15.10.2022 Views

İstanbul Sanat Dergisi / Sayı 9

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Yıl: 3 | Sayı: 9 | Ekim-Kasım-Aralık 2022 | Fiyatı: 35 TL

KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ

YAPAY ZEKA

SANAT ÜRETEBİLİR Mİ?



DİDO

*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu

2 Kasım 20.00

TOYO

*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu

5 Kasım 13.00/14.00/17.00

ALAN KADIKÖY

KASIM PROGRAMI

NORA 2

SIFIR TELAŞ

7 Kasım 20.30 8 Kasım 20.30

HARİKA ŞEYLER

LİSTESİ

9 Kasım 20.30

30 Kasım 20.30

GABRIL'İN

DÜŞÜ

13 Kasım 20.30

HAKİKAT, ELBET

BİR GÜN

EYLÜL

TOZ

10 Kasım 20.30

11 Kasım 20.30

15 Kasım 19.00/21.00

16 Kasım 19.00/21.00

YAŞAM

*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu

3.RICHARD: NİÇİN

YAPTIM

*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu

19 Mayıs 15.00/20.00

24 Kasım 20.00

25 Kasım 20.00

DOĞAL AFET

18 Kasım 20.30

29 Kasım 20.30

BİR TATLI KAŞIĞI

ÇAMUR

*26.İKSV Tiyatro Festivali Oyunu

22 Kasım 20.00

ANNE

28 Kasım 20.30

www.alankadikoy.com


4

7 26

38

42

İÇİNDEKİLER

27 39

45

13

28

40

46

İçindekiler

30

6

7-12

Künye

Aktüel haberler

13-25

Sergiler

26

Spring has come to the 39 Kalamış

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

27

28-29

30-37

38

39

Münteha Adalı:

Every part of the hotel is like Alice in

Wonderland waiting to be discovered

İBB ile sanat artık

herkes için erişilebilir

Heyecan verici, kafa karıştırıcı,

ufuk açıcı bir yolculuk:

Yapay Zeka ve Sanat

Masterpieces with unique symbols:

Tradition of carpet weaving

A visual artist from a little village;

SARA GSILVA


54

59 64

5

48

56

65

İÇİNDEKİLER

50

60

53

58

62

66

40-41

Devrim Erbil Müzesi,

başarılı mimar Alper Aytaç’a emanet

54-55

Gülseren Südor

Öncü Türk kadın ressamlar

42-43

45

46-47

48-49

50-51

53

Atık malzemeleri dönüştüren sanatçı Deniz Sağdıç:

Gelecek nesiller ve gezegenimiz için

önemli

Heykeltıraş Burak Çizer:

İstanbul’un kalan kırıntılarına

odaklanmak bana ilham oluyor

Ender Güzey:

Eserlerimle bütünsel sanat temsilcisi

olarak anılıyorum

Gülsen Sevinç Kaya

Ünlü Fransız ressam Jean-

Léon Gérôme ve sarayın tablo

koleksiyonunun oluşumuna katkısı

Elif Erdoğan ile aile arşivleri ve kişisel

sergiler üzerine…

Nakışı çağdaş sanata kazandıran sanatçı;

PELDA AYTAŞ

56-57

58

59

60-61

62-53

64

65

66-67

The art spirit:

Shahi Dayekh

Tiyatroya yeni bir soluk kazandıran sahne:

Boa Sahne

Sinema endüstrisinin

Amerika’da atan kalbi

Can Sarıçoban:

Her yeni sergimde yeni bir teknik

deniyorum

Piyanist Dengin Ceyhan:

İstanbul dünyaya açılan bir kapı

Cemal Reşit Rey’de

“Beş Çayı Konserleri”

Mehmet Turgut ile zamansız portreler

Sanat Günlüğü

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


6

EDİTÖR

Yapay zeka sanat üretebilir mi?

Bilmiyoruz ama yapay zekanın sanat dünyasında bir araç mı yoksa sanatçının

koltuğunda bir aktör olarak mı yer alacağı tartışılmaya başlandı

bile... Bu kafa karıştırırken, aynı zamanda heyecanlı bir dünyanın da

kapılarını açan yolculukta, dergimiz ufuk açıcı bir pencere açıyor ve “Sanat

nedir? Sanatçı kimdir?” sorularına cevaplarla birlikte yapay zekanın sanatın

neresinde olabildiğinin/olabileceğinin ayırdına hep birlikte varmak

istiyoruz.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

İstanbul Topkapı Üniversitesi, bir ilke imza atarak derslerine “Yapay Zeka ile

Sanat ve Tasarım” dersini ekledi şimdiden. Dersten sorumlu akademisyen

Burak Dervişoğlu, aynı zamanda dijital sanatçı... Dervişoğlu, “Dall-E 2”

ve “Midjourney” gibi yapay zeka uygulamalarının sunduğu imkânlarla

öğrencilerinin hayallerini görselleştirmelerine yardımcı olacağını umduğunu söylüyor.

Peki, hukuk dünyası yapay zeka ve sanat ilişkisinden doğabilecek davalara ne kadar

hazır? Bu türden davalara yasal düzenlemeler bakımından hazır olmadığımızın altını

çiziyor yetkililer. Çünkü henüz tartışmalı hususları aydınlatmaya yetecek nitelikte emsal

kararlar oluşturulmuş değil.

Hadi gelin, birlikte beynimizin sınırlarını zorlayalım ve soralım: “Yapay zeka, her türlü

maddi gereksinimin sanat üretimi üzerindeki otoritesini kaldırma yönünde atılan

özgürleştirici adımlardan biri mi?” Yoksa?..

***

Sanat, yükselen bir değer olarak altın dönemini yaşıyor. Birbiri ardına açılan fuarlara

katılımın yüksekliği düşünüldüğünde, bu tespitimiz kuvvet kazanmakta. Kasım ayının

17’sinde açılacak İstanbul Sanat ve Antika Fuarı’na özellikle yabancı sanatçıların yoğun

ilgi göstermesi, bizleri mutlu etmekte. Dört gün sürecek fuarda, İstanbul Sanat Dergisi

de medya sponsoru olarak yer almakta.

İşte, size iki dünya sanatçısından İstanbul üzerine sanat yorumları...

Portekizli sanatçı David Arranhado: İstanbul her zaman bir ilham kaynağıdır. Bu şehirde

çok farklı tarihler ve arka planlar var. Özellikle Kadıköy adeta eviniz gibi... Yürüyüşe

çıkmayı ve bölgenin hareketini düşünerek bir yerde oturmayı seviyorum. Sanat

malzemeleri de bol ve bu her zaman her sanatçıyı mutlu eden bir şey... İstanbul’daki

sanat ortamı da çok dinamik ve Brezilya’da erişemeyeceğim yeni pazarları keşfetmek için

harika bir yer.

Lübnan asıllı ressam Shahi Dayekh: Dubai bana sevgi, hayat, umut vermiş olsa ve

güzelliğine her gün hayran kalsam da İstanbul benim ikinci evim. Tarihi mekânlardan

gece ışıklarına kadar İstanbul’un enerjisinden ilham alıyorum. İstanbul, başka hiçbir

yerde bulamayacağınız sonsuz zenginlik, güzellik ve kültüre sahip.

***

Ender Güzey, Deniz Sağdıç, Burak Çizer, Pelda Aytaş, Can Sarıçoban ve Dengin Ceyhan,

söyleşileriyle dergimize renk katan, ufuk açan değerli sanatçılarımız. Ayrıca aktüel

konularımız ve köşe yazılarımız ile bizimle olmanın keyfine varın, tadını çıkarın...

Kadir Toprakkaya

YAYINCI

K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri

İMTİYAZ SAHİBİ

Fatma Canan Toprakkaya

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

Kadir Toprakkaya

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Av. İrem Toprakkaya

YAYIN KOORDİNATÖRÜ

Pınar Baltacı

HABER MÜDÜRÜ

Cenay Toprakkaya

EDİTÖRLER

Sedef Turan, Ayça Kerimoğlu, Emel Altay,

Ahmet Ayvalıoğlu, Pınar Korkut

ÖZEL HABERLER EDİTÖRÜ

Arzu Yavuz

FOTOĞRAF EDİTÖRÜ

Batuhan Karaman

GÖRSEL YÖNETMEN

Kubilay Şenyiğit

DANIŞMA KURULU

Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Marcus Graf, Işıl Savaşer,

Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Mine Gülener,

Ebru Özgüz Çelik, Yusuf Taktak, Emir Yargıcı

REKLAM YÖNETMENİ

Tulu Evrensel

RENK AYRIMI / BASKI

Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.

Sertifika No: 45604

Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4/1 Ataşehir - İstanbul

Tel: (0216) 470 44 70

www.egebasim.com.tr

YAYIN TÜRÜ

Ulusal Süreli Yayın

DAĞITIM

Arıksoy Basın Yayın Dağıtım

İSTANBUL SANAT DERGİSİ

Kültürel ve sanatsal faaliyetlerin duyurulmasına yönelik

olarak her üç ayda bir olmak üzere yayımlanmaktadır.

Dergide yayımlanan tüm yazıların sorumluğu yazarına

aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez. İstanbul Sanat

Dergisi’nde yayımlanan yazı ve görsellerden alıntı yapmak,

paylaşmak ancak kaynak gösterilmek kaydıyla mümkündür.

ABONELİK

İstanbul Sanat Dergisi’ne abone olmak için

0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.

İLETİŞİM

Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6

Kadıköy - İstanbul

Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05

info@istanbulsanatdergisi.com

www.istanbulsanatdergisi.com

ISSN: 2718-0476

Ekim - Kasım - Aralık 2022

Yıl: 3 Sayı: 9 Fiyat: 35 TL

Basım Tarihi: 13 Ekim 2022


7

AKTÜEL

Çağdaş sanatın adresi

Tersane İstanbul

Contemporary Istanbul’un Akbank ana partnerliğinde

gerçekleştirdiği 17. edisyonu, yüksek ziyaretçi

ve koleksiyoner ilgisiyle sona erdi. Tersane

İstanbul ortak partnerliğinde 22 ülkeden 65 çağdaş

sanat galerisi ile sanat inisiyatifinin katıldığı fuar, bu yıl

48 bin 700 ziyaretçiyi ağırladı.

Bu yıl Contemporary Istanbul ve Tersane İstanbul ortak

çalışmasıyla 17-22 Eylül tarihlerinde, günün çeşitli saatlerinde

hareket eden deniz yolu ulaşım planlaması yapıldı.

Kadıköy-Tersane İstanbul ve Kabataş/Karaköy-Tersane İstanbul

olmak üzere iki ayrı hattan ücretsiz tekne ulaşımıyla

11 bin 400 sanatsever, Contemporary Istanbul’a gelme

imkânı buldu. Galerilerin uluslararası koleksiyonerlerle bir

araya geldiği fuarda ilgi gören ve koleksiyonlara dâhil olan

eserler dikkat çekti.

Contemporary Istanbul’un 17. edisyonuna, 2011 yılından

bugüne kadar uzun zamandır İstanbul’a gelmeyen koleksiyoner

ve müze gruplarının ziyaretleri gerçekleşti. İsviçre,

Brezilya, Kanada, ABD, Fransa, Almanya, Rusya ve Birleşik

Arap Emirlikleri’nden gelen koleksiyonerler, 17. edisyonun

başarılı ağırlamalarından oldu. Bir hafta boyunca müze ve

bienal gruplarından İstanbul’a ziyarete gelmiş koleksiyonerlerle

tanışma fırsatı bulan galerilerde, dikkat çeken eser el

değiştirmeleri gerçekleşti.

The Art of Diplomacy

Contemporary Istanbul’da, İstanbul’un kültür sanat gelişmelerinin

anlatıldığı diplomatlar buluşması ve sunumu

da gerçekleşti. 16 ülke başkonsolosu ve Türk Girişim ve İş

Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu,

“The Art of Diplomacy” buluşmasında Contemporary

Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ile bir araya

geldi. Etkinlikte, Contemporary Istanbul’un Tersane İstanbul’da

gerçekleşmesiyle başlayan ve İstanbul’da kültür sanat

dünyasındaki gelişmeler ile Haliç’in gelecekteki İstanbul’un

merkezi olarak nasıl konumlanacağına değinildi.

Komet

81 yaşında olan sanatçı Komet’in 1995 yılında Esma Sultan

Yalısı’nın restorasyonu öncesinde sergilenen 4.50x3.30

metre ölçülerindeki Türk halısına yaptığı eseri, Contemporary

Istanbul’da sergilendi. Bir hafta boyunca uluslararası

konuşma programlarına ev sahipliği yapan alanda, sanatseverler

Komet’in eseriyle bir araya geldi. Bu alanda, Jeff

Koons ve Ali Güreli sanatçı konuşması da düzenlendi. Fuar

boyunca ayrıca House of Brothers Lounge’da yapay zekânın

ve teknolojinin sanat alanında aldığı yerin, bu ilişkinin doğasının

ve bu doğrultuda sanatın geleceğinin tartışılacağı

konuşmalar gerçekleştirildi.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09




10

AKTÜEL

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Beykoz Kundura

kapılarını çocuklara

açıyor

Türkiye’nin önemli endüstri mirası yapılarından Beykoz Kundura’nın

geçmişine bugünden bakan Kundura Hafıza Arşiv ve

Araştırma, yeni sezon çocuk atölyelerine ekim ayı itibariyle başladı.

Qbicart Disiplinlerarası Sanat Okulu iş birliğiyle hazırlanan atölyeler,

yaratıcılığı ve tarih bilincini uyandıran özgün içeriklerle çocukları

eğlenceli ve ilham verici bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.

İlhamla ayakkabılar tasarlanacak

Görsel Sanatlar Öğretmeni ve Seramik Sanatçısı Gizem Ulufer eğitmenliğinde

gerçekleşen atölyeler, 6-9 yaş aralığına yönelik ve 10

kişi ile sınırlı. Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikası’nın tarihinden

ve üretim sürecinden yola çıkarak tasarlanan atölyelerin ilki, fabrikada

üretilmiş ayakkabı modellerinden ilham alarak tasarlanan

“Ayakkabımı Tasarlıyorum” olacak ve çocuklar bir yandan ayakkabının

üretim aşamalarını öğrenirken, bir yandan da kendi ayakkabılarını

tasarlayacaklar.

Tüm malzemeler ücretsiz sağlanacak

Atölyeler, aralık ayının ortasına dek ayda iki kez yapılacak. “Hayâlimdeki

Fabrika”, “Bavulumdaki Anılar”, “Ayakkabıdan Heykelim”,

“Makinemi Yaptım, Fotoğrafımı Çektim” ve “Kolajla, Afişini Tasarla”

adlı atölyelerin de gerçekleşeceği atölye programında kullanılacak

tüm malzemeler, Kundura Hafıza Arşiv ve Araştırma tarafından

ücretsiz sağlanacak.

İstanbul klasiklerle

buluşuyor

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları,

tiyatronun yerli ve yabancı klasiklerini İstanbullularla

buluşturuyor. 108 yıllık bir tarihi geride bırakan

İBB Şehir Tiyatroları, yeni sezon repertuvarını

Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlediği

bir toplantıyla basın mensupları ve kültür sanat camiasıyla

paylaştı. Yeni tiyatro sezonunda tiyatroseverleri

Shakespeare’den Arthur Miller’a, İbsen’den

Haldun Taner’e klasik yazarların eserlerinin ağırlıkta

olduğu zengin bir repertuvar bekliyor.

İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşegül

İşsever, gerçekleştirilen basın toplantısında

yeni sezon oyunlarını açıkladı. İşsever, toplantıda şu

açıklamalarda bulundu: “İstanbul Şehir Tiyatroları,

kuruluşundan bu yana 108 yıldır sanatı ve sanatçıyı

destekleyen, İstanbul’un kültür sanat ve tiyatro

sahnesinde öncü rolünü benimseyen bir anlayışla

hareket etmekte ve İstanbul’un her bölgesinde seyirciyi

tiyatronun seçkin örnekleriyle buluşturmayı

hedeflemektedir. Tiyatronun klasikleri, büyük prodüksiyonlar

ve müzikallerin yanı sıra yeni ve çağdaş

metinleri de seyirciyle buluşturmaktadır. Bu yıl repertuvarımızı

yine bu doğrultuda hazırladık ve yeni

oyunlarımızı seyircimizle buluşturacağımız için büyük

bir mutluluk ve heyecan içindeyiz.

Önümüzdeki sezonun ana temasını ‘İstanbul Klasiklerle

Buluşuyor’ olarak belirledik. Yerli ve yabancı

klasikleri seyircimizle buluştururken, yeni yazarlar

ve oyunları da repertuvarımıza dâhil ediyoruz. İstanbul

Şehir Tiyatroları’nın bugüne kadarki repertuvarına

baktığımızda, bugün klasikleşmiş birçok

yazarın ilk oyunlarının Şehir Tiyatrosu’nda seyirciyle

buluştuğunu görürüz. Bugün de bu misyonumuzu

titizlikle sürdürüyoruz. Bir anlamda geleceğin

klasikleşecek eserlerine yer vermek istiyoruz. Türk

ve Dünya edebiyatının klasikleri, yeni sezonda İstanbul

Şehir Tiyatroları sahnelerinde seyircimizle

buluşacak.”


11

AKTÜEL

“Ben Nazım” müzikalinden

dünya prömiyeri

Nazım Hikmet’in hayatını, Zülfü Livaneli şarkılarının

yeni düzenlemeleri ve Engin Hepileri’nin

başarılı oyunculuğuyla sahneye taşıyan biyografik

müzikal “Ben Nazım”ın dünya prömiyeri, Harbiye

Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda gerçekleşti.

Mehmet Balkan rejisi ve koreografisiyle, Rengim

Gökmen müzik direktörlüğü ve şefliğinde sahneye

konan “Ben Nazım” müzikali; Engin Hepileri’ye eşlik

eden dansçılar, solistler, senfoni ve rock orkestralarından

oluşan yaklaşık 130 kişilik bir ekiple binlerce

sanatsevere unutulmayacak bir gece yaşattı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla halka

açık ve ücretsiz olarak gerçekleştirilen prömiyerde

alanı hınca hınç dolduran sanatseverler, temsilin

sonunda ekibi dakikalarca ayakta alkışladılar. Prömiyerde

Canan Kaftancıoğlu, Dilek İmamoğlu, Beyza Şekerci,

Mustafa Taviloğlu, Alper Saldıran, Altan Gördüm, Nergis

Öztürk, Murat Meriç, Doğan Yıldırım, Sedef İybar, Belgin

Akın, Özlem Başoğlu, Tuna Öztürk, Esin Demiroren, Can ile

Özlem Zehebi, Albert ve Şeli Elvaşvili gibi davetliler de “Ben

Nazım” ekibini yalnız bırakmadı.

Beyoğlu Kültür Yolu Festivali başladı

Beş şehirde düzenlenen Türkiye Kültür Yolu

Festivalleri bünyesinde yapılan “Beyoğlu Kültür

Yolu Festivali”, ekim ayı itibariyle başladı. Festival;

tiyatrodan sinemaya, edebiyattan dansa, müzikten

dijital sanatlara, sergilerden sohbetlere 51

ayrı mekânda, 88 salon ve 5 açık hava sahnesinde,

6000’den fazla sanatçı ve 1000’den fazla etkinlikle

gerçekleşecek.

Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’den başlayıp, Galataport’a ulaşan

4,1 kilometrelik festival rotasında Atlas Sineması ve İstanbul Sinema

Müzesi, Galata Mevlevihanesi, Mehmet Akif Hatıra Evi, Tarık

Zafer Tunaya Kültür Merkezi ve Garibaldi Sahnesi gibi önemli kültür

turizm noktaları yer alıyor. Taksim Meydanı, Galatasaray Meydanı,

Tünel Meydanı ve Fransız Kültür Merkezi’nin önü gibi alanlar

hem Hacivat-Karagöz, Nasreddin Hoca, Keloğlan gibi kültürel

miraslarımızla ilgili etkinliklere hem de horondan halaya, salsadan

flamenkoya dünya danslarını kapsayan gösterilere sahne oluyor.

Özellikle Taksim Meydanı ve Gezi Parkı, kukla gösterilerinden tiyatrolara,

atölyelerden sergilere çocukların festivalin tadını çıkaracağı

pek çok farklı etkinliğin adresi olmaya başladı.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


12

AKTÜEL

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Şehrin festivali

“212 Photography Istanbul”

5 yaşında!

Fotoğraf sanatı üzerinden disiplinlerarası bir diyalog

ortamı sunan “212 Photography Istanbul”, 15’e yakın

mekânda 60’ın üzerinde sanatçının 500’ün üzerinde eserini

sanatseverlerle buluşturdu. Festivalde fotoğrafın yanı sıra

geçen sene olduğu gibi yeni medya, video sanatı, heykel ve

daha pek çok farklı yaklaşım görüldü.

Sürdürülebilir bir sanat ve kültür geleneği

oluşturmak üzere yola çıkan 212 Photography

Istanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi

Kültür Daire Başkanlığı ve İstanbul Büyükşehir

Belediyesi iştirak şirketlerinden Kültür

A.Ş iş birliği ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

ile Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme

Ajansı’nın katkılarıyla festival takipçilerini

ağırladı. 212 Photography Istanbul, beşinci

senesinde sergiler, atölyeler, söyleşiler, konserler,

film gösterimleri ve portfolyo değerlendirmelerin

yanı sıra yayıncılık, mimarlık, müzik, gastronomi

gibi farklı başlıklara da programında yer verdi.

Cemiyetin ünlü isimleri

“On Bin Şey”de buluştu

Güney Afrikalı sanatçı

Jake Michael Singer,

İstanbul Bienali kapsamında

Yedikule Hisarı

Top Kulesi’nde sergilenen

“On Bin Şey” başlıklı enstalasyonuyla

sanatseverlerin

karşısına çıktı. Fatih

Belediyesi Başkan Yardımcısı

Mehmet Özçelik’in ev

sahipliğinde iş, sanat ve

cemiyet hayatından birçok

ünlü ismin ağırlandığı

açılışa; İnci Aksoy, Aylin

Yılmaz, Zafer Kozanoğlu,

Mina Karagülle, Serap

Sarı, Esra Erandan, Gülbin

Gürel, Elif Yazıcı Girgin,

Yıldız Öz Samaha, Aylin

Hoşzeban, Beste Yurttaş

ve Ebru Kain gibi isimler

katıldı.

Geçtiğimiz yıl Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda 11.000’den

fazla kişinin ziyaret ettiği “Bennu Stasis” sergisinden sonra,

bu yıl da “On Bin Şey” isimli enstalasyonuyla sanatseverlerin

karşısına çıkan sanatçı Jake Michael Singer, Yedikule

Hisarı’na yerleştirilen eseriyle ziyaretçilerini derin ve meditatif

düşüncelere, acıma ve korku gibi duygular aracılığıyla

iç arınmaya ve duygusal adalete yöneltiyor. Sanatseverler,

sergiyi 20 Kasım tarihine kadar ziyaret edebilecek.


SEÇKİN

KİTABEVLERİNDE

Kadıköy’ün yakın tarihini

merak ediyor musunuz?

Arif Atılgan; Küçükyalı’dan Moda’ya, Üsküdar’dan Haydarpaşa’ya,

Kadıköy’ün 1800’lü yıllardan günümüze uzanan öyküsünü yazdı...

Kent kültürü belleğine derin saygısı olan yazar Osman Öndeş,

ailece ömrünün geçtiği eski Moda’yı belgeleriyle gün ışığına çıkardı.

Kadıköy’ün Güngörmüş Sayfiyesi Moda adıyla yayınlanan kitap

Moda ve Kadıköy hakkında çok şey anlatıyor.

İsteme Adresi:

www.kiletisimyayinlari.com adresinden ÜCRETSİZ KARGO ile adresinize gelmesini isteyebilirsiniz.

Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No: 44 Kat: 2 Daire: 6 Kadıköy - İstanbul

Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43


İstanbul Resim ve

Heykel Müzesi açıldı

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, tarihindeki en büyük

koleksiyon sergisi ile sanatseverlere kapılarını açtı. Cumhurbaşkanı

Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla düzenlenen

açılış törenine il protokolü, sanatçılar ve davetliler katıldı.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başlayan törende

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı

Mehmet Nuri Ersoy ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

Rektörü Prof. Dr. Handan İnci konuşma yaptılar.

Ardından kurdele kesimi ile İstanbul Resim ve Heykel Müzesi

açıldı. Prof. Dr. Handan İnci’nin Cumhurbaşkanı Recep

Tayyip Erdoğan’a hediye takdiminin ardından müze gezildi.

Açılış töreninde MSGSÜ Konservatuvarı öğrencileri, M. Erdem

Çöloğlu şefliğinde konser verdi. Opera sanatçısı Burak

Bilgili’nin konseriyle tören sona erdi.


15

SERGILER

Adalar’da “Bisiklet üzerinde 137 yıl”

Adalar Müzesi Bisiklet Sergisi, “Bisiklet üzerinde 137 yıl”

temasıyla Adalar Müzesi’nin Büyükada Aya Nikola ana

binasında açıldı. Sergi, Adalar’ın yıllar içinde alamet-i farikasına

dönüşmüş bisikletin tarihine, İstanbul’a ve özellikle de

Adalar’a gelerek yaygınlaşmasına ışık tutuyor. Ünlü yazarlardan

sporculara, tarihi kişiliklerden yerel halkta bisikletle

büyüyen, ada yollarını bisikletle arşınlayan pek çok Adalının,

yolu Adalar’dan geçmişlerin bisikletleri, aksesuarları, sözlü

tarih anlatıları ve hatıraları, serginin belkemiğini oluşturuyor.

