You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Yıl: 3 | Sayı: 9 | Ekim-Kasım-Aralık 2022 | Fiyatı: 35 TL
KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ
YAPAY ZEKA
SANAT ÜRETEBİLİR Mİ?
DİDO
*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu
2 Kasım 20.00
TOYO
*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu
5 Kasım 13.00/14.00/17.00
ALAN KADIKÖY
KASIM PROGRAMI
NORA 2
SIFIR TELAŞ
7 Kasım 20.30 8 Kasım 20.30
HARİKA ŞEYLER
LİSTESİ
9 Kasım 20.30
30 Kasım 20.30
GABRIL'İN
DÜŞÜ
13 Kasım 20.30
HAKİKAT, ELBET
BİR GÜN
EYLÜL
TOZ
10 Kasım 20.30
11 Kasım 20.30
15 Kasım 19.00/21.00
16 Kasım 19.00/21.00
YAŞAM
*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu
3.RICHARD: NİÇİN
YAPTIM
*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu
19 Mayıs 15.00/20.00
24 Kasım 20.00
25 Kasım 20.00
DOĞAL AFET
18 Kasım 20.30
29 Kasım 20.30
BİR TATLI KAŞIĞI
ÇAMUR
*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu
22 Kasım 20.00
ANNE
28 Kasım 20.30
www.alankadikoy.com
4
7 26
38
42
İÇİNDEKİLER
27 39
45
13
28
40
46
İçindekiler
30
6
7-12
Künye
Aktüel haberler
13-25
Sergiler
26
Spring has come to the 39 Kalamış
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
27
28-29
30-37
38
39
Münteha Adalı:
Every part of the hotel is like Alice in
Wonderland waiting to be discovered
İBB ile sanat artık
herkes için erişilebilir
Heyecan verici, kafa karıştırıcı,
ufuk açıcı bir yolculuk:
Yapay Zeka ve Sanat
Masterpieces with unique symbols:
Tradition of carpet weaving
A visual artist from a little village;
SARA GSILVA
54
59 64
5
48
56
65
İÇİNDEKİLER
50
60
53
58
62
66
40-41
Devrim Erbil Müzesi,
başarılı mimar Alper Aytaç’a emanet
54-55
Gülseren Südor
Öncü Türk kadın ressamlar
42-43
45
46-47
48-49
50-51
53
Atık malzemeleri dönüştüren sanatçı Deniz Sağdıç:
Gelecek nesiller ve gezegenimiz için
önemli
Heykeltıraş Burak Çizer:
İstanbul’un kalan kırıntılarına
odaklanmak bana ilham oluyor
Ender Güzey:
Eserlerimle bütünsel sanat temsilcisi
olarak anılıyorum
Gülsen Sevinç Kaya
Ünlü Fransız ressam Jean-
Léon Gérôme ve sarayın tablo
koleksiyonunun oluşumuna katkısı
Elif Erdoğan ile aile arşivleri ve kişisel
sergiler üzerine…
Nakışı çağdaş sanata kazandıran sanatçı;
PELDA AYTAŞ
56-57
58
59
60-61
62-53
64
65
66-67
The art spirit:
Shahi Dayekh
Tiyatroya yeni bir soluk kazandıran sahne:
Boa Sahne
Sinema endüstrisinin
Amerika’da atan kalbi
Can Sarıçoban:
Her yeni sergimde yeni bir teknik
deniyorum
Piyanist Dengin Ceyhan:
İstanbul dünyaya açılan bir kapı
Cemal Reşit Rey’de
“Beş Çayı Konserleri”
Mehmet Turgut ile zamansız portreler
Sanat Günlüğü
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
6
EDİTÖR
Yapay zeka sanat üretebilir mi?
Bilmiyoruz ama yapay zekanın sanat dünyasında bir araç mı yoksa sanatçının
koltuğunda bir aktör olarak mı yer alacağı tartışılmaya başlandı
bile... Bu kafa karıştırırken, aynı zamanda heyecanlı bir dünyanın da
kapılarını açan yolculukta, dergimiz ufuk açıcı bir pencere açıyor ve “Sanat
nedir? Sanatçı kimdir?” sorularına cevaplarla birlikte yapay zekanın sanatın
neresinde olabildiğinin/olabileceğinin ayırdına hep birlikte varmak
istiyoruz.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
İstanbul Topkapı Üniversitesi, bir ilke imza atarak derslerine “Yapay Zeka ile
Sanat ve Tasarım” dersini ekledi şimdiden. Dersten sorumlu akademisyen
Burak Dervişoğlu, aynı zamanda dijital sanatçı... Dervişoğlu, “Dall-E 2”
ve “Midjourney” gibi yapay zeka uygulamalarının sunduğu imkânlarla
öğrencilerinin hayallerini görselleştirmelerine yardımcı olacağını umduğunu söylüyor.
Peki, hukuk dünyası yapay zeka ve sanat ilişkisinden doğabilecek davalara ne kadar
hazır? Bu türden davalara yasal düzenlemeler bakımından hazır olmadığımızın altını
çiziyor yetkililer. Çünkü henüz tartışmalı hususları aydınlatmaya yetecek nitelikte emsal
kararlar oluşturulmuş değil.
Hadi gelin, birlikte beynimizin sınırlarını zorlayalım ve soralım: “Yapay zeka, her türlü
maddi gereksinimin sanat üretimi üzerindeki otoritesini kaldırma yönünde atılan
özgürleştirici adımlardan biri mi?” Yoksa?..
***
Sanat, yükselen bir değer olarak altın dönemini yaşıyor. Birbiri ardına açılan fuarlara
katılımın yüksekliği düşünüldüğünde, bu tespitimiz kuvvet kazanmakta. Kasım ayının
17’sinde açılacak İstanbul Sanat ve Antika Fuarı’na özellikle yabancı sanatçıların yoğun
ilgi göstermesi, bizleri mutlu etmekte. Dört gün sürecek fuarda, İstanbul Sanat Dergisi
de medya sponsoru olarak yer almakta.
İşte, size iki dünya sanatçısından İstanbul üzerine sanat yorumları...
Portekizli sanatçı David Arranhado: İstanbul her zaman bir ilham kaynağıdır. Bu şehirde
çok farklı tarihler ve arka planlar var. Özellikle Kadıköy adeta eviniz gibi... Yürüyüşe
çıkmayı ve bölgenin hareketini düşünerek bir yerde oturmayı seviyorum. Sanat
malzemeleri de bol ve bu her zaman her sanatçıyı mutlu eden bir şey... İstanbul’daki
sanat ortamı da çok dinamik ve Brezilya’da erişemeyeceğim yeni pazarları keşfetmek için
harika bir yer.
Lübnan asıllı ressam Shahi Dayekh: Dubai bana sevgi, hayat, umut vermiş olsa ve
güzelliğine her gün hayran kalsam da İstanbul benim ikinci evim. Tarihi mekânlardan
gece ışıklarına kadar İstanbul’un enerjisinden ilham alıyorum. İstanbul, başka hiçbir
yerde bulamayacağınız sonsuz zenginlik, güzellik ve kültüre sahip.
***
Ender Güzey, Deniz Sağdıç, Burak Çizer, Pelda Aytaş, Can Sarıçoban ve Dengin Ceyhan,
söyleşileriyle dergimize renk katan, ufuk açan değerli sanatçılarımız. Ayrıca aktüel
konularımız ve köşe yazılarımız ile bizimle olmanın keyfine varın, tadını çıkarın...
Kadir Toprakkaya
YAYINCI
K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri
İMTİYAZ SAHİBİ
Fatma Canan Toprakkaya
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Kadir Toprakkaya
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Av. İrem Toprakkaya
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Pınar Baltacı
HABER MÜDÜRÜ
Cenay Toprakkaya
EDİTÖRLER
Sedef Turan, Ayça Kerimoğlu, Emel Altay,
Ahmet Ayvalıoğlu, Pınar Korkut
ÖZEL HABERLER EDİTÖRÜ
Arzu Yavuz
FOTOĞRAF EDİTÖRÜ
Batuhan Karaman
GÖRSEL YÖNETMEN
Kubilay Şenyiğit
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Marcus Graf, Işıl Savaşer,
Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Mine Gülener,
Ebru Özgüz Çelik, Yusuf Taktak, Emir Yargıcı
REKLAM YÖNETMENİ
Tulu Evrensel
RENK AYRIMI / BASKI
Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.
Sertifika No: 45604
Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4/1 Ataşehir - İstanbul
Tel: (0216) 470 44 70
www.egebasim.com.tr
YAYIN TÜRÜ
Ulusal Süreli Yayın
DAĞITIM
Arıksoy Basın Yayın Dağıtım
İSTANBUL SANAT DERGİSİ
Kültürel ve sanatsal faaliyetlerin duyurulmasına yönelik
olarak her üç ayda bir olmak üzere yayımlanmaktadır.
Dergide yayımlanan tüm yazıların sorumluğu yazarına
aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez. İstanbul Sanat
Dergisi’nde yayımlanan yazı ve görsellerden alıntı yapmak,
paylaşmak ancak kaynak gösterilmek kaydıyla mümkündür.
ABONELİK
İstanbul Sanat Dergisi’ne abone olmak için
0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.
İLETİŞİM
Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6
Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05
info@istanbulsanatdergisi.com
www.istanbulsanatdergisi.com
ISSN: 2718-0476
Ekim - Kasım - Aralık 2022
Yıl: 3 Sayı: 9 Fiyat: 35 TL
Basım Tarihi: 13 Ekim 2022
7
AKTÜEL
Çağdaş sanatın adresi
Tersane İstanbul
Contemporary Istanbul’un Akbank ana partnerliğinde
gerçekleştirdiği 17. edisyonu, yüksek ziyaretçi
ve koleksiyoner ilgisiyle sona erdi. Tersane
İstanbul ortak partnerliğinde 22 ülkeden 65 çağdaş
sanat galerisi ile sanat inisiyatifinin katıldığı fuar, bu yıl
48 bin 700 ziyaretçiyi ağırladı.
Bu yıl Contemporary Istanbul ve Tersane İstanbul ortak
çalışmasıyla 17-22 Eylül tarihlerinde, günün çeşitli saatlerinde
hareket eden deniz yolu ulaşım planlaması yapıldı.
Kadıköy-Tersane İstanbul ve Kabataş/Karaköy-Tersane İstanbul
olmak üzere iki ayrı hattan ücretsiz tekne ulaşımıyla
11 bin 400 sanatsever, Contemporary Istanbul’a gelme
imkânı buldu. Galerilerin uluslararası koleksiyonerlerle bir
araya geldiği fuarda ilgi gören ve koleksiyonlara dâhil olan
eserler dikkat çekti.
Contemporary Istanbul’un 17. edisyonuna, 2011 yılından
bugüne kadar uzun zamandır İstanbul’a gelmeyen koleksiyoner
ve müze gruplarının ziyaretleri gerçekleşti. İsviçre,
Brezilya, Kanada, ABD, Fransa, Almanya, Rusya ve Birleşik
Arap Emirlikleri’nden gelen koleksiyonerler, 17. edisyonun
başarılı ağırlamalarından oldu. Bir hafta boyunca müze ve
bienal gruplarından İstanbul’a ziyarete gelmiş koleksiyonerlerle
tanışma fırsatı bulan galerilerde, dikkat çeken eser el
değiştirmeleri gerçekleşti.
The Art of Diplomacy
Contemporary Istanbul’da, İstanbul’un kültür sanat gelişmelerinin
anlatıldığı diplomatlar buluşması ve sunumu
da gerçekleşti. 16 ülke başkonsolosu ve Türk Girişim ve İş
Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu,
“The Art of Diplomacy” buluşmasında Contemporary
Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ile bir araya
geldi. Etkinlikte, Contemporary Istanbul’un Tersane İstanbul’da
gerçekleşmesiyle başlayan ve İstanbul’da kültür sanat
dünyasındaki gelişmeler ile Haliç’in gelecekteki İstanbul’un
merkezi olarak nasıl konumlanacağına değinildi.
Komet
81 yaşında olan sanatçı Komet’in 1995 yılında Esma Sultan
Yalısı’nın restorasyonu öncesinde sergilenen 4.50x3.30
metre ölçülerindeki Türk halısına yaptığı eseri, Contemporary
Istanbul’da sergilendi. Bir hafta boyunca uluslararası
konuşma programlarına ev sahipliği yapan alanda, sanatseverler
Komet’in eseriyle bir araya geldi. Bu alanda, Jeff
Koons ve Ali Güreli sanatçı konuşması da düzenlendi. Fuar
boyunca ayrıca House of Brothers Lounge’da yapay zekânın
ve teknolojinin sanat alanında aldığı yerin, bu ilişkinin doğasının
ve bu doğrultuda sanatın geleceğinin tartışılacağı
konuşmalar gerçekleştirildi.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
10
AKTÜEL
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Beykoz Kundura
kapılarını çocuklara
açıyor
Türkiye’nin önemli endüstri mirası yapılarından Beykoz Kundura’nın
geçmişine bugünden bakan Kundura Hafıza Arşiv ve
Araştırma, yeni sezon çocuk atölyelerine ekim ayı itibariyle başladı.
Qbicart Disiplinlerarası Sanat Okulu iş birliğiyle hazırlanan atölyeler,
yaratıcılığı ve tarih bilincini uyandıran özgün içeriklerle çocukları
eğlenceli ve ilham verici bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.
İlhamla ayakkabılar tasarlanacak
Görsel Sanatlar Öğretmeni ve Seramik Sanatçısı Gizem Ulufer eğitmenliğinde
gerçekleşen atölyeler, 6-9 yaş aralığına yönelik ve 10
kişi ile sınırlı. Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikası’nın tarihinden
ve üretim sürecinden yola çıkarak tasarlanan atölyelerin ilki, fabrikada
üretilmiş ayakkabı modellerinden ilham alarak tasarlanan
“Ayakkabımı Tasarlıyorum” olacak ve çocuklar bir yandan ayakkabının
üretim aşamalarını öğrenirken, bir yandan da kendi ayakkabılarını
tasarlayacaklar.
Tüm malzemeler ücretsiz sağlanacak
Atölyeler, aralık ayının ortasına dek ayda iki kez yapılacak. “Hayâlimdeki
Fabrika”, “Bavulumdaki Anılar”, “Ayakkabıdan Heykelim”,
“Makinemi Yaptım, Fotoğrafımı Çektim” ve “Kolajla, Afişini Tasarla”
adlı atölyelerin de gerçekleşeceği atölye programında kullanılacak
tüm malzemeler, Kundura Hafıza Arşiv ve Araştırma tarafından
ücretsiz sağlanacak.
İstanbul klasiklerle
buluşuyor
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları,
tiyatronun yerli ve yabancı klasiklerini İstanbullularla
buluşturuyor. 108 yıllık bir tarihi geride bırakan
İBB Şehir Tiyatroları, yeni sezon repertuvarını
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlediği
bir toplantıyla basın mensupları ve kültür sanat camiasıyla
paylaştı. Yeni tiyatro sezonunda tiyatroseverleri
Shakespeare’den Arthur Miller’a, İbsen’den
Haldun Taner’e klasik yazarların eserlerinin ağırlıkta
olduğu zengin bir repertuvar bekliyor.
İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşegül
İşsever, gerçekleştirilen basın toplantısında
yeni sezon oyunlarını açıkladı. İşsever, toplantıda şu
açıklamalarda bulundu: “İstanbul Şehir Tiyatroları,
kuruluşundan bu yana 108 yıldır sanatı ve sanatçıyı
destekleyen, İstanbul’un kültür sanat ve tiyatro
sahnesinde öncü rolünü benimseyen bir anlayışla
hareket etmekte ve İstanbul’un her bölgesinde seyirciyi
tiyatronun seçkin örnekleriyle buluşturmayı
hedeflemektedir. Tiyatronun klasikleri, büyük prodüksiyonlar
ve müzikallerin yanı sıra yeni ve çağdaş
metinleri de seyirciyle buluşturmaktadır. Bu yıl repertuvarımızı
yine bu doğrultuda hazırladık ve yeni
oyunlarımızı seyircimizle buluşturacağımız için büyük
bir mutluluk ve heyecan içindeyiz.
Önümüzdeki sezonun ana temasını ‘İstanbul Klasiklerle
Buluşuyor’ olarak belirledik. Yerli ve yabancı
klasikleri seyircimizle buluştururken, yeni yazarlar
ve oyunları da repertuvarımıza dâhil ediyoruz. İstanbul
Şehir Tiyatroları’nın bugüne kadarki repertuvarına
baktığımızda, bugün klasikleşmiş birçok
yazarın ilk oyunlarının Şehir Tiyatrosu’nda seyirciyle
buluştuğunu görürüz. Bugün de bu misyonumuzu
titizlikle sürdürüyoruz. Bir anlamda geleceğin
klasikleşecek eserlerine yer vermek istiyoruz. Türk
ve Dünya edebiyatının klasikleri, yeni sezonda İstanbul
Şehir Tiyatroları sahnelerinde seyircimizle
buluşacak.”
11
AKTÜEL
“Ben Nazım” müzikalinden
dünya prömiyeri
Nazım Hikmet’in hayatını, Zülfü Livaneli şarkılarının
yeni düzenlemeleri ve Engin Hepileri’nin
başarılı oyunculuğuyla sahneye taşıyan biyografik
müzikal “Ben Nazım”ın dünya prömiyeri, Harbiye
Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda gerçekleşti.
Mehmet Balkan rejisi ve koreografisiyle, Rengim
Gökmen müzik direktörlüğü ve şefliğinde sahneye
konan “Ben Nazım” müzikali; Engin Hepileri’ye eşlik
eden dansçılar, solistler, senfoni ve rock orkestralarından
oluşan yaklaşık 130 kişilik bir ekiple binlerce
sanatsevere unutulmayacak bir gece yaşattı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla halka
açık ve ücretsiz olarak gerçekleştirilen prömiyerde
alanı hınca hınç dolduran sanatseverler, temsilin
sonunda ekibi dakikalarca ayakta alkışladılar. Prömiyerde
Canan Kaftancıoğlu, Dilek İmamoğlu, Beyza Şekerci,
Mustafa Taviloğlu, Alper Saldıran, Altan Gördüm, Nergis
Öztürk, Murat Meriç, Doğan Yıldırım, Sedef İybar, Belgin
Akın, Özlem Başoğlu, Tuna Öztürk, Esin Demiroren, Can ile
Özlem Zehebi, Albert ve Şeli Elvaşvili gibi davetliler de “Ben
Nazım” ekibini yalnız bırakmadı.
Beyoğlu Kültür Yolu Festivali başladı
Beş şehirde düzenlenen Türkiye Kültür Yolu
Festivalleri bünyesinde yapılan “Beyoğlu Kültür
Yolu Festivali”, ekim ayı itibariyle başladı. Festival;
tiyatrodan sinemaya, edebiyattan dansa, müzikten
dijital sanatlara, sergilerden sohbetlere 51
ayrı mekânda, 88 salon ve 5 açık hava sahnesinde,
6000’den fazla sanatçı ve 1000’den fazla etkinlikle
gerçekleşecek.
Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’den başlayıp, Galataport’a ulaşan
4,1 kilometrelik festival rotasında Atlas Sineması ve İstanbul Sinema
Müzesi, Galata Mevlevihanesi, Mehmet Akif Hatıra Evi, Tarık
Zafer Tunaya Kültür Merkezi ve Garibaldi Sahnesi gibi önemli kültür
turizm noktaları yer alıyor. Taksim Meydanı, Galatasaray Meydanı,
Tünel Meydanı ve Fransız Kültür Merkezi’nin önü gibi alanlar
hem Hacivat-Karagöz, Nasreddin Hoca, Keloğlan gibi kültürel
miraslarımızla ilgili etkinliklere hem de horondan halaya, salsadan
flamenkoya dünya danslarını kapsayan gösterilere sahne oluyor.
Özellikle Taksim Meydanı ve Gezi Parkı, kukla gösterilerinden tiyatrolara,
atölyelerden sergilere çocukların festivalin tadını çıkaracağı
pek çok farklı etkinliğin adresi olmaya başladı.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
12
AKTÜEL
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Şehrin festivali
“212 Photography Istanbul”
5 yaşında!
Fotoğraf sanatı üzerinden disiplinlerarası bir diyalog
ortamı sunan “212 Photography Istanbul”, 15’e yakın
mekânda 60’ın üzerinde sanatçının 500’ün üzerinde eserini
sanatseverlerle buluşturdu. Festivalde fotoğrafın yanı sıra
geçen sene olduğu gibi yeni medya, video sanatı, heykel ve
daha pek çok farklı yaklaşım görüldü.
Sürdürülebilir bir sanat ve kültür geleneği
oluşturmak üzere yola çıkan 212 Photography
Istanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür Daire Başkanlığı ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi iştirak şirketlerinden Kültür
A.Ş iş birliği ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme
Ajansı’nın katkılarıyla festival takipçilerini
ağırladı. 212 Photography Istanbul, beşinci
senesinde sergiler, atölyeler, söyleşiler, konserler,
film gösterimleri ve portfolyo değerlendirmelerin
yanı sıra yayıncılık, mimarlık, müzik, gastronomi
gibi farklı başlıklara da programında yer verdi.
Cemiyetin ünlü isimleri
“On Bin Şey”de buluştu
Güney Afrikalı sanatçı
Jake Michael Singer,
İstanbul Bienali kapsamında
Yedikule Hisarı
Top Kulesi’nde sergilenen
“On Bin Şey” başlıklı enstalasyonuyla
sanatseverlerin
karşısına çıktı. Fatih
Belediyesi Başkan Yardımcısı
Mehmet Özçelik’in ev
sahipliğinde iş, sanat ve
cemiyet hayatından birçok
ünlü ismin ağırlandığı
açılışa; İnci Aksoy, Aylin
Yılmaz, Zafer Kozanoğlu,
Mina Karagülle, Serap
Sarı, Esra Erandan, Gülbin
Gürel, Elif Yazıcı Girgin,
Yıldız Öz Samaha, Aylin
Hoşzeban, Beste Yurttaş
ve Ebru Kain gibi isimler
katıldı.
Geçtiğimiz yıl Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda 11.000’den
fazla kişinin ziyaret ettiği “Bennu Stasis” sergisinden sonra,
bu yıl da “On Bin Şey” isimli enstalasyonuyla sanatseverlerin
karşısına çıkan sanatçı Jake Michael Singer, Yedikule
Hisarı’na yerleştirilen eseriyle ziyaretçilerini derin ve meditatif
düşüncelere, acıma ve korku gibi duygular aracılığıyla
iç arınmaya ve duygusal adalete yöneltiyor. Sanatseverler,
sergiyi 20 Kasım tarihine kadar ziyaret edebilecek.
SEÇKİN
KİTABEVLERİNDE
Kadıköy’ün yakın tarihini
merak ediyor musunuz?
Arif Atılgan; Küçükyalı’dan Moda’ya, Üsküdar’dan Haydarpaşa’ya,
Kadıköy’ün 1800’lü yıllardan günümüze uzanan öyküsünü yazdı...
Kent kültürü belleğine derin saygısı olan yazar Osman Öndeş,
ailece ömrünün geçtiği eski Moda’yı belgeleriyle gün ışığına çıkardı.
Kadıköy’ün Güngörmüş Sayfiyesi Moda adıyla yayınlanan kitap
Moda ve Kadıköy hakkında çok şey anlatıyor.
İsteme Adresi:
www.kiletisimyayinlari.com adresinden ÜCRETSİZ KARGO ile adresinize gelmesini isteyebilirsiniz.
Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No: 44 Kat: 2 Daire: 6 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43
İstanbul Resim ve
Heykel Müzesi açıldı
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, tarihindeki en büyük
koleksiyon sergisi ile sanatseverlere kapılarını açtı. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla düzenlenen
açılış törenine il protokolü, sanatçılar ve davetliler katıldı.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başlayan törende
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı
Mehmet Nuri Ersoy ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Handan İnci konuşma yaptılar.
Ardından kurdele kesimi ile İstanbul Resim ve Heykel Müzesi
açıldı. Prof. Dr. Handan İnci’nin Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’a hediye takdiminin ardından müze gezildi.
Açılış töreninde MSGSÜ Konservatuvarı öğrencileri, M. Erdem
Çöloğlu şefliğinde konser verdi. Opera sanatçısı Burak
Bilgili’nin konseriyle tören sona erdi.
15
SERGILER
Adalar’da “Bisiklet üzerinde 137 yıl”
Adalar Müzesi Bisiklet Sergisi, “Bisiklet üzerinde 137 yıl”
temasıyla Adalar Müzesi’nin Büyükada Aya Nikola ana
binasında açıldı. Sergi, Adalar’ın yıllar içinde alamet-i farikasına
dönüşmüş bisikletin tarihine, İstanbul’a ve özellikle de
Adalar’a gelerek yaygınlaşmasına ışık tutuyor. Ünlü yazarlardan
sporculara, tarihi kişiliklerden yerel halkta bisikletle
büyüyen, ada yollarını bisikletle arşınlayan pek çok Adalının,
yolu Adalar’dan geçmişlerin bisikletleri, aksesuarları, sözlü
tarih anlatıları ve hatıraları, serginin belkemiğini oluşturuyor.
