14.03.2021 Views

KADIKÖY LIFE / Mart & Nisan 2021

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Mart & Nisan 2021

Yıl: 17 | Sayı: 98 | Fiyatı: 15 TL

ANNEANNENİN DEFTERİNDEKİ TARİFLERLE

BAŞLAYAN BİR ŞEFLİK ÖYKÜSÜ

HAZER AMANİ

DEKAN GÜLVELİ KAYA’NIN MAKAM ODASI

SANAT ATÖLYESİNE DÖNÜŞTÜ

ABDÜLAZİZ AV KÖŞKÜ’NÜN

TERK EDİLMİŞ YALNIZLIĞI

DR. ASTROLOG ŞENAY DEVİ’DEN

2021 YILINA DAİR

ÖNEMLİ TÜYOLAR

BAĞDAT CADDESİ

YENİDEN GÖZDE!

KENTSEL DÖNÜŞÜM MÜ,

GÜÇLENDİRME Mİ?

Kadıköy’ün yeni yüzü

SON 2 YILIN ÖZETİYLE

KARŞINIZDA!



İstanbul Sanat Dergisi’nin

yeni sayısı yayınlandı

Yaşanmakta olan salgın sürecinin sanatsal faaliyetleri de büyük ölçüde kısıtlamış olmasına vurgu yapan dergi,

“Özgürlüğümüzün Olmazsa Olmazı Sanat Karantinada” diyerek, konuyu sayfalarına taşıdı. Derginin kapak

konusu yaptığı çalışmaya, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da “Sanat için özgürlük

mecburiyetini İstanbul’a hâkim kılmalıyız” mesajıyla katıldı.

İstanbul Sanat Dergisi’ne Remzi, Nezih, Kırmızı Kedi, Gergedan, Mephisto ve

Tarihçi Kitabevleri ile dergi satış noktalarından ulaşabilirsiniz.

fi

istanbulsanatdergisi

www.istanbulsanatdergisi.com


360 0 AJANS

. .

HIZMETİ

HIZMETI

Size uzak gelebilir, bizim için ‘Bİ TIK’ ötede...

■ Marka & İtibar Yönetimi

■ SEO & SEM Danışmanlığı

■ Özel Tasarım & Yazılım

■ Mobil Uygulama

■ Sosyal Medya Yönetimi

■ Dijital Reklam Yönetimi

■ Web & Grafik Tasarım

■ Özel E-Ticaret Çözümleri

■ 2D & 3D Video Animasyon

/timsahajans

info@timsahajans.com.tr +90 (216) 232 23 24

Bağlarbaşı Mah. Feyzullah Cd. No:140 Artan Plaza Kat:5, 34844 Maltepe/İstanbul

www.timsahajans.com.tr


NİKAHINIZ

ÖZEL

davetiniz

şık ve

unutulmaz

olsun

Evliliğe adım atacağınız bu

önemli günde, açık veya kapalı

ferah alanlarda davetlilerinizi

güvenle ağırlayabileceğiniz,

her detayın eksiksiz ve özenle

düşünüldüğü masal gibi

unutulmaz anlar sizi bekliyor.

TITANIC HOTELS

ANTALYA | ISTANBUL | BODRUM | BERLIN

titanic.com.tr

#MyTitanicStory


Editör

Bahar geldi Kadıköyüme...

Aradan 2 yıl geçti Kadıköy yeni yüzüne kavuşalı

beri... Av. Şerdil Dara Odabaşı’nı dilimiz zorlamış,

teleffuz etmekte sıkıntı çekmiştik. Kimdi? Kadıköy’ü

ne kadar biliyordu? Daha da önemlisi, Kadıköy’e

bizler gibi tutku derecesinde bağlı mıydı?

Önce uzun boyuna rağmen Belediye’ye minibüs

ile gidip gelmeye başladı. Sonra başta Kadıköy

Çarşısı olmak üzere tüm esnafımızın arasında

dolaşarak, kahvelerini içerek, sorunlarını dinleyerek,

Kadıköy’ün ruhuna indi. Ardından sanat

projeleri, çevre sorunları, pandemi düzenlemeleriyle

birlikte çeşitli disiplinlerde gerçekleştirdiği

faaliyetlerde ilçe halkının gönlünde tatlı

tınılar bıraktı.

Yaşadığımız salgın nedeniyle belediyecilik anlayışının

da değiştiği ve ihtiyaçlar kavramına farklı bir

soluk geldiği günümüzde Kadıköy Belediyesi’nin iki

yılını masaya yatırıyor, sizlerin görüşleriyle harmanladığımız

kapak dosyamızı baharın ilk adımlarında

paylaşımınıza açıyoruz.

***

Bahar... Tüm olumsuzluklara rağmen sokaklarımızı,

evlerimizi, ilişkilerimizi şenlendirmeye başladı

bile... Henüz ilk günlerinde olsak da çevremizdeki

değişiklikler, zamanın ruhuna pozitif bir etki

bırakmakta.

Malum Kadıköyümüzün en güzel caddelerinden

biri Bağdat Street Biz Paris’in Şanzelize’si de

diyoruz karizmatik caddemize... Son zamanlarda

belirgin bir dönüşüm içerisinde. Kıyafet satan

markalardan ziyade yiyecek-içecek üzerine yine

çok severek tükettiğimiz ürünlerin markaları

boy göstermeye başladı Bağdat Caddesi’nde...

İtimat markasını Caddebostan’ın tam göbeğinde

göreceğinizi hiç aklınıza getirir miydiniz? Ömerpaşa

Sokağı’ndan inerken rengârenk meyve ve

sebzelerin gülümseyen tezgâhlarda tam karşıma

çıkacağını ben düşünmezdim. Oldu... Artık dünya

güzeli Caddemizde bir de gülümseyen manavımız

eşliğinde şarküterimiz var.

***

İranlı bir baba ve bir Türk anneden doğan, Kayserili

anneanne ile ilk mutfağa giren, Güney Afrika, Cape

Town’da aşçılık eğitimi alan ve dünyanın pek çok

ülkesine seyahat edip, farklı lezzetleri deneyimleyen

Hazer Amani ile gastronomiye yeni bir pencere

açıyoruz bu sayımızda... Ataşehir’de anneannesinin

ismini taşıyan Zekiye Esnaf Lokantası’nda

çocukluğunda yapılan yağlamalar, mantılar, yaprak

sarmaları ve kadınbudu köfteler gibi lezzetlerden

hatırladıklarını sunan Amani ile Serap Gürses

söyleşi yaptı. Ufak bir dip not; Sıla ile ilgili hiçbir

soruyu kabul etmediği gibi randevu da bir sene

önceden alındı! Bu röportaj kaçmaz...

Kayıplarımız da var. Bülent Ecevit’in 1974’te ilk

kurduğu CHP-MSP koalisyon hükümetinin Enerji

ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra, 104 yaşında

yaşamını yitirdi. Son günlerine kadar aktif yaşamını

sürdüren Kayra’yı geçtiğimiz haftalarda CHP Lideri

Kemal Kılıçdaroğlu, Moda’daki evinde ziyaret

etmişti.

Bir diğer acı kaybımız sanat dünyasından.... Suadiye’de

yaşamını eşi ve değerli müzik adamı Uğur

Dikmen ile sürdürmekte olan Türk Pop Müziği’nin

güzel sesli, güzel yüzlü sanatçısı Serpil Barlas, 64

yaşında hayata veda etti. Son röportajını ise Kadıköy

Life ile gerçekleştirerek, hayatının dizi olacağını

duyuran sanatçıya Allah’tan rahmet, yakınlarına

başsağlığı diliyoruz.

Canan Toprakkaya

Haber • Magazin • Aktüalite • Ekonomi • Politika

TARAFSIZ, BÖLGESEL,HABER,

MAGAZİN, AKTÜALİTE, EKONOMİ,

POLİTİKA DERGİSİ

İmtiyaz Sahibi ve

Genel Yayın Yönetmeni

Fatma Canan Toprakkaya

Yayın ve Yönetim Kurulu Başkanı

Kadir Toprakkaya

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

İrem Toprakkaya

Yayın Kurulu

Dr. R. Sertaç Kayserilioğlu,

İnal Aydınoğlu, Bülent Turan

Haber Müdürü

Cenay Toprakkaya

Editörler

Sedef Turan, Pınar Baltacı,

Yiğit Uygun, Edip Ozan Üçok,

Batuhan Karaman, Gürer Mut,

Nil Özer

Fotoğraf Editörü

Emin Küçükserim

Foto Muhabiri

Batuhan Karaman

Görsel Yönetim

Kubilay Şenyiğit

Reklam ve Halkla İlişkiler

Pınar Korkut

Tel: 0553 302 21 97

Basım

Ege Reklam ve Basım

Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.

Sertifika No: 45604

Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad.

No: 4/1 Ataşehir - İstanbul

Tel: (0216) 470 44 70

www.egebasim.com.tr

Dağıtım

Arıksoy Basın Yayın Dağıtım Ltd. Şti.

KADIKÖY LIFE dergisinin birinci sayfasından

son sayfasına kadar olan yazılardan imza

sahipleri sorumludur. Yayınlanan reklamların

sorumluluğu reklam sahiplerine aittir.

KADIKÖY LIFE dergisinde yayınlanan her

türlü yazı, fotoğraf ve illüstrasyonların her

hakkı saklıdır.

İzinsiz, kısmen veya tümüyle yayınlanamaz.

KADIKÖY LIFE’ın hiçbir kurum ve kuruluşla

doğrudan veya dolaylı bağlantısı yoktur.

Yayıncı

K-İletişim Basın Yayın ve

Tanıtım Hizmetleri

Karanfil Sokak No: 27/13

Göztepe / İstanbul

Tel: 0216 360 72 04 - 0216 550 11 17

Gsm: 0532 266 82 43

E-posta: kadikoylife@yahoo.com

www.kadikoylife.com

İrtibat Bürosu

Kuşdili Cad. Misk-i Amber Sok.

No: 44/6 Kadıköy / İstanbul

Tel: 0532 470 73 05

ISSN 1307-5535

Mart & Nisan 2021

Yıl: 17 Sayı: 98 Fiyat: 15 TL

Basım Tarihi: 10 Mart 2021

Yayın türü: İki aylık, bölgesel,

süreli yayındır.

KADIKÖY LIFE

Anadolu Yakası Gazeteciler Derneği

üyesidir.

6 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


İçindekiler

60

38

18

74

18

38

46

52

KADIKÖY’ÜN YENİ YÜZÜ

SON 2 YILIN ÖZETİYLE KARŞINIZDA!

2019 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde Kadıköy

Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Avukat

Şerdil Dara Odabaşı ile geçen iki yılı ve pandemiyle

değişen belediyecilik anlayışını konuştuk.

ASIRLIK ÇINAR CAHİT KAYRA İÇİN…

MUZAFFER AYHAN KARA: Bülent Ecevit’in 1974’te

ilk kurduğu CHP-MSP koalisyon hükümetinin Enerji

ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra, 104 yaşında

yaşamını yitirdi. Son buluşmamız, salgın haberinin

ilk çıktığı gün olan 11 Mart 2020’de 104 yaşına

bastığı, Moda Tarihçi Kitabevi’ndeki doğum günü

partisiydi...

Dr. Astrolog Şenay Devi’den

2021 YILINA DAİR ÖNEMLİ TÜYOLAR

PINAR BALTACI: Türkiye’nin ilk ve tek “Dr.” unvanlı

astrologu Şenay Devi, astrolojik faaliyetlerini akademik

düzeyde de sürdüren bir isim... Batı, Çin ve Hint,

üç ayrı astronom bilimi alanında eğitimleri bulunan

Devi ile 2021 yılının dünyaya ve burçlara etkilerini

konuştuk.

MERAKLI KEDİ

“Bir kadının sesiyle güne gözlerini açmak dünyalara

bedeldi. ‘Kalk bakalım güzel gözlüm, yakışıklım.

Kahvaltıyı hazırladım’ dedi ve sevgilisini

öperek uyandırdı Canan. O sırada Canan’ın beyaz

Malta Terrier’i de yatağa atlayarak, Hakan’ın

yüzünü şapur şupur yalamaya başladı.” Çağatay

Yaşmut’tan Kadıköy Cinayetleri serisi Kadıköy Life

sayfalarında...

46

60

74

82

52

Arçelik Rekabet Uyum Yöneticisi

Gökşin Kekevi ile

TÜRKİYE’DE REKABET HUKUKUNUN

DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI

İREM TOPRAKKAYA: Son dönemde gerek koronavirüs

salgınında yaşanan fahiş fiyat artışı ve stokçuluk

eylemleri gerekse e-ticaretin artmasıyla Amazon,

N11, Trendyol vb. e-pazaryeri platformlarının işleyişi

hakkında başlatılan sektör incelemesi ile gözler

yeniden Rekabet Kurumu’na çevrildi.

Underground kültüre göz kırpan

fotoğraf sanatçısı;

DİLAN BOZYEL

Sadece bir fotoğrafçı değil, aynı zamanda iyi bir yazar

ve anlatıcı olan Dilan’ın uzak şehirlere göz kırpan

anlatımıyla fotoğrafların dünyasında kaybolup, kadrajların

ve dolayısıyla yaşamının hikâyesine tanıklık

etmeye hazır mısınız?

Anneannenin defterindeki tariflerle

başlayan bir şeflik öyküsü:

HAZER AMANİ

SERAP GÜRSES: Hepimizin öyle ya da böyle mutfakla

bir ilişkisi vardır. Kimimiz anne ya da eş kimliğimizle

doğal olarak evde aşçı görevini yürütürken,

kimimiz ise yemek yapmayı bir hobi ya da deşarj

olma yöntemi olarak görür. Tabi bir de bu zevkli işi

meslek olarak yapanlar var. Bunlardan biri de ünlü

Masterchef Hazer Amani...

82


Çevre

Bağdat Caddesi

yeniden gözde!

Pandemi döneminde açık alanlar çok daha fazla öne çıkıyor.

Bir zamanlar popülerliğini AVM’lere kaptıran birçok cadde,

pandemi sürecinden itibaren yeniden gözde!

PINAR BALTACI

Pandemi süreci alışkanlıklarımızı değiştirmeye

devam ediyor. Yıllar önce AVM’lerin

açılmasıyla eski popüler günlerini kaybeden

Bağdat Caddesi, yeniden canlanmaya başladı.

Alışveriş için açık alanları tercih eden

İstanbullular, Caddeli markalardan alışveriş

yaparken vakitlerini de deniz kenarında

geçiriyorlar.

Kafe ve restaurantların açılmasıyla birlikte

eski canlılığını yakalayacağı düşünülen

Cadde’de boş dükkânlar dolmaya başladı.

Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz

Bağdat Caddesi Derneği Başkanı Ali

Güvenç Kiraz, Kadıköy Life Dergisi’ne şunları

söyledi: “Bağdat Caddesi uzunca bir süre

unutulmuş, mağazacılık ve ticari anlamda

sıkıntılar yaşayan bir caddeydi. Biz de zaten

derneğimizi bu sorunların ardından, Bağdat

Caddesi’ni yeniden canlandırmak adına

kurduk. Bu noktada pandeminin öncesinde

birtakım çalışmalar başlattık, ancak ne yazık

ki sekteye uğradı. Yaklaşık bir senedir de

aktifliğimizi geriye çekmeye başladık.

CADDE İVME KAZANMAYA BAŞLADI

Fakat bu zaman diliminde oldukça enteresan

bir süreç gelişti. Şöyle ki, pandemi ris-

Ali Güvenç Kiraz

8 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Çevre

kinden ötürü kapalı alanları tercih etmeyen

birçok kişi, alışveriş anlayışını değiştirerek

AVM’lerde değil, açık alanlarda vakit geçirmeye

başladı. Hâl böyle olunca markalar

için Bağdat Caddesi ve ara sokakları

yeniden gözde hâle geldi. Geçen sene mart

ve nisan aylarından itibaren Cadde’nin ivme

kazanmaya başladığını söyleyebiliriz.”

“BAĞDAT CADDESİ’NİN YAN

SOKAKLARINDAKİ DÜKKÂNLAR DA

DOLDU”

Markaların geçtiğimiz nisan ayından sonra

ciddi bir şekilde yer arayışına girdiğini de

ifade eden Kiraz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kiralamaların artmasıyla birlikte Cadde’deki

boş dükkânlarımız yarı yarıya dolmaya

başladı. Bağdat Caddesi’nin ana cadde kısmında

şu an ağırlıklı olarak bankalar, tekstil

ürünleri, çok fazla olmasa da restaurantlar

ve teknoloji markalarının mağazaları var.

Ancak yan sokaklarımız, kira bedellerinin

biraz daha düşük olması sebebiyle kafe

ve restaurantlar tarafından ilgi görmeye

başladı. Eskiden sadece Caddebostan’ın

meşhur sokaklarından Barlar Sokağı’nda

yeme-içme işletmeleri vardı. Ancak şimdi

neredeyse tüm yan sokaklar, bu sektörlerin

önemli markaları tarafından kiralanmış

durumda. İnsanların AVM’ye gitmemesi ve

herkesin artık bulundukları yerlerde alışveriş

yapmayı tercih ediyor olmaları, genel

anlamda Bağdat Caddesi’nin popülaritesini

attırdı. Pandemi koşullarının olumsuzluklarını

normal hayata geçtiğimizde sileceğimizi

ve Cadde’nin çok daha fazla ivme kazanacağını

düşünüyorum. Hatta sadece hafta

sonları değil, hafta içi de her daim dolu

olan bir Cadde ile karşı karşıya kalacağımızı

öngörüyoruz.”

“CADDE’DE İKİ YIL DAHA HAREKETLİLİK

OLMAYACAK”

Gayrimenkul Danışmanı Aybars Kibarer ise

uzun yıllardır Bağdat Caddesi’nde hizmet

verdiğini belirterek, Cadde’de uzun süre

hareketlilik yaşanmayacağını aktardı:

“Pandemiden en çok etkilenen sektörlerden

İzak Hason

biri de emlak sektörü oldu. Ortaya 65 yaş

üstü diye bir tabirin çıkması ve ziyaretlerin

kısıtlanmasıyla birlikte bir kere ticaret etkilenmeye

başladı. Belli markalar Türkiye’den

gitmeye başladı, çünkü eskisi kadar talep

yok. Hâl böyle olunca Bağdat Caddesi’nde

de kiralar düşmeye başladı. Ben iki yıl daha

herhangi bir haretliliğin yaşanmayacağını

düşünüyorum. Artık insanlar ofislerde

çalışmadıkları için bir kere kıyafet, kozmetik

gibi ürünleri eskisi gibi almıyorlar. Mesela

topuklu ayakkabı satışlarında ciddi düşüşler

olmuş. Bu durumda doğal olarak markalar

mağaza açmak istemiyor. Dediğim gibi,

şu an Cadde’de bir hareketlilik olmadığı

gibi yaklaşık iki sene boyunca da olacağını

düşünmüyorum.”

“YÜZDE 20 ORANINDA

BİR CANLANMA OLACAK”

Bağdat Caddesi’nin bir diğer köklü firması

İzak Hason Emlak Danışmanlığı’nın yaratıcısı,

Gayrimenkul Uzmanı İzak Hason da

“Bağdat Caddesi’nde bir canlılık olacağı

kesin” diyerek, şu açıklamalarda bulundu:

“Bir kere kabul etmemiz gerekiyor ki

insanlar eskisi kadar sokaklarda değiller.

Bu sebeple çok ciddi bir hareketlilikten

söz etmemiz mümkün değil, ancak yine de

yüzde 20 oranında bir canlanma olacak.

Havaların ısınmasıyla bu durumda artış

da yaşanacaktır. Bunun yanında bazı yeni

markaların da Cadde’ye geldiğini söyleyebilirim.

Örnek verecek olursam, bizim

ofisimizin hemen karşısına dünyaca ünlü

marka ‘Miny Center’ geldi. Yeni markaları

da merakla bekliyoruz.”

Aybars Kibarer

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 9



Çevre

Türk Telekom,

Kadıköy Altıyol’a taşındı

Türk Telekom, Rasimpaşa Mahallesi Yoğurtçu

Şükrü Sokak’ta bulunan İstanbul Kadıköy

Müşteri Merkezi’ni Altıyol’daki tarihi binaya

taşıdı. 1900’lü yılların başlarında Kadıköy’ün

telefon santralı olarak hizmet veren,

kurulduğu ilk yıllarda sadece 99 numara

kapasiteli olan santral binası, kapsamlı bir

restorasyondan geçerek çağdaş şartlara

uygun bir hizmet merkezine dönüştü.

Müşteri Merkezi’nin yanı sıra bölge müdürlüğü

birimlerinin de yer aldığı binanın

Altıyol Meydanı’ndaki otobüs duraklarının

hemen karşısında bulunması, abonelerin

kolay ulaşımı açısından son derece yerinde

bir karar olarak değerlendirildi. Restorasyonun

Kadıköy’ün az sayıdaki tarihi binasında

mevcut olan tarihi dokuya sadık kalınarak

gerçekleştirilmiş olmasının memnuniyet

verici olduğuna vurgu yapan Kadıköylüler,

bu durumun Kadıköy için ayrı bir kazanç

olduğunu da sözlerine ekledi.

DİJİTAL SANTRALE GEÇİŞE

EV SAHİPLİĞİ YAPTI

Tarihi santral binasının Kadıköy’ün yakın

tarihindeki bir başka özelliği ise, manuel

santralden dijital santrala geçişe ev sahipliği

yapmış olması. 1987 yılında dönemin Başbakanı

Turgut Özal, o günün şartlarında dev

bir yatırımın ardından binada düzenlenen

bir törenle dijital santrala geçişi başlatmış

ve ilk anında şehirlerarası bağlantıyı yine

zamanın Ulaştırma Bakanı Veysel Atasoy’u

arayarak gerçekleştirmişti.

“DETAYLI BİLGİ VEREMİYORUZ”

Değerli okurlarımıza bina hakkında detaylı

bilgi vermeyi arzu etmiş olmamıza rağmen

maalesef bunu yapamadık. Üstelik yönetim

ofisimize komşu olmalarına rağmen bina

hakkında bilgi ve içerisinden fotoğraf çekmemize

izin verilmedi. Daha da üzücü olanı,

1960’lı yılların Türkiye’sinde olduğu gibi

“Beyanat vermeye yetkili değiliz. Dilekçe ile

müracaat edin” dendi. Farklı tarihlerde iki

defa dilekçe ile müracaat emiş olmamıza

rağmen ise “Bilgi isteği talebiniz reddedilmiştir”

cevabı verildi.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 11


Ulaşım

Modalılardan ulaşım talebi:

Moda Tramvayı’nın

sefer sayıları arttırılsın

İstanbul’un sembollerinden nostaljik Kadıköy-Moda Tramvayı’na ilişkin

talepler sürüyor. Ek sefer isteyen Moda sakinleri, durak sayılarının

arttırılması ve korunaklı duraklar konusunda da ısrarcı...

PINAR BALTACI

Kadıköy merkezden Moda’ya giden tek

ulaşım aracı tarihi Kadıköy-Moda Tramvayı

için harekete geçen Modalılar, ek sefer ve

korunaklı duraklar ile durak sayıları konusunu

yeniden gündeme getirdi. Özellikle

kış aylarında tramvayı kullandıklarını ifade

eden Moda sakinleri; “Kadıköy’e gezmeye

gelenler Moda’ya sahil tarafından ulaşıyor,

ancak biz çarşıda temel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan

sonra evlerimize hızlıca ulaşmak

için tramvaya ihtiyaç duyuyoruz” diyor.

“SEFER SAYILARI ARTTIRILSIN,

KORUNAKLI DURAKLAR OLSUN”

Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz

Caferağa Mahallesi Muhtarı Zeynep Ayman,

tramvaya ilişkin farklı talepleri de bulunduğunu

dile getirerek, dergimize şunları söyledi:

“Seferlerin artırılması konusundaki talebimizi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Raylı Sistemler

Daire Başkanlığı’na bildirdik, ancak yolcu

sayısına bakarak ihtiyaç olmadığını söylüyorlar.

Bizlere talep geliyor, sefer sayılarının

artması durumunda tramvayı kullanacak

yolcu sayısında artış olacağını öngörebiliyoruz.

Talebimizi yinelemeye devam edeceğiz.

Çünkü yetersizliğine rağmen Modalıların tek

ulaşım aracı tramvay...” Muhtar Ayman, durak

sayılarının yanı sıra korunaklı durak taleplerini

de “Kış aylarında zaten seyrek olarak

geçen tramvayı bekleyebileceğimiz korunaklı

duraklarımız yok ne yazık ki. Durakların daha

belirgin ve hava koşullarına karşı korunaklı

olmasını da istiyoruz” sözleriyle aktardı.

Caferağa Mahallesi Muhtarı Zeynep Ayman

12 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Ulaşım

Yazar Anais Martin

“TRAMVAY ESKİDEN GERÇEKTEN

MODA’YA GİDERDİ”

Çocukluğundan bu yana Moda’da yaşayan

Kadıköylü yazar Anais Martin ise tramvaya

dair anılarını şu sözlerle tazeledi: “Sefer sayılarının

arttırılması gerekiyor, çünkü özel araç

kullanan Modalı sayısı çok az. Tramvay eskiden

gerçekten Moda’ya giderdi. Yani Cem Sokak’tan

Moda Caddesi’ne girer, Moda’nın ucuna

kadar gider ve Atatürk büstünün oradan

ring yapardı. Şimdi aynı güzergâhta ilerlemese

de yine de önemli bir ihtiyacı karşılıyor.

Sizinle küçük bir anımı da paylaşmak isterim.

Kitabımda da bahsetmiştim bu anlardan.

Moda Tramvayı, benim çocukluğumda Şenlik

Sokak’tan dönerdi. Daha doğrusu dönemezdi

ve genelde sokağın hemen kenarındaki eve

çarpardı. Biz çocuklar yine tramvay geldi

diye koşarak gider ve çok eğlendirdik. Tabii

hemen ekipler gelir, evi onarırdı. Şimdilerde

teknoloji çok ilerledi. Sefer sayıları arttırıldığında

tramvayla ilgili başka bir problemimiz

kalmayacak. Memnunuz.”

KADIKÖY-MODA TRAMVAYI’NI

SOKAĞA SORDUK

Kadıköy-Moda Tramvayı’nı, hattı sürekli

olarak kullanan Modalılara sorduk.

Tramvayı neredeyse her gün kullandığını

belirten Burak Bulut; “Akşam saatlerinde

tramvay saatlerinin biraz daha uzatılmasını

istiyoruz. Bunun yanında hat Moda sahile

kadar uzansa daha iyi olur diye düşünüyorum”

derken, Musa Demirbaş da tramvayı

nadiren kullanmasına rağmen oturacak yer

bulmakta zorlandığını paylaşarak; “Yakın

zamanda tramvay güzergâhı üzerinde gerçekleştirilen

kaldırım ve çevre düzenlemelerinden

sonra seferler aksamadan devam

etmeye başladı” şeklinde konuştu. Bir

diğer Moda sakini Çağla Kurşun, güzergâhtan

memnun olduğunu kaydederek; “Bazen

tramvayın dakikalarında gecikmeler

olabiliyor. Gecikme sırasında duraklarımız

korunaklı olmadığı için ne yazık ki 65 yaş

üstü bireyler beklemekte çok zorlanıyor.

Bunun yanında iş çıkış saatlerinde çok yoğunluk

oluyor. Ek seferlere de ihtiyacımız

var” ifadelerini kullandı.

NOSTALJİK TRAMVAY HATTI

HAKKINDA

T3 Kadıköy-Moda Tramvay Hattı, kısmen

eski 20 numaralı tramvay hattının güzergâhını

takip etmekte. Kadıköy Meydanı,

Altıyol ve Bahariye Caddesi’nden geçerek,

Moda İlkokulu önü ve Moda Caddesi’nden

tekrar Kadıköy İDO İskelesi önüne gelmekte

ve bir ring işletmesi olarak çalışmakta.

Tek yön işletmeciliği ile yapılan sistemde,

Almanya’nın Jena şehrinden ikinci el

olarak alınan Tatra GT6 model tramvay

araçları ile hizmet verilmekte. İşletme, 20

numaralı eski tramvay hattının güzergâhını

kullanması ve nostaljik araçlarla işletilmesi

nedeniyle “Nostaljik Tramvay Hattı” olarak

da dile getirilmekte. Bu araçların tüm bakım,

onarım ve revizyon işlemleri, Kadıköy

İDO İstasyonu yakınında bulunan tramvay

bakım atölyesinde yapılmakta.

Geçtiğimiz haftalarda Kadıköy-Moda

Tramvayı güzergâhında

drenaj, kaldırım ve çevre düzenleme

çalışmaları başlatılmış,

bu süreçte Kadıköy Belediyesi

tarafından tramvaya alternatif

olarak iki otobüs ile ring seferleri

düzenlenmişti. Cem Sokak ve

Rıza Paşa Sokak üzerinde yürütülen

çalışmalar sonucunda, park

sorununa da çözüm bulacak

yenilikler yapıldı.

Burak Bulut Çağla Kurşun Musa Demirbaş

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 13


Mekân

Kadıköylülerin yeni buluşma noktası;

KAHVE DÜNYASI

“Hepimizin Ortak Noktası” Kahve Dünyası, Kadıköy Çarşı’da 10 Mart

Çarşamba günü açtığı yeni mağazasıyla nefis Türk kahvesinden mis

gibi tereyağı kokan kruvasanlara, taze hazırlanan sandviçlerden el

yapımı dondurma çeşitlerine, her damak zevkine uygun çeşit çeşit

çikolatalardan ev yapımı tadındaki pastalara kadar birbirinden eşsiz

lezzetleriyle Kadıköylülerin yeni buluşma noktası oluyor.

“Hepimizin Ortak Noktası” Kahve Dünyası,

Kadıköy Mühürdar Caddesi’nde açtığı Çarşı

mağazasıyla Kadıköy’e yepyeni bir buluşma

noktası kazandırıyor. 10 Mart Çarşamba

günü hizmete giren Kahve Dünyası Çarşı

mağazası, Kadıköy’ü mis gibi Türk kahvesi

kokusuyla adeta sarıp sarmalıyor. 150 yıllık

tarihi binasında sadece Kadıköylülerin

değil, Kadıköy’e gelen herkesin kahvesini

keyifle yudumlayabileceği Kahve Dünyası

Çarşı mağazası; bu keyfi evinde, işyerinde

sürdürmek, dostlarıyla paylaşmak isteyen

misafirlerine taze kavrulup, taze çekilmiş

Kahve Dünyası Türk Kahvesi de sunuyor.

AÇIK HAVANIN KEYFİNİ SÜRMEK

İSTEYENLERE ÖZEL GİZLİ TERAS

Şehrin en merkezi noktalarından birinde

konumlanan, şık dekorasyonlu üç katlı Kahve

Dünyası Çarşı mağazası, en üst katında bulunan

gizli terasıyla da açık havanın keyfini sürmek

isteyen misafirleri için güzel bir alternatif

sunuyor. Kahve Dünyası ekipleri, açılışa özel

taze çekilmiş Kahve Dünyası Türk Kahvesi’yle

de Kadıköylülere güzel bir sürpriz yaptı.

BİRBİRİNDEN ÖZEL SPESİYALLER

Kahve Dünyası’nda Brezilya, Kolombiya,

Guatemala, Kosta Rika ve Kenya gibi

dünyanın farklı coğrafyalarında yetişen

değerli kahve çekirdeklerinden hazırlanan

yöresel filtre kahvelerden soğuk spesiyallere

uzanan birbirinden özel lezzetleri bulabilirsiniz.

Kahve dışında farklı lezzetlerin

peşinde olan misafirlerine salep, sıcak çikolata,

fıstıklı latte gibi içecekler de sunan

Kahve Dünyası; lezzetli ev yapımı tadında

pastaları, mis gibi tereyağlı kruvasanları ve

taptaze sandviçleriyle de herkesin vazgeçilmezi

oluyor.

Online alışverişleriniz için; www.kahvedunyasi.com

14 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Asayiş

Gözler Yoğurtçu Parkı’nda!

Güvenlik problemi

yaşanıyor mu?

PINAR BALTACI

Kadıköy’ün nadide yeşil alanlarından

Yoğurtçu Parkı, havaların ısınmasıyla birlikte

tercih edilen yerlerin başında gelmeye başladı.

Hem merkezi konumu hem de geniş

sahil yoluyla bağlantısı dolayısıyla Anadolu

Yakası sakinlerinin uğrak noktalarından

olan park, bugünlerde güvenlik sorunuyla

karşı karşıya.

Haber Merkezimize sıkça gelen şikâyetlerden

yola çıkarak, Yoğurtçu Parkı’nda

yaşanan güvenlik problemlerini Osmanağa

Mahallesi Muhtarı Serap Tuncer’e sorduk.

Muhtarlık binası Yoğurtçu Parkı içerisinde

olduğu için her türlü probleme yakından

şahit olan Tuncer, parkın son hâline ilişkin

bilgiler sundu:

İBB’DEN GÜVENLİK PERSONELİ DESTEĞİ

“Parkımızdaki güvenlik sorunları büyük

oranda çözüme kavuşturuldu. An itibariyle

herhangi bir problem yaşamıyoruz.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından

parkımıza yönlendirilen 5 tane güvenlik

personeli, 24 saat nöbet tutuyor” diyen

Tuncer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun

yanında emniyetten de destek alıyoruz.

Yakınımızda bulunan Çocuk Büro Amirliği,

sık sık ekip yönlendiriyor. Eskiden parkın

içerisinde yaşayan evsiz kişiler, Kadıköy

Kaymakamlığı tarafından otellere yerleştirildi.

Bunun yanında Kurbağalıdere çevresindeki

düzenlemelerle birlikte aydınlatma

sorunu da yaşamıyoruz. Parkta güvenlik

kameraları yok, ancak park sınırındaki

binalardaki tüm kameralar, aynı zamanda

Yoğurtçu Parkı’nı da görüyor. Kısacası,

parkımızda bugün herhangi bir güvenlik

problemi bulunmuyor.”

“GÜVENLİK ÖNLEMLERİ ARTTIRILMALI”

Yoğurtçu Parkı’nın tam karşısında yıllarca

Tasarım Parkı isimli bir mekân işleten ve

yine o muhitte ikamet eden Mimar Nursema

Öztürk ise yakın zamanda yaşadığı bir

soruna dikkat çekerek, dergimize şunları

aktardı:

“Evim Yoğurtçu Parkı’na yakın olduğu için

sık sık gidiyorum. Orada yaşayan evsiz

insanlarla da bu sayede diyalog kurma olanağı

buldum. Kendilerine belli zamanlarda

yiyecek ve kıyafet desteğinde bulunuyorum.

Geçenlerde biriyle sohbet ederken, yanımıza

alkollü genç biri geldi ve üzerimize doğru

yürümeye başladı. Kızımla beraber apartmanlardan

birine sığındık. Oldukça korkunç

anlardı. Ben o güne kadar bu denli güvensiz

olduğunu farketmemiştim. Işıklandırma

konusunda herhangi bir sorun olduğunu

görmedim. Sadece güvenlik kameralarının

park içerisinde de konumlandırılması gerekiyor.

Güvenlik önlemleri arttırılmalı.”

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 15


Kentin Ruhu

Onarma, üretme ve

paylaşmanın Kadıköy’deki adresi;

Onaranlar Kulübü

PINAR BALTACI

Yaşadığımız çevrenin mevcut durumunu

değiştirmek adına kurulan Onaranlar Kulübü;

birlikte onarma, kendin yap, kendin üret

kültürlerinin yaygınlaştırılması amacıyla kolları

sıvayan dört kişiden oluşuyor. Doğukan,

Ufuk, Nilüfer ve Aytekin tarafından kurulan

kulübün bugün 1000’i aşkın gönüllüsü var.

Esasında amaçlarının insan ile kent ve çevre

arasında diyalog kurmak olduğunun altını

çizen Onaranlar Kulübü ekibi; “Bunu kimi

zaman bir yerleri onararak, kimi zaman

ise bir kent mobilyasına farklı bir işlev

katacak üretimlerle yapıyoruz. Bir gün bir

beyin fırtınası sırasında da kulübün ismi,

kendi kendini buldu. Sonrasında çevrede

yaptığımız birkaç gerilla projeyle sokaklardaki

eksikleri tamamlamaya, bozuk ya da

kırık yerleri esprili tasarımlarla onarmaya

başladık” diyorlar.

Çalışmalarını “onarma, üretme ve paylaşma”

üzerine temellendiren Onaranlar

Kulübü üyeleri, projelerini hayata geçirme

süreçlerini ise şöyle anlatıyor: “Her şey, onarılması

gereken veya onarılması gerektiğini

düşündüğümüz bir kamusal alan veya kent

mobilyasıyla başlıyor. Tespit ettiğimiz sorunları

not edip, hemen üretime başlıyoruz.

Bu sorun, kırık bir kaldırım ya da işlevini

bitirmiş bir bank olabilir. Bu noktada, ekip

olarak temel amaçlarımızdan biri de bir

yandan yaratıcılığı gözler önüne sermek

oluyor. Ortaya çıkan üretimin ardından

ilgili alanı veya objeyi onarıyor ve herkesle

paylaşıyoruz. Çoğu projemizde bizlerle

birlikte gönüllü onaranlar da sürece dahil

oluyor. Sürece tasarım, üretim, uygulama

gibi birçok alanda dahil olunabiliyor.”

“KADIKÖY’LE BAĞIMIZ GÜÇLÜ”

Özellikle Kadıköy sokaklarına renkli ve keyif

veren detaylar sunan kulübün çalışmalarını

her an görmeniz mümkün: “Kadıköylülerin

yaptığımız işlere ilgi göstermesi, bizi çok

mutlu etmekle beraber bir sonraki işlerimiz

için de motive ediyor. Kadıköy sokaklarında

yürürken elektrik kutularında saksılar,

3D baskıyla elde edilen figürler görebilir,

Kalamış Parkı’nda birden fazla işlevi içinde

barındıran komünite alanıyla karşılaşabilirsiniz.

Kadıköy, yaptığımız birçok işe ev

sahipliği yapıyor. Bu sebeple aramızdaki

bağın çok güçlü olduğuna inanıyoruz.”

16 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kentin Ruhu

ATMA ONAR, SAKLAMA PAYLAŞ,

TÜKETME ÜRET!

Ekip üyeleri, Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm

Projesi’ne dair ise şunları aktarıyor:

“Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm Projesi

için Nike ve Kadıköy Belediyesi’yle bir

araya geldik. Kulüp olarak benimsediğimiz

‘Atma onar’, ‘Saklama paylaş’, ‘Tüketme

üret’ mottolarından yola çıktık ve her

gün bu alanı kullanan gençlerin fikirlerini

alarak, Nike ve Kadıköy Belediyesi’nin

desteğiyle alanı farklı spor ve sosyalleşme

ihtiyaçlarına göre yeniledik. Alanda kullandığımız

renkler, kolektif hareket etme

duygusunu uyandıracak şekilde seçildi

ve belli desenler üzerinden yorumlandı.

Yenilenmiş Kalamış Parkı’nın en önemli

özelliği, üretim ve tüketim sonrasında

geri dönüştürülmüş atıklardan üretilen

Nike Grind malzemelerinin kullanılması

oldu. Alanda bulunan basketbol sahası,

kaykay parkı, koşu yolu ve voleybol

sahasını yenilerken, bu alanların etrafına

topluluklardan aldığımız geri bildirimlerle

sosyalleşme, çalışma, kaykay tamir

masası, masa tenisi sahası, dinlenme ve

“YAPTIĞIMIZ HER İŞTE ODAĞIMIZ

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK”

İçinde bulunduğumuz tüketim çağında

üretmenin daha önemli olduğunu

ifade eden Onaranlar Kulübü gönüllüleri;

“Onaranlar Kulübü’nün kurulduğu

ilk günden bu yana yaptığımız her işte

sürdürülebilirliği odak noktasına koymaya

çalışıyoruz. Bize göre sürdürülebilirlik,

aşırı ve gereksiz tüketimi ortadan kaldırmakla

başlar. Tespit ettiğimiz eksiklikleri,

yenisini alarak değil de elimizdeki imkânlarla,

mümkünse geri dönüştürülmüş

malzemelerin desteğiyle tamamlamaya

çalışıyoruz. Bunu yaparken çağımızın teknolojik

gelişmelerinden de faydalanılması

gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, 3D

yazıcıları üretim sürecimize dahil ediyoruz.

Yaptığımız tüm projelerin bu anlamda

da insanları motive edeceğine inanıyoruz.

Önce elimizdekileri değerlendirelim

ve üçüncü bir tarafa gerek kalmadan

kendi çözümümüzü üretelim istiyoruz. Bu

yaklaşımın yaratıcılığa olan katkısı ise bir

başka boyut” diyerek, bazı üretimlerinin

de çalınarak tahrip edildiğinden üzülerek

bahsediyorlar: “Son birkaç çalışmamızda

ne yazık ki böyle bir durumla karşılaştık.

Çok üzgün olduğumuzu söylemek isteriz,

ancak Onaranlar Kulübü var oldukça

üretmeye ve paylaşmaya devam edecek.

Dolayısıyla, gidenlerin yeri boş kalmayacak.

Bu tarz olumsuz olaylar, bir kez daha

ilk önce kalplerin ve zihinlerin onarılması

gerektiğini hatırlattı bize.”

gökyüzü izleme hamaklarının yer aldığı bir

komünite alanı tasarlayıp ürettik. Ayrıca

dünyaca ünlü dokuma sanatçısı ve bir

onaran olmaktan gurur duyan Fırat Neziroğlu

ve ekibi, basketbol sahası etrafında

el dokuması tekniğiyle markanın sloganı

ve logosunu da içeren enstalasyon üretti.

Bize göre Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm

Projesi ile biz ve Nike, sporu gündelik yaşamın

parçası hâline getirmeye olan inanç

ile birlikte üretmenin gücünü bir araya

getirmiş olduk.”

“Henüz bir şey paylaşamasak

da çalışmalarımız devam ediyor.

2021 yılı, bizim için sürdürülebilirlik

kavramını bir seviye daha

yukarıya taşıma hedefi taşıyor.

Hâliyle yapacağımız projelerin

de genel hedefi bu yönde

olacak.”

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 17


Kapak

Kadıköy’ün yeni yüzü

SON 2 YILIN ÖZETİYLE

KARŞINIZDA!

2019 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde Kadıköy Belediye Başkanlığı koltuğuna

oturan Avukat Şerdil Dara Odabaşı ile geçen iki yılı ve pandemiyle değişen

belediyecilik anlayışını konuştuk.

Kültür-sanat alanında İstanbul’un örnek ilçelerinden Kadıköy’den pandemi açılımı;

Kadıköy Pandemi Orkestrası, UNESCO / Dayanışma Mutfağı, Alan Kadıköy...

Kadıköy’ün yeni televizyonu TV Kadıköy’de başarılı gazeteci-televizyoncu

Enver Aysever’in sunumuyla ilçenin sorunlarına yakından tanıklık edecek,

Kadıköy’ü bu kez sanatçılarından dinleyeceksiniz.

PINAR BALTACI

Yaklaşık iki sene önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde

olduğu gibi Kadıköy Belediyesi de bir yenilik

ile karşı karşıya kaldı. Görevi Aykurt Nuhoğlu’ndan

devralan Kadıköy sakinlerinden Avukat Şerdil Dara

Odabaşı, yeni bir Kadıköy vaadiyle başkanlık koltuğuna

oturdu.

Peki, geçen bu zamanda neler değişti? Sahiden

mutlu insanlar, mutlu hikâyeleri mi gizliyor sokaklarında,

caddelerinde? Esnafı, sakinleri, komşuları,

sanatçıları ve sokak hayvanlarıyla Türkiye’nin Avrupa’ya

bakan yüzü Kadıköy, bu misyonunu ne denli

sürdürüyor? Paris’in Şanzelize Caddesi’ni kıskandıracak

güzellikteki Bağdat Caddesi, mahalle kültürünü

hâlâ sürdüren sanatçıların evi Yeldeğirmeni,

kendine has dokusu ve deniziyle simge semt Moda,

kargaşasına rağmen tarihi yüzüyle bizlere geçmişten

gülümseyen Kadıköy Çarşısı... Boğa’sı, Süreyya

Operası, Haldun Taner Sahnesi, Haydarpaşa’sı ve

daha birçok güzelliğini cebimize koyup, Kadıköy

Belediyesi’nin kapısını çaldık. Bizleri memnuniyetle

kabul eden Başkan Şerdil Dara Odabaşı, geçen iki

yılı özellikle pandemi süreci doğrultusunda değerlendirdi.

Gelecek süreçteki projelerine dair bilgiler

sunan Odabaşı ile yakın zamanda hayata geçirilen

TV Kadıköy’ü de konuştuk.

Kadıköy’ün YouTube kanalı üzerinden yayın yapan

yeni televizyonu TV Kadıköy’de “Aykırı Sorular Kadıköy”

programının sunuculuk koltuğunda, başarılı

gazeteci Enver Aysever oturuyor. Kendisinden TV

Kadıköy ve programına dair bilgiler alırken, son

olarak mikrofonu Kadıköylülere uzattık. Kadıköy

Belediyesi’nin son iki senesini ve yakın dönemdeki

önemli projeleri, gelin hep beraber değerlendirelim.

Şimdi söz Kadıköy Belediyesi’nde; değerlendirmelerinizin

ardından yeni sayılarımızda sizlerin de sesine

ses olmayı sürdüreceğiz. Başlıyoruz...

18 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kapak

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 19


Kapak

Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı:

İhtiyaç kavramı ve

belediyeciliğe bakış değişti

Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı,

görevde olduğu süre içerisindeki hizmetlere

dair detaylı bilgiler sundu. Pandemi

süreci ile birlikte zamanın ruhunun değiştiğini

ifade eden Odabaşı; “İhtiyaç kavramı ve

belediyeciliğe bakış değişti” dedi.

Öncelikle geçen iki seneye dair

yorumlarınızı alabilir miyiz?

Sizin açınızdan nasıl geçti?

İki yıl benim açımdan olağanüstü geçti.

Çünkü geçen bu sürede zamanın ruhu

değişti. Biz göreve ilk seçildiğimiz zaman,

belediyecilik anlayışı farklı bir tanımlamayla

yapılıyordu. Fakat yaşadığımız bu pandemi

süreciyle birlikte ihtiyaç kavramı ve belediyeciliğe

bakış değişti. Hükümetin görev ve

sorumluluğunda olması gereken birçok hizmeti

biz yapmak zorunda kaldık. Kadıköy’de

yaşayan yurttaşlarımız taleplerine merkezi

hükümetten karşılık bulamayınca, Kadıköy

Belediyesi olarak bizim sorumluluğumuz

da arttı. Olağanüstü bir dönem yaşadık,

yaşamaya da devam ediyoruz. Pandemi

birçok konuda geçmişte yapmış olduğumuz

belediyeciliğin dışına çıkarak, farklı bir belediyecilik

yapma durumuna getirdi. İşte tüm

bu sebeplerden dolayı olağanüstü geçti.

