31.03.2021 Views

Türkü Life Ocak Şubat Mart 2021

AŞIK VEYSEL, Kubilay Dökmetaş, Ceylan Gaygusuz, Özay Gönlüm, Tülay Örten Yıldız, URFALI CEMİL CANKAT

AŞIK VEYSEL, Kubilay Dökmetaş, Ceylan Gaygusuz, Özay Gönlüm, Tülay Örten Yıldız, URFALI CEMİL CANKAT

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Türkülife

ISSN:

TÜRKÜNÜN DERGİSİ

www.turkulife.com.tr Yıl:4

Sayı: 43 OCAK•ŞUBAT•MART 2021 30 TL

2651-3897

Âşık Veysel

RÖPORTAJ

FATIH DEMIRHAN

RÖPORTAJ

TÜLAY ÖRTEN YILDIZ

RÖPORTAJ

GAMZE KAHYAOĞLU DOĞAN

BİYOGRAFİ

ÖZAY GÖNLÜM

RÖPORTAJ

KUBILAY DÖKMETAŞ

BİYOGRAFİ

CEMIL CANKAT


Türkü

life

Yayının Adı: TÜRKÜ LIFE

Yıl: 4 • Sayı: 43

OCAK-ŞUBAT-MART 2021

BASILI DERGİ ISSN: 2564-6559

DİJİTAL DERGİ ISSN: 2651-3897

İmtiyaz Sahibi ve Yönetim Kurulu Başkanı

Ankara Post Medya A.Ş. adına

Mehmet Yılmaz

Genel Yayın Yönetmeni

Metin Ertunç

metinertunc@turkulife.com.tr

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Mehmet Yılmaz

mehmetyilmaz@turkulife.com.tr

Yayın Kurulu

Mehmet Yılmaz

Hakan Kalyoncuoğlu

Serdar Demirhan

Abdullah Gündüz

Hakan Özkerim

Editör

Serdar Demirhan

Yönetim Yeri

Kırkkonaklar Mahallesi

316. Cadde No:25/B Çankaya/Ankara

Telefon: +90 312 496 06 08

E-posta: bilgi@turkulife.com.tr

Grafik Tasarım

Kasım Halis

kasimhalis@turkulife.com.tr

Telefon: +90 535 928 88 80

Reklam Müdürü

Ayşe Tırpancı

reklam@turkulife.com.tr

Baskı

Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd. Şti.

İvedik OSB Matbaacılar Sitesi

1516/1 Sokak No: 35 Yenimahalle/Ankara

Telefon: +90 535 928 88 80

Baskı Tarihi

30 MART 2021

Yayın Türü

Yaygın Süreli, Üç Ayda Bir Yayınlanır.

Dergimiz Basın Ahlak ilkelerine uyar.

Yayınlanan yazı ve fotoğraflar izin alınmadan

kullanılamaz. Yayınlanan yazıların

sorumluluğu yazarlarına, ilanların

yükümlülüğü ilan sahibine aittir.

4

10

18

24

32

38

44

50

52

58

64

72

76

AYIN KONUSU

AŞIK VEYSEL

RÖPORTAJ

KUBILAY DÖKMETAŞ

AKTÜEL

CEYLAN GAYGUSUZ

BİYOGRAFİ

ÖZAY GÖNLÜM

RÖPORTAJ

TÜLAY ÖRTEN YILDIZ

BİYOGRAFİ

URFALI CEMİL CANKAT

RÖPORTAJ

FATIH DEMIRHAN

HALK OYUNU

KIZ KAÇIRMA OYUNU

RÖPORTAJ

GAMZE KAHYAOĞLU DOĞAN

MÜZİSYEN

MERTCAN KILIÇ

KONUK YAZAR

TÜRKÜLER KARDEŞTİR

TÜRKÜ HİKAYESİ

ZIYA’NIN TÜRKÜSÜ

HABER


Âşık Veysel

04

10

18

38

24

52

32

44


AYIN KONUSU

Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın.

Âşık Veysel

Âşık Veysel

TÜRKÜ LIFE’IN ILK SAYISI ÂŞIK VEYSEL’I KAYBETTIĞIMIZ MART AYINDA

SIZLERLE BULUŞMUŞTU. YINE BIR MART AYINDA, BÜYÜK OZAN ÂŞIK VEYSEL

ŞATIROĞLU’NU RAHMET VE SAYGIYLA ANIYORUZ.

4

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


AYIN KONUSU

Bundan tam kırk sekiz

yıl önce, 21 Mart 1973’te

Sivas’ın Şarkışla ilçesine

bağlı Sivrialan köyünde vefat etti

Âşık Veysel. Onu aralıksız 16 yıl

takip eden ve ölümünden sadece

12 saat önce onunla son röportajı

gerçekleştiren Sivaslı gazeteci

Yücel Yönal, büyük ozanın son

günlerini Anadolu Ajansına şöyle

aktarmıştı:

“Köyüne giderek Âşık Veysel ile

röportaj yaptım. Ertesi gün de

durumu dönemin Sivas Valisi Celal

Kayacan’a anlattım. Ertesi sabah

yeniden köye gittiğimizde valimiz,

Âşık Veysel’e ölünce nereye

defnedilmek istediğini soramadı.

Oğlu vesilesiyle sorulduğunda ise

‘Faydam da zararım da olacaksa

bu köye olsun’ diyerek, köyüne

defnedilmek istediğini söyledi.

Âşık Veysel, mezarının üzerinin

kapatılmamasını, üzerindeki otları

ve çiçekleri koyun ve kuzuların

yemesini istemişti. Valimiz, Âşık

Veysel’e bir arzusunun olup

olmadığını sorduğunda ise köyüne

ulaşımı sağlayan Kızılırmak üzerine

bir köprü yapılmasını istedi. Köprü

yapıldı fakat Âşık Veysel bunu

göremedi.”

“Üçyüzonda gelmiş idim cihana”

dediği 79 yıllık yaşamı, şiirleri

ve türküleri Kültür ve Turizm

Bakanlığı tarafından hazırlanan

Âşık Veysel Bibliyografyasına

göre tam 109 kitaba konu olmuş,

kitapların dışında 74 değişik kitap

dışı materyalde, yüzlerce süreli

yayınlarda ve yurt dışı pek çok

materyalde işlendi.

HAKKINDA EN FAZLA

ARAŞTIRMA YAPILAN ÂŞIK

Türk Halkbilimi ve Türk Halk

Edebiyatı Araştırmacısı, Yazar ve

Akademisyen Dr. Doğan Kaya,

Âşık Veysel konusunda kendisi ile

yapılan bir röportajda; “Âşık Veysel

hakkında yüzlerce makale, bildiri,

konferans, radyo televizyon yayını

anma günleri de dâhil olmak üzere

çok çeşitli çalışmalar yapılmıştır.

Bugüne kadar Veysel’le ilgili 35

kitap yayımlanmıştır. Milliyet Sanat

Dergisi, Sivas Folkloru Dergisi, Türk

Folklor Araştırmaları, Maya Dergisi,

Halk Ozanlarının Sesi gibi dergiler

bir sayısını Âşık Veysel Özel

Sayısı yapmıştır. Bunların dışında

ülke dışında da onun hakkında

İngilizce ve Fransızca makaleler

çıkmıştır. Bunlara bakarak

edebiyatımızda hakkında en fazla

çalışma yapılan âşığın Veysel

olduğunu söyleyebiliriz. Bütün

bunlara rağmen 2005 yılına kadar

onu bütün özellikleriyle anlatan

ve bilinen bütün şiirlerinin bir

arada olduğu bir çalışma ortaya

konulamamıştır.” diyor.

Dr. Kaya; Ümit Yaşar Oğuzcan’ın

1973’te bütün şiirlerini yayımladığı

“Dostlar beni Hatırlasın” adlı

kitapta Aşık Veysel’in 158 şiiri

bulunduğunu, aradan geçen

otuz yıl içinde kendisinin pek çok

sözlü ve yazılı kaynağa müracaat

ederek bu sayıyı 179’a çıkardığını

da sözlerine ekliyor.

Kaya, Âşık Veysel’in hayatını

konu alan 1953 yılında çekilmiş

bir film olduğunu da belirterek;

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

5


AYIN KONUSU

Cumhuriyetten sonra gelen A. Kutsi

Tecer’lerin, A. Muhip Dranas’ların,

Orhan Veli ve Cahit Sıtkı’ların yeri

Veysel’in yeridir.

“Gülağ Öz, Dost Dost Dergisi, Ocak 2000”

“Metin Erksan’ın yönetmenliğini

yaptığı “Karanlık Dünya” adlı bir

film çekilmiştir. Filmin başrollerini

Aclan Sayılgan ile Ayfer Feray

paylaşmıştır. Filmin senaryosu

Prof. Dr. Bedri Rahmi Eyüboğlu’na

aittir.” diyor.

İşlediği konular göz önünde

tutulduğunda Veysel’in dert,

tabiat, vatan-millet ve birlik şairi

olduğunun söylenebileceğini

kaydeden Kaya, “Veysel, hemen

her konuda şiirler söylemiştir.

Ancak orijinaldir ve kendisine

hastır. Bunu ezgileri ile de

bütünleştirince ister istemez

şöhrete ulaşmıştır. … Gözünün kör

olması, şiirlerindeki tabii söyleyiş

ve ezgilerinin orijinal oluşu, seçtiği

konular ve sentezci yapısı Veysel’in

şöhret kazanmasını sağlayan en

önemli faktörlerdir.” tespitinde

bulunuyor.

“Bütün Yönleriyle Âşık Veysel

Antolojisi” adlı kitabın yazarı,

aynı zamanda büyük ozanın

hemşerisi olan Gülağ Öz ise Dost

Dost Dergisinin Ocak 2000 tarihli

12. sayısında onun şiirleri için;

“Veysel’i mutsuz eden etmenlerin

başında gözlerinin görmemesi

değil, yaşıtlarının asker olmasıydı.

Onu en çok seferberlik yılları

etkilemişti. Ülke bir işgalden, bir

de despot ve unutulmuşluktan

kurtarılacaktı. Kendisinin bunda

payının olmaması onda derin izler

bırakıyordu. İleriki aşamalarda

yazdığı vatan ve yurt sevgisi şiirleri

bu düşünce ve duyguların dışa

6

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


AYIN KONUSU

vurumu olacaktı.” düşüncesini dile

getiriyor ve devam ediyor:

“… Cumhuriyet devrimlerine

sıkı sıkıya bağlı olması ve

sürekli Atatürk devrimlerini

seslendirmesinde Cumhuriyet

aydınının payı da büyüktür.

Bunların başında Ahmet Kutsi

Tecer, Sabahattin Eyüboğlu,

halkevleri, Köy Enstitüleri

gelmektedir. Tecer’in deyimiyle

Veysel’in var olan dili bu

dönem çözüldü. Bu konuyu

Âşık Veysel şöyle ifade ediyor;

‘Tecer dilimizin bağını çözdü

çok şükür.”. Âşık Veysel’i

değerlendirenler Cumhuriyet’teki

yerini iyi saptıyorlar. Çünkü

değerlendirmeler sonraki

dönemine ilişkindir. Bu tarzdan

bakınca şu yargıya katılmamak

elde değil: Cumhuriyetten sonra

gelen A. Kutsi Tecer’lerin, A. Muhip

Dranas’ların, Orhan Veli ve Cahit

Sıtkı’ların yeri Veysel’in yeridir.

Âşık Veysel kimilerine göre

ozanlık geleneğinin son temsilcisi,

kimilerine göre şişirilmiş

balon. Oysa Veysel ne ozanlık

geleneğinde son halka, ne de

abartılmış bir kişilik. Veysel’le

ilgili bilinmeyen çok yönler var.

Yaşadığımız koşullar Veysel’i daha

da güçlü kılacaktır.”

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

7


AYIN KONUSU

Edebiyatımızın önemli isimlerinden

Yaşar Kemal de bir yazısında

büyük ozan için; “Veysel’i tanıyanlar

bilirler, sonsuz bir şiir bilgisi vardı.

Kendinden önce gelen ustaları

derinlemesine bilirdi. Bir Yunus’u,

bir Pir Sultan’ı, Karacaoğlan’ı o

kadar bilen insan belki çağımızda

yoktu.” görüşünü dile getiriyor.

1959 yılında şair Feyzi Halıcı,

Aşık Veysel ile yaptığı ve Çağrı

dergisinde yayınlanan bir

röportajında ilginç bir soru

soruyor:

Halk şiirimizin son gerçek

halkası sensin. Senden sonra

halk şiirimiz hakkında ne

düşünüyorsun?

Veysel cevap veriyor:

-Hakkımdaki iyi düşünceler size ait.

Ben bunu bilemiyorum. Türk milleti

sağ olsun. Analar ne aslanlar

doğurur. Benim şiirden kısmetim

şu: Bir tabağın dibinde bal dolu

imiş. Onu, bizden önce gelen

şairler yemişler. Biz kasenin dibini

yalıyoruz. Bize söylenecek söz

bırakmamışlar ki!

-Âşık kasesinin dibindeki balı

da sen yaladığına göre, bundan

sonra, kimsenin nasibi olmayacak

mı yani?

-Arı yok değil ya! Yeniden tabağı

doldururlar. Dünyada, ne arı, ne

çiçek, ne bal tükenir.

“Dünyada, ne arı, ne çiçek, ne bal

tükenir” ama Veysel gibisi bir daha

gelmez. Türkü Life’ın ilk sayısı Âşık

Veysel’i kaybettiğimiz mart ayında

sizlerle buluşmuştu. İlk sayımızda

da dilimiz döndüğünce; 21 Mart

1973 günü bir Nevruz sabahına

doğru saat 03.30’da Hakk’a

yürüyen büyük ozanı anlatmaya

çalışmıştık. Yine bir mart ayında,

bu kez farklı bir açıdan anlatmaya

çalıştığımız büyük ozan Âşık Veysel

Şatıroğlu’nu rahmet ve saygıyla

anıyoruz.

Ben giderim adım kalır / Dostlar

beni hatırlasın.

8

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


30 yıldır sizlere hizmet

vermekten gurur duyarız...

ALTINBAŞ • KENTPARK AVM

Mustafa Kemal Mah. B/17

Çankaya / Ankara

BMA ALYANS • ACity AVM

Fatih Sultan Mehmet Bulvarı No: 17

Yenimahalle / Ankara

ATASAY • ACITY AVM

Fatih Sultan Mehmet Bulvarı No: 244 - Z 09

Yenimahalle / Ankara

YORULMAZ KUYUMCULUK • TUZLUÇAYIR

Tıp Fakültesi Caddesi 150 / C

Mamak / Ankara


röportaj

TRT TÜRK HALK MÜZIĞI MERKEZ MÜDÜRÜ

KUBILAY

DÖKMETAŞ:

“MÜŞTERI KAZANMAK IÇIN TÜRKÜLERI BIRAZ

DAHA EĞIP BÜKEYIM, BIRAZ DAHA DEJENERE

EDEYIM GAYRETI IÇERISINDE OLANLAR VAR.

BUNLARIN KARŞISINDA DA MUSA EROĞLU,

SABAHAT AKKIRAZ, MEHMET ÖZBEK, EMEL

TAŞÇIOĞLU, GÜLŞEN KUTLU, ARIF SAĞ GIBI

USTALARI GÖRÜYORUZ. ASLA ESERLERIN

ORIJINALLERINDEN AYRILMADAN

OTANTIK ŞEKLIYLE SÖYLÜYORLAR AMA

POPÜLERLIKLERINDEN DE BIR ŞEY

KAYBETMIYORLAR.”

Röportaj:

Mehmet YILMAZ

10

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


röportaj

Uzun yıllar TRT bünyesinde

ses sanatçısı olarak

görev yapan usta isim

Kubilay Dökmetaş, son 9 yıldır

aynı kurumda Müzik Dairesi

Başkanlığı Türk Halk Müziği

(THM) Merkez Müdürü olarak

görev yapıyor. Dökmetaş

aynı zamanda derlemeci,

araştırmacı, yazar, eğitimci ve bu

röportajda da göreceğiniz gibi bu

saydıklarımızdan çok daha fazlası…

Hemen aklımıza gelen en yakın

tarihli çalışmalarından biri,

2019 yılında Milli Mücadele’nin

100. Yılı dolayısıyla TRT’nin

imza attığı önemli bir projeydi.

Bu anlamlı projede TRT, Milli

Mücadele’nin bugüne kadar hiç

seslendirilmeyen ve unutulmaya

yüz tutmuş türkülerini uzun

çalışmalar sonucunda ortaya

çıkarmış; arşivlerdeki binlerce ezgi

tek tek ayıklanmıştı. Dökmetaş’ın

başında bulunduğu THM Merkez

Müdürlüğü’nün büyük bir titizlik

içerisinde yürüttüğü bu çalışma

sonucunda, o döneme ait, bugüne

kadar kimsenin duymadığı

birbirinden özel ve anlamlı 15 türkü

de gün yüzüne çıkarılmıştı.

Onun TRT ekranlarında hazırlayıp,

sunduğu Dost Dost Diye, Allı

Turnam, Bu Toprağın Sesi,

Yörelerimiz ve Türkülerimiz,

Memleket Havaları programlarını;

Muzaffer Sarısözen, Celal Güzelses

ve Hacer Buluş belgesellerini,

belleklerimizde yer etmiş

çalışmalarından bazıları olarak

siz okuyucularımıza aktaralım.

Notalarıyla Türkülerimiz ve

Hikâyeleri (1996), Notalarıyla Uzun

Havalarımız (1996), Diyarbakır

Musiki Folkloru (1996) ve 2000

yılında Şanlıurfa Halk Müziği

(2000) adlı kitaplarını da

saymadan geçmeyelim.

Elbette, hikayesinin geri kalanını

kendisinden dinleyeceğiz. Ancak

hemen belirtelim ki tamamını

sayfalarımıza taşıyamadığımız bu

röportajı @turkulifedergi/youtube

kanalımızdan da izleyebilirsiniz.

Müzikal yolculuğunuzu

özetlemenizi istesek neler

söylersiniz?

Rahmetli annemin sesi çok

güzeldi, hafızası da çok iyiydi.

Ben birçok türküyü ilk kez

hikayeleriyle birlikte annemden

dinledim. Türkülere sevdalanmam

annemden kaynaklıdır. Müzikle

yoğun olarak uğraşmam ise 15

yaşında iken Gaziantep Yatılı

Öğretmen Okulunda oldu. Yatılı

Öğretmen Okulunda mecburi

olarak müzik derslerinde

mandolin, blok flüt ya da melodika

çalmak zorunluydu. Dersi

geçebilmek için bir enstrümanı

çalabilmek yeterli iken ben üç

enstrümanı da çalmaya başladım.

Ardından da kendi gayretimle

bağlama enstrümanını çalmayı

öğrendim.

Sivas’ta arşivci bir ağabeyimiz,

Rıfat Kaya vardı. Arşivinde ses

kayıtları, plaklar bulunuyordu.

Her seferinde hem Rıfat

ağabeyimizden hem arşivinde

bulunan onlarca kayıttan bilgiler

edindim. Türküler ve yorumcular

hakkında bilgi depolamaya orada

başladım diyebilirim. Akabinde

yine Sivas Halk Eğitim korolarında,

Sivas Belediye Konservatuarı’nda

amatörlükten pişerek yol aldım.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

11


röportaj

Sonrasında köy öğretmenliği

başladı. Köy öğretmenliğinde yirmili

yaşlarımın başında Anadolu’nun

çeşitli yörelerinde öğretmenlik

yaptım ve bu dönemde amatör

derlemeler gerçekleştirdim.

Görev yaptığım köylerde

âşıklardan ve kaynak kişilerden

bazı derlemeler topladım.

Bunların çoğunu da sonraki

yıllarda toparladım, bir

araya getirdim ve şu an TRT

repertuarındalar.

Sizi bu denli araştırmaya iten

sebep ne oldu?

Yıllar önce, ilk çıktığım

televizyon programında

sunucu “Ne okuyacaksınız?” diye

sordu. “Erzurum’dan bir tatyan

okuyacağım.” dedim. Hemen

ardından “Tatyan nedir?” diye sordu.

“Birazdan okuyacağım ezgilere,

türkülere Erzurum’da tatyan diyorlar.”

diyerek, bilimsel olmayan, sığ bir açıklama

yaptım. Müzikal dizi anlamında, şekil

form anlamında tatyanın açıklamasını

yapamamanın ezikliği içerisinde program

sona erdi. Çıktıktan sonra kendi kendime

söz verdim; bana halk bilimi ve halk müziği

konusunda soru geldiğinde doğru yanıtı

vereceğim diye.