Sergide yer alan yaklaşık kırk bisiklet arasında İnönü Ailesi’nin,
Mehmet Ali Aybar’ın, şair Zahrad’ın, ünlü bisiklet
yarışçısı Garbis Bora’nın bisikletleri de var. Dünyayı ilk kez
bisikletle dolaşan İngiliz seyyah Thomas Stevens’ın 1885’te
uğradığı Büyükada’ya dair yazdıkları ve Hüseyin Rahmi
Gürpınar’dan Nâzım Hikmet’e, yolu Adalar’a düşen sanatçıların
bisikletli hikâyeleri de serginin bir parçası. Altı ay açık
kalacak serginin ana sponsoru ise Axa Sigorta… Accell Bisiklet-Carraro,
Shimano gibi bisikletin önemli markalarının
sponsorluklarının yanı sıra Müze Sergi İşleri, Jotun Boya,
Decathlon da serginin destekçileri arasında.
Odunpazarı Modern Müze’den yeni sergi:
Yas ve Haz
Odunpazarı Modern Müze (OMM), açılışının üçüncü
yıldönümünü yerli ve yabancı 38 sanatçıyı bir araya
getirdiği “Yas ve Haz” başlıklı grup sergisi ile kutlamaya
başladı. 7 Eylül’de kapılarını açan sergi, 30 Temmuz 2023
tarihine kadar ziyaret edilebilecek.
İnsanın yaşadığı yas ve haz gibi çelişkili hâlleri odağına alan
sergi; resimden fotoğrafa, heykelden video ve yerleştirmeye
kadar uzanan çeşitli disiplinlerde üretilmiş eserlere yer
veriyor.
Fotoğraf: Hüseyin Atiş
Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
“Yas ve Haz” sergisinde Ali İbrahim Öcal, Alpin Arda Bağcık,
Annemarie Busschers, Asger Carlsen, Ayça Telgeren,
Begüm Yamanlar, Bill Viola, Bruce Nauman, CANAN,
Catherine Opie, Cindy Sherman, Elif Uras, Erdoğan Zümrütoğlu,
Erwin Wurm, Filip Custic, Francesco Albano, Hicham
Benohoud, Iiu Susiraja, İ. Ata Doğruel, İnci Eviner,
John Coplans, Julian Opie, Lea Colombo, Mamali Shafahi,
Mustafa Ata, Onur Mansız, Ömer Uluç, Pınar Yolaçan, Robert
Mapplethorpe, Saelia Aparicio, Shadi Ghadirian, Sibel
Horada, TheoTriantafyllidis, Universal Everything, Vito Acconci,
Willi Dorner, Yüksel Arslan ve Zhang Huan’ın eserleri
görülebilir.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
18
SERGILER
Ekofeminist sanatçı Agnes Denes’ten
“Yaşayan Piramit”
Yaşayan en önemli ekofeminist sanatçılardan Agnes Denes’in
mekâna özgü eseri “Yaşayan Piramit”, 13 Eylül
2022-29 Ocak 2023 tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi
bahçesinde izleyiciyle buluşacak. Felsefi bir yaklaşımla
hakikati göstermeye çalışan, öte yandan ‘erdem’ ve ‘iyilik’
kavramlarını topluma yaymaya amaçlayan Denes’in eserleri
MoMA, Metropolitan gibi önemli müzelerde yer alıyor.
Sakıp Sabancı Müzesi’nde görülecek sergiye dair açıklamada
şu ifadelere yer verildi: “Agnes Denes’in Yaşayan Piramit’i
çevre bilincini, korumayı ve sürdürülebilirliği teşvik eden öğrenme
programlarıyla desteklenerek, gerçek amacına ulaşmış
olacak. Bu anlamda yalnızca bitkilerden ibaret değil, onları
ekmek için bir araya gelen topluluğun da projesi, bir tür
kamusal sanat eseri. İnşaatı, ekimi ve bakımıyla da bir tür
mikro toplum oluşturan sosyal bir yapı olarak da görülebilir.
Denes, hemen bütün eserlerinde olduğu üzere, Yaşayan
Piramit’inde katılıma öncelik veren boyutuyla, yerel ve küresel
çevremizi korumaya yönelik etik bir sorumluluk duygusu
uyandırmayı amaçlıyor. Sergiden sonra Sakıp Sabancı
Müzesi, Denes’in tabiata duyarlı yaklaşımını sürdürmek
amacıyla izleyicileri bitkileri sahiplenmeye davet edecek.
Anıt, dağılıp yok olmak yerine, onu paylaşacak topluluğun
sahiplendiği küçük parçalar üzerinden yaşamaya devam
edecek. Denes’in Manifesto’su ise bu eserin oluşturulması
için bir araya gelen mikro topluluğu ve Yaşayan Piramit’i hatırlatmaya
devam edecek.”
Salt Galata’da
“Sahnede 90’lar”
Salt Galata’nın 1990’lar Türkiye’sindeki kültürel ortamı ve
sanat üretimlerini sahne ve performans kavramları odağında
inceleyen yeni sergisi “Sahnede 90’lar” başladı.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Sergi tanıtım yazısında 90’lı yıllar; “Türkiye’de toplumsal,
siyasi ve ekonomik anlamda hızlı değişimlerin yaşandığı
1990’lı yıllar, aynı zamanda özellikle İstanbul’un kültür, sanat,
performans ve eğlence sahnesinde serbestlik sınırlarının
sürekli genişletildiği bir döneme işaret ediyor. Sanat ortamında
‘disiplinlerarası’ kavramı da bu dönemde gündeme gelir.
Doğası gereği farklı disiplinlerden beslenen ve deneysel bir
sanat pratiğine işaret eden performans, pek çok sanatçıya yenilikçi
bir alan açar” sözleriyle anlatılırken; “Sahnede 90’lar”,
bu dönemin performans üretimlerine yoğunlaşarak kültür,
sanat ve eğlence tarihine çok yönlü bir bakış sunmayı amaçlıyor.
Sergi, 12 Şubat 2023 tarihine kadar izlenebilecek.
19
SERGILER
Çocukluk ve oyun kavramları,
“OyunBu” sergisiyle Arter’de!
“
OyunBu” başlıklı grup sergisi, Arter Koleksiyonu’ndan
seçilen yapıtları çocukluk ve oyun
kavramları etrafında bir araya getiriyor. Sergi,
oyunun özgürleştiriciliğini, gerçekliği askıya
alıp yeniden kurgulayışındaki kural tanımazlığını, gündelik
olanın dışına taşma ve tamamen kendine ait bir düzen ve
anlam üretme şekillerini, sanat yapıtları ve bu yapıtların
sunduğu deneyimler bağlamında araştırmayı hedefliyor.
Sanatın oyun kurucu niteliklerini, oyun bozucu yanlarıyla
birlikte ele alan OyunBu; rekabet, gerilim, şans, taklit, ritüel,
sihir, esrime ve haz gibi kavramların izini sürerken, hem
yetişkinler hem de çocuklar için aslında kazananı olmayan
ya da herkesin kazandığı bir oyun alanı açıyor.
Beklenmedik buluşmalar ve şaşırtıcı
ilişkilenme biçimleri
Oyun ve oyuna ilişkin kavramların sanatçıların imgeleminde
başlayıp, sanat yapıtıyla tamamlanan yolculuğuna sergi
boyunca farklı düşünme, yorumlama ve üretim süreçleri
eşlik ediyor. Sergide yer alan kimi yapıtlar doğrudan oyunun
kendisini ve araçlarını sanat bağlamına taşırken; sıradışı
form ve boyutlar, beklenmedik buluşmalar ve şaşırtıcı
ilişkilenme biçimleriyle oyunun kuralını bozup yeni anlamlar,
öneriler ve sorulara aracılık ediyor. OyunBu’da bir araya
getirilen yapıtların bazıları ise sanatın tasarı ve üretim süreçlerindeki
yöntem, tavır ve yaklaşımlar ile gündelik hayatın
akışına aldırış etmeden kendi özgün dilini ve düzenini
kuran oyunun şansa, belirsizliğe ve kaosa yer veren doğası
arasındaki benzerlikleri ortaya koyuyor.
Gerçek ile hayal arasında salınan dünyalar
Arter’in birinci ve ikinci kat galerilerine yayılan sergi, içine
yerleştiği mekânların mimarisini de oyuncul müdahalelerle
yorumluyor. OyunBu, düş kurarken ciddiyetini hiç bozmayan
çocuk ile oynamaktan asla vazgeçmeyen yetişkinin
gerçek ile hayal arasında salınan dünyalarına açılan kapıyı,
her iki tarafa doğru aralayıp buluşturmayı deniyor.Sergi, 9
Nisan 2023 tarihine kadar Arter’de izlenebilecek.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
20
SERGILER
Özlem Altın’dan farklı tekniklerle “Kısmet”
ThePill Sanat Galerisi, Özlem Altın’ın “Kısmet” başlıklı
sergisine ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz birkaç yıl
içinde, bir araya getirilmiş fotoğraflar üzerine bir resim tekniği
geliştiren Altın, mürekkebin ve yağın yüzey dokusuyla
ayrı nesneleri çevreleyen ve birbirleriyle temas ettiren bir
dizi görüntüde ana hatları çizerek çalışmalar elde ediyor. Bu
elle boyanan işaretler, fotoğrafın görsel mekaniğine aykırı
ve belirgin bir özellik ekliyor. Sergi, 8 Kasım 2022 tarihine
dek ziyaret edilebilecek.
Anne Laudel’den yeni sergi:
“Hiçbir Yer”
Mehmet Sinan Kuran’ın 2020 yılında Anna
Laudel’de gerçekleştirdiği ve “öldükten sonra
gerçekleşen” anlamına gelen “Posthumous” sergisinin
devamı niteliğinde olan “Hiçbir Yer”, ziyaretçilerini
hayattaki ihtimalleri sorgulatan bir yolculuğa
çıkarmaya hazırlanıyor.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Çizim, heykel, resim, seramik, ışıklı kutular, camlar,
buluntu nesneler ve yerleştirmeler gibi farklı teknik
ve malzemeler kullanarak ürettiği eserlerin yer aldığı
seçkide Kuran, Nietzsche’nin çocukluktan yaşlılığa
geçişini ele aldığı tasviri tersine çeviriyor. “Benjamin
Button’ın Tuhaf Hikâyesi” filmini anımsatan seçkide
sanatçı, ziyaretçilere yaşlılıktan çocukluğa doğru
giden bir yolda eşlik ediyor. Mehmet Sinan Kuran’ın
“Hiçbir Yer” isimli kapsamlı kişisel sergisi, 4 Aralık’a
kadar Anna Laudel İstanbul’da izlenebilir.
44 sanatçıdan 120’ye
yakın eser Meşher’de!
Antik Yunan mitolojisindeki Ekho ve Narkissos’un
hikâyesinden hareketle kurgulanan “Ben Kimse. Sen
de mi Kimsesin?” sergisi, Beyoğlu’nun dikkat çeken sergi
alanlarından Meşher’de sanatseverlerle buluştu. Küratörlüğünü
Selen Ansen’in üstlendiği sergi, yurt içi ve yurt dışından
44 sanatçının 120’ye yakın eserine ev sahipliği yapıyor.
Sergiye ilişkin düzenlenen basın toplantısına katılan Ansen,
serginin Ekho ve Narkissos mitinin odağında yer alan
başkalaşım kavramından yola çıktığını ve “ikililik” kavramı
üzerine temellendiğini ifade etti. Selen Ansen, serginin söz
konusu kadim hikâyeyi betimlemeyi amaçlamadığını, daha
ziyade hikâyede Ekho ve Narkissos’un karşılıksız aşkından
geriye kalanlar etrafında kurgulandığını dile getirdi. Ödünç
alınan eserlerin yanı sıra Vehbi Koç Vakfı desteğiyle çeşitli
mecralarda üretilen yapıtların da yer aldığı sergi, 12 Şubat
2023’e kadar görülebilecek.
Her duvar bir orijinali
hak eder diyenlerdenseniz:
GELİN
DEĞERİNİ
SİZ BELİRLEYİN!
Yuliya Ergene & Rahmi Çöğendez sunumu
ile birbirinden değerli müzayedeler.
www.sessizmuzayede.com
Bilkent Center AVM 1597 Cd. No:3/33 Bilkent Center AVM
Tepe Home Katı Çankaya / ANKARA
0530 402 99 85 | 0312 242 00 22
iletisim@sessizmuzayede.com
sessizmuzayede
sessizmuzayede
22
SERGILER
Hülya Botasun, 10. kişisel sergisini
Moda Deniz Kulübü’nde açtı
Ressam Hülya Botasun, “Mimesisler – III” adlı yeni kişisel
sergisini Moda Deniz Kulübü’nün sergi alanında
açtı. Sanatçının son yapıtlarının yanı sıra çeşitli dönemlerinden
seçme yapıtların da yer aldığı sergi, sanatseverlerin
yoğun ilgisiyle karşılandı.
Ağaç figürleri öne çıktı
Serginin ismi ve içeriğine dair dergimize açıklamalarda bulunan
Ressam Hülya Botasun, şunları ifade etti: “Mimesisler
antik bir kelime ve benzetmeler anlamına geliyor. Antik
Yunan’da tiyatro alanında ortaya çıkmış bir kelime. O dönem
eleştirmek istediklerini direkt söylemek yerine farklı
yöntemlerle anlatma yolunu seçiyorlarmış. Ben bu yöntemi
daha önce arkadaşlarımın portrelerini hayvan olarak çalıştığımda
kullanmıştım. Sergide hem o dönemlerimdeki eski
işlerimden bazı tablolar hem de yeni işlerim yer aldı. Doğa,
insan ve günlük hayattan söylemek istediklerimi benzetme
yoluyla resme aktardım. Genellikle doğadan aldığım tema
olan ağaç figürleri öne çıktı.”
Hülya Botasun’un tıp eğitimi gören oğlu Deniz,
sanatçının aynı zamanda en iyi asistanı...
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Mithat Şen, “Nefes” ile
Galeri Bosfor’da!
Galeri Bosfor, 9 Eylül-28 Ekim tarihleri arasında temsil
ettiği usta sanatçı Mithat Şen’in “Nefes” isimli kişisel
sergisine ev sahipliği yapıyor. Nefes ve ritim üzerine odaklanan
tek bir işin gösterildiği sergi, sanatçının ilk kişisel
sergisinden 40 yıl sonra gerçekleşiyor. Yapılan bütün işlerin
vardığı bir sonuç olarak çokluk, birlikle sunuluyor.
Mithat Şen’in mekân içinde mekân kuran “Nefes” isimli eseri,
formu ve malzemesi bağlamında sanatçının sistematiğini
açık biçimde ortaya koyuyor. 2 metre yüksekliğinde ve 20
metre uzunluğunda kesintisiz biçimde yerleştirilmiş eser,
ahşap şasilere gerilmiş natürel parşömen malzemeden oluşuyor.
40x40 cm ölçeğindeki karelerin birbirine eklenerek ve
dört yönde ilişkilenmeyi sürdürerek çoğalmasıyla bir araya
gelen çok katmanlı rölyef, sanatçının beden şemasının parçalı
bir sistemle çeşitlenmesi ve tekrarı üzerine inşa edilmiş.
23
SERGILER
Akbank Sanat’ta
“Günümüz Sanatçıları Sergilerinin 40 Yılı”
Akbank Sanat, “Kırk Kapılı Oda: Günümüz Sanatçıları
Sergilerinin 40 Yılı” sergisini sanatseverlerle buluşturdu.
Serginin sergileme tasarımını Bülent Erkmen üstlenirken,
küratörlüğünü Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman yapıyor.
Sergide günümüz sanatçılarının son 40 yıla ait fotoğraf,
belge ve videoları, dijital ortamda sanatseverlerin beğenisine
sunuluyor.
Küratör Hasan Bülent Kahraman’ın sergiye dair söylemleri
ise şöyle: “Günümüz Sanatçıları Sergileri, kırk kapılı bir odadır.
O oda belleğin labirentlerini saklıyor içinde. Her kapı
bir serüvene ve gize açılıyor. Labirentte yol bulmak kadar
kaybolmak da erdemdir.” Sergi, 19 Kasım tarihine kadar Akbank
Sanat’ta izlenebilir.
Tülin Onat’tan “51 Yılın Hikâyesi”
Beşiktaş Belediyesi ve Beltaşiş birliğiyle Tülin Onat, Beşiktaş
Çağdaş Sanat Galerisi’nde “Boşluğu Biçimlendirmek
/ 51 Yılın Hikâyesi” adlı kapsamlı bir sergi ile izleyicilerle
buluştu. Sanatçının başlangıcından bugüne 51 yıllık sanat
hayatına ve sanatsal üretimlerine retrospektif bir açıdan yaklaşılan
sergide; resim, desen, video ve rölyef-heykel gibi farklı
ifade araçlarıyla ortaya koyduğu yüzden fazla eser yer alıyor.
Sergiyle eş zamanlı olarak sanatçının tüm dönemlerini içeren
kapsamlı bir sanatçı kitabı hazırlandı. Sergiyle aynı adı
taşıyan kitap, üç yıllık özverili bir çalışmayla oluşturuldu.
Beşiktaş Belediyesi’nin desteğiyle yayımlanan kitap, sanatçının
estetik üretimleri üzerinden sanat hayatına odaklanıyor
ve görsel-dizinsel bir arşiv niteliği taşıyor. Tülin Onat’ın
51 yıllık sanat hayatındaki dönüşüm ve gelişimin ikonik
örneklerini bir araya getiren retrospektif sergisi, Beşiktaş
Akatlar’da bulunan MKM - Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi’nde
20 Kasım tarihine dek görülebilir.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
24
SERGILER
“Bedri Rahmi’den Cengiz Bektaş’a Selam Ola”
Kuzguncuk’un tıpkı semtin kimliği gibi küçük ve sıcak
galerilerinden IMOG Art Space, yeni sezonda
usta sanatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu eserlerinden oluşan
“Bedri Rahmi’den Cengiz Bektaş’a Selam Ola” isimli
serginin açılışını, Eyüboğlu’nun dost ve yakınlarının
konuşmacı olarak katıldığı bir etkinlikle gerçekleştirdi.
Açılışta ayrıca, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yakın dostlarından
mimar ve yazar Cengiz Bektaş da anıldı.
Sergiye ve açılışa dair dergimize bilgiler sunan IMO-
GA Art Space Kurucusu Eda Tekcan, şunları ifade etti:
“Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserlerinden oluşan bir
seçki sergisi bu. Eserleri, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
torunu Rahmi Eyüboğlu ile birlikte seçtik. Eserlerin
geneli 1950’li yılların hemen öncesi ve sonrasını kapsıyor.
Rahmi Bey, sergiyi Cengiz Bektaş’a ithaf etti.
Cengiz Bektaş ile Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun çok
güzel bir dostluğu olduğunu biliyoruz. Biz hem bu
dostluğun altını çizdik hem de ikisini bir arada anmak
istedik. Sergi boyunca buraya gelen her izleyiciye hem Bedri
Rahmi’yi hem de Cengiz Bektaş’ı anlatacağız. Çünkü ikisi de
Türk sanatının devleri. Herkese iyi seyirler diliyoruz.” Sergi,
18 Ekim 2022 tarihine kadar izlenebilecek.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Saygun Dura,
“ARADA” ile Pera Palace Hotel’de!
Istanbul Concept Gallery ve Pera Palace Hotel iş
birliğiyle yepyeni bir sanat galerisine dönüştürülen
Pera Palace Hotel - Galata Fuaye’nin 2022
sanat sezonu açılışı, su altı fotoğrafçılığında özgün
çalışmalarıyla tanınan usta sanatçı Saygun Dura’nın
“ARADA” sergisi ile gerçekleşti.
Sanatçının Van Gölü’nde çektiği ve beş yıl boyunca üzerinde
titizlikle çalıştığı, inci kefalinin göçü ve Van Gölü’nün mercanları
diye bilinen gerçeküstü heykelleri andıran mikrobiyalitleri
kapsayan sergi, izleyiciyi adeta büyüleyici bir yolculuğa
çıkarıyor. Saygun Dura’nın göçe ve terk edilmişliğe
metaforik olarak odaklandığı “ARADA” sergisi, 5 Kasım’a
kadar pazartesi hariç her gün saat 12.30-19.00 arası Pera
Palace Hotel-Galata Fuaye’de ziyaret edilebilir.
25
SERGILER
İç dünyayı dışa vuran sergi:
“Karantina Düşleri”
Kızıltoprak Sanat Galerisi, 5-30 Kasım tarihleri arasında
Nadia Arditti’nin “Karantina Düşleri / Lockdown Dreams”
isimli heykel sergisini izleyicisiyle buluşturacak. Arditti,
yeni sergisi için şu açıklamalarda bulundu:
“1994’den bu yana her yarattığım yeni eser, yaşamımdaki
duygular ve dönemlerle bağlantılıdır. Son yılların karantinası
beni derinden yaraladı. Bu sürenin düşleri bronza dönüştü.
Aile yakınlığını, dokunmayı, kucaklamayı, beklentileri,
umudu, doğa sevgisini, kaçışı, uçmayı hayal ettim. İç
dünyamı, yalnızlığımı dışa vurmak istedim bu sergide.”
Galeri Diani’de
“Gündüz Düşü / Daydream”
Feyzan Alasya, “Gündüz Düşü / Daydream” adlı sergisiyle
5 Kasım’dan itibaren Galeri Diani’de! Sanatçı, bu sergisinde
gerçekleri şiirsel bir dille yansıtırken; hüznün, acının
ve haykırışın evrenselliğini bir kez daha duyuruyor bize.
Galeri Diana, sergi tanıtımında şu ifadelere yer verdi: “Feyzan
Alasya, güçlü desenleri ve çarpıcı resimleriyle şarkılarını
söylüyor, izleyenler hüznü ama bir yandan da umudu sezerek
yürüyorlar onunla. Gerçeklerin şiirsel bir dille yansıtıldığı
resimlerinde Valery’nin dizelerindeki hüznün, acının ve
haykırışın evrenselliği bir kez daha duyuruluyor bize. Feyzan
Alasya’nın resimleri, onun dünyayı anlamaya çalışma ve
bir çözümleme yolu.”
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
26
INTERVIEW
Yazar
Pınar Baltacı
Spring has come to the 39 Kalamış
Portuguese artist David Arranhado colored the
exterior facades of 39 Kalamış Marina Hotel.
We interviewed with David about his mural artworks
and also talked about Istanbul.
project and paint the front and sides of the hotel, as well as
some additional rooms! It was a great experience, and I am
really proud of how it turned out. I usually only realize how
obsessed I get with a work, after I am done with it!
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Can you introduce yourself for our readers? How do you
describe your artworks and techniques?
I am David Arranhado. I come from Lisbon, Portugal, but I
have been living in Bahia, Brazil since 2009. My academic
background is Conservation and Restoration, where I was
able to study some of the best Portuguese masters of wall
painting; “Nome Da Escola”
My work is a blend of techniques that I come across everywhere
I go. Since I am out prompting my work in different
places some parts of the year, I always end up discovering
something new I want to try. In the early days, I was working
in big projects like restoring palaces and churches. The
focus at the time was mostly restoration, but that gave me
an incredible amount of experience that I carried to my
paintings at first, and then the outside murals. The end goal
wherever I paint is to create art that belongs there, and is in
harmony with its environment.
What is your reason for visiting Istanbul? How long have
you been here?
My first time in Istanbul was in 2019 and I loved it. The art
scene is so vibrant, and the city is a melting pot of cultures
and traditions. It is a city I really enjoy coming back.
How did you find the 39 Gallery?
I have been in touch with the owners since I worked here in
2019, so I received an invitation to create a new collection
to showcase here during October. The exhibition is called
Golden Oasis, and I think it adds another element to the
original concept of the hotel without disrupting its balance.
One thing leads to another, and we decided to add another
Could you tell us about the project you realized in 39
Kalamış Marina Hotel?
I met Münteha Adalı and Ahu Serter when I was showcasing
my work in Lisbon, in 2019 at Arroz Estudios. I think
both of them must have really liked my work, because we
have been working on a few projects since then! That year
I traveled to Istanbul for the first time, to work in 39 Kalamış.
I had the opportunity to paint some of the walls and
interiors here, including a couple of suites. It was a memorable
experience due to the size of the project, and it is
definitely a highlight in my portfolio.
The main theme at the hotel was the concept of an Urban
Oasis. If you visit the interiors, there are places like the
stairways where you can feel overwhelmed by the trees
in all sides, and the play on the perspective! In one of the
rooms, I used golden leaves to paint portions of the walls.
It’s a technique I have been perfecting for almost 15 years,
and I knew it would be great as a complement to the luxurious
interiors of the hotel.
How did you find Istanbul as an artist? What are your
comments about Kadıköy and Istanbul?
Istanbul is always a source of inspiration. There are so many
different histories and backgrounds in this city. The people
have been super welcoming, making my visits here quite
enjoyable. Kadıköy almost feels like home! I love going for a
walk, and just taking a seat at some place contemplating the
movement of the area. Art supplies are abundant as well,
and that’s always something that keeps any artist happy!
The art scene here is also very dynamic, and it’s a great location
to explore new markets I would not have access to
in Brazil.
27
Münteha Adalı:
Every part of the hotel is like
Alice in Wonderland waiting
to be discovered
INTERVIEW
Münteha Adalı, the founder of 39 Gallery
where takes place at the 39 Kalamış Marina
Hotel, told her story of meeting artist David
Arranhado with these words: “In 2019,
I visited a friend’s hotel in Lisbon. We toured the hotel
where is in Lisbon’s oldest buildings, led by a Lisbon native.
While I was wandering, I saw artworks hung on the door of
an apartment. One of the pictures there impressed me a lot
and I went inside with a spur of the moment decision. That
decision gave birth to today. I felt that the brush strokes
were very free in David’s paintings and I connected with
those paintings within myself. So I invited David to the Istanbul,
39 Kalamış Marina Hotel to paint murals. This is
how the story started.”