Görevde olduğunuz dönemde, görmeye

alışkın olmadığımız bir süreçten geçtik:

Pandemi… Kadıköy Belediyesi de bu

süreçten geçer not alan belediyelerin

başında geliyor kuşkusuz. Süreci

yorumlar mısınız?

Az önce de söylediğim gibi bu süreçte ihtiyaç

kavramı değişti. Pandemi döneminde ilk

olarak sıcak yemek dağıtım sürecimizden

bahsetmek istiyorum. Normal şartlarda sıcak

yemek yardımını ihtiyaç sahibi komşularımıza

yapıyorduk. Ancak pandemiyle birlikte

ihtiyaçlar da değişti. Gördük ki ekonomik

durumu iyi olup da yemeğe ulaşamayan

belli bir kesim var. Sokağa çıkma yasağının

ilanından itibaren 65 yaş üstü Kadıköylü

komşularımız evde yemek yapamadılar.

Ekonomik durumu iyi olsa da hem pandemi

korkusundan dolayı hem de sağlık koşullarından

ötürü dışarı çıkamayan bu kesim için

ihtiyaç doğmaya başladı. Bunun yanında

işsiz kaldığı için evine yemek götüremeyen

bir kesim de oluştu. Yani iki farklı nedenden

dolayı ihtiyaç doğdu. Kısacası ihtiyaç kavramı,

maddi olarak durumu kötü olanların yanı

sıra farklı tanımlamalara döndü.

Bizim bir aşevimiz olmadığı için bu yemekleri

sosyal tesislerimizde yapmaya başladık.

Yemek dağıtımı konusunda belli bir noktaya

geldikten sonra İstanbul’un ünlü aşçıları,

bizim için yemek pişirmek istediklerini ifade

ettiler. Bu dayanışmaya, ortaya daha sağlıklı

menüler koyabilmek adına diyetisyenler

de katıldı. Böylelikle diyetisyenler menüleri

hazırladı, aşçılar yemekleri yaptı, biz de Kadıköy

Belediyesi olarak dağıtımı üstlendik.

Ve bu dayanışma, UNESCO tarafından tüm

dünyaya örnek gösterildi. Bunların yanında

pandemi sürecinde zarar gören esnafın yanı

sıra çalışan, işsiz kalan, gündelik çalışan

Kadıköylülere de yardım paketleri sağladık.

Pandemi döneminde dikkat çeken bir

diğer husus ise altyapı çalışmalarındaki

artış oldu. Sokakların boş olduğu zaman

dilimi bir hayli verimli kullanıldı.

Evet, amacımız buydu. Pandemi sürecinde

yeni ihaleler almasak da elimizdeki ihaleleri

mümkün olduğunca sürdürdük. Örneğin,

Kadıköy Balıkçılar Çarşısı’nda uzun yıllardır

ciddi bir kanal problemi vardı. Ancak

insan yoğunluğundan dolayı iyileştirme

çalışması yapamıyorduk. Bu dönemi fırsat

20 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kapak

bilerek, ilk olarak oradaki sorunları çözdük.

Bunun yanında Kuşdili ve Ethem Efendi

gibi önemli caddeler başta olmak üzere

sokaklarımız ve caddelerimizde asfalt

çalışmalarını sürdürdük. Özellikle İSKİ ve

İGDAŞ’la koordineli çalıştık.

Tüm bunların yanında belediyenin çeşitli

hizmetlerini, fiziksel binadan çıkararak

sosyal mecralara taşıdık. Konserler, söyleşiler,

sohbetler, çocuklara masallar online

olarak devam etti. Döneme uygun şekilde

süreç devam etti. Bir dönem mobil belediye

sistemiyle Mali Hizmetler Müdürlüğü veznelerini

mahallelere taşıdık. Komşularımız

ödemelerini bu noktalarda yapıp, belediye

binasına gelmeden taleplerini bu noktalar

aracılığıyla bize ulaştırdılar.

Kadıköy’ün kanayan yarası

Kurbağalıdere’de sona gelindi,

ancak hâlâ çayımızı yudumlayamıyoruz.

Çevre düzenlemeleri devam ediyor.

Tamamen ne zaman bitecek? Ne gibi

yenilikler olacak?

Kurbağalıdere artık kanayan bir yara

değil, çünkü yüzde 90’ın üzerindeki kısmı

tamamlandı. Şu an Kurbağalıdere’nin

denize çıktığı yerin Moda tarafındaki kazık

çakma işlemlerinin ardından Yoğurtçu

Parkı’nı da içine katan bu alan, Kadıköy’ün

en keyifli bölgesi olacak. Proje detaylarını

İBB ile konuşmaya devam ediyoruz. Bugün

için bisiklet yolları, yaya yolu ve farklı

etkinliklerin olacağı alanlar yaratılacağını

söyleyebilirim. Diğer sürprizleri İBB ile

birlikte açıklayacağız.

Kurbağalıdere yanındaki eski Salı

Pazarı alanı, bugün şantiye sahası

görünümünde. Bizim de ofisimiz bu alana

bakıyor ve akıbetini merak ediyoruz.

Orası için belirli bir proje var mı?

Kuşdili Çayırı’nın hukuki süreci devam

ediyor. Bittikten sonra Kuşdili Çayırı,

Söğütlüçeşme İstasyonu’nun bulunduğu

alan, bizim belediye binamız ve Gazhane

gibi yerleri bütüncül bir planlama içerisinde

ele alacağız. İstanbul’un meydanları çok az

olduğu için buralarda farklı kamusal alanlar

yaratmayı ve üretmeyi hedefliyoruz.

Kültür-sanat alanındaki çalışmalarınız

bir hayli dikkat çekiyor. Bu bağlamda

Sinematek ve Alan Kadıköy gibi

projeler, Kadıköy’e ne gibi katkılar

sunacak?

Kadıköy, İstanbul’un hatta Türkiye’nin

kültür-sanat başkenti… Bunun desteklenmesi

ve daha da geliştirilmesi gerekiyor.

Sinematek ve Alan Kadıköy’ün çalışmaları

hızla sürüyor, kısa sürede hizmete geçecek.

Alan Kadıköy, Türkiye’de tek! Sinematek’te

161 kişilik sinema salonu, film arşivi, kitaplık,

sergi ve film izleme alanları bulunuyor.

Alan Kadıköy’ün ise 340 seyirci kapasiteli

blackbox tiyatro sahnesi mevcut. Alt katı

da sanat galerisi ve toplantıların yapılacağı

bir alan, orayla ilgili olarak arkadaşlarımızın

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 21


Kapak

çalışmaları devam ediyor. Önünde de bir

yeşil alan çalışması olacak. Eğer akustikte

bir problem olmazsa, önündeki bahçeyi

ufak yaz konserlerinin olacağı bir alana

dönüştüreceğiz.

Eski kültür merkezlerine dair bir

yenileme çalışması yapılacak mı?

Evet, Caddebostan Kültür Merkezi (CKM) ve

Barış Manço Kültür Merkezi (BMKM) içindeki

salonların yenilenmesine başladık. Özellikle

CKM’nin sahnesinde bir akustik problemi

var. Konuyla alakalı teknik arkadaşlar,

sorunu nasıl çözeriz diye bakıyorlar. Bütün

kültür merkezlerimizi bakıma aldık, yeni

döneme hazırlıyoruz.

Başkanım, özellikle Bağdat Caddesi’nin

ihmal edildiğine yönelik çok fazla yorum

alıyoruz. Sizin orayla alakalı bir proje ve

müjdeniz olacak mı?

Bağdat Caddesi’nde ben sık sık geziyorum.

Hem altyapı hem de üstyapısında kronikleşmiş

birçok problemi var. Her şeyden önce

bir kimlik problemi var. Öncelikle esnaf

görüşlerinin alınması ve turizminin gelişmesine

ilişkin çalışmaların yapılması gerekiyor.

Biz pandemi sürecinden önce çalıştaylar silsilesi

başlattık, ancak ne yazık ki ara vermek

durumunda kaldık. İlk fırsatta sorunları 6

ana başlık altında tekrar ele alacağız. Bağdat

Caddesi’nde yaşayanlar, mülk sahipleri ve

esnafımızla masaya oturup, alınan kararları

İBB’ye sunacağız. Çünkü yetki İBB’de…

Ancak şimdilik bir müjde verebilirim, bu sene

Cemil Topuzlu Caddesi ile başlıyoruz. Burayı

bir prestij caddesi hâline getirip, hem altyapı

hem kaldırım hem de yolun akışını rahatlatacak

bazı çalışmalar yapacağız.

TV Kadıköy yayın hayatına başladı.

Yorumlarınızı alabilir miyim?

Geçen sürede derdimizi anlatabileceğimiz

medya ortamları bulamayınca, çareyi TV

Kadıköy’ü kurmakta bulduk. Programlar

sadece YouTube üzerinden yayınlanıyor.

Amacımız, Kadıköy’ü burada yaşayan insanlardan

dinlemek. Ayrıca ulusal kanallarda

beğeniyle takip edilen ve her ay farklı konu

ve konukların olacağı “Aykırı Sorular Kadıköy”

programını da TV Kadıköy bünyesine

kattık. Yayınlarda ben de ayda bir olmak

üzere belediyemizin aylık çalışmalarına dair

bilgiler aktaracağım. Komşularımızın bütün

sorularına açık yüreklilikle cevap vereceğim.

Bu bağlamda programı hazırlayan,

gazetecilikten ödün vermeyen sevgili Enver

Aysever ile çalışmaktan da büyük mutluluk

duyuyoruz. Özellikle kendi bünyemizden iç

yapımlara öncelik veriyoruz. Zira, Kadıköy

Belediyesi’nin bunu yapabilecek, üretimi

gerçekleştirip, sunabilecek kadroları var.

Dışarıdan bakınca Kadıköy sorunsuz

bir ilçe gibi görünüyor. Bu konudaki

yorumunuz nedir?

Evet ama esasında öyle değil. Özellikle altyapıda

ciddi sorun var. Ancak bu giderilmeyecek

bir sorun değil, işimiz sorun çözmek.

22 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kapak

Ve göreve gelir gelmez İstanbul Büyükşehir

Belediyesi ile koordineli bir şekilde altyapı

eksiklikleri için çalışmaya başladık. Yağmur

kanalı yetersiz olan bir ilçeden bahsediyoruz.

Yaklaşık 20 yıldır ihmal edilen, çivi bile

çakılmayan bir Kadıköy’den bahsediyoruz.

Son olarak, Kadıköy’ün geleceğine dair

neler söylersiniz?

Dediğim gibi Kadıköy’ün sorunları var

elbette ama bundan daha da önemlisi,

Kadıköy’ün geleceğini hazırlamamız gerek.

Tarihiyle, teknolojik altyapısıyla, estetik ve

soluk alınan yeşil bir Kadıköy hedefliyoruz.

Bunu Kadıköy’de yaşayanlarla, Kadıköy’ü

yaşayanlarla birlikte planlıyoruz. Hepimizin

siyasi görüşleri var elbette, fakat Kadıköy’ü

siyasete kurban etmeden, herkesin kendini

ifade edebildiği bir kent olma özelliğini koruyarak

geleceğe hazırlamak hepimizin görevi.

“Anlat Kadıköy” projesiyle komşularımızın

bu yöndeki taleplerini topladık. Ardından

pandemi öncesi “Konuşan Kadıköy” toplantılarına

başladık, eksiklerimizi görmek

için. Ancak koronavirüs salgını nedeniyle

bu toplantıları ertelemek zorunda kaldık.

Mahallelerde düzenlediğimiz bu toplantılara

en kısa sürede devam etmek istiyoruz.

Geçen sayımızda Kadıköy Kaymakamı

Dr. Mustafa Özarslan, Kadıköy

Fikirtepe’de yapılması planlanan

hükümet konağının müjdesini

vermişti. Konuyu Başkan Odabaşı’na

da sorduk: “Kaymakamımız

böyle bir müjde verdiyse, biz de

o müjdeye alkış tutarız. Nerede,

nasıl yapılacağına dair bir bilgim

yok. Alan netleşince, kimbilir belki

biz de yan taraflarında yeni bir

belediye binası talebinde bulunabiliriz.

Bizim de binamızı taşımak

gibi bir niyetimiz vardı. Aynı talep

bizim için de geçerli. Kadıköy’de en

büyük sorun, boş alan!”

“Pandemi sonrasında en fazla

zararı, özellikle Kadıköy özelinde

kültür-sanat gördü. Tiyatrolar için

hatırlarsınız yaz ayında Selamiçeşme

Özgürlük Parkı’nda yaklaşık 49

adet tiyatro ve konser oldu. Sanatçılarımıza

destek vermek amacıyla

hiçbir kira almadan konser

vermelerini sağladık. Sonrasında

şunu gördük; klasik müzik orkestralarında

herhangi bir sigorta ile

çalışmayan, konservatuar mezunu

gençler, pandemi ile birlikte günlük

olarak çalıştıkları işlerinden

olmuşlar. Onlara destek olmak

amacıyla Pandemi Orkestrası kurduk.

Hâlihazırda üç konser verdik,

önümüzdeki dönemde iki konser

daha vereceğiz. Türkiye’nin en

ünlü şefleri, ücret almadan orkestra

kurdular. Konserleri Süreyya

Operası’nda düzenliyoruz. Ayrıca,

arkadaşlarımız kültür-sanat projeleri

üzerinde yeni çalışmalar ve

dayanışmalar üretmek için sürekli

çalışma hâlinde.”

“Kadıköy, sosyal demokrasinin kalesi.

Ben de öğrencilik yıllarımdan

beri sosyal demokrat mücadele

içerisinde aktif rol aldım. Bir

dönem Sosyal Demokrat Üniversiteliler

Platformu’nun başkanlığını

yürüttüm. Geldiğimiz noktada,

sosyal demokrasinin kalesi olan

Kadıköy’ün belediye başkanı

olmak, benim için ayrı bir gurur

kaynağı...”

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 23


Kapak

Kadıköy’de neler

oldu?

KADIKÖY, ‘İNSANİ GELİŞMİŞLİKTE’

TÜRKİYE BİRİNCİSİ OLDU

Kadıköy Belediyesi, nüfus ölçeğinde

değerlendirmeye alınan 138 ilçe arasından;

uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir hayat yaşamak,

bilgi ve eğitim alabilme imkânına sahip

olmak ve insana yaraşır bir hayat için gerekli

kaynaklara ulaşmak gibi kriterler göz önüne

alınarak belirlenen “İnsani Gelişme Endeksi”

sıralamasında birinci oldu.

KADIKÖY BELEDİYE MECLİSİ’NDEN

YAĞMUR SUYU VE GRİ SU KULLANIMINA

YÖNELİK KARAR

Bu kriterlerin en önemlilerinden biri de

çevre. Bu konuda birinci seçildik ama

elbette bu durum çalışmalarımızı daha da

yoğunlaştırmamız noktasında motive edici

oldu. Mesela, Kadıköy’de inşa edilecek binalarda

‘yağmur suyu ve gri su toplama tankı’

yapılması, Kadıköy Belediye Meclisi’nde

oy birliğiyle kabul edildi. Susuzluk tehlikesi

ve iklim değişikliğiyle mücadelede önemli

bir adım olan kararla yağmur suyu ve gri

su olarak adlandırılan duştan, küvetten,

lavabolardan toplanan evsel atık su; tuvalet

rezervuarlarında, bahçe sulamada ve ortak

alan temizliğinde kullanılacak. Kadıköy’de

400 metrekareden büyük parsellerde

yağmur suyu, 2 bin metrekare üzerindeki

parsellerde ise gri su kullanılacak. Bu uygulama

ile Kadıköy’de bundan sonra yapılacak

binaların yarısından çoğunda su toplama

tankları yer alacak.

EKOLOJİK PARKTA UYGULANDI

Kadıköy’de inşa edilecek binalarda ‘yağmur

suyu ve gri su toplama tankı’ yapılmasına

yönelik uygulama, Kadıköy Belediyesi

Ekolojik Yaşam Merkezi’nde hayata geçti.

Ekolojik Park’ın çatısından akan sularla

dolan tank, bahçenin damlama yöntemi ile

sulanmasında kullanılıyor.

KADIKÖY’DE “ATIKSIZ YAŞAM

HAREKETİ” GENİŞLİYOR

Kadıköy Belediyesi’nin ilçede atık oluşumunu

en aza indirmek amacıyla başlatılan

“Atıksız Yaşam Hareketi”, Kadıköy’ün

parklarına yerleştirilen atık ve geri dönüşüm

noktaları ile doğru kullanım alışkanlıklarına

önemli bir katkı sağlıyor.

PANDEMİ SÜRECİ

• KADIKÖY PANDEMİ ORKESTRASI

• UNESCO / DAYANIŞMA MUTFAĞI.

• KADIKÖY’DE COVIDLİ HASTALARA

SICAK YEMEK

• ESNAFA DESTEK

• GIDA OTOMATI

• SOSYAL KART YARDIMI

• BİR BİLGİSAYAR BİR GELECEK

• UZAKTAN EĞİTİME SORU

BANKASI DESTEĞİ

• PANDEMİDE AÇIK HAVADA SPOR

• PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK

HİZMETİ

• SOKAK HAYVANLARI DÜZENLİ

OLARAK BESLENİYOR

YENİ AÇILAN

BİRİMLER

• GÖZTEPE SOSYAL HİZMET VE

ALZHEİMER MERKEZİ

• SİNEMATEK VE ALAN KADIKÖY

• SUADİYE ÇOCUK YUVASI

24 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kapak

Kadıköy’ün televizyonu

yayın hayatına başladı

TV Kadıköy,

Youtube’da!

Kadıköy’ün yerel ve bağımsız dijital televizyonu

“TV Kadıköy” kuruldu. Kadıköylü

başarılı televizyoncu Enver Aysever’in katkı

sunduğu, YouTube üzerinden yayın yapan

kanalda Aysever, “Aykırı Sorular Kadıköy”

sunumuyla geçtiğimiz günlerde Kadıköy

Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı’nı

ağırladı. Televizyonun kuruluş aşamasını ve

bundan sonraki planlarını, Gazeteci Enver

Aysever ile konuştuk.

Bugünlerde Cumhuriyet Gazetesi’ndeki

yazılarının yanı sıra yeni romanını tamamladığını

ifade eden Aysever; “Diğer taraftan da

İzmir, Mersin başta olmak üzere çeşitli belediyeler

ile yerel anlamda dijital platformlar

aracılığıyla bazı çalışmalar yapıyoruz.

Bunlardan bir tanesi de Kadıköy Belediyesi

oldu. Uzun yıllar hazırlayıp sunduğum

‘Aykırı Sorular’ programı, TV Kadıköy’ün

kuruluş sürecinde bir lokomotif görevi gördü.

Başkan Şerdil Dara Odabaşı ile mesleki

sebeplerden ötürü daha önceden tanışıyorduk.

Kendisiyle görüşmelerimiz sürerken,

‘Aykırı Sorular’ programının marka değerinin,

toplumdaki güvenilirliği ve Kadıköylüler

açısından karşılık bulacağı düşüncesiyle

projeyi somutlaştırdık” dedi.

“HALKA HESAP VERMENİN

GÖNÜLLÜ HÂLİ”

Kadıköy’ün sorunları başta olmak üzere,

değişen yüzünü ve kültür-sanat kenti

unvanını ağırladığı konuklarla masaya

yatıran Enver Aysever, programın detaylarına

ilişkin şu açıklamalarda bulundu:

“Sayın Şerdil Dara Odabaşı, programımızın

ilk konuğu oldu. Bundan sonra da her ay

düzenli olarak kendisini ağırlayacağız.

Bunun yanında Kadıköylü sürpriz isimler

de bizlerle olacak. Kadıköy’de yaşayan,

Kadıköy’ü seven, buraya emek veren kentlileri

de ekrana taşıyacağız. Odabaşı’nın

televizyon projesiyle birlikte oldukça cesur

bir adım attığını söyleyebilirim. Halka hesap

vermenin gönüllü hâli bu. Programlar

da Aykırı Sorular’ın Kadıköy versiyonu gibi

oldu. Özenli bir prodüksiyonla hayli iyi bir

iş çıktığını söyleyebilirim.”

“KADIKÖY AYNI ZAMANDA TÜRKİYE”

Kadıköy’e dair düşüncelerini de aktaran

Aysever, bu bağlamda programların önemine

ilişkin şunları aktardı: “Kadıköy sadece

Kadıköylüler açısından değil, tüm İstanbul

ve hatta Türkiye açısından çoğulcu bir ilçe...

Halkı soru soruyor, itiraz ediyor, tartışıyor.

Dolayısıyla bizler de bu programla kent kültürüne

dair sorunların tamamını yansıtma

imkânı buluyoruz. Esasında şöyle söyleyebilirim;

Aykırı Sorular’ın kitlesel medyada

konukları kimse, Kadıköy ölçüsünde de

benzer hassasiyeti göreceğiz. Çünkü burası

aynı zamanda Türkiye.”

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 25


Kapak

Kadıköy sokaklarının dili

Söz bu sefer sokaklarda... Bağdat Caddesi’nden başlayan turumuz, Kadıköy’de

son buldu. Sokakları Kadıköylülerle birlikte gezip, sorunların çözümünü yine

onlardan dinledik. Buyurun...

TOLGA ATACAN

Yaklaşık 10 senedir

Bağdat Caddesi’nde

hem

telefonculuk

yapıyor hem de

yiyecek dükkânı

işletiyorum.

Kadıköy Belediyesi’ni

özellikle

sahildeki çalışmaları için takdir ediyorum.

Yenileştirme ve güzelleştirme çalışmaları

yapılıyor. Bunun yanında Caddebostan Barlar

Sokağı’na dair bazı taleplerim olacak.

Burada sarı-beyaz betonlardan ötürü çok

fazla kaza oluyor. Yayalar da rahat hareket

edemiyor. Çok kere dilekçe verdik, ancak

geri bir dönüş alamadık. Bunun yanında

caddemizin ışıklandırılmasını istiyoruz.

Geceleri çok karanlık olduğu için tehlikeli

bir yer hâline geliyor.

OZAN BAYDAR

Kadıköy’de tam 30

senedir esnaflık

yapıyor ve

belediyemizin

çalışmalarını

yakından

takip ediyorum.

Çalışmalarını ve

duruşunu hep takdir

ettiğim bir belediyeye sahibiz. Sokaklarımızın

genel hatlarıyla yenilenmesini

ve güzelleştirilmesini istiyorum. Bağdat

Caddesi, hak ettiği şekilde güzelleşmeli.

Bunun yanında otopark ve vale sorunlarının

da çözüme kavuşmasını temenni ediyorum.

Geceleri sokaklar çok karanlık, buna da

mutlaka bir çözüm bulunmalı.

ÖZCAN GÜNDOĞDU

Tam 50 yıldır sanat

galerimizle

Cemil Topuzlu

Caddesi’ndeyiz.

Biz caddemizi

ve belediyemizi

çok seviyor,

çalışmalarını

destekliyoruz. Sadece

daha yeşil bir cadde hayal ediyorum.

Ağaçlara ihtiyacımız var. Bizler Kadıköy’e

gönül vermiş, başka bir yerde yaşayamayacak

insanlarız. Bu sebeple, ilçemizin güzelleşmesi

adına elimizden geleni yaparız.

Başkanımızın Cemil Topuzlu Caddesi’ne

dair müjdelerini de sevinçle karşıladık.

Kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

CEM AKGÜN

Kadıköy’ün asfalt

ve kaldırımları

zaten oldukça

güzel, ancak

yağmurlu

günlerde sorun

yaşanabiliyor.

Bu bağlamda

düzenleme yapılması

şart. Özellikle Bağdat Caddesi, bir hayli güzel

ve geniş bir cadde... Özellikle oranın yenilenmesi

ve güzelleştirilmesini çok isteriz.

Gençler motorlarıyla çok gürültü yaptıkları

gibi çevre kirliliğine de sebep oluyorlar.

Bir de tabii geceleri araba yarışları oluyor.

Bunun için önlemler arttırılmalı. İlçemizin

daha popüler olması için belediyemiz ile

birlikte elimizi taşın altına koymaya hazırız.

YAĞMUR SÜSLER /

ASLI UÇER

Biz gençler olarak

belediyemizin

çalışmalarını

beğeniyoruz.

Kadıköy,

kültür-sanat ve

eğlence açısından

gençler için farklı

alternatifler sunan bir yer. Sadece özellikle

Moda sahilinin biraz daha temiz olmasını isterdik.

Tabii bu noktada biz gençlere de çok

görev düşüyor, ancak yine de belediyemizin

de bu doğrultuda çalışmalarını artırmasını

talep ediyoruz.

AYHAN YILMAZ

Kadıköy Kuşdili Caddesi’nde

esnafım.

Burası Kadıköy’ün

popüler

caddelerinden

biri… Kadıköy’de

hizmet

vermekten büyük

mutluluk duyuyorum.

Doğma büyüme Kadıköylü olarak

söyleyebilirim ki belediyemiz, esnafın her

daim yanında. Bizlere yol gösterdiler ve

yanımızda oldular.

NİLÜFER CEYLAN

Kadıköy Belediyesi’ni

ve çalışmalarını

dikkatle

takip ediyoruz.

Genel anlamda

memnunuz.

Pandemi döneminde

Moda’daki

kaldırımları genişlettiler

ve yolumuzun üstündeki dubaları yenilediler.

Günlük düzenli olarak kapımızın önü

temizleniyor. Moda’da olduğumuz için bir

kadın olarak çok şanslı hissediyorum kendimi.

Kadıköy Belediyesi de bu konuda hiçbir

talebimize olumsuz yanıt vermiyor. Sosyal

medya üzerinden de kadınları her anlamda

desteklediklerini görüyoruz. Sadece akşam

saatlerinde Moda’da çöp kazanları çok yoğun

oluyor, belki o konuda biraz daha titiz

davranılabilir. Bir diğer temennimiz de daha

yeşil bir Kadıköy olur.

26 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


SEÇKİN

KİTABEVLERİNDE

Kadıköy’ün

yakın tarihini

merak ediyor musunuz?

Arif Atılgan; Küçükyalı’dan Moda’ya, Üsküdar’dan Haydarpaşa’ya,

Kadıköy’ün 1800’lü yıllardan günümüze uzanan

öyküsünü yazdı...

İsteme Adresi:

www.kiletisimyayinlari.com adresinden ÜCRETSİZ KARGO ile adresinize gelmesini isteyebilirsiniz.

Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No: 44 Kat: 2 Daire: 6 Kadıköy - İstanbul

Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43


Değerlerimiz

Abdülaziz Av Köşkü’nün

terk edilmiş yalnızlığı

Kadıköy-Üsküdar sınırındaki Validebağ Korusu’nun içerisinde

yer alan Abdülaziz Av Köşkü, kast ajanslarına ve düğün

fotoğrafçılarına kiralanan atıl bir ardiyeye dönüştürüldü.

GÜRER MUT

İstanbul’un çarpık kentleşme nedeniyle geride

kalan en büyük yeşil alanlarından biri

olan ve Kadıköy-Üsküdar sınırında bulunan

Validebağ Korusu, uzunca bir süredir Millet

Bahçesi projesiyle dönüşüme sokulmak

isteniyor. Yerel halkın inisiyatifi ve itirazlarıyla

şu ana kadar korunmayı başaran

‘birinci derece doğal sit alanı’ Validebağ

Korusu’nun içerisinde yer alan Abdülaziz Av

Köşkü için ise, aynı şeyi söylemek maalesef

mümkün değil.

20 yıla yakın süredir durumu belirsizliğini

koruyan ve bu süreçte içinde bulunan pek

çok tarihi objenin yağmalandığı Av Köşkü,

bugünlerde bir tür ardiye işlevini görüyor.

İstanbul’da günümüze kadar ulaşan az

sayıdaki av köşkünden birisi olan Abdülaziz

Av Köşkü, çevre sakinlerinin uzun süredir

devam eden itirazlarına rağmen kast ajanslarına

ve düğün fotoğrafçılarına kiralanıyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından

Üsküdar Belediyesi’ne bağlanan Validebağ

Korusu’nda; Validebağ Kasrı, Validebağ Öğretmen

Evi ve Abdülaziz Av Köşkü’nün işletme

hakkı ise Milli Eğitim Bakanlığı uhdesinde

bulunmakta. Başta Validebağ Gönüllüleri

olmak üzere birçok semt dayanışma ağı ve

çevre sakinleri, Validebağ Öğretmen Evi Müdürlüğü

tarafından işletilen alanın koruma

altına alınmasını istiyor.

28 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Değerlerimiz

YAĞMALANAN BİR KENT MİRASININ

KISA TARİHİ

Kaderine terk edilen tarihi eser statüsündeki

ahşap Av Köşkü, bakımsızlık ve hor

kullanım nedeniyle harap hâlde. Tarihi

mekânın nasıl korunacağı veya ne şekilde

kullanılacağı bilinmezliğini koruyor.

Bürokratik bilinmezliklere köşkün tarihinden

bir örnek ise; 2 Ağustos 1994 tarihinde

Abdülaziz Av Köşkü’nün, Vali ve Milli Eğitim

Müdürlüğü imzalı protokolle Haydarpaşa

Lisesi Eğitim Vakfı’na Koruma Kurulu’ndan

izin alınmadan devredilmesi. 20 Haziran

1995 tarihli Milliyet Gazetesi haberine göre,

Av Köşkü’nün eğitim lokali olarak açılacağı

duyurulmuş, yine aynı haberde önemli

ayrıntılara da yer verilmiş. Tarihi köşkün eşyalarının

yağmalanmış olduğuna; çini soba,

kristal avize, çeşme musluğu gibi eşyaların

ise ortadan kaybolduğuna değinilmiş.

25 Nisan 1996 tarihinde İstanbul 3 no’lu

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma

Kurulu, 8006 sayılı kararla Abdülaziz Av

Köşkü’nü döneminin önemli mimari özelliklerini

üzerinde bulundurması nedeniyle

“I. Grup Kültür Varlığı” olarak tescil etmiş.

Bunun üzerine, 21 Haziran 1999 tarihli

Hürriyet Gazetesi haberinde köşkün İzci

Müzesi olarak kullanıma açılacağı duyurulmuş.

Haberde izcilik alanında Türkiye’nin

ilk müzesi olacağı bilgisi verilen alan, müze

vasfını kazanamadan bir süre sonra kapatılmış,

ta ki 2014 yılına kadar. 2014 yılında

Av Köşkü, yeni bir restorasyona sokulmuş.

Çalışmaların bitmesinin ardından “İzci

Müzesi” tabelası bir köşeye atılarak, yerine

“Yazarlık Atölyesi” tabelası asılmış. Tarihi

bir mekânın kimliğiyle, dokusuyla bağdaşmayacak

pek çok değişikliğe gidilerek, Av

Köşkü bir tür derslik hâline dönüştürülmüş.

Bugün ise yukarıda da bahsettiğimiz

gibi düğün fotoğrafçılarının merhametine

bırakılmış durumda.

KÖŞKÜN İNŞASINA İLİŞKİN

FARKLI GÖRÜŞLER

Kent kimliğine, dokusuna yabancılaşmanın

sıkıntılarını derinden yaşayan İstanbul’da

rant olgusu, aslına bakılırsa 1950’lerdeki

“Güvenevler” dosyasına kadar uzanıyor.

Aradan geçen 70 yılda, ranta dayalı büyüyen

kentin güzellikleri, doğası, sesi ve nefesi can

çekişiyor. Öyle ki, tarihi milattan öncesine

uzanan bu kent, kültürümüzün sayısız eseriyle

çevrelenmiş hâlde. Fakat ne yazık ki bu

tarihi doku, gereken özenle korunamamakla

birlikte belli retoriklere hapsediliyor.

Düşünün bir kere; kentin ortasında bulunan

ve 1800’lerin sonlarına doğru inşa edilen

Abdülaziz Av Köşkü’nün hangi tarihte yapıldığına

ilişkin net bir veri dahi elimizde yok.

Türk tarih araştırmacısı ve kitabe uzmanı

İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre, köşkün

üstüne asılı levhada “Abdülaziz Köşkü 1856”

yazdığı öne sürülür. Buna göre, köşkün

bu tarihte yaptırıldığı ve mimarının da

Osmanlı padişahları ve hanedanı tarafından

yaptırılan birçok mimari esere imza atan

Balyan Ailesi’nden Nigogos Balyan olduğu

söylenir. Ancak Abdülaziz, tahta 1861 yılında

çıkmıştır. Bu nedenle köşkün 1866 yılında

yaptırıldığı iddia edilir.

SULTAN ABDÜLAZİZ’İN

DİNLENCE MEKÂNI

İbrahim Hakkı Konyalı da Sultan Abdülaziz’in

ava oldukça meraklı bir padişah

olması nedeniyle ata binmek, avlanmak

için Validebağ Kasrı’nda kaldığını ve ava

çıktığında dinlenmek için Av Köşkü’nde

zaman geçirdiğini açıklar. Bu tek katlı ahşap

dinlence mekânının dört tarafı revakla sarılı

ve cephesi kalem işiyle bezelidir. On adet

renkli camlarla kaplı penceresi bulunan

Av Köşkü’nün arkasındaki havuzun birkaç

metre ilerisinde, okçulukta menzilleri belgelemek

için dikilen nişan taşları bulunur.

Av Köşkü’ne ait eski fotoğraflarla bugünkü

yapıyı karşı karşıya getirdiğinizde, yapılan

yanlış restorasyonlar sonrasında meydana

gelen değişiklikler ortaya çıkıyor. Örneğin,

yapının giriş tarafında bulunan ve zamanına

özgü süslemelerle bezenmiş tunçtan fenerlerin

günümüze kalmadığını göreceksiniz.

Yine yukarda değindiğimiz gibi mekâna ait

çini soba, kristal avize, çeşme musluğu gibi

eşyaların da zamanla kaybolduğu biliniyor.

Fakat tüm bunlara rağmen Av Köşkü; renkli

çini döşemeleri, İtalyan çinisinden geniş

panoları, İtalyan çinileriyle süslü kahve pişirme

ocağı, zümrüt yeşili çinileri ve mermer

yalaklı çeşmesi ile güzelliğini korumaya devam

ediyor. Tüm ilgisizliğe, tahribe rağmen

semt insanları için değerli bir simge olarak

korunmaya ve kollanmaya devam ediyor.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 29


Kentsel Dönüşüm

Dönüşüm mü,

güçlendirme mi?

Biri

mutlaka!

KADİR TOPRAKKAYA

Son yıllarda hayatımıza iyice yerleşen kentsel

dönüşüm kavramı, neredeyse ülkemiz

gündeminin ayrılmaz bir parçası hâline geldi.

Böyle olması da son derece yerinde bir

durum... Deprem kuşağında bulunmamız

ve olası bir deprem ihtimaliyle karşı karşıya

olmamız, binalarımızın yenilenerek daha

sağlam ve güvenli biçimde inşa edilmesini

gerektiriyor.

Peki, şu veya bu nedenlerden dolayı binalarını

kentsel dönüşüm veya kentsel yenileme

uygulamasına geçiremeyenler ne yapmalı?

İşte bu sorudan yola çıkarak sayfalarımıza

davet ettiğimiz Kentsel Dönüşüm Uzmanı

Tolga Şahlıoğlu, konu hakkında merak

edilenleri yanıtladı. 1980’den başlayarak,

2000’li yıllarda Kadıköy’ün pek çok çağdaş

yapısında imzası bulunan Mimar Nüvit

Şahlıoğlu’nun oğlu Tolga Şahlıoğlu, 2012

yılında kurduğu DARTES firması ile riskli binaları

tespit ediyor ve yaşanması muhtemel

bir felaketi önlemeye çalışıyor.

Öncelikle riskli binanın ne demek

olduğunu açıklar mısınız? Riskli binayı

nasıl tespit ediyorsunuz?

Öncelikle yıllardan beri Kadıköy’ün nabzını

tutan Kadıköy Life Dergisi’ne ve Toprakkaya

Ailesi’ne bu sayfalarda beni misafir ettikleri

için teşekkürlerimi sunuyorum. Sorunuza

gelirsek; riskli bina, ekonomik olarak ömrünü

tamamlamış, deprem etkileri altında dayanıklı

kalamayan ve can güvenliği performansını

sağlayamayan binadır. Riskli binayı

tespit ederken binalardan beton numunesi

(karot) alıyoruz, demir donatıların durumunu

görmek için röntgen cihazları vasıtasıyla

demir adetlerini ölçüyoruz, sıva kabuğunu

sıyırarak da demirdeki korozyonu, çapını ve

etriye aralıklarını tespit ediyoruz. Son olarak

ise sismik zemin etüdü yapıyoruz. Bu sonuçlar

ışığında binayı bilgisayar ortamında

üç boyutlu modelleyerek, deprem performans

analizini gerçekleştiriyoruz. Bu analiz

sonucu, bize binanın riskli olup olmadığını

veriler hâlinde gösteriyor.

Tolga Şahlıoğlu

30 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kentsel Dönüşüm

Bu uygulamanın maliyeti nedir?

Hesaplama yöntemi, maliyeti ile ilgili

devletin veya belediyelerin katkısı

söz konusu mu?

Uygulama yaparken iki farklı teknik var

ve bu teknikler, binanın kat adedine

göre değişiyor. Birincisi, 10 kata kadar

olan binalar için binaların kritik katından

(toprak tarafından tutunmayan ilk kat) en

az 6 adet beton numunesi alınarak yapılan

teknik... İkincisi ise 10 katın üzerinde olan

binalar için her kattan beton numunesi

alınarak yapılan teknik... Bu iki yöntem

arasında maliyet olarak farklılıklar doğuyor

doğal olarak. 10 kata kadar olan binalar

için yaklaşık 5.000-6.000 ₺ olan fiyat, her

kattan işlem yapılan 10 katın üzerinde

olan binalarda kat başı 2.000 ₺’ye kadar

yükseliyor. Bununla ilgili olarak bakanlık

veya belediye mali anlamda herhangi bir

katkıda bulunmuyor. Başvuran malikler,

kendi bütçeleriyle karşılıyor.

Riskli bir binanın güçlendirme ile

yeniden inşa edilmesi arasındaki

sağlamlık farkı hakkında

ne söyleyebilirsiniz?

Son zamanlarda yaptığımız riskli yapı tespitlerinde,

malikler en çok bu konuyu soruyor

ve araştırıyorlar. İnşaat maliyetlerinin son

dönemde çok ciddi derecede artması sonucunda

malikler güçlendirme seçeneğinin

maliyetini ve sağlamlığını merak ediyorlar.

Bu konuda şunu söyleyebilirim, eğer ki bina

daha önce güçlendirme görmemiş ise ve

bina kat yüksekliği 8 katın üzerinde değilse,

aynı zamanda beton numune sonuçları da

buna müsaade veriyorsa, binalarda güçlendirme

yapılması önerilebilir. Son dönemde

uyguladığımız karbon fiber elyaf malzeme

ile çok sağlıklı ve dayanıklı bir şekilde binaları

güçlendirebiliyoruz. Maliyet karşılaştırması

yapılabilmesi için öncelikle binalarına

deprem risk raporu yaptırmaları şart. Daha

sonra analiz sonucuna göre binanın güçlendirilmesinin

mi yoksa yeniden yapılmasının

mı önerileceği ortaya çıkıyor. Güçlendirilmeye

müsait binaların hızlıca güçlendirilmesi

ve bunun önündeki bürokratik engellerin

kaldırılması şart. Elimizdeki imkânlarla tüm

Kadıköy’ü yıkıp yeniden yapma imkânımız

maalesef yok. Güçlendirme seçeneğini

masada tutmamız gerekli.

Kadıköy’ün yapı stoku içinde ne

kadar riskli bina olabileceğini

düşünüyorsunuz?

Kadıköy’de bugüne kadar yaklaşık olarak

4000’den fazla bina, resmi olarak riskli ilan

edildi. Bunun zaten 700-800 tanesini firma

olarak biz ilan edip, belediyemize teslim

ettik. Buna karşılık olarak yenilediğimiz bina

sayısı 3 bin 500 civarında. Genel tabloya

baktığımızda, 2012 yılında 6306 Sayılı

Kanun çıktığında Kadıköy’de 27 bin 500

bina 1999 yılı öncesinde yapılmış olarak kayıtlardaydı.

Bunların yaklaşık 4-5 bin adedi

Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Alanı’nda yıkıldı.

3-4 bininin de diğer mahallelerde yıkıldığını

ve yenilendiğini hesaplarsak, yaklaşık daha

18 bin civarı binamız daha var yenilenmesi

veya güçlendirilmesi gereken.

Hükümetin 125 bin liradan 200 bin liraya

çıkardığı “Kentsel Dönüşüm Destek

Kredisi” için ne düşünüyorsunuz?

Hükümetin attığı bu adım faydalı, ancak her

zaman olduğu gibi yetersiz ve altı boş bir

uygulama. Güncel faiz oranından yapılan

yüzde 4’lük faiz sübvansesi, vatandaşta bir

cazibe yaratmıyor. Bunun ivedilikle 0 faiz

ve 24 ay ödemesiz dönem şekliyle hayata

geçirilmesi ve sadece riskli yapısını yenileyen

vatandaşa değil, riskli yapıdan dönüşen

binalar için de uygulanması, 200 bin lira

olan üst limitin en az 350 bin lira olarak

güncellenmesi gerekmektedir.

Siz Kadıköy’e bağlılık duygusu olan,

Kadıköy merkezli bir markasınız.

Sadece Kadıköy bölgesine mi hizmet

veriyorsunuz?

Biz aile olarak 45 yıldır Kadıköy’de iş yapan,

Kadıköy merkezli bir firmayız. Ben de doğma

büyüme Kadıköylüyüm ve sokak sokak

tüm Kadıköy’ü çok iyi bilirim, bunu da işime

yansıtırım. Kadıköy’de iş yapmak özen ister,

güven duygusu ister, ihtimam ister. Zordur

Kadıköy’de iş yapmak. Biz bunu önce tüm

İstanbul genelinde uyguladık, her yerde

aynı özeni gösterdik ve bu bize işimizde

başarı getirdi. Şu an İzmir ilinde şube açmış

durumdayız. Orada da riskli yapı tespiti,

kentsel dönüşüm, güçlendirme projesi ve

uygulamaları yapıyoruz. Aynı zamanda

birçok kurumsal şirketin Türkiye operasyonlarını

yönetiyoruz. 81 ilde de hizmet

veriyoruz. Kadromuz ve iş gücümüz buna

uygun durumda.

Kadıköylülere tavsiyeniz ne olacaktır?

Öncelikle Kadıköylü olmanın ayrıcalık

olduğunu unutmasınlar. Sonra da mutlaka

ve özellikle de eski binalarda oturan komşularımız,

binalarına deprem risk raporu

yaptırsınlar. Bunu yaparken “Binam riskli

çıkar, hemen bizi evden çıkarırlar” korkusu

yaşamadan, öncelikle bilgi amaçlı olarak

müracaat etsinler. Daha sonra duruma göre

güçlendirme veya yeniden yapım kararı

verildikten sonra resmi işlemleri başlatsınlar.

Tüm Kadıköylülere saygılarımı ve

sevgilerimi sunuyorum. Tüm komşularımıza

sağlıklı günlerde bir araya gelmek umuduyla

selamlarımı iletiyorum.

DEPREM-ARAŞTIRMA-TESPİT

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 31


Adalar

Adalar, 365 gün sanatla yaşayan

bir yer olur mu?

ARZU YAVUZ

arzuyavuz2005@hotmail.com

Hayata bir soru sorduğunuzda, o da size

bir cevap veriyor. “Adalar, 365 gün sanatla

yaşayan bir yer olur mu?”, “Adalar neden

bir Venedik olmasın?” Bu soruları soranlar

da içimizden birileri ve hayallerini gerçekleştirmek

için çoktan çalışmaya başladılar.

Hayatta ilham almak çok önemli... Bir

kitaptan, bir insandan, bir şehirden, bir sanat

eserinden, belki bir bakıştan... Nereye

baktığınız kadar nasıl baktığınız da sizin

seçiminiz ve seçimlerimiz hayatımız...

ortaya çıktı, atölyelerine bir çeki düzen verdiler, web sitelerini

elden geçirdiler. Birbirleriyle tanışıp, sanatsal görüş

alışverişi başlattılar. Adalar’ın Venedik gibi 365 gün sanatla

yaşaması hem büyük bir düş hem tek başına çok zor hem

de çok zaman alacak bir şey. Herkesin buna inanması

lazım. Mesela kültürel mirasa sahip çıkar bu proje. Biz 100

yıllık bir perspektifle yola çıktık. Bir yerleşimin bir günde

değişmesini bekleyemezsiniz. Venedik mesela, sergi yapmaya

1846’da başlıyor. Günlük politikaya siyasi örgütlenmeye

bağlı olmadan çalışan bir yapı kurmuşlar. Bu yapıyı

merak ediyor ve çözmeye çalışıyorum.”

Seçimleri ve başarılarıyla çevrelerine ilham veren üç

kişiyle tanışmak ister misiniz? Adalar Sanatçı İnisiyatifi’ni

oluşturan Mahmut Nüvit Doksatlı ve kurucu üyelerden Esra

Nilgün Mirze ve Mehmet Günyeli ile konuştuk.

MAHMUT NÜVİT DOKSATLI

“Ben bu adaya yerleştiğimde Ada bana hizmet ediyordu,

ben de ona hizmet etmek istedim. Adalar Sanatçı İnisiyatifi,

benim yalnızlığımdan doğdu. 1 Nisan seçimlerinin akabinde

Engin Akın’la Venedik Bienali’ne gitmeye karar verdik.

Venedik, asırlardır Türklerin irtibatta olduğu bir kent. Venedik’in

365 gün sanatla yaşaması ve mutlu insanların olması

çok güzel... Gelir gelmez elimde ne varsa hepsini Adalar

Belediye Başkanı Sayın Erdem Gül ile paylaştım. O da fikirlerime

olumlu yaklaştı ve birlikte arama toplantıları tertip

etmeye başladık. Bu toplantıları sanatçılarla yapıyorduk.

En iyi fikirlerin sanatçılardan çıkacağına inanıyorum çünkü.

Her toplantımızda da çok önemli konuşmacılar sunumlar

yapıyordu. İlk toplantımıza çok önemli bir konuşmacı

davet ettim, o da Beral Madra hanımefendiydi.

