30.05.2021 Views

Medeniyetin Batisi - Cevat Rifat Atilhan

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

MİLİS GENERAL

CEVAT RIFAT ATİLHAN

MEDENİYETİN

BATIŞI

www.atilhan.tr.cx

http://www.atilhan.netteyim.net

http://atilhan.4t.com

http://atilhan67.sitemynet.com

http://www.geocities.com/atilhan67

Cevat Rıfat Atılhan'ın Eserlerini

Web Sitemizden download edebilir, online olarak

internette web sitemizden okuyabilir ve arama yapabilirsiniz.

Sitemize mutlaka ugrayınız..


TAKDİM

Her canlı varlığın hayatı, doğumla ölüm arasında cerayan eden kudret

kalemi ile yazılmış bir senaryodur. Nasıl, bütün tiyatro eserleri aynı derecede

hikmet, ibret ve fevkalâdelikler ihtiva etmezse, ilâhî senaryolar da

böyledir. Bazılarını efal-i âdiyeler (sıradan, olağan hadiseler) doldururken,

diğer bir kısmı da büyük ve müessir hadiselerin teselsülü içinde akıp

gider.

Bu âlemi zıtlar arasında bir dengeye memur kılmış olan, Cenabı- Hakkın

takdirine istinad ettiğinden bütün oluşlar (vukuat ve şuûnât) ilâhi bir

memuriyetin icabıdır. Her memuriyetin ehemmiyeti, tesir sahası ve iktidarı

aynı olmadığı bir bedahettir.

Yakinen tanımak şerefine nâil olduğumuz rahmeti Cevat Rıfat ATIL-

HÂN, cihanşümul Osmanlı İslâm Devletinin yıkılış macerası hengâmında

hem fiilî, hem de fikrî bakımdan takdire şayan bir senaryonun kahramanıdır.

Eskilerin tâbiri ile sahib-us seyfi vel kalem, yani hem kılıç ve hem de

kalem sahibi bir şahsiyettir.

Romanya'daki Galiçya'dan, Filistin çöllerine kadar her cephede vatanı

için kılıç kullanmış olan Cevat Rıfat ÂTİLHAN Bey, askerlik hayatına

mülâzım (teğmen) olarak başlamış ve T.B.M.M kararı ile paşalığa (generalliğe)

kadar yükselebilmesi için ne büyük muvaffakiyetlerin kahramanı olması

gerekeceğini, okuyucuların takdirine bırakıyorum.


CEVAT RIFAT ATİLHAN

Bu askerî hizmetleri ifâ ederken, yıkılışımızı hazırlayan gizli düşman

faaliyetini bütün incelikleri ile kavramak fırsatını, elde eden merhum, Türk-

Yunan Harbi'nden sonra bir çoklarının yaptığı gibi uzlet köşesine çekilmeyip

bu defa kendisini daha çetin ve memleketin geleceği için daha müessir

bir başka mücâdelenin içinde bulmuştur. Keskin kılıcı kadar müessir kalemi

ile atıldığı ve ömrünün sonuna kadar devam ettirdiği bu yeni cidalde

Cevat Rıfat ATİLHAN Bey, din ve devletimizin ezelî düşmanı Yahudi'nin

bütün gizli emellerini ortaya koymakta o derecede başarılı olmuştur ki,

bugün O'nun bir eserini olsun görmemiş ve okumamış şuurlu bir müslüman

tasavvur olunamaz!.

Bu babdan bir takım sözde münevverlerin hâlâ farkına varamadığı pek

çok acı gerçek. O'nun yüce himmeti sayesinde yörük çadırlarına kadar her

vatan endişesi terennüm olunan mahalde müzâkere edilen bir numaları

mes'ele olmuştur. Kendisini Hitler'le işbirliğine kadar faal kılan bu yeni

kavga da O'na askerî hizmetleri gibi Dünya plânında hiç bir menfaat te'min

etmemiştir. Zira o, bütün ömrü boyunca Cenab-ı Hakkın rızası ve milletinin

selâmeti dışında hiç bir emelin-sahibi olmamıştır. Tevâzu, mahviyyetkârlık

ve istiğnayı kendisine temel bir şiar edinmiş bulunan merhumdan arta

kalan yetmiş küsûr "Nâr-ı Beyzâ" eserle, lekesiz, saf ve kahramanlık

tedâî ettiren şerefli bir isimdir.

Bu defa o büyük ismi unutturmamak ve O'nun her biri birer tabur asker

mesabesindeki eserlerini yeniden cidale sevketmek üzere, yayınlamaya

başlayan "Sinan Yayinevi"ni bu hayırlı teşebbüsünden dolayı tebrik eder,

bu güzel vesile ile merhum Cevat Rıfat ATİLHAN Bey'e Cenab-ı Hak'tan

sonsuz rahmet ve mağfiretler niyaz ederim.

Kadir Mısıroğlu

Kuleli 5 Ağustos 1995


Bu; altmışıncı eserimi, en kıymetli kızım, cesur, kahraman, vatansever

sevgili yavrum, neşriyatımın ve mefkuremizin sembolü

Aykurt Atilhan'a ithaf ediyorum.

Bütün aziz okuyucu ve mefkûre arkadaşlarım önünde sana

sesleniyorum kızım:

Seni, okulundan ve vatanından uzaklaştıran o Yahudi ve dönmeler,

babanı da seni ve torunlarını görüp hasretini gidermekten de

mahrum bıraktılar. Fakat korkutup yolundan döndüremediler.

Onların paraları, görünmez kuvvetleri, korkunç tesirleri ve gizli

teşkilâtıyla, yalan ve iftiraları ve çamur kampanyaları ile, değil

yalnız beni, güya hürriyet diyarı olan Amerika'nın en mümtaz

evlâtlarını, sayılı kahramanlarını, general, amiral, senatör, meb'us

ve milliyetçilerini de aynı baskı altında tutmaktadırlar. Bütün bunların

tafsilâtını bu kitapta okuyacaksın.

Fakat, benim arslan kızım ve yaralı yavrum, şuna inan ki, ergeç bir

gün tekmil müslüman milletler bu kahrolası azınlığın hakkından

gelecektir. Biz de mücadelemize devam edeceğiz. Sen bunlarla

teselli bul ve doğuracağın bütün yavrularını bu mukaddes dava

yolunda yetiştir. Allah sana yardımcıdır.

13


MEDENİYETİN BATIŞI

«Birleşmiş Milletler Anayasasının 19. maddesi şöyle der:

«Her şahıs, düşünmek ve düşündüğünü açıklamak hakkına

sahiptir. Bu hak, herkese tanınmıştır. Hiç kimseye imtiyaz

verilmeksizin ve resmî makamların müdahalesi olmaksızın

her doktrini ileri sürmek serbestisi ve tefekkürü izhar,

memleket hudutları nazarı itibara alınmaksızın her nevi ifade

vasıtasiyle neşriyat yapmak serbesttir.»

14


İNSANLIK DÖNÜM NOKTASINDA!

Dünya siyaset alemindeki umumî şaşkınlık gittikçe artmaktadır.

Üzerinde yaşadığımız memleketlerin perişanlığı

hazin bir manzara arzediyor. Nesillere miras yoluyla intikal

eden bugünün kültürü, cümlemizi derin derin düşündürüyor.

Bir zamanlar hayal ve yahut uydurma olduğu iddia edilen

«Benî İsrail'in Protokolları» bugün harfi harfine tatbik

sahasındadır. Bu hâl, artık örtülüp gizlenmiyecek bir kerteye

gelmiştir. Yahudiler de bunu inkâr etmekten vazgeçmişlerdir.

Şimdi aklı başında olan ve mantık dairesinde düşünebilen

her insan, dünyamızın cezri bir şekilde yeniden ihyası ve

makul nizam prensipleri esası üzerinde ve tekmil halkların

hürriyet ve haklarını tekeffül edecek bir tarzda kurulmasını

istemektedir.

Milletlerin kültürünü soysuzlaştırmadan inkişaf ettirmek

ve her milliyetçiyi tatmin edecek bir tarzda düzenler

kurmak günün en doğru ihtiyaçlarındandır.

* * *

Milletlerin birleşmesi, günümüzün en mühim şartı ve

ihtiyacıdır.