Bu sebeple kütüphanemi geliştirmek

zorundaydım. Kitapçılar ile daha sıkı fıkı

olmaya başladım, halk müziğinin türleri ve

çeşitleri konusunda halk müziğinde üretilenler,

halk edebiyatında, halk şiirinde, halk biliminde

12

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


röportaj

TRT, türkülerin orijinal şekilde muhafazasının

garantörü bir kurumdur. TRT’miz türkülerin

orijinal kalması için her türlü tedbiri aldı, almaya da

devam ediyor.

üretilen, yayınlanan eserler

konusunda daha bir duyarlı

olmaya başladım. Yaptığım işi

hem edebi hem müzikal hem

de nazari yönünden genişletme

gayreti içerisine girdiğim bu yol,

beni birdenbire birikimlerimi

yayımlama aşamasına getirdi ve

sonucunda pek çok ortak çalışma

yaptığım kitaplar yayımlandı.

Son olarak üç ciltlik “Sivas Halk

Oyunları ve Türküleri Külliyatı”

kitabı yayımlandı. Elbette bunca yıl

derleyip toparladığım bu bilgileri

proje olarak önümüzdeki günlerde

ortaya çıkaracağım. Ben temelde

bir sanatçıyım. Festivalden

konserlere koşturuyorum

bu koşuşturma içinde fırsat

bulamadığım çalışmaları emekli

olduktan sonra tamamlayacağım.

2019 yılında TRT yeniden

derleme çalışmaları başlatmıştı,

nedir son durum?

Evet, Sayın Genel Müdürümüzün

ve yöneticilerimizin himmetleriyle

kurumsal olarak 1970’li yıllarda

yapılan son derleme çalışmaları

sonrasında, 50 yıl aradan sonra

resmi bir derleme çalışması

düzenlendi.

Pandemiden dolayı ara verildi,

duraklatıldı ama 2019 yılı

içerisinde yaklaşık beş bin kadar

bir derleme, alanda tespit edilerek

kayıt altına alındı. Şu anda kayıt

altına alınanların analizlerini ön

denetimlerini yapıyoruz. Sonra

bunlar TRT Repertuvar Kurulu

içerisinde gerekli denetimleri

yapıldıktan sonra yerlerini

alacaklar.

Her esere türkü diyebilir miyiz?

Kriterleri var mıdır?

Her okunan esere tabii ki türkü

denmez. Türkü diyebilmek için

o ezginin insanların dilinde,

gönlünde her an karşılık bulması

gerekir.

Peki ya varyantlar… Varyantlara

bakış açınız nedir?

Çok güzel bir soru… Varyantlar

inanılmaz zenginliklerimiz.

Avrupa’da halk bilimi açısından,

halk türküleri açısından yapılan

derlemelere dünden bugüne

baktığımızda, Macaristan’da,

Almanya’da veya Avrupa

ülkelerinde yapılan araştırmalar

şunu gösteriyor; bir ezginin, halk

ezgisinin onlarca, yirmilerce,

otuzlarca birçok varyantları

çeşitlemeleri var. Biz bunlara halk

dilinde “çatal” diyoruz. Çatalları

var, versiyon ya da varyant

anlamında. Bir türkünün ne

kadar çok varyantı varsa o türkü

gerçekten türküdür. Dolayısıyla

şimdiye kadar uygulamalarda,

denetimlerde daha çok bir

türkü bir türküye benziyorsa,

“bunun benzeri var, hadi bunu

görmeyelim, almayalım” denilmiş;

bu yanlış. O türkünün, söz, ezgi,

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

13


röportaj

“Orta Asya’dan Anadolu’ya geldik,

Anadolu’da ki diğer kültürler ile

harmanlandık, renklerle birleştik.

Dolayısıyla bu kültür aktarımlarını

doğru bir şekilde fotoğraflayıp, gelecek

kuşaklara aktarmakla mükellefiz.”

ifade ve usul anlamında en ufak

bir farklılığı varsa bu çeşitlemedir,

bu varyanttır. Bunların korunması

gerekir.

Pek çok konuğumuza

sorduğumuz bir soruyu size

de sormak isteriz. Usta çırak

öğretisi geleneğine inanır

mısınız?

Kesinlikle inanıyorum. Çünkü

bizim kültürümüz, harmanlanmış

bir kültür ve usta çırak geleneği,

bu kültürü önceki nesilden sonraki

nesillere taşımanın en doğru

yoludur. Günümüzde bu öğreti

okullarda verilmiyor ancak halk

müziğinde ve halk kültüründe

kavram geçerliliğini korumaktadır.

Genel olarak baktığınızda

enstrüman kirliliği mi

görüyorsunuz yoksa zenginliği

mi?

Enstrüman zenginliği olursa

eyvallah diyeceğim ama bazen

kimliksiz enstrümanlar görüyorum.

Kimliksiz derken, alakasız, yani bir

halk ezgisinde, halk türküsünde,

türkü barda trombon, saksafonun

hiç yeri yok ama bir bağlama

ve gitar ikilisine diyeceğim yok

mesela. Piyano, keman, ud ya da

ona benzeyen enstrümanların iç

içe girmesi yani batı enstrümanı

ile yerel akustik enstrümanın

paylaşılması, iş birliği, bunlar

güzel denemeler. Okunan eserin

yöresine yakışan enstrümanlar

olmalı.

“Solistler seslerine uygun

eserleri okumalı”

Ben şunu öneririm, bize de

hocalarımız hep böyle önerirdi:

Her eser, her solistin şan tekniğine,

vuslatına uygun olmayabilir.

“Sesinize yakışan eseri seçin.”

derdi hocalarımız. Her eseri,

her solist okumamalı, ağzına

yakışanı okumalı. Bazı solistlere

bakıyorsunuz, batı terbiyesi

almıştır, şan eğitimi almıştır ama

bir bakıyorsunuz ki bir türkü

okuyor, ağzına yakışıyor ve çok

14

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


röportaj

tutuyor. Halk denen usta; en büyük

jüri odur. Onlar karar veriyor, biz

vermiyoruz.

Türkülerin orijinalliğinden

çıkarılarak yeniden

düzenlenmesine nasıl

bakıyorsunuz? Türküler bu

şekliyle dejenerasyona uğruyor

mu sizce?

Bu memlekette Barış Manço,

Cem Karaca, Edip Akbayram,

Erkin Koray daha birçok

Anadolu Rock üreten sanatçılar,

türküleri edeplice, adaplıca,

formu üzerinden gayet güzel

çeşitlemelerini yaptılar, aranje

ettiler. Gayet güzel, yerli yerince

yaptılar ama hiçbir zaman dalga

geçmediler, saygı duyarak yaptılar.

Formu ve ölçüleri üzerinde olması

gerektiği gibiyse eyvallah ama

dalga geçer gibi kendi ticari

kazancı ya da ticari satışa yönelik

olarak türkülerin dejenerasyonuna

hayır diyorum.

“TÜRKÜLERIN DEJENERE

EDILMEMESININ GARANTÖRÜ

TRT KURUMUDUR.”

TRT bu konuda çok titiz.

TRT’nin kurulları var; her biri bir

akademisyen, her biri bir birikim

sahibi. Müzik Dairesi Başkanlığı

nezdinde; Repertuvar Kurulu

var, İcra Denetleme Kurulu var,

Araştırma İnceleme Kurulu var. Bu

kurulların görevi şudur: Bu kültürün

gelecek kuşaklara aktarılmasını,

dejenere olmadan tespitini, nota

yazımlarının korunmasını, arşiv

ses kayıtlarının korunmasını,

her anlamda somut olmayan

bu kültürel kazanımlarımızın

gelecek kuşaklara sağlıklı ve doğru

biçimde aktarılmasını sağlamaktır.

Esasen “TRT bir okuldur.” ifadesi

de buradan çıkıyor. TRT, bu işlevi

kendisine görev edinmiş ve

bugüne kadar devam ettirmiş,

sürdürmüş, yaşatmış hâlâ da

yaşatmaya devam eden bir

kurumdur. Ben, bu kurumda

olduğum için onur duyuyorum.

“SANATÇILAR ÖRNEK

KIŞILERDIR!”

Öyle sanatçılarımız var ki

sahneye çıktıkları zaman, müşteri

kazanmak için çok kaba bir tabirle,

taraftar kazanmak için türküleri

biraz daha eğip bükeyim, biraz

daha dejenere edeyim gayreti

içerisinde. Böyle yanılgılara

girebiliyorlar. Bunların karşısında

da Musa Eroğlu, Sabahat Akkiraz,

Mehmet Özbek, Emel Taşçıoğlu,

Gülşen Kutlu, Arif Sağ gibi

ustaları görüyoruz. Asla eserlerin

orijinallerinden ayrılmadan,

otantik şekliyle söylüyorlar ama

popülerliklerinden de bir şey

kaybetmiyorlar. Popüler olmak

için sanki eserleri dejenere

etmek şartmış gibi bir yanılgı var.

Bu yanılgı bir hastalık, buradan

uzaklaşılmalı.

Hani derler ya “Sanat sanat için

mi? Sanat halk için mi?”. Sanatçı,

toplumun sanat seviyesini

kendi birikimleri ile yukarı çeker.

Sanatçı önderlik yapar, öğreticidir,

örnektir dolayısıyla yüksek

sanatı icra eder ki alt katmanlar

görsel ve beş duyu yolu ile bunu

sanatçıdan alsın. İster türkü

olsun, ister sanatın bir başka dalı

olsun, gelişen olayların sanatsal,

kültürel ve ahlaki yapıda olmasını

sağlayacak olanda yine sanatçıdır.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

15


röportaj

Neşet Ertaş ne diyor:

Vay ne olur, ne olur, sevda sırrınan

olur,

Gözdür alemi gezer de gönül

biriynen olur”

Ya da

Başımda altın tacım, hem susuzum

hem acım

Yârimi bana verin, gerisi anam

bacım

Burada kötü bir örnek, kötü bir

öğüt var mı? Genç kuşaklara ne

diyor: Birini sev, adam gibi sev.

Burada tek eşliliği öneriyor, sağlıklı

olanı öneriyor. Kültürel, ahlaki,

sanatsal değerlerin dışına çıkmış

mı? Hayır.

Ülkemizdeki arşivciliği nasıl

görüyorsunuz?

Türkiye’de arşivcilik olgusu; TRT,

konservatuvarlar, Kültür Bakanlığı,

Milli Kütüphane, üniversiteler ve

özel arşivlerden oluşuyor. Bu

noktalarda dağılmış durumda.

Fakat devlet bu arşivleri bir

araya toplamış mıdır? Hayır!

Yıllardır arzuladığım şey, bir

arşiv enstitüsünün oluşması ve

bu arşivlerin, bu numunelerin,

bu örneklerin bir çatı altında

korunması, saklanmasıdır.

Gelişmiş ülkelerde böyle

enstitüler oluşturulmuş durumda.

Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da,

Amerika’da hatta Azerbaycan’da

var. Dolayısıyla bunların devlet

koruması altında, devlet çatısı

altında olması lazım. Teknoloji

değiştikçe bal mumu plaklar,

45’lik plaklar, taş plaklar, makara

bantlar, tel kayıtlar, her teknoloji

geliştiğinde bir önceki teknolojiyi

kapı dışarı etmişiz, imha etmişiz;

içim sızlayarak söylüyorum, yanlış

yapılmış.

Kişisel arşivinizin çok olduğu

söyleniyor. Bu doğru mu?

Baktığınız zaman çöp ev dersiniz.

Evim altı oda bir salon ama

evimin dört odası arşiv dolu. Üç

bin civarında taş plakla birlikte 10

binin üzerinde plağım var. Kitaplar,

dergiler, fotoğraflar, yazılar, notlar,

hepsi o kadar kıymetli ki!

Buna bir örnek vereyim… Yurt

dışında şimdiye kadar 250’nin

üzerinde konserim oldu. Bu

konserlerimde, sahneye çıkmadan

evvel yetkili kişiden konser ile

ilgili yapılan afişlerden isterdim.

Afişi alır, çantama yerleştirir, öyle

konsere çıkardım. Bu sebeple

çıktığım her konserin afişi bile

benim evimde, arşivimde saklıdır.

Yine Âşık Veysel fotoğrafları,

plakları ve onun hakkında yazılan

bütün kitaplar bu arşivimde

mevcut.

Bu sayımızda ayın konusu

olarak Âşık Veysel’i işliyoruz.

Onunla bir anınız var mı?

Elbette var. 1971 yılında, Sivas

Âşıklar Bayramı hemen evimizin

yan tarafındaki spor salonunda

yapılıyordu. Ben henüz o yıllarda

müzikle haşır neşir olmaya

başlamamıştım. Dışarıdaydım

ve yolun karşısında bir minibüs

durdu. İçinden yaşlı ve fötr şapkalı

biri indi. Gazetelerdeki, kitaplardaki

16

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


röportaj

resimlerinden tanıdım ve hemen

koştum yanına:

“Amca, Âşık Veysel siz misiniz?”

dedim.

“Evet, oğul,” dedi

“Âşıklar etkinliği için mi geldiniz?”

dedim.

“Evet,” dedi. “Dolmuş beni burada

indirdi.”

“Tamam, doğru yerde indirmiş sizi.

Kolunuza girip karşıya geçireyim

sizi,” dedim.

O sırada Âşık Veysel’in kişiliğini,

ününü benim anlamam mümkün

değildi elbette. Benimki, ailemden

öğrendiğim şekliyle yaşlıya,

yardıma muhtaç kişiye yardım

etme duygusuydu. Birlikte karşıya

geçtik ve bana teşekkür ederek

salona girdi. Şimdi bakınca, keşke

yanından ayrılmasaydım ve o gün,

gün boyunca ve sonraki günler

hep yanında olsaydım, keşke daha

fazla hizmet edebilseydim,

diye hâlâ hayıflanırım

kendime.

Son olarak gençlere

tavsiyelerinizi de

almak isteriz…

Gençlere tavsiyem şu: Biz

okumayı sevmeyen toplumuz.

Ne iş yaparsanız yapın, hangi

mesleği tahsil ederseniz edin,

hangi alanda yol alırsanız alın

ama lütfen alanınızla ilgili okuyun,

okuyun, okuyun… Sadece okuyun!

Okumadan, hangi alan olursa

olsun yaptığınız işe bir şey

katamazsınız. Kişi; yaptığı işe

saygısı varsa, icra ettiği sanata

saygısı varsa okumalıdır. Uğraştığı

alanda daha önceki ustaların

yaptıklarını etüt etmeli, dinlemeli,

ister usta çırak ilişkisi olsun, ister

bilimsel bir yöntem ya da metot

olsun, ister akademik bir yaklaşım

ya da dokunuş olsun ama okusun!

Başka bir şey önermiyorum;

sadece diyorum ki, “Alanınızla ilgili

araştırın, okuyun.”

Sizi derginin ilk günlerinden

itibaren davet etmiştik ancak

bugüne kısmet oldu, bize değer

kattınız çok teşekkür ederiz.

Esasen belki yıllardır birlikteliğimiz,

ortak paydamız olsa da kısmet

bugüneymiş. Konuk olarak

davetinize geç kaldığım için de

özür diliyorum. Güzel şeyler

yapıyorsunuz, türkü life

dergisini ben çok ciddiye

alıyorum başarılarınızın

devamını dilerim.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

17


AKTÜEL

İLK ALBÜMÜ “ÖN SÖZ” ILE

CEYLAN

GAYGUSUZ

“HAYALINI UZUN ZAMANDIR KURUYORDUM,”

DEDIĞI ALBÜMÜ ÖN SÖZ’Ü MÜZIK PIYASASINA

SUNAN VE OLDUKÇA BEĞENI TOPLAYAN GENÇ

SOLIST CEYLAN GAYGUSUZ, ILK HEYECANINI DA

TÜRKÜ LIFE OKURLARI ILE PAYLAŞTI.

Röportaj:

Elif KAVLAK

18

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


AKTÜEL

Derslerde öğrencilerine

şarkılar söylüyor,

defterlerine Âşık Veysel’in

şiirlerini yazdırıyor. Ustaları

dinletiyor, anlatıyor; “Bir daha

gelsem yine öğretmen olmak

isterim. Mesleğimi çok seviyorum.

Ama müzik de benim yaşam

biçimim,” diyor.

İlk albümü Ön Söz’ü 12 Mart’ta

Seyhan Müzik etiketiyle

müzikseverlerin beğenisine sunan

Ceylan Gaygusuz, Şanlıurfa’da bir

köy okulunda sınıf öğretmenliği

yapıyor.

Müzik konusunda dedelerinden

gelen genetik bir mirasa sahip

olduğunu söyleyen genç solist,

halk müziği sevdasının başlama

serüvenini şu sözlerle özetliyor:

Sivas, İmranlı doğumluyum.

Babamın dedesi, çevre köylerde

özel davetlerde ve düğünlerde

Zurnacı Kudo olarak bilinen, çok

iyi zurna çalan biriymiş. Annemin

babası ise çok iyi davul çalar, onun

da nâmı diğer köylere yayılmıştır.

Annem ve babam da türküler

çalan ve söyleyen insanlar…

Evde türküler hep dinlenirdi.

Ailemde türküleri, deyişleri

bilmeyen yoktu. Dedelerimin

kayıtları dinlenirdi. Şimdi gençlerin

bilmediği ya da isimlerini

hatırlayamadıkları pek çok ozanı,

ustayı çocuk yaşta dinlemiş,

seslerine, sözlerine aşina olmuş,

kulağım onlarla dolmuştu. Ben

en çok annem ve babamın meşk

içinde birlikte türkü okumalarından

etkilendim. Babam çok güzel

bağlama çalar, annem de yanık

sesiyle ona eşlik eder. Böyle bir

ortamda büyüdüm. Türkülerin

sevgi dili olduğunu onlar aşıladı

bana. O yüzden türküler hep

güzellikler barındırmalı, birleştirici

olmalı, topluma mesajlar vermeli

bana göre.

Bu anlamda genetik bir mirasa

sahip olduğumu düşünüyorum.

Çocukluğumda kasetçalardan

dinlediğim Türk Halk Müziği

ustalarının seslendirdiği deyişler

ve semahlarla doldu kulaklarım.

Önce âşıkların, ustaların sesine

aşinalıkla başladı. Sonra seslerini

ayırt etmeye başladım, sonra

mahlasları ezberledim. Arif Sağ,

Erdal Erzincan, Emre Saltık ve

Muhabbet serisi dinlerdim. Belli

bir yaşa geldiğimde aslında

güçlü bir repertuvar oluşturmuş

oldum kendime. Türküleri böyle bir

müzikalite ortamında sevdim.

Yaşadığım ortam böyle olunca

ilkokul yıllarında da aynı

heyecan bende devam etti.

İlkokul 3. sınıftayken Çanakkale

Zaferini Anma programı için

oluşturulan koroda “Ah Bir Ataş

Ver” türküsünü söylemiştik.

Ben, halk müziğine bu türküyle

tamamen bağlandım diyebilirim.

Artık kasetleri dinlediğimde

duyduğum hazzı, türkü okurken

de duymaya başlamıştım.

Ailemin, öğretmenlerimin

ve arkadaşlarımın da sesimi

dinlemek istemeleri heyecanımı

perçinliyordu.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

19


AKTÜEL

Bir de öğretmen kimliğiniz var. Biraz bu yönünüzü

konuşalım…

Evet, 2012 yılında Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Sınıf

Öğretmenliği bölümünü kazandım. Aynı zamanda Aydın

Büyükşehir Belediyesinde bağlama öğrencisiydim. İkinci

sınıfta da Adnan Menderes Üniversitesi Türk Sanat Müziği

korosunda korist olarak görev aldım.

Üniversite bitince Şanlıurfa’da bir köy okulunda şark

görevime başladım. Burada yollarımız Kültür ve

Turizm Bakanlığı Ses Sanatçısı Devrim Kaya’yla kesişti.

Hayatımdaki en kıymetli tesadüf diyebilirim. Bu sayede

kendisinden şan ve repertuvar dersleri aldım. Müzik

yolunda çalışmalarıma yön ve hız veren hiç şüphesiz

Devrim Kaya oldu. Ben de değindiğiniz gibi diğer

yandan öğretmenlik görevime devam ediyorum.

Yüreğinizde hangisi daha ağır basıyor.

Öğretmenlik mi, müzik mi?

Bu soru benim için çok zor. Çünkü şimdiye kadar öğretmenlikle

müziği hiç ayırmadım. Sınıf Öğretmeni olduğum için de

ilkokul çağındaki çocuklarıma müziği sevdirmeyi amaçlıyorum.