İkinci toplantıya Esra Nilgün Mirze katıldı. Sanatın demokratikleşmesiyle

ilgili bize bir yön tayin etti. Herkesin kendi

elindeki imkânlarla bir mum yakabilmesinin önemini

örneklerle anlattı. Bienal öncesinde biz öncelikle bir Açık

Atölye Günleri yaptık. Bu adeta bir silkinme oldu, sanatçılar

MEHMET GÜNYELİ

“Adalar kültür, sanat yaşamımızda geçmişten günümüze

miras kalan müthiş bir zenginlik... Ben yarı Adalı yarı Modalı

bir Kadıköylüyüm. Hedefimiz, bu kültürel mirası daha

sonraki kuşaklara da iletebileceğimiz Adalar’ı bir sanat

ve kültür merkezi hâline getirip, burada sürdürülebilir bir

sanat yaşamı sağlayabilmek. Bu konularda çokça deneyimi

olan arkadaşlar bir araya gelerek, bu inisiyatifi kurduk.

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da saygın bir yere taşımak

istiyoruz sanat, kültür adına... Çünkü Adalar’ın böyle

bir kaynağı var. Osmanlı’dan günümüze taşınmış o çok

kültürlü yaşamı günümüz Türkiye’si maalesef başaramadı,

fakat Adalar’da geçmişten günümüze var olan bir kültür

hâlâ mevcut. Biz bunu tekrar canlandırabiliriz.”

ESRA NİLGÜN MİRZE

“Mahmut Nüvit, Adalar Sanat İnisiyatifi’nden söz ettiğinde

özlemini çektiğimiz sanat ortamının bu küçük ölçekte

yaratılabileceği düşüncesi beni çok heyecanlandırdı.

Ada kavramını bir metafor olarak kullanarak bir ütopyayı

gerçekleştirebilir, başarabilirsek, uzun vadede daha geniş

çapta ve daha köklü kazanımlar elde edebiliriz sanat adına

diye düşündüm. Adalar Sanat İnisiyatifi’nin başlangıçta

Adalar ölçeğinde de olsa sanat alanındaki tüm paydaşları

buluşturarak, olumlu ve model teşkil edecek gelişmelere

yol açacağına inanıyorum.”

32 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Sektör

Sağlıklı yalıtım bir haktır,

hakkınızı arayın!

İzocam, ülkemizdeki yasaların zorunlu

tutmamasına rağmen, geri dönüşümlü

malzemelerin kullanıldığı, insan sağlığına

zarar vermediği kanıtlanmış ürünler

üretmeye özen gösteriyor. 13 yıldır İzocam

Taşyünü ve 12 yıldır İzocam Camyünü

ürünlerde EUCEB sertifikası için yapmış

olduğu sürekli yatırımlarla sektörde ilk

olmanın ve sektöre bu konuda da liderlik

etmenin ayrıcalığını yaşıyor.

İzocam marka mineral yün ürünler, sahip oldukları

EUCEB sertifikası ile insan sağlığına

zarar vermeyen ürünler olduklarını uluslararası

standartlarla kanıtlıyor. Deri ve solunum

yoluyla vücuda nüfuz eden elyafların vücuttan

çözünerek atıldığını ispatlayan EUCEB

sertifikası ile İzocam taşyünü ve camyünü

ürünlerin kanserojen olmadığı, bağımsız bir

kurum tarafından belgelenmiş oluyor.

EUCEB sertifikası olan ürünler sürekli test

edilerek, elyafların zararsız olduğu sertifika

süresince garanti ediliyor. İzocam, sağlıklı

yaşamın hem insanlar hem de çevremizdeki

diğer canlılar için en temel hak olduğuna

inanıyor ve bu doğrultuda sağlık ile

güvenliği esas alan çalışmaları uzun yıllardır

sürdürüyor. İzocam, sağlığın özellikle

önem kazandığı bu dönemde, yalnızca

EUCEB gerekliliklerini karşılayan üreticilerin

ambalajlarında yer alan EUCEB logosunun

bir işaretten çok daha derin bir anlam içerdiğine

dikkat çekmek istiyor. İzocam, yaşam

alanlarımızın en değerli varlığımız olduğunun

ve bu varlığın arkasında hangi yalıtım

ürünlerinin kullanıldığının bilinmesinin ise

herkesin hakkı olduğunun altını çiziyor.

BİR ÜRÜNÜN EUCEB SERTİFİKASINA SAHİP

OLUP OLMADIĞINI NASIL ANLARSINIZ?

EUCEB denetiminden başarı ile geçen ürünlerin

ambalajında ve/veya etiketinde EUCEB

logosunun kullanımına onay verilir. Böylelikle

tüketiciler, güvenli ve sağlıklı yalıtım malzemelerini

ambalaj ve/veya etiket üzerindeki

logodan kolayca tespit edebilir. Ayrıca, EUCEB

adına denetimleri yürütmekte olan bağımsız

belgelendirme kuruluşu BCCA’nın (Belçika

Yapı Belgelendirme Kurumu) web sitesi üzerinden

de üreticilerin EUCEB sertifikalarının

olup olmadığı ve bu sertifikanın hangi ürünleri

kapsadığı kontrol edilebiliyor. EUCEB sertifikası

ile birlikte TSE ve CE belgelerine de sahip

olan İzocam mineral yün ürünleri, yüksek

standartlarda sunduğu ısı ve ses yalıtımının

yanında A1 sınıfı yanmaz özelliğiyle binaların

yangın güvenliğini de arttırıyor. İzocam

Taşyünü ve Camyünü, üretiminde kullanılan

geri dönüştürülmüş malzemeler sayesinde,

kullanılan binaların LEED-BREAM gibi yeşil

bina sertifikası almalarına da olanak sağlıyor.

KALICI ORGANİK KİRLETİCİ İÇEREN

POLİSTİREN BAZLI YALITIM

ÜRÜNLERİNE DİKKAT!

Sürdürülebilir ve sağlıklı yarınlar için farkındalıkla

hareket etmemizin çok daha önem

kazandığı bugünlerde İzocam, XPS (Ekstrüde

Polistiren) ve EPS (Expande Polistiren)

ürünlerinde kalıcı bir organik kirletici olarak

tanımlanan HBCD (hekzabromosiklododekan,

bromlu alev geciktirici) maddesinin

kullanımına dikkat çekiyor. XPS ve EPS ürünleri

alınırken, “HBCD Free” (HBCD içermez)

olduğuna dikkat edilmesi gerekiyor. Konuyla

ilgili detaylı bilginin yer aldığı “Kalıcı Organik

Kirleticiler Hakkında Yönetmelik”, 14 Kasım

2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı ve

2019 yılının kasım ayından itibaren polistiren

hammaddeli XPS ve EPS ürünlerde HBDC’nin

kullanımı yasaklandı. Yönetmelik, HBDC’nin

kullanımını yasaklayarak insan sağlığını ve

çevreyi, kalıcı organik kirleticilerin olumsuz

etkilerinden korumayı hedefliyor.

Kalıcı bir organik kirletici olarak tanımlanan

HBCD polimer ateşlemeyi geciktirmek ve

doğabilecek yangın oluşumunu yavaşlatmak

için alev geciktirici katkı maddesi olarak

kullanılıyor. Bu madde, Türkiye’nin 12 Ocak

2010 tarihi itibariyle taraf olduğu Stockholm

Sözleşmesi’nin A Eki’nde ortadan kaldırılması

gereken kirleticiler arasında listelenmiştir.

Kasım 2014’te sözleşmeye taraf olan ülkelerin

çoğunda yapılan değişiklik yürürlüğe girmiş

ve HBCD stoklarının ortadan kaldırılmasının

yanı sıra bu kimyasalın kullanımının/uygulanmasının,

üretiminin, ithalat ve ihracatının

yasaklanması ve/veya kısıtlanması için eylem

planlarını hazırlamaları zorunlu hale gelmiştir.

Sağlığa zarar vermediği EUCEB ile kanıtlanmış

olan İzocam Taşyünü, İzocam Camyünü’nün

ve HBCD içermeden ısı yalıtımı

sağladığı için sürdürülebilirlik katkısı yüksek

XPS ürün olan İzocam Foamboard ürünlerinin

diğer bir önemli özelliği ise, Birleşmiş

Milletler’in küresel iklim değişikliği ile mücadele

kapsamında geliştirdiği “Sürdürülebilir

Kalkınma İçin 17 Küresel Hedef”in 8’ine de

doğrudan katkıda bulunmalarıdır. Siz de

yalıtım yaptırırken aldığınız malzemeyi sorgulayarak,

hem kendinizi hem de dünyamızı

koruyabilirsiniz. İyi yalıtım herkesin hakkıdır.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 33


İlçelerimiz

Minik Dostlar Kliniği’nin misafiri

bu kez şahin oldu

Kartal’ın parkları yenileniyor

Sahip olduğu 178 park ile İstanbul’un en yeşil ilçelerinden biri

olan Kartal’da, parklar yenilerek vatandaşın kullanımına sunuluyor.

“Yeşil Odaklı Kartal” hedefiyle çalışmalarına devam eden

Kartal Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü, kent genelinde

gerçekleştirdiği çalışmalara hız kesmeden devam ediyor. Bir

yandan yeni parkların hizmete sunulması için yoğun bir mesai

harcayan ekipler, diğer yandan var olan parkları yenileyerek

güzelleştirmeye devam ediyor.

KAUÇUK ZEMİN İLE PARKLAR DAHA HİJYENİK VE GÜVENLİ

Ekipler, ilçe genelinde devam eden yenileme çalışmaları

kapsamında bu kez kauçuk ve çim serimiyle parkları modern,

sağlıklı, güvenli ve daha yeşil

bir görünüme kavuşturuyor.

İzolasyon sürecinde özellikle

çocukların zamanının büyük

çoğunluğunu geçirdiği

parklardaki oyun alanlarında

yaralanmaları önlemek ve

hijyen açısından önem ihtiva

etmesi sebebiyle kauçuk serimine

başlayan ekipler, aynı

anda 4-5 farklı parkta yoğun

bir mesai harcıyor.

Üsküdar’da yaşayan

Tarık Çınar isimli

vatandaş, yolda karşılaştığı

yırtıcı bir kuşun

yaralı olduğunu

farkedince Üsküdar

Belediyesi Çağrı Merkezi’ni

arayarak, Minik

Dostlar Kliniği’ne

ulaştı. Saha ekipleri

tarafından kliniğe

getirilen kuşun tedavisi, veteriner hekimleri tarafından titizlikle

yapıldı. Yaralı olan şahinin yarası temizlenerek, pansumanı yapıldı.

Genel sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.

Minik Dostlar Kliniği’nin bir süre daha misafiri olduktan sonra

minik ve yırtıcı dostumuz doğaya bırakılarak, kendi yaşam

alanına kavuşturuldu. Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen,

sosyal medya hesaplarından konuyla ilgili paylaşımda bulunarak;

“Nat Geo Wild Üsküdar… Şahini yolda bulup, bizim kliniğe

getirmişler. Alıştık artık, ne diyelim” şeklinde esprili bir ifade

kullandı.

Tuzla, “Güvenli Tuzla” projesi ile izleniyor

Tuzla Belediye Başkanı Dr. Şadi Yazıcı’nın seçim vaatleri

arasında yer alan ve 2015 yılında hayata geçirdiği “Güvenli

Park” projesinin kapsamı her yıl genişletilerek “Güvenli

Tuzla” projesine dönüştü. Proje, öncelikle çocuklar ve

gençlerin okullarda ve parklarda aileleriyle birlikte güven

içinde vakit geçirebilmesini amaçlıyor.

DÜZENLİ BAKIMLAR YAPILIYOR

Tuzla’da çocuklar ve gençlerin okullarında ve parklarda

aileleriyle birlikte güven içinde vakit geçirebilmeleri için

ilçe sınırları içerisinde bulunan 71 nokta, bin 683 kamera

ile Tuzla Belediyesi tarafından 7 gün 24 saat boyunca izleniyor.

Proje kapsamında Tuzla’da oluşabilecek herhangi

olumsuz bir durum da ilgili birimlere anında haberdar

ediliyor.

34 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


İlçelerimiz

Akademi Ümraniye’de

eğitimler devam ediyor

Pendik Belediyesi’nden çocuklara

Motokurye Kitap Servisi

Pendik Belediyesi, 7-14 yaş arası çocuklara yönelik “Motokurye

Kitap Servisi” başlattı. Çocuklar, kütüphane online sistemine

kayıt yaptırarak “Cingo”, “Pal Sokağı Çocukları”, “Siyah İnci”, “Masalistanbul”

ve “İbrahim ile Kartopu” kitaplarından birini ücretsiz

olarak temin edebilecek.

NASIL KATILACAKLAR?

Motokurye Kitap Servisi uygulamasından

yararlanmak

oldukça basit. Kütüphane

online sistemi kitap.pendik.

bel.tr üzerinden kayıt

yaptırdıktan sonra listedeki

kitaplardan bir tanesi, motokurye

tarafından belirtilen

adrese teslim edilecek.

Teslimat tarihi, SMS yoluyla

katılımcılara bildirilecek.

Ümraniye Belediyesi’nin önemli projelerinden biri olan ve her yıl

yüzlerce insana mesleki yetenek kazandıran Geleneksel Sanatlar

Akademisi, Görsel Sanatlar Akademisi ve Meslek Akademisi’nde

eğitimler başladı.

1 Şubat’tan itibaren Ümraniyeli öğrencilere Geleneksel Sanatlar

Akademisi’nde 4 farklı kültür merkezinde 14 branşta 166

öğrenciye eğitim verilirken, Görsel Sanatlar Akademisi’nde

2 farklı merkezde 3

branşta 60 öğrenci

eğitiliyor. Öte yandan,

Meslek Akademisi’nde

de 7 farklı merkezde 14

branşta 333 öğrenciye

de eğitimler verilmeye

başlandı. Kursları başarı

ile bitirenler, Halk

Eğitim Merkezi onaylı

sertifika alacak.

Şile fotoğraf meraklılarını bekliyor

Yüzölçümünün yüzde 80’i ormanlarla kaplı olan, 72 km’lik sahil bandı ve

devam eden yerleşik köy hayatı ile İstanbul’un keşmekeşinden kaçanlar

için alternatif rotalar sunan Şile, bu doğal güzellikleri en güzel şekilde fotoğraflayacak

fotoğraf meraklılarını bekliyor. İlk duyurusu Şile’nin kurtuluş

günü olan 7 Ekim’de yapılan yarışma, 7 Ekim 2021 tarihinde sona erecek

uzun soluklu bir maraton olacak.

Şile Belediyesi, Türkiye Fotoğraf Vakfı, Işık Üniversitesi ve Şile Turizm

Derneği işbirliğiyle planlanan yarışmada “Foto Öykü”, “Drone”, “Serbest”,

“4 Mevsim Şile” ve “7 Ekim Şile’nin Kurtuluşu” olmak üzere toplam 5

kategoride eser kabul edilecek. Jürisinde Coşkun Aral, Mustafa Yılmaz,

Murat Gür, İsmail Küçük, Prof. Ozan Bilgiseren gibi ünlü fotoğraf sanatçılarının

yer aldığı yarışmada dereceye giren eserlere, 7.500 TL ile 250 TL

arası değişen çeşitli para ödülleri verilecek. Eğer siz de “Şile’yi en güzel

ben fotoğraflarım” diyorsanız, detaylı bilgi ve katılım koşullarını www.

turkiyefotografvakfi.org adresinden öğrenebilirsiniz.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 35


İlçelerimiz

Sultanbeyli yeni bir eğitim yuvası daha kazandı

Eğitim yatırımlarını hız kesmeden sürdüren

Sultanbeyli Belediyesi, bu alandaki çalışmalarına

bir yenisini ekledi. Belediye, kendi

öz sermayesiyle Orhan Gazi Ortaokulu’nu

ilçeye kazandırdı.

“Eğitimde marka kent” olma idealine güçlü

adımlarla ilerleyen Sultanbeyli Belediyesi,

eğitime yönelik çalışmalarını aralıksız devam

ettiriyor. Bu kapsamda Orhan Gazi Ortaokulu’nun

inşası tamamlandı. Sultanbeyli Belediyesi’nin

kendi öz sermayesiyle inşasını tamamladığı

yeni eğitim yuvasında 12 derslik,

2 uygulama sınıfı ve laboratuvar bulunuyor.

Konuyla ilgili değerlendirme yapan Belediye

Başkanı Hüseyin Keskin, güçlü yarınların

nitelikli eğitime bağlı olduğunu vurgulayarak;

“Eğitime yapılan her yatırım, aslında ülkemizin

geleceğine yatırımdır. Dolayısıyla, Sultanbeyli

Belediyesi olarak eğitim alanına büyük

bir hassasiyetle yaklaşıyoruz. Geleceğimizin

teminatı gençlerimizin yarınlara iyi bir şekilde

hazırlanması için ilçemize eğitim yuvaları

kazandırmaya devam ediyoruz” dedi.

Sancaktepe’den öncü çalışma

Ataşehir’de

Sosyal Marketler açıldı

Ataşehir Belediyesi, Sosyal Marketlerden ilkini şubat ayı

sonunda faaliyete açtı. İhtiyaç sahiplerinin Sosyal Kart ile her

türlü ihtiyaçlarını karşılayacak olan Sosyal Market bünyesinde,

derin yoksulluk sarmalındaki yalnız anneler için de destekleyici

projeler üretilecek.

İçerisinde gıdadan giyime, kırtasiyeden temizlik ve kişisel bakım

ürünlerine kadar yüzlerce çeşit malzemenin yer aldığı Sosyal

Market’te, vatandaşlar ihtiyaçları olan ürünleri kendileri seçip

beğenerek alma imkânına sahip olacaklar. Bunun için ihtiyaç

sahiplerine birer Sosyal Kart verilecek. Belediyeye başvuran

ihtiyaç sahiplerinin sosyal incelemesi tamamlandıktan sonra,

kendilerine teslim edilecek Sosyal Kartlarına ihtiyaçları kadar

puan yüklenecek.

Sancaktepe Belediyesi, su tasarrufu ve koronavirüs konusunda

farkındalık oluşturmak amacıyla vatandaşlara su kullanımında

tasarruf sağlayan musluk aparatı ile hijyen malzemeleri

dağıttı.

İstanbul’da barajlarda yaşanan su seviyesindeki azalma

sonrası Sancaktepe Belediyesi, tasarruflu musluk hamlesiyle

harekete geçti. Başkan Şeyma Döğücü öncülüğünde

gerçekleştirilen çalışmada, ilçede yaşayan tüm vatandaşlara

suda tasarruf sağlayacak musluk aparatları ile koronavirüs

önlemleri kapsamında maske ve dezenfektan hediye edildi.

Sancaktepe Belediye Başkanı Av. Şeyma Döğücü, beraberindeki

ekiple vatandaşların evine giderek, geri dönüşüm çantası

içerisinde önceden hazırlanmış olan musluk aparatları ile

hijyen malzemelerini hediye ederken, vatandaşlarla da uzun

süre sohbet etti.

36 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


İlçelerimiz

Pandemide 12 bin 60 öğrenciye eğitim desteği

Maltepe Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü, pandemiyle

mücadeleyle geçen 2019- 2020 eğitim ve öğretim yılında

ilçedeki 12 bin 60 öğrenciye eğitim desteği verdi. Kütüphane

Müdürlüğü, yeni tip koronavirüs önlemleri kapsamında

çok sayıda öğrencinin yararlandığı Liselere Geçiş Sistemi

(LGS) ve Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) hazırlık

kurslarını, uzaktan eğitim yöntemiyle çevrimiçi ortama

taşıdı.

ÜNİVERSİTEYE YERLEŞMEDE YÜZDE 86,28’LİK BAŞARI

LGS ve YKS hazırlık grupları için, öğretmenleri tarafından

uzaktan eğitim ders videoları yayınlandı. Ders yayınları,

Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın YouTube kanalından

ve çevrimiçi eğitim panelinden gerçekleştirildi. İlçedeki

öğrenciler için ayrıca 35 adet deneme sınavı düzenlendi.

YKS için sosyal mesafe ve hijyen kuralları gözetilerek, 7

adet yüz yüze deneme sınavı yapıldı. Maltepeli öğrencilerin

derslerinin online eğitimlerle desteklenmesiyle

üniversiteye yerleşme oranında yüzde 86,28’lik bir başarı

oranı yakalandı.

Beykoz bal üretimiyle

İstanbul’da şampiyon

Çekmeköy Sinema

Akademisi başlıyor

Çekmeköy Belediyesi tarafından sinemaseverler için kurulan

akademiye kayıtlar başladı. Çekmeköy Belediyesi

Sinema Akademisi, sinema sanatına gönül veren gençlere

yol göstermek için hazırlanan dopdolu bir eğitim

programı ile kapılarını açmaya hazırlanıyor.

Ünlü oyuncular Yeşim Dalgıçer, Erdem Baş ve Barış

Başar’ın eğitmenliğinde düzenlenecek Sinema Akademisi’nde

senaryo, kamera, diksiyon ve fonetikle ilgili

dersler verilecek. Çekmeköy’de ikamet eden 15 yaş üstü

tüm vatandaşların başvurabileceği akademide dersler,

bu yıl pandemi tedbirleri kapsamında online olarak

gerçekleşecek.

İstanbul’da kirazdan karpuza, mantardan kiviye markalı ve lezzet

garantili tarım ürünlerinin ev sahibi Beykoz; arıcı, kovan sayısı ve yıllık

bal üretimiyle birinci sırada yer alıyor. Beykoz Belediyesi’nin yaklaşık on

yıldan bu yana kovan desteği, festivaller, uluslararası kongrelerle üretimini

teşvik ettiği “Beykoz balı”, özgün aromasıyla sofralara lezzet, şifasıyla

bedene kuvvet, marka değeriyle de ilçe ekonomisine katkı sağlıyor.

YILLIK 128 TON BAL ÜRETİLİYOR

Ormanlık alanlarında ıhlamur ve kestane ağaçlarının sık görüldüğü

ilçede, 128’i Devlet Destekli Kayıtlı Arıcılık Kayıt Sistemi (AKS)’ye kayıtlı

toplam 430 arıcı faaliyet gösteriyor. Beykoz’da ekonomiyi canlı tutan, İlçe

Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün denetiminde 12 bin 800 kovan varlığıyla

yürütülen arıcılık faaliyetleriyle kovan başına yaklaşık 10 kilo olmak

üzere yıllık 128 ton üretim yapılıyor.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 37


Acı Kaybımız

Asırlık çınar

Cahit Kayra

için…

Türkiye’nin yaşayan en önemli vergici-maliyecisi,

Bülent Ecevit’in 1974’te ilk

kurduğu CHP-MSP koalisyon hükümetinin

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı

Cahit Kayra, 104 yaşında yaşamını yitirdi.

Son buluşmamız, salgın haberinin ilk

çıktığı gün olan 11 Mart 2020’de 104 yaşına

bastığı, Moda Tarihçi Kitabevi’ndeki

doğum günü partisiydi.

MUZAFFER AYHAN KARA

OSMANLI’DA DOĞDU,

CUMHURİYET’İN İNSANI OLDU

Ömer Cahit Kayra’nın öz yaşam öyküsüne şöyle bir bakalım…

11 Mart 1917’de henüz Osmanlı devrindeyken ve

zaman işgal İstanbul’una doğru akarken, Ali Lütfü Bey ile

Kadriye Hanım’ın oğlu olarak Kadıköy’de doğmuş; ilk, orta

ve lise öğrenimini yapmak ise Cumhuriyet Türkiye’sinde

kısmet olmuştu. Sonrasında üstat, Atatürk yaşamını yitirmeden

kısa süre önce Mülkiye’nin, yani Ankara Üniversitesi

Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye Bölümü’nü 1938’de

bitirir. Maliye Bakanlığı’nda Müfettişlik, Gelirler Genel

Müdürlüğü Müşavirliği gibi çeşitli kademelerde görev

yapar. Ayrıca PTT Genel Müdürlüğü, Türkiye Odalar Birliği,

THY ve Ticaret Bakanlığı Dış Ticaret Dairesi’nde Müşavir ve

Murakıp, İsviçre Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması

nezdinde Heyet Başkanı, Maliye Bakanlığı Müsteşar

Yardımcısı, Avrupa İktisadi İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı

nezdinde Heyet Başkanı, Tetkik Kurulu Başkanı, Türkiye

İş Bankası Yönetim Kurulu Üyesi, Ankara İktisadi ve Ticari

İlimler Okulu, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü

Öğretim Görevlisi olarak görev yapar.

57 yaşındayken 1973’te CHP’den davet alır, aday olur ve 15.

Dönem Ankara Milletvekili seçilir. Bülent Ecevit başkanlığında

kurulan ilk koalisyon hükümetinde [CHP-MSP; 37.

Hükümet (26.01.1974-17.11.1974)] Enerji ve Tabii Kaynaklar

Bakanlığı görevinde bulunur. İngilizce ve Fransızca bilen,

evliliğinden iki oğlu olan üstat, uzun zamandır yazları Bodrum’daki

oğluyla, diğer zamanlarda da doğum yeri olan

Kadıköy’de, Moda’da yaşıyordu.

TARİHÇİ’DEKİ BULUŞMALAR VE

104. DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ

Cahit Hoca’mızın 104 yaşına bastığı doğum gününün, son

doğum günü partisi olacağını bilemezdik. Pırıl pırıl bir bel-

38 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Acı Kaybımız

leğe, beyne sahipti. Sadece denge için eski tip bir baston

ile rahat duymak için kulaklık kullanırdı. Yaşam kalitesi son

derece yüksekti yaşına göre. Moda Burnu’na yakın evinden

Moda Caddesi’nin ortalarındaki Tarihçi’ye yayan gidip

geliyordu. Tarihçi’ye geldiğinde en az bir iki saat kalıyor,

Necip Bey’le kitaplarına ilişkin konuşuyor ya da dostlarıyla

sohbet ediyordu. Cahit Hoca ile ortak dostlarımız arasında

Melih Aşık, Melih Ziya Sezer, Murat Katoğlu, Buket Uzuner

de vardı.

BÜROKRASİ VE SİYASETİN ARDINDAN

40 YILLIK ENTELEKTÜEL MİSYON

Cahit Kayra’nın kaleme aldığı, her biri arşivlik ve kütüphanelerde

saklanası eserlerin türlerine göre meraklısı için

dökümünü aşağıda aktarıyorum; anıdan romana, öyküden

mizaha, araştırma-incelemeden çeviriye, geziye kadar pek

çok tür... Bürokrasi ve siyaset sonrasında 65’ten 104’e kadar

40 yıllık bir yazı serüveni... İstanbul’la ilgili kitaplarını da İstanbul

Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun

dikkatine getirmek istiyorum. Belki bazılarının yeni basımı

yararlı olabilir ya da belki hepsinden bir seçki yapılabilir.

Bir de derleme var ki ilginç; bakanlığındaki kabine arkadaşı

Prof. Dr. Turan Güneş’in siyasi şiirlerini de derleyip kitaplaştırmış

üstat. Onun hikâyesi de şöyle:

Ecevit’in 74’teki kabinesinden iki isim de değerli dostum

Kayra ve üniversiteden idare hukuku hocam Güneş’tir. Turan

Güneş’in huyudur; toplantılarda hep bir şeyler çiziktirir

önündeki kâğıtlara, bazen de hicivsel siyasi şiirler döktü-

rürmüş. Kayra da birlikte oldukları toplantıların sonunda

o kâğıtları alıp, biriktirirmiş. Yıllar sonra bir gün Güneş’i

aramış Kayra ve elindeki şiirleri derleyip kitaplaştırmak

istediğini, elinde başka olup olmadığını sormuş. Bir miktar

daha şiir vermiş Turan Güneş. Bu renkli kitap öyküsünün

arka planını bana Turan Hocamın oğlu Prof. Hurşit Güneş

anlattı.

Feyz aldığım üstadım, Türkiye için de büyük bir değer olan

Cahit Kayra’ya hayatımıza kattıkları için teşekkür ediyoruz.

Özel olarak Moda’daki hayatımıza kattıkları için de ne

kadar teşekkür etsek az. Güle güle üstat... Şimdi Moda biraz

daha öksüz, Tarihçi ise iyice öksüzleşti. Tanju Cılızoğlu’nun

ardından da Cahit Kayra’nın sonsuz aleme gidişiyle... Üstatla

Tarihçi’den bazen birlikte çıkıp Moda Burnu’na, evine

doğru yürüyüşlerimizi, o doyumsuz öğretici ve nüktedan

sohbetlerimizi, bütün anılarımızı ömür boyu bir kitabın

arasındaki çiçek gibi saklayacağız. Bazen de dönüp dönüp,

kitaplarındaki güzel satırlar arasında onu arayacağız.

TARİHÇİ KİTABEVİ’NDEN ÇIKAN

SON DÖNEM KİTAPLARI

Üstat Cahit Kayra’nın Tarihçi Kitabevi’nden

yayımlanan farklı türlerdeki (roman, öykü, anı,

inceleme) kitapları şöyle: (Son kitabı “Çalışma

Odası”nı geçen yıl 104 yaşında kaleme almıştı,

belki de bu bir dünya rekoru)

• Savaş Türkiye Varlık Vergisi

(Tarihçi Kitabevi, 2011)

• Sevr Dosyası (Tarihçi Kitabevi, 2011)

• Masal - İnsandan Önceki Altın Yıllar

(Tarihçi Kitabevi, 2012)

• Marjinal Ekonomi Teorileri

(Tarihçi Kitabevi, 2013)

• Marjinal Siyaset Teorileri (Tarihçi Kitabevi,

2014)

• Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü I. Cilt 1923-

1950 / Devletçilik: Altın Yıllar (Tarihçi Kitabevi,

2013 Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü)

• Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü II. Cilt

1950-1980 Karma Ekonomi (Tarihçi Kitabevi,

2013)

• Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü III. Cilt

1980-2013 Tüketim Ekonomisi (Tarihçi Kitabevi,

2014)

• Sümbül Dağının Karları - 1946 Yılında Bir

Hakkari Seyahati (Tarihçi Kitabevi, 2014),

• İyi Ki Öldün Cahit (Tarihçi Kitabevi, 2015)

• Marjinal Şiir Teorileri (Tarihçi Kitabevi, 2016)

• Adsız Gemi (Tarihçi Kitabevi, 2017), Marjinal

Teoriler Ansiklopedisi (Tarihçi Kitabevi, 2018)

• Operasyon: Ali Bey (Tarihçi Kitabevi, 2019),

Bir Çalışma Odası (Tarihçi Kitabevi, 2020).

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 39


Perspektif

Üniversite öğrencisi olmak

Taşkışla Kampüsü, koridorun içeriden

avlusunu sardığı dikdörtgen bir yapıdır.

Benim okuduğum dönemde inşaat ve

mimarlık fakülteleri olarak binayı birlikte

paylaşıyorduk. Şimdi inşaat fakültesi

Ayazağa Kampüsü’ne nakledildi, mimarlık

öğrencileri Taşkışla’da devam ediyor.

Koridorda karşılıklı iki çay ocağı vardı. Ders

saatleri dışında okulda zaman geçirirken,

bahçede veya koridorlarda sohbet edip,

AYKURT NUHOĞLU çay içmenin ayrı bir keyfi vardı. Çay ocaklarının

önünde ders aralarında genellikle

sıra olurdu. Hocalarımız da bizimle sıraya girer, çay alırlardı.

Bir gün sıranın en arkasında rektörümüz Nahit Kumbasar’ı

fark edince, hepimiz “Hocam buyurun, öne geçin” dedik.

Gülümseyerek; “Sizinle sırada olup, sohbet etmek iyi oluyor”

dedi. Öğretim üyelerinin yemekhanesi ayrı olmasına

rağmen hocalarımız genellikle bizimle sıraya girip, yemek

yerlerdi. Sıcak bir karşılaşma, gülümseyerek verilen bir

selam, günün motivasyonunu yükseltirdi. Bu temaslar,

yurtlarda kalan ve ailelerinden ilk defa ayrılan öğrencilerin

uyum sağlamalarını kolaylaştırırdı.

Üniversitenin koridorlarında öğrendiklerimiz, sınıflarda öğrendiklerimizden

daha fazlaydı. Okul yönetimi, öğrencilerin

demokratik taleplerini hoş karşılayıp, çatışma ortamlarının

yaratılmasına yol açmazdı. Dinlemenin önemini, sorgulamayı,

ekip çalışmasını, meslekler arasındaki koordinasyonu

orada öğrendik. Bu öğrendiklerimiz, yaşamımızda

kolaylaştırıcı olarak önümüzü açarak bize yol gösterdi.

Öğretim üyelerinin sevgisini ve güvenini hissetmek, okulun

bir parçası olmak, Taşkışla’dan çıktığınız anda kendini

İstanbul’un merkezinde bulmak, birçoğumuzun üniversite

anılarının önemli bir parçasıdır. Üniversite bizi meslek

sahibi yaparken, hayatın kendisini de algılayabileceğimiz

sosyal şartları sağladı, orada büyüdük aslında. Sinemada,

tiyatroda, spor yaparken, kahvede oynağımız oyunlarda arkadaşlarımızla

bir araya geldik. Siyaset konuştuk; dergiler,

romanlar, makaleler okuyup, tartışmalar yaptık. Ekmeğimizi

birlikte yiyip, hayallerimizi paylaştık.

O süreçte okul yönetimiyle ilişkilerimiz iyi, okulumuz

bizim için güvenli, hocalarımız bizden biriydi. Fakat her

şey tozpembe değildi. Ülkede ciddi siyasal sorunlar vardı.

Sokaklarda insanlar hayatlarını kaybediyor; genç, dinamik,

yurtsever bir gençlik yok edilmeye çalışıyordu. Kontrgerilla

suikastlar düzenleyip, korku imparatorluğu oluşturuyordu.

Şartlar zordu ama hayatı devam ettiriyorduk.

İktidarın bizden korktuğunu biliyorduk. Sanki öğrenciler

koltuklarını alıp, onların çıplak hâllerini halka

göstereceklerdi. Fikir yürütmeleri, ülkenin geleceğini

konuşmaları, ülkeyi yönetenleri huzursuz ediyordu.

Oysa ülke yönetimleri, gençlerin dik başlılığı ve özgür

düşünmesinden mutlu olmalıdır. Dünyanın her yerinde

öğrenci hareketleri olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Değişimi yaratan; genç insanların idealist, muhalif

ve daha iyisini savunur olmasıdır. Bu sebeple gençlerin

niyetleri ve motivasyonları, neyi talep ettiklerinden daha

önemlidir.

Bugünlerde yine öğrencilerin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör

atanmasına karşı çıkarak, yeniden hareketlendiklerini

görüyoruz. Öğrenciler ve öğretim üyeleri, atanan rektörü

kabul etmiyor ve demokratik bir şekilde tepkilerini

gösteriyorlar. AKP iktidarı ise ağıza alınmayacak küfürlerle

öğrencilere baskı yaparak, haklarını savunmalarını

engellemeye çalışıyor. Ülkenin en çalışkan öğrencilerinin

okuduğu okulu karşılarına alıp ezmeye çalışmalarının

altındaki hıncın nedenlerini düşünmek gerekiyor. Yolsuzluğun

ayyuka çıktığı ülkemizde demokratik taleplere gösterilen

tepkinin altında, kendi başarısızlıklarını saklama

çabası vardır.

Üzülerek görüyoruz ki siyasetin gücü, iktidar çevreleri

tarafından kullanılarak bürokrasiden sonra üniversitelerin

yapılanmasına da el attı. Akademik kadrolarının başarı

hikâyeleri değersizleştirildi. İktidar partilerine hizmet etmiş,

özgürlüğünü kaybetmiş kişilerden kadrolar atanmaya

başlandı. Atanan rektör kendi niteliğini, koltuğa sarılarak

kalmaya çalışması ve bu çabasının kuruma vereceği tahribatı

hesaplayamaması ile göstermiştir. Toplumun iskeletini

oluşturan mesleklerin, eğitim kalitelerin düşmesinin

altında yatan en önemli nedenlerden birisi, liyakatin yok

sayılmasıdır.

Üniversite, eğitim hayatından meslek hayatına geçtiğimiz

yaşama açılan kapıdır. Bireyin meslek ahlakından başlayarak

alacağı donanımlar, toplumun gelişmesini etkileyecektir.

Sizin okul kantininde çay almak için sıraya giren

hocalarınızla yapacağınız sohbet, gelecekteki insanlarla

kuracağınız diyaloğun önünün açacaktır.

Okulda öğrendiğimiz bireyin eşitliği, hakları, kendini

gerçekleştirmesi, liyakat kavramlarının okullarımızdan

uzaklaştırılmasının yaratacağı olumsuzluklar hepimizi

etkileyecektir. Yöneticilerini seçemeyen hocalar, okulunda

söz hakkı bulunmayan öğrenciler, demokratik temsiliyetini

kullanamayan halk, nereye kadar sessiz kalabilir? Özgürlüğün

olmadığı alanlarda, bilim ve insan gelişemez.

40 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Nostalji

Aile albümlerinden fotoğraflarla

Kadıköy tarihi

NURETTİN EDİZ

1950’li yılların başında ve sonunda çekilmiş

olan bu iki fotoğrafı, kendi aile arşivimden

seçtim. İlk fotoğrafta, Trabzon’dan Hasanpaşa’ya

göç eden babaannem ve halamlar

yer alıyor. İkinci fotoğrafta ise amcam tek

başına yine bizim sokakta.

Her iki fotoğrafta da ilk dikkatimizi çeken

nokta; Hasanpaşa, İncirlibostan ve Acıbadem

(Emek Sitesi) üçgeninde yer alan

sokağımızdan (Aslı Sokak), Çamlıca’ya

kadar neredeyse her yerin bomboş olması.

Çamlıca’ya bakarken gördüğümüz büyük

bina, Çamlıca Askeri Hastanesi. Hastaneyi

oluşturan binalar, 1870 yılında Sultan Abdülaziz’in

kuyumcubaşılığını yapan Ermeni

usta Köçeoğlu Agop tarafından av köşkü

olarak yaptırılmış.

Köşk daha sonra Ahmet Celalettin Paşa

tarafından satın alınmış. Binalar, Paşa’nın

Mısır’a gitmesiyle 1900’lü yılların başında

Erkan-ı Harb Dairesi (Genel Kurmay Başkanlığı)

tarafından gayri resmi sanatoryum

olarak kullanılmaya başlanmış. Tüberküloz

olan subaylar, hava değişimlerinde burada

tedavi görmüşler. Hastane bu özelliği ile

ülkemizdeki ilk sanatoryum özelliğini

taşımaktadır. Hastane, 1920 yılına kadar

çalışmış, daha sonra 20 yıl kadar özel mülkiyette

kalmış. 1939 yılında Millî Savunma

Bakanlığı tarafından satın alınmış ve 1943

yılında “Çamlıca Askeri Sanatoryumu”

adıyla resmen açılmış. 2018 yılında kaybettiğimiz

ünlü tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi de

anılarında, bir de fotoğraf ekleyerek burada

tedavi gördüğünden bahseder.

Hemen arka planda dikkat çeken bir başka

nokta ise hiç araç göremediğimiz Ankara

Asfaltı (Yolu)… Bizlerin “E-5” de dediği bu

yol, aslında Pendik-Haydarpaşa Devlet

Yolu olarak geçiyor kayıtlarda. Bu yolun

yapımına dair bulduğum kaynaklardan biri

de Adnan Menderes iktidarının yayınladığı

bir hizmet dökümü olan, 1957 tarihli “İstanbul’un

Kitabı” başlıklı çalışma oldu. Burada

yer alan bilgiye göre, Pendik-Haydarpaşa

Devlet Yolu, Karayolları’nın kendi imkânlarıyla

1954 yılında yapılmaya başlanmış.

70’li yılların sonları ile 80’lerin başlarında dahi

yol kenarında oturur, geçen araçları sayardık.

Bugün saniyede yüzlerce aracın geçtiği yoldan,

o tarihlerde dakikalarca araç geçmediği

olurdu. Yolun fotoğraf karesine yansıyan

bölümünde, ölümle sonuçlanan onlarca

trafik kazası da yaşandı maalesef. Fotoğrafta

yer alan en büyük halamın oğlu da bu yolda

geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirdi.

İkinci fotoğrafta ben doğmadan yıllar önce

yaşama veda eden, adını taşıdığım amcam

yer alıyor. Bu fotoğraf, diğerinden çok

daha önce çekilmiş. Ankara Asfaltı henüz

toprak hâlinde. Arka planda Çamlıca Askeri

Hastanesi çok daha net görünüyor. Çamlıca

yeşillikler içinde ve etrafta hiç bina yok.

Amcamın hemen sol köşesinde gördüğümüz

duvar ise Rum Mezarlığı’nın duvarı.

Mezarlık, 1892 yılında Kadıköy Altıyol’daki

mezarların buraya taşınmasıyla oluşturulmuş.

Mezarlık alanı, artık bölgedeki tek

yeşil alan. Bugün fotoğrafların çekildiği aynı

noktadan baktığımızda gördüğümüz tek şey

BETON!

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 41


Değerlerimiz

100. yılında İstiklâl Marşı ve

Kadıköy’den uğurlanan bestekârı

Osman Zeki Üngör

1920’li yıllar, Kurtuluş Savaşı ile birlikte

çaresizliğin umuda dönüştüğü, yeni bir

ülkenin, yönetimin heyecanının yaşandığı

yıllardı. Kararlılıkla mücadele etmeye

and içmiş bir avuç insanın inancı ve

direnci, bağımsızlık mücadelesi başlamış

ve ardından Ankara’da Kurucu Meclis

açılmıştı. Yarısı işgal altındaki memleketin

kurtarılmasının cephe savaşları

planlanıp, omuz omuza çarpışmaları

ERKAN DOĞANAY

yapılırken; henüz açılan Meclis bu

şartlar altında kapansın mı taşınsın mı

karar aşamasında, orduya ve halka umut, moral ve güven

aşılayan kararlarda alınıyordu. Gerçi umut olarak Mustafa

Kemal Paşa vardı ama başka başlıklar da gerekliydi. Artık

bir millet olunduysa, bir marşı da olmalıydı bu milletin.

İstikbal ve istiklalinin marşı olmalıydı. Ve bir güfte yarışması

yapılmasına karar verildi.

Meclis Başkanlığı görevini Hamdullah Suphi’ye bırakmıştı

Mustafa Kemal Paşa… Hamdullah Suphi, iki kez okudu

Mehmet Akif’in 10 kıtalık şiirini... Tezahüratlar, ağlamalar

ve alkışlar... Nihayet bu millet istiklaline de marşına da

kavuşmuştu.

Mehmet Akif’in yazmış olduğu bu marş sözleri ile ilgili olarak

şunları söylemişti Mustafa Kemal Paşa: “Bu marş, bizim

inkılâbımızı anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak

lazımdır. İstiklâl Marşı’nda, istiklâl davamızı anlatması

bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim

en beğendiğim yeri de burasıdır:

Ekim 1920 tarihli gazetelerde “Şairlerin Dikkatine” başlığı

ile yayınlanan duyuruyla dönemin Maarif Vekaleti, yani

Milli Eğitim Bakanlığınca İstiklâl Marşı Güfte/Şiir Yarışması

yapılacağı ilan edilmiş, aralık ortasına dek başvuruların

yapılabileceği belirtilmişti. Milli marş olarak kabul edilecek

besteyi yazan şaire ödül olarak da “500” Lira verileceği

şartnamede yer alan maddelerden biriydi. Aralık ayı

ortalarında değerlendirmeler başladığında, başvuru sayısı

724’e ulaşmıştı. Komisyonun günler süren değerlendirmesi

sonucunda bir karara varıldı. Başvuran 724 güfteden hiçbiri

milli marş olmaya uygun görülmemişti. Mustafa Kemal

Paşa’ya sonuçları aktaran dönemin Milli Eğitim Bakanı

Hamdullah Suphi Bey, Burdur Milletvekili olan Mehmet

Akif’e teklifte bulundu. Kazanan şiire verilecek olan para

ödülünden dolayı katılmadığını ifade eden Mehmet Akif

için bir çözüm bulundu ve böylece yüzyılını tamamlayan

İstiklâl Marşımızın süreci başlamış oldu.

Akif, günlerce çıkmadı kapandığı Tacettin Dergahı’ndan,

hatta bir gece yarısı kalem bulamadığı için duvara bir

çivi ile kazıyarak yazdı aklından geçenleri. Bu şiir, 12

Mart 1921’de Millet Meclisi’nde oylamaya sunulduğunda

Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet.

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl.

Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar,

işte bunlardır. Hürriyet ve istiklâl aşkı, bu milletin ruhudur.

Tarihe bakın, bütün milletlerin bir esaret ve hürriyetsizlik

devri geçirdikleri bir hakikattir. Dünya tarihinde fasılasız

hürriyet ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa etmiş bir

millet vardır; Türkler, İstiklâl Marşı’nın bu pasajını oluştururlar.

Asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yâr ve ağyar

anlamalıdır ki, Türk’ün Mete hikâyesinde olduğu gibi her

şeyi, hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat

hürriyeti asla. Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek, bunun

için lazımdır. Bu demektir ki efendiler, Türk’ün hürriyetine

dokunulamaz.”

GÜFTE TAMAM, ŞİMDİ SIRA BESTEDE

12 Mart’ta kabul edilen İstiklâl Marşı güftesi için hiç vakit

kaybedilmeden 17 Mart 1921 tarihli gazetelerde, bu kez

“Beste Yarışması” ilanları yer alıyordu. Bu ilanın ardından

31 Mayıs 1921’e kadar gelen besteler toplandı, ancak bu zaman

diliminde İnönü Savaşları’nın ve işgallerin yaşanması

42 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Değerlerimiz

ilgiyi cephelere yönlendirdiğinden besteler

için zaman ayrılamıyordu. İstiklâl Marşı Beste

Yarışması’nın sonuçlanamaması, 1 Kasım

1921 tarihli meclis oturumuna da yansımıştı.

Meclis kayıtlarına göre bestenin belirlenememesi

bir sorun olarak 1922 yılına kadar

devam etmiş, ta ki dönemin Milli Eğitim

Bakanlığı’nın 12 Şubat 1923’de İstanbul Milli

Eğitim Müdürlüğü’ne gönderdiği bir yazıyla,

başvuran marş bestelerinin İstanbul’da

Mûsiki Encümen Reisi Ziyâ Paşa’nın başkanlığında

kurulacak bir komisyona incelettirilerek,

uygun bestenin seçilmesine karar

verilmesi tebliğine dek...

Fakat bu komisyondan da bir sonuç elde

edilemeyince, 1924’te Ankara’da yeni bir

kurul toplandı ve 24 müzisyenin bestesinin

içinden Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi önerildi.

Resmi olarak karar verilmemiş olsa da 1930

yılına kadar her yerde marş olarak çalınıp

söylendi. Bu tarihten sonra yeni bir değerlendirme

sonucu, resmi kuruluşlara gönderilen

bir genelge ile Riyâset-i Cumhur Musiki

Heyeti (Günümüzdeki Cumhurbaşkanlığı

Senfoni Orkestrası) Şefi Osman Zeki Bey’in

İstiklâl Marşı bestesinin resmî marş olarak

kabul edildiği bildirildi. O tarihten günümüze

kadar aynı beste, Türkiye Cumhuriyeti

Milli Marşı olarak çalınıp söylenmektedir.