Asırlardanberi milletlerin birbirlerini yemesi, sonsuz

derecede maddî ve manevî zararlara ve kayıplara uğraması

15


ve pek çok kurbanlar vermesinden sonra, artık yakın bir zamanda,

bir menfaat birliği ve istikbalin emniyeti nam ve hesabına

bir tesanüt vücuda getirilmesi, daha başka bir tabirle

mazinin acı hatıralarından ders alarak umumî bir tesânüd

ve vahdet halinde yaşamak bir zaruret haline gelmiştir. Ancak

bu suretle, iki buçuk milyarlık insan kitlesine karşı cephe

almış olan on milyonluk Yahudinin hile ve desisesine ve

insanlar arasına ektiği fesat ve iftira tohumlarına karşı koymak

mümkün olacaktır.

Tarihten aldığımız ders ve tecrübeler, bize istikbale doğru

atılacak adımlarda, kader yolunun ancak bu suretle birlikte

aşılacağını göstermektedir. Aksi takdirde dünya dağınık

ve gayrı mütesânid olmak yüzünden mahvolacaktır.

Ve kuvvet blokları arasında ezilecektir. Devamlı surette

büyüme ve kuvvetleşme istidadı gösteren bu dev bloklar,

muazzam sömürücü kuvvetleriyle münferit ve küçük milletlerin

müstakil olarak yaşama şanslarını ve imkânlarını yok

edeceklerdir. Düne kadar düveli muazzama dediğimiz büyük

devletler için dahi bu tehlike aynen varittir. Kaderin eli

kapılarımızı çalmaktadır. Sulh, pamuk ipliğinde sallanmakta

ve şaşkına dönmüş olan insan toplulukları, ürkmüş ve yılmış

bir halde «NewYork» ve «Moskova»daki büyüklere

bakmaktadır. Tıpkı koyun sürülerinin önlerindeki güdücü

koyuna baktıkları gibi... Böylece bugünün bedbaht insanları

büyüklerin her sözünü hassas terazilerde tartıp her cümleden

bir mâna çıkarmak istemektedir. Korktukları şey, iki

cepheden bir zırdelinin günün birinde bir düğmeye basıp cihan

harbini çıkarmasıdır.

Acaba yakın bir gelecekte, dünyayı tek taraflı ideolojilerle

idare eden parti politikacıları; kıpkızıl, kan kırmızı

ufukların işaret ettikleri felâketleri görebilecekler mi ve siyasî

rotadan çıkmış olan milletler gemisini ana hatta tekrar so-

16

* Şimdi beş buçuk milyar.


kabilecekler mi? Bu uğursuz ve kara günleri evvelinden görebilecekler

mi? Yoksa kendi ihtirasları ve idraksizlikleri yüzünden

milletleri bile bile ve göre göre, medeniyetleriyle birlikte

batıracaklar mı?

Artık insanlığın karar verme ve tedbir alma zamanı gelmiştir.

Fakat bu işi, kimlere hizmet ettiklerini bildiğimiz kaşarlanmış

politikacıların başaracaklarına inanmak zordur.

Demokrasilerin bugünkü şekilleri LAÇKA olmuş, çığrından

çıkmış, kısırlaşmıştır. Çünkü ana prensiplerinin çoğu

tenakuz halindedir. Ve hayatın tabiî kanunlarına zıddır. Bu

sebepten ötürü ve bu doktrinler, günün dinamik neşvü nemasına

ve icaplarına uymak hassasını kaybetmiş birlik hayatını

ihya edecek vasfı ve siyasî insiyatifi yok olmuştur.

ONLARI ESERLERİNDEN, MEYVALARINDAN

TANIYINIZ!..

Bu meyvalarm mühim kısmı çürümüş veyahut ekşimiştir.

Hatta bazıları zehirli olup, yenmesi tehlikeli ve imkânsız

hâle gelmiştir.

Demokrat devlet, sanat ve idaresinin, şu geçen kırk yıl

içinde önümüze serdiği hadise ve neticeleriyle tetkik edecek

ve manevî mağlubiyetler ve kötü hareketleri yan yana sıralayacak

olursak, milletlerin ne kadar çile çekmiş ve ne çeşitli

işkence merhaleleri geçirmiş olduklarını görürüz. Hind fakirlerinin

yaptıkları gibi insanları çivili tahtalar üzerinden

ve dikenli, meşakkatli ve ızdıraplı yollardan nasıl geçirdiklerini

görecek olursak, sonumuzun çok acı biteceğine hükmetmek

icabeder.

Bu, kanla mülemma yolun kenarında yalnız İkinci Dünya

Savaşında elli milyon insanın cesetlerinin yığıldığı görülmüştür.

Bunların ekserisi medeniyetin seçkin ve mümtaz

evlatlarıdır.

17


Bu ölülerin kemikleri ve vatanları ile birlikte Yalta'da

Tahran'da, Postdam ve Londra'da gayet hissiz ve soğukkanlı

olarak kumar masasına konmuştur. (1) Bu kumar masasında

mesela KATİN ormanlarında işlenen korkunç cinayetlerde

bir sistemin şikâyetçisi idiler. Bu sistem ise, zaferlerini kutlamak

için ilk atom bombalarını Hiroşima ve Nagazaki üstünde

patlatıp ondan sonra komünist sürülerini, hak ile

yeksan edilmiş Avrupa'ya salıvermişler ve onlara katliam,

ifna, ırza tecavüz ve imha emriyle hudutsuz soygunculuk

ve cinayetler yaptırmışlardır. Halbuki bu hudutsuz nefret

anında demokrasiler, hiç bir milleti boyunduruk, esaret ve

açlık altında bulundurmayacaklarını ve her millete ebedî

sulh hazırlanacağı vaadinde bulunmuşlardı.(2) Fakat milletler

siyasî bir ümitsizlikten doğan şaşkınlık içinde bir gece

zarfında Moskof boyunduruğu altına girerek kendilerini iflasa

sürüklediler.

Hepimizin bildiği gibi garplılar, komünistlere sadece en

iyi silahlarını değil, bundan başka istihsal sırlarını da ellerine

vermekle moskofların her iki cihan harbinde en çok kâr

temin eden devlet olarak çıkmasına sebep ve önayak olmuşlardır.

Bu yetmiyormuş gibi, komünizmin tek panzehiri olan

dünya Milliyetçilerini de imha etmek suretiyle beşeriyeti

derin bir felâket uçurumuna sürüklemişlerdir. Böylece demokrasi

sistemleri, kendi bindikleri dalı bizzat kendileri kesmiş

ve sistemlerini gülünç ve inanılmaz bir hale sokmuşlardır.

Bundan dolayı da komünizm bugün, bütün yeryüzünde

geniş bir cephede umumî taarruza geçmek için hazırlanmaktadır.

Böylece, İkinci Dünya Savaşında komünistlere yardım

edenler, Moskoflara vermiş oldukları silahlar ve icatların

kendilerini yoketmek için daha mütekâmil bir şekilde kendilerine

döndüğünü göreceklerdir.

(1) Mesela Hollanda Yahudi asıllı Rozvelt'in Yahudi Stalin'e Türkiye ve

Boğazları peşkeş çektiği gibi...

(2) Ebedî harp.

18


- Demokrasiler; haksız tutumları ve dünya siyonizminin

perde arkasında oynadığı rolün ve tahrikin farkında olmadan

komünizmi sinelerinde beslediklerini takdir edememişlerdir.

Bu, kanla mülemma yolun kenarında yalnız İkinci

Dünya Savaşında elli milyon insanın cesetlerinin yığıldığı

gürülmüştür ki, bunların ekserisi medeniyetin seçkin ve

mümtaz evlatlarıdır.

LENİN kendi zamanında:

«Burjuvaziler bir gün gelecektir ki komünistler tarafından

bir an evvel asılmak ve acele ile kendi iplerini çekmek

için birbirleriyle yarış edecekler ve kuyruğa girip sıra bekleyeceklerdir.»

sözü ile istikbali iyi gördüğünü ifşa etmişti. Demokrasiler,

ruhî iktidarsızlıkları yüzünden iki dünya harbiyle ortalığı

kasıp kavurmuşlarsa da, milletler davasının hiç birini çözememekle

yetinmemişler, aksine olarak eskilere yeni muammalar

ve meseleler ilave etmek suretiyle dünyayı ve beşeriyeti

daha muzlim bir karanlığa sürüklemişlerdir. Bununla

demokrasiler, hedeflerinden ve gayelerinden asla şaşmayan

komünistler tarafından daha büyük ve çıkışı olmayan çıkmazlara

zorlanmaktadır. Komünistler ise «Hayat standardı

demokrasisi»nin çürük binasını kundaklamakta berdevamdırlar.

