Türkü Life Ocak Şubat Mart 2021
AŞIK VEYSEL, Kubilay Dökmetaş, Ceylan Gaygusuz, Özay Gönlüm, Tülay Örten Yıldız, URFALI CEMİL CANKAT
AŞIK VEYSEL, Kubilay Dökmetaş, Ceylan Gaygusuz, Özay Gönlüm, Tülay Örten Yıldız, URFALI CEMİL CANKAT
- No tags were found...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Türkülife
ISSN:
TÜRKÜNÜN DERGİSİ
www.turkulife.com.tr Yıl:4
Sayı: 43 OCAK•ŞUBAT•MART 2021 30 TL
2651-3897
Âşık Veysel
RÖPORTAJ
FATIH DEMIRHAN
RÖPORTAJ
TÜLAY ÖRTEN YILDIZ
RÖPORTAJ
GAMZE KAHYAOĞLU DOĞAN
BİYOGRAFİ
ÖZAY GÖNLÜM
RÖPORTAJ
KUBILAY DÖKMETAŞ
BİYOGRAFİ
CEMIL CANKAT
Türkü
life
Yayının Adı: TÜRKÜ LIFE
Yıl: 4 • Sayı: 43
OCAK-ŞUBAT-MART 2021
BASILI DERGİ ISSN: 2564-6559
DİJİTAL DERGİ ISSN: 2651-3897
İmtiyaz Sahibi ve Yönetim Kurulu Başkanı
Ankara Post Medya A.Ş. adına
Mehmet Yılmaz
Genel Yayın Yönetmeni
Metin Ertunç
metinertunc@turkulife.com.tr
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Mehmet Yılmaz
mehmetyilmaz@turkulife.com.tr
Yayın Kurulu
Mehmet Yılmaz
Hakan Kalyoncuoğlu
Serdar Demirhan
Abdullah Gündüz
Hakan Özkerim
Editör
Serdar Demirhan
Yönetim Yeri
Kırkkonaklar Mahallesi
316. Cadde No:25/B Çankaya/Ankara
Telefon: +90 312 496 06 08
E-posta: bilgi@turkulife.com.tr
Grafik Tasarım
Kasım Halis
kasimhalis@turkulife.com.tr
Telefon: +90 535 928 88 80
Reklam Müdürü
Ayşe Tırpancı
reklam@turkulife.com.tr
Baskı
Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd. Şti.
İvedik OSB Matbaacılar Sitesi
1516/1 Sokak No: 35 Yenimahalle/Ankara
Telefon: +90 535 928 88 80
Baskı Tarihi
30 MART 2021
Yayın Türü
Yaygın Süreli, Üç Ayda Bir Yayınlanır.
Dergimiz Basın Ahlak ilkelerine uyar.
Yayınlanan yazı ve fotoğraflar izin alınmadan
kullanılamaz. Yayınlanan yazıların
sorumluluğu yazarlarına, ilanların
yükümlülüğü ilan sahibine aittir.
4
10
18
24
32
38
44
50
52
58
64
72
76
AYIN KONUSU
AŞIK VEYSEL
RÖPORTAJ
KUBILAY DÖKMETAŞ
AKTÜEL
CEYLAN GAYGUSUZ
BİYOGRAFİ
ÖZAY GÖNLÜM
RÖPORTAJ
TÜLAY ÖRTEN YILDIZ
BİYOGRAFİ
URFALI CEMİL CANKAT
RÖPORTAJ
FATIH DEMIRHAN
HALK OYUNU
KIZ KAÇIRMA OYUNU
RÖPORTAJ
GAMZE KAHYAOĞLU DOĞAN
MÜZİSYEN
MERTCAN KILIÇ
KONUK YAZAR
TÜRKÜLER KARDEŞTİR
TÜRKÜ HİKAYESİ
ZIYA’NIN TÜRKÜSÜ
HABER
Âşık Veysel
04
10
18
38
24
52
32
44
AYIN KONUSU
Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın.
Âşık Veysel
Âşık Veysel
TÜRKÜ LIFE’IN ILK SAYISI ÂŞIK VEYSEL’I KAYBETTIĞIMIZ MART AYINDA
SIZLERLE BULUŞMUŞTU. YINE BIR MART AYINDA, BÜYÜK OZAN ÂŞIK VEYSEL
ŞATIROĞLU’NU RAHMET VE SAYGIYLA ANIYORUZ.
4
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
AYIN KONUSU
Bundan tam kırk sekiz
yıl önce, 21 Mart 1973’te
Sivas’ın Şarkışla ilçesine
bağlı Sivrialan köyünde vefat etti
Âşık Veysel. Onu aralıksız 16 yıl
takip eden ve ölümünden sadece
12 saat önce onunla son röportajı
gerçekleştiren Sivaslı gazeteci
Yücel Yönal, büyük ozanın son
günlerini Anadolu Ajansına şöyle
aktarmıştı:
“Köyüne giderek Âşık Veysel ile
röportaj yaptım. Ertesi gün de
durumu dönemin Sivas Valisi Celal
Kayacan’a anlattım. Ertesi sabah
yeniden köye gittiğimizde valimiz,
Âşık Veysel’e ölünce nereye
defnedilmek istediğini soramadı.
Oğlu vesilesiyle sorulduğunda ise
‘Faydam da zararım da olacaksa
bu köye olsun’ diyerek, köyüne
defnedilmek istediğini söyledi.
Âşık Veysel, mezarının üzerinin
kapatılmamasını, üzerindeki otları
ve çiçekleri koyun ve kuzuların
yemesini istemişti. Valimiz, Âşık
Veysel’e bir arzusunun olup
olmadığını sorduğunda ise köyüne
ulaşımı sağlayan Kızılırmak üzerine
bir köprü yapılmasını istedi. Köprü
yapıldı fakat Âşık Veysel bunu
göremedi.”
“Üçyüzonda gelmiş idim cihana”
dediği 79 yıllık yaşamı, şiirleri
ve türküleri Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından hazırlanan
Âşık Veysel Bibliyografyasına
göre tam 109 kitaba konu olmuş,
kitapların dışında 74 değişik kitap
dışı materyalde, yüzlerce süreli
yayınlarda ve yurt dışı pek çok
materyalde işlendi.
HAKKINDA EN FAZLA
ARAŞTIRMA YAPILAN ÂŞIK
Türk Halkbilimi ve Türk Halk
Edebiyatı Araştırmacısı, Yazar ve
Akademisyen Dr. Doğan Kaya,
Âşık Veysel konusunda kendisi ile
yapılan bir röportajda; “Âşık Veysel
hakkında yüzlerce makale, bildiri,
konferans, radyo televizyon yayını
anma günleri de dâhil olmak üzere
çok çeşitli çalışmalar yapılmıştır.
Bugüne kadar Veysel’le ilgili 35
kitap yayımlanmıştır. Milliyet Sanat
Dergisi, Sivas Folkloru Dergisi, Türk
Folklor Araştırmaları, Maya Dergisi,
Halk Ozanlarının Sesi gibi dergiler
bir sayısını Âşık Veysel Özel
Sayısı yapmıştır. Bunların dışında
ülke dışında da onun hakkında
İngilizce ve Fransızca makaleler
çıkmıştır. Bunlara bakarak
edebiyatımızda hakkında en fazla
çalışma yapılan âşığın Veysel
olduğunu söyleyebiliriz. Bütün
bunlara rağmen 2005 yılına kadar
onu bütün özellikleriyle anlatan
ve bilinen bütün şiirlerinin bir
arada olduğu bir çalışma ortaya
konulamamıştır.” diyor.
Dr. Kaya; Ümit Yaşar Oğuzcan’ın
1973’te bütün şiirlerini yayımladığı
“Dostlar beni Hatırlasın” adlı
kitapta Aşık Veysel’in 158 şiiri
bulunduğunu, aradan geçen
otuz yıl içinde kendisinin pek çok
sözlü ve yazılı kaynağa müracaat
ederek bu sayıyı 179’a çıkardığını
da sözlerine ekliyor.
Kaya, Âşık Veysel’in hayatını
konu alan 1953 yılında çekilmiş
bir film olduğunu da belirterek;
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
5
AYIN KONUSU
Cumhuriyetten sonra gelen A. Kutsi
Tecer’lerin, A. Muhip Dranas’ların,
Orhan Veli ve Cahit Sıtkı’ların yeri
Veysel’in yeridir.
“Gülağ Öz, Dost Dost Dergisi, Ocak 2000”
“Metin Erksan’ın yönetmenliğini
yaptığı “Karanlık Dünya” adlı bir
film çekilmiştir. Filmin başrollerini
Aclan Sayılgan ile Ayfer Feray
paylaşmıştır. Filmin senaryosu
Prof. Dr. Bedri Rahmi Eyüboğlu’na
aittir.” diyor.
İşlediği konular göz önünde
tutulduğunda Veysel’in dert,
tabiat, vatan-millet ve birlik şairi
olduğunun söylenebileceğini
kaydeden Kaya, “Veysel, hemen
her konuda şiirler söylemiştir.
Ancak orijinaldir ve kendisine
hastır. Bunu ezgileri ile de
bütünleştirince ister istemez
şöhrete ulaşmıştır. … Gözünün kör
olması, şiirlerindeki tabii söyleyiş
ve ezgilerinin orijinal oluşu, seçtiği
konular ve sentezci yapısı Veysel’in
şöhret kazanmasını sağlayan en
önemli faktörlerdir.” tespitinde
bulunuyor.
“Bütün Yönleriyle Âşık Veysel
Antolojisi” adlı kitabın yazarı,
aynı zamanda büyük ozanın
hemşerisi olan Gülağ Öz ise Dost
Dost Dergisinin Ocak 2000 tarihli
12. sayısında onun şiirleri için;
“Veysel’i mutsuz eden etmenlerin
başında gözlerinin görmemesi
değil, yaşıtlarının asker olmasıydı.
Onu en çok seferberlik yılları
etkilemişti. Ülke bir işgalden, bir
de despot ve unutulmuşluktan
kurtarılacaktı. Kendisinin bunda
payının olmaması onda derin izler
bırakıyordu. İleriki aşamalarda
yazdığı vatan ve yurt sevgisi şiirleri
bu düşünce ve duyguların dışa
6
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
AYIN KONUSU
vurumu olacaktı.” düşüncesini dile
getiriyor ve devam ediyor:
“… Cumhuriyet devrimlerine
sıkı sıkıya bağlı olması ve
sürekli Atatürk devrimlerini
seslendirmesinde Cumhuriyet
aydınının payı da büyüktür.
Bunların başında Ahmet Kutsi
Tecer, Sabahattin Eyüboğlu,
halkevleri, Köy Enstitüleri
gelmektedir. Tecer’in deyimiyle
Veysel’in var olan dili bu
dönem çözüldü. Bu konuyu
Âşık Veysel şöyle ifade ediyor;
‘Tecer dilimizin bağını çözdü
çok şükür.”. Âşık Veysel’i
değerlendirenler Cumhuriyet’teki
yerini iyi saptıyorlar. Çünkü
değerlendirmeler sonraki
dönemine ilişkindir. Bu tarzdan
bakınca şu yargıya katılmamak
elde değil: Cumhuriyetten sonra
gelen A. Kutsi Tecer’lerin, A. Muhip
Dranas’ların, Orhan Veli ve Cahit
Sıtkı’ların yeri Veysel’in yeridir.
Âşık Veysel kimilerine göre
ozanlık geleneğinin son temsilcisi,
kimilerine göre şişirilmiş
balon. Oysa Veysel ne ozanlık
geleneğinde son halka, ne de
abartılmış bir kişilik. Veysel’le
ilgili bilinmeyen çok yönler var.
Yaşadığımız koşullar Veysel’i daha
da güçlü kılacaktır.”
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
7
AYIN KONUSU
Edebiyatımızın önemli isimlerinden
Yaşar Kemal de bir yazısında
büyük ozan için; “Veysel’i tanıyanlar
bilirler, sonsuz bir şiir bilgisi vardı.
Kendinden önce gelen ustaları
derinlemesine bilirdi. Bir Yunus’u,
bir Pir Sultan’ı, Karacaoğlan’ı o
kadar bilen insan belki çağımızda
yoktu.” görüşünü dile getiriyor.
1959 yılında şair Feyzi Halıcı,
Aşık Veysel ile yaptığı ve Çağrı
dergisinde yayınlanan bir
röportajında ilginç bir soru
soruyor:
Halk şiirimizin son gerçek
halkası sensin. Senden sonra
halk şiirimiz hakkında ne
düşünüyorsun?
Veysel cevap veriyor:
-Hakkımdaki iyi düşünceler size ait.
Ben bunu bilemiyorum. Türk milleti
sağ olsun. Analar ne aslanlar
doğurur. Benim şiirden kısmetim
şu: Bir tabağın dibinde bal dolu
imiş. Onu, bizden önce gelen
şairler yemişler. Biz kasenin dibini
yalıyoruz. Bize söylenecek söz
bırakmamışlar ki!
-Âşık kasesinin dibindeki balı
da sen yaladığına göre, bundan
sonra, kimsenin nasibi olmayacak
mı yani?
-Arı yok değil ya! Yeniden tabağı
doldururlar. Dünyada, ne arı, ne
çiçek, ne bal tükenir.
“Dünyada, ne arı, ne çiçek, ne bal
tükenir” ama Veysel gibisi bir daha
gelmez. Türkü Life’ın ilk sayısı Âşık
Veysel’i kaybettiğimiz mart ayında
sizlerle buluşmuştu. İlk sayımızda
da dilimiz döndüğünce; 21 Mart
1973 günü bir Nevruz sabahına
doğru saat 03.30’da Hakk’a
yürüyen büyük ozanı anlatmaya
çalışmıştık. Yine bir mart ayında,
bu kez farklı bir açıdan anlatmaya
çalıştığımız büyük ozan Âşık Veysel
Şatıroğlu’nu rahmet ve saygıyla
anıyoruz.
Ben giderim adım kalır / Dostlar
beni hatırlasın.
8
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
30 yıldır sizlere hizmet
vermekten gurur duyarız...
ALTINBAŞ • KENTPARK AVM
Mustafa Kemal Mah. B/17
Çankaya / Ankara
BMA ALYANS • ACity AVM
Fatih Sultan Mehmet Bulvarı No: 17
Yenimahalle / Ankara
ATASAY • ACITY AVM
Fatih Sultan Mehmet Bulvarı No: 244 - Z 09
Yenimahalle / Ankara
YORULMAZ KUYUMCULUK • TUZLUÇAYIR
Tıp Fakültesi Caddesi 150 / C
Mamak / Ankara
röportaj
TRT TÜRK HALK MÜZIĞI MERKEZ MÜDÜRÜ
KUBILAY
DÖKMETAŞ:
“MÜŞTERI KAZANMAK IÇIN TÜRKÜLERI BIRAZ
DAHA EĞIP BÜKEYIM, BIRAZ DAHA DEJENERE
EDEYIM GAYRETI IÇERISINDE OLANLAR VAR.
BUNLARIN KARŞISINDA DA MUSA EROĞLU,
SABAHAT AKKIRAZ, MEHMET ÖZBEK, EMEL
TAŞÇIOĞLU, GÜLŞEN KUTLU, ARIF SAĞ GIBI
USTALARI GÖRÜYORUZ. ASLA ESERLERIN
ORIJINALLERINDEN AYRILMADAN
OTANTIK ŞEKLIYLE SÖYLÜYORLAR AMA
POPÜLERLIKLERINDEN DE BIR ŞEY
KAYBETMIYORLAR.”
Röportaj:
Mehmet YILMAZ
10
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
röportaj
Uzun yıllar TRT bünyesinde
ses sanatçısı olarak
görev yapan usta isim
Kubilay Dökmetaş, son 9 yıldır
aynı kurumda Müzik Dairesi
Başkanlığı Türk Halk Müziği
(THM) Merkez Müdürü olarak
görev yapıyor. Dökmetaş
aynı zamanda derlemeci,
araştırmacı, yazar, eğitimci ve bu
röportajda da göreceğiniz gibi bu
saydıklarımızdan çok daha fazlası…
Hemen aklımıza gelen en yakın
tarihli çalışmalarından biri,
2019 yılında Milli Mücadele’nin
100. Yılı dolayısıyla TRT’nin
imza attığı önemli bir projeydi.
Bu anlamlı projede TRT, Milli
Mücadele’nin bugüne kadar hiç
seslendirilmeyen ve unutulmaya
yüz tutmuş türkülerini uzun
çalışmalar sonucunda ortaya
çıkarmış; arşivlerdeki binlerce ezgi
tek tek ayıklanmıştı. Dökmetaş’ın
başında bulunduğu THM Merkez
Müdürlüğü’nün büyük bir titizlik
içerisinde yürüttüğü bu çalışma
sonucunda, o döneme ait, bugüne
kadar kimsenin duymadığı
birbirinden özel ve anlamlı 15 türkü
de gün yüzüne çıkarılmıştı.
Onun TRT ekranlarında hazırlayıp,
sunduğu Dost Dost Diye, Allı
Turnam, Bu Toprağın Sesi,
Yörelerimiz ve Türkülerimiz,
Memleket Havaları programlarını;
Muzaffer Sarısözen, Celal Güzelses
ve Hacer Buluş belgesellerini,
belleklerimizde yer etmiş
çalışmalarından bazıları olarak
siz okuyucularımıza aktaralım.
Notalarıyla Türkülerimiz ve
Hikâyeleri (1996), Notalarıyla Uzun
Havalarımız (1996), Diyarbakır
Musiki Folkloru (1996) ve 2000
yılında Şanlıurfa Halk Müziği
(2000) adlı kitaplarını da
saymadan geçmeyelim.
Elbette, hikayesinin geri kalanını
kendisinden dinleyeceğiz. Ancak
hemen belirtelim ki tamamını
sayfalarımıza taşıyamadığımız bu
röportajı @turkulifedergi/youtube
kanalımızdan da izleyebilirsiniz.
Müzikal yolculuğunuzu
özetlemenizi istesek neler
söylersiniz?
Rahmetli annemin sesi çok
güzeldi, hafızası da çok iyiydi.
Ben birçok türküyü ilk kez
hikayeleriyle birlikte annemden
dinledim. Türkülere sevdalanmam
annemden kaynaklıdır. Müzikle
yoğun olarak uğraşmam ise 15
yaşında iken Gaziantep Yatılı
Öğretmen Okulunda oldu. Yatılı
Öğretmen Okulunda mecburi
olarak müzik derslerinde
mandolin, blok flüt ya da melodika
çalmak zorunluydu. Dersi
geçebilmek için bir enstrümanı
çalabilmek yeterli iken ben üç
enstrümanı da çalmaya başladım.
Ardından da kendi gayretimle
bağlama enstrümanını çalmayı
öğrendim.
Sivas’ta arşivci bir ağabeyimiz,
Rıfat Kaya vardı. Arşivinde ses
kayıtları, plaklar bulunuyordu.
Her seferinde hem Rıfat
ağabeyimizden hem arşivinde
bulunan onlarca kayıttan bilgiler
edindim. Türküler ve yorumcular
hakkında bilgi depolamaya orada
başladım diyebilirim. Akabinde
yine Sivas Halk Eğitim korolarında,
Sivas Belediye Konservatuarı’nda
amatörlükten pişerek yol aldım.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
11
röportaj
Sonrasında köy öğretmenliği
başladı. Köy öğretmenliğinde yirmili
yaşlarımın başında Anadolu’nun
çeşitli yörelerinde öğretmenlik
yaptım ve bu dönemde amatör
derlemeler gerçekleştirdim.
Görev yaptığım köylerde
âşıklardan ve kaynak kişilerden
bazı derlemeler topladım.
Bunların çoğunu da sonraki
yıllarda toparladım, bir
araya getirdim ve şu an TRT
repertuarındalar.
Sizi bu denli araştırmaya iten
sebep ne oldu?
Yıllar önce, ilk çıktığım
televizyon programında
sunucu “Ne okuyacaksınız?” diye
sordu. “Erzurum’dan bir tatyan
okuyacağım.” dedim. Hemen
ardından “Tatyan nedir?” diye sordu.
“Birazdan okuyacağım ezgilere,
türkülere Erzurum’da tatyan diyorlar.”
diyerek, bilimsel olmayan, sığ bir açıklama
yaptım. Müzikal dizi anlamında, şekil
form anlamında tatyanın açıklamasını
yapamamanın ezikliği içerisinde program
sona erdi. Çıktıktan sonra kendi kendime
söz verdim; bana halk bilimi ve halk müziği
konusunda soru geldiğinde doğru yanıtı
vereceğim diye.