Sergide yer alan yaklaşık kırk bisiklet arasında İnönü Ailesi’nin,

Mehmet Ali Aybar’ın, şair Zahrad’ın, ünlü bisiklet

yarışçısı Garbis Bora’nın bisikletleri de var. Dünyayı ilk kez

bisikletle dolaşan İngiliz seyyah Thomas Stevens’ın 1885’te

uğradığı Büyükada’ya dair yazdıkları ve Hüseyin Rahmi

Gürpınar’dan Nâzım Hikmet’e, yolu Adalar’a düşen sanatçıların

bisikletli hikâyeleri de serginin bir parçası. Altı ay açık

kalacak serginin ana sponsoru ise Axa Sigorta… Accell Bisiklet-Carraro,

Shimano gibi bisikletin önemli markalarının

sponsorluklarının yanı sıra Müze Sergi İşleri, Jotun Boya,

Decathlon da serginin destekçileri arasında.

Odunpazarı Modern Müze’den yeni sergi:

Yas ve Haz

Odunpazarı Modern Müze (OMM), açılışının üçüncü

yıldönümünü yerli ve yabancı 38 sanatçıyı bir araya

getirdiği “Yas ve Haz” başlıklı grup sergisi ile kutlamaya

başladı. 7 Eylül’de kapılarını açan sergi, 30 Temmuz 2023

tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

İnsanın yaşadığı yas ve haz gibi çelişkili hâlleri odağına alan

sergi; resimden fotoğrafa, heykelden video ve yerleştirmeye

kadar uzanan çeşitli disiplinlerde üretilmiş eserlere yer

veriyor.

Fotoğraf: Hüseyin Atiş

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

“Yas ve Haz” sergisinde Ali İbrahim Öcal, Alpin Arda Bağcık,

Annemarie Busschers, Asger Carlsen, Ayça Telgeren,

Begüm Yamanlar, Bill Viola, Bruce Nauman, CANAN,

Catherine Opie, Cindy Sherman, Elif Uras, Erdoğan Zümrütoğlu,

Erwin Wurm, Filip Custic, Francesco Albano, Hicham

Benohoud, Iiu Susiraja, İ. Ata Doğruel, İnci Eviner,

John Coplans, Julian Opie, Lea Colombo, Mamali Shafahi,

Mustafa Ata, Onur Mansız, Ömer Uluç, Pınar Yolaçan, Robert

Mapplethorpe, Saelia Aparicio, Shadi Ghadirian, Sibel

Horada, TheoTriantafyllidis, Universal Everything, Vito Acconci,

Willi Dorner, Yüksel Arslan ve Zhang Huan’ın eserleri

görülebilir.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09




18

SERGILER

Ekofeminist sanatçı Agnes Denes’ten

“Yaşayan Piramit”

Yaşayan en önemli ekofeminist sanatçılardan Agnes Denes’in

mekâna özgü eseri “Yaşayan Piramit”, 13 Eylül

2022-29 Ocak 2023 tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi

bahçesinde izleyiciyle buluşacak. Felsefi bir yaklaşımla

hakikati göstermeye çalışan, öte yandan ‘erdem’ ve ‘iyilik’

kavramlarını topluma yaymaya amaçlayan Denes’in eserleri

MoMA, Metropolitan gibi önemli müzelerde yer alıyor.

Sakıp Sabancı Müzesi’nde görülecek sergiye dair açıklamada

şu ifadelere yer verildi: “Agnes Denes’in Yaşayan Piramit’i

çevre bilincini, korumayı ve sürdürülebilirliği teşvik eden öğrenme

programlarıyla desteklenerek, gerçek amacına ulaşmış

olacak. Bu anlamda yalnızca bitkilerden ibaret değil, onları

ekmek için bir araya gelen topluluğun da projesi, bir tür

kamusal sanat eseri. İnşaatı, ekimi ve bakımıyla da bir tür

mikro toplum oluşturan sosyal bir yapı olarak da görülebilir.

Denes, hemen bütün eserlerinde olduğu üzere, Yaşayan

Piramit’inde katılıma öncelik veren boyutuyla, yerel ve küresel

çevremizi korumaya yönelik etik bir sorumluluk duygusu

uyandırmayı amaçlıyor. Sergiden sonra Sakıp Sabancı

Müzesi, Denes’in tabiata duyarlı yaklaşımını sürdürmek

amacıyla izleyicileri bitkileri sahiplenmeye davet edecek.

Anıt, dağılıp yok olmak yerine, onu paylaşacak topluluğun

sahiplendiği küçük parçalar üzerinden yaşamaya devam

edecek. Denes’in Manifesto’su ise bu eserin oluşturulması

için bir araya gelen mikro topluluğu ve Yaşayan Piramit’i hatırlatmaya

devam edecek.”

Salt Galata’da

“Sahnede 90’lar”

Salt Galata’nın 1990’lar Türkiye’sindeki kültürel ortamı ve

sanat üretimlerini sahne ve performans kavramları odağında

inceleyen yeni sergisi “Sahnede 90’lar” başladı.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Sergi tanıtım yazısında 90’lı yıllar; “Türkiye’de toplumsal,

siyasi ve ekonomik anlamda hızlı değişimlerin yaşandığı

1990’lı yıllar, aynı zamanda özellikle İstanbul’un kültür, sanat,

performans ve eğlence sahnesinde serbestlik sınırlarının

sürekli genişletildiği bir döneme işaret ediyor. Sanat ortamında

‘disiplinlerarası’ kavramı da bu dönemde gündeme gelir.

Doğası gereği farklı disiplinlerden beslenen ve deneysel bir

sanat pratiğine işaret eden performans, pek çok sanatçıya yenilikçi

bir alan açar” sözleriyle anlatılırken; “Sahnede 90’lar”,

bu dönemin performans üretimlerine yoğunlaşarak kültür,

sanat ve eğlence tarihine çok yönlü bir bakış sunmayı amaçlıyor.

Sergi, 12 Şubat 2023 tarihine kadar izlenebilecek.


19

SERGILER

Çocukluk ve oyun kavramları,

“OyunBu” sergisiyle Arter’de!

OyunBu” başlıklı grup sergisi, Arter Koleksiyonu’ndan

seçilen yapıtları çocukluk ve oyun

kavramları etrafında bir araya getiriyor. Sergi,

oyunun özgürleştiriciliğini, gerçekliği askıya

alıp yeniden kurgulayışındaki kural tanımazlığını, gündelik

olanın dışına taşma ve tamamen kendine ait bir düzen ve

anlam üretme şekillerini, sanat yapıtları ve bu yapıtların

sunduğu deneyimler bağlamında araştırmayı hedefliyor.

Sanatın oyun kurucu niteliklerini, oyun bozucu yanlarıyla

birlikte ele alan OyunBu; rekabet, gerilim, şans, taklit, ritüel,

sihir, esrime ve haz gibi kavramların izini sürerken, hem

yetişkinler hem de çocuklar için aslında kazananı olmayan

ya da herkesin kazandığı bir oyun alanı açıyor.

Beklenmedik buluşmalar ve şaşırtıcı

ilişkilenme biçimleri

Oyun ve oyuna ilişkin kavramların sanatçıların imgeleminde

başlayıp, sanat yapıtıyla tamamlanan yolculuğuna sergi

boyunca farklı düşünme, yorumlama ve üretim süreçleri

eşlik ediyor. Sergide yer alan kimi yapıtlar doğrudan oyunun

kendisini ve araçlarını sanat bağlamına taşırken; sıradışı

form ve boyutlar, beklenmedik buluşmalar ve şaşırtıcı

ilişkilenme biçimleriyle oyunun kuralını bozup yeni anlamlar,

öneriler ve sorulara aracılık ediyor. OyunBu’da bir araya

getirilen yapıtların bazıları ise sanatın tasarı ve üretim süreçlerindeki

yöntem, tavır ve yaklaşımlar ile gündelik hayatın

akışına aldırış etmeden kendi özgün dilini ve düzenini

kuran oyunun şansa, belirsizliğe ve kaosa yer veren doğası

arasındaki benzerlikleri ortaya koyuyor.

Gerçek ile hayal arasında salınan dünyalar

Arter’in birinci ve ikinci kat galerilerine yayılan sergi, içine

yerleştiği mekânların mimarisini de oyuncul müdahalelerle

yorumluyor. OyunBu, düş kurarken ciddiyetini hiç bozmayan

çocuk ile oynamaktan asla vazgeçmeyen yetişkinin

gerçek ile hayal arasında salınan dünyalarına açılan kapıyı,

her iki tarafa doğru aralayıp buluşturmayı deniyor.Sergi, 9

Nisan 2023 tarihine kadar Arter’de izlenebilecek.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


20

SERGILER

Özlem Altın’dan farklı tekniklerle “Kısmet”

ThePill Sanat Galerisi, Özlem Altın’ın “Kısmet” başlıklı

sergisine ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz birkaç yıl

içinde, bir araya getirilmiş fotoğraflar üzerine bir resim tekniği

geliştiren Altın, mürekkebin ve yağın yüzey dokusuyla

ayrı nesneleri çevreleyen ve birbirleriyle temas ettiren bir

dizi görüntüde ana hatları çizerek çalışmalar elde ediyor. Bu

elle boyanan işaretler, fotoğrafın görsel mekaniğine aykırı

ve belirgin bir özellik ekliyor. Sergi, 8 Kasım 2022 tarihine

dek ziyaret edilebilecek.

Anne Laudel’den yeni sergi:

“Hiçbir Yer”

Mehmet Sinan Kuran’ın 2020 yılında Anna

Laudel’de gerçekleştirdiği ve “öldükten sonra

gerçekleşen” anlamına gelen “Posthumous” sergisinin

devamı niteliğinde olan “Hiçbir Yer”, ziyaretçilerini

hayattaki ihtimalleri sorgulatan bir yolculuğa

çıkarmaya hazırlanıyor.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Çizim, heykel, resim, seramik, ışıklı kutular, camlar,

buluntu nesneler ve yerleştirmeler gibi farklı teknik

ve malzemeler kullanarak ürettiği eserlerin yer aldığı

seçkide Kuran, Nietzsche’nin çocukluktan yaşlılığa

geçişini ele aldığı tasviri tersine çeviriyor. “Benjamin

Button’ın Tuhaf Hikâyesi” filmini anımsatan seçkide

sanatçı, ziyaretçilere yaşlılıktan çocukluğa doğru

giden bir yolda eşlik ediyor. Mehmet Sinan Kuran’ın

“Hiçbir Yer” isimli kapsamlı kişisel sergisi, 4 Aralık’a

kadar Anna Laudel İstanbul’da izlenebilir.

44 sanatçıdan 120’ye

yakın eser Meşher’de!

Antik Yunan mitolojisindeki Ekho ve Narkissos’un

hikâyesinden hareketle kurgulanan “Ben Kimse. Sen

de mi Kimsesin?” sergisi, Beyoğlu’nun dikkat çeken sergi

alanlarından Meşher’de sanatseverlerle buluştu. Küratörlüğünü

Selen Ansen’in üstlendiği sergi, yurt içi ve yurt dışından

44 sanatçının 120’ye yakın eserine ev sahipliği yapıyor.

Sergiye ilişkin düzenlenen basın toplantısına katılan Ansen,

serginin Ekho ve Narkissos mitinin odağında yer alan

başkalaşım kavramından yola çıktığını ve “ikililik” kavramı

üzerine temellendiğini ifade etti. Selen Ansen, serginin söz

konusu kadim hikâyeyi betimlemeyi amaçlamadığını, daha

ziyade hikâyede Ekho ve Narkissos’un karşılıksız aşkından

geriye kalanlar etrafında kurgulandığını dile getirdi. Ödünç

alınan eserlerin yanı sıra Vehbi Koç Vakfı desteğiyle çeşitli

mecralarda üretilen yapıtların da yer aldığı sergi, 12 Şubat

2023’e kadar görülebilecek.


Her duvar bir orijinali

hak eder diyenlerdenseniz:

GELİN

DEĞERİNİ

SİZ BELİRLEYİN!

Yuliya Ergene & Rahmi Çöğendez sunumu

ile birbirinden değerli müzayedeler.

www.sessizmuzayede.com

Bilkent Center AVM 1597 Cd. No:3/33 Bilkent Center AVM

Tepe Home Katı Çankaya / ANKARA

0530 402 99 85 | 0312 242 00 22

iletisim@sessizmuzayede.com

sessizmuzayede

sessizmuzayede


22

SERGILER

Hülya Botasun, 10. kişisel sergisini

Moda Deniz Kulübü’nde açtı

Ressam Hülya Botasun, “Mimesisler – III” adlı yeni kişisel

sergisini Moda Deniz Kulübü’nün sergi alanında

açtı. Sanatçının son yapıtlarının yanı sıra çeşitli dönemlerinden

seçme yapıtların da yer aldığı sergi, sanatseverlerin

yoğun ilgisiyle karşılandı.

Ağaç figürleri öne çıktı

Serginin ismi ve içeriğine dair dergimize açıklamalarda bulunan

Ressam Hülya Botasun, şunları ifade etti: “Mimesisler

antik bir kelime ve benzetmeler anlamına geliyor. Antik

Yunan’da tiyatro alanında ortaya çıkmış bir kelime. O dönem

eleştirmek istediklerini direkt söylemek yerine farklı

yöntemlerle anlatma yolunu seçiyorlarmış. Ben bu yöntemi

daha önce arkadaşlarımın portrelerini hayvan olarak çalıştığımda

kullanmıştım. Sergide hem o dönemlerimdeki eski

işlerimden bazı tablolar hem de yeni işlerim yer aldı. Doğa,

insan ve günlük hayattan söylemek istediklerimi benzetme

yoluyla resme aktardım. Genellikle doğadan aldığım tema

olan ağaç figürleri öne çıktı.”

Hülya Botasun’un tıp eğitimi gören oğlu Deniz,

sanatçının aynı zamanda en iyi asistanı...

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Mithat Şen, “Nefes” ile

Galeri Bosfor’da!

Galeri Bosfor, 9 Eylül-28 Ekim tarihleri arasında temsil

ettiği usta sanatçı Mithat Şen’in “Nefes” isimli kişisel

sergisine ev sahipliği yapıyor. Nefes ve ritim üzerine odaklanan

tek bir işin gösterildiği sergi, sanatçının ilk kişisel

sergisinden 40 yıl sonra gerçekleşiyor. Yapılan bütün işlerin

vardığı bir sonuç olarak çokluk, birlikle sunuluyor.

Mithat Şen’in mekân içinde mekân kuran “Nefes” isimli eseri,

formu ve malzemesi bağlamında sanatçının sistematiğini

açık biçimde ortaya koyuyor. 2 metre yüksekliğinde ve 20

metre uzunluğunda kesintisiz biçimde yerleştirilmiş eser,

ahşap şasilere gerilmiş natürel parşömen malzemeden oluşuyor.

40x40 cm ölçeğindeki karelerin birbirine eklenerek ve

dört yönde ilişkilenmeyi sürdürerek çoğalmasıyla bir araya

gelen çok katmanlı rölyef, sanatçının beden şemasının parçalı

bir sistemle çeşitlenmesi ve tekrarı üzerine inşa edilmiş.


23

SERGILER

Akbank Sanat’ta

“Günümüz Sanatçıları Sergilerinin 40 Yılı”

Akbank Sanat, “Kırk Kapılı Oda: Günümüz Sanatçıları

Sergilerinin 40 Yılı” sergisini sanatseverlerle buluşturdu.

Serginin sergileme tasarımını Bülent Erkmen üstlenirken,

küratörlüğünü Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman yapıyor.

Sergide günümüz sanatçılarının son 40 yıla ait fotoğraf,

belge ve videoları, dijital ortamda sanatseverlerin beğenisine

sunuluyor.

Küratör Hasan Bülent Kahraman’ın sergiye dair söylemleri

ise şöyle: “Günümüz Sanatçıları Sergileri, kırk kapılı bir odadır.

O oda belleğin labirentlerini saklıyor içinde. Her kapı

bir serüvene ve gize açılıyor. Labirentte yol bulmak kadar

kaybolmak da erdemdir.” Sergi, 19 Kasım tarihine kadar Akbank

Sanat’ta izlenebilir.

Tülin Onat’tan “51 Yılın Hikâyesi”

Beşiktaş Belediyesi ve Beltaşiş birliğiyle Tülin Onat, Beşiktaş

Çağdaş Sanat Galerisi’nde “Boşluğu Biçimlendirmek

/ 51 Yılın Hikâyesi” adlı kapsamlı bir sergi ile izleyicilerle

buluştu. Sanatçının başlangıcından bugüne 51 yıllık sanat

hayatına ve sanatsal üretimlerine retrospektif bir açıdan yaklaşılan

sergide; resim, desen, video ve rölyef-heykel gibi farklı

ifade araçlarıyla ortaya koyduğu yüzden fazla eser yer alıyor.

Sergiyle eş zamanlı olarak sanatçının tüm dönemlerini içeren

kapsamlı bir sanatçı kitabı hazırlandı. Sergiyle aynı adı

taşıyan kitap, üç yıllık özverili bir çalışmayla oluşturuldu.

Beşiktaş Belediyesi’nin desteğiyle yayımlanan kitap, sanatçının

estetik üretimleri üzerinden sanat hayatına odaklanıyor

ve görsel-dizinsel bir arşiv niteliği taşıyor. Tülin Onat’ın

51 yıllık sanat hayatındaki dönüşüm ve gelişimin ikonik

örneklerini bir araya getiren retrospektif sergisi, Beşiktaş

Akatlar’da bulunan MKM - Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi’nde

20 Kasım tarihine dek görülebilir.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


24

SERGILER

“Bedri Rahmi’den Cengiz Bektaş’a Selam Ola”

Kuzguncuk’un tıpkı semtin kimliği gibi küçük ve sıcak

galerilerinden IMOG Art Space, yeni sezonda

usta sanatçı Bedri Rahmi Eyüboğlu eserlerinden oluşan

“Bedri Rahmi’den Cengiz Bektaş’a Selam Ola” isimli

serginin açılışını, Eyüboğlu’nun dost ve yakınlarının

konuşmacı olarak katıldığı bir etkinlikle gerçekleştirdi.

Açılışta ayrıca, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yakın dostlarından

mimar ve yazar Cengiz Bektaş da anıldı.

Sergiye ve açılışa dair dergimize bilgiler sunan IMO-

GA Art Space Kurucusu Eda Tekcan, şunları ifade etti:

“Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserlerinden oluşan bir

seçki sergisi bu. Eserleri, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun

torunu Rahmi Eyüboğlu ile birlikte seçtik. Eserlerin

geneli 1950’li yılların hemen öncesi ve sonrasını kapsıyor.

Rahmi Bey, sergiyi Cengiz Bektaş’a ithaf etti.

Cengiz Bektaş ile Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun çok

güzel bir dostluğu olduğunu biliyoruz. Biz hem bu

dostluğun altını çizdik hem de ikisini bir arada anmak

istedik. Sergi boyunca buraya gelen her izleyiciye hem Bedri

Rahmi’yi hem de Cengiz Bektaş’ı anlatacağız. Çünkü ikisi de

Türk sanatının devleri. Herkese iyi seyirler diliyoruz.” Sergi,

18 Ekim 2022 tarihine kadar izlenebilecek.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Saygun Dura,

“ARADA” ile Pera Palace Hotel’de!

Istanbul Concept Gallery ve Pera Palace Hotel iş

birliğiyle yepyeni bir sanat galerisine dönüştürülen

Pera Palace Hotel - Galata Fuaye’nin 2022

sanat sezonu açılışı, su altı fotoğrafçılığında özgün

çalışmalarıyla tanınan usta sanatçı Saygun Dura’nın

“ARADA” sergisi ile gerçekleşti.

Sanatçının Van Gölü’nde çektiği ve beş yıl boyunca üzerinde

titizlikle çalıştığı, inci kefalinin göçü ve Van Gölü’nün mercanları

diye bilinen gerçeküstü heykelleri andıran mikrobiyalitleri

kapsayan sergi, izleyiciyi adeta büyüleyici bir yolculuğa

çıkarıyor. Saygun Dura’nın göçe ve terk edilmişliğe

metaforik olarak odaklandığı “ARADA” sergisi, 5 Kasım’a

kadar pazartesi hariç her gün saat 12.30-19.00 arası Pera

Palace Hotel-Galata Fuaye’de ziyaret edilebilir.


25

SERGILER

İç dünyayı dışa vuran sergi:

“Karantina Düşleri”

Kızıltoprak Sanat Galerisi, 5-30 Kasım tarihleri arasında

Nadia Arditti’nin “Karantina Düşleri / Lockdown Dreams”

isimli heykel sergisini izleyicisiyle buluşturacak. Arditti,

yeni sergisi için şu açıklamalarda bulundu:

“1994’den bu yana her yarattığım yeni eser, yaşamımdaki

duygular ve dönemlerle bağlantılıdır. Son yılların karantinası

beni derinden yaraladı. Bu sürenin düşleri bronza dönüştü.

Aile yakınlığını, dokunmayı, kucaklamayı, beklentileri,

umudu, doğa sevgisini, kaçışı, uçmayı hayal ettim. İç

dünyamı, yalnızlığımı dışa vurmak istedim bu sergide.”

Galeri Diani’de

“Gündüz Düşü / Daydream”

Feyzan Alasya, “Gündüz Düşü / Daydream” adlı sergisiyle

5 Kasım’dan itibaren Galeri Diani’de! Sanatçı, bu sergisinde

gerçekleri şiirsel bir dille yansıtırken; hüznün, acının

ve haykırışın evrenselliğini bir kez daha duyuruyor bize.

Galeri Diana, sergi tanıtımında şu ifadelere yer verdi: “Feyzan

Alasya, güçlü desenleri ve çarpıcı resimleriyle şarkılarını

söylüyor, izleyenler hüznü ama bir yandan da umudu sezerek

yürüyorlar onunla. Gerçeklerin şiirsel bir dille yansıtıldığı

resimlerinde Valery’nin dizelerindeki hüznün, acının ve

haykırışın evrenselliği bir kez daha duyuruluyor bize. Feyzan

Alasya’nın resimleri, onun dünyayı anlamaya çalışma ve

bir çözümleme yolu.”

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


26

INTERVIEW

Yazar

Pınar Baltacı

Spring has come to the 39 Kalamış

Portuguese artist David Arranhado colored the

exterior facades of 39 Kalamış Marina Hotel.

We interviewed with David about his mural artworks

and also talked about Istanbul.

project and paint the front and sides of the hotel, as well as

some additional rooms! It was a great experience, and I am

really proud of how it turned out. I usually only realize how

obsessed I get with a work, after I am done with it!

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Can you introduce yourself for our readers? How do you

describe your artworks and techniques?

I am David Arranhado. I come from Lisbon, Portugal, but I

have been living in Bahia, Brazil since 2009. My academic

background is Conservation and Restoration, where I was

able to study some of the best Portuguese masters of wall

painting; “Nome Da Escola”

My work is a blend of techniques that I come across everywhere

I go. Since I am out prompting my work in different

places some parts of the year, I always end up discovering

something new I want to try. In the early days, I was working

in big projects like restoring palaces and churches. The

focus at the time was mostly restoration, but that gave me

an incredible amount of experience that I carried to my

paintings at first, and then the outside murals. The end goal

wherever I paint is to create art that belongs there, and is in

harmony with its environment.

What is your reason for visiting Istanbul? How long have

you been here?

My first time in Istanbul was in 2019 and I loved it. The art

scene is so vibrant, and the city is a melting pot of cultures

and traditions. It is a city I really enjoy coming back.

How did you find the 39 Gallery?

I have been in touch with the owners since I worked here in

2019, so I received an invitation to create a new collection

to showcase here during October. The exhibition is called

Golden Oasis, and I think it adds another element to the

original concept of the hotel without disrupting its balance.

One thing leads to another, and we decided to add another

Could you tell us about the project you realized in 39

Kalamış Marina Hotel?

I met Münteha Adalı and Ahu Serter when I was showcasing

my work in Lisbon, in 2019 at Arroz Estudios. I think

both of them must have really liked my work, because we

have been working on a few projects since then! That year

I traveled to Istanbul for the first time, to work in 39 Kalamış.

I had the opportunity to paint some of the walls and

interiors here, including a couple of suites. It was a memorable

experience due to the size of the project, and it is

definitely a highlight in my portfolio.

The main theme at the hotel was the concept of an Urban

Oasis. If you visit the interiors, there are places like the

stairways where you can feel overwhelmed by the trees

in all sides, and the play on the perspective! In one of the

rooms, I used golden leaves to paint portions of the walls.

It’s a technique I have been perfecting for almost 15 years,

and I knew it would be great as a complement to the luxurious

interiors of the hotel.

How did you find Istanbul as an artist? What are your

comments about Kadıköy and Istanbul?

Istanbul is always a source of inspiration. There are so many

different histories and backgrounds in this city. The people

have been super welcoming, making my visits here quite

enjoyable. Kadıköy almost feels like home! I love going for a

walk, and just taking a seat at some place contemplating the

movement of the area. Art supplies are abundant as well,

and that’s always something that keeps any artist happy!

The art scene here is also very dynamic, and it’s a great location

to explore new markets I would not have access to

in Brazil.


27

Münteha Adalı:

Every part of the hotel is like

Alice in Wonderland waiting

to be discovered

INTERVIEW

Münteha Adalı, the founder of 39 Gallery

where takes place at the 39 Kalamış Marina

Hotel, told her story of meeting artist David

Arranhado with these words: “In 2019,

I visited a friend’s hotel in Lisbon. We toured the hotel

where is in Lisbon’s oldest buildings, led by a Lisbon native.