Üstelik bütün dünya muvacehesinde de demokrasilerle

alay etmektedirler.

Barikatların arkasından ilk atılacak kurşun ve ilk çekilecek

tetik, yeni ve eskilerinden çok daha korkunç bir dünya

harbinin başlangıcı olabilir. Şu anda en taze misal olarak,

içinden çıkılmaz bir mesele haline gelen Berlin işi ileri sürülebilir.

Orası muazzam bir temerküz kampı manzarası göstermektedir.

Bir esirler devletinde mahkum olarak yaşamayı

kabul etmeyen hürriyet aşığı her insanın mania hatlarını

geçmeğe çalıştığı sırada tereddütsüz olarak öldürüldüğünü

her gün gazetelerde okuyoruz. Aynı zamanda bu hadiselere

19


karşı dünya vicdanının ve büyük devletlerin de ne kadar hareketsiz

ve alâkasız olduğunu da görüyoruz. O büyük devletler

ki, başkumandanları ve büyük devlet adamlarını bir

kaç Yahudi için mahkemeye çekip vahşice öldürmüşler ve

bunun için de uçakla taa Amerika'dan Yahudi cellat getirmek

küçüklüğünü de göstermişlerdir.

Batı Berlin'i bir tarafa bırakalım, hâlâ milletlerin vicdanında

taptaze kanamakta olan Macar hâdiseleri karşısında

demokrasiler hissiz ve hareketsiz kalmışlardır.

Gariptir ki, dünya vicdanı, hak ve hürriyetlerin böyle

ulu orta çiğnenmesine karşı demokrasilerin pasif ve korkak

tavırları karşısında, daima taviz vermeye hazır bulunmaktadır.

Şu da inkâr edilemez ki, demokrasi cephesinde de, ergeç

olmakla beraber, bu zararlardan aklı başına gelen ve felâket

ve ölüm yığınlarından harekete geçen bir çok erkek

sesler yükselmeğe başlamıştır. Gariptir, bunların arasında iflas

etmiş siyaset- adamları ve ÇÖRÇİL tipinde maceraperest

insanlar da vardır. Harbi tahrikte birinciliği alan Çörçil denilen

adam, ikinci Dünya Savaşının çıkmasında ön planda gelen

mesullerden biridir. Zira bu adam, şuursuz bir nefretle

harbi teşvik etmiş ve bir emrivaki haline sokmuştur. Bu

adam, bu yüzden kendi memleketinde gözden düşmüş ve

İngiliz imparatorluğunun yıkılmasına ve İngiltere'nin o

muhteşem mevkiden ikinci plana düşmesine sebep olmuştur.

O'nu dünya Yahudiliği bu hale sokmuştur. Bir zamanlar

Yahudilerin şiddetle aleyhinde bulunan ve sonra Yahudinin

kucağına düşen bu zat, sonradan tekrar hakikati görmüş gibi

oluyor amma, sekseninden ve iş işten geçtikten sonra neye

yarar?!..

Bir ayağı çukurda ve yarı mefluç bir vaziyette olan Çörçil'in

nedamet ve vicdan azabı içinde, işlediği kötü hareket-

20


leri yani Almanya'ya reva gördüğü haksızlıkları hatırlayarak:

«Biz yanlış domuzu öldürdük.» demesi tarihe geçmiştir.

Bu cümle; Çörçil'in malum bozguncu Farmason ve Siyonist

çevrelerin övdükleri gibi büyük bir siyaset adamı vasfını

haiz olmadığını göstermiştir.

Çörçil, hatıratında, harp esnasındaki yanlış hareketlerini

hakikî bir ahlak sahtekârlığıyla örtbas etmeye çalışmış,

yüksek dereceli Farmason olduğu halde kendisini samimî

bir dindar göstermek suretiyle Anglo-Sakson dünyasını aldatmıştır.

Hatıratındaki tekmil beyan ve izahlar objektif olmayıp

yarım hakikatlerle doludur. Halbuki harbin hakiki çıkış

sebepleri, hazırlanış kısımları, milletler arası bozguncularla

yapmış olduğu samimî işbirliği —ki bunun Amerika'da

göze çarpan temsilcisi Ruzvelt idi— ve harpten tekmil teferruatiyle

hazırlanmış olan Polonya harbini desteklemesini

Rozvelt kabul etmişti. Çörçil hatıralarında bütün bu, çok

mühim noktaları meskût geçmektedir. Bunun için de bu ve

buna benzer diğer karanlık noktaların gün ışığına çıkması

korkusuyla, davet edildiği NÜRNBERG mahkemesine şahit

olarak çıkmağa cesaret edememiştir.

Çörçil ve hempaları, tarihte İngiliz imparatorluğunun

ve Avrupa'nın yıkıcıları olarak zikredilmekten kurtulamayacaklardır.

Çörçil, nam ve hesabına çalıştığı- habis ruhların tesirine

kendisini kaptırdıktan sonra bundan kurtulmanın

mümkün olmadığını anlayarak Postdam'da partiyi kaybettiğinin

farkına varmıştır. Bugün, bütün bu sihirbazlıkları ortadan

kaldıracak kudretli adam kim olabilir? Kuruşçev mi,

Kennedy mi, hangi lider?

Bu iki dev blokun temsilcileri sade Cenevre'de değil,

hatta bütün konferanslarda daima sulh taraftarı olduklarını

tekrarlamaktadırlar. Bundan başka, bütün memleketlerde

dünya barışı için cemiyetler kurulmuştur; insanları sulh

mevzuunda olgunlaştırmak için kongre üzerine kongreler

21


akdedilmektedir. Güya insanlar sulha teşne ve hazır değillermiş

gibi... Cenevre'de, milletlerin barış ve silahsızlanma

heyetleri on seneden beri kan ter içinde çalışarak nükleer silahların

lafını etmekte, silahsızlanma ve kapitalizm ile komünizm

arasında barışçı bir işbirliği zemini hazırlamak için

gayret sarfetmektedirler.

Fakat bütün tarafların arzuladığı hakiki sulh elle tutulur

olduğu halde bütün bu heyetlerin insiyatif ve karar azmi

o sihirli hududu bir türlü geçemiyor. Bir çare gözüktüğü zaman

da rakibini tayin etmek bakımından bazı harfler ve teferruat

üzerinde tökezliyorlar ve bir türlü bu sulhperver insanlar

bu şeytanî çemberin dışına çıkmaya muvaffak olamıyorlar.

Hadiseleri heyecan ve alâka ile müşahede edenler, müşterek

bir hedefe varmak için bu kadar büyük gayretlerin bir

araya geldiği halde iyi niyetlerin bir türlü muvaffak olamamasına

hayret ediyorlar. Bu sebeple bu sulh simsarlarının faaliyetlerine

şüphe ile bakanların itimatsızlığını tabiî görmek

lâzımdır.

Atom ve silahsızlanma konferanslarını kötü gözle görenler

ve senelerden beri devam eden bu konferansların sadece

birer tiyatro oyunu olduğunu iddia edenler çoktur. Hakim

olan fikir, senelerden beri devam eden bu konferansların,

rakiplerin Nükleer silahlar mevzuundaki terakkisine yetişmek

üzere zaman kazanmak için yapıldığı yolundadır.

Cenevre sahnesindeki murahhas figüranlar, sulh boruları

çala dururken, perde arkasındakiler daha büyük, daha

yok edici bombaları bir an evvel hazırlamaya çalışıyorlar. Bu

korkunç süper bombayı ilk imal edecek olan taraf, düşmana

ve rakibine diz çöktürecektir»

İki tarafın laboratuvarları kısa müddetler içinde gittikçe

büyüyen dev bombalar imal etmekte ve her defasında bunların

milyonlarca tonluk trotil = infilak kudreti artmakta ve

22


bu infilak kudretiyle rakip tarafı sindirip taviz verdirmeğe

hazırlamlmaktadır. Aynı zamanda feza yolculuğu sahasındaki

ilmî ve teknik muvaffakiyetlerden propaganda bakımından

istifade edilmektedir. Bütün bunlar sözüm ona sevgili

sulh namına yapılmaktadır. Acaba bu gülünç sulh oyununun

sonu neye varacaktır?...