Bu sebeple kütüphanemi geliştirmek
zorundaydım. Kitapçılar ile daha sıkı fıkı
olmaya başladım, halk müziğinin türleri ve
çeşitleri konusunda halk müziğinde üretilenler,
halk edebiyatında, halk şiirinde, halk biliminde
12
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
röportaj
TRT, türkülerin orijinal şekilde muhafazasının
garantörü bir kurumdur. TRT’miz türkülerin
orijinal kalması için her türlü tedbiri aldı, almaya da
devam ediyor.
üretilen, yayınlanan eserler
konusunda daha bir duyarlı
olmaya başladım. Yaptığım işi
hem edebi hem müzikal hem
de nazari yönünden genişletme
gayreti içerisine girdiğim bu yol,
beni birdenbire birikimlerimi
yayımlama aşamasına getirdi ve
sonucunda pek çok ortak çalışma
yaptığım kitaplar yayımlandı.
Son olarak üç ciltlik “Sivas Halk
Oyunları ve Türküleri Külliyatı”
kitabı yayımlandı. Elbette bunca yıl
derleyip toparladığım bu bilgileri
proje olarak önümüzdeki günlerde
ortaya çıkaracağım. Ben temelde
bir sanatçıyım. Festivalden
konserlere koşturuyorum
bu koşuşturma içinde fırsat
bulamadığım çalışmaları emekli
olduktan sonra tamamlayacağım.
2019 yılında TRT yeniden
derleme çalışmaları başlatmıştı,
nedir son durum?
Evet, Sayın Genel Müdürümüzün
ve yöneticilerimizin himmetleriyle
kurumsal olarak 1970’li yıllarda
yapılan son derleme çalışmaları
sonrasında, 50 yıl aradan sonra
resmi bir derleme çalışması
düzenlendi.
Pandemiden dolayı ara verildi,
duraklatıldı ama 2019 yılı
içerisinde yaklaşık beş bin kadar
bir derleme, alanda tespit edilerek
kayıt altına alındı. Şu anda kayıt
altına alınanların analizlerini ön
denetimlerini yapıyoruz. Sonra
bunlar TRT Repertuvar Kurulu
içerisinde gerekli denetimleri
yapıldıktan sonra yerlerini
alacaklar.
Her esere türkü diyebilir miyiz?
Kriterleri var mıdır?
Her okunan esere tabii ki türkü
denmez. Türkü diyebilmek için
o ezginin insanların dilinde,
gönlünde her an karşılık bulması
gerekir.
Peki ya varyantlar… Varyantlara
bakış açınız nedir?
Çok güzel bir soru… Varyantlar
inanılmaz zenginliklerimiz.
Avrupa’da halk bilimi açısından,
halk türküleri açısından yapılan
derlemelere dünden bugüne
baktığımızda, Macaristan’da,
Almanya’da veya Avrupa
ülkelerinde yapılan araştırmalar
şunu gösteriyor; bir ezginin, halk
ezgisinin onlarca, yirmilerce,
otuzlarca birçok varyantları
çeşitlemeleri var. Biz bunlara halk
dilinde “çatal” diyoruz. Çatalları
var, versiyon ya da varyant
anlamında. Bir türkünün ne
kadar çok varyantı varsa o türkü
gerçekten türküdür. Dolayısıyla
şimdiye kadar uygulamalarda,
denetimlerde daha çok bir
türkü bir türküye benziyorsa,
“bunun benzeri var, hadi bunu
görmeyelim, almayalım” denilmiş;
bu yanlış. O türkünün, söz, ezgi,
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
13
röportaj
“Orta Asya’dan Anadolu’ya geldik,
Anadolu’da ki diğer kültürler ile
harmanlandık, renklerle birleştik.
Dolayısıyla bu kültür aktarımlarını
doğru bir şekilde fotoğraflayıp, gelecek
kuşaklara aktarmakla mükellefiz.”
ifade ve usul anlamında en ufak
bir farklılığı varsa bu çeşitlemedir,
bu varyanttır. Bunların korunması
gerekir.
Pek çok konuğumuza
sorduğumuz bir soruyu size
de sormak isteriz. Usta çırak
öğretisi geleneğine inanır
mısınız?
Kesinlikle inanıyorum. Çünkü
bizim kültürümüz, harmanlanmış
bir kültür ve usta çırak geleneği,
bu kültürü önceki nesilden sonraki
nesillere taşımanın en doğru
yoludur. Günümüzde bu öğreti
okullarda verilmiyor ancak halk
müziğinde ve halk kültüründe
kavram geçerliliğini korumaktadır.
Genel olarak baktığınızda
enstrüman kirliliği mi
görüyorsunuz yoksa zenginliği
mi?
Enstrüman zenginliği olursa
eyvallah diyeceğim ama bazen
kimliksiz enstrümanlar görüyorum.
Kimliksiz derken, alakasız, yani bir
halk ezgisinde, halk türküsünde,
türkü barda trombon, saksafonun
hiç yeri yok ama bir bağlama
ve gitar ikilisine diyeceğim yok
mesela. Piyano, keman, ud ya da
ona benzeyen enstrümanların iç
içe girmesi yani batı enstrümanı
ile yerel akustik enstrümanın
paylaşılması, iş birliği, bunlar
güzel denemeler. Okunan eserin
yöresine yakışan enstrümanlar
olmalı.
“Solistler seslerine uygun
eserleri okumalı”
Ben şunu öneririm, bize de
hocalarımız hep böyle önerirdi:
Her eser, her solistin şan tekniğine,
vuslatına uygun olmayabilir.
“Sesinize yakışan eseri seçin.”
derdi hocalarımız. Her eseri,
her solist okumamalı, ağzına
yakışanı okumalı. Bazı solistlere
bakıyorsunuz, batı terbiyesi
almıştır, şan eğitimi almıştır ama
bir bakıyorsunuz ki bir türkü
okuyor, ağzına yakışıyor ve çok
14
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
röportaj
tutuyor. Halk denen usta; en büyük
jüri odur. Onlar karar veriyor, biz
vermiyoruz.
Türkülerin orijinalliğinden
çıkarılarak yeniden
düzenlenmesine nasıl
bakıyorsunuz? Türküler bu
şekliyle dejenerasyona uğruyor
mu sizce?
Bu memlekette Barış Manço,
Cem Karaca, Edip Akbayram,
Erkin Koray daha birçok
Anadolu Rock üreten sanatçılar,
türküleri edeplice, adaplıca,
formu üzerinden gayet güzel
çeşitlemelerini yaptılar, aranje
ettiler. Gayet güzel, yerli yerince
yaptılar ama hiçbir zaman dalga
geçmediler, saygı duyarak yaptılar.
Formu ve ölçüleri üzerinde olması
gerektiği gibiyse eyvallah ama
dalga geçer gibi kendi ticari
kazancı ya da ticari satışa yönelik
olarak türkülerin dejenerasyonuna
hayır diyorum.
“TÜRKÜLERIN DEJENERE
EDILMEMESININ GARANTÖRÜ
TRT KURUMUDUR.”
TRT bu konuda çok titiz.
TRT’nin kurulları var; her biri bir
akademisyen, her biri bir birikim
sahibi. Müzik Dairesi Başkanlığı
nezdinde; Repertuvar Kurulu
var, İcra Denetleme Kurulu var,
Araştırma İnceleme Kurulu var. Bu
kurulların görevi şudur: Bu kültürün
gelecek kuşaklara aktarılmasını,
dejenere olmadan tespitini, nota
yazımlarının korunmasını, arşiv
ses kayıtlarının korunmasını,
her anlamda somut olmayan
bu kültürel kazanımlarımızın
gelecek kuşaklara sağlıklı ve doğru
biçimde aktarılmasını sağlamaktır.
Esasen “TRT bir okuldur.” ifadesi
de buradan çıkıyor. TRT, bu işlevi
kendisine görev edinmiş ve
bugüne kadar devam ettirmiş,
sürdürmüş, yaşatmış hâlâ da
yaşatmaya devam eden bir
kurumdur. Ben, bu kurumda
olduğum için onur duyuyorum.
“SANATÇILAR ÖRNEK
KIŞILERDIR!”
Öyle sanatçılarımız var ki
sahneye çıktıkları zaman, müşteri
kazanmak için çok kaba bir tabirle,
taraftar kazanmak için türküleri
biraz daha eğip bükeyim, biraz
daha dejenere edeyim gayreti
içerisinde. Böyle yanılgılara
girebiliyorlar. Bunların karşısında
da Musa Eroğlu, Sabahat Akkiraz,
Mehmet Özbek, Emel Taşçıoğlu,
Gülşen Kutlu, Arif Sağ gibi
ustaları görüyoruz. Asla eserlerin
orijinallerinden ayrılmadan,
otantik şekliyle söylüyorlar ama
popülerliklerinden de bir şey
kaybetmiyorlar. Popüler olmak
için sanki eserleri dejenere
etmek şartmış gibi bir yanılgı var.
Bu yanılgı bir hastalık, buradan
uzaklaşılmalı.
Hani derler ya “Sanat sanat için
mi? Sanat halk için mi?”. Sanatçı,
toplumun sanat seviyesini
kendi birikimleri ile yukarı çeker.
Sanatçı önderlik yapar, öğreticidir,
örnektir dolayısıyla yüksek
sanatı icra eder ki alt katmanlar
görsel ve beş duyu yolu ile bunu
sanatçıdan alsın. İster türkü
olsun, ister sanatın bir başka dalı
olsun, gelişen olayların sanatsal,
kültürel ve ahlaki yapıda olmasını
sağlayacak olanda yine sanatçıdır.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
15
röportaj
Neşet Ertaş ne diyor:
Vay ne olur, ne olur, sevda sırrınan
olur,
Gözdür alemi gezer de gönül
biriynen olur”
Ya da
Başımda altın tacım, hem susuzum
hem acım
Yârimi bana verin, gerisi anam
bacım
Burada kötü bir örnek, kötü bir
öğüt var mı? Genç kuşaklara ne
diyor: Birini sev, adam gibi sev.
Burada tek eşliliği öneriyor, sağlıklı
olanı öneriyor. Kültürel, ahlaki,
sanatsal değerlerin dışına çıkmış
mı? Hayır.
Ülkemizdeki arşivciliği nasıl
görüyorsunuz?
Türkiye’de arşivcilik olgusu; TRT,
konservatuvarlar, Kültür Bakanlığı,
Milli Kütüphane, üniversiteler ve
özel arşivlerden oluşuyor. Bu
noktalarda dağılmış durumda.
Fakat devlet bu arşivleri bir
araya toplamış mıdır? Hayır!
Yıllardır arzuladığım şey, bir
arşiv enstitüsünün oluşması ve
bu arşivlerin, bu numunelerin,
bu örneklerin bir çatı altında
korunması, saklanmasıdır.
Gelişmiş ülkelerde böyle
enstitüler oluşturulmuş durumda.
Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da,
Amerika’da hatta Azerbaycan’da
var. Dolayısıyla bunların devlet
koruması altında, devlet çatısı
altında olması lazım. Teknoloji
değiştikçe bal mumu plaklar,
45’lik plaklar, taş plaklar, makara
bantlar, tel kayıtlar, her teknoloji
geliştiğinde bir önceki teknolojiyi
kapı dışarı etmişiz, imha etmişiz;
içim sızlayarak söylüyorum, yanlış
yapılmış.
Kişisel arşivinizin çok olduğu
söyleniyor. Bu doğru mu?
Baktığınız zaman çöp ev dersiniz.
Evim altı oda bir salon ama
evimin dört odası arşiv dolu. Üç
bin civarında taş plakla birlikte 10
binin üzerinde plağım var. Kitaplar,
dergiler, fotoğraflar, yazılar, notlar,
hepsi o kadar kıymetli ki!
Buna bir örnek vereyim… Yurt
dışında şimdiye kadar 250’nin
üzerinde konserim oldu. Bu
konserlerimde, sahneye çıkmadan
evvel yetkili kişiden konser ile
ilgili yapılan afişlerden isterdim.
Afişi alır, çantama yerleştirir, öyle
konsere çıkardım. Bu sebeple
çıktığım her konserin afişi bile
benim evimde, arşivimde saklıdır.
Yine Âşık Veysel fotoğrafları,
plakları ve onun hakkında yazılan
bütün kitaplar bu arşivimde
mevcut.
Bu sayımızda ayın konusu
olarak Âşık Veysel’i işliyoruz.
Onunla bir anınız var mı?
Elbette var. 1971 yılında, Sivas
Âşıklar Bayramı hemen evimizin
yan tarafındaki spor salonunda
yapılıyordu. Ben henüz o yıllarda
müzikle haşır neşir olmaya
başlamamıştım. Dışarıdaydım
ve yolun karşısında bir minibüs
durdu. İçinden yaşlı ve fötr şapkalı
biri indi. Gazetelerdeki, kitaplardaki
16
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
röportaj
resimlerinden tanıdım ve hemen
koştum yanına:
“Amca, Âşık Veysel siz misiniz?”
dedim.
“Evet, oğul,” dedi
“Âşıklar etkinliği için mi geldiniz?”
dedim.
“Evet,” dedi. “Dolmuş beni burada
indirdi.”
“Tamam, doğru yerde indirmiş sizi.
Kolunuza girip karşıya geçireyim
sizi,” dedim.
O sırada Âşık Veysel’in kişiliğini,
ününü benim anlamam mümkün
değildi elbette. Benimki, ailemden
öğrendiğim şekliyle yaşlıya,
yardıma muhtaç kişiye yardım
etme duygusuydu. Birlikte karşıya
geçtik ve bana teşekkür ederek
salona girdi. Şimdi bakınca, keşke
yanından ayrılmasaydım ve o gün,
gün boyunca ve sonraki günler
hep yanında olsaydım, keşke daha
fazla hizmet edebilseydim,
diye hâlâ hayıflanırım
kendime.
Son olarak gençlere
tavsiyelerinizi de
almak isteriz…
Gençlere tavsiyem şu: Biz
okumayı sevmeyen toplumuz.
Ne iş yaparsanız yapın, hangi
mesleği tahsil ederseniz edin,
hangi alanda yol alırsanız alın
ama lütfen alanınızla ilgili okuyun,
okuyun, okuyun… Sadece okuyun!
Okumadan, hangi alan olursa
olsun yaptığınız işe bir şey
katamazsınız. Kişi; yaptığı işe
saygısı varsa, icra ettiği sanata
saygısı varsa okumalıdır. Uğraştığı
alanda daha önceki ustaların
yaptıklarını etüt etmeli, dinlemeli,
ister usta çırak ilişkisi olsun, ister
bilimsel bir yöntem ya da metot
olsun, ister akademik bir yaklaşım
ya da dokunuş olsun ama okusun!
Başka bir şey önermiyorum;
sadece diyorum ki, “Alanınızla ilgili
araştırın, okuyun.”
Sizi derginin ilk günlerinden
itibaren davet etmiştik ancak
bugüne kısmet oldu, bize değer
kattınız çok teşekkür ederiz.
Esasen belki yıllardır birlikteliğimiz,
ortak paydamız olsa da kısmet
bugüneymiş. Konuk olarak
davetinize geç kaldığım için de
özür diliyorum. Güzel şeyler
yapıyorsunuz, türkü life
dergisini ben çok ciddiye
alıyorum başarılarınızın
devamını dilerim.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
17
AKTÜEL
İLK ALBÜMÜ “ÖN SÖZ” ILE
CEYLAN
GAYGUSUZ
“HAYALINI UZUN ZAMANDIR KURUYORDUM,”
DEDIĞI ALBÜMÜ ÖN SÖZ’Ü MÜZIK PIYASASINA
SUNAN VE OLDUKÇA BEĞENI TOPLAYAN GENÇ
SOLIST CEYLAN GAYGUSUZ, ILK HEYECANINI DA
TÜRKÜ LIFE OKURLARI ILE PAYLAŞTI.
Röportaj:
Elif KAVLAK
18
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
AKTÜEL
Derslerde öğrencilerine
şarkılar söylüyor,
defterlerine Âşık Veysel’in
şiirlerini yazdırıyor. Ustaları
dinletiyor, anlatıyor; “Bir daha
gelsem yine öğretmen olmak
isterim. Mesleğimi çok seviyorum.
Ama müzik de benim yaşam
biçimim,” diyor.
İlk albümü Ön Söz’ü 12 Mart’ta
Seyhan Müzik etiketiyle
müzikseverlerin beğenisine sunan
Ceylan Gaygusuz, Şanlıurfa’da bir
köy okulunda sınıf öğretmenliği
yapıyor.
Müzik konusunda dedelerinden
gelen genetik bir mirasa sahip
olduğunu söyleyen genç solist,
halk müziği sevdasının başlama
serüvenini şu sözlerle özetliyor:
Sivas, İmranlı doğumluyum.
Babamın dedesi, çevre köylerde
özel davetlerde ve düğünlerde
Zurnacı Kudo olarak bilinen, çok
iyi zurna çalan biriymiş. Annemin
babası ise çok iyi davul çalar, onun
da nâmı diğer köylere yayılmıştır.
Annem ve babam da türküler
çalan ve söyleyen insanlar…
Evde türküler hep dinlenirdi.
Ailemde türküleri, deyişleri
bilmeyen yoktu. Dedelerimin
kayıtları dinlenirdi. Şimdi gençlerin
bilmediği ya da isimlerini
hatırlayamadıkları pek çok ozanı,
ustayı çocuk yaşta dinlemiş,
seslerine, sözlerine aşina olmuş,
kulağım onlarla dolmuştu. Ben
en çok annem ve babamın meşk
içinde birlikte türkü okumalarından
etkilendim. Babam çok güzel
bağlama çalar, annem de yanık
sesiyle ona eşlik eder. Böyle bir
ortamda büyüdüm. Türkülerin
sevgi dili olduğunu onlar aşıladı
bana. O yüzden türküler hep
güzellikler barındırmalı, birleştirici
olmalı, topluma mesajlar vermeli
bana göre.
Bu anlamda genetik bir mirasa
sahip olduğumu düşünüyorum.
Çocukluğumda kasetçalardan
dinlediğim Türk Halk Müziği
ustalarının seslendirdiği deyişler
ve semahlarla doldu kulaklarım.
Önce âşıkların, ustaların sesine
aşinalıkla başladı. Sonra seslerini
ayırt etmeye başladım, sonra
mahlasları ezberledim. Arif Sağ,
Erdal Erzincan, Emre Saltık ve
Muhabbet serisi dinlerdim. Belli
bir yaşa geldiğimde aslında
güçlü bir repertuvar oluşturmuş
oldum kendime. Türküleri böyle bir
müzikalite ortamında sevdim.
Yaşadığım ortam böyle olunca
ilkokul yıllarında da aynı
heyecan bende devam etti.
İlkokul 3. sınıftayken Çanakkale
Zaferini Anma programı için
oluşturulan koroda “Ah Bir Ataş
Ver” türküsünü söylemiştik.
Ben, halk müziğine bu türküyle
tamamen bağlandım diyebilirim.
Artık kasetleri dinlediğimde
duyduğum hazzı, türkü okurken
de duymaya başlamıştım.
Ailemin, öğretmenlerimin
ve arkadaşlarımın da sesimi
dinlemek istemeleri heyecanımı
perçinliyordu.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
19
AKTÜEL
Bir de öğretmen kimliğiniz var. Biraz bu yönünüzü
konuşalım…
Evet, 2012 yılında Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Sınıf
Öğretmenliği bölümünü kazandım. Aynı zamanda Aydın
Büyükşehir Belediyesinde bağlama öğrencisiydim. İkinci
sınıfta da Adnan Menderes Üniversitesi Türk Sanat Müziği
korosunda korist olarak görev aldım.
Üniversite bitince Şanlıurfa’da bir köy okulunda şark
görevime başladım. Burada yollarımız Kültür ve
Turizm Bakanlığı Ses Sanatçısı Devrim Kaya’yla kesişti.
Hayatımdaki en kıymetli tesadüf diyebilirim. Bu sayede
kendisinden şan ve repertuvar dersleri aldım. Müzik
yolunda çalışmalarıma yön ve hız veren hiç şüphesiz
Devrim Kaya oldu. Ben de değindiğiniz gibi diğer
yandan öğretmenlik görevime devam ediyorum.
Yüreğinizde hangisi daha ağır basıyor.
Öğretmenlik mi, müzik mi?
Bu soru benim için çok zor. Çünkü şimdiye kadar öğretmenlikle
müziği hiç ayırmadım. Sınıf Öğretmeni olduğum için de
ilkokul çağındaki çocuklarıma müziği sevdirmeyi amaçlıyorum.