While I was wandering, I saw artworks hung on the door of

an apartment. One of the pictures there impressed me a lot

and I went inside with a spur of the moment decision. That

decision gave birth to today. I felt that the brush strokes

were very free in David’s paintings and I connected with

those paintings within myself. So I invited David to the Istanbul,

39 Kalamış Marina Hotel to paint murals. This is

how the story started.”

Oasis in the middle of the city

Emphasizing that the 39 Kalamış is a city hotel, Adalı said;

“Since this is a city hotel, we are trying to utilize the handful

of land available. We grow olive trees and flowers even in

a handful of land in front of the hotel. Since I love green

very much and we have little land, I wanted to have graffiti

on the walls. For example, the drawing on the side facade

looks like a canvas. In short, I wanted to create an oasis

in the middle of the city. Thus, we shared our motto with

everyone. Of course, David’s drawings were nature, forest,

animals. All of them inspired me. Not only the exterior facade,

but every part of the hotel is like Alice in Wonderland

waiting to be discovered” and shared other details about the

hotel:

The main exhibition is on the walls

“Our hotel has also a queen room against the ordinary

king rooms. David also worked there. Since I wanted the

reflection of female magnificence, we made paintings on

the ceiling and walls of the room. There were boated and

wavy painting figures. We wrote the words ‘Feel good in the

neighborhood’, which is the main motto of our hotel, on

the front facade of the hotel. There words were meaningful,

because there is a neighborhood culture in Kalamış. The

artwork that we started before the pandemic was interrupted

when David had to leave after a while. Then the pandemic

era started. David started to become very well known in

this process, due to his social media posts. So, while he was

unknown in his own country, he became a David born in

Istanbul. Now he has come back and started to finish the

job. Also, during this period, David’s forest themed exhibition

started at 39 Gallery with a great attention. In fact, one

of our buyers was from Lisbon. David’s real exhibition in

Istanbul will exist with his mural as long as this building

lives.”

“Observing David while the murals were being painted, I saw

that, in fact, those who paint on canvas transfer it from outside

to inside. Those who paint murals, on the other hand, are the

opposite, from the inside to out. Because while you are looking

at the canvas, you are looking at it and making it, but there the

artist enters the painting. The artist dreams, thinks and gets lost

in the painting.”

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


28

KÜLTÜR SANAT

Yazar

Pınar Baltacı

İBB ile sanat artık

herkes için erişilebilir

İstanbul’da hem kültür merkezleri hem de meydanlardaki

ücretsiz etkinlikleriyle her yaş grubundan kesime

hitap eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi; 13

kültür merkezi, kütüphaneleri ve İstanbul Kitapçısı

şubelerinde düzenlediği etkinliklerle sanatı artık herkes için

erişilebilir kılıyor. Kışın kültür merkezlerinde, yazın kent

genelindeki meydanlarda gerçekleşen etkinliklerin önem

ve kapsamını, İBB Kültür Dairesi Başkanlığı Koordinatörü

Figen Ayhan Karakelle ile konuştuk.

alanına yeni bir bakış açısı getirdik. Kültür merkezlerimiz,

yaklaşık olarak ekim ve mayıs ayları arasında açık olan alanlar.

Oralarda bu tarihlerde haftanın üç ya da dört günü aktif

olarak etkinlikler yapılıyor. Diğer günlerde ise çeşitli sivil

toplum kuruluşlarının değişik istekleri için tahsise açılan

yerler. Dolayısıyla haftanın yedi günü çalışan alanlar. Bahsettiğim

dört gün ise yetişkin ve çocuk tiyatroları, konserler,

çocuklar ve kadınlar için atölyeleri ücretsiz olarak gerçekleştiriyoruz.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

İBB Kültür Dairesi Başkanlığı’nın sadece kültür merkezlerinde

etkinlikler düzenleyen bir kurum olmadığının altını

çizen Karakelle, sözlerine şöyle başladı: “Önceki yönetimlerden

farklı olarak, kültür merkezlerinde içeriklerin oluşmasıyla

ilgili bir vizyon değişikliğinin yanı sıra kültürel etkinlik

Figen Ayhan Karakelle

Ancak sadece merkez etkinliklerimiz yok. İBB logosunu gördüğünüz

tüm ücretsiz etkinlikler, Kültür Dairesi Başkanlığı’nın

İstanbullular için ürettiği ve onlarla buluşturduğu

etkinlikler demek. Mesela, Müze Gazhane’deki etkinlikler,

İstanbul Kitapçısı şubelerindeki birtakım müzik dinletilerini

kastediyorum. Bununla birlikte büyük alan konserleri,

semt festivalleri, ‘Hava Kararınca’ ismi altında hayata geçirilen

kampüs etkinlikleri, milli bayramlar ve Ramazan ayı

boyunca yapılan etkinlikler, hep hayata geçirdiğimiz etkinliklere

örnek. Tabii Kadın Emeği Pazarı etkinlikleri ve Sahaf

Festivalleri de öyle. Bu nedenle çalışmalarımızı sadece kültür

merkezleriyle sınırlandırmak çok doğru olmaz.”

“İstanbul’da sevilmeye değer şeylerin yanına

konulabilecek etkinlikler”

Tüm bu etkinliklerle İstanbul’un iyilik hâline katkıda bulunmak

istediklerini de ifade eden Figen Ayhan Karakelle;

“Hem ekonomik anlamda hem de küresel olarak büyük gerilimlerin

yaşandığı bir dönemden geçiyoruz maalesef. Hâl

böyle olunca da insanların hayatla olan bağlarının zayıfladığı

da bir dönemdeyiz. Tam bu aşamada kültürel-sanatsal


etkinlikler, insanların hayatları kurdukları bağları sağlamlaştırıyor.

Bu ekonomik göstergeler içerisinde bir konsere

gitmek, bir tiyatro izleyebilmek, bir söyleşiye katılmak,

ulaşmak maalesef madden çok zor. Dolayısıyla hayata geçirdiğimiz

etkinlikler için ‘İstanbul’da sevilmeye değer şeylerin

yanına konulabilecek etkinlikler’ diyebiliriz. İşte metropollerin

kendi içinde taşıdığı zorlukların yanı sıra bir de böyle

güzellikleri var. Metropollerdeki çok yaratıcı çeşitliliği canlı

tutmak için çalışıyoruz” diyerek, etkinliklerin içeriği ve kapsamına

dair bilgiler sundu:

Hem sanata hem de sanatçıya destek

“Etkinlikler kapsamında çift taraflı bir alan açmayı hedefliyoruz.

İstanbul, 39 ilçesi olan çok büyük bir coğrafya ve

içinde çok değişik demografiler var. Birincil hedefimiz,

erişimi genişletmek. Yani merkezileşen Taksim, Kadıköy,

Beşiktaş gibi ilçelerin dışındaki bölgelere de sanatsal faaliyetleri

ilçe belediyelerimizin de katkılarıyla yaymayı hedefliyoruz.

Dolayısıyla aslında 39 ilçenin her yerinde etkinlik

üretmek bizim için önemli. Diğer taraftan da sanatçılara

yeni alanlar açabilmek için çabalıyoruz. Yıl içerisinde başvuruları

değerlendiriyor, öncelikli olarak ortaya konan sanatın

hedef kitlesiyle buluşabilmesi için çalışıyoruz. Nitekim,

diğer taraftan da ihtiyacın ne olduğunu göz önünde

bulunduruyoruz. Mesela, çocukların sanat aracılığıyla kendi

zihin ve becerilerini geliştirebilecekleri etkinlikler planlıyoruz.

Değişik alanlarda bu etkinliklerle buluşabilmelerini

sağlıyoruz. Sanatçıların da projeleri oluyor tabii ki. Bize

çok sıklıkla kendi projeleriyle başvuran sanatçılar var. Hem

içerik hem de bütçesel olarak uygun görülenleri mutlaka

destekliyoruz. Dolayısıyla bizim belediye olarak fonksiyonumuz

sanat üretmek değil, hem sanatı üretenlere hem de

onun ulaşmak istediği kitleye alan sağlayabilmek. Sanat

ürettiğimiz iki kurumumuz var. Biri İBB Orkestralar Müdürlüğü,

bir diğeri ise İBB Şehir Tiyatroları… Şehir Tiyatroları,

belediyemizin sanıyorum en eski kurumlarından.

Sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin önemli sanat kurumlarından

biri. Dolayısıyla onu yaşatmak da İBB olarak bizim

en büyük sorumluluklarımız arasında.”

“İstanbul’da sanata daima ihtiyaç var”

İstanbul’da sanatsal faaliyetlere daima ihtiyaç olduğunu da

vurgulayan Figen Hanım; “Herkesin çok kolaylıkla gözlemleyeceği

üzere, İstanbul’da kültür sanata daima ihtiyaç var.

Çünkü sadece bizim etkinliklerimiz değil, İstanbul’da haya-

ta geçen her türlü etkinlik dolu neredeyse. İnsanlar için yaşama

tutunma meselesi çünkü sanat. İnsanlar arası kopan

iletişimin tamir edildiği yerler kültür sanat aktiviteleri. Herkesin

de buna ihtiyacı var. Dolayısıyla bizim bütün etkinliklerimiz,

en başta ücretsiz etkinlikler olduğu için büyük talep

görüyor. Aile bütçesine de katkı sunuyoruz böylelikle” dedi.

“Yeşil, adil ve yaratıcı İstanbul”

Son olarak, İstanbul’da restore edilen tarihi yapıların kültür

sanata kazandırılması konusunda da büyük bir misyon yüklenen

İBB çalışmalarını sorduğumuz Figen Ayhan Karakelle,

şu yanıtı verdi: “İstanbul o kadar büyük bir hazine ki, aslında

bugüne kadar bu alanlar şehrin bir parçası olamamış ve atıl

kalmış. Yapılar hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük

cazibe merkezleri esasında. Yeni restorasyonlarla buraların

sadece fotoğraf çekilecek alanlar değil, yaşayan kültür sanat

merkezleri olmaları yönünde bir vizyonu takip ediyoruz biz

de. Sayın Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun ‘Yeşil, adil ve

yaratıcı İstanbul’ sloganını hatırlatmak isterim. Biz birim

olarak yaratıcının yanı sıra adil olma hâlini de sahipleniyoruz.

Tabii yeşili de aynı şekilde, çünkü doğanın içerisinde de

çok fazla aktivite yapmayı kıymetli buluyoruz. Yaratıcılık ise

aslında şehrin kendi içinde hâlihazırda var. Biz sadece o yaratıcılığın

görünebileceği alanları oluşturabilmek için kültür

ve sanatın buluşabilme alanlarına yoğunlaşıyoruz.”

İBB Kültür Merkezleri

• İBB Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi

• İBB Başakşehir Kültür Merkezi

• İBB Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi

• İBB Güngören Erdem Bayazıt Kültür Merkezi

• İBB Esenler Prof. Dr. Adem Baştürk Kültür Merkezi

• İBB Yenibosna Dr. Enver Ören Kültür Merkezi

• İBB Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi

• İBB Tuzla İdris Güllüce Kültür Merkezi

• İBB Sancaktepe Eyüpsultan Kültür Merkezi

• İBB Sultanbeyli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Kültür Merkezi

• İBB Ümraniye Şehit Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk

Kültür Merkezi

• İBB Şile Kültür Merkezi

• İBB Arnavutköy Kültür Merkezi

29

KÜLTÜR SANAT

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


30

KAPAK

Yazar

Emel Altay

Heyecan verici, kafa karıştırıcı,

ufuk açıcı bir yolculuk:

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

YAPAY ZEKA VE

SANAT

Yapay zeka, her türlü maddi gereksinimin sanat üretimi üzerindeki otoritesini

kaldırma yönünde atılan özgürleştirici adımlardan biri…

Yapay zekanın sanat üretiminde bir araç mı olacağı yoksa bizzat sanatçının

koltuğuna mı oturacağı sorusu, sanatın geleceğini belirleyecek önemli

tartışmalardan biri olacak gibi görünüyor.


31

KAPAK

Yapay zekayı özetle, “insan zekasını taklit ederek

üretim yapan makinelere verilen genel ad” olarak

açıklayabiliriz. Sanat için özet ya da genel

bir tanım yapmak güç, dahası indirgemeci bir

çaba olur. Yapay zeka ve sanatın ortak kesişim kümesinde

insan zihni var elbette ama “nasıl ve ne kadar” olduğu tartışmaya

açık.

Androidler elektrikli koyun düşlerse

bu sanat mıdır?

Yazar Philip K. Dick’in 1969 tarihinde yayımlanan “Androidler

Elektrikli Koyun Düşler mi?” adlı bilimkurgu kitabı,

androidlerin de insanlar kadar var olduğu bir dünya fikriyle

hâlen düşündürmeye devam ediyor. Aslında bu sorunun

öncülünü bilgisayar biliminin kurucusu AlanTuring, 1943

yılında “Makineler düşünebilir mi?” diyerek ortaya atmıştı.

İnsan zihninin sonsuz ve

heyecanlı yolculuğu

2022 yılına geldiğimizde yapay zekaya dair en azından pratik

dünyada alınan yol hayli fazla. Artık makineler bizim

yapabileceğimiz neredeyse her şeyi -bazı alanlarda fazlasını-

yapabiliyor. Bilimde, teknolojide, mimaride, esasen tüm

endüstrileşmiş sistemlerde yapay zekanın kullanımı yaygın.

Ancak birkaç yıl öncesine kadar yapay zekanın sanat da

yapabileceği düşüncesi ortada yoktu. Bu olasılıkla birlikte

aslında Turing’in, Phlip K. Dick’in dünyasına geri dönmüş

olduk ve esas sorular yeniden öne çıktı: Makineler düşünebilirler

mi? Yaratıcı, özgün, felsefi derinliğe sahip olabilirler

mi? Yoksa tanımları gereği tek yapabildikleri insan zihnini

kopyalamaktan mı ibarettir? Öyleyse yapay zekanın yaptığı

“şey”e sanat diyebilir miyiz?

Yapay zeka sanat üretebilir mi?

“Yapay zeka sanat üretebilir mi?” sorusunu tartışmak hem

keyifli hem de zorlu. Keyifli, çünkü insan zihninin uçsuz

bucaksızlığını, engellenemezliğini, hayal dahi edilemezliğini

gösterip heyecanlandırıyor. Zorlu, çünkü insanı önce “Sanat

nedir? Sanatçı kimdir?” gibi kadim sorulara yeni cevaplar

bulmaya itiyor.

MİNİ SÖZLÜK

Yapay zeka (AI): İnsanlara ait düşünce sistemini taklit eden

makinelere verilen genel ad.

GAN (Generative Adversarial Network): Üretken Ters Ağ.

Bir parça meydana getirme gayesiyle birbirine karşıt çalışan iki

makine zekası.

GauGan: GAN teknolojisiyle geliştirilen yapay zeka yazılımı.

Gau kısaltması Gauguin’den geliyor.

Midjourney: Metinsel açıklamalardan görseller üreten yapay

zeka programı.

Dall-E 2: Kurucuları arasında Elon Musk’ın bulunduğu yapay

zeka araştırma laboratuvarı OpenAI tarafından geliştirilen,

metni görsele dönüştüren yapay zeka programı.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


32

KAPAK

Aypera

Yapay Zeka Küratörü Avind

Bager Akbay:

Sanattaki hiyerarşi zincirinin

kırılması hoşuma gidiyor

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Sanatçı, eğitmen ve tasarımcı Bager Akbay, Türkiye’deki

yapay zeka ve sanat ilişkisine dair projelerin

çoğunda imzası olan bir isim. Posta Gazetesi’nin

şiir köşesine şiirler yazan robot şair “Deniz

Yılmaz”, sergi küratörü yapay zeka “Avind” ve robot Instagram

influencerı “Aypera”, Bager Akbay’ın ya bizzat yarattığı

ya da önemli bir parçası olduğu işler... Akbay ile yapay zekanın

sanat ile olan ilişkisi üzerine konuştuk.

Yapay zekanın yaptığı

üretime “sanat”

diyebilmemiz için neleri

içermesi gerekiyor? İşin

sanatçının kattığı “duygu

ve düşünceler” kısmı için

ne düşünmeliyiz?

Sanatın demokratikleşmesi

ve herkesin sanat yapabilmesi

elbette güzel... Ancak

Bager Akbay (Fotoğraf: Verena Niepel)

asıl sormamız gereken soru; “Yapay zeka sanatçı olabilir

mi?” Sanat eseri kendi duygularımızın aktarımı olduğu için

bu yapay zeka için mümkün değil ama çıkan nesnenin sanat

eseri olması mümkün. Çünkü bu karar yapanın değil, izleyicinin

takdirine kalıyor. Sokakta gördüğümüz bir şeye bile bu

bir sanat eseri diyebiliyoruz. Bu durumda yapay zeka, sanat

eseri yapabilir oluyor. Yine de sanatı kutsallaştırmaya gerek

olduğunu düşünmüyorum, insan merkezcil bir yerden dışarı

çıkması hoşuma gidiyor. Bu sorunun kendisi çok keyifli...

Tanımı yerinden oynatan sorular olduğu için değerli.

Şu aralar sizi yapay zeka ve sanat ilişkisinde neler

heyecanlandırıyor?

Sanatla ilgilenmek isteyen kişilerin önüne “Sen yapamazsın.

Önce tekniğini öğren, tarihine vakıf ol” gibi engeller koyduk.

Bu bizi sanatı elitleştirmeye götürdü. Kavramsal sanat da aslında

sanatı basitleştirme derdindeydi. Yapay zeka, bu süreci

daha da ilginçleştiriyor. Sanattaki hiyerarşi zincirini kırdığı

için özellikle ilgimi çekiyor ve hoşuma gidiyor. Teknolojiye

bir beyaz atlı prens, bir büyücü edasıyla baktığınızda ondan

nefret de edebilirsiniz. Teknolojiye anlamlı bir araç, bir gelişme

olarak bakarsanız onu anlamlı kullanıyorsunuz.

Eğitimci, sanatçı, teknolojiden anlayan biri olarak ben de bu

süreci yaşıyorum ve her şeyi öğrenmek için yapıyorum. Ana

motivasyonum anlamak. Bilmediğim şeyler üretmekten

korkmuyorum. Eski sanatçı şöyle biriydi; çok iyi bir yeteneği

vardı ve onu gösteriyordu bize. Artık bunun etkisi azaldı,

değişti. Artık dünyayı anlama, görme, gösterme gibi amaçlar

değerli geliyor bana.

Şair Deniz Yılmaz, Türkiye’nin yapay zeka ve sanat

ilişkisindeki en popüler örneklerinden biri oldu. Ardından

başka ilkler geldi. Instagram influencerı Aypera çok

heyecan verici bir iş örneğin...

Sosyal medya, yapay zekaya çok daha fazla yakışıyor aslında.

Bana göre influencerın yapayı makbul. Influencer

olmak insan doğasına uymuyor, yapay bir hâl çünkü. Ben

doğalmış taklidi yapılmasına karşıyım. Gıdaya katkı maddesi

koyuyorsak fosforlu yapalım, doğalmış gibi göstermeye

çalışmayalım.

Haziran ayında gerçekleşen 2. İstanbul Dijital Sanat

Festivali’nin küratörü bir yapay zekaydı. Siz de bu

projenin yürütücülerinden biriydiniz. Yapay zeka

küratörü “Avind” ile çalışmak nasıldı?

Avind’in tasarımcılarındanım, dolayısıyla arka planına da

hâkimim projenin. Orada küratöryel süreci plana dökmek

var. Bazen yapay zeka o kadar iyi cevaplar veriyor ki, bunu

koyarsak inanmayacaklar. Ya çok zekice cevaplar veriyor

ya da politik. Avind de zaten küratöryel metin belirleyerek

başladı. En felsefi olan tarafı oydu, diğer kısımları teknik detaylardı.

Bizim için rahattı, küratör başımıza iş açmıyordu.

Biraz da zordu, çünkü iyi bir küratör işleri kolaylaştırır ama

Avind bunu yapamıyordu.


Spark Art Lab Human

33

Artandart Robot Droid Portrait

Spark Art Lab Ape Portrait

KAPAK

“ Yapay zekayı

sanat üretiminde kırılma

noktası olarak görüyorum”

Symmetrical High Fashion Mens Suit

Burak Dervişoğlu

İstanbul Topkapı Üniversitesi,

bir ilke imza atarak

müfredatına “Yapay Zeka

ile Sanat ve Tasarım” dersini

ekledi. Dersten sorumlu

akademisyen Burak Dervişoğlu,

aynı zamanda dijital sanatçı.

Dervişoğlu, “Dall-E 2” ve

“Midjourney” gibi yapay zeka

uygulamalarının sunduğu imkânlarla

öğrencilerinin hayallerini

görselleştirmelerine yardımcı

olacağını umduğunu söylüyor.

“Yapay Zeka ile Sanat ve Tasarım” dersinin içeriği

nelerden oluşuyor? Öğrencilerin derse ilgisi hakkında

neler söylersiniz?

“Yapay Zeka ile Sanat ve Tasarım” dersi, öğrencilere bilgisayar

teknolojileriyle paralel gelişen yapay zekanın tarihsel

gelişimini aktararak başlıyor. Yazılım ve donanım sistemlerinin

gelişmesinin makine öğrenmesine etkisi örneklerle

anlatılacak. Son yıllarda gelişmekte olan “Diffusion” gibi

yazılımların nasıl kelimelerle cümle oluşturduğuna değinilecek.

Teorik altyapının öğretilmesi sonrası kendi yaptığım

yapay zeka görselleriyle, görselleştirme için dikkat edilmesi

gereken cümle veya kalıp sözler göstereceğim. Sonrasında

dünya çapında yapılan görselleştirmeler ve referans cümleleri

incelenecek. “Midjourney” ve “Dall-E 2” uygulamaları

kullanarak görselleştirmelere başlanacak. Öğrencilerin de

sınavlarda belirli bir konuda görselleştirme yapmaları ve

bunları sunmaları beklenecek.

“Midjourney”, “Dall-E” gibi uygulamaların

sanata etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yapay zeka sanat yapabilir mi?

Yapay zekanın hemen hemen herkes tarafından kolaylıkla

kullanılabilmesi ve hayallerindeki “şeyleri” görselleştirmesine

araç olması, çok heyecan verici. Özellikle hayal gücü çok

geniş ve farklı olan öğrencilerimizin bazen teknik uygulamalar

ya da çizim gibi yetenek gerektiren tekniklerle istediğini

yapamamakta olduğunu görmekteyim. Öğrencilerin belirli

bir teknikte uzmanlaşmasını destekliyorum, fakat her şey

bir programı iyi kullanmak ya da çok iyi çizebilmek değil. Yapay

zeka belirli sınırları ortadan kaldırarak, öğrencilere hayal

gücüyle eşdeğer eserler yaratma imkânı sunduğundan,

sanatsal bakış açısını geliştirdiğini ve öğrencilerin de buna

ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim. Dijital bir sanatçı olarak

da yapay zekanın sanatta fikrin ve hayal gücünün aktarılma

yetisinin önemini gösterdiğini düşünüyorum.

Sanat her yeni gelişmeye açıktır ve her dönemde yeni tekniklerle

uygulanmaktadır. Sanatın yapay zeka ile hızlı ve

kolay oluşturulması, onun daha az değerli olduğunu göstermemektedir.

Sanatçının hayal gücünü ve fikirlerini gösterme

yöntemi bir tercihtir. Fotoğraf makineleri, bilgisayarlar,

programlar, doğa, boyalar veya yapay zeka sadece bir araçtır.

Yapay zekanın son günlerde yaygınlaşması, çok fazla görselleştirmenin

yapılmasına da neden olmuştur. Çok fazla

sanatsal çalışma yapılsa da sanatçı kendini ve yaptığı işini

anlatabildiği veya gösterebildiği kadar var olmaktadır. Yapay

zekanın basit cümlelerle bile görsel zenginliği olan imajlar

üretmesi bazı kesimlerce sanat olarak algılanmamasına

neden olsa da daha derin, görselleştirilmesi daha zor olan

yapay zeka sanatçıları ayrı değerlendirilmelidir.

Şu aralar sizi yapay zeka ve

sanat ilişkisinde neler

heyecanlandırıyor?

Akademisyen ve dijital sanatçı olarak

yeni gelişen bu teknolojiyi uygulamak

ve yakından takip etmek çok

heyecan verici; çünkü herhangi bir

konuda olduğu gibi her zaman öncüler

vardır ve bu alanda öncüler arasında

yer aldığımdan dolayı mutluyum.

Yapay zekayı sanat üretiminde

kırılma noktası olarak görüyorum.

Her yapay zeka uygulaması farklı bir

mantıkla çalışıyor. “Dall-E 2” ve “Midjourney”

uygulamalarını kullanarak

devam ediyorum, çünkü çok daha

hızlı ve benim için ulaşılabilir.

Artandart Avatar World Landscapes

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


34

Yapay zeka ve sanat ilişkisi üzerine

3 sanatçı, 3 soru

KAPAK

Yapay zeka teknolojilerini kullanarak sanat eseri üreten üç sanatçıya,

aynı üç soruyu yönelttik.

Yapay zeka ile “bildiğimiz anlamda” sanat eseri üretmek mümkün mü?

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

ELÇİN ARPAÇAY:

Sanatın sürekli olarak ilerleyen ve gelişen yapısının bir sonucu

olarak, üretim biçimlerimiz de teknoloji ile birlikte

çeşitleniyor. Ancak yapay zeka ile üretim pratiğinin henüz

bilinç olgusundan uzak olduğunu unutmamak gerek. Milyarlarca

parametreyle eğitilmiş, inanılmaz büyük veri setlerinden

beslenerek kendi kendine öğrenmeye devam eden

makinelerden söz ediyoruz. Bununla birlikte tüm gerçeklerin

epistemik (bilgisel) olarak nesnel gerçeklere indirgenebilmesi

mümkün mü tartışmak gerek. Yalnızca çok sayıda

nöron ve bunlarla ilişkili moleküllerin bir arada davranışından

ibaret olmadığımızdan, bilinci bir bütün olarak matematikselleştiremedik.