Muzıka Humayun Cumhurbaşkanlığı

Senfoni Orkestrası İlk Şefi Osman Zeki Bey...

Peki besteci, orkestra şefi, ilk keman virtüözü

Osman Zeki Bey kimdir? 1880’de İstanbul

Üsküdar’da doğan Osman Zeki Bey, günümüzde

hâlâ üretimine devam eden ünlü

saray şekercisi Hacı Bekirzade ailesinden

Hüseyin Bey’in oğlu, dönem adıyla Muzıka-i

Hümayun Fasl’ı Cedid (Saray Bando ve

Orkestrası Müzik Topluluğu) üyesi ve Türk

müziğinin önemli isimlerinden Santuri

Hilmi Bey’in de torunuydu.

Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’nde askeri eğitim

alan Osman Zeki Bey, 1891’de Osmanlı

saray bandosu olan Muzıka-i Hümayun’a

girerek müzik öğrenimi gördü. Elbette yeteneğinin

keşfinde müzik üstadı büyükbabası

Hilmi Bey’in rolü oldukça büyüktü. Yeteneğiyle

II. Abdülhamid’in dikkatini çeken

Osman Zeki Bey, konser kemancısı olarak

yetiştirildi. Kemancı Vondra’dan keman,

d’Aranda Paşa’dan da müzik dersleri aldı ve

sonrasında Saffet Bey tarafından kurulmuş

olan ve yalnızca askeri marşlar çalan Saray

Flarmoni Mızıka Orkestrası’na başkemancı

olarak atandı. Orkestranın flarmoniden senfoniye

dönüşmesi için büyük çaba sarf etti.

Birçok ünlü bestecinin keman konçertolarını

Türkiye’de çalan ilk Türk kemancı olarak

tarihe geçti. Konserlerinin çok beğenilmesi

nedeniyle ödüllendirilip, rütbesi genç yaşta

binbaşılığa kadar yükseltildiyse de 1908’de,

Meşrutiyetin İlanı’ndan sonra rütbesi teğmenliğe

kadar indirildi. Orkestrada başkemancılığa

devam etti, fakat bu arada İstanbul Erkek

Muallim Mektebi ve Muzika-ı Hümayun’da

yaylı sazlar bölümlerinde müzik dersleri de

verdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Saray

Orkestrası ile Avrupa şehirlerinde konserler

düzenledi. 17 Aralık 1917’de başlayan turneleri,

31 Ocak 1918’e dek devam etti. Aralarında

Viyana, Berlin, Dresden, Münih, Peşte ve Sofya’yı

kapsayan bu turne, bir Türk orkestrasının

çıktığı ilk Avrupa turnesi olarak tarihe geçti.

Osman Zeki Bey, asıl ününü ise Mehmet Akif

Ersoy’un İstiklâl Marşı’nı besteleyerek elde

etti. 1921’de Akif’in şiirinin ulusal marş güftesi

olarak seçilmesinden sonra, 1922’de Maarif

Bakanlığı tarafından düzenlenen beste yarışmasına

davet edilen 24 besteciden birisiydi.

Kimi anekdotlara göre İstiklâl Marşı’nı, İzmir’in

Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra

bestelemişti. Cumhuriyet’in ilanından sonra

orkestrası ile Ankara’ya gidip, 11 Mart 1924

günü şehrin tarihindeki ilk senfonik konseri

verdi. Orkestra, Ankara’daki ikinci konserinden

sonra “Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti”

adı altında Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı.

Osman Zeki Bey, sonradan Cumhurbaşkanlığı

Senfoni Orkestrası’na dönüşen topluluğun

orkestra şefliğini yaptı. Ülkenin müzik

öğretmeni ihtiyacını karşılamak için Musiki

Muallim Mektebi’nin kurulmasında da önemli

rol oynadı. Bu kurum, Ankara Konservatuarı’nın

da temelini oluşturur. Kendisi, okulun

ilköğretim üyesi ve ilk müdürlüğü görevini de

üstlendi. 7 Haziran-5 Eylül 1926’da “Karadeniz”

adlı bir gemide düzenlenen “Yerli Malı

Sergisi” nedeniyle dört ay boyunca Güney ve

Kuzey Avrupa limanlarını dolaştı ve Cumhurbaşkanlığı

Senfoni Orkestrası ile konserler

verdi. Bu, Cumhuriyet sonrası bir Türk orkestranın

çıktığı ilk yurt dışı turneydi.

1934 senesinde sağlık nedeniyle emekliye

ayrılan Osman Zeki Üngör, emeklilik günlerinde

İstanbul’da kısa bir süre Teşvikiye’de,

sonrasında da yaşamının son gününe dek

Kadıköy, Moda’da yaşadı. 28 Şubat 1958’de,

yetmiş sekiz yaşında Moda’daki evinde hayatını

kaybeden Üngör, Mehmet Akif’ten sonra

cenaze töreninde askeri bir bando tarafından

İstiklâl Marşı çalınan ikinci isim oldu. Cenazesi,

Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.

Osman Zeki Üngör’ün İstiklâl Marşı bestesi için

Osmanlıca hazırlanmış başvuru dosya kapağı...

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 43


Bir Yudum İnsan

Türkiye’nin

kültür mozaiğine

katkı sunan belgeselci;

Nebil

Özgentürk

FEVZİ ÖZMEN

Ülkemizde spor, siyaset, edebiyat ve daha

birçok alanda tanıdığımız insanların yaşamlarını

belgesel hâline getiren ve “Bir Yudum

İnsan” programıyla hafızalarımızda yer

edinen yazar, belgesel yapımcısı, yönetmen

ve gazeteci Nebil Özgentürk ile ülkemizdeki

önemli belgeselleri, gazeteciliği, yaşadığı

topraklar Adana’yı, Yaşar Kemal’i ve edebiyatı

konuştuk.

Nebil Özgentürk kendisini nasıl tanımlar?

Bizim döneme ve bizden sonraki kuşaklara

vicdanlı dünyayı, adaletli bir yaşamı

ve özgür bir dünyayı anlatmaya çalışan;

edebiyattan, kültür ve sanattan, hayattan,

müzikten bunu yansıtmaya çalışan biriyim.

Bunun yanında ülkemizde kötülüğe karşı

iyi yönleri, güzellikleri, yaşanılan zorlukları,

insan hayatlarını belgesellerimde anlatan

da biriyim.

Siz de Adana’da doğup, yaşadınız.

Yaşar Kemal ile birçok anınız var.

Bize kendisini nasıl anlatırsınız?

Yaşar Kemal, bu ülkenin en büyük hikâye

ve roman anlatıcısıdır. Kendi doğduğu Çukurova

topraklarını destan destan, ağıt ağıt,

söyleşi söyleşi ve insan insan dinleyerek, gözlemleyerek,

derleyerek hem röportajlarına ve

zamanla gazete yazılarına hem romanlarına

aktaran bir destan ustası, bir anlatıcı hem de

bir derviştir. Bunun dışında çok iyi insandır.

Kendi doğduğu topraklardan İstanbul’a gelen

insanları hep kollayan, onlara kanaat geren,

dayanışmacı biri... Ben onunla tanıştığım

için, aramızda bir baba-oğul veya ahbaplık

ilişkisi olduğundan dolayı çok gururluyum.

Yaşar ağabey çok renkli, sevgi dolu bir

insandı. Onunla beraber yemekler yediğimiz,

konuştuğumuz zaman insana sevgi

sunan, övgüler ve tavsiyelerde bulunan,

kötülüğü düşünmeyen biriydi de aynı

zamanda. Onunla yakın olmak, akraba gibi

olmak, onunla usta-çırak gibi olmaktan çok

gurur duyuyorum. Onunla aynı topraklarda,

Adana Çukurova topraklarında doğmaktan

çok mutluyum. Onunla 35 yıllık bir yakınlığımız

olduğu ve yarenlik ettiğimiz için çok

mutluyum. Onun fikirlerinden çok yararlandım.

Babamın bizim evde masaya bıraktığı

ilk kitaplar, Yaşar Kemal’in kitaplarıdır. O

kitapları okuduğum ve belgesel yönetmeni

olduğum için çok şanslıyım.

Düşünsenize; aynı masada, aynı sofralarda

Yaşar Kemal gibi bir üstat ile oturuyorsunuz

ve onun her cümlesinden bir şeyler

alıyorsunuz. Yaşar Kemal’i dinliyorsunuz, bir

bakıyorsunuz size iki saat Homeros’u anlatıyor.

Bu topraklarda yaşanan acı, hüzün ve

ölümleri anlatıyor. Bu topraklarda ölmek ve

öldürmek çok kolay... Size tanıdığı insanları

ve Nâzım Hikmet’i saatlerce anlatıyor.

Karşısında bir öğrenci gibi dinliyorsunuz.

Dinledikçe büyüleniyorsunuz. Öyle güzel

anlatıyor ki araya bile giremiyorsunuz. Bize

çok güzel tavsiyelerde bulunuyordu. Bana

göre Yaşar Kemal’i çok erken kaybettik.

100-110 yaşına kadar yaşamalıydı diye

düşünüyorum. Yaşanan acılı hayatları bize

anlatırken savunma mekanizması bağlamında

moral verirdi. Öyle bir insandı.

44 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Bir Yudum İnsan

“Bir Yudum İnsan” belgeseli fikri

nasıl ortaya çıktı?

Gazeteye yazdığım köşe yazılarından birçok

bilgi toplamıştım. Çok değerli bilgilerin sadece

yazıyla kalamayacağını düşündüm. İlerideki

genç kuşaklara ulaşan bir televizyon

kanalı ve belgeselle bir şeyler aktarmam

gerektiğine karar kıldım. Babamla beraber

ismini bulduğumuz “Bir Yudum İnsan”

belgeselini yapmaya başladık. Bir Yudum

İnsan, Türkiye’nin tüm tarihsel kültürüne ve

kültürlü insanlarının hayatlarına ayna tuttu.

20-25 yıl önce yaptığımız belgeseller yeni

kuşaklar tarafından izlendiğinde, onlara da

“Bu ülkede böyle insanlar yaşamış” dedirttik.

Gazetecilikten belgesel yönetmenliğine

geçişimi sevgi ile hatırlıyorum. Ekip arkadaşlarım

ve dostlarımla iyi ki bu belgeseli

yapmışım. Kültürel anlamda bir kültür moziğine

katkıda bulunduğumu düşünüyorum.

Yaptıklarımızla ve bundan sonraki yapacaklarımızla

televizyon programlarında hâlâ

insanlara bir şeyler aktarmaya çalışıyoruz.

Günümüzde yaptığımız Nâzım Hikmet ve

hatta Lefter belgeseline kadar “Bir Yudum

İnsan” belgeselinin izlerini görebilirsiniz.

Birçok belgesel yaptınız ve çok güzel

ödüller aldınız. Arasından seçecek

olursanız, yaptığınız en keyifli belgeseller

hangisiydi?

Birçok belgesel yaptım, benim için hepsi

emek verilen işler ama en özeli, Attilâ İlhan

ve Yaşar Kemal’in hayatını anlatan belgesellerdir.

Çünkü Yaşar ağabey, Türkiye’de

ilk defa bir televizyon kanalına “Bir Yudum

İnsan” için hayat hikâyesini anlattı. Attilâ

İlhan da 17 yaşındayken sevgilisine Nâzım

Hikmet’in şiirini yazdığı için tutuklanan,

cezaevine giren ve okuldan atılan, hayatı

kararan biri. Attilâ İlhan da hayatını anlattığında

çok etkilenmiştim. Yaşar Kemal’in

de 5 yaşındayken babasını cami avlusunda

öldürüyorlar. Bunlar çok etkileyici hikâyeler...

Onlar hayat hikâyelerini anlatırken çok

etkilenip, öykülendiriyorsunuz. Bir diğer

önemlisi de Müslüm Gürses’tir. Müslüm

Gürses, babasının annesini kafasına baltayla

vurarak öldürmesine şahit olmuş. Yaşar

Kemal çok büyük romancı, Attilâ İlhan şair,

Müslüm Gürses arabesk alanında çok iyi

bir sanatçı... Üçü de hayatlarında travmalar

yaşamış. Bunları dinledikçe çok etkilendim.

İnsanların hayatlarını dinlediğinizde, ne

kadar etkili olduğunu görüyorsunuz. 1000’e

yakın belgesel çektim, benim için en önemliler

bunlardı. İçlerinde travma var. Bunları

bir belgesel yönetmeni yazarken de size çok

büyük ilham kaynağı oluyor.

Şu sözünüzü açar mısınız: “Ne yazık ki bu

ülkenin Neşet Ertaş türküleriyle, Yaşar

Kemal romanlarıyla, Aziz Nesin mizahıyla

büyümemiş, Nâzım Hikmet’in şiirleriyle

aşık olmamış, Attilâ İlhan’ın şiirleriyle

yürümemiş, Zülfü Livaneli besteleriyle

coşmamış milyonlarca insanı var.”

Bu ülkede çok şiddet yaşanıyor. Kadına ve

insana şiddet, zalimlik... Bu topraklarda

ölmek, öldürmek de çok kolay. İnsanlar

fazla okumuyor. Okumadığı için Neşet

Ertaş türküsünü, Zülfü Livaneli bestesini,

Yaşar Kemal romanını, Attilâ İlhan ve Nâzım

Hikmet şiirlerini anlamıyorlar. Oradaki

iyilik ve güzelliklerinin farkına varamıyorlar.

Televizyonda yayınlanan gündüz ve yarışma

programları insanları zarara uğratıyor. Yaşar

Kemal’in romanlarını okumayanlar, onun

insanlık duygusunu anlamaz. Zülfü Livaneli’nin

söz ve besteleri insanı şiddete değil,

sevgi ve iyiliğe sürükler. Onu dinleyen insan,

şiddet uygulamaz. Neşet Ertaş türkülerinin

içindeki acılar, söz ve beste ile sevgiye

dönüşür. Attilâ İlhan’ın şiirlerini okumayan,

o sevda duygusunun farkına varmaz.

O sözleri bu sebeplerle söyledim. İnsanlar,

bahsettiğim kişilerin sanat eserlerini izlemediği,

dinlemediği ve okumadığı için şiddeti

benimsiyorlar. Yaşar Kemal der ki; “Benim

romanlarımı okuyan insan istiyorum ki zalim

olmasın. Çocuklarına ve bir kadına zalim

olmasın. Kadına şiddet ve taciz uygulamasın.”

Roman ve sanat bir limandır. İnsanlara

iyilik öğretir. İşte bu yüzden tüm bu besteler,

romanlar, sözler, şiirler iyilik tavsiye ettiği

için bunları okumayan, dinlemeyen insanlar,

yüreklerinde kötülük taşıyorlar. Bizim

ülkemizde iyilik de var kötülük de. Sanat

herkesi iyileştirir, ruhlarına güzellik katar.

Türkiye’de yaşanan kutuplaşma

hakkındaki düşünceleriniz neler?

Ülkemizde hâlâ baskılar, yasaklar var. Bir

basın özgürlüğü yok. Demokrasi bağlamında

bir özgürlükten bahsetmemiz mümkün

değil. Adalet ve hukuk bitmiş durumda.

Gazeteciliğe ilk başladığım döneme göre,

şimdiki dönem için de şunu söyleyebilirim;

gazetecilik ülkemizde elbette hiçbir zaman

özgür değildi ama şimdiki gibi de baskıcı

değildi. Biz otosansür yapmazdık. Herkesin

kendi çalıştığı gazete vardı. Biz istediğimiz

kadar yazabiliyorduk, ancak bugün dilediğiniz

gibi yazdığınız zaman kapınıza polis

gelebiliyor. Geçmişte de baskılar vardı.

Babamın etkisiyle de ilkokula gittiğim

zaman etnik kimliğim olan Aleviliğimi rahatça

ifade edemiyordum. Alevi olduğumu

söylesem, Alevi olmayan kişiler tarafından

aşağılanmaya, zalimliğe ya da kötü muameleye

maruz kalabiliyordum. Ülkemizde

belli bir azınlığın kötü sözlerine geçmişte

sadece Aleviler değil, Kürt kimliği olan insanlar

da maruz kalabiliyordu. Düşünsenize;

sırf Ermeni, Rum olduğunuz için benim

çocukluğumda nefret söylemlerini duymak

zorunda kalıp, alay edilip, küçümsenip,

dışlanıyordunuz. Herkese adil davranmalıyız.

Onların da etnik kimliklerine saygı

göstermeliyiz. İnsanlara insan olduğu için

bakıp, o şekilde değer vermeliyiz. Bunu

yapmak bir erdemliktir.

Yakın zamanda bir belgesel çalışmanız

olacak mı?

Yakın zamanda Alevi toplumunu anlatan bir

belgeselin yanı sıra “Bilimin Hatıra Defteri”

adında bir belgesel yapacağım.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 45


Astroloji

Dr. Astrolog Şenay Devi’den

2021 yılına dair

önemli tüyolar

PINAR BALTACI

Türkiye’nin ilk ve tek “Dr.” unvanlı astrologu Şenay Devi, astrolojik

faaliyetlerini akademik düzeyde de sürdüren bir isim... Batı,

Çin ve Hint, üç ayrı astronom bilimi alanında eğitimleri bulunan

Devi ile 2021 yılının dünyaya ve burçlara etkilerini konuştuk.

ABD Kepler College ve Dirah Academy International’da

profesyonel eğitimini tamamlayan tek Türk astrologsunuz.

Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz?

ABD Kepler College Üniversitesi ve Hindistan Dirah Academy International’dan

mezun olduktan sonra uzun yıllar Kepler College

Üniversitesi’nde öğretim üyeliği görevini yürüttüm. Ardından

“Vedik Felsefesi” üzerine doktora yaptım ve The Great International

Scool of Astrology Okulu kurucuları arasında yer aldım. 4 ay

önce de ülkemde uluslararası diploma geçerliliği olan ilk ve tek

Astrodeha Astroloji Okulu’nu kurdum. UNESCO’nun dünya belleği

kapsamındaki projesi olan, 1400 küsur Farsça yazma eserleri

tek tek incelediğim “Türk Medeniyetlerinde Astroloji, Astronomi

ve Müneccimbaşılık” adlı dördüncü kitabım İnkılap Kitabevi’nden

çıktı. Timur İmparatorluğu ve Osmanlı Dönemi’nde

astronom, matematikçi ve dilbilimcisi, Fatih Sultan Mehmet’in

günümüzdeki adıyla astrologu (gökbilimcisi-müneccimbaşı) Ali

Kuşçu’nun (Ali Bin Muhammed) soyundan geliyorum.

Yakın zamanda kurduğunuz ve Türkiye’de uluslararası

diploma geçerliliği olan ilk ve tek Astrodeha Astroloji

Okulu’nu anlatır mısınız?

Okul açma fikri oldukça uzun yıllardır aklımdaydı ve bu

konuda çalışmalarımı titizlikle sürdürüyordum. İstediğim altyapının

oluşması adına büyük çaba harcadığım için hayalimi

gerçekleştirebilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Amacım, astroloji

eğitimi alan öğrencilerimin gökyüzü enerjilerini, doğum

haritalarındaki PIN kodlarını çözerek ve okuyarak, kendilerine

rehber olabilmelerini sağlamak.

Batı, Çin ve Hint, üç ayrı astronom bilimi alanında

eğitiminiz var. Burçları üç ayrı bilim dalı rehberliğinde

yorumluyorsunuz. Üç ayrı alanla yorumlamak ile

tek alanla yorumlamak arasındaki farklar neler?

Batı Astrolojisi’nde Tropikal Zodyak ‘Güneş Zamanlı’ kullanılır.

Batı Astrolojisi; gökyüzü evleri, burçlar, yıldızlar, açılar ve sabit

yıldızlar gibi belirli bilgilere dayanır. Batı Astrolojisi, matematik

ve kurgu yönünden zenginleşerek ortaya çeşitli ev sistemlerini

çıkartmıştır. Bunlar arasında “Eşit Ev Sistemi”, “Placidius Ev

Sistemi”, “Koch Ev Sistemi” ve “Regiomontanus Ev Sistemi” en

fazla kullanılan sistemlerdir. Batı Astrolojisi’ne göre çıkarılan

yıldız haritasında, her burcun her derecesi ayrı önem taşır. Ayrı

özellikleri, yetenekleri ortaya çıkarır.

2020 yılını etkisi altına alan pandemi döneminin etkilerini,

2021 yılına girdiğimiz bugünlerde de görüyoruz.

Dünyayı bu anlamda neler bekliyor?

Farklı zorluklar getirebilecek önemli gezegen konumları olacak.

Etkileri ekonomik cephede, bireysel yaşamlarda, yaşamın diğer

alanlarında ve doğal afetler şeklinde tezahür edecek. Covid-19

salgını, 2021 yılının ortasına kadar etkisini sürdürmeye devam

edecek. Tedavi yöntemleri, aşının etkisi zaman alacak. Satürn

(Shani), Jüpiter (Guru), Ay (Chandra) ve Rahu gibi büyük gezegenlerin

etkilerinin yanı sıra kuşkusuz yıl boyunca gezegensel

geçişler ve retro durağan konumdaki gezegen geçişleri de

zorlayacak, olgunlaştıracak, disipline edecek bizleri.

2021 gezegen geçişleri, yeni bir başlangıcı işaret ediyor. Bu etki

toplumsal ve küresel olarak sıfırdan başlayıp özgürlüğe, eşitliğe

ve kamu yararı ile ilgilenmenin ne anlama geldiğine yönelik yaklaşımımızı

yeniden düşünmemiz anlamına gelir. Politik, sosyal

ve kişisel yaşamlarımızda her şeyi sarsarak uyandırıp, yeniden

yapılandıracak gezegen enerjileri ile karşı karşıyayız. Bu özel gökyüzü

enerjilerini iyi değerlendirmeli, mesajları iyi algılamalıyız.

Bu nedenle, şimdi olanların önümüzdeki on yıl boyunca etkilerini

görmeye devam edeceğimizi unutmamalıyız. Makro düzeyde,

hazır olsak da olmasak da her şeyin geri dönülmez bir şekilde

değiştiği kültürel bir an getirmesi muhtemeldir. Politik konular

ve liderlerde ilerici olanlara ilgi artmaya başlar ve yararlılıklarını

yitirmiş eski fikirlerden uzaklaştırıcı bir etkisi olur. Yenilikçi ve

gelişen liderler, ön plana çıkmaya ve takdir görmeye başlar.

2021 yılında burçları genel anlamda yorumlarınız

rica edebilir miyiz?

Bu yıl bizleri eski alışkanlıklarımızı bırakacağımız, evrensel ve

bireysel olarak tamamen yenileneceğimiz enerjilerle dolu bir

yıl karşılıyor. Zodyak’taki tüm burçlar için genel olarak yüksek

bir farkındalık kazanacak. Bu yıl pozitiflik, canlılık ve uyanış

ateşinin hâkim olduğu yeni bir çağın kapılarını aralıyoruz.

46 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Astroloji

KOÇ

İş hayatınızda değişimlere hazırlıklı olmanız

gerekiyor. Yeni fikir ve önerilere

açık olun ve girişimci davranın.

BOĞA

Popülaritenizin yükseleceği bir süreçtesiniz.

Yıldızınızın parladığı bu dönemde

kıskanç insanların negatif enerjilerine

karşı savuma kalkanlarınızı hazırlayın

ve başarınıza müdahale etmelerine

fırsat vermeyin.

İKİZLER

İş hayatınızda, ortaklıklarda ya da devam

eden işinizde kendi isteğinizle yol

ayrımları yaşayabilirsiniz. İş hayatınızda

alacağınız sürpriz teklifleri değerlendirmeli

ve sizi daha üst seviyelere getirebilecek

her imkânı kullanmalısınız.

TERAZİ

İş hayatınızda ortaklıkları olan teraziler,

ortağınızın sizden sakladığı birtakım

gerçekleri öğrenebilir, iş ve arkadaşlık

ilişkinizi bitirerek işinizin kontrolünü

tamamen kendiniz alabilir, ikili ilişkileriniz

ve dostlarınız aracılığı ile kısa süre

içinde istikrarı yakalayabilirsiniz.

AKREP

Aşk ve iş hayatınız yeniden yapılanıyor.

Zorluklardan sonra gelen kolaylıklar

ve kararlı tavırlarınız, sizi yaşamın her

alanında söz sahibi ve başarılı kılacak.

YAY

İşinizle ilgili konu ve projelerde yanlış

anlaşılmalar ve yanlış yönlendirmelerle

karşılaşabilirsiniz. Dikkatli davranın.

YENGEÇ

Gökyüzü sizlere seçimlerinizle başarıya

ulaşabileceğiniz etkileri beraberinde

getiriyor. Değişim enerjisini akılcı

karşılayın.

ASLAN

Seyahatlerde problemler yaşayabilirsiniz.

Kişisel güvenliğinizle ilgili konularda

da dikkatli olmalısınız.

BAŞAK

Yeniliklere, huzura, değişimlere, size

güzellik katan gelişmelere hazır olun.

Bilinçaltınızda yaşanan çatışmaların

yansıttığı olumsuzlukların farkına

varın, kendiniz ve yaşanmışlıklarınızla

yüzleşin.

Ayrıntılı burç yorumları

ve röportajın tamamı

için QR kodu okutunuz.

OĞLAK

Haksızlıklar sizin sapla samanı, karanlıkla

aydınlığı ayırt etmenizi sağlayacak.

Duygusal olarak sarsılsanız da bu süreç

sizi gerçekten seven kişi ya da kişilerin

değerlerini anlamanızı sağlayacak.

KOVA

Finansal konularda ve iş hayatınızda

fazlası ile etkili enerjileri barındırmakta.

Hızla gelişen olaylar yeni kazançlara

elde etmenize, yeni insanlar tanıyarak

iş birlikleriyle maddi olarak gücünüze

güç katmanıza yardımcı olacak.

BALIK

Yeni bir iş kurmak için beklemede kalmalısınız.

Eğitim hayatı devam eden ve

eğitim sektöründe görevli olan balıklar;

engellendikleri, haksızlığa uğradıkları

konularda öylesine sürpriz gelişmeler

yaşayabilir.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 47


Sivil Toplum

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu:

İstanbul Sözleşmesi

yaşatır!

FEVZİ ÖZMEN

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

Kadın Meclisleri Genel Sekreteri Fidan Ataselim

ile ülkemizde son zamanlarda artan kadın

cinayetlerinin sebeplerini, Istanbul Sözleşmesi’ni,

toplumsal cinsiyet yaklaşımlarını,

kendilerine açılan Las Tesis davasını, 2010

yılında kurulan ve hep meydanlarda olan Kadın

Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun

nasıl hayata geçirildiğini konuştuk.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

Kadın Meclisleri Genel Sekreteri Fidan Ataselim...

Kadın Cinayetlerini Durduracağız

Platformu ne zaman ve nasıl kuruldu?

2010 yılında tüm Türkiye’nin bildiği,

hunharca öldürülen Münevver Karabulut

cinayetinden sonra Kadın Cinayetlerini

Durduracağız Platformu’nu kurmaya

karar verdik. Kuruluşundan itibaren farklı

sorumluluklar aldığım platform ve mecliste

genel sekreterlik görevini sürdürüyorum.

Bizler akıl yürüterek ve o yılların somut

koşullarını analiz ederek, kadınlara yönelik

şiddetin sonuçlarını gördük ve kadınların

çokça öldürülmesiyle karşılaştık. Eskiden

de kadınlar öldürülüyordu, ancak medyaya

töre, namus cinayeti ya da eğitimsizlikten

kaynaklı olarak yansıyordu.

Münevver Karabulut cinayeti ise bambaşka

bir olgusal durumdu. Metropol dediğimiz

İstanbul’un göbeğinde iki eğitimli gençten

birinin bir kadını vahşice öldürmesi ve

toplumda infial yaratması, ölüm nedenlerinin

aradan uzun zaman geçmesine rağmen

hâlâ bilinmemesi, Münevver’in ailesinin olayın

peşini bırakmaması gibi nedenler bizim

de dikkatimizi çekti. Modernleşen kadınların

değişmeyen erkekler tarafından öldürülmesi

üzerine, kadın cinayetlerini durdurmak

için kurduk platformu. Kadınların sadece

gazetelerin üçüncü sayfa haberi olmaması

gerektiğini düşünüyoruz. Kadına şiddet ve

kadın cinayetleri, bu ülkenin en önemli ve

en temel sorunudur. Biz buna inanıyoruz.

Son zamanlarda, özellikle de son

5 yılda kadına şiddette her yıl artış

yaşanıyor. Suç oranı da size göre

neden bu kadar yükseliyor?

Bunu sadece Türkiye üzerinden değerlendirmemek

gerekir. Tüm dünyada evrensel

olarak baktığımızda erkek egemenliği

mevcut ve kadınlar benzer sorunları

yaşıyor. Dünya Ekonomik Forumu, geçen

yıl Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Raporu

48 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Sivil Toplum

yayınladı. Burada da Türkiye’nin durumunu

görüyoruz. Türkiye, 153 ülke arasında 130.

sırada yer alıyor. “Kadına yönelik şiddet ve

kadın cinayetleri neden bu kadar artıyor?”

sorusunun altında toplumsal cinsiyet

eşitsizliğinin yattığını görürüz. Toplumuzda

kadın ve erkeklerin yapması gerekenler, bir

norm olarak inşa edilmiştir. Bu da toplumsal

cinsiyet eşitsizliğine, heteronormatif bir

duruma sebep oluyor.

Ancak şunu da söylemeliyiz ki, kadınlar da

toplumda yaşanan değişikliklerle beraber

hayatlarını sorgulamaya başlıyorlar. Eskiden

şiddete uğrayan kadın susarken, günümüzde

ise şiddete uğrayan kadın; medya,

internet, gazete üzerinden farklı hayatların

mümkün olduğunu görüyor, şiddete uğramayan

kadının yaşamına tanık oluyor. Kadınlar,

kendi hayatlarına dair karar vermek

istiyor. Sessiz kalmıyor.

Birçok davaya girdiniz ve takip

ettiniz. Sanıkların az ceza almak için

mahkemedeki tutumlarını gördünüz.

Sizce cezai yaptırımlar yeterli değil mi?

Biz seneler önce “Kadın cinayetlerini durduracağız”

derken, iki temel konu üzerinde yoğunlaştık.

Birincisi, kadınların hayattayken

gerçekten korunuyor olmalarını sağlamak.

Bunun için mücadele ederek, 6284 Sayılı

Yasa’nın çıkmasını sağladık. Onun arkasında

da Ayşe Paşalı’nın boşandığı erkek

tarafından şiddete uğraması ve devletin

korumadığı için o erkek tarafından trajik ve

dramatik şekilde öldürülmesi gerçeği vardır.

Eski yasa, her kadını korumuyordu. Yasal

düzenleme ile birlikte 6284 sayılı yasa, her

ne sebepten olursa olsun şiddete uğrayan,

korunmak isteyen kadının haklarını koruyan

bir yasadır.

Üzerinde durduğumuz ikinci temel konu

da kadınlar hayattayken onlara şiddet

uygulayanlara etkin bir soruşturma,

kovuşturma sürecinin olması ve caydı-

rıcı cezanın olması gerektiğidir. Şiddete

uğrayan ve öldürülen kadınların aileleriyle

birlikte yüzlerce, binlerce davayı takip

ettik. Birçok dava sayabilirim. Yakın zamanda

toplumun da bildiği Şule Çet ve Pınar

Gültekin davalarını örnek gösterebilirim.

O mahkemede sanıkların indirim yollarını

nasıl ezberlediklerine şahit olduk. Sanıklar,

öldürülen kadınları suçlayarak işledikleri

suça meşruiyet zemini hazırladılar.

Kadınların ne giydiği, ne içtiği, saat kaçta

nerede olduklarını söyleyerek, pişman

olduklarını belirterek, kravat takarak, hatta

akıl sağlıklarının yerinde olmadıklarını belirterek

cezai indirim almaya çalıştıklarını

mahkemelerde gördük. En başından soruşturmalar

en ince ayrıntısına kadar yapılsa

ve yaptırımlar uygulansa, olaylar buraya

kadar gelmez. Tüm hukuksal tedbirler,

kadın daha hayattayken alınsın. 6284 sayılı

yasa etkin şekilde uygulansın.

Son zamanlarda tartışılan Istanbul

Sözleşmesi hakkında ne söylersiniz?

İstanbul Sözleşmesi, en başta kadınları

yaşatır ve çok önemlidir. Nasıl ki “6284 Sayılı

Kadınları Koruma Kanunu” kadınlar için bir

can simidiyse, kadınlar açısından toplumsal

cinsiyet eşitsizliği bağlamında İstanbul

Sözleşmesi çok büyük kalkan olmuştur.

Kadınların korunmasını, güçlendirilmesini,

kadınlara karşı işlenen suçlarda caydırıcı

cezaların verilmesini sağlar. Kadına

yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi

anlamında Avrupa Konseyi Sözleşmesi,

yani uluslararası bir sözleşmedir. Ülkemizde

2010 yılından 2021 yılına kadar her yıl kadın

cinayetlerinin sayılarına bakın; sadece 2011

yılında azaldığını görürsünüz. 2011 yılında

neden azalmış, ona bakmanız gerekiyor.

Geçmişte hatırlayacaksınız; Avrupa İnsan

Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi Nahide

Opuz davasında mahkûm etti. “Bir kadının

öldürülmemesi devletin sorumluluğundadır”

dedi. Bu ve benzeri gelişmelerle birlikte

2011 yılında İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’de

imzaya açıldı. Devlet bir sözleşmeyi imzalayarak,

tüm dünyaya karşı bir devlet iradesi

ortaya koydu.

İstanbul Sözleşmesi, içinde birçok madde

barındırır. En önemli 4 maddesini ele

alalım... 1. madde, şiddetin ortaya çıkmaması

için toplumun her kesiminde öncelikli

mekanizmalar geliştirmek. 2. madde “Etkin

Koruma”, 6284 sayılı yasanın uygulanmasından

bahseder. 3. madde, “Etkin Soruşturma

ve Kovuşturma” maddesidir. Bu da şiddete

uğrayan ya da öldürülen kadınların olaylarının

şüpheli kalmamasını belirtir. Olayın

yaşandığı ilk andan itibaren detaylı analizin

yapılmasını söyler. Ümitcan Uygun olayında

Aleyna Çakır’a yapılanları sosyal medyada

herkes gördü. Olay geçiştirilmeye çalışıldı.

DNA örneği bile 3 ay sonra alınabildi. Olay,

Aleyna Çakır intihar etmiş gibi gösterilmeye

çalışıldı. Bu sözleşme bunu belirtiyor. Son

zamanlarda şüpheli kadın ölümü gerçeği

var. Şule Çet, Aysun Yıldırım ve Aleyna Çakır

bunun örnekleridir. 4. madde de kadınlar

için bütünlüklü politikaların geliştirilmesini

belirtir. Kadınların ekonomik bağımsızlığının

geliştirilmesi istenir. Sözleşme böyle

kapsayıcıdır. Sözleşme; doğrudan aile ilgili

bir sözleşme olmasa da şiddet aile içerisindeyse

de kadının korunması gerektiğini

anlatır.

Las Tesis performansından dolayı beş

arkadaşınızla birlikte yargılanıyorsunuz.

Davanız 10 Haziran’a ertelendi. Nasıl bir

sonuç bekliyorsunuz?

Las Tesis, dünyanın her yerinde yapılan ve

Şili’de başlayan bir performans... İstanbul’da

gerçekleştirirken polisler tarafından

engellendi. Bunun bir siyasi tutum

olduğunu düşünüyorum. “Sözleri suç teşkil

ediyor, yürüyüş kanuna muhalefet” dendi.

Ülkemizde sanki hiçbir kadın öldürülmüyor.

Las Tesis’in sözlerinden dolayı göz

altına alındık. Bizim amacımız, ülkemizde

yaşayan tüm kadınların şiddet görmemesi

ve öldürülmemesiydi. Bizler gözaltına

alınmış olmamıza rağmen ülkenin dört

bir yanında kadınlar Konya’dan Düzce’ye,

Las Tesis protestosunu gerçekleştirdi. Sera

Kadıgil sayesinde Meclis’te de Las Tesis

yankılandı, çok olumlu oldu. Biz herkesin

görevini yapması gerektiğini ve kadınların

öldürülmemesi gerektiğini kolektif biçimde

dile getiriyoruz. İddianamede “Kadın cinayetlerini

durduracağız”, bilirkişi raporunda

da “Asla yalnız yürümeyeceksin” dediğimiz

yazıyor. Kadınların haklarını savunmak

suç mu? 10 Haziran’da beş arkadaşım ile

birlikte sonucu bekliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin

uygulanması hakkındaki kararlı

mücadelemizden de vazgeçmeyeceğiz!

Milyonlarca kadını durduramazlar.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 49


Spor

Saint-Joseph

Lisesi

Öğrencileri

Fenerbahçe’nin

üç önemli

Saint-Joseph

Lisesi öğrencisi;

Nasuhi Esat

Baydar, Galip

Kulaksızoğlu ve

Sait Selahattin

Cihanoğlu’nun

bir arada

göründüğü

23 Mart 1913

tarihli fotoğraf.

Kadıköy’e Fenerbahçe’yi

armağan edenlerden

Enver Yetiker ile

geçmişin sayfalarında…

Mevduat Belgesi

Osmanlı

Bankası’ndan

Enver Yetiker’e ait

06.08.1907 tarihli

Mevduat Belgesi.

(Salt Araştırma

Arşivi’nden)

BARIŞ KENAROĞLU & BARIŞ EYMEN

İsmi tarihin sayfaları arasında kalan

kişilerden biri Enver Yetiker... Kadıköy’ün

en büyük simgesi olan Fenerbahçe Spor

Kulübü’nün kurucularından, İstiklal Madalyası

sahibi, nam-ı diğer Enver Hoca…

Kadıköy ile hayatı 30’lu yaşlarında kesişmiş,

son günlerini Kızıltoprak’ta geçirmiş bir

Kadıköylünün hikâyesini anlatacağız bugün.

Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet dönemine

uzanan bu öyküde; Fenerbahçe’nin

zor şartlar altında gerçekleşen kuruluşunun,

Kadıköy’ün futbolunun doğuşunun izlerini

arayacağız.

Stadyum Açılışı

1949 yılında, yenilenen Fenerbahçe

Stadyumu’nun açılış törenlerinde

Enver Yetiker. (En solda)

1900’lerin başında Kadıköy, İstanbul’un

“Küçük Britanya” diye anılan, yabancı

nüfus yoğunluğunun hayli fazla olduğu

semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy,

bu demografik yapısı nedeniyle başkent

genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit

kaynaklı baskıdan etkilenmemekte,

semtte şehrin geri kalanına göre “liberal”

bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. İşte

futbol, bu koşulların bir araya gelmesiyle

Kadıköy’de doğdu. Dönem basınına göre

Kadıköy’ün gençleri futboldan başka bir

şey düşünmemekte, havanın güneşli ya

da yağmurlu olmasını önemsemeyerek,

maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

Kadıköy’ün Türk gençleri, maçları izlemek

için toplansalar da yabancılar gibi futbol

oynama özgürlüğüne sahip değillerdi.

Ülkedeki yabancılara karşı izlenen hoşgörülü

politikadan Türkler faydalanamıyor,

kuruluşundan hemen sonra kapatılan

ilk Türk futbol kulübü “Siyah Çoraplılar”

örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile

cezalandırılıyordu.

Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol

oynamaya başlamasındaki en büyük etken,

1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile

birlikte eğitimde modernleşme kapsamında

açılan okullardır. 1854’te Beyoğlu’ndaki ilk

binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve

1870’de bugünkü yerine kavuşan Saint-Joseph

Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani,

Fransız eğitim sistemine göre kurulmuştu.

Arnavutköy’de 1863 yılında hizmete giren

Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin

İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı.

50 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Spor

Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin

kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne

göre Enver Hoca, 1869 tarihinde İstanbul’da

doğdu. Lise eğitiminin ardından Mülkiye

Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde

Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda

İstanbul’da eğitim veriyordu. 1892 yılında

23 yaşındayken okulu bitiren Enver Hoca,

gümrük memuru olarak göreve çalışmaya

başladı. Kayıtlara göre Arapça ve Fransızca

biliyordu. Bir yandan gümrük memuru olarak

görev yapan Enver Hoca, diğer yandan

Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni

olarak hizmet vermeye başladı. Kayıtlarda

yer almayan bu göreve, yabancı dil bilgisi

ve gümrük işleri dolayısıyla okulun yabancı

öğretmenleri ile kurduğu ilişkiler nedeniyle

resmi bir görevlendirme ile başladığını

düşünebiliriz.

Bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın olduğu

yerde yapılan futbol maçlarının izleyicileri

arasında, o günler Saint-Joseph Lisesi’nde

okuyan Türk öğrenciler de vardı. Enver Hoca’nın

okullarına öğretmen olarak görevlendirilmesi,

hem onların hem de Kadıköy’ün

tarihini değiştirecekti. Enver Hoca’nın öğrencilerinden

biri Said Selahattin Cihanoğlu’ydu.

Cihanoğlu, 1971 yılında “Sporculuk

ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayımladığı

anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905

senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız

Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte

Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan

gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de

olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor

müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler

birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi

talebelerden birincilik koparmak bir mesele

idi, buna hep hasret içinde idik.”

Cihanoğlu’nun anlattıklarından, okulda

zaten azınlıkta olan Türk öğrencilerin sportif

yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisinde

olduklarını ve bu durumun onları bir hayli

rahatsız ettiğini anlıyoruz. Bir diğer öğrencisi

Nasuhi Esat Baydar ise Enver Hoca’yı şöyle

tarif ediyor: “Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe

hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık

rastlamadığımız insanlardan olduğu için çok

beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal

prensiplere intikal eden bir zekâsı vardı. Her

şeyin ‘niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca

anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden

öğrenebileceğimizi düşünürdük.”

Devletin yıkılma dönemine girdiği bu yıllarda,

yabancı arkadaşlarıyla beraber okuyan

Türk öğrencilerin karşısına çıkan Enver

Hoca’nın ilk büyük etkisi, onlara sporun

genel kanının aksine zararlı bir uğraş olmadığını

anlatmasıyla ortaya çıktı. Gerek dini

gerekse siyasi söylemlerle spordan, özellikle

futboldan uzak bırakılan gençler, okulda aynı

dili konuştukları tek öğretmen olan Enver

Hoca’nın söylediklerini hemen benimsediler.

Aynı dönemde Türkler, okul dışında da bir

kulüp kurmak için çalışmalara başlamışlardı.

Böylece, Enver Hoca’nın öğrencileri ile Kadıköy’ün

Türk gençlerinin bir araya gelmesiyle

Fenerbahçe Spor Kulübü doğmuş oldu. Enver

Hoca’nın ikinci büyük etkisi, öğrencilerine

Sicill-i Ahval

Enver Yetiker’in Sicill-i Ahval Defteri’nde yer alan kaydı.

(T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı’ndan)

İdman Dergisi / Fenerbahçe

İçinde Fenerbahçe’nin ilk tarihçesinin de yer aldığı,

28 Haziran 1913 tarihli İdman Dergisi’nin kapağı.

“hürriyet” düşüncesini aşılamasıyla ortaya

çıktı. Kendi ifadesi ile amacı “İstibdat içinde

kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamak”

olan Enver Hoca, onları futbol ile buluşturdu.

Bu gençler, zihinlerindeki hürriyet fikri ile Fenerbahçe’yi

kuran kadroyu oluşturdular. Sait

Selahattin Cihanoğlu, Nasuhi Esat Baydar

ve birçok Saint-Josephli öğrenci, Fenerbahçe’nin

ilk takımında sahaya çıktılar.

Fenerbahçe’nin 1907 yılındaki kuruluşunda

dönem tanıklarının ifadesi ile “fahri başkan”

olarak görev alan ve kulübe insan kaynağı

sağlamak için çabalayan Enver Hoca, aynı

yılın ağustos ayında Gümrük İstatistik Kalemi

Müdür Yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına

kadar da bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘Müfettiş

Yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırında

görevlendirildiği için Kadıköy’den ayrılmak

zorunda kaldı. 1913 yılında dönemin Maliye

Nazırı Cavit Bey’in açtığı sınavı kazanarak

‘Müfettiş’ oldu. Trabzon ve İzmir’de görev

yaptı. Bu sırada Osmanlı Devleti katıldığı

Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmış, ardı ardına

gelen işgallerden sonra Anadolu’da Mustafa

Kemal Paşa önderliğinde bir “Kurtuluş Hareketi”

başlamıştı. Türk halkının bağımsızlığı

için verilen savaşa Enver Hoca da stratejik bir

nokta olan Sirkeci Gümrüğü’nde gösterdiği

faaliyetlerle katıldı. İstanbul’dan Anadolu’ya

yapılan silah ve malzeme sevkiyatında

gösterdiği yararlılıklardan dolayı, 1938 yılında

İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.

İlk Fenerbahçe Fotoğrafı

31 Aralık 1908 tarihli Musavver Muhit Dergisi’nde yayınlanan,

Fenerbahçe tarihinin bilinen ilk fotoğrafı.

Fenerbahçe Spor Kulübü, 1949 yılında

gerçekleştirdiği yenilenmiş stadının açılışında,

kurucularından olan Enver Hoca’yı

da unutmamıştı. Açılışı yapması için davet

edilen kişilerden biri olan Enver Hoca’nın

Fenerbahçe ile son teması bu oldu. Bir öğretmenlik

macerası için Kadıköy’e gelen ve

burada Kadıköy’e Fenerbahçe’yi armağan

edenlerden olan Enver Hoca’nın 1955 yılındaki

ölümünün ardından Fenerbahçe Spor

Kulübü, gazetelere verdiği ilanda “Kulübümüzün

kurucusu ve 1 numaralı üyesi vefat

etmiştir” diyerek ona veda etmiştir.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 51


Kadıköy Cinayetleri

MERAKLI KEDİ

Bir kadının sesiyle güne gözlerini açmak

dünyalara bedeldi. “Kalk bakalım güzel

gözlüm, yakışıklım. Kahvaltıyı hazırladım”

dedi ve sevgilisini öperek uyandırdı

Canan. O sırada Canan’ın beyaz Malta

Terrier’i de yatağa atlayarak, Hakan’ın

yüzünü şapur şupur yalamaya başladı.

Evi saran taze çay kokusu ile yağda sucuk

kokusu birleşerek insanı kendine çekiyordu.

Canan, bahçe kapısını açarak mis gibi

ÇAĞATAY YAŞMUT

bahar havasını içeri doldurdu; Biber’in

mamasını bahçeye koyarak, köpeği dışarı çıkardı. Kapıyı

da aralık bırakarak içeri döndü. Yeldeğirmeni semtinde

müstakil, iki katlı, ahşap, ufak, bakımsız bir evdi. İskele

Sokağı’nın bitiminde, Rasim Paşa Cami’nin karşısındaydı.