Derslerde öğrencilerime şarkılar söylüyorum. Öğrencilerim

okuma yazmaya geçtikten sonra defterlerine Âşık

Veysel’in şiirlerini yazdırıyorum. Ustaları dinletiyorum,

anlatıyorum. Bir daha gelsem yine öğretmen

olmak isterim. Mesleğimi çok seviyorum. Ama

müzik de benim yaşam biçimim.

Ön Söz öncesi

çalışmalarınız neler oldu?

Albüm öncesinde iki tekli

çalışma yaptım. ‘’Gelin Oy’’

isimli ilk tekli çalışmama

çektiğimiz kliple çocuk

gelinler gerçeğine

dikkat çekmek ve

farkındalık yaratmak

istedik. Ve dönütler

alırken gönüllere

dokunduğumuzu

gördük. Ardından

“Derdi Güzel

20

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


AKTÜEL

Ağlama” ile ikinci tekli çalışmam

Seyhan Müzik etiketiyle yayınlandı.

Daha sonra Volkan Kaplan’ın

“Kına Türküleri” ve “Çocuklara

Türküler” adlı proje çalışmalarında

bulundum.

Müzikal yönden nihai bir

hedefiniz var mı?

Benim ütopik hayallerim yok bu

konuda. Çünkü gerçekten türkü

söylerken de albüm yaparken

tek isteğim dinleyenlerin

gönül teline dokunabilmekti.

Benim için başarının ölçütü

albüm dinlenmeleri de değil.

Eğer insanlar yorumumu ve

müzikalitemi beğenip aynı

duyguları hissediyorsa, türkülerin

özünü deformasyona

uğratmadan kendi sesimle

duyurabiliyorsam,

başarmışım demektir.

O halde gelelim Ön

Söz’e…

Ön Söz’ün hayalini

uzun zamandır

kuruyordum. Geçen

yıl bu zamanlar

repertuvarımı

oluşturup gönül

rahatlığıyla duygusu,

müzikalitesi,

üretkenliğiyle

başarılara imza

atmış bir sanatçı

olan Volkan Kaplan’a

emanet ettim.

Ön Söz’ün müzik

yönetmenliğini yapması

benim için kıymetli. Bas

ve bağlamaları da kendi

çaldı ayrıca. Albümde Emre

Sınanmış, Emre Ay, Murat Süngü,

Serkan Yıldırım, Nevâ Cansın

Gülses, Caner Malkoç, Barış

Cem Songur, Kutay Özcan

gibi usta müzisyenlerle

çalıştık. Hepsine ayrı

ayrı minnettarım. Ön

Söz’ün kayıtlarını Stüdyo

Mixhane’de Bahadır Yıldız

ve Ertan Keser aldı.

Beste eserlerin

yanında Elazığ,

Urfa yörelerinden

türküler, deyiş,

semah, uzun

hava ve halay

potpori yer alıyor.

Semah ve Halay

Potpori’de güzel

sesleriyle Bahadır

Yıldız ve Ali Kaya Arı

vokal desteğinde

bulundular.

“İLK VIDEO KLIP

DAĞLAR’A

ÇEKILDI”

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

21


AKTÜEL

“Türküler bizim sosyolojik ve tarihsel

kaynağımız. Geçmişin izlerini barındıran

gelecek için de öğütler veren eşsiz

değerlerimiz. İçinde koca bir dünya barındırır.”

Ön Söz’ü ve ilk klip çalışmasını

12 Mart’ta Seyhan Müzik

etiketiyle yayınladık. Klibi Erdal

Küçükkaya’nın bestesi Dağlar’a

çektik. Klibi değerli yönetmen

Sinan Güzel çekti.

Pandemi sürecinde müzik

sektörü çok zor bir döneminde

iken albüm çıkardınız. Risk

aldığınızı düşündünüz mü?

Albümü ticari kaygılarla

yapmadım. Öyle olsa sahnelerin

tozlandığı hatta müzisyenlerin

enstrümanlarını satmaya mecbur

kaldığı bu pandemi sürecinde

yayımlamazdım. Aslında ben

pandemiye rağmen yapmak

istedim bu albümü. Bütün

müzisyenler sahnelerden uzak

kaldığı için hem keyifle hem de

özlemle çaldılar. Ben artık sesimi

duyurmak istedim ve buna

pandeminin engel olmasına

müsaade etmedim. Hatta

pandemi sürecinde insanlara

bir nebze moral de olur diye

düşündüm.

Albümlerin dinlenmediğini,

bir iki eserin diğerinin önüne

geçtiğini, bir bütün olarak değer

görmediğini düşünerek albüm

çalışması yapmayan sanatçılar

var. Bir noktada hak veriyorum

onlara ama albüm fikrinden

tamamen vazgeçmek bu

tüketiciliği daha da destekler. Ben

tüm bu olasılıkları göze alarak

paylaştım Ön Söz’ü...

Sizi okurlarımıza daha yakından

tanıtma şansı bulduk. Yeni ve ilk

albümünüz hayırlı olsun…

Albümün ilk röportajını sizlerle

gerçekleştiriyorum. Heyecanımı

paylaştığınız için teşekkür ederim.

Umarım şans getirirsiniz. Derginiz

kendinden çok büyük bir amaca

hizmet ediyor. Doğru kaynaklar

ve donanımlı bir ekiple güzel bir

başarıya imza atıyorsunuz. Takdir

ediyorum. Kolaylıklar diliyorum.

Emeklerinizin karşılığını bulmanız

temennisiyle…

22

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021



BİYOGRAFİ

MÜZISYEN, ÂŞIK,

DERLEMECI, MEDDAH

ANADOLU IRFANININ

‘GOCUMAN’ SESI

ÖZAY GÖNLÜM

“TÜRKÜ DEDIĞIN YÜZYILLARDIR HALK DILINDE

DIZILE DIZILE, SAZ TELINDE SÜZÜLE SÜZÜLE GELIR.

BIR OLAY OLUR, HALK ONU IÇINDE OLDURUR.

DILDEN DILE KULAKTAN KULAĞA DOLAŞIP, EN

SONUNDA TÜRKÜ OLUR.”

24

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


BİYOGRAFİ

METIN ERTUNÇ

“Üç yaşında ağız mızıkasına

başlamıştım. Denizli’de

oluveriyo... Benim bubam

çandırma assubayı idi, accık

gezdik kısım kısım ama. Şinci

üç yaşındayken, dört yaşında,

anam mızıgamı dutmuş, sandığa

goyuvemiş.

…Derken gaari, 11 yaşında

ortaokulda mandoline

başlayıvedim. Sona, iki, üç yıl

aççık da keman deyolar, onu

da çalıvedim. Birkaç deneme

metod bitidim. Kulakları çınlasın,

İsmail Acar adlı öğretmenimin. O

benlen çok uğraştıydı. Bi noktada

sevemedim onları. Bizim evin

yanında bir hüseyin ağabeyim

vardı, pabuşçu… Onlara gittiydik

bigün… Onlarda bi dene saz

asılıydı, duvarda. Aldım elime,

çalıveedik şööle.. Kulağım aççık

dolgun ya, bi türkü çağırıverir gibi

oluvemişim.

…‘Hüseyin dayı, sen bunu satan

mı?’ dedim. ‘5 lire ver, senin

ossun’ dedi. Yıl 1953 filan. Ve

getidim, çaldım onu duumadan…

12 saat duumadan, çalıp çığırdım.

Öylesine seviyodum ki… 1962

yılında eskerden geldim. Ama

1957’de gelmiştim Ankara’ya…

Rahmetli Muzaffer Sarısözen’den

büyük ruh almıştım. 1967 yılında

Ankara Radyosu bir sınav açdı,

dediler. Anonslar oluyodu. Kurs

sonunda sanatçı yapceklermiş.

… Bi akadaşım vardı ‘sen kendini

ne sanıyon len’ didi. O zaman

kööleden neleden neleden gelenle

narasın. Giidik sınava. Zeybek

çığırttılaa. Eh, efelik var ya serde

‘Tüküsünü de çığırem mi’ dedim.

‘Çığır’ dedile. Meğe, benim

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

25


BİYOGRAFİ

sesim vamış da, benim haberim

yokmuş. Piyonodan bi sesler

verdi birisi. Meğer, benim sesimin

bir iyi tınısı da varmış.. Tuttular

kazandın dediler. Emme yarım

saat kaldım orda. İkinci, üçüncü

sınava lüzümat görmemişler.

Sonra girdik büyük kurula. orda

kocaman teelettiler *gaari. üç

dene peşkir * eskittim siline siline.

şimdi dayılarımın, amcalarımın,

teyzelerimden bi türkü duydum

mu çıkarıveriyom notasını

hemencecik. Asmam çardaktan

vamış sizin listede. Şincik herkes

okuyo ya gaari… Bizim Denizli’nin

horozlarına yakıvemişler onu.

… “Eee… İşte böyle deyiverip

gidiyoz gaari. Benim içimden

rahatsız olduğum bazı şeyler va.

Sen onları bi yol, yazıve gazivetene.

Şincik halk müziğinde besteler

yapıyoolaa. Halkın bağrından

çıkma bir ezgi ile oturup buda bi

a’kideş dattiri duttiri çığırıyoo…

Olmaaaz. Yüzlerce, binlerce kişi

dolaşalım tüm Anadolu’yu. Ben

şimdiye kadar 300 dolaştım. Bi de

ulusal Türk müziği yaratılmasından

yanayım. Sen bunu da yazıve

gazıviteye, gocuman gocuman.

Sadece bağlama çalınsın

demiyom. Bak Fikret Kızılok mu ne

vaa. ‘Sööle sazım’ diyo.. Hepsi öyle

olsa.. Ezgileri, kendi formları içinde

bırakaraktan ama.” (Alıntı: 26 Ocak

2016 / listelist.com / “Dinleyeverin

Gaari” Nameyle Halk Müziğinin

Egeli Meddahı Üstat Özay Gönlüm

/ Engin Özer)

O eşsiz şivesiyle Hey Dergisi’ne

verdiği röportajında, yine şivesi

gibi eşsiz olan kendisini böyle

anlatmıştı Özay Gönlüm.

Dediği gibi de yapmıştı. Anadolu’yu

karış karış dolaşmış, kendi

imkanlarıyla 2000 civarında

köye gitmiş, katıldığı saz ve söz

meclislerindeki aşıklardan, halk

hikayecilerinden derlemeler

yapmış; bu birikimin sonucunda,

26

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


BİYOGRAFİ

Türk Halk Müziği repertuarına,

derlediği 1000 kadar ezgiyi

bırakmıştı.

Sanatçının TRT repertuvarında

derlenmiş 36 sözlü, 8 sözsüz

eser ve kaynaklık ettiği 8 türkü

bulunuyor. Derlediği ve meşhur

ettiği türküler arasında; Cemilemin

Gezdiği Dağlar Meşeli, Dam Ardına

Dolaştım, Elindedir Bağlama, Et

Aldım Elim Yağlı, Gara Gabak

Kökeni, Osmanım Mendili Saman

Sarısı, Şu Dağlar Tepe Tepe,

Zobalarında Guru Meşe Yanıyor

türkülerini sayabiliriz.

1973 yılından itibaren 10 yıl süreyle

İzmir Fuarında sahneye çıkan

sanatçının,

33’lük ve 45’lik plaklarının sayısının

kırka yaklaştığı ve bir o kadar da

piyasaya çıkan kasedi olduğu

biliniyor.

HALK HIKAYECILIĞI VE

MEDDAHLIK YETENEĞI

Denizli deyince aklımıza Özay

Gönlüm gelse de; curanın ve

yapımcısı olduğu çam düdüğü’nün

‘koca ustası’ Hayri Dev’i ve bu yılın

Mayıs ayında yitirdiğimiz Türk Halk

Müziğimizin değerli sanatçısı Talip

Özkan’ı da yeri gelmişken anmak

gerekir.

Gönlüm’ü bu iki ustadan ayıran en

önemli özelliği, geniş halk kitlelerini

adeta televizyona çivileyen

halk hikayeciliği ve meddahlık

yeteneğiydi. O, meddahlığını elinde

sopa yerine, kendisiyle özdeşleşen

sazı Yaren’le, Ege yöresine ait

anlattığı türlü hikayelerle yaptı.

Çalışma arkadaşı ve yakın dostu

Sebahattin Yaşar, onun bu yönünü

şu sözlerle aktarmıştı: “Çalıp

söylediği Ege türküleri kadar, taklit

kabiliyeti, şovmenliği, anlattığı

türkü hikayeleri ve fıkralar, Denizli

ağzını kullanmaktaki ustalığı ile

bir Özay Gönlüm geldi geçti bu

dünyadan.”

NINENIN MEKTUBU

En ünlü hikayesi ise 45’lik plaklara

okuduğu Ninenin Mektubu serisi

oldu. Plakları satış rekorları kırdı.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

27


BİYOGRAFİ

“Umman Ninenin Mektupları”nı,

Kırca’lı öğretmen yazar Mehmet

Yılmaz 1964 yılında kaleme almış,

Özay Gönlüm ise yıllar sonra o

meşhur sesiyle Umman Nine’yi

hem kitap sayfalarından çıkarıp

etten, kemikten yaşayan bir

kimliğe büründürmüş hem de tüm

Türkiye’ye sevdirmişti. Televizyon

programlarında izleyiciye şöyle

sesleniyordu:

“Merhaba, sevgiler, saygılar

hepinize. Sizlerle Ege yöresine

uzanalım şöyle. Bir köyde konuk

olalım bir nineye. Bir nine var

orda yaşayan, o köylüklerden

birinde. Seksen yaşında. Kimi

kimsesi yok torunundan başka.

Torunu askerde, Ahmet. Mektuplar

yazıyor torununa, nine. Mektuplar

geliyor torunundan nineye. Bu

mektuplardan …’cisi bizim de

elimize geçti. Dilerseniz, sizlerle,

neler söylüyor, ne şekilde

söylüyor, okuyalım beraber.”

Özay Gönlüm’ün En Bilinen Türküleri:

Elif dedim be dedim

Evlerinin önü bulgur kazanı

Arabaya taş koydum

Asmam çardaktan

Denizli’nin horozları

Ninenin mektubu

Çil Horoz

Çöz de al Mıstıvali

Cemilemin gezdiği dağlar meşeli

Tepsi tepsi fındıklar

Sobalarında kuru da meşe yanıyor

Karahisar kalesi

Hatçam çıkmış gül dalına

Dağların başındayım

Elindedir bağlama

Gıcır gıcır gelir yarın kağnısı

Manisayla Bergamanın arası

Onikidir şu Burdur’un dermeni

Hıkkıdık duttu beni

Evren köyİki keklik

Gımıldanıver

Bağlamamın Düğümü

28

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


BİYOGRAFİ

Sanatçı, halk hikayeciliği ve

meddahlık yeteneğiyle, 1980’li

yıllarda TRT’de yayınlanan ve

katma değer vergisi hakkında

farkındalık yaratmayı amaçlayan

bir kamu spotunda da rol aldı.

Kamu spotunun kahramanı

olan Mustafa Ali’yi, filmin geçtiği

bakkalı ve bakkal çırağı Hurşit’i

yani kısacası tüm tiplemeleri

Özay Gönlüm canlandırdı. Kamu

spotuna özel, sözleri yeniden

düzenlenen Özay Gönlüm’ün

seslendirdiği “Çözde Al Mustafa Ali”

türküsü, “Fişini de Al Mustafa Ali”

versiyonu ile uzun yıllar dillerden

düşmedi.

“CAVIRIN KORONASI”

Ne tesadüftür ki bundan yaklaşık

40 yıl sonra, yine sanatçının

derleyip söylediği bir türkü,

neredeyse bir yıldır mücadele

ettiğimiz koronavirüs salgınında

farkındalık yaratma vesilesi oldu.

Gönlüm’ün “Elindedir Bağlama/

Hop Diri Dat Diri” türküsü, Nisan

ayında Denizlili bir grup sanatçı

tarafından yeni tip koronavirüs

(Kovid-19) için uyarlanan sözlerle

yeniden seslendirildi.

Arzu Subakan Kabukçu

tarafından yeni sözler yazılan

türkü, Büyükşehir Belediyesi

Konservatuvarı sanatçılarından

Hakan Eyiden tarafından okundu.

Eyiden’e konservatuvardan

sanatçılar sazlarıyla eşlik etti. Klip,

çeşitli sosyal medya ve video

paylaşım sitelerinde yayınlandı.

“Evde kal” mesajı da taşıyan

türküye yazılan yeni sözler, şöyle:

“Ne oku var ne yayı/Esir aldı dünyayı/

Kabus etti rüyayı/Cavırın koranası/

Hop diri diri dad diri diri dom/Evden

çıkmayın diyom/Hop diri diri dad diri diri

dom/Evde kal Denizli diyom./Sokaklar

tehlikeli/Yıkamak gerek eli/Ne ağzı var ne

dili/Cavırın koronası/Sanki atlı süvari/

Hayallerim firari/Yok olup gitsin gari/

Cavırın koronası.”

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

29


BİYOGRAFİ

EZGÜ: “ÖZAY GÖNLÜM GIBI

SANATÇILAR BIZE ROTA

ÖĞRETTI.”

Özay Gönlüm, 1 Mart 2000’de,

tedavi gördüğü Ankara

Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs

Hastalıkları Hastanesinde solunum

yetmezliğinden vefat etti ve

Ankara Cebeci Asri Mezarlığına

defnedildi.

Vefatından on yedi sene sonra,

Küçükçekmece Belediyesi

tarafından 2017 yılında düzenlenen

sanatçıyı anma programında, Türk

Halk Müziğinin sevilen ismi Sümer

Ezgü, Özay Gönlüm’ü şu sözlerle

anlatmıştı:

“O, insanlara hep güzellik

vermiştir. İnsanları hem

güldürmüş, hem düşündürmüştür.

Nota öğrenilir ama rota

öğrenmek zordur. Özay Gönlüm

gibi sanatçılar bize rota öğretti.

Kavgadan dövüşten uzak,

ayrımcılığın marifet olmadığı,

birlikte yaşamanın güzelliğini,

insanların hangi anlayışta olursa

olsun aynı olduğunun mesajını

vermiştir. İnsanları birleştirmek

gibi bir hüviyeti vardır. Sanatçının

en büyük özelliği budur. Biz,

kendisinden bunu öğrendik.”.

ANADOLU IRFANININ

‘GOCUMAN’ SESI

O, Anadolu irfanının ‘gocuman’

sesiydi. Anadolu’nun çeşitli

yerlerine yaptığı araştırma

gezilerinde Ege Bölgesi’ne özgü

ağır ve kıvrak zeybekleri, kırık

ve oyun havalarını, ağıtları,

tahtacı semahlarını ve daha

birçok türküyü hikâyeleriyle

birlikte derlemiş, notaya

geçirmiş ve kendine özgü

edasıyla seslendirmişti. Kimi

değerlendirmelere göre, onlarca

türküyü Yaren’iyle çalıp, yerel

Ege ağzıyla söylemiş; Türk Halk

Müziği’nin sadece Doğu ve

Güneydoğu Anadolu’nun uzun

hava ve bozlaklarından ibaret

olmadığını ortaya koymuştu.

İyi bir sanatçı, iyi bir baba olan

Özay Gönlüm’ü her daim; şık takım

elbisesi, peruk saçı, kolundaki

tesbihi, yeleği, ayağındaki

çizmesi ve Yaren adlı sazının

altında bacağına serili mendiliyle

ve elbette Ninenin Mektubu

hikayeleriyle hatırlayacağız.

Yaren’in hikayesi:

Özay Gönlüm’ün çöğür, bağlama ve cura’yı aynı gövdede birleştirdiği sazı.

Tasarımını Özay Gönlüm’ün yaptığı Yaren’in yapımı, 1974 yılında İTÜ Türk

Musikisi Devlet Konservatuarı, Enstrüman Yapım Bölümü Başkanı ve Özay

Gönlüm’ün yakın arkadaşı Cafer Açın tarafından gerçekleştirilmiştir.

Saza bu ismi, 1976’da TRT’de Halit Kıvanç’ın sunduğu “Bir Kadın Bir Erkek

Yarışması”nda izleyicilerin vermesi öngörülmüş, iki hafta sonraki programda

zamanın Tefenni Kaymakamı ve Özay Gönlüm’ün manevi kardeşi Yüksel

Ayhan’ın önerdiği Yaren ismi genel kabul görmüştür. Yüksel Ayhan’ın “Özay

Gönlüm ile 34 Yıl” isimli bir de şiiri bulumaktadır.

30

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


BİYOGRAFİ

HAYATINDAN KISA KISA…

5 Şubat 1940 tarihinde babasının

askeri görevle bulunduğu

Erzincan’ın Tercan ilçesinde

doğdu. Aslen, Denizli’nin Tavas

ilçesi Kızılcabölük kasabasındandır.