Nörofelsefede bilinci oluşturan öznel deneyimler, “qualia”

kavramıyla tanımlanıyor. Bu kavram, insan bilincinin tamamıyla

yapay zekaya aktarılabilmesinin önündeki bir engel.

Dış dünyaya dair duygularımızı öznel deneyimler sonucu

edindiğimizden, bu deneyimlerin bize nasıl hissettirdiği

biçimsel olarak programlanamadı. Hepimizin birtakım kavramlara

dair deneyimleri birbirinden farklı olduğundan,

bunları kelimelerle net bilgilere dönüştüremiyor ve genel

bir veri elde edemiyoruz. Matematikteki hash fonksiyonları

gibi. Bu sebeple yapay zeka, şimdilik insana özgü yaşam pratiğinden

ayrışan bambaşka bir evrenin kapılarını aralarken,

belirli bir veri ve komut almadıkça sanatçılar gibi spekülatif

eylemlerde bulunmayacak; özgür iradenin, benlik duygusunun,

kalp kırıklığının nasıl hissettirdiğini bilemeyecek.

Öte yandan, bugüne kadar öznel

duygu ve deneyimlerin bizde bıraktığı

izleri takip ederek sanat üretimi

yaparken, gelişen bu süreçte insana

özgü pratiklerin ötesini hesaplama

ve gözlemleme fırsatı bulduk.

Sanatçılar olarak, yapay zeka teknolojilerinin

sunduğu imkânlar ve

sonuçları ele alarak, değişen dünya

algısını sorguladığımız bir süreç yaşıyoruz.

Yeni sorgu ve ifade alanları

açan bu multi-disipliner iş birliğinin

tanımlamaları mutlaka ortaya

çıkacaktır. Bu tanımlamaları, geleneksel

sanat ve üretim biçimlerini

çoktan öğrenmiş olan yapay zeka

da yapabilir.

OZAN TÜRKKAN:

Bence sanat ve sanatçı kavramları,

sürekli yeniden şekillenerek evriliyor.

Özellikle de bu yaşadığımız dijital

donemde. Bazı yönleri ile olumsuzluklar

görünse de bir yandan da çok

heyecanlı tarafları ile geleceğe dönük

olumlu yansımaları olacaktır. Creative

Coding, Machine Learning, AI, VR

gibi sanat pratiklerinde kullandığımız

yeni araçlar, bu değişimin bir parçası.

Ben uzun süredir sürekli araştırmaya

dayalı yeni medya pratiklerinin içindeyim

ve her dönemde ortaya çıkan,

gelişmekte olan yeni araçlar bizi heyecanlandırır.

Bunları pratiklerimize

kattığımızda çok farklı imkânlar açılır

ve yeni formlar ortaya çıkar. Ancak

bunlar sanatçının hikâyesini en güçlü

anlatması için birer araçtır. En iyi ve

etkili şekilde kullanılan araçlar, sanatçıya

hikâyesini de en güçlü şekilde

anlatmasına yardımcı olur. O yüzden

bu araçlar ne kadar yenilikçi, heyecan

verici de olsalar bence en önemlisi

hikâyedir. Sanatçının anlatmak istediği

ya da paylaşmak istediği, duygu

ve fikirdir. Araçlar sürekli değişir ama

kalıcı olan işin altındaki fikir, text ve

hikâyedir benim için.

GİZEM RENKLİDAĞ:

Sanat ve sanatçı kavramları, kendi zamanlarında

hep değişti ve şimdiden

sonrasında da yeniden tanımlanacaktır,

tanımlanabilir. Fotoğraf makinesinin

icadından öncesindeki sanatçı ile

postmodernizmin sanatçıları aynı kişiler

değiller. Bir şişe çizebilme becerisi

ile şişeyi kendini ifade etmenin aracı

olarak, temsili olarak yerleştirmek

arasında da bir fark var. Yapay zeka ile

üretilen çıktılarda hem bilgisayar dilinin

hem de kullandığımız kelimelerin,

noktanın, virgülün yerleşimi ile yeni

bir izah dili arayarak, deneyerek, yanılarak

çeşitlendirdiğimiz ve istediğimiz

sonuca nasıl ulaşacağımızı öğrendiğimiz

bir zamanın içerisindeyiz.

Yapay zekayı resim yapma fikirlerini

çeşitlendirmek, sanat etkinliğini geliştirmek

için de kullanabiliriz. Sanat

üretmek ile bir tasarım dili aktarmanın

arasındaki farkları da düşünmemiz gerekiyor.

Kendi bilincimizi, hafızamızın

imgelerini, tetiklenmelerimizi, duygu

durumlarımızı iletebildiğimiz ve sezgisel

olarak ortaya koyacağımız esere

yaklaşabildiğimiz, kendimizi bu yolla

ifade edebildiğimiz sonuçlar ortaya

koyabilirsek, bu yolla da sanat eseri

üretebiliriz diye düşünebilirim.


Çok konuşulan “Midjourney”, “Dall-E” gibi uygulamalardan çıkan

üretimler size neler düşündürüyor?

35

KAPAK

ELÇİN ARPAÇAY:

Dijital teknolojiler ile evrilen toplum yapısına paralel bir

şekilde sanat ve sanatçı olguları da evrimleşiyor. Kendi

pratiğimden örnek vermem gerekirse, şu sıralar blockchain

tabanlı bir üretken (generative) sanat projesi üzerine çalışıyorum.

Algoritmalar, bu sanatın temelini oluşturuyor.

Proje için yarattığım yüzlerce çizimi katmanlara ayırıyorum

ve tasarım değişkenlerinin nasıl kombinleneceğine dair bir

dizi kural seti belirliyorum. Yazılım yoluyla bu kural seti,

bilgisayarlarla iletişim dilimiz olan kodlara çevriliyor ve

otonom bir sistem, ortaya çizimlerimle yaratılmış benzersiz

illüstrasyonlar çıkarıyor. Sonuç, makine-sanatçı iş birliğinin

ürünü oluyor.

“Dall-E” ve “Midjourney”, Generative Adversarial Network

(GAN) adlı makine öğrenme yöntemini kullanan, doğal

dilde ifade edilebilen kavramların metinleri üzerine veri

setindeki görüntülerden faydalanarak, metinlere dair yeni

görseller üretebilen birer sinir ağı. Siz bir “prompt” yazdığınızda,

yapay zeka internetteki metin-görüntü çiftlerine bakarak,

metin ile onu tanımlayan görseller arasında bağlantı

kuruyor. “Difüzyon” adı verilen bir teknikle x noktasında bir

desen oluşturup, görselin belli özelliklerini etrafında yavaş

yavaş tanımlayıp, bunu bir resme dönüştürüyor.

Üretilen görüntülerin sanat eseri olarak ele alınıp alınmayacağını

zaman gösterir. Çizilen her resim sanat eseri olarak

değerlendirilmediği gibi, yapay zekayla üretilen milyarlarca

görselin içinden de ifade ettiği anlama veya estetiğe bağlı

olarak sanat eseri kabul edilenler çıkabilir. Bu uygulamalarda

ortaya çıkarmak istediğiniz görseli betimlerken doğru

kelimeleri seçmeniz, net ve anlaşılır olmanız, sanat terminolojisine

hâkim olmanız gibi sonucu etkileyen parametreler

mevcut. Öte yandan, girilen her veri ile yapay zeka da

kendisini geliştiriyor. Muhtemelen şu anki örnekler, kısa

süre sonra ilkel kalacak.

OZAN TÜRKKAN:

Her dönemde (internetin ilk yıllarındaki gibi) yeniliklerin

ardından bir cacophony ortaya çıkar. Bunu birçok defa deneyimledik.

Bu yeniliklerden ortaya çıkan yeni araçlar, bir

tüketim çılgınlığı içinde kullanılır. Ancak zamanla doğru ve

etkili kullanılmaya başlandığında, kendi estetiği oturmaya

başlar. Ortaya o araçların etkili kullanımı ve diğer bazı araçlarla

doğru şekilde, hatta şaşırtıcı şekilde birleştirilmesiyle

bu kirlilikten sıyrılmış, kendi dillini oluşturmuş güçlü işler

çıkmaya başlar. Bu da zamanla pratiklerin olgunlaşması ile

olur. O yüzden bu soruların en iyi cevabı zamanla görülecektir.

Ortaya çok şaşırtıcı ve keyifli sonuçların da çıkacağını

hep birlikte göreceğimizi düşünüyorum.

GİZEM RENKLİDAĞ:

Bu algoritmaların sanatçıyı aradan çıkardığını düşünmüyorum.

Algoritmayı neyle beslerseniz, ortaya çıkan sonuç bu

eksende oluşuyor. Biz şu anda bu algoritmalar ile iletişim

kurmayı öğreniyoruz. Bir yandan az önce belirttiğim dil

meselesi, bir yandan da teknik var. Duygu durumunuzu

kelimeler ve referans atmosferik görsellerle tanımlayabildiğiniz

ölçüde, çıktıda kendinize ait ifadeler oluşturabilirsiniz.

Algoritma, insandan bağımsız bir şey değil. Nasıl ki sanat

tarihi ‘dünyadışı’, havada asılı duran bir bulut değilse, yapay

zeka da değil. Sanat tarihine bir insanın hikâyesi gibi baksak,

günümüzde geldiğimiz noktadaki yazılım ve bu yazılımların

içinde üreyen görselleri ve variyeteleri de o insanın

yolculuğunun bugününün çıktısı olarak anlamlandırabiliriz.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


36

Yapay zeka ve sanat ilişkisinde sizi neler heyecanlandırıyor,

neler sorun potansiyeli taşıyor?

KAPAK

ELÇİN ARPAÇAY:

Yakın gelecekte potansiyel sorun olarak gördüğüm konuların

en büyüğü, gelişmelerin yaratacağı fırsat eşitsizliği. Yapay

zeka, devletler arasında da yeni bir küresel rekabet alanı.

Teknolojik üstünlüğe sahip olanlar, toplumsal normları yeniden

şekillendirecek. Bu teknolojilerin meydana getireceği

sosyal değişikliklerin yönetiminde proaktif adımlar atacak

gelişmiş ülkelerle diğerleri arasında ekonomik ve kültürel anlamda

büyük uçurumlar açılacak. Bunun yanı sıra teknoloji

şirketlerinin de güç ve kontrol uğruna, aslında ihtiyacımız

olmayan teknolojileri ilericilik sosuna bulayarak bizlere ürün

olarak sunma potansiyeli var. Veri gizliliği ve fikri mülkiyet

haklarıyla ilgili de pek çok etik ikilem mevcut. Hayatlarımızda

meydana gelecek değişikliklerin ne kadarını bu teknolojileri

topluma sağlayanlar kontrol edecek, göreceğiz.

OZAN TÜRKKAN:

Bence olabilecek en büyük sorun, yapay

zekanın (ya da başka teknolojik gelişmelerin

ortaya çıkardığı teknik/araçların)

işin merkezine oturtulması ve arkasındaki

duygunun, fikrin, yaratıcısı ile deneyimleyici

arasında kurmaya çalıştığı (soul

to soul) köprünün arka plana atılması,

önemsizleştirilmesi olur. Ayrıca bir sanatçının

da birikimi, fikirleri yerine sadece bir teknikle anılması

da onun için bence çok büyük sorun olacaktır. Bu iş birliğinin

çok heyecan verici bir yere gideceğini düşünüyorum.

Fakat dilin, estetiğin oturması için bu birlikteliğin olgunlaşması

gerekir ve bu da zaman alan bir şey.

Bir diğer sorun ise cinsiyet eşitsizliği. Yapay zeka, internetten

gelen veriler ile kendini eğitiyor. Günümüzde sosyal

rollerin kalıplaşmış yargılar ile örülü olduğu bir internet

ortamı bulunduğundan, veriler de cinsiyetçi ve ayrımcı bir

yapıya sahip. Tasarım, donanım ve yazılım sektörlerindeki

erkek egemen yapı, kullanılan algoritmalarda cinsiyet yanlılığının

sürmesinde bir etken. Konunun ilk örneklerinden

Alex, Siri, Cortana, kadın sesleri ve itaatkâr kişilikleri ile

hayatımıza girdi. Sorunların görünürlüğü arttıkça verinin

ölçülmesine dair çalışmalar yapılıyor, ancak kadınlara teknoloji

alanında önyargılı yaratımlara bizzat müdahalede

bulunacağı çok daha fazla alan açılması gerek.

Tarihte bilgisayar tarafından işlenmek üzere yazılan ilk algoritmayı,

bilgisayarların fiziksel olarak ortaya çıkmasından

100 yıl önce tamamen zihninden yazıp, analitik bir makinenin

hesaplama yapmanın ötesinde müzik, sanat gibi “şiirsel

bilim” üretebilme potansiyelini gören ve düşünebilen bir

makine kavramını ilk kez ortaya koyan Ada Lovelace; kadınların

bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında

neler başarabileceğine dair müthiş bir örnek.

GİZEM RENKLİDAĞ:

Hayal gücünün ve düşünsel aktivitelerin görselleştirilmesi,

bana göre daha da çeşitlenecek yeni görsel dillerin oluşacağının

habercisi. Bir yandan şimdilik birbirine aslında çok benzeyen

sonuçlar ortaya çıksa da diğer tarafta görsel dünyaların

kelimeler ve veri tabanlarıyla çeşitleniyor olması, stillerin

daha çok konuşulması, bu programları kullanan insanların,

büyüyen ortak havuzlarından esinlenerek kendilerini geliştirmesi

heyecan verici. İlkokuldaki ben ile birçok eser, stil, bakış

açısı, sanat eseri görmüş, üzerine düşünmüş, faklı tekniklerle

egzersiz yapmış ben arasında nasıl bir fark varsa, bu görsel

dünyalarda yeni dolaşmaya başlamış kullanıcı ile kelimelerinden

üreyen görselleri ileriye taşımak için kendini geliştiren

kullanıcı arasında da bir fark oluşacak. Çeşitlilik bana hep büyüleyici

gelmiştir. Şimdi de onu farklı mecralarda, ortak veri

tabanları üzerinden izlediğimiz bir çağı yaşıyoruz.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Resimlerimin dijital sanatçılar tarafından çeşitli dijital tekniklerle

dönüştürülerek resimlerime yansıtıldığı “Techné” sergisinde

yapay zeka ile üretilmiş işler vardı. (Bir ek bilgi; Techne

sergisinde machine learning kullanan sanatçılardan biri de

Ozan Türkkan’dı.) “FISPIS” tekniğimi çeşitlendirmek için

teknolojinin olanaklarını da düşünerek hareket ediyorum.

“FISPIS” ile gerçekleştirdiğim performansta da yine algoritmaların

olanaklarını kullanarak bir kurgu oluşturuyoruz ama

benim sanat pratiğimde yapay zekanın bir yeri yok şu an için.


Hukuk dünyası yapay zeka

davalarına hazır değil

37

Gün + Partners Avukatlık Bürosu’ndan Mutlu Yıldırım

Köse ve Havva Yıldız, yapay zeka ve sanat

ilişkisini hukuki açıdan ele aldı. Köse ve Yıldız,

yapay zekayla üretilmiş sanat eserlerine yönelik

henüz yasal bir düzenleme olmadığına vurgu yapıyor.

Yapay zeka ile üretilen eserlerde hukuki açıdan tartışılan

başlıklar neler?

Yapay zekanın yaratıcılık ve zeka ürünü olarak kabul edilen

yaratımları meydana getirebilir olmasıyla birlikte bu yaratımların

nasıl korunacağı ve hak sahibinin nasıl belirleneceği,

hak ihlalleri gerçekleşmesi hâlinde sorumluluğun nasıl

düzenleneceği hususlarının sıkça tartışılmaya başlandığını

görüyoruz. Bu sorulara cevap olabilecek yasal bir düzenleme

henüz ülkemizde veya dünya genelinde mevcut değil.

Telif hakkı sahipliği açısından sizlerin de değindiği gibi,

mevcut düzenleme olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri

Kanunu’na (FSEK) göre korumadan söz edebilmek için eserin

sahibinin hususiyetini taşıması ve kanunda belirtilen

eser türlerinden birine dahil olması gerektiği belirtilmektedir,

yani eser sahibi olabilmek için gerçek kişi olmak aranmaktadır.

Yapay zekanın telif hakkı sahibi olması mevcut düzenlemeler

kapsamında mümkün gözükmemekle birlikte ortaya

çıkardığı ürünün “eser” olarak tanımlanabileceği hususu

dahi tartışmalıdır. Bize göre yapay zeka ile meydana getirilen

eserler açısından her hâlükarda bir tür korumanın

sağlanması, teknolojinin gelişimi ve alana yatırımın desteklenmesi

açısından yararlı olacaktır. Nitekim doktrinde

yapay zekanın yaratıcısının, sahibinin, kullanıcısının, yapay

zekanın kendisinin ya da kamunun eser sahipliği hususları

tartışılmaktadır. Kanaatimizce eserin meydana getiriliş

şekline göre, sürece katkısı olan aktörlerin katkısı/emeği

kapsam dışı bırakılmadan adilane bir çözümün bulunması

düşünülebilir.

Yapay zekanın telif hakkı ihlali yapması durumunda nasıl

bir prosedür işleneceği belli mi?

Bu sorunun da henüz net bir cevabı bulunmamakla birlikte

tartışılan farklı çözüm önerileri bulunmaktadır. Yapay zekanın

sahibinin, yapay zekayı yazan, geliştiren, donanıma

ekleyen kişilerin ortaya çıkan ürün üzerinde hakka sahip

olması ve eylemlerinden de sorumlu tutulmaları tartışmalar

arasındadır. Yapay zekalara elektronik kişilik atfedilmesi

ve sicile kayıtlarının gerçekleştirilmesi, her biri için bir sermaye

belirlenerek meydana getirdiği zararların tazmininde

Havva Yıldız

bu sermayeye başvurulması şeklindeki görüş ise oldukça

yenilikçi bir diğer görüştür. Mevcut yasalarda bu hususta

herhangi bir düzenleme olmadığı için yapay zeka vasıtasıyla

hakkı ihlal edilenlerin muhatap olarak belirleyebildikleri,

örneğin yapay zekanın sahibi, işleteni gibi mevcut tüm

aktörlere karşı taleplerini yönelterek ihlali durdurmaya ve

zararlarını tazmin etmeye çalışmaları tavsiye edilebilir.

Hukuk dünyası yapay zeka ve sanat ilişkisinden

doğabilecek davalara ne kadar hazır? Konuya dair

emsal dava var mı?

Bu türden davalara yasal düzenlemeler bakımından henüz

pek de hazır olmadığımızı söylemek gerek. Nitekim ayrı

yasal düzenlemeler olmadığından, mahkemeler mevcut

yasaların yorumu yoluyla ilerlemekteler. Henüz tartışmalı

hususları aydınlatmaya yetecek nitelikte emsal kararlar

oluşturulduğunu söyleyemeyiz, ancak patent korumasına

ilişkin olsa da konuya yaklaşımı açısından fikir verebileceğinden

Avustralya Federal Mahkemesi’nin “DABUS” kararından

bahsetmek isteriz.

Yapay zeka teknolojileri alanında çalışmalar yapan bir şirketin

kurucusu ve yöneticisi Stephen Thaler, kendiliğinden

yeni fikirler üretmesine imkân sağlayan bir nöral yapı kullanan

“DABUS” isimli yapay zeka sisteminin gerçekleştirmiş

olduğu buluşlar için patent başvurusunda bulunmuş, ancak

ilgili başvuruları patent ofisince reddedilmiştir. Mahkeme

ise ilgili ret kararını yeniden değerlendirmiş ve yapay zekanın

da buluş meydana getirebileceğini, buluşçu sayılması

için herhangi bir engel olmadığını, ancak hakları kullanabilecek

ve yükümlülükleri yerine getirebilecek bir hukuki

kişiliği bulunmadığını belirterek, buluş sahibi olamayacağı

sonucuna varmıştır.

Benzer şekilde, Stephen Thaler’in “Yaratıcılık Makinesi”

adını verdiği algoritmanın otonom bir şekilde meydana

getirdiğini belirttiği tablo için, kendisinin makinenin maliki

olmak suretiyle tescil başvurusu gerçekleştirdiği olayda

ise Amerika Birleşik Devletleri Telif Hakları Ofisi Yeniden

İnceleme Kurulu, böylesi bir telif hakkı iddiası için aranan

“gerçek kişi eser sahipliği” gerekliliğinin sağlanmadığını, yasanın

ancak “insan zihninin yaratıcı gücünde bulunan fikri

emeğin meyvesini” koruduğunu belirterek başvuruyu reddetmiştir.

Görüleceği üzere mevcut durumda, telif hukuku

açısından aranan “gerçek kişi” koşulu sebebiyle, yapay zeka

tarafından meydana getirilen yaratımların telif korumasından

yararlandırılması mümkün gözükmemektedir.

Mutlu Yıldırım Köse

KAPAK

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


38

MUSEUM

Masterpieces with unique symbols:

Tradition of carpet

weaving

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Tradition of carpet weaving has been a big part

of the social and cultural life of Azerbaijanis

for ages. The earliest examples of Azerbaijani

carpets go back in time to at least the Bronze

Age. Earlier carpets tend to have a more simple form, by

time evolving into masterpieces with unique symbols and

sophisticated techniques. Traditionally, a more classical weaving

developed into using lamb’s wool and silk. With the

development in dyeing and spinning, carpet-makers gained

a gift of freedom in the exploration of new techniques.

Diving deeper in the process of production, carpet-makers

were inspired to create symbols and patterns by history,

folklore, spirituality and nature. And just like that, carpets

reflect the formation of the history of the whole country.

In Azerbaijan, carpets are classified based on their belonging

to one of the “schools” of carpet-weaving: Baku-Absheron,

Guba and Shirvan, Ganja and Gazakh, Karabakh. These

schools differ from each other based on the materials,

weaving methods, pattern and colors used. The uniqueness

of each carpet can be noticed by a well-trained eye of the

experts as even a small detail can tell them a story of the

specific region, city or even a village. Among diverse Azerbaijani

carpets, flat-woven and pile are the most popular.

The largest collection of Azerbaijani carpets

The big collection of Azerbaijani carpets can be observed at

the Carpet Museum in Baku. The museum in the shape of

rolled-up carpet, designed by Austrian architect Franz Janz

has the largest collection of Azerbaijani carpets - 6000. The

carpets here date back to the 17th-20th centuries and tell

us unique stories of those times. The museum is open from

Tuesday to Fridays and tickets can be purchased at the museum’s

ticket office.

Unique touch to the traditional

Azerbaijani carpets

An example of contemporary outlook on the carpets can be

seen at the Heydar Aliyev Centre. Those are the creations

of a Baku based contemporary artist who brings his unique

touch to the traditional Azerbaijani carpets. Just like our

ancestors, he continues their idea and legacy by adding accurate

social and cultural themes into the creation of carpets.

In his own way, the artist intertwines the contemporary

conceptual imagery with the traditional hand-woven

carpets. Faig Ahmed’s imagination and unique style brought

him international recognition and he was short-listed

for the Jameel Art Prize 3 at the Victoria & Albert Museum

in London back in 2013.


Since I was a kid, I was extremely curious. I wanted to know

what I was doing here on this planet and what is life. On the

age of 9-12, I experienced very strange spiritual experiences,

after that I never stopped looking for answers of what is

this all about.

39

I decided to explore my work on different techniques, like

embroidery, stencil, serigraphy, linocut, up cycling and

more. I love the way it makes me feel when I try something

new, it’s like I’m exploring a new world again. I see my art

has minimal, elegant, spiritual with many heart and soul on

every creation. Every drawing starts with the eyes, because

it’s on the eyes that you see the trued.

INTERVIEW

Yazar

Pınar Baltacı

A visual artist from a

little village;

SARA GSILVA

The foreign guest of this issue of our Istanbul Art

Magazine is Portuguese artist Sara Gsilva. The

artist shared details about her art.

Hi Sara... Can you introduce yourself to us?

How long has art been in your life?

Hi, I’m Sara Graça Silva, known as Sara Gsilva. I’m a visual

artist from a little village next to Leiria, Portugal. Art has

always been a part of my life. I draw since I remember. I

love the freedom that I can find by making art. I feel that

I’m a very lucky person, art was always present on my life

in different ways.

I grew up on a different house. My mother is a dressmaker,

making clothes for me and my brothers since I remember,

and my father is a carpenter and a yoga professor, building

our house on wood with beautiful details and furniture. In

school, I stopped drawing after hearing many times that

was really hard dream of mine to become a artist. After finishing

my studies in 2016 on Fashion Design on Covilhã,

Portugal, I came back to myself again. Starting by some digital

sketches to now having my own brand, creating art on

many different ways and techniques…

How would you see your artworks? Also, your drawing

techniques, materials, choices, etc...

I see them as a part of my search to the unconscious world.

I create everything from my intuition. I don’t think what I

will draw, I just feel what my emotions are telling me to do.

You describe yourself as a ‘natural illustrator’.

What does it mean, can you explain?

It means that I create my work respecting nature and the

environment. I grew up with my parents planting the vegetables

for us to eat, so I became really grounded to what

nature was and how powerful and beautiful it is. On my

journey to became a artist, I always chosen very well my

materials that I worked with, using collages and natural

inks as options. Now I been creating up cycling pieces to

give a second chance to every clothe that exist and needs

to be loved.

Now, let’s talk fashion. How would you describe

your style in this field?

