yaşam dolu
etkinlikler Umay’da!
Pandemi nedeniyle eğitim ve etkinliklerini dijital ortamda sanatseverlere buluşturmaya
devam eden Umay Bilim Sanat ve Yaşam Merkezi, mart ve nisan aylarında
da dopdolu. Bu yıl dördüncü yaşını kutlayan merkez, yeni etkinlik takviminde
felsefeden edebiyata, rüya analizinden derin okumaya kadar her yaştan bireyin
ilgisini çekecek güçlü ve derin konularla evlere konuk oluyor.
DR. CAN BATUKAN İLE GILLES DELEUZE’UN YÜZYILI
Université de Paris Post-Doktora Araştırmacısı Dr. Can Batukan,
20. yüzyılın en parlak filozoflarından Gilles Deleuze’u irdeliyor.
Zaman problemi, mekânsallık ve hakikat kavramları ile dolu
“Gilles Deleuze’un Yüzyılı” seminerleri, insanlığın ve gezegenin
geleceği hakkında şaşkınlık ve sürprizlerle dolu öngörüler ve
kavramsallaştırmalara yer veriyor.
DEMİR AYTAÇ İLE RUS EDEBİYATI ATÖLYELERİ
Demir Aytaç’ın eşsiz sunumu, analizleri ve çıkarımlarıyla Rus
Edebiyatı Atölyeleri, önce “Suç ve Ceza”, ardından “Karamazov
Kardeşler” ile devam ediyor. Aytaç, edebiyat tarihine adını kazımış
bu kitaplarla toplumları sosyolojik olarak incelerken, derin
analizleri ile insanlık tarihine ışık tutuyor.
ARŞO KASBARYAN İLE İLK ÇAĞ’DAN GÜNÜMÜZE SANAT TARİHİ
“Sanata ne kadar yakınsak, insanlığımıza da o kadar yakınız” yaklaşımıyla Sanat
Tarihçisi ve Heykeltıraş Arşo Kasbaryan, tarih boyunca insana yakın duran eserlerin
günümüzde hâlâ bireylerde bıraktığı izlerin peşinden gidiyor. “İlk Çağ’dan
Günümüze Sanat Tarihi”, mart ayı boyunca Umay’da.
Feride Çelik, Selin - Bozkurt- Aleyna Günay...
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 73
Fotoğraf
Underground kültüre
göz kırpan fotoğraf
sanatçısı;
Dilan
Bozyel
PINAR BALTACI
Fotoğrafçı Dilan Bozyel’in bol maceralı hayatına bir yerden
dahil olma gayesiyle ulaştım kendisine... Sadece bir fotoğrafçı
değil, aynı zamanda iyi bir yazar ve anlatıcı olan Dilan’ın uzak
şehirlere göz kırpan anlatımıyla fotoğrafların dünyasında kaybolup,
kadrajların ve dolayısıyla yaşamının hikâyesine tanıklık
etmeye hazır mısınız? Söz, Dilan Bozyel’de...
Klasik ama merak edilen bir soruyla başlamak istiyorum.
Nasıl başladı fotoğrafçılık serüveni?
22 yaşındaydım, işletme eğitimi alıyordum İstanbul’da. Son
derece başarısız, vasat, heyecansız bir öğrenciydim. Eğitimimin
üçüncü senesinde silkelenip, daha başarılı olabileceğimi
hissettiğim bir başka meslek arayışına girdim. Okulumu
bıraktım ve hikâye başladı. Kendime, aileme ve dünyaya
sorumluluğumu yerine getiremiyor gibi hissediyordum ve
olumsuz, kontrolsüz anlamıyla yerçekimsiz bir ortamda gibi
hissediyordum. Ağır bir depresyon ile verem oldum. Tıpkı
Yeşilçam filmleri gibi!
Bir yıla yakın evde karantinada tedavi oldum. Bu ev karantinası
dönemimde, gücümü ilaçlarımı almaya ve sanatla
ilgilenmeye yönlendirdim. Şu an çoğu hayatta olmayan kült
sanatçıların eserlerini inceledim. Sanatçıların çektiği, çizdiği
otoportreleri (şimdilerde selfie diye de biliniyor) inceledim. Bir
odada yaşadığım için ve kimseyle görüşemediğim için basit bir
fotoğraf makinesinin zaman ayarlayıcısı ve otomatik moduyla
kendi fotoğraflarımı çekmeye başladım. Fotoğraf çekmek,
otoportrelerimi çekmek, kendimi tanımama ve iyileşmeme
yardımcı oldu. Tedavimin sonunda, bu bir yıl boyunca çektiğim
74 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Fotoğraf
otoportrelerimi hikâyesiyle birlikte bir dosyaya
dönüştürdüm ve o zamanlar Londra’da
yaşayan rahmetli anneannemin yanına
gitmeye karar verdim. Bu dosyayı bir sanat
akademisine, bir de üniversiteye yollayarak
başvuru yaptım. İki yerden de burslu olarak
kabul edilince ve okula başladıktan hemen
sonra akademideki öğretmenim asistanlık
teklif edince, fotoğraf dünyasının içine adım
atmış oldum. Güzel hikâye değil mi? :)
Kendi fotoğraflarını nasıl anlatırsın?
Fotoğraf çekme eylemi senin için
ne ifade ediyor?
Hikâyelerinin altını çiziyorum fotoğraflarımda.
Kompozisyon ağırlıklı çalışıyorum. Bir
fotoğrafımın bir kitap kapağı ya da bir uzun
metraj film afişi hissi yaratmasını istiyorum
hep. İzleyici, kadrajın içinde yolculuğa
çıkmalı. Bu, kadrajı birçok öğe ile doldurmak
anlamına gelmiyor. Işık, kontrast, renk
ve özne bir hikâyeyi oluşturmalı. Bir tiyatro
sahnesi gibi... Dolayısıyla fotoğraf çekme
eylemi, beni bir anlatım biçiminin içinde
tutuyor. Bu da anlatmak istediklerimin,
aktarmak istediklerimin yolunu bulduğum
için beni hayatta tutuyor. Yoksa hep içime
atar, bir balon gibi gerilmiş ve her an uçup,
basınç karşısında zoraki direnen biri hâline
getirirdi beni.
Ölümsüzleştirilecek bir anda senin için
neler olmalı? Kuşkusuz her zaman güzel
olanı fotoğraflamıyorsun...
Karşımda göz olmalı o anda. Bir bakış,
objektifime doğru bağlantı kurmuş olmalı.
Bu cansız nesneleri çekerken de bulduğum
bir şey. İzleyiciyle fotoğraflarımı göz göze
getiren hissiyatın nedeni de bu.
Hikâyesi olan, senin için özel bir yeri olan
fotoğrafını anlatır mısın?
Hikâye odaklı fotoğraf çeken bir seyyah
fotoğrafçıya sorulabilecek en zor sorulardan
biri bu sanırım. Aklıma iki fotoğraf geldi,
biri Mısır’da çektiğim bir çocuk portresi.
Arap Baharı arifesiydi, fotoğrafı çektikten
bir süre sonra çatışmalar arttığı için ülkeye
geri dönmüştüm. O yıl uluslararası bir
fotoğraf yarışmasından “Yılın Çocuk Portre
Fotoğrafı” ödülü aldı o kare. Ben bu ödül
karşısında hiç mutlu olmamıştım, çünkü
çocuğun hayatta olup olmadığını bilmiyorum.
Diğer fotoğraf ise semazen arkadaşım
Alper Akçay’ın 2019 senesinde Ortaköy’de
çektiğim karesi. Aynı yıl Magnum Ajans ve
British Journal of Photography tarafından
düzenlenen “Portrait of Humanity” isimli,
her yıl dünya portrelerinden oluşan kitapta
yer almayı hak kazandı. Sonrası ise daha
heyecan verici! 2020 senesinde uzayda
düzenlenen tarihteki ilk fotoğraf sergisinde
bu fotoğraf da sergilendi.
“Paris-Beyrut Mutluluk Hattı” adlı
kitabını da konuşalım mı? Yazılar,
hikâyeler, Paris ve Beyrut... Harika bir
kompozisyon... Gördüklerimizin dışında
neler var kitapta?
Çok teşekkür ederim bu güzel övgünüz için.
Kitap, bir arayış hikâyesi... Mutluluğu arayan
insanların portreleri yer alıyor. Paris ve Beyrut
ise benim evimi ararken yaşadığım şehirler
arasında en mutlu hissettiğim iki koordinat.
Fotoğrafların siyah-beyaz olması çok önemli
benim için, çünkü akla gelen siyah-beyaz
usta fotoğrafçı ekollerden bağımsız olarak
uyguladığım bir seçim bu. İki farklı şehrin
ortak yönlerini görmemizi sağlıyor siyah-beyaz
dengesi. Portrelerde ifadeler benzer; bir
şey bulunca mutlu olacak arayıştaki insanlar
var kitaptaki fotoğraflarda. Ve yine siyah-beyaz
fotoğraflar, şehrin modernleşme izlerini
saklıyor. Dolayısıyla, zaman algısını ortadan
kaldırıyor. Fotoğraflara eşlik eden notlarım
ise neredeyse hepimizin aklını meşgul eden,
fakat hayat koşturmacası içinde durup soramadığımız
konulardan oluşuyor. Yani okuyucunun
benimle birlikte bu arayış yolculuğuna
çıkmasını dileyerek hazırladım kitabımı.
Dünyayı her detayıyla görmek zorunda
olduğun bir işe sahipsin. Bu bağlamda
İstanbul’da (Kadıköy’de varsa özellikle
bilmek isteriz) en çok nerelere gidiyor ve
neleri görmeyi seviyorsun? Bazen kadraja
basmadan da bakmak geliyor mu içinden?
Kadıköy, benim İstanbul ile ilk buluştuğum
semt. 20 yaşında bu büyük şehire, Diyarbakır
gibi geleneksel ve herkesin birbirini tanıdığı
bir şehirde büyüyüp, buraya yalnız başıma
taşındığımda Kadıköy bana güven vermişti.
Hele ki ilk yaşadığım ev! Tüm çocukluğum
boyunca mektup yazıp yolladığım adresin
hemen arka sokağına, yani Gül Çıkmazı’na taşındığımı
fark ettiğimde gökyüzüne kocaman
gülümsemiştim. Barış Manço’nun evinin arka
Her ay düzenli olarak Kafa Dergisi’nde yeni
bir fotoğraf hikâyesi yazan Dilan Bozyel;
“Kafa Dergisi’ni bir başka üniversite gibi
görüyorum. Hep daha iyisi için kendimi
aşmaya, okuyucuyu da tanımaya çalıştığım,
hayatıma sıkı bir disiplin katan bir öğretisi var
dergi yazarlığımın” diyor.
sokağında yaşamak, beni sanki onunla tanıştırmış
gibiydi ve sanki Barış Abi’ nin himayesi
altında büyümeye başlamış gibi hissetmiştim.
Elbette kültürel olarak da beni çok besledi.
Yine Kadıköy’de yaşayan arkadaş çevremin
zevkli, kültür ve sanat birikimli olması, paylaşımcı
olması ve “arkadaşlık, kardeşlik” kavramının
sanki bir manifesto gibi benimsenmiş
olması, İstanbul’a güvenmemi sağlamıştı. Artık
bir Beyoğlu çocuğuyum. İşlerim gereği bu
bölge daha merkezi olduğu için bu bölgede
yaşıyorum ama her fırsat bulduğumda vapura
atlayıp Kadıköy sokaklarında yürümek; eşe,
dosta, esnafa selam vermek, bana vitamin
gibi geliyor. İstanbul’u tüm değişimlerine rağmen
Kadıköy’süz asla düşünemem. Dilerim
bu canlılığını, enerjisini, gece gündüz güvenli
hissini asla yitirmez ve her geçen dönem
daha da sanat ve kültür odaklı bir semt olarak
devam eder hayatlarımızda.