Oasis in the middle of the city
Emphasizing that the 39 Kalamış is a city hotel, Adalı said;
“Since this is a city hotel, we are trying to utilize the handful
of land available. We grow olive trees and flowers even in
a handful of land in front of the hotel. Since I love green
very much and we have little land, I wanted to have graffiti
on the walls. For example, the drawing on the side facade
looks like a canvas. In short, I wanted to create an oasis
in the middle of the city. Thus, we shared our motto with
everyone. Of course, David’s drawings were nature, forest,
animals. All of them inspired me. Not only the exterior facade,
but every part of the hotel is like Alice in Wonderland
waiting to be discovered” and shared other details about the
hotel:
The main exhibition is on the walls
“Our hotel has also a queen room against the ordinary
king rooms. David also worked there. Since I wanted the
reflection of female magnificence, we made paintings on
the ceiling and walls of the room. There were boated and
wavy painting figures. We wrote the words ‘Feel good in the
neighborhood’, which is the main motto of our hotel, on
the front facade of the hotel. There words were meaningful,
because there is a neighborhood culture in Kalamış. The
artwork that we started before the pandemic was interrupted
when David had to leave after a while. Then the pandemic
era started. David started to become very well known in
this process, due to his social media posts. So, while he was
unknown in his own country, he became a David born in
Istanbul. Now he has come back and started to finish the
job. Also, during this period, David’s forest themed exhibition
started at 39 Gallery with a great attention. In fact, one
of our buyers was from Lisbon. David’s real exhibition in
Istanbul will exist with his mural as long as this building
lives.”
“Observing David while the murals were being painted, I saw
that, in fact, those who paint on canvas transfer it from outside
to inside. Those who paint murals, on the other hand, are the
opposite, from the inside to out. Because while you are looking
at the canvas, you are looking at it and making it, but there the
artist enters the painting. The artist dreams, thinks and gets lost
in the painting.”
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
28
KÜLTÜR SANAT
Yazar
Pınar Baltacı
İBB ile sanat artık
herkes için erişilebilir
İstanbul’da hem kültür merkezleri hem de meydanlardaki
ücretsiz etkinlikleriyle her yaş grubundan kesime
hitap eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi; 13
kültür merkezi, kütüphaneleri ve İstanbul Kitapçısı
şubelerinde düzenlediği etkinliklerle sanatı artık herkes için
erişilebilir kılıyor. Kışın kültür merkezlerinde, yazın kent
genelindeki meydanlarda gerçekleşen etkinliklerin önem
ve kapsamını, İBB Kültür Dairesi Başkanlığı Koordinatörü
Figen Ayhan Karakelle ile konuştuk.
alanına yeni bir bakış açısı getirdik. Kültür merkezlerimiz,
yaklaşık olarak ekim ve mayıs ayları arasında açık olan alanlar.
Oralarda bu tarihlerde haftanın üç ya da dört günü aktif
olarak etkinlikler yapılıyor. Diğer günlerde ise çeşitli sivil
toplum kuruluşlarının değişik istekleri için tahsise açılan
yerler. Dolayısıyla haftanın yedi günü çalışan alanlar. Bahsettiğim
dört gün ise yetişkin ve çocuk tiyatroları, konserler,
çocuklar ve kadınlar için atölyeleri ücretsiz olarak gerçekleştiriyoruz.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
İBB Kültür Dairesi Başkanlığı’nın sadece kültür merkezlerinde
etkinlikler düzenleyen bir kurum olmadığının altını
çizen Karakelle, sözlerine şöyle başladı: “Önceki yönetimlerden
farklı olarak, kültür merkezlerinde içeriklerin oluşmasıyla
ilgili bir vizyon değişikliğinin yanı sıra kültürel etkinlik
Figen Ayhan Karakelle
Ancak sadece merkez etkinliklerimiz yok. İBB logosunu gördüğünüz
tüm ücretsiz etkinlikler, Kültür Dairesi Başkanlığı’nın
İstanbullular için ürettiği ve onlarla buluşturduğu
etkinlikler demek. Mesela, Müze Gazhane’deki etkinlikler,
İstanbul Kitapçısı şubelerindeki birtakım müzik dinletilerini
kastediyorum. Bununla birlikte büyük alan konserleri,
semt festivalleri, ‘Hava Kararınca’ ismi altında hayata geçirilen
kampüs etkinlikleri, milli bayramlar ve Ramazan ayı
boyunca yapılan etkinlikler, hep hayata geçirdiğimiz etkinliklere
örnek. Tabii Kadın Emeği Pazarı etkinlikleri ve Sahaf
Festivalleri de öyle. Bu nedenle çalışmalarımızı sadece kültür
merkezleriyle sınırlandırmak çok doğru olmaz.”
“İstanbul’da sevilmeye değer şeylerin yanına
konulabilecek etkinlikler”
Tüm bu etkinliklerle İstanbul’un iyilik hâline katkıda bulunmak
istediklerini de ifade eden Figen Ayhan Karakelle;
“Hem ekonomik anlamda hem de küresel olarak büyük gerilimlerin
yaşandığı bir dönemden geçiyoruz maalesef. Hâl
böyle olunca da insanların hayatla olan bağlarının zayıfladığı
da bir dönemdeyiz. Tam bu aşamada kültürel-sanatsal
etkinlikler, insanların hayatları kurdukları bağları sağlamlaştırıyor.
Bu ekonomik göstergeler içerisinde bir konsere
gitmek, bir tiyatro izleyebilmek, bir söyleşiye katılmak,
ulaşmak maalesef madden çok zor. Dolayısıyla hayata geçirdiğimiz
etkinlikler için ‘İstanbul’da sevilmeye değer şeylerin
yanına konulabilecek etkinlikler’ diyebiliriz. İşte metropollerin
kendi içinde taşıdığı zorlukların yanı sıra bir de böyle
güzellikleri var. Metropollerdeki çok yaratıcı çeşitliliği canlı
tutmak için çalışıyoruz” diyerek, etkinliklerin içeriği ve kapsamına
dair bilgiler sundu:
Hem sanata hem de sanatçıya destek
“Etkinlikler kapsamında çift taraflı bir alan açmayı hedefliyoruz.
İstanbul, 39 ilçesi olan çok büyük bir coğrafya ve
içinde çok değişik demografiler var. Birincil hedefimiz,
erişimi genişletmek. Yani merkezileşen Taksim, Kadıköy,
Beşiktaş gibi ilçelerin dışındaki bölgelere de sanatsal faaliyetleri
ilçe belediyelerimizin de katkılarıyla yaymayı hedefliyoruz.
Dolayısıyla aslında 39 ilçenin her yerinde etkinlik
üretmek bizim için önemli. Diğer taraftan da sanatçılara
yeni alanlar açabilmek için çabalıyoruz. Yıl içerisinde başvuruları
değerlendiriyor, öncelikli olarak ortaya konan sanatın
hedef kitlesiyle buluşabilmesi için çalışıyoruz. Nitekim,
diğer taraftan da ihtiyacın ne olduğunu göz önünde
bulunduruyoruz. Mesela, çocukların sanat aracılığıyla kendi
zihin ve becerilerini geliştirebilecekleri etkinlikler planlıyoruz.
Değişik alanlarda bu etkinliklerle buluşabilmelerini
sağlıyoruz. Sanatçıların da projeleri oluyor tabii ki. Bize
çok sıklıkla kendi projeleriyle başvuran sanatçılar var. Hem
içerik hem de bütçesel olarak uygun görülenleri mutlaka
destekliyoruz. Dolayısıyla bizim belediye olarak fonksiyonumuz
sanat üretmek değil, hem sanatı üretenlere hem de
onun ulaşmak istediği kitleye alan sağlayabilmek. Sanat
ürettiğimiz iki kurumumuz var. Biri İBB Orkestralar Müdürlüğü,
bir diğeri ise İBB Şehir Tiyatroları… Şehir Tiyatroları,
belediyemizin sanıyorum en eski kurumlarından.
Sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin önemli sanat kurumlarından
biri. Dolayısıyla onu yaşatmak da İBB olarak bizim
en büyük sorumluluklarımız arasında.”
“İstanbul’da sanata daima ihtiyaç var”
İstanbul’da sanatsal faaliyetlere daima ihtiyaç olduğunu da
vurgulayan Figen Hanım; “Herkesin çok kolaylıkla gözlemleyeceği
üzere, İstanbul’da kültür sanata daima ihtiyaç var.
Çünkü sadece bizim etkinliklerimiz değil, İstanbul’da haya-
ta geçen her türlü etkinlik dolu neredeyse. İnsanlar için yaşama
tutunma meselesi çünkü sanat. İnsanlar arası kopan
iletişimin tamir edildiği yerler kültür sanat aktiviteleri. Herkesin
de buna ihtiyacı var. Dolayısıyla bizim bütün etkinliklerimiz,
en başta ücretsiz etkinlikler olduğu için büyük talep
görüyor. Aile bütçesine de katkı sunuyoruz böylelikle” dedi.
“Yeşil, adil ve yaratıcı İstanbul”
Son olarak, İstanbul’da restore edilen tarihi yapıların kültür
sanata kazandırılması konusunda da büyük bir misyon yüklenen
İBB çalışmalarını sorduğumuz Figen Ayhan Karakelle,
şu yanıtı verdi: “İstanbul o kadar büyük bir hazine ki, aslında
bugüne kadar bu alanlar şehrin bir parçası olamamış ve atıl
kalmış. Yapılar hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük
cazibe merkezleri esasında. Yeni restorasyonlarla buraların
sadece fotoğraf çekilecek alanlar değil, yaşayan kültür sanat
merkezleri olmaları yönünde bir vizyonu takip ediyoruz biz
de. Sayın Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun ‘Yeşil, adil ve
yaratıcı İstanbul’ sloganını hatırlatmak isterim. Biz birim
olarak yaratıcının yanı sıra adil olma hâlini de sahipleniyoruz.
Tabii yeşili de aynı şekilde, çünkü doğanın içerisinde de
çok fazla aktivite yapmayı kıymetli buluyoruz. Yaratıcılık ise
aslında şehrin kendi içinde hâlihazırda var. Biz sadece o yaratıcılığın
görünebileceği alanları oluşturabilmek için kültür
ve sanatın buluşabilme alanlarına yoğunlaşıyoruz.”
İBB Kültür Merkezleri
• İBB Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi
• İBB Başakşehir Kültür Merkezi
• İBB Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi
• İBB Güngören Erdem Bayazıt Kültür Merkezi
• İBB Esenler Prof. Dr. Adem Baştürk Kültür Merkezi
• İBB Yenibosna Dr. Enver Ören Kültür Merkezi
• İBB Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi
• İBB Tuzla İdris Güllüce Kültür Merkezi
• İBB Sancaktepe Eyüpsultan Kültür Merkezi
• İBB Sultanbeyli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Kültür Merkezi
• İBB Ümraniye Şehit Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk
Kültür Merkezi
• İBB Şile Kültür Merkezi
• İBB Arnavutköy Kültür Merkezi
29
KÜLTÜR SANAT
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
30
KAPAK
Yazar
Emel Altay
Heyecan verici, kafa karıştırıcı,
ufuk açıcı bir yolculuk:
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
YAPAY ZEKA VE
SANAT
Yapay zeka, her türlü maddi gereksinimin sanat üretimi üzerindeki otoritesini
kaldırma yönünde atılan özgürleştirici adımlardan biri…
Yapay zekanın sanat üretiminde bir araç mı olacağı yoksa bizzat sanatçının
koltuğuna mı oturacağı sorusu, sanatın geleceğini belirleyecek önemli
tartışmalardan biri olacak gibi görünüyor.
31
KAPAK
Yapay zekayı özetle, “insan zekasını taklit ederek
üretim yapan makinelere verilen genel ad” olarak
açıklayabiliriz. Sanat için özet ya da genel
bir tanım yapmak güç, dahası indirgemeci bir
çaba olur. Yapay zeka ve sanatın ortak kesişim kümesinde
insan zihni var elbette ama “nasıl ve ne kadar” olduğu tartışmaya
açık.
Androidler elektrikli koyun düşlerse
bu sanat mıdır?
Yazar Philip K. Dick’in 1969 tarihinde yayımlanan “Androidler
Elektrikli Koyun Düşler mi?” adlı bilimkurgu kitabı,
androidlerin de insanlar kadar var olduğu bir dünya fikriyle
hâlen düşündürmeye devam ediyor. Aslında bu sorunun
öncülünü bilgisayar biliminin kurucusu AlanTuring, 1943
yılında “Makineler düşünebilir mi?” diyerek ortaya atmıştı.
İnsan zihninin sonsuz ve
heyecanlı yolculuğu
2022 yılına geldiğimizde yapay zekaya dair en azından pratik
dünyada alınan yol hayli fazla. Artık makineler bizim
yapabileceğimiz neredeyse her şeyi -bazı alanlarda fazlasını-
yapabiliyor. Bilimde, teknolojide, mimaride, esasen tüm
endüstrileşmiş sistemlerde yapay zekanın kullanımı yaygın.
Ancak birkaç yıl öncesine kadar yapay zekanın sanat da
yapabileceği düşüncesi ortada yoktu. Bu olasılıkla birlikte
aslında Turing’in, Phlip K. Dick’in dünyasına geri dönmüş
olduk ve esas sorular yeniden öne çıktı: Makineler düşünebilirler
mi? Yaratıcı, özgün, felsefi derinliğe sahip olabilirler
mi? Yoksa tanımları gereği tek yapabildikleri insan zihnini
kopyalamaktan mı ibarettir? Öyleyse yapay zekanın yaptığı
“şey”e sanat diyebilir miyiz?
Yapay zeka sanat üretebilir mi?
“Yapay zeka sanat üretebilir mi?” sorusunu tartışmak hem
keyifli hem de zorlu. Keyifli, çünkü insan zihninin uçsuz
bucaksızlığını, engellenemezliğini, hayal dahi edilemezliğini
gösterip heyecanlandırıyor. Zorlu, çünkü insanı önce “Sanat
nedir? Sanatçı kimdir?” gibi kadim sorulara yeni cevaplar
bulmaya itiyor.
MİNİ SÖZLÜK
Yapay zeka (AI): İnsanlara ait düşünce sistemini taklit eden
makinelere verilen genel ad.
GAN (Generative Adversarial Network): Üretken Ters Ağ.
Bir parça meydana getirme gayesiyle birbirine karşıt çalışan iki
makine zekası.
GauGan: GAN teknolojisiyle geliştirilen yapay zeka yazılımı.
Gau kısaltması Gauguin’den geliyor.
Midjourney: Metinsel açıklamalardan görseller üreten yapay
zeka programı.
Dall-E 2: Kurucuları arasında Elon Musk’ın bulunduğu yapay
zeka araştırma laboratuvarı OpenAI tarafından geliştirilen,
metni görsele dönüştüren yapay zeka programı.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
32
KAPAK
Aypera
Yapay Zeka Küratörü Avind
Bager Akbay:
Sanattaki hiyerarşi zincirinin
kırılması hoşuma gidiyor
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Sanatçı, eğitmen ve tasarımcı Bager Akbay, Türkiye’deki
yapay zeka ve sanat ilişkisine dair projelerin
çoğunda imzası olan bir isim. Posta Gazetesi’nin
şiir köşesine şiirler yazan robot şair “Deniz
Yılmaz”, sergi küratörü yapay zeka “Avind” ve robot Instagram
influencerı “Aypera”, Bager Akbay’ın ya bizzat yarattığı
ya da önemli bir parçası olduğu işler... Akbay ile yapay zekanın
sanat ile olan ilişkisi üzerine konuştuk.
Yapay zekanın yaptığı
üretime “sanat”
diyebilmemiz için neleri
içermesi gerekiyor? İşin
sanatçının kattığı “duygu
ve düşünceler” kısmı için
ne düşünmeliyiz?
Sanatın demokratikleşmesi
ve herkesin sanat yapabilmesi
elbette güzel... Ancak
Bager Akbay (Fotoğraf: Verena Niepel)
asıl sormamız gereken soru; “Yapay zeka sanatçı olabilir
mi?” Sanat eseri kendi duygularımızın aktarımı olduğu için
bu yapay zeka için mümkün değil ama çıkan nesnenin sanat
eseri olması mümkün. Çünkü bu karar yapanın değil, izleyicinin
takdirine kalıyor. Sokakta gördüğümüz bir şeye bile bu
bir sanat eseri diyebiliyoruz. Bu durumda yapay zeka, sanat
eseri yapabilir oluyor. Yine de sanatı kutsallaştırmaya gerek
olduğunu düşünmüyorum, insan merkezcil bir yerden dışarı
çıkması hoşuma gidiyor. Bu sorunun kendisi çok keyifli...
Tanımı yerinden oynatan sorular olduğu için değerli.
Şu aralar sizi yapay zeka ve sanat ilişkisinde neler
heyecanlandırıyor?
Sanatla ilgilenmek isteyen kişilerin önüne “Sen yapamazsın.
Önce tekniğini öğren, tarihine vakıf ol” gibi engeller koyduk.
Bu bizi sanatı elitleştirmeye götürdü. Kavramsal sanat da aslında
sanatı basitleştirme derdindeydi. Yapay zeka, bu süreci
daha da ilginçleştiriyor. Sanattaki hiyerarşi zincirini kırdığı
için özellikle ilgimi çekiyor ve hoşuma gidiyor. Teknolojiye
bir beyaz atlı prens, bir büyücü edasıyla baktığınızda ondan
nefret de edebilirsiniz. Teknolojiye anlamlı bir araç, bir gelişme
olarak bakarsanız onu anlamlı kullanıyorsunuz.
Eğitimci, sanatçı, teknolojiden anlayan biri olarak ben de bu
süreci yaşıyorum ve her şeyi öğrenmek için yapıyorum. Ana
motivasyonum anlamak. Bilmediğim şeyler üretmekten
korkmuyorum. Eski sanatçı şöyle biriydi; çok iyi bir yeteneği
vardı ve onu gösteriyordu bize. Artık bunun etkisi azaldı,
değişti. Artık dünyayı anlama, görme, gösterme gibi amaçlar
değerli geliyor bana.
Şair Deniz Yılmaz, Türkiye’nin yapay zeka ve sanat
ilişkisindeki en popüler örneklerinden biri oldu. Ardından
başka ilkler geldi. Instagram influencerı Aypera çok
heyecan verici bir iş örneğin...
Sosyal medya, yapay zekaya çok daha fazla yakışıyor aslında.
Bana göre influencerın yapayı makbul. Influencer
olmak insan doğasına uymuyor, yapay bir hâl çünkü. Ben
doğalmış taklidi yapılmasına karşıyım. Gıdaya katkı maddesi
koyuyorsak fosforlu yapalım, doğalmış gibi göstermeye
çalışmayalım.
Haziran ayında gerçekleşen 2. İstanbul Dijital Sanat
Festivali’nin küratörü bir yapay zekaydı. Siz de bu
projenin yürütücülerinden biriydiniz. Yapay zeka
küratörü “Avind” ile çalışmak nasıldı?
Avind’in tasarımcılarındanım, dolayısıyla arka planına da
hâkimim projenin. Orada küratöryel süreci plana dökmek
var. Bazen yapay zeka o kadar iyi cevaplar veriyor ki, bunu
koyarsak inanmayacaklar. Ya çok zekice cevaplar veriyor
ya da politik. Avind de zaten küratöryel metin belirleyerek
başladı. En felsefi olan tarafı oydu, diğer kısımları teknik detaylardı.
Bizim için rahattı, küratör başımıza iş açmıyordu.
Biraz da zordu, çünkü iyi bir küratör işleri kolaylaştırır ama
Avind bunu yapamıyordu.
Spark Art Lab Human
33
Artandart Robot Droid Portrait
Spark Art Lab Ape Portrait
KAPAK
“ Yapay zekayı
sanat üretiminde kırılma
noktası olarak görüyorum”
Symmetrical High Fashion Mens Suit
Burak Dervişoğlu
İstanbul Topkapı Üniversitesi,
bir ilke imza atarak
müfredatına “Yapay Zeka
ile Sanat ve Tasarım” dersini
ekledi. Dersten sorumlu
akademisyen Burak Dervişoğlu,
aynı zamanda dijital sanatçı.
Dervişoğlu, “Dall-E 2” ve
“Midjourney” gibi yapay zeka
uygulamalarının sunduğu imkânlarla
öğrencilerinin hayallerini
görselleştirmelerine yardımcı
olacağını umduğunu söylüyor.
“Yapay Zeka ile Sanat ve Tasarım” dersinin içeriği
nelerden oluşuyor? Öğrencilerin derse ilgisi hakkında
neler söylersiniz?
“Yapay Zeka ile Sanat ve Tasarım” dersi, öğrencilere bilgisayar
teknolojileriyle paralel gelişen yapay zekanın tarihsel
gelişimini aktararak başlıyor. Yazılım ve donanım sistemlerinin
gelişmesinin makine öğrenmesine etkisi örneklerle
anlatılacak. Son yıllarda gelişmekte olan “Diffusion” gibi
yazılımların nasıl kelimelerle cümle oluşturduğuna değinilecek.
Teorik altyapının öğretilmesi sonrası kendi yaptığım
yapay zeka görselleriyle, görselleştirme için dikkat edilmesi
gereken cümle veya kalıp sözler göstereceğim. Sonrasında
dünya çapında yapılan görselleştirmeler ve referans cümleleri
incelenecek. “Midjourney” ve “Dall-E 2” uygulamaları
kullanarak görselleştirmelere başlanacak. Öğrencilerin de
sınavlarda belirli bir konuda görselleştirme yapmaları ve
bunları sunmaları beklenecek.
“Midjourney”, “Dall-E” gibi uygulamaların
sanata etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yapay zeka sanat yapabilir mi?
Yapay zekanın hemen hemen herkes tarafından kolaylıkla
kullanılabilmesi ve hayallerindeki “şeyleri” görselleştirmesine
araç olması, çok heyecan verici. Özellikle hayal gücü çok
geniş ve farklı olan öğrencilerimizin bazen teknik uygulamalar
ya da çizim gibi yetenek gerektiren tekniklerle istediğini
yapamamakta olduğunu görmekteyim. Öğrencilerin belirli
bir teknikte uzmanlaşmasını destekliyorum, fakat her şey
bir programı iyi kullanmak ya da çok iyi çizebilmek değil. Yapay
zeka belirli sınırları ortadan kaldırarak, öğrencilere hayal
gücüyle eşdeğer eserler yaratma imkânı sunduğundan,
sanatsal bakış açısını geliştirdiğini ve öğrencilerin de buna
ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim. Dijital bir sanatçı olarak
da yapay zekanın sanatta fikrin ve hayal gücünün aktarılma
yetisinin önemini gösterdiğini düşünüyorum.
Sanat her yeni gelişmeye açıktır ve her dönemde yeni tekniklerle
uygulanmaktadır. Sanatın yapay zeka ile hızlı ve
kolay oluşturulması, onun daha az değerli olduğunu göstermemektedir.
Sanatçının hayal gücünü ve fikirlerini gösterme
yöntemi bir tercihtir. Fotoğraf makineleri, bilgisayarlar,
programlar, doğa, boyalar veya yapay zeka sadece bir araçtır.
Yapay zekanın son günlerde yaygınlaşması, çok fazla görselleştirmenin
yapılmasına da neden olmuştur. Çok fazla
sanatsal çalışma yapılsa da sanatçı kendini ve yaptığı işini
anlatabildiği veya gösterebildiği kadar var olmaktadır. Yapay
zekanın basit cümlelerle bile görsel zenginliği olan imajlar
üretmesi bazı kesimlerce sanat olarak algılanmamasına
neden olsa da daha derin, görselleştirilmesi daha zor olan
yapay zeka sanatçıları ayrı değerlendirilmelidir.
Şu aralar sizi yapay zeka ve
sanat ilişkisinde neler
heyecanlandırıyor?
Akademisyen ve dijital sanatçı olarak
yeni gelişen bu teknolojiyi uygulamak
ve yakından takip etmek çok
heyecan verici; çünkü herhangi bir
konuda olduğu gibi her zaman öncüler
vardır ve bu alanda öncüler arasında
yer aldığımdan dolayı mutluyum.
Yapay zekayı sanat üretiminde
kırılma noktası olarak görüyorum.
Her yapay zeka uygulaması farklı bir
mantıkla çalışıyor. “Dall-E 2” ve “Midjourney”
uygulamalarını kullanarak
devam ediyorum, çünkü çok daha
hızlı ve benim için ulaşılabilir.
Artandart Avatar World Landscapes
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
34
Yapay zeka ve sanat ilişkisi üzerine
3 sanatçı, 3 soru
KAPAK
Yapay zeka teknolojilerini kullanarak sanat eseri üreten üç sanatçıya,
aynı üç soruyu yönelttik.
Yapay zeka ile “bildiğimiz anlamda” sanat eseri üretmek mümkün mü?
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
ELÇİN ARPAÇAY:
Sanatın sürekli olarak ilerleyen ve gelişen yapısının bir sonucu
olarak, üretim biçimlerimiz de teknoloji ile birlikte
çeşitleniyor. Ancak yapay zeka ile üretim pratiğinin henüz
bilinç olgusundan uzak olduğunu unutmamak gerek. Milyarlarca
parametreyle eğitilmiş, inanılmaz büyük veri setlerinden
beslenerek kendi kendine öğrenmeye devam eden
makinelerden söz ediyoruz. Bununla birlikte tüm gerçeklerin
epistemik (bilgisel) olarak nesnel gerçeklere indirgenebilmesi
mümkün mü tartışmak gerek. Yalnızca çok sayıda
nöron ve bunlarla ilişkili moleküllerin bir arada davranışından
ibaret olmadığımızdan, bilinci bir bütün olarak matematikselleştiremedik.