23


YENİ VASITALARLA YENİ SİYASET

Muztarip insanlık sulh ve sükuna kavuşmak istiyorsa,

bu şekilde yoluna devam edemez. Zamanımızın meselelerini

halletmek için; yeni, objektif ve makul tedbirlere başvurulmalı,

ilmî ve umumî bir hayat görüşüne dayanmalı ve bu

noktai nazardan devlet mefhumu bütün milletlerin müşterek

mesaisiyle yeniden ihya edilmelidir. .Bu mefkurenin gerçekleşmesi

için zamanın ve günün şartlarına mukavemet

edecek ve bunun uhdesinden gelecek müstakil fikirli, hür ve

yapıcı erkek adamlardan müteşekkil yeni bir varlığın lüzumu

aşikâr ve zaruridir.

Kısmî, yani bugünün tek taraflı parti politikası milletlerin

sükun içinde arzu ve karakterlerine uygun şekilde gelişmelerine

manidir. Çok partiler, milletlerin toplu kuvvetlerini

mümkün olduğu kadar fazla parçalara ayırıyor ve bugünkü

demokrasilerde görülen tipik ve cılız vaziyeti meydana getiriyor.

Bundan dolayı bugünkü sahte demokrasilerin siyasî

sahneden çekilmesi katiyen şart ve zaruridir.

İdeolojik kökleri ve kumanda mevkileri yabancı topraklardan

olan siyasî partilerin —ki bunların ekserisi her zaman

muayyen insan gruplarını ideolojik ve hodgâm menfatleri

uğrunda harcarlar— bozguncu faaliyetlerinden kaçınmak

zaruridir. Bunların bizzat şahidi olduğumuz muzır faaliyetleri

bütün millî teşekkülleri tahrip etmektedir. Başka bir

24


ifade ile: Siyonistlerin ve Farmasonların tuttuğu guruplar

ve şahısların muvaffakiyeti diğer asil kitlenin daima aleyhine

tezahür etmektedir.(1)

Parti politikacılarının ekseriyeti, mesuliyeti müdrik, karakter

sahibi, milletine ve vatanına bütün kalbi ve mevcudiyetiyle

ruhî varlığıyle hizmet edecek şahsiyetler olmayıp

daha ziyade iktidar hırsiyle tutuşan ikbalperestlerden müteşekkildir.

Bunlar, parti umdelerinin mahdut hudutları üzerinde,

esası görmeden iktidara çıkmak isterler... Mücadele

metotlarının ve politika oyunlarının ana prensibi şudur:

PARÇALA VE HÜKMET!

Bu münasebetsiz ve terakkiye mani vaziyet kökünden

değişmeli ve bunun yerine, cemiyetin umumî menfaatine

yarayacak sıhhatli ve düzenli bir devlet düşüncesi ikame

edilmelidir. Böylece, bilhassa çok partili memleketlerde yaygın

bir şekilde görülen su-i istimal ve su-i idare ortadan

kalkmış olur. Çeşitli meslek teşekküllerinin hususî ve iktisadi

bir surette korunması için meslekî encümenlerin kurulması

lâzımdır. Bu komisyonlara her nevi meslek gruplarının

en mümtaz şahsiyetlerinin seçilmesi şarttır.

Bütün bu âmilleri gözden geçirirken her memlekette

DÎN mevzuununda karşı tarafların gaye ve emellerine alet

edildiği de hesaba katılmalıdır. Bütün dinlerin asliyetindeki

safiyeti bozarak çeşitli mezhepler vücuda getiren şahısların

dinleri çığrından çıkardığı ve her parçasını başka bir guruba

alet ettikleri görülmüştür, Amerika'da iki bin mezhebin

mevcut olması ve bilhassa İngilizlerin birçok sapık İslâm

mezheplerini desteklemesi bunun en canlı misalidir.

Dinleri insan vicdanından koparıp devlet içinde entrikalara

alet eden Yahudiler, Avrupa'da kiliselerin en yüksek

(1) Etrafımıza biraz bakar ve dikkat edersek bunu bütün canlılığı ile karşımızda

görürüz.

25


mevkilerine çıkmış, dinlere sızmış, birçok kara kuvvetleri

idare ettikleri ve son zamanlarda kiliseler birliği namı altında

yeni entrikalar çevirdikleri de mühim hadiselerdendir.

Memleketimizde zaman zaman görülen din düşmanlığının

aynı Yahudi menbalarından ilham ve kuvvet aldıkları

da isbat edilmiş acı hakikatlerdendir.

Hıristiyan din adamları, İncillerden Yahudi aleyhdarı

cümleleri çıkarmak için çok ciddî ve ağır teşebbüslere girişmişlerdir.

Müslümanlara gelince, demirperde gerisinde yine bu istikamette

büyük faaliyetler göze çarpmaktadır. Muhiddinof

isimli, Sovyet idaresinin en yüksek kademelerine çıkmış

olan müslüman isimli bir şahsiyetin reisliğinde Kur'an-ı Kerim'i

istedikleri tarzda tefsir ve işlerine gelmeyen ayet-i celileyi

bir yolunu bulup gürültüye getirmek hususundaki gayretler

hep bu cümledendir.

Türkiye'de, Farmasonluk gibi kökleri dışarda milletlerarası

bozguncu kuvvetler salma, serbest gezerken ve her

türlü fesadı yapar ve yaptırırlarken müslümanlığın en masum

ve meşru hareketlerine kötü mânalar vererek, din aşkını

ve iman kuvvetini yüreklerden kazıma gayreti de hep aynı

gaye ve emelin mahsulüdür.

Müslümanlık dini, din ile devlet işlerini ayrı ayrı mütalaa

ettiği halde, her türlü vicdan hürriyetini boğmaya matuf

teşebbüslerde tamamen bunun aksi tez ileri sürülür ve bütün

namlular İslâmın mukaddes bağrına tevcih edilir. Çünkü

ve ancak bu suretledir ki milletimizin ruhundan fıtrat dini

olan müslümanlık koparılıp, mü'minler robot haline getirildikten

sonradır ki sırtımızı yere getirmek mümkün olacaktır.

* * *

Bütün bu düşüncelere muvazi olarak, bir zincirin halkaları

gibi şu mütalaayı da ileri sürebiliriz:

26


Tekmil milletlerarası teşkilatın perde arkaları, tamamiyle

siyasî ihtiraslara dayanmaktadır. Zira bunlar, milletlerin

harimine süzülerek onları yumuşatmak, köklerini gevşetmek,

ruhî ve manevî müdafaa kuvvetlerini eritip bunları yabancı

ideoloji ve hedeflere doğru olgunlaştırarak gayelerine

ulaşmak isterler. Bu gaye; Yahudiler hesabına çalışacak ve

onun diktatörlüğüne râm olacak, bir dünya cumhuriyetinden

başka bir şey değildir.

Devlet üstü müteaddit teşkilat tarafından propagandası

yapılan ve hatta birçok halk kitlelerini kendisine cezbeden

bu, dünya cumhuriyeti fikri, bütün ırkları bir kazanda kaynatıp

yekpâreleştirmek ve aralarında hiç bir tefrik yapmadan

cümlesini birleştirmekten ibarettir. Bundaki gaye, derilerinin

renkleri ister siyah, ister beyaz, ister kızıl olsun hiç

bir fark gözetmeden hepsini bir kül telakki ederek, tabiatın

aksine bir telakki ile kâffesini Yahudiye hizmetkâr kılmak

noktasında toplanır. Tabiat ise: Öteden beri an'ane halinde

zamanımıza kadar gelen tarzların muhafazasını emreder ve

onları tekemmül ettirerek daha üstün bir şekilde geliştirmek

ve muhafaza etmeği ister. Bu; binlece senenin mahsulüdür.