Neler yapıyorsun bugünlerde, yeni
projelerinden bahseder misin?
Kafa Dergisi yazılarımı derlemekle geçiyor
zamanım, kitaba dönüştürüyorum bütün
hikâyelerimi. Tam bir delilik dönemi yani!
Evde kâğıtlar, kalemler, dosyalar havada
asılı duruyor gibi. Dali’nin kedisiyle birlikte
havada durduğu bir otoportresi var, hatırlar
mısınız? Tam olarak o sahnenin içindeyim.
Kedim de size sevgilerini iletiyor bu arada.
Zamanda ve geçmiş hislerde, düşüncelerde,
anılarda yolculuk yapıyor gibiyim! Zaten
evlerde geçirdiğimiz bu dönemi ancak böyle
değerlendirmeliydim :) Umarım bu kitabım
yayımlandığı zaman tekrar buluşur ve ağırlıklı
olarak yazılarım üzerine de sohbet ederiz.
Diş Sağlığı
Diş eti hastalığı,
Covid-19 ölüm riskini
9 kat arttırıyor!
DT. FULYA ÜÇEM
Hepimiz, vücudumuzu ve savunma sistemimizi
baskı altına alan bakteri ve virüslere
maruz kalıyoruz. Vücudumuz sağlıklı olduğunda
bağışıklık sistemimiz, virüs ve bakterilere
karşı kendini savunulabilir. Ancak
vücudumuzun savunması zayıfladığında,
bağışıklık sistemleri tükendiğinde ağızdaki
normal bakteriler, ağız içerisindeki dokular
üzerinde daha büyük bir zararlı etkiye sahip
olabilir. Bunun ağız içinde artan iltihaplanma,
dişlerin etrafındaki diş eti ceplerinin
artması, artan kanama ve şişlik ile kendini
gösterdiğini biliyoruz. Bu, vücudun savunmasının
zayıflaması nedeniyle oluşuyor.
Son 4 ay içerisinde yayınlanan bazı makalelerde,
diş ve diş eti sağlığı ile Covid-19 enfeksiyonunun
neden olduğu komplikasyonlar
arasında ilişki bulunabileceği bildirilmiştir.
Medical Hypotheses dergisinde yayınlanan
bir makalede, özellikle periodontal hastalıkların
(diş eti hastalıkları) Covid-19 için bir risk
faktörü olup olmadığı sorgulanmıştır.
Yakın zamanda Avrupa Periodontoloji Federasyonu
(EFP) tarafından yayınlanan bir
makalede ise Covid-19 hastalarının eğer diş
etleri ile ilgili rahatsızlıkları varsa, komplikasyon
oranlarının en az 3 kat arttığı belirtilmiştir.
Covid-19 olan 500 hasta ile yürütülen
çalışmada, diş eti hastalığı olanlarda yoğun
bakım ihtiyacının 3,5 kat, ventilasyon ihtiyacının
4,5 kat ve ölüm oranlarının ise 9 kat
arttığı ortaya konmuştur.
Vücutta enflamasyon tespitinde kullanılan
kan markerları, diş eti hastalığı olan
Covid-19 hastalarında, diş eti hastalığı
olmayanlara kıyasla ciddi oranda yüksek
bulunmuş olup, bu değerler diş eti hastalığının
Covid-19 açısından komplikasyon
oranını arttırdığını ortaya koymaktadır. Bu
yapılmış olan çalışmanın sonuçları, ağız
bölgesindeki enflamasyonun koronavirüsün
girdiği vücutta çok daha yıkıcı olduğunu
ortaya koymuştur. Covid-19 komplikasyonlarını
azaltabilmek için alınacak sağlık
önlemlerinde, ağız hastalığımızın önemi çok
iyi bilinmelidir.
Çalışmacılar, yayınlarının sonunda
bu dönemde ağız hijyeninin tam
sağlanmasının önemini vurgulamışlardır.
Eğer yetersiz olan ağız hijyeni artırılmaz
ise, SARS-CoV-2 enfeksiyonu sırasında
ağızdaki bakteri yükünün süper enfeksiyon
için rol alabileceği bildirilmiştir. Dolayısıyla
iyi bir ağız hijyeninin, koronavirüs
nedenli gelişebilecek komplikasyonların
risklerini azaltmada rol alabileceği unutulmamalıdır.
76 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Sağlık
Coronavirüs ile savaşırken
ilişkilerimizde evrildik mi,
devrildik mi?
Her geçen gün hepimiz gözlerimizi kapatıyoruz
ve “Geçen yıl bu zamanlar acaba ne yapıyordum?”
diye düşünüyoruz. Bunu neredeyse
bir yıldır farklı dönemlerde tekrarlıyoruz.
Tatillerimizi, eğitimlerimizi, eğlenmek için
yaptıklarımızı, alışveriş biçimimizi, kısaca her
şeyi gözden geçiriyoruz. Peki ya ilişkilerimizi?
Coronavirüs ile savaşırken ilişkilerimizde
evrildik mi, devrildik mi?
UZM. DR.
Aşk, hayatımızın herhangi bir döneminde
ESRA UĞURLU KOÇER vazgeçemediğimiz en temel duygulardan
Bayındır İçerenköy Hastanesi
biri… Oturup düşündüğümüzde mantıklı bir
ve Bayındır Levent
Tıp Merkezi Psikiyatri Uzmanı neden-sonuç ilişkisine bağlayamıyoruz belki
ama içine düştüğümüzde yaşanmasından
daha mantıklı başka bir şey de düşünemiyoruz.
Aşk, hayatımızda eksikliğini hissettiğimiz eşsiz bir duygu...
Aynı zamanda sanki mutluluğun başlangıcı gibi düşündüğümüz
bir tamamlama davranışı...
PANDEMİDE AŞK BAŞKADIR!
Son bir yıldır pandemi ile birlikte o eşsiz, vazgeçemediğimiz
duyguya neler oldu, pandemi günlerinde aşk ve ilişkiler nasıl
yaşandı? Alınan kararlar, başlayan ilişkiler, biten ilişkiler, birbirini
ilk kez ve samimi şekilde keşfedenler, aslında hiç tanımadığını
düşünmeye başlayanlar, daha çok sevenler, daha çok
nefret edenler... Hayat son bir yıldır her anlamda bizi hazırlıksız
yakaladı. Öyle hazırlıksızdık ki, en yakınımızla birlikte 48 saat
evde zaman geçirmek bile yeni bir deneyim gibiydi.
Birlikte yaşayanlar birbirlerini görmeye, keşfetmeye ve tanımaya
başladılar. İlişkiler, evdeki düzenin değişmesiyle yeniden
şekillendi. İlişkilerdeki sahiplenme duygusu, koruma kollama
içgüdüsü artmaya başladı. Sadece hastalık kapmaktan değil,
sevdiğini kaybetmekten de kaygı duyan kişiler daha özenli,
daha anlayışlı, daha korumacı olmaya başladı. Güven duygusu
arttı birçok ilişkide. Kırgınlıklarını bir tarafa bıraktı insanlar ve
en yakınlarına sıkıca sarılmaya, onarmaya başladılar ilişkilerini.
“SENİ UZAKTAN SEVMEK AŞKLARIN EN GÜZELİ”
Aşk her zaman el ele, göz göze, dip dibe yaşanan bir duygu değil
elbet. Yıllardır dinlediğimiz şarkılar, okuduğumuz romanlar,
şiirler, öyküler hep bize bunu söylemedi mi? Aşk uzak kalmaktı,
aşk kavuşamamaktı, aşk kavuşamayacağını bile bile sevmekti,
yanmaktı, başkasını düşünememekti. Peki gerçekten böyle mi?
Pandemi sürecinde kavuşamayanlar birbirlerini daha mı çok
sevdi, daha mı çok bağlandı veya aşkları daha mı anlamlı oldu?
uçuşlar açılmadı. Arkadaşlarımla vakit geçirdiğim için
değil, evden çıkamadığım için görüşemiyoruz.” Pandemi
öncesi özellikle uzak ilişkilerde sorun hâline gelen pek
çok durum, ilişkilerin normali hâline geldi. Sabır arttı,
kontrol etme isteği azaldı, bir çeşit kabullenme yaşandı.
Aşkta sular duruldu.
SOSYAL MESAFELİ AŞK
Bu süreçte tek başına kalmamak için ilişkisine devam
edenler olduğu gibi bunu fırsat bilip, tek başına kalabilmek
için ilişkisini bitirenler oldu. Uzun süreli ve bir türlü
nokta konulamayan bazı ilişkiler için tam anlamıyla
fırsat oldu. İlişkilerin bir kısmı kendiliğinden bitti, bir
kısmı için de uzaklık bahane olmuş oldu. İlişki kurmak,
iletişimde olmak, dokunmak, sarılmak, gözünün içine
bakmak, aynı havayı solumak, yakın olmak, yakın
hissetmek… Bunlar hayatımızın gerçeğiyken, birden
araya mesafeler girdi ve herkes farklı şekillerde etkilendi.
Sosyal mesafe dediğimiz şey, basit gibi görünen iki
kelimeden ibaret bir tanımlama. Peki herkes için böyle
mi gerçekten? Aylardır sosyal medyadan sürekli mesafe
çağrısı yapıyoruz hepimiz bıkmadan, usanmadan... Acaba
kimler, nasıl etkileniyor üzerine düşünüyor muyuz?
Sosyal mesafe kavramı, yalnız yaşayan kişiler için çok
daha anlamlı bir tanımlama. İşe gidebilmek, akşam
çıkışta arkadaşlarıyla sosyalleşebilmek, bir organizasyona
katılabilmek, konsere, dansa gidebilmek sağlıklı
ve sürdürülebilir iletişim kurma fırsatları doğururken,
birden evden çalışmanın hayata geçmesi ve yasaklar
gelmesiyle tüm alışkanlıklarımız değişmek zorunda kaldı.
Kalabalık ortam kavramının hayatımızdan neredeyse
silindiği bir durumda bulduk kendimizi. Bu da ilişki
kurabilmek için gereken güven duygusunu, güvende
kalma ihtiyacını zorlamaya başladı. “Sen kimsin? Seni
güven çemberime alabilir miyim? Ekrandan güveniyorum
ama seninle yalnız kalabilir miyim?” gibi sorular
zihinleri zorlamaya ve “Tek başıma en azından güvendeyim,
bir süre daha bekleyebilirim ilişki kurmadan”
düşüncesini perçinlemeye başladı.
Uzak ilişki kavramına pandemi ile birlikte yeni bir tanımlama
geldi: mecburi uzak ilişki… Hayatımızda bazı durumlar mecburen
yaşanmaya başladığında ve en önemlisi kişinin tercihi
olmaktan çıktığında çatışmayı azalttığını biliyoruz. “Seninle
buluşmayı tercih etmiyor değilim, pandemi izin vermiyor.
Hafta sonu yanına gelmeyi çok istiyorum ama yasaklar var,
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 77
Nostalji
Kadıköy Çiğdemi
(Colchicum Chalcedonium)
NURETTİN EDİZ
Kadıköy, bir zamanlar bitki açısından oldukça
zengin bir bölgeydi. Çevresindeki dağlar,
tepeler ve çayırlar birbirinden güzel bitki ve
ağaçlarla kaplı olan Kadıköy’deki her evin
bahçesinde de onlarca farklı türde ağaç ve
çiçek bulunurdu. Bilinçsiz yapılaşma, ne
yazık ki birçok bitki türünü hayatımızdan
çıkardı.
Adını bu ağaçlardan alan Söğütlüçeşme’de
söğüt, İncirlibostan’da incir ağacı göremez
olduk. Her bahçenin vazgeçilmezi dut
ağaçları nerede şimdi? Memleketin en güzel
üzümlerinin Erenköy’deki bağlarda yetiştiğine
nasıl inandıralım günümüz gencini?