Nörofelsefede bilinci oluşturan öznel deneyimler, “qualia”
kavramıyla tanımlanıyor. Bu kavram, insan bilincinin tamamıyla
yapay zekaya aktarılabilmesinin önündeki bir engel.
Dış dünyaya dair duygularımızı öznel deneyimler sonucu
edindiğimizden, bu deneyimlerin bize nasıl hissettirdiği
biçimsel olarak programlanamadı. Hepimizin birtakım kavramlara
dair deneyimleri birbirinden farklı olduğundan,
bunları kelimelerle net bilgilere dönüştüremiyor ve genel
bir veri elde edemiyoruz. Matematikteki hash fonksiyonları
gibi. Bu sebeple yapay zeka, şimdilik insana özgü yaşam pratiğinden
ayrışan bambaşka bir evrenin kapılarını aralarken,
belirli bir veri ve komut almadıkça sanatçılar gibi spekülatif
eylemlerde bulunmayacak; özgür iradenin, benlik duygusunun,
kalp kırıklığının nasıl hissettirdiğini bilemeyecek.
Öte yandan, bugüne kadar öznel
duygu ve deneyimlerin bizde bıraktığı
izleri takip ederek sanat üretimi
yaparken, gelişen bu süreçte insana
özgü pratiklerin ötesini hesaplama
ve gözlemleme fırsatı bulduk.
Sanatçılar olarak, yapay zeka teknolojilerinin
sunduğu imkânlar ve
sonuçları ele alarak, değişen dünya
algısını sorguladığımız bir süreç yaşıyoruz.
Yeni sorgu ve ifade alanları
açan bu multi-disipliner iş birliğinin
tanımlamaları mutlaka ortaya
çıkacaktır. Bu tanımlamaları, geleneksel
sanat ve üretim biçimlerini
çoktan öğrenmiş olan yapay zeka
da yapabilir.
OZAN TÜRKKAN:
Bence sanat ve sanatçı kavramları,
sürekli yeniden şekillenerek evriliyor.
Özellikle de bu yaşadığımız dijital
donemde. Bazı yönleri ile olumsuzluklar
görünse de bir yandan da çok
heyecanlı tarafları ile geleceğe dönük
olumlu yansımaları olacaktır. Creative
Coding, Machine Learning, AI, VR
gibi sanat pratiklerinde kullandığımız
yeni araçlar, bu değişimin bir parçası.
Ben uzun süredir sürekli araştırmaya
dayalı yeni medya pratiklerinin içindeyim
ve her dönemde ortaya çıkan,
gelişmekte olan yeni araçlar bizi heyecanlandırır.
Bunları pratiklerimize
kattığımızda çok farklı imkânlar açılır
ve yeni formlar ortaya çıkar. Ancak
bunlar sanatçının hikâyesini en güçlü
anlatması için birer araçtır. En iyi ve
etkili şekilde kullanılan araçlar, sanatçıya
hikâyesini de en güçlü şekilde
anlatmasına yardımcı olur. O yüzden
bu araçlar ne kadar yenilikçi, heyecan
verici de olsalar bence en önemlisi
hikâyedir. Sanatçının anlatmak istediği
ya da paylaşmak istediği, duygu
ve fikirdir. Araçlar sürekli değişir ama
kalıcı olan işin altındaki fikir, text ve
hikâyedir benim için.
GİZEM RENKLİDAĞ:
Sanat ve sanatçı kavramları, kendi zamanlarında
hep değişti ve şimdiden
sonrasında da yeniden tanımlanacaktır,
tanımlanabilir. Fotoğraf makinesinin
icadından öncesindeki sanatçı ile
postmodernizmin sanatçıları aynı kişiler
değiller. Bir şişe çizebilme becerisi
ile şişeyi kendini ifade etmenin aracı
olarak, temsili olarak yerleştirmek
arasında da bir fark var. Yapay zeka ile
üretilen çıktılarda hem bilgisayar dilinin
hem de kullandığımız kelimelerin,
noktanın, virgülün yerleşimi ile yeni
bir izah dili arayarak, deneyerek, yanılarak
çeşitlendirdiğimiz ve istediğimiz
sonuca nasıl ulaşacağımızı öğrendiğimiz
bir zamanın içerisindeyiz.
Yapay zekayı resim yapma fikirlerini
çeşitlendirmek, sanat etkinliğini geliştirmek
için de kullanabiliriz. Sanat
üretmek ile bir tasarım dili aktarmanın
arasındaki farkları da düşünmemiz gerekiyor.
Kendi bilincimizi, hafızamızın
imgelerini, tetiklenmelerimizi, duygu
durumlarımızı iletebildiğimiz ve sezgisel
olarak ortaya koyacağımız esere
yaklaşabildiğimiz, kendimizi bu yolla
ifade edebildiğimiz sonuçlar ortaya
koyabilirsek, bu yolla da sanat eseri
üretebiliriz diye düşünebilirim.
Çok konuşulan “Midjourney”, “Dall-E” gibi uygulamalardan çıkan
üretimler size neler düşündürüyor?
35
KAPAK
ELÇİN ARPAÇAY:
Dijital teknolojiler ile evrilen toplum yapısına paralel bir
şekilde sanat ve sanatçı olguları da evrimleşiyor. Kendi
pratiğimden örnek vermem gerekirse, şu sıralar blockchain
tabanlı bir üretken (generative) sanat projesi üzerine çalışıyorum.
Algoritmalar, bu sanatın temelini oluşturuyor.
Proje için yarattığım yüzlerce çizimi katmanlara ayırıyorum
ve tasarım değişkenlerinin nasıl kombinleneceğine dair bir
dizi kural seti belirliyorum. Yazılım yoluyla bu kural seti,
bilgisayarlarla iletişim dilimiz olan kodlara çevriliyor ve
otonom bir sistem, ortaya çizimlerimle yaratılmış benzersiz
illüstrasyonlar çıkarıyor. Sonuç, makine-sanatçı iş birliğinin
ürünü oluyor.
“Dall-E” ve “Midjourney”, Generative Adversarial Network
(GAN) adlı makine öğrenme yöntemini kullanan, doğal
dilde ifade edilebilen kavramların metinleri üzerine veri
setindeki görüntülerden faydalanarak, metinlere dair yeni
görseller üretebilen birer sinir ağı. Siz bir “prompt” yazdığınızda,
yapay zeka internetteki metin-görüntü çiftlerine bakarak,
metin ile onu tanımlayan görseller arasında bağlantı
kuruyor. “Difüzyon” adı verilen bir teknikle x noktasında bir
desen oluşturup, görselin belli özelliklerini etrafında yavaş
yavaş tanımlayıp, bunu bir resme dönüştürüyor.
Üretilen görüntülerin sanat eseri olarak ele alınıp alınmayacağını
zaman gösterir. Çizilen her resim sanat eseri olarak
değerlendirilmediği gibi, yapay zekayla üretilen milyarlarca
görselin içinden de ifade ettiği anlama veya estetiğe bağlı
olarak sanat eseri kabul edilenler çıkabilir. Bu uygulamalarda
ortaya çıkarmak istediğiniz görseli betimlerken doğru
kelimeleri seçmeniz, net ve anlaşılır olmanız, sanat terminolojisine
hâkim olmanız gibi sonucu etkileyen parametreler
mevcut. Öte yandan, girilen her veri ile yapay zeka da
kendisini geliştiriyor. Muhtemelen şu anki örnekler, kısa
süre sonra ilkel kalacak.
OZAN TÜRKKAN:
Her dönemde (internetin ilk yıllarındaki gibi) yeniliklerin
ardından bir cacophony ortaya çıkar. Bunu birçok defa deneyimledik.
Bu yeniliklerden ortaya çıkan yeni araçlar, bir
tüketim çılgınlığı içinde kullanılır. Ancak zamanla doğru ve
etkili kullanılmaya başlandığında, kendi estetiği oturmaya
başlar. Ortaya o araçların etkili kullanımı ve diğer bazı araçlarla
doğru şekilde, hatta şaşırtıcı şekilde birleştirilmesiyle
bu kirlilikten sıyrılmış, kendi dillini oluşturmuş güçlü işler
çıkmaya başlar. Bu da zamanla pratiklerin olgunlaşması ile
olur. O yüzden bu soruların en iyi cevabı zamanla görülecektir.
Ortaya çok şaşırtıcı ve keyifli sonuçların da çıkacağını
hep birlikte göreceğimizi düşünüyorum.
GİZEM RENKLİDAĞ:
Bu algoritmaların sanatçıyı aradan çıkardığını düşünmüyorum.
Algoritmayı neyle beslerseniz, ortaya çıkan sonuç bu
eksende oluşuyor. Biz şu anda bu algoritmalar ile iletişim
kurmayı öğreniyoruz. Bir yandan az önce belirttiğim dil
meselesi, bir yandan da teknik var. Duygu durumunuzu
kelimeler ve referans atmosferik görsellerle tanımlayabildiğiniz
ölçüde, çıktıda kendinize ait ifadeler oluşturabilirsiniz.
Algoritma, insandan bağımsız bir şey değil. Nasıl ki sanat
tarihi ‘dünyadışı’, havada asılı duran bir bulut değilse, yapay
zeka da değil. Sanat tarihine bir insanın hikâyesi gibi baksak,
günümüzde geldiğimiz noktadaki yazılım ve bu yazılımların
içinde üreyen görselleri ve variyeteleri de o insanın
yolculuğunun bugününün çıktısı olarak anlamlandırabiliriz.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
36
Yapay zeka ve sanat ilişkisinde sizi neler heyecanlandırıyor,
neler sorun potansiyeli taşıyor?
KAPAK
ELÇİN ARPAÇAY:
Yakın gelecekte potansiyel sorun olarak gördüğüm konuların
en büyüğü, gelişmelerin yaratacağı fırsat eşitsizliği. Yapay
zeka, devletler arasında da yeni bir küresel rekabet alanı.
Teknolojik üstünlüğe sahip olanlar, toplumsal normları yeniden
şekillendirecek. Bu teknolojilerin meydana getireceği
sosyal değişikliklerin yönetiminde proaktif adımlar atacak
gelişmiş ülkelerle diğerleri arasında ekonomik ve kültürel anlamda
büyük uçurumlar açılacak. Bunun yanı sıra teknoloji
şirketlerinin de güç ve kontrol uğruna, aslında ihtiyacımız
olmayan teknolojileri ilericilik sosuna bulayarak bizlere ürün
olarak sunma potansiyeli var. Veri gizliliği ve fikri mülkiyet
haklarıyla ilgili de pek çok etik ikilem mevcut. Hayatlarımızda
meydana gelecek değişikliklerin ne kadarını bu teknolojileri
topluma sağlayanlar kontrol edecek, göreceğiz.
OZAN TÜRKKAN:
Bence olabilecek en büyük sorun, yapay
zekanın (ya da başka teknolojik gelişmelerin
ortaya çıkardığı teknik/araçların)
işin merkezine oturtulması ve arkasındaki
duygunun, fikrin, yaratıcısı ile deneyimleyici
arasında kurmaya çalıştığı (soul
to soul) köprünün arka plana atılması,
önemsizleştirilmesi olur. Ayrıca bir sanatçının
da birikimi, fikirleri yerine sadece bir teknikle anılması
da onun için bence çok büyük sorun olacaktır. Bu iş birliğinin
çok heyecan verici bir yere gideceğini düşünüyorum.
Fakat dilin, estetiğin oturması için bu birlikteliğin olgunlaşması
gerekir ve bu da zaman alan bir şey.
Bir diğer sorun ise cinsiyet eşitsizliği. Yapay zeka, internetten
gelen veriler ile kendini eğitiyor. Günümüzde sosyal
rollerin kalıplaşmış yargılar ile örülü olduğu bir internet
ortamı bulunduğundan, veriler de cinsiyetçi ve ayrımcı bir
yapıya sahip. Tasarım, donanım ve yazılım sektörlerindeki
erkek egemen yapı, kullanılan algoritmalarda cinsiyet yanlılığının
sürmesinde bir etken. Konunun ilk örneklerinden
Alex, Siri, Cortana, kadın sesleri ve itaatkâr kişilikleri ile
hayatımıza girdi. Sorunların görünürlüğü arttıkça verinin
ölçülmesine dair çalışmalar yapılıyor, ancak kadınlara teknoloji
alanında önyargılı yaratımlara bizzat müdahalede
bulunacağı çok daha fazla alan açılması gerek.
Tarihte bilgisayar tarafından işlenmek üzere yazılan ilk algoritmayı,
bilgisayarların fiziksel olarak ortaya çıkmasından
100 yıl önce tamamen zihninden yazıp, analitik bir makinenin
hesaplama yapmanın ötesinde müzik, sanat gibi “şiirsel
bilim” üretebilme potansiyelini gören ve düşünebilen bir
makine kavramını ilk kez ortaya koyan Ada Lovelace; kadınların
bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında
neler başarabileceğine dair müthiş bir örnek.
GİZEM RENKLİDAĞ:
Hayal gücünün ve düşünsel aktivitelerin görselleştirilmesi,
bana göre daha da çeşitlenecek yeni görsel dillerin oluşacağının
habercisi. Bir yandan şimdilik birbirine aslında çok benzeyen
sonuçlar ortaya çıksa da diğer tarafta görsel dünyaların
kelimeler ve veri tabanlarıyla çeşitleniyor olması, stillerin
daha çok konuşulması, bu programları kullanan insanların,
büyüyen ortak havuzlarından esinlenerek kendilerini geliştirmesi
heyecan verici. İlkokuldaki ben ile birçok eser, stil, bakış
açısı, sanat eseri görmüş, üzerine düşünmüş, faklı tekniklerle
egzersiz yapmış ben arasında nasıl bir fark varsa, bu görsel
dünyalarda yeni dolaşmaya başlamış kullanıcı ile kelimelerinden
üreyen görselleri ileriye taşımak için kendini geliştiren
kullanıcı arasında da bir fark oluşacak. Çeşitlilik bana hep büyüleyici
gelmiştir. Şimdi de onu farklı mecralarda, ortak veri
tabanları üzerinden izlediğimiz bir çağı yaşıyoruz.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Resimlerimin dijital sanatçılar tarafından çeşitli dijital tekniklerle
dönüştürülerek resimlerime yansıtıldığı “Techné” sergisinde
yapay zeka ile üretilmiş işler vardı. (Bir ek bilgi; Techne
sergisinde machine learning kullanan sanatçılardan biri de
Ozan Türkkan’dı.) “FISPIS” tekniğimi çeşitlendirmek için
teknolojinin olanaklarını da düşünerek hareket ediyorum.
“FISPIS” ile gerçekleştirdiğim performansta da yine algoritmaların
olanaklarını kullanarak bir kurgu oluşturuyoruz ama
benim sanat pratiğimde yapay zekanın bir yeri yok şu an için.
Hukuk dünyası yapay zeka
davalarına hazır değil
37
Gün + Partners Avukatlık Bürosu’ndan Mutlu Yıldırım
Köse ve Havva Yıldız, yapay zeka ve sanat
ilişkisini hukuki açıdan ele aldı. Köse ve Yıldız,
yapay zekayla üretilmiş sanat eserlerine yönelik
henüz yasal bir düzenleme olmadığına vurgu yapıyor.
Yapay zeka ile üretilen eserlerde hukuki açıdan tartışılan
başlıklar neler?
Yapay zekanın yaratıcılık ve zeka ürünü olarak kabul edilen
yaratımları meydana getirebilir olmasıyla birlikte bu yaratımların
nasıl korunacağı ve hak sahibinin nasıl belirleneceği,
hak ihlalleri gerçekleşmesi hâlinde sorumluluğun nasıl
düzenleneceği hususlarının sıkça tartışılmaya başlandığını
görüyoruz. Bu sorulara cevap olabilecek yasal bir düzenleme
henüz ülkemizde veya dünya genelinde mevcut değil.
Telif hakkı sahipliği açısından sizlerin de değindiği gibi,
mevcut düzenleme olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’na (FSEK) göre korumadan söz edebilmek için eserin
sahibinin hususiyetini taşıması ve kanunda belirtilen
eser türlerinden birine dahil olması gerektiği belirtilmektedir,
yani eser sahibi olabilmek için gerçek kişi olmak aranmaktadır.
Yapay zekanın telif hakkı sahibi olması mevcut düzenlemeler
kapsamında mümkün gözükmemekle birlikte ortaya
çıkardığı ürünün “eser” olarak tanımlanabileceği hususu
dahi tartışmalıdır. Bize göre yapay zeka ile meydana getirilen
eserler açısından her hâlükarda bir tür korumanın
sağlanması, teknolojinin gelişimi ve alana yatırımın desteklenmesi
açısından yararlı olacaktır. Nitekim doktrinde
yapay zekanın yaratıcısının, sahibinin, kullanıcısının, yapay
zekanın kendisinin ya da kamunun eser sahipliği hususları
tartışılmaktadır. Kanaatimizce eserin meydana getiriliş
şekline göre, sürece katkısı olan aktörlerin katkısı/emeği
kapsam dışı bırakılmadan adilane bir çözümün bulunması
düşünülebilir.
Yapay zekanın telif hakkı ihlali yapması durumunda nasıl
bir prosedür işleneceği belli mi?
Bu sorunun da henüz net bir cevabı bulunmamakla birlikte
tartışılan farklı çözüm önerileri bulunmaktadır. Yapay zekanın
sahibinin, yapay zekayı yazan, geliştiren, donanıma
ekleyen kişilerin ortaya çıkan ürün üzerinde hakka sahip
olması ve eylemlerinden de sorumlu tutulmaları tartışmalar
arasındadır. Yapay zekalara elektronik kişilik atfedilmesi
ve sicile kayıtlarının gerçekleştirilmesi, her biri için bir sermaye
belirlenerek meydana getirdiği zararların tazmininde
Havva Yıldız
bu sermayeye başvurulması şeklindeki görüş ise oldukça
yenilikçi bir diğer görüştür. Mevcut yasalarda bu hususta
herhangi bir düzenleme olmadığı için yapay zeka vasıtasıyla
hakkı ihlal edilenlerin muhatap olarak belirleyebildikleri,
örneğin yapay zekanın sahibi, işleteni gibi mevcut tüm
aktörlere karşı taleplerini yönelterek ihlali durdurmaya ve
zararlarını tazmin etmeye çalışmaları tavsiye edilebilir.
Hukuk dünyası yapay zeka ve sanat ilişkisinden
doğabilecek davalara ne kadar hazır? Konuya dair
emsal dava var mı?
Bu türden davalara yasal düzenlemeler bakımından henüz
pek de hazır olmadığımızı söylemek gerek. Nitekim ayrı
yasal düzenlemeler olmadığından, mahkemeler mevcut
yasaların yorumu yoluyla ilerlemekteler. Henüz tartışmalı
hususları aydınlatmaya yetecek nitelikte emsal kararlar
oluşturulduğunu söyleyemeyiz, ancak patent korumasına
ilişkin olsa da konuya yaklaşımı açısından fikir verebileceğinden
Avustralya Federal Mahkemesi’nin “DABUS” kararından
bahsetmek isteriz.
Yapay zeka teknolojileri alanında çalışmalar yapan bir şirketin
kurucusu ve yöneticisi Stephen Thaler, kendiliğinden
yeni fikirler üretmesine imkân sağlayan bir nöral yapı kullanan
“DABUS” isimli yapay zeka sisteminin gerçekleştirmiş
olduğu buluşlar için patent başvurusunda bulunmuş, ancak
ilgili başvuruları patent ofisince reddedilmiştir. Mahkeme
ise ilgili ret kararını yeniden değerlendirmiş ve yapay zekanın
da buluş meydana getirebileceğini, buluşçu sayılması
için herhangi bir engel olmadığını, ancak hakları kullanabilecek
ve yükümlülükleri yerine getirebilecek bir hukuki
kişiliği bulunmadığını belirterek, buluş sahibi olamayacağı
sonucuna varmıştır.
Benzer şekilde, Stephen Thaler’in “Yaratıcılık Makinesi”
adını verdiği algoritmanın otonom bir şekilde meydana
getirdiğini belirttiği tablo için, kendisinin makinenin maliki
olmak suretiyle tescil başvurusu gerçekleştirdiği olayda
ise Amerika Birleşik Devletleri Telif Hakları Ofisi Yeniden
İnceleme Kurulu, böylesi bir telif hakkı iddiası için aranan
“gerçek kişi eser sahipliği” gerekliliğinin sağlanmadığını, yasanın
ancak “insan zihninin yaratıcı gücünde bulunan fikri
emeğin meyvesini” koruduğunu belirterek başvuruyu reddetmiştir.
Görüleceği üzere mevcut durumda, telif hukuku
açısından aranan “gerçek kişi” koşulu sebebiyle, yapay zeka
tarafından meydana getirilen yaratımların telif korumasından
yararlandırılması mümkün gözükmemektedir.
Mutlu Yıldırım Köse
KAPAK
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
38
MUSEUM
Masterpieces with unique symbols:
Tradition of carpet
weaving
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Tradition of carpet weaving has been a big part
of the social and cultural life of Azerbaijanis
for ages. The earliest examples of Azerbaijani
carpets go back in time to at least the Bronze
Age. Earlier carpets tend to have a more simple form, by
time evolving into masterpieces with unique symbols and
sophisticated techniques. Traditionally, a more classical weaving
developed into using lamb’s wool and silk. With the
development in dyeing and spinning, carpet-makers gained
a gift of freedom in the exploration of new techniques.
Diving deeper in the process of production, carpet-makers
were inspired to create symbols and patterns by history,
folklore, spirituality and nature. And just like that, carpets
reflect the formation of the history of the whole country.
In Azerbaijan, carpets are classified based on their belonging
to one of the “schools” of carpet-weaving: Baku-Absheron,
Guba and Shirvan, Ganja and Gazakh, Karabakh. These
schools differ from each other based on the materials,
weaving methods, pattern and colors used. The uniqueness
of each carpet can be noticed by a well-trained eye of the
experts as even a small detail can tell them a story of the
specific region, city or even a village. Among diverse Azerbaijani
carpets, flat-woven and pile are the most popular.
The largest collection of Azerbaijani carpets
The big collection of Azerbaijani carpets can be observed at
the Carpet Museum in Baku. The museum in the shape of
rolled-up carpet, designed by Austrian architect Franz Janz
has the largest collection of Azerbaijani carpets - 6000. The
carpets here date back to the 17th-20th centuries and tell
us unique stories of those times. The museum is open from
Tuesday to Fridays and tickets can be purchased at the museum’s
ticket office.
Unique touch to the traditional
Azerbaijani carpets
An example of contemporary outlook on the carpets can be
seen at the Heydar Aliyev Centre. Those are the creations
of a Baku based contemporary artist who brings his unique
touch to the traditional Azerbaijani carpets. Just like our
ancestors, he continues their idea and legacy by adding accurate
social and cultural themes into the creation of carpets.
In his own way, the artist intertwines the contemporary
conceptual imagery with the traditional hand-woven
carpets. Faig Ahmed’s imagination and unique style brought
him international recognition and he was short-listed
for the Jameel Art Prize 3 at the Victoria & Albert Museum
in London back in 2013.
Since I was a kid, I was extremely curious. I wanted to know
what I was doing here on this planet and what is life. On the
age of 9-12, I experienced very strange spiritual experiences,
after that I never stopped looking for answers of what is
this all about.
39
I decided to explore my work on different techniques, like
embroidery, stencil, serigraphy, linocut, up cycling and
more. I love the way it makes me feel when I try something
new, it’s like I’m exploring a new world again. I see my art
has minimal, elegant, spiritual with many heart and soul on
every creation. Every drawing starts with the eyes, because
it’s on the eyes that you see the trued.
INTERVIEW
Yazar
Pınar Baltacı
A visual artist from a
little village;
SARA GSILVA
The foreign guest of this issue of our Istanbul Art
Magazine is Portuguese artist Sara Gsilva. The
artist shared details about her art.
Hi Sara... Can you introduce yourself to us?
How long has art been in your life?
Hi, I’m Sara Graça Silva, known as Sara Gsilva. I’m a visual
artist from a little village next to Leiria, Portugal. Art has
always been a part of my life. I draw since I remember. I
love the freedom that I can find by making art. I feel that
I’m a very lucky person, art was always present on my life
in different ways.
I grew up on a different house. My mother is a dressmaker,
making clothes for me and my brothers since I remember,
and my father is a carpenter and a yoga professor, building
our house on wood with beautiful details and furniture. In
school, I stopped drawing after hearing many times that
was really hard dream of mine to become a artist. After finishing
my studies in 2016 on Fashion Design on Covilhã,
Portugal, I came back to myself again. Starting by some digital
sketches to now having my own brand, creating art on
many different ways and techniques…
How would you see your artworks? Also, your drawing
techniques, materials, choices, etc...
I see them as a part of my search to the unconscious world.
I create everything from my intuition. I don’t think what I
will draw, I just feel what my emotions are telling me to do.
You describe yourself as a ‘natural illustrator’.
What does it mean, can you explain?
It means that I create my work respecting nature and the
environment. I grew up with my parents planting the vegetables
for us to eat, so I became really grounded to what
nature was and how powerful and beautiful it is. On my
journey to became a artist, I always chosen very well my
materials that I worked with, using collages and natural
inks as options. Now I been creating up cycling pieces to
give a second chance to every clothe that exist and needs
to be loved.
Now, let’s talk fashion. How would you describe
your style in this field?