Evin arka tarafında Marmaray hattına bakan, etrafı iki insan

boyu yüksekliğinde taş duvarla çevrilmiş, viraneye dönmüş

küçük bir toprak bahçesi vardı. Evin giriş katında mutfak ve

tuvalet geniş antreye, üst katta ise yatak odası ile oturma

odası sofaya açılıyordu.

“Eski ama çok güzel evin var Hakan” dedi Canan, çayını

yudumlarken.

“Bu evin sahibi bizim ailenin doktoruydu, Marcel Amca. Burayı

muayenehane olarak kullanıyordu. Çok iyi bir dahiliye

uzmanıydı. Bu ev ona da ailesinden kalmış. 1800’lerde Kuzguncuk’ta

büyük bir yangında evlerini kaybedince, devlet

onları buraya yerleştirmiş. Yahudilerden önce de bu semtte

Rumlar, Ermeniler ikamet edermiş. Yahudiler de yerleşince

kozmopolit bir yer olmuş. Hâlâ da öyle. Her dinden insan

oturur burada.”

Hakan iştahla masaya oturdu, “Çaylarrrr!” dedi. Reçeli

ve peyniri ekmeğin üzerine bıçakla sürerek, tek seferde

mideye indirdi. Ardından sucuğun peşine düştü. Canan ile

Hakan bir aydır çıkıyorlardı. Kadıköy’deki Saklı Bahçe’de

tanışmışlardı. Hakan, sık sık indiği Kadıköy Çarşısı’ndan

sonra bira içmek için Saklı Bahçe’ye uğrardı. Bir gün bahçede

tek başına oturan Canan’ı gördü. Uzun boylu, siyah saçlı,

çekici bir kadındı. Bira içiyordu, kitap okuyordu. Hakan

kadını görür görmez çarpıldı ve kendini onun masasında

buldu. Canan da karşısına oturan kendi gibi genç, uzun

boylu, yakışıklı bu esmer adamdan etkilenmişti.

52 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kadıköy Cinayetleri

“Sen nasıl aldın bu evi?”

“Marcel amca ölünce, karısı çocuklarının

yanına Amerika’ya gitti. Çocuklar da evi

satışa çıkardılar.”

“Hakan iyi ki tanışmışım seninle. İyi ki o gün

masama oturmuşsun. Bu tarihi semtte, bu

eski evde seninle birlikte oturmaktan çok

mutluyum.”

“Ben de çok mutluyum Canan. İyi ki varsın.

Bundan sonra hayatımdan hiç çıkma.”

Birbirlerine aşkla bakarlarken, Biber ağzında

bir şeyle merdivenlerden çıkıp yanlarına

geldi. Ağzındaki o şeyi Canan’ın sandalyesinin

dibine bıraktı. “Ne o Biber, ne getirdin?”

diye Canan köpeği azarlayacakken, o şeyin

kurumuş kanlı, ojeli bir parmak olduğunu

fark edince çığlığı kopardı. Hakan, masadaki

bıçağı Canan’ın boynuna sapladı.

Hakan gözlerini açtı. Ne biçim rüyaydı ha!

Canan yatakta yoktu. Saatine baktı, sabahın

beşiydi. Karanlıktı, ezan okunuyordu. Odadan

çıktı, oturma odasının aralık kapısından

ışık sızıyordu. Canan halıya oturmuş, arkası

kapıya dönük, dolabı açmış, mavi dosyayı

çıkarmış, dosyanın içindeki Hakan’ın biriktirdiği

gazete kupürlerine tek tek bakıyordu.

O kupürlerde Kadıköy’de son bir yılda

kaybolan kadınların haberleri yer alıyordu.

Canan dolabın diğer çekmecelerini de karıştırdı,

ufak bir çanta buldu. Çantayı açınca

boy boy bıçakların çelikleri parladı.

Hakan sessizce aşağıya, mutfağa indi. Sonra

tekrar yukarıya çıktı, odanın kapısına geldi,

sessizce odaya süzüldü. Bıçağı yerde oturan

Canan’ın boynuna sapladı. Hakan gözlerini

açtı. “Bu da rüyaymış. Rüya içinde rüya görmüşüm!”

dedi kendi kendine. Yatakta yine

yalnızdı. Kalktı, mutfakta bir şeyler atıştırdı,

çayını alarak yukardaki oturma odasına

geçti. Odaya egemen olan kocaman ekranlı

televizyonu açtı, cumbanın önündeki sedire

yerleşti. Uzun boylu olduğu için bu sedirde

çok rahat edemiyordu ama pencereden sokağı,

gelen geçenleri seyretmeyi çok sevdiği

için oturmaktan vazgeçemiyordu.

Her beş dakikada bir geçen Marmaray treni

yine gürültüyle geçti. Yağmur hafif de olsa

yağmaya devam ediyordu, hava rüzgârlıydı.

Haber programında Kadıköy’de son bir

yılda kaybolan kadınların akıbetlerinin belli

olmadığı, şüpheli olarak göz altına alınan

iki kişinin de sorgularından sonra serbest

bırakıldığı söyleniyordu. Polis, araştırmalarını

sürdürmekteydi. Emniyet güçlerinin bu

suçu işleyen zanlıyı ya da zanlıları mutlaka

yakalayacağı vurgulanıyordu. “Nah yakalarsınız,

geri zekalılar!” diye mırıldanarak

televizyonu kapattı. Islık çalarak banyoda

tıraş oldu.Tıraş olurken banyonun kapısına

‘pat’ diye bir şey vurdu. Kilit gevşek

olduğu için kapı yavaş yavaş açıldı. Sarı kedi

mırıldanarak ve sırtını dikleştirerek Hakan’ın

bacağına dolandı.

“Kız sen yine hangi delikten girdin eve?”

“Miyavvv, mırrrr…”

“Böyle izinsiz girmeye devam edersen,

ensenden tutup seni kapının önüne koyacağım.”

“Mırrrr…”

Sarı kedi, Hakan’ın bacaklarından daha çok

ilgisini çeken şeyi fark edince, küvete yöneldi.

Önce küvetten sarkan şeyi kokladı, sonra

küvetin ucuna atladı. Bir kolu küvetten

dışarıya sarkmış, gözleri dehşetle açılmış,

boynuna kocaman bir avcı bıçağı saplanmış,

kanlar içinde yatan kadına merakla

baktı.

Hakan kadını parçalara ayırırken midesi

kalkmaması için önce üç beş tane bira içip,

kafasını güzelleştirmeliydi. Yeşil parkasını

giydi, kapüşonunu kafasına geçirdi, “Bir

daha izinsiz eve girmek yok” diyerek kediyi

dışarı çıkardı. Sokağın başındaki tekel bayinin

yolunu tuttu.

Cengiz, Kadıköy İskele Karakolu’nun

amiriydi ve o sabah canı çok sıkkındı. Biraz

hava almak için Halitağa Caddesi’nden Yeldeğirmeni’ne

doğru yürüyordu. Çünkü az

önce Emniyet Müdürü aramış, Kadıköy’de

kaybolan dört ve geçenlerde bir kadının

daha kaybolmasıyla beş kadın için zılgıtı

yemişti. Ne bir gören, ne bir kamera, ne

bir iz, ne bir delil, elinde hiçbir şey yoktu.

Kadınların en son gittikleri yerler defalarca

araştırılmış, aileleriyle ve arkadaşlarıyla görüşülmüş,

şüpheli birkaç kişi sorgulanmış

ama bir sonuca ulaşılamamıştı. Kadınların

fotoğrafları basında yer almış, halktan

yardım istenmiş ama gelen ihbarların çoğu

asılsız çıkmıştı.

Sadece bir tanık, Yeldeğirmeni’ne çıkan

sokakların birinde uzun boylu, zayıf bir

adamdan bahsetmişti. Televizyonda

gördüğü kadınlardan birinin bu adamın

yanındaki kadın olduğunu iddia etmişti.

Ama sokakta kameralar olmadığı için bir ize

ulaşılamamıştı. Sanki bu kadınlar duman

olup uçmuştu. Kadınların ortak noktaları

araştırılmış, Kadıköylü olmalarının dışında

hiçbir şey bulunamamıştı. Cengiz’in eli kolu

bağlanmıştı. Bu katili yakalayamazsa görevden

alınacağından emindi. Telefonu çaldı.

“Amirim, az önce Yeldeğirmeni çarşısındaki

Nur Eczanesi soyulmuş.”

Cengiz olay mahalline çok yakın olduğu için

iki dakikada eczaneye vardı. Eczacı ve kalfası,

korku içinde bir köşeye sinmişti. Komşu

esnaflar onları sakinleştirmeye çalışıyordu.

Soyguncu, silah zoruyla siyah torbasına ağrı

kesicileri, antihistaminikleri, antidepresanları

doldurup tüymüştü. Güvenlik kameralarına

bakacak zaman yoktu. Zayıf, uzun

boyluymuş, üzerinde kapüşonlu yeşil bir

parka varmış. Cengiz, soyguncunun peşinden

Ayiyos Yeorgios Rum Ortodoks Kilisesi

tarafına doğru koştu. Nefes nefese köşede

tekel bayi ve simit fırınının olduğu dört yol

ağızına geldiğinde, İskele Sokak’ta elinde

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 53


Kadıköy Cinayetleri

C

M

Y

CM

siyah poşetli, yeşil kabanlı, uzun boylu, zayıf

bir adamın iki katlı bir eve girdiğini gördü.

O tarafa doğru koştu. Kapıyı yumrukladı,

silahını çıkardı. Adam kapıyı açtı. “Polis!”

Hakan yakayı nasıl ele verdiğini anlayamamıştı.

Cengiz; “Torbayı yavaşça yere bırak,

ellerini kaldır” derken içeriye girdi. Hakan

denileni yaptı. Cengiz, Hakan’ı duvara

yaslayarak üzerini aradı, ellerini arkadan kelepçeledi.

Üzerinden silah çıkmamıştı. Silahı

kesin civardaki çöp konteynırından birine

atmıştı. Bulurdu. Soyguncuyu yakaladığı

için bir süre daha makamında kalabilecekti.

İyi olmuştu bu ama bu gerzek herif

niye kendi semtindeki eczaneyi soymuştu?

Madde bağımlısı bir tipe de benzemiyordu.

Siyah torbanın içindekileri görünce, sorusu

cevaplanmış oldu. Çünkü torbanın içinden

ilaçlar yerine biralar çıkmıştı. Acaba torbaları

mı değiştirmişti? Cengiz şüpheyle “İsmin

ne?” dedi.

“Hakan.”

“Nereden geliyorsun?”

“Tekel bayinden.”

“Sokağın başındaki bayi mi?”

“Evet.”

“Ne kadar süredir oradaydın.”

“Ahmet Abi’yle yarım saat muhabbet ettik.

Sorabilirsiniz.”

“Soracağım tabi. Bu ev senin mi?”

“Evet.”

“Ne kadar zamandır burada oturuyorsun?”

“Neredeyse on yaşından beri. Buranın

çocuğuyum.”

Cengiz yanlış adamı yakalamıştı. Bu işi de

eline yüzüne bulaştırmıştı. Canı iyice sıkıldı.

Artık kovulmasına kesin gözüyle bakabilirdi.

Kelepçeler çıkınca Hakan rahat bir nefes

aldı.

MY

CY

CMY

K

“Yeldeğirmeni çarşısındaki bir eczane soyuldu.

Kusura bakma, seni soyguncu sandım.”

“Önemli değil.”

“Miyav.”

Sarı kedinin önce kafası gözüktü sokak kapısının

aralığından, sonra kendi eviymiş gibi

bir rahatlıkla antreye girdi. Ona bakan iki

adama mırladı, sonra ilgisini banyo kapısına

yöneltti. Kapının önüne geldi, iki ayağının

üzerine kalkarak patileriyle kapıya vurdu.

Kapı yavaş yavaş açıldı. İki adam kediye

bakıyordu. Ta ki o bakışlar kedinin küvetten

sarkan kanlı kolun yanına gidinceye kadar

devam etti…

54 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021



Kent Belleği

Kadıköy’ün tiyatroları,

kültürel bir belleğin

temsilcileri!

PINAR BALTACI

Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde

doktora çalışmasını tamamlayan

İstanbul Arel Üniversitesi Dr. Öğretim

Üyesi Devran Bengü, üretkenliğin mekânsal

anlamda karşılığının bulunabilmesi adına

geçmişten bugüne kamusal mekânları, tiyatro

sahneleri özelinde inceledi. ‘Kamusal

Mekânın Yapılanmasında Kamusallık ve

Ekinsel Üretim Mekânlarının Rolü: Kadıköy

Örneği’ isimli çalışmasında Kadıköy’ün tiyatro

binalarını araştıran Dr. Bengü, tarihsel

mekân analizlerinin Kadıköy’de kültürel bir

belleğe işaret ettiğini vurgulayarak, her gün

önünden geçtiğimiz binaların hikâyesini

yeniden gözler önüne serdi.

‘Kamusal alan’ kavramını çalışmanızda

hangi yönleriyle ele alıp, nasıl

açıkladığınızı anlatır mısınız?

Doktora çalışmama konu olan araştırmada

altyapıyı oluşturan teorik çerçevedeki

yaklaşım; kamusal alan, kamusal mekân

ve kamusallık kavramlarının birlikte ele

alındığı bir perspektife sahip. Bu perspektif

çerçevesinde kamusal alanı besleyebilen bir

kamusallığın ne tür niteliksel özellikler ve ne

tür niteliklere sahip mekânlar bağlamında

varlık bulabildiği ve varlığını sürdürebildiği,

benim temel derdim olmuştu. Araştırmamın

bu yönde geliştirilmesi için kamusal

alanı besleyebilen bir kamusallığın ve bu

kamusallığın varlığını güçlendiren mekânların

nasıl ve nerede ortaya çıkabildiği üzerine

odaklandım. İstanbul olarak daralttığım

araştırma sahası, nihayetinde kamusal

alanı besleyebilecek temel araçlar olarak

tiyatrolar gündeme geldiğinde Kadıköy’e

indirgenmiş oldu.

Şehircilik ve mimari disiplinler

açısından ‘kamusal alan’ kavramını

örneklendirir misiniz?

Kadıköy’de Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nun

planlamış ve düzenlemiş olduğu

‘Benim Komşum Tiyatro’ projesi çok önemli

ve değerli bir girişimdi. Proje, demokratik

bir toplumda direkt kamusal mekânlar

olarak tanımlayabileceğimiz sokaklarda ve

parklarda kamusallık paylaşımlarını arttırarak,

aynı zamanda çeşitli kamusal alanların

da oluşumunu destekleyici olmuştu.

56 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kent Belleği

Çalışmanızda geçmişten bugüne tiyatro

sahnelerini inceliyorsunuz. Bu bağlamda,

kamusal alan ve tiyatroyu hangi

aşamada bağdaştırdınız?

1980’li yılları incelediğimde, liberal ekonominin

ivmelendiği o dönemde İngiltere yarımadasında

‘kara kutu’ formdaki sahnelerin

ortaya çıkmış olduğunu gördüm. Tiyatro

sahnelerinin bu dönüşümünde tiyatro sanatı;

içinde barındırdığı kamusal, eleştirel ve

politik söylemleri ile tarihsel süreçte olduğu

gibi yine toplumda kamusal alanların

oluşumlarını sağlayan temel bir araç olarak

görünür olmuştu. Nihayetinde İstanbul’daki

tiyatro mekânlarına ve bunların gelişimine

odaklandığımda, ‘kara kutu’ formların önce

Beyoğlu ve akabinde Kadıköy ilçelerindeki

oluşumları ve dönüşümleri çok dikkat

çekiciydi. Özellikle 2016-2017 yıllarında

Kadıköy’de odaklanan bu sahne formları,

sayılarını arttırdıkları gibi belli bir platform

çerçevesinde birleşmeyi başarmıştı.

En önemlisi bu mekânlar; sokak, park ve

meydanların da canlılığında önemli araçlar

olmuşlardı. Diğer bir yandan, tiyatro salonlarında

sahnelenen oyunların yapısındaki

değişimler de önemliydi. Seyirci katılımları

ile oyunların değişen yapıları ve formları da

bu mekânlarda kamusal alan oluşumlarına

imkân tanımaktaydı.

Teziniz kapsamında Kadıköy’de

burjuvazinin gelişimi ve kentleşme

süreçlerine dair bilgiler de

sunuyorsunuz. Bu doğrultuda,

günümüzde kültür-sanat merkezi

olan Kadıköy’ü geçmişteki gelişimi

kapsamında nasıl anlatırsınız?

Kadıköy’ün Batılı anlamdaki kentlileşme

sürecindeki ilk kamusal hayatına ve bu

süreçteki kamusallığın canlılığına dair

bilgilere, özellikle Adnan Giz’in 1900-1950

arası döneme dair aktardığı anılarında

rastlıyoruz. Örneğin, yazarın anılarında

Yazlık ve Kışlık Mısırlıoğlu Tiyatroları,

Kuşdili Hilal Sinema ve Tiyatrosu, Süreyya

Sinema ve Tiyatrosu, Yazlık ve Kışlık Opera

Sinema ve Tiyatroları, Hale Sineması ve

Tiyatrosu, o dönemin kültürel canlılığını

yansıtan mekânlar olarak ele alınıyor.

Yazar, özellikle iki dünya savaşı arasındaki

yıllarda bu mekânların her birindeki canlı

kent yaşamını detaylı olarak kaleme alıyor.

19. yüzyıl ortalarından itibaren gelişmeye

başlamış olan kentlileşme sürecinin gelmiş

olduğu son aşamada, yani 20. yüzyılın ilk

çeyreğindeki Kadıköy’de bu kültürel etkinlik

mekânlarının analizleri, kamusal yaşamın

ve kamusallığın canlanmasında bu mekânların

önemli etkileri olduğunu ortaya koyuyor.

Bu mekânların varlığını, 1930’lu yıllarda

hazırlanmış olan Pervititch haritalarında da

görmek mümkün.

Özetlemek gerekirse, kültürel mekânlara

yönelik yapmış olduğum tarihsel araştırma

sürecinde, Kadıköy’ün geçmişinde önemli

bir kültürel mekânsal altyapının varlığı ortaya

çıktı. Bugünkü Reks Sineması’nın Afife

Jale’nin çıktığı ilk tiyatro binası olması ve bu

mekânın varlığının farklı isimle de olsa Goad

haritalarında 1905’lerde dahi görülmesi, Süreyya

Sineması’nın 1926’lara varan geçmişi,

bugünkü itfaiye binasının eski Kuşdili Tiyatrosu

olması, bugün Halitağa Caddesi’nden

Bayramoğlu Sokak yönünde konut adasına

dönmüş olan yamaçta hem yazlık hem de

kışlık büyük bir tiyatro ortamının varlığı,

Saint-Joseph Fransız Okulu Tiyatrosu’nun

varlığı... Tüm bu tarihsel mekân analizleri,

Kadıköy’de kültürel bir belleğe işaret ediyor.

Kadıköy’ün günümüzde sanatsal

mekânlara dönüşen tarihi yapılarını da

anlatır mısınız? Bu bağlamda ilçemizin

en dikkat çeken tarihi yapılarından

biri olan Süreyya Operası’nı sizden

dinlemek isteriz...

Bunun için öncelikle II. Abdülhamit devrine

gitmemiz gerek. Harbiye Nazırı Rıza Paşa’nın

oğullarından Süreyya Paşa (İlmen), o

dönemde Moda’da otururmuş. Kadıköy’ün

sosyal hayatı ile ilgili çalışmalarda da yer

alan bir isim kendisi. Bahariye Caddesi’nde

yaptırdığı sinema ve tiyatro binası 1926’da

açılır. Nazım Hikmet’in babası Hikmet

Bey, binanın yöneticisi olur. Bu dönemde

Lütfullah Sururi ve eşi Suzan Hanım gibi

genç yetenekler vardır. Bu genç yeteneklerin

katılmasıyla “Süreyya Opereti” kurulur ve

uzun bir süre de faaliyette bulunur. Süreyya

Paşa, sinemasını çalıştırmaya başlarken

Hale Sineması’nı da kiralar ama kapalı tutar.

1932’de Andon Anas binayı kiralayarak, o

dönemdeki mevcut adıyla ‘Hale Sineması’

olarak işletmeye açar. Andon, bu sinemanın

52 yıl kiracısı olur. Daha sonra binayı yıktırır,

yanındaki yazlık bahçeyi de arsaya katar. İşte

bu son yapı da bugünkü Reks Sineması’dır.

Doktora araştırmamda, saha çalışmasında

incelenen kara kutu formdaki sahnelerin

kamusallığı canlandıran etkilerinin, Kadıköy’de

Süreyya Operası’nın merkez alındığı

650 metrelik bir çemberde yoğun olarak

ortaya çıktığı tespit edilmiştir.

Kadıköy, İstanbul’un en işlek

meydanlarından olan Rıhtım’daki

tarihi binalardan birini bugün sanata

bağışlamış bir ilçe. Haldun Taner

Sahnesi ve İstanbul Üniversitesi

Konservatuarı’nın bulunduğu binanın

kullanımını, çalışmanız kapsamında

nasıl değerlendirirsiniz?

1938-39 Pervititch haritalarında bu yapının

itfaiye binası olduğunu görüyoruz. Yapının

işlevsel dönüşümü kanımca olumlu...

Tiyatro ve sahne sanatları ile konservatuarın

aynı yapıda yer alması oldukça önemli.

Ancak bu ilişkinin yeterince güçlendirilemediği

kanısındayım. Yakın çevre ilişkileri

ve kamusallığın canlılığı bağlamında,

yapıdaki eylemlerin aslında sınırlı ve kısır

kaldığını düşünüyorum. Yapının yakın

çevresinin de yapıdaki üretimlerle bir araya

gelebileceği etkinliklerle canlandırılabilmesi

önemli... Özellikle sahildeki geniş

yaya aksı ile binanın hemen yanındaki

meydanın binadaki üretimlerle ilişkilendirilmesi,

arttırılan etkinliklerle kamusallığın

sanat ile daha da canlandırılması mümkün

olabilir kanısındayım.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 57


Dekorasyon

Gazzella Decor’un mimarları:

Avrupa sağlık standartlarına göre

malzemeler seçiyoruz

Çocuklara yönelik farklı yaş grubuna göre bilinçli, sağlıklı ve büyüleyici tasarımlar yapan Kids by

Gazzella Decor’un başarılı iç mimarları Ahu Aktaş ve Gaye Berktaş; “Her çocuğa özel tasarım yapıyor,

aynı tasarımı başka bir müşterimize sunmuyoruz. Çocukların sağlığı açısından da Avrupa sağlık

standartlarına uygun malzemeleri kullanıyoruz” açıklamasında bulundular.

NİL ÖZER

Bebek, çocuk, genç odası için özel tasarımlar yapan

İç Mimar Ahu Aktaş ve Yüksek İç Mimar Gaye Berktaş;

“Diğer projelerimizde olduğu gibi ‘Kids by Gazzella

Decor’ için de çocuk odalarında aksesuarından halısına

ve aydınlatmasına kadar konsept çalışıyoruz” dedi. Çocuğun

gelişiminin yaşadığı mekânda başladığını belirten

Aktaş ve Berktaş, çocuk odalarının önemini ve neler

yapılması gerektiğini Kadıköy Life Dergisi okuyucuları

için anlattılar.

Özel tasarımlara imza atan Gazzella Decor’un ‘Kids’

serisi müthiş ve göz alıcı… Kids by Gazzella Decor’un

özelliklerini sizden dinleyelim mi?

Çocuğa özel tasarım çalışıyoruz. Mekânın rölevesi

alındıktan sonra çizim aşamasında sunulan projeyi

imalata alıyoruz. ‘Her Çocuk Özeldir’ sloganı ile yapılan

tasarım, başka bir müşterimize sunulmuyor. Tasarımlarımızı

uygulamaya geçirirken imalat aşamasında

malzeme tercihi, çocuğun sağlığı açısından çok hassas

58 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Dekorasyon

seçimler gerektirmektedir. Bu doğrultuda, Avrupa sağlık

standartlarına uygun malzemeleri kullanıyoruz. Kokusuz

ve kurşunsuz cila tercihimiz. Diğer projelerimizde olduğu

gibi ‘Kids by Gazzella Decor’ için de çocuk odalarında

aksesuarından halısına ve aydınlatmasına kadar konsept

çalışıyoruz.

“Çocuğun gelişimi odasından başlar” diyorsunuz.

Ebeveynlere bu konuda nasıl yardımcı oluyorsunuz?

Çocuğun gelişimi, yaşadığı mekânda başlıyor. Bunun için

oda seçimi yaparken 0-3 yaş, 3-7 yaş, 7-11 yaş,11-16 yaş

olarak tasarımı ayırmamız gerektiğini düşünüyoruz. 0-3

yaş için bebeğin gelişim sürecini destekleyen tasarımlar

seçilmeli; annenin, bebeğin öz bakımını yapmasını kolaylaştıran

ürünler tercih edilmelidir. 3-7 yaş için oyun odaklı

tasarımlar planlanmalı, mobilya seçiminde keskin köşeli

ürünler seçilmemeli, kırılma tehlikesi olan ürünlerden

uzak durulmalıdır. Bu yaş grubu oynarken öğrendiği için,

hayal gücünü destekleyen ürünler mutlaka mekânda

kurgulanmalıdır.

7-11 yaş için, okula başlama döneminde olan yaş grubu

için dikkatlerini toplamalarına yardımcı renk seçimleriyle

mekân tasarımı yapılmalıdır. Enerji arttıran renk seçimleriyle

oda tasarımı desteklenmelidir. Sarı, mor ve turuncu

gibi renklerin mutlaka kullanıldığı seçimler yapılmalıdır.

Okul sürecine giren çocuklar için çalışma masalarının ışık

alan yerde konumlandırılması gerekir. Kitaplıkların ışığı

kesmemesine özen gösterilmelidir. 11-16 yaş için ise bu yaş

aralığında sosyalleşme önemli bir yer edinmiştir. Uyuma,

depolama ve çalışma ihtiyaçlarının yanında yenilikçi tasarımlarla

sosyalleşmelerini sağlayacak teknolojiyle uyumlu

seçimler yapılmalıdır. Çocuklarımızın odalarında mutlu ve

sağlıklı büyümelerini dileriz.

Kız veya erkek çocuk için renk ayrımı yapmak

sizce doğru mu?

Çocuğun cinsiyetine göre renk ayırımı yapılmasını doğru

bulmuyoruz. “Kız çocuğunun rengi pembe, erkek çocuğunun

rengi mavidir” düşüncesinden artık kurtulmalıyız.

Renklerin cinsiyeti yoktur. Anneler bize endişeyle soruyor;

“İki çocuğum var. Biri kız, diğeri erkek. Aynı odayı paylaşacaklar,

renkleri nasıl ikisine göre ayarlayacağız?” diye. O

kadar güzel uyumlar yakalamak mümkün ki... Aslında endişelenmelerinin

tek nedeni, renklerin cinsiyete ait olduğunu

düşünmek…

Çocuk ve genç odasında olmazsa olmazlarınız

nelerdir?

Çocuk ve genç odalarının olmazsa olmaz özelliği,

çocuğun özgürlüğü kısıtlanmadan kendi dünyasını

kurabilmesine ve o dünyayı yaşamasına izin verecek

tasarımların kullanılmasıdır. Çocuk odalarını yaş özelliklerine

göre ayırdığımızda anne ve babalar bizlere şunu

soruyorlar: “Her üç-dört yılda bir oda mı değiştireceğiz?”

Hayır! Biz bu odaları ‘zamansız’ tasarlıyoruz, yani odada

yapılan minik değişikliklerle tasarım boyut değiştiriyor.

Tasarlanan mobilyanın kulpları, duvar kâğıdı, rengi,

perde, halı, aydınlatma veya aksesuarları değiştirerek,

oda bir sonraki aşamaya uyum sağlıyor. Bebek odasından

çıkıp, bir anda çocuk odasına veya genç odasına

evriliyor. Bu aşamaları göz önünde bulundurarak, kişiye

özel tasarım yapıyoruz.

Ahu Hanım ve Gaye Hanım, harikulade tasarımlara

imza atıyor, insanlara yeni dünyalar hazırlamaya

devam ediyorsunuz. Bizim aracılığımızla

‘Gazzella Decor’ olarak 2021 yeni yıl mesajınızı da

alabilir miyim?

Tüm dünya ve ülkemiz için 2021 yılının sağlık ve

mutluluk getirmesini dileriz. 2020 yılı, hepimiz için

yeni alışkanlıklar edindiğimiz bir yıl oldu. Yeni

deneyimlediğimiz bu kazanımlar artık hayatımıza yerleşti

ve bundan sonraki aşamada da yola devam ederken

hep bizimle olacaklar. Değişimlerin etkisini her yerde

görüyoruz. Fakat en çarpıcı etkiyi, mekânlara yansıyan

farklılıklardan anlıyoruz. Evlerimizde hiç geçirmediğimiz

kadar çok vakit geçirdik, daha önce hiç gözümüze takılmayan

ayrıntıların farkına vardık. Bu mekânlar nasıl daha

samimi, sıcak, sürdürülebilir olmalı kavramlarına cevap

arar olduk. 2021 yılı, hepimiz için buram buram huzur

kokan bir yıl olsun.

2021 yılı içerisinde gerçekleştirmesini planladığınız

yeni projeleriniz var mı?

Bu sene hedeflediğimiz, hayata geçirmeyi planladığımız o

kadar çok başlık var ki... Her birini zamanı geldiğinde ayrı

ayrı anlatmak ve paylaşmak isteriz. Şimdilik sürpriz olsun.

“Büyük değişim başladı” sloganınız dikkatimi çekti.

Gazzella Decor için nasıl bir farklılık olacak?

Evet, Gazzella Decor için büyük değişim başladı. Biz de bu

sürecin heyecanı içerisindeyiz. “Büyük değişim” başlığını

açacak olursak, kurumsallaşma yolundaki emekleme

dönemimiz bitti ve süreçle ilgili ilk adımlarımızı atmaya

başladık.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 59


Hukuk

Arçelik Rekabet Uyum Yöneticisi Gökşin Kekevi ile

Türkiye’de rekabet hukukunun

dünü, bugünü ve yarını

AVUKAT İREM TOPRAKKAYA, LL.M.

Rekabet Kurulu tarafından son yıllarda

astronomik rakamlara ulaşan idari para cezaları

uygulanması ve bu kararların sosyal

medyada sıklıkla yer alması, rekabet hukukuna

olan ilgiyi arttırmakta. Son dönemde

gerek koronavirüs salgınında yaşanan fahiş

fiyat artışı ve stokçuluk eylemleri gerekse

e-ticaretin artmasıyla Amazon, N11, Trendyol

vb. e-pazaryeri platformlarının işleyişi

hakkında başlatılan sektör incelemesi

ile gözler yeniden Rekabet Kurumu’na

çevrildi.

Hem tüketiciler hem de teşebbüsler için

büyük önem taşıyan rekabet ihlalleri ve

rekabet uyum programları hakkında, eski

Rekabet Kurumu Uzmanı Gökşin Kekevi ile

keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Hâlihazırda

Arçelik Rekabet Uyum Yöneticisi olarak

görev yapan Kekevi; piyasalarda rekabetin

korunması, anti-rekabetçi davranışların

tüketicilere ve piyasa aktörlerine etkileri

ve uyum programlarının önemi hakkında

değerlendirmelerde bulundu.

Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?

1997’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi’nden mezun oldum. Rekabet

Kurumu’na, kurulmasının hemen ardından

Mart 1998’de meslek personeli olarak

girdim. Queen Mary University of London’da

Hukuk ve Ankara Üniversitesi’nde

AB ve Uluslararası İlişkiler yüksek lisansı

yaptım. 2014’te özel sektöre, Arçelik’e

Rekabet Uyum Yöneticisi olarak geçtim.

Arçelik’in beş kıtadaki 30’a yakın iştirakinin

rekabet hukukuna uyum çalışmalarından

sorumluyum.

Rekabet hukuku neyi korur?

Serbest piyasa ekonomisinden beklenen;

şirketlerin birbirleriyle rekabet etmesi, bu

rekabet neticesinde de fiyatların düşmesi,

kalitenin artması, yeni ürünlerin ortaya

çıkmasıdır. Ancak rekabet sürecine yapay

müdahaleler olursa, örneğin şirketler kendi

aralarında rekabeti sınırlayıcı anlaşmalar

yapar veya pazarda hâkim durumda olan

büyük oyuncular rakiplerini dışlarsa, piyasa

ekonomisinden beklenen bu olumlu sonuçlar

ortaya çıkmaz. İşte rekabet hukuku,

bu tip rekabete aykırı davranışların önüne

geçerek, rekabeti ve nihai tahlilde tüketicileri

korumayı amaçlıyor.

Rekabet hukukunun getirdiği

temel yasaklar nelerdir?

Rekabet hukuku, üç ana madde altında

dört temel yasak getiriyor: Bunlardan ilki,

şirketlerin rekabeti sınırlayıcı anlaşmalarına

ilişkin. Bu da kendi içinde esas olarak “yatay”

ve “dikey” diye ikiye ayrılıyor. İlki yani “yatay”

dediğimiz; rakiplerin fiyat tespiti, pazar veya

müşteri paylaşımı, arz kontrolü gibi konularda

anlaşmalarının ve fiyat, satış stratejisi gibi

konularda bilgi değiştirmelerinin yasaklanması.

Örneğin; Rekabet Kurumu, 2013

yılında Türkiye’nin önde gelen 12 bankasına

faiz oranlarını birlikte belirlemeye yönelik

anlaşmalar ve bilgi değişimleri yaptıkları

gerekçesiyle toplam 1,1 milyar TL idari para

cezası verdi. “Dikey” başlığı altında ise, örneğin

Arçelik gibi sağlayıcıların bayi, market gibi

müşterilerinin düşük fiyatlı satışlarına ve belli

koşullar altında internet satışlarına müdahale

etmesi yasaklanıyor. Örneğin; 2020’de BP,

Opet, Petrol Ofisi ve Shell’e bayilerinin yeniden

satış fiyatını tespit ettikleri gerekçesiyle

toplam 1,5 milyar TL’lik rekor bir ceza verildi.

İkinci ana madde, hakim durumun kötüye

kullanılması. Pazar payı kabaca yüzde 50’nin

60 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Hukuk

üstünde olan şirketler, rakiplerinin pazar

paylarının düşük olması, giriş engellerinin

bulunması gibi bazı ilave koşullar da varsa

hakim durumda kabul edilebiliyor. Bunlara

örnek olarak Google, Mey İçki ve bazı enerji

ve telekomünikasyon şirketlerini söyleyebiliriz.

Örneğin, rakiplerinin faaliyetlerini zorlaştırabilecek

münhasırlık ve benzeri hükümler

içeren sözleşmeler veya bu şekilde sonuçlar

doğurabilecek fiyatlama, indirim ve benzeri

uygulamalar yapmaları yasaklanabiliyor.

Google’a hakim durumunu kötüye kullandığı

için AB’de 8 milyar Avro, Türkiye’de ise 400

milyon TL civarında ceza verildi mesela.

Üçüncü ve son madde ise, rekabeti önemli

ölçüde azaltabilecek bazı birleşme ve devralmaların

(yoğunlaşmaların) yasaklanması. Bu

kapsamda rekabet otoriteleri, belirledikleri

eşikleri aşan yoğunlaşma işlemlerinin kendilerine

bildirilmesini istiyor. Bunlardan da

rekabeti azaltabilecek olanlara izin vermiyor.

Bu kurallara uyulmaması halinde

uygulanabilecek yaptırımlar nelerdir?

Rekabet Kurulu, rekabet ihlalinde bulunanlara

cirolarının yüzde 10’una kadar para

cezası verebiliyor ki bahsettiğim örneklerden

anlaşılabileceği üzere bu cezalar çok

büyük rakamlara ulaşabiliyor. Ayrıca ihlalde

belirleyici etkisi olan yönetici ve çalışanlara,

şirkete verilen cezanın yüzde 5’ine kadar para

cezası verilebiliyor. Bunun dışında rekabet ihlalinden

zarar görenler, uğradıkları zararın üç

katına kadar tazminat talep edebiliyor. İzne

tabi yoğunlaşmaların Kurul izni olmaksızın

gerçekleştirilmesi halinde ise cironun binde

biri oranında para cezası uygulanıyor.

Tüketicilerin ve şirketlerin ihlale

maruz kalmaları nedeniyle uğradığı

zararın tazmini konusunda nasıl bir yol

izlenebileceği konusunda bilgi

verebilir misiniz?

Rekabet ihlalinden zarar gördüğünü iddia

eden tüketiciler veya şirketler, bu zararların

giderilmesi için tazminat davası açabiliyorlar.

Çok basitleştirerek anlatacak olursam;

“Rekabet olsaydı bu ürün normalde 100

TL’ye satılacaktı, ancak rekabeti sınırlayıcı

bir anlaşma ile bu ürün 110 TL’den satılmaya

başlandı. ‘Fiyat farkı olan 10 TL x yapılan

alım miktarı + faiz’ şeklinde bir zararımız

oluştu” denilerek dava açılabiliyor. Bu

konuda Arçelik, çok güzel bir örnek yaşadı.

2012 yılında AB Komisyonu, televizyon tüpü

üreticilerinin kartel oluşturdukları sonucuna

ulaştı ve 1,5 milyar Avro’nun üzerinde ceza

uyguladı. Kararın arkasından bu işten zarar

gören pek çok şirket ve tüketici, kartel üyeleri

aleyhine tazminat davası açtı. Nitekim,

Arçelik’in açtığı davada, KAP açıklamasında

belirtildiği üzere, davalılar yaklaşık 50 milyon

USD tazminat ödemeyi kabul etti.

Covid döneminde zincir marketler ve

bazı tedarikçiler aleyhine başlatılan

rekabet soruşturmasında verilen tedbir

kararı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dosyanın detaylarını bilmiyoruz ama benim

bazı endişelerim var. Tüketicilerin mağdur

olduğu ve fırsatçılık yapıldığı yönündeki

endişeleri anlıyorum. Bu nedenle Rekabet

Kurumu, elindeki tüm yetkileri etkin bir şekilde

kullanmalı ve bu şirketlerin aralarında

konuşup fiyatları artırdıklarına ya da yeniden

satış fiyatını belirlediklerine yönelik iletişimler

tespit ederse, ağır cezalar vermeli. Benim

karşı çıktığım, Rekabet Kurumu’nun fiyat

regülatörü olması, daha dosyanın hemen başında

“Fiyatları artırmayın, hatta geri çekin”

tartışmalarının yapılması. Bunun gelişmiş

ülkelerde örneğini görmedim. Benzer şekilde

kamuoyuna ya da siyasetçilere iyi gözükmek

gibi saiklerle ilgili taraflar arasında hiçbir

iletişim tespit edilmeksizin soruşturma açılması

ya da ceza verilmesi gibi uygulamalar

yapılırsa, Kurumun imajı olumsuz etkilenir.

E-pazaryerleri üzerinden elektronik

ticaretin artması ile mevcut rekabet

hukuku kurallarının dijital ekonomiye

özgü yeni rekabet problemleri için yeterli

olamayabileceği tartışılıyor. Nitekim, AB

sonrasında Rekabet Kurumu, internet

sitesinde e-pazaryerlerine ilişkin sektör

incelemesi başlatıldığı duyuruldu. Siz bu

konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mevcut rekabet hukuku kurallarının dijital

ekonomiye özgü, yeni rekabet problemleri

için yeterli olmadığı görüşüne pek katılmıyorum.

Yurt dışında Amazon’un hâkim durumda

olduğu ve başka satıcıların, satış datalarından

elde ettiği bilgileri kendi lehine kullandığı

gibi iddialar, rekabet otoriteleri tarafından

soruşturuluyor. Rekabet Kurumu da elindeki

yetkileri etkin bir şekilde kullanıp, pazaryerlerinin

örneğin komisyon oranlarını birlikte

belirlediklerini veya yeniden satış fiyatının belirlenmesine

yol açtıklarını tespit ederse ceza

uygulayabilir. Benzer şekilde Sahibinden,

Yemeksepeti, Booking gibi piyasaya ilk girme

avantajı ve benzeri etkenler sayesinde yüksek

pazar payına sahip platformlar hakkında da

hakim durum soruşturması yapılabilir. Özetle,

mevcut kanun maddelerinin yeterli olduğunu

düşünüyorum. Bunların çözemediği

alanlarda ise, konu rekabet hukuku alanına

girmiyordur bence; başka düzenleme ve

regülatörler devreye girmelidir.

İyi bir rekabet uyum programı nasıl olur?

Bence iyi bir uyum programında en başta

yapılması gereken, şirketin resmini çekmek.

Bunun için de en güzel yöntem, kritik

çalışanların kurumsal e-posta ve bilgisayarlarında

uygun anahtar kelimelerle arama

yaparak; şirkette rakiplerle problemli iletişimler,

yeniden satış fiyatının belirlenmesi,

internet satışlarının engellenmesi, hakim

durumdaysanız rakibi dışlayıcı faaliyetler

vb. var mı diye bakılması... Daha sonra

tespit edilen hataların tekrarlanmasını

engelleyecek eğitimler verilmesi gerekiyor.

Eğitimlerde en sık rastlanan hata, her

şirkette kullanılan standart, sıkıcı sunumlar...

Oysa eğitimler, şirket hatta birim özelinde

sektörle ilgili kararlar, taramalarda çıkan

e-mailler gibi somut örnekler üzerinden

verilmeli. Sunumlar, el kitapları ve benzeri

materyaller buna uygun hazırlanmalı. Yine

uyum programlarında sıkça düşülen bir

başka hata, sözleşmelerin incelenmesiyle

ilgili... İlgililer bazen sözleşmelerin rekabetle

ilgili olduklarını düşündükleri kısımlarını

gönderip, görüş verilmesini bekliyorlar. Oysa

konu daha bütüncül bir bakış açısı ile ele

alınmalı; sözleşmenin bütünü, pazar payları,

karşı tarafla kurulan iletişimler gibi…

Röportajın devamı için

aşağıdaki QR kodu

taratabilirsiniz...

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 61


Yaşam Öyküsü

Kalamış’tan bir Can geçti

RESSAM GÜLSEREN SÜDOR

Doğu Karadeniz’in Şahinkaya isimli dağ

köyünde, tarlaları çapalama zamanının

1953’e denk gelen yılında doğan bir erkek

çocuk, daha beş altı yaşlarında, o yörenin

dişçisi olan dedesinin diş için kullandığı alçı

kalıplarının kırıkları ile evlerinin duvarlarına

ve bulabildiği her yüzeye resim yapma aşkına

tutulur. Amcasının altılık bir kuru boya

seti armağan etmesi ile renklenen ve daha

da artan bu tutku, sonraları onun ilkokul

kitaplarında gördüğü resimlerden kopyalar

yapmasını sağlar. Zamanla bu kopyalar

yerini yaşadığı coğrafyanın doğal güzellikleri

ve köy hayatına dair çizimlere bırakır ve her

geçen gün gelişir.

Devletin göç politikaları sonucunda ailesiyle

Hatay Kırıkhan’a yerleştirilen bu yetenekli

çocuk Aydın Ayan, orada liseye başlar ve

bu yıllarda resim çalışmalarına daha çok

ağırlık verir. O yılların en popüler ve görsel

olarak sanatsal malzemeleri kullanan Hayat

Mecmuası’ndaki resim röprodüksiyonlarından

kopyalar yapar, bir yandan da sanatla

ilgili haberleri keserek saklar. Daha sonra da

tüm bu dokümanları ciltlettirir. Bu dergilerden

bir tanesinde, o tarihlerde Paris Şehri

Madalyası almış bir Türk kadın ressamımıza

ait haber çıkar. Metne eşlik eden fotoğraflarda

ise bir resim sehpası önünde elinde

fırçası ile ayakta duran bir kadın, yağlıboya

tabloda ise koltukta oturan kolejli, bacak

bacak üstüne atmış, kısacık etekli, genç ve

güzel bir kız resmedilmiştir. Ve o tabloya

konu olan kızın aynı pozda otururken çekilmiş

gerçek bir fotoğrafı vardır.

Hikâyemizin Can’ı olan bu kızımız ise

İstanbullu, eğitimli bir ailenin çocuğu

olarak Osmanbey’de doğup, çocukluğundan

itibaren Kadıköy’de yaşar. İlkokuldan

sonra Üsküdar Amerikan Lisesi’nde okur,

1972 yılına gelindiğinde ise İstanbul Devlet

Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü

kazanır. Ailesinin Kalamış’ta ünlü ressamlar

Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu

ile aynı sokakta oturuyor olması da bir

şanstır genç kızımız için. Komşuluk ilişkileri

vasıtasıyla doğal olarak zamanın görsel

sanatlarını yaşayarak görür ve koklar. Aynı

zamanda annesi de ünlü Ressam, Eğitmen

Ercüment Kalmık’tan resim dersleri alıyordur.

Aradan geçen yıllarda artık bir delikanlı

olan resim, edebiyat aşığı erkek çocuk da

1972 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar

Akademisi Resim Bölümü’nü kazanır. Peki,

“Hani nerede hikâyemizin can alıcı noktası?

Nerede başlayacak?” derseniz, onu da

yazı yazmaktaki becerisi resim yapmaktaki

kadar kuvvetli olan Ressam Prof. Dr. Aydın

Ayan’ın anlatısına bırakalım:

“Akademiye geldiğimde, Hayat Dergisi’nde

çıkan haberde gördüğüm o güzel kızın

benim okuldaşım olduğunu fark ettim.

O benim farkımda bile değildi. Benim de

durumum belli; Anadolu’dan gelmiş, bağrı

yanık delikanlıyım o zamanlar. Onu evlendiğimizden

bir müddet sonra, 1980 yılında

Hatay’a ailemin yanına götürdüğümde; ‘Ben

seninle tanışmadan önce resmini görüp

saklamıştım. Paris Şehri Gümüş Madalyası

almış kişi Türkan Göksan annen, yani benim

kayınvalidem’ dedim. Şaşırdı.”

62 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Yaşam Öyküsü

Aydın ile Can’ın arkadaşlıkları 1973 yılında,

akademideki ikinci yıllarında “Resim

Atölyesi” belirleme sırasında aynı hocayı,

yani Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu seçmelerinin

üzerinden geçen iki yıl içinde ilerler. O

sıralarda Aydın’ın İstanbul’da kalacak yer

sıkıntısı baş gösterir. Bedri Bey’in kendilerine

bir yardımcı araması üzerine Kalamış’ta,

Eyüboğlu Ailesi’nin evinde yaşamaya başlar.

Yani o da Kadıköylü olur. 1979 yılında Can

ile olan yakın arkadaşlığı aşka döner, evlilik

kararı alırlar. Ancak nikâh, Romen bandıralı

petrol yüklü bir geminin Moda açıklarında

patlaması ve Kadıköy Evlendirme Dairesi’nin

hasar görmesi nedeniyle 17 Ocak

1980’e kalır. Şahitleri, Türk resminin duayen

ressamları Devrim Erbil ve Neşet Günal’dır.