I see myself as classic person inspired by the 20’s, I love

how that time makes me feel. It was when being chic and

elegant was all about, with a simple touch on the looks. On

my wardrobe, I chose to be the most eco-friendly possible,

using many vintage pieces and other handmade by me and

my mother. I love everything that has history, it feels like

I’m wearing something precious.

Finally, let’s talk about Istanbul. What do you know

about this city? Do you follow the artistic

developments in Istanbul?

I never been to Istanbul, but it’s one of my dreamy places

to go to. I heard many incredible things from that city. I

have some friends that were already there and they loved

it. I know it has cats everywhere. I’m a cat person, so for

me that’s lovely! I know also that it is really sunny, that you

have great kebabs and the people are friendly. Unfortunately,

I don’t know much about the developments of art on

Istanbul, but when I can, I will visit it and check it for sure.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


Yazar

Pınar Baltacı

40

TASARIM

Devrim Erbil Müzesi,

başarılı mimar

Alper Aytaç’a emanet

Önemli ve kendine has tasarımlara imza atarak,

ulusal ve uluslararası çok sayıda ödüle layık

görülen Mimar Alper Aytaç, bugünlerde usta

sanatçı Devrim Erbil’in Bodrum’da kurmaya

hazırlandığı Devrim Erbil Müzesi’ni tasarlıyor. Erbil’in sanatından

yola çıkarak ortaya eşsiz bir tasarım çıkaran Aytaç

ile hem müzenin detaylarını hem de İstanbul’un kamusal

alanına kazandırılmak üzere tasarladığı, ancak hayata geçiremediği

projelerini konuştuk.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

İstanbul’a yakışır bir kütüphane projesi

Aldığı birçok uluslararası mimarlık ödülünün yanı sıra 2012

yılında Peter Eisenman ile birlikte katıldığı “Yenikapı Arkeoloji

Müzesi ve Arkeoparkı” uluslararası yarışma projesini

kazanıp, uygulama projelerini tamamladıktan sonra Venedik

Bienali’nde sergileyen Mimar Alper Aytaç’ın bugünlerde

gündeminde İstanbullu öğrencilerin büyük bir ihtiyacını

karşılayacak “Haliç Kütüphane” projesi var. Pandemi sürecinin

öncesinde projeyi büyük bir titizlikle hazırlayan Aytaç,

Tarihi Yarımada’nın karşısında ve İstanbul’un yedi tepesine

hâkim olan bu projeyi şu sözlerle anlattı:

“Proje, Haliç’in iki yakasındaki şehrin simgelerini birbirine

bağlayan bir araç olmayı hedefliyor. Tüm enerjiyi kendisine

akıtmak yerine enerjiyi şehre yaymayı da… Kütüphane, neredeyse

bağlamın şekillendirdiği yüzen bir Türk halısı gibi

tasarlandı. Yedi tepenin Galata Kulesi’ne bakan eksenelliği,

çatı manzarasını oluşturdu. Net görsel teması olan üç be-


41

lirgin tepe, tüm kütüphane ve öğrenim merkezi işlevlerini

barındıran çatı manzarasını yarattı. Daha uzak ve daha az

görsel teması olan tepelerin geri kalanı, iç ve dış arasında bir

ara kamusal alan görevi gören, neredeyse bir kaide gibi işleyen

peyzaj ile yapının yumuşak bir geçiş yapmasına yardımcı

oldu. Bu proje, hem öğrencilerin çalışma alan ihtiyacını giderecek

hem de İstanbul’a kazandırılacak modern bir yapı olacak.

Konuya dair İBB yetkilileri ile görüşmelerimiz sürüyor.”

Bodrum ve Devrim Erbil Müzesi

Devrim Erbil’in Bodrum’da hayata geçecek Devrim Erbil

Müzesi’ne dair büyük bir titizlikle çalıştığının da altını çizen

Mimar Alper Aytaç; “Devrim Erbil Müzesi’ne yakında başlayacağız.

Proje tamamlandı, sadece bazı izinlerin alınmasını

beliyoruz. Teklif bana Devrim Hoca’dan geldi. Ben de tabii

ki projede yer almayı çok istedim. Bazı projeleri ikinci defa

düşünmüyor, hemen kabul ediyorsunuz. Bu da her ne kadar

beni tedirgin etse de hayır diyemeyeceğim bir projeydi. Devrim

Hoca, müzeyi Bodrum’daki kendi arazisi üzerine yapmak

istedi. Bodrum zaten son yıllarda sadece denizi, güneşi

ve gece hayatıyla değil, kültürel faaliyetleriyle de adından

söz ettiren bir bölge hâline gelmişti. Tabii bana kalırsa bu

duruma Devrim Hoca’nın orada yaşama gerçeği bile büyük

katkı sunuyor. Böylelikle başlamış olduk. Biz projeyi şu an

konsept olarak hazırladık, ancak henüz uygulama aşamasına

geçmedi. Gerekli izinleri aldığımız zaman uygulama projelerini

çizmeye başlayacağız. Bodrum Belediye Başkanı ve ilgili

bakanlığın da desteklediği bir proje bu… Arazi, Bodrum Ortakent’te.

Bu bölge gerçekten de tam ortada. Bodrum Yarımadası’nda,

Bodrum Merkez ve Turgut Reis diye iki merkez

var. Devrim Hoca’nın arazisi, bu ikisinin tam ortasında” dedi

ve tasarım fikrinin ortaya çıkış sürecine şu sözlerle değindi:

Resimlerden yola çıkarak ortaya çıkan tasarım

“Ben tasarım yaparken ilgili bölgenin geçmişini de göz önünde

bulunduruyorum. Devrim Erbil’in Bodrum’daki arazisi,

bir portakal bahçesi. Burada iki önemli gerçeklik var; birincisi

arazinin geçmişi, diğeri ise Devrim Hoca’nın gerçekliği…

Hâl böyle olunca da uzun süre kapandım ve önce Devrim

Hoca’nın resimlerini incelemeye başladım. Ortada bir gerçek

arazi vardı, bir de mental… Mental arazi, Devrim Hoca’nın

kendisi. İlk olarak Devrim Hoca’nın resimlerini kendimce

kategorileştirdim ve ortaya dört farklı kategori çıktı. Bunu

sadece bakarak, izleyerek ve okuyarak yaptım, daha doğrusu

anlamaya çalıştım. Böylelikle; ağaç, şehir, ritmik titreşimler

ve ikili bakışlar olmak üzere dört kategori çıktı ortaya.

Devrim Hoca’nın resimleri genel olarak yaşamayı çağrıştırıyor.

Statik hiçbir şey yok, ölüm de dâhil. Bana kalırsa

her eserinde canlılık, yaşamak ve hareket var. Yani tam

bana göre… Özellikle ikilemlerden bahsetmek istiyorum.

Örneğin; Devrim Erbil, Süleymaniye’nin kubbesini çizerken

üstüne farklı bir perspektif de işlemiş. Yani resimde

normalde aynı anda göremeyeceğimiz iki farklı perspektif

oluşmuş. Hem planı hem de kubbeyi görebiliyoruz. Plan ve

perspektif, insan gözünün göremeyeceği şekilde aynı anda

görülüyor. İşte ben de tam olarak resimdeki bu teknikten

yola çıkarak, her ikisini de göstermeye çalıştım. Bu yapıda

kubbe tavanın kendisi ve aynı anda tepede dolaşan insanlarla

birlikte planı da görüyorsunuz. Hoca, resim tekniğini

kullanarak her ikisini bir arada gösteriyor; ben ise mesleğimin

verdiği üç boyutluluk avantajını kullanarak, ikisini aynı

anda gösterebilme imkânı buluyorum.”

Tavan, hocanın sanatının

bir parçası hâline gelecek

Yine resimlerin tekniğinden yola çıkarak, yapı mimarisinde

parçalardan bir bütün oluşturduğunu ifade eden başarılı

mimar, şu bilgileri verdi: “Hem parçalı bir tasarım yapmam

gerektiğini düşündüm hem de orta kent olmasıyla ilişkili bir

şeyler… Tabii bir taraftan da Bodrum kent yapısının bir parçası

olmalıydı. Tüm bunların sonucunda maketinin de hazır

olduğu bu tasarım çıktı ortaya. Mekânlar tek tek, ancak

birbiriyle bağlantılı ayrı ayrı yapılar. Parçaların oluşturduğu

bir bütün…

Bunun yanında biraz önce belirttiğim gibi ağaç teması da hocanın

resimlerindeki imgelerden. Resimlerde gövdeli bir aks

üzerinde ağaç budaklanır. Bu doğrultuda yapıların tam ortasından

bir aks çıkardık. Tıpkı ağaç aksı gibi… Girişten başlayıp,

hocanın evinin bulunduğu alana gidiyor. Tabi kenarlarında

müzeye ait yapılar var. Tıpkı ağaç dalları gibi... Ağacın

kökü girişten mi çıkıyor yoksa hocanın evinden mi diye sorarsanız,

onun cevabını ben veremem tabii. Yapılar ise ağaç

gövdeleri gibi kolonlar üzerinde oluşuyor. Sanki ağaçların

devamıymış gibi. Bir de bahçe kısmında tavan yapısı da binanın

ana cephesi, yani ters-düz olayı var. Binanın cephesi, esasında

tavanı... Tavanı da Devrim Hoca ile birlikte yapacağız.

Mozaiklerden oluşacak ve Devrim Hoca’nın sanatı olacak.

Herhangi bir ağaçlı bahçeye girdiğinizde nasıl ki kafanızı kaldırdığınızda

ağaç dallarını görüyorsanız, burada da ağaçların

görevini bu tavan görecek. Bu sizi hem güneşten koruyacak

hem de tavan,hocanın sanatının bir parçası hâline gelecek.”

TASARIM

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


Yazar

Pınar Baltacı

42

RÖPORTAJ

Atık malzemeleri dönüştüren sanatçı Deniz Sağdıç:

Gelecek nesiller ve

gezegenimiz için önemli

“Toplum olarak, insan olmanın esasında ‘bu kubbede hoş bir seda’ bırakmaktan

ibaret olduğunu her zaman hatırlamamızı temenni ederim. Benim yapmaya

çalıştığımın tüm özeti de bu aslında.”

derecemin getirdiği akademik yönlendirmelere rağmen ülkenin

sanat başkentine, İstanbul’a gelerek sanat çalışmalarıma

başladım. O günden sonraki süreçte birçok ulusal ve

uluslararası projede yer aldım.

Geri dönüşüm malzemelerinden inanılmaz eserler

koyuyorsunuz ortaya. Bu eserlerin ilk ortaya çıkma

hikâyesini dinleyebilir miyiz?

2010’lu yıllarda başladığım “Ready-ReMade” isimli bir

projede amacım, güncel sanatın unsurlarını klasik sanatın

malzeme ve biçimleriyle bir araya getirmekti. Bu projede,

günlük hayatta belli bir işleve yönelik olarak üretilerek kullanılmış

hazır, buluntu (ready-made) nesneleri çeşitli müdahale

ve düzenlemelerle sanat eseri hâline getiriyordum. Bir

gün kullanılmış denim pantolonları bu yaklaşımla kesip, biçip,

yeniden düzenlerken denimin bir malzeme olarak neredeyse

sınırsız olan imkânlarının yanında taşıdığı kavramsal

anlamları da keşfettim. 2010’lu yılların başında özellikle ülkemiz

sanat çevrelerinde “kavramsal sanat” tartışmaları zirvedeydi.

Dönemin “sanat otoritesi” olarak görülen kurum

ve kişiler ile son derece popüler olmuş bienallerin etkisiyle

“sanatın tek ve mutlak yolu kavramsal sanattır” gibi bir algı

oluşmaya başlamıştı. Ben de kavramsal sanatın bir teknik

olduğunu, öteden beri tekniği ne olursa olsun kavram olma-

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Sanatçı Deniz Sağdıç, eserlerinde kullandığı objelerle

atık malzemeyi geri dönüşüm ve ileri dönüşüm

prensibiyle kullanıyor. Sanatının gelecek nesiller

ve gezegenimiz için önemli olduğunun altını

çizen sanatçı ile eserlerinin hem teknik detaylarını hem de

ilgili sanat akımının gelişimini konuştuk.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Sanatla tanışma

yıllarınız ne zamana dayanıyor?

Cam tasarımı konusunda ustalaşmış bir ailenin çocuğu

olarak Mersin’de dünyaya geldim. Babamın cam atölyesinde

ilk vitray çalışmalarımı yaptığımda henüz okula bile

başlamamıştım. Büyüdüğümde sanata yönelik bir bölümde

okumam, bu bakımdan kimseyi şaşırtmamıştır. Resim

bölümünde eğitim aldığım Güzel Sanatlar Fakültesi’nden

fakülte birincisi olarak mezun oldum. Mersin’de daha üniversite

öğrencisiyken kurduğum atölyeme ve mezuniyet


dan sanatın mümkün olamayacağını ifade edebilmek amacıyla

“Ready-ReMade” ismini verdiğim proje serisine başlamıştım.

Bu projede, sıradan obje ve nesnelere sanatın klasik

tekniklerinde müdahalelerde bulunarak sergiliyordum. Bu

projenin ilerleyen süreçlerinde, bu obje ve nesneler yerlerini

atık malzemelere bırakmaya başladı.

Üretimlerinizde ne tür malzemeler kullanıyorsunuz,

detaylandırır mısınız?

Aslında ben uzunca süredir her türlü malzeme ve objeyi

eserlerimde kullanıyorum. Bu malzemeler genellikle

atıklar ya da kullanımlarını tamamlayarak bir kenara terk

edilmiş objeler oluyor. Hepimizin kot olarak adlandırdığı

denim kumaşının yeri benim için çok özel ve anlamlı olmasına

rağmen denim de atık malzeme ve obje çalışmalarımın

bir parçası. Denimle eserler üretirken, bir yandan

farklı malzemelerle eserler üretmeye de devam ediyorum.

Geçtiğimiz haftalarda ülkemizin bayrak markalarından

Arçelik için kendilerinin ürettiği cihazlarda kullanılmış,

atık hâldeki devre kartlarıyla eserler ürettim. Yine müze

ve kültür sanat merkezlerini işleten Müzekart için üzerlerinde

ülkemizin turizm sembollerinin yer aldığı manyetik

giriş kartlarından eserler hayata geçirdim. Dolayısıyla belli

bir konu ve kompozisyon ortaya koyabileceğim her türlü

obje, çalıştığım eserlere malzeme olabilir. Çalışması oldukça

zor, sıra dışı malzemeleri özellikle heyecan verici buluyorum.

Böyle malzemelerle çalışmanın zorluğu kendimi

denemem, mücadele etmem için güç ama keyifli fırsatlar

oluşturuyor.

Çalışmalarınız için “Ben nesnelerin ömrünü sona

erdirmiyorum, yüzyıllarca daha yaşayabileceği bir

boyuta taşıyorum” diyorsunuz. Bu neden önemli?

Yaşadığımız çağda artık geri dönüşüm sorunlarını çözmüş,

ileri dönüşümle ilgileniyor olmamız lazım. Bu noktada çalışmaların

tam olarak iletmeye, yaymaya çalıştığı şey şudur

ki her bireyin yaşadığı dünyaya dair sorumluluğu var

ve yapabileceği küçük de olsa bir şeyler olabilir. Herkes

kendi imkanları dahilinde tüketimlerini geri dönüştürebilir

seçimler yapabilir, ileri dönüşüme dair fikirler yaratabilir.

Bu bizler için önemli, gelecek nesiller için önemli ve

gezegenimiz için önemli...

Eserleriniz sadece ülkemizde değil, Avrupa’da da

bir hayli dikkat çekiyor. Oradan ne gibi tepkiler

alıyorsunuz?

Dünyanın her bir noktasında dikkat çekmesinin nedeni,

aslında konunun insan ve sürdürülebilirlik olmasıyla doğrudan

ilişkilendirilebilir. Kullanılan materyaller, insana ait

bir palet esasen. Kumaş/denim, kartonlar, ambalajlar, bunlar

hepimizin tüketim malzemeleri. Yani yabancı olmayan,

gündelik hayatın içinden çıkan materyalleri sanat eseri olarak

görmek her bireyin dikkatini çekiyor.

Peki, Türkiye’de sanatınızın teknik anlamda

yaygınlaşacağını düşünüyor musunuz?

Sadece Türkiye’de değil, dünyada yaygınlaşmaya başladığını

sosyal medya sayesinde görüyorum ve bu durum çok hoşuma

gidiyor. Dünyanın birçok noktasından yapılan çalışmaları

benimle paylaşıyorlar. Çeşitli okullarda ileri dönüşüm

artık derslerde içerik olarak anlatılıyor ve çalışmalarım buna

bir örnek teşkil ediyor. Sürdürebilirlik üzerine yapılan her

hareket, geleceğe atılan bir adımdır.

Yakın zamanda eserlerinizi nelerde izleyebileceğiz?

Sergi takvimlerinize dair detaylar paylaşır mısınız?

Önümüzdeki günlerde Birleşmiş Milletler New York’ta bir

sergim olacak. İklim Değişikliği Konferansı (COP)’ta projem

var. İstanbul Havalimanı’nda ikincisi gerçekleşecek olan bir

sergim daha olacak. Programımın çok yoğun ilerlediği bir

zaman dilimindeyim.

43

RÖPORTAJ

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09



Yazar

Pınar Baltacı

Heykeltıraş Burak Çizer:

İstanbul’un kalan kırıntılarına

odaklanmak bana ilham oluyor

45

HEYKEL

Üretimlerini teknik olarak nasıl anlatırsın?

Hangi malzemeleri kullanıyorsun?

Üretimlerimde ağırlıkla taş, ahşap ve metal malzemelerini

kullanıyorum. Her birinin farklı bir dili mevcut... Malzeme

ve yaptığım tasarımın birlikte kurduğu ilişkiye dikkat etmeye

çalışıyorum.

Bir de tematik olarak dinlemek isterim çalışmalarını…

Üretimlerimde doğanın içerisinde yer alan başkalaşım ve

döngü konularını, insanın yaşam sürecinde içinde bulunduğu

içsel dönüşümü bağlamında ele alıyorum. Kullandığım

gergin-yumuşak formlar ile oluşturduğum organik yapılar,

var olma hâlini ve kişinin kendi kabuğunda çıkma çabasını

temsil ediyor.

Üretimlerinde taş, metal ve ahşap malzemeler

kullanarak kişinin kendi kabuğundan çıkma

hikâyesine değinen Heykeltıraş Burak Çizer,

heykel sanatına dair detayları paylaşarak, İstanbul’un

sanatına kattığı ilhamı da anlattı.

Pandemi döneminde dört sanatçı ile birlikte Sapanca’daki

bir eve kapanarak üretimlerini sürdürdüğünü biliyoruz.

Bu nasıl bir deneyimdi? Verimli oldu mu?

Doğanın içerisinde, sadece üretime ve paylaşıma odaklanabildiğimiz

çok kıymetli bir zaman dilimiydi. Sonrasında

ürettiğimiz eserleri Binbirdirek Sarnıcı gibi mistik bir ortamda

sergileme şansımız oldu. Orada ürettiğim heykellerin

benim için hep ayrı bir yeri olmuştur.

Öncelikle kariyerinden bahseder misin? Sanat hayatın ne

zaman başladı?

İstanbul doğumluyum. Çocukluğumdan bu yana çizim yapmak,

hep hayatımın merkezinde olmuştur. Liseden sonra

Yıldız Teknik Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Mimari

Restorasyon Bölümü’nü okudum. Sektörde birkaç yıl çalıştım,

fakat aklım hep sanatla ilgilenmek, özellikle heykel

yapmaktaydı. İşimi yarı zamana indirip, bir yandan tekrar

Güzel Sanatlar’a hazırlandım ve Marmara Üniversitesi Güzel

Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü kazandım.

Bu bağlamda genel olarak pandemi sürecinin üretimlerine

nasıl yansıdığını da sormak isterim.

Çoğunluğun aksine pandeminin özellikle başları benim için

çok verimli oldu. Her şeyin yavaşladığı, şehrin kaosuna ara

verdiği bir dönemde dikkatimi dağıtacak şeylerin azalmasıyla

atölyeme kapanıp, düşünsel ve pratik olarak üretimlerime

yoğunlaştığım bir dönem oldu. Bazen o zamanları

özlemiyorum değil.

Son olarak, İstanbul’da sanat üretme hâlini dinleyebilir

miyiz? İstanbul hangi yönleriyle sanatına ilham oluyor?

Çok kadim bir şehirde yaşıyoruz, bunu kendime hep hatırlatıyorum.

Fakat her geçen gün buna temas edebileceğimiz

noktalar azalmakta. Şehrin geçmişten günümüze geçirmiş

olduğu dönüşüm ve gelmiş olduğu hâl beni rahatsız ediyor

olsa da bir iz sürücü gibi kalan kırıntılarına odaklanmak

bana ilham oluyor. Kimi zaman şehrin ağırlığı beni çok

yoruyor olsa da yine de burada yaamaktan ötürü kendimi

şanslı hissediyorum.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


46

BÜTÜNSEL SANAT

Yazar

Pınar Baltacı

Ender Güzey:

Eserlerimle bütünsel sanat

temsilcisi olarak anılıyorum

“Bu güzel, gizemli, bereketli ülkemizin antik çağlarda olduğu gibi

yeniden kültür ve sanatın beşiği olmasını çok arzu ediyorum.”

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Bodrum’a kazandırdığı müze ve sanat merkezi

MuseumARThill ile ülkemizin sanat dünyasına

yeni bir kapı aralayan sanatçı Ender Güzey ile

İstanbul’u, Bodrum’un eşsiz güzellikleri ışığında

Ender Güzey MuseumARThill’i ve bütünsel sanat felsefesini

konuştuk.

46 yıllık sanat tecrübesiyle Bodrum’a şahane bir

müze ve sanat merkezi kazandırdınız. Ender Güzey

MuseumARThill’in kuruluş hikâyesini dinleyebilir miyiz?

ARThill - Sanat Tepesi’ni kurmamdaki asıl amacım, yarım

asırlık sanatsal birikimimi, eserlerimi ve başka değer verdiğim

sanatçılardan oluşan özel koleksiyonumu bir araya

toplamak ve korumaktı. Fakat bu vizyonum, bana kendimi

sanatsal açıdan farklı bir boyutta denememe neden oldu.

Evet, böyle bir adım attığımda riske girerek, eğitimini almış

olmasam da kendimi mimaride denemek istedim. ARThill,

sanatımı koruyan bir barınak olduğu kadar benim sanatsal

kimliğimi de yansıtmalıydı. Öyle de oldu. Tasarladığım

binayı, aynı zamanda logom olan boğa boynuzu üzerine

oturttum. Mitolojide dünyayı taşıyan boğa gibi...

Güneş panelleri ve rüzgâr jeneratörü ile kendi enerjisini

kendi üreten ARThill, hangi bölümlerden oluşuyor?

Boğa boynuzlarını andıran mimari yapısını da

detaylandırır mısınız?

Burası Bodrumluların bile bilmediği, turizmden ve yeni

zenginlerin tercihlerinden uzak bir yer. Suyu ve yolu olmayan

vadiye ve karşısında zümrüt yeşili ulu bir dağa bakan

bir tepe keşfettim. Karşımdaki tepe, Lelegler’in ilk yerleşim

yerlerinden biri olan “Syangela” ve arazimin önündeki patika

ise o dönemde “Tanrıçalar Geçidi” veya “Ana tanrıça-


47

ya giden yol” olarak anılan Leleg ve Karya yoluymuş. İşte

tam burada kendi çizdiğim mimari tasarımlarımla, benim

logom ve sembolüm olan Zeus’un boynuzları üzerine, kendi

enerjisini güneş ve rüzgârla üreten, yağmur suyunu depolayarak

değerlendiren ARThill’i inşa ettim. Bence ülkemizin

bu nimetlerinden faydalanmak, doğaya ve geleceğe bireysel

olarak yapabileceğimiz en önemli katkı. Bir belgeselden aldığım

bilgilere göre, ARThill’i bilinçaltı tamamen Feng Shui

kurallarına göre tasarlamışım. Tam kuzey-güney aksına

oturan bina üç bölümden oluşuyor; sergi salonum, atölyem

ve evim. Binanın arkasında bir tepe, güneye bakan cephede

bir vadi ve binayı taşıyan boynuzun kaidesi, şırıl şırıl akan

bir yansıma havuzu içine oturuyor.

Sanat merkezinin günümüzde ev sahipliği yaptığı

güncel etkinlikleri de dinleyebilir miyiz?

2015’te açılışını yaptığım sanat tepesinde çeşitli sergi ve etkinliklerin

yanı sıra bir de bana ilham veren bu konumun

tarihi efsanesini bir festival ile canlandırdım; “Tanrıçalar

Geçidi Festivali”. Sürdürebilirliği olan bu projeyi iki kez

gerçekleştirebildim, ancak pandemi ile bir süre noktalandı.

Tanrıçalar Geçidi Festivali’ni uluslararası bir boyuta taşımak

için kurumsal bir sponsora ihtiyacımız olduğunu da belirtmek

isterim.

“Bütünsel Sanat” felsefesini de ‘ARThill’ doğrultusunda

nasıl anlatırsınız?