İstanbul, yaklaşık 2 bin 500 bitki türü ile
çeşitlilik açısından Türkiye’nin en zengin
yerlerinden biri, ancak bunların sadece 58’i
endemik. İstanbul’un endemik tür bakımından
fakir oluşunu, uzmanlar şehrin bitki göç
yolları üzerinde olmasına bağlıyor. Endemik
bitkilerden biri de Kadıköy’ümüzün adını
taşıyan ama neredeyse hiçbirimizin bundan
haberdar olmadığı ve maalesef hiç göremediği
Kadıköy Çiğdemi... İsim babası ise
1861 İstanbul doğumlu bitkibilimci Georges
Vincent Aznavour.
George Vincent Aznavour, çok sevdiği
İstanbul ve Kadıköy’le özdeşleştirdiği
çiğdem çiçeklerinin dışında, karış karış
gezdiği Anadolu’da 1000 bitkiye daha isim
vermiş. Aznavour’un bu gezilerden topladığı
bitkilerden oluşturduğu koleksiyonunda
20 bin bitki türü olduğu biliniyor. Anadolu
florası üzerine 19 kitap yazan Aznavour’un
en önemli çalışmalarından biri, beş ciltlik
“İstanbul Florası” adlı Fransızca elyazması
kitaptır. Fransızca yazılan bu kitap, ancak 48
yıl sonra Türkçeye çevrilmiş.
Aznavour’un Kadıköy’e pek uzak olmayan
tepelerde; Kayışdağı, Aydos Ormanları,
Kartal ve Çamlıca’da yaptığı araştırmalarda
keşfettiği ve bundan ötürü Kadıköy Çiğdemi
adını verdiği çiçeğin Latince ismi Colchicum
Chalcedonicum’dur. Kadıköy Çiğdemi,
ağustos ve eylül aylarında görülür. Maalesef,
Kadıköy Çiğdemi’ni artık Kadıköy’de görmek
mümkün değildir. Ancak doğal kalmış
ve insan etkisinden uzak olan Elmalı Barajı
havzasında görülebilmektedir.
Aznavour’un manüskrisi ve herbiyesi hâlen
Cenevre’deki Conservatoire Botanique’de
saklanmaktadır. 11 Kasım 1920’de yaşama
veda eden George Vincent Aznavour’un mezarı,
Mecidiyeköy Katolik Ermeni Kabristanı’ndadır.
Aznavour, ömrünü yaşadığı topraklara,
doğaya ve bilime adamış bir insan... Eserleriyle
ülkesine büyük katkılarda bulunmuş bu
değerli botanikçiyi, değerini bilemediğimiz,
sahip çıkamadığımız diğer yüzlerce bilim
adamımız gibi saygı ve minnetle anıyoruz.
78 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Moda Caddesi’ndeki yeni kliniğimizde
Kadıköylülerin hizmetindeyiz.
(0542) 231 09 96
dtburcakusanmaz@gmail.com
Caferağa Mah. Moda Caddesi No:109 Kat:1 Daire:1 Kadıköy - İstanbul
Kadın Sağlığı
Jinekoloji alanında uzman isim
Prof. Dr. Erkut Attar,
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ
HASTANESİ’NDE!
PINAR BALTACI
Tıp alanında ulusal ve uluslararası arenada
birçok yeni çalışmayı hayata geçiren Kadın
Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr.
Erkut Attar, artık Yeditepe Üniversitesi’nde...
Yeni evinde çeşitli projelere imza atan Attar,
Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi’nde
Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Polikistik
Over Sendromu ve Hirsutizm Kliniği’nin
temellerinin atılmasına katkıda bulunurken,
aynı zamanda Kadın Hastalıkları ve Doğum
Anabilim Dalı içerisinde kurulan araştırma
laboratuvarında çalışmalarını sürdürüyor.
Diğer taraftan da pelvik ağrı ve endometriozis
konusunda özel kliniklerin oluşturulması
için faaliyetlerine devam ediyor.
Polikistik Over Sendromu ve Endometriozis’in
kadınlarda oldukça sık görülen hastalıklar
olduğunu ifade eden Prof. Dr. Erkut
Attar, toplum ve insan sağlığı açısından her
iki hastalık için de farkındalığın artırılmasının
önemli olduğunu vurguluyor. Gerek
Polikistik Over Sendromu gerekse Endometriozis,
yüksek oranda kısırlığa da yol
açan hastalıklar... Polikistik Over Sendromu,
kadının hem bugününü hem de ileri yaşlardaki
sağlık durumunu ilgilendiren kronik bir
hastalık. Belirtileri karşımıza genel olarak
adet düzensizlikleri, çocuk sahibi olamama,
akne ve aşırı tüylenme şeklinde çıkıyor. Hastalarda
obezite, diyabet ve insülin direnci
gibi bazı ek sorunlar da bulunabiliyor. Erken
dönemde tanı konulup tedavi sağlanmazsa
uzun dönemde diyabet, rahim kanseri, kalp
ve damar hasatlıkları gibi yaşam süresini
ve kalitesini önemli ölçüde ilgilendiren
hastalıklarla da karşı karşıya kalınıyor. Attar,
üreme çağında ya da daha erken dönemde
kendilerine başvuran hastaların kısırlık, adet
düzensizliği, tüylenme, akne ve obezite gibi
güncel sorunlarını tedavi etmekle kalmayıp,
yaşamlarının ileriki döneminde de ortaya
çıkabilecek hayati sorunların önünü alabildiklerini
söylüyor. Polikistik Over Sendromu
hakkında bilgi veren Prof. Dr. Attar, sözlerini
şu şekilde sürdürüyor:
“DAHA ÇOK KISIRLIK
TEDAVİSİ İÇİN GELİYORLAR”
“Polikistik Over Sendromu hastaları, bizlere
daha çok kısırlık yakınması ile geliyor. Bu
süreç içerisinde öncelikli olarak onların
çocuk sahibi olabilmeleri için gereken tedaviyi
yapıyoruz. Hastalık konusunda kadının
bilinçlenmesi, sonraki tedavileri için çok
önemli. Neredeyse bir ömür boyu sürecek
sorunlarıyla ilgili eğitimler verip, onları bilinçlendiriyoruz.
Bu amaçla dünya çapında
isim yapmış, dünya literatürüne önemli kat-
80 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Kadın Sağlığı
kılar sunan
hocalarımızla
beraber
Yeditepe Üniversitesi
Koşuyolu Hastanesi’nde
Polikistik Over Sendromu ve Hirsutizm
Kliniği’ni kurduk. Bunu da multidisipliner
bir anlayışla hayata geçirdik.
Şöyle ki; polikliniğimizde kadın hastalıkları,
endokrinoloji, beslenme ve dermatoloji
uzmanlarından oluşan bir ekibimiz var. Kadıköy’ün
tam göbeğinde olan bu çağdaş ve
özel hastanedeki polikliniğimizin dünyada
çok az örnekleri var. Bugün birlikte çalıştığımız
hocamız Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur,
bu kliniklerin Türkiye’de öncüsü oldu.
Keleştemur, bu konuda dünya çapında
çalışmaları bulunan bir hekim. Şimdi de Yeditepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde
bu kliniği hayata geçirdik. Birimimizde
ekip olarak bilgi üretmeye devam ederken,
laboratuvar çalışmalarımızı ve araştırmalarımızı
da sürdürmekteyiz.”
ENDOMETRİOZİS HASTALIĞININ
TEDAVİSİ MÜMKÜN
Erkut Attar, Türkiye’de kronik pelvik ağrı
konusuna eğilen sayılı isimlerden... Kronik
pelvik ağrının en sık nedeni olan Endometriozis
ile ilgili olarak kariyerinin başından
beri dünya literatürüne önemli katkılarda
bulunmuş. Endometriozis konusunda Yale
Üniversitesi ve Northwestern Üniversitesi
gibi Amerika’daki ünlü merkezlerde uzun
yıllar araştırmacı olarak çalışmış. Prof. Dr. Attar,
yaklaşık 10 kadından birinde görülen bu
hastalıkla ilgili olarak şu görüşleri paylaşıyor:
“Halk arasında çikolata kisti olarak da bilinen
Endometriozis, kadın hastalıkları açısından
oldukça önemli bir konu. Sık görülmesinin
yanı sıra bu hastaların yüzde 30’unda kısırlık
meydana gelebiliyor. Hastalık kadınlarda
kasık, karın ağrıları ve adet sancıları şeklinde
ortaya çıkabiliyor ve zamanla kronikleşiyor.
Erken tanı ve tedavi hâlinde tüm bu rahatsızlıkları
çözmek mümkün. Ancak tedavi
edilmezse basit bir adet sancısı olarak görülebilen
bu ağrılar, ileride kronik bir karakter
kazanarak ciddi sorunlara yol açabiliyor.
Kadının hayat kalitesi ileri derecede düşüyor,
cinsel ilişki sırasında ağrılar yaşanabiliyor
ve çocuk sahibi olmakta güçlük çekebiliyorlar.
Adet sancılarının olduğu dönemde
kadınlar işe gidemiyor. Genç kızlarda ise
adet sancıları maalesef hâlâ normal bir
durum olarak karşılanmaktadır. Oysa ki bu
yakınmaları Endometriozis’e bağlı olabilir.
Bu ağrılar, genç kızların eğitimini aksatıyor ve
sınav başarılarını düşürebiliyor. Depresyon
veya anksiyete ile birlikte görülmesi, durumu
daha da zorlaştırıyor.
Rahatsızlık gerek devlete veya bireye olan
ekonomik yükü gerekse iş gücü kaybına
neden olması bakımından dolaylı olarak
tüm ülkeyi etkiliyor esasında. Bir hasta
kısırlık tedavisi ile bize geldiğinde, bunun
devlete olan maliyeti kabaca hesaplandığında
en az 50 bin dolarlarda seyrediyor.
Çağdaş ülkelerde bu tarz rahatsızlıkların
çok önemsendiğini ve devletin bu konuya
önemli bir araştırma bütçesi ayırdığını söylemek
isterim. Bu hastalıkların erken tanısı
da maliyetleri önemli ölçüde düşürmekte...
Ülkemizde de buna yönelik çalışmaların ve
araştırmaların aynı titizlikle sürmesi şart.
Koruyucu hekimlik çerçevesi içerisinde
yapılan tüm çalışmaların devlete ve insana
olan geri dönüşü çok büyük.”
KLİNİK ALANDAKİ TEK ARAŞTIRMA
LABORATUVARI YEDİTEPE
ÜNİVERSİTESİ’NDE!
Hastalığın beraberinde birçok ek hastalığı
da birlikte getirdiğini aktaran Kadın
Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr.
Erkut Attar, Endometriozis hakkındaki
konuşmasına şöyle devam ediyor: “Hastalık
kronikleştikçe, farklı yakınmalar da ortaya
çıkabiliyor. Huzursuz bağırsak sendromu,
mesane ağrısı sendromu, myofasial ağrılar,
migren, depresyon ve uyku bozuklukları
gibi sorunlar bunlardan bazıları. Özellikle
interstisiyel sistit olarak da adlandırılan mesane
ağrısı, yaşam kalitesini büyük oranda
etkiliyor. Endometriozis konusunda şu an
açıklayamayacağım önemli çalışmaları da
laboratuvarlarımızda sürdürüyoruz. Sonuçlar
çıktıkça bunları açıklayabiliriz. Tüm bu
temel çalışmalar, Yeditepe Üniversitesinde
Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı
içerisinde kurduğumuz çekirdek araştırma
laboratuvarı bünyesinde yürüyor.
Türkiye’de ilk defa klinik bir ortam içerisinde
araştırma laboratuvarı kuruldu. Ben uzman
olarak Amerika’da çalıştığım dönemlerde
üniversite kliniklerindeki sistemin daha çok
bu şekilde işlediğini gördüm. Klinik alanda
bir temel laboratuvar oluşturma fikrini buraya
taşımayı uzun süredir düşünüyordum.