I see myself as classic person inspired by the 20’s, I love
how that time makes me feel. It was when being chic and
elegant was all about, with a simple touch on the looks. On
my wardrobe, I chose to be the most eco-friendly possible,
using many vintage pieces and other handmade by me and
my mother. I love everything that has history, it feels like
I’m wearing something precious.
Finally, let’s talk about Istanbul. What do you know
about this city? Do you follow the artistic
developments in Istanbul?
I never been to Istanbul, but it’s one of my dreamy places
to go to. I heard many incredible things from that city. I
have some friends that were already there and they loved
it. I know it has cats everywhere. I’m a cat person, so for
me that’s lovely! I know also that it is really sunny, that you
have great kebabs and the people are friendly. Unfortunately,
I don’t know much about the developments of art on
Istanbul, but when I can, I will visit it and check it for sure.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Yazar
Pınar Baltacı
40
TASARIM
Devrim Erbil Müzesi,
başarılı mimar
Alper Aytaç’a emanet
Önemli ve kendine has tasarımlara imza atarak,
ulusal ve uluslararası çok sayıda ödüle layık
görülen Mimar Alper Aytaç, bugünlerde usta
sanatçı Devrim Erbil’in Bodrum’da kurmaya
hazırlandığı Devrim Erbil Müzesi’ni tasarlıyor. Erbil’in sanatından
yola çıkarak ortaya eşsiz bir tasarım çıkaran Aytaç
ile hem müzenin detaylarını hem de İstanbul’un kamusal
alanına kazandırılmak üzere tasarladığı, ancak hayata geçiremediği
projelerini konuştuk.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
İstanbul’a yakışır bir kütüphane projesi
Aldığı birçok uluslararası mimarlık ödülünün yanı sıra 2012
yılında Peter Eisenman ile birlikte katıldığı “Yenikapı Arkeoloji
Müzesi ve Arkeoparkı” uluslararası yarışma projesini
kazanıp, uygulama projelerini tamamladıktan sonra Venedik
Bienali’nde sergileyen Mimar Alper Aytaç’ın bugünlerde
gündeminde İstanbullu öğrencilerin büyük bir ihtiyacını
karşılayacak “Haliç Kütüphane” projesi var. Pandemi sürecinin
öncesinde projeyi büyük bir titizlikle hazırlayan Aytaç,
Tarihi Yarımada’nın karşısında ve İstanbul’un yedi tepesine
hâkim olan bu projeyi şu sözlerle anlattı:
“Proje, Haliç’in iki yakasındaki şehrin simgelerini birbirine
bağlayan bir araç olmayı hedefliyor. Tüm enerjiyi kendisine
akıtmak yerine enerjiyi şehre yaymayı da… Kütüphane, neredeyse
bağlamın şekillendirdiği yüzen bir Türk halısı gibi
tasarlandı. Yedi tepenin Galata Kulesi’ne bakan eksenelliği,
çatı manzarasını oluşturdu. Net görsel teması olan üç be-
41
lirgin tepe, tüm kütüphane ve öğrenim merkezi işlevlerini
barındıran çatı manzarasını yarattı. Daha uzak ve daha az
görsel teması olan tepelerin geri kalanı, iç ve dış arasında bir
ara kamusal alan görevi gören, neredeyse bir kaide gibi işleyen
peyzaj ile yapının yumuşak bir geçiş yapmasına yardımcı
oldu. Bu proje, hem öğrencilerin çalışma alan ihtiyacını giderecek
hem de İstanbul’a kazandırılacak modern bir yapı olacak.
Konuya dair İBB yetkilileri ile görüşmelerimiz sürüyor.”
Bodrum ve Devrim Erbil Müzesi
Devrim Erbil’in Bodrum’da hayata geçecek Devrim Erbil
Müzesi’ne dair büyük bir titizlikle çalıştığının da altını çizen
Mimar Alper Aytaç; “Devrim Erbil Müzesi’ne yakında başlayacağız.
Proje tamamlandı, sadece bazı izinlerin alınmasını
beliyoruz. Teklif bana Devrim Hoca’dan geldi. Ben de tabii
ki projede yer almayı çok istedim. Bazı projeleri ikinci defa
düşünmüyor, hemen kabul ediyorsunuz. Bu da her ne kadar
beni tedirgin etse de hayır diyemeyeceğim bir projeydi. Devrim
Hoca, müzeyi Bodrum’daki kendi arazisi üzerine yapmak
istedi. Bodrum zaten son yıllarda sadece denizi, güneşi
ve gece hayatıyla değil, kültürel faaliyetleriyle de adından
söz ettiren bir bölge hâline gelmişti. Tabii bana kalırsa bu
duruma Devrim Hoca’nın orada yaşama gerçeği bile büyük
katkı sunuyor. Böylelikle başlamış olduk. Biz projeyi şu an
konsept olarak hazırladık, ancak henüz uygulama aşamasına
geçmedi. Gerekli izinleri aldığımız zaman uygulama projelerini
çizmeye başlayacağız. Bodrum Belediye Başkanı ve ilgili
bakanlığın da desteklediği bir proje bu… Arazi, Bodrum Ortakent’te.
Bu bölge gerçekten de tam ortada. Bodrum Yarımadası’nda,
Bodrum Merkez ve Turgut Reis diye iki merkez
var. Devrim Hoca’nın arazisi, bu ikisinin tam ortasında” dedi
ve tasarım fikrinin ortaya çıkış sürecine şu sözlerle değindi:
Resimlerden yola çıkarak ortaya çıkan tasarım
“Ben tasarım yaparken ilgili bölgenin geçmişini de göz önünde
bulunduruyorum. Devrim Erbil’in Bodrum’daki arazisi,
bir portakal bahçesi. Burada iki önemli gerçeklik var; birincisi
arazinin geçmişi, diğeri ise Devrim Hoca’nın gerçekliği…
Hâl böyle olunca da uzun süre kapandım ve önce Devrim
Hoca’nın resimlerini incelemeye başladım. Ortada bir gerçek
arazi vardı, bir de mental… Mental arazi, Devrim Hoca’nın
kendisi. İlk olarak Devrim Hoca’nın resimlerini kendimce
kategorileştirdim ve ortaya dört farklı kategori çıktı. Bunu
sadece bakarak, izleyerek ve okuyarak yaptım, daha doğrusu
anlamaya çalıştım. Böylelikle; ağaç, şehir, ritmik titreşimler
ve ikili bakışlar olmak üzere dört kategori çıktı ortaya.
Devrim Hoca’nın resimleri genel olarak yaşamayı çağrıştırıyor.
Statik hiçbir şey yok, ölüm de dâhil. Bana kalırsa
her eserinde canlılık, yaşamak ve hareket var. Yani tam
bana göre… Özellikle ikilemlerden bahsetmek istiyorum.
Örneğin; Devrim Erbil, Süleymaniye’nin kubbesini çizerken
üstüne farklı bir perspektif de işlemiş. Yani resimde
normalde aynı anda göremeyeceğimiz iki farklı perspektif
oluşmuş. Hem planı hem de kubbeyi görebiliyoruz. Plan ve
perspektif, insan gözünün göremeyeceği şekilde aynı anda
görülüyor. İşte ben de tam olarak resimdeki bu teknikten
yola çıkarak, her ikisini de göstermeye çalıştım. Bu yapıda
kubbe tavanın kendisi ve aynı anda tepede dolaşan insanlarla
birlikte planı da görüyorsunuz. Hoca, resim tekniğini
kullanarak her ikisini bir arada gösteriyor; ben ise mesleğimin
verdiği üç boyutluluk avantajını kullanarak, ikisini aynı
anda gösterebilme imkânı buluyorum.”
Tavan, hocanın sanatının
bir parçası hâline gelecek
Yine resimlerin tekniğinden yola çıkarak, yapı mimarisinde
parçalardan bir bütün oluşturduğunu ifade eden başarılı
mimar, şu bilgileri verdi: “Hem parçalı bir tasarım yapmam
gerektiğini düşündüm hem de orta kent olmasıyla ilişkili bir
şeyler… Tabii bir taraftan da Bodrum kent yapısının bir parçası
olmalıydı. Tüm bunların sonucunda maketinin de hazır
olduğu bu tasarım çıktı ortaya. Mekânlar tek tek, ancak
birbiriyle bağlantılı ayrı ayrı yapılar. Parçaların oluşturduğu
bir bütün…
Bunun yanında biraz önce belirttiğim gibi ağaç teması da hocanın
resimlerindeki imgelerden. Resimlerde gövdeli bir aks
üzerinde ağaç budaklanır. Bu doğrultuda yapıların tam ortasından
bir aks çıkardık. Tıpkı ağaç aksı gibi… Girişten başlayıp,
hocanın evinin bulunduğu alana gidiyor. Tabi kenarlarında
müzeye ait yapılar var. Tıpkı ağaç dalları gibi... Ağacın
kökü girişten mi çıkıyor yoksa hocanın evinden mi diye sorarsanız,
onun cevabını ben veremem tabii. Yapılar ise ağaç
gövdeleri gibi kolonlar üzerinde oluşuyor. Sanki ağaçların
devamıymış gibi. Bir de bahçe kısmında tavan yapısı da binanın
ana cephesi, yani ters-düz olayı var. Binanın cephesi, esasında
tavanı... Tavanı da Devrim Hoca ile birlikte yapacağız.
Mozaiklerden oluşacak ve Devrim Hoca’nın sanatı olacak.
Herhangi bir ağaçlı bahçeye girdiğinizde nasıl ki kafanızı kaldırdığınızda
ağaç dallarını görüyorsanız, burada da ağaçların
görevini bu tavan görecek. Bu sizi hem güneşten koruyacak
hem de tavan,hocanın sanatının bir parçası hâline gelecek.”
TASARIM
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Yazar
Pınar Baltacı
42
RÖPORTAJ
Atık malzemeleri dönüştüren sanatçı Deniz Sağdıç:
Gelecek nesiller ve
gezegenimiz için önemli
“Toplum olarak, insan olmanın esasında ‘bu kubbede hoş bir seda’ bırakmaktan
ibaret olduğunu her zaman hatırlamamızı temenni ederim. Benim yapmaya
çalıştığımın tüm özeti de bu aslında.”
derecemin getirdiği akademik yönlendirmelere rağmen ülkenin
sanat başkentine, İstanbul’a gelerek sanat çalışmalarıma
başladım. O günden sonraki süreçte birçok ulusal ve
uluslararası projede yer aldım.
Geri dönüşüm malzemelerinden inanılmaz eserler
koyuyorsunuz ortaya. Bu eserlerin ilk ortaya çıkma
hikâyesini dinleyebilir miyiz?
2010’lu yıllarda başladığım “Ready-ReMade” isimli bir
projede amacım, güncel sanatın unsurlarını klasik sanatın
malzeme ve biçimleriyle bir araya getirmekti. Bu projede,
günlük hayatta belli bir işleve yönelik olarak üretilerek kullanılmış
hazır, buluntu (ready-made) nesneleri çeşitli müdahale
ve düzenlemelerle sanat eseri hâline getiriyordum. Bir
gün kullanılmış denim pantolonları bu yaklaşımla kesip, biçip,
yeniden düzenlerken denimin bir malzeme olarak neredeyse
sınırsız olan imkânlarının yanında taşıdığı kavramsal
anlamları da keşfettim. 2010’lu yılların başında özellikle ülkemiz
sanat çevrelerinde “kavramsal sanat” tartışmaları zirvedeydi.
Dönemin “sanat otoritesi” olarak görülen kurum
ve kişiler ile son derece popüler olmuş bienallerin etkisiyle
“sanatın tek ve mutlak yolu kavramsal sanattır” gibi bir algı
oluşmaya başlamıştı. Ben de kavramsal sanatın bir teknik
olduğunu, öteden beri tekniği ne olursa olsun kavram olma-
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Sanatçı Deniz Sağdıç, eserlerinde kullandığı objelerle
atık malzemeyi geri dönüşüm ve ileri dönüşüm
prensibiyle kullanıyor. Sanatının gelecek nesiller
ve gezegenimiz için önemli olduğunun altını
çizen sanatçı ile eserlerinin hem teknik detaylarını hem de
ilgili sanat akımının gelişimini konuştuk.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sanatla tanışma
yıllarınız ne zamana dayanıyor?
Cam tasarımı konusunda ustalaşmış bir ailenin çocuğu
olarak Mersin’de dünyaya geldim. Babamın cam atölyesinde
ilk vitray çalışmalarımı yaptığımda henüz okula bile
başlamamıştım. Büyüdüğümde sanata yönelik bir bölümde
okumam, bu bakımdan kimseyi şaşırtmamıştır. Resim
bölümünde eğitim aldığım Güzel Sanatlar Fakültesi’nden
fakülte birincisi olarak mezun oldum. Mersin’de daha üniversite
öğrencisiyken kurduğum atölyeme ve mezuniyet
dan sanatın mümkün olamayacağını ifade edebilmek amacıyla
“Ready-ReMade” ismini verdiğim proje serisine başlamıştım.
Bu projede, sıradan obje ve nesnelere sanatın klasik
tekniklerinde müdahalelerde bulunarak sergiliyordum. Bu
projenin ilerleyen süreçlerinde, bu obje ve nesneler yerlerini
atık malzemelere bırakmaya başladı.
Üretimlerinizde ne tür malzemeler kullanıyorsunuz,
detaylandırır mısınız?
Aslında ben uzunca süredir her türlü malzeme ve objeyi
eserlerimde kullanıyorum. Bu malzemeler genellikle
atıklar ya da kullanımlarını tamamlayarak bir kenara terk
edilmiş objeler oluyor. Hepimizin kot olarak adlandırdığı
denim kumaşının yeri benim için çok özel ve anlamlı olmasına
rağmen denim de atık malzeme ve obje çalışmalarımın
bir parçası. Denimle eserler üretirken, bir yandan
farklı malzemelerle eserler üretmeye de devam ediyorum.
Geçtiğimiz haftalarda ülkemizin bayrak markalarından
Arçelik için kendilerinin ürettiği cihazlarda kullanılmış,
atık hâldeki devre kartlarıyla eserler ürettim. Yine müze
ve kültür sanat merkezlerini işleten Müzekart için üzerlerinde
ülkemizin turizm sembollerinin yer aldığı manyetik
giriş kartlarından eserler hayata geçirdim. Dolayısıyla belli
bir konu ve kompozisyon ortaya koyabileceğim her türlü
obje, çalıştığım eserlere malzeme olabilir. Çalışması oldukça
zor, sıra dışı malzemeleri özellikle heyecan verici buluyorum.
Böyle malzemelerle çalışmanın zorluğu kendimi
denemem, mücadele etmem için güç ama keyifli fırsatlar
oluşturuyor.
Çalışmalarınız için “Ben nesnelerin ömrünü sona
erdirmiyorum, yüzyıllarca daha yaşayabileceği bir
boyuta taşıyorum” diyorsunuz. Bu neden önemli?
Yaşadığımız çağda artık geri dönüşüm sorunlarını çözmüş,
ileri dönüşümle ilgileniyor olmamız lazım. Bu noktada çalışmaların
tam olarak iletmeye, yaymaya çalıştığı şey şudur
ki her bireyin yaşadığı dünyaya dair sorumluluğu var
ve yapabileceği küçük de olsa bir şeyler olabilir. Herkes
kendi imkanları dahilinde tüketimlerini geri dönüştürebilir
seçimler yapabilir, ileri dönüşüme dair fikirler yaratabilir.
Bu bizler için önemli, gelecek nesiller için önemli ve
gezegenimiz için önemli...
Eserleriniz sadece ülkemizde değil, Avrupa’da da
bir hayli dikkat çekiyor. Oradan ne gibi tepkiler
alıyorsunuz?
Dünyanın her bir noktasında dikkat çekmesinin nedeni,
aslında konunun insan ve sürdürülebilirlik olmasıyla doğrudan
ilişkilendirilebilir. Kullanılan materyaller, insana ait
bir palet esasen. Kumaş/denim, kartonlar, ambalajlar, bunlar
hepimizin tüketim malzemeleri. Yani yabancı olmayan,
gündelik hayatın içinden çıkan materyalleri sanat eseri olarak
görmek her bireyin dikkatini çekiyor.
Peki, Türkiye’de sanatınızın teknik anlamda
yaygınlaşacağını düşünüyor musunuz?
Sadece Türkiye’de değil, dünyada yaygınlaşmaya başladığını
sosyal medya sayesinde görüyorum ve bu durum çok hoşuma
gidiyor. Dünyanın birçok noktasından yapılan çalışmaları
benimle paylaşıyorlar. Çeşitli okullarda ileri dönüşüm
artık derslerde içerik olarak anlatılıyor ve çalışmalarım buna
bir örnek teşkil ediyor. Sürdürebilirlik üzerine yapılan her
hareket, geleceğe atılan bir adımdır.
Yakın zamanda eserlerinizi nelerde izleyebileceğiz?
Sergi takvimlerinize dair detaylar paylaşır mısınız?
Önümüzdeki günlerde Birleşmiş Milletler New York’ta bir
sergim olacak. İklim Değişikliği Konferansı (COP)’ta projem
var. İstanbul Havalimanı’nda ikincisi gerçekleşecek olan bir
sergim daha olacak. Programımın çok yoğun ilerlediği bir
zaman dilimindeyim.
43
RÖPORTAJ
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Yazar
Pınar Baltacı
Heykeltıraş Burak Çizer:
İstanbul’un kalan kırıntılarına
odaklanmak bana ilham oluyor
45
HEYKEL
Üretimlerini teknik olarak nasıl anlatırsın?
Hangi malzemeleri kullanıyorsun?
Üretimlerimde ağırlıkla taş, ahşap ve metal malzemelerini
kullanıyorum. Her birinin farklı bir dili mevcut... Malzeme
ve yaptığım tasarımın birlikte kurduğu ilişkiye dikkat etmeye
çalışıyorum.
Bir de tematik olarak dinlemek isterim çalışmalarını…
Üretimlerimde doğanın içerisinde yer alan başkalaşım ve
döngü konularını, insanın yaşam sürecinde içinde bulunduğu
içsel dönüşümü bağlamında ele alıyorum. Kullandığım
gergin-yumuşak formlar ile oluşturduğum organik yapılar,
var olma hâlini ve kişinin kendi kabuğunda çıkma çabasını
temsil ediyor.
Üretimlerinde taş, metal ve ahşap malzemeler
kullanarak kişinin kendi kabuğundan çıkma
hikâyesine değinen Heykeltıraş Burak Çizer,
heykel sanatına dair detayları paylaşarak, İstanbul’un
sanatına kattığı ilhamı da anlattı.
Pandemi döneminde dört sanatçı ile birlikte Sapanca’daki
bir eve kapanarak üretimlerini sürdürdüğünü biliyoruz.
Bu nasıl bir deneyimdi? Verimli oldu mu?
Doğanın içerisinde, sadece üretime ve paylaşıma odaklanabildiğimiz
çok kıymetli bir zaman dilimiydi. Sonrasında
ürettiğimiz eserleri Binbirdirek Sarnıcı gibi mistik bir ortamda
sergileme şansımız oldu. Orada ürettiğim heykellerin
benim için hep ayrı bir yeri olmuştur.
Öncelikle kariyerinden bahseder misin? Sanat hayatın ne
zaman başladı?
İstanbul doğumluyum. Çocukluğumdan bu yana çizim yapmak,
hep hayatımın merkezinde olmuştur. Liseden sonra
Yıldız Teknik Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Mimari
Restorasyon Bölümü’nü okudum. Sektörde birkaç yıl çalıştım,
fakat aklım hep sanatla ilgilenmek, özellikle heykel
yapmaktaydı. İşimi yarı zamana indirip, bir yandan tekrar
Güzel Sanatlar’a hazırlandım ve Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü kazandım.
Bu bağlamda genel olarak pandemi sürecinin üretimlerine
nasıl yansıdığını da sormak isterim.
Çoğunluğun aksine pandeminin özellikle başları benim için
çok verimli oldu. Her şeyin yavaşladığı, şehrin kaosuna ara
verdiği bir dönemde dikkatimi dağıtacak şeylerin azalmasıyla
atölyeme kapanıp, düşünsel ve pratik olarak üretimlerime
yoğunlaştığım bir dönem oldu. Bazen o zamanları
özlemiyorum değil.
Son olarak, İstanbul’da sanat üretme hâlini dinleyebilir
miyiz? İstanbul hangi yönleriyle sanatına ilham oluyor?
Çok kadim bir şehirde yaşıyoruz, bunu kendime hep hatırlatıyorum.
Fakat her geçen gün buna temas edebileceğimiz
noktalar azalmakta. Şehrin geçmişten günümüze geçirmiş
olduğu dönüşüm ve gelmiş olduğu hâl beni rahatsız ediyor
olsa da bir iz sürücü gibi kalan kırıntılarına odaklanmak
bana ilham oluyor. Kimi zaman şehrin ağırlığı beni çok
yoruyor olsa da yine de burada yaamaktan ötürü kendimi
şanslı hissediyorum.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
46
BÜTÜNSEL SANAT
Yazar
Pınar Baltacı
Ender Güzey:
Eserlerimle bütünsel sanat
temsilcisi olarak anılıyorum
“Bu güzel, gizemli, bereketli ülkemizin antik çağlarda olduğu gibi
yeniden kültür ve sanatın beşiği olmasını çok arzu ediyorum.”
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Bodrum’a kazandırdığı müze ve sanat merkezi
MuseumARThill ile ülkemizin sanat dünyasına
yeni bir kapı aralayan sanatçı Ender Güzey ile
İstanbul’u, Bodrum’un eşsiz güzellikleri ışığında
Ender Güzey MuseumARThill’i ve bütünsel sanat felsefesini
konuştuk.
46 yıllık sanat tecrübesiyle Bodrum’a şahane bir
müze ve sanat merkezi kazandırdınız. Ender Güzey
MuseumARThill’in kuruluş hikâyesini dinleyebilir miyiz?
ARThill - Sanat Tepesi’ni kurmamdaki asıl amacım, yarım
asırlık sanatsal birikimimi, eserlerimi ve başka değer verdiğim
sanatçılardan oluşan özel koleksiyonumu bir araya
toplamak ve korumaktı. Fakat bu vizyonum, bana kendimi
sanatsal açıdan farklı bir boyutta denememe neden oldu.
Evet, böyle bir adım attığımda riske girerek, eğitimini almış
olmasam da kendimi mimaride denemek istedim. ARThill,
sanatımı koruyan bir barınak olduğu kadar benim sanatsal
kimliğimi de yansıtmalıydı. Öyle de oldu. Tasarladığım
binayı, aynı zamanda logom olan boğa boynuzu üzerine
oturttum. Mitolojide dünyayı taşıyan boğa gibi...
Güneş panelleri ve rüzgâr jeneratörü ile kendi enerjisini
kendi üreten ARThill, hangi bölümlerden oluşuyor?
Boğa boynuzlarını andıran mimari yapısını da
detaylandırır mısınız?
Burası Bodrumluların bile bilmediği, turizmden ve yeni
zenginlerin tercihlerinden uzak bir yer. Suyu ve yolu olmayan
vadiye ve karşısında zümrüt yeşili ulu bir dağa bakan
bir tepe keşfettim. Karşımdaki tepe, Lelegler’in ilk yerleşim
yerlerinden biri olan “Syangela” ve arazimin önündeki patika
ise o dönemde “Tanrıçalar Geçidi” veya “Ana tanrıça-
47
ya giden yol” olarak anılan Leleg ve Karya yoluymuş. İşte
tam burada kendi çizdiğim mimari tasarımlarımla, benim
logom ve sembolüm olan Zeus’un boynuzları üzerine, kendi
enerjisini güneş ve rüzgârla üreten, yağmur suyunu depolayarak
değerlendiren ARThill’i inşa ettim. Bence ülkemizin
bu nimetlerinden faydalanmak, doğaya ve geleceğe bireysel
olarak yapabileceğimiz en önemli katkı. Bir belgeselden aldığım
bilgilere göre, ARThill’i bilinçaltı tamamen Feng Shui
kurallarına göre tasarlamışım. Tam kuzey-güney aksına
oturan bina üç bölümden oluşuyor; sergi salonum, atölyem
ve evim. Binanın arkasında bir tepe, güneye bakan cephede
bir vadi ve binayı taşıyan boynuzun kaidesi, şırıl şırıl akan
bir yansıma havuzu içine oturuyor.
Sanat merkezinin günümüzde ev sahipliği yaptığı
güncel etkinlikleri de dinleyebilir miyiz?
2015’te açılışını yaptığım sanat tepesinde çeşitli sergi ve etkinliklerin
yanı sıra bir de bana ilham veren bu konumun
tarihi efsanesini bir festival ile canlandırdım; “Tanrıçalar
Geçidi Festivali”. Sürdürebilirliği olan bu projeyi iki kez
gerçekleştirebildim, ancak pandemi ile bir süre noktalandı.
Tanrıçalar Geçidi Festivali’ni uluslararası bir boyuta taşımak
için kurumsal bir sponsora ihtiyacımız olduğunu da belirtmek
isterim.
“Bütünsel Sanat” felsefesini de ‘ARThill’ doğrultusunda
nasıl anlatırsınız?
Alman sanat terimi olarak geçen “Gesamt Kunstwerk” kavramı,
aslında ‘Bütünsel Sanat’ anlamında genel sanat literatürüne
girdi. Ben sanatsal vizyonlarımı yaşanır hâlde, yani
interaktif anlamda paylaşmak üzere çeşitli ifade teknikleriyle
gerçekleştiriyorum. Örneğin, farklı tekniklerle resim
ve heykel yapıyorum, ahşap heykellerime ateşle müdahale
ediyorum. Performanslarımda müzisyen ve dansçılarla çalışıyorum,
sanat objesi gibi köprü inşa ediyorum, ARThill’i dev
bir heykel gibi tasarlıyorum. Boğaziçi’nde Nuh’un Gemisi’ni
yüzdürüyor ve sonunda yakıyorum. Kale burçlarındaki antik
alanlarda Anka kuşunu alevlerden yeniden canlandırıyorum.