Müzikle ilk tanışması babasının

hediye ettiği ağız mızıkası

sayesinde oldu. Ortaokul yıllarında

öğretmenlerinin tavsiyesiyle

mandolin ve keman çalmayı,

lise yıllarında da kendi kendine

bağlama çalmayı öğrendi.

Repertuvar Kurulu üyeliklerinde

bulundu. TRT’de “Türk Halk Müziği

İstekler” adlı programı hazırlayıp

sundu. Bu programla İstanbul

Üniversitesi İletişim Fakültesinin

“Yılın İletişimcisi” ödülünü kazandı.

1973 yılından itibaren 10 yıl süreyle

İzmir Fuarında sahne aldı. Zeki

Müren gibi dev isimlerle aynı

sahneyi paylaştı.

1957 yılında Muzaffer Sarısözen’le

tanıştı. Muzaffer Sarısözen’in

davetiyle Ankara Radyosu

“Yurttan Sesler” programına

misafir sanatçı olarak katılmaya

başladı. 1966 yılında TRT Ankara

Radyosunda açılan Türk Halk

Müziği Sanatçı Sınavını kazandı

ve yetişmiş saz sanatçısı olarak

“Yurttan Sesler Korosu” kadrosuna

katıldı.

Avrupa, ABD, Avustralya, Çin ve

Hindistan başta olmak üzere

42 ülkede konserler verdi. TRT

Türk Halk Müziği Repertuvar

Kurulu, Kültür Bakanlığı HAGEM

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

31


RÖPORTAJ

“GÖNÜL İNSANI” ŞEKIP ŞAHADOĞRU’NUN YOLUNDA BIR ÖMÜR…

TÜLAY

ÖRTEN

YILDIZ

“Attığım her adımda, söylediğim

her sözde, okuduğum her eserde,

vurduğum her tezenede bile, geriye

dönüp bakmak zorunda hissediyorum

kendimi. Okuduğum türkülerde,

o tezene vuruş şeklinde dahi onu

yaşatmak adına elimden ne gelirse

yapıyorum.”

32

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

“Tek dileğim pandemi süreci bir an önce

sona ersin. Müzisyenler de geçinebilmek

için artık enstrümanlarını satmak

zorunda kalmasınlar.”

Çorumluların ‘Şahbaba’

namıyla andığı,

halk ozanımız Şekip

Şahadoğru’yu bilmeyen yoktur.

Babası Âşık Hasan’dan öğrenmiştir

bağlama çalmayı ve şiir

yazmayı. 1995 yılında yitirdiğimiz

Şahbaba; Türk halk kültürünün

ve halk müziğimizin çok önemli

değerlerinden biridir.

“Şikayet Olmasın”,

“Dert Bende Kaldı”

ve “Menekşe” gibi,

TRT repertuarına

girmiş, bugün

de büyük bir haz

ile dinlediğimiz

onlarca türküye

bağlamasıyla,

nefesiyle can

vermiştir.

Doğumunun 85. Yılı anısına

Çorum’da düzenlenen bir etkinlikte

büyük oğlu Seyit Ali Aykaç büyük

ozan için şöyle diyordu:

“Bana, ‘Şekip Şahadoğru nasıl

biridir?’ diye soracak olursanız

sadece iki kelimeyle tanımlarım:

Gönül insanıydı.”

İşte bu sayımızda, “gönül insanı”

bu büyük ustanın izinden giden,

onun misyonunu omuzlarında

taşıyan ve başarıyla da temsil

eden torunu Tülay Örten Yıldız ile

bir araya geldik. Sanatçıyla,

“şu an bulunduğum

noktanın mimarı” dediği

büyükbabasını ve halk

müziği serüvenini

konuştuk.

Sohbetimize

büyükbabanızla

geçirdiğiniz dönemle

başlayalım isterseniz…

Öyle ince ve hassas bir noktaya

değiyorsunuz ki… Ben her sohbette

anlatırım bunu; büyükbabamın

evi, pir kapısı gibi bir evdi. Bir

gecekondusu vardı. Sevenleri

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

33


RÖPORTAJ

gece gündüz demeden o

gecekondunun demir kapısını

çalardı. Gelenlere anneannem

hizmet eder, sabahlara kadar

muhabbet edilir, sırayla herkes

çalar, söylerdi. Büyükbabam

muhabbete başlamadan önce,

“yüz masa dolusu dost, hoş

geldiniz” der; misafirleri hoş geldin

türküsüyle selamlardı.

Büyükbabanızla yaşadığınız,

hemen aklınıza gelen bir anınız

var mı?

Çok var tabii ama bir tanesi

var ki beni çok etkilemiştir:

Konservatuvar sınavına

gidiyordum. O sırada dedem hasta

yatağındaydı. Sınav öncesi, “Kızım

hiç aklına ikilik getirme. Himmetimi

veriyorum sana. Hocana da selam

söyle, git, sınavına gir ve geri gel.”

dedi. Dediği gibi de oldu. Bir ay

sonra sonuçlar açıklandı. O an

biz hüngür hüngür ağladık. Böyle

unutamadığım bir anım var.

Geriye dönüp baktığınızda,

müziğin merkezine doğdum

diyebilir misiniz?

Elbette. Ben daha anne

karnındayken, annem bana

bağlama çalarmış. Ben de kızıma

çalıyordum. Babam emekli

öğretmen ve yazar aynı zamanda.

Çok güzel şiirleri vardır. Onun

şiirleri, annemin çalıp söylemesi,

büyükbabamın usta bir halk ozanı

olması nedeniyle müziğin içine

doğdum diyebilirim.

Şekip Şahadoğru’nun torunu

olmanın, omuzlarınıza ayrı

bir sorumluluk yüklediğini

düşünüyor musunuz?

Büyükbabamın bir sözü vardı;

“ellendik, dillendik, bellendik.”

derdi. “Yavrum, gökten düşenin

parçası bulunur da gözden

düşenin parçası bulunmaz.” derdi.

O zamanlar 18 yaşlarındaydım;

dedem artık hastaydı ve yatıyordu.

34

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

“Hazırlıkların sonuna geldik sayılır.

Kısa bir süre içinde sözleri babama,

bestesi bana ait olan bir single

çalışmasını sunacağım.”

O hasta yatağında bana; “Kızım,

anneni değerlendiremedim;

bundan sonra benim bayrağımı

sen taşı.” diye vasiyette bulundu.

Çok şükür taşıdığımı da

düşünüyorum. Çok özel bir misyon

bu. Attığım her adımda, söylediğim

her sözde, okuduğum her eserde,

vurduğum her tezenede bile,

geriye dönüp bakmak durumunda

hissediyorum kendimi. Okuduğum

türkülerde, o tezene vuruş şeklinde

dahi onu yaşatmak adına elimden

ne gelirse yapıyorum.

Sanatçılık, öğretmenlik ve

annelik… Zor olmuyor mu?

Zor olmuyor. Çünkü her zaman

kadınların daha güçlü olduğunu

düşünmüşümdür. Ben seviyorum

bu yoğunluğu. Sanatı da

seviyorum, sahneyi de seviyorum.

Çocuklarımın, öğrencilerimin

sevgisi dünyaya bedel. Annelik ise

bambaşka bir şey. Aile kavramı

çok değerli ve benim için her

şeyden önce gelir. Bu şekilde

hepsini yürütmeye çalışıyorum. Bu

sene bir de yüksek lisans çıktı. 21

yıl sonra öğrenciliğe de geri dönüş

yapmış oldum.

Peki, bir eğitimci gözüyle

gençliği nasıl görüyorsunuz?

Çok iyi görüyorum. Bu konuda hiç

umutsuz olmadım. Son on yılda,

daha bir öze dönüş görüyorum.

Kendi adıma, öğrencilerimin

çok iyi olduklarını söyleyebilirim.

Türküleri seviyorlar. Ben de

elimden geldiği kadar bağlamayı,

ozanlarımızı onlara tanıtıyorum,

ödevler veriyorum, kurslar

açıyorum.

Gelenekçi misiniz?

Gelenekçiyim; öze dönüş adına

hep gelenekçi oldum. Kültürü

yaşatmak adına bundan sonra

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

35


RÖPORTAJ

da öyle olacağım. Zaten gelenek

öldüğünde; dil de ölür, kültür de

ölür. Bana göre geleneksel müzik

de ölüyor. Bizler gibi gelenek

misyonunu taşıyan insanların

olması şart, diye düşünüyorum.

Ben o misyonu edindim. Her

zaman bunu savunmuşumdur.

Özünü bozmadan, en doğal, en

çıplak hali ne ise öyle okunsun

isterim.

Biraz da müzikal serüveninizi

konuşalım. Şu ana kadar bir

albüm çıkardınız. Devamı

gelecek mi?

2015 yılında, konservatuvarı

bitirdikten tam on beş yıl sonra

büyükbabamın ve büyükbabamın

küçük kardeşi Orhan Şahadoğru

amcamızın eserlerinden oluşan bir

albüm yaptık. Orhan amcamız da

rahmetli oldu. O da Çorum ağzı ile

çok güzel okurdu. Albümde onun

eserlerinden de üç tanesine yer

verdik. Kalan Müzik imzasıyla çıktı.

Bu büyükbabamın vasiyeti

olduğu için açıkçası bir yadigar

albümü oldu. Sevgili prodüktörüm

Abdurrahman Tarikçi’nin yaptığı

albümde çok değerli ağabeyim

Erdal Erzincan da bağlama çaldı.

Uzun havaları kendim icra ettim.

Şu sıralarda babamın şiiriyle,

kendi bestemi bir single yapıyoruz.

İnşallah o da birkaç haftaya

çıkacak. Müjdeyi şimdiden vermiş

olayım.

Bozlak çalıp söyleyen kadın

sanatçı yok denecek kadar az.

Sizce de öyle mi?

Divan çalan, yani bir 48

tekne, 50 tekne divanı eline

alıp “Re” karardan bozlak

okuyan bir kadın solist veya

icracı yok; onu söyleyeyim.

Söyleyenlere son derece saygım

36

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

var ama sanıyorum piyasada

sadece çalıp, okuyan bir ben

görülüyorum. Bu konuda çok tevazu

gösteremeyeceğim çünkü Neşet

Usta’nın divanının hazzı biraz da

yöremizle ilgili… Her ne kadar Kırşehir

ve Keskin bozlağın merkezi olsa da

bizim oralarda da ‘kuyumcu ağzı’

denilen bozlaklarımız var.

Pandemi en fazla sanatı olumsuz

etkiledi. Bu süreçle ilgili neler

söylemek istersiniz…

Genel duruma bakılırsa bu süreç

devam edecek gibi görünüyor. Birçok

arkadaşım bu anlamda çok mağdur

durumda. Elbette çok üzülüyorum. Ben

öğretmen olduğum için bir gelirim var

ve bu anlamda çok büyük bir darbe

almadım ama ekstra konserlerimde

hiçbir şey yok. Ciddi bir düşüş var

demiyorum; hiçbir şey yok. Maddi

anlamda çok büyük sıkıntılar yaşandı,

binlerce kişinin izlediği konserler şimdi

rüya gibi geliyor bana. Bir an önce o

günler geri dönsün çünkü bizi yaşatan

şeyler; alkışlar, mikrofon ve sahne…

Son olarak gençlere tavsiyelerinizi

alalım…

Tek bir şey; kendileri olsunlar. Her

zaman bunu savunmuşumdur. Yıllarca

Neşet Ertaş’ı dinledim. Büyükbabamı

zaten küçüklüğümden beri dinliyorum

ve onun her tınısı kulağımda… Ustaları,

icracıları dinleyerek kendim olma

yolunda elimden geleni yaptım. Bir

dostum dedi ki; “Hocam nerede

dinlersem dinleyeyim, siz olduğunuzu

hemen anlıyorum.” Bu çok güzel

bir şey. Taklit olarak kalan pek çok

insan var. Kendileri olsunlar ama çok

çalışsınlar.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

37


BİYOGRAFİ

URFA DAĞLARINDA GEZER BIR CEYLAN

URFALI

CEMİL

CANKAT

“URFA’NIN ETRAFI DUMANLI DAĞLAR”, “GITTI CANIMIN

CANANI”… ADLARINI DUYUNCA BILE MIRILDANMAYA

BAŞLADIĞINIZA EMINIZ. URFA SIRA GECELERININ OLMAZSA

OLMAZ TÜRKÜLERI… SADECE URFA SIRA GECELERININ

MI? ANADOLU’NUN DÖRT BIR KÖŞESINDE BU TÜRKÜLERI

BILMEYEN, BILMESE BILE DUYMAYAN, AŞINA OLMAYAN

VAR MIDIR ACABA? ONLAR BIRER AĞIT, BIRER MANZUME.

PEKI, HIÇ BESTEKÂRINI MERAK ETTINIZ MI BU TÜRKÜLERIN?

ÖYLEYSE BUYURUN YAZIYA…

METIN ERTUNÇ

38

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


BİYOGRAFİ

“Şanlıurfa Halk Müziği ürünleri

sanat değeri yüksek, insanı

yürekten etkileyen, içli ve

duygulu eserlerden oluşmaktadır.

Duyguların, düşüncelerin,

sevginin, ıstırabın, mutluluğun

ve hayatın diğer özelliklerinin

türkülere, hoyratlara, gazellere

ince ince işlendiği Urfa Havaları

müzik camiasınca ve geniş

kitlelerce sevilmekte ve zevkle

dinlenmektedir.”

Şanlıurfa Halk Müziğini bu sözlerle

özetliyor, kendisi de Şanlıurfalı

olan Folklor Araştırmacısı, Şair ve

Yazar Abuzer Akbıyık. Şanlıurfa

Halk Müziği üzerine çok kıymetli

çalışmalara imza koymuş bir

isim olan Akbıyık’ın; memleketinin

en ünlü ses sanatçıları Mukim

Tahir, Kel Hamza, Bekçi Bakır,

Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Cemil

Cankat ve Ahmet Cankat’ın hayat

hikayesinin yer aldığı Türkçe ve

İngilizce kitap ve seslerinden

oluşan 3 CD çalışması da mevcut.

Akbıyık’ın kendi adını taşıyan kişisel

web sitesinde, bugüne kadar

yapmış olduğu çalışmalarının

izlerini görebilirsiniz. Web

sitesinde, Şanlıurfa Halk Müziğinin

temel taşlarından sayılan ve

halk müziğimizin günümüze

ulaşmasına sebep olan “kaynak

kişiler”in biyografilerine de yer

veren Akbıyık, bu isimler arasında

Urfalı Cemil Cankat’a da yer

veriyor. Yazar Akbıyık, sitesinde,

“Ünü yurt sınırlarını aşmıştır,”

dediği Cankat’ın hayatı hakkında

şu kısa bilgiyi paylaşıyor:

“1913 yılında Şanlıurfa’da doğmuş,

1976 yılında Şanlıurfa’da vefat

etmiştir. Babası Onbaşı Mehmet,

annesinin adı Ayşe’dir. Evli

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

39


BİYOGRAFİ

olup, 3 çocuğu vardır. Esas

mesleği şoförlüktür. 19 yaşında

“Pencereden kar geliyor” adlı

ilk plağını doldurur. Okuduğu

plak çok sevilince, plaklar birbiri

ardına gelir ve 300 civarında

plak yapar. Ünü yurt sınırlarını

aşmıştır. Bilhassa Arap ülkelerinde

sevilerek dinlenmiştir. Halep, Şam

ve Kahire’de konserler vermiştir.

Ses sanatçılığının yanında aynı

zamanda da bestekârdır. Plağa

okuduğu eserlerin çoğunu kendisi

bestelemiştir. Birçok filmde başrol

ve yardımcı rollerde oynamıştır.

Plaklara okuduğu eserlerden

bazıları TRT repertuarına

alınmıştır.”

“İSTANBUL’A OTOMOBIL

ALMAYA GITMIŞTIM, URFA’YA

ŞÖHRETLI DÖNDÜM”

“Cemil Cankat pek hoşsohbet,

rahat bir adam. Kahve tiryakisi

olduğu arka arkaya içmesinden

belli. Sigarayla arası hiç hoş

değilmiş.”

1950’li yılların ünlü dergisi Radyo

Haftası’na verdiği 24 Şubat 1951

tarihli röportajında Zeki Tükel,

onunla ilgili izlenimlerini yukarıdaki

gibi aktarıyor ve ekliyor: “Aman”

diyor. Sigara içenlerin aklına

şaşayım...

Kahvelerimizi içerken musiki

aşkının nasıl doğduğunu,

bestekârlığa nasıl başladığını onun

ağzından dinleyelim...”

Serhan Yedig’in arşiv taraması

yaparak ortaya çıkardığı, “Müzik

Söyleşileri” adlı sitede redakte

edilerek, “İstanbul’a otomobil

almaya gitmiştim, Urfa’ya şöhretli

döndüm” başlığıyla yayınlanan ve

günümüzde pek de bilinmeyen

bu röportajda Urfalı Cemil Cankat

kendini anlatmaya devam ediyor:

NEYE NIYET NEYE KISMET

“Urfa’da doğdum. 38 yaşındayım.

Haa, evvelâ şunu söylemeliyim.

Çok iyi otomobil kullanırım,

40

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


BİYOGRAFİ

direksiyonu 10 yaşındayken

öğrenmiştim. O zamanlar sesimin

güzel olduğu söylenirdi hep. Benim

de en büyük zevkim direksiyon

başında zamanın şarkılarını

söylemekti. Buna bayılırdım.

Geçenlerde sizin mecmuada

çıkmıştı, herkes kendi sesini

beğenirmiş. Amma doğru söz,

dağlarda otomobille, kamyonla

gezinirken hep okurdum. Ve bu

arada nereden, nasıl geldiğini

anlayamadığım bir hisle şarkı da

yaptım. Notasız, kalemsiz sadece

kulak dolgunluğuyla yaptığım

bu şarkı hâlâ okunmaktadır ve

sevildiğini zannediyorum.

İlk bestemi merak ettiniz

galiba, söyleyeyim, bir mayadır:

Pencereden Kar Geliyor... Bu maya

Urfa’da çok sevilmişti. Dilden dile

dolaşıyordu; o zamanlar İstanbul’a,

Sahibinin Sesi’ne bir otomobil

almaya gelmiştim. Plâk kısmı şefi

Artaki Candan’ın odasına yanlışlıkla

girmişim. Candan’ı tanımıyordum.

Sadece ismini işitiyordum. Odada

iki genç kızın sesini dinliyordu. Beni

görünce, “Oturun” dedi.

“Kime söylüyor, diye arkama

bakındım. Amma oturmaktan

da kendimi alamadım. Kızları

dinledikten sonra: Sen Naci Bey’in

gönderdiği delikanlısın değil mi,

diye sordu. ‘Hayır’ diyemedim;

üstad devam etti:

Bakalım sesin methedildiği kadar

güzel mi?

Ne söyleyeceğimi şaşırmıştım.

Yani, evet, diyemezdim. Nedense

itiraz da edemiyordum; ‘Oku

bakalım’ deyince hani nasıl derler

lâf olsun diye Pencereden Kar

Geliyor’u okudum: Hayretle dinledi.

Bunun bestekârı kim, diye sordu.

Ben, deyince inanmadı. Sadece

‘Evet, Naci Bey’in söylediği kadar

varmış bravo’ dedi.

Naci Bey kimdi. Tabii bundan

haberim yoktu; Ben sadece

davetsiz misafirdim. Vaziyeti

bilâhare Artaki Candan’a anlatınca

o da hayretler içinde kaldı. Hiç

unutmam:

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

41


BİYOGRAFİ

‘Bazı kıymetler çok garip

tesadüflerle sanat hayatına atılır.

Sen de onlardan birisin’ dedi.

İki ay sonra ‘Pencereden Kar

Geliyor’ plâğını doldurdum. Çok

iyi de satış yaptı. İşte, böylece

İstanbul’a bir otomobil satın

almaya gelince musiki yolunda

güzel tesadüfler sayesinde

yürümeye başladım.”

“BAĞDAT, BEYRUT,

İSKENDERIYE, ŞAM VE

KAHIRE’DE BAŞARILI

KONSERLER VERDIM”

“Eserlerinizden birkaçını söyler

misiniz?

Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar,

Ayağına Giymiş Kara Yemeni,

Dağdan Kestim Kereste, Ay Cemo;

Ay Cemile, Pınara Varmadın mı,

Diyarbakır Şat Akar... Bestelerimin

birçoğunu Müzeyyen Senar, Zehra

Bilir, Suzan Yakar, Suzan Güven de

plağâ okumuştur.