Bunu Yeditepe Üniversitesi’nde hayata
geçirdik, çünkü buranın çok iyi bir temel
bilimler altyapısı var. Hatta uluslararası
standartlarda ilk üçe girebilecek kalitede
ve donanımda moleküler tıpla uğraşan ağır
laboratuvarlar var. Diğer taraftan, Yeditepe
Üniversitesi’nde ortak araştırmalar yapabileceğiniz
çok değerli bilim insanları var.
Klinik ve temel bilimler arasında bu laboratuvarın
köprü görevi görmesini arzuluyoruz.
Önümüzdeki aylar içerisinde buradan dünya
literatürüne katkı sağlayacak çalışmalar
çıkacağına hem inanıyor hem de bunun için
gayret gösteriyoruz.”
İNFERTİLİTE VE TÜP BEBEK KLİNİĞİ VE
LABORATUVARLARI
Her iki hastalık da infertilite, yani kısırlık sorununa
yol açtığı için bebek isteyen hastaların
tedavisi için çok iyi bir infertilite kliniğine
sahip olmak gerektiğini de vurgulayan Erkut
Hoca, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Bu
hastaların bir kısmında tüp bebek tedavisine
de ihtiyaç duyuluyor. İnfertilite Kliniği ve Tüp
Bebek Merkezimiz, bölümümüzün önemli
bir parçası. Kurumsal nitelikte ve yüksek
kalite standartları ile faaliyet gösteriyor.
Diğer taraftan, henüz gebelik düşünmeyen
Endometriozis olgularında, özellikle ameliyat
öncesinde veya yumurtalık kapasitesinin
azaldığı durumlarda, doğurganlığı korumak
için yumurta dondurma işlemleri yapılması
gerekebilir. Doğurganlığı korumak amacıyla
yumurta ve sperm dondurma işlemlerini
kurumsal bir kimlikle ve ileri deneyim ile
yapmaktayız. Sadece Polikistik Over Sendromu
ve Endometriozis hastaları ile sınırlı
kalmaksızın, gebe kalmakta güçlük çeken
tüm diğer olgularda da tüp bebek merkezimiz
yüksek standartlarda hizmet vermekte.”
“Hastanemizin ve laboratuvarlarımızın
dünya standartlarına uygunluğu
konusunda denetim ve belgelendirme
işlemleri, bu konuda tanınan
uluslararası kurumlar tarafından
sürekli olarak yapılmakta. Henüz
daha yakın zamanda A’dan Z’ye
denetlendik. Tüm yönetici kadrolarımız
bu konuda oldukça hassas.
Sadece hastanelerimizin altyapısı
ve faaliyetleri değil, dekanlığımızın
yoğun ilgisi ve emekleri ile tıp
eğitiminin kalitesi de sürekli olarak
denetleniyor.”
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 81
Gastronomi
Anneannenin defterindeki tariflerle
başlayan bir şeflik öyküsü:
HAZER AMANİ
SERAP GÜRSES
Hepimizin öyle ya da böyle mutfakla
bir ilişkisi vardır. Kimimiz anne ya da eş
kimliğimizle doğal olarak evde aşçı görevini
yürütürken, kimimiz ise yemek yapmayı
bir hobi ya da deşarj olma yöntemi olarak
görür. Tabi bir de bu zevkli işi meslek olarak
yapanlar var.
Geçen zaman içerisinde pek çok meslek
gibi aşçılık da değişime uğradı ve şeflik kariyerine
dönüştü. Özellikle TV’lerdeki yemek
programları ve yarışmalar sayesinde giderek
popülerlik kazandı ve deyim yerindeyse
havalı meslekler arasına girdi. Eskiden aşçıbaşı
denince gözümüzün önünde hemen
Yeşilçam filmlerinde rahmetli Necdet Tosun
tarafından canlandırılan, elinde kepçesi,
başında uzun beyaz şapkası ile köşkün içinde
dolanan güleryüzlü, tonton adam imajı
belirirdi. Şimdilerde ise sadece yaptıkları
yemeklerle değil; eğitimleri, yabancı dil
bilgileri, kendilerine özgü şık giyim tarzları
ve cool imajları ile neredeyse sanatçılar ya
da dizi oyuncuları kadar ilgi gören ve merak
edilen şeflerden söz ediyoruz. Bunlardan
biri de ünlü Masterchef Hazer Amani.
Hazer Amani ile Ataşehir’deki restoranı
Fireroom’da bir araya geldik. Bu samimi
söyleşide ilk mutfak deneyiminden Cape
Town’daki aşçılık okulu günlerine, genç aşçı
adaylarına tavsiyelerinden dövmelerine
kadar pek çok konuda sohbet ettik. Magazin
gündemini uzun süre meşgul eden, ünlü
sanatçı Sıla ile biten evliliğini de okurlarımız
adına sorduk kendisine. Ancak Hazer Bey, bu
konuda yorum yapmama üzerine aralarında
bir prensip kararı aldıklarını ve bu karara
sadık kalmak istediğini iletti. Biz de gazetecilik
adına biraz hayal kırıklığına uğrasak da
diğer taraftan bu ilkeli ve beyefendi duruşu
için kendisini takdir etmekten ve “Keşke ülkemizde
biten tüm evliliklerin ardından taraflar
böyle medeni davranmayı başarabilseler”
demekten kendimizi alamadık. Şimdi sizi bu
keyifli röportajla baş başa bırakıyoruz.
82 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Gastronomi
Fine-dining eğitimi almış bir şef olarak,
sokak lezzetleri ve butik fast-food
diyebileceğimiz tarzda üç restoranınız var.
Bu sizin tercihiniz mi yoksa müşterilerin
talebi mi daha çok bu yönde? Türk insanı,
fine-dining restoranlara yeterince sıcak
bakmıyor mu?
Fireroom’u ilk açtığımda böyle bir eksiğin olduğunu
fark ettim. Gurme sokak lezzetlerinin
eksik olduğunu hissettim piyasada. O yüzden
onu tercih ettim, yoksa hâlâ fine-dining restoranlarda
çalışmayı özlüyorum; hatta açmayı
da düşünüyorum bir tane önümüzdeki aylarda.
Karşıda olacak, Arnavutköy veya Bebek
civarlarında. Tabi coronadan dolayı gel-al ve
paket servisine döndü işler ama ortam müsait.
Ha deyince açılmıyor restoranlar... Şimdi
açmaya karar verip, mekânı bulduğumuz
anda iki aydan önce açılmayacak. O yüzden
şimdiden yapmak lazım.
Zaten bu aşılarla da şeklin biraz değişeceğine
inanıyorum. Çünkü gerçekten restorancılık
sektörü büyük darbe bir yedi. En çok etkilenenlerden
biri oldu coronadan dolayı. Yazın
güzel açıldı, güzel güzel işler yaptılar, fakat
kapanan da bir sürü yer oldu. Süreklilik yok
ama ben ümitliyim. Şunu söylüyorum hep
röportajlarda ya da girdiğim toplantılarda,
bu süreci ayakta atlatabilenler yani devam
edebilenler, bu corona illetinden kurtulduktan
sonra çok güzel işler yapacaklar. Çünkü
insanlar bunaldı. Artık restoranlara gitmek,
sosyalleşmek istiyorlar. Kimisi evlerde
toplanıyor da aynı şey olmuyor. Restorana
gidip o servisi almak ile restorandan yemeği
alıp, evde yemek aynı şey olmuyor bence. O
yüzden bakalım, güzel şeyler olacak...
Sizin menünüzde de ilginç lezzetler var.
Mesela sokak lezzetlerinden kokoreç, farklı
köfte türleri, aktif karbonla yapılan siyah
hamburger, tacolar... Bu menü nasıl oluştu?
Valla şöyle ki, ben seyahat etmeyi çok
seven bir insanım. İşlerimden dolayı da
bir sürü seyahat ettim ve hep bu ülkelerde,
şehirlerde, oranın lokal halkının gittiği
mekânlara ya da restoranlara uğramaya,
sokak lezzetlerini keşfetmeye çalışırım.
Açıkçası burayı açmamın en büyük sebebi,
içerisinde “Benim çok sevdiğim, Meksika’da
sürekli tükettiğim tacolar da olsun”, “Bir
yandan İzmir’in kokoreci de olsun”, “Bir
yandan Anadolu’nun farklı yerlerinde yediğim
değişik köfteler de olsun” diye böyle bir
dükkân açmak istedim. Aslında tamamen
bencilce... Genelde gurme sokak lezzetleri
konseptinde diyebiliriz. Yani insanlar daha
mı çok seviyor diyemem ama her gün gidip
fine-dining yiyemezsiniz, fakat her gün gidip
bir burger ya da kokoreç yiyebiliyorsunuz.
İranlı bir baba ve Türk anne ile çift
kültüre sahip bir ailede büyüdünüz.
Güney Afrika, Cape Town’da aşçılık
eğitimi aldınız ve dünyanın pek çok
ülkesine seyahat edip, farklı lezzetleri
deneyimlediniz. Tüm bunların
sonucunda Hazer Amani’nin yemek zevki
ve tercihleri nasıl şekillendi? Pişirmeyi ve
yemeyi en sevdiğiniz yemekler neler?
Çift kültürle büyümenin tabi ki avantajları
oldu. Türkiye’de çok fazla kullanılmayan
birtakım malzemelerin çocukluktan itibaren
eve girip, piştiğini gördüm. Güney Afrika
seçimim de çok iyi oldu. Zamanında Hollandalılar
gelip, sömürgeleştirmişler orayı.
1650’li yıllarda yanlış hatırlamıyorsam ve
gelirken yanlarında Malezyalı köleler getirmişler.
Ne yazık ki köle demek zorundayım,
çünkü zaten o zamanlar kölelerdi, çalıştırılmak
için… Sonra İngilizlerin eline geçiyor.
Onlar da yanlarında Hintlileri getiriyorlar.
Aslında büyük bir Hollanda, Malezya, Hint
ve İngiliz-İrlanda-İskoçya popülasyonu
yaşıyor Güney Afrika’da. Bir de zaten kendi
kültürü ve onun yemek pişirme usulleri
var. O yüzden, hayatımda aldığım en iyi
kararlardan birisi olarak söylerim ben hep;
“İyi ki Güney Afrika’yı tercih etmişim eğitim
olarak” diye… Çünkü demin saydığım
mutfakların hepsini birebir gördüm. Bir İrlandalıyla
da Hintliyle de çalıştım. Hintli bir
anneannenin o körileri nasıl yaptığını, nasıl
malzemeler kullandığını da gördüm.
O yüzden o konuda çok şanslıyım.
Buna bir de Türk kültürü ve İran kültürü
eklenince... Bizim mutfağımız da Anadolu
mutfağı olarak baktığınızda birçok kültürün
eklenmesiyle oluşmuş; yani Arap mutfağı da
var içerisinde, Süryani, Çerkes, Rum mutfağı
da var. Bunların hepsinin bileşimi... Tabi
yemek pişirme teknikleri olsun, yemek zevki
olsun, bana bayağı geniş bir yelpaze yarattı.
Yapmayı en sevdiğim yemek de o gün nasıl
kalktıysam, o olabiliyor. O gün canım çok
fazla bir Hint körisi yapmak istiyor, o gün
onu yapıyor ve çok eğleniyorum. Bir gün
taze makarna yapmak istiyorum. Bir gün
canım Çin yemeği yemek istiyor, onu yapıyorum.
En sevdiğim yemek olarak söyleyemem
ama güzel yemek yapmayı seviyorum.
Yani siz de hep aynı şeylere bağlı
kalanlardan değilsiniz anladığım
kadarıyla. Burcunuz ne bu arada?
Akrep.
Sizden bir akrep enerjisi geliyordu zaten.