Buna rağmen bütün ırk ve milletlerin zoraki birleştirilmesi

(integration des peuples) zıdların içtimai mânasına da gelir. Bu

da mesela: Organik neşvü nemanın en nazik bir uzvunu tahrip

demektir ki, o da, insandır. Köpeklerde, atlarda, kümes

hayvanları ve damızlık hayvanlarda ırk temizliğine ve istifyaa

kıymet verildiği ve onlardaki hususî vasıfların en büyük

kıymet ölçüsü telakki edildiği bir ilim devrinde insanları

bundan hariç tutmak nasıl mümkün olabilir? Buna rağmen

Yahudiler, ırk davasını, hele İkinci Dünya Harbinden sonra

bir cürüm haline getirmek için büyük gayretler sarfetmişler

ve bazı soysuz hükümet adamlarını da kendi fikirlerine ortak

etmişlerdir. Böyle bir telakki, insanları tabiatın ters yollarına

sürükler, insan sağlığını bozar, cinsî sapıklıklara sebep

olur ve neticede insanlığı tereddiye ve inkiraza götürür. Ta-

27


biat kanuularına yapılan ağır ve hoyratça her müdahale, tıpkı

ormanları kökünden tahrip edip hiçbir filiz bırakılmaması

gibi, insanlara ve ırklarına yapılan müdahalelerde sinir kuvvetine

ve sıhhatine tesir ederek korkunç bir aksülamel vücuda

getirir. Bu gibi müdahaleleri denemekte olan dünya Yahudiliği,

uzun gayretinin neticelerini idrak etmekte fakat

kendileri koyu ırkçı kalmaktadır,

Yahudilerin, böylece sair ırkları birleştirmeye matuf hareketi

milletleri, merhametsiz bir şekilde kültür ölümüne

mahkum etmektedir.

Tarihin yolu, kaderin bu acı cilvesine uğramış milletlerin

cesetleriyle doludur. Bunlar, ya tamamen ölmüşler veyahut

kuvvetsiz, ruhsuz melez kabileleri halinde gelişmelerinde

asırlarca geri atılmış büyük tarihlerinin gölgesi altında

sürünmektedirler.

Bugüne kadar insan cemiyetlerinde «IRK» dünya tarihinin

anahtarı idi. Müslümanlık katiyen ırklara müdahale

etmeksizin, insanların derilerinin renklerine bakmadan ve

hiçbirine imtiyaz tanımadan Hazreti Muhammed'in medeniyetine

intisap etmiş olanları «îmanları» ile kardeş yapmış,

başka hususlara karışmamıştır.

Yahudiler ise, bütün dünya milletlerinin aksine olarak

kendi ırkî taassuplarını ve ırkî şuurlarını dinî bir vazife ve

madde olarak kabul ve tespit etmişlerdir. Böylece kendi millî

cevherini nisbî olarak saf tutmasını ve onu geliştirmeği bilmişlerdir.

Bunlar küçücük bir azınlık halinde iki bin seneden

beri yeryüzünde bir memleketten diğerine kovula kovula,

sürüne sürüne yaşadıkları ve etrafa dağıldıkları halde ırkî

hususiyetlerini muhafaza etmeleri bu mevzuda eşsiz bir misal

teşkil eder. Yahudiler hiçbir zaman başka bir pota içinde

asla erimezler.

İstikbal; insan hayatının müşterek bütün bölümlerinde

nerede ruhî veya bedenî bir hastalık veya arıza görürse bun-

28


lanı pervasızca tashih yoluna gidecektir. Böyle olmazsa, son

zamanlarda Yahudiler ve onların köleleri Farmasonların

bütün dünyada yaymak istedikleri yabancı sistemlerin tesirleri

altına girerek sukut ve inhitatı ilerleten neşriyatı ve

faaliyeti yüzünden manen yok olacaklardır. Asırlarca evvel

başlayan bozguncu bir gayret neticesi yirminci asrın insanının

boynuna vurulan, manevî zincirlerden kurtulmak için

insan objektif .olmaktan çıkıp sübjektif olmak zaruretindedir.

Bunun daha açık Türkçesi, insanlar, gözlerinin önünde döndürülen

dolapların sathına değil, ruh ve maksadına nüfuz

etmek zorundadır. Başka bir ifade ile maziye cezri bir şekilde

hakim olmak lâzımdır. Hatta bu mevzuda son asır değil,

orta çağa kadar hakim olmak lâzımdır. Milletler, doğmak

üzere olan yeni, mesut ve hayat dolu bir devrin eşiğindedirler.

Bu hayatın tamamen meydana gelebilmesi için, umumî

hayat görüşünden alınacak tecrübelerle ve tamamen yeni,

kuvvetli, gürbüz metotlara ihtiyaç vardır. Bu karmakarışık,

mütefessih havaya rağmen her milletin samimî mücahitleri

ve rehberleri vatandaşlarına yeni, güneşli ve mes'ut

ufukları göstermektedirler.

Yahudinin bugün en çok hakim olduğu Amerika'da bu,

ümit dolu hareket, her yerden fazla göze çarpmaktadır. Seçimle

iş başına gelmiş eyalet valilerini, büyük rütbeli generalleri,

amiralleri, mebusları ve senatörleri bu yeni hamlenin başında

görmek elbetteki insana saadet ve cesaret vermektedir.

Bu meselede, hükümetlerin ana vazifeleri; milletlerinin

asil cevherini muhafaza etmek, onu ayakta tutmak ve bugünkü

sefil seviyeden kurtararak yükseklere çıkarmaktır.

Bunu yapmayan hükümetlerin muvaffak olma imkânları

günden güne zayi olmaktadır. Yahudinin inkâra imkân olmayan

tesir ve nüfuzuna muvazi olarak, tekmil dünya milletlerinin

şiddetle uyanan ve maziyi dehşetle müşahede etmeğe

başlayan şuurlarını da hesaba katmak zaruridir.

29


BUGÜNKÜ VAZİYETİN MEYDANA GELİŞİ!

Dünya bugünkü kadar talihsiz ve tehlikeli bir durumda

olmamıştır. Düşünen insan, kendiliğinden şu suallerin tesiri

altındadır: Dünya, bu karmakarışık vaziyete nasıl geldi?

Medeniyetin batışına hangi kuvvetler ve amiller sebep oldu?

Tarih buna ne mâna vermektedir?

Bu cihan faciasının ana sebeplerinin rabıtalarını izah etmek

istersek, son yarım asrın siyasî hadiselerini ışık altına

alarak onu bir sinema şeridi gibi seyretmekliğimiz lâzım gelir

ki: Bunun için de en ziyade büyük Türk-Osmanlı devletinin

nasıl kısa bir zaman içinde birdenbire yıkılışını da görmek

mümkün olacaktır. Bir an içinde birdenbire bir inkılabın

vukuunu ve onu müteakip ileriye tek bir adım dahi atılmadan

korkunç 31 Mart faciasını, katliamları, yağmaları,

millete sormadan girilen harpleri; sui istimaller, kötü idareler,

zulüm ve istibdat içinde ve dokuz yıl zarfında altı asırlık

imparatorluğumuzun paldır küldür yıkılışı tüyler ürpertici

bir dehşet içinde gözlerimize çarpacaktır.

İnsanlar ancak, üzerlerine bir ağ gibi atılan yalan ve çirkef

peçesini yırtıp parçalamak suretiyle hakikatlerin ortaya

çıkmasına ve yakın maziye hakim olmaya muvaffak olabilir

ve böylece medeniyetin yeniden ve tekrar inşasına başlanabilir,

Tarihî geçit resmi, hâlde başlar, tarihe ve maziye doğru

geri geri gider.

30


Son iki cihan harbi siyasî şuursuzluktan dolayı çıktı denilmekte

ve bu fikir maksatlı bir şekilde yayılmak istenmektedir.

Hakikati halde, uzun vadeli çalışan bu, devletler üstü

gizli kuvvetlerin faaliyetleri artık açık ve sarih olarak sezilmeğe

başlanmıştır.

Hedeflerine ulaşan dünya Yahudiliği ve onun emrindeki

Farmasonluk ve bütün teşkilat kasten iki dünya harbini

çıkarmış, insanlığı kötü yollara sürüklemiş, milletleri manen

kısırlaştırmış ve böylece bugünkü müşkül vaziyete sokulmuştur.