Neden sahnede

okumuyorsunuz?

Sahnede okumaktan

hoşlanıyorum. Yalnız bazı müstakil

konserler verdim. Bu arada Beyrut,

Bağdat, Kahire ve İskenderiye’de

sayısız başarılı konser verdim.

Koleksiyon merakınız var mı?

Garip bir merakım var. Senede

en az üç-dört hususi otomobil

değiştiririm. Piyasaya yeni

otomobil modeli çıktı mı, haftaya o

modelin eşini bende görebilirseniz;

bir nevi hastalık.”

“BEHIYE AKSOY, CEMIL

CANKAT’TAN BAHSEDERKEN

“KADIFE SESLI CANKAT” DIYE

ANLATIRLARDI.”

Urfalı Cemil Cankat hakkında en

derli toplu bilgilerden birine ise

Urfa’nın Sesi Şanlıurfa 63 (http://

www.sanliurfa63.com) adlı sitede

rastladık. Burada yayınlanan

biyografisinde özetle şunlar

aktarılıyor:

“Müzisyenlik Cemil Cankat’ın

ailesinin genlerinde var idi

Annesi Ayşe Hanım çok büyük bir

müzisyen ve aynı zamanda çok

güzel bir sese sahip olup Urfa

hoyratlarını iyi icra ettiği söylenir.

… Urfa’yı çok sevdiği için

plaklarında mutlaka isminin

başına “Urfalı” diye yazdıran

değerli ses sanatçısı Cemil

Cankat aynı zamanda bestekar ve

sinema oyuncusudur. İstanbul’da

bulunduğu yıllarda halk müziği

sanatçısı olmak için açılan

sınavı çok sayıda müracaatçı

arasından kazanarak İstanbul

Radyosu’na girer. Radyoda her

Cuma günü akşamı ince sazlar

eşliğinde 20 dakikalık program

yapardı. Herkes Cuma gününü

sabırsızlıkla beklerdi. 1932 yılından

vefatına kadar devamlı plak yaptı.

Kendisine sorduğumda “çok

plak doldurdum ama sayısını

bilmiyorum, tahminen 300-400

arasıdır” derdi. Türkiye, Urfalı

Cemil Cankat ile “Urfa Musikisi”ni

sevmeye ve tanımaya başladı.

… Cemil Cankat’ın okuyucu olarak

42

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


BİYOGRAFİ

ünü yurt sınırlarını aşmıştır.

Bilhassa Arap ülkelerinde sevilerek

dinlenmiştir. Suriye’nin Halep

ve Şam şehirlerinde birçok

konser vermiştir. Mısır’ın meşhur

sanatçılarından Abdulvahap ve

Ümmü Gülsüm ile görüşmüş

onların takdirlerini almıştır.

Türk Halk Müziği’ne ayrı bir ekol

ve tavır getirmiştir. Yurtiçinde de

çok sevilmiş ve takdir edilmiştir.

Devrinin ünlü birçok sanatçısıyla

konserler vermiş,

birçok radyo

programına katılmıştır.

İstanbul’da büyük

gazinolarda

programlar yapmıştır.

Paraya, mala, mülke

kıymet vermemiş,

sanatı sanat için icra

etmiştir.

“Urfalıyam Dağlıyam”

türküsünü plağa

devrinin ünlü ses

sanatçısı Safiye Ayla ile birlikte

okumuştur. Safiye Ayla ve

Behiye Aksoy, Cemil Cankat’tan

bahsederken “kadife sesli Cankat”

diye anlatırlardı.

Hafız Hamit Belli ile beraber plağa

okudukları “Daracık sokakta yara

kavuştum” adlı türkünün arasında

Hamit Hafız “Belimi vurdum gurbet

elin daşına” sözleriyle bir divan

okumuştur.

Plağa okuduğu “Urfa’nın etrafı

dumanlı dağlar”, “Gitti canımın

cananı”, Geceler yârim oldu”,

“Pencereden kar geliyor”, “Zalim

avcı vurdu beni”, türküleri ve

uzun havaları yıllardır dillerden

düşmeyen eserlerdir.

Cemil Cankat, ses sanatçılığının

yanında aynı zamanda

bestekârdır. Plağa okuduğu

eserlerinin çoğunu kendisi

bestelemiştir. “Mezarımı Taştan

Oyun” filminin çekimi sırasında

Hüseyin Peyda kendisini

ziyaret eder, filmin

senaryosunu anlatır.

Filmin kahramanı olan

kızın adı “Mihrican”dır,

buna göre bir türkü

yapmasını rica

eder. Cemil Cankat

bu film için “Gitti

canımın cananı, ah le

canım vah le canım

Mircanım” isimli

türküyü besteler ve

filmde okur. Yine

Hüseyin Peyda için,

“Gelen ağlar giden ağlar“ filminde

aynı isimle bir uzun hava da

seslendirir.

Köroğlu, Yara, Harman Sonu,

Akıncılar, Kılıbıklar, Keloğlan,

Çıldırtan Baba rol aldığı filmlerdir.

Urfa Müziği’ne çok emeği olan,

Urfa ismini hafızalara nakşetmek

için ölünceye kadar emek

veren değerli bir ses sanatçısı,

bestekâr ve eşsiz insan “Urfalı

Cemil Cankat”a Allah’tan rahmet

diliyoruz.”

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

43


RÖPORTAJ

DEDEDEN TORUNA UZANAN BOZLAK NEFESI

FATIH

DEMIRHAN

“BENDEN SONRAKI KUŞAKLARA

BIR ŞEYLER ÜRETMEZSEM,

BANA; ‘SEN BOŞA ÇALMIŞSIN

BU BAĞLAMAYI,’ DERLER. BEN,

USTALARDAN ÖĞRENDIKLERIMIN

YANINDA KENDIMDEN DE BIR

ŞEYLER BIRAKMAYA ÖZEN

GÖSTERIYORUM.”

Röportaj:

Mehmet YILMAZ

44

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

2008 yılıydı ve ben o

dönem Ankara’da Halk

Müziği yayını yapan bir

radyo istasyonunun Genel

Yayın Yönetmenliği görevini

yürütüyordum. Fatih Demirhan

adını ilk defa, reklam ajansından

gelen “Gitme Gardaşım” adlı bir

albümle duymuştum. Ağabeyi

Ferhat Demirhan ile birlikte

onca yılın emeğini bir albümde

toplamışlardı. Reklam ajansından

gelmesine rağmen bu albümün

tanıtımlarını, hem de sayısını

da arttırmak suretiyle ücretsiz

girdik. Bunun üzerine Demirhan

kardeşler radyoya teşekkür

ziyaretine geldiler. Bu ziyaretteki

samimi yaklaşımları, bugünkü

dostluğumuzun da temellerini

atmış oldu.

Bana göre Fatih Demirhan, Orta

ve İç Anadolu kokan bestelere,

bozlaklara ve bu yörelerin

türkülerine hakimiyeti ile halk

kültürünü yaşatmaya çalışan bir

“değer”dir.

O günkü tanışmamızın ardından

iletişimimizi hiç kesmedik;

söyleşiye de bu tanışıklığın verdiği

samimiyetle başladık:

Hoş geldin Fatih. Uzun bir aradan

sonra nihayet seni dergimizde

ağırlayabiliyoruz.

Hoş bulduk. Evet, 4 yıl oldu. Nihayet

bir araya gelebildik!

Okurlarımıza kısaca kendinden

bahseder misin?

Kırıkkale Hasandede doğumluyum.

İlk, orta ve lise eğitimimi

Kırıkkale’de tamamladım.

Üniversiteyi Gaziantep

Üniversitesi Türk Müziği Devlet

Konservatuarında tamamladım.

Ardından, İstanbul ve Antalya’da

müzisyenlik yapmaya başladım.

Daha sonra kader beni Ankara’ya

getirdi. Şimdi bir yandan

müzisyenlik, diğer taraftan devlet

okulunda müzik öğretmenliğim

devam ediyor.

Çocukluk döneminde müziğe

ilgin nasıldı?

Şöyle cevap vereyim; bizim

evimizde kutsalımız bağlamadır.

Evimizin bir köşesinde mutlaka

asılı durur. Bağlama çalıp, söyleme

kültürü dedemden babama, ondan

da abim Ferhat Demirhan’a ve

bana gelen bir olgu. Bu nedenle

müziğin ve o kültürün içinde

doğdum, diyebilirim. Ağabeyim

13, ben ise 7 yaşlarındaydım ve

kendime yakın olduğundan olsa

gerek bağlama ile ağabeyimi

taklit etmeye çalışırdım. Düşünün,

7 yaşında bağlamanın tınılarıyla

haşır neşir oluyorsunuz. Mesela,

ilkokul üçüncü sınıfa giderken

okuldaki etkinliklerde bağlama

çaldığımı hatırlıyorum.

Bu anlamda yolu açanlar,

gösterenler, elbette dedem ve

babam. Onlardan derin emanetler

aldık şüphesiz ancak şu an

Almanya’da yaşayan ağabeyim

Ferhat Demirhan çocukluğumda

olduğu gibi halen daha benim

ustamdır.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

45


RÖPORTAJ

“Anne kucağında ninniler dinleyerek

büyüdü insanlar. Sevdiklerini

kaybettiklerinde ağıtlar yaktılar.

Doğumdan ölüme yaşamın ta kendisidir

türküler. Bu nedenle İnsan var oldukça

türküler de hep var olacak.”

Erken yaşlarda başlayan bu

yolculukta ilk sahne heyecanını

hatırlıyor musun?

Elbette hatırlıyorum. Hasandede’de

bir festival vardı. Ben o zamanlar

12-13 yaşlarımdaydım. Festivalde

Arif Sağ, Musa Eroğlu ve Yavuz

Top vardı. Muhabbet albümlerinin

zirve yaptığı bir dönemdi. Akşam

sahne alacaklardı ve biz büyük bir

heyecanla bekliyorduk. Gündüz,

akşamki konser öncesinde,

“Köyün gençlerini sahneye alalım,

Muharrem’in küçük oğlu da gelsin,”

demişler. Gittim ve o sahnede iki

türkü çalıp, söyledim.

Sence, Hasandede’li olmak bir

misyon taşımanı da gerektiriyor

mu?

Buna yanıt vermek için önce

Hasan Dede’yi tanımak, anlamak

gerekir. Hasan Dede, Hacı Bektaş

Dergahında yetişmiş, Pir Hünkar

Hacı Bektaş’tan destur alarak

Kızılırmak boylarında obasını

kurmuştur. Bir öğretidir Hasan

Dede, bir kültürdür. Bir felsefedir.

Yaşam pınarının gözesidir. Bu

değerleri düşündüğünüzde, evet,

bir misyonu vardır Hasandede’li

olmanın. Bu kültürün, dedeme,

babama ve bana uzanan öğretileri

halen işte bu gözeden devam eder

durur, sonsuza kadar.

Ben çocuk yaşlarımda biraz

hareketli, motifli, süslemeli bir

eser çaldığımda, babam bana,

“gezinme desturlu çal şu sazı,”

derdi. Bağlamanın sıradan bir

enstrüman olmadığını işte böyle

anlıyorsunuz. Bu öğretilerin hepsi,

suyun gözesinden, özünden gelen,

nesilden nesile geçen öğretiler. Öz

kültürümüz…

Aynı zamanda müzik

öğretmenisin. Gençlerin Türk

Halk Müziğine ilgisini nasıl

görüyorsun?

46

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

Genç kuşağın ilgisi beni memnun

ediyor. Gençler Türk Halk Müziğini

seviyorlar çünkü türküler hiçbir

zaman bitmeyecek ve her daim

var olacak. Türküler bizim özümüz.

Düşünsenize, bir anne kucağındaki

bebeğine ninniler söylüyor, bu

da bir türküdür. Ağıtlar, hoyratlar,

baraklar, semahlar, bizim özümüz,

yaşamımızın bir parçası. Genç

kuşağın genelinin buna kayıtsız

kalması mümkün değil.

Ancak burada şöyle bir durum

çıkıyor ortaya: Benim bire bir

tanıdığım öğrencilerimden

biliyorum; çocuk 7 yaşında, ailesi

hemen bir dayatmaya giriyor.

“Hocam, piyano çalsın; hocam,

bağlama çalsın.”. Bu yanlış bir

tutum. Kimse çocuklar adına bu

konuda karar vermemeli. Aileler de

buna azami dikkat etmeli. Bırakın

çağlamaya başlayan su bir aksın,

bir yol kat etsin. O dönüp dolaşıp,

gelecek ve özünü bulacaktır.

Ben kendi adıma, özellikle bu genç

kuşağa türkü çalıp söylemeden

evvel o türkünün hikayesini

anlatıyorum. Gözleri yaşarıyor o

yaştaki gençlerin. Bu sebeple daha

da ilgisini çekiyor. O türkünün

sözleri daha da anlam taşımaya

başlıyor gençler için.

Halk müziğinde gelenekçi misin,

yenilikçi mi?

Gelenekçiyim de yenilikçiyim

de. Özü bozmadan katkı

sağlayacak tüm yeniliklere

açığım. Bakın Neşet Ertaş üstat

ne derdi: “… N’olur gurban oluyum,

benim türkülerimin sözlerini

değiştirmeyin.”. Bugün bile Âşık

Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım,

gidiyorum gündüz gece” sözlerinin

sadece bu kısmını bile ciltler

dolusu makale ile anlatmaya

çalışıyorlar. Açıklamaları bile

sayfalara sığmayan bu cümleyi

Âşık Veysel, gözleri görmezken

“Ustaların yazdığı sözlere sadece

türkü diye bakmamak lazım. Bir de işin

irfani boyutu var. İrfan yönü ne olacak?

Âşık Veysel’in bir dörtlüğüne, bugün

akademisyenler ciltler dolusu açıklama

yazıyorlar.”

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

47


RÖPORTAJ

yazmış. İşte bu bir gelenek. Bu

geleneği bozmadan, üzerine

uygun her şeyi koyabilmeli.

Türkü formunda yeni eserler

üretiyorsun. Üretim konusundaki

düşüncelerin nelerdir?

Mustafa Kemal Atatürk’ün çok

güzel bir sözü var: Üretmeden

sadece yaşamak isteyen

toplumlar, önce haysiyetlerini,

sonra hürriyetlerini, daha sonra da

istiklal ve istikballerini kaybetmeye

mahkûmdurlar!

Ben de bu düşünce ile

hareket ediyorum. Benden

sonraki kuşaklar için bir şeyler

üretmezsem, bana; “sen boşa

çalmışsın bu bağlamayı,” derler.

Ben, ustalardan öğrendiklerimin

yanında kendimden de bir şeyler

bırakmaya özen gösteriyorum.

Üretmek derken cover adı altında

ustaların eserlerinin sözlerinin ya

da müziklerinin değiştirilmesinden

bahsetmiyorum elbette. Ben,

türküleri gece yazmayı severim,

kendimle baş başa kaldığımda,

özümle buluştuğumda. Yanlış

anlaşılmasın, türkü yazayım

diye oturmadım bugüne kadar.

Gönlüme, dilime sözler düştüğü

için türkü yazdım. Gecenin

dördünde uyanıp türkü yazdığımı

da biliyorum. Ben 10 yıl sonraya,

30 yıl sonraya belki de bu

dünyadan göçüp gittiğimde,

arkamda ustalarla birlikte kendi

eserlerimi de bırakmak istiyorum.

“BU IŞIN BEDELINI

USTALAR ÖDEDI”

Yaşam içinde pek çok usta

isim, halk kültürü ve halk müziği

adına ne bedeller ödediler. Hapis

yattılar, ailelerinden ayrıldılar,

gurbet çektiler, parasız kaldılar,

hepsi bedel ödediler. Şimdiki

gibi, sadece çalıp söylemekle bir

Mahzuni Şerif olamazsınız, bir

Neşet Ertaş olamazsınız.

Albüm süreci nasıl başladı?

İlk albümüm, 2004 yılında

aranjörüm Burhan

48

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

Doğan ile ‘hadi, kayıt alalım’ diye

yaptığım 10 türkülük bir çalışma

ile oldu. Ancak profesyonel olarak

ilk albüm, ağabeyim Ferhat

Demirhan ile birlikte çıkardığımız

“Gitme Gardaşım”dır. Sonrasında

ağabeyimin solo albümünde

müzik yönetmenliği yaptım. 2016

yılında benim solo albümüm

Bergüzar’ı çıkardık. Sonrasında da

zaten pandemi süreci nedeniyle

sahne, konser hepsi sona erince,

tekli ve akustik çalışmalara

yöneldim. Şimdilerde hemen her

hafta bir akustik çalışmamı sosyal

medyadan gönül dostlarıyla

buluşturuyorum.

Malum pandemi süreci her

alanda olduğu gibi sanat

dünyasını da olumsuz etkiledi.

Şimdilerde pek çok sektör kısmi

de olsa yeniden açılırken müzik

sektörü faaliyette değil. Bu

konuda neler söylersin?

“Her olayda neden önce müzik

susuyor?”

Keşke olmasa ama ülkemizde

olumsuz ne yaşanırsa hemen

müzik sussun isteniyor. Neden

müzik susuyor? Ağıtlar da bizim,

uzun havalar da bizim. Benim nice

müzisyen arkadaşım son bir yıldır

ciddi ekonomik sıkıntılar içindeler.

Aileleri sıkıntıda, çocukları sıkıntıda.

Enstrümanlarını satanlar da oldu

bu süreçte, dayanamayıp intihar

edenler de… Ne kadar acı bir tablo.

Ben müziğin susmasına karşıyım.

Bizi kırmadın geldin ve seni

okurlarımıza daha yakından

tanıtma şansımız oldu. Çok

teşekkür ederim.

“Çağrıldığın yere erinme,

çağrılmadığın yere görünme,” der

büyüklerimiz. Beni davet ettiniz,

ben çok teşekkür ederim.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

49


HALK OYUNU

KIZ KAÇIRMA

OYUNU

OYNANDIĞI HER YÖREDE BEREKET, YENIDEN CANLANMA, DOĞADAKI

CANLILIĞIN YOK OLUŞU VE KIŞIN GELMESI TEMALARINI IŞLEYEN, YÖRELERE

GÖRE FARKLI BIÇIM VE KARAKTERLERLE OYNANAN SEYIRLIK BIR OYUNDUR

Kız kaçırma oyunu,

temelinde ak-kara

çatışması bulunan,

bu nedenle kız kaçırma, ölüp

dirilme motifleri ile örülü ve

erkekler tarafından oynanan köy

seyirlik oyunlarından biridir. Kız

kaçırma oyunu; Arapoğlunun kız

kaçırması, ince Arap, efe, gizir,

deve, kadıbaba, dede ile gelin gibi

adlarla Anadolu’nun çeşitli illerinde

oynanmaktadır.

Köklerini Orta Asya ve Anadolu

mitolojilerinden alan kız kaçırma

oyunu, çeşitli yörelerde farklı biçim

ve karakterlerle oynanır. Oynandığı

her yörede bereket, yeniden

canlanma, doğadaki canlılığın yok

oluşu ve kışın gelmesi temaları

işlenir.

Köy meydanlarında ve

sokaklarında oynanan kız kaçırma

oyununun hazırlanma aşamasına

bütün köylü katılır. Bu durumda

en az bir ay önceden köylüye

haber verilir. Düğünlerde oynanan

kız kaçırma oyununun hazırlık

aşamasında ise düğün sahibi

50

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


HALK OYUNU

oyuncuları çağırır. Oyunu en iyi

bilen kişi yönetici olur.

Kız kaçırma oyununda “Kara”

tiplemesi eskiyi simgeler, “Ak” ise

aydınlığın, iyinin, yaz mevsiminin

simgesidir. Oyundaki diğer

karakterler Kızlar ve Kahyadır.

Kara tiplemesi bıyık ve sakal takar,

yüzünü siyaha boyar. Eski bir palto

giyer ve beline kalın bir kuşak

bağlar. “Ak”ın temsilcisi Koca ise

yüzüne ve sakalına un sürerek

beyazlaştırır. Sırtına ve göbeğine

yastık bağlayarak şişman ve

kambur görünür. Üzerindeki geniş

ve eski elbiseye çan takar. Kızları

oynayan iki erkek; üç etek giyer,

başına püsküllü fes, siyah tülbent

ve beline kuşak takar, gözlerine

soba isi ya da kömür karasıyla

sürme çeker, yanaklarını kırmızıya

boyarlar. Kahya rolünü ise oyunun

yöneticisi günlük giysileri ile oynar.

Oyunda kül saçarak meydanı

açan Kara, oluşan karışıklıkta

üremenin, bolluğun simgesi olan

Kızlar’a saldırır ve birini kaçırır.