Sosyal medya paylaşımlarınızda da hep
ateş, siyahlar, kırmızılar… İnternette
oğlak burcu olduğunuz yazıyor.
Hatta ben şaşırmıştım, hiç oğlağa
benzemiyorsunuz çünkü…
İnternette doğum tarihimde 1 Ocak 1977
yazıyor. O yanlış bir bilgi ve herkes de onu
biliyor. Oysa ki 16 Kasım 1975 doğumluyum.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 83
Gastronomi
Her şefin mutfakta farklı bir yüzü var.
Kimisi mesela çok disiplinli ve sert
olabiliyor. Ekibi bir nevi tir tir titriyor.
Hazer Amani mutfakta nasıl biridir?
Ben öyle çok sert değilim ya da tatlı sertim
diyelim. Hata yapıldığında falan öyle bağıran
çağıran, ortalığı birbirine katan insanlardan
değilim. Ancak hata tekrarlanırsa, o artık hata
olmaktan çıkıyor ve kasten bir şeymiş gibi
oluyor. Tekrarlandığı zaman kendimi kaybettiğim,
bağırıp çağırdığım da olmuştur.
Yeni restoranınız Zekiye’yi de bu arada
açmışsınız. İsmine bakacak olursak,
mevcut “Fireroom”lardan çok daha
farklı bir konseptte hizmet verecek
diyebilir miyiz?
Zekiye’yi ikinci yasaklar gelmeden hemen
önce açmıştık. Şu anda paket servisi olarak
civardaki çalışanlara hizmet veriyor. Açıldı
yani, gayet de memnunum açıkçası. Birazcık
aslında kadın eli değmiş esnaf lokantası
gibi diyebiliriz buraya. Bir esnaf lokantasında
yapılan yemeklerin en kaliteli malzemelerle,
zeytinyağıyla, fındık yağıyla yapıldığı
bir lokanta. Çeşitli tatlılar, sulu yemekler, et
yemekleri, ızgara köfteler var. İran mutfağını
da ben ara sıra yapıyorum ama her zaman
olmuyor. Ben gelip menüye koyabiliyorum.
Özel sipariş olabiliyor veya benim canım
yemek istiyor, kendim yapıyorum ve o gün
menüye koyabiliyorum.
Zekiye ismi de nerden geliyor? Benim anneannemin
adı... Ben mutfağa ilk onunla
girip, onun tarifleriyle çeşitli yemekler
yaptığım için bu ismi seçtim. Anneannem
Kayseri, Develili...
Çocukluğumdan itibaren bizim evde yağlamalar,
mantılar, yaprak sarmaları vardı. Ben
de işte anneannemin yaptığı kadınbudu
köfteler gibi lezzetlerden ne varsa hatırladıklarım,
onları burada da sunuyoruz.
Sizde mutfak sevgisi böyle mi başladı?
Öyle evet… Ben Ankara TED Koleji mezunuyum.
Çoğu zaman saat üç civarı çıkıyordum
okuldan. Eve gittiğimde evde kimse yok
zaten, yiyecek bir şey de bulamıyorum. Ondan
sonra anneannemin defterini karıştırıp,
oradaki tariflerden poğaçalar, böreklerle
falan başlayıp, sonra “Ya ben bu işi ne kadar
sevdim” dedim. Sonra zaten profesyonelliğe
döktüm, hobi olarak yaptığım işi.
Avrupa’da ve dünyada turistlerin
sadece iyi yemek yemek ve tadım
deneyimleri yaşamak için ziyaret ettiği
gastronomi şehirleri var. İspanya’daki
San Sebastian gibi... Biz ülke olarak çok
lezzetli yemeklere ve özgün bir mutfağa
sahip olmamıza rağmen neden bunu
başaramıyoruz? Mesela Gaziantep, bir
San Sebastian olamaz mı?
Yani olabilir tabi ama Gaziantep’e baktığınız
zaman, bu gastronomi turizmine meraklı insanlar,
bunu yemeli içmeli yerlerde yapıyor.
Yani gittiği zaman adam bir yemek yiyorsa,
onun yanında bir şarabını da içmek istiyor
veya ona uygun olabilecek ne bileyim,
Adana’ya gittiyse rakısını da içmek istiyor.
Biz aslında onu çok fazla sunamıyoruz. Yani
Urfa olsun, Antep olsun, Elazığ olsun çok
güzel yemekler yapılıyor buralarda ama onu
destekleyecek ve global turiste hitap edecek
restoranlar da çok fazla yok. Yani adam
geliyor, tadına bakıyor ve gidiyor. Sonuçta
siz bir restorana gittiğinizde, bir şişe şarap
açıldığında, onun sohbeti falan derken
nerden baksanız en az bir-bir buçuk saat o
yemeğiniz sürer. Fakat bir kebap söylediğinizde,
kebabınızı on beş dakikada yiyorsunuz,
yani aslında çok fazla da bir deneyim
sunamıyorsunuz o insana. Sadece karnını
doyuruyorsunuz.
Tanıtımda eksiğimiz var mı?
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çeşitli faaliyetleri
var, gastronomi turizmini dünyada
yaymak için. Bundan iki sene önceki 3.
Turizm Şurası’na ben de davetliydim.
Cumhurbaşkanımız kendisi söyledi; “Artık
gastronomi turizmini de çok ön planda tutup,
bununla ilgili de çalışmalar yapacağız.
Ülkemizin turizmine katkı sağlayacağız bu
şekilde” diye. Yani çalışmalar yapılıyor ama
tabi 2020 yılının neredeyse üstünün çizilmesi
ve pandemi, birtakım şeylerin dönüşünü
zorluyor. Bakalım önümüzdeki sene turist
gelecek mi? Onu bile bilmiyoruz.
Son yıllarda TV’lerdeki yemek
programları ve yarışmalar sayesinde
üniversitelerin gastronomi bölümleri
en çok tercih edilen bölümler arasına
girdi. Bu alanda yetişmek isteyen
gençlere tavsiyeleriniz neler? Piyasada
fark yaratan, iyi bir şef olmak için neleri
göze almaları gerekiyor?
Valla bir kere çok çalışmayı kesinlikle göze
almaları gerekiyor. Bizimki fiziksel olarak
güç isteyen, aynı zamanda kafa olarak güç
isteyen bir meslek olduğundan dolayı...
Uzun saatler çalışıyoruz, çalıştığımız ortamlar
rahat ortamlar değil. Yani bir ızgaranın
başında 6-7 saatini geçirebiliyorsun, ellerin
kolların yanarak... Gerçekten iyi bir aşçı
olmaları için yaptıkları mesleği çok sevmeleri
lazım ki vazgeçmesinler. Çok vazgeçen
insan oldu. Benim okulda beraber okumaya
başladığım ama ikinci senesinden sonra
“Bu iş bana göre değil, ben bu işi yapmayacağım”
diyen... Boşuna zaman kaybetmesinler
yani. Stres var çünkü, zamanla yarışıyorsunuz.
En kısa zamanda en lezzetli şeyi
yapmaya çalışıyorsunuz. Onun stresi var.
84 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Gastronomi
Herkes hafta sonu için planlar yaparken, siz
hafta sonları daha çok çalışacağınızı biliyorsunuz.
Herkes bayram tatilinde, yılbaşında
planlar programlar yaparken, tatile yurt
dışına giderken siz daha çok çalışıyorsunuz.
İnsanlar mesaisinden evine döndüğünde
sizin daha mesainiz yeni başlıyor. Açıkçası
o yüzden sosyalleşme ihtimaliniz sadece
kendi mesleğinizden insanlarla oluyor,
o da kısıtlı oluyor. Kolay bir meslek değil
ama gerçekten seviyorlarsa bu işi, yemek
yapmayı, aşçılığı, o zaman başarılı olurlar,
fark da yaratırlar.
Ben mesela okurken, bir yandan da çalışıyordum.
Gündüzleri çok yoğun bir programım
vardı. Gündüz okuyordum, sonra
atlıyordum, ilk başlarda araba almadan
önce trene, bir saat trenle yol gidiyordum.
Ondan sonra restoranda hazırlığa başlıyordum.
Akşam servisimi veriyordum. Saat on
iki, bir gibi de eve dönmüş oluyordum. Ertesi
sabah kalkıp, tekrar okula geliyordum.
Bu bana neyi sağladı? Diğer arkadaşlarım
mesela bir hollandez sosunun nasıl yapıldığını
derste yeni görürlerken, ben zaten 50
kere yapmıştım bunu.
Masterchef’in 2018 sezonunda üç jüri
üyesinden biriydiniz. Yarışmadaki
performansınız ve duruşunuzla çok
seviliyordunuz ve oldukça fazla fanınız
vardı. Sonraki sezon sizi kadroda
göremeyince çok hayal kırıklığına
uğrayanlar olmuştu. Hayranlarınız bunu
hâlâ merak ediyor. Masterchef’e neden
devam etmediniz?
Öyle gerekti. Bu kadar...
Sadece şefliğinizle ve lezzetli
tariflerinizle değil; ilginç giyim tarzınız,
dövmeleriniz ve cool imajınızla da çok
konuşuluyorsunuz. Hiç dizi ya da film
teklifi aldınız mı?
Kısa bir filmde oynadım zaten. Sevgili Umut
Evirgen’in yönetmenliğini yaptığı bir kısa
film, “İyi Yemek Öldürür” diye. Orada bir
yemek eleştirmeni rolündeydim. Birkaç
tane diziden de böyle şeyler geldi ama çok
da tercih etmedim açıkçası. O bambaşka bir
dünya... Birkaç tane diziye kendim olarak
konuk oldum ama tutup da yani birebir
oyuncu olarak ı-ıhh… Çok tercih etmedim
ama güzel, inandığım bir film projesi olursa
neden olmasın.
İnsanın yaptırdığı her dövmenin,
yaşamındaki önemli olaylardan ve
kişilerden bir iz taşıdığı söylenir. Siz de
son dönemde iki yeni dövme yaptırdınız.
Bir tanesi için “Cemal Süreya’nın
dizeleri” dendi, sonra “Hayır değil”
dendi. Bu da ayrıca bir edebi tartışmaya
dönüştü ve çok yazıldı, konuşuldu.
Bu dövmelerle birine gönderme mi
yapıyorsunuz?
Bir tane deli bir kuyuya taş atıyor, ondan
sonra elli kişi onu çıkartamıyor. Benim 16
yaşımdan beri dövmelerim var ve yaptırmaya
da devam ediyorum. Tutup da birilerine
bir gönderme olarak niye insanlar algılıyor,
onu da bilmiyorum. Herhalde 20 tane dövmem
vardır. Bu bir alışkanlık... Ben seviyorum,
estetik geliyor bana insan vücudunda.
Zaten çizime ve resme de meraklı olduğum
için hoşuma gidiyor. Resim de yapıyorum,
karakalem ve çivit kullanıyorum. Dövmelerimin
çoğunu da ben çizdim zaten.
Peki takılarınız... Şu anda taktığınız
yüzükler de çok enteresan mesela.
Kendiniz mi seçiyorsunuz, özel mi
tasarlatıyorsunuz?
Özel tasarlattığım yer de var, yurt dışından
da alıyorum. İşte bir yerde bir şey gördüğüm
zaman, güzel şeyi kaçırmıyorum. Biraz da
meraklıyım. E süslüyüm herhalde biraz, öyle
diyelim. (Gülüşmeler)
Son olarak, corona pandemisiyle
birlikte yeme-içme sektörü de zora
girdi. Sizce bundan sonra yeni bir
dönem mi başlıyor? Dışarıda yeme
anlayışı değişime mi uğrayacak? Yoksa
pandeminin bitimiyle birlikte her şey
kaldığı yerden devam eder mi?