Can, hayatının ilklerini hep Aydın ile evliliğinden

sonra yaşar. Farklı bir çevrede büyümesine

rağmen her koşula kolaylıkla uyum

sağlayan engin yürekli, alçak gönüllüğü ile

bilmediği, varlığından haberdar olmadığı

bir yaşam biçimini Hatay’da görür. İç

Anadolu üzerinden Hatay’daki köye ziyarete

gittiğinde önce biraz şaşkınlık yaşamış olsa

da tüm aileye kendini sevdirir. Aydın’a “Her

mihnet kabulüm, yeter ki sevgi eksilmesin

bizlerden” dercesine yaşar ve hayatı boyunca

bu değişi güçlü bir şekilde yaşatır.

Can çok iyi bir ressam olduğu kadar, bir kadın

olarak öğretmenliği, anneliği, eş olmayı

bir arada sırtlar ve hepsini de örnek alınası

bir şekilde başarır. O adeta birçok farklı konuda

beceri ve başarı için yaratılmıştır. Kitap

okumak, denizi gözlemlemek ve yüzmek,

onun için sanki bir tür nefes almak gibidir.

Her zaman sosyal ve çok çalışkan bir insan

olur. 1980 yılından 2008’e kadar uzun yıllarını

yoğun bir şekilde sanat öğretmenliğine

adadığı için sanıyorum sanatı eşi kadar tanınamadı.

Kendisi ile yapılan bir söyleşide,

sanatla uğraşmanın saf, bağımsız ve cesur

bir eylem olmasına karşın yalnız bir eylem

olduğunu, kendisinin ise en çok sanatın

herkese açık ve paylaşılır yanını sevdiğini

belirtmiş olsa da bildiğim kadarıyla çok

sayıda resim de yapardı. Bu sözleri belki de

resme arzu ettiği kadar zaman ayıramaması

nedeniyle söylemiş de olabilir.

Sevgili biricik evladı Burcu Ayan Aygen,

annesini tanımlarken “Annem resimlerinde

yalnızdı. Tuval ve kendisi ile baş başaydı.

Sanatta yeterlilik tez konusu olan ‘Otoportre’,

bunun bir yansımasıydı belki de” diyor.

Resimlerinin konuları gerçekçiydi. Çoğu

zaman kendisi, çevresindeki insanlar, ev ve

okul arası gittiği yollardı. Kullandığı renkler,

titiz işçiliği, sabrı, onun resimlerini çok özel

kılan özelliklerdi.

Ben ve eşim Teoman Südor da aynen Can

ve Aydın Ayan çifti gibi Akademi’de, Bedri

Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’nde tanışıp evlenen

beş çiftten biriyiz. Diğerleri ise Ayça &

Devrim Erbil, Hale & Necati Aygen, Sevim &

Feyyaz Yaman...

1975 yılında İtalya’dan döndüğümde, Bedri

Rahmi Eyüboğlu’nun Kalamış’taki evinde

uzun boyu ve çok iri gözleri ile dikkatimi

çeken Can, ismine çok yakışan candanlığı

ile beş yaşındaki yaramaz kızım Telga ile

ilgilenmiş ve benim hasta yatağında yatmakta

olan hocam ve Eren Hanım ile biraz

sohbet edebilmemi sağlamıştı. O sırada

evin bir yerinden çıkıp gelen iki erkek öğrenciden

birisi, gayet kibarca eğilerek bana

epeyce ilginç gelen bir aksanla “Hocam

izniniz olursa bugünkü çalışmamızı bitirdik”

diyerek izin istemişti. Bunlardan birisi de

Aydın Ayan idi.

Can Göksan ve Aydın Ayan’ı daha sonraları,

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu 1975 eylül ayında

kaybetmemizin ardından Eren Hanım’ı

ailece sık sık ziyarete gittiğimizde de 70’li

yıllarında görür arkadaşlık ederdik. Biz

Südor’lar, hayatımızın ve ülkemizin çok çalkantılı

geçen yıllarında mücadele ederken

onlar da evlendi. Aydın’ın Akademi’de asistan,

Can’ın Beyoğlu Fındıklı Lisesi’nde hoca

olmaları üzerinden bir zaman sonra kızları

Burcu dünyaya geldi. Ayan çifti, evlendiklerinden

sonra bir müddet Kadıköy Halitağa

Caddesi ve Merdivenköy’de otursalar da

Can’ın Kalamış aile evine dönüp, 20 yıl

orada yaşamlarına devam ettiler.

Benim İtalyan Lisesi’nde resim öğretmeni

olarak çalışmaya başlamamla beraber

sabahları Can ile vapur arkadaşlığı yapmaya

başladık. Arkadaşlığımız sanat, atölye ve

ev ortamlarında da devam etti. Ta ki Yaşar

Kemal’in dediği gibi; o iyi insanlar, o güzel

atlara binip çekip gidene kadar... Can, biz

dostlarına kızı Burcu ve Aydın’ı emanet edip

aramızdan ayrıldı. Can’ın yalnız anılarda

değil, sanatta da anılması için ailesi

onun adına 2016 yılından bu yana Özgün

Baskı Resim Yarışması düzenliyor. Sevgili

arkadaşımız Can’ın üzerine titrediği kızı

Burcu da aynen anne ve babasının yolunda

yetenekli, çalışkan ve çok donanımlı bir

doçent, sanatçı, akademisyen ve çok iyi bir

anne olmuşken; Can’ın sevgili eşi Aydın,

2019 yılında çok uzun yıllar hizmet ettiği

Akademi’den emekli olduğundan bu yana

Şile Meşrutiyet Köyü’ndeki ev atölyesinde

okuyor, yazıyor, çiziyor, boyuyor. Bu evde

eşinin anıları, resimleri ile düzenlediği müze

gibi mekânı, zaman zaman onu anmak üzere

dostları ile paylaşıyor. Biz dostları, onun

yaşama yetişme çabası ile asla bir adım

bile geri atmadan hayatını sürdürmesini

hayranlıkla izlerken; bugün hayatta olsaydı

Can ile bizlerin hayatını renklendirecek nice

güzel anlar yaşayabileceğimizi düşleyerek

onu özlem, sevgi ve saygıyla anıyoruz.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 63


Sektör

40 yıllık mazisi olan iki erkek

berberi birleşme kararı aldı...

Şirket birleşmeleri

berberlere de

yansıdı

KADİR TOPRAKKAYA

Ülkemizle birlikte dünyada sık sık gündeme

gelen şirket birleşmelerinin, erkek berberlerine

kadar yansıdığına tanık olmaya

başladık. Hatta bu tür haberlere önümüzdeki

günlerde daha sık tanık olacağımızı da

söylemek mümkün... Bizim haber konumuz

ise Kadıköy’ün iki ünlü erkek berberi markasının

birleşme kararı alması... Yaşanmakta

olan salgın sürecinin beraberinde getirdiği

kısıtlamalarla hiç akla gelmeyecek bir

meslekte bile bu durumun meydan gelmiş

olması, pandeminin ne denli ciddi olduğunu

bir kez daha not etmemizi hatırlatıyor.

BAHARİYE’NİN İKİ ÜNLÜ MARKASI

Haberimize konu olan Akay Barber Shop

ile Yağmur Erkek Kuaförü’nün birleşme

kararı, geride bıraktığımız 2020 yılının son

çeyreğinde alınmış. Bu kararın alınmasında

elbette işlerin yarıdan fazla düşmesi,

masrafların ise yarıdan fazla artmış olması

başlıca etken olarak açıklanıyor.

ERK BARBER SHOP

Birleşme kararı sonrasında Ekrem Akay,

Ramazan Ayyıldız ve Koray Erkocaman’ın

isimlerinin baş harflerinden oluşan yeni

marka, “ERK Barber Shop” olarak belirlenmiş.

Bahariye Caddesi’nde, Kuzu

Kestane Sokağı’nın köşesindeki binada

ziyaret ettiğimiz markanın ortaklarından

Ekrem Akay’a birleşmenin hikâyesini

sorduk. Babası Osman Akay’ın 1963 yılında

Beyoğlu Mis Sokak’ta başladığı mesleği

sürdürme kararını çocukluk yaşlarında

aldığını dile getiren Ekrem Akay; “Salgın

sürecinden inanılmaz derecede etkilendik.

Sadece ekonomik değil, moral olarak

da adeta çöktük. Bu nedenle güçlerimizi

birleştirme karar aldık” dediğinde önce

yadırgadığımız, sonrasında hak verdiğimiz

bu birleşmenin ne kadar doğru ve yerinde

olduğuna karar verdik.

BİR BERBERDEN ÖTESİ

Akay ile sohbetimiz sırasında berberlik

mesleğinin sadece saç kesmeden ibaret olmadığını,

ötesinin de olduğuna bir kez daha

tanık olduk. İnsanların berberden çıkarken

kendilerini daha mutlu, daha güçlü hissettiklerine

ve kendilerine daha fazla güven

duyduklarına vurgu yapan Ekrem Akay; “Her

müşterimizi sanki akrabamız gibi görüyoruz.

Biraz önce bahsettiğim moral çöküntüsü

işte buradan kaynaklanıyor. Yıllardan beri

birbirimize alıştığımız müşteriler, salgın

nedeniyle gelemedi. Saçlarını kendileri

kesmeye çalıştılar, bazıları eşlerine kestirdi.

Hâliyle sonuç olumsuz olunca, bu durum

da başka bir moral bozukluğu kaynağı

yarattı. Neyse ki kararlar yumuşadı ve artık

müşterilerimizle sık sık görüşebileceğiz”

şeklinde konuştu.

Akay Barber Shop ile Yağmur Erkek Kuaförü’nün birleşmesinden doğan ERK Barber Shop’un sayfalarımıza

sık sık konuk olacak üçlüsü Koray Erkocaman, Ekrem Akay ve Ramazan Ayyıldız...

MÜDAVİMLERİ ARASINDA

ÜNLÜ İSİMLER VAR

Ekrem Akay, Ramazan Ayyıldız ve Koray

Erkocaman’dan oluşan ERK Barber Shop’un

müdavimleri arasında, başta Kadıköy Kaymakamı

Dr. Mustafa Özarslan olmak üzere

ünlü isimler de var. Ancak kendilerinden

izin alınmadığı için bunların açıklanmasının

doğru olmayacağını belirtiyorlar. Fakat biz

içeri girdiğimizde, Habertürk’te “Gerçek Fikri

Ne” programının sunucusu Eren Eğilmez’e

de çıkarken denk geldik.

64 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Yaşamın İçinden

Kadıköy’ün en renkli siması;

“ Çayır Güzeli”

Adalet Hanım

PINAR BALTACI

Kadıköy’ün eski simalarından rivayetler güzeli Adalet

Hanım’ın hikâyesini anmak, hepimize eski Kadıköy’ün güzel

günlerini hatırlatacak kuşkusuz. 1970’li yılların Bahariye

Caddesi’nden tüm asaletiyle geçen Adalet Hanım’ı o yıllarda

burada yaşayıp da tanımayan yok. Gerçek hikâyesine dair

kesin bir bilgi olmamasına rağmen yaşamı rivayetlerle kulaktan

kulağa yayılmış bu renkli kadının hayatına yıllar sonra

tekrar dokunmak ve herkesle yeniden tanıştırmak isteriz.

Gösterişli şapkası, uzun elbiseleri, renki makyajı ve uçusan

peleriniyle Kadıköy sokaklarını arşınlayan Adalet Hanım,

nam-ı diğer “Çayır Güzeli”... Özellikle Bahariye’de elinde

para kesesiyle esnafı selamlayan Adalet Hanım’ın akli

dengesini kaybetmesinin altında yatan sebep ise hiçbir

zaman çözüme kavuşamamış. Bu şık giyimi ve İstanbul

hanımefendisi tavrından esinlenen Kadıköylülere göre,

ailesi köşklerde oturan çok zengin bir aileymiş. Daha sonra

evini ve ailesini bir yangında kaybetmiş ve bir uçak pilotu

ile evlenmiş. Eşini de uçak kazasında kaybedince, aklı dengesini

de kaybetmiş. 1959 yılında Acıbadem İkbaliye’de,

eski ahşap bir evde otururmuş.

Her gün Söğütlüçeşme’den başlayıp Altıyol’a, oradan

Rıhtım’a ve sahilyolundan Moda’ya yürüyen Adalet Hanım’a

dair rivayetler bununla da sınırlı kalmamış. “Babası

subaymış, öldürülmüş” diyenlerden tutun da “Atatürk’e

aşıkmış” diyenlere kadar... Ancak Adalet Hanım, hiçbir

zaman anlatmamış gerçek hikâyesini. Birkaç komşu görüşü

ise yıllar önce şöyle yer bulmuş basında:

ZNN Network İllüstratör Ajans Sanatçısı ve İllüstratörler Platformu

Yayınlar Komite Başkanı, İllüstratör Serhat Filiz’in çizimiyle...

ÇOCUKLARA MASALLAR ANLATIYORDU

1959 yılında ilkokula başlayan Mehmet Yelkenci, İkbaliye

Mahallesi’nden komşusu olan Adalet Hanım’ın o dönemlerini

şöyle anlatıyor: “Biz o zamanlar ilkokula gidiyorduk.

Kendisi de eşiyle birlikte eski bir evde oturuyordu. 30 yaşlarındaydı,

akli dengesi yerinde değildi. Eşi diye bildiğimiz

Kadir amca, onun akıl hastanesindeki hasta bakıcısıymış.

Adalet Hanım’ı oradan kaçırmış, mahalleye getirmiş.

Evli olup olmadıklarını bilmiyorum. Kadir amca, bizim

oradaki gazhanede hamallık yapıyordu. Adalet Hanım da

mahalledeki kuyudan su çeker, kovalara doldurur, döke

döke sokaklarda gezerdi. Bazı akşamlar eğer kendini

iyi hissediyorsa biz çocukları bakkalın karşısındaki yere

toplar, masallar anlatırdı. Bir sürü masal biliyordu. Belli

ki iyi bir aileden geliyordu. Bazen İkbaliye İlkokulu’ndaki

çocuklar onu görünce sataşırdı. Onlara hiçbir şey

yapmazdı.”

Adalet Hanım gerçekten neler yaşadı bilinmez, hikâyesinin

sırlarıyla aramızdan ayrılalı çok oldu. Geriye “Kadıköy’ün

Çayır Güzeli” ismiyle anıları ve keyifli anları kaldı. Şimdi

yaşasaydı, güzel bir fotoğrafını çekerdik Moda Burnu’nda;

buna imkân olmayınca güzel bir resmini çizdirdik. Hep

böyle renkli, güzel hatırlansın ve bilinsin diye...

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 65


Duayen

Meslekte

42 yıllık

deneyim

Duayen gazeteci

Haldun Aytı:

Gazetecilik

yürek ister

PINAR BALTACI

Özellikle spor haberciliğinin örnek isimlerinden

Haldun Aytı ile bir ömrü adadığı

gazeteciliği konuştuk. Mesleğini büyük bir

aşk ve disiplinle yapan duayen gazeteci;

“Yeniden dünyaya gelsem, yine gazeteci olmak

isterdim” diyor ve ekliyor: “Bu meslekte

başarının yolu cesaret, çünkü gazetecilik

yürek ister.”

Sizin gibi deneyimli bir isim,

gazetecilik mesleğini nasıl anlatır?

Gazetecilik; doğruyu yansıtmak, dürüst

olmak, taraf olmayı reddetmek, kalemini

satmamak, haklının ve mağdurun yanında

olmak, tehdit ve tahriklere karşı bir kaya gibi

sağlam durmak demek. Bu meslek, en başta

yürekli olmayı gerektirir. Bunu başaran

her meslektaşım, benim için bir kahraman

ve halk insanıdır.

Nasıl geçti bu 42 yıl? Mesleğe başladığınız

ilk günü hatırlıyor musunuz?

Gazeteden içeriye adımımı atar atmaz verilecek

görevi bekledim ve masama oturmak

için sabırsızlandım. Ancak gerçek hayat

hiç de öyle olmadı. Bana yazıları silinmiş

karikatürleri verdiler ve altyazılarını, esprilerini

yazmamı istediler. Çok şaşırmıştım.

“Ben bunun için mi gazeteci olmaya karar

verdim?” diye düşündüm. Küçük bir masa

ve tabure verip, “Burada yaz bakalım” dedi

bir muhabir. Yüzlerce karikatürün altlarını

yazmaya uğraştım ve sabah başladığım işi

akşamüstü bitirdim. Bazıları yazı yazmayı

gerektirmeyecek kadar anlaşılır çizimlerdi

ama diyaloglu olanlarda epey uğraştım.

Sonra sayfa sekreterinden aldığım ilk teşekkür,

bana meslek hayatım boyunca büyük

moral oldu.

Sektördeki deneyimleriniz sanıyorum

güzel anıları da beraberinde getirmiştir.

Okuyucularımız için paylaşabileceğiniz

ilginç bir anınız var mı?

Bu meslekte her gün ilginç bir olayla karşılaşıyorsunuz.

Evden çıkar çıkmaz her an her

şey haber olabilir. Gözlem yapmak, insanları

ve çevreyi izlemek, bir süre sonra rutin

bir görev hâline geliyor. Her gazetecinin

cebinde mutlaka kalem, not kâğıdı, fotoğraf

makinesi ve ses kayıt cihazı bulunmalı.

Spor muhabirliği yaptığım bir dönem, Fulya’da

Beşiktaş’ı takip ediyordum. Maçlara

gidiyor, kâh sahada kâh basın tribününde

karşılaşmayı izliyordum. Maç sonrası röportajlar

ve sıkı bir çalışma... Yine bir karşılaşma

sonrası gazeteye döndüm ve alelacele maçı

yazdım. Ertesi gün çıkacak olan gazetede,

karşılaşmada Şifo Mehmet’in harika bir

futbol sergilediğini yazmıştım. Ancak o

maçta Şifo Mehmet’in kart cezalısı olduğunu

ve oynamadığını yazı işleri müdüründen

öğrendim. Hâlimi düşünün... Üstelik bir

de resmini koydurmuştum sayfaya. Kendi

kendime “Garanti kovuldum” diye düşünürken,

servisteki arkadaşlarım gülerek sadece

isim hatası olduğunu, hatanın farkına varan

66 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Duayen

sayfa sekreterinin durumu düzelttiğini ve

sayfadaki o haberin yeniden yazıldığını

söylediler. Birden sevincimden ağlayayım

mı güleyim mi bilemedim. Tabi yazı işleri

müdürüm yine de cezamı kesti. Beni Beşiktaş

muhabirliğinden aldı ve Fenerbahçe

Spor Kulübü’ne bir ay sürgüne gönderdi.

Sürgüne diyorum, çünkü hiç tanımadığınız

bir takımda ve camiada muhabirlik yapmak

çok zordur. Meslektaşlarım bilirler. Bu

hatam, ilk ve son oldu.

Gerçekten hata kaldırmayan bir meslek...

Sahi bu güzel yıllarda spor dünyasından

hangi isimlerle bir araya geldiniz? Özel

röportajlarınızdan bahseder misiniz?

Birçok tanınmış kişi ile röportaj yapma

imkânı buldum. Politikacı, sanatçı, futbolcu...

Hepsinin ayrı birer yaşantıları ve hayat

görüşleri vardı. Özel hayatlarını anlatmazlardı,

ancak neler yapmak istedikleriyle

ilgili saatlerce konuşabilirlerdi. Dönemin

futbolcularıyla uzun uzun konuşma fırsatım

oldu. Bunun yanında o dönemde çok

takdir edilip, sevilen bir isim olan Beşiktaş

Spor Kulübü Başkanı Süleyman Seba, Koç

Holding Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi

Koç, Sakıp Sabancı, Sergen Yalçın, “Sarı

Fırtına” lakaplı Metin Tekin ve diğerleri...

Tabii diğer takımlardan önemli isimlerle de

söyleşilerim oldu. Fenerbahçe eski Başkanı

Ali Şen, Galatasaray Teknik Direktörü Fatih

Terim, yine Fenerbahçe’nin efsane ve efendi

futbolcusu Rıdvan Dilmen, bunlardan

sadece bazıları...

Genç gazetecilere ne gibi tavsiyeler

vermek istersiniz?

Genç gazetecilere buradan naçizane üç

tavsiyem; fikrinizi özgürce savunun, vazgeçmeyin,

kolunuzu kırabilirler ama kaleminizi

asla kırmayın/kırdırmayın, ‘Herkesin bir

fiyatı vardır’ sözüne sadece gülün...

Şimdi inziva dönemindesiniz. Emekli

olduktan sonra nasıl geçiyor günleriniz?

Yaşamımın bu bölümünde yani finalde biraz

dinlenmek arzusundaydım, ancak bu meslek

ruhunuza işlediyse, ki ben öyle hissediyorum,

dinlenirken bile çalışıyorsunuz. Tabii

sürati biraz yavaşlatarak... Hatta tam rahvan

dedikleri bu olsa gerek. Şimdilerde eşime

daha çok yardım ediyor ve torunumla ilgileniyorum.

Sonra bir şiir kitabı yazdım, ismi

‘Poyraz.’ Şimdilerde ise bir tiyatro oyunu

yazmakla meşgulüm. Umarım oynanırken

seyredebilirim. Ayrıca bir kuruluşta da basın

danışmanlığı yapıyorum.

İnsanı ayakta tutan şeylere tutunmakta

fayda var. Küçük de olsa bir şeylerle uğraşmak,

hobiler edinmek, sağlık, huzur ve dost

selamı önemli şeyler... Tüm bunlar olunca

yaşlılık da güzel oluyor tabii. Bugünlerde

kadim dostum Selami Şahin’in tüm şarkılarının

yanı sıra Frank Sinatra’dan ‘My Way’

dinliyorum. Caz müzik favorim...

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Umarım tüm iyi insanların yolu sevgiden

geçerken ben de aralarında bir yer bulurum.

Bu röportaj için Kadıköy Life Ailesi’ne teşekkürlerimi

sunuyorum...

Yeniden dünyaya gelsem, gazeteci

olmak isterdim. Ancak daha bilinçli

ve daha çok akademik kariyer

yaparak, başarı yolunun tecrübeyle

açılacağını bilerek, asgari hata ile

zirveyi zorlayan yürekliliği göstererek...

Çünkü bu meslekte başarının

yolu cesaret, bilgi birikimi, doğruluk

ve kalemine sahip olmaktan

geçiyor. Burada benim gazeteci olmamda

çok büyük payı olan, büyük

sevgi ve saygı duyduğum Gazeteci

Fikret Ercan’a teşekkür ediyor ve

ellerinden öpüyorum. Bu camiadaki

tüm büyüklerime ve kardeşlerime

sağlıklı uzun ömürler dilerim.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 67


Kültür Sanat

Dekan Gülveli Kaya’nın makam odası

sanat atölyesine dönüştü

PINAR BALTACI

Sanatın akademik dünya içerisindeki yeri

hep tartışılır. Bu tartışmalarda kimi zaman

sanat, akademiden adımlarca önde çıkar;

kimi zaman da yan yana, kol kola... İşte bu

birlikteliği en iyi dengeleyen okullardan biri

Yeditepe Üniversitesi... Bunda koltuk ve bürokrasi

sevdasını bir yana bırakarak, resim

atölyesini dekanlık odasına taşıyan Prof. Dr.

Gülveli Kaya’nın payı büyük kuşkusuz...

Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar

Fakültesi Dekanı Gülveli Kaya’nın okul binasındaki

dekanlık odası, aynı zamanda bir

resim atölyesi. Dekanlık görevinin ardından

bürokratik dünyanın onu atölyesinden

uzaklaştırdığını hisseden Kaya, çareyi taşınmakta

bulmuş. Bu yeni düzenle beraber

Gülveli Hoca’nın odası makamdan öte

sanatın konuşulduğu, kahvelerin içildiği,

üretimlerin arttığı bir mekân hâline gelmiş.

Gelin bu sıradışı odanın hikâyesine ve Güzel

Sanatlar Fakültesi’ne yenilikler getiren genç

profesörün dünyasına yakından tanıklık

edelim...

“HAYALLERİM ARASINDA

YÜKSEK MAKAMLAR YOKTU”

Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’ne

ilk defa 2000 yılında öğretim görevlisi

olarak başlayan Gülveli Kaya, üniversiteyi

ve kariyerini dergimize şu sözlerle anlattı:

“Yeditepe Üniversitesi, sanata önem veren

bir okul. Statükocu davranmayıp, yeniliklere

açık anlayış sergileyen bir kurum olduğu

için bizlere farklı bakış açılarını kullanma

olanağı sağlıyor. Ben 38 yaşında profesör

oldum. 39 yaşımda dekanlık görevi yazı ile

bildirildiğinde, böyle bir beklentim olmadığı

için bir hayli şaşırmıştım. Akademik dünyada

idari anlamda yüksek makamları hiçbir

zaman hayal etmedim. İdealim başarılı bir

sanatçı olmaktı; daha doğrusu inandığım

şeyleri yapmak ve mutlu olmak... Hâlâ onun

peşinden gidiyor, dekanlık görevimi de aynı

vizyonla sürdürmeye çalışıyorum.”

“EŞYALARIMLA GÖZ TEMASI

KURMAK İSTEDİM”

Gülveli Hoca’nın bu vizyonuna gözlerimizle

şahit olduk. Dekanlık odası, bir makam

odasından çok daha fazlası... Atölyesinden

uzak kalmak istemeyen bir sanatçı

refleksiyle ortaya çıkan bu yeni odaya dair

şunları söyledi Kaya: “Dekanlık görevi bana

yazılı olarak bildirildiğinde, benden önceki

dekanımız bu odayı kullanmaya devam

ediyordu. Kendisi ayrıldıktan sonra ben

bir süre giremedim odaya. Çünkü bana

bu tür makamlar hep çok soğuk gelmiştir.

Sonrasında odada hiyerarşi ve statükoya ait

sembolleri kaldırdım. Sebebi, atölyemden

uzak kalmak istemememdi. Buradaki idari

ve akademik işlerin yoğunluğundan dolayı

atölyeme gidemiyordum. Bir gün oradaki

boya ve fırçalarıma uzaklaştığımı hissedince

kendime ‘Ne oluyor, hangisi sensin?’ diye

sormaya başladım. Ben Güzel Sanatlar

Lisesi’nde yatılı olarak okumaya gittiğimde

daha küçük yaşlarda annemi, babamı,

şehrimi, sokağımı ve tüm çocukluğumu

terk etmiştim. Sanat okumak içindi tüm bu

fedakârlıklar... Bu duygularla bir çözüm bulmaya

çalıştım ve atölyemi buraya taşımaya

karar verdim. Gün içerisinde çalışamasam

bile eşyalarımla göz temasımın olmasını

istedim. Bu karar tüm fakülteyi, hocaları ve

öğrencileri çok şaşırttı. Ancak diğer taraftan

rahatlattı da. Fakültemizde çok kıymetli hocalarımız

var. Geliyorlar, oturup çay kahve

içerken spontane bir şekilde resimlerimle ilgili

kritikler yapabiliyorlar. Bu da benim için

68 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kültür Sanat

çok değerli. Normal şartlarda bu isimleri

atölyeme davet edip, yorum alma olanağım

oldukça zor olurdu.”

“İŞ VE YAŞAM AYRI ŞEYLER”

Dekanlık görevine ilişkin düşünce ve duygularını

da paylaşan Prof. Kaya; “Dekanlık

görevi çok önemli, ancak bu görevler bizim

oraya değer kattığımız sürece değerli olan

işler... Eğer kendi değerimizi makamlardan

alıyorsak, burada bir sorun var demektir.

Hatta oturduğumuz o koltuğa ve sandalyeye

dönüşmeye başlarız zamanla. Görev bitince

bir bakmışız, sadece sandalye ve koltuklarla

dostluk kurmaya başlamışız. Ben buna izin

vermiyorum. Bu profesyonel bir iş ama sosyal

varlıklarız ve kültürel dokumuz içerisinde kendimize

has sosyal ilişkilerimiz var. İş ve yaşam

ayrı şeyler. Buradaki statükonun hiç kimse

üzerinde bir baskıya dönüşmesini istemem.

Asistanlarımızın da bu kültürle yetişmesini

istiyorum. Pandemi sürecinde üniversitemiz

içerisinde en fazla hoca sirkülasyonu olan fakülte

bizimki. Hiçbirini okula gelmeye zorunlu

tutmadık, ancak yine de burayı evleri gibi

hissediyor ve çoğu zaman gelerek çalışmalarını

odalarında sürdürüyorlar. Çünkü hepimiz,

bu ikinci evimizde çok mutluyuz” diyerek,

müfredat değişikliklerine değindi. İşte, Yeditepe

Üniversitesi’nin yeni dönemi:

ATATÜRK RÖNESANSINI

DEVAM ETTİREN FAKÜLTE

“Fakültemiz bünyesindeki tüm bölümlerin

müfredatında bazı değişiklikler yaptık.

Özellikle Plastik Sanatlar ve Resim bölümlerinde

biraz daha titiz davranarak; Almanya,

İngiltere, Amerika, Rusya ve Kanada örneklerini

yakından inceledik. Ülkemizde ise Anadolu,

Hacettepe, Mimar Sinan ve Marmara gibi

üniversitelerin programlarını mercek altına

aldık. Elde ettiğimiz çıkarımlar sonucunda

kendimize özgü bir müfredat hazırladık. Hazırlama

aşamasında öncelikle sektördeki dış paydaşlarımızdan

görüşler aldık. Akademisyenler,

koleksiyonerler ve sanatçılarla toplantılar

yaptık. Gelen verileri hem akademik kadromuz

hem de öğrencilerle paylaşarak, münazara

kültürüyle çalıştık. Böylelikle yeni plan, hocalarımızın

uzun münazaraları sonucunda ortaya

çıkmış oldu. Amacımız, her şeyden önce

çevresinin ve dünyanın farkında olan bireyler

yetiştirmek. Üniversitemizin mottosu zaten

tek başına çok anlamlı; ‘Atatürk Rönesansını

Devam Ettiren Üniversite’ Bu mottonun sanat

versiyonunu hayata geçirmeye çabalıyoruz.

Dünyanın farkında olan bireyler; hayvanın,

otun, böceğin, kadının da farkında olacak.

Bu gençler, ileride hangi pozisyona gelirlerse

gelsinler hep bir sanatçının şairane, hümanist,

ozansı gözleriyle bakacaklar dünyaya.”

“KADIKÖY SANATA KUCAK AÇTI”

Marmara Üniversitesi’nde yüksek öğrenimini

gören Gülveli Hoca’ya öğrenciliğinin

Kadıköy’ünü de sormadan edemiyoruz.

İşte bir sanatçı gözüyle Kadıköy: “Şu an

Kadıköy’de yaşamıyorum, ancak bağım

hiçbir zaman kopmadı. Kendimi huzurlu

hissettiğim bir ilçe orası. İstanbul’da merkez

değişti artık, Beyoğlu’ndan Kadıköy’e kaydı.

Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde eski dinamizm

ne yazık ki yok. Çünkü bir şeye değer katan

olgular arasında en önemlisi sanattır. Ne

yazık ki bu sanatsal faaliyetler kalmadı ve

böylece ruhu gitti. Sanat ise ona kucak açan

semtlere kaydı. İşte Kadıköy, sanata kucak

açan şehirlerden biri oldu. Bahariye’de

özellikle ara sokalardaki tiyatrolar, sahaflar

oldukça keyif veriyor. Güven sorunu yok

orada, çünkü güvenliksiz insan yok.

KADIKÖY’ÜN ESKİ EVLERİ

SANATINA İLHAM OLDU

Öğrencilik yıllarımda eski bir öğrenci evinde

kalıyordum. Bir gün odamın duvarlarındaki

duvar kâğıtlarını sökmeye başladım ve bu

kâğıtlar bitmek bilmedi. Her gelen, eski

duvarın üstüne yeni kâğıtlar yapmıştı. Her

kâğıt, bir başka insanın hikâyesi gibiydi.

Orada sadece kendimin yaşadığını sanıyordum

ama ne kadar da kalabalıkmış odam

diye düşündüm. Buradan aldığım ilhamla

üniversitede bitirme tezimi hazırlamıştım.

Büyük dev bir duvar yaptım. Yırtık duvarlar,

figürler vardı o sembolük duvarda. Bu da

1999 depremine denk geldi. Depremin

yıkık duvarları ve tahribatla alaka kurmaya

başladı insanlar. O senenin İstanbul Bienali

konusu da ‘Tutku ve Dalga’ idi. O işim, bienal

kapsamında Marmara Üniversitesi’nde

sergilendi ve ben sonrasında benzer işlerle

devam ettim.”

Yeni müfredatlara dair detaylı bilgiler

sunan Prof. Dr. Gülveli Kaya;

“Dört yıllık programlarımızın bir

mantığı olsun istedik. Akademik

olarak bir birikime sahip olsun,

güncel sanatı anlasın, buna dair

üretimler yapsın evet ancak bunların

yanında temel olarak dinleme,

düşünme ve yorumlama kavramları

üzerine yoğunlaştık. Birinci

sınıfta dinleyecek ve söylenenleri

yapacak, ikinci sınıfta bunları

düşünecek ve tartacak, son sınıfa

geldiğinde ise yorumlayacak. Yani

öğrencilerimiz önce bilgi, sonra

fikir sahibi olacak. Müfredatımızın

ana felsefesi böyle” açıklamalarında

bulundu.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 69


Sanat

Şeyma Yılmaz:

Sanat, yürünen uçsuz

bucaksız bir yoldur

VECDİ UZUN

Bu sayımızdaki ressam konuğumuz Şeyma

Yılmaz ile resim sanatının inceliklerinin

yanı sıra genç bir ressam olmanın zorluklarını

konuştuk. Üretirken kendini doğanın

huzurunda bulduğunu ifade eden Yılmaz;

“Gelişmek istiyorsak, toprağın içine dalmalıyız.

Onun için diyorum ki; toprağın içine dik

kendini, filizleneceksin” şeklinde konuştu.

Yaşam ve sanat süreçlerinizi anlatır

mısınız? Sizi resim sanatına yönelten

köşe taşı nedir? Sanat camiasında yer

alma çabanızın temel nedeni nedir?

1997 yılında Karaman’da doğdum. Çocukluğumdan

bu yana yaşadığım toplum, bu

toplumun eğitim anlayışı ve sanata bakış

açısı çok elverişli olmasa da isteklerim

üzerine yoğunlaşıp, bu yolda gitmem gerektiğini

hissediyordum. Üstelik bunu daha

çocuk yaşlarda, bilinçli olmadan yapıyordum.

Yönlendiren, keşfeden biri olmadığı

için uzunca bir süre, lise dönemime kadar

sadece kendimce resimler çizip arkadaşlarına

hediye eden, odasında onlarca defterler

bulunan, fakat hepsinde sadece resimler ve

kişisel gelişim yazıları olan, bunlardan zevk

alan bir çocukluk dönemi yaşadım.

Bilinçsizce gönderildiğim meslek lisesinde

bölüm hocalarımın yönlendirmesi ile ilerleyerek

kendimi buldum. Sanırım kırılma noktam

tam da burasıydı. Artık bilinçli ve ne istediğini

bilen, nereye yürümem gerektiğini bilen biriydim.

Her zaman yürümek isteyeceğim yolda

ve kendimi bulduğum bir alanda yükselme

şansını yakaladım. Kendimi geliştirebildiğim

kadar geliştirmeye çalıştım. Liseden derece

ile mezun olan öğrencilerdendim. 2015

yılında Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar

Fakültesi’ne girmeye hak kazandım. 2019

yılında Resim Bölümü’nden mezun oldum ve

aynı yıl ara vermeden yüksek lisans eğitimime

başladım, hâlâ devam etmekteyim. Bir

yere varma kaygımın olmadığını anladığım

noktada, bu yolu kat etmeye başladım. Evet,

bir yere varmak istemiyor, bu yolu yürümeyi

seviyorum. Çünkü sanat varılan bir yer değil,

yürünen uçsuz bucaksız bir yoldur.

Sanatseverlere resimleriniz hakkında

ne anlatmak ister ve resminizi nasıl

tanımlarsınız? Vermek istediğiniz

mesajları yansıttığınızı düşünüyor

musunuz?

Anlam, kişinin görebildiği ve duyumsayabildiği

kadardır. Ruhumun bana göstermek iste-

70 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Sanat

diği şeyi arıyorum; kendime yakın olanı, salt

bir özü... Mistik bir dünya görüşü, ruhumun

huzur bulduğu özgür bir dünya... Bu nedenle,

kendimi doğada buldum ve doğa bana her

zaman huzur verdi. Zihnimi sakinleştirip,

ruhumu açığa çıkardı. Çok şey öğrendim ve

öğrenmeye de devam ediyorum. Doğa benim

ilham kaynağım evet, fakat resimlerimde

kullandığım Lotus (Nilüfer) imgesi, sanırım

benim dünya görüşüm. Resimlerim ilk bakışta

daha çok manzara, peyzaj gibi gözükse

de aslında sembolize edilmiş bir imgenin

ardındaki o gizli potansiyel gücü yansıtıyor.

Lotus, gücü ve ruhsal temizliği temsil eden

bir sembol aslında... Onu farklı yapan ise

bataklıkta yetişen ve asla çamursuz yaşayamayan,

su yüzeyine tezahür ettiğinde tek bir

yaprağında bile çamur bulundurmayan, ışığa

doğru yükselen en temiz bitki olması...

Thich Nhat Hanh’ın bir kitabı var, “No Mud

No Lotus” (Çamur Yoksa Nilüfer Yok) diye,

işte tam da öyle. Hayatımız da böyledir aslında.

Çoğu zaman hemen hepimiz hayatın

çamuruna sıkışıp kalıyoruz. Bu durumda

kaldığımızda hatırlamalıyız ki acı ve zorluk,

o içinden çıkılmaz hâl, durum aslında birer

çamur ve o çamurla doğru savaşırsak,

çamurdan nasıl faydalanacağımızı bilirsek,

güzel nilüferler yetiştirebiliriz. Büyümek için

çamura batmayı göze almalıyız.

Genç bir ressam olmanın

güçlükleri nedir?

Daha yolun başında oluşumuz bence.

Çünkü ileriye yönelik sanat adına çok şey

üretmek, alanımızı genişletmek, sanatçı

camiasına karışıp orada bulunmak isteği

imkânsız değil, fakat zaman gerektiren bir

durum. Henüz üretmekte ve kendini arama

yolunda ilerlediğimiz için kendini tam anlamıyla

bulup, ortaya koymadığını düşünüyorlar.

Zaman geçip de pişip olgunlaştıkça

bu yolda çok değişim göstereceğimize,

teknik ve duygu düşünce olarak gelişeceğimize

inanan yine aynı camiada bunu

düşünen çok sanatçı var. Bu yüzden genç

sanatçı olan bizler, sürekli kendini kanıtlama

yoluna giriyoruz. “Kendimi göstereyim,

ben buyum” diyoruz ama şunu da bilmeliyiz

ki; zaman bize ilaçtır. Bu süreçte bir yere

ulaşma kaygısından çok üretmeye odaklanmamız,

bizim için en sağlıklı olanıdır.

Sanatta özgünlük konusundaki

düşüncelerinizi açıklar mısınız? Sizin

resminizi özgün yapan özellikler neler?

Diğer sanatçılardan farkınız nedir?

Sanatta özgünlük, tam açıklaması bu

olmasa da bir nevi orijinallik ve benzeri

olmayan... Özgünlük en önemli unsurlardan

ve sorunlardan biri, çünkü sanat da bilim

gibi bir bilgi ve bir belge niteliği taşıdığı için

ilerleyen çağlarda gerekli olacaktır. O yüzden

ortaya ne kadar yeni bir şey koyarsak,

o kadar toplumumuz ve kültürümüz için

faydalı oluruz. Benim resimlerimi, sanatımı

özgün yapan, teknikten çok manifestosu.

Yani taşıdığı ve aktardığı anlamın, duygu

birikiminin yansıması...

Bataklıktaki potansiyel, gizil gücün yarattığı

etkilerdir. Teknik açıdan ve girdiği alan ya da

akım açısından diğerleri ile benzerlik gösterebilir

bir sanat eseri ama bu demek olmuyor ki

özgün değil. Bir insan nasıl benzersizse, sanatına

da onu yansıtmalı, kendini çağrıştırmalı.

Mesela örnek verecek olursak, Courbet’in

eserlerindeki o sosyal gerçekçiliği, sade ve

hayatın içinden olan o doğal yaşamı, imzası

veya ismi olmadan yakalayıp, görür görmez

biliriz. Diğer bir örnek Van Gogh... Onun

resimlerini ayırt etmemek imkânsız. O kadar

kendi ve o kadar ismini haykırır ki resim, “Bu

Van Gogh” dersiniz. Fırça darbeleri, teknik

sadece ona aittir. Bu yüzden bir sanatı sanat

yapan yapı taşlarından birisi de özgünlüktür.

Sizi ve sanatınızı etkileyen sanatçılar

kimlerdir? Bu sanatçıların hangi

özellikleri sizde bir etki yarattı?

Benim en başta etkilenip yola çıktığım,

yeşile ve doğaya yönelmeyi bana kazandıran

İngiliz ressam, Neo-klasik ve Romantizm

döneminde eserler veren John William

Waterhouse’dur. İlk yağlı boya resmimi,

bu sanatçının eserlerinden reprodüksiyon

çalışarak yapmıştım. Kadın figürleri çalışan

John William’ın resminin arka planında işlediği,

o beni içine çeken ve adeta büyüleyen

doğa manzaraları, beni yeşil kullanmaya

yöneltir ve her zaman doğaya bir zaafımın

olduğundan beni yakalayıp, içine çekerdi.

Onun yanında Van Gogh’un doğayı betimleyişi,

Claude Monet’in “Gün Doğumu” ve

“Water Lilies” tablolarında kullandığı müthiş

yansımalar beni adeta büyülüyor. Amacım

izlenim, empresyonist bir yolda, müthiş

doğa karşısında sadece gördüklerimi değil,

kendi içimde gördüklerimi de tuvalime

yansıtmak.

Gelecek ile ilgili hedefleriniz nedir?

Gelecek, uçsuz bucaksız bir yol. Ben her

zaman bu yolda yürüyebilmek ve hem

ruhen hem de ortaya koyduğum eserlerle

ışık tutmak istiyorum. Sanatımın üstüne

sürekli yenilerini koyarak sürdürmek temel

amacım. Bunun yanında akademide kendime

yer edinmek istiyorum. Çünkü akademi,

sanatımı üretirken maddi açıdan bana destek

olacağı gibi kendimi bilimsel verilerle

ortaya koymam noktasında da bana katkı

sağlayacak.

Diğer yandan da gerçek bir sanat eğitimcisi

ve bu yolda yürümek isteyen insanlara

öncü olmak, yol göstermek de isterim.

Beni çocuk yaşta ilgi alanım olan resme

yönlendiren biri olmadığı için, gecikmenin

ne kadar acı bir durum olduğunu biliyorum.

Bu yüzden bilinçli bir eğitimci olmak; sığ

düşünceler, kalıplar, zorundalıklardan uzak

bir eğitim sistemini savunup, bunu kazandırmak

tek amacım. Tabii her şeyden önce

ruha dokunarak inanç aşılamak ve insanın

inandığı her şeyi yapabileceğinin mümkün

olduğunu göstermek istiyorum. Toplumsal

baskılardan kurtulup, kazanacağım zaferlerle

ucuz ticaretten ve kıskançlıklardan uzakta

kendimi özgürce sanatıma adamak temel

hedefim.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 71


Sanat

İyilik İçin Sanat Derneği’nden

Kadın temalı sergi

Türkiye’de sanat ortamının gelişimine

katkıda bulunmayı amaçlayan, sergilerden

elde ettiği gelirin tamamıyla sanatçıları destekleyen

İyilik İçin Sanat Derneği, kadınlara

ithafen oluşturduğu seçkiyi 39 Kalamış Marina’da

sanatseverlerin beğenisine sundu.

Evrensel bir değer olan sanatın daha geniş

kitlelere yayılması amacıyla 6 yıldır faaliyetlerini

sürdüren İyilik İçin Sanat Derneği’nin

yürüttüğü projelerinde üretilen eserlerden

Dünya Kadınlar Günü için oluşturulan bir

seçki, mart ayı boyunca ziyaret edilebilecek.

Fisun Kapki,

Özge Günaydın,

Serina Tara...

Buluşmaya ev sahipliği yapan 39 Kalamış Marina’nın

sahibi Münteha Adalı, Ressam Tunay Tunç ve Alba

Prestige Sigorta Kurucu Ortağı Bahar Alpaslan...

İsimsiz - Tunay Tunç...

Tuğçe Peksayar

Zeynep Adalı,

Alpaslan Adalı,

Selin Bozkurt,

Çiğdem Eşrefizade...

KADIN SANATÇILARDAN KADIN

TEMASINA UYGUN İÇERİKLER

İyilik İçin Sanat Derneği’nin bu yıl dördüncü

dönemine girecek olan “Pasajda Bir Yıl”

projesinde yer alan Badem Kübra Kocalar,

Aysun Telli, Tunay Tunç, Seher Bediha Yılmaz,

Cansu Kahraman, Hatice Ahmet, Dilan Demirbağ,

Merve Topuz ve Elif Aydemir gibi genç

sanatçıların yanı sıra Ressam Aslı Özok’un da

eserlerinden oluşan sergi, Dr. Feride Çelik’in

küratörlüğünde düzenlendi. Tamamıyla

72 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Sanat

Havva

Elif Aydemir...

Aynadaki Otoportre

Cansu Kahraman...

kadın sanatçılardan ve kadın temasına uygun

içeriklerle hazırlanan seçki, Anadolu Yakası’nın

sanatla buluştuğu yeni mekânı 39 Kalamış

Marina’da mart ayı boyunca ücretsiz olarak görülebilecek.

Eser fiyatları 1.000 TL ile 15.000 TL

arasında değişen sergiden elde edilecek gelir,

“Pasajda Bir Yıl” projesinde yer alacak dördüncü

dönem sanatçılarına sanat üretim imkânı

oluşturulması ve üretim için gerekli masrafların

karşılanması amacıyla kullanılacak.

“KADINLAR ADETA ÖLÜMSÜZLEŞEREK

İZLEYİCİYLE BULUŞUR”

Sergi ile ilgili düşüncelerini ifade eden Küratör

Dr. Feride Çelik; “İnsanoğlunun yaratılışından

itibaren kadının varlığı hep öncelikli olarak

hissedilir. Tüm kavimlerde, uygarlıklarda,

milletlerde ve medeniyetlerde kadın farklı

olarak konumlanır. Kadınlar bu toplumlarda

savaşçı, bereket tanrıçası, güzellik abidesi

ya da gücün, yenilmezliğin simgesi olur.