Koca Kahya’dan kızını bulmasını

ister. Bu olay sürekli tekrar ettiği

için Kahya, her defasında Koca’ya

söylenerek Kızlar’ı bulur. Kahya’nın

Kızlar’ı her buluşunda coşku

başlar. Oyun boyunca Koca’nın

ölmesi, Kızlar’ın ağıtları ve Koca’nın

yeniden dirilmesi döngüsü vardır.

Her dirilme sonrasında Kara ve

Koca’nın yeniden barışmasının

ardından eğlence ve coşku başlar.

Oyun boyunca davul ve zurna ile

sevinç, coşku, yas gibi duygulara

eşlik eden ezgiler çalınır.

Kız kaçırma oyunu, günümüzde

geleneksel kültürdeki yerini

korumakta, yılın belirli

dönemlerinde ve düğün, bayram

gibi özel günlerde, eğlence

amacıyla da oynanmaktadır.

Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı

Araştırma ve Eğitim Genel

Müdürlüğü (aregem.ktb.gov.tr)

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

51


RÖPORTAJ

GAMZE

KAHYAOĞLU

DOĞAN

ILE YENI ÇALIŞMASI PAYE

ÜZERINE KONUŞTUK!

“EVET, BIRAZCIK GEÇ KALDIM ALBÜM IÇIN AMA DIYORUM KI DOĞRU

ZAMAN BUYDU BELKI DE. DAHA ÖNCE OLSAYDI, BELKI BU KADAR BILINÇLI

YÜRÜYEMEYECEKTIM. ŞIMDI ÇIZGIM VAR VE TÜRK HALK MÜZIĞI AÇISINDAN

BU ÇIZGIDE YÜRÜYEBILMEK ÇOK ÖNEMLI. ÇÜNKÜ TÜRK HALK MÜZIĞI DEYINCE

BIRAZ DA KENDINIZDEN SONRA GELENLERE ÖRNEK OLMAK ZORUNDASINIZ.”

52

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

Röportaj:

Mehmet YILMAZ


RÖPORTAJ

“Neden Paye?”. Uzun

röportajımız boyunca

belki de sormadığım

tek soru bu oldu. Ancak diğer

sorularıma aldığım cevaplar

sanki bunun izlerini taşıyordu.

Paye; mertebe, basamak, derece,

rütbe anlamlarına gelen Farsça

bir kelime… Mimaride ise örülerek

yapılmış, tek başına bir bütün

oluşturan ve sütun işlevi gören

taşıyıcı ögeye karşılık geliyor.

Kemer, tonoz, kubbe, galeri ve

büyük açıklıklı çatı örtülerinin

yüklerini taşıtmak için kullanılıyor.

Hangi anlamından bakarsak

bakalım bu sözcük, Gamze

Kahyaoğlu Doğan’a ve yeni

çalışmasının ismine tam oturmuş

görünüyor. Kanımca Doğan, bunca

yıllık birikimini Paye’ye, Paye’yi

de Türk Halk Müziği’ndeki bilinçli

yürüyüşüne sağlam bir taşıyıcı,

bir dayanak ya da sözcüğün

diğer anlamıyla bir mertebe

olarak kullanmış. Kendince ‘doğru

zamanda’ yaptığı bu albümü de

iki Mahzuni Şerif eseri okuyarak

taçlandırmış.

Onunla tanışıklığımız, yaklaşık iki

yıl önce Ankara’da Yenimahalle

Belediyesinin Dört Mevsim tiyatro

salonunda düzenlediği konserle

başladı. Eşi ile birlikte yaptığı

nazik davet üzerine gittiğimiz

konserde doyumsuz bir türkü

gecesi yaşadığımızı dün gibi

anımsıyorum. O gecenin ardından

niyetlendiğimiz röportaj, araya

pandeminin de girmesiyle bu

günlere kaldı. Kim bilir? Belki

hepimiz için ‘doğru zaman’ bu

günlerdir.

“Bu süreç, daha önce deneyimlenmemiş ve

müzikle, sanatla uğraşan insanlar için çok

acı bir süreç oldu. Daha iyi şeyler olabilirdi.

Yardımlaşmada ciddi anlamda eksik kaldık.

Birbirimize karşı eksik kaldık. Empatide,

sağduyuda eksik kaldık. Daha fazla

yardımlaşabilir, daha fazla omuz omuza

olabilirdik. İntihar eden arkadaşlarımızı o

süreçten döndürebilir, hem psikolojik hem

de maddi olarak yardımcı olabilirdik. Çok

acı bir süreç; umarım kısa sürede atlatırız.”

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

53


RÖPORTAJ

E, madem doğru zaman; öyleyse

lafı uzatmayalım, hemen

röportajımıza geçelim…

Nasıl başladı halk müziği

sevdanız?

Aslında ilk önce batı müziği eğitimi

ile müziğe başladım. Ancak

ailemdeki herkes çocukluğumdan

beri halk müziği dinliyor, onunla

ilgileniyorlardı. Evde radyodan

dinlenen de halk müziğiydi, aile

bireyleriyle bir araya gelindiğinde

söylenen de yine türkülerdi. Ben

onlara yeterli gelmiyordum,

söyledikleri türkülerde kendimi

eksik hissetmeye başlamıştım.

Bu nedenle rotamı halk müziğine

çevirdim. Şüphesiz bunda ailemin

de büyük etkisi oldu.

Siyaset bilimi okuduğunuzu

biliyoruz. Neden siyaset bilimi?

Her şeyden önce belirtmeliyim

ki ülkemizde Türk Halk Müziği

yapmak gerçekten zor. Bu

zorluğun içinde lisans eğitimimi

Siyaset Biliminde yapmayı uygun

buldum. Bu eğitimimin, daha

sonraki süreçte müzik hayatımda

da özel hayatımda da bana çok

katkısı oldu. Ancak sanat sizi

hiçbir şekilde bırakmıyor; o beni

bırakmadı, ben de onu… Çünkü

kolay değil ustaları ve türküleri

bırakabilmek ya da onların

yaşadığı hayata ortak olabilmek.

Peki ya müzikal eğitiminiz?

Çok küçük yaşlardan beri müzikal

eğitim alıyorum. Polifonik korolar

ile başladım. Daha sonra çok

kıymetli hocalarla çalıştım;

bunlardan biri de İhsan Öztürk idi.

TRT’de çocuk korolarında, Kültür

Bakanlığında, HAMOY’da yer

aldım. Hayatımın her döneminde

bir koro, bir bağlama, bir nota,

bir solfej mutlaka oldu. Her yaşta

54

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

“Pandemi süreci kendi içimize dönmeyi öğretti bize.

Belki de artılarından biri buydu diye düşünüyorum

çünkü nefes almaya bile vakit bulamazken şimdi

kendi türkülerimi dinlemeye başladım.”

aldım o eğitimi. En iyi hocalarla

bağlantıya geçerek elimden

geldiğince onların dediklerini

yapmaya çalıştım. Konservatuvar

okumadım ve elbette okuyan

arkadaşlarım akademik anlamda

benden daha donanımlılar. Ben de

ustalarımdan edindiğim bilgilerle o

yolda yürümeye devam ediyorum.

Aynı zamanda eşinizin sahibi

olduğu müzik akademisinde de

eğitimcisiniz değil mi?

Evet, eşim konservatuvar mezunu

ve kurucusu olduğu Asya Sanat

Merkezi’nde bağlama eğitmeni.

Aynı merkezde THM koromuz

var ve repertuvar derslerine

ben giriyorum. Hayatı bu şekilde

bölüştük diyebilirim.

Eğitimci yönünüzle gençleri

nasıl görüyorsunuz?

Çok samimi bir ortamda, çok

samimi bir dergide olduğum için

şöyle söyleyeyim; belki ailelere

bir tavsiye niteliğinde olacağı için

biraz daha gerçekçi yaklaşmak

isterim. Aslında tabiri caizse

gençler zehir gibi… Çok zekiler

ve ideallerinin peşinde koşan bir

gençlik görüyorum. Ne isterlerse

onu yapmaya çalışıyorlar, yani

olumlu anlamda inatçılar. Ben

bu özelliklerinin yanında, popüler

kültürün etkisine çok kapılmadan,

kendi kültürümüzün, Anadolu

kültürünün tarihine bakarlarsa,

daha güzel, daha doğru örnekleri

keşfedeceklerine inanıyorum.

“Ailelere büyük görev düşüyor”

Ailelere de çok büyük görevler

düşüyor tabii ki… İlk başta

çocuklarına doğru kişileri

dinletmeleri, doğru ve eğitimli

insanlardan müzik öğrenmelerini

sağlamaları gerekiyor. Çünkü

her alanda olduğu gibi müzik de

şakaya gelecek bir alan değil.

Sanatla uğraşan insanlar özel

insanlardır, sanatla uğraşan

çocuklar özel çocuklardır. O

nedenle aileler kesinlikle onların

yaptıkları işlere kulak kabartmalı

ve sonuna kadar destek olmalılar.

Onca konserler, çalışmalar

yaptınız. Şunu merak ediyoruz;

iki eserden oluşan Paye adlı

çalışmanız için çok beklemediniz

mi?

Evet, birazcık geç kaldım albüm

için ama diyorum ki doğru

zaman buydu belki de. Daha

önce olsaydı, belki bu kadar

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

55


RÖPORTAJ

bilinçli yürüyemeyecektim.

Şimdi çizgim var ve Türk Halk

Müziği açısından bu çizgide

yürüyebilmek çok önemli. Çünkü

Türk Halk Müziği deyince biraz

da kendinizden sonra gelenlere

örnek olmak zorundasınız. Belki

yirmili yaşlarımda o örneği

teşkil edemeyecektim, o ağırlık

olmayacaktı üzerimde. Şimdi o

sorumluluklarımın da farkındayım.

Ustalardan edindiğimiz tecrübeler,

bilgiler, onların oturuşları, duruşları,

her şeyi ile şu anda kafamda daha

net bir çerçeve çizip, o yolda daha

rahat yürüyebiliyorum.

Nasıl karar verdiniz Paye için?

Önceden beri halk müziği içinde

çok çaba gösteriyordum. Asya

Sanat Merkezi’nde repertuar

dersleri veriyordum ve konserler

düzenlemeye başlamıştık. İnsanlar

beni dinlemeye başladıkça

üzerimdeki baskı da arttı.

Çok fazla kişi albüm

konusunda ısrar etmeye

başladı. Sonrasında

bir tanıdığımızın da

bize öncü olmasıyla

yola koyulduk. Yola

koyulduğumuzda da

bir aile dostumuzun

vasıtasıyla sevgili

Volkan Kaplan ile

tanıştık. Ciddi

anlamda

çok güzel

bir çalışma

çıktı

ortaya.

Paye’ye iki tane Mahzuni Şerif

eseri okuyarak taçlandırdım.

‘Taçlandırdım’, diyorum çünkü

Âşık Mahzuni Şerif herkes için çok

önemli bir insan. Hele benim bu

yolda tacım, tahtım. Çok önemli

bir insan benim için, o nedenle

de taçlandırdım diyebiliyorum

rahatlıkla.

Önümüzdeki döneme ilişkin

planlarınızda neler var?

Zaten 25 Aralık’tan beri sürekli

üretmeye dayalı bir yol izliyorum.

Sosyal medyada artık daha

aktifim. Akustik çalışmalarda daha

aktif olmaya çalışıyorum. Sürekli

çalışıyorum, çalışkan bir öğrenci

oldum bu süreçte.

YENI TEKLI ÇALIŞMAM YOLDA

Şimdi bir tekli çalışmam daha

geliyor. Sizin aracılığınız ile ilk kez

buradan duyurmuş olayım.

“HEDEFIM GENÇLER!”

Yaşı belli bir seviyeye

gelen insanlar halk

müziğini dinliyor, çok

da güzel özümsüyor.

Benim amacım,

biraz daha gençlerin

beni dinlemelerini

sağlamak. Onların

beni dinlemesini

istiyorum.

Buradan

da çağrı

yapıyorum;

gençler beni

dinlesin,

en azından

56

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


RÖPORTAJ

“Eserleri incitmeden okumaya çalışıyorum. Çünkü

o ustalar bize o eserleri veriyor. Sonrasında onları

incitmemek gerektiğine inanıyorum o nedenle de

incitmeden okumaya çalışıyorum.”

bir kulak versinler! Çünkü bu

yolda onlara ihtiyaç var. Bizler

çekildiğimiz vakit, onlar bu

yolu sürdürecek olan insanlar.

Bu kültürün devamını onlar

sağlayacaklar.

Müzikte yenilikçi misiniz

gelenekçi mi?

Zor bir soru… Aslında ben daha

çok gelenekçiyim. Tabii ki bu,

yeniliklere kapalı olduğum

anlamına gelmiyor. Elbette yeni

çalışmalardan kendime pay

almaya çalışıyorum ama ben,

geleneği bozmadan devam etmek

istiyorum. Çünkü o eserleri bize,

o ustalar veriyor. Sonrasında

onları incitmemek gerektiğine

inanıyorum. O nedenle, incitmeden

okumaya çalışıyorum. Onların

bana büyük bir emaneti, sanki

bir elmasmış gibi, o elması ileriye

taşımaya çalışıyorum. O nedenle

belki gelenekçiyiz diyebiliriz.

Ama kullandığımız teknolojiler

açısından müziğe değişik efektler

katılabiliyor, ezgilere eklenebiliyor.

Bu anlamda da yeniliğe karşı

değilim, ama yine de geleneği

bozmadan, diyorum.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

57


MÜZİSYEN

ANKARA’DA GENÇ VE BAŞARILI BIR ARANJÖR

MERTCAN

KILIÇ

BEN HER ŞEYDEN ÖNCE BIR MÜZISYENIM. KENDIMCE TEKNIKLER GELIŞTIRDIM,

BESTE ÇALIŞMALARI YAPTIM VE BUNLARIN DAHA DUYULUR, DAHA DERLI

TOPLU OLMASI GEREKIYORDU. ÜSTELIK KAFAMDA KURGULADIĞIM ŞEKILDE

OLMALIYDI. BU NEDENLE ARANJÖRLÜĞÜ YAPMAM ÖNEMLIYDI.

58

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

Röportaj:

Elif KAVLAK


MÜZİSYEN

Müzik yolculuğunda merdiven

basamaklarını genç yaşında birer

birer çıkan, yeniliklere açık ve

yaratıcı bir aranjör Mertcan Kılıç.

Öyle ki, henüz çocukken

öğrenmeye başladığı bağlama

enstrümanının yanında, pek

çok enstrümanı icra etmeyi

de öğrenmiş. Sonrasında

enstrümanlarını da kendisi

yapmaya başlamış. Şimdi ise

kurucusu olduğu, Ses ve Akustik

kayıt stüdyosu olan M-Sound’da

aranjörlüğe devam ediyor.

Bu yolculuğun detaylarını

Mertcan Kılıçtan öğreniyoruz.

1991 yılında Ankara doğumluyum.

Müziğe olan ilgim 5 yaşlarında

başladı desem yanlış olmaz.

Daha o yaşlarda iken, sobada

yakılmak üzere, sitelerde bulunan

eniştemin dükkanından gelen

çeşitli şekil ve boylardaki ağaçları

tek tek seçerdim. Salonda

bulunan halının üzerindeki motif

ve çizgileri kendime kılavuz olarak

kullanarak, bu ağaç parçalarını

bağlama gövdesine benzer bir

şekilde dizerdim. Tellerini ise paket

lastiklerinden yapar kendimce

çalardım. Kasetçalardan Arif

Sağ hocamızı açar ve sanki ben

söylüyormuşum gibi yapardım.

Bunları gören babam bir gün,

elinde bana uygun büyüklükte

bir bağlama ile geldi. “Artık ağaç

parçalarıyla uğraşmana gerek

yok” dedi. O günkü sevincimi

sanırım ifade edebilmem çok güç.

Ailede başka müzikle ilgilenen

kişiler var mıydı?

Evet, ağabeyim, dayım ve

kuzenim bağlama çalıyorlardı.

Hatta ağabeyimin kendi aldığı

daha profesyonel bir bağlaması

da vardı. Ağabeyim çalarken

sürekli onun ellerine bakardım.

Sonra o okula gidince de onun

bağlamasını alıp çalmaya, hatta

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

59


MÜZİSYEN

akort yapmaya çalışırdım.

Bu arada, bilmediğimden dolayı

da teli koparırdım. Ağabeyim

hemen her gün tel değiştirmeye

götürürdü bağlamayı ama

bana en ufak bir sitemde dahi

bulunmadı. Uzun yıllar sonra

anladım ki, benim şevkimi

kırmamak adına katlandı bunlara.

Ailemin bana olan destekleri

beni çok güçlü kıldı bu müzik

yolculuğumda ve bugünün

temelleri işte orada atıldı.

Müzisyen olarak ilk sahne

deneyimi diyebileceğin bir yer

var mı?

Olmaz mı? Hem ilk sahnem

diyebileceğim hem de evet

ben müzisyen olacağım diye

karar verdiğim bir yer. İlkokul

birinci sınıfın sonunda okuma

bayramı adı altında bir etkinlik

düzenleniyordu. Bu etkinlikte bir

müzik grubu da sahnedeydi ve

benim dünya ile ilişiğim kesilmiş,

tüm dikkatim ve hayranlığımla

sahneyi izliyordum. Bu durum

grubun solistinin ilgisini çekmiş

olacak ki, yanıma geldi ve “sen çok

mu seviyorsun müziği” dedi. Evet

bende türkü söylemek istiyorum

dedim. Tabi ki söyleyebilirsin dedi

ve beni sahneye çıkardılar. Yol

ver dağlar türküsünü okudum,

bütün salon ayakta alkışladılar

beni. İşte o an kararımı verdim.

Ben müzisyen olacağım. Sonraki

yıllarda ise okul koroları, okul

konserleri gibi etkinliklere katıldım

ve sekiz yıl profesyonel halk

oyunları eğitimi aldım ve oynadım.

Çocukluğunuzdaki enstrüman

yapım merakınızın halı üzerinde

başladığını öğrendik sizden, peki

ya sonrası…

Sonrasında Metin Kurt ve Yüksel

Ayoğlu hocalarımdan bağlama

ve nota üzerine eğitimler

aldıktan sonra, enstrümanların

matematiksel mantığını da

öğrenmiş oldum. Benim Hayalim

Gitar yapmaktı. Evimize yakın bir

yerde Kenan Abinin atölyesi vardı.

O zamanki Yaprak Müziğin Sahibi

Kenan Bozkurt. Şu an ASM Müzik

Merkezinde bağlama üretimine

devam ediyor Kenan Usta. Hemen

Kenan abinin yanına gidip durumu

anlattım. Bana çok destek oldu

ve gitarı birlikte yaptık. Okul

niteliğinde ve daima öğrenerek

üretme niteliğindeydi Kenan Abinin

atölyesi. Her şeyi ondan öğrendim

diyebilirim. Şimdi Bağlama, Klasik

Kemençe, Karadeniz Kemençesi

ve uzak doğu enstrümanı Erhu

yapıyorum. Ayrıca özel bir kolejde

ahşap tasarım ve çalgı yapımı

eğitmenliği yapıyorum.

60

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


MÜZİSYEN

Aranjörlük isteğiniz nasıl oluştu?

Orkestra müziği oldum olası ilgimi

çekmiştir. Bu nedenle birçok

enstrümanı çalmayı öğrenmiştim.

Lise yıllarında ise bir müzik grubu

kurmuştuk. Ben bağlama çalıp

türkü okuyordum. Sonrasında

bu grup içinde bateri eksikliğini

hissettik ve ben o gün bateri

dersleri almaya başladım. Bugün

bile sahnelerde, solistlere bateriyle

eşlik ediyorum. Bütün bunların

içinde olarak, farklı enstrümanların

aynı eserde bir ahenk oluşturması

beni aranjörlüğe iten asıl sebep

oldu. İkinci nedeni ise ben her

şeyden önce bir müzisyenim.

Kendimce teknikler geliştirdim,

beste çalışmaları yaptım ve

bunların daha duyulur, daha

derli, toplu olması gerekiyordu

ve kafamda kurguladığım

şekliyle olmalıydı. Bu nedenle

Aranjörlüğü yapmam Önemliydi.

Zaten bugünkü M-sound, o günün

hayaliydi bende.

O halde gelelim hayalinize…

okurlarımıza anlatır mısınız?

Nedir M-Sound?