Her şey kaldığı yerden devam eder. İnsanlar
artık hijyene, birtakım uyulması gereken
kurallara daha fazla uyacaklar. Ancak bence
her şey kaldığı yerden devam edecek ve
tam tersine ayakta kalabilenler ihya olacak.
Ama bu aşıların da her şeyin de bitmesi
gerekiyor. Kendilerine dikkat etsinler, mümkün
olduğunca insanlarla fazla sosyalleşmesinler
ki şu illetten bir an önce kurtulalım
ve normal hayatlarımıza artık geri dönelim.
Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz,
yeni restoranınız için de şimdiden
başarılar diliyoruz.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 85
Ayşe Tunaboylu:
Kadıköy’de
yaşamaktan
çok mutluyum
Müzisyen Atilla Yelken:
40’ından sonra
saz çalınır da 70’inden sonra
sanayici olunmaz mı?
Serpil Barlas’ın hayatı
dizi oluyor
Life Magazin
Ayşe Tunaboylu:
Kadıköy’de yaşamaktan
çok mutluyum
PINAR BALTACI
Tiyatro sahneleri ve televizyonun tanınan
simalarından Ayşe Tunaboylu ile biraraya
geldik. Evde geçen pandemi döneminin
ardından yeni dizisi “Kefaret” ile tekrar
ekranlara dönen Tunaboylu’yla dizinin yanısıra
Kadıköy’ü, sanatı ve tiyatroyu konuştuk.
Öncelikle pandemi sürecini soracağım.
Nasıl geçirdiniz bu karanlık dönemleri?
Pandeminin Türkiye’de görüldüğü 10 Mart
2020 tarihinden itibaren oyunumuz ve
dizi çekimlerim de durdu maalesef.
Yaklaşık 4 ay çok zorunlu olmadıkça
evden çıkmadım ben de. Bol kitap
okuyarak, canlı Instagram sohbetlerini
dinleyerek geçti günlerim. Eylül
ayında “Yeni Hayat” dizisi çekimlerim
başladı. Ekim sonu gibi o proje
son buldu. Aralık sonunda “Kefaret”
dizisine dahil oldum. Aralık
ayından beri de kesintisiz olarak
çalışmaktayım. Sette pandemi
önlemlerimiz oldukça yeterli.
Yeni diziniz Kefaret’i ve rolünüzü anlatır
mısınız? Nasıl geçiyor set günleriniz?
Kefaret dizisi, Zülfü Livaneli’nin “Konstantiniye
Oteli” kitabından bir uyarlama.
Oynadığım Ayşe karakteri, polisiye roman
yazarı Sabri Bey’in emektarıdır. Sabri
Bey’in kızı olan Sude’nin hem bakıcısı hem
de eğitmenidir bir anlamda. Sabri Bey’in
ölümünden sonra, birtakım olaylar nedeniyle
kızı kaçırılan Zeynep’le yolları kesişir.
Zeynep kaçırılıp, 5 yıl sonra bulduğunu
sandığı Sude ile Sabri Bey’in evine yerleşir.
Ayşe, Sabri Bey’in yarattığı, yaşattığı bir sürü
yalanın içinde kalmıştır. Sude’yi de torunu
gibi çok sevdiğinden, her şeyi sır gibi saklamaya
çalışmaktadır. Emektar, sırdaş, iyi
niyetli bir kadındır Ayşe...
Set çalışmaları son derece yoğun
ama bir o kadar da güzel geçiyor. 6
günde 1 bölümü bitiriyoruz. Ekibimiz,
her zaman bulunamayacak
bir sinerjiye sahip. Başta yönetmenlerimiz
olmak üzere, tüm
oyuncu ve ekip arkadaşlarımızın
uyumu harika. Böyle bir ekiple
çalışıyor olmak, benim için
mutluluk verici…
88 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Life Magazin
başta bu gözlem ve analiz yöntemini kullanıyorum. Ve
en önemlisi, “Bu rol kişisinin yerinde olsaydım, ben nasıl
davranırdım?” sorusuna cevap ararım.
Okuyucularımız ile unutamadığınız bir set anınızı
paylaşır mısınız? Sanıyorum sayıca fazladır, ancak
ilk aklınıza geleni dinlemek isteriz...
Devlet Tiyatrosu’nda bilfiil 25 yıl, dizi setlerinde de 21 yılı
doldurdum. Tabii ki acı, tatlı birçok anım var. Ancak ben
sette olan, hiç unutamadığım çok tatlı bir anıdan söz
edeceğim. “İffet” dizisinde çalışıyorken bir gün, sabah ilk
sahneme gireceğim. Deniz Çakır’la ikili bir sahnemiz vardı.
Sete alındım, her şey hazır, “3-2-1 kayıt” dendi. Ben tam
rolümü canlandırmaya başlayacaktım ki aniden karşıma
mumlarla süslenmiş büyükçe bir pasta çıktı. Herkes doğum
günü şarkısını söylüyordu sette. Doğum günümün bu
şekilde kutlanmış olması, unutamadığım güzel anılarımdan
birisidir.
Bugün size yeniden bir yaşam ve meslek seçme şansı
sunulsaydı, yolunuzu farklı bir yöne çevirir miydiniz?
Dünyaya bir daha gelsem, yine oyuncu olurdum. Oyunculuğun
bana kattığı çok şey var ve mesleğimi çok seviyorum.
Pandemi sürecinden evvel sahnelenen “Kum Taneleri”
oyununu da dinlemek isterim. Nasıl bir oyun?
“Kum Taneleri” oyunumuz, iki kişilik bir oyun. Aslı İçözü ile
paylaşıyorum sahneyi. Ali Kemal Güven’in yazıp, yönettiği
bir oyun. İki çocukluk arkadaşının, aradan 20 yıl geçtikten
sonraki karşılaşmalarını konu alıyor. Yazarın kaleminin
ustalığı ile oldukça naif, dokunaklı bir oyun bana göre…
Çok da severek oynuyorduk. Umarım bu oyunla yeniden
seyircimizle buluşabiliriz.
Ayşe hanım, sizi ekranlarda ve tiyatro sahnelerinde çok
sık görüyoruz. Birbirinden güzel rollere hayat verdiniz.
Bu bağlamda sizin için özel yeri olan bir rolünüzü
anlatır mısınız? Hani hiç unutamadığınız....
Bugüne kadar tiyatro ve dizilerde canlandırdığım rollerin
hepsi birbirinden kıymetli. Ama en çok derseniz, “Aliye”
dizisindeki Hasibe rolümün yanı sıra tiyatroda da Gorki’nin
“Ayaktakımı Arasında” adlı oyununda Kvaşniya isimli rolümün
ayrı bir yeri var benim için.
Yıllar önce bir röportajda hizmetçi rollerinin tercih
edilen isimlerinden olduğunuzu ifade etmiştiniz.
Kefaret’teki yeni rolünüz de öyle… Televizyonda
oyuncuya benzer rollerin gelmesi durumunu
nasıl yorumluyorsunuz? Siz bu rolünüze nasıl
hazırlanıyorsunuz?
Aliye’de oynadığım emektar hizmetli rolü o kadar dikkat
çekti ki, sonraki dizi projelerindeki rollerim de çoğunlukla
bu ve buna yakın roller oldu maalesef. Bu konuda oldukça
rahatsızım aslında ama bazen seçme şansım olamıyor.
Oysa ki ben tiyatro oyuncusuyum ve her rolü kolaylıkla oynayabilirim.
Mesela bir avukat, psikolog vb… Bir oyuncunun
bir rolü yaratmak için kullandığı en önemli araçlardan
biri gözlemdir. Yorumlayacağım role hazırlanırken, en
Ayşe Tunaboylu neler okuyor ve izliyor bugünlerde?
Sizden güzel bir liste alabilir miyiz?
Şu sıralar kişisel gelişim kitapları okuyorum
çoğunlukla. Dr. Joe Dispenza’nın yazdığı
“Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak”, Penney
Peirce’nin yazdığı “Frekans” kitapları,
bu aralar başucu kitaplarım. Dizi olarak
da BluTV’deki Saygı”yı izliyorum vakit
bulabildiğimce… YouTube’da Mistik Yol
ve Evrim Balıkçı’yı takip ediyorum. Onların
önderliğinde bol bol meditasyon yapıyorum.
Hepsini hararetle öneririm.
Ayşe hanım, son kez bize kendi
Kadıköy’ünüzü anlatır
mısınız? Kadıköy’de en çok
nerelere gitmeyi seviyor
ve nerelerde vakit
geçiriyorsunuz?
Aslında Üsküdar doğumluyum.
Daha 7, 8
yaşlarımda Salacak’ta
Kız Kulesi’ne karşı
yüzmeyi öğrendim. Şimdilerde
ise Erenköy’de
yaşıyorum. Çok da
mutluyum Kadıköy’de
yaşamaktan. Boş
zamanlarımda sahilde
bisiklete binmek,
yürüyüş yapmak
ruhuma çok iyi geliyor.
Deniz kenarında oturup
kitap okumak ve müzik
dinlemek vazgeçilmezim.
Kadıköylü olmak, benim
için bir ayrıcalık. Kendimi
şanslı hissediyorum bu
açıdan…
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 89
Life Magazin
Müzisyen Atilla Yelken:
40’ından sonra saz çalınır da
70’inden sonra sanayici
olunmaz mı?
Koronavirüs sebebiyle koroları kapalı olan,
sahne çalışması yapamayan ve 56 yıldır bu
sektörde emek veren sanatçı Atilla Yelken’le
pandemi sürecinin müzik sektörü üzerindeki
olumsuz etkilerini konuştuk.
Atilla Bey, uzun bir süredir sahneler ve
müzik hayatı durdu. Bu süreç sizi ve diğer
müzisyenleri sosyal ve ekonomik yönden
nasıl etkiledi?
Hepimiz dünyaya bir tek ömür yaşamak için
geliyoruz. İnsanca ve huzur içinde yaşamak
istiyoruz. Bir meslek seçiyoruz ve o mesleğe
ömür veriyoruz. Ben müzisyenliği seçtim,
çünkü gençlik yıllarımda başlayan bir
tutkuydu bende müzik. Kalbimin sesini dinledim
ve 56 yılımı sahnelerde geçirdim. Bu
mesleğin zor yanlarını anlatmayacağım, şu
anki meselemiz bu değil. Konumuz, bugüne
kadar hiç yaşamadığımız bir süreçten geçiyor
olmamız. Hiç bilmediğimiz bir durumla
karşı karşıyayız. En çok etkilenen sektör
bizimki... Arkadaşlarımızın çoğu o kadar zor
durumda ki, tüm umutlarını tükettiler ve ne
yazık ki enstrümanlarını satmaya başladılar.
Başka ne gibi sorunlar yaşandı
bu dönemde?
Bazıları çaresizlikten intiharı seçiyor, gencecik
yaşamlar sonlanıyor. Bu çok acı... Müzik
aletleri satan dükkânlar ve müzikli mekânlar
bir bir kapanıyor. Bu sektör sadece
müzisyenlerden oluşmuyor. O mekânlarda
çalışan aşçısı, bulaşıkçısı, garsonu, komisi,
tesisatçısı, sesçisi, temizlikçisi, güvenlikçisi
ve müzik stüdyoları, hepsi ama hepsi işsiz
kaldılar. Evleri kira, çoluğu çocuğu, faturaları,
mutfak giderleri, hepsi para beklerken bu
insanların bir kuruş gelirleri kalmadı. Başka
iş arasalar, bu ekonomik krizde zaten iş bulma
şansları çok düşük. Üstelik müzisyenler
her işi yapamaz. Bu böyle bir meslek...
Kısacası, müzik sektöründeki herkesin
hayatı bir kâbusa döndü. Pek çoğu çok zor
durumda ve bu kriz öyle hemen bitecek gibi
de görünmüyor maalesef.
Peki, Atilla Bey sizce ne yapılabilir?
Siz ne yaptınız bu dönemde meselâ?