İnsanın olağanüstü varlığı olarak tanımlanan

kadının sanat dünyasındaki yeri ve önemi

de büyüktür. Yeni nesil sanatçıların fırçalarından,

farklı malzemelerinden çıkan yaratıcı

sanat eserlerinde güzel, melek, anne, güçlü,

bereketli, iyi ve yardımsever kadınlar adeta

ölümsüzleşerek izleyiciyle buluşur. Anadolu

Yakası’nın sanatla buluştuğu, İyilik İçin Sanat

Derneği sanatçılarına ev sahipliği yapan, yeni

nesil sanatçılara görünürlük kazandırmayı

hedefleyen, sanata değer veren yeni mekân

39 Kalamış Marina’daki bu yeni sergimize

tüm sanatseverleri bekliyoruz” dedi.

Bilim, sanat ve yaşam dolu

etkinlikler Umay’da!

Pandemi nedeniyle eğitim ve etkinliklerini dijital ortamda sanatseverlere buluşturmaya

devam eden Umay Bilim Sanat ve Yaşam Merkezi, mart ve nisan aylarında

da dopdolu. Bu yıl dördüncü yaşını kutlayan merkez, yeni etkinlik takviminde

felsefeden edebiyata, rüya analizinden derin okumaya kadar her yaştan bireyin

ilgisini çekecek güçlü ve derin konularla evlere konuk oluyor.

DR. CAN BATUKAN İLE GILLES DELEUZE’UN YÜZYILI

Université de Paris Post-Doktora Araştırmacısı Dr. Can Batukan,

20. yüzyılın en parlak filozoflarından Gilles Deleuze’u irdeliyor.

Zaman problemi, mekânsallık ve hakikat kavramları ile dolu

“Gilles Deleuze’un Yüzyılı” seminerleri, insanlığın ve gezegenin

geleceği hakkında şaşkınlık ve sürprizlerle dolu öngörüler ve

kavramsallaştırmalara yer veriyor.

DEMİR AYTAÇ İLE RUS EDEBİYATI ATÖLYELERİ

Demir Aytaç’ın eşsiz sunumu, analizleri ve çıkarımlarıyla Rus

Edebiyatı Atölyeleri, önce “Suç ve Ceza”, ardından “Karamazov

Kardeşler” ile devam ediyor. Aytaç, edebiyat tarihine adını kazımış

bu kitaplarla toplumları sosyolojik olarak incelerken, derin

analizleri ile insanlık tarihine ışık tutuyor.

ARŞO KASBARYAN İLE İLK ÇAĞ’DAN GÜNÜMÜZE SANAT TARİHİ

“Sanata ne kadar yakınsak, insanlığımıza da o kadar yakınız” yaklaşımıyla Sanat

Tarihçisi ve Heykeltıraş Arşo Kasbaryan, tarih boyunca insana yakın duran eserlerin

günümüzde hâlâ bireylerde bıraktığı izlerin peşinden gidiyor. “İlk Çağ’dan

Günümüze Sanat Tarihi”, mart ayı boyunca Umay’da.

Feride Çelik, Selin - Bozkurt- Aleyna Günay...

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 73


Fotoğraf

Underground kültüre

göz kırpan fotoğraf

sanatçısı;

Dilan

Bozyel

PINAR BALTACI

Fotoğrafçı Dilan Bozyel’in bol maceralı hayatına bir yerden

dahil olma gayesiyle ulaştım kendisine... Sadece bir fotoğrafçı

değil, aynı zamanda iyi bir yazar ve anlatıcı olan Dilan’ın uzak

şehirlere göz kırpan anlatımıyla fotoğrafların dünyasında kaybolup,

kadrajların ve dolayısıyla yaşamının hikâyesine tanıklık

etmeye hazır mısınız? Söz, Dilan Bozyel’de...

Klasik ama merak edilen bir soruyla başlamak istiyorum.

Nasıl başladı fotoğrafçılık serüveni?

22 yaşındaydım, işletme eğitimi alıyordum İstanbul’da. Son

derece başarısız, vasat, heyecansız bir öğrenciydim. Eğitimimin

üçüncü senesinde silkelenip, daha başarılı olabileceğimi

hissettiğim bir başka meslek arayışına girdim. Okulumu

bıraktım ve hikâye başladı. Kendime, aileme ve dünyaya

sorumluluğumu yerine getiremiyor gibi hissediyordum ve

olumsuz, kontrolsüz anlamıyla yerçekimsiz bir ortamda gibi

hissediyordum. Ağır bir depresyon ile verem oldum. Tıpkı

Yeşilçam filmleri gibi!

Bir yıla yakın evde karantinada tedavi oldum. Bu ev karantinası

dönemimde, gücümü ilaçlarımı almaya ve sanatla

ilgilenmeye yönlendirdim. Şu an çoğu hayatta olmayan kült

sanatçıların eserlerini inceledim. Sanatçıların çektiği, çizdiği

otoportreleri (şimdilerde selfie diye de biliniyor) inceledim. Bir

odada yaşadığım için ve kimseyle görüşemediğim için basit bir

fotoğraf makinesinin zaman ayarlayıcısı ve otomatik moduyla

kendi fotoğraflarımı çekmeye başladım. Fotoğraf çekmek,

otoportrelerimi çekmek, kendimi tanımama ve iyileşmeme

yardımcı oldu. Tedavimin sonunda, bu bir yıl boyunca çektiğim

74 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Fotoğraf

otoportrelerimi hikâyesiyle birlikte bir dosyaya

dönüştürdüm ve o zamanlar Londra’da

yaşayan rahmetli anneannemin yanına

gitmeye karar verdim. Bu dosyayı bir sanat

akademisine, bir de üniversiteye yollayarak

başvuru yaptım. İki yerden de burslu olarak

kabul edilince ve okula başladıktan hemen

sonra akademideki öğretmenim asistanlık

teklif edince, fotoğraf dünyasının içine adım

atmış oldum. Güzel hikâye değil mi? :)

Kendi fotoğraflarını nasıl anlatırsın?

Fotoğraf çekme eylemi senin için

ne ifade ediyor?

Hikâyelerinin altını çiziyorum fotoğraflarımda.

Kompozisyon ağırlıklı çalışıyorum. Bir

fotoğrafımın bir kitap kapağı ya da bir uzun

metraj film afişi hissi yaratmasını istiyorum

hep. İzleyici, kadrajın içinde yolculuğa

çıkmalı. Bu, kadrajı birçok öğe ile doldurmak

anlamına gelmiyor. Işık, kontrast, renk

ve özne bir hikâyeyi oluşturmalı. Bir tiyatro

sahnesi gibi... Dolayısıyla fotoğraf çekme

eylemi, beni bir anlatım biçiminin içinde

tutuyor. Bu da anlatmak istediklerimin,

aktarmak istediklerimin yolunu bulduğum

için beni hayatta tutuyor. Yoksa hep içime

atar, bir balon gibi gerilmiş ve her an uçup,

basınç karşısında zoraki direnen biri hâline

getirirdi beni.

Ölümsüzleştirilecek bir anda senin için

neler olmalı? Kuşkusuz her zaman güzel

olanı fotoğraflamıyorsun...

Karşımda göz olmalı o anda. Bir bakış,

objektifime doğru bağlantı kurmuş olmalı.

Bu cansız nesneleri çekerken de bulduğum

bir şey. İzleyiciyle fotoğraflarımı göz göze

getiren hissiyatın nedeni de bu.

Hikâyesi olan, senin için özel bir yeri olan

fotoğrafını anlatır mısın?

Hikâye odaklı fotoğraf çeken bir seyyah

fotoğrafçıya sorulabilecek en zor sorulardan

biri bu sanırım. Aklıma iki fotoğraf geldi,

biri Mısır’da çektiğim bir çocuk portresi.

Arap Baharı arifesiydi, fotoğrafı çektikten

bir süre sonra çatışmalar arttığı için ülkeye

geri dönmüştüm. O yıl uluslararası bir

fotoğraf yarışmasından “Yılın Çocuk Portre

Fotoğrafı” ödülü aldı o kare. Ben bu ödül

karşısında hiç mutlu olmamıştım, çünkü

çocuğun hayatta olup olmadığını bilmiyorum.

Diğer fotoğraf ise semazen arkadaşım

Alper Akçay’ın 2019 senesinde Ortaköy’de

çektiğim karesi. Aynı yıl Magnum Ajans ve

British Journal of Photography tarafından

düzenlenen “Portrait of Humanity” isimli,

her yıl dünya portrelerinden oluşan kitapta

yer almayı hak kazandı. Sonrası ise daha

heyecan verici! 2020 senesinde uzayda

düzenlenen tarihteki ilk fotoğraf sergisinde

bu fotoğraf da sergilendi.

“Paris-Beyrut Mutluluk Hattı” adlı

kitabını da konuşalım mı? Yazılar,

hikâyeler, Paris ve Beyrut... Harika bir

kompozisyon... Gördüklerimizin dışında

neler var kitapta?

Çok teşekkür ederim bu güzel övgünüz için.

Kitap, bir arayış hikâyesi... Mutluluğu arayan

insanların portreleri yer alıyor. Paris ve Beyrut

ise benim evimi ararken yaşadığım şehirler

arasında en mutlu hissettiğim iki koordinat.

Fotoğrafların siyah-beyaz olması çok önemli

benim için, çünkü akla gelen siyah-beyaz

usta fotoğrafçı ekollerden bağımsız olarak

uyguladığım bir seçim bu. İki farklı şehrin

ortak yönlerini görmemizi sağlıyor siyah-beyaz

dengesi. Portrelerde ifadeler benzer; bir

şey bulunca mutlu olacak arayıştaki insanlar

var kitaptaki fotoğraflarda. Ve yine siyah-beyaz

fotoğraflar, şehrin modernleşme izlerini

saklıyor. Dolayısıyla, zaman algısını ortadan

kaldırıyor. Fotoğraflara eşlik eden notlarım

ise neredeyse hepimizin aklını meşgul eden,

fakat hayat koşturmacası içinde durup soramadığımız

konulardan oluşuyor. Yani okuyucunun

benimle birlikte bu arayış yolculuğuna

çıkmasını dileyerek hazırladım kitabımı.

Dünyayı her detayıyla görmek zorunda

olduğun bir işe sahipsin. Bu bağlamda

İstanbul’da (Kadıköy’de varsa özellikle

bilmek isteriz) en çok nerelere gidiyor ve

neleri görmeyi seviyorsun? Bazen kadraja

basmadan da bakmak geliyor mu içinden?

Kadıköy, benim İstanbul ile ilk buluştuğum

semt. 20 yaşında bu büyük şehire, Diyarbakır

gibi geleneksel ve herkesin birbirini tanıdığı

bir şehirde büyüyüp, buraya yalnız başıma

taşındığımda Kadıköy bana güven vermişti.

Hele ki ilk yaşadığım ev! Tüm çocukluğum

boyunca mektup yazıp yolladığım adresin

hemen arka sokağına, yani Gül Çıkmazı’na taşındığımı

fark ettiğimde gökyüzüne kocaman

gülümsemiştim. Barış Manço’nun evinin arka

Her ay düzenli olarak Kafa Dergisi’nde yeni

bir fotoğraf hikâyesi yazan Dilan Bozyel;

“Kafa Dergisi’ni bir başka üniversite gibi

görüyorum. Hep daha iyisi için kendimi

aşmaya, okuyucuyu da tanımaya çalıştığım,

hayatıma sıkı bir disiplin katan bir öğretisi var

dergi yazarlığımın” diyor.

sokağında yaşamak, beni sanki onunla tanıştırmış

gibiydi ve sanki Barış Abi’ nin himayesi

altında büyümeye başlamış gibi hissetmiştim.

Elbette kültürel olarak da beni çok besledi.

Yine Kadıköy’de yaşayan arkadaş çevremin

zevkli, kültür ve sanat birikimli olması, paylaşımcı

olması ve “arkadaşlık, kardeşlik” kavramının

sanki bir manifesto gibi benimsenmiş

olması, İstanbul’a güvenmemi sağlamıştı. Artık

bir Beyoğlu çocuğuyum. İşlerim gereği bu

bölge daha merkezi olduğu için bu bölgede

yaşıyorum ama her fırsat bulduğumda vapura

atlayıp Kadıköy sokaklarında yürümek; eşe,

dosta, esnafa selam vermek, bana vitamin

gibi geliyor. İstanbul’u tüm değişimlerine rağmen

Kadıköy’süz asla düşünemem. Dilerim

bu canlılığını, enerjisini, gece gündüz güvenli

hissini asla yitirmez ve her geçen dönem

daha da sanat ve kültür odaklı bir semt olarak

devam eder hayatlarımızda.

Neler yapıyorsun bugünlerde, yeni

projelerinden bahseder misin?

Kafa Dergisi yazılarımı derlemekle geçiyor

zamanım, kitaba dönüştürüyorum bütün

hikâyelerimi. Tam bir delilik dönemi yani!

Evde kâğıtlar, kalemler, dosyalar havada

asılı duruyor gibi. Dali’nin kedisiyle birlikte

havada durduğu bir otoportresi var, hatırlar

mısınız? Tam olarak o sahnenin içindeyim.

Kedim de size sevgilerini iletiyor bu arada.

Zamanda ve geçmiş hislerde, düşüncelerde,

anılarda yolculuk yapıyor gibiyim! Zaten

evlerde geçirdiğimiz bu dönemi ancak böyle

değerlendirmeliydim :) Umarım bu kitabım

yayımlandığı zaman tekrar buluşur ve ağırlıklı

olarak yazılarım üzerine de sohbet ederiz.


Diş Sağlığı

Diş eti hastalığı,

Covid-19 ölüm riskini

9 kat arttırıyor!

DT. FULYA ÜÇEM

Hepimiz, vücudumuzu ve savunma sistemimizi

baskı altına alan bakteri ve virüslere

maruz kalıyoruz. Vücudumuz sağlıklı olduğunda

bağışıklık sistemimiz, virüs ve bakterilere

karşı kendini savunulabilir. Ancak

vücudumuzun savunması zayıfladığında,

bağışıklık sistemleri tükendiğinde ağızdaki

normal bakteriler, ağız içerisindeki dokular

üzerinde daha büyük bir zararlı etkiye sahip

olabilir. Bunun ağız içinde artan iltihaplanma,

dişlerin etrafındaki diş eti ceplerinin

artması, artan kanama ve şişlik ile kendini

gösterdiğini biliyoruz. Bu, vücudun savunmasının

zayıflaması nedeniyle oluşuyor.

Son 4 ay içerisinde yayınlanan bazı makalelerde,

diş ve diş eti sağlığı ile Covid-19 enfeksiyonunun

neden olduğu komplikasyonlar

arasında ilişki bulunabileceği bildirilmiştir.

Medical Hypotheses dergisinde yayınlanan

bir makalede, özellikle periodontal hastalıkların

(diş eti hastalıkları) Covid-19 için bir risk

faktörü olup olmadığı sorgulanmıştır.

Yakın zamanda Avrupa Periodontoloji Federasyonu

(EFP) tarafından yayınlanan bir

makalede ise Covid-19 hastalarının eğer diş

etleri ile ilgili rahatsızlıkları varsa, komplikasyon

oranlarının en az 3 kat arttığı belirtilmiştir.

Covid-19 olan 500 hasta ile yürütülen

çalışmada, diş eti hastalığı olanlarda yoğun

bakım ihtiyacının 3,5 kat, ventilasyon ihtiyacının

4,5 kat ve ölüm oranlarının ise 9 kat

arttığı ortaya konmuştur.

Vücutta enflamasyon tespitinde kullanılan

kan markerları, diş eti hastalığı olan

Covid-19 hastalarında, diş eti hastalığı

olmayanlara kıyasla ciddi oranda yüksek

bulunmuş olup, bu değerler diş eti hastalığının

Covid-19 açısından komplikasyon

oranını arttırdığını ortaya koymaktadır. Bu

yapılmış olan çalışmanın sonuçları, ağız

bölgesindeki enflamasyonun koronavirüsün

girdiği vücutta çok daha yıkıcı olduğunu

ortaya koymuştur. Covid-19 komplikasyonlarını

azaltabilmek için alınacak sağlık

önlemlerinde, ağız hastalığımızın önemi çok

iyi bilinmelidir.

Çalışmacılar, yayınlarının sonunda

bu dönemde ağız hijyeninin tam

sağlanmasının önemini vurgulamışlardır.

Eğer yetersiz olan ağız hijyeni artırılmaz

ise, SARS-CoV-2 enfeksiyonu sırasında

ağızdaki bakteri yükünün süper enfeksiyon

için rol alabileceği bildirilmiştir. Dolayısıyla

iyi bir ağız hijyeninin, koronavirüs

nedenli gelişebilecek komplikasyonların

risklerini azaltmada rol alabileceği unutulmamalıdır.

76 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Sağlık

Coronavirüs ile savaşırken

ilişkilerimizde evrildik mi,

devrildik mi?

Her geçen gün hepimiz gözlerimizi kapatıyoruz

ve “Geçen yıl bu zamanlar acaba ne yapıyordum?”

diye düşünüyoruz. Bunu neredeyse

bir yıldır farklı dönemlerde tekrarlıyoruz.

Tatillerimizi, eğitimlerimizi, eğlenmek için

yaptıklarımızı, alışveriş biçimimizi, kısaca her

şeyi gözden geçiriyoruz. Peki ya ilişkilerimizi?

Coronavirüs ile savaşırken ilişkilerimizde

evrildik mi, devrildik mi?

UZM. DR.

Aşk, hayatımızın herhangi bir döneminde

ESRA UĞURLU KOÇER vazgeçemediğimiz en temel duygulardan

Bayındır İçerenköy Hastanesi

biri… Oturup düşündüğümüzde mantıklı bir

ve Bayındır Levent

Tıp Merkezi Psikiyatri Uzmanı neden-sonuç ilişkisine bağlayamıyoruz belki

ama içine düştüğümüzde yaşanmasından

daha mantıklı başka bir şey de düşünemiyoruz.

Aşk, hayatımızda eksikliğini hissettiğimiz eşsiz bir duygu...

Aynı zamanda sanki mutluluğun başlangıcı gibi düşündüğümüz

bir tamamlama davranışı...

PANDEMİDE AŞK BAŞKADIR!

Son bir yıldır pandemi ile birlikte o eşsiz, vazgeçemediğimiz

duyguya neler oldu, pandemi günlerinde aşk ve ilişkiler nasıl

yaşandı? Alınan kararlar, başlayan ilişkiler, biten ilişkiler, birbirini

ilk kez ve samimi şekilde keşfedenler, aslında hiç tanımadığını

düşünmeye başlayanlar, daha çok sevenler, daha çok

nefret edenler... Hayat son bir yıldır her anlamda bizi hazırlıksız

yakaladı. Öyle hazırlıksızdık ki, en yakınımızla birlikte 48 saat

evde zaman geçirmek bile yeni bir deneyim gibiydi.

Birlikte yaşayanlar birbirlerini görmeye, keşfetmeye ve tanımaya

başladılar. İlişkiler, evdeki düzenin değişmesiyle yeniden

şekillendi. İlişkilerdeki sahiplenme duygusu, koruma kollama

içgüdüsü artmaya başladı. Sadece hastalık kapmaktan değil,

sevdiğini kaybetmekten de kaygı duyan kişiler daha özenli,

daha anlayışlı, daha korumacı olmaya başladı. Güven duygusu

arttı birçok ilişkide. Kırgınlıklarını bir tarafa bıraktı insanlar ve

en yakınlarına sıkıca sarılmaya, onarmaya başladılar ilişkilerini.

“SENİ UZAKTAN SEVMEK AŞKLARIN EN GÜZELİ”

Aşk her zaman el ele, göz göze, dip dibe yaşanan bir duygu değil

elbet. Yıllardır dinlediğimiz şarkılar, okuduğumuz romanlar,

şiirler, öyküler hep bize bunu söylemedi mi? Aşk uzak kalmaktı,

aşk kavuşamamaktı, aşk kavuşamayacağını bile bile sevmekti,

yanmaktı, başkasını düşünememekti. Peki gerçekten böyle mi?

Pandemi sürecinde kavuşamayanlar birbirlerini daha mı çok

sevdi, daha mı çok bağlandı veya aşkları daha mı anlamlı oldu?

uçuşlar açılmadı. Arkadaşlarımla vakit geçirdiğim için

değil, evden çıkamadığım için görüşemiyoruz.” Pandemi

öncesi özellikle uzak ilişkilerde sorun hâline gelen pek

çok durum, ilişkilerin normali hâline geldi. Sabır arttı,

kontrol etme isteği azaldı, bir çeşit kabullenme yaşandı.

Aşkta sular duruldu.

SOSYAL MESAFELİ AŞK

Bu süreçte tek başına kalmamak için ilişkisine devam

edenler olduğu gibi bunu fırsat bilip, tek başına kalabilmek

için ilişkisini bitirenler oldu. Uzun süreli ve bir türlü

nokta konulamayan bazı ilişkiler için tam anlamıyla

fırsat oldu. İlişkilerin bir kısmı kendiliğinden bitti, bir

kısmı için de uzaklık bahane olmuş oldu. İlişki kurmak,

iletişimde olmak, dokunmak, sarılmak, gözünün içine

bakmak, aynı havayı solumak, yakın olmak, yakın

hissetmek… Bunlar hayatımızın gerçeğiyken, birden

araya mesafeler girdi ve herkes farklı şekillerde etkilendi.

Sosyal mesafe dediğimiz şey, basit gibi görünen iki

kelimeden ibaret bir tanımlama. Peki herkes için böyle

mi gerçekten? Aylardır sosyal medyadan sürekli mesafe

çağrısı yapıyoruz hepimiz bıkmadan, usanmadan... Acaba

kimler, nasıl etkileniyor üzerine düşünüyor muyuz?

Sosyal mesafe kavramı, yalnız yaşayan kişiler için çok

daha anlamlı bir tanımlama. İşe gidebilmek, akşam

çıkışta arkadaşlarıyla sosyalleşebilmek, bir organizasyona

katılabilmek, konsere, dansa gidebilmek sağlıklı

ve sürdürülebilir iletişim kurma fırsatları doğururken,

birden evden çalışmanın hayata geçmesi ve yasaklar

gelmesiyle tüm alışkanlıklarımız değişmek zorunda kaldı.

Kalabalık ortam kavramının hayatımızdan neredeyse

silindiği bir durumda bulduk kendimizi. Bu da ilişki

kurabilmek için gereken güven duygusunu, güvende

kalma ihtiyacını zorlamaya başladı. “Sen kimsin? Seni

güven çemberime alabilir miyim? Ekrandan güveniyorum

ama seninle yalnız kalabilir miyim?” gibi sorular

zihinleri zorlamaya ve “Tek başıma en azından güvendeyim,

bir süre daha bekleyebilirim ilişki kurmadan”

düşüncesini perçinlemeye başladı.

Uzak ilişki kavramına pandemi ile birlikte yeni bir tanımlama

geldi: mecburi uzak ilişki… Hayatımızda bazı durumlar mecburen

yaşanmaya başladığında ve en önemlisi kişinin tercihi

olmaktan çıktığında çatışmayı azalttığını biliyoruz. “Seninle

buluşmayı tercih etmiyor değilim, pandemi izin vermiyor.

Hafta sonu yanına gelmeyi çok istiyorum ama yasaklar var,

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 77


Nostalji

Kadıköy Çiğdemi

(Colchicum Chalcedonium)

NURETTİN EDİZ

Kadıköy, bir zamanlar bitki açısından oldukça

zengin bir bölgeydi. Çevresindeki dağlar,

tepeler ve çayırlar birbirinden güzel bitki ve

ağaçlarla kaplı olan Kadıköy’deki her evin

bahçesinde de onlarca farklı türde ağaç ve

çiçek bulunurdu. Bilinçsiz yapılaşma, ne

yazık ki birçok bitki türünü hayatımızdan

çıkardı.

Adını bu ağaçlardan alan Söğütlüçeşme’de

söğüt, İncirlibostan’da incir ağacı göremez

olduk. Her bahçenin vazgeçilmezi dut

ağaçları nerede şimdi? Memleketin en güzel

üzümlerinin Erenköy’deki bağlarda yetiştiğine

nasıl inandıralım günümüz gencini?

İstanbul, yaklaşık 2 bin 500 bitki türü ile

çeşitlilik açısından Türkiye’nin en zengin

yerlerinden biri, ancak bunların sadece 58’i

endemik. İstanbul’un endemik tür bakımından

fakir oluşunu, uzmanlar şehrin bitki göç

yolları üzerinde olmasına bağlıyor. Endemik

bitkilerden biri de Kadıköy’ümüzün adını

taşıyan ama neredeyse hiçbirimizin bundan

haberdar olmadığı ve maalesef hiç göremediği

Kadıköy Çiğdemi... İsim babası ise

1861 İstanbul doğumlu bitkibilimci Georges

Vincent Aznavour.

George Vincent Aznavour, çok sevdiği

İstanbul ve Kadıköy’le özdeşleştirdiği

çiğdem çiçeklerinin dışında, karış karış

gezdiği Anadolu’da 1000 bitkiye daha isim

vermiş. Aznavour’un bu gezilerden topladığı

bitkilerden oluşturduğu koleksiyonunda

20 bin bitki türü olduğu biliniyor. Anadolu

florası üzerine 19 kitap yazan Aznavour’un

en önemli çalışmalarından biri, beş ciltlik

“İstanbul Florası” adlı Fransızca elyazması

kitaptır. Fransızca yazılan bu kitap, ancak 48

yıl sonra Türkçeye çevrilmiş.

Aznavour’un Kadıköy’e pek uzak olmayan

tepelerde; Kayışdağı, Aydos Ormanları,

Kartal ve Çamlıca’da yaptığı araştırmalarda

keşfettiği ve bundan ötürü Kadıköy Çiğdemi

adını verdiği çiçeğin Latince ismi Colchicum

Chalcedonicum’dur. Kadıköy Çiğdemi,

ağustos ve eylül aylarında görülür. Maalesef,

Kadıköy Çiğdemi’ni artık Kadıköy’de görmek

mümkün değildir. Ancak doğal kalmış

ve insan etkisinden uzak olan Elmalı Barajı

havzasında görülebilmektedir.

Aznavour’un manüskrisi ve herbiyesi hâlen

Cenevre’deki Conservatoire Botanique’de

saklanmaktadır. 11 Kasım 1920’de yaşama

veda eden George Vincent Aznavour’un mezarı,

Mecidiyeköy Katolik Ermeni Kabristanı’ndadır.

Aznavour, ömrünü yaşadığı topraklara,

doğaya ve bilime adamış bir insan... Eserleriyle

ülkesine büyük katkılarda bulunmuş bu

değerli botanikçiyi, değerini bilemediğimiz,

sahip çıkamadığımız diğer yüzlerce bilim

adamımız gibi saygı ve minnetle anıyoruz.

78 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Moda Caddesi’ndeki yeni kliniğimizde

Kadıköylülerin hizmetindeyiz.

(0542) 231 09 96

dtburcakusanmaz@gmail.com

Caferağa Mah. Moda Caddesi No:109 Kat:1 Daire:1 Kadıköy - İstanbul


Kadın Sağlığı

Jinekoloji alanında uzman isim

Prof. Dr. Erkut Attar,

YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ

HASTANESİ’NDE!

PINAR BALTACI

Tıp alanında ulusal ve uluslararası arenada

birçok yeni çalışmayı hayata geçiren Kadın

Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr.

Erkut Attar, artık Yeditepe Üniversitesi’nde...

Yeni evinde çeşitli projelere imza atan Attar,

Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi’nde

Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Polikistik

Over Sendromu ve Hirsutizm Kliniği’nin

temellerinin atılmasına katkıda bulunurken,

aynı zamanda Kadın Hastalıkları ve Doğum

Anabilim Dalı içerisinde kurulan araştırma

laboratuvarında çalışmalarını sürdürüyor.

Diğer taraftan da pelvik ağrı ve endometriozis

konusunda özel kliniklerin oluşturulması

için faaliyetlerine devam ediyor.

Polikistik Over Sendromu ve Endometriozis’in

kadınlarda oldukça sık görülen hastalıklar

olduğunu ifade eden Prof. Dr. Erkut

Attar, toplum ve insan sağlığı açısından her

iki hastalık için de farkındalığın artırılmasının

önemli olduğunu vurguluyor. Gerek

Polikistik Over Sendromu gerekse Endometriozis,

yüksek oranda kısırlığa da yol

açan hastalıklar... Polikistik Over Sendromu,

kadının hem bugününü hem de ileri yaşlardaki

sağlık durumunu ilgilendiren kronik bir

hastalık. Belirtileri karşımıza genel olarak

adet düzensizlikleri, çocuk sahibi olamama,

akne ve aşırı tüylenme şeklinde çıkıyor. Hastalarda

obezite, diyabet ve insülin direnci

gibi bazı ek sorunlar da bulunabiliyor. Erken

dönemde tanı konulup tedavi sağlanmazsa

uzun dönemde diyabet, rahim kanseri, kalp

ve damar hasatlıkları gibi yaşam süresini

ve kalitesini önemli ölçüde ilgilendiren

hastalıklarla da karşı karşıya kalınıyor. Attar,

üreme çağında ya da daha erken dönemde

kendilerine başvuran hastaların kısırlık, adet

düzensizliği, tüylenme, akne ve obezite gibi

güncel sorunlarını tedavi etmekle kalmayıp,

yaşamlarının ileriki döneminde de ortaya

çıkabilecek hayati sorunların önünü alabildiklerini

söylüyor. Polikistik Over Sendromu

hakkında bilgi veren Prof. Dr. Attar, sözlerini

şu şekilde sürdürüyor:

“DAHA ÇOK KISIRLIK

TEDAVİSİ İÇİN GELİYORLAR”

“Polikistik Over Sendromu hastaları, bizlere

daha çok kısırlık yakınması ile geliyor. Bu

süreç içerisinde öncelikli olarak onların

çocuk sahibi olabilmeleri için gereken tedaviyi

yapıyoruz. Hastalık konusunda kadının

bilinçlenmesi, sonraki tedavileri için çok

önemli. Neredeyse bir ömür boyu sürecek

sorunlarıyla ilgili eğitimler verip, onları bilinçlendiriyoruz.

Bu amaçla dünya çapında

isim yapmış, dünya literatürüne önemli kat-

80 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Kadın Sağlığı

kılar sunan

hocalarımızla

beraber

Yeditepe Üniversitesi

Koşuyolu Hastanesi’nde

Polikistik Over Sendromu ve Hirsutizm

Kliniği’ni kurduk. Bunu da multidisipliner

bir anlayışla hayata geçirdik.

Şöyle ki; polikliniğimizde kadın hastalıkları,

endokrinoloji, beslenme ve dermatoloji

uzmanlarından oluşan bir ekibimiz var. Kadıköy’ün

tam göbeğinde olan bu çağdaş ve

özel hastanedeki polikliniğimizin dünyada

çok az örnekleri var. Bugün birlikte çalıştığımız

hocamız Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur,

bu kliniklerin Türkiye’de öncüsü oldu.

Keleştemur, bu konuda dünya çapında

çalışmaları bulunan bir hekim. Şimdi de Yeditepe

Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde

bu kliniği hayata geçirdik. Birimimizde

ekip olarak bilgi üretmeye devam ederken,

laboratuvar çalışmalarımızı ve araştırmalarımızı

da sürdürmekteyiz.”

ENDOMETRİOZİS HASTALIĞININ

TEDAVİSİ MÜMKÜN

Erkut Attar, Türkiye’de kronik pelvik ağrı

konusuna eğilen sayılı isimlerden... Kronik

pelvik ağrının en sık nedeni olan Endometriozis

ile ilgili olarak kariyerinin başından

beri dünya literatürüne önemli katkılarda

bulunmuş. Endometriozis konusunda Yale

Üniversitesi ve Northwestern Üniversitesi

gibi Amerika’daki ünlü merkezlerde uzun

yıllar araştırmacı olarak çalışmış. Prof. Dr. Attar,

yaklaşık 10 kadından birinde görülen bu

hastalıkla ilgili olarak şu görüşleri paylaşıyor:

“Halk arasında çikolata kisti olarak da bilinen

Endometriozis, kadın hastalıkları açısından

oldukça önemli bir konu. Sık görülmesinin

yanı sıra bu hastaların yüzde 30’unda kısırlık

meydana gelebiliyor. Hastalık kadınlarda

kasık, karın ağrıları ve adet sancıları şeklinde

ortaya çıkabiliyor ve zamanla kronikleşiyor.

Erken tanı ve tedavi hâlinde tüm bu rahatsızlıkları

çözmek mümkün. Ancak tedavi

edilmezse basit bir adet sancısı olarak görülebilen

bu ağrılar, ileride kronik bir karakter

kazanarak ciddi sorunlara yol açabiliyor.

Kadının hayat kalitesi ileri derecede düşüyor,

cinsel ilişki sırasında ağrılar yaşanabiliyor

ve çocuk sahibi olmakta güçlük çekebiliyorlar.

Adet sancılarının olduğu dönemde

kadınlar işe gidemiyor. Genç kızlarda ise

adet sancıları maalesef hâlâ normal bir

durum olarak karşılanmaktadır. Oysa ki bu

yakınmaları Endometriozis’e bağlı olabilir.

Bu ağrılar, genç kızların eğitimini aksatıyor ve

sınav başarılarını düşürebiliyor. Depresyon

veya anksiyete ile birlikte görülmesi, durumu

daha da zorlaştırıyor.

Rahatsızlık gerek devlete veya bireye olan

ekonomik yükü gerekse iş gücü kaybına

neden olması bakımından dolaylı olarak

tüm ülkeyi etkiliyor esasında. Bir hasta

kısırlık tedavisi ile bize geldiğinde, bunun

devlete olan maliyeti kabaca hesaplandığında

en az 50 bin dolarlarda seyrediyor.

Çağdaş ülkelerde bu tarz rahatsızlıkların

çok önemsendiğini ve devletin bu konuya

önemli bir araştırma bütçesi ayırdığını söylemek

isterim. Bu hastalıkların erken tanısı

da maliyetleri önemli ölçüde düşürmekte...

Ülkemizde de buna yönelik çalışmaların ve

araştırmaların aynı titizlikle sürmesi şart.

Koruyucu hekimlik çerçevesi içerisinde

yapılan tüm çalışmaların devlete ve insana

olan geri dönüşü çok büyük.”

KLİNİK ALANDAKİ TEK ARAŞTIRMA

LABORATUVARI YEDİTEPE

ÜNİVERSİTESİ’NDE!

Hastalığın beraberinde birçok ek hastalığı

da birlikte getirdiğini aktaran Kadın

Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr.

Erkut Attar, Endometriozis hakkındaki

konuşmasına şöyle devam ediyor: “Hastalık

kronikleştikçe, farklı yakınmalar da ortaya

çıkabiliyor. Huzursuz bağırsak sendromu,

mesane ağrısı sendromu, myofasial ağrılar,

migren, depresyon ve uyku bozuklukları

gibi sorunlar bunlardan bazıları. Özellikle

interstisiyel sistit olarak da adlandırılan mesane

ağrısı, yaşam kalitesini büyük oranda

etkiliyor. Endometriozis konusunda şu an

açıklayamayacağım önemli çalışmaları da

laboratuvarlarımızda sürdürüyoruz. Sonuçlar

çıktıkça bunları açıklayabiliriz. Tüm bu

temel çalışmalar, Yeditepe Üniversitesinde

Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı

içerisinde kurduğumuz çekirdek araştırma

laboratuvarı bünyesinde yürüyor.

Türkiye’de ilk defa klinik bir ortam içerisinde

araştırma laboratuvarı kuruldu. Ben uzman

olarak Amerika’da çalıştığım dönemlerde

üniversite kliniklerindeki sistemin daha çok

bu şekilde işlediğini gördüm. Klinik alanda

bir temel laboratuvar oluşturma fikrini buraya

taşımayı uzun süredir düşünüyordum.

Bunu Yeditepe Üniversitesi’nde hayata

geçirdik, çünkü buranın çok iyi bir temel

bilimler altyapısı var. Hatta uluslararası

standartlarda ilk üçe girebilecek kalitede

ve donanımda moleküler tıpla uğraşan ağır

laboratuvarlar var. Diğer taraftan, Yeditepe

Üniversitesi’nde ortak araştırmalar yapabileceğiniz

çok değerli bilim insanları var.

Klinik ve temel bilimler arasında bu laboratuvarın

köprü görevi görmesini arzuluyoruz.

Önümüzdeki aylar içerisinde buradan dünya

literatürüne katkı sağlayacak çalışmalar

çıkacağına hem inanıyor hem de bunun için

gayret gösteriyoruz.”

İNFERTİLİTE VE TÜP BEBEK KLİNİĞİ VE

LABORATUVARLARI

Her iki hastalık da infertilite, yani kısırlık sorununa

yol açtığı için bebek isteyen hastaların

tedavisi için çok iyi bir infertilite kliniğine

sahip olmak gerektiğini de vurgulayan Erkut

Hoca, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Bu

hastaların bir kısmında tüp bebek tedavisine

de ihtiyaç duyuluyor. İnfertilite Kliniği ve Tüp

Bebek Merkezimiz, bölümümüzün önemli

bir parçası. Kurumsal nitelikte ve yüksek

kalite standartları ile faaliyet gösteriyor.

Diğer taraftan, henüz gebelik düşünmeyen

Endometriozis olgularında, özellikle ameliyat

öncesinde veya yumurtalık kapasitesinin

azaldığı durumlarda, doğurganlığı korumak

için yumurta dondurma işlemleri yapılması

gerekebilir. Doğurganlığı korumak amacıyla

yumurta ve sperm dondurma işlemlerini

kurumsal bir kimlikle ve ileri deneyim ile

yapmaktayız. Sadece Polikistik Over Sendromu

ve Endometriozis hastaları ile sınırlı

kalmaksızın, gebe kalmakta güçlük çeken

tüm diğer olgularda da tüp bebek merkezimiz

yüksek standartlarda hizmet vermekte.”

“Hastanemizin ve laboratuvarlarımızın

dünya standartlarına uygunluğu

konusunda denetim ve belgelendirme

işlemleri, bu konuda tanınan

uluslararası kurumlar tarafından

sürekli olarak yapılmakta. Henüz

daha yakın zamanda A’dan Z’ye

denetlendik. Tüm yönetici kadrolarımız

bu konuda oldukça hassas.

Sadece hastanelerimizin altyapısı

ve faaliyetleri değil, dekanlığımızın

yoğun ilgisi ve emekleri ile tıp

eğitiminin kalitesi de sürekli olarak

denetleniyor.”

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 81


Gastronomi

Anneannenin defterindeki tariflerle

başlayan bir şeflik öyküsü:

HAZER AMANİ

SERAP GÜRSES

Hepimizin öyle ya da böyle mutfakla

bir ilişkisi vardır. Kimimiz anne ya da eş

kimliğimizle doğal olarak evde aşçı görevini

yürütürken, kimimiz ise yemek yapmayı

bir hobi ya da deşarj olma yöntemi olarak

görür. Tabi bir de bu zevkli işi meslek olarak

yapanlar var.

Geçen zaman içerisinde pek çok meslek

gibi aşçılık da değişime uğradı ve şeflik kariyerine

dönüştü. Özellikle TV’lerdeki yemek

programları ve yarışmalar sayesinde giderek

popülerlik kazandı ve deyim yerindeyse

havalı meslekler arasına girdi. Eskiden aşçıbaşı

denince gözümüzün önünde hemen

Yeşilçam filmlerinde rahmetli Necdet Tosun

tarafından canlandırılan, elinde kepçesi,

başında uzun beyaz şapkası ile köşkün içinde

dolanan güleryüzlü, tonton adam imajı

belirirdi. Şimdilerde ise sadece yaptıkları

yemeklerle değil; eğitimleri, yabancı dil

bilgileri, kendilerine özgü şık giyim tarzları

ve cool imajları ile neredeyse sanatçılar ya

da dizi oyuncuları kadar ilgi gören ve merak

edilen şeflerden söz ediyoruz. Bunlardan

biri de ünlü Masterchef Hazer Amani.

Hazer Amani ile Ataşehir’deki restoranı

Fireroom’da bir araya geldik. Bu samimi

söyleşide ilk mutfak deneyiminden Cape

Town’daki aşçılık okulu günlerine, genç aşçı

adaylarına tavsiyelerinden dövmelerine

kadar pek çok konuda sohbet ettik. Magazin

gündemini uzun süre meşgul eden, ünlü

sanatçı Sıla ile biten evliliğini de okurlarımız

adına sorduk kendisine. Ancak Hazer Bey, bu

konuda yorum yapmama üzerine aralarında

bir prensip kararı aldıklarını ve bu karara

sadık kalmak istediğini iletti. Biz de gazetecilik

adına biraz hayal kırıklığına uğrasak da

diğer taraftan bu ilkeli ve beyefendi duruşu

için kendisini takdir etmekten ve “Keşke ülkemizde

biten tüm evliliklerin ardından taraflar

böyle medeni davranmayı başarabilseler”

demekten kendimizi alamadık. Şimdi sizi bu

keyifli röportajla baş başa bırakıyoruz.

82 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Gastronomi

Fine-dining eğitimi almış bir şef olarak,

sokak lezzetleri ve butik fast-food

diyebileceğimiz tarzda üç restoranınız var.

Bu sizin tercihiniz mi yoksa müşterilerin

talebi mi daha çok bu yönde? Türk insanı,

fine-dining restoranlara yeterince sıcak

bakmıyor mu?

Fireroom’u ilk açtığımda böyle bir eksiğin olduğunu

fark ettim. Gurme sokak lezzetlerinin

eksik olduğunu hissettim piyasada. O yüzden

onu tercih ettim, yoksa hâlâ fine-dining restoranlarda

çalışmayı özlüyorum; hatta açmayı

da düşünüyorum bir tane önümüzdeki aylarda.

Karşıda olacak, Arnavutköy veya Bebek

civarlarında. Tabi coronadan dolayı gel-al ve

paket servisine döndü işler ama ortam müsait.

Ha deyince açılmıyor restoranlar... Şimdi

açmaya karar verip, mekânı bulduğumuz

anda iki aydan önce açılmayacak. O yüzden

şimdiden yapmak lazım.

Zaten bu aşılarla da şeklin biraz değişeceğine

inanıyorum. Çünkü gerçekten restorancılık

sektörü büyük darbe bir yedi. En çok etkilenenlerden

biri oldu coronadan dolayı. Yazın

güzel açıldı, güzel güzel işler yaptılar, fakat

kapanan da bir sürü yer oldu. Süreklilik yok

ama ben ümitliyim. Şunu söylüyorum hep

röportajlarda ya da girdiğim toplantılarda,

bu süreci ayakta atlatabilenler yani devam

edebilenler, bu corona illetinden kurtulduktan

sonra çok güzel işler yapacaklar. Çünkü

insanlar bunaldı. Artık restoranlara gitmek,

sosyalleşmek istiyorlar. Kimisi evlerde

toplanıyor da aynı şey olmuyor. Restorana

gidip o servisi almak ile restorandan yemeği

alıp, evde yemek aynı şey olmuyor bence. O

yüzden bakalım, güzel şeyler olacak...

Sizin menünüzde de ilginç lezzetler var.

Mesela sokak lezzetlerinden kokoreç, farklı

köfte türleri, aktif karbonla yapılan siyah

hamburger, tacolar... Bu menü nasıl oluştu?

Valla şöyle ki, ben seyahat etmeyi çok

seven bir insanım. İşlerimden dolayı da

bir sürü seyahat ettim ve hep bu ülkelerde,

şehirlerde, oranın lokal halkının gittiği

mekânlara ya da restoranlara uğramaya,

sokak lezzetlerini keşfetmeye çalışırım.

Açıkçası burayı açmamın en büyük sebebi,

içerisinde “Benim çok sevdiğim, Meksika’da

sürekli tükettiğim tacolar da olsun”, “Bir

yandan İzmir’in kokoreci de olsun”, “Bir

yandan Anadolu’nun farklı yerlerinde yediğim

değişik köfteler de olsun” diye böyle bir

dükkân açmak istedim. Aslında tamamen

bencilce... Genelde gurme sokak lezzetleri

konseptinde diyebiliriz. Yani insanlar daha

mı çok seviyor diyemem ama her gün gidip

fine-dining yiyemezsiniz, fakat her gün gidip

bir burger ya da kokoreç yiyebiliyorsunuz.

İranlı bir baba ve Türk anne ile çift

kültüre sahip bir ailede büyüdünüz.

Güney Afrika, Cape Town’da aşçılık

eğitimi aldınız ve dünyanın pek çok

ülkesine seyahat edip, farklı lezzetleri

deneyimlediniz. Tüm bunların

sonucunda Hazer Amani’nin yemek zevki

ve tercihleri nasıl şekillendi? Pişirmeyi ve

yemeyi en sevdiğiniz yemekler neler?

Çift kültürle büyümenin tabi ki avantajları

oldu. Türkiye’de çok fazla kullanılmayan

birtakım malzemelerin çocukluktan itibaren

eve girip, piştiğini gördüm. Güney Afrika

seçimim de çok iyi oldu. Zamanında Hollandalılar

gelip, sömürgeleştirmişler orayı.

1650’li yıllarda yanlış hatırlamıyorsam ve

gelirken yanlarında Malezyalı köleler getirmişler.

Ne yazık ki köle demek zorundayım,

çünkü zaten o zamanlar kölelerdi, çalıştırılmak

için… Sonra İngilizlerin eline geçiyor.

Onlar da yanlarında Hintlileri getiriyorlar.

Aslında büyük bir Hollanda, Malezya, Hint

ve İngiliz-İrlanda-İskoçya popülasyonu

yaşıyor Güney Afrika’da. Bir de zaten kendi

kültürü ve onun yemek pişirme usulleri

var. O yüzden, hayatımda aldığım en iyi

kararlardan birisi olarak söylerim ben hep;

“İyi ki Güney Afrika’yı tercih etmişim eğitim

olarak” diye… Çünkü demin saydığım

mutfakların hepsini birebir gördüm. Bir İrlandalıyla

da Hintliyle de çalıştım. Hintli bir

anneannenin o körileri nasıl yaptığını, nasıl

malzemeler kullandığını da gördüm.

O yüzden o konuda çok şanslıyım.

Buna bir de Türk kültürü ve İran kültürü

eklenince... Bizim mutfağımız da Anadolu

mutfağı olarak baktığınızda birçok kültürün

eklenmesiyle oluşmuş; yani Arap mutfağı da

var içerisinde, Süryani, Çerkes, Rum mutfağı

da var. Bunların hepsinin bileşimi... Tabi

yemek pişirme teknikleri olsun, yemek zevki

olsun, bana bayağı geniş bir yelpaze yarattı.

Yapmayı en sevdiğim yemek de o gün nasıl

kalktıysam, o olabiliyor. O gün canım çok

fazla bir Hint körisi yapmak istiyor, o gün

onu yapıyor ve çok eğleniyorum. Bir gün

taze makarna yapmak istiyorum. Bir gün

canım Çin yemeği yemek istiyor, onu yapıyorum.