Derslerde öğrencilerime şarkılar söylüyorum. Öğrencilerim
okuma yazmaya geçtikten sonra defterlerine Âşık
Veysel’in şiirlerini yazdırıyorum. Ustaları dinletiyorum,
anlatıyorum. Bir daha gelsem yine öğretmen
olmak isterim. Mesleğimi çok seviyorum. Ama
müzik de benim yaşam biçimim.
Ön Söz öncesi
çalışmalarınız neler oldu?
Albüm öncesinde iki tekli
çalışma yaptım. ‘’Gelin Oy’’
isimli ilk tekli çalışmama
çektiğimiz kliple çocuk
gelinler gerçeğine
dikkat çekmek ve
farkındalık yaratmak
istedik. Ve dönütler
alırken gönüllere
dokunduğumuzu
gördük. Ardından
“Derdi Güzel
20
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
AKTÜEL
Ağlama” ile ikinci tekli çalışmam
Seyhan Müzik etiketiyle yayınlandı.
Daha sonra Volkan Kaplan’ın
“Kına Türküleri” ve “Çocuklara
Türküler” adlı proje çalışmalarında
bulundum.
Müzikal yönden nihai bir
hedefiniz var mı?
Benim ütopik hayallerim yok bu
konuda. Çünkü gerçekten türkü
söylerken de albüm yaparken
tek isteğim dinleyenlerin
gönül teline dokunabilmekti.
Benim için başarının ölçütü
albüm dinlenmeleri de değil.
Eğer insanlar yorumumu ve
müzikalitemi beğenip aynı
duyguları hissediyorsa, türkülerin
özünü deformasyona
uğratmadan kendi sesimle
duyurabiliyorsam,
başarmışım demektir.
O halde gelelim Ön
Söz’e…
Ön Söz’ün hayalini
uzun zamandır
kuruyordum. Geçen
yıl bu zamanlar
repertuvarımı
oluşturup gönül
rahatlığıyla duygusu,
müzikalitesi,
üretkenliğiyle
başarılara imza
atmış bir sanatçı
olan Volkan Kaplan’a
emanet ettim.
Ön Söz’ün müzik
yönetmenliğini yapması
benim için kıymetli. Bas
ve bağlamaları da kendi
çaldı ayrıca. Albümde Emre
Sınanmış, Emre Ay, Murat Süngü,
Serkan Yıldırım, Nevâ Cansın
Gülses, Caner Malkoç, Barış
Cem Songur, Kutay Özcan
gibi usta müzisyenlerle
çalıştık. Hepsine ayrı
ayrı minnettarım. Ön
Söz’ün kayıtlarını Stüdyo
Mixhane’de Bahadır Yıldız
ve Ertan Keser aldı.
Beste eserlerin
yanında Elazığ,
Urfa yörelerinden
türküler, deyiş,
semah, uzun
hava ve halay
potpori yer alıyor.
Semah ve Halay
Potpori’de güzel
sesleriyle Bahadır
Yıldız ve Ali Kaya Arı
vokal desteğinde
bulundular.
“İLK VIDEO KLIP
DAĞLAR’A
ÇEKILDI”
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
21
AKTÜEL
“Türküler bizim sosyolojik ve tarihsel
kaynağımız. Geçmişin izlerini barındıran
gelecek için de öğütler veren eşsiz
değerlerimiz. İçinde koca bir dünya barındırır.”
Ön Söz’ü ve ilk klip çalışmasını
12 Mart’ta Seyhan Müzik
etiketiyle yayınladık. Klibi Erdal
Küçükkaya’nın bestesi Dağlar’a
çektik. Klibi değerli yönetmen
Sinan Güzel çekti.
Pandemi sürecinde müzik
sektörü çok zor bir döneminde
iken albüm çıkardınız. Risk
aldığınızı düşündünüz mü?
Albümü ticari kaygılarla
yapmadım. Öyle olsa sahnelerin
tozlandığı hatta müzisyenlerin
enstrümanlarını satmaya mecbur
kaldığı bu pandemi sürecinde
yayımlamazdım. Aslında ben
pandemiye rağmen yapmak
istedim bu albümü. Bütün
müzisyenler sahnelerden uzak
kaldığı için hem keyifle hem de
özlemle çaldılar. Ben artık sesimi
duyurmak istedim ve buna
pandeminin engel olmasına
müsaade etmedim. Hatta
pandemi sürecinde insanlara
bir nebze moral de olur diye
düşündüm.
Albümlerin dinlenmediğini,
bir iki eserin diğerinin önüne
geçtiğini, bir bütün olarak değer
görmediğini düşünerek albüm
çalışması yapmayan sanatçılar
var. Bir noktada hak veriyorum
onlara ama albüm fikrinden
tamamen vazgeçmek bu
tüketiciliği daha da destekler. Ben
tüm bu olasılıkları göze alarak
paylaştım Ön Söz’ü...
Sizi okurlarımıza daha yakından
tanıtma şansı bulduk. Yeni ve ilk
albümünüz hayırlı olsun…
Albümün ilk röportajını sizlerle
gerçekleştiriyorum. Heyecanımı
paylaştığınız için teşekkür ederim.
Umarım şans getirirsiniz. Derginiz
kendinden çok büyük bir amaca
hizmet ediyor. Doğru kaynaklar
ve donanımlı bir ekiple güzel bir
başarıya imza atıyorsunuz. Takdir
ediyorum. Kolaylıklar diliyorum.
Emeklerinizin karşılığını bulmanız
temennisiyle…
22
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
MÜZISYEN, ÂŞIK,
DERLEMECI, MEDDAH
ANADOLU IRFANININ
‘GOCUMAN’ SESI
ÖZAY GÖNLÜM
“TÜRKÜ DEDIĞIN YÜZYILLARDIR HALK DILINDE
DIZILE DIZILE, SAZ TELINDE SÜZÜLE SÜZÜLE GELIR.
BIR OLAY OLUR, HALK ONU IÇINDE OLDURUR.
DILDEN DILE KULAKTAN KULAĞA DOLAŞIP, EN
SONUNDA TÜRKÜ OLUR.”
24
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
METIN ERTUNÇ
“Üç yaşında ağız mızıkasına
başlamıştım. Denizli’de
oluveriyo... Benim bubam
çandırma assubayı idi, accık
gezdik kısım kısım ama. Şinci
üç yaşındayken, dört yaşında,
anam mızıgamı dutmuş, sandığa
goyuvemiş.
…Derken gaari, 11 yaşında
ortaokulda mandoline
başlayıvedim. Sona, iki, üç yıl
aççık da keman deyolar, onu
da çalıvedim. Birkaç deneme
metod bitidim. Kulakları çınlasın,
İsmail Acar adlı öğretmenimin. O
benlen çok uğraştıydı. Bi noktada
sevemedim onları. Bizim evin
yanında bir hüseyin ağabeyim
vardı, pabuşçu… Onlara gittiydik
bigün… Onlarda bi dene saz
asılıydı, duvarda. Aldım elime,
çalıveedik şööle.. Kulağım aççık
dolgun ya, bi türkü çağırıverir gibi
oluvemişim.
…‘Hüseyin dayı, sen bunu satan
mı?’ dedim. ‘5 lire ver, senin
ossun’ dedi. Yıl 1953 filan. Ve
getidim, çaldım onu duumadan…
12 saat duumadan, çalıp çığırdım.
Öylesine seviyodum ki… 1962
yılında eskerden geldim. Ama
1957’de gelmiştim Ankara’ya…
Rahmetli Muzaffer Sarısözen’den
büyük ruh almıştım. 1967 yılında
Ankara Radyosu bir sınav açdı,
dediler. Anonslar oluyodu. Kurs
sonunda sanatçı yapceklermiş.
… Bi akadaşım vardı ‘sen kendini
ne sanıyon len’ didi. O zaman
kööleden neleden neleden gelenle
narasın. Giidik sınava. Zeybek
çığırttılaa. Eh, efelik var ya serde
‘Tüküsünü de çığırem mi’ dedim.
‘Çığır’ dedile. Meğe, benim
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
25
BİYOGRAFİ
sesim vamış da, benim haberim
yokmuş. Piyonodan bi sesler
verdi birisi. Meğer, benim sesimin
bir iyi tınısı da varmış.. Tuttular
kazandın dediler. Emme yarım
saat kaldım orda. İkinci, üçüncü
sınava lüzümat görmemişler.
Sonra girdik büyük kurula. orda
kocaman teelettiler *gaari. üç
dene peşkir * eskittim siline siline.
şimdi dayılarımın, amcalarımın,
teyzelerimden bi türkü duydum
mu çıkarıveriyom notasını
hemencecik. Asmam çardaktan
vamış sizin listede. Şincik herkes
okuyo ya gaari… Bizim Denizli’nin
horozlarına yakıvemişler onu.
… “Eee… İşte böyle deyiverip
gidiyoz gaari. Benim içimden
rahatsız olduğum bazı şeyler va.
Sen onları bi yol, yazıve gazivetene.
Şincik halk müziğinde besteler
yapıyoolaa. Halkın bağrından
çıkma bir ezgi ile oturup buda bi
a’kideş dattiri duttiri çığırıyoo…
Olmaaaz. Yüzlerce, binlerce kişi
dolaşalım tüm Anadolu’yu. Ben
şimdiye kadar 300 dolaştım. Bi de
ulusal Türk müziği yaratılmasından
yanayım. Sen bunu da yazıve
gazıviteye, gocuman gocuman.
Sadece bağlama çalınsın
demiyom. Bak Fikret Kızılok mu ne
vaa. ‘Sööle sazım’ diyo.. Hepsi öyle
olsa.. Ezgileri, kendi formları içinde
bırakaraktan ama.” (Alıntı: 26 Ocak
2016 / listelist.com / “Dinleyeverin
Gaari” Nameyle Halk Müziğinin
Egeli Meddahı Üstat Özay Gönlüm
/ Engin Özer)
O eşsiz şivesiyle Hey Dergisi’ne
verdiği röportajında, yine şivesi
gibi eşsiz olan kendisini böyle
anlatmıştı Özay Gönlüm.
Dediği gibi de yapmıştı. Anadolu’yu
karış karış dolaşmış, kendi
imkanlarıyla 2000 civarında
köye gitmiş, katıldığı saz ve söz
meclislerindeki aşıklardan, halk
hikayecilerinden derlemeler
yapmış; bu birikimin sonucunda,
26
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
Türk Halk Müziği repertuarına,
derlediği 1000 kadar ezgiyi
bırakmıştı.
Sanatçının TRT repertuvarında
derlenmiş 36 sözlü, 8 sözsüz
eser ve kaynaklık ettiği 8 türkü
bulunuyor. Derlediği ve meşhur
ettiği türküler arasında; Cemilemin
Gezdiği Dağlar Meşeli, Dam Ardına
Dolaştım, Elindedir Bağlama, Et
Aldım Elim Yağlı, Gara Gabak
Kökeni, Osmanım Mendili Saman
Sarısı, Şu Dağlar Tepe Tepe,
Zobalarında Guru Meşe Yanıyor
türkülerini sayabiliriz.
1973 yılından itibaren 10 yıl süreyle
İzmir Fuarında sahneye çıkan
sanatçının,
33’lük ve 45’lik plaklarının sayısının
kırka yaklaştığı ve bir o kadar da
piyasaya çıkan kasedi olduğu
biliniyor.
HALK HIKAYECILIĞI VE
MEDDAHLIK YETENEĞI
Denizli deyince aklımıza Özay
Gönlüm gelse de; curanın ve
yapımcısı olduğu çam düdüğü’nün
‘koca ustası’ Hayri Dev’i ve bu yılın
Mayıs ayında yitirdiğimiz Türk Halk
Müziğimizin değerli sanatçısı Talip
Özkan’ı da yeri gelmişken anmak
gerekir.
Gönlüm’ü bu iki ustadan ayıran en
önemli özelliği, geniş halk kitlelerini
adeta televizyona çivileyen
halk hikayeciliği ve meddahlık
yeteneğiydi. O, meddahlığını elinde
sopa yerine, kendisiyle özdeşleşen
sazı Yaren’le, Ege yöresine ait
anlattığı türlü hikayelerle yaptı.
Çalışma arkadaşı ve yakın dostu
Sebahattin Yaşar, onun bu yönünü
şu sözlerle aktarmıştı: “Çalıp
söylediği Ege türküleri kadar, taklit
kabiliyeti, şovmenliği, anlattığı
türkü hikayeleri ve fıkralar, Denizli
ağzını kullanmaktaki ustalığı ile
bir Özay Gönlüm geldi geçti bu
dünyadan.”
NINENIN MEKTUBU
En ünlü hikayesi ise 45’lik plaklara
okuduğu Ninenin Mektubu serisi
oldu. Plakları satış rekorları kırdı.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
27
BİYOGRAFİ
“Umman Ninenin Mektupları”nı,
Kırca’lı öğretmen yazar Mehmet
Yılmaz 1964 yılında kaleme almış,
Özay Gönlüm ise yıllar sonra o
meşhur sesiyle Umman Nine’yi
hem kitap sayfalarından çıkarıp
etten, kemikten yaşayan bir
kimliğe büründürmüş hem de tüm
Türkiye’ye sevdirmişti. Televizyon
programlarında izleyiciye şöyle
sesleniyordu:
“Merhaba, sevgiler, saygılar
hepinize. Sizlerle Ege yöresine
uzanalım şöyle. Bir köyde konuk
olalım bir nineye. Bir nine var
orda yaşayan, o köylüklerden
birinde. Seksen yaşında. Kimi
kimsesi yok torunundan başka.
Torunu askerde, Ahmet. Mektuplar
yazıyor torununa, nine. Mektuplar
geliyor torunundan nineye. Bu
mektuplardan …’cisi bizim de
elimize geçti. Dilerseniz, sizlerle,
neler söylüyor, ne şekilde
söylüyor, okuyalım beraber.”
Özay Gönlüm’ün En Bilinen Türküleri:
Elif dedim be dedim
Evlerinin önü bulgur kazanı
Arabaya taş koydum
Asmam çardaktan
Denizli’nin horozları
Ninenin mektubu
Çil Horoz
Çöz de al Mıstıvali
Cemilemin gezdiği dağlar meşeli
Tepsi tepsi fındıklar
Sobalarında kuru da meşe yanıyor
Karahisar kalesi
Hatçam çıkmış gül dalına
Dağların başındayım
Elindedir bağlama
Gıcır gıcır gelir yarın kağnısı
Manisayla Bergamanın arası
Onikidir şu Burdur’un dermeni
Hıkkıdık duttu beni
Evren köyİki keklik
Gımıldanıver
Bağlamamın Düğümü
28
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
Sanatçı, halk hikayeciliği ve
meddahlık yeteneğiyle, 1980’li
yıllarda TRT’de yayınlanan ve
katma değer vergisi hakkında
farkındalık yaratmayı amaçlayan
bir kamu spotunda da rol aldı.
Kamu spotunun kahramanı
olan Mustafa Ali’yi, filmin geçtiği
bakkalı ve bakkal çırağı Hurşit’i
yani kısacası tüm tiplemeleri
Özay Gönlüm canlandırdı. Kamu
spotuna özel, sözleri yeniden
düzenlenen Özay Gönlüm’ün
seslendirdiği “Çözde Al Mustafa Ali”
türküsü, “Fişini de Al Mustafa Ali”
versiyonu ile uzun yıllar dillerden
düşmedi.
“CAVIRIN KORONASI”
Ne tesadüftür ki bundan yaklaşık
40 yıl sonra, yine sanatçının
derleyip söylediği bir türkü,
neredeyse bir yıldır mücadele
ettiğimiz koronavirüs salgınında
farkındalık yaratma vesilesi oldu.
Gönlüm’ün “Elindedir Bağlama/
Hop Diri Dat Diri” türküsü, Nisan
ayında Denizlili bir grup sanatçı
tarafından yeni tip koronavirüs
(Kovid-19) için uyarlanan sözlerle
yeniden seslendirildi.
Arzu Subakan Kabukçu
tarafından yeni sözler yazılan
türkü, Büyükşehir Belediyesi
Konservatuvarı sanatçılarından
Hakan Eyiden tarafından okundu.
Eyiden’e konservatuvardan
sanatçılar sazlarıyla eşlik etti. Klip,
çeşitli sosyal medya ve video
paylaşım sitelerinde yayınlandı.
“Evde kal” mesajı da taşıyan
türküye yazılan yeni sözler, şöyle:
“Ne oku var ne yayı/Esir aldı dünyayı/
Kabus etti rüyayı/Cavırın koranası/
Hop diri diri dad diri diri dom/Evden
çıkmayın diyom/Hop diri diri dad diri diri
dom/Evde kal Denizli diyom./Sokaklar
tehlikeli/Yıkamak gerek eli/Ne ağzı var ne
dili/Cavırın koronası/Sanki atlı süvari/
Hayallerim firari/Yok olup gitsin gari/
Cavırın koronası.”
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
29
BİYOGRAFİ
EZGÜ: “ÖZAY GÖNLÜM GIBI
SANATÇILAR BIZE ROTA
ÖĞRETTI.”
Özay Gönlüm, 1 Mart 2000’de,
tedavi gördüğü Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs
Hastalıkları Hastanesinde solunum
yetmezliğinden vefat etti ve
Ankara Cebeci Asri Mezarlığına
defnedildi.
Vefatından on yedi sene sonra,
Küçükçekmece Belediyesi
tarafından 2017 yılında düzenlenen
sanatçıyı anma programında, Türk
Halk Müziğinin sevilen ismi Sümer
Ezgü, Özay Gönlüm’ü şu sözlerle
anlatmıştı:
“O, insanlara hep güzellik
vermiştir. İnsanları hem
güldürmüş, hem düşündürmüştür.
Nota öğrenilir ama rota
öğrenmek zordur. Özay Gönlüm
gibi sanatçılar bize rota öğretti.
Kavgadan dövüşten uzak,
ayrımcılığın marifet olmadığı,
birlikte yaşamanın güzelliğini,
insanların hangi anlayışta olursa
olsun aynı olduğunun mesajını
vermiştir. İnsanları birleştirmek
gibi bir hüviyeti vardır. Sanatçının
en büyük özelliği budur. Biz,
kendisinden bunu öğrendik.”.
ANADOLU IRFANININ
‘GOCUMAN’ SESI
O, Anadolu irfanının ‘gocuman’
sesiydi. Anadolu’nun çeşitli
yerlerine yaptığı araştırma
gezilerinde Ege Bölgesi’ne özgü
ağır ve kıvrak zeybekleri, kırık
ve oyun havalarını, ağıtları,
tahtacı semahlarını ve daha
birçok türküyü hikâyeleriyle
birlikte derlemiş, notaya
geçirmiş ve kendine özgü
edasıyla seslendirmişti. Kimi
değerlendirmelere göre, onlarca
türküyü Yaren’iyle çalıp, yerel
Ege ağzıyla söylemiş; Türk Halk
Müziği’nin sadece Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’nun uzun
hava ve bozlaklarından ibaret
olmadığını ortaya koymuştu.
İyi bir sanatçı, iyi bir baba olan
Özay Gönlüm’ü her daim; şık takım
elbisesi, peruk saçı, kolundaki
tesbihi, yeleği, ayağındaki
çizmesi ve Yaren adlı sazının
altında bacağına serili mendiliyle
ve elbette Ninenin Mektubu
hikayeleriyle hatırlayacağız.
Yaren’in hikayesi:
Özay Gönlüm’ün çöğür, bağlama ve cura’yı aynı gövdede birleştirdiği sazı.
Tasarımını Özay Gönlüm’ün yaptığı Yaren’in yapımı, 1974 yılında İTÜ Türk
Musikisi Devlet Konservatuarı, Enstrüman Yapım Bölümü Başkanı ve Özay
Gönlüm’ün yakın arkadaşı Cafer Açın tarafından gerçekleştirilmiştir.
Saza bu ismi, 1976’da TRT’de Halit Kıvanç’ın sunduğu “Bir Kadın Bir Erkek
Yarışması”nda izleyicilerin vermesi öngörülmüş, iki hafta sonraki programda
zamanın Tefenni Kaymakamı ve Özay Gönlüm’ün manevi kardeşi Yüksel
Ayhan’ın önerdiği Yaren ismi genel kabul görmüştür. Yüksel Ayhan’ın “Özay
Gönlüm ile 34 Yıl” isimli bir de şiiri bulumaktadır.