Ya da Münih Kültür Merkezi avlusunda Kibele performansını,
devasa bir davula kum akıtarak evrensel sesler eşliğinde; hava,
su, ateş ve toprağı yaratıyorum. Opera binası önüne dev konteynerlerle
manevi değerlerin nakliyatını yapıyorum. Tüm bu
eserlerimle bütünsel sanat temsilcisi olarak anılıyorum.
Bu proje için neden Bodrum’u seçtiniz?
Üstelik İstanbul’da tarihle geçen bir çocukluğun ve
sanatla geçen bir yaşamın ardından…
Ben çocukluğumdan beri mitoloji ve arkeolojik alanlardan çok
etkilendim. Bu sanatımın da ana unsuru oldu. İzleyicileri de
dâhil ettiğim performanslarımın ana temaları evrensel. İstanbul,
ilham verdiği kadar enerji çalan bir kente dönüştü. Bu eşi
benzeri olmayan şehrin, tılsımı hâlâ var olsa bile, üzerine gayri
medeni bir yük bindirildi. Artık bunu görmek ve yaşamak içimi
sızlatıyor. Çocukluğumda Gezi Parkı’nda her pazar günü saat
11.00’de canlı klasik müzik konseri verilirdi. Hanımefendiler
ve beyefendiler, çocukları ile birlikte en şık kıyafetleriyle bu
konserleri izlerdi. Belki de bazılarının bu yüzden Gezi Parkı’na
hâlâ alerjileri var? Tepebaşı’nda çok güzel bir bina içinde çocuk
tiyatrosu vardı. Şimdi yerinde yeşil-mavi mimarisiyle utanç verici
bir bina duruyor. Bu üzücü gerçekler beni doğduğum, büyüdüğüm
kentten uzaklaştırdı ve Bodrum’a yerleştim. Bodrum
merkezinden uzağa yerleşmemin sebeplerinden biri de dokunulan
yerlerin estetikten uzak bir dönüşüme uğraması. Bu nedenle
Alazeytin Tepesi’nde kendi vizyonlarımı yaşatarak, sanata
susayan insanlarla paylaşıyorum. Diğerleri, Bodrum’dan 14
km’lik mesafeyi çok uzak buldukları için gelmemekle beni çok
mutlu ediyorlar. Yani doğal bir seleksiyon oluyor.
Yeni dönem projeleriniz neler?
Şu anda ARThill’de benim çeşitli dönemlerden eserlerimi görebileceğiniz,
belirli aralıklarla yenilenen sergiyi randevu ile ziyaret
edebilirsiniz. Önümüzdeki sene Avusturya Kültür Ataşeliği
ile bir programla karşınızda olacağız. 2023 ilkbaharında üçüncü
Tanrıçalar Geçidi Festivali’ni zengin bir programla hayata geçirmek
istiyorum. Eğer İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı ikna edebilirsem, tabi ki Heykel
Sokağı’nı gerçekleştirmeyi ve İstanbul’a kazandırmayı çok
isterim. Üstelik Tophane’den başlayan bu sanat projesinin İstanbul
Modern ve Galata Port bağlantısı mükemmel olur.
BÜTÜNSEL SANAT
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
48
SANAT TARIHI
Yazar
Gülsen Sevinç Kaya | Milli Saraylar Resim Müzesi Yöneticisi
Ünlü Fransız ressam
Jean-Léon Gérôme ve sarayın tablo
koleksiyonunun oluşumuna katkısı
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
İkinci Bölüm:
Gérôme’un Türk ressamları
üzerindeki etkileri
Sanatçı; Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa, Halil Paşa,
Ali Cemal ve Thédore Ralli gibi Osmanlı ressamlarının hocasıdır.
Sultan Abdülaziz döneminde saray ressamlığı yapan
Polonyalı ressam Stanislaw Chlebowski de Gérome’un öğrencisidir.
Avrupa’da resim eğitimi ve özellikle Türk ressamlarının
yetişmesinde Fransız hoca Gérôme’un rolü, Samipaşazade
Sezai’nin 1889’da basılan “Sergüzeşt” adlı romanına
bile konu olmuştur.
Roman kahramanı ressam Celal Bey, Paris’te ünlü Fransız
ressam ve heykeltıraş Jean-Léon Gérôme’dan resim dersleri
almıştır: “Paris’te iken son derece başarılı bir tablo yapmış;
Boğaziçi’nin sevdalı bir hüzünle akan sularında nazlı nazlı
süzülüp giden, kenarları saçaklı bir şalla örtülü üç çifte kayık
içinde, ince yaşmaklarının altından gül yanakları, kor dudakları
ve kıvılcımlı parlak siyah gözleriyle tatlı tatlı gülümseyen
iki taze kadını ve kayığın arka tarafında oturan bir harem
ağasını sihirli fırçasıyla canlandırmış ve bu tabloyu takdim
etmişti. Yine değerli ressamlardan müteşekkil jüri tabloyu
beğendi ve Jerom’un bu istidatlı öğrencisini çok takdir etti.”
Avrupa’da resim eğitimi gören Ahmet Ali (Şeker Ahmet
Paşa) ile Fransız hocası Jean-Léon Gérôme’un ilişkisi, İstanbul’da
saraya kadar uzanan etkiler göstermiştir. Saray’ın
siparişleri ve Gérôme’un önerileri üzerine kayınpederinin
sahibi olduğu Goupil Sanat Galerisi’nden alınan eserler ile
saraydaki birikim, bir koleksiyona dönüşür. Osman Hamdi
Bey, Stanislaw Chlebowski ile Gérôme’un öğrencisi olmayan
ancak onun öğrencilerinden ders alan Abdülmecid
Efendi’nin de sanatçıdan etkilendiği açıkça görülmektedir.
İşledikleri konular, her türlü ayrıntıyı titizlikle işlemeleri, iç
mekânları figürler için fon olarak kullanmaları ve fotoğraftan
kareleme yöntemiyle çalışmaları da etkilenmeyi yansıtmaktadır.
Osmanlı Saray Koleksiyonu’na yaptığı katkılar
Türkiye’nin Batılı anlamda ilk tablo koleksiyonu Dolmabahçe
Sarayı’nda kurulmuştur. Goupil’den 1875-1876 yıllarında
satın alınan tablolarla kurulmuştur. Sultan Abdülaziz
döneminde temelleri atılan koleksiyon, Sultan II. Abdülhamid
döneminde gelişimini sürdürmüştür. Goupil & Co., 19.
yüzyılda kurulan, merkezi Fransa’nın başkenti Paris olan
önemli bir sanat galerisi ve yayın şirketidir. Ticaret dehası
olarak tanınan Adolphe Goupil, Jean-Léon Gérôme’un popüler
olan eserlerini reprodüksiyon haklarıyla satın almış ve
yine reprodüksiyon olarak satmıştır. Goupil Sanat Galerisi’nin
sahibi Adolphe Goupil’in kızı ile evli olan Gérôme’un
eserleri, bu galeri aracılığıyla geniş bir kitleye tanıtılmıştır.
Daha sonra Goupil galerileri Londra, Brüksel, Lahey, Berlin,
Viyana, New York ve Avustralya’ya yayılmıştır. İskenderiye,
Dresden, Cenevre, Zürih, Atina, Barselona, Kopenhag, Floransa,
Havana, Melbourne, Sidney, Varşova ve Johannesburg
gibi çeşitli kentlerde satış noktaları açılmıştır.
bowski’ye verdiği bilgilerden dolayı teşekkür etmiş ve Cey’in
Padişah’a iki tablo satmayı başardığını belirtmiştir. Jean-Léon
Gérôme ise öğrencisi Chlebowski’ye yazdığı 1875
tarihli bir mektupta, Şeker Ahmed Paşa’ya olan güvenini
ve saray çevresine olan temkinli tutumunu yansıtmıştır:
“Bütün resimler, dürüstlüğünden emin olduğum Ahmed’e
yollanmıştır. Elimizde güvenebileceğimiz ve güvendiğimiz
ciddi biri olduğu için seni bu işe sokarak rahatsız etmenin,
iyi niyetini suiistimal etmenin bir anlamı yoktu.”
Saraya alınan tabloların seçiminde, Adolphe Goupil ve damadı
Gérôme’un önerileri haricinde, resim bilgisi bilinen
Sultan Abdülaziz ve yaveri Ahmed Ali Bey’in (Şeker Ahmed
Paşa) beğenileri de belirleyici olmuştur. Yapılan araştırmalar,
Goupil Galerisi’nden saraya otuzdan fazla resim alındığını
ve galerinin Avrupalı ve Amerikalı müşterilerine kıyasla
bazı tablolar için saraydan daha fazla ücret aldığını ortaya
koymaktadır.
49
SANAT TARIHI
Charles Baudelaire, “Modern Hayatın Ressamı” adlı kitabında
Goupil’in başarısından şöyle bahsetmiştir: “Goupil,
zamanla sanatın kamuoyu olur. Binlerce çoğaltılmış resim
ve heykel. Çoğaltma hakkıyla satın alınan resim sayısı otuz
binlere varır. Öğrenciler, Goupil’in yayımladığı modellerden
yaptıkları kopyalarla desen derslerini öğrenirler - Van Gogh
dahil. Goupil galerileri, Fransız sanatının dünyadaki vitrini.
Rejimin saygısı ve desteği sonsuzdur. Goupil kamusal
beğeninin, resmî estetiğin mührü olmuştur. Bu başarının
mimarları arasında başta Gérôme gelir; Goupil’in ahbabı,
damadı, ortağı, en çok sattığı ressamı ve dünya sahnesindeki
yıldızı.”
Saray ressamı Chlebowski ve Jean-Léon Gérôme’un bazı
mektupları, Goupil Galerisi’nden saraya tablo satın alınması
ile ilgili ilk girişimleri ortaya koymaktadır. 1874 yılında
Adolphe Goupil’in oğlu Albert, İstanbul’da yaşayan Chlebowski’ye
bir mektup yazmıştır. Albert Goupil, mektubunda
gizli kalmak kaydıyla kendilerinden Padişah’a gösterilmek
üzere bazı resimler isteyen Edouard Cey’in (Osman
Hamdi Bey’in sekreteri ve dostu) amacını ve Padişah’ın bu
konudaki isteklerini öğrenmek istemiştir.
Bilindiği gibi, Osman Hamdi Bey de Gérôme’un öğrencisidir.
1875 tarihli başka bir mektupta Albert Goupil, Chle-
Kaynakça:
• Germaner, Semra - Zeynep İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı
Yayınları, İstanbul 1989.
• Oryantalistlerin İstanbul’u, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2002.
• Roberts, Mary, İstanbul Karşılaşmaları; Osmanlılar, Oryantalistler ve 19. Yüzyıl Görsel
Kültürü, çev. Zeynep Rona, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2017.
• Bilir, Timur Bilir, “Oryantalist Tabloların Vazgeçilmez Dekoratif Unsuru Olarak Çiniler”,
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Yıl 2019, Cilt , Sayı 34.
Goupil Sanat
Galerisi’nden alınıp,
Milli Saraylar Resim
Müzesi’nde sergilenen
tablolar
Milli Saraylar Resim Müzesi’nde
Goupil Galerisi’nden satın alınan
tablolar ile ilgili tematik bölüm
var. Bu bölüm, iki mekândan oluşuyor.
Bu bölümde antik dönemi
yansıtan eserler, figürlü kompozisyonlar,
çeşitli doğa ve kent
görünümleri ile natürmortlardan
oluşan 20 eser sergileniyor. Gustave-Clarence
Rodolphe Boulanger,
Charles François Daubigny, Alfred
de Dreux (Dedreux), Jean Antoine
Théodore de Gudin, Victor Leclaire,
Emile van Marcke de Lummen,
Wilhelm von Gegerfelt ve Alfred Wahlberg (Herman A.
Léonard) gibi çeşitli ressamların eserleri, bu tematik bölümde
yer alıyor. Bu sanatçıların pek çoğu Paris Salonu’nda
eserlerini sergilemişlerdir. Fransız romantizmine ya da klasik-akademik
bir üsluba bağlıdırlar. Pek çoğu Fransa’nın en
yüksek onur nişanı olan Legion d’Honneur almışlardır. Bir
kısmı ise Fransa’da sanat ortamının belirleyicisi olan akademilerin
üyeleridirler.
Barbizon Okulu ile doğrudan ya da dolaylı ilişkisi bulunan
ressamların sarayda bulunması tesadüfen olmamıştır. 19.
yüzyılda Fransa’da etkin olan ve Goupil’in resim piyasasında
önemli bir yeri olan Barbizon Okulu ressamları, Saray
Koleksiyonu’na alınmıştır. Yaver Ahmed Ali’nin resimlerinde
referans aldığı bu okul sanatçılarının eserlerini Sultan
Abdülaziz, 1867 Paris Uluslararası Sergisi’nde görmüş olmalıdır.
19 yüzyılda Paris’te Fontainebleau yakınındaki Barbizon
adlı köye 1830 yılında yerleşen natüralist ressamlar
grubuna “Barbizon Okulu” adı verilmiştir. Üyelerinin çoğu
Fransız olup, ağırlı olarak manzara resimleri yapmışlardır.
Kurucusu T. Rousseau’dur. Barbizon Okulu sanatçıları,
eserleriyle izlenimci resme öncülük etmişlerdir.
• Sevinç Kaya, Gülsen, “Dolmabahçe Sarayı İçin Goupil Galerisi’nden Alınan Resimler”, Osmanlı
Saray Koleksiyonu’ndan, Abu Dhabi Authority for Culture & Heritage, Abu Dhabi 2006.
• Millî Saraylar Tablo Koleksiyonu, Millî Saraylar, İstanbul 2019.
• Milli Saraylar Resim Müzesi, Millî Saraylar, İstanbul 2021.
• Timur, Taner, Sürüden Ayrılanlar, İmge Kitabevi, İstanbul 2000.
• Jean-Léon Gérôme: Değişim Çağında Kültürel Etkileşimler, Pera Müzesi, 25 Kasım 2020.
Gerome’un Vesoul’deki
Georges-Garret
müzesinde bulunan,
“Top atıcı” (1901)
isimli bronz heykelinin
“arkadaşım Hamdi
Bey’e” biçiminde ithaf
yazısı barındıran
fotoğrafı, İstanbul
Resim ve Heykel
Müzesi Arşivi.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Yazar
Emel Altay
50
KÜRATÖR
Elif Erdoğan ile aile arşivleri ve
kişisel sergiler üzerine…
Arşiv tutmanın böyle özel sergilere ve özel müzeciliğe
açtığı imkânlarla ilgili neler söylersiniz? Ek olarak;
Türkiye’de aile arşivleri, kişisel koleksiyonlar, dolayısıyla
bir aile ya da kişiye özel sergiler ve müzeler çok yeterli
değil. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Kamu/özel, işlenmiş/işlenmemiş arşivler, özellikle belirli tarihsel
bilgi biçimlerine nasıl değer verdiğimiz konusunda çok
daha incelikli bir dizi ilişkiyi ortaya çıkarabilir. Bizim kurum
olarak arşivlere gösterdiğimiz ilginin bir yanı da bunlara görünürlük
kazandırmaktır. “Aile arşivi” ve onun daha resmî kurumlarla
ilişkisine yönelik herhangi bir tartışmanın, farklı bir
çağdaş bağlamda gömülü olduğunu düşünüyorum.
Özellikle son yıllarda müzeler ve arşivler, koleksiyonlarında
tuttukları kayıtlara ve nesnelere erişimi daha etkin bir
şekilde kolaylaştırmaya çalışıyorlar. Benim gözlemleyebildiğim
kadarıyla, İstanbul’da yakın zamanda aile tarihlerine ya
da kişisel tarihlere yönelik ilgi belli bir popülerlik kazandı.
Buna paralel olarak, sözlü ve sosyal tarih ile “aşağıdan tarih”
yaklaşımına yönelik ilgi de artmıştır. Bu durum kişisel aile
tarihlerine yeni bir önem kazandırdı, insanlar aile arşivlerinin
çağdaş bir şekilde nasıl arşivlenebileceği üzerine kafa
yormaya başladı. Ancak bunu kurumlar ile nasıl paylaşabileceklerine
ilişkin pek de fikir sahibi değiller.
Siz kurum olarak bu bağlamda neler yaptınız?
Kurum olarak galeri kısmında açtığımız son üç sergi, hep bir
koleksiyondan ve/ya arşivden yararlanılarak oluşturuldu:
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Elif Erdoğan
Geçtiğimiz aylarda Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık,
temelini üç nesil sanatçı bir ailenin
yıllar içinde biriktirdiği fotoğraflar, resimler,
kişisel eşyalar ve objelerden alan “Memento İstanbul:
Hristoff Aile Arşivi” sergisine ev sahipliği yaptı. Dergimizin
bir önceki sayısında ailenin üçüncü kuşak temsilcisi
sanatçı Peter Hristoff ile serginin detaylarını konuşmuş,
Hristoff Ailesi’nin 100 yıllık tarihine tanıklık etmiştik.
Bu defa serginin küratörü, Yapı Kredi Sanat ve Kültür Müdür
Yardımcısı Elif Erdoğan ile bir araya geldik. Hristoff Aile
Arşivi Sergisi gölgesinde, arşiv ve koleksiyonculuk üzerine
anlamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Kulis: Bir Tiyatro Belleği - Hagop Ayvaz”, Hrant Dink Vakfı’nın
arşivlerinden; “BURASI - This Place”, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Koleksiyonları ve Atatürk Kitaplığı’ndan;
“Memento İstanbul: Hristoff Aile Arşivi Sergisi”, Hristoff
Aile Arşivi ve çeşitli özel ve şahsi koleksiyonlardan.
Her birinde bu koleksiyonlardaki, arşivlerdeki eserleri hangi
bağlamlarda ele alabileceğimiz üzerine epey kafa yorduk. Bu
Bir Tiyatro Belleği - Hagop Ayvaz
51
KÜRATÖR
sergi özelinde bir zamanların İstanbul’unu ve bir dönemin
sanat yaşamını, bir İstanbullu aile üzerinden anlatmakta
karar kıldık.
şeyler- illa ki her zaman toplumsal tarih açısından önemli
olmayabilirler (her ne kadar manevi açıdan aile fertleri için
önemli olsa da).
Gördüğünüz üzere arşivler, çeşitli önerileri etkinleştirmek
için bir çerçeve görevi görüyorlar. Kurumların, örgütlü kolektiflerin
ve tüm vatandaşların katılımına açık olma fikriyle,
arşivlenebilir olarak kabul edilebilecek olanın sınırlarını
keşfetmek; erişim, kullanım ve dağıtım olanaklarını genişletmek,
arşivlerin kendilerinin genişletmesine yardımcı
olur. Bizler de bu ve benzeri sergilerin aile tarihine ilişkin
dokümantasyonun ve sınıflandırmanın daha fazla yapılmasına
vesile olmasını umuyoruz. Kurumlar sadece kendi
arşiv, koleksiyon ve kütüphanelerinden yola çıkarak değil,
başka kurum ve kişilerle de irtibatlanarak, bu arşivciliğe yönelik
ilgiyi ve önemi genele aktarabilirler.
Yakın zamanda yaşamış ve hâlen hayatta olan kişilerin
hayatlarına dair objeleri sergilemenin zorlukları var mı?
Hristoff Ailesi’nin çok zengin ve kapsamlı arşivini sergiye
dönüştürürken çekirdekte hangi düşünce vardı? Eldeki
malzemeler arasında seçim yapmakta zorlandığınız anlar
oldu mu?
Aile tarihi; aile fertlerine süreklilik, istikrar, güven ve biricik
olma gibi duyguları sağlar. Bu bakımdan aile arşivlerinde tutulan
nesneler, korundukları ve nesiller boyunca aktarıldıkları
için ailenin devamlılığında potansiyel olarak rol oynayabilir.
Ayrıca yine bu nesneler ve aile şeceresi, kişi nezdinde
anlam inşasının ayrılmaz bir parçası olması bakımından
bireysel kimliğin oluşması ve/ya şekillenmesi bakımından
son derece önemlidir. Ancak bu miras -insanların yıllar içinde
topladıkları, biriktirdikleri, nesilden nesle aktardıkları
Bu bakımdan Hristoff Aile Arşivi’ni ele almak oldukça güçtü.
Arşivin içerisinden içinde yaşadığımız coğrafyanın, özellikle
İstanbul’un tarihi ile belli bir şekilde ilişki kurulabilecek
nesneleri seçmeye özen gösterdik ve bu nesneleri belli bir
kronoloji içerisine tarihi referanslarla oturtmaya gayret gösterdik.
Bu anlatının dışında kalabileceğini düşündüğümüz,
aile için önemli olsa da bu sergiye uymayacağı için dışarıda
tuttuğumuz, sergiye alamadığımız pek çok nesne oldu.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Yazar
Pınar Baltacı
Nakışı çağdaş sanata kazandıran sanatçı;
PELDA AYTAŞ
53
ÇAĞDAŞ SANAT
Tarihi M.Ö. 6500’lü yıllara dayanan nakış sanatını
günümüzün çağdaş sanatına kazandıran
sanatçı Pelda Aytaş ile üretimlerinin hikâyesini
ve nakış sanatının inceliklerini konuştuk. Eserlerinde
tematik olarak kadın bedenini işleyen Aytaş; “İpliği
kadın tarihini ve kimliğini sorgulamanın bir aracı olarak
kullanıyorum” mesajı verdi.
Öncelikle son katıldığınız
“Nude/ Covered” karma sergisini
sormak istiyorum. Hangi
eserinizle yer aldınız sergide?
C.A.M Galeri’deki sergiye, tekniği
bez üzerine nakış olan 66*44 cm
ile 77*42 cm olmak üzere iki isimsiz
eserim ile katıldım. Daha önce
bu seriden olan eserlerime “Abluka”
diyordum. Çünkü kadın bedenini,
kültürün kadının ablukasını
ürettiği yer olarak görüyordum.
Ancak sonra fark ettim ki, kadın
imgesi söz konusu olunca isimle bile sınırlandırmak istemiyorum.
O yüzden isimsiz eserler.
Eserleriniz, tarihi yüz yıllar öncesine dayanan nakış
sanatıyla hayat buluyor. Bize nakış sanatıyla nasıl
tanıştığınızı anlatır mısınız?
2019 yılında yüksek lisans bitirme tezim, sanat tarihi boyunca
erk gözünden kadınların nasıl imgelendiği üzerineydi.
O sıralar inşaat telleriyle figürler yapıyor, teller aracılığıyla
sesimizi çıkarmak ve özneleşmek istiyordum. Fakat
benim pratiğini yapacağım inşaat teli eril bir dil ve “Biz de
buradayız” derken, ben eril bir dil kullanmış olacaktım. Birinci
dalgadaki hata ile erkeklerle aynı haklara sahip olmak
için erkekleşmekle aynı şeydi bu. O yüzden o hatayı tekrarlamak
yerine feminen ve sırf domestik bir malzeme olarak
görüldüğü için güzel sanatlar kategorisinden dışlanan bir
malzeme kullanmalıyım dedim ve bunun için en uygun
malzeme olarak iğne ve ipliği gördüm. Evde uğraşlarım, çalışmalarım
başladı. Önce siyah beyaz yaptım, sonra renkler
ve kumaşlar ekledim. Ardından kumaşları çıkardım, çalışmaları
büyüttüm. Hâlâ sürekli olarak malzemenin sınırlarını
deniyorum.
Tekniğe dair detayları da paylaşır mısınız?
Dışarıdan bakıldığında bir hayli zahmetli görünüyor...
Evet, emek ve sabır isteyen bir iş... Ayrıca boya resmindeki
gibi hatanın üzeri pek örtülemiyor, bağışlayıcı değil nakış.
İpin sık ya da gevşek duruşu bile bozabiliyor işinizi. Hataya
açık olan, benim de hala şaşırdığım şeylerden biri de renkler.
Bazen nakışını yaptığınızda eskizdeki gibi iyi durmayabiliyor.
Saatlerce uğraştığınız bir yeri söküp baştan yapmak
zorunda kalabiliyorsunuz. Ve tabi çok vakit alıcı bir teknik...
Eserlerinizde kadın figürleri oldukça belirgin...
Bu bağlamda tematik olarak çalışmalarınızı nasıl
anlatırsınız? Neye dikkat çekiyorsunuz?
İpliği kadın tarihini ve kimliğini sorgulamanın bir aracı olarak
kullanıyorum. Sanat, mitoloji, edebiyat, din ve bunların
popüler kavramlarını oluşturan ideolojileri, birbirine bağlı
iki fikir geliştirmiştir. Bunlardan birisi, kadın bedeninin
kirli ve tehlikeli olup, kötülük sunmasıdır; diğeri ise kadın
bedeninin kutsal besleyici ve asekseül görülmesidir. Anne-fahişe
ideolojileri, kadınların kendi vücutları ile rahat
olmasını engellemektedir. Bu yüzden eserlerimde kadın
bedenini aseksüel görünüme zorlayan ideolojilere karşı olduğumu
ve kadının kendi bedeninden zevk alması gerektiğini
vurguluyorum. Arzunun nesnesi olmaktan çok öznesi
olmanın mümkünlerini araştırıyorum. İğne ve iplikle ataerkil,
eril zihniyet tarafından üzeri örtülen kadın deneyimini
yeniden keşfetmeye ve sanat alanını erkek egemen olmaktan
çıkarıp, feminist hareketin önemli bir alanı hâline getirmeye
gayret ediyorum. Ayrıca, nakışı çağdaş gerçekçi figür
resmi için boyayla rekabet edebilecek alternatif bir teknik
olarak konumlandırıyorum.