Alman sanat terimi olarak geçen “Gesamt Kunstwerk” kavramı,

aslında ‘Bütünsel Sanat’ anlamında genel sanat literatürüne

girdi. Ben sanatsal vizyonlarımı yaşanır hâlde, yani

interaktif anlamda paylaşmak üzere çeşitli ifade teknikleriyle

gerçekleştiriyorum. Örneğin, farklı tekniklerle resim

ve heykel yapıyorum, ahşap heykellerime ateşle müdahale

ediyorum. Performanslarımda müzisyen ve dansçılarla çalışıyorum,

sanat objesi gibi köprü inşa ediyorum, ARThill’i dev

bir heykel gibi tasarlıyorum. Boğaziçi’nde Nuh’un Gemisi’ni

yüzdürüyor ve sonunda yakıyorum. Kale burçlarındaki antik

alanlarda Anka kuşunu alevlerden yeniden canlandırıyorum.

Ya da Münih Kültür Merkezi avlusunda Kibele performansını,

devasa bir davula kum akıtarak evrensel sesler eşliğinde; hava,

su, ateş ve toprağı yaratıyorum. Opera binası önüne dev konteynerlerle

manevi değerlerin nakliyatını yapıyorum. Tüm bu

eserlerimle bütünsel sanat temsilcisi olarak anılıyorum.

Bu proje için neden Bodrum’u seçtiniz?

Üstelik İstanbul’da tarihle geçen bir çocukluğun ve

sanatla geçen bir yaşamın ardından…

Ben çocukluğumdan beri mitoloji ve arkeolojik alanlardan çok

etkilendim. Bu sanatımın da ana unsuru oldu. İzleyicileri de

dâhil ettiğim performanslarımın ana temaları evrensel. İstanbul,

ilham verdiği kadar enerji çalan bir kente dönüştü. Bu eşi

benzeri olmayan şehrin, tılsımı hâlâ var olsa bile, üzerine gayri

medeni bir yük bindirildi. Artık bunu görmek ve yaşamak içimi

sızlatıyor. Çocukluğumda Gezi Parkı’nda her pazar günü saat

11.00’de canlı klasik müzik konseri verilirdi. Hanımefendiler

ve beyefendiler, çocukları ile birlikte en şık kıyafetleriyle bu

konserleri izlerdi. Belki de bazılarının bu yüzden Gezi Parkı’na

hâlâ alerjileri var? Tepebaşı’nda çok güzel bir bina içinde çocuk

tiyatrosu vardı. Şimdi yerinde yeşil-mavi mimarisiyle utanç verici

bir bina duruyor. Bu üzücü gerçekler beni doğduğum, büyüdüğüm

kentten uzaklaştırdı ve Bodrum’a yerleştim. Bodrum

merkezinden uzağa yerleşmemin sebeplerinden biri de dokunulan

yerlerin estetikten uzak bir dönüşüme uğraması. Bu nedenle

Alazeytin Tepesi’nde kendi vizyonlarımı yaşatarak, sanata

susayan insanlarla paylaşıyorum. Diğerleri, Bodrum’dan 14

km’lik mesafeyi çok uzak buldukları için gelmemekle beni çok

mutlu ediyorlar. Yani doğal bir seleksiyon oluyor.

Yeni dönem projeleriniz neler?

Şu anda ARThill’de benim çeşitli dönemlerden eserlerimi görebileceğiniz,

belirli aralıklarla yenilenen sergiyi randevu ile ziyaret

edebilirsiniz. Önümüzdeki sene Avusturya Kültür Ataşeliği

ile bir programla karşınızda olacağız. 2023 ilkbaharında üçüncü

Tanrıçalar Geçidi Festivali’ni zengin bir programla hayata geçirmek

istiyorum. Eğer İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı

ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı ikna edebilirsem, tabi ki Heykel

Sokağı’nı gerçekleştirmeyi ve İstanbul’a kazandırmayı çok

isterim. Üstelik Tophane’den başlayan bu sanat projesinin İstanbul

Modern ve Galata Port bağlantısı mükemmel olur.

BÜTÜNSEL SANAT

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


48

SANAT TARIHI

Yazar

Gülsen Sevinç Kaya | Milli Saraylar Resim Müzesi Yöneticisi

Ünlü Fransız ressam

Jean-Léon Gérôme ve sarayın tablo

koleksiyonunun oluşumuna katkısı

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

İkinci Bölüm:

Gérôme’un Türk ressamları

üzerindeki etkileri

Sanatçı; Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa, Halil Paşa,

Ali Cemal ve Thédore Ralli gibi Osmanlı ressamlarının hocasıdır.

Sultan Abdülaziz döneminde saray ressamlığı yapan

Polonyalı ressam Stanislaw Chlebowski de Gérome’un öğrencisidir.

Avrupa’da resim eğitimi ve özellikle Türk ressamlarının

yetişmesinde Fransız hoca Gérôme’un rolü, Samipaşazade

Sezai’nin 1889’da basılan “Sergüzeşt” adlı romanına

bile konu olmuştur.

Roman kahramanı ressam Celal Bey, Paris’te ünlü Fransız

ressam ve heykeltıraş Jean-Léon Gérôme’dan resim dersleri

almıştır: “Paris’te iken son derece başarılı bir tablo yapmış;

Boğaziçi’nin sevdalı bir hüzünle akan sularında nazlı nazlı

süzülüp giden, kenarları saçaklı bir şalla örtülü üç çifte kayık

içinde, ince yaşmaklarının altından gül yanakları, kor dudakları

ve kıvılcımlı parlak siyah gözleriyle tatlı tatlı gülümseyen

iki taze kadını ve kayığın arka tarafında oturan bir harem

ağasını sihirli fırçasıyla canlandırmış ve bu tabloyu takdim

etmişti. Yine değerli ressamlardan müteşekkil jüri tabloyu

beğendi ve Jerom’un bu istidatlı öğrencisini çok takdir etti.”

Avrupa’da resim eğitimi gören Ahmet Ali (Şeker Ahmet

Paşa) ile Fransız hocası Jean-Léon Gérôme’un ilişkisi, İstanbul’da

saraya kadar uzanan etkiler göstermiştir. Saray’ın

siparişleri ve Gérôme’un önerileri üzerine kayınpederinin

sahibi olduğu Goupil Sanat Galerisi’nden alınan eserler ile

saraydaki birikim, bir koleksiyona dönüşür. Osman Hamdi

Bey, Stanislaw Chlebowski ile Gérôme’un öğrencisi olmayan

ancak onun öğrencilerinden ders alan Abdülmecid

Efendi’nin de sanatçıdan etkilendiği açıkça görülmektedir.

İşledikleri konular, her türlü ayrıntıyı titizlikle işlemeleri, iç

mekânları figürler için fon olarak kullanmaları ve fotoğraftan

kareleme yöntemiyle çalışmaları da etkilenmeyi yansıtmaktadır.


Osmanlı Saray Koleksiyonu’na yaptığı katkılar

Türkiye’nin Batılı anlamda ilk tablo koleksiyonu Dolmabahçe

Sarayı’nda kurulmuştur. Goupil’den 1875-1876 yıllarında

satın alınan tablolarla kurulmuştur. Sultan Abdülaziz

döneminde temelleri atılan koleksiyon, Sultan II. Abdülhamid

döneminde gelişimini sürdürmüştür. Goupil & Co., 19.

yüzyılda kurulan, merkezi Fransa’nın başkenti Paris olan

önemli bir sanat galerisi ve yayın şirketidir. Ticaret dehası

olarak tanınan Adolphe Goupil, Jean-Léon Gérôme’un popüler

olan eserlerini reprodüksiyon haklarıyla satın almış ve

yine reprodüksiyon olarak satmıştır. Goupil Sanat Galerisi’nin

sahibi Adolphe Goupil’in kızı ile evli olan Gérôme’un

eserleri, bu galeri aracılığıyla geniş bir kitleye tanıtılmıştır.

Daha sonra Goupil galerileri Londra, Brüksel, Lahey, Berlin,

Viyana, New York ve Avustralya’ya yayılmıştır. İskenderiye,

Dresden, Cenevre, Zürih, Atina, Barselona, Kopenhag, Floransa,

Havana, Melbourne, Sidney, Varşova ve Johannesburg

gibi çeşitli kentlerde satış noktaları açılmıştır.

bowski’ye verdiği bilgilerden dolayı teşekkür etmiş ve Cey’in

Padişah’a iki tablo satmayı başardığını belirtmiştir. Jean-Léon

Gérôme ise öğrencisi Chlebowski’ye yazdığı 1875

tarihli bir mektupta, Şeker Ahmed Paşa’ya olan güvenini

ve saray çevresine olan temkinli tutumunu yansıtmıştır:

“Bütün resimler, dürüstlüğünden emin olduğum Ahmed’e

yollanmıştır. Elimizde güvenebileceğimiz ve güvendiğimiz

ciddi biri olduğu için seni bu işe sokarak rahatsız etmenin,

iyi niyetini suiistimal etmenin bir anlamı yoktu.”

Saraya alınan tabloların seçiminde, Adolphe Goupil ve damadı

Gérôme’un önerileri haricinde, resim bilgisi bilinen

Sultan Abdülaziz ve yaveri Ahmed Ali Bey’in (Şeker Ahmed

Paşa) beğenileri de belirleyici olmuştur. Yapılan araştırmalar,

Goupil Galerisi’nden saraya otuzdan fazla resim alındığını

ve galerinin Avrupalı ve Amerikalı müşterilerine kıyasla

bazı tablolar için saraydan daha fazla ücret aldığını ortaya

koymaktadır.

49

SANAT TARIHI

Charles Baudelaire, “Modern Hayatın Ressamı” adlı kitabında

Goupil’in başarısından şöyle bahsetmiştir: “Goupil,

zamanla sanatın kamuoyu olur. Binlerce çoğaltılmış resim

ve heykel. Çoğaltma hakkıyla satın alınan resim sayısı otuz

binlere varır. Öğrenciler, Goupil’in yayımladığı modellerden

yaptıkları kopyalarla desen derslerini öğrenirler - Van Gogh

dahil. Goupil galerileri, Fransız sanatının dünyadaki vitrini.

Rejimin saygısı ve desteği sonsuzdur. Goupil kamusal

beğeninin, resmî estetiğin mührü olmuştur. Bu başarının

mimarları arasında başta Gérôme gelir; Goupil’in ahbabı,

damadı, ortağı, en çok sattığı ressamı ve dünya sahnesindeki

yıldızı.”

Saray ressamı Chlebowski ve Jean-Léon Gérôme’un bazı

mektupları, Goupil Galerisi’nden saraya tablo satın alınması

ile ilgili ilk girişimleri ortaya koymaktadır. 1874 yılında

Adolphe Goupil’in oğlu Albert, İstanbul’da yaşayan Chlebowski’ye

bir mektup yazmıştır. Albert Goupil, mektubunda

gizli kalmak kaydıyla kendilerinden Padişah’a gösterilmek

üzere bazı resimler isteyen Edouard Cey’in (Osman

Hamdi Bey’in sekreteri ve dostu) amacını ve Padişah’ın bu

konudaki isteklerini öğrenmek istemiştir.

Bilindiği gibi, Osman Hamdi Bey de Gérôme’un öğrencisidir.

1875 tarihli başka bir mektupta Albert Goupil, Chle-

Kaynakça:

• Germaner, Semra - Zeynep İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı

Yayınları, İstanbul 1989.

• Oryantalistlerin İstanbul’u, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2002.

• Roberts, Mary, İstanbul Karşılaşmaları; Osmanlılar, Oryantalistler ve 19. Yüzyıl Görsel

Kültürü, çev. Zeynep Rona, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2017.

• Bilir, Timur Bilir, “Oryantalist Tabloların Vazgeçilmez Dekoratif Unsuru Olarak Çiniler”,

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Yıl 2019, Cilt , Sayı 34.

Goupil Sanat

Galerisi’nden alınıp,

Milli Saraylar Resim

Müzesi’nde sergilenen

tablolar

Milli Saraylar Resim Müzesi’nde

Goupil Galerisi’nden satın alınan

tablolar ile ilgili tematik bölüm

var. Bu bölüm, iki mekândan oluşuyor.

Bu bölümde antik dönemi

yansıtan eserler, figürlü kompozisyonlar,

çeşitli doğa ve kent

görünümleri ile natürmortlardan

oluşan 20 eser sergileniyor. Gustave-Clarence

Rodolphe Boulanger,

Charles François Daubigny, Alfred

de Dreux (Dedreux), Jean Antoine

Théodore de Gudin, Victor Leclaire,

Emile van Marcke de Lummen,

Wilhelm von Gegerfelt ve Alfred Wahlberg (Herman A.

Léonard) gibi çeşitli ressamların eserleri, bu tematik bölümde

yer alıyor. Bu sanatçıların pek çoğu Paris Salonu’nda

eserlerini sergilemişlerdir. Fransız romantizmine ya da klasik-akademik

bir üsluba bağlıdırlar. Pek çoğu Fransa’nın en

yüksek onur nişanı olan Legion d’Honneur almışlardır. Bir

kısmı ise Fransa’da sanat ortamının belirleyicisi olan akademilerin

üyeleridirler.

Barbizon Okulu ile doğrudan ya da dolaylı ilişkisi bulunan

ressamların sarayda bulunması tesadüfen olmamıştır. 19.

yüzyılda Fransa’da etkin olan ve Goupil’in resim piyasasında

önemli bir yeri olan Barbizon Okulu ressamları, Saray

Koleksiyonu’na alınmıştır. Yaver Ahmed Ali’nin resimlerinde

referans aldığı bu okul sanatçılarının eserlerini Sultan

Abdülaziz, 1867 Paris Uluslararası Sergisi’nde görmüş olmalıdır.

19 yüzyılda Paris’te Fontainebleau yakınındaki Barbizon

adlı köye 1830 yılında yerleşen natüralist ressamlar

grubuna “Barbizon Okulu” adı verilmiştir. Üyelerinin çoğu

Fransız olup, ağırlı olarak manzara resimleri yapmışlardır.

Kurucusu T. Rousseau’dur. Barbizon Okulu sanatçıları,

eserleriyle izlenimci resme öncülük etmişlerdir.

• Sevinç Kaya, Gülsen, “Dolmabahçe Sarayı İçin Goupil Galerisi’nden Alınan Resimler”, Osmanlı

Saray Koleksiyonu’ndan, Abu Dhabi Authority for Culture & Heritage, Abu Dhabi 2006.

• Millî Saraylar Tablo Koleksiyonu, Millî Saraylar, İstanbul 2019.

• Milli Saraylar Resim Müzesi, Millî Saraylar, İstanbul 2021.

• Timur, Taner, Sürüden Ayrılanlar, İmge Kitabevi, İstanbul 2000.

• Jean-Léon Gérôme: Değişim Çağında Kültürel Etkileşimler, Pera Müzesi, 25 Kasım 2020.

Gerome’un Vesoul’deki

Georges-Garret

müzesinde bulunan,

“Top atıcı” (1901)

isimli bronz heykelinin

“arkadaşım Hamdi

Bey’e” biçiminde ithaf

yazısı barındıran

fotoğrafı, İstanbul

Resim ve Heykel

Müzesi Arşivi.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


Yazar

Emel Altay

50

KÜRATÖR

Elif Erdoğan ile aile arşivleri ve

kişisel sergiler üzerine…

Arşiv tutmanın böyle özel sergilere ve özel müzeciliğe

açtığı imkânlarla ilgili neler söylersiniz? Ek olarak;

Türkiye’de aile arşivleri, kişisel koleksiyonlar, dolayısıyla

bir aile ya da kişiye özel sergiler ve müzeler çok yeterli

değil. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Kamu/özel, işlenmiş/işlenmemiş arşivler, özellikle belirli tarihsel

bilgi biçimlerine nasıl değer verdiğimiz konusunda çok

daha incelikli bir dizi ilişkiyi ortaya çıkarabilir. Bizim kurum

olarak arşivlere gösterdiğimiz ilginin bir yanı da bunlara görünürlük

kazandırmaktır. “Aile arşivi” ve onun daha resmî kurumlarla

ilişkisine yönelik herhangi bir tartışmanın, farklı bir

çağdaş bağlamda gömülü olduğunu düşünüyorum.

Özellikle son yıllarda müzeler ve arşivler, koleksiyonlarında

tuttukları kayıtlara ve nesnelere erişimi daha etkin bir

şekilde kolaylaştırmaya çalışıyorlar. Benim gözlemleyebildiğim

kadarıyla, İstanbul’da yakın zamanda aile tarihlerine ya

da kişisel tarihlere yönelik ilgi belli bir popülerlik kazandı.

Buna paralel olarak, sözlü ve sosyal tarih ile “aşağıdan tarih”

yaklaşımına yönelik ilgi de artmıştır. Bu durum kişisel aile

tarihlerine yeni bir önem kazandırdı, insanlar aile arşivlerinin

çağdaş bir şekilde nasıl arşivlenebileceği üzerine kafa

yormaya başladı. Ancak bunu kurumlar ile nasıl paylaşabileceklerine

ilişkin pek de fikir sahibi değiller.

Siz kurum olarak bu bağlamda neler yaptınız?

Kurum olarak galeri kısmında açtığımız son üç sergi, hep bir

koleksiyondan ve/ya arşivden yararlanılarak oluşturuldu:

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Elif Erdoğan

Geçtiğimiz aylarda Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık,

temelini üç nesil sanatçı bir ailenin

yıllar içinde biriktirdiği fotoğraflar, resimler,

kişisel eşyalar ve objelerden alan “Memento İstanbul:

Hristoff Aile Arşivi” sergisine ev sahipliği yaptı. Dergimizin

bir önceki sayısında ailenin üçüncü kuşak temsilcisi

sanatçı Peter Hristoff ile serginin detaylarını konuşmuş,

Hristoff Ailesi’nin 100 yıllık tarihine tanıklık etmiştik.

Bu defa serginin küratörü, Yapı Kredi Sanat ve Kültür Müdür

Yardımcısı Elif Erdoğan ile bir araya geldik. Hristoff Aile

Arşivi Sergisi gölgesinde, arşiv ve koleksiyonculuk üzerine

anlamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Kulis: Bir Tiyatro Belleği - Hagop Ayvaz”, Hrant Dink Vakfı’nın

arşivlerinden; “BURASI - This Place”, İstanbul Büyükşehir

Belediyesi Koleksiyonları ve Atatürk Kitaplığı’ndan;

“Memento İstanbul: Hristoff Aile Arşivi Sergisi”, Hristoff

Aile Arşivi ve çeşitli özel ve şahsi koleksiyonlardan.

Her birinde bu koleksiyonlardaki, arşivlerdeki eserleri hangi

bağlamlarda ele alabileceğimiz üzerine epey kafa yorduk. Bu

Bir Tiyatro Belleği - Hagop Ayvaz


51

KÜRATÖR

sergi özelinde bir zamanların İstanbul’unu ve bir dönemin

sanat yaşamını, bir İstanbullu aile üzerinden anlatmakta

karar kıldık.

şeyler- illa ki her zaman toplumsal tarih açısından önemli

olmayabilirler (her ne kadar manevi açıdan aile fertleri için

önemli olsa da).

Gördüğünüz üzere arşivler, çeşitli önerileri etkinleştirmek

için bir çerçeve görevi görüyorlar. Kurumların, örgütlü kolektiflerin

ve tüm vatandaşların katılımına açık olma fikriyle,

arşivlenebilir olarak kabul edilebilecek olanın sınırlarını

keşfetmek; erişim, kullanım ve dağıtım olanaklarını genişletmek,

arşivlerin kendilerinin genişletmesine yardımcı

olur. Bizler de bu ve benzeri sergilerin aile tarihine ilişkin

dokümantasyonun ve sınıflandırmanın daha fazla yapılmasına

vesile olmasını umuyoruz. Kurumlar sadece kendi

arşiv, koleksiyon ve kütüphanelerinden yola çıkarak değil,

başka kurum ve kişilerle de irtibatlanarak, bu arşivciliğe yönelik

ilgiyi ve önemi genele aktarabilirler.

Yakın zamanda yaşamış ve hâlen hayatta olan kişilerin

hayatlarına dair objeleri sergilemenin zorlukları var mı?

Hristoff Ailesi’nin çok zengin ve kapsamlı arşivini sergiye

dönüştürürken çekirdekte hangi düşünce vardı? Eldeki

malzemeler arasında seçim yapmakta zorlandığınız anlar

oldu mu?

Aile tarihi; aile fertlerine süreklilik, istikrar, güven ve biricik

olma gibi duyguları sağlar. Bu bakımdan aile arşivlerinde tutulan

nesneler, korundukları ve nesiller boyunca aktarıldıkları

için ailenin devamlılığında potansiyel olarak rol oynayabilir.

Ayrıca yine bu nesneler ve aile şeceresi, kişi nezdinde

anlam inşasının ayrılmaz bir parçası olması bakımından

bireysel kimliğin oluşması ve/ya şekillenmesi bakımından

son derece önemlidir. Ancak bu miras -insanların yıllar içinde

topladıkları, biriktirdikleri, nesilden nesle aktardıkları

Bu bakımdan Hristoff Aile Arşivi’ni ele almak oldukça güçtü.

Arşivin içerisinden içinde yaşadığımız coğrafyanın, özellikle

İstanbul’un tarihi ile belli bir şekilde ilişki kurulabilecek

nesneleri seçmeye özen gösterdik ve bu nesneleri belli bir

kronoloji içerisine tarihi referanslarla oturtmaya gayret gösterdik.

Bu anlatının dışında kalabileceğini düşündüğümüz,

aile için önemli olsa da bu sergiye uymayacağı için dışarıda

tuttuğumuz, sergiye alamadığımız pek çok nesne oldu.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09



Yazar

Pınar Baltacı

Nakışı çağdaş sanata kazandıran sanatçı;

PELDA AYTAŞ

53

ÇAĞDAŞ SANAT

Tarihi M.Ö. 6500’lü yıllara dayanan nakış sanatını

günümüzün çağdaş sanatına kazandıran

sanatçı Pelda Aytaş ile üretimlerinin hikâyesini

ve nakış sanatının inceliklerini konuştuk. Eserlerinde

tematik olarak kadın bedenini işleyen Aytaş; “İpliği

kadın tarihini ve kimliğini sorgulamanın bir aracı olarak

kullanıyorum” mesajı verdi.

Öncelikle son katıldığınız

“Nude/ Covered” karma sergisini

sormak istiyorum. Hangi

eserinizle yer aldınız sergide?

C.A.M Galeri’deki sergiye, tekniği

bez üzerine nakış olan 66*44 cm

ile 77*42 cm olmak üzere iki isimsiz

eserim ile katıldım. Daha önce

bu seriden olan eserlerime “Abluka”

diyordum. Çünkü kadın bedenini,

kültürün kadının ablukasını

ürettiği yer olarak görüyordum.

Ancak sonra fark ettim ki, kadın

imgesi söz konusu olunca isimle bile sınırlandırmak istemiyorum.

O yüzden isimsiz eserler.

Eserleriniz, tarihi yüz yıllar öncesine dayanan nakış

sanatıyla hayat buluyor. Bize nakış sanatıyla nasıl

tanıştığınızı anlatır mısınız?

2019 yılında yüksek lisans bitirme tezim, sanat tarihi boyunca

erk gözünden kadınların nasıl imgelendiği üzerineydi.

O sıralar inşaat telleriyle figürler yapıyor, teller aracılığıyla

sesimizi çıkarmak ve özneleşmek istiyordum. Fakat

benim pratiğini yapacağım inşaat teli eril bir dil ve “Biz de

buradayız” derken, ben eril bir dil kullanmış olacaktım. Birinci

dalgadaki hata ile erkeklerle aynı haklara sahip olmak

için erkekleşmekle aynı şeydi bu. O yüzden o hatayı tekrarlamak

yerine feminen ve sırf domestik bir malzeme olarak

görüldüğü için güzel sanatlar kategorisinden dışlanan bir

malzeme kullanmalıyım dedim ve bunun için en uygun

malzeme olarak iğne ve ipliği gördüm. Evde uğraşlarım, çalışmalarım

başladı. Önce siyah beyaz yaptım, sonra renkler

ve kumaşlar ekledim. Ardından kumaşları çıkardım, çalışmaları

büyüttüm. Hâlâ sürekli olarak malzemenin sınırlarını

deniyorum.

Tekniğe dair detayları da paylaşır mısınız?

Dışarıdan bakıldığında bir hayli zahmetli görünüyor...

Evet, emek ve sabır isteyen bir iş... Ayrıca boya resmindeki

gibi hatanın üzeri pek örtülemiyor, bağışlayıcı değil nakış.

İpin sık ya da gevşek duruşu bile bozabiliyor işinizi. Hataya

açık olan, benim de hala şaşırdığım şeylerden biri de renkler.

Bazen nakışını yaptığınızda eskizdeki gibi iyi durmayabiliyor.

Saatlerce uğraştığınız bir yeri söküp baştan yapmak

zorunda kalabiliyorsunuz. Ve tabi çok vakit alıcı bir teknik...

Eserlerinizde kadın figürleri oldukça belirgin...

Bu bağlamda tematik olarak çalışmalarınızı nasıl

anlatırsınız? Neye dikkat çekiyorsunuz?

İpliği kadın tarihini ve kimliğini sorgulamanın bir aracı olarak

kullanıyorum. Sanat, mitoloji, edebiyat, din ve bunların

popüler kavramlarını oluşturan ideolojileri, birbirine bağlı

iki fikir geliştirmiştir. Bunlardan birisi, kadın bedeninin

kirli ve tehlikeli olup, kötülük sunmasıdır; diğeri ise kadın

bedeninin kutsal besleyici ve asekseül görülmesidir. Anne-fahişe

ideolojileri, kadınların kendi vücutları ile rahat

olmasını engellemektedir. Bu yüzden eserlerimde kadın

bedenini aseksüel görünüme zorlayan ideolojilere karşı olduğumu

ve kadının kendi bedeninden zevk alması gerektiğini

vurguluyorum. Arzunun nesnesi olmaktan çok öznesi

olmanın mümkünlerini araştırıyorum. İğne ve iplikle ataerkil,

eril zihniyet tarafından üzeri örtülen kadın deneyimini

yeniden keşfetmeye ve sanat alanını erkek egemen olmaktan

çıkarıp, feminist hareketin önemli bir alanı hâline getirmeye

gayret ediyorum. Ayrıca, nakışı çağdaş gerçekçi figür

resmi için boyayla rekabet edebilecek alternatif bir teknik

olarak konumlandırıyorum.