30
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
HAYATINDAN KISA KISA…
5 Şubat 1940 tarihinde babasının
askeri görevle bulunduğu
Erzincan’ın Tercan ilçesinde
doğdu. Aslen, Denizli’nin Tavas
ilçesi Kızılcabölük kasabasındandır.
Müzikle ilk tanışması babasının
hediye ettiği ağız mızıkası
sayesinde oldu. Ortaokul yıllarında
öğretmenlerinin tavsiyesiyle
mandolin ve keman çalmayı,
lise yıllarında da kendi kendine
bağlama çalmayı öğrendi.
Repertuvar Kurulu üyeliklerinde
bulundu. TRT’de “Türk Halk Müziği
İstekler” adlı programı hazırlayıp
sundu. Bu programla İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesinin
“Yılın İletişimcisi” ödülünü kazandı.
1973 yılından itibaren 10 yıl süreyle
İzmir Fuarında sahne aldı. Zeki
Müren gibi dev isimlerle aynı
sahneyi paylaştı.
1957 yılında Muzaffer Sarısözen’le
tanıştı. Muzaffer Sarısözen’in
davetiyle Ankara Radyosu
“Yurttan Sesler” programına
misafir sanatçı olarak katılmaya
başladı. 1966 yılında TRT Ankara
Radyosunda açılan Türk Halk
Müziği Sanatçı Sınavını kazandı
ve yetişmiş saz sanatçısı olarak
“Yurttan Sesler Korosu” kadrosuna
katıldı.
Avrupa, ABD, Avustralya, Çin ve
Hindistan başta olmak üzere
42 ülkede konserler verdi. TRT
Türk Halk Müziği Repertuvar
Kurulu, Kültür Bakanlığı HAGEM
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
31
RÖPORTAJ
“GÖNÜL İNSANI” ŞEKIP ŞAHADOĞRU’NUN YOLUNDA BIR ÖMÜR…
TÜLAY
ÖRTEN
YILDIZ
“Attığım her adımda, söylediğim
her sözde, okuduğum her eserde,
vurduğum her tezenede bile, geriye
dönüp bakmak zorunda hissediyorum
kendimi. Okuduğum türkülerde,
o tezene vuruş şeklinde dahi onu
yaşatmak adına elimden ne gelirse
yapıyorum.”
32
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
“Tek dileğim pandemi süreci bir an önce
sona ersin. Müzisyenler de geçinebilmek
için artık enstrümanlarını satmak
zorunda kalmasınlar.”
Çorumluların ‘Şahbaba’
namıyla andığı,
halk ozanımız Şekip
Şahadoğru’yu bilmeyen yoktur.
Babası Âşık Hasan’dan öğrenmiştir
bağlama çalmayı ve şiir
yazmayı. 1995 yılında yitirdiğimiz
Şahbaba; Türk halk kültürünün
ve halk müziğimizin çok önemli
değerlerinden biridir.
“Şikayet Olmasın”,
“Dert Bende Kaldı”
ve “Menekşe” gibi,
TRT repertuarına
girmiş, bugün
de büyük bir haz
ile dinlediğimiz
onlarca türküye
bağlamasıyla,
nefesiyle can
vermiştir.
Doğumunun 85. Yılı anısına
Çorum’da düzenlenen bir etkinlikte
büyük oğlu Seyit Ali Aykaç büyük
ozan için şöyle diyordu:
“Bana, ‘Şekip Şahadoğru nasıl
biridir?’ diye soracak olursanız
sadece iki kelimeyle tanımlarım:
Gönül insanıydı.”
İşte bu sayımızda, “gönül insanı”
bu büyük ustanın izinden giden,
onun misyonunu omuzlarında
taşıyan ve başarıyla da temsil
eden torunu Tülay Örten Yıldız ile
bir araya geldik. Sanatçıyla,
“şu an bulunduğum
noktanın mimarı” dediği
büyükbabasını ve halk
müziği serüvenini
konuştuk.
Sohbetimize
büyükbabanızla
geçirdiğiniz dönemle
başlayalım isterseniz…
Öyle ince ve hassas bir noktaya
değiyorsunuz ki… Ben her sohbette
anlatırım bunu; büyükbabamın
evi, pir kapısı gibi bir evdi. Bir
gecekondusu vardı. Sevenleri
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
33
RÖPORTAJ
gece gündüz demeden o
gecekondunun demir kapısını
çalardı. Gelenlere anneannem
hizmet eder, sabahlara kadar
muhabbet edilir, sırayla herkes
çalar, söylerdi. Büyükbabam
muhabbete başlamadan önce,
“yüz masa dolusu dost, hoş
geldiniz” der; misafirleri hoş geldin
türküsüyle selamlardı.
Büyükbabanızla yaşadığınız,
hemen aklınıza gelen bir anınız
var mı?
Çok var tabii ama bir tanesi
var ki beni çok etkilemiştir:
Konservatuvar sınavına
gidiyordum. O sırada dedem hasta
yatağındaydı. Sınav öncesi, “Kızım
hiç aklına ikilik getirme. Himmetimi
veriyorum sana. Hocana da selam
söyle, git, sınavına gir ve geri gel.”
dedi. Dediği gibi de oldu. Bir ay
sonra sonuçlar açıklandı. O an
biz hüngür hüngür ağladık. Böyle
unutamadığım bir anım var.
Geriye dönüp baktığınızda,
müziğin merkezine doğdum
diyebilir misiniz?
Elbette. Ben daha anne
karnındayken, annem bana
bağlama çalarmış. Ben de kızıma
çalıyordum. Babam emekli
öğretmen ve yazar aynı zamanda.
Çok güzel şiirleri vardır. Onun
şiirleri, annemin çalıp söylemesi,
büyükbabamın usta bir halk ozanı
olması nedeniyle müziğin içine
doğdum diyebilirim.
Şekip Şahadoğru’nun torunu
olmanın, omuzlarınıza ayrı
bir sorumluluk yüklediğini
düşünüyor musunuz?
Büyükbabamın bir sözü vardı;
“ellendik, dillendik, bellendik.”
derdi. “Yavrum, gökten düşenin
parçası bulunur da gözden
düşenin parçası bulunmaz.” derdi.
O zamanlar 18 yaşlarındaydım;
dedem artık hastaydı ve yatıyordu.
34
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
“Hazırlıkların sonuna geldik sayılır.
Kısa bir süre içinde sözleri babama,
bestesi bana ait olan bir single
çalışmasını sunacağım.”
O hasta yatağında bana; “Kızım,
anneni değerlendiremedim;
bundan sonra benim bayrağımı
sen taşı.” diye vasiyette bulundu.
Çok şükür taşıdığımı da
düşünüyorum. Çok özel bir misyon
bu. Attığım her adımda, söylediğim
her sözde, okuduğum her eserde,
vurduğum her tezenede bile,
geriye dönüp bakmak durumunda
hissediyorum kendimi. Okuduğum
türkülerde, o tezene vuruş şeklinde
dahi onu yaşatmak adına elimden
ne gelirse yapıyorum.
Sanatçılık, öğretmenlik ve
annelik… Zor olmuyor mu?
Zor olmuyor. Çünkü her zaman
kadınların daha güçlü olduğunu
düşünmüşümdür. Ben seviyorum
bu yoğunluğu. Sanatı da
seviyorum, sahneyi de seviyorum.
Çocuklarımın, öğrencilerimin
sevgisi dünyaya bedel. Annelik ise
bambaşka bir şey. Aile kavramı
çok değerli ve benim için her
şeyden önce gelir. Bu şekilde
hepsini yürütmeye çalışıyorum. Bu
sene bir de yüksek lisans çıktı. 21
yıl sonra öğrenciliğe de geri dönüş
yapmış oldum.
Peki, bir eğitimci gözüyle
gençliği nasıl görüyorsunuz?
Çok iyi görüyorum. Bu konuda hiç
umutsuz olmadım. Son on yılda,
daha bir öze dönüş görüyorum.
Kendi adıma, öğrencilerimin
çok iyi olduklarını söyleyebilirim.
Türküleri seviyorlar. Ben de
elimden geldiği kadar bağlamayı,
ozanlarımızı onlara tanıtıyorum,
ödevler veriyorum, kurslar
açıyorum.
Gelenekçi misiniz?
Gelenekçiyim; öze dönüş adına
hep gelenekçi oldum. Kültürü
yaşatmak adına bundan sonra
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
35
RÖPORTAJ
da öyle olacağım. Zaten gelenek
öldüğünde; dil de ölür, kültür de
ölür. Bana göre geleneksel müzik
de ölüyor. Bizler gibi gelenek
misyonunu taşıyan insanların
olması şart, diye düşünüyorum.
Ben o misyonu edindim. Her
zaman bunu savunmuşumdur.
Özünü bozmadan, en doğal, en
çıplak hali ne ise öyle okunsun
isterim.
Biraz da müzikal serüveninizi
konuşalım. Şu ana kadar bir
albüm çıkardınız. Devamı
gelecek mi?
2015 yılında, konservatuvarı
bitirdikten tam on beş yıl sonra
büyükbabamın ve büyükbabamın
küçük kardeşi Orhan Şahadoğru
amcamızın eserlerinden oluşan bir
albüm yaptık. Orhan amcamız da
rahmetli oldu. O da Çorum ağzı ile
çok güzel okurdu. Albümde onun
eserlerinden de üç tanesine yer
verdik. Kalan Müzik imzasıyla çıktı.
Bu büyükbabamın vasiyeti
olduğu için açıkçası bir yadigar
albümü oldu. Sevgili prodüktörüm
Abdurrahman Tarikçi’nin yaptığı
albümde çok değerli ağabeyim
Erdal Erzincan da bağlama çaldı.
Uzun havaları kendim icra ettim.
Şu sıralarda babamın şiiriyle,
kendi bestemi bir single yapıyoruz.
İnşallah o da birkaç haftaya
çıkacak. Müjdeyi şimdiden vermiş
olayım.
Bozlak çalıp söyleyen kadın
sanatçı yok denecek kadar az.
Sizce de öyle mi?
Divan çalan, yani bir 48
tekne, 50 tekne divanı eline
alıp “Re” karardan bozlak
okuyan bir kadın solist veya
icracı yok; onu söyleyeyim.
Söyleyenlere son derece saygım
36
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
var ama sanıyorum piyasada
sadece çalıp, okuyan bir ben
görülüyorum. Bu konuda çok tevazu
gösteremeyeceğim çünkü Neşet
Usta’nın divanının hazzı biraz da
yöremizle ilgili… Her ne kadar Kırşehir
ve Keskin bozlağın merkezi olsa da
bizim oralarda da ‘kuyumcu ağzı’
denilen bozlaklarımız var.
Pandemi en fazla sanatı olumsuz
etkiledi. Bu süreçle ilgili neler
söylemek istersiniz…
Genel duruma bakılırsa bu süreç
devam edecek gibi görünüyor. Birçok
arkadaşım bu anlamda çok mağdur
durumda. Elbette çok üzülüyorum. Ben
öğretmen olduğum için bir gelirim var
ve bu anlamda çok büyük bir darbe
almadım ama ekstra konserlerimde
hiçbir şey yok. Ciddi bir düşüş var
demiyorum; hiçbir şey yok. Maddi
anlamda çok büyük sıkıntılar yaşandı,
binlerce kişinin izlediği konserler şimdi
rüya gibi geliyor bana. Bir an önce o
günler geri dönsün çünkü bizi yaşatan
şeyler; alkışlar, mikrofon ve sahne…
Son olarak gençlere tavsiyelerinizi
alalım…
Tek bir şey; kendileri olsunlar. Her
zaman bunu savunmuşumdur. Yıllarca
Neşet Ertaş’ı dinledim. Büyükbabamı
zaten küçüklüğümden beri dinliyorum
ve onun her tınısı kulağımda… Ustaları,
icracıları dinleyerek kendim olma
yolunda elimden geleni yaptım. Bir
dostum dedi ki; “Hocam nerede
dinlersem dinleyeyim, siz olduğunuzu
hemen anlıyorum.” Bu çok güzel
bir şey. Taklit olarak kalan pek çok
insan var. Kendileri olsunlar ama çok
çalışsınlar.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
37
BİYOGRAFİ
URFA DAĞLARINDA GEZER BIR CEYLAN
URFALI
CEMİL
CANKAT
“URFA’NIN ETRAFI DUMANLI DAĞLAR”, “GITTI CANIMIN
CANANI”… ADLARINI DUYUNCA BILE MIRILDANMAYA
BAŞLADIĞINIZA EMINIZ. URFA SIRA GECELERININ OLMAZSA
OLMAZ TÜRKÜLERI… SADECE URFA SIRA GECELERININ
MI? ANADOLU’NUN DÖRT BIR KÖŞESINDE BU TÜRKÜLERI
BILMEYEN, BILMESE BILE DUYMAYAN, AŞINA OLMAYAN
VAR MIDIR ACABA? ONLAR BIRER AĞIT, BIRER MANZUME.
PEKI, HIÇ BESTEKÂRINI MERAK ETTINIZ MI BU TÜRKÜLERIN?
ÖYLEYSE BUYURUN YAZIYA…
METIN ERTUNÇ
38
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
“Şanlıurfa Halk Müziği ürünleri
sanat değeri yüksek, insanı
yürekten etkileyen, içli ve
duygulu eserlerden oluşmaktadır.
Duyguların, düşüncelerin,
sevginin, ıstırabın, mutluluğun
ve hayatın diğer özelliklerinin
türkülere, hoyratlara, gazellere
ince ince işlendiği Urfa Havaları
müzik camiasınca ve geniş
kitlelerce sevilmekte ve zevkle
dinlenmektedir.”
Şanlıurfa Halk Müziğini bu sözlerle
özetliyor, kendisi de Şanlıurfalı
olan Folklor Araştırmacısı, Şair ve
Yazar Abuzer Akbıyık. Şanlıurfa
Halk Müziği üzerine çok kıymetli
çalışmalara imza koymuş bir
isim olan Akbıyık’ın; memleketinin
en ünlü ses sanatçıları Mukim
Tahir, Kel Hamza, Bekçi Bakır,
Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Cemil
Cankat ve Ahmet Cankat’ın hayat
hikayesinin yer aldığı Türkçe ve
İngilizce kitap ve seslerinden
oluşan 3 CD çalışması da mevcut.
Akbıyık’ın kendi adını taşıyan kişisel
web sitesinde, bugüne kadar
yapmış olduğu çalışmalarının
izlerini görebilirsiniz. Web
sitesinde, Şanlıurfa Halk Müziğinin
temel taşlarından sayılan ve
halk müziğimizin günümüze
ulaşmasına sebep olan “kaynak
kişiler”in biyografilerine de yer
veren Akbıyık, bu isimler arasında
Urfalı Cemil Cankat’a da yer
veriyor. Yazar Akbıyık, sitesinde,
“Ünü yurt sınırlarını aşmıştır,”
dediği Cankat’ın hayatı hakkında
şu kısa bilgiyi paylaşıyor:
“1913 yılında Şanlıurfa’da doğmuş,
1976 yılında Şanlıurfa’da vefat
etmiştir. Babası Onbaşı Mehmet,
annesinin adı Ayşe’dir. Evli
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
39
BİYOGRAFİ
olup, 3 çocuğu vardır. Esas
mesleği şoförlüktür. 19 yaşında
“Pencereden kar geliyor” adlı
ilk plağını doldurur. Okuduğu
plak çok sevilince, plaklar birbiri
ardına gelir ve 300 civarında
plak yapar. Ünü yurt sınırlarını
aşmıştır. Bilhassa Arap ülkelerinde
sevilerek dinlenmiştir. Halep, Şam
ve Kahire’de konserler vermiştir.
Ses sanatçılığının yanında aynı
zamanda da bestekârdır. Plağa
okuduğu eserlerin çoğunu kendisi
bestelemiştir. Birçok filmde başrol
ve yardımcı rollerde oynamıştır.
Plaklara okuduğu eserlerden
bazıları TRT repertuarına
alınmıştır.”
“İSTANBUL’A OTOMOBIL
ALMAYA GITMIŞTIM, URFA’YA
ŞÖHRETLI DÖNDÜM”
“Cemil Cankat pek hoşsohbet,
rahat bir adam. Kahve tiryakisi
olduğu arka arkaya içmesinden
belli. Sigarayla arası hiç hoş
değilmiş.”
1950’li yılların ünlü dergisi Radyo
Haftası’na verdiği 24 Şubat 1951
tarihli röportajında Zeki Tükel,
onunla ilgili izlenimlerini yukarıdaki
gibi aktarıyor ve ekliyor: “Aman”
diyor. Sigara içenlerin aklına
şaşayım...
Kahvelerimizi içerken musiki
aşkının nasıl doğduğunu,
bestekârlığa nasıl başladığını onun
ağzından dinleyelim...”
Serhan Yedig’in arşiv taraması
yaparak ortaya çıkardığı, “Müzik
Söyleşileri” adlı sitede redakte
edilerek, “İstanbul’a otomobil
almaya gitmiştim, Urfa’ya şöhretli
döndüm” başlığıyla yayınlanan ve
günümüzde pek de bilinmeyen
bu röportajda Urfalı Cemil Cankat
kendini anlatmaya devam ediyor:
NEYE NIYET NEYE KISMET
“Urfa’da doğdum. 38 yaşındayım.
Haa, evvelâ şunu söylemeliyim.
Çok iyi otomobil kullanırım,
40
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
direksiyonu 10 yaşındayken
öğrenmiştim. O zamanlar sesimin
güzel olduğu söylenirdi hep. Benim
de en büyük zevkim direksiyon
başında zamanın şarkılarını
söylemekti. Buna bayılırdım.
Geçenlerde sizin mecmuada
çıkmıştı, herkes kendi sesini
beğenirmiş. Amma doğru söz,
dağlarda otomobille, kamyonla
gezinirken hep okurdum. Ve bu
arada nereden, nasıl geldiğini
anlayamadığım bir hisle şarkı da
yaptım. Notasız, kalemsiz sadece
kulak dolgunluğuyla yaptığım
bu şarkı hâlâ okunmaktadır ve
sevildiğini zannediyorum.
İlk bestemi merak ettiniz
galiba, söyleyeyim, bir mayadır:
Pencereden Kar Geliyor... Bu maya
Urfa’da çok sevilmişti. Dilden dile
dolaşıyordu; o zamanlar İstanbul’a,
Sahibinin Sesi’ne bir otomobil
almaya gelmiştim. Plâk kısmı şefi
Artaki Candan’ın odasına yanlışlıkla
girmişim. Candan’ı tanımıyordum.
Sadece ismini işitiyordum. Odada
iki genç kızın sesini dinliyordu. Beni
görünce, “Oturun” dedi.
“Kime söylüyor, diye arkama
bakındım. Amma oturmaktan
da kendimi alamadım. Kızları
dinledikten sonra: Sen Naci Bey’in
gönderdiği delikanlısın değil mi,
diye sordu. ‘Hayır’ diyemedim;
üstad devam etti:
Bakalım sesin methedildiği kadar
güzel mi?
Ne söyleyeceğimi şaşırmıştım.
Yani, evet, diyemezdim. Nedense
itiraz da edemiyordum; ‘Oku
bakalım’ deyince hani nasıl derler
lâf olsun diye Pencereden Kar
Geliyor’u okudum: Hayretle dinledi.
Bunun bestekârı kim, diye sordu.
Ben, deyince inanmadı. Sadece
‘Evet, Naci Bey’in söylediği kadar
varmış bravo’ dedi.
Naci Bey kimdi. Tabii bundan
haberim yoktu; Ben sadece
davetsiz misafirdim. Vaziyeti
bilâhare Artaki Candan’a anlatınca
o da hayretler içinde kaldı. Hiç
unutmam:
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
41
BİYOGRAFİ
‘Bazı kıymetler çok garip
tesadüflerle sanat hayatına atılır.
Sen de onlardan birisin’ dedi.
İki ay sonra ‘Pencereden Kar
Geliyor’ plâğını doldurdum. Çok
iyi de satış yaptı. İşte, böylece
İstanbul’a bir otomobil satın
almaya gelince musiki yolunda
güzel tesadüfler sayesinde
yürümeye başladım.”
“BAĞDAT, BEYRUT,
İSKENDERIYE, ŞAM VE
KAHIRE’DE BAŞARILI
KONSERLER VERDIM”
“Eserlerinizden birkaçını söyler
misiniz?
Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar,
Ayağına Giymiş Kara Yemeni,
Dağdan Kestim Kereste, Ay Cemo;
Ay Cemile, Pınara Varmadın mı,
Diyarbakır Şat Akar... Bestelerimin
birçoğunu Müzeyyen Senar, Zehra
Bilir, Suzan Yakar, Suzan Güven de
plağâ okumuştur.