Dünyamız bugün, birçok uzuvları, ve hayatî ehemmiyette

organları alınmış ağır bir malule benzemektedir. Bedeninin

ve ruhunun aldığı bu çeşitli sakatlıklar dolayısiyle

maddî ve manevî hürriyeti geniş ölçüde baltalanmış ve tahdit

edilmiştir; istikbalin alacağı şekil, onu bu hale sokanların

yardımına, arzularına ve insaflarına kalmıştır. Bugünkü insanlığın

her türlü tahkirlere boyun eğmekten ve mutavaat

etmekten başka bir şey elinden gelmiyor. Muhtelif şok ve

telkin yollariyle iç hürriyetimiz de kaybolmuştur. İrade hayatı

gayrı tabiî şekillere girmiş ve ideallerle istikbal ümitleri

yerini KADERE terk etmiştir. Medeniyet gerek maddî, gerekse

manevî olarak zedelenmiştir. Bugünkü medeniyet zahiren

tamir edilmiş gibi gözükmekte ve insanlar yaşayabilmek

için başka bir sahaya sevk edilerek ve orada çalışarak

ve para kazanarak vakit geçirmeğe zorlanmıştır. Böylece insanlar

kendilerini bir dereceye kadar serbest hissediyor ve

yapıcılığını gösteriyor ve mahrumiyetli günlerini unutabiliyor,

siyasî ve ideolojik düşüncelerini ihtilaçlı bir şekilde def

edebiliyor. Bugün şahidi olduğumuz geniş çapta îmar ve inşaat

bugünkü insanın tek gayesi ve hayat standartı olmuştur.

Ben olmayayım ve benden sonra tufan günün parolası

olmuştur. Bununla beraber bugünkü insan tamamen maddeci

olmuş gibi gözükmekte ise de bu, sadece zahiri ve mah-

31


duttur. İnsanlar medeniyetin duçar olduğu hastalıklar ve iki

dünya harbinin sebep olduğu yüksek kan kayıpları ve sağlık

arızalarına rağmen iki sefer de kalkınmış ve çalışkanlığı sayesinde

şayanı dikkat bir refaha kavuşmasını bilmiştir. Fakat

bu refahın mühim bir kısmı, kimlerin elinde olduğu cümlenin

malumu olan Amerikan bankalarına akmaktadır. Böylece

insanlar sefilâne bir şekilde ve maddî bir temel üzerinde

akıbeti meçhul bir istikbale doğru sürüklenmektedirler. Buraya

kadar verdiğimiz misaller, aşağı yukarı bütün kültür

milletleri için varittir.

Son elli yıl içinde ve Birinci Dünya Harbinden sonra

Türkiye ve müttefikleri modern engizisyona uğramışlardır.

Bu modern engizisyon yalnız açlık kürleriyle değil aynı zamanda

ruhî işkencelerle dolu bir sistem içinde geliştirilmiştir.

Bu işkence sistemi bir milletin benliğini mahvetmek

için manevî ve ruhî tecavüzlerle milletin canını almaya kadar

gitmiştir. Din, iman, mukaddesat, an'ane ve hatta tarih

düşmanlığı ile göze çarpan propaganda ve görünmez teşkilatın

gayretleri bazı insanlarda aşağılık duyguları yaratmakta

ve onlara suçluluk hissi aşılamaktadır. Birçok insanların,

bugün hâlâ bu aşağılık haleti ruhiye içinde olduğu görülüyor.

Yahudi propagandasının ruhlara yaptığı mütemadi telkinler

ve aşıladığı kompleksler neticesinde bazı şahıslarda

öyle kötü hisler peyda olmuştur ki, kendi büyük devlet

adamlarını, vatan kurucularını, millî rehberlerini suçlu görmek

ve bütün zararların mes'uliyetlerini onlara yüklemek;

tabiat haline gelmiştir. Bunun başlıca sebebi: İnsanlığın büyük

bir ekseriyetinin, çıkan iki dünya harbinin Yahudiler

ve Farmasonlar tarafından hazırlandığını ve planlaştırıldığını

bilmemeleridir.

Daha acısı, yeni demokrat nesiller, mazilerini kötü ve

geçmişin büyük devlet adamlarını suçlu görmeyi ve onları

tahkir etmeği şiar edinmeleridir. Yeni demokrat dediğimiz

adamların birçoğu malum teşkilatın, yeni tabirle beyin yıka-

32


ma ameliyesiyle, kendilerini yeni inançlar ve ideolojilerle

yakın maziyi tamamen unutmaya icbar edilmişlerdir. Bir

çokları bununla da kanaat etmiyerek kendi tarihlerine ve

mefahirine hakaret edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu çeşit

insanlar, bu uğursuz yolda birbirleriyle yarış etmekte ve

sanki cehennemde bir yer temin edecekmiş gibi İsrail hayranlığı

ve Yahudi müdafiiliği yapmaktadırlar. Bunlardan

birçoklarının Yahudi parasiyle mükâfatlandırıldıktan da bir

hakikattir. Bizde görülen ve uzun zaman devam eden Yahudileri

göklere çıkaran sütun sütun yazılar, elbetteki fisebilillâh

ve meccanen değildir.

Radyo, televizyon, sinema, gazete, mecmua ve milletlere

hitap eden bütün vasıtaları elinde tutan Yahudi, bununla

dünya vicdanına hükmetmekte ve bütün insan haklarını çiğnemekte,

öteki taraftan da bu güzel umdeyi kendisine maske

olarak kullanmaktadır.

Eskiden harpler sona erince, mağlup taraf bir tazminat

öder, bazı tavizler verir, barış kurulur ve her millet tekrar

normal hayata ve hürriyete kavuşurdu. Bugün böyle olmuyor.

Harp sona ereli on sekiz yıl olduğu halde beşeriyet sulha

doğru değil, medeniyetin ve insanlığın —Yahudi de dahil—

tamamen mahvolacağı üçüncü dünya savaşma doğru

gidiyor. Bu sönmez kin ve tükenmez hunharlığın kaynaklarını

Yahudilerin kendi dinî kitaplarında bulabiliriz.

Tevrat'ın Tesniye babı 2: 7. cümlelerinde şunları buluruz:

«Ve Allah'ın Rab onları senin önünde ele vereceği, ve

sen onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin.

Onlarla sulh akdetmeyecek ve onlara acımayacaksın,»

33


Bu, nasıl din kitabı, bu, nasıl Yahudi ilâhıdır ki, mağlup

olmuş bir düşman hakkında bu kadar merhametsizce ve zalimane

hükümler verir? Düşmanı mağlup ettikten sonra onu

tekmil varlığıyla imha etmek, onunla hiçbir anlaşma yapmamak

ve ona merhamet etmemek, bundan daha zalimane ne

olabilir? Bu türlü telkinler, Rahman ve Rahim olan Cenab-ı

Hak'ka katiyen isnat edilemez.

Bu gibi cümleler, muhakkak ki Hazreti Musa'ya nazil

olan hakikî Tevrat'ta mevcut olmayıp, katı yürekli hahamların

uydurmasıdır. Şu var ki yukarıya aldığımız cümle, bugünkü

sürekli harbin sebep ve saikini göstermesi itibariyle

elbetteki mühim ve dikkate şayandır.

Yahudiler bugün «dünya cumhuriyeti» namı altında cihanşümul

bir diktatörlük kurmak peşindedirler. Harpler,

onları bu gayeye ulaştıran birer zar oyunundan başka bir

şey değildir.

«Dünya devleti» veyahut «dünya cumhuriyeti» planı,,

beynelmilelcilerden müteşekkil kudretli bir grup tarafından

uzun zamandan beri hazırlanmıştır. Bunlar, nâmütenâhi

maddî imkânlar ve vasıtalarla mücehhezdirler Bunlar dünyanın

gözünü gayet iyi maskelemiş, tüllerle örtmüş, köprü

başlarını tutmuş ve çok ince örgülü bir ağ ile binlerce ÜS'ler

kurmuşlardır. Bunlar, sinir hücreleri gibi direktiflerini dışardan,

görülmeyen bir beyin tröstü tarafından almaktadırlar.

Bunun merkezi ister Newyork, ister Moskova, ister başka

bir yerde olsun, o kadar mühim değildir... Bu teşkilat, dünya

diktatörlüğünü gerçekleştirecek yeraltı çalışma sistemleri ve

merkezleri emrine ilmin ve tekniğin en modern vasıta ve

aletleriyle çalışmaktadır. Bunları harice karşı gizlemek ve

maskelemek için öğretim merkezleri, locaları, icra komiteleri

ve gizli labora tu varları vardır. Bu merkezlerde, çok evvelden

34


iyice hazırlanmış ve tertip edilmiş planlar ve hareket programları

gereğince diplomasi, yüksek maliye, kitle ruhiyatı,

casusluk ve ihtilal tekniği sahasında temayüz etmiş müstesna

eksperler çalışırlar ve bunlar hedefe varmak için dünya

siyasetine tesir icra ederler. Bunların istihbârât servisleri bütün

hükümetlerin kabinelerine kadar nüfuz eder. Onların

uşakları ve çırakları bütün umumî fikir endüstrisinin kilit

noktalarında bulunurlar. Buhranlı ve kritik vaziyetler zuhurunda

bunların keşif grupları faaliyete geçer ve kısa zamanda

ihtilal veyahut harp ateşini körüklerler. Bu karanlık şahısların

çalışma metotları ve muvaffakiyetlerinin sırrı icabında

demokrat koyun postuna bürünmüş kurt şeklinde, bazan da

ihtilalci başlığı giyerek barikatlar arkasında mücadeleci şeklinde

tezahür eder. Yakın tarih bu mevzuda gayet bol ve ibretli

misallerle doludur.