Yakın zaman planlarınızdan ve sergi takviminizden de

bahseder misiniz?

İzmir 2023 Fiber Bienali’nde yer alacağım.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


54

RESIM SANATI

Yazar

Gülseren Südor

Öncü Türk kadın

ressamlar

İşte bu noktadan itibaren, artık ilk öncü Türk kadın ressamlardan

bahsetmeye başlanabilir. Batılılaşma döneminde 19.

yüzyılın sonu, 20. yüzyıl başında varlıklı ve eğitimli ailelerin

kız çocuklarının iyi bir eğitimden geçmesi, onların toplum

yaşamında hem daha saygın bir yer edinmesi hem de gelecekte

yine varlıklı ve önemli ailelere gelin olabilmeleri için

açılan bir yol olarak görülürdü. Bu nedenle bugün az da olsa

yaşam bilgilerine ve eserlerine ulaşabildiğimiz öncü kadın

ressamlarımız, böyle ailelerin kızlarıdır. İlginçtir ki eski

Türklerde kadın üstün sınıf iken ve toplum anaerkil iken,

Osmanlı’da kadınlar maalesef ikinci sınıf varlık olarak sayılmışlardır.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Mihri Müşfik Hanım

Uygur Türklerinde 8. ve 9. yüzyıllarda kitapları

resimlemek amaçlı başlayan minyatür tarzı

resim sanatına, daha sonraları çeşitli kültür ve

dinlerin etkileri altında kalan birçok Türk devletinde

de zengin üslup ve farklılıklarla devam edildi. M.S. 10.

yüzyıldan itibaren İslam dininde üç boyutlu bağımsız insan

figürü kullanma yasağının başlaması ile Osmanlı döneminde

de resim sanatının egemen türü olan minyatürlerde, 19.

yüzyılın sonlarına kadar üç boyutlu figürler kullanılamadı.

Ancak, 1793’te Mühendishane-i Berri Hümayun’da okutulmaya

başlanan ilk resim dersleri ve daha sonra hocalarının

yurt dışına gönderilip eğitim almalarının sağlanması sonucunda

başlayan Batı tarzı resim yapımı, öncelikle asker

ressamlar ve ardılları tarafından toplumda yaygın hâle getirildi.

Aynı zamanda saray ve saray dışında çok sayıda sivil

Müslüman kadın-erkek sanatçı tarafından da yapılmaya

başlandı.

Özgürce ve bilinçle resim sanatını

seçen kadınlar

Daha sonraları hemen hemen her meslekte öncü olan kadınlarımız,

Batılılaşma sürecinde dahi varlıklarını kabul

ettirme çabalarını zorlu koşullar altında yürütebilmişlerdir.

Açılım sürecindeki atılımcı, çağdaş dünyayı yakalama

çabasında olan aydın görüşlü erkek egemenler bile kadınların

ancak lirik bir şekilde, az ölçüde bazı haklar elde edeceklerini

zannetmişler, fakat kadınların hızlı bir atılımla,

yüzyıllardır kapatıldığı evinin toplumsal olmayan ortamından

çıkıp sosyalleşerek, üstelik bir de edindiği meslekte ön

plana geçebileceğini çok da öngörememişlerdi. Bu kadınlar

arasında en çok zorlanan belki de öncü kadın ressamlarımız

olmuştur. Çünkü bugün öncü kadın ressamlarımızın öz

yaşamlarını incelediğimizde biliyoruz ki, yaşamları boyunca

çok sayıda toplumsal problemler, nice olumsuz koşullarla

oluşan sağlık problemleri ile boğuşurken, bir yandan da sanatlarını

sonuna kadar icra etmişler. Çoğu da maalesef genç

yaşta hayatlarını kaybetmiş.

Celile Hanım


Müfide Kadri

Bu dönemde yurt içi ve yurt dışında açılan birçok Türk

karma resim sergisinde, çok başarılı kadın ressamların da

eserleri bulunduğu hâlde, zamanın basınında ünlü erkek

ressamlar ve bunlar gibi ressamlar da vardı diye isimleri

geçiştirilmiş. Ancak her hâlükarda aşağılanan kadınlarda

umudun olması da pek mümkün değilmiş. Düşünür Ernst

Fischer’in dediği gibi; “Sanatçı azgın canavara boyun eğmez,

onu evcilleştirir.”

İşte sanatın ve sanatçı olmanın varlık nedenini çok iyi kavrayan

bu ataerkil Osmanlı toplumundaki öncü kadın ressamlar

da yaşadıkları ortam ve çağın kültüründen kopmadan,

değişime pozitif anlamda direnç göstermişler. İçten gelen

bir coşkunlukla, “Sanatın görevi, açık kapıları yıkmaktan

çok, kilitli kapıları açmaktır” sözünden de anlaşıldığı gibi ilk

kadın ressamlarımız da bu işi başararak, sonuçta özgürce ve

bilinçle resim yapmışlar.

İtalya’da 1945’te, Fransa’da 1944’te, dünyanın en zengin ve

özgürlükler ülkesi olan İsviçre’de ise 1971 gibi çok geç bir

tarihte, zorlu mücadeleler sonucunda bu kanuni haklarını

elde edebilmişlerdir. O zaman ülkemizdeki zamanın ileri

görüşlü insanlarına ve tabii ki Ulu Önder Mustafa Kemal

Atatürk ve arkadaşlarına sonsuz teşekkürler diyerek, biraz

da öncü kadın ressamlarımız kimlerdi onları irdeleyelim.

1914’te açılan İnas Nefise-i Mektebi’nin resim bölümünün

başına, Ressam Mihri Müşfik Hanım getirilir. 1889-

1912 yılları arasında yaşayan Müfide Kadri, Osmanlı

İmparatorluğu’nun bilinen ilk Müslüman kadın ressamı

ve öğretmenidir. Aynı zamanda yurt dışından, Almanya’dan

ödül kazanan ilk kadın ressamımızdır. Celile Hanım

(1880-1956), eserlerinde yoğun bir şekilde nü kadın

temasını kullanan ve resimlerini alacak olanlara da “Bunu

yatak odasına değil, salona asın lütfen” diyecek kadar açık

sözlü ve özgür düşünen bir kadındır. Aynı zamanda Nazım

Hikmet Ran’ın annesidir. 1916’da Birinci Galatasaray

Sergisi’nde Celile Hanım’ın ismi ile birlikte Müfide Esat,

Müzdan Sait, Harika Lifij’in (Avni Lifij’in eşi) isimlerine

rastlıyoruz. 1929’da ise Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar

Birliği’nin kurucuları arasında, Mihri Müşfik’in yeğeni

Ressam Hale Asaf da vardır.

Yine 1900’lü yılların başında doğan Aliye Berger, Bedia

Güleryüz, Emel Cimcoz (Korutürk), Fahrünnisa El Zeyd,

Şükriye Dikmen Tiraje Dikmen, Güzin Duran, Maide Arel,

Eren Eyüboğlu, Leyla Gamsız ve isimlerini sayamayacağım

kadar çok olan, resim öğretmenliği ve resim yapmış kadınlarımızın

yalnızca dört-beş elin parmakları kadar olanlarının

ad ve eserleri günümüze kadar gelebilmiş, müzelerde özel

koleksiyonlardaki yerlerini alabilmişlerdir.

Not: Biz kadın ressamların günümüzde öncülerimizin yüzyıl

öncesi yaşadıkları problemlerin bir bölümünü hâlen yaşıyor

olmamız bilinen bir konudur ve ayrı bir yazının konusu

olacaktır.

55

RESIM SANATI

Osmanlı’da 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından

kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nden (Güzel Sanatlar

Mektebi) sonra bu kez 1914’te, kızlara resim ve heykel sanatlarını

öğretmek amacı ile İnas Sanayi-i Nefise Mektebi

kurulur. 1918-1919 öğretim yılında ise ilk kez erkekler ile

birlikte yükseköğrenim okullarına ve akademiye kız öğrenciler

alınmaya başlar. Evet, Avrupa kıtasında 1614’te

Artemisia Gentileschi (1593-1652), İtalya’da akademiye

kabul edilen ilk kadın ressam iken, bizde neden üç asır

sonra? Ama düşünün, bu kabul o günlerdeki Müslüman

Osmanlı toplumu için ne denli büyük bir atılım ve açılımdır.

Ve bence bu konu, aynen Türk kadınının 5 Aralık

1934’te Cumhuriyet’in yaptırımları içinde en önemlisi

olarak görülen Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının

verilmesi kadar önemlidir.

O tarihlerde bazı Avrupa ve yine Kuzey Amerika’nın bazı

üniversitelerine kız öğrenci kabul edilmezken, aynı zamanda

kadınların dünyanın birçok ülkesinde seçme seçilme

hakları da yoktur. Kadınlar, sanatın merkezi olarak bilinen

Hale Asaf

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


56

SPECIAL INTERVIEW

Yazar

Ahmet Ayvalıoğlu

The art spirit:

Shahi Dayekh

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

We had a detailed and enjoyable interview

with the world-famous Lebanese-Turkish

painter Shahi Dayekh about her life, art,

painting collections, the Bodrum Art Fair

she attended, and the Istanbul Art & Antique Fair (IAAF),

which she will attend in the coming days.

First of all, thank you for joining this interview with me.

Can you shortly tell us about yourself?

Hello, I would describe myself as an emotionally driven

being who believes that we all came to this universe with

a purpose and we must find our purpose in order to contribute

to society and build our world. I am a mother of six

children who lived in many parts of the world. I went to college

in the USA. Finally resided in UAE. During that time, I

established my own company. I discovered my passion for

painting later on in my life and since then, painting became

my way of expressing myself.

The new collection

that Shahi Dayekh

is preparing at her

workshop in Dubai

and will be exhibited

next year is expected

to attract great

interest.

In your biography, I have read that you were born into a

family with 8 kids in Lebanon. Can you tell us about that

period of your life and how it affected your art career?

Growing up in a war torn country alerted my sense of survival

and compassion for others. Being in a family of eight

strengthened me and planted in me the sense of community

and sharing. These two ingredients made me aware of

some of the blessings that I was given and filled my heart

with love and compassion. I live on love, I breathe love.

Which painter influenced your art career the most?

I admire all art because of the mystery and passion behind

each work. I would say that every art piece that I see enriches

my emotions and eyesight. However there isn’t one

specific painter that inspired my paintings. Everytime

I observe, I find a new story.

You have 7 collections named “House of Illusions,

Seasons of Change, Sirens, Reflections, Escapes,

A Vision, Private Collection”. Can you tell us

about these collections?

Seasons of Change: A series of big portraits that express

our reality as human beings and the emotions we go

through in life just like in nature. It is composed of strong

expressive strokes to elaborate our emotional status whether

it is calm and serene or angry and frustrated.

House of Illusions: In this series, I have explored dividing

huge canvases with thick lines to make different portraits

in the same painting. These pieces are bigger and more abstract.

This collection is more playful and curious.

Sirens: Perhaps this is one of the most provocative.

It draws one’s attention more on the serious issues in life

such as motherhood, betrayal, anxiety through strong

strokes of expressionism and vivid strong colors.


Escapes: Many things are happening here. I wanted to escape

reality and take everyone with me to “a dream world”

where any dream can come true. I left the city in the background

to express our true reality and the reflections of

water to show different emotions of serenity and self-reflection.

The emotions in this collection are very strong and

daring. Bravery and self-perception are an element in this

collection.

A Vision: Takes us a leap to the future. Everyone needs

to feel a sense of belonging and needs to feel at home. I focused

on landscapes in Dubai, because Dubai has a special

place in my heart. I believe in Dubai’s vision of the future

and am impressed by its ambitious leader. It’s constant evolution

is a source of my inspiration. The beauty and liveliness

of the city captivated my heart.

57

SPECIAL INTERVIEW

You have been to a lot of cities throughout your life.

Which cities did you like the most in ways of art

and life in the city?

Although Dubai gave me love, life and hope and I keep on

admiring its beauty every day, İstanbul is my second home.

I love İstanbul and have been going there for as long as I can

remember and have watched the way it evolved. From the

historical sights, to the night lights I am inspired by Istanbul’s

energy. İstanbul has everlasting richness, beauty and

culture that you would never find anywhere else.

Reflections: An invitation to explore the humanity in us.

This collection consists of portraits of persons with strong

different emotions. Whether it is hope, gratitude, loneliness,

confusion, lust or anger, these persons reflect our

humanity.

Private Collection: A series of unique individual pieces

that represent a milestone in my art journey and that I

would like to hold on forever.

In the past few months, you have joined the art fair in

Bodrum. In a few days, you are going to join IAAF in

İstanbul. What do you think about these expositions?

I am enjoying these expositions and fairs, because they

made me feel connected with the art community and I was

able to share my passion and emotions with many different

kinds of people from all over the world. It is a fantastic experience

and it has left me feeling very fulfilled.

You have been in Turkey for a while now.

What do you think about Turkey and İstanbul?

I become speechless when it comes to Turkey. It is an amazing

empire by itself. Its beauty and its history are breath

taking. I love and enjoy being there and enrich my horizons

and get inspired.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


58

TIYATRO

Yazar

Pınar Baltacı

Tiyatroya yeni bir

soluk kazandıran sahne:

Boa Sahne

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

2019 yılından bu yana Kadıköy Bahariye Caddesi’nde

tiyatroyu sanatseverlerle buluşturan Boa

Sahne’nin hikâyesini, Sanat Yönetmeni Aytekin

Atabey’e sorduk. Black Box tekniği ile tasarlanan

Boa Sahne’de ajanda yeni sezonda da dopdolu.

Boa Sahne ne zaman açıldı? Mekân olarak niçin

Kadıköy’ü seçtiniz?

Boa Sahne, 2019 yılında açıldı. Bu soru esasında benim

açımdan çok katmanlı. Öncelikle Kadıköy’de güzel anılarım

var. İlkokul ve üniversiteyi burada okudum. Çocukluğumun

ve gençliğimin birçok hikâyesinde yer alan bir yer burası. Ve

bunlar zamanla çok güzel anılar hâline gelmeye başladı. Kadıköy

ile ilginç bir bağım var sanırım; bir yandan serseri, diğer

yandan entelektüel bir dengesi var. Bu karışıklık benim

için keyifli. Seviyorum Kadıköy’ü.

Boa Sahne’yi açılışından bu yana nasıl değerlendirirsiniz?

Yeterince sanatsevere ulaştığınızı düşünüyor musunuz?

Boa Sahne, sanat hayatımızda güzel bir renk oldu. Kısa zamanda

ne yapmak istediğini anlatmayı başarabilmesi açısından

umut verici bir oluşum. Sanatseverlerin tamamına

ulaştığımızı söyleyemem, fakat tiyatro sanatıyla yakından

ilgilenen ve kent için önemli bir kültür girişimi olduğunu

fark eden, kıymetli ve araştırmacı önemli bir sayıda sanatsevere

ulaştığımızı söyleyebilirim.

Boa Sahne’de tiyatro dışında konser, sergi gibi farklı

alanlarda etkinlikler de yapılıyor mu? İçeriklerinden

bahseder misiniz?

Tiyatro üretim aşamaları oldukça yoğun... Evet, yapıyorduk

çok sık olmasa da. Fakat pandemiden sonra yeni bir konser

ve sergi çalışmamız olmadı. Ancak her zaman yapabiliriz.

Bu konuda açık bir zihindeyiz.

Black Box tekniği ile tasarlanan sahnenizin

detaylarını dinleyebilir miyiz?

Burada önemli olan, alanın verimli kullanılmasıdır. Bu konu

sadece alanla ilgili bir yaklaşım değil elbette. Esas noktası, yaratıcılığı

ortaya çıkarmasıdır. Burada asıl hedef, yönetmenin

dünyası ile oyunun kendi uzamına ve kurgusuna göre şekillenmesine

olanak sağlamasıdır. Kendi zamanını ve biçimini

şekillendirme konusunda alan size hizmet eder. Çünkü içerisinde

yer alan her şey sabit tasarlanmamıştır. Sahne, seyirci

düzeni, ışık yapısına kadar her şey değişken olabilir ya da

tamamıyla ortadan kaldırılabilir. Bu da gerek üretici tarafta

gerek seyirci tarafında her oyunda farklı bir biçimde seyir ve

performans ortamı yaratabilir. Boa Sahne de bu şekilde tasarlanmıştır.

Her yeni oyunda hikâyeler çok farklı atmosferlerde

gerçekleşebilir. Bu tasarıma imkân sağlamaktadır. Hazırlık

sürecinde oyuncu düşünce ve beden keşif anlarına daha çok

odaklanır. Bu nedenle gerek ilginç hikâyelere gerek çok başarılı

performanslara besleyici ve destekleyici bir atmosfer yaratılır.

Yeni sezonda Boa Sahne’de neler izleyeceğiz?

Netleştiyse önümüzde iki ayın programından da

öne çıkacak etkinlikleri dinleyebilir miyiz?

“Misket” oyunumuz ile bu sezonu açıyoruz. “Mutlu Değilim

ama Kahrımdan da Ölmüyorum” oyunumuz ile devam edecek.

Kadıköy Boa Sahne’nin ilk prodüksiyonu olan “Turşu”,

yeni sezonda da devam edecek. “Istırap Korosu”, “Tırnak

İçinde Hizmetçiler”, “Eylül”, “Ne Olacak Bu Yusuf Umut’un

Hâli”, “Onu Bir Su Birikintisine Atsan İki Günde Parmaklarının

Arası Yüzgeç Gibi Deri Bağlar” gibi sezonda beğeni toplayan

oyunlarımız, düzenli olarak seyirci ile buluşmaya devam

edecek. Bu oyunlarımızın dışında düzenli olarak oynayacak

ve prömiyer yapacak oyunların yanı sıra yeni sezon için provada

olan oyunumuzla keyifli bir sezona merhaba diyeceğiz.

Son olarak belirtmek isterim ki, kültür sanat alanında yapmak

istediklerimize daha motive bir şekilde devam edeceğiz.

Genç enerjimizle üretmeye, gelişmeye ve bunu yaparken keyif

almaya, tüm karmaşalara rağmen devam edeceğiz.


Yazar

Cenay Toprakkaya

Sinema

endüstrisinin

Amerika’da atan

kalbi

59

SİNEMA

San Diego’da oyunculuk eğitimini tamamlayan

Enes Karabıyık, senaristliğini Alan Wenkus’un

üstlendiği Amerikan yapımı “Codename: Johnny

Walker” sinema filmindeki oyunculuk kariyeri ile

göz dolduracak.

Ülkemizi gururla temsil ediyor

Amerikan film endüstrisine hızlı giriş yapan Enes Karabıyık,

dünyanın en prestijli prodüksiyon şirketleri arasında

yer alan Wallner Media Group ile de bir araya geldi. Wallner

Media CEO’su Jeff Wallner ile yeni projeler üzerinde görüşmelerini

sürdüren Karabıyık, modellik ve oyunculuk kariyerinde

Amerika’da başarılarının her geçen gün daha da üst

seviyelere çıktığını, bir Türk genci olarak ülkemizi gururla

temsil ettiğini belirtti.

Bir Türk genci olarak adını

dünyaya duyuracak

Enes Karabıyık, 9-15 Şubat 2023 tarihleri arasında gerçekleşecek

olan New York Fashion Week maratonu için podyum

ve adım tasarımcılığı alanında kendini geliştirdiğini,

Türkiye’nin kültürel ve geleneksel esintilerden ilham alarak,

adını dünya podyumlarında ve Amerika sinema endüstrisinde

duyuracağını sözlerine ekledi.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


60

FOTOĞRAF

New Wave

Yazar

Pınar Korkut

Can Sarıçoban:

Her yeni sergimde

yeni bir teknik deniyorum

Kimya eğitiminin ardından Fransa’nın başkenti

Paris’teki Conservatoire Libre du Cinéma Français’te

sinema eğitimi alan yetenekli fotoğrafçı

Can Sarıçoban, İstanbul Sanat Dergisi okuyucuları

için hem fotoğraflarının dünyasını hem de romanlarını

anlattı. Keyifli okumalar...

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Le peysage de la solitude

İlk kişisel serginiz “Le paysage de la solitude’’,

Paris’te gerçekleşti. Bunun ardından süreç nasıl ilerledi?

Yaptığınız çalışmaları genel hatlarıyla anlatır mısınız?

Paris’te eğitimlerimi bitirdikten sonra önümde iki seçenek

vardı; ya orada devam edecektim ya da İstanbul’a dönecektim.

Paris’te yaklaşık beş sene geçmişti. Hep şikâyet ettiğim

yalnızlık hissinden orada ya da herhangi bir yabancı ülkede

kurtulamayacağını anlamıştım. İstanbul sevgim ağır bastı

ve dönmeye karar verdim. Dönmeden önce Paris’te muhakkak

bir solo sergi yapmam gerekiyordu, eğitimin yanında

bunun da bana yararı dokunabilirdi. Oradaki fotoğraf okulundan

bir hocamın teklifiyle, onun galerisinde ilk sergimi

gerçekleştirdim. Almanya’da ve Fransa’da yaşarken çektiğim

peyzaj fotoğraflarından oluşturduğum seçkiyi içeren ilk sergim

böylelikle hayata geçmiş oldu.

Nü fotoğraf alanına yöneliminiz nasıl oldu?

Bu seçiminizdeki etkenler nelerdir?

İlk sergimden, geçen sene gerçekleşen sekizinci solo sergi

projeme dek her yeni fikir için kendimi tekrar etmeden ve geliştirerek

devam etmek istiyordum. Hem devam eden eğitim

sürecim hem tecrübelerim hem de değişen zaman ve dolayısıyla

değişen kendim, yeni projenin nasıl ilerleyeceğini büyük

ölçüde belirledi. İlk zamanlar peyzajlar üzerine çalışmaları

yaparken, sonraları Paris Moda Haftası’nda çalışmaya başla-


dığım için portreler üzerine de epey tecrübe edindim. Paris

Moda Haftası seçkilerini sergiledikten sonra “Bardaki Yabancı”

serim ile bunu pekiştirdim. Ancak bir süre sonra modern

fotoğraf çalışmaları olarak adlandırabileceğim bu işlerimi

biraz daha aşmak ve yapıbozumuna uğramış, post-modern

öğeler barındıran, bilinçaltına da göndermeler yapan çalışmalar

ile ilerlemeye karar verdim. Açıkçası nü fotoğraf diye ayrı

bir alandan ilerlediğimi düşünmüyorum. Fotoğraftaki öğelerin

bir işlevi olmasından yanayım. Yani kadrajdaki bir moda

fotoğrafıysa ayrı, doğa ile insan ilişkisini anlatan bir projeye

ait bir işse ayrı değerlendirerek ilerlemek gerekiyor. Dolayısıyla

bir projeyi hazırlarken modelin giyinik olmasının bir işlevi

olmak durumunda, nü olmasının değil diye düşünüyorum.

Fotoğrafın yanı sıra film ve video çalışmalarınızın da

olduğunu görüyoruz. Üzerinde çalıştığınız güncel

bir projeniz var mı?

Sinema eğitimi aldığımdan dolayı videoya da hâkimim.

Çeşitli kısa metraj filmlerim ve videart çalışmalarım oldu.

Henüz üzerinde çalıştığım bir proje olmasa bile bir gün

mutlaka bu alanlara da yeniden yöneleceğimi hissediyorum.

Geçmişten günümüze size ilham olmuş isimler var mı?

Birçok önemli ismin eserlerini incelemenin göz eğitimi için

çok önemli olduğunu düşünüyorum. Paris’te yaşadığım yıllar

boyunca gezdiğim müze ve galerilerdeki resim ve fotoğrafların,

kitapçılarda incelediğim fotoğraf kitaplarının bana

büyük artısı olduğunu düşünüyorum. Birçok isim olmakla

birlikte ilk olarak aklıma gelen fotoğrafçılar Irving Penn,

Andre Kertesz, Helmut Newton, Marc Riboud, Helmot

Newton ve Paolo Roversi. Sinema alanında ise Tarkovski,

Angelopulos ve Nuri Bilge Ceylan, ilk yıllarından beri beni

en çok etkileyen yönetmenler olmuştur.

61

FOTOĞRAF

Biraz da tekniğinizden bahsetmenizi istesek?

İlk dönemlerimde çektiğim siyah-beyaz ya da desatüre çektiğim

modern fotoğraflardan bu yana yapıbozumuna ilk geçiş

yapmaya başladığım “Deranged” sergimden itibaren birçok

farklı teknik kullandım. Örneğin, Deranged’de uzun pozlama,

renkli filtreler kullanarak ışıkla boyama; Let’s Dance serimde

dijital ve 35 mm analog kullanarak kolaj yapma; New

Wave’de dijital ortamda fotoğrafı ayna görüntüsü ile iç içe

geçirme; Black Star’da üç ana renk filtre ile çektiğim fotoğrafı

üst üste üste bindirerek, bozulmaya uğramış fotoğrafı

elde etme... Her yeni sergimde yeni bir teknik denemenin

bana yeni kapılar açtığını ve tecrübemi arttırdığını düşünüyorum.

Her yeni serimde bu işleri destekleyecek ya da ona

gönderme yapacak bir metin yazmayı da ihmal etmiyorum.

Deranged

Çalışmalarınıza isim verirken ve metinleri yazarken

nasıl bir yol izliyorsunuz?