Neden sahnede
okumuyorsunuz?
Sahnede okumaktan
hoşlanıyorum. Yalnız bazı müstakil
konserler verdim. Bu arada Beyrut,
Bağdat, Kahire ve İskenderiye’de
sayısız başarılı konser verdim.
Koleksiyon merakınız var mı?
Garip bir merakım var. Senede
en az üç-dört hususi otomobil
değiştiririm. Piyasaya yeni
otomobil modeli çıktı mı, haftaya o
modelin eşini bende görebilirseniz;
bir nevi hastalık.”
“BEHIYE AKSOY, CEMIL
CANKAT’TAN BAHSEDERKEN
“KADIFE SESLI CANKAT” DIYE
ANLATIRLARDI.”
Urfalı Cemil Cankat hakkında en
derli toplu bilgilerden birine ise
Urfa’nın Sesi Şanlıurfa 63 (http://
www.sanliurfa63.com) adlı sitede
rastladık. Burada yayınlanan
biyografisinde özetle şunlar
aktarılıyor:
“Müzisyenlik Cemil Cankat’ın
ailesinin genlerinde var idi
Annesi Ayşe Hanım çok büyük bir
müzisyen ve aynı zamanda çok
güzel bir sese sahip olup Urfa
hoyratlarını iyi icra ettiği söylenir.
… Urfa’yı çok sevdiği için
plaklarında mutlaka isminin
başına “Urfalı” diye yazdıran
değerli ses sanatçısı Cemil
Cankat aynı zamanda bestekar ve
sinema oyuncusudur. İstanbul’da
bulunduğu yıllarda halk müziği
sanatçısı olmak için açılan
sınavı çok sayıda müracaatçı
arasından kazanarak İstanbul
Radyosu’na girer. Radyoda her
Cuma günü akşamı ince sazlar
eşliğinde 20 dakikalık program
yapardı. Herkes Cuma gününü
sabırsızlıkla beklerdi. 1932 yılından
vefatına kadar devamlı plak yaptı.
Kendisine sorduğumda “çok
plak doldurdum ama sayısını
bilmiyorum, tahminen 300-400
arasıdır” derdi. Türkiye, Urfalı
Cemil Cankat ile “Urfa Musikisi”ni
sevmeye ve tanımaya başladı.
… Cemil Cankat’ın okuyucu olarak
42
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
BİYOGRAFİ
ünü yurt sınırlarını aşmıştır.
Bilhassa Arap ülkelerinde sevilerek
dinlenmiştir. Suriye’nin Halep
ve Şam şehirlerinde birçok
konser vermiştir. Mısır’ın meşhur
sanatçılarından Abdulvahap ve
Ümmü Gülsüm ile görüşmüş
onların takdirlerini almıştır.
Türk Halk Müziği’ne ayrı bir ekol
ve tavır getirmiştir. Yurtiçinde de
çok sevilmiş ve takdir edilmiştir.
Devrinin ünlü birçok sanatçısıyla
konserler vermiş,
birçok radyo
programına katılmıştır.
İstanbul’da büyük
gazinolarda
programlar yapmıştır.
Paraya, mala, mülke
kıymet vermemiş,
sanatı sanat için icra
etmiştir.
“Urfalıyam Dağlıyam”
türküsünü plağa
devrinin ünlü ses
sanatçısı Safiye Ayla ile birlikte
okumuştur. Safiye Ayla ve
Behiye Aksoy, Cemil Cankat’tan
bahsederken “kadife sesli Cankat”
diye anlatırlardı.
Hafız Hamit Belli ile beraber plağa
okudukları “Daracık sokakta yara
kavuştum” adlı türkünün arasında
Hamit Hafız “Belimi vurdum gurbet
elin daşına” sözleriyle bir divan
okumuştur.
Plağa okuduğu “Urfa’nın etrafı
dumanlı dağlar”, “Gitti canımın
cananı”, Geceler yârim oldu”,
“Pencereden kar geliyor”, “Zalim
avcı vurdu beni”, türküleri ve
uzun havaları yıllardır dillerden
düşmeyen eserlerdir.
Cemil Cankat, ses sanatçılığının
yanında aynı zamanda
bestekârdır. Plağa okuduğu
eserlerinin çoğunu kendisi
bestelemiştir. “Mezarımı Taştan
Oyun” filminin çekimi sırasında
Hüseyin Peyda kendisini
ziyaret eder, filmin
senaryosunu anlatır.
Filmin kahramanı olan
kızın adı “Mihrican”dır,
buna göre bir türkü
yapmasını rica
eder. Cemil Cankat
bu film için “Gitti
canımın cananı, ah le
canım vah le canım
Mircanım” isimli
türküyü besteler ve
filmde okur. Yine
Hüseyin Peyda için,
“Gelen ağlar giden ağlar“ filminde
aynı isimle bir uzun hava da
seslendirir.
Köroğlu, Yara, Harman Sonu,
Akıncılar, Kılıbıklar, Keloğlan,
Çıldırtan Baba rol aldığı filmlerdir.
Urfa Müziği’ne çok emeği olan,
Urfa ismini hafızalara nakşetmek
için ölünceye kadar emek
veren değerli bir ses sanatçısı,
bestekâr ve eşsiz insan “Urfalı
Cemil Cankat”a Allah’tan rahmet
diliyoruz.”
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
43
RÖPORTAJ
DEDEDEN TORUNA UZANAN BOZLAK NEFESI
FATIH
DEMIRHAN
“BENDEN SONRAKI KUŞAKLARA
BIR ŞEYLER ÜRETMEZSEM,
BANA; ‘SEN BOŞA ÇALMIŞSIN
BU BAĞLAMAYI,’ DERLER. BEN,
USTALARDAN ÖĞRENDIKLERIMIN
YANINDA KENDIMDEN DE BIR
ŞEYLER BIRAKMAYA ÖZEN
GÖSTERIYORUM.”
Röportaj:
Mehmet YILMAZ
44
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
2008 yılıydı ve ben o
dönem Ankara’da Halk
Müziği yayını yapan bir
radyo istasyonunun Genel
Yayın Yönetmenliği görevini
yürütüyordum. Fatih Demirhan
adını ilk defa, reklam ajansından
gelen “Gitme Gardaşım” adlı bir
albümle duymuştum. Ağabeyi
Ferhat Demirhan ile birlikte
onca yılın emeğini bir albümde
toplamışlardı. Reklam ajansından
gelmesine rağmen bu albümün
tanıtımlarını, hem de sayısını
da arttırmak suretiyle ücretsiz
girdik. Bunun üzerine Demirhan
kardeşler radyoya teşekkür
ziyaretine geldiler. Bu ziyaretteki
samimi yaklaşımları, bugünkü
dostluğumuzun da temellerini
atmış oldu.
Bana göre Fatih Demirhan, Orta
ve İç Anadolu kokan bestelere,
bozlaklara ve bu yörelerin
türkülerine hakimiyeti ile halk
kültürünü yaşatmaya çalışan bir
“değer”dir.
O günkü tanışmamızın ardından
iletişimimizi hiç kesmedik;
söyleşiye de bu tanışıklığın verdiği
samimiyetle başladık:
Hoş geldin Fatih. Uzun bir aradan
sonra nihayet seni dergimizde
ağırlayabiliyoruz.
Hoş bulduk. Evet, 4 yıl oldu. Nihayet
bir araya gelebildik!
Okurlarımıza kısaca kendinden
bahseder misin?
Kırıkkale Hasandede doğumluyum.
İlk, orta ve lise eğitimimi
Kırıkkale’de tamamladım.
Üniversiteyi Gaziantep
Üniversitesi Türk Müziği Devlet
Konservatuarında tamamladım.
Ardından, İstanbul ve Antalya’da
müzisyenlik yapmaya başladım.
Daha sonra kader beni Ankara’ya
getirdi. Şimdi bir yandan
müzisyenlik, diğer taraftan devlet
okulunda müzik öğretmenliğim
devam ediyor.
Çocukluk döneminde müziğe
ilgin nasıldı?
Şöyle cevap vereyim; bizim
evimizde kutsalımız bağlamadır.
Evimizin bir köşesinde mutlaka
asılı durur. Bağlama çalıp, söyleme
kültürü dedemden babama, ondan
da abim Ferhat Demirhan’a ve
bana gelen bir olgu. Bu nedenle
müziğin ve o kültürün içinde
doğdum, diyebilirim. Ağabeyim
13, ben ise 7 yaşlarındaydım ve
kendime yakın olduğundan olsa
gerek bağlama ile ağabeyimi
taklit etmeye çalışırdım. Düşünün,
7 yaşında bağlamanın tınılarıyla
haşır neşir oluyorsunuz. Mesela,
ilkokul üçüncü sınıfa giderken
okuldaki etkinliklerde bağlama
çaldığımı hatırlıyorum.
Bu anlamda yolu açanlar,
gösterenler, elbette dedem ve
babam. Onlardan derin emanetler
aldık şüphesiz ancak şu an
Almanya’da yaşayan ağabeyim
Ferhat Demirhan çocukluğumda
olduğu gibi halen daha benim
ustamdır.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
45
RÖPORTAJ
“Anne kucağında ninniler dinleyerek
büyüdü insanlar. Sevdiklerini
kaybettiklerinde ağıtlar yaktılar.
Doğumdan ölüme yaşamın ta kendisidir
türküler. Bu nedenle İnsan var oldukça
türküler de hep var olacak.”
Erken yaşlarda başlayan bu
yolculukta ilk sahne heyecanını
hatırlıyor musun?
Elbette hatırlıyorum. Hasandede’de
bir festival vardı. Ben o zamanlar
12-13 yaşlarımdaydım. Festivalde
Arif Sağ, Musa Eroğlu ve Yavuz
Top vardı. Muhabbet albümlerinin
zirve yaptığı bir dönemdi. Akşam
sahne alacaklardı ve biz büyük bir
heyecanla bekliyorduk. Gündüz,
akşamki konser öncesinde,
“Köyün gençlerini sahneye alalım,
Muharrem’in küçük oğlu da gelsin,”
demişler. Gittim ve o sahnede iki
türkü çalıp, söyledim.
Sence, Hasandede’li olmak bir
misyon taşımanı da gerektiriyor
mu?
Buna yanıt vermek için önce
Hasan Dede’yi tanımak, anlamak
gerekir. Hasan Dede, Hacı Bektaş
Dergahında yetişmiş, Pir Hünkar
Hacı Bektaş’tan destur alarak
Kızılırmak boylarında obasını
kurmuştur. Bir öğretidir Hasan
Dede, bir kültürdür. Bir felsefedir.
Yaşam pınarının gözesidir. Bu
değerleri düşündüğünüzde, evet,
bir misyonu vardır Hasandede’li
olmanın. Bu kültürün, dedeme,
babama ve bana uzanan öğretileri
halen işte bu gözeden devam eder
durur, sonsuza kadar.
Ben çocuk yaşlarımda biraz
hareketli, motifli, süslemeli bir
eser çaldığımda, babam bana,
“gezinme desturlu çal şu sazı,”
derdi. Bağlamanın sıradan bir
enstrüman olmadığını işte böyle
anlıyorsunuz. Bu öğretilerin hepsi,
suyun gözesinden, özünden gelen,
nesilden nesile geçen öğretiler. Öz
kültürümüz…
Aynı zamanda müzik
öğretmenisin. Gençlerin Türk
Halk Müziğine ilgisini nasıl
görüyorsun?
46
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
Genç kuşağın ilgisi beni memnun
ediyor. Gençler Türk Halk Müziğini
seviyorlar çünkü türküler hiçbir
zaman bitmeyecek ve her daim
var olacak. Türküler bizim özümüz.
Düşünsenize, bir anne kucağındaki
bebeğine ninniler söylüyor, bu
da bir türküdür. Ağıtlar, hoyratlar,
baraklar, semahlar, bizim özümüz,
yaşamımızın bir parçası. Genç
kuşağın genelinin buna kayıtsız
kalması mümkün değil.
Ancak burada şöyle bir durum
çıkıyor ortaya: Benim bire bir
tanıdığım öğrencilerimden
biliyorum; çocuk 7 yaşında, ailesi
hemen bir dayatmaya giriyor.
“Hocam, piyano çalsın; hocam,
bağlama çalsın.”. Bu yanlış bir
tutum. Kimse çocuklar adına bu
konuda karar vermemeli. Aileler de
buna azami dikkat etmeli. Bırakın
çağlamaya başlayan su bir aksın,
bir yol kat etsin. O dönüp dolaşıp,
gelecek ve özünü bulacaktır.
Ben kendi adıma, özellikle bu genç
kuşağa türkü çalıp söylemeden
evvel o türkünün hikayesini
anlatıyorum. Gözleri yaşarıyor o
yaştaki gençlerin. Bu sebeple daha
da ilgisini çekiyor. O türkünün
sözleri daha da anlam taşımaya
başlıyor gençler için.
Halk müziğinde gelenekçi misin,
yenilikçi mi?
Gelenekçiyim de yenilikçiyim
de. Özü bozmadan katkı
sağlayacak tüm yeniliklere
açığım. Bakın Neşet Ertaş üstat
ne derdi: “… N’olur gurban oluyum,
benim türkülerimin sözlerini
değiştirmeyin.”. Bugün bile Âşık
Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım,
gidiyorum gündüz gece” sözlerinin
sadece bu kısmını bile ciltler
dolusu makale ile anlatmaya
çalışıyorlar. Açıklamaları bile
sayfalara sığmayan bu cümleyi
Âşık Veysel, gözleri görmezken
“Ustaların yazdığı sözlere sadece
türkü diye bakmamak lazım. Bir de işin
irfani boyutu var. İrfan yönü ne olacak?
Âşık Veysel’in bir dörtlüğüne, bugün
akademisyenler ciltler dolusu açıklama
yazıyorlar.”
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
47
RÖPORTAJ
yazmış. İşte bu bir gelenek. Bu
geleneği bozmadan, üzerine
uygun her şeyi koyabilmeli.
Türkü formunda yeni eserler
üretiyorsun. Üretim konusundaki
düşüncelerin nelerdir?
Mustafa Kemal Atatürk’ün çok
güzel bir sözü var: Üretmeden
sadece yaşamak isteyen
toplumlar, önce haysiyetlerini,
sonra hürriyetlerini, daha sonra da
istiklal ve istikballerini kaybetmeye
mahkûmdurlar!
Ben de bu düşünce ile
hareket ediyorum. Benden
sonraki kuşaklar için bir şeyler
üretmezsem, bana; “sen boşa
çalmışsın bu bağlamayı,” derler.
Ben, ustalardan öğrendiklerimin
yanında kendimden de bir şeyler
bırakmaya özen gösteriyorum.
Üretmek derken cover adı altında
ustaların eserlerinin sözlerinin ya
da müziklerinin değiştirilmesinden
bahsetmiyorum elbette. Ben,
türküleri gece yazmayı severim,
kendimle baş başa kaldığımda,
özümle buluştuğumda. Yanlış
anlaşılmasın, türkü yazayım
diye oturmadım bugüne kadar.
Gönlüme, dilime sözler düştüğü
için türkü yazdım. Gecenin
dördünde uyanıp türkü yazdığımı
da biliyorum. Ben 10 yıl sonraya,
30 yıl sonraya belki de bu
dünyadan göçüp gittiğimde,
arkamda ustalarla birlikte kendi
eserlerimi de bırakmak istiyorum.
“BU IŞIN BEDELINI
USTALAR ÖDEDI”
Yaşam içinde pek çok usta
isim, halk kültürü ve halk müziği
adına ne bedeller ödediler. Hapis
yattılar, ailelerinden ayrıldılar,
gurbet çektiler, parasız kaldılar,
hepsi bedel ödediler. Şimdiki
gibi, sadece çalıp söylemekle bir
Mahzuni Şerif olamazsınız, bir
Neşet Ertaş olamazsınız.
Albüm süreci nasıl başladı?
İlk albümüm, 2004 yılında
aranjörüm Burhan
48
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
Doğan ile ‘hadi, kayıt alalım’ diye
yaptığım 10 türkülük bir çalışma
ile oldu. Ancak profesyonel olarak
ilk albüm, ağabeyim Ferhat
Demirhan ile birlikte çıkardığımız
“Gitme Gardaşım”dır. Sonrasında
ağabeyimin solo albümünde
müzik yönetmenliği yaptım. 2016
yılında benim solo albümüm
Bergüzar’ı çıkardık. Sonrasında da
zaten pandemi süreci nedeniyle
sahne, konser hepsi sona erince,
tekli ve akustik çalışmalara
yöneldim. Şimdilerde hemen her
hafta bir akustik çalışmamı sosyal
medyadan gönül dostlarıyla
buluşturuyorum.
Malum pandemi süreci her
alanda olduğu gibi sanat
dünyasını da olumsuz etkiledi.
Şimdilerde pek çok sektör kısmi
de olsa yeniden açılırken müzik
sektörü faaliyette değil. Bu
konuda neler söylersin?
“Her olayda neden önce müzik
susuyor?”
Keşke olmasa ama ülkemizde
olumsuz ne yaşanırsa hemen
müzik sussun isteniyor. Neden
müzik susuyor? Ağıtlar da bizim,
uzun havalar da bizim. Benim nice
müzisyen arkadaşım son bir yıldır
ciddi ekonomik sıkıntılar içindeler.
Aileleri sıkıntıda, çocukları sıkıntıda.
Enstrümanlarını satanlar da oldu
bu süreçte, dayanamayıp intihar
edenler de… Ne kadar acı bir tablo.
Ben müziğin susmasına karşıyım.
Bizi kırmadın geldin ve seni
okurlarımıza daha yakından
tanıtma şansımız oldu. Çok
teşekkür ederim.
“Çağrıldığın yere erinme,
çağrılmadığın yere görünme,” der
büyüklerimiz. Beni davet ettiniz,
ben çok teşekkür ederim.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
49
HALK OYUNU
KIZ KAÇIRMA
OYUNU
OYNANDIĞI HER YÖREDE BEREKET, YENIDEN CANLANMA, DOĞADAKI
CANLILIĞIN YOK OLUŞU VE KIŞIN GELMESI TEMALARINI IŞLEYEN, YÖRELERE
GÖRE FARKLI BIÇIM VE KARAKTERLERLE OYNANAN SEYIRLIK BIR OYUNDUR
Kız kaçırma oyunu,
temelinde ak-kara
çatışması bulunan,
bu nedenle kız kaçırma, ölüp
dirilme motifleri ile örülü ve
erkekler tarafından oynanan köy
seyirlik oyunlarından biridir. Kız
kaçırma oyunu; Arapoğlunun kız
kaçırması, ince Arap, efe, gizir,
deve, kadıbaba, dede ile gelin gibi
adlarla Anadolu’nun çeşitli illerinde
oynanmaktadır.
Köklerini Orta Asya ve Anadolu
mitolojilerinden alan kız kaçırma
oyunu, çeşitli yörelerde farklı biçim
ve karakterlerle oynanır. Oynandığı
her yörede bereket, yeniden
canlanma, doğadaki canlılığın yok
oluşu ve kışın gelmesi temaları
işlenir.
Köy meydanlarında ve
sokaklarında oynanan kız kaçırma
oyununun hazırlanma aşamasına
bütün köylü katılır. Bu durumda
en az bir ay önceden köylüye
haber verilir. Düğünlerde oynanan
kız kaçırma oyununun hazırlık
aşamasında ise düğün sahibi
50
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
HALK OYUNU
oyuncuları çağırır. Oyunu en iyi
bilen kişi yönetici olur.
Kız kaçırma oyununda “Kara”
tiplemesi eskiyi simgeler, “Ak” ise
aydınlığın, iyinin, yaz mevsiminin
simgesidir. Oyundaki diğer
karakterler Kızlar ve Kahyadır.
Kara tiplemesi bıyık ve sakal takar,
yüzünü siyaha boyar. Eski bir palto
giyer ve beline kalın bir kuşak
bağlar. “Ak”ın temsilcisi Koca ise
yüzüne ve sakalına un sürerek
beyazlaştırır. Sırtına ve göbeğine
yastık bağlayarak şişman ve
kambur görünür. Üzerindeki geniş
ve eski elbiseye çan takar. Kızları
oynayan iki erkek; üç etek giyer,
başına püsküllü fes, siyah tülbent
ve beline kuşak takar, gözlerine
soba isi ya da kömür karasıyla
sürme çeker, yanaklarını kırmızıya
boyarlar. Kahya rolünü ise oyunun
yöneticisi günlük giysileri ile oynar.