M-Sound, Ankara dikmende

kurmuş olduğum bir ses

kayıt stüdyosu. Albümler, özel

seslendirmeler, gibi pek çok

alanda ses kayıt ve aranje hizmeti

veriyoruz. Aynı zamanda son

dönemde revaçta olan akustik

çalışmalar için de de gerekli

donanıma sahip bir yer. İçinde

büyük olmasa da yeteri kadar bir

çekim stüdyomuz var. Burada arzu

eden kişiler için, sosyal medya

yayınları ve canlı performanslar da

almaktayız. Arkadaşım Ozan Çiçek

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

61


MÜZİSYEN

ile birlikte yürütüyoruz. Akustik

kayıtlar da yapıyoruz. Günümüzde

en çok talep gören çalışma, canlı

performanslar oluyor. Çünkü

doğrusuyla yanlışıyla insanlara

daha samimi geliyor. Çoğunlukla

müzisyen arkadaşlarımın tercihi

bu yönde.

Artık dergimizin röportajlarını

da M-Sound stüdyosunda

gerçekleştiriyoruz.

Evet, bu anlamda kültüre hizmet

eden, sizin gibi saygın bir

yayın kuruluşunu M-Sound da

ağırlamaktan çok mutluyuz. Sizde

bize hoş geldiniz.

Hangisi daha zor sizce?

Enstrümanı çalmak mı? Yapmak

mı? Aranje etmek mi?

Enstrüman yapmak da icra etmek

de aranjörlük de birbirinden

zor üç dal. Ama içinden birini

seçmem gerekirse, aranjörlüğü

daha zor buluyorum kendi adıma.

Çünkü enstrümanı yapmak

teknik anlamda bazı standartlara

oturmuş durumda. Geriye uygun

el aletleri, uygun ağaçlar ve el

yatkınlığı kalıyor. İcra etmek

dersek, bir enstrüman, notasyonu

belli. Biraz vakit geçirerek, etütler

yaparak, başlangıç, orta ve ileri

seviyede icra edebiliyoruz. Ama

her yeni aranjeye başladığımızda,

adeta her seferinde sıfırlanıyoruz.

Her şarkının karakteri, etkisi, farklı

olduğu için daha zor diyebilirim.

Pandemi süreci sizi nasıl

etkiledi?

Bir yıl önce stüdyomuz yapım

aşamasındayken pandamı

süreci başladı. Daha önceden

almış olduğum albüm işleri ileri

tarihlere ertelenmek ya da iptal

edilmek zorunda kaldı. Tabi ki,

olumsuz yönde etkilendik. Bir

yıldır sahnelerimiz kapalı. Stüdyo

çalışmalarımız sekteye uğradı.

Pandemi süreci en çok bizim

sektörümüzü olumsuz yönde

etkiledi. Tez zamanda bu süreci hep

birlikte atlatmayı ümit ediyorum.

Derginizde yer verdiğiniz için kendi

adıma ve M-Sound ailesi olarak

teşekkür ederim.

62

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021



KONUK YAZAR

TÜRKÜLER

KARDEŞTİR

UMUT ÖZKAN

BÜTÜN BU ÇEŞITLILIKLER IÇINDE ORTAYA

ÇIKAN, HER YÖREDE ANA SÜTÜ GIBI CANDAN

VE ANA SÜTÜ GIBI TEMIZ OLAN TÜRKÜLER

KARDEŞLIĞIMIZIN, BIRLIKTELIĞIMIZIN,

DOSTLUĞUMUZUN TEMINATIDIR. O

YÜZDEN BIRAKIN BENZEŞSINLER, BIRAKIN

AYNILAŞSINLAR. HEPSI BU TOPRAKLARIN

ZENGINLIĞIDIR.

“Türküler kardeştir” sözü

beni hep ünlü derlemeciler

Muzaffer Sarısözen, Nida

Tüfekçi ve Yücel Paşmakçı ile

Anadolu’da türkülerle yolculuğa

çıkarmıştır. Bu yolculuk il il, ilçe

ilçe, yöre yöre sözlü geleneğimizin

en büyük aktarıcısı türkülerin

aydınlığında olmuştur. Türkülerde

kardeşlik tezinin temeli halk

müziğimizin “varyantlaşma”

kavramı üzerine kurulmuştur.

Tanım olarak türkülerin benzerliği,

eş anlamlılığıdır. Türkü hikâyede,

ezgide, usulde benzerlikler

taşır. Bölge, yöre, coğrafya

olarak izdüşümünde insanoğlu,

coğrafyaları, yöreleri sözlü kültürle

64

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


KONUK YAZAR

yakınlaştırmış, dost ve kardeş

kılmıştır.

Bir türkünün içtenliği, “insan

sıcaklığıyla” aynıdır. Bedri Rahmi

Eyüboğlu’nun Türküler Dolusu şiiri

hemen aklıma gelir. Eyüboğlu’nun

bu şiiri tema olarak yüzyıllardır

nesilden nesle, dilden dile

aktarılarak bugünlere gelmiştir.

Şiir türkülerimizdeki içtenliğin

anlatıIdığı dizelerle doludur. Şair,

birçok dörtlükte halk türkülerinden

övgüyle bahseder. Önce şairim

şair olmasına / Canım kurban

şiirin hasına gerçeğine /… Köy

türküsü işitmesin, şairliğinden

utanır. Sadece Bedri Rahmi

Eyüboğlu mu? Türk edebiyatının

ustalarından Beş Şehir’in yazarı

Ahmet Hamdi Tanpınar da öyle.

Burada bugüne kadar gelen bir

anekdotu aktarayım: Tanpınar,

Türk edebiyat tarihinin temel

taşı Ülkü dergisinde yöneticidir.

Aşık Veysel, Sivas’ta düzenlenen

Aşıklar Bayramı’nda eserlerini

seslendirir. İlki Muzaffer Sarısözen

öncülüğünde, ikincisi Sivas’ın

efsane millî eğitim müdürü Ahmet

Kutsi Tecer›in destekleriyle. Tecer,

Veysel’i Sivas’ın Sivrialan’ında

bulup ortaya çıkaran insandır.

O gün Sivas bayram yerine

dönmüştür. Veysel’in o gün

dile getirdiği eser Ahmet Kutsi

Tecer tarafından Ülkü dergisine

yayımlanmak üzere gönderilir.

Tanpınar, şiire bir bakar ve gözleri

dolarak okur. “Yine bir mektup

geldi gül yüzlü yardan/Gözletme

yolları gel deyi yazmış.” Sonra “Ben

en iyisi bir daha şiir yazmayayım.”

diyerek Veysel’e iltifat eder.

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat

Fakültesinde hocamız Mehmet

Özbek’ti. “Türküler dayı, yeğen

gibidir.” derdi. Türkülerin

yörelerine baktığımızda Elazığ

(Harput), Mezire nere; Ordu (Ünye)

nere? Zaman zaman Ordu’nun

Akkuş ilçesine de gidersiniz aynı

türküdeki geçişkenlikle. Zaman

zaman Elazığ’ın Meziresi’nden

Malatya’nın Arapkir ilçesine

yol alırsınız. Eğin’e uzanırsınız

bir ezgiyle. Biri Elazığ’ın ilçesi

Mezire’den yola çıkar, diğeri

ise Ordu, Ünye’den. Sözler aynı,

hikâyede söz sanatları bakımından

benzerlikler var, ezgi ve tınısı

aynı, estetik bakımdan yöreyi

yansıtıyor. Bunlar nasıl buluşur,

nasıl ortaya çıkar? Araştırmacılar

bunu halk müziğinde varyantlaşma

konusunun tipik örneği olarak

isimlendirir. Bu türküleri sözleriyle,

hikâyeleriyle, olay kurgusu ve

kahramanlarıyla birbirleriyle

hemhal olmuştur. Bir Karadeniz

coğrafyası eseri olarak “Ünye’den

çıktım” Tuğrul Şan’ın sesinden

Ordu’nun ilçelerini gezer olmuştur.

Kimi zaman Ünye’de, zaman zaman

Akkuş’ta gezer. Cevizderesi’nde

öldürülen türkü kahramanı o

türküyle kişileştirilmiştir. Muzaffer

Ertürk’ün sesiyle Harput’ta gezen

Mezireden Çıktım türküsünde ise

yörede Kalenin Dibi adı verilen

yerde öldürülen türkü kahramanı

bu türküyle ölümsüzleşmiştir.

Coğrafi olarak Ordu ilinin

iki büyük ilçesi, diğer tarafta

Doğu Anadolu illerimizden

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

65


KONUK YAZAR

Elazığ (Harput)’. Elazığ’ın ilçesi

“Mezire’den çıktım” olarak yörede

bilinen türkü kişileştirilerek kimi

zaman Mezire adlı bölgede gezer,

kimi zaman benzer ezgilerle,

sözlerle ve hikâyelerle yörede

Arapkir’de “Cankurtaran” adlı

bölgede gezer. İşte o yüzden Elazığ

(Harput) nere, Ordu nere diyorum.

Türküler, halk edebiyatımızın

sözlü kültür ögelerindendir.

Yani durağan, hareketsiz kültür

taşıyıcıları değildir. Dinamiktir.

Coğrafyaları, bölgeleri, şehirleri

gezer. Nesillerin sosyal

ilişkilerinden, akrabalıklarından,

ticari faaliyetlerinden, kız alıp

vermelerinden birçok ilişkiden

kaynaklanır. Çoğu zaman

kişileştirilmiş ve kutsanmıştır. O

yüzden türküler canlıdır. Anadolu;

ana ve dolu sözcüğüyle Türk

mitolojisinde bir araya gelmiş

üretmenin, yaratmanın adı olarak

sembolleşmiştir. Karadeniz

coğrafyasında halk müziği

derlemeleri yapıIırken coğrafyanın

söze, ezgiye, yansıdığı görülür.

“Ünye’den çıktım” Mehmet Özbek

tarafından derlenmiş, İhsan

Tunç’tan alınmıştır. Coğrafyanın

sertliği sözlü kültür unsurlarında

hep görülür. Özelikle türkülerde

hemen görülür. “Mezire’den

çıktım”da Harput’un Doğu

Anadolu’nun ağır, sert havası da

türküde görülür. TRT sanatçısı

Muzaffer Ertürk tarafından

söylenmiştir. Her türkünün

bir halk edebiyatı yönü vardır.

Folklorumuzu da içine alan her

türkünün bir hikâyesi vardır. Hem

Ünye’den yola çıkılarak yakılan

ağıtın hem de Mezire’den yola

çıkılarak orta çıkan öykünün bir

hikâye haritası vardır. Türkünün

hikâyesinin kahramanları, yeri,

zamanı, olay örgüsü vardır.

“Mezire’den çıktım” adlı türkünün

öyküsü eserin adından da belli

olduğu gibi Elazığ’ın Mezire

ilçesinde geçmektedir. Burası

Tunceli sınırında bir yerleşim

merkezi. Muhtemelen 1940’lı

yıllar, kahramanları yörede kâtip

Mehmet ve Fikri adlı kabadayı.

Elazığ Tahrirat Kaleminde küçük

bir memur olan Mehmet ismindeki

gencin Fikri ismindeki bir genç

tarafından öldürülmesi üzerine

yakılan bir türküdür

Mezire’den çıktım ağrıyor başım

Harput’a varmadan sarıldı naşım

İntikamım alsın bacım kardaşım

Di değme değme de yarem derindir

Yaram eyolursa mevla kerimdir

Ünye’den yakılan Türkünün

hşkayesi de Harput’ta yakılan

türkünün hikayesine benzerdir.

Tanınmış ve yiğitliği ile meşhur

İç Ağası Mustafa adına Ünyeliler

tarafından yakılan türküdür bu.

Ünye’den çıktım da başım selamet

Cevizderesi’nde koptu kıyamet

Gadın gız gardaşım sana emanet

Ağla anam ağla sen bana ağla

Çifte doktor getir yaremi bağla

66

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


KONUK YAZAR

Kimileri tarafından bu iki olayı

anlatan türküler arasındaki

geçişkenlik sözlü kültür olarak

taşınması yöreye giden çerçilerce

yapılmıştır da deniliyor, kervanlar

ile yapılan ticaret sırasında

da deniyor. Eski Harput’tan,

folklor sahalarından, Eğin’den

bir örnek verecek olursak

“Bahçada yeşil hıyar” diye

başlayan türkü İstanbul’da “yeşil

çınar” olmuştur. Yine Eğin’den

Mustafa Özgül hocamızın

Ankara Demirlibahçe’deki

evinde halk bilim hocamızın

verdiği ödevi hazırlamak için

buluşmuştuk. Yanımızda Eğin’in

ünlü klarnetçisi Necmettin Erol

vardı, o anlattı, ben yazdım. O

ara konu varyantlaşmaya geldi.

Yörede “Mezire’den çıktım”,

“Arapkir’den çıktım” adlarıyla

söylenen bir türkünün bir

varyantının Süpürgeci İsmail’in

hikayesi olarak bilindiğini anlattı.

TRT repertuvarına da kendisinin

kaydettiğini anlattı. Ayrılıkla

sonuçlanan bir aşk hikâyesiydi. Bu

türküler arasında söz, ezgi, usul ve

hikâyeler bakımından geçişkenlik

vardır. Bu konuyu hocaların

hocası Pertev Naili Boratav, türkü

çeşitliliği yaratmak için kullanılmış

geleneksel bir yöntem olarak görür.

Yine Prof. Dr. İlhan Başgöz, folklor

yazılarında varyantlaşmayı bir

halk edebiyatı zenginliği olarak

görür. Kaynaklarda türkünün

sözlerinde, ezgisinde, usulünde

görünen değişiklik olarak yer alır.

Kaynak kişiler ve derleyen de bu

değişikliğe sebep olur. Hikâyede,

ezgide, usulde ve sözlerde yapılan

değişiklik yörede kalıplaşmış ise

değişiklik zor yapılır.

Bütün bu çeşitlilikler içinde ortaya

çıkan, her yörede ana sütü gibi

candan ve ana sütü gibi temiz

olan türküler kardeşliğimizin,

birlikteliğimizin, dostluğumuzun

teminatıdır. O yüzden bırakın

benzeşsinler, bırakın aynılaşsınlar.

Hepsi bu toprakların zenginliğidir.

KAYNAKÇA

BAŞGÖZ, İlhan. Folklor Yazıları.

İstanbul: Adam Yayınları, 1986

BORATAV, Pertev Naili. 100

Soruda Türk Halk Edebiyatı.

İstanbul: Gerçek Yayınları, 1995

BORATAV, Pertev Naili. Folklor ve

Edebiyat, 2. Cilt. İstanbul: Adam

Yayınları, 1991

ÇOBANOĞLU, Özkul. Halk Bilimi

Kuramları ve Araştırma Yöntemleri

Tarihine Giriş, Akçağ Yayınevi

2002

ÖZKAN, Umut. Harput senfonisi.

Ankara: Türkü Life Dergisi

TARLABAŞI, Burhan. Kültür

Bakanlığı Yayınları, 1996

TDK SÖZLÜK. Ankara Tdk

Yayınları

TURHAN, Salih. Anadolu Ezgileri

ve Türküleri. Ankara, 1995

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

67


AKTÜEL

TÜRKIYE’NIN CUMHURIYET’LE YAŞIT AYDINI

PROF. DR. İLHAN

BAŞGÖZ TÜRKIYE’DE

“BEN CUMHURIYET ILE YAŞITIM, SIZE ANLATACAKLARIM YALNIZ DUYUP

IŞITTIKLERIM, OKUYUP ÖĞRENDIKLERIM DEĞIL, AYNI ZAMANDA KENDI

HAYAT HIKAYEM OLACAKTIR.”

ABD’de yaşayan ve kanser

tedavisinin Türkiye’de

devam etmesini isteyen

98 yaşındaki Türk Halkbilimci

Prof. Dr. İlhan Başgöz, Ocak ayının

başında Sağlık Bakanlığı’na ait

ambulans uçakla Ankara’ya

getirildi.

Basın mensuplarına açıklama

yapan Prof. Dr. Başgöz, “33

sene yurt dışında çalıştım.

Yorgunluğun içindeyim.

Memleketime dönmenin sevincini

Enver Gökçe’nin dizesiyle

anlatacağım; “Senin emekçin

olaydım / Şen olası türküsü / Dost

kokusu, dost selamı Türkiye…” dedi.

Halen tedavisi devam eden

Cumhuriyet ile yaşıt bu değerli

halkbilimci, 19 Mayıs 1919’un 100.

68

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


AKTÜEL

yılı münasebetiyle düzenlenen

bir etkinlik için yazıya döktüğü

(sağlığı elvermediği için konuşma

yapamamıştır.) konuşmasında

şöyle diyordu:

“Ben Cumhuriyet ile yaşıtım, size

anlatacaklarım yalnız duyup

işittiklerim, okuyup öğrendiklerim

değil, aynı zamanda kendi hayat

hikayem olacaktır.

… Değerli dinleyiciler size Atatürklü

yıllardan unutamadığım bir olayı

daha anlatacağım. 1930’lu yılların

başında sanıyorum, Atatürk, gece

geç vakit Mısır Büyükelçiliğini

ziyaret eder. Sabaha kadar

yenir, içilir, eğlenilir. Güneş

doğarken Atatürk Mısır elçisini

balkona çağırır ve şunları söyler.

“Buradan güneşin doğuşunu

nasıl görüyorsam, esir milletlerin

de birer birer kurtulacaklarını

ve bağımsızlıklarını elde

edeceklerini öyle görüyorum.”

Atatürklü Cumhuriyet her zaman

müstemlekecilere karşıt, küçük

devletlerden yana, onurlu bir

politika uygulamıştır. Cezayirli

gençler Fransız müstemlekecilere

karşı kanlı bir savaş verirken

ellerinde Mustafa Kemal’in resmini

taşıyordu.

Hindistan bağımsızlığının

büyük lideri Gandi İngiliz

parlamentosunda şöyle

konuşuyordu: “Haydi beni

tutuklayın, ama tutuklamakla iş

bitmiyor. İşte Türkler kendi cenaze

törenleri için hazırlanan tabutu

istilacıların başında parçaladı.”

Pakistan’ın ilk cumhurbaşkanı

Muhammed Ali Cinnah 30 ağustos

zaferimiz üzerine şöyle diyecekti:

“Bu zafer bütün esir milletlerin

zaferidir.”

İngiliz başbakanı Lloyd George,

Çanakkale savaşının en büyük

destekçisi idi. Türkler koca İngiliz

İmparatorluğunu Çanakkale’de

dize getirince Lloyd George

parlamentoda şöyle konuşacaktı:

“Tarih nadiren dahi yetiştirir, bizim

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

69


AKTÜEL

talihsizliğimiz şu ki böyle bir dâhiyi

bugün Türk milleti yetiştirmiştir, ne

yapsak, ne tarafa gitsek Mustafa

Kemal’in iradesini kıramadık, ben

istifa ediyorum.”

Değerli dinleyicilerim ben yüz

yaşına yaklaşmış bir faniyim.

Öyle zannediyorum ki İngilizce,

Türkçe, Fransızca kitaplarım,

makalelerim ve Amerika’da

Norveç’te, Rusya’da, İngiltere’de,

İran’da ve Türkiye’nin birçok

kentinde yaptığım konuşmalarımla

bu kadar güçlüklerle bana emanet

edildiğine inandığım Cumhuriyete

karşı görevimi yaptım.

Genç arkadaşlarım, Atatürk

Cumhuriyeti özellikle sizlere

emanet etmiştir. Onu çağdaş

ve gelişmiş memleketlerin

daha yücesine çıkarmak sizin

çalışmalarınıza ve gayretinize

bakıyor. Bu görevi başaracağınıza

ben inanıyorum. Konuşmamı

bitirirken hepinizi sevgi ve saygı ile

selamlıyorum.”

İLHAN BAŞGÖZ KIMDIR?

Halkbilimci, Akademisyen,

Profesör, Araştırmacı Yazar,

Çevirmendir. 1923, Sivas/Gemerek

doğumludur.

On bir yaşındayken ailesi

Sivas’ın merkezine göç edince

ilk ve ortaöğrenimini burada

tamamladı. Yükseköğrenimini

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-

Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve

Edebiyatı Bölümü’nde (1945) yaptı.

Aynı fakültede 1946’dan 1950’ye

kadar Prof. Pertev Naili Boratav’ın

asistanı olarak çalıştı. 1948’de

kurulan Türk Folkloru ve Halk

Edebiyatı Kürsüsü’nün düzenlediği

araştırmalara katıldı, doktora

çalışmasına başladı.

“Biyografik Türk Halk Hikâyeleri

/ Kahramanları, Teşekkülleri,

Saz Şairlerinin Eserleri ile

Münasebetleri” adlı tez

çalışmasıyla doktora çalışmasını

tamamladı.