Ben meslek hayatım boyunca başka
uğraşlarımı hiç bırakmamakla birlikte kendi
iş yerimi açtım ve uzun süre ticaret yaptım.
Sanırım hobilerim de olduğu için şanslıyım.
Uzun bir süredir karavan ve ekonomik
yelkenli tekne konusunda bazı projelerim
üzerinde çalışmaktaydım zaten. Pandemiden
dolayı bu bunalımlı durumlarda yine
çok şanslıyım ki, 1953 yılından bu yana
dostum olan ilkokul arkadaşım İbrahim
İnci’nin sahibi olduğu İnci Makina’da fabrikaların
ve imalat sisteminin çalışma düzeni
konusunda deneyim kazanıyorum. 40’ından
sonra saz çalınır da 70’inden sonra sanayici
olunmaz mı? İşte ben de bunu yapıyorum.
Çocukluk resimlerimize bakıyorum da biz
İbrahim’le hepsinde yan yana ve el eleyiz.
Kardeş gibi geçmiş yıllarımız. İşte dostluğun
sihirli gücü... Biz arkadaşımla bunca yıl
sonra yine el eleyiz.
Bu zor dönem bitene kadar her patron bir
müzisyene yanında iş vererek olamasa
bile pandemi sonrasında yapılacak iş
yemekleri ve bayii toplantılarında ücret
almadan müzik yapmaları karşılığı avans
verebilse güzel olmaz mıydı?
Hatta bu arkadaşlarımız, onların çocuklarına
ücret almadan piyano, gitar dersleri de
verebilir meselâ. Bir yol bulunur, bulmalıyız.
Bu konuyu lütfen hepimiz düşünelim ve bir
farkındalık yaratalım.
90 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Life Magazin
Serpil Barlas’ın hayatı
dizi oluyor
Ani ölümüyle aramızdan ayrılan
sanatçı Serpil Barlas, son
kez dergimize konuşmuştu.
Hayatının bir dizi film olacağını
duyuran Barlas, Kadıköy’e
sevgisini de dile getirerek,
hayranlarıyla buluşmanın
mutluluğunu paylaşmıştı.
Sanatçımızı sevgi ve saygıyla
anıyor, değerli anısına mini
söyleşimizi değiştirmeden
yayınlıyoruz.
Bir döneme damga vuran isimlerden ses
sanatçısı Serpil Barlas’ın hayatı dizi oluyor.
Başrolü oynayacak kişinin henüz belli olmadığını
ifade eden sanatçı, dergimize özel
açıklamalarda bulundu. Uzun zamandır
ekranlarda göremediğimiz Barlas, müjdeyi
sayfalarımız aracılığıyla vermeyi tercih
ederek, Kadıköy’e dair hislerini şu sözlerle
ifade etti:
“Merhabalar sevgili Kadıköylüler, röportajlarım
çıktığı zaman derginin biraz daha fazla
okunduğunu duyuyorum ve müthiş mutlu
oluyorum. Canım anneciğim ve teyzeciğim
Kadıköylü olduğu için benim zamanım da
sık sık orada geçiyor. Böylece ben de Kadıköy’e
çok alıştım. Ayrıca tertemiz havası,
gayet ferah yürünecek sokakları, nefis kokan
çiçekleri ve yeşilliklerine de hayran olduğum
için artık ben de Kadıköylü sayılırım.”
“ÇOK İDDİALI BİR DİZİ OLACAK”
Bu kez çok mutlu olduğu bir haberi bizlerle
paylaşmak istediğini dile getiren Serpil
Barlas, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu güzel
haberi ilk kez Kadıköy Life Dergisi okuyucuları
ile paylaşıyorum. Her şeyimi sizlerle
paylaşmak beni müthiş mutlu kılıyor. Evet,
hayat hikâyem dizi olacak. Bu haber benim
için çok önemli, çünkü ilk kez hayatımı
detaylı bir şekilde televizyon ekranlarında
dizi hâlinde seyredeceksiniz. Başrolü benim
oynayıp oynamayacağım henüz belli değil.
Aktör de yakında belli olacak. Çok iddialı bir
dizi ile seyirci karşısına çıkacağız. Sizlerden
de sürekli böyle bir talep gelince, ben de
artık hayata geçirmeye karar verdim. Beni
sevdiğiniz için çok mutluyum. Sizleri çok
seviyorum.”
SERPİL BARLAS HAKKINDA
Şehir Tiyatroları’nda başlayıp, müzikle
devam eden uzun bir sanat serüveninin
kahramanı Serpil Barlas... Yıllarca dönemin
önemli orkestralarında solistlik yapan Barlas’ın
hayatındaki dönüm noktası ise, Altın
Ses Yarışması’ndaki başarısı oluyor. Böylelikle
hepimiz onu ilk 45’lik plak çalışmasının
çıkış şarkısı ‘Dibi Dibi Da’ ile tanımaya
başlıyor, Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye
finalinde ‘Yaşamaya Bak’ isimli şarkısı ile
1970’lerin Türkiye’sinde evlerimize konuk
ediyoruz. 1978 yılında Amerika’ya yerleşen
sanatçının yolu 1993 yılında tekrar ülkesine
düşüyor. O yıllardan bu yana AIDS ile
mücadele eden Barlas, 1998-2001 yılları
arasında da özel bir televizyon kanalında
yayınlanan “Serpil Barlas’la Kurdele” isimli
programla adından uzun zaman söz ettirmeye
başlıyor.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 91
Gastronomi
Göztepe’de ödüllü bir
dondurmacı var;
Erhan Usta
KADİR TOPRAKKAYA
Göztepe Şair Arşı Caddesi’nde ödüllü bir
dondurmacı olduğu haberini paylaşmak
istiyoruz. Paylaşımdaki amacımız sadece
ödüllü olması değil elbette. Test ettiğinizde
karar verebileceğiniz lezzeti de oldukça
yükseklerde. Önümüzdeki ay başlayacak
olan dondurma sezonu öncesinde mekânı
ziyaret edip, özelliklerini değerli okurlarımıza
aktaralım istedik.
DÖRT KUŞAKTAN GELEN LEZZET
Mekânın adı ‘Meşhur Dondurmacı Erhan
Usta’. “Maziniz ne kadar eskiye dayanıyor?”
şeklindeki ilk sorumuza “Ben dördüncü kuşak
temsilcisiyim” yanıtını alınca, bu cevap
bizim dikkat kesilmemize yetti.
BALKANLAR’DAN BAŞLAYAN HİKÂYE
Erhan Osmanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dondurmanın anavatanı aslında İtalya’dır.
Bizim atalarımız Balkanlar’da, İtalya’ya çok
yakın bir köyde yaşarmış. Çalışmak için
İtalya’ya geçen dedelerimiz, ülkenin süt ve
meyve konusunda daha iyi olan köylerinde
daha iyi dondurma yapmaya başlamışlar.
Oradan bu yana serüvenimiz devam ediyor.”
DÜNYA SIRALAMASINDA
Osmanoğlu alanında o kadar iddialı ki,
dünyadaki sıradışı dondurmacılar arasında
yer almayı bile başarmış. 2019 yılında Best
of City Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Dondurmacısı”
seçilen Erhan Osmanoğlu, ödül
töreni sırasında dondurmasını test eden
uzmanlardan aldığı övgülerin desteğiyle
dünya başkentleri ile yarışma kararı almış.
ALTIN TOZU, İRAN SAFRANI
Osmanoğlu, dünyanın en ünlü dondurmacılarını
araştırdığında Tokyo’da, Las Vegas’ta,
Dubai’de, New York’ta bir porsiyonu bin
dolara, beş bin dolara satılan dondurmaları
öğrendiğinde detaylarını araştırarak,
“Daha iyisini yapabilir miyim?” sorusunu
sormuş kendisine. Koyun sütü, çok yüksek
kaliteli bal, İran safranı ve biraz da altın tozu
üfleyerek muhteşem bir dondurma ortaya
çıkarmış ve bin lira fiyat ile lanse ederek
literatüre girmesini sağlamış.
MALZEME KALİTESİ OLMAZSA OLMAZ
İyi bir dondurma yapabilmek için kullanılacak
olan malzemenin mutlaka kaliteli olması
gerektiğine vurgu yapan Osmanoğlu’na
göre; “Aksi takdirde hangi formül olursa
olsun hiçbir işe yaramaz. Biz kullandığımız
meyveleri normal piyasa fiyatının neredeyse
iki katını ödeyerek alıyoruz. Diğer malzemeler
için de çok hassas davranıyoruz. Kaliteli
malzeme ve hijyen, bizim için olmazsa
olmaz özelliğini sürdürüyor ve her daim de
sürdürecek.”
92 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Bağdat Caddesi
İtimat Caddebostan,
Bağdat Caddesi’nin
gözdesi oldu
KADİR TOPRAKKAYA
Süt ve süt ürünleri alanında 70 yıllık bir maziye
sahip olan İtimat, son yılların en hızlı
büyüyen ve en sevilen markalarından biri
hâline geldi. Bu başarıdaki başlıca nedenler
arasında, hem kendi ürettiği ürünlerdeki
yüksek kalite hem de diğer üreticilerden
temin ettiği ürünlerin tüketicilerden aldığı
yüksek not dikkat çekiyor.
MANAV BÖLÜMÜNDE HER GÜN
GÜNLÜK ÜRÜNLER
İtimat markasının az sayıdaki şubesinde
manav bölümü de bulunuyor. Caddebostan
şubesinin manav ürünlerindeki yüksek kalite
ile ön plana çıktığını dile getiren Mağaza
Yöneticisi Cemil Gılıç, manav konusunun
son derece tecrübe isteyen bir alan olduğuna
vurgu yaparak; “1978 yılından beri bu
sektörün içerisindeyiz. Kardeşler Grubu adı
altında 2001 yılında Beylerbeyi’nde başladığımız
manav işimizi Çengelköy, Altunizade
ve Bağlarbaşı’nda binlerce müşterimize
verdiğimiz hizmet ile sürdürdük” dedi.
KALİTE, KALİTE, KALİTE
Sözlerini “Bizim için her zaman en önemli
olan tek şey kalite olmuştur. Bu nedenle,
bu kavramı hiçbir zaman göz ardı etmemek
adına sürekli telaffuz ediyoruz. Benim bu
durumumu bilen üreticiler de eğer bana
verecekleri ürünleri sadece kaliteli değil, çok
kaliteli değilse vermezler” şeklinde sürdüren
Gılıç, bu konuda ne denli dikkatli ve titiz
olduğunun altını çizdi.
HER ŞEY 1949’DA BAŞLADI
Marka, motto olarak belirlediği “Her Şey
1949’da Başladı” sözüne eklediği “Sizin için
sütün büründüğü her şekli, her tadı ve her
rengi kapsayan bir dünya kurduk” ifadeleriyle,
60’dan fazla şube ağına ulaşmayı
başardı.
BAĞDAT CADDESİ’NE DAMGASINI VURDU
İtimat markasının en gözde şubelerinden
biri de geçtiğimiz yıl açılan Bağdat Caddesi
mağazası oldu. Caddebostan’da hizmete
giren şube, bünyesinde yer alan zengin
manav konsepti ile Cadde sakinlerinin
vazgeçilmezi oldu.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 93
Gastronomi
Kanarya Et Grup Yönetim Kurulu Başkanı Burak Şahin:
www.kanaryakasabi.com.tr
ile doğal ve taze et kapınızda
Yarım asrı geride bırakın Kanarya Et Grubu, www.kanaryakasabi.com.tr internet
adresi üzerinden sağlıklı ve kaliteli eti, güvenilir şekilde müşterilerine ulaştırıyor.
Büyük Kulüp’ten Kaşıbeyaz Lezzet Grubu’na kadar İstanbul’un üst düzey
mekânlarına et tedarik eden Kanarya Et Grubu, www.kanaryakasabi.com.tr ile
gerçek eti, en doğru fiyatlarla tüketiciye sunuyor.