İki dünya harbi esnasında komünistler yer altı yıkıcı faaliyeti

tetkik edilecek olursa, bunların kızıl tarla fareleri gayreti

dağlar kadar dosyalar doldurur. Bunların tek gayesi

Burjuva devletlerini yıkmaktır. Burada, unutkan olan günlük

politikacıların hafızalarını tazelemek yerinde ve isabetli

olur.

Kızıl yangın meş'alesi; Komintern tarafından bütün

memleketlere sokulmuştur. Bu kızıl teşkilat, on binlerce faaliyet

hücresini birbirine bağlayarak bir örümcek ağı gibi,

bütün dünyayı sarmıştır. Kızıl örümceğin kendisi Moskova'da

oturmakta idi. Avrupa ve Avrupa harici bu sabotaj

grupları kumanda merkezini Avrupa'nın kalbine yerleştirmişti.

Buradan ihtilal nabzı ve hücumları tekmil istikametlere

tevcih edildi. Her şey evvelden düşünülmüş idi. Bunların

sanayi grupları, denizcilik, polis şebekesi; askerî, ticarî ve sınaî

casusluk, propaganda, kurye servis kısımları mevcuttu.

Bunlar yetiştirilmiş ajanlarını yukarda saydığımız teşkilata

sızdırılıyor ve dünyanın her yerinde komünist hücreleri kuru-

35


yorlardı. Bundan başka bazı hususî kısımlarda faaliyette idiler.

Böylelerinin başlıca vazifeleri kendi komünist vazifelilerini

kontrol etmek ve onları tarassut altında bulundurmaktı.

Hususi şekilde yetiştirilmiş olan bu ajanların vazifesi, kendi

saflarından çıkacak olan hainlerin ve tehlikeli rakipleri pervasızca

ve merhametsizce imha etmek veyahut onları canlı

olarak Moskova'ya nakil ve teslim etmektir,

Moskova ve Newyork'tan Avrupa'nın kalbine sonu gelmeyen

bir dolar nehri aktı ve binlerce kanala sızdı. Kısa zamanda

ilk büyük muvaffakiyetleri görüldü.Almanya'da ilk

şiddetli sabotaj hareketi mühimmat işçileri grevinde kendini

gösterdi. Bunun arkasından Alman harp filosunda isyan hareketleri

görüldü. Tuhaftır ki bunlar Birinci Dünya Harbinin

en buhranlı ve kritik saatlerinde vuku bulmuştu. Bu hareketler

yüzünden Alman cephelerinin faaliyeti ve savaş morali

büyük ölçüde felce uğradı ve düşmanların kısa zamanda

zafere ulaşmasına yardım etti.

Büyük Türk ordularının Çanakkale, Galiçya, Sarıkamış

ve Sina cephelerinde beşer takati üstünde gösterdikleri

kahramanlıklar ve yarattıkları mucizeler, Sina cephesinde

Yahudilerin toplu bir halde yaptıkları casusluklar, hiyanetler,

bozguncu propaganda ve sabotajlar yüzünden boşa

gitmiş ve onun yerine korkunç bir hezimet, bir panik

muhteşem imparatorluğumuzun yıkılmasına sebep olmuştur.

Bu işi gayet sanatkârane bir maharet, bir sinsilik ve riyakârlıkla

başaran Yahudilerin artık bir şeyden pervaları

kalmamış ki: Birçok yazarlar, birçok eserlerle, irtikâp ettikleri

nankörlük ve yaptıkları hıyanetleri birer iftihar metaı gibi

cihana ilan ve ifşa etmekten ne korkuyor, ne de hayâ ediyorlar.

Gafletimizi, vatan mevzuundaki lâkaytlik ve hafifliğimizi

yüzümüze vuruyorlar, ne yazık ki bizde hiçbir tepki görülmüyor.

Bir millet için bundan daha acı ne tasavvur edile-

36


bilir? Hele bazı yazarların, yurdumuza kundak koymuş,

binlerce masum müslüman Türk askerinin ölümüne sebep

olmuş, sonra da mülkünün üstüne oturmuş olan bu vicdansızları

medhü sena eden yazıları. Bütün bunlar aziz Türk

milletinin uğradığı felâketlerin en büyüğü, en korkuncu değil

midir?

Mevzua dönüyorum: Birinci Dünya Harbinden sonra

bütün milletler —Wilson prensipleri gibi— sahte vaadlerle

silahlarını terk için kandırıldılar ve mahvoldular. Bu oyundan,

Türk ve Alman milleti büyük zarar gördü. Bundan sonra

tatbik edilen yiyecek boykotu, dört ay içinde yüz binlerce

insanın açlıktan ölmesine sebep oldu. Bütün bu hadiseler

Versay ve Sevr çılgınlıklarının eseri idi. Bununla bir kısım

milletler manevî bir ölüme sürüklenmek istendi. Türkler

garbın, Yahudileşmiş politikacılarının sahte ve riyakâr vaatlerine

aldanarak bir mütareke yapıp barış istediği halde

onun yaralı ve yorgun halinde Yunan sürülerini üzerimize

saldırtanlar ve bizi tarihe gömmek isteyenlerin dünya Siyonizmi

ile Farmasonlar olduğu meydana çıkmıştır.

Biz, böylece Sevr muahedesinin caniyane kararlariyle

medeni(!) garbın hüviyetini yakından öğrenmiş olduk. Buna

baş kaldırdık ve «Millî Mücadele» mucizesini yarattık. Bunun

şeref payı, münhasıran ve gayrı kabili taksim Anadolu

çocuklarınındır. Bu aciz muharrir de, o mahşer günlerinde

bunlardan birkaç bin arslana kumanda etmek şerefini kazanmış

olarak derin bir vicdan huzuru içindeyim. Memleketimizin

büyük bir kısmının işgali, Yahudi maliyesi ve Farmasonların

maddelerimize ve iktisadiyatımıza yaptıkları tazyik

büyük buhranlar yarattı. Fazla olarak dünya Masonluğu ile

beynelmilel Yahudinin tertiplediği Anadolu'yu işgal planı

milletimizi kıvam ve isyana sürükledi. Bin bir vahşet, bar-

37


barlık ve tarih boyunca görülmemiş şenaatler, bayağılıklarla

ilerleyen düşman sürüleri tüyler ürpertici cinayetlerden, erkekliğe

ve insanlığa yakışmayan alçaklıklardan sonra, Türk

süngüsü önünde aşağılık bir mağlubiyete uğrayarak leşleri

denize döküldü.

Bütün bu hadiselerin neticesi olarak bizim cephede açlık,

işsizlik, ümitsizlik ve maneviyat bozukluğu meydana

geldi. Bu durumdan Kızıl Cephe hakkıyle istifade etmesini

bildi ve dönen dolapların suyunu arttırarak değirmenin dönüşünü

hızlandırdı.

Bizde ne zaman kara bulutlar ufukları sarsa, vatan sathında

ne zaman bir huzursuzluk ve aksayış olsa kızıl cephenin

bundan istifade etmekte olduğunu görürüz. İki yıldan

beri buhranlar içinde bulunan memleketimizde solcu faaliyet

ve açıktan açığa yapılan kızıl neşriyat bunun başlıca misallerindendir.

Çok acı bir itiraf ve hakikat olarak, milyonlarca

baskısı olan dünyanın en büyük Yahudi gazeteleri, sabık

iktidarın İsrail'e arka çevirip İslâm dünyasına yanaşmalarından

ötürü cezaya çarpıldıklarını yazması büyük mânalar taşır.