70

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


AKTÜEL

1943 yılından itibaren, başta Doğu

Anadolu Bölgesi (Kars ve Erzurum)

olmak üzere, pek çok yerden

derlediği destan, halk öyküleri,

atasözleri, bilmeceler, türkülerin

yanı sıra gölge oyunu, kukla, halk

dansları konulu filmlerden oluşan

zengin bir belgelik oluşturdu.

1950’de özel bir yasa ile Folklor

ve Halk Edebiyatı Kürsüsü’nün

kapatılması üzerine Tokat Lisesi’ne

edebiyat öğretmeni olarak atandı;

ancak iki yıl sonra öğretmenlikten

de çıkarıldı.

1960’ta Amerika Birleşik

Devletleri’ne giderek Los

Angeles ve California Berkeley

Üniversitesi’nde araştırmacı

olarak çalıştı. 1965’te Indiana

Üniversitesi’nin Ural-Altay Dilleri

Bölümü’nde öğretim üyesi

oldu. 1967’de doçentliğe, 1976’da

profesörlüğe yükseldi.

Emekli olduktan sonra Türkiye’de

Bilkent, Van Yüzüncü Yıl ve

ODTÜ’de dersler veren Başgöz,

Türk halk kültürü üzerine yaptığı

araştırmaları ve yazdığı kitapları

ile bu alanda hayattaki en önemli

Türk halk bilimci olarak tanınıyor.

Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün Türk

Halk Kültürü üzerine yayınladığı

kitaplarından bazıları şunlardır:

Doğu Anadolu’da Folklor

Derlemeleri (1947)

İzahlı Türk Halk Edebiyatı

Antolojisi (1956)

Manilerimizden (1957)

Köroğlu (1959)

Karac’oğlan (1977)

Geçmişten Günümüze

Nasrettin Hoca

Folklor Yazıları (1987)

Yunus Emre (1990)

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

71


TÜRKÜ HİKAYESİ

ZIYA’NIN

TÜRKÜSÜ

SEVGILIYE YAKILAN AĞITIN AZ BILINEN HIKAYESI

“Fikriye ve ailesi; Ziya’yınan nişannamadan Önce Ali Hoca’nın

Gızıldepi’ye imam durmasıyla orıya yelleşdiler. Fikriye çok gözel…

Boylu poslu, uzun saçlı… Ziya’ynan birbirlerini çok hazederler…

Fikriye’nin çok gözel ve gür bi sesi varidi. Eyi ilâhî ederidi.”

72

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


TÜRKÜ HİKAYESİ

Yozgat deyince akla ilk

gelen türkülerden biridir

Ziya’nın Türküsü. Dilimize

“ham meyvayı kopardılar dalından”

dizesiyle pelesenk olmuştur. Hani

pek çok türkünün ardında vuslata

eremeden biten bir aşk hikâyesi

yatar ya, işte Ziya’nın Türküsü (ya

da bilinen diğer adıyla Ziya’nın

Ağıtı) böyle bir türküdür. Yaşanmış

bir öykünün, yürekten taşıp dile

gelmiş halidir…

“Ziya (soyadı Çalışkan), Karacalar

Köyü’nden bir yiğit delikanlı. Gaşı

gözü sülük gibi… Çok yakışıhlıydı.

Uzun, boylu poslu… Edirafı

tarafından çok sevilirdi. Çevrede

onu tanımayan yoh gibiydi. Çok iyi

ata biner ve çok iyi cirit oynardı.”

Ablası Tekmile Yıldırım ondan bu

sözlerle bahsetmişti; türkünün

gerçek hikayesinin peşinde koşan

Mustafa Uslu’ya…

Mustafa Uslu, Milli Folklor

dergisinde (yılı ve sayısı bilinmiyor)

kaleme aldığı “Çamlık’ın Başında

Tüter Bir Tütün veya Bilinmeyen

Şekliyle Ziya’nın Türküsü ve

Hikayesi” başlıklı makalesinde

Ziya’nın ablası Tekmile Yıldırım ile

yaptığı röportaja geniş yer veriyor.

Uslu, türkünün gerçek hikayesiyle

ilgili araştırmalarında ve kaynak

kişi arayışlarının nihayetinde,

yaşanmış bu acı olayın canlı

tanıklarından biri olan Ziya’nın

ablası Tekmile’ye ulaşıyor ve

makalesinde olan biteni onun

ağzından şöyle aktarıyor:

“Ziya ile sevdiği Fikriye (gızlık

soyadı Çevik idi.) akraba

çocukları… İkisi de Garacalar

Köyü›nden. Akrabalıkları Fikriye›nin

anası tarafından ileri geliyo. Senin

anıyacaan Ziya ile Fikriye’nin

anaları emmi gızları… Fikriye’nin

babası bizim köyden (Garacalar

Köyü)… İmam Ali Hoca. Derin bi

hocaydı… Bu düşünce benim

daal, hepiciğimizin, bilenlerin ve

köylülerin… Ali Hoca ölmeden

önce imam durduğu Gızıltepe

Köyü›nden Garacalar’a geldi.

Orada öldü. Fikriye ve ailesi;

Ziyayınan nişannamadan Önce

Ali Hoca’nm Gızıldepi’ye imam

durmasıyla orıya yelleşdiler. Fikriye

(Ziya’nın nı- şannısı) çok gozel…

Boylu poslu, uzun saçlı. Ziyaynan

birbirlerini çok hazederler.

Fikriye’nin çok gozel ve gür bi sesi

varidi. Eyi ilâhî ederdi. Fikriyeler’in

evi Garacalar Köyünde Habeşin

oğlunun evinin ordaydı. Evlerinin

aralığından da köyün mezerliği

eyice görünürdü. … Ailecek

birbirimize gedip gelirdik.. Senin

anıyacan birbirimize bek yakınıdıh.

Ekin sularken üşütmüş! Garın

ağrısından da şekayet ederdi.

Tohdura bek getmek isdemedi.

Gözel bi esbap dikindiyidi o

zamanlar. Gendi de keleş mi keleş,

o esbabı geyince daha keleş

olurdu. O halde tohtura getmiye

ırazı edebildik. O zamanlar

şindiki gibi tohdur, ilaç, hap, iğne

nerde... Geddi geldi bi hafda

kendini bilmez bi halde ölü gibi

yaddı… Hepiciğimiz başmdaydıh,

Fikriyeynen nışannandıhdan sona

hasdalandı. Fikriyeler o sırada

Gızıldepe Köyündeler. Geleninen

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

73


TÜRKÜ HİKAYESİ

gideninen nışannısı Ziya’dan

hâ- ber alırmış. Fikriye’ye haber

götürennerden biri de Gızıldepe

Köyü›nden Mehmet (Mehmet

Kılıç). O hasda halindeyiken

babam başında; Allahım oğlumu

eşinden ayırma, derdi; Ziya da o

haliyle babama gatılırdı… Başga

heş gonuşmadı. Yatağa düşdüğü

hafdanın başında öldü.”

Abla Tekmile Yıldırım, bu röportajın

yapıldığı dönemde Fikriye’nin, 75-

76 yaşlarında olduğunu, halen

sağ olup Alaca’da yaşadığını

da sözlerine ekliyor. Ayrıca,

Fikriye’yi Ziya öldükten sona

akrabalarından “eğitmenin

mısdafayınan” (Öğretmen Mustafa

Demir) everdiklerini, eğitmenin

mısdafanın, eğitmenliğin yanında

Sarıkaya ve Yerköy’de de

tahsildarlık yaptığını söylüyor.

Yazar Necati Şahin ise Yozgat

Dîvânı’nın 2001 yılı güz sayısında

yayınlanan “Ziya’nın Ağıdı” adlı

yazısında Ziya’nın nişanlısı

Fikriye ile birebir görüştüğünü ve

türkünün asıl hikayesini ilk ağızdan

dinlediğini ifade ediyor.

Şahin’in aktarımına göre Fikriye

Hanım, Ziya’nın ölüm haberini

aldığı anı şöyle dile getiriyor:

“Bir anda sanki her şey değişti.

Dert ağlatır aşk söyletir derler

ya, ben hem ağladım, hem

söyledim. Akşamları yatağıma

yatıyorum, ama uyku nerde?

Hudayı Rabbani, benim gönlüme

görmediğim, duymadığım şeyleri

dolduruyor. Ben ömrümde deniz

görmedim, gemi de görmedim.

Dilimden; “Uzun olur gemilerin

direği / Yanık olur anaların yüreği”,

mısraları dökülüyor. Bunlar Hudayı

Rabbani’nin nimeti…”

Fikriye Hanım’ın, yüreği nişanlısı

Ziya’nın ölüm haberinin acısıyla

çırpınırken dudaklarından dökülen

bu ağıt, onlarca sanatçının

nağmelerinde, günümüze kadar

ulaşmıştır. Biz de sizler için;

Yozgatlılar tarafından “Çamlık’ın

Başında Tüter Bir Tütün” adıyla

bilinen ve aslı ağıt olan bu

türkünün halk arasında en fazla

bilinen birkaç dörtlüğünü aşağıya

bırakıyoruz:

Çamlığın başında tüter bir tütün;

Acı görmeyenin yüreği bütün

Ziya’nın atını pazara tutun

Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler.

At üstünde kuşlar gibi dönen yar

Kendi gidip emsalleri yanan yar

Benim yarım yaylalarda oturur

Ak elini soğuk suya batırır

Demedim mi yârim ben sana

Çok muhabbet tez ayrılık getirir

At üstünde kuşlar gibi dönen yar

Kendi gidip emsalleri yanan yar

Ham meyveyi kopardılar dalından

Ayırdılar beni nazlı yârimden

Demedim mi nazlı yârim ben sana

Çok muhabbet tez ayrılık getirir

At üstünde kuşlar gibi dönen yar

Kendi gidip emsalleri yanan yar

74

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021



HABER

TÜRKÜ YOLUNDA BIR OYUNCU

BÜLENT

ŞAKRAK

“HIÇ BIR ŞEY OLMAZSA, ÇOCUKLARIMA ANI KALIR” DÜŞÜNCESIYLE

HAZIRLADIĞI TÜRKÜ ALBÜMÜ YOL BÜYÜK BEĞENI TOPLAYAN ÜNLÜ OYUNCU

BÜLENT ŞAKRAK, BU ALBÜMLE YENI BIR YOLCULUĞA ÇIKTIĞINI SÖYLÜYOR.

Oyuncu, sunucu ve seslendirme

sanatçısı Bülent Şakrak,

büyük bir sürpriz yaparak

sevenlerinin karşısına türkü albümüyle

çıktı.

Sanatçının; “Bu albümle birlikte yeni

bir yolculuğa çıktım.” dediği türkü

albümü Yol, 8 Ocak’tan itibaren dijital

platformlarda dönmeye devam

ediyor. Yol; usta ozanlar Neşet Ertaş,

Aşık Mahzuni Şerif, Davut Sulari, Turan

Şahin, Lütfü Gültekin’in ve dilimize

dolanmış anonim eserlerin yer aldığı 11

türküden oluşuyor.

Albümün ilk video klibini Haydar

Haydar adlı esere çeken Şakrak, İmera

Fera ve Göçmen Kızı adlı iki türküyü

de kendisi gibi oyuncu olan eşi Ceyda

Düvenci ile birlikte seslendiriyor.

Çocukluğundan beri türkülere ilgisinin

olduğunu söyleyen Bülent Şakrak,

Aykut Gürel aranjörlüğünde ve Hasan

Saltık yapımcılığında hazırladığı

albümü için; “Hiç bir şey olmazsa,

çocuklarıma anı kalır, düşüncesiyle

yola çıktım.” diyor.

Uzun zamandır bir stüdyo ortamında

türkü okumayı istediğini söyleyen ünlü

oyuncu, albüm işine ise eşi Ceyda

Düvenci ile menajeri Handan Taşkın’ın

yüreklendirmesiyle kalkıştığını,

sonrasında da Aykut Gürel ile

tanıştığını ifade ediyor.

İnsanların, sanatın herhangi bir dalıyla,

haddi aşmadan, o sanat dalının

ustalarını göz ardı etmeden, hayalini

kurdukları şeyi yerine getirmelerinde

bir sakınca görmediğini kaydeden

sanatçı, “Bence sadece oyuncular

değil, şarkı söylemek isteyen herkes

şarkılarını söylemeli.” diyor.

Oyuncu Bülent Şakrak’ın; yapımcılığını

Aykut Gürel’in üstlendiği ve

İremrecords etiketiyle piyasaya

sunduğu türkü albümü “Yol”, kısa

sürede iyi yol almış ve oldukça da

beğeni kazanmış görünüyor.

76

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


HABER

USTA SANATÇI EMEL TAŞÇIOĞLU’NUN YORUMUYLA

MISKET TÜRKÜSÜ,

GÖNÜLLERIMIZIN BAM TELINE DOKUNUYOR!

Halk müziğimizin usta

ismi Emel Taşcıoğlu’nun;

Selçuk Murat Kızılateş,

Abdurrahman Tarikçi, Hüseyin

Yalçın ve Şeyhmus Fidan

gibi deneyimli müzisyenlerle

gerçekleştirdiği akustik çalışmaları,

sanatçının Youtube kanalında ve

dijital platformlarda yayınlanmaya

başladı.

Bu kez “Değmen benim gamlı yaslı

gönlüme” ve “Misket (Güvercin

Uçuverdi)” türküsü ile sevenleriyle

buluşan usta sanatçının genellikle

oyun havası gibi okunan Misket

türküsündeki yorumu ise gönülleri

fethetti.

Taşçıoğlu’nun; “Misket! Çok acı bir

öyküsü var; yıllardır oyun havası

diye biliriz ama… Sevdiğinin

öldüğünü sanıp da onu gözlerken

daldan düşüp ölen Misket

isimli kızın ardından yakılan bir

hikayedir bu. Bence, birazcık

ağıt gibi yorumlamakta fayda

var.” sözleriyle başlayan klip,

usta sanatçının enfes yorumu ile

devam ediyor.

Muzaffer Sarısözen tarafından

Mehmet Hulusi Koçer’den

derlenen ve günümüzde oyun

havası olarak bilinen bu Ankara

türküsü, Misket kızın yani

Huriye’nin hazin hikayesinin

ardından koca bir köyün yaktığı

ağıttır aslında. Bazı kaynaklarda,

misket oyununun ortaya çıkışında,

Huriye’ye aşık olan iki erkeğin

karşılıklı dövüşleri öncesi ortada

dönmelerine öykünüldüğü

belirtilmektedir.

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

77


HABER

“DÖRT” GÖZLE

BEKLENEN DİZİ YAKINDA

SEYİRCİSİYLE BULUŞUYOR

Dünyayı etkisi altına alan

koronovirüs salgınından

en çok etkilenen meslek

gruplarından biri de şüphesiz ki

müzisyenler oldu. Alınan önlemler

doğrultusunda sanatlarını uzun bir

süre icra edemeyen birçok müzisyen

için bu süreç ekonomik ve sosyolojik

sıkıntıların yaşanmasına yol açsa da,

kimi müzisyenler için de yeni başarılara

imza atacak fikirlerin doğmasına sebep

oldu.

Tıpkı bir grup Ankaralı müzisyenin sıra

dışı konusu, özgün senaryosu, kendileri

gibi müzisyen oyuncu kadrosu ile dizi

çekmeye karar vermesi gibi…

DÖRT DIZISI…

Pandemi döneminde pes etmeyip

müzik yapamadıkları süreyi yeni bir

projeyi hayata geçirerek değerlendiren

bir grup müzisyen, “Dört” dizisinin

çekimleri için geçtiğimiz aylarda

kollarını sıvadı. Konusu, karakterleri,

müzikleri ve kendine has yorumuyla

izleyicisiyle dijital ortamda buluşacak

olan dizi, yayınlanan ilk fragmanıyla

şimdiden dikkatleri üzerine çekmeyi

başardı bile…

Çekimleri geçtiğimiz kasım ayında

başlayan ve bir Ankara dizisi olarak

YouTube (@dörtdizi) kanalında

yayınlanacak olan “Dört” dizisi, 8

bölümden oluşan ilk sezonuyla 4

Nisan 2021’de izleyicisiyle buluşacak.

Gerek Ankara’nın tarihî mekânlarında,

gerekse meşhur cadde ve sokaklarında

çekilen dizinin konusu ise eksik

gördükleri adalet anlayışını kendilerince

düzeltmeye çalışan Aksakal, Şair,

Romeo ve Umay isimli “dört” karakterin

hayatlarını ve başından geçen olayları

konu alıyor.

Yapımcılığını Asya Prodüksiyonun

üstlendiği, senaryosu kadar

müziklerinin de çok konuşulacağı

dizinin oyuncu kadrosunda ise Savaş

Yakupoğlu, Tolga Kaya, Coşkun Koyuncu

ve Özge Aydın yer alıyor. Hikayesini

Savaş Yakupoğlu’nun oluşturduğu bu

dizinin, senaryosunda Gülistan Oltulu,

yönetmen koltuğunda ise Fırat Doğan

oturuyor.

78

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


HABER

FUAT SAKA İLE

TÜRKÜLERE YOLCULUK

Sanatçı Fuat Saka, 5 ülkeden

sanatçılarla birlikte hazırladığı

Türk Halk Müziği albümü

Avaz’da seslendirdiği eserler için klip

çekimlerine başladı.

Kendine has yorumuyla seslendirdiği

birbirinden güzel türküleri dijital

medyada kullanıcıların beğenisine

sunan Fuat Saka, albümü Avaz’ın

hikayesini ise şöyle anlattı:

“Pandemi döneminden önce

dostum Ufuk Işıklar ile müzik

üzerine ve yapabileceklerimiz

üzerine bir sohbetle başladı her

şey. Sohbetin sonunda Anadolu’nun

o güzel, samimi, dost ve sıcak

türkülerini kaydetme kararı aldık.

O dönemde benim bir Avrupa

turnem vardı. Ocak başında turne

sona erdi ve eşim Gülsen ile birlikte

Türkiye’ye döndük. Ufuk ile kısa bir

görüşmeden sonra yaşadığımız

coğrafyaya, “Knidos Krallığına” geri

döndük. Akabinde hemen kayıtlara

başladık. Bir gün sabaha kadar

çalışıp ertesi gün dinlendim. Bu

dönemde pandemi süreci başladı

ancak çalışmalarım aksamadı.

Aksine güzellik yaratmak için daha

bir asıldım ve aylarca sürdü bu

çalışma.

Türkülerin bir kısmına uzun süredir

birlikte müzik yaptığım Gürcü

dostlarım Zurab Cagnidze, Zaza

Miminoschwili, Orhan Şimşek,

Sevgili Makedon dostum Tunan

Kurtisev eşlik ettiler. Pandemi

nedeniyle bu arkadaşlarım kendi

bölümlerini Almanya’da kendi

stüdyolarında kaydedip gönderdiler

ve ben de miksleri Datça’daki kendi

stüdyomda gerçekleştirdim.”

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021

79


HABER

BIR INSAN

ÖMRÜNÜ NEYE

VERMELI?

Sanatçı Serdar Kemal, tekli

çalışması “Ömür Dediğin”’i

müzik severler ile buluşturdu.

Güçlü bağlama icrasına klasik

gitar ve bas gitar’ın eşlik ettiği

tekli çalışmasında, Huzur veren bir

sound içerisinde Zülfü Livaneli’nin

anlamlı sözleri ile müziğin dengeli

uyumu dikkat çekiyor.

Bir İnsan Ömrünü Neye Vermeli?

sorusuna, sanatçı kapak

görselinde kullandığı 4 yaşındaki

fotoğrafı ile müziğe verdiği bir

ömre vurgu yapıyor. Tolstoy’un

“İnsan Neyle Yaşar” sorusuna “Bir

İnsan Ömrünü Neye Vermeli?”

diyerek yeni bir soru eklemiş

Livaneli.

“Ömür dediğin üç gündür; Dün

geldi geçti, Yarın meçhuldür. O

halde ömür dediğin bir gündür; o

da bugündür” demiş Can Yücel;

Serdar Kemal; dört buçuk milyar

nüfuslu dünyada, bir kelebek kadar

ömrü olduğunu söylüyor insan

evladının ve Hasret Gültekin’den

aldığı feyizle yeniden seslendiriyor

bu anlamlı eseri.

Yeniden ya da ilk defa dinleyenler

için soruyor…

Nehir dediğin bölünüp gidebilir,

peki, insan dediğin?

80

Türkülife

OCAK • ŞUBAT • MART 2021


Mürsel Uluç Mahallesi 931. Cadde No: 43/B Dikmen-Çankaya/Ankara

Tel: +90 505 060 42 91

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!