Oyunda kül saçarak meydanı
açan Kara, oluşan karışıklıkta
üremenin, bolluğun simgesi olan
Kızlar’a saldırır ve birini kaçırır.
Koca Kahya’dan kızını bulmasını
ister. Bu olay sürekli tekrar ettiği
için Kahya, her defasında Koca’ya
söylenerek Kızlar’ı bulur. Kahya’nın
Kızlar’ı her buluşunda coşku
başlar. Oyun boyunca Koca’nın
ölmesi, Kızlar’ın ağıtları ve Koca’nın
yeniden dirilmesi döngüsü vardır.
Her dirilme sonrasında Kara ve
Koca’nın yeniden barışmasının
ardından eğlence ve coşku başlar.
Oyun boyunca davul ve zurna ile
sevinç, coşku, yas gibi duygulara
eşlik eden ezgiler çalınır.
Kız kaçırma oyunu, günümüzde
geleneksel kültürdeki yerini
korumakta, yılın belirli
dönemlerinde ve düğün, bayram
gibi özel günlerde, eğlence
amacıyla da oynanmaktadır.
Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı
Araştırma ve Eğitim Genel
Müdürlüğü (aregem.ktb.gov.tr)
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
51
RÖPORTAJ
GAMZE
KAHYAOĞLU
DOĞAN
ILE YENI ÇALIŞMASI PAYE
ÜZERINE KONUŞTUK!
“EVET, BIRAZCIK GEÇ KALDIM ALBÜM IÇIN AMA DIYORUM KI DOĞRU
ZAMAN BUYDU BELKI DE. DAHA ÖNCE OLSAYDI, BELKI BU KADAR BILINÇLI
YÜRÜYEMEYECEKTIM. ŞIMDI ÇIZGIM VAR VE TÜRK HALK MÜZIĞI AÇISINDAN
BU ÇIZGIDE YÜRÜYEBILMEK ÇOK ÖNEMLI. ÇÜNKÜ TÜRK HALK MÜZIĞI DEYINCE
BIRAZ DA KENDINIZDEN SONRA GELENLERE ÖRNEK OLMAK ZORUNDASINIZ.”
52
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
Röportaj:
Mehmet YILMAZ
RÖPORTAJ
“Neden Paye?”. Uzun
röportajımız boyunca
belki de sormadığım
tek soru bu oldu. Ancak diğer
sorularıma aldığım cevaplar
sanki bunun izlerini taşıyordu.
Paye; mertebe, basamak, derece,
rütbe anlamlarına gelen Farsça
bir kelime… Mimaride ise örülerek
yapılmış, tek başına bir bütün
oluşturan ve sütun işlevi gören
taşıyıcı ögeye karşılık geliyor.
Kemer, tonoz, kubbe, galeri ve
büyük açıklıklı çatı örtülerinin
yüklerini taşıtmak için kullanılıyor.
Hangi anlamından bakarsak
bakalım bu sözcük, Gamze
Kahyaoğlu Doğan’a ve yeni
çalışmasının ismine tam oturmuş
görünüyor. Kanımca Doğan, bunca
yıllık birikimini Paye’ye, Paye’yi
de Türk Halk Müziği’ndeki bilinçli
yürüyüşüne sağlam bir taşıyıcı,
bir dayanak ya da sözcüğün
diğer anlamıyla bir mertebe
olarak kullanmış. Kendince ‘doğru
zamanda’ yaptığı bu albümü de
iki Mahzuni Şerif eseri okuyarak
taçlandırmış.
Onunla tanışıklığımız, yaklaşık iki
yıl önce Ankara’da Yenimahalle
Belediyesinin Dört Mevsim tiyatro
salonunda düzenlediği konserle
başladı. Eşi ile birlikte yaptığı
nazik davet üzerine gittiğimiz
konserde doyumsuz bir türkü
gecesi yaşadığımızı dün gibi
anımsıyorum. O gecenin ardından
niyetlendiğimiz röportaj, araya
pandeminin de girmesiyle bu
günlere kaldı. Kim bilir? Belki
hepimiz için ‘doğru zaman’ bu
günlerdir.
“Bu süreç, daha önce deneyimlenmemiş ve
müzikle, sanatla uğraşan insanlar için çok
acı bir süreç oldu. Daha iyi şeyler olabilirdi.
Yardımlaşmada ciddi anlamda eksik kaldık.
Birbirimize karşı eksik kaldık. Empatide,
sağduyuda eksik kaldık. Daha fazla
yardımlaşabilir, daha fazla omuz omuza
olabilirdik. İntihar eden arkadaşlarımızı o
süreçten döndürebilir, hem psikolojik hem
de maddi olarak yardımcı olabilirdik. Çok
acı bir süreç; umarım kısa sürede atlatırız.”
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
53
RÖPORTAJ
E, madem doğru zaman; öyleyse
lafı uzatmayalım, hemen
röportajımıza geçelim…
Nasıl başladı halk müziği
sevdanız?
Aslında ilk önce batı müziği eğitimi
ile müziğe başladım. Ancak
ailemdeki herkes çocukluğumdan
beri halk müziği dinliyor, onunla
ilgileniyorlardı. Evde radyodan
dinlenen de halk müziğiydi, aile
bireyleriyle bir araya gelindiğinde
söylenen de yine türkülerdi. Ben
onlara yeterli gelmiyordum,
söyledikleri türkülerde kendimi
eksik hissetmeye başlamıştım.
Bu nedenle rotamı halk müziğine
çevirdim. Şüphesiz bunda ailemin
de büyük etkisi oldu.
Siyaset bilimi okuduğunuzu
biliyoruz. Neden siyaset bilimi?
Her şeyden önce belirtmeliyim
ki ülkemizde Türk Halk Müziği
yapmak gerçekten zor. Bu
zorluğun içinde lisans eğitimimi
Siyaset Biliminde yapmayı uygun
buldum. Bu eğitimimin, daha
sonraki süreçte müzik hayatımda
da özel hayatımda da bana çok
katkısı oldu. Ancak sanat sizi
hiçbir şekilde bırakmıyor; o beni
bırakmadı, ben de onu… Çünkü
kolay değil ustaları ve türküleri
bırakabilmek ya da onların
yaşadığı hayata ortak olabilmek.
Peki ya müzikal eğitiminiz?
Çok küçük yaşlardan beri müzikal
eğitim alıyorum. Polifonik korolar
ile başladım. Daha sonra çok
kıymetli hocalarla çalıştım;
bunlardan biri de İhsan Öztürk idi.
TRT’de çocuk korolarında, Kültür
Bakanlığında, HAMOY’da yer
aldım. Hayatımın her döneminde
bir koro, bir bağlama, bir nota,
bir solfej mutlaka oldu. Her yaşta
54
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
“Pandemi süreci kendi içimize dönmeyi öğretti bize.
Belki de artılarından biri buydu diye düşünüyorum
çünkü nefes almaya bile vakit bulamazken şimdi
kendi türkülerimi dinlemeye başladım.”
aldım o eğitimi. En iyi hocalarla
bağlantıya geçerek elimden
geldiğince onların dediklerini
yapmaya çalıştım. Konservatuvar
okumadım ve elbette okuyan
arkadaşlarım akademik anlamda
benden daha donanımlılar. Ben de
ustalarımdan edindiğim bilgilerle o
yolda yürümeye devam ediyorum.
Aynı zamanda eşinizin sahibi
olduğu müzik akademisinde de
eğitimcisiniz değil mi?
Evet, eşim konservatuvar mezunu
ve kurucusu olduğu Asya Sanat
Merkezi’nde bağlama eğitmeni.
Aynı merkezde THM koromuz
var ve repertuvar derslerine
ben giriyorum. Hayatı bu şekilde
bölüştük diyebilirim.
Eğitimci yönünüzle gençleri
nasıl görüyorsunuz?
Çok samimi bir ortamda, çok
samimi bir dergide olduğum için
şöyle söyleyeyim; belki ailelere
bir tavsiye niteliğinde olacağı için
biraz daha gerçekçi yaklaşmak
isterim. Aslında tabiri caizse
gençler zehir gibi… Çok zekiler
ve ideallerinin peşinde koşan bir
gençlik görüyorum. Ne isterlerse
onu yapmaya çalışıyorlar, yani
olumlu anlamda inatçılar. Ben
bu özelliklerinin yanında, popüler
kültürün etkisine çok kapılmadan,
kendi kültürümüzün, Anadolu
kültürünün tarihine bakarlarsa,
daha güzel, daha doğru örnekleri
keşfedeceklerine inanıyorum.
“Ailelere büyük görev düşüyor”
Ailelere de çok büyük görevler
düşüyor tabii ki… İlk başta
çocuklarına doğru kişileri
dinletmeleri, doğru ve eğitimli
insanlardan müzik öğrenmelerini
sağlamaları gerekiyor. Çünkü
her alanda olduğu gibi müzik de
şakaya gelecek bir alan değil.
Sanatla uğraşan insanlar özel
insanlardır, sanatla uğraşan
çocuklar özel çocuklardır. O
nedenle aileler kesinlikle onların
yaptıkları işlere kulak kabartmalı
ve sonuna kadar destek olmalılar.
Onca konserler, çalışmalar
yaptınız. Şunu merak ediyoruz;
iki eserden oluşan Paye adlı
çalışmanız için çok beklemediniz
mi?
Evet, birazcık geç kaldım albüm
için ama diyorum ki doğru
zaman buydu belki de. Daha
önce olsaydı, belki bu kadar
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
55
RÖPORTAJ
bilinçli yürüyemeyecektim.
Şimdi çizgim var ve Türk Halk
Müziği açısından bu çizgide
yürüyebilmek çok önemli. Çünkü
Türk Halk Müziği deyince biraz
da kendinizden sonra gelenlere
örnek olmak zorundasınız. Belki
yirmili yaşlarımda o örneği
teşkil edemeyecektim, o ağırlık
olmayacaktı üzerimde. Şimdi o
sorumluluklarımın da farkındayım.
Ustalardan edindiğimiz tecrübeler,
bilgiler, onların oturuşları, duruşları,
her şeyi ile şu anda kafamda daha
net bir çerçeve çizip, o yolda daha
rahat yürüyebiliyorum.
Nasıl karar verdiniz Paye için?
Önceden beri halk müziği içinde
çok çaba gösteriyordum. Asya
Sanat Merkezi’nde repertuar
dersleri veriyordum ve konserler
düzenlemeye başlamıştık. İnsanlar
beni dinlemeye başladıkça
üzerimdeki baskı da arttı.
Çok fazla kişi albüm
konusunda ısrar etmeye
başladı. Sonrasında
bir tanıdığımızın da
bize öncü olmasıyla
yola koyulduk. Yola
koyulduğumuzda da
bir aile dostumuzun
vasıtasıyla sevgili
Volkan Kaplan ile
tanıştık. Ciddi
anlamda
çok güzel
bir çalışma
çıktı
ortaya.
Paye’ye iki tane Mahzuni Şerif
eseri okuyarak taçlandırdım.
‘Taçlandırdım’, diyorum çünkü
Âşık Mahzuni Şerif herkes için çok
önemli bir insan. Hele benim bu
yolda tacım, tahtım. Çok önemli
bir insan benim için, o nedenle
de taçlandırdım diyebiliyorum
rahatlıkla.
Önümüzdeki döneme ilişkin
planlarınızda neler var?
Zaten 25 Aralık’tan beri sürekli
üretmeye dayalı bir yol izliyorum.
Sosyal medyada artık daha
aktifim. Akustik çalışmalarda daha
aktif olmaya çalışıyorum. Sürekli
çalışıyorum, çalışkan bir öğrenci
oldum bu süreçte.
YENI TEKLI ÇALIŞMAM YOLDA
Şimdi bir tekli çalışmam daha
geliyor. Sizin aracılığınız ile ilk kez
buradan duyurmuş olayım.
“HEDEFIM GENÇLER!”
Yaşı belli bir seviyeye
gelen insanlar halk
müziğini dinliyor, çok
da güzel özümsüyor.
Benim amacım,
biraz daha gençlerin
beni dinlemelerini
sağlamak. Onların
beni dinlemesini
istiyorum.
Buradan
da çağrı
yapıyorum;
gençler beni
dinlesin,
en azından
56
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
RÖPORTAJ
“Eserleri incitmeden okumaya çalışıyorum. Çünkü
o ustalar bize o eserleri veriyor. Sonrasında onları
incitmemek gerektiğine inanıyorum o nedenle de
incitmeden okumaya çalışıyorum.”
bir kulak versinler! Çünkü bu
yolda onlara ihtiyaç var. Bizler
çekildiğimiz vakit, onlar bu
yolu sürdürecek olan insanlar.
Bu kültürün devamını onlar
sağlayacaklar.
Müzikte yenilikçi misiniz
gelenekçi mi?
Zor bir soru… Aslında ben daha
çok gelenekçiyim. Tabii ki bu,
yeniliklere kapalı olduğum
anlamına gelmiyor. Elbette yeni
çalışmalardan kendime pay
almaya çalışıyorum ama ben,
geleneği bozmadan devam etmek
istiyorum. Çünkü o eserleri bize,
o ustalar veriyor. Sonrasında
onları incitmemek gerektiğine
inanıyorum. O nedenle, incitmeden
okumaya çalışıyorum. Onların
bana büyük bir emaneti, sanki
bir elmasmış gibi, o elması ileriye
taşımaya çalışıyorum. O nedenle
belki gelenekçiyiz diyebiliriz.
Ama kullandığımız teknolojiler
açısından müziğe değişik efektler
katılabiliyor, ezgilere eklenebiliyor.
Bu anlamda da yeniliğe karşı
değilim, ama yine de geleneği
bozmadan, diyorum.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
57
MÜZİSYEN
ANKARA’DA GENÇ VE BAŞARILI BIR ARANJÖR
MERTCAN
KILIÇ
BEN HER ŞEYDEN ÖNCE BIR MÜZISYENIM. KENDIMCE TEKNIKLER GELIŞTIRDIM,
BESTE ÇALIŞMALARI YAPTIM VE BUNLARIN DAHA DUYULUR, DAHA DERLI
TOPLU OLMASI GEREKIYORDU. ÜSTELIK KAFAMDA KURGULADIĞIM ŞEKILDE
OLMALIYDI. BU NEDENLE ARANJÖRLÜĞÜ YAPMAM ÖNEMLIYDI.
58
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
Röportaj:
Elif KAVLAK
MÜZİSYEN
Müzik yolculuğunda merdiven
basamaklarını genç yaşında birer
birer çıkan, yeniliklere açık ve
yaratıcı bir aranjör Mertcan Kılıç.
Öyle ki, henüz çocukken
öğrenmeye başladığı bağlama
enstrümanının yanında, pek
çok enstrümanı icra etmeyi
de öğrenmiş. Sonrasında
enstrümanlarını da kendisi
yapmaya başlamış. Şimdi ise
kurucusu olduğu, Ses ve Akustik
kayıt stüdyosu olan M-Sound’da
aranjörlüğe devam ediyor.
Bu yolculuğun detaylarını
Mertcan Kılıçtan öğreniyoruz.
1991 yılında Ankara doğumluyum.
Müziğe olan ilgim 5 yaşlarında
başladı desem yanlış olmaz.
Daha o yaşlarda iken, sobada
yakılmak üzere, sitelerde bulunan
eniştemin dükkanından gelen
çeşitli şekil ve boylardaki ağaçları
tek tek seçerdim. Salonda
bulunan halının üzerindeki motif
ve çizgileri kendime kılavuz olarak
kullanarak, bu ağaç parçalarını
bağlama gövdesine benzer bir
şekilde dizerdim. Tellerini ise paket
lastiklerinden yapar kendimce
çalardım. Kasetçalardan Arif
Sağ hocamızı açar ve sanki ben
söylüyormuşum gibi yapardım.
Bunları gören babam bir gün,
elinde bana uygun büyüklükte
bir bağlama ile geldi. “Artık ağaç
parçalarıyla uğraşmana gerek
yok” dedi. O günkü sevincimi
sanırım ifade edebilmem çok güç.
Ailede başka müzikle ilgilenen
kişiler var mıydı?
Evet, ağabeyim, dayım ve
kuzenim bağlama çalıyorlardı.
Hatta ağabeyimin kendi aldığı
daha profesyonel bir bağlaması
da vardı. Ağabeyim çalarken
sürekli onun ellerine bakardım.
Sonra o okula gidince de onun
bağlamasını alıp çalmaya, hatta
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
59
MÜZİSYEN
akort yapmaya çalışırdım.
Bu arada, bilmediğimden dolayı
da teli koparırdım. Ağabeyim
hemen her gün tel değiştirmeye
götürürdü bağlamayı ama
bana en ufak bir sitemde dahi
bulunmadı. Uzun yıllar sonra
anladım ki, benim şevkimi
kırmamak adına katlandı bunlara.
Ailemin bana olan destekleri
beni çok güçlü kıldı bu müzik
yolculuğumda ve bugünün
temelleri işte orada atıldı.
Müzisyen olarak ilk sahne
deneyimi diyebileceğin bir yer
var mı?
Olmaz mı? Hem ilk sahnem
diyebileceğim hem de evet
ben müzisyen olacağım diye
karar verdiğim bir yer. İlkokul
birinci sınıfın sonunda okuma
bayramı adı altında bir etkinlik
düzenleniyordu. Bu etkinlikte bir
müzik grubu da sahnedeydi ve
benim dünya ile ilişiğim kesilmiş,
tüm dikkatim ve hayranlığımla
sahneyi izliyordum. Bu durum
grubun solistinin ilgisini çekmiş
olacak ki, yanıma geldi ve “sen çok
mu seviyorsun müziği” dedi. Evet
bende türkü söylemek istiyorum
dedim. Tabi ki söyleyebilirsin dedi
ve beni sahneye çıkardılar. Yol
ver dağlar türküsünü okudum,
bütün salon ayakta alkışladılar
beni. İşte o an kararımı verdim.
Ben müzisyen olacağım. Sonraki
yıllarda ise okul koroları, okul
konserleri gibi etkinliklere katıldım
ve sekiz yıl profesyonel halk
oyunları eğitimi aldım ve oynadım.
Çocukluğunuzdaki enstrüman
yapım merakınızın halı üzerinde
başladığını öğrendik sizden, peki
ya sonrası…
Sonrasında Metin Kurt ve Yüksel
Ayoğlu hocalarımdan bağlama
ve nota üzerine eğitimler
aldıktan sonra, enstrümanların
matematiksel mantığını da
öğrenmiş oldum. Benim Hayalim
Gitar yapmaktı. Evimize yakın bir
yerde Kenan Abinin atölyesi vardı.
O zamanki Yaprak Müziğin Sahibi
Kenan Bozkurt. Şu an ASM Müzik
Merkezinde bağlama üretimine
devam ediyor Kenan Usta. Hemen
Kenan abinin yanına gidip durumu
anlattım. Bana çok destek oldu
ve gitarı birlikte yaptık. Okul
niteliğinde ve daima öğrenerek
üretme niteliğindeydi Kenan Abinin
atölyesi. Her şeyi ondan öğrendim
diyebilirim. Şimdi Bağlama, Klasik
Kemençe, Karadeniz Kemençesi
ve uzak doğu enstrümanı Erhu
yapıyorum. Ayrıca özel bir kolejde
ahşap tasarım ve çalgı yapımı
eğitmenliği yapıyorum.
60
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
MÜZİSYEN
Aranjörlük isteğiniz nasıl oluştu?
Orkestra müziği oldum olası ilgimi
çekmiştir. Bu nedenle birçok
enstrümanı çalmayı öğrenmiştim.
Lise yıllarında ise bir müzik grubu
kurmuştuk. Ben bağlama çalıp
türkü okuyordum. Sonrasında
bu grup içinde bateri eksikliğini
hissettik ve ben o gün bateri
dersleri almaya başladım. Bugün
bile sahnelerde, solistlere bateriyle
eşlik ediyorum. Bütün bunların
içinde olarak, farklı enstrümanların
aynı eserde bir ahenk oluşturması
beni aranjörlüğe iten asıl sebep
oldu. İkinci nedeni ise ben her
şeyden önce bir müzisyenim.
Kendimce teknikler geliştirdim,
beste çalışmaları yaptım ve
bunların daha duyulur, daha
derli, toplu olması gerekiyordu
ve kafamda kurguladığım
şekliyle olmalıydı. Bu nedenle
Aranjörlüğü yapmam Önemliydi.
Zaten bugünkü M-sound, o günün
hayaliydi bende.
O halde gelelim hayalinize…
okurlarımıza anlatır mısınız?