Yakın zaman planlarınızdan ve sergi takviminizden de
bahseder misiniz?
İzmir 2023 Fiber Bienali’nde yer alacağım.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
54
RESIM SANATI
Yazar
Gülseren Südor
Öncü Türk kadın
ressamlar
İşte bu noktadan itibaren, artık ilk öncü Türk kadın ressamlardan
bahsetmeye başlanabilir. Batılılaşma döneminde 19.
yüzyılın sonu, 20. yüzyıl başında varlıklı ve eğitimli ailelerin
kız çocuklarının iyi bir eğitimden geçmesi, onların toplum
yaşamında hem daha saygın bir yer edinmesi hem de gelecekte
yine varlıklı ve önemli ailelere gelin olabilmeleri için
açılan bir yol olarak görülürdü. Bu nedenle bugün az da olsa
yaşam bilgilerine ve eserlerine ulaşabildiğimiz öncü kadın
ressamlarımız, böyle ailelerin kızlarıdır. İlginçtir ki eski
Türklerde kadın üstün sınıf iken ve toplum anaerkil iken,
Osmanlı’da kadınlar maalesef ikinci sınıf varlık olarak sayılmışlardır.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Mihri Müşfik Hanım
Uygur Türklerinde 8. ve 9. yüzyıllarda kitapları
resimlemek amaçlı başlayan minyatür tarzı
resim sanatına, daha sonraları çeşitli kültür ve
dinlerin etkileri altında kalan birçok Türk devletinde
de zengin üslup ve farklılıklarla devam edildi. M.S. 10.
yüzyıldan itibaren İslam dininde üç boyutlu bağımsız insan
figürü kullanma yasağının başlaması ile Osmanlı döneminde
de resim sanatının egemen türü olan minyatürlerde, 19.
yüzyılın sonlarına kadar üç boyutlu figürler kullanılamadı.
Ancak, 1793’te Mühendishane-i Berri Hümayun’da okutulmaya
başlanan ilk resim dersleri ve daha sonra hocalarının
yurt dışına gönderilip eğitim almalarının sağlanması sonucunda
başlayan Batı tarzı resim yapımı, öncelikle asker
ressamlar ve ardılları tarafından toplumda yaygın hâle getirildi.
Aynı zamanda saray ve saray dışında çok sayıda sivil
Müslüman kadın-erkek sanatçı tarafından da yapılmaya
başlandı.
Özgürce ve bilinçle resim sanatını
seçen kadınlar
Daha sonraları hemen hemen her meslekte öncü olan kadınlarımız,
Batılılaşma sürecinde dahi varlıklarını kabul
ettirme çabalarını zorlu koşullar altında yürütebilmişlerdir.
Açılım sürecindeki atılımcı, çağdaş dünyayı yakalama
çabasında olan aydın görüşlü erkek egemenler bile kadınların
ancak lirik bir şekilde, az ölçüde bazı haklar elde edeceklerini
zannetmişler, fakat kadınların hızlı bir atılımla,
yüzyıllardır kapatıldığı evinin toplumsal olmayan ortamından
çıkıp sosyalleşerek, üstelik bir de edindiği meslekte ön
plana geçebileceğini çok da öngörememişlerdi. Bu kadınlar
arasında en çok zorlanan belki de öncü kadın ressamlarımız
olmuştur. Çünkü bugün öncü kadın ressamlarımızın öz
yaşamlarını incelediğimizde biliyoruz ki, yaşamları boyunca
çok sayıda toplumsal problemler, nice olumsuz koşullarla
oluşan sağlık problemleri ile boğuşurken, bir yandan da sanatlarını
sonuna kadar icra etmişler. Çoğu da maalesef genç
yaşta hayatlarını kaybetmiş.
Celile Hanım
Müfide Kadri
Bu dönemde yurt içi ve yurt dışında açılan birçok Türk
karma resim sergisinde, çok başarılı kadın ressamların da
eserleri bulunduğu hâlde, zamanın basınında ünlü erkek
ressamlar ve bunlar gibi ressamlar da vardı diye isimleri
geçiştirilmiş. Ancak her hâlükarda aşağılanan kadınlarda
umudun olması da pek mümkün değilmiş. Düşünür Ernst
Fischer’in dediği gibi; “Sanatçı azgın canavara boyun eğmez,
onu evcilleştirir.”
İşte sanatın ve sanatçı olmanın varlık nedenini çok iyi kavrayan
bu ataerkil Osmanlı toplumundaki öncü kadın ressamlar
da yaşadıkları ortam ve çağın kültüründen kopmadan,
değişime pozitif anlamda direnç göstermişler. İçten gelen
bir coşkunlukla, “Sanatın görevi, açık kapıları yıkmaktan
çok, kilitli kapıları açmaktır” sözünden de anlaşıldığı gibi ilk
kadın ressamlarımız da bu işi başararak, sonuçta özgürce ve
bilinçle resim yapmışlar.
İtalya’da 1945’te, Fransa’da 1944’te, dünyanın en zengin ve
özgürlükler ülkesi olan İsviçre’de ise 1971 gibi çok geç bir
tarihte, zorlu mücadeleler sonucunda bu kanuni haklarını
elde edebilmişlerdir. O zaman ülkemizdeki zamanın ileri
görüşlü insanlarına ve tabii ki Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadaşlarına sonsuz teşekkürler diyerek, biraz
da öncü kadın ressamlarımız kimlerdi onları irdeleyelim.
1914’te açılan İnas Nefise-i Mektebi’nin resim bölümünün
başına, Ressam Mihri Müşfik Hanım getirilir. 1889-
1912 yılları arasında yaşayan Müfide Kadri, Osmanlı
İmparatorluğu’nun bilinen ilk Müslüman kadın ressamı
ve öğretmenidir. Aynı zamanda yurt dışından, Almanya’dan
ödül kazanan ilk kadın ressamımızdır. Celile Hanım
(1880-1956), eserlerinde yoğun bir şekilde nü kadın
temasını kullanan ve resimlerini alacak olanlara da “Bunu
yatak odasına değil, salona asın lütfen” diyecek kadar açık
sözlü ve özgür düşünen bir kadındır. Aynı zamanda Nazım
Hikmet Ran’ın annesidir. 1916’da Birinci Galatasaray
Sergisi’nde Celile Hanım’ın ismi ile birlikte Müfide Esat,
Müzdan Sait, Harika Lifij’in (Avni Lifij’in eşi) isimlerine
rastlıyoruz. 1929’da ise Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar
Birliği’nin kurucuları arasında, Mihri Müşfik’in yeğeni
Ressam Hale Asaf da vardır.
Yine 1900’lü yılların başında doğan Aliye Berger, Bedia
Güleryüz, Emel Cimcoz (Korutürk), Fahrünnisa El Zeyd,
Şükriye Dikmen Tiraje Dikmen, Güzin Duran, Maide Arel,
Eren Eyüboğlu, Leyla Gamsız ve isimlerini sayamayacağım
kadar çok olan, resim öğretmenliği ve resim yapmış kadınlarımızın
yalnızca dört-beş elin parmakları kadar olanlarının
ad ve eserleri günümüze kadar gelebilmiş, müzelerde özel
koleksiyonlardaki yerlerini alabilmişlerdir.
Not: Biz kadın ressamların günümüzde öncülerimizin yüzyıl
öncesi yaşadıkları problemlerin bir bölümünü hâlen yaşıyor
olmamız bilinen bir konudur ve ayrı bir yazının konusu
olacaktır.
55
RESIM SANATI
Osmanlı’da 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından
kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nden (Güzel Sanatlar
Mektebi) sonra bu kez 1914’te, kızlara resim ve heykel sanatlarını
öğretmek amacı ile İnas Sanayi-i Nefise Mektebi
kurulur. 1918-1919 öğretim yılında ise ilk kez erkekler ile
birlikte yükseköğrenim okullarına ve akademiye kız öğrenciler
alınmaya başlar. Evet, Avrupa kıtasında 1614’te
Artemisia Gentileschi (1593-1652), İtalya’da akademiye
kabul edilen ilk kadın ressam iken, bizde neden üç asır
sonra? Ama düşünün, bu kabul o günlerdeki Müslüman
Osmanlı toplumu için ne denli büyük bir atılım ve açılımdır.
Ve bence bu konu, aynen Türk kadınının 5 Aralık
1934’te Cumhuriyet’in yaptırımları içinde en önemlisi
olarak görülen Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının
verilmesi kadar önemlidir.
O tarihlerde bazı Avrupa ve yine Kuzey Amerika’nın bazı
üniversitelerine kız öğrenci kabul edilmezken, aynı zamanda
kadınların dünyanın birçok ülkesinde seçme seçilme
hakları da yoktur. Kadınlar, sanatın merkezi olarak bilinen
Hale Asaf
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
56
SPECIAL INTERVIEW
Yazar
Ahmet Ayvalıoğlu
The art spirit:
Shahi Dayekh
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
We had a detailed and enjoyable interview
with the world-famous Lebanese-Turkish
painter Shahi Dayekh about her life, art,
painting collections, the Bodrum Art Fair
she attended, and the Istanbul Art & Antique Fair (IAAF),
which she will attend in the coming days.
First of all, thank you for joining this interview with me.
Can you shortly tell us about yourself?
Hello, I would describe myself as an emotionally driven
being who believes that we all came to this universe with
a purpose and we must find our purpose in order to contribute
to society and build our world. I am a mother of six
children who lived in many parts of the world. I went to college
in the USA. Finally resided in UAE. During that time, I
established my own company. I discovered my passion for
painting later on in my life and since then, painting became
my way of expressing myself.
The new collection
that Shahi Dayekh
is preparing at her
workshop in Dubai
and will be exhibited
next year is expected
to attract great
interest.
In your biography, I have read that you were born into a
family with 8 kids in Lebanon. Can you tell us about that
period of your life and how it affected your art career?
Growing up in a war torn country alerted my sense of survival
and compassion for others. Being in a family of eight
strengthened me and planted in me the sense of community
and sharing. These two ingredients made me aware of
some of the blessings that I was given and filled my heart
with love and compassion. I live on love, I breathe love.
Which painter influenced your art career the most?
I admire all art because of the mystery and passion behind
each work. I would say that every art piece that I see enriches
my emotions and eyesight. However there isn’t one
specific painter that inspired my paintings. Everytime
I observe, I find a new story.
You have 7 collections named “House of Illusions,
Seasons of Change, Sirens, Reflections, Escapes,
A Vision, Private Collection”. Can you tell us
about these collections?
Seasons of Change: A series of big portraits that express
our reality as human beings and the emotions we go
through in life just like in nature. It is composed of strong
expressive strokes to elaborate our emotional status whether
it is calm and serene or angry and frustrated.
House of Illusions: In this series, I have explored dividing
huge canvases with thick lines to make different portraits
in the same painting. These pieces are bigger and more abstract.
This collection is more playful and curious.
Sirens: Perhaps this is one of the most provocative.
It draws one’s attention more on the serious issues in life
such as motherhood, betrayal, anxiety through strong
strokes of expressionism and vivid strong colors.
Escapes: Many things are happening here. I wanted to escape
reality and take everyone with me to “a dream world”
where any dream can come true. I left the city in the background
to express our true reality and the reflections of
water to show different emotions of serenity and self-reflection.
The emotions in this collection are very strong and
daring. Bravery and self-perception are an element in this
collection.
A Vision: Takes us a leap to the future. Everyone needs
to feel a sense of belonging and needs to feel at home. I focused
on landscapes in Dubai, because Dubai has a special
place in my heart. I believe in Dubai’s vision of the future
and am impressed by its ambitious leader. It’s constant evolution
is a source of my inspiration. The beauty and liveliness
of the city captivated my heart.
57
SPECIAL INTERVIEW
You have been to a lot of cities throughout your life.
Which cities did you like the most in ways of art
and life in the city?
Although Dubai gave me love, life and hope and I keep on
admiring its beauty every day, İstanbul is my second home.
I love İstanbul and have been going there for as long as I can
remember and have watched the way it evolved. From the
historical sights, to the night lights I am inspired by Istanbul’s
energy. İstanbul has everlasting richness, beauty and
culture that you would never find anywhere else.
Reflections: An invitation to explore the humanity in us.
This collection consists of portraits of persons with strong
different emotions. Whether it is hope, gratitude, loneliness,
confusion, lust or anger, these persons reflect our
humanity.
Private Collection: A series of unique individual pieces
that represent a milestone in my art journey and that I
would like to hold on forever.
In the past few months, you have joined the art fair in
Bodrum. In a few days, you are going to join IAAF in
İstanbul. What do you think about these expositions?
I am enjoying these expositions and fairs, because they
made me feel connected with the art community and I was
able to share my passion and emotions with many different
kinds of people from all over the world. It is a fantastic experience
and it has left me feeling very fulfilled.
You have been in Turkey for a while now.
What do you think about Turkey and İstanbul?
I become speechless when it comes to Turkey. It is an amazing
empire by itself. Its beauty and its history are breath
taking. I love and enjoy being there and enrich my horizons
and get inspired.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
58
TIYATRO
Yazar
Pınar Baltacı
Tiyatroya yeni bir
soluk kazandıran sahne:
Boa Sahne
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
2019 yılından bu yana Kadıköy Bahariye Caddesi’nde
tiyatroyu sanatseverlerle buluşturan Boa
Sahne’nin hikâyesini, Sanat Yönetmeni Aytekin
Atabey’e sorduk. Black Box tekniği ile tasarlanan
Boa Sahne’de ajanda yeni sezonda da dopdolu.
Boa Sahne ne zaman açıldı? Mekân olarak niçin
Kadıköy’ü seçtiniz?
Boa Sahne, 2019 yılında açıldı. Bu soru esasında benim
açımdan çok katmanlı. Öncelikle Kadıköy’de güzel anılarım
var. İlkokul ve üniversiteyi burada okudum. Çocukluğumun
ve gençliğimin birçok hikâyesinde yer alan bir yer burası. Ve
bunlar zamanla çok güzel anılar hâline gelmeye başladı. Kadıköy
ile ilginç bir bağım var sanırım; bir yandan serseri, diğer
yandan entelektüel bir dengesi var. Bu karışıklık benim
için keyifli. Seviyorum Kadıköy’ü.
Boa Sahne’yi açılışından bu yana nasıl değerlendirirsiniz?
Yeterince sanatsevere ulaştığınızı düşünüyor musunuz?
Boa Sahne, sanat hayatımızda güzel bir renk oldu. Kısa zamanda
ne yapmak istediğini anlatmayı başarabilmesi açısından
umut verici bir oluşum. Sanatseverlerin tamamına
ulaştığımızı söyleyemem, fakat tiyatro sanatıyla yakından
ilgilenen ve kent için önemli bir kültür girişimi olduğunu
fark eden, kıymetli ve araştırmacı önemli bir sayıda sanatsevere
ulaştığımızı söyleyebilirim.
Boa Sahne’de tiyatro dışında konser, sergi gibi farklı
alanlarda etkinlikler de yapılıyor mu? İçeriklerinden
bahseder misiniz?
Tiyatro üretim aşamaları oldukça yoğun... Evet, yapıyorduk
çok sık olmasa da. Fakat pandemiden sonra yeni bir konser
ve sergi çalışmamız olmadı. Ancak her zaman yapabiliriz.
Bu konuda açık bir zihindeyiz.
Black Box tekniği ile tasarlanan sahnenizin
detaylarını dinleyebilir miyiz?
Burada önemli olan, alanın verimli kullanılmasıdır. Bu konu
sadece alanla ilgili bir yaklaşım değil elbette. Esas noktası, yaratıcılığı
ortaya çıkarmasıdır. Burada asıl hedef, yönetmenin
dünyası ile oyunun kendi uzamına ve kurgusuna göre şekillenmesine
olanak sağlamasıdır. Kendi zamanını ve biçimini
şekillendirme konusunda alan size hizmet eder. Çünkü içerisinde
yer alan her şey sabit tasarlanmamıştır. Sahne, seyirci
düzeni, ışık yapısına kadar her şey değişken olabilir ya da
tamamıyla ortadan kaldırılabilir. Bu da gerek üretici tarafta
gerek seyirci tarafında her oyunda farklı bir biçimde seyir ve
performans ortamı yaratabilir. Boa Sahne de bu şekilde tasarlanmıştır.
Her yeni oyunda hikâyeler çok farklı atmosferlerde
gerçekleşebilir. Bu tasarıma imkân sağlamaktadır. Hazırlık
sürecinde oyuncu düşünce ve beden keşif anlarına daha çok
odaklanır. Bu nedenle gerek ilginç hikâyelere gerek çok başarılı
performanslara besleyici ve destekleyici bir atmosfer yaratılır.
Yeni sezonda Boa Sahne’de neler izleyeceğiz?
Netleştiyse önümüzde iki ayın programından da
öne çıkacak etkinlikleri dinleyebilir miyiz?
“Misket” oyunumuz ile bu sezonu açıyoruz. “Mutlu Değilim
ama Kahrımdan da Ölmüyorum” oyunumuz ile devam edecek.
Kadıköy Boa Sahne’nin ilk prodüksiyonu olan “Turşu”,
yeni sezonda da devam edecek. “Istırap Korosu”, “Tırnak
İçinde Hizmetçiler”, “Eylül”, “Ne Olacak Bu Yusuf Umut’un
Hâli”, “Onu Bir Su Birikintisine Atsan İki Günde Parmaklarının
Arası Yüzgeç Gibi Deri Bağlar” gibi sezonda beğeni toplayan
oyunlarımız, düzenli olarak seyirci ile buluşmaya devam
edecek. Bu oyunlarımızın dışında düzenli olarak oynayacak
ve prömiyer yapacak oyunların yanı sıra yeni sezon için provada
olan oyunumuzla keyifli bir sezona merhaba diyeceğiz.
Son olarak belirtmek isterim ki, kültür sanat alanında yapmak
istediklerimize daha motive bir şekilde devam edeceğiz.
Genç enerjimizle üretmeye, gelişmeye ve bunu yaparken keyif
almaya, tüm karmaşalara rağmen devam edeceğiz.
Yazar
Cenay Toprakkaya
Sinema
endüstrisinin
Amerika’da atan
kalbi
59
SİNEMA
San Diego’da oyunculuk eğitimini tamamlayan
Enes Karabıyık, senaristliğini Alan Wenkus’un
üstlendiği Amerikan yapımı “Codename: Johnny
Walker” sinema filmindeki oyunculuk kariyeri ile
göz dolduracak.
Ülkemizi gururla temsil ediyor
Amerikan film endüstrisine hızlı giriş yapan Enes Karabıyık,
dünyanın en prestijli prodüksiyon şirketleri arasında
yer alan Wallner Media Group ile de bir araya geldi. Wallner
Media CEO’su Jeff Wallner ile yeni projeler üzerinde görüşmelerini
sürdüren Karabıyık, modellik ve oyunculuk kariyerinde
Amerika’da başarılarının her geçen gün daha da üst
seviyelere çıktığını, bir Türk genci olarak ülkemizi gururla
temsil ettiğini belirtti.
Bir Türk genci olarak adını
dünyaya duyuracak
Enes Karabıyık, 9-15 Şubat 2023 tarihleri arasında gerçekleşecek
olan New York Fashion Week maratonu için podyum
ve adım tasarımcılığı alanında kendini geliştirdiğini,
Türkiye’nin kültürel ve geleneksel esintilerden ilham alarak,
adını dünya podyumlarında ve Amerika sinema endüstrisinde
duyuracağını sözlerine ekledi.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
60
FOTOĞRAF
New Wave
Yazar
Pınar Korkut
Can Sarıçoban:
Her yeni sergimde
yeni bir teknik deniyorum
Kimya eğitiminin ardından Fransa’nın başkenti
Paris’teki Conservatoire Libre du Cinéma Français’te
sinema eğitimi alan yetenekli fotoğrafçı
Can Sarıçoban, İstanbul Sanat Dergisi okuyucuları
için hem fotoğraflarının dünyasını hem de romanlarını
anlattı. Keyifli okumalar...
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Le peysage de la solitude
İlk kişisel serginiz “Le paysage de la solitude’’,
Paris’te gerçekleşti. Bunun ardından süreç nasıl ilerledi?
Yaptığınız çalışmaları genel hatlarıyla anlatır mısınız?
Paris’te eğitimlerimi bitirdikten sonra önümde iki seçenek
vardı; ya orada devam edecektim ya da İstanbul’a dönecektim.
Paris’te yaklaşık beş sene geçmişti. Hep şikâyet ettiğim
yalnızlık hissinden orada ya da herhangi bir yabancı ülkede
kurtulamayacağını anlamıştım. İstanbul sevgim ağır bastı
ve dönmeye karar verdim. Dönmeden önce Paris’te muhakkak
bir solo sergi yapmam gerekiyordu, eğitimin yanında
bunun da bana yararı dokunabilirdi. Oradaki fotoğraf okulundan
bir hocamın teklifiyle, onun galerisinde ilk sergimi
gerçekleştirdim. Almanya’da ve Fransa’da yaşarken çektiğim
peyzaj fotoğraflarından oluşturduğum seçkiyi içeren ilk sergim
böylelikle hayata geçmiş oldu.
Nü fotoğraf alanına yöneliminiz nasıl oldu?
Bu seçiminizdeki etkenler nelerdir?
İlk sergimden, geçen sene gerçekleşen sekizinci solo sergi
projeme dek her yeni fikir için kendimi tekrar etmeden ve geliştirerek
devam etmek istiyordum. Hem devam eden eğitim
sürecim hem tecrübelerim hem de değişen zaman ve dolayısıyla
değişen kendim, yeni projenin nasıl ilerleyeceğini büyük
ölçüde belirledi. İlk zamanlar peyzajlar üzerine çalışmaları
yaparken, sonraları Paris Moda Haftası’nda çalışmaya başla-
dığım için portreler üzerine de epey tecrübe edindim. Paris
Moda Haftası seçkilerini sergiledikten sonra “Bardaki Yabancı”
serim ile bunu pekiştirdim. Ancak bir süre sonra modern
fotoğraf çalışmaları olarak adlandırabileceğim bu işlerimi
biraz daha aşmak ve yapıbozumuna uğramış, post-modern
öğeler barındıran, bilinçaltına da göndermeler yapan çalışmalar
ile ilerlemeye karar verdim. Açıkçası nü fotoğraf diye ayrı
bir alandan ilerlediğimi düşünmüyorum. Fotoğraftaki öğelerin
bir işlevi olmasından yanayım. Yani kadrajdaki bir moda
fotoğrafıysa ayrı, doğa ile insan ilişkisini anlatan bir projeye
ait bir işse ayrı değerlendirerek ilerlemek gerekiyor. Dolayısıyla
bir projeyi hazırlarken modelin giyinik olmasının bir işlevi
olmak durumunda, nü olmasının değil diye düşünüyorum.
Fotoğrafın yanı sıra film ve video çalışmalarınızın da
olduğunu görüyoruz. Üzerinde çalıştığınız güncel
bir projeniz var mı?
Sinema eğitimi aldığımdan dolayı videoya da hâkimim.
Çeşitli kısa metraj filmlerim ve videart çalışmalarım oldu.
Henüz üzerinde çalıştığım bir proje olmasa bile bir gün
mutlaka bu alanlara da yeniden yöneleceğimi hissediyorum.
Geçmişten günümüze size ilham olmuş isimler var mı?
Birçok önemli ismin eserlerini incelemenin göz eğitimi için
çok önemli olduğunu düşünüyorum. Paris’te yaşadığım yıllar
boyunca gezdiğim müze ve galerilerdeki resim ve fotoğrafların,
kitapçılarda incelediğim fotoğraf kitaplarının bana
büyük artısı olduğunu düşünüyorum. Birçok isim olmakla
birlikte ilk olarak aklıma gelen fotoğrafçılar Irving Penn,
Andre Kertesz, Helmut Newton, Marc Riboud, Helmot
Newton ve Paolo Roversi. Sinema alanında ise Tarkovski,
Angelopulos ve Nuri Bilge Ceylan, ilk yıllarından beri beni
en çok etkileyen yönetmenler olmuştur.
61
FOTOĞRAF
Biraz da tekniğinizden bahsetmenizi istesek?
İlk dönemlerimde çektiğim siyah-beyaz ya da desatüre çektiğim
modern fotoğraflardan bu yana yapıbozumuna ilk geçiş
yapmaya başladığım “Deranged” sergimden itibaren birçok
farklı teknik kullandım. Örneğin, Deranged’de uzun pozlama,
renkli filtreler kullanarak ışıkla boyama; Let’s Dance serimde
dijital ve 35 mm analog kullanarak kolaj yapma; New
Wave’de dijital ortamda fotoğrafı ayna görüntüsü ile iç içe
geçirme; Black Star’da üç ana renk filtre ile çektiğim fotoğrafı
üst üste üste bindirerek, bozulmaya uğramış fotoğrafı
elde etme... Her yeni sergimde yeni bir teknik denemenin
bana yeni kapılar açtığını ve tecrübemi arttırdığını düşünüyorum.
Her yeni serimde bu işleri destekleyecek ya da ona
gönderme yapacak bir metin yazmayı da ihmal etmiyorum.