HABER MERKEZİ
Pandemiyle birlikte dijitalleşen hayat, et
sektörünü de dijitale taşıdı. Yıllardan beri et
sektöründe olan birçok firmanın yanında
başka sektör oyuncuları da online üzerinden
et satışına başladılar. Oysa gıda konusu
çok hassas... Özellikle de konu ete gelince…
İşte tam da bu noktada konu, güvenilir
adreslerden alışveriş yapmaya geliyor.
Yıllardır sektörün içerisinde yer alan, İstanbul’un
en iyi mekânlarına et tedarik eden
firmalardan Kanarya Et Grup’un Yönetim
Kurulu Başkanı Burak Şahin; “Bu dönemde
herkesin bir anda online üzerinden et
satışına girmesi, MAP ambalajlama, ürünleri
farklı gösterme, etin menşei bölgesinin
yanlış gösterilmesi gibi tüketici birçok karmaşık
bilgilerle karşı karşıya kaldı. Burada
tüketicinin online sipariş verirken, sipariş
vereceği firmaları gerçekten çok iyi seçmeleri
gerekiyor” diyor. Tüketicilerin doğru bir
adresten et sipariş edebilmeleri için
www.kanaryakasabi.com.tr internet sitesini
açtıklarını belirten Şahin, en çok kendilerine
özgü kasap köftesi ve kangal sucuğa yoğun
bir talep aldıklarını ifade ediyor.
Firmanızdan bahsedip, sektördeki
deneyiminiz ve ürünleriniz hakkında
bilgi verir misiniz?
1960 yılında İstanbul’un Fındıkzade
semtinde, kasap dükkânı olarak babam ve
firmamızın onursal başkanı Bilgin Şahin
tarafından kuruldu. Fındıkzade, o zamanlar
İstanbul’un sadece sur içi sınırlar içerisinden
ibaret olduğu zamanlarda hareketli
bir semtti. Doğrusu o hareketlilik bugün de
devam etse de bütün restoranlar burada yer
alırken, nüfus yoğunluğu da fazlaydı. İşte
biz de o yıllarda kaliteli ürünlerimizle isim
yapmaya başladık. Evine et almak isteyen
kişilerin yanında restoran sahipleri de bizleri
tercih eder duruma geldi.
Sektörde tam tamına 60 yıldır faaliyet gösteriyoruz.
1960 yılından 1985 yılına kadar
yalnızca perakende olarak sürdürdüğümüz
faaliyetlerimize, 1985 yılından itibaren toptan
satışı da ilave ederek İstanbul’un seçkin
restoran, otel ve kasaplarının et tedariğini
gerçekleştiriyoruz. Onursal Başkanımız
Bilgin Şahin, aynı zamanda 15 yıl İstanbul
Perakendeci Kasaplar Esnaf Odası Başkan
Yardımcılığı, 13 yıl da aynı odanın başkanlık
görevini yürütmüştür. Meslek duayeni olan
babam Bilgin Şahin’den aldığım tecrübeyle,
2003 yılında Kanarya Et Grubu’nun Yönetim
Kurulu Başkanı oldum ve 2007 yılında Kanarya
Et Grup ismini aldık. Kanarya Et Grup
olarak Kırmızı Et Üreticileri Birliği ve Kırmızı
Et Konsey Üyesiyiz. Aynı zamanda İstanbul
Ticaret Borsası ve İstanbul Sanayi Odası’na
da üyeliklerimiz mevcuttur.
Toptancılığa ağırlık verdiğimiz için Fındıkzade’deki
dükkânımızı 2013 yılında
kapatıp, sadece et tedariği konusuna
yoğunlaşmıştık. Ancak bu süre zarfında
bizden perakende olarak et almak isteyen
müşterilerimizi de hiç yarı yolda bırakmadık.
İstedikleri zaman et ulaştırdık ve büyüyen
pazar karşısında ve pandemiyle birlikte
dijitalleşmenin hızlanması, bizi www.kanaryakasabi.com.tr
internet sitesini kurmaya
teşvik etti. Kurulalı daha 3 ay olmasına
rağmen beklentimizin üzerinde bir taleple
karşı karşıya kaldık. Soğuk depolara sahip
araçlarımızla müşterilerimize güven
içerisinde tüketebilecekleri taze kesim et
sunuyoruz. Müşterilerimize sağladığımız
ürünler ise büyükbaşta Afyon, küçükbaşta
ise Balıkesir’in Manyas ve Gönen ilçelerinden.
Kuzu, dana ve şarküteri ürünlerinin
tüm çeşitlerini, perakende ve toptan olarak
müşterilerimize tedarik etmekteyiz. Yarım
asrı aşkın süredir, müşterilerimize 12 ay
boyunca aynı kalitede ürünleri sağlıyoruz.
Aynı zamanda 100’ün üzerinde Türkiye’nin
en üst düzey içme mekânlarına yıllardan
beri et tedarik ediyoruz.
94 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021
Gastronomi
Et tedariğini sağladığınız bilinen
mekânlar hangileridir?
Kaşıbeyaz Lezzet Grubu, Beyti, Hacıbozanoğulları,
THY Do&Co, Büyük Kulüp Derneği,
Sheraton Hotels & Resorts, Radisson Blu
Çeşme, Radisson Blu Pera, Anadoludan,
Bread&Burger, Big Mamma’s, The Food
Club, Gurme Bahçeşehir, Seyret Nakkaştepe,
Çavuşoğlu Kebap Baklava, Şaşkın Et
ve Namlı Gurme, et tedariğini sağladığımız
firmalardandır.
Dijital kasap hizmetinden bahseder
misiniz? Nasıl hizmet veriyorsunuz?
2020 yılının kasım ayında dijital platformda,
markamızın ilk kuruluş ismi olan Kanarya
Kasabı olarak faaliyet göstermeye başladık.
Pandemi sürecinde müşterilerimizin talebi
doğrultusunda yeni bir iş modeli oluşturarak
e-ticaret hizmetine geçtik. Müşterilerimiz,
https://www.kanaryakasabi.com.tr
adresinden, Google Play veya AppStore mobil
uygulamalarından ya da (0539) 267 00 00
WhatsApp hattımızdan siparişlerini bizlere
iletebilmekteler. Şu an için sadece İstanbul
içine, kendi soğutuculu araçlarımızla ve
kendi sevkiyat personelimizle soğuk zinciri
kırmadan 0-4 °C’de lojistik hizmeti sağlamaktayız.
Ürünlerimizi kesinlikle MAP (gazlı
paketleme) yöntem kullanmadan, normal
tabak kapama yöntemiyle paketliyoruz.
Ayrıca ürünlerimiz günlük olarak veteriner
hekim kontrolünde, hijyen kurallarına
uygun olarak uzman kasaplar tarafından
hazırlanarak, eğitimli personel tarafından
sevk edilmektedir. İşletmemizde Covid-19
önlemleri uygulanarak üretim yapılmaktadır.
İşletmemiz ve sevkiyat araçlarımız,
düzenli olarak her gün uzman ekipler
tarafından dezenfekte edilmektedir. İşletmemizde
ISO 9001:2015, ISO 22000:2018 ve
helal belgesi bulunmakta olup, bu belgelere
uygun olarak izlenebilirlik yapılmaktadır. Ayrıca
dana ve kuzu ürünlerimiz, personel ve
kullanılan ekipmanlar, her ay mikrobiyolojik
ve kimyasal analizlere tabi tutulmaktadır.
Online kasap hizmetinde en çok hangi
ürünlere talep var?
Tüketicilerimiz her ürünümüzü tercih
etmekte, ancak bu dönemde vakitlerinin
büyük bir bölümünü evde geçirdikleri için
aperatif olarak pişirebildikleri pirzola, şiş
gibi ızgaralık ürünleri daha fazla satın alıyorlar.
Özellikle Kanarya Kasabı’na özgü kasap
köftemiz ve kangal sucuğumuz, müşterilerimiz
tarafından çok talep görmekte.
Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz/
geçiriyorsunuz? Et sektörü nasıl
etkilendi?
Pandemi sürecinin ilk dalgasında her ne
kadar restoranlar, lokantalar kapalı olsa
da insanlar bu süreçte eve kapandıkları
için perakende sektörü çok hareketli
geçti. Bu dönemde perakende sektörü
satış rekorları kırdı, piyasa hareketlendi.
Pandemi sürecinin ikinci dalgasında ise
daha stabil bir durumla karşılaştık. Et
tüketimi normal düzeyinde seyretmekte,
ancak bu dönemde e-ticarete ilgi arttı. Et
sonuçta bir gıda hammaddesi olduğu için
diğer sektörler kadar olumsuz etkilenmedi.
Fakat lokantaların, kafelerin ve otellerin
kapalı olması, ağırlıklı olarak toptan iş
yapan sektör aktörlerinin sıkıntılı bir süreç
geçirmesine neden oldu.
Bizim açımızdan bakarsanız ise pandemi
online’a geçiş sürecimizi hızlandırdı. Satışlarımız
gayet iyi gidiyor. İnsanları sağlıklı
etle buluşturuyoruz. Et tedariği kısmında ise
geçen döneme göre daha stabil durumda
olsak da kısıtlamaların kalkmasıyla birlikte
orada da hızımız artacaktır. Bu dönemde
herkesin bir anda online üzerinden et
satışına girmesi, MAP ambalajlama, ürünleri
farklı gösterme, etin menşei bölgesinin
yanlış gösterilmesi gibi tüketici birçok karmaşık
bilgilerle karşı karşıya kaldı. Burada
tüketicinin online sipariş verirken, sipariş
vereceği firmaları gerçekten çok iyi seçmeleri
gerekiyor.
İyi, doğal ve kaliteli et nasıl anlaşılır?
Et alırken nelere dikkat etmeliyiz?
Etin renginin açık kırmızı yani pembeye
yakın bir renk olması, o etin kaliteli ve iyi
beslenmiş genç bir hayvanın eti olduğunu
gösterir. Makbul olan da budur. Et alırken
etin taze olması, renginin parlak olması
ve yumuşaklığı açısından da hafif bir yağ
dokusunun olması tercih edilmelidir. Eğer
alacağınız et bu koşulları barındırıyorsa,
etin kaliteli olduğunu anlayabilirsiniz.
Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 95
MORN
top of the morning
Breakfast Bakery Brunch
“Good morning Kadıköy”
Morn her sabah kapılarını yerel malzemelerle hazırlanan
taze ürünlerle açar, mutfağını dolduran sıcaklık
tüm Kadıköy’ü sarar.
mornkadikoy
Osmanağa Mah. Yoğurtçu Parkı Cad. No:62
Kadıköy/İstanbul
Teknoloji perakendeciliğinde
11 yıldır tercih
Teknosa
AYD 1 Numaralı Markalar Ödül Töreni’nde 11 kez Teknoloji Perakendeciliği ve
6 kez de Anchor Mağaza kategorilerinde 1 numaralı marka seçildik.
11 yıldır, siz değerli müşterilerimizin oylarıyla aldığımız bu ödül için
sizlere ve bu başarıyı mümkün kılan tüm çalışanlarımıza teşekkür ederiz.
Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği-AYD ve Akademetre iş birliği ile “AVM’lerde En Beğenilen ve Tercih Edilen Markalar” araştırması
yapılmaktadır. Araştırma 25 farklı ilde yaklaşık 2.400 kişi ile yüz yüze görüşme metoduyla gerçekleştirilmekte ve araştırma sonucunda 17 farklı
kategoride kazanan markalara ödülleri AYD 1 Numaralı Markalar ödül töreniyle takdim edilmektedir. Teknosa, 2019 ve 2020 yıllarında Teknoloji
Perakendeciliği ve Anchor Mağaza kategorilerinin kazanan markası olmuştur.
100 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021