Nedir M-Sound?
M-Sound, Ankara dikmende
kurmuş olduğum bir ses
kayıt stüdyosu. Albümler, özel
seslendirmeler, gibi pek çok
alanda ses kayıt ve aranje hizmeti
veriyoruz. Aynı zamanda son
dönemde revaçta olan akustik
çalışmalar için de de gerekli
donanıma sahip bir yer. İçinde
büyük olmasa da yeteri kadar bir
çekim stüdyomuz var. Burada arzu
eden kişiler için, sosyal medya
yayınları ve canlı performanslar da
almaktayız. Arkadaşım Ozan Çiçek
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
61
MÜZİSYEN
ile birlikte yürütüyoruz. Akustik
kayıtlar da yapıyoruz. Günümüzde
en çok talep gören çalışma, canlı
performanslar oluyor. Çünkü
doğrusuyla yanlışıyla insanlara
daha samimi geliyor. Çoğunlukla
müzisyen arkadaşlarımın tercihi
bu yönde.
Artık dergimizin röportajlarını
da M-Sound stüdyosunda
gerçekleştiriyoruz.
Evet, bu anlamda kültüre hizmet
eden, sizin gibi saygın bir
yayın kuruluşunu M-Sound da
ağırlamaktan çok mutluyuz. Sizde
bize hoş geldiniz.
Hangisi daha zor sizce?
Enstrümanı çalmak mı? Yapmak
mı? Aranje etmek mi?
Enstrüman yapmak da icra etmek
de aranjörlük de birbirinden
zor üç dal. Ama içinden birini
seçmem gerekirse, aranjörlüğü
daha zor buluyorum kendi adıma.
Çünkü enstrümanı yapmak
teknik anlamda bazı standartlara
oturmuş durumda. Geriye uygun
el aletleri, uygun ağaçlar ve el
yatkınlığı kalıyor. İcra etmek
dersek, bir enstrüman, notasyonu
belli. Biraz vakit geçirerek, etütler
yaparak, başlangıç, orta ve ileri
seviyede icra edebiliyoruz. Ama
her yeni aranjeye başladığımızda,
adeta her seferinde sıfırlanıyoruz.
Her şarkının karakteri, etkisi, farklı
olduğu için daha zor diyebilirim.
Pandemi süreci sizi nasıl
etkiledi?
Bir yıl önce stüdyomuz yapım
aşamasındayken pandamı
süreci başladı. Daha önceden
almış olduğum albüm işleri ileri
tarihlere ertelenmek ya da iptal
edilmek zorunda kaldı. Tabi ki,
olumsuz yönde etkilendik. Bir
yıldır sahnelerimiz kapalı. Stüdyo
çalışmalarımız sekteye uğradı.
Pandemi süreci en çok bizim
sektörümüzü olumsuz yönde
etkiledi. Tez zamanda bu süreci hep
birlikte atlatmayı ümit ediyorum.
Derginizde yer verdiğiniz için kendi
adıma ve M-Sound ailesi olarak
teşekkür ederim.
62
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
KONUK YAZAR
TÜRKÜLER
KARDEŞTİR
UMUT ÖZKAN
BÜTÜN BU ÇEŞITLILIKLER IÇINDE ORTAYA
ÇIKAN, HER YÖREDE ANA SÜTÜ GIBI CANDAN
VE ANA SÜTÜ GIBI TEMIZ OLAN TÜRKÜLER
KARDEŞLIĞIMIZIN, BIRLIKTELIĞIMIZIN,
DOSTLUĞUMUZUN TEMINATIDIR. O
YÜZDEN BIRAKIN BENZEŞSINLER, BIRAKIN
AYNILAŞSINLAR. HEPSI BU TOPRAKLARIN
ZENGINLIĞIDIR.
“Türküler kardeştir” sözü
beni hep ünlü derlemeciler
Muzaffer Sarısözen, Nida
Tüfekçi ve Yücel Paşmakçı ile
Anadolu’da türkülerle yolculuğa
çıkarmıştır. Bu yolculuk il il, ilçe
ilçe, yöre yöre sözlü geleneğimizin
en büyük aktarıcısı türkülerin
aydınlığında olmuştur. Türkülerde
kardeşlik tezinin temeli halk
müziğimizin “varyantlaşma”
kavramı üzerine kurulmuştur.
Tanım olarak türkülerin benzerliği,
eş anlamlılığıdır. Türkü hikâyede,
ezgide, usulde benzerlikler
taşır. Bölge, yöre, coğrafya
olarak izdüşümünde insanoğlu,
coğrafyaları, yöreleri sözlü kültürle
64
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
KONUK YAZAR
yakınlaştırmış, dost ve kardeş
kılmıştır.
Bir türkünün içtenliği, “insan
sıcaklığıyla” aynıdır. Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun Türküler Dolusu şiiri
hemen aklıma gelir. Eyüboğlu’nun
bu şiiri tema olarak yüzyıllardır
nesilden nesle, dilden dile
aktarılarak bugünlere gelmiştir.
Şiir türkülerimizdeki içtenliğin
anlatıIdığı dizelerle doludur. Şair,
birçok dörtlükte halk türkülerinden
övgüyle bahseder. Önce şairim
şair olmasına / Canım kurban
şiirin hasına gerçeğine /… Köy
türküsü işitmesin, şairliğinden
utanır. Sadece Bedri Rahmi
Eyüboğlu mu? Türk edebiyatının
ustalarından Beş Şehir’in yazarı
Ahmet Hamdi Tanpınar da öyle.
Burada bugüne kadar gelen bir
anekdotu aktarayım: Tanpınar,
Türk edebiyat tarihinin temel
taşı Ülkü dergisinde yöneticidir.
Aşık Veysel, Sivas’ta düzenlenen
Aşıklar Bayramı’nda eserlerini
seslendirir. İlki Muzaffer Sarısözen
öncülüğünde, ikincisi Sivas’ın
efsane millî eğitim müdürü Ahmet
Kutsi Tecer›in destekleriyle. Tecer,
Veysel’i Sivas’ın Sivrialan’ında
bulup ortaya çıkaran insandır.
O gün Sivas bayram yerine
dönmüştür. Veysel’in o gün
dile getirdiği eser Ahmet Kutsi
Tecer tarafından Ülkü dergisine
yayımlanmak üzere gönderilir.
Tanpınar, şiire bir bakar ve gözleri
dolarak okur. “Yine bir mektup
geldi gül yüzlü yardan/Gözletme
yolları gel deyi yazmış.” Sonra “Ben
en iyisi bir daha şiir yazmayayım.”
diyerek Veysel’e iltifat eder.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat
Fakültesinde hocamız Mehmet
Özbek’ti. “Türküler dayı, yeğen
gibidir.” derdi. Türkülerin
yörelerine baktığımızda Elazığ
(Harput), Mezire nere; Ordu (Ünye)
nere? Zaman zaman Ordu’nun
Akkuş ilçesine de gidersiniz aynı
türküdeki geçişkenlikle. Zaman
zaman Elazığ’ın Meziresi’nden
Malatya’nın Arapkir ilçesine
yol alırsınız. Eğin’e uzanırsınız
bir ezgiyle. Biri Elazığ’ın ilçesi
Mezire’den yola çıkar, diğeri
ise Ordu, Ünye’den. Sözler aynı,
hikâyede söz sanatları bakımından
benzerlikler var, ezgi ve tınısı
aynı, estetik bakımdan yöreyi
yansıtıyor. Bunlar nasıl buluşur,
nasıl ortaya çıkar? Araştırmacılar
bunu halk müziğinde varyantlaşma
konusunun tipik örneği olarak
isimlendirir. Bu türküleri sözleriyle,
hikâyeleriyle, olay kurgusu ve
kahramanlarıyla birbirleriyle
hemhal olmuştur. Bir Karadeniz
coğrafyası eseri olarak “Ünye’den
çıktım” Tuğrul Şan’ın sesinden
Ordu’nun ilçelerini gezer olmuştur.
Kimi zaman Ünye’de, zaman zaman
Akkuş’ta gezer. Cevizderesi’nde
öldürülen türkü kahramanı o
türküyle kişileştirilmiştir. Muzaffer
Ertürk’ün sesiyle Harput’ta gezen
Mezireden Çıktım türküsünde ise
yörede Kalenin Dibi adı verilen
yerde öldürülen türkü kahramanı
bu türküyle ölümsüzleşmiştir.
Coğrafi olarak Ordu ilinin
iki büyük ilçesi, diğer tarafta
Doğu Anadolu illerimizden
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
65
KONUK YAZAR
Elazığ (Harput)’. Elazığ’ın ilçesi
“Mezire’den çıktım” olarak yörede
bilinen türkü kişileştirilerek kimi
zaman Mezire adlı bölgede gezer,
kimi zaman benzer ezgilerle,
sözlerle ve hikâyelerle yörede
Arapkir’de “Cankurtaran” adlı
bölgede gezer. İşte o yüzden Elazığ
(Harput) nere, Ordu nere diyorum.
Türküler, halk edebiyatımızın
sözlü kültür ögelerindendir.
Yani durağan, hareketsiz kültür
taşıyıcıları değildir. Dinamiktir.
Coğrafyaları, bölgeleri, şehirleri
gezer. Nesillerin sosyal
ilişkilerinden, akrabalıklarından,
ticari faaliyetlerinden, kız alıp
vermelerinden birçok ilişkiden
kaynaklanır. Çoğu zaman
kişileştirilmiş ve kutsanmıştır. O
yüzden türküler canlıdır. Anadolu;
ana ve dolu sözcüğüyle Türk
mitolojisinde bir araya gelmiş
üretmenin, yaratmanın adı olarak
sembolleşmiştir. Karadeniz
coğrafyasında halk müziği
derlemeleri yapıIırken coğrafyanın
söze, ezgiye, yansıdığı görülür.
“Ünye’den çıktım” Mehmet Özbek
tarafından derlenmiş, İhsan
Tunç’tan alınmıştır. Coğrafyanın
sertliği sözlü kültür unsurlarında
hep görülür. Özelikle türkülerde
hemen görülür. “Mezire’den
çıktım”da Harput’un Doğu
Anadolu’nun ağır, sert havası da
türküde görülür. TRT sanatçısı
Muzaffer Ertürk tarafından
söylenmiştir. Her türkünün
bir halk edebiyatı yönü vardır.
Folklorumuzu da içine alan her
türkünün bir hikâyesi vardır. Hem
Ünye’den yola çıkılarak yakılan
ağıtın hem de Mezire’den yola
çıkılarak orta çıkan öykünün bir
hikâye haritası vardır. Türkünün
hikâyesinin kahramanları, yeri,
zamanı, olay örgüsü vardır.
“Mezire’den çıktım” adlı türkünün
öyküsü eserin adından da belli
olduğu gibi Elazığ’ın Mezire
ilçesinde geçmektedir. Burası
Tunceli sınırında bir yerleşim
merkezi. Muhtemelen 1940’lı
yıllar, kahramanları yörede kâtip
Mehmet ve Fikri adlı kabadayı.
Elazığ Tahrirat Kaleminde küçük
bir memur olan Mehmet ismindeki
gencin Fikri ismindeki bir genç
tarafından öldürülmesi üzerine
yakılan bir türküdür
Mezire’den çıktım ağrıyor başım
Harput’a varmadan sarıldı naşım
İntikamım alsın bacım kardaşım
Di değme değme de yarem derindir
Yaram eyolursa mevla kerimdir
…
Ünye’den yakılan Türkünün
hşkayesi de Harput’ta yakılan
türkünün hikayesine benzerdir.
Tanınmış ve yiğitliği ile meşhur
İç Ağası Mustafa adına Ünyeliler
tarafından yakılan türküdür bu.
Ünye’den çıktım da başım selamet
Cevizderesi’nde koptu kıyamet
Gadın gız gardaşım sana emanet
Ağla anam ağla sen bana ağla
Çifte doktor getir yaremi bağla
66
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
KONUK YAZAR
Kimileri tarafından bu iki olayı
anlatan türküler arasındaki
geçişkenlik sözlü kültür olarak
taşınması yöreye giden çerçilerce
yapılmıştır da deniliyor, kervanlar
ile yapılan ticaret sırasında
da deniyor. Eski Harput’tan,
folklor sahalarından, Eğin’den
bir örnek verecek olursak
“Bahçada yeşil hıyar” diye
başlayan türkü İstanbul’da “yeşil
çınar” olmuştur. Yine Eğin’den
Mustafa Özgül hocamızın
Ankara Demirlibahçe’deki
evinde halk bilim hocamızın
verdiği ödevi hazırlamak için
buluşmuştuk. Yanımızda Eğin’in
ünlü klarnetçisi Necmettin Erol
vardı, o anlattı, ben yazdım. O
ara konu varyantlaşmaya geldi.
Yörede “Mezire’den çıktım”,
“Arapkir’den çıktım” adlarıyla
söylenen bir türkünün bir
varyantının Süpürgeci İsmail’in
hikayesi olarak bilindiğini anlattı.
TRT repertuvarına da kendisinin
kaydettiğini anlattı. Ayrılıkla
sonuçlanan bir aşk hikâyesiydi. Bu
türküler arasında söz, ezgi, usul ve
hikâyeler bakımından geçişkenlik
vardır. Bu konuyu hocaların
hocası Pertev Naili Boratav, türkü
çeşitliliği yaratmak için kullanılmış
geleneksel bir yöntem olarak görür.
Yine Prof. Dr. İlhan Başgöz, folklor
yazılarında varyantlaşmayı bir
halk edebiyatı zenginliği olarak
görür. Kaynaklarda türkünün
sözlerinde, ezgisinde, usulünde
görünen değişiklik olarak yer alır.
Kaynak kişiler ve derleyen de bu
değişikliğe sebep olur. Hikâyede,
ezgide, usulde ve sözlerde yapılan
değişiklik yörede kalıplaşmış ise
değişiklik zor yapılır.
Bütün bu çeşitlilikler içinde ortaya
çıkan, her yörede ana sütü gibi
candan ve ana sütü gibi temiz
olan türküler kardeşliğimizin,
birlikteliğimizin, dostluğumuzun
teminatıdır. O yüzden bırakın
benzeşsinler, bırakın aynılaşsınlar.
Hepsi bu toprakların zenginliğidir.
KAYNAKÇA
BAŞGÖZ, İlhan. Folklor Yazıları.
İstanbul: Adam Yayınları, 1986
BORATAV, Pertev Naili. 100
Soruda Türk Halk Edebiyatı.
İstanbul: Gerçek Yayınları, 1995
BORATAV, Pertev Naili. Folklor ve
Edebiyat, 2. Cilt. İstanbul: Adam
Yayınları, 1991
ÇOBANOĞLU, Özkul. Halk Bilimi
Kuramları ve Araştırma Yöntemleri
Tarihine Giriş, Akçağ Yayınevi
2002
ÖZKAN, Umut. Harput senfonisi.
Ankara: Türkü Life Dergisi
TARLABAŞI, Burhan. Kültür
Bakanlığı Yayınları, 1996
TDK SÖZLÜK. Ankara Tdk
Yayınları
TURHAN, Salih. Anadolu Ezgileri
ve Türküleri. Ankara, 1995
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
67
AKTÜEL
TÜRKIYE’NIN CUMHURIYET’LE YAŞIT AYDINI
PROF. DR. İLHAN
BAŞGÖZ TÜRKIYE’DE
“BEN CUMHURIYET ILE YAŞITIM, SIZE ANLATACAKLARIM YALNIZ DUYUP
IŞITTIKLERIM, OKUYUP ÖĞRENDIKLERIM DEĞIL, AYNI ZAMANDA KENDI
HAYAT HIKAYEM OLACAKTIR.”
ABD’de yaşayan ve kanser
tedavisinin Türkiye’de
devam etmesini isteyen
98 yaşındaki Türk Halkbilimci
Prof. Dr. İlhan Başgöz, Ocak ayının
başında Sağlık Bakanlığı’na ait
ambulans uçakla Ankara’ya
getirildi.
Basın mensuplarına açıklama
yapan Prof. Dr. Başgöz, “33
sene yurt dışında çalıştım.
Yorgunluğun içindeyim.
Memleketime dönmenin sevincini
Enver Gökçe’nin dizesiyle
anlatacağım; “Senin emekçin
olaydım / Şen olası türküsü / Dost
kokusu, dost selamı Türkiye…” dedi.
Halen tedavisi devam eden
Cumhuriyet ile yaşıt bu değerli
halkbilimci, 19 Mayıs 1919’un 100.
68
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
AKTÜEL
yılı münasebetiyle düzenlenen
bir etkinlik için yazıya döktüğü
(sağlığı elvermediği için konuşma
yapamamıştır.) konuşmasında
şöyle diyordu:
“Ben Cumhuriyet ile yaşıtım, size
anlatacaklarım yalnız duyup
işittiklerim, okuyup öğrendiklerim
değil, aynı zamanda kendi hayat
hikayem olacaktır.
… Değerli dinleyiciler size Atatürklü
yıllardan unutamadığım bir olayı
daha anlatacağım. 1930’lu yılların
başında sanıyorum, Atatürk, gece
geç vakit Mısır Büyükelçiliğini
ziyaret eder. Sabaha kadar
yenir, içilir, eğlenilir. Güneş
doğarken Atatürk Mısır elçisini
balkona çağırır ve şunları söyler.
“Buradan güneşin doğuşunu
nasıl görüyorsam, esir milletlerin
de birer birer kurtulacaklarını
ve bağımsızlıklarını elde
edeceklerini öyle görüyorum.”
Atatürklü Cumhuriyet her zaman
müstemlekecilere karşıt, küçük
devletlerden yana, onurlu bir
politika uygulamıştır. Cezayirli
gençler Fransız müstemlekecilere
karşı kanlı bir savaş verirken
ellerinde Mustafa Kemal’in resmini
taşıyordu.
Hindistan bağımsızlığının
büyük lideri Gandi İngiliz
parlamentosunda şöyle
konuşuyordu: “Haydi beni
tutuklayın, ama tutuklamakla iş
bitmiyor. İşte Türkler kendi cenaze
törenleri için hazırlanan tabutu
istilacıların başında parçaladı.”
Pakistan’ın ilk cumhurbaşkanı
Muhammed Ali Cinnah 30 ağustos
zaferimiz üzerine şöyle diyecekti:
“Bu zafer bütün esir milletlerin
zaferidir.”
İngiliz başbakanı Lloyd George,
Çanakkale savaşının en büyük
destekçisi idi. Türkler koca İngiliz
İmparatorluğunu Çanakkale’de
dize getirince Lloyd George
parlamentoda şöyle konuşacaktı:
“Tarih nadiren dahi yetiştirir, bizim
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
69
AKTÜEL
talihsizliğimiz şu ki böyle bir dâhiyi
bugün Türk milleti yetiştirmiştir, ne
yapsak, ne tarafa gitsek Mustafa
Kemal’in iradesini kıramadık, ben
istifa ediyorum.”
Değerli dinleyicilerim ben yüz
yaşına yaklaşmış bir faniyim.
Öyle zannediyorum ki İngilizce,
Türkçe, Fransızca kitaplarım,
makalelerim ve Amerika’da
Norveç’te, Rusya’da, İngiltere’de,
İran’da ve Türkiye’nin birçok
kentinde yaptığım konuşmalarımla
bu kadar güçlüklerle bana emanet
edildiğine inandığım Cumhuriyete
karşı görevimi yaptım.
Genç arkadaşlarım, Atatürk
Cumhuriyeti özellikle sizlere
emanet etmiştir. Onu çağdaş
ve gelişmiş memleketlerin
daha yücesine çıkarmak sizin
çalışmalarınıza ve gayretinize
bakıyor. Bu görevi başaracağınıza
ben inanıyorum. Konuşmamı
bitirirken hepinizi sevgi ve saygı ile
selamlıyorum.”
İLHAN BAŞGÖZ KIMDIR?
Halkbilimci, Akademisyen,
Profesör, Araştırmacı Yazar,
Çevirmendir. 1923, Sivas/Gemerek
doğumludur.
On bir yaşındayken ailesi
Sivas’ın merkezine göç edince
ilk ve ortaöğrenimini burada
tamamladı. Yükseköğrenimini
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nde (1945) yaptı.
Aynı fakültede 1946’dan 1950’ye
kadar Prof. Pertev Naili Boratav’ın
asistanı olarak çalıştı. 1948’de
kurulan Türk Folkloru ve Halk
Edebiyatı Kürsüsü’nün düzenlediği
araştırmalara katıldı, doktora
çalışmasına başladı.