Deranged
Çalışmalarınıza isim verirken ve metinleri yazarken
nasıl bir yol izliyorsunuz?
Ne tür bir şey yapabileceğimi düşünmeye başladığımda,
aklıma gelen fikirleri not alarak işe başlıyorum. Tabi bu fikirler
bir anda gelmiyor. Karar verip de beyninize tohumu
attığınız andan itibaren haftalar içinde yeşermeye başlıyor.
Bu fikirler arasındaki en uygun olan üzerinden ilerlemeye
karar verdiğim andan itibaren ise projenin olgunlaşması
ve son hâlini alması, çekimlerin başlamasına yakın oluyor
diyebilirim. Çekim süreci sürerken ve bitmesine yakın ise
proje hem şekil hem de fikir olarak en sonra hâlini alıyor.
Bu süreç yavaş ve adım adım ilerliyor. Arka planda zihnin
bu konu üzerine düşünmesi için ona zaman tanıyorum. İşte
metinler ve eserlerin isimleri de tam olarak bu sürecin bir
parçası olarak ilerliyor. Yani başlangıcından son aşamasına
dek olgunlaşıp, son hâlini buluyor. Genel olarak kendi kendine
ilerleyen bir süreç olduğunu söyleyebilirim.
Aynı zamanda yazar kimliğinizin olduğunu da görüyoruz.
2020’de ilk romanınız “Düşler ve Hiçlik”, 2022’de ise
“Diyalektik Rüyalar” adlı ikinci romanınız yayımlandı.
Romanlarınızın çıkış öyküsü nasıl oldu?
En başta bahsettiğim gibi 17 yaşında yalnız yaşamaya başladığım
ve Çukurova’ya gittiğim serüvenden Almanya’ya,
ardından Fransa’ya taşındığım her anıma kadar yazmak
benim için bir terapi aracı oldu. Hem kendimi tanımak
hem geleceğimi planlamak hem de iç sıkıntımı hafifletmek
adına bazen her gün saatlerimi yazmaya ayırdım.
İlerleyen dönemde bunun işime bu kadar yarayacağını
tahmin etmezdim. Açıkçası, zaten senaryolarını yazdığım
kısa filmlerimden dolayı hikâye yazma konusunda deneyimler
edinmiştim. Ancak baştan sona bir kitap yazma
deneyimine henüz yeni ulaşabildim. Pandemi kapanması
buna vesile oldu diyebilirim. Yazmaktan başka üretim babında
yapabileceğim başka bir seçeneğim yoktu. Dolayısıyla,
içimdeki sıkışmışlık duygusunda sıyrılabilmek adına
kendimi buna zorladım. Hem önceki yazdıklarımdan yola
çıkarak hem yaşadıklarımdan yararlanarak hem de hayal
gücümü zorlayarak bir şeyler çıkarmaya çalıştım. Yazmak
zor olmadı, ancak bu konuda yeni olduğum için editleme
süreci beni zorladı. İkinci kitabımda ise bu süreç biraz
daha kolay oldu diyebilirim.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
62
MÜZİK
Yazar
Pınar Baltacı
Piyanist Dengin Ceyhan:
İstanbul dünyaya açılan
bir kapı
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Dengin Ceyhan: “Her şeye rağmen güzel sanatlara ilgi gösteren, takip eden,
değer veren bir kitle mevcut. Bu sayının daha da çoğalması, kültür politikalarının
değişmesinden geçiyor.”
Türkiye’nin en başarılı piyanistlerinden Dengin
Ceyhan’ın müzik yolculuğu, çocukluk yıllarında
başlamış. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet
Konservatuvarı’ndan mezun olduktan sonra
uzun yıllar Ankara’da yaşayan Dengin Ceyhan, tam iki yıldır
İstanbullu. Buradaki yeni hayatında tamamıyla konser ve kayıtlarına
odaklı bir hayat yaşadığını ifade eden müzisyen ile
hem müzik kariyerini hem de İstanbul’u ve müziği konuştuk.
Öncelikle kariyerinizi dinleyebilir miyiz?
Müzik ne zamandan bu yana hayatınızda?
Bebekliğimden itibaren müzik dinlemeyi çok severdim.
8 yaşımda kursa giderek başladığım piyano hayatına, 11
yaşımda Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nı
kazanarak devam ettim. Ortaokul, lise, üniversite,
yüksek lisans ve yaklaşık 7 sene öğretim üyesi olarak
çalıştım aynı kurumda. Pandemi sürecinden itibaren de
mesleki yaşantımı gözeterek Ankara’dan ayrılıp, İstanbul’a
taşındım. Burada ise tamamıyla konserlere ve kayıtlarıma
odaklı bir hayat yaşıyorum.
Bu zamana kadar iki albüme imza attınız. Bu iki albümü
ayrı ayrı anlatır mısınız? Yakın zamanda yeni bir albüm
çalışması olacak mı?
Yayınlamış olduğum ilk albüm, Pentagram grubunun enstrümantal
parçalarının piyano düzenlemelerini yapıp, icra
ettiğim bir çalışmaydı. Ardından ise Chopin’in Nocturne’lerinden
örnekler yayınladım. Daha sonra, Rodrigo’nun
“Concierto di Aranjuez” ve Rammstein’ın “Mein Herz Brennt”
adlı şarkısını piyanoya düzenledim. En son da Chopin’in
Ballade’larını icra edip yayınladım. Bu çalışmaların hepsi üç
sene içinde gerçekleşti. Klasik müziğin yanında rock müziğin
de bendeki yeri farklıdır. Bunu kayıtlarımda ve konserlerimde
de belli ediyorum. Sevdiğim, bana yakın olan tüm
müzikleri elimden geldiğince dinleyicilerin beğenisine sunmaya
çalışıyorum.
Bu yüzden hiç azımsanmayacak bir tarih bilgisine sahip
olabiliyor sanatçılar. Geçmişte yaşanılanları iyi okuyup,
ona göre günümüzün problemlerini tahlil etmek çok zor
olmuyor. Bu yüzden gerçek sanatçılar aydındırlar. Bunu da
halka en açık şekilde anlatmak, yaptığımız işe duyduğumuz
inançtan ve saygıdan kaynaklı.
Son olarak, bir süredir yaşadığınız İstanbul’u sizin
sözcüklerinizle dinleyebilir miyiz? Şehirdeki sanatsal
faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki seneyi doldurdum İstanbul’a geleli. Her yönüyle
bambaşka bir şehir... İşin doğrusunu söylemek gerekirse
henüz hakkını verip, gezme vaktim çok olmadı. Görmem
gereken çok yer var. İmkân oldukça zaman ayırmaya
çalışıyorum keşfetmek için. Sanatsal faaliyetler açısından
çok değerli bir yer İstanbul. Dünyaya açılan bir kapı
burası. İmkân oldukça en iyi şekilde yaşanması gereken
bir şehir...
63
MÜZİK
Sanat dünyasının önemli isimleriyle çalışma olanağı
bulmuş biri olarak, bu deneyimlerinizi
nasıl anlatırsınız?
Hem klasik müzik camiası hem de rock müzik camiasından
değerli isimlerle tanışma ve çalışma fırsatı buldum. Genel
olarak bir şey söylemek gerekirse, her insanın birbirinden
farklı olduğu gibi herkesin müziğe bakış açışı da çok başka.
Bu sebeple farklı müzisyenlerden öğrendiğim, beslendiğim
konular oldu. Yaşadığımız her şeyden bir tecrübe edindiğimiz
gibi öğrencilik zamanlarımda aldığım eğitimin yanı sıra
gitmiş olduğum masterclasslar, şimdi de profesyonel hayatımda
çalıştığım müzisyenler illa ki bir iz bırakıyor. Yaşadığımız
sürece de bu devam edecektir.
Klasik müziğin Türkiye’de yeteri kadar ilgi görmediğini
düşünüyor musunuz? Dinleyicilerden ne gibi tepkiler
alıyorsunuz?
Klasik müziğin ülkemizde çok popüler olmadığı bir gerçek...
Cumhuriyet’in kurulması sonrasında güzel sanatlara daha
çok ağırlık verildi ama hiçbir zaman yeterli olmadı. Büyük
bir gelişme kaydedilemedi, çünkü bu bir kültür politikası.
Her şeye rağmen güzel sanatlara ilgi gösteren, takip eden,
değer veren bir kitle mevcut. Bu sayının daha da çoğalması,
kültür politikalarının değişmesinden geçiyor.
Sizi toplumsal sorunlara duyarlı bir sanatçı olarak
tanıyoruz. Bir sanatçının çevresinde, ülkesinde var olan
sorunlara ses çıkarabilmesi neden önemli?
Aslında ‘duyarlı sanatçı’ diye bir kavram yok, sadece ‘sanatçı’
var. Sanat, tarih boyunca olan tüm yaşanmışlıkların
yansıması... Acısıyla, hüznüyle, sevinciyle, umuduyla...
Bunu hakkını vererek icra eden kişiye ‘sanatçı’ diyebiliriz.
Geriye kalan şey de pop kültürünün bir parçası olmak...
Güzel sanatların her alanında bulunan eserlerin çok eski
tarihlerden günümüze ulaşması sebebiyle bu eserleri icra
edenler, o eserleri öğrenmek için sadece notayı değil; bestecinin
hayatını, o dönemleri, ülkelerinin durumlarını,
politik konumlarını ve birçok bilgiyi araştırarak öğrenir.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
64
Cemal Reşit Rey’de
“Beş Çayı Konserleri”
ETKINLIK
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Cemal Reşit Rey Konser Salonu (CRR), yeni sezon
repertuvarını açıkladı. İBB Kültür Dairesi Başkanlığı
Koordinatörü Figen Ayhan Karakelle ve
CRR Genel Sanat Yönetmeni Murat Cem Orhan,
yeni sezonla ilgili bilgileri basınla paylaştı. CRR, ücretsiz
olarak gerçekleşecek “Beş Çayı Konserleri” ile her çarşamba
müzikseverleri bir araya getirecek. Yeni oluşturulan “Felsefe
Sohbetleri” ile ise müziğin derinliklerine inilecek. Bu yıl 65
konser ve her biri Grammy ödüllü birbirinden değerli sanatçılar,
sahnede yer alacak.
Basın toplantısında konuşan Figen Ayhan Karakelle; “İstanbul
Büyükşehir Belediyesi olarak odak noktamız, kültür sanat
kavramlarının hak temelli olması ve ulaşılabilir olması”
derken, Murat Cem Orhan ise şunları ifade etti: “CRR artık
sadece konser yapan bir yer değil, düşünen ve yaşayan bir
yer. Yeni besteciler yetiştirmeyi amaçlayan CRR Akademi,
26 kişiye eğitim veriyor. Ustalık sınıfı mezunlarından bir
öğrenci, La Scala sınıfı seçmelerine davet aldı.
Figen Ayhan Karakelle
Murat Cem Orhan
Bu yıl, yeni proje CRR Bestecilik Akademisi yeni müzisyenler
yetiştiriyor. Akademi, Armağan Durdağ tarafından yürütülen
Çok Sesli Batı Müziği Atölyesi ve Güç Başar Gülle
tarafından yürütülen Caz Müziği Atölyesi olarak iki başlıktan
oluşuyor. Eğitimin ardından CRR Bestecilik Akademisi
Konseri düzenlenecek. Bu konserde öğrencilerin eserleri,
profesyonel müzisyenler tarafından seslendirilecek. Akademiyi
başarıyla tamamlayan öğrencilere CRR Bestecilik Akademisi
Sertifikası verilecek. Bu yıl yeni bir çalışma yöntemi
izlenerek, Genç Oda Orkestrası’na başvurular gerçekleşti.
Üç farklı ülkeden, 12 şehirden 174 kişi başvuru yaptı ve 8
solist seçildi. 8 isim ayrı ayrı konser verecek.”
“Beş Çayı Konserleri” ve “Felsefe Sohbetleri”
Ücretsiz olarak düzenlenen konserler, her çarşamba saat
17.00’de gerçekleşecek. Farklı nedenlerle akşam konserlerine
katılamayanlar için “Beş Çayı Konserleri” alternatif
oluşturacak. Her hafta farklı bir müzik dalının konseri
müzikseverlerle buluşacak. Prof. Dr. Mehmet Yusuf Örnek
öncülüğünde felsefe ve müziği bir araya getiren dinletili sunum
yapılacak. Wagner ve Nietzsche, Hiedegger ve Mozart
gibi isimler üzerine çalışmalar yer alacak.
“Yeditepe İstanbul”
Öte yandan CRR Fuaye, ünlü ressam ve akademisyen Refik
Aziz’in “Yeditepe İstanbul” adlı sergisine ev sahipliği yapıyor.
Azerbaycan resim ekolünden gelen ve İstanbul’a olan hayranlığından
dolayı 1992’de kente yerleşen ressam Aziz’in
müzeleri zenginleştiren 150’yi aşkın tablosu, şimdi de CRR
Fuaye’de 10 Kasım tarihine kadar ziyarete açık olacak.
65
ETKINLIK
Dededen babaya, babadan oğula
üç kuşaklık fotoğrafçılık yolculuğu...
Mehmet Turgut ile
zamansız portreler
Bige Kotil,
Gamze Cizreli,
Mehmet Turgut
ve Banu Taşkın...
Fotoğrafçılığa babası Ahmet Turgut’un 1971’de Ankara’da
kurduğu Stüdyo Büyük’te adım atan ve üç
kuşaktır devam eden aile mesleğinde 25 yılı geride bırakan
ödüllü fotoğrafçı Mehmet Turgut’un çektiği zamansız
portreler, “Ustalar” sergisinde bir araya geldi. “Ustalar”
sergisi, benliklerini tecrübe ile doldurmuş, sabırla yoğrulmuş,
yürüdükleri yola sadakatle bağlanmış, yaşamda (ve yaşamlarda)
iz bırakmış ustaların portrelerine ev sahipliği yapıyor.
“Ustalar” sergisi, fotoğrafların edisyon baskılarının satışlarından
elde edilecek gelirle ve Türk Eğitim Vakfı bünyesinde
açılan “Yarının Ustaları” başlıklı burs fonuna yapılacak
bağışlarla, güzel sanatlar ve gastronomiyle ilgili bölümlerde
okuyan gençlerin eğitimlerine destek sağlayacak.
“Nesilden nesile aktarımın büyüsü”
BigChefs Kurucu Ortağı Gamze Cizreli, serginin parçası
olmakla ilgili duygularını “Kadim ustalık geleneğinin elden
ele, gönülden gönüle akıp devam etmesi için hepimizin
elimizi taşın altına koymamız gerektiğini düşünüyorum.
‘Ustalar’ sergisinde BigChefs olarak büyük bir gururla yer
almamızın en büyük sebebi de bu nesilden nesile aktarımın
büyüsü” sözleriyle anlattı.
“İz bırakan simalara
zamansız bir saygı duruşu”
“Emaar Square Mall olarak ev sahipliği yapmış olduğumuz
‘Ustalar’ sergisi ve desteklemekten onur duyduğumuz ‘Yarının
Ustaları’ sosyal sorumluluk projesinin coşkusunu yaşarken,
geçmişten gelen birikim ve vizyonun geleceğe doğru
yeni kapılar açacak olmasının gururunu taşıyoruz” şeklinde
konuşan Emaar Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Bige Kotil
ise “Bu proje kapsamında Mehmet Turgut’un ölümsüz portreleriyle
hepimizin hayatında iz bırakan isimlerin simalarına
zamansız bir saygı duruşuna geçiyoruz” dedi.
“Bize muhteşem değerleri hatırlatan
büyük ustalar”
Türk Eğitim Vakfı Genel Müdürü Banu Taşkın de görüşlerini
şöyle dile getirdi: “Ustalar Projesi kapsamında hayata
geçirdiğimiz TEV - ‘Yarının Ustaları’ Burs Fonu sayesinde
güzel sanatlar ve gastronomi dallarında eğitimi alan gençlerimizin
‘ustalık’ yolunda ilerlemelerine destek olmayı amaçlıyoruz.
İnce işçiliğin, sabrın, özgünlüğün, farklılıkların,
yeniliğin ve yenilenmenin muhteşem birer değer olduğunu
bize hatırlatan, projede ismi geçen tüm büyük ustaların
önünde saygıyla eğiliyorum.”
BigChefs’in sponsorluğunda, Emaar’ın ev sahipliğinde düzenlenen
“Ustalar” sergisi, 12 Kasım tarihine kadar 10.00-
22.00 saatleri arasında Emaar’da ziyaret edilebilir.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
66
Sanat Günlüğü
YENI ÇIKANLAR
Soğuk hava dalgasının ülkemizi etkisi altına almaya başladığı bugünlerde
sanata kucak açmaya ne dersiniz? İstanbul’un salonları, kitapçıları ve
etkinlikleri sizi bekliyor. Buyurun...
KİTAPLAR
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Sanatçının Kendine Yolculuğu
Nilüfer Erdem Güngörmüş’ün sanat
ve edebiyat üzerine psikanalitik
denemelerini içeren yeni kitabı “Sanatçının
Kendine Yolculuğu”, Metis
Yayınları etiketiyle çıktı. Güngörmüş,
kitabıyla ilgili şunları ifade etti: “Tıpkı
psikanaliz tedavisinde olduğu gibi
sanatsal yaratıcılıkta da esas olan, bireysel
süreçlerin tekilliği ve biricikliğidir.
Farklı tarihlerde kaleme aldığım
ve Hermann Melville’den Henry Bauchau’ya,
Sevim Burak’tan Selma Gürbüz’e,
Alvin Lucier’den Mehmed Siyah
Kalem’e farklı ressam, yönetmen,
besteci ve edebiyatçıların eserlerine
odaklanan bu denemeler, sanatsal
yaratıcılıkla psikanalitik düşüncenin kesiştiği noktalardan
doğan bu tür tekil örnekler getirmeyi amaçlıyor.”
Füsun Onur: Evvel Zaman İçinde
Heykeltıraş ve enstalasyon sanatçısı Füsun Onur’un bu yıl
Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’ndaki sergisine eşlik eden
monografisi “Füsun Onur: Evvel Zaman İçinde”, Yapı Kredi
Yayınları tarafından İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) iş
birliğiyle yayımlandı. Sanatçı hakkında şimdiye kadar hazırlanmış
en kapsamlı yayın niteliği taşıyan kitap, sanatçının
yeni üretimlerinin yanı sıra sanat yaşamına dair kapsamlı
bir perspektif sunuyor.
Ben Adamı Boyarım
Karikatürist Öznur Kalender’in
yeni kitabı “Ben Adamı
Boyarım”, raflarda yerini
aldı. Kitap, Kalender’in geçtiğimiz
yıllarda yayımlanan
“Ben Adamı Çizerim” isimli
kitabının devamı niteliğini
taşıyor. Sosyal ve siyasi hiciv
karikatürleri içeren ve
adeta bir karikatür albümü
olan kitap, 90 karikatürden
ve Türk Siyasi Portreleri,
Türk Siyasi Karikatürü,
Türk Karikatür Sanatçıları
Portreleri, Türk Sinema ve Tiyatro Sanatçıları Portreleri,
Uluslararası Figürler, Nostalji isimleriyle adlandırılan 6 bölümden
oluşuyor. Sınırlı sayıda baskısı yapılan kitap, sanatseverlerin
kaçırmaması gereken özel bir eser.
Sanatın Sonu
Donald Kuspit’in “Sanatın Sonu”
isimli kitabı, yeniden Metis Yayınları
tarafından basıldı. Bu tür eserleri
tanımlamak için Alan Kaprow’un
“postsanat” terimini kullanan ve postmodern
sanatın aslında sanatın sonu
anlamına geldiğini, çünkü estetiğin
itibarını kaybettiğini öne süren Kuspit,
kitapta tinsel değerlere inanan
sanatçı tipinin yerini nasıl pazarın taleplerine
göbekten bağlı postsanatçı
tipinin aldığını anlatıyor. Marcel Duchamp
ve Barnett Newman’ın çalışmalarını
ve kuramsal fikirlerini titizlikle
değerlendirerek, sanattaki bu değer
kaybının modern sanatın entropik
karakterinden ayrılamayacağına dikkat çekiyor, varılan
noktayı estetik karşıtı postmodern sanat olarak nitelendiriyor.
20. yüzyıl boyunca sanatın kat ettiği yol üzerine keskin
gözlemler içeren kitap, görsel sanatların hâlihazırdaki çıkmazlarını
gösterdiği gibi bu sıkışmanın taşıdığı imkânlara
da işaret ediyor.
VİZYONDAKİLER
Bir kadın ve bir kedi hikâyesi:
“Zuhal”
Yönetmenlik koltuğunda
Nazlı Elif Durlu’nun oturduğu,
Nihal Yalçın’ın ise
başrolünde yer aldığı “Zuhal”
vizyona girdi. Filmin
konusu şöyle: “İstanbul’un
merkezinde yalnız yaşayan
ve başarılı bir avukat olan
Zuhal, bir gün evinde bir
kedi sesi duymaya başlar.
Gecelerce onu uyutmayan
bu sesin kaynağını bulmak
için apartmanda çaresiz bir
arayışa çıkan Zuhal, o güne
dek hiç iletişim kurmadığı
komşularının tek tek kapılarını
çalar. Kediyi bulamadıkça
daha da absürtleşen
bu arayış, bildiği doğruların
peşinden giden Zuhal için
yeni bir uyanışın da başlangıcı
olacaktır.”
ALBÜMLER
Portico Quartet’ten 2022
yılı albümü: “Next Stop”
2005’te Londra’da aynı okulda müzik eğitimi alan
dört arkadaş tarafından kurulan Portico Quartet,
janr tanımlarından soyutlanmış müzikal arayışların
izini sürüyor. İngiliz grup, kariyerinin belki de
en üretken döneminde. 2021’e birbirinden farklı
müzikal estetiklerin ürünü olan iki albüm birden
sığdıran dörtlü, dört şarkılık “Next Stop” kısaçalarını
yayınladı.
67
YENI ÇIKANLAR
“Bebek Servisi” çok yakında
sinemalarda
Kore filmi “Bebek Servisi”, çok yakında ülkemiz sinemalarında
vizyona girmeye hazırlanıyor. Sanghyeon isimli bir
adam borçlarla boğuşurken, insanların anonim bir şekilde
çocuklarını terk ettikleri bir tesiste çalışmaktadır. Yağmurlu
bir günde terk edilen Woosung adında bir bebeği iyi bir
fiyata satmak için çalarlar. Tüm bunlar olurken, dedektifler
onları iş üstünde yakalamak için izlemektedir.
HÜM’den ilk albüm:
“Don’t Take It So
Personally”
Oslo caz sahnesinde uzun yıllardır çeşitli orkestralarla
üretimini sürdüren üç müzisyenin ortaklığıyla
hayat bulan yeni bir trio HÜM. Doğaçlamaya geniş
alanlar bırakan HÜM, enstrümanların birbirini gölgelemediği
bir üretim metoduna sahip. Grubun ilk
albümleri “Don’t Take It So Personally”, müzikseverler
ile buluştu.
İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09
Da Vinci Robotik Cerrahi
Medicana Ataşehir
Hastanemizde!
Robotik Cerrahi, ameliyathanede hastanın yanında bulunan cerrah konsolundan,
cerrahın hasta üzerinde 3 boyutlu kamera ve robotik el aletleri yardımıyla
ameliyatı gerçekleştirmesidir.
Robotik Cerrahinin Kullanıldığı 7 Farklı Branş
1
2
3
4
Üroloji
5
Çocuk
Cerrahisi
6
Genel
Cerrahi
7
Kalp ve
Damar
Cerrahisi
KBB ve
Baş-Boyun
Cerrahisi
Kadın
Hastalıkları
ve Doğum
Göğüs
Cerrahisi
0850 460 63 34
www.medicana.com.tr
ÖZEL MEDICANA
ATAŞEHİR HASTANESİ
0216 970 34 34
İş Dünyasının Hayata Yansıması
En yüksek beklentilerinizi karşılama sanatı
Görülmeye değer nefes kesici Adalar ve deniz manzarası ile sahil ve Bağdat Caddesi’nin kesiştiği bir lokasyonda yer alan
Hotel Suadiye, Anadolu Yakası’nın merkezinde olmanın avantajlarını huzurlu bir ortamla buluşturarak konuklarına sunuyor
olmanın ayrıcalığını yaşatıyor.
İstanbul Hotel Suadiye’nin konukları, iş veya tatil amacıyla konakladıkları otelimizde gitmek istedikleri birçok noktaya uzun
mesafeler kat etmeden ulaşabiliyor. Otele girdikleri anda ise her şeyin arkalarında kaldığı bir dünyaya adım atıyorlar. Aynı
anda hem uzaklaşmanın hem de evdeki kadar rahat olmanın keyfini yaşayan konuklar, çoğu kez yaptıkları yorumlarda
beklentilerinin fazlasıyla karşılandığını dile getiriyor.
Hotel Suadiye’nin bir başka özelliği ise İstanbul’un, Anadolu Yakası’nın ve Bağdat Caddesi’nin gözde restaurant, kulüp
ve mağazalarıyla iç içe olması. Otelden tren, deniz otobüsleri, dolmuş, alışveriş merkezleri, sinemalar, seyahat acenteleri
sadece yürüme mesafesinde bulunuyor. Sizleri yeni bir dünya keşfetmeye ve unutulmaz izlenimlere davet ediyoruz.
Bağdat Caddesi Plaj Yolu Sokak No:25 Suadiye - Kadıköy
Tel: +90 216 445 84 24 Web: www.hotelsuadiye.com E-mail: info@hotelsuadiye.com fSuadiyeHotel ihotelsuadiye