Ne tür bir şey yapabileceğimi düşünmeye başladığımda,

aklıma gelen fikirleri not alarak işe başlıyorum. Tabi bu fikirler

bir anda gelmiyor. Karar verip de beyninize tohumu

attığınız andan itibaren haftalar içinde yeşermeye başlıyor.

Bu fikirler arasındaki en uygun olan üzerinden ilerlemeye

karar verdiğim andan itibaren ise projenin olgunlaşması

ve son hâlini alması, çekimlerin başlamasına yakın oluyor

diyebilirim. Çekim süreci sürerken ve bitmesine yakın ise

proje hem şekil hem de fikir olarak en sonra hâlini alıyor.

Bu süreç yavaş ve adım adım ilerliyor. Arka planda zihnin

bu konu üzerine düşünmesi için ona zaman tanıyorum. İşte

metinler ve eserlerin isimleri de tam olarak bu sürecin bir

parçası olarak ilerliyor. Yani başlangıcından son aşamasına

dek olgunlaşıp, son hâlini buluyor. Genel olarak kendi kendine

ilerleyen bir süreç olduğunu söyleyebilirim.

Aynı zamanda yazar kimliğinizin olduğunu da görüyoruz.

2020’de ilk romanınız “Düşler ve Hiçlik”, 2022’de ise

“Diyalektik Rüyalar” adlı ikinci romanınız yayımlandı.

Romanlarınızın çıkış öyküsü nasıl oldu?

En başta bahsettiğim gibi 17 yaşında yalnız yaşamaya başladığım

ve Çukurova’ya gittiğim serüvenden Almanya’ya,

ardından Fransa’ya taşındığım her anıma kadar yazmak

benim için bir terapi aracı oldu. Hem kendimi tanımak

hem geleceğimi planlamak hem de iç sıkıntımı hafifletmek

adına bazen her gün saatlerimi yazmaya ayırdım.

İlerleyen dönemde bunun işime bu kadar yarayacağını

tahmin etmezdim. Açıkçası, zaten senaryolarını yazdığım

kısa filmlerimden dolayı hikâye yazma konusunda deneyimler

edinmiştim. Ancak baştan sona bir kitap yazma

deneyimine henüz yeni ulaşabildim. Pandemi kapanması

buna vesile oldu diyebilirim. Yazmaktan başka üretim babında

yapabileceğim başka bir seçeneğim yoktu. Dolayısıyla,

içimdeki sıkışmışlık duygusunda sıyrılabilmek adına

kendimi buna zorladım. Hem önceki yazdıklarımdan yola

çıkarak hem yaşadıklarımdan yararlanarak hem de hayal

gücümü zorlayarak bir şeyler çıkarmaya çalıştım. Yazmak

zor olmadı, ancak bu konuda yeni olduğum için editleme

süreci beni zorladı. İkinci kitabımda ise bu süreç biraz

daha kolay oldu diyebilirim.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


62

MÜZİK

Yazar

Pınar Baltacı

Piyanist Dengin Ceyhan:

İstanbul dünyaya açılan

bir kapı

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Dengin Ceyhan: “Her şeye rağmen güzel sanatlara ilgi gösteren, takip eden,

değer veren bir kitle mevcut. Bu sayının daha da çoğalması, kültür politikalarının

değişmesinden geçiyor.”

Türkiye’nin en başarılı piyanistlerinden Dengin

Ceyhan’ın müzik yolculuğu, çocukluk yıllarında

başlamış. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet

Konservatuvarı’ndan mezun olduktan sonra

uzun yıllar Ankara’da yaşayan Dengin Ceyhan, tam iki yıldır

İstanbullu. Buradaki yeni hayatında tamamıyla konser ve kayıtlarına

odaklı bir hayat yaşadığını ifade eden müzisyen ile

hem müzik kariyerini hem de İstanbul’u ve müziği konuştuk.

Öncelikle kariyerinizi dinleyebilir miyiz?

Müzik ne zamandan bu yana hayatınızda?

Bebekliğimden itibaren müzik dinlemeyi çok severdim.

8 yaşımda kursa giderek başladığım piyano hayatına, 11

yaşımda Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nı

kazanarak devam ettim. Ortaokul, lise, üniversite,

yüksek lisans ve yaklaşık 7 sene öğretim üyesi olarak

çalıştım aynı kurumda. Pandemi sürecinden itibaren de


mesleki yaşantımı gözeterek Ankara’dan ayrılıp, İstanbul’a

taşındım. Burada ise tamamıyla konserlere ve kayıtlarıma

odaklı bir hayat yaşıyorum.

Bu zamana kadar iki albüme imza attınız. Bu iki albümü

ayrı ayrı anlatır mısınız? Yakın zamanda yeni bir albüm

çalışması olacak mı?

Yayınlamış olduğum ilk albüm, Pentagram grubunun enstrümantal

parçalarının piyano düzenlemelerini yapıp, icra

ettiğim bir çalışmaydı. Ardından ise Chopin’in Nocturne’lerinden

örnekler yayınladım. Daha sonra, Rodrigo’nun

“Concierto di Aranjuez” ve Rammstein’ın “Mein Herz Brennt”

adlı şarkısını piyanoya düzenledim. En son da Chopin’in

Ballade’larını icra edip yayınladım. Bu çalışmaların hepsi üç

sene içinde gerçekleşti. Klasik müziğin yanında rock müziğin

de bendeki yeri farklıdır. Bunu kayıtlarımda ve konserlerimde

de belli ediyorum. Sevdiğim, bana yakın olan tüm

müzikleri elimden geldiğince dinleyicilerin beğenisine sunmaya

çalışıyorum.

Bu yüzden hiç azımsanmayacak bir tarih bilgisine sahip

olabiliyor sanatçılar. Geçmişte yaşanılanları iyi okuyup,

ona göre günümüzün problemlerini tahlil etmek çok zor

olmuyor. Bu yüzden gerçek sanatçılar aydındırlar. Bunu da

halka en açık şekilde anlatmak, yaptığımız işe duyduğumuz

inançtan ve saygıdan kaynaklı.

Son olarak, bir süredir yaşadığınız İstanbul’u sizin

sözcüklerinizle dinleyebilir miyiz? Şehirdeki sanatsal

faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İki seneyi doldurdum İstanbul’a geleli. Her yönüyle

bambaşka bir şehir... İşin doğrusunu söylemek gerekirse

henüz hakkını verip, gezme vaktim çok olmadı. Görmem

gereken çok yer var. İmkân oldukça zaman ayırmaya

çalışıyorum keşfetmek için. Sanatsal faaliyetler açısından

çok değerli bir yer İstanbul. Dünyaya açılan bir kapı

burası. İmkân oldukça en iyi şekilde yaşanması gereken

bir şehir...

63

MÜZİK

Sanat dünyasının önemli isimleriyle çalışma olanağı

bulmuş biri olarak, bu deneyimlerinizi

nasıl anlatırsınız?

Hem klasik müzik camiası hem de rock müzik camiasından

değerli isimlerle tanışma ve çalışma fırsatı buldum. Genel

olarak bir şey söylemek gerekirse, her insanın birbirinden

farklı olduğu gibi herkesin müziğe bakış açışı da çok başka.

Bu sebeple farklı müzisyenlerden öğrendiğim, beslendiğim

konular oldu. Yaşadığımız her şeyden bir tecrübe edindiğimiz

gibi öğrencilik zamanlarımda aldığım eğitimin yanı sıra

gitmiş olduğum masterclasslar, şimdi de profesyonel hayatımda

çalıştığım müzisyenler illa ki bir iz bırakıyor. Yaşadığımız

sürece de bu devam edecektir.

Klasik müziğin Türkiye’de yeteri kadar ilgi görmediğini

düşünüyor musunuz? Dinleyicilerden ne gibi tepkiler

alıyorsunuz?

Klasik müziğin ülkemizde çok popüler olmadığı bir gerçek...

Cumhuriyet’in kurulması sonrasında güzel sanatlara daha

çok ağırlık verildi ama hiçbir zaman yeterli olmadı. Büyük

bir gelişme kaydedilemedi, çünkü bu bir kültür politikası.

Her şeye rağmen güzel sanatlara ilgi gösteren, takip eden,

değer veren bir kitle mevcut. Bu sayının daha da çoğalması,

kültür politikalarının değişmesinden geçiyor.

Sizi toplumsal sorunlara duyarlı bir sanatçı olarak

tanıyoruz. Bir sanatçının çevresinde, ülkesinde var olan

sorunlara ses çıkarabilmesi neden önemli?

Aslında ‘duyarlı sanatçı’ diye bir kavram yok, sadece ‘sanatçı’

var. Sanat, tarih boyunca olan tüm yaşanmışlıkların

yansıması... Acısıyla, hüznüyle, sevinciyle, umuduyla...

Bunu hakkını vererek icra eden kişiye ‘sanatçı’ diyebiliriz.

Geriye kalan şey de pop kültürünün bir parçası olmak...

Güzel sanatların her alanında bulunan eserlerin çok eski

tarihlerden günümüze ulaşması sebebiyle bu eserleri icra

edenler, o eserleri öğrenmek için sadece notayı değil; bestecinin

hayatını, o dönemleri, ülkelerinin durumlarını,

politik konumlarını ve birçok bilgiyi araştırarak öğrenir.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


64

Cemal Reşit Rey’de

“Beş Çayı Konserleri”

ETKINLIK

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Cemal Reşit Rey Konser Salonu (CRR), yeni sezon

repertuvarını açıkladı. İBB Kültür Dairesi Başkanlığı

Koordinatörü Figen Ayhan Karakelle ve

CRR Genel Sanat Yönetmeni Murat Cem Orhan,

yeni sezonla ilgili bilgileri basınla paylaştı. CRR, ücretsiz

olarak gerçekleşecek “Beş Çayı Konserleri” ile her çarşamba

müzikseverleri bir araya getirecek. Yeni oluşturulan “Felsefe

Sohbetleri” ile ise müziğin derinliklerine inilecek. Bu yıl 65

konser ve her biri Grammy ödüllü birbirinden değerli sanatçılar,

sahnede yer alacak.

Basın toplantısında konuşan Figen Ayhan Karakelle; “İstanbul

Büyükşehir Belediyesi olarak odak noktamız, kültür sanat

kavramlarının hak temelli olması ve ulaşılabilir olması”

derken, Murat Cem Orhan ise şunları ifade etti: “CRR artık

sadece konser yapan bir yer değil, düşünen ve yaşayan bir

yer. Yeni besteciler yetiştirmeyi amaçlayan CRR Akademi,

26 kişiye eğitim veriyor. Ustalık sınıfı mezunlarından bir

öğrenci, La Scala sınıfı seçmelerine davet aldı.

Figen Ayhan Karakelle

Murat Cem Orhan

Bu yıl, yeni proje CRR Bestecilik Akademisi yeni müzisyenler

yetiştiriyor. Akademi, Armağan Durdağ tarafından yürütülen

Çok Sesli Batı Müziği Atölyesi ve Güç Başar Gülle

tarafından yürütülen Caz Müziği Atölyesi olarak iki başlıktan

oluşuyor. Eğitimin ardından CRR Bestecilik Akademisi

Konseri düzenlenecek. Bu konserde öğrencilerin eserleri,

profesyonel müzisyenler tarafından seslendirilecek. Akademiyi

başarıyla tamamlayan öğrencilere CRR Bestecilik Akademisi

Sertifikası verilecek. Bu yıl yeni bir çalışma yöntemi

izlenerek, Genç Oda Orkestrası’na başvurular gerçekleşti.

Üç farklı ülkeden, 12 şehirden 174 kişi başvuru yaptı ve 8

solist seçildi. 8 isim ayrı ayrı konser verecek.”

“Beş Çayı Konserleri” ve “Felsefe Sohbetleri”

Ücretsiz olarak düzenlenen konserler, her çarşamba saat

17.00’de gerçekleşecek. Farklı nedenlerle akşam konserlerine

katılamayanlar için “Beş Çayı Konserleri” alternatif

oluşturacak. Her hafta farklı bir müzik dalının konseri

müzikseverlerle buluşacak. Prof. Dr. Mehmet Yusuf Örnek

öncülüğünde felsefe ve müziği bir araya getiren dinletili sunum

yapılacak. Wagner ve Nietzsche, Hiedegger ve Mozart

gibi isimler üzerine çalışmalar yer alacak.

“Yeditepe İstanbul”

Öte yandan CRR Fuaye, ünlü ressam ve akademisyen Refik

Aziz’in “Yeditepe İstanbul” adlı sergisine ev sahipliği yapıyor.

Azerbaycan resim ekolünden gelen ve İstanbul’a olan hayranlığından

dolayı 1992’de kente yerleşen ressam Aziz’in

müzeleri zenginleştiren 150’yi aşkın tablosu, şimdi de CRR

Fuaye’de 10 Kasım tarihine kadar ziyarete açık olacak.


65

ETKINLIK

Dededen babaya, babadan oğula

üç kuşaklık fotoğrafçılık yolculuğu...

Mehmet Turgut ile

zamansız portreler

Bige Kotil,

Gamze Cizreli,

Mehmet Turgut

ve Banu Taşkın...

Fotoğrafçılığa babası Ahmet Turgut’un 1971’de Ankara’da

kurduğu Stüdyo Büyük’te adım atan ve üç

kuşaktır devam eden aile mesleğinde 25 yılı geride bırakan

ödüllü fotoğrafçı Mehmet Turgut’un çektiği zamansız

portreler, “Ustalar” sergisinde bir araya geldi. “Ustalar”

sergisi, benliklerini tecrübe ile doldurmuş, sabırla yoğrulmuş,

yürüdükleri yola sadakatle bağlanmış, yaşamda (ve yaşamlarda)

iz bırakmış ustaların portrelerine ev sahipliği yapıyor.

“Ustalar” sergisi, fotoğrafların edisyon baskılarının satışlarından

elde edilecek gelirle ve Türk Eğitim Vakfı bünyesinde

açılan “Yarının Ustaları” başlıklı burs fonuna yapılacak

bağışlarla, güzel sanatlar ve gastronomiyle ilgili bölümlerde

okuyan gençlerin eğitimlerine destek sağlayacak.

“Nesilden nesile aktarımın büyüsü”

BigChefs Kurucu Ortağı Gamze Cizreli, serginin parçası

olmakla ilgili duygularını “Kadim ustalık geleneğinin elden

ele, gönülden gönüle akıp devam etmesi için hepimizin

elimizi taşın altına koymamız gerektiğini düşünüyorum.

‘Ustalar’ sergisinde BigChefs olarak büyük bir gururla yer

almamızın en büyük sebebi de bu nesilden nesile aktarımın

büyüsü” sözleriyle anlattı.

“İz bırakan simalara

zamansız bir saygı duruşu”

“Emaar Square Mall olarak ev sahipliği yapmış olduğumuz

‘Ustalar’ sergisi ve desteklemekten onur duyduğumuz ‘Yarının

Ustaları’ sosyal sorumluluk projesinin coşkusunu yaşarken,

geçmişten gelen birikim ve vizyonun geleceğe doğru

yeni kapılar açacak olmasının gururunu taşıyoruz” şeklinde

konuşan Emaar Alışveriş Merkezi Genel Müdürü Bige Kotil

ise “Bu proje kapsamında Mehmet Turgut’un ölümsüz portreleriyle

hepimizin hayatında iz bırakan isimlerin simalarına

zamansız bir saygı duruşuna geçiyoruz” dedi.

“Bize muhteşem değerleri hatırlatan

büyük ustalar”

Türk Eğitim Vakfı Genel Müdürü Banu Taşkın de görüşlerini

şöyle dile getirdi: “Ustalar Projesi kapsamında hayata

geçirdiğimiz TEV - ‘Yarının Ustaları’ Burs Fonu sayesinde

güzel sanatlar ve gastronomi dallarında eğitimi alan gençlerimizin

‘ustalık’ yolunda ilerlemelerine destek olmayı amaçlıyoruz.

İnce işçiliğin, sabrın, özgünlüğün, farklılıkların,

yeniliğin ve yenilenmenin muhteşem birer değer olduğunu

bize hatırlatan, projede ismi geçen tüm büyük ustaların

önünde saygıyla eğiliyorum.”

BigChefs’in sponsorluğunda, Emaar’ın ev sahipliğinde düzenlenen

“Ustalar” sergisi, 12 Kasım tarihine kadar 10.00-

22.00 saatleri arasında Emaar’da ziyaret edilebilir.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


66

Sanat Günlüğü

YENI ÇIKANLAR

Soğuk hava dalgasının ülkemizi etkisi altına almaya başladığı bugünlerde

sanata kucak açmaya ne dersiniz? İstanbul’un salonları, kitapçıları ve

etkinlikleri sizi bekliyor. Buyurun...

KİTAPLAR

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09

Sanatçının Kendine Yolculuğu

Nilüfer Erdem Güngörmüş’ün sanat

ve edebiyat üzerine psikanalitik

denemelerini içeren yeni kitabı “Sanatçının

Kendine Yolculuğu”, Metis

Yayınları etiketiyle çıktı. Güngörmüş,

kitabıyla ilgili şunları ifade etti: “Tıpkı

psikanaliz tedavisinde olduğu gibi

sanatsal yaratıcılıkta da esas olan, bireysel

süreçlerin tekilliği ve biricikliğidir.

Farklı tarihlerde kaleme aldığım

ve Hermann Melville’den Henry Bauchau’ya,

Sevim Burak’tan Selma Gürbüz’e,

Alvin Lucier’den Mehmed Siyah

Kalem’e farklı ressam, yönetmen,

besteci ve edebiyatçıların eserlerine

odaklanan bu denemeler, sanatsal

yaratıcılıkla psikanalitik düşüncenin kesiştiği noktalardan

doğan bu tür tekil örnekler getirmeyi amaçlıyor.”

Füsun Onur: Evvel Zaman İçinde

Heykeltıraş ve enstalasyon sanatçısı Füsun Onur’un bu yıl

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’ndaki sergisine eşlik eden

monografisi “Füsun Onur: Evvel Zaman İçinde”, Yapı Kredi

Yayınları tarafından İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) iş

birliğiyle yayımlandı. Sanatçı hakkında şimdiye kadar hazırlanmış

en kapsamlı yayın niteliği taşıyan kitap, sanatçının

yeni üretimlerinin yanı sıra sanat yaşamına dair kapsamlı

bir perspektif sunuyor.

Ben Adamı Boyarım

Karikatürist Öznur Kalender’in

yeni kitabı “Ben Adamı

Boyarım”, raflarda yerini

aldı. Kitap, Kalender’in geçtiğimiz

yıllarda yayımlanan

“Ben Adamı Çizerim” isimli

kitabının devamı niteliğini

taşıyor. Sosyal ve siyasi hiciv

karikatürleri içeren ve

adeta bir karikatür albümü

olan kitap, 90 karikatürden

ve Türk Siyasi Portreleri,

Türk Siyasi Karikatürü,

Türk Karikatür Sanatçıları

Portreleri, Türk Sinema ve Tiyatro Sanatçıları Portreleri,

Uluslararası Figürler, Nostalji isimleriyle adlandırılan 6 bölümden

oluşuyor. Sınırlı sayıda baskısı yapılan kitap, sanatseverlerin

kaçırmaması gereken özel bir eser.

Sanatın Sonu

Donald Kuspit’in “Sanatın Sonu”

isimli kitabı, yeniden Metis Yayınları

tarafından basıldı. Bu tür eserleri

tanımlamak için Alan Kaprow’un

“postsanat” terimini kullanan ve postmodern

sanatın aslında sanatın sonu

anlamına geldiğini, çünkü estetiğin

itibarını kaybettiğini öne süren Kuspit,

kitapta tinsel değerlere inanan

sanatçı tipinin yerini nasıl pazarın taleplerine

göbekten bağlı postsanatçı

tipinin aldığını anlatıyor. Marcel Duchamp

ve Barnett Newman’ın çalışmalarını

ve kuramsal fikirlerini titizlikle

değerlendirerek, sanattaki bu değer

kaybının modern sanatın entropik

karakterinden ayrılamayacağına dikkat çekiyor, varılan

noktayı estetik karşıtı postmodern sanat olarak nitelendiriyor.

20. yüzyıl boyunca sanatın kat ettiği yol üzerine keskin

gözlemler içeren kitap, görsel sanatların hâlihazırdaki çıkmazlarını

gösterdiği gibi bu sıkışmanın taşıdığı imkânlara

da işaret ediyor.


VİZYONDAKİLER

Bir kadın ve bir kedi hikâyesi:

“Zuhal”

Yönetmenlik koltuğunda

Nazlı Elif Durlu’nun oturduğu,

Nihal Yalçın’ın ise

başrolünde yer aldığı “Zuhal”

vizyona girdi. Filmin

konusu şöyle: “İstanbul’un

merkezinde yalnız yaşayan

ve başarılı bir avukat olan

Zuhal, bir gün evinde bir

kedi sesi duymaya başlar.

Gecelerce onu uyutmayan

bu sesin kaynağını bulmak

için apartmanda çaresiz bir

arayışa çıkan Zuhal, o güne

dek hiç iletişim kurmadığı

komşularının tek tek kapılarını

çalar. Kediyi bulamadıkça

daha da absürtleşen

bu arayış, bildiği doğruların

peşinden giden Zuhal için

yeni bir uyanışın da başlangıcı

olacaktır.”

ALBÜMLER

Portico Quartet’ten 2022

yılı albümü: “Next Stop”

2005’te Londra’da aynı okulda müzik eğitimi alan

dört arkadaş tarafından kurulan Portico Quartet,

janr tanımlarından soyutlanmış müzikal arayışların

izini sürüyor. İngiliz grup, kariyerinin belki de

en üretken döneminde. 2021’e birbirinden farklı

müzikal estetiklerin ürünü olan iki albüm birden

sığdıran dörtlü, dört şarkılık “Next Stop” kısaçalarını

yayınladı.

67

YENI ÇIKANLAR

“Bebek Servisi” çok yakında

sinemalarda

Kore filmi “Bebek Servisi”, çok yakında ülkemiz sinemalarında

vizyona girmeye hazırlanıyor. Sanghyeon isimli bir

adam borçlarla boğuşurken, insanların anonim bir şekilde

çocuklarını terk ettikleri bir tesiste çalışmaktadır. Yağmurlu

bir günde terk edilen Woosung adında bir bebeği iyi bir

fiyata satmak için çalarlar. Tüm bunlar olurken, dedektifler

onları iş üstünde yakalamak için izlemektedir.

HÜM’den ilk albüm:

“Don’t Take It So

Personally”

Oslo caz sahnesinde uzun yıllardır çeşitli orkestralarla

üretimini sürdüren üç müzisyenin ortaklığıyla

hayat bulan yeni bir trio HÜM. Doğaçlamaya geniş

alanlar bırakan HÜM, enstrümanların birbirini gölgelemediği

bir üretim metoduna sahip. Grubun ilk

albümleri “Don’t Take It So Personally”, müzikseverler

ile buluştu.

İstanbul Sanat | Ekim / Kasım / Aralık 2022 / 09


Da Vinci Robotik Cerrahi

Medicana Ataşehir

Hastanemizde!

Robotik Cerrahi, ameliyathanede hastanın yanında bulunan cerrah konsolundan,

cerrahın hasta üzerinde 3 boyutlu kamera ve robotik el aletleri yardımıyla

ameliyatı gerçekleştirmesidir.

Robotik Cerrahinin Kullanıldığı 7 Farklı Branş

1

2

3

4

Üroloji

5

Çocuk

Cerrahisi

6

Genel

Cerrahi

7

Kalp ve

Damar

Cerrahisi

KBB ve

Baş-Boyun

Cerrahisi

Kadın

Hastalıkları

ve Doğum

Göğüs

Cerrahisi

0850 460 63 34

www.medicana.com.tr

ÖZEL MEDICANA

ATAŞEHİR HASTANESİ

0216 970 34 34


İş Dünyasının Hayata Yansıması


En yüksek beklentilerinizi karşılama sanatı

Görülmeye değer nefes kesici Adalar ve deniz manzarası ile sahil ve Bağdat Caddesi’nin kesiştiği bir lokasyonda yer alan

Hotel Suadiye, Anadolu Yakası’nın merkezinde olmanın avantajlarını huzurlu bir ortamla buluşturarak konuklarına sunuyor

olmanın ayrıcalığını yaşatıyor.

İstanbul Hotel Suadiye’nin konukları, iş veya tatil amacıyla konakladıkları otelimizde gitmek istedikleri birçok noktaya uzun

mesafeler kat etmeden ulaşabiliyor. Otele girdikleri anda ise her şeyin arkalarında kaldığı bir dünyaya adım atıyorlar. Aynı

anda hem uzaklaşmanın hem de evdeki kadar rahat olmanın keyfini yaşayan konuklar, çoğu kez yaptıkları yorumlarda

beklentilerinin fazlasıyla karşılandığını dile getiriyor.

Hotel Suadiye’nin bir başka özelliği ise İstanbul’un, Anadolu Yakası’nın ve Bağdat Caddesi’nin gözde restaurant, kulüp

ve mağazalarıyla iç içe olması. Otelden tren, deniz otobüsleri, dolmuş, alışveriş merkezleri, sinemalar, seyahat acenteleri

sadece yürüme mesafesinde bulunuyor. Sizleri yeni bir dünya keşfetmeye ve unutulmaz izlenimlere davet ediyoruz.

Bağdat Caddesi Plaj Yolu Sokak No:25 Suadiye - Kadıköy

Tel: +90 216 445 84 24 Web: www.hotelsuadiye.com E-mail: info@hotelsuadiye.com fSuadiyeHotel ihotelsuadiye

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!