En sevdiğim yemek olarak söyleyemem

ama güzel yemek yapmayı seviyorum.

Yani siz de hep aynı şeylere bağlı

kalanlardan değilsiniz anladığım

kadarıyla. Burcunuz ne bu arada?

Akrep.

Sizden bir akrep enerjisi geliyordu zaten.

Sosyal medya paylaşımlarınızda da hep

ateş, siyahlar, kırmızılar… İnternette

oğlak burcu olduğunuz yazıyor.

Hatta ben şaşırmıştım, hiç oğlağa

benzemiyorsunuz çünkü…

İnternette doğum tarihimde 1 Ocak 1977

yazıyor. O yanlış bir bilgi ve herkes de onu

biliyor. Oysa ki 16 Kasım 1975 doğumluyum.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 83


Gastronomi

Her şefin mutfakta farklı bir yüzü var.

Kimisi mesela çok disiplinli ve sert

olabiliyor. Ekibi bir nevi tir tir titriyor.

Hazer Amani mutfakta nasıl biridir?

Ben öyle çok sert değilim ya da tatlı sertim

diyelim. Hata yapıldığında falan öyle bağıran

çağıran, ortalığı birbirine katan insanlardan

değilim. Ancak hata tekrarlanırsa, o artık hata

olmaktan çıkıyor ve kasten bir şeymiş gibi

oluyor. Tekrarlandığı zaman kendimi kaybettiğim,

bağırıp çağırdığım da olmuştur.

Yeni restoranınız Zekiye’yi de bu arada

açmışsınız. İsmine bakacak olursak,

mevcut “Fireroom”lardan çok daha

farklı bir konseptte hizmet verecek

diyebilir miyiz?

Zekiye’yi ikinci yasaklar gelmeden hemen

önce açmıştık. Şu anda paket servisi olarak

civardaki çalışanlara hizmet veriyor. Açıldı

yani, gayet de memnunum açıkçası. Birazcık

aslında kadın eli değmiş esnaf lokantası

gibi diyebiliriz buraya. Bir esnaf lokantasında

yapılan yemeklerin en kaliteli malzemelerle,

zeytinyağıyla, fındık yağıyla yapıldığı

bir lokanta. Çeşitli tatlılar, sulu yemekler, et

yemekleri, ızgara köfteler var. İran mutfağını

da ben ara sıra yapıyorum ama her zaman

olmuyor. Ben gelip menüye koyabiliyorum.

Özel sipariş olabiliyor veya benim canım

yemek istiyor, kendim yapıyorum ve o gün

menüye koyabiliyorum.

Zekiye ismi de nerden geliyor? Benim anneannemin

adı... Ben mutfağa ilk onunla

girip, onun tarifleriyle çeşitli yemekler

yaptığım için bu ismi seçtim. Anneannem

Kayseri, Develili...

Çocukluğumdan itibaren bizim evde yağlamalar,

mantılar, yaprak sarmaları vardı. Ben

de işte anneannemin yaptığı kadınbudu

köfteler gibi lezzetlerden ne varsa hatırladıklarım,

onları burada da sunuyoruz.

Sizde mutfak sevgisi böyle mi başladı?

Öyle evet… Ben Ankara TED Koleji mezunuyum.

Çoğu zaman saat üç civarı çıkıyordum

okuldan. Eve gittiğimde evde kimse yok

zaten, yiyecek bir şey de bulamıyorum. Ondan

sonra anneannemin defterini karıştırıp,

oradaki tariflerden poğaçalar, böreklerle

falan başlayıp, sonra “Ya ben bu işi ne kadar

sevdim” dedim. Sonra zaten profesyonelliğe

döktüm, hobi olarak yaptığım işi.

Avrupa’da ve dünyada turistlerin

sadece iyi yemek yemek ve tadım

deneyimleri yaşamak için ziyaret ettiği

gastronomi şehirleri var. İspanya’daki

San Sebastian gibi... Biz ülke olarak çok

lezzetli yemeklere ve özgün bir mutfağa

sahip olmamıza rağmen neden bunu

başaramıyoruz? Mesela Gaziantep, bir

San Sebastian olamaz mı?

Yani olabilir tabi ama Gaziantep’e baktığınız

zaman, bu gastronomi turizmine meraklı insanlar,

bunu yemeli içmeli yerlerde yapıyor.

Yani gittiği zaman adam bir yemek yiyorsa,

onun yanında bir şarabını da içmek istiyor

veya ona uygun olabilecek ne bileyim,

Adana’ya gittiyse rakısını da içmek istiyor.

Biz aslında onu çok fazla sunamıyoruz. Yani

Urfa olsun, Antep olsun, Elazığ olsun çok

güzel yemekler yapılıyor buralarda ama onu

destekleyecek ve global turiste hitap edecek

restoranlar da çok fazla yok. Yani adam

geliyor, tadına bakıyor ve gidiyor. Sonuçta

siz bir restorana gittiğinizde, bir şişe şarap

açıldığında, onun sohbeti falan derken

nerden baksanız en az bir-bir buçuk saat o

yemeğiniz sürer. Fakat bir kebap söylediğinizde,

kebabınızı on beş dakikada yiyorsunuz,

yani aslında çok fazla da bir deneyim

sunamıyorsunuz o insana. Sadece karnını

doyuruyorsunuz.

Tanıtımda eksiğimiz var mı?

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çeşitli faaliyetleri

var, gastronomi turizmini dünyada

yaymak için. Bundan iki sene önceki 3.

Turizm Şurası’na ben de davetliydim.

Cumhurbaşkanımız kendisi söyledi; “Artık

gastronomi turizmini de çok ön planda tutup,

bununla ilgili de çalışmalar yapacağız.

Ülkemizin turizmine katkı sağlayacağız bu

şekilde” diye. Yani çalışmalar yapılıyor ama

tabi 2020 yılının neredeyse üstünün çizilmesi

ve pandemi, birtakım şeylerin dönüşünü

zorluyor. Bakalım önümüzdeki sene turist

gelecek mi? Onu bile bilmiyoruz.

Son yıllarda TV’lerdeki yemek

programları ve yarışmalar sayesinde

üniversitelerin gastronomi bölümleri

en çok tercih edilen bölümler arasına

girdi. Bu alanda yetişmek isteyen

gençlere tavsiyeleriniz neler? Piyasada

fark yaratan, iyi bir şef olmak için neleri

göze almaları gerekiyor?

Valla bir kere çok çalışmayı kesinlikle göze

almaları gerekiyor. Bizimki fiziksel olarak

güç isteyen, aynı zamanda kafa olarak güç

isteyen bir meslek olduğundan dolayı...

Uzun saatler çalışıyoruz, çalıştığımız ortamlar

rahat ortamlar değil. Yani bir ızgaranın

başında 6-7 saatini geçirebiliyorsun, ellerin

kolların yanarak... Gerçekten iyi bir aşçı

olmaları için yaptıkları mesleği çok sevmeleri

lazım ki vazgeçmesinler. Çok vazgeçen

insan oldu. Benim okulda beraber okumaya

başladığım ama ikinci senesinden sonra

“Bu iş bana göre değil, ben bu işi yapmayacağım”

diyen... Boşuna zaman kaybetmesinler

yani. Stres var çünkü, zamanla yarışıyorsunuz.

En kısa zamanda en lezzetli şeyi

yapmaya çalışıyorsunuz. Onun stresi var.

84 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Gastronomi

Herkes hafta sonu için planlar yaparken, siz

hafta sonları daha çok çalışacağınızı biliyorsunuz.

Herkes bayram tatilinde, yılbaşında

planlar programlar yaparken, tatile yurt

dışına giderken siz daha çok çalışıyorsunuz.

İnsanlar mesaisinden evine döndüğünde

sizin daha mesainiz yeni başlıyor. Açıkçası

o yüzden sosyalleşme ihtimaliniz sadece

kendi mesleğinizden insanlarla oluyor,

o da kısıtlı oluyor. Kolay bir meslek değil

ama gerçekten seviyorlarsa bu işi, yemek

yapmayı, aşçılığı, o zaman başarılı olurlar,

fark da yaratırlar.

Ben mesela okurken, bir yandan da çalışıyordum.

Gündüzleri çok yoğun bir programım

vardı. Gündüz okuyordum, sonra

atlıyordum, ilk başlarda araba almadan

önce trene, bir saat trenle yol gidiyordum.

Ondan sonra restoranda hazırlığa başlıyordum.

Akşam servisimi veriyordum. Saat on

iki, bir gibi de eve dönmüş oluyordum. Ertesi

sabah kalkıp, tekrar okula geliyordum.

Bu bana neyi sağladı? Diğer arkadaşlarım

mesela bir hollandez sosunun nasıl yapıldığını

derste yeni görürlerken, ben zaten 50

kere yapmıştım bunu.

Masterchef’in 2018 sezonunda üç jüri

üyesinden biriydiniz. Yarışmadaki

performansınız ve duruşunuzla çok

seviliyordunuz ve oldukça fazla fanınız

vardı. Sonraki sezon sizi kadroda

göremeyince çok hayal kırıklığına

uğrayanlar olmuştu. Hayranlarınız bunu

hâlâ merak ediyor. Masterchef’e neden

devam etmediniz?

Öyle gerekti. Bu kadar...

Sadece şefliğinizle ve lezzetli

tariflerinizle değil; ilginç giyim tarzınız,

dövmeleriniz ve cool imajınızla da çok

konuşuluyorsunuz. Hiç dizi ya da film

teklifi aldınız mı?

Kısa bir filmde oynadım zaten. Sevgili Umut

Evirgen’in yönetmenliğini yaptığı bir kısa

film, “İyi Yemek Öldürür” diye. Orada bir

yemek eleştirmeni rolündeydim. Birkaç

tane diziden de böyle şeyler geldi ama çok

da tercih etmedim açıkçası. O bambaşka bir

dünya... Birkaç tane diziye kendim olarak

konuk oldum ama tutup da yani birebir

oyuncu olarak ı-ıhh… Çok tercih etmedim

ama güzel, inandığım bir film projesi olursa

neden olmasın.

İnsanın yaptırdığı her dövmenin,

yaşamındaki önemli olaylardan ve

kişilerden bir iz taşıdığı söylenir. Siz de

son dönemde iki yeni dövme yaptırdınız.

Bir tanesi için “Cemal Süreya’nın

dizeleri” dendi, sonra “Hayır değil”

dendi. Bu da ayrıca bir edebi tartışmaya

dönüştü ve çok yazıldı, konuşuldu.

Bu dövmelerle birine gönderme mi

yapıyorsunuz?

Bir tane deli bir kuyuya taş atıyor, ondan

sonra elli kişi onu çıkartamıyor. Benim 16

yaşımdan beri dövmelerim var ve yaptırmaya

da devam ediyorum. Tutup da birilerine

bir gönderme olarak niye insanlar algılıyor,

onu da bilmiyorum. Herhalde 20 tane dövmem

vardır. Bu bir alışkanlık... Ben seviyorum,

estetik geliyor bana insan vücudunda.

Zaten çizime ve resme de meraklı olduğum

için hoşuma gidiyor. Resim de yapıyorum,

karakalem ve çivit kullanıyorum. Dövmelerimin

çoğunu da ben çizdim zaten.

Peki takılarınız... Şu anda taktığınız

yüzükler de çok enteresan mesela.

Kendiniz mi seçiyorsunuz, özel mi

tasarlatıyorsunuz?

Özel tasarlattığım yer de var, yurt dışından

da alıyorum. İşte bir yerde bir şey gördüğüm

zaman, güzel şeyi kaçırmıyorum. Biraz da

meraklıyım. E süslüyüm herhalde biraz, öyle

diyelim. (Gülüşmeler)

Son olarak, corona pandemisiyle

birlikte yeme-içme sektörü de zora

girdi. Sizce bundan sonra yeni bir

dönem mi başlıyor? Dışarıda yeme

anlayışı değişime mi uğrayacak? Yoksa

pandeminin bitimiyle birlikte her şey

kaldığı yerden devam eder mi?

Her şey kaldığı yerden devam eder. İnsanlar

artık hijyene, birtakım uyulması gereken

kurallara daha fazla uyacaklar. Ancak bence

her şey kaldığı yerden devam edecek ve

tam tersine ayakta kalabilenler ihya olacak.

Ama bu aşıların da her şeyin de bitmesi

gerekiyor. Kendilerine dikkat etsinler, mümkün

olduğunca insanlarla fazla sosyalleşmesinler

ki şu illetten bir an önce kurtulalım

ve normal hayatlarımıza artık geri dönelim.

Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz,

yeni restoranınız için de şimdiden

başarılar diliyoruz.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 85



Ayşe Tunaboylu:

Kadıköy’de

yaşamaktan

çok mutluyum

Müzisyen Atilla Yelken:

40’ından sonra

saz çalınır da 70’inden sonra

sanayici olunmaz mı?

Serpil Barlas’ın hayatı

dizi oluyor


Life Magazin

Ayşe Tunaboylu:

Kadıköy’de yaşamaktan

çok mutluyum

PINAR BALTACI

Tiyatro sahneleri ve televizyonun tanınan

simalarından Ayşe Tunaboylu ile biraraya

geldik. Evde geçen pandemi döneminin

ardından yeni dizisi “Kefaret” ile tekrar

ekranlara dönen Tunaboylu’yla dizinin yanısıra

Kadıköy’ü, sanatı ve tiyatroyu konuştuk.

Öncelikle pandemi sürecini soracağım.

Nasıl geçirdiniz bu karanlık dönemleri?

Pandeminin Türkiye’de görüldüğü 10 Mart

2020 tarihinden itibaren oyunumuz ve

dizi çekimlerim de durdu maalesef.

Yaklaşık 4 ay çok zorunlu olmadıkça

evden çıkmadım ben de. Bol kitap

okuyarak, canlı Instagram sohbetlerini

dinleyerek geçti günlerim. Eylül

ayında “Yeni Hayat” dizisi çekimlerim

başladı. Ekim sonu gibi o proje

son buldu. Aralık sonunda “Kefaret”

dizisine dahil oldum. Aralık

ayından beri de kesintisiz olarak

çalışmaktayım. Sette pandemi

önlemlerimiz oldukça yeterli.

Yeni diziniz Kefaret’i ve rolünüzü anlatır

mısınız? Nasıl geçiyor set günleriniz?

Kefaret dizisi, Zülfü Livaneli’nin “Konstantiniye

Oteli” kitabından bir uyarlama.

Oynadığım Ayşe karakteri, polisiye roman

yazarı Sabri Bey’in emektarıdır. Sabri

Bey’in kızı olan Sude’nin hem bakıcısı hem

de eğitmenidir bir anlamda. Sabri Bey’in

ölümünden sonra, birtakım olaylar nedeniyle

kızı kaçırılan Zeynep’le yolları kesişir.

Zeynep kaçırılıp, 5 yıl sonra bulduğunu

sandığı Sude ile Sabri Bey’in evine yerleşir.

Ayşe, Sabri Bey’in yarattığı, yaşattığı bir sürü

yalanın içinde kalmıştır. Sude’yi de torunu

gibi çok sevdiğinden, her şeyi sır gibi saklamaya

çalışmaktadır. Emektar, sırdaş, iyi

niyetli bir kadındır Ayşe...

Set çalışmaları son derece yoğun

ama bir o kadar da güzel geçiyor. 6

günde 1 bölümü bitiriyoruz. Ekibimiz,

her zaman bulunamayacak

bir sinerjiye sahip. Başta yönetmenlerimiz

olmak üzere, tüm

oyuncu ve ekip arkadaşlarımızın

uyumu harika. Böyle bir ekiple

çalışıyor olmak, benim için

mutluluk verici…

88 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Life Magazin

başta bu gözlem ve analiz yöntemini kullanıyorum. Ve

en önemlisi, “Bu rol kişisinin yerinde olsaydım, ben nasıl

davranırdım?” sorusuna cevap ararım.

Okuyucularımız ile unutamadığınız bir set anınızı

paylaşır mısınız? Sanıyorum sayıca fazladır, ancak

ilk aklınıza geleni dinlemek isteriz...

Devlet Tiyatrosu’nda bilfiil 25 yıl, dizi setlerinde de 21 yılı

doldurdum. Tabii ki acı, tatlı birçok anım var. Ancak ben

sette olan, hiç unutamadığım çok tatlı bir anıdan söz

edeceğim. “İffet” dizisinde çalışıyorken bir gün, sabah ilk

sahneme gireceğim. Deniz Çakır’la ikili bir sahnemiz vardı.

Sete alındım, her şey hazır, “3-2-1 kayıt” dendi. Ben tam

rolümü canlandırmaya başlayacaktım ki aniden karşıma

mumlarla süslenmiş büyükçe bir pasta çıktı. Herkes doğum

günü şarkısını söylüyordu sette. Doğum günümün bu

şekilde kutlanmış olması, unutamadığım güzel anılarımdan

birisidir.

Bugün size yeniden bir yaşam ve meslek seçme şansı

sunulsaydı, yolunuzu farklı bir yöne çevirir miydiniz?

Dünyaya bir daha gelsem, yine oyuncu olurdum. Oyunculuğun

bana kattığı çok şey var ve mesleğimi çok seviyorum.

Pandemi sürecinden evvel sahnelenen “Kum Taneleri”

oyununu da dinlemek isterim. Nasıl bir oyun?

“Kum Taneleri” oyunumuz, iki kişilik bir oyun. Aslı İçözü ile

paylaşıyorum sahneyi. Ali Kemal Güven’in yazıp, yönettiği

bir oyun. İki çocukluk arkadaşının, aradan 20 yıl geçtikten

sonraki karşılaşmalarını konu alıyor. Yazarın kaleminin

ustalığı ile oldukça naif, dokunaklı bir oyun bana göre…

Çok da severek oynuyorduk. Umarım bu oyunla yeniden

seyircimizle buluşabiliriz.

Ayşe hanım, sizi ekranlarda ve tiyatro sahnelerinde çok

sık görüyoruz. Birbirinden güzel rollere hayat verdiniz.

Bu bağlamda sizin için özel yeri olan bir rolünüzü

anlatır mısınız? Hani hiç unutamadığınız....

Bugüne kadar tiyatro ve dizilerde canlandırdığım rollerin

hepsi birbirinden kıymetli. Ama en çok derseniz, “Aliye”

dizisindeki Hasibe rolümün yanı sıra tiyatroda da Gorki’nin

“Ayaktakımı Arasında” adlı oyununda Kvaşniya isimli rolümün

ayrı bir yeri var benim için.

Yıllar önce bir röportajda hizmetçi rollerinin tercih

edilen isimlerinden olduğunuzu ifade etmiştiniz.

Kefaret’teki yeni rolünüz de öyle… Televizyonda

oyuncuya benzer rollerin gelmesi durumunu

nasıl yorumluyorsunuz? Siz bu rolünüze nasıl

hazırlanıyorsunuz?

Aliye’de oynadığım emektar hizmetli rolü o kadar dikkat

çekti ki, sonraki dizi projelerindeki rollerim de çoğunlukla

bu ve buna yakın roller oldu maalesef. Bu konuda oldukça

rahatsızım aslında ama bazen seçme şansım olamıyor.

Oysa ki ben tiyatro oyuncusuyum ve her rolü kolaylıkla oynayabilirim.

Mesela bir avukat, psikolog vb… Bir oyuncunun

bir rolü yaratmak için kullandığı en önemli araçlardan

biri gözlemdir. Yorumlayacağım role hazırlanırken, en

Ayşe Tunaboylu neler okuyor ve izliyor bugünlerde?

Sizden güzel bir liste alabilir miyiz?

Şu sıralar kişisel gelişim kitapları okuyorum

çoğunlukla. Dr. Joe Dispenza’nın yazdığı

“Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak”, Penney

Peirce’nin yazdığı “Frekans” kitapları,

bu aralar başucu kitaplarım. Dizi olarak

da BluTV’deki Saygı”yı izliyorum vakit

bulabildiğimce… YouTube’da Mistik Yol

ve Evrim Balıkçı’yı takip ediyorum. Onların

önderliğinde bol bol meditasyon yapıyorum.

Hepsini hararetle öneririm.

Ayşe hanım, son kez bize kendi

Kadıköy’ünüzü anlatır

mısınız? Kadıköy’de en çok

nerelere gitmeyi seviyor

ve nerelerde vakit

geçiriyorsunuz?

Aslında Üsküdar doğumluyum.

Daha 7, 8

yaşlarımda Salacak’ta

Kız Kulesi’ne karşı

yüzmeyi öğrendim. Şimdilerde

ise Erenköy’de

yaşıyorum. Çok da

mutluyum Kadıköy’de

yaşamaktan. Boş

zamanlarımda sahilde

bisiklete binmek,

yürüyüş yapmak

ruhuma çok iyi geliyor.

Deniz kenarında oturup

kitap okumak ve müzik

dinlemek vazgeçilmezim.

Kadıköylü olmak, benim

için bir ayrıcalık. Kendimi

şanslı hissediyorum bu

açıdan…

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 89


Life Magazin

Müzisyen Atilla Yelken:

40’ından sonra saz çalınır da

70’inden sonra sanayici

olunmaz mı?

Koronavirüs sebebiyle koroları kapalı olan,

sahne çalışması yapamayan ve 56 yıldır bu

sektörde emek veren sanatçı Atilla Yelken’le

pandemi sürecinin müzik sektörü üzerindeki

olumsuz etkilerini konuştuk.

Atilla Bey, uzun bir süredir sahneler ve

müzik hayatı durdu. Bu süreç sizi ve diğer

müzisyenleri sosyal ve ekonomik yönden

nasıl etkiledi?

Hepimiz dünyaya bir tek ömür yaşamak için

geliyoruz. İnsanca ve huzur içinde yaşamak

istiyoruz. Bir meslek seçiyoruz ve o mesleğe

ömür veriyoruz. Ben müzisyenliği seçtim,

çünkü gençlik yıllarımda başlayan bir

tutkuydu bende müzik. Kalbimin sesini dinledim

ve 56 yılımı sahnelerde geçirdim. Bu

mesleğin zor yanlarını anlatmayacağım, şu

anki meselemiz bu değil. Konumuz, bugüne

kadar hiç yaşamadığımız bir süreçten geçiyor

olmamız. Hiç bilmediğimiz bir durumla

karşı karşıyayız. En çok etkilenen sektör

bizimki... Arkadaşlarımızın çoğu o kadar zor

durumda ki, tüm umutlarını tükettiler ve ne

yazık ki enstrümanlarını satmaya başladılar.

Başka ne gibi sorunlar yaşandı

bu dönemde?

Bazıları çaresizlikten intiharı seçiyor, gencecik

yaşamlar sonlanıyor. Bu çok acı... Müzik

aletleri satan dükkânlar ve müzikli mekânlar

bir bir kapanıyor. Bu sektör sadece

müzisyenlerden oluşmuyor. O mekânlarda

çalışan aşçısı, bulaşıkçısı, garsonu, komisi,

tesisatçısı, sesçisi, temizlikçisi, güvenlikçisi

ve müzik stüdyoları, hepsi ama hepsi işsiz

kaldılar. Evleri kira, çoluğu çocuğu, faturaları,

mutfak giderleri, hepsi para beklerken bu

insanların bir kuruş gelirleri kalmadı. Başka

iş arasalar, bu ekonomik krizde zaten iş bulma

şansları çok düşük. Üstelik müzisyenler

her işi yapamaz. Bu böyle bir meslek...

Kısacası, müzik sektöründeki herkesin

hayatı bir kâbusa döndü. Pek çoğu çok zor

durumda ve bu kriz öyle hemen bitecek gibi

de görünmüyor maalesef.

Peki, Atilla Bey sizce ne yapılabilir?

Siz ne yaptınız bu dönemde meselâ?

Ben meslek hayatım boyunca başka

uğraşlarımı hiç bırakmamakla birlikte kendi

iş yerimi açtım ve uzun süre ticaret yaptım.

Sanırım hobilerim de olduğu için şanslıyım.

Uzun bir süredir karavan ve ekonomik

yelkenli tekne konusunda bazı projelerim

üzerinde çalışmaktaydım zaten. Pandemiden

dolayı bu bunalımlı durumlarda yine

çok şanslıyım ki, 1953 yılından bu yana

dostum olan ilkokul arkadaşım İbrahim

İnci’nin sahibi olduğu İnci Makina’da fabrikaların

ve imalat sisteminin çalışma düzeni

konusunda deneyim kazanıyorum. 40’ından

sonra saz çalınır da 70’inden sonra sanayici

olunmaz mı? İşte ben de bunu yapıyorum.

Çocukluk resimlerimize bakıyorum da biz

İbrahim’le hepsinde yan yana ve el eleyiz.

Kardeş gibi geçmiş yıllarımız. İşte dostluğun

sihirli gücü... Biz arkadaşımla bunca yıl

sonra yine el eleyiz.

Bu zor dönem bitene kadar her patron bir

müzisyene yanında iş vererek olamasa

bile pandemi sonrasında yapılacak iş

yemekleri ve bayii toplantılarında ücret

almadan müzik yapmaları karşılığı avans

verebilse güzel olmaz mıydı?

Hatta bu arkadaşlarımız, onların çocuklarına

ücret almadan piyano, gitar dersleri de

verebilir meselâ. Bir yol bulunur, bulmalıyız.

Bu konuyu lütfen hepimiz düşünelim ve bir

farkındalık yaratalım.

90 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Life Magazin

Serpil Barlas’ın hayatı

dizi oluyor

Ani ölümüyle aramızdan ayrılan

sanatçı Serpil Barlas, son

kez dergimize konuşmuştu.

Hayatının bir dizi film olacağını

duyuran Barlas, Kadıköy’e

sevgisini de dile getirerek,

hayranlarıyla buluşmanın

mutluluğunu paylaşmıştı.

Sanatçımızı sevgi ve saygıyla

anıyor, değerli anısına mini

söyleşimizi değiştirmeden

yayınlıyoruz.

Bir döneme damga vuran isimlerden ses

sanatçısı Serpil Barlas’ın hayatı dizi oluyor.

Başrolü oynayacak kişinin henüz belli olmadığını

ifade eden sanatçı, dergimize özel

açıklamalarda bulundu. Uzun zamandır

ekranlarda göremediğimiz Barlas, müjdeyi

sayfalarımız aracılığıyla vermeyi tercih

ederek, Kadıköy’e dair hislerini şu sözlerle

ifade etti:

“Merhabalar sevgili Kadıköylüler, röportajlarım

çıktığı zaman derginin biraz daha fazla

okunduğunu duyuyorum ve müthiş mutlu

oluyorum. Canım anneciğim ve teyzeciğim

Kadıköylü olduğu için benim zamanım da

sık sık orada geçiyor. Böylece ben de Kadıköy’e

çok alıştım. Ayrıca tertemiz havası,

gayet ferah yürünecek sokakları, nefis kokan

çiçekleri ve yeşilliklerine de hayran olduğum

için artık ben de Kadıköylü sayılırım.”

“ÇOK İDDİALI BİR DİZİ OLACAK”

Bu kez çok mutlu olduğu bir haberi bizlerle

paylaşmak istediğini dile getiren Serpil

Barlas, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu güzel

haberi ilk kez Kadıköy Life Dergisi okuyucuları

ile paylaşıyorum. Her şeyimi sizlerle

paylaşmak beni müthiş mutlu kılıyor. Evet,

hayat hikâyem dizi olacak. Bu haber benim

için çok önemli, çünkü ilk kez hayatımı

detaylı bir şekilde televizyon ekranlarında

dizi hâlinde seyredeceksiniz. Başrolü benim

oynayıp oynamayacağım henüz belli değil.

Aktör de yakında belli olacak. Çok iddialı bir

dizi ile seyirci karşısına çıkacağız. Sizlerden

de sürekli böyle bir talep gelince, ben de

artık hayata geçirmeye karar verdim. Beni

sevdiğiniz için çok mutluyum. Sizleri çok

seviyorum.”

SERPİL BARLAS HAKKINDA

Şehir Tiyatroları’nda başlayıp, müzikle

devam eden uzun bir sanat serüveninin

kahramanı Serpil Barlas... Yıllarca dönemin

önemli orkestralarında solistlik yapan Barlas’ın

hayatındaki dönüm noktası ise, Altın

Ses Yarışması’ndaki başarısı oluyor. Böylelikle

hepimiz onu ilk 45’lik plak çalışmasının

çıkış şarkısı ‘Dibi Dibi Da’ ile tanımaya

başlıyor, Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye

finalinde ‘Yaşamaya Bak’ isimli şarkısı ile

1970’lerin Türkiye’sinde evlerimize konuk

ediyoruz. 1978 yılında Amerika’ya yerleşen

sanatçının yolu 1993 yılında tekrar ülkesine

düşüyor. O yıllardan bu yana AIDS ile

mücadele eden Barlas, 1998-2001 yılları

arasında da özel bir televizyon kanalında

yayınlanan “Serpil Barlas’la Kurdele” isimli

programla adından uzun zaman söz ettirmeye

başlıyor.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 91


Gastronomi

Göztepe’de ödüllü bir

dondurmacı var;

Erhan Usta

KADİR TOPRAKKAYA

Göztepe Şair Arşı Caddesi’nde ödüllü bir

dondurmacı olduğu haberini paylaşmak

istiyoruz. Paylaşımdaki amacımız sadece

ödüllü olması değil elbette. Test ettiğinizde

karar verebileceğiniz lezzeti de oldukça

yükseklerde. Önümüzdeki ay başlayacak

olan dondurma sezonu öncesinde mekânı

ziyaret edip, özelliklerini değerli okurlarımıza

aktaralım istedik.

DÖRT KUŞAKTAN GELEN LEZZET

Mekânın adı ‘Meşhur Dondurmacı Erhan

Usta’. “Maziniz ne kadar eskiye dayanıyor?”

şeklindeki ilk sorumuza “Ben dördüncü kuşak

temsilcisiyim” yanıtını alınca, bu cevap

bizim dikkat kesilmemize yetti.

BALKANLAR’DAN BAŞLAYAN HİKÂYE

Erhan Osmanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Dondurmanın anavatanı aslında İtalya’dır.

Bizim atalarımız Balkanlar’da, İtalya’ya çok

yakın bir köyde yaşarmış. Çalışmak için

İtalya’ya geçen dedelerimiz, ülkenin süt ve

meyve konusunda daha iyi olan köylerinde

daha iyi dondurma yapmaya başlamışlar.

Oradan bu yana serüvenimiz devam ediyor.”

DÜNYA SIRALAMASINDA

Osmanoğlu alanında o kadar iddialı ki,

dünyadaki sıradışı dondurmacılar arasında

yer almayı bile başarmış. 2019 yılında Best

of City Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Dondurmacısı”

seçilen Erhan Osmanoğlu, ödül

töreni sırasında dondurmasını test eden

uzmanlardan aldığı övgülerin desteğiyle

dünya başkentleri ile yarışma kararı almış.

ALTIN TOZU, İRAN SAFRANI

Osmanoğlu, dünyanın en ünlü dondurmacılarını

araştırdığında Tokyo’da, Las Vegas’ta,

Dubai’de, New York’ta bir porsiyonu bin

dolara, beş bin dolara satılan dondurmaları

öğrendiğinde detaylarını araştırarak,

“Daha iyisini yapabilir miyim?” sorusunu

sormuş kendisine. Koyun sütü, çok yüksek

kaliteli bal, İran safranı ve biraz da altın tozu

üfleyerek muhteşem bir dondurma ortaya

çıkarmış ve bin lira fiyat ile lanse ederek

literatüre girmesini sağlamış.

MALZEME KALİTESİ OLMAZSA OLMAZ

İyi bir dondurma yapabilmek için kullanılacak

olan malzemenin mutlaka kaliteli olması

gerektiğine vurgu yapan Osmanoğlu’na

göre; “Aksi takdirde hangi formül olursa

olsun hiçbir işe yaramaz. Biz kullandığımız

meyveleri normal piyasa fiyatının neredeyse

iki katını ödeyerek alıyoruz. Diğer malzemeler

için de çok hassas davranıyoruz. Kaliteli

malzeme ve hijyen, bizim için olmazsa

olmaz özelliğini sürdürüyor ve her daim de

sürdürecek.”

92 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Bağdat Caddesi

İtimat Caddebostan,

Bağdat Caddesi’nin

gözdesi oldu

KADİR TOPRAKKAYA

Süt ve süt ürünleri alanında 70 yıllık bir maziye

sahip olan İtimat, son yılların en hızlı

büyüyen ve en sevilen markalarından biri

hâline geldi. Bu başarıdaki başlıca nedenler

arasında, hem kendi ürettiği ürünlerdeki

yüksek kalite hem de diğer üreticilerden

temin ettiği ürünlerin tüketicilerden aldığı

yüksek not dikkat çekiyor.

MANAV BÖLÜMÜNDE HER GÜN

GÜNLÜK ÜRÜNLER

İtimat markasının az sayıdaki şubesinde

manav bölümü de bulunuyor. Caddebostan

şubesinin manav ürünlerindeki yüksek kalite

ile ön plana çıktığını dile getiren Mağaza

Yöneticisi Cemil Gılıç, manav konusunun

son derece tecrübe isteyen bir alan olduğuna

vurgu yaparak; “1978 yılından beri bu

sektörün içerisindeyiz. Kardeşler Grubu adı

altında 2001 yılında Beylerbeyi’nde başladığımız

manav işimizi Çengelköy, Altunizade

ve Bağlarbaşı’nda binlerce müşterimize

verdiğimiz hizmet ile sürdürdük” dedi.

KALİTE, KALİTE, KALİTE

Sözlerini “Bizim için her zaman en önemli

olan tek şey kalite olmuştur. Bu nedenle,

bu kavramı hiçbir zaman göz ardı etmemek

adına sürekli telaffuz ediyoruz. Benim bu

durumumu bilen üreticiler de eğer bana

verecekleri ürünleri sadece kaliteli değil, çok

kaliteli değilse vermezler” şeklinde sürdüren

Gılıç, bu konuda ne denli dikkatli ve titiz

olduğunun altını çizdi.

HER ŞEY 1949’DA BAŞLADI

Marka, motto olarak belirlediği “Her Şey

1949’da Başladı” sözüne eklediği “Sizin için

sütün büründüğü her şekli, her tadı ve her

rengi kapsayan bir dünya kurduk” ifadeleriyle,

60’dan fazla şube ağına ulaşmayı

başardı.

BAĞDAT CADDESİ’NE DAMGASINI VURDU

İtimat markasının en gözde şubelerinden

biri de geçtiğimiz yıl açılan Bağdat Caddesi

mağazası oldu. Caddebostan’da hizmete

giren şube, bünyesinde yer alan zengin

manav konsepti ile Cadde sakinlerinin

vazgeçilmezi oldu.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 93


Gastronomi

Kanarya Et Grup Yönetim Kurulu Başkanı Burak Şahin:

www.kanaryakasabi.com.tr

ile doğal ve taze et kapınızda

Yarım asrı geride bırakın Kanarya Et Grubu, www.kanaryakasabi.com.tr internet

adresi üzerinden sağlıklı ve kaliteli eti, güvenilir şekilde müşterilerine ulaştırıyor.

Büyük Kulüp’ten Kaşıbeyaz Lezzet Grubu’na kadar İstanbul’un üst düzey

mekânlarına et tedarik eden Kanarya Et Grubu, www.kanaryakasabi.com.tr ile

gerçek eti, en doğru fiyatlarla tüketiciye sunuyor.

HABER MERKEZİ

Pandemiyle birlikte dijitalleşen hayat, et

sektörünü de dijitale taşıdı. Yıllardan beri et

sektöründe olan birçok firmanın yanında

başka sektör oyuncuları da online üzerinden

et satışına başladılar. Oysa gıda konusu

çok hassas... Özellikle de konu ete gelince…

İşte tam da bu noktada konu, güvenilir

adreslerden alışveriş yapmaya geliyor.

Yıllardır sektörün içerisinde yer alan, İstanbul’un

en iyi mekânlarına et tedarik eden

firmalardan Kanarya Et Grup’un Yönetim

Kurulu Başkanı Burak Şahin; “Bu dönemde

herkesin bir anda online üzerinden et

satışına girmesi, MAP ambalajlama, ürünleri

farklı gösterme, etin menşei bölgesinin

yanlış gösterilmesi gibi tüketici birçok karmaşık

bilgilerle karşı karşıya kaldı. Burada

tüketicinin online sipariş verirken, sipariş

vereceği firmaları gerçekten çok iyi seçmeleri

gerekiyor” diyor. Tüketicilerin doğru bir

adresten et sipariş edebilmeleri için

www.kanaryakasabi.com.tr internet sitesini

açtıklarını belirten Şahin, en çok kendilerine

özgü kasap köftesi ve kangal sucuğa yoğun

bir talep aldıklarını ifade ediyor.

Firmanızdan bahsedip, sektördeki

deneyiminiz ve ürünleriniz hakkında

bilgi verir misiniz?

1960 yılında İstanbul’un Fındıkzade

semtinde, kasap dükkânı olarak babam ve

firmamızın onursal başkanı Bilgin Şahin

tarafından kuruldu. Fındıkzade, o zamanlar

İstanbul’un sadece sur içi sınırlar içerisinden

ibaret olduğu zamanlarda hareketli

bir semtti. Doğrusu o hareketlilik bugün de

devam etse de bütün restoranlar burada yer

alırken, nüfus yoğunluğu da fazlaydı. İşte

biz de o yıllarda kaliteli ürünlerimizle isim

yapmaya başladık. Evine et almak isteyen

kişilerin yanında restoran sahipleri de bizleri

tercih eder duruma geldi.

Sektörde tam tamına 60 yıldır faaliyet gösteriyoruz.

1960 yılından 1985 yılına kadar

yalnızca perakende olarak sürdürdüğümüz

faaliyetlerimize, 1985 yılından itibaren toptan

satışı da ilave ederek İstanbul’un seçkin

restoran, otel ve kasaplarının et tedariğini

gerçekleştiriyoruz. Onursal Başkanımız

Bilgin Şahin, aynı zamanda 15 yıl İstanbul

Perakendeci Kasaplar Esnaf Odası Başkan

Yardımcılığı, 13 yıl da aynı odanın başkanlık

görevini yürütmüştür. Meslek duayeni olan

babam Bilgin Şahin’den aldığım tecrübeyle,

2003 yılında Kanarya Et Grubu’nun Yönetim

Kurulu Başkanı oldum ve 2007 yılında Kanarya

Et Grup ismini aldık. Kanarya Et Grup

olarak Kırmızı Et Üreticileri Birliği ve Kırmızı

Et Konsey Üyesiyiz. Aynı zamanda İstanbul

Ticaret Borsası ve İstanbul Sanayi Odası’na

da üyeliklerimiz mevcuttur.

Toptancılığa ağırlık verdiğimiz için Fındıkzade’deki

dükkânımızı 2013 yılında

kapatıp, sadece et tedariği konusuna

yoğunlaşmıştık. Ancak bu süre zarfında

bizden perakende olarak et almak isteyen

müşterilerimizi de hiç yarı yolda bırakmadık.

İstedikleri zaman et ulaştırdık ve büyüyen

pazar karşısında ve pandemiyle birlikte

dijitalleşmenin hızlanması, bizi www.kanaryakasabi.com.tr

internet sitesini kurmaya

teşvik etti. Kurulalı daha 3 ay olmasına

rağmen beklentimizin üzerinde bir taleple

karşı karşıya kaldık. Soğuk depolara sahip

araçlarımızla müşterilerimize güven

içerisinde tüketebilecekleri taze kesim et

sunuyoruz. Müşterilerimize sağladığımız

ürünler ise büyükbaşta Afyon, küçükbaşta

ise Balıkesir’in Manyas ve Gönen ilçelerinden.

Kuzu, dana ve şarküteri ürünlerinin

tüm çeşitlerini, perakende ve toptan olarak

müşterilerimize tedarik etmekteyiz. Yarım

asrı aşkın süredir, müşterilerimize 12 ay

boyunca aynı kalitede ürünleri sağlıyoruz.

Aynı zamanda 100’ün üzerinde Türkiye’nin

en üst düzey içme mekânlarına yıllardan

beri et tedarik ediyoruz.

94 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021


Gastronomi

Et tedariğini sağladığınız bilinen

mekânlar hangileridir?

Kaşıbeyaz Lezzet Grubu, Beyti, Hacıbozanoğulları,

THY Do&Co, Büyük Kulüp Derneği,

Sheraton Hotels & Resorts, Radisson Blu

Çeşme, Radisson Blu Pera, Anadoludan,

Bread&Burger, Big Mamma’s, The Food

Club, Gurme Bahçeşehir, Seyret Nakkaştepe,

Çavuşoğlu Kebap Baklava, Şaşkın Et

ve Namlı Gurme, et tedariğini sağladığımız

firmalardandır.

Dijital kasap hizmetinden bahseder

misiniz? Nasıl hizmet veriyorsunuz?

2020 yılının kasım ayında dijital platformda,

markamızın ilk kuruluş ismi olan Kanarya

Kasabı olarak faaliyet göstermeye başladık.

Pandemi sürecinde müşterilerimizin talebi

doğrultusunda yeni bir iş modeli oluşturarak

e-ticaret hizmetine geçtik. Müşterilerimiz,

https://www.kanaryakasabi.com.tr

adresinden, Google Play veya AppStore mobil

uygulamalarından ya da (0539) 267 00 00

WhatsApp hattımızdan siparişlerini bizlere

iletebilmekteler. Şu an için sadece İstanbul

içine, kendi soğutuculu araçlarımızla ve

kendi sevkiyat personelimizle soğuk zinciri

kırmadan 0-4 °C’de lojistik hizmeti sağlamaktayız.

Ürünlerimizi kesinlikle MAP (gazlı

paketleme) yöntem kullanmadan, normal

tabak kapama yöntemiyle paketliyoruz.

Ayrıca ürünlerimiz günlük olarak veteriner

hekim kontrolünde, hijyen kurallarına

uygun olarak uzman kasaplar tarafından

hazırlanarak, eğitimli personel tarafından

sevk edilmektedir. İşletmemizde Covid-19

önlemleri uygulanarak üretim yapılmaktadır.

İşletmemiz ve sevkiyat araçlarımız,

düzenli olarak her gün uzman ekipler

tarafından dezenfekte edilmektedir. İşletmemizde

ISO 9001:2015, ISO 22000:2018 ve

helal belgesi bulunmakta olup, bu belgelere

uygun olarak izlenebilirlik yapılmaktadır. Ayrıca

dana ve kuzu ürünlerimiz, personel ve

kullanılan ekipmanlar, her ay mikrobiyolojik

ve kimyasal analizlere tabi tutulmaktadır.

Online kasap hizmetinde en çok hangi

ürünlere talep var?

Tüketicilerimiz her ürünümüzü tercih

etmekte, ancak bu dönemde vakitlerinin

büyük bir bölümünü evde geçirdikleri için

aperatif olarak pişirebildikleri pirzola, şiş

gibi ızgaralık ürünleri daha fazla satın alıyorlar.

Özellikle Kanarya Kasabı’na özgü kasap

köftemiz ve kangal sucuğumuz, müşterilerimiz

tarafından çok talep görmekte.

Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz/

geçiriyorsunuz? Et sektörü nasıl

etkilendi?

Pandemi sürecinin ilk dalgasında her ne

kadar restoranlar, lokantalar kapalı olsa

da insanlar bu süreçte eve kapandıkları

için perakende sektörü çok hareketli

geçti. Bu dönemde perakende sektörü

satış rekorları kırdı, piyasa hareketlendi.

Pandemi sürecinin ikinci dalgasında ise

daha stabil bir durumla karşılaştık. Et

tüketimi normal düzeyinde seyretmekte,

ancak bu dönemde e-ticarete ilgi arttı. Et

sonuçta bir gıda hammaddesi olduğu için

diğer sektörler kadar olumsuz etkilenmedi.

Fakat lokantaların, kafelerin ve otellerin

kapalı olması, ağırlıklı olarak toptan iş

yapan sektör aktörlerinin sıkıntılı bir süreç

geçirmesine neden oldu.

Bizim açımızdan bakarsanız ise pandemi

online’a geçiş sürecimizi hızlandırdı. Satışlarımız

gayet iyi gidiyor. İnsanları sağlıklı

etle buluşturuyoruz. Et tedariği kısmında ise

geçen döneme göre daha stabil durumda

olsak da kısıtlamaların kalkmasıyla birlikte

orada da hızımız artacaktır. Bu dönemde

herkesin bir anda online üzerinden et

satışına girmesi, MAP ambalajlama, ürünleri

farklı gösterme, etin menşei bölgesinin

yanlış gösterilmesi gibi tüketici birçok karmaşık

bilgilerle karşı karşıya kaldı. Burada

tüketicinin online sipariş verirken, sipariş

vereceği firmaları gerçekten çok iyi seçmeleri

gerekiyor.

İyi, doğal ve kaliteli et nasıl anlaşılır?

Et alırken nelere dikkat etmeliyiz?

Etin renginin açık kırmızı yani pembeye

yakın bir renk olması, o etin kaliteli ve iyi

beslenmiş genç bir hayvanın eti olduğunu

gösterir. Makbul olan da budur. Et alırken

etin taze olması, renginin parlak olması

ve yumuşaklığı açısından da hafif bir yağ

dokusunun olması tercih edilmelidir. Eğer

alacağınız et bu koşulları barındırıyorsa,

etin kaliteli olduğunu anlayabilirsiniz.

Mart & Nisan 2021 kadikoylife.com : 95



MORN

top of the morning

Breakfast Bakery Brunch

“Good morning Kadıköy”

Morn her sabah kapılarını yerel malzemelerle hazırlanan

taze ürünlerle açar, mutfağını dolduran sıcaklık

tüm Kadıköy’ü sarar.

mornkadikoy

Osmanağa Mah. Yoğurtçu Parkı Cad. No:62

Kadıköy/İstanbul




Teknoloji perakendeciliğinde

11 yıldır tercih

Teknosa

AYD 1 Numaralı Markalar Ödül Töreni’nde 11 kez Teknoloji Perakendeciliği ve

6 kez de Anchor Mağaza kategorilerinde 1 numaralı marka seçildik.

11 yıldır, siz değerli müşterilerimizin oylarıyla aldığımız bu ödül için

sizlere ve bu başarıyı mümkün kılan tüm çalışanlarımıza teşekkür ederiz.

Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği-AYD ve Akademetre iş birliği ile “AVM’lerde En Beğenilen ve Tercih Edilen Markalar” araştırması

yapılmaktadır. Araştırma 25 farklı ilde yaklaşık 2.400 kişi ile yüz yüze görüşme metoduyla gerçekleştirilmekte ve araştırma sonucunda 17 farklı

kategoride kazanan markalara ödülleri AYD 1 Numaralı Markalar ödül töreniyle takdim edilmektedir. Teknosa, 2019 ve 2020 yıllarında Teknoloji

Perakendeciliği ve Anchor Mağaza kategorilerinin kazanan markası olmuştur.

100 : kadikoylife.com Mart & Nisan 2021

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!