“Biyografik Türk Halk Hikâyeleri
/ Kahramanları, Teşekkülleri,
Saz Şairlerinin Eserleri ile
Münasebetleri” adlı tez
çalışmasıyla doktora çalışmasını
tamamladı.
70
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
AKTÜEL
1943 yılından itibaren, başta Doğu
Anadolu Bölgesi (Kars ve Erzurum)
olmak üzere, pek çok yerden
derlediği destan, halk öyküleri,
atasözleri, bilmeceler, türkülerin
yanı sıra gölge oyunu, kukla, halk
dansları konulu filmlerden oluşan
zengin bir belgelik oluşturdu.
1950’de özel bir yasa ile Folklor
ve Halk Edebiyatı Kürsüsü’nün
kapatılması üzerine Tokat Lisesi’ne
edebiyat öğretmeni olarak atandı;
ancak iki yıl sonra öğretmenlikten
de çıkarıldı.
1960’ta Amerika Birleşik
Devletleri’ne giderek Los
Angeles ve California Berkeley
Üniversitesi’nde araştırmacı
olarak çalıştı. 1965’te Indiana
Üniversitesi’nin Ural-Altay Dilleri
Bölümü’nde öğretim üyesi
oldu. 1967’de doçentliğe, 1976’da
profesörlüğe yükseldi.
Emekli olduktan sonra Türkiye’de
Bilkent, Van Yüzüncü Yıl ve
ODTÜ’de dersler veren Başgöz,
Türk halk kültürü üzerine yaptığı
araştırmaları ve yazdığı kitapları
ile bu alanda hayattaki en önemli
Türk halk bilimci olarak tanınıyor.
Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün Türk
Halk Kültürü üzerine yayınladığı
kitaplarından bazıları şunlardır:
Doğu Anadolu’da Folklor
Derlemeleri (1947)
İzahlı Türk Halk Edebiyatı
Antolojisi (1956)
Manilerimizden (1957)
Köroğlu (1959)
Karac’oğlan (1977)
Geçmişten Günümüze
Nasrettin Hoca
Folklor Yazıları (1987)
Yunus Emre (1990)
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
71
TÜRKÜ HİKAYESİ
ZIYA’NIN
TÜRKÜSÜ
SEVGILIYE YAKILAN AĞITIN AZ BILINEN HIKAYESI
“Fikriye ve ailesi; Ziya’yınan nişannamadan Önce Ali Hoca’nın
Gızıldepi’ye imam durmasıyla orıya yelleşdiler. Fikriye çok gözel…
Boylu poslu, uzun saçlı… Ziya’ynan birbirlerini çok hazederler…
Fikriye’nin çok gözel ve gür bi sesi varidi. Eyi ilâhî ederidi.”
72
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
TÜRKÜ HİKAYESİ
Yozgat deyince akla ilk
gelen türkülerden biridir
Ziya’nın Türküsü. Dilimize
“ham meyvayı kopardılar dalından”
dizesiyle pelesenk olmuştur. Hani
pek çok türkünün ardında vuslata
eremeden biten bir aşk hikâyesi
yatar ya, işte Ziya’nın Türküsü (ya
da bilinen diğer adıyla Ziya’nın
Ağıtı) böyle bir türküdür. Yaşanmış
bir öykünün, yürekten taşıp dile
gelmiş halidir…
“Ziya (soyadı Çalışkan), Karacalar
Köyü’nden bir yiğit delikanlı. Gaşı
gözü sülük gibi… Çok yakışıhlıydı.
Uzun, boylu poslu… Edirafı
tarafından çok sevilirdi. Çevrede
onu tanımayan yoh gibiydi. Çok iyi
ata biner ve çok iyi cirit oynardı.”
Ablası Tekmile Yıldırım ondan bu
sözlerle bahsetmişti; türkünün
gerçek hikayesinin peşinde koşan
Mustafa Uslu’ya…
Mustafa Uslu, Milli Folklor
dergisinde (yılı ve sayısı bilinmiyor)
kaleme aldığı “Çamlık’ın Başında
Tüter Bir Tütün veya Bilinmeyen
Şekliyle Ziya’nın Türküsü ve
Hikayesi” başlıklı makalesinde
Ziya’nın ablası Tekmile Yıldırım ile
yaptığı röportaja geniş yer veriyor.
Uslu, türkünün gerçek hikayesiyle
ilgili araştırmalarında ve kaynak
kişi arayışlarının nihayetinde,
yaşanmış bu acı olayın canlı
tanıklarından biri olan Ziya’nın
ablası Tekmile’ye ulaşıyor ve
makalesinde olan biteni onun
ağzından şöyle aktarıyor:
“Ziya ile sevdiği Fikriye (gızlık
soyadı Çevik idi.) akraba
çocukları… İkisi de Garacalar
Köyü›nden. Akrabalıkları Fikriye›nin
anası tarafından ileri geliyo. Senin
anıyacaan Ziya ile Fikriye’nin
anaları emmi gızları… Fikriye’nin
babası bizim köyden (Garacalar
Köyü)… İmam Ali Hoca. Derin bi
hocaydı… Bu düşünce benim
daal, hepiciğimizin, bilenlerin ve
köylülerin… Ali Hoca ölmeden
önce imam durduğu Gızıltepe
Köyü›nden Garacalar’a geldi.
Orada öldü. Fikriye ve ailesi;
Ziyayınan nişannamadan Önce
Ali Hoca’nm Gızıldepi’ye imam
durmasıyla orıya yelleşdiler. Fikriye
(Ziya’nın nı- şannısı) çok gozel…
Boylu poslu, uzun saçlı. Ziyaynan
birbirlerini çok hazederler.
Fikriye’nin çok gozel ve gür bi sesi
varidi. Eyi ilâhî ederdi. Fikriyeler’in
evi Garacalar Köyünde Habeşin
oğlunun evinin ordaydı. Evlerinin
aralığından da köyün mezerliği
eyice görünürdü. … Ailecek
birbirimize gedip gelirdik.. Senin
anıyacan birbirimize bek yakınıdıh.
Ekin sularken üşütmüş! Garın
ağrısından da şekayet ederdi.
Tohdura bek getmek isdemedi.
Gözel bi esbap dikindiyidi o
zamanlar. Gendi de keleş mi keleş,
o esbabı geyince daha keleş
olurdu. O halde tohtura getmiye
ırazı edebildik. O zamanlar
şindiki gibi tohdur, ilaç, hap, iğne
nerde... Geddi geldi bi hafda
kendini bilmez bi halde ölü gibi
yaddı… Hepiciğimiz başmdaydıh,
Fikriyeynen nışannandıhdan sona
hasdalandı. Fikriyeler o sırada
Gızıldepe Köyündeler. Geleninen
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
73
TÜRKÜ HİKAYESİ
gideninen nışannısı Ziya’dan
hâ- ber alırmış. Fikriye’ye haber
götürennerden biri de Gızıldepe
Köyü›nden Mehmet (Mehmet
Kılıç). O hasda halindeyiken
babam başında; Allahım oğlumu
eşinden ayırma, derdi; Ziya da o
haliyle babama gatılırdı… Başga
heş gonuşmadı. Yatağa düşdüğü
hafdanın başında öldü.”
Abla Tekmile Yıldırım, bu röportajın
yapıldığı dönemde Fikriye’nin, 75-
76 yaşlarında olduğunu, halen
sağ olup Alaca’da yaşadığını
da sözlerine ekliyor. Ayrıca,
Fikriye’yi Ziya öldükten sona
akrabalarından “eğitmenin
mısdafayınan” (Öğretmen Mustafa
Demir) everdiklerini, eğitmenin
mısdafanın, eğitmenliğin yanında
Sarıkaya ve Yerköy’de de
tahsildarlık yaptığını söylüyor.
Yazar Necati Şahin ise Yozgat
Dîvânı’nın 2001 yılı güz sayısında
yayınlanan “Ziya’nın Ağıdı” adlı
yazısında Ziya’nın nişanlısı
Fikriye ile birebir görüştüğünü ve
türkünün asıl hikayesini ilk ağızdan
dinlediğini ifade ediyor.
Şahin’in aktarımına göre Fikriye
Hanım, Ziya’nın ölüm haberini
aldığı anı şöyle dile getiriyor:
“Bir anda sanki her şey değişti.
Dert ağlatır aşk söyletir derler
ya, ben hem ağladım, hem
söyledim. Akşamları yatağıma
yatıyorum, ama uyku nerde?
Hudayı Rabbani, benim gönlüme
görmediğim, duymadığım şeyleri
dolduruyor. Ben ömrümde deniz
görmedim, gemi de görmedim.
Dilimden; “Uzun olur gemilerin
direği / Yanık olur anaların yüreği”,
mısraları dökülüyor. Bunlar Hudayı
Rabbani’nin nimeti…”
Fikriye Hanım’ın, yüreği nişanlısı
Ziya’nın ölüm haberinin acısıyla
çırpınırken dudaklarından dökülen
bu ağıt, onlarca sanatçının
nağmelerinde, günümüze kadar
ulaşmıştır. Biz de sizler için;
Yozgatlılar tarafından “Çamlık’ın
Başında Tüter Bir Tütün” adıyla
bilinen ve aslı ağıt olan bu
türkünün halk arasında en fazla
bilinen birkaç dörtlüğünü aşağıya
bırakıyoruz:
Çamlığın başında tüter bir tütün;
Acı görmeyenin yüreği bütün
Ziya’nın atını pazara tutun
Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler.
At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip emsalleri yanan yar
Benim yarım yaylalarda oturur
Ak elini soğuk suya batırır
Demedim mi yârim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir
At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip emsalleri yanan yar
Ham meyveyi kopardılar dalından
Ayırdılar beni nazlı yârimden
Demedim mi nazlı yârim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir
At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip emsalleri yanan yar
74
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
HABER
TÜRKÜ YOLUNDA BIR OYUNCU
BÜLENT
ŞAKRAK
“HIÇ BIR ŞEY OLMAZSA, ÇOCUKLARIMA ANI KALIR” DÜŞÜNCESIYLE
HAZIRLADIĞI TÜRKÜ ALBÜMÜ YOL BÜYÜK BEĞENI TOPLAYAN ÜNLÜ OYUNCU
BÜLENT ŞAKRAK, BU ALBÜMLE YENI BIR YOLCULUĞA ÇIKTIĞINI SÖYLÜYOR.
Oyuncu, sunucu ve seslendirme
sanatçısı Bülent Şakrak,
büyük bir sürpriz yaparak
sevenlerinin karşısına türkü albümüyle
çıktı.
Sanatçının; “Bu albümle birlikte yeni
bir yolculuğa çıktım.” dediği türkü
albümü Yol, 8 Ocak’tan itibaren dijital
platformlarda dönmeye devam
ediyor. Yol; usta ozanlar Neşet Ertaş,
Aşık Mahzuni Şerif, Davut Sulari, Turan
Şahin, Lütfü Gültekin’in ve dilimize
dolanmış anonim eserlerin yer aldığı 11
türküden oluşuyor.
Albümün ilk video klibini Haydar
Haydar adlı esere çeken Şakrak, İmera
Fera ve Göçmen Kızı adlı iki türküyü
de kendisi gibi oyuncu olan eşi Ceyda
Düvenci ile birlikte seslendiriyor.
Çocukluğundan beri türkülere ilgisinin
olduğunu söyleyen Bülent Şakrak,
Aykut Gürel aranjörlüğünde ve Hasan
Saltık yapımcılığında hazırladığı
albümü için; “Hiç bir şey olmazsa,
çocuklarıma anı kalır, düşüncesiyle
yola çıktım.” diyor.
Uzun zamandır bir stüdyo ortamında
türkü okumayı istediğini söyleyen ünlü
oyuncu, albüm işine ise eşi Ceyda
Düvenci ile menajeri Handan Taşkın’ın
yüreklendirmesiyle kalkıştığını,
sonrasında da Aykut Gürel ile
tanıştığını ifade ediyor.
İnsanların, sanatın herhangi bir dalıyla,
haddi aşmadan, o sanat dalının
ustalarını göz ardı etmeden, hayalini
kurdukları şeyi yerine getirmelerinde
bir sakınca görmediğini kaydeden
sanatçı, “Bence sadece oyuncular
değil, şarkı söylemek isteyen herkes
şarkılarını söylemeli.” diyor.
Oyuncu Bülent Şakrak’ın; yapımcılığını
Aykut Gürel’in üstlendiği ve
İremrecords etiketiyle piyasaya
sunduğu türkü albümü “Yol”, kısa
sürede iyi yol almış ve oldukça da
beğeni kazanmış görünüyor.
76
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
HABER
USTA SANATÇI EMEL TAŞÇIOĞLU’NUN YORUMUYLA
MISKET TÜRKÜSÜ,
GÖNÜLLERIMIZIN BAM TELINE DOKUNUYOR!
Halk müziğimizin usta
ismi Emel Taşcıoğlu’nun;
Selçuk Murat Kızılateş,
Abdurrahman Tarikçi, Hüseyin
Yalçın ve Şeyhmus Fidan
gibi deneyimli müzisyenlerle
gerçekleştirdiği akustik çalışmaları,
sanatçının Youtube kanalında ve
dijital platformlarda yayınlanmaya
başladı.
Bu kez “Değmen benim gamlı yaslı
gönlüme” ve “Misket (Güvercin
Uçuverdi)” türküsü ile sevenleriyle
buluşan usta sanatçının genellikle
oyun havası gibi okunan Misket
türküsündeki yorumu ise gönülleri
fethetti.
Taşçıoğlu’nun; “Misket! Çok acı bir
öyküsü var; yıllardır oyun havası
diye biliriz ama… Sevdiğinin
öldüğünü sanıp da onu gözlerken
daldan düşüp ölen Misket
isimli kızın ardından yakılan bir
hikayedir bu. Bence, birazcık
ağıt gibi yorumlamakta fayda
var.” sözleriyle başlayan klip,
usta sanatçının enfes yorumu ile
devam ediyor.
Muzaffer Sarısözen tarafından
Mehmet Hulusi Koçer’den
derlenen ve günümüzde oyun
havası olarak bilinen bu Ankara
türküsü, Misket kızın yani
Huriye’nin hazin hikayesinin
ardından koca bir köyün yaktığı
ağıttır aslında. Bazı kaynaklarda,
misket oyununun ortaya çıkışında,
Huriye’ye aşık olan iki erkeğin
karşılıklı dövüşleri öncesi ortada
dönmelerine öykünüldüğü
belirtilmektedir.
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
77
HABER
“DÖRT” GÖZLE
BEKLENEN DİZİ YAKINDA
SEYİRCİSİYLE BULUŞUYOR
Dünyayı etkisi altına alan
koronovirüs salgınından
en çok etkilenen meslek
gruplarından biri de şüphesiz ki
müzisyenler oldu. Alınan önlemler
doğrultusunda sanatlarını uzun bir
süre icra edemeyen birçok müzisyen
için bu süreç ekonomik ve sosyolojik
sıkıntıların yaşanmasına yol açsa da,
kimi müzisyenler için de yeni başarılara
imza atacak fikirlerin doğmasına sebep
oldu.
Tıpkı bir grup Ankaralı müzisyenin sıra
dışı konusu, özgün senaryosu, kendileri
gibi müzisyen oyuncu kadrosu ile dizi
çekmeye karar vermesi gibi…
DÖRT DIZISI…
Pandemi döneminde pes etmeyip
müzik yapamadıkları süreyi yeni bir
projeyi hayata geçirerek değerlendiren
bir grup müzisyen, “Dört” dizisinin
çekimleri için geçtiğimiz aylarda
kollarını sıvadı. Konusu, karakterleri,
müzikleri ve kendine has yorumuyla
izleyicisiyle dijital ortamda buluşacak
olan dizi, yayınlanan ilk fragmanıyla
şimdiden dikkatleri üzerine çekmeyi
başardı bile…
Çekimleri geçtiğimiz kasım ayında
başlayan ve bir Ankara dizisi olarak
YouTube (@dörtdizi) kanalında
yayınlanacak olan “Dört” dizisi, 8
bölümden oluşan ilk sezonuyla 4
Nisan 2021’de izleyicisiyle buluşacak.
Gerek Ankara’nın tarihî mekânlarında,
gerekse meşhur cadde ve sokaklarında
çekilen dizinin konusu ise eksik
gördükleri adalet anlayışını kendilerince
düzeltmeye çalışan Aksakal, Şair,
Romeo ve Umay isimli “dört” karakterin
hayatlarını ve başından geçen olayları
konu alıyor.
Yapımcılığını Asya Prodüksiyonun
üstlendiği, senaryosu kadar
müziklerinin de çok konuşulacağı
dizinin oyuncu kadrosunda ise Savaş
Yakupoğlu, Tolga Kaya, Coşkun Koyuncu
ve Özge Aydın yer alıyor. Hikayesini
Savaş Yakupoğlu’nun oluşturduğu bu
dizinin, senaryosunda Gülistan Oltulu,
yönetmen koltuğunda ise Fırat Doğan
oturuyor.
78
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
HABER
FUAT SAKA İLE
TÜRKÜLERE YOLCULUK
Sanatçı Fuat Saka, 5 ülkeden
sanatçılarla birlikte hazırladığı
Türk Halk Müziği albümü
Avaz’da seslendirdiği eserler için klip
çekimlerine başladı.
Kendine has yorumuyla seslendirdiği
birbirinden güzel türküleri dijital
medyada kullanıcıların beğenisine
sunan Fuat Saka, albümü Avaz’ın
hikayesini ise şöyle anlattı:
“Pandemi döneminden önce
dostum Ufuk Işıklar ile müzik
üzerine ve yapabileceklerimiz
üzerine bir sohbetle başladı her
şey. Sohbetin sonunda Anadolu’nun
o güzel, samimi, dost ve sıcak
türkülerini kaydetme kararı aldık.
O dönemde benim bir Avrupa
turnem vardı. Ocak başında turne
sona erdi ve eşim Gülsen ile birlikte
Türkiye’ye döndük. Ufuk ile kısa bir
görüşmeden sonra yaşadığımız
coğrafyaya, “Knidos Krallığına” geri
döndük. Akabinde hemen kayıtlara
başladık. Bir gün sabaha kadar
çalışıp ertesi gün dinlendim. Bu
dönemde pandemi süreci başladı
ancak çalışmalarım aksamadı.
Aksine güzellik yaratmak için daha
bir asıldım ve aylarca sürdü bu
çalışma.
Türkülerin bir kısmına uzun süredir
birlikte müzik yaptığım Gürcü
dostlarım Zurab Cagnidze, Zaza
Miminoschwili, Orhan Şimşek,
Sevgili Makedon dostum Tunan
Kurtisev eşlik ettiler. Pandemi
nedeniyle bu arkadaşlarım kendi
bölümlerini Almanya’da kendi
stüdyolarında kaydedip gönderdiler
ve ben de miksleri Datça’daki kendi
stüdyomda gerçekleştirdim.”
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
79
HABER
BIR INSAN
ÖMRÜNÜ NEYE
VERMELI?
Sanatçı Serdar Kemal, tekli
çalışması “Ömür Dediğin”’i
müzik severler ile buluşturdu.
Güçlü bağlama icrasına klasik
gitar ve bas gitar’ın eşlik ettiği
tekli çalışmasında, Huzur veren bir
sound içerisinde Zülfü Livaneli’nin
anlamlı sözleri ile müziğin dengeli
uyumu dikkat çekiyor.
Bir İnsan Ömrünü Neye Vermeli?
sorusuna, sanatçı kapak
görselinde kullandığı 4 yaşındaki
fotoğrafı ile müziğe verdiği bir
ömre vurgu yapıyor. Tolstoy’un
“İnsan Neyle Yaşar” sorusuna “Bir
İnsan Ömrünü Neye Vermeli?”
diyerek yeni bir soru eklemiş
Livaneli.
“Ömür dediğin üç gündür; Dün
geldi geçti, Yarın meçhuldür. O
halde ömür dediğin bir gündür; o
da bugündür” demiş Can Yücel;
Serdar Kemal; dört buçuk milyar
nüfuslu dünyada, bir kelebek kadar
ömrü olduğunu söylüyor insan
evladının ve Hasret Gültekin’den
aldığı feyizle yeniden seslendiriyor
bu anlamlı eseri.
Yeniden ya da ilk defa dinleyenler
için soruyor…
Nehir dediğin bölünüp gidebilir,
peki, insan dediğin?
80
Türkülife
OCAK • ŞUBAT • MART 2021
Mürsel Uluç Mahallesi 931. Cadde No: 43/B Dikmen-Çankaya/Ankara
Tel: +90 505 060 42 91