Bu yoldaki neşriyatımızı takip edenler umulur ki bazı

hakikatlerin sırrına varmışlardır. Böyle kritik günlerde solcu

ve dönme yazarların sık sık ve serbestçe memleket dışına giderek

oralarda faaliyette bulunmalarına otoriter ve milli emniyetimizle

meşgul beyler ne buyururlar?

Yahudiler ve kızıl cephe böylece bütün memleketlerde

faaliyette bulunurken dünyanın asil milliyetçileri, muhafazakârları

ve temiz evlatlarının boş durduğunu sanmayalım.

Bu defa en göze çarpan hareket, Yahudinin sırtını dayadığı

İngiltere'de İngiliz milliyetçileri Londra'nın göbeğinde meşhur

«Trafalgar» meydanında şimdiye kadar misli görülmemiş

bir nümayiş yaptılar ve dünyayı ateşlere, üçüncü harbe

ve yokluğa sürükleyen Yahudiliğe karşı nefretlerini açık bir

surette izhar ettiler. Öyleki bu tarihî meydanda toplanan yüz

38


bin asil İngiliz, eğer polis şehrin giriş yollarını kapatmamış

olsaydı kamyonlar ve köy arabalarıyle gelen insanlarla bu

yekun milyona çıkacaktı, ingiltere ve başta kabine kökünden

sarsıldı. Demokrasiyi soysuzlaştırmış olan ve onu sadece bir

maske diye kullanan Yahudi bu ölüm müjdecisi hareketten

şaşkına döndü, dahiliye vekilini tazyik ettiler. Vekil İngiliz

kanunlarında bu gibi teşebbüslere mani olacak madde bulunmadığını

ve demokrasinin halkın hak ve hürriyetlerine

riayet ve hürmet mânasına geldiğini söylemek suretiyle cevap

vermiş ise de Yahudiler tarafından satın alınmış olan

dünya matbuatı hep birden yaylım ateşi açmaktan geri durmamışlardır.

Bunun akisleri Birleşik Amerika'ya kadar sirayet

etmiştir. Evvela İngiltere'yi, son asırda da Amerika'yı

nüfuzları altına almış olan Yahudi üst üste ve her biri diğerinden

gürültülü olarak yapılan bu İngiliz miting ve kıyamından

o derece korkmuştur ki, nihayet Beyaz Saray müşavirleri

—ki Yahudidir— şöyle bir beyanda bulunmağa zaruret

hissetmişlerdir. Beyanat şöyledir:

«İngiltere bir imparatorluk kaybetti, fakat henüz kendisine

mahsus bir rol bulamadı. Avrupa ile birlik halinde

olmadan müstakil ve ayrı bir siyaseti Amerika

ile hususî alâka ve münasebetleri üzerine kurmak istedi.

Ayrıca İngiliz milletler camiasının lideri olarak

rol ve söz sahibi olmak hevesine kapıldı, amma bu İngiliz

milletler birliğinin ne sağlam, ne de malum bir

siyasî vücudu vardır, ne de hakikatte bir birliğe sahip--

tir ve ne de ortak bir kudreti vardır. Sadece aralarında

gevşek ve çok cılız ve her an kırılmaya âmâde iktisadî

rabıtalar mevcuttur. İngiltere başlı başına çalışarak

Rusya ile Amerika arasında bir mutavassıt ve arabuluculuk

rolü oynamak istemektedir ki onun bu tavrı,

askerî kudretinin zayıflığı ve gevşekliği ile izah edilebilir.»

39


Bu ağır ifade Amerika cumhurbaşkanlığı sarayından ve

onun müşavirlerinden gelmektedir. Pek tabii olarak yalnız

ingiltere'de değil bütün dünyada tepkiler yaratmıştır, Yahudiler

nankör insanlardır, nimetiyle perverde oldukları İngiltere'de

milletin aleyhlerine döndüğünü ve Nazi devrine rahmet

okutacak bir yangının Londra bacalarında kıvılcımlarını

sezer sezmez, topun ağzını velinimetlerine çevirmişler ve

hem de en yüksek makamdan seslenmeğe başlamışlardır. Şu

var ki, bu sözler cevapsız kalmamıştır, İngiliz başvekili Mc

Millan'ın matbuata akseden beyanı da şöyledir:

«Vaktiyle bu fikirde bulunanlar tarih boyunca aldanmışlardır.

Napolyon, Alman imparatoru ve en sonra

Hitler Hep böyle düşünmüşler ve cezalarını çekmişlerdir.»

Büyük Britanya başvekilinin bu cevabı oldukça manalıdır.

Demek ki Yahudi son hadiselerden ötürü İngiltere'den

ümidini kesince iki aynı lisan kullanan büyük milletin arasını

açmakta asla tereddüt etmemiştir. Büyük tehlike çanları

çalmaya başladı. Hitler'in dirildiği dehşeti içinde dünya

spazmlar geçirmeye başladı. Londra'da «Sosyalistler» kongresi

toplandı. Buna, bütün Türk milletinin, solcu neşriyatını

nefretle karşıladığı yazar iştirak etti ve gayet kolaylıkla ve

hürmetle pasaport aldı.

Bir memlekette, o vatan için dört harbe iştirak etmiş,

hepsinde kahramanlığı ile şöhret bulmuş halis bir vatan evladı

Yahudi entrika ve hatırı için, onun iftirası, belki de bu

uğurda harcadığı paranın hatırı için kendi yurdunda esir

muamelesi görürse, bu; Yahudinin nefsimizde tecrübe edilmiş

denaetinden başka bir şey değildir. Azmimizi kırmaz,

imanımızı sarsmaz, sadece enerji ve gayretimizi arttırır.

Kur'an-ı Kerim'in alınlarına ebedi zillet damgası vurduğu

bir kuvvetle kırk beş yıl mücadele ne büyük şereftir. Bu

40


şerefi bizlere lâyık gören Allah'a sonsuz hamd ve senalar olsun.

Kızıl cephe, harp sonrası husule gelen vaziyetlerden

azamî derecede istifade ederek tahriklerini arttırmıştır. Bunun

neticesi olarak da sendikalar ve amele grupları daha koyu

kırmızı renk almaya başlamıştı. Bereket versin o zamanlar

bizde ne sendikalar, ne de büyük sanayi olmadığı için işçi

gruplarının bir faaliyeti yoktur. Bizde bu oyunlar bambaşka

şekillerde tecelli ediyordu. Dünya Yahudiliğinin en büyük

gayesi de birinci dünya Siyonizmi kongresinde ilan edildiği

üzere: Türk devletini yıkarak Filistin'de bir İsrail devleti

kurmaktı. Bunun için her alçaklığa, her cinayete başvuruldu

ve sonra da muvaffak olundu.

Bugün Yahudi devletinin hudutları Türkiye'yi de içine

alan Nil'den Fırat'a kadardır. Bu, bize evvela Hayal gibi gözüken,

fakat neticede adım adım, kademe kademe gerçekleşmeğe

başlayan iddia ve emel için en büyük fırsat Birinci

Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlı imparatorluğunun

şaşkın devrinden istifade etmekti. Devleti harbe sokanlar,

ihtilaller yapanlar memleketten kaçmışlar, milletin morali

bozulmuş, açlık ve sefalet başlamıştı. Anadolu'nun genç

ve gürbüz evlatlarının çoğu cephelerde şehit düşmüş, geri

kalan sakat ve mâlûl. Hükümet aciz, memleket içli dışlı düşmanlarla

işgal altında idi.

Bu sırada, harabeler üstünde baykuş sesleri yükselmeye

başladı. Amerika Yahudilerinin ajanı, mahut dönmenin sesi

afaki kapladı. Şunları yazıyordu:

«Dünya müslüman birliği bir hayaldir, İsrail devleti kurulmalıdır.

Ve... Ve Türkiye şarktaki vilayetlerini Ermenilere

verip, bakıyyesiyle Amerikan Mandasma girmelidir.»

41


Burada bir miktar durmak lazımdır: Amerikalılar kaba

bir ifade ile erkek bir millettir. Hürriyet için çok kan dökmüş

kabadayı insanlardır. Fakat biraz evvel okuduğumuz Benjamen

Franklen'in kehaneti gerçekleşmiş, son asırda bu millet

te yakasını Yahudiye kaptırmıştır. Şimdi bu büyük milletin

temiz ve büyük evlatları bu manevî esaret zincirini kırmak

için var kuvvetleriyle çalışmaktadırlar.

Dönme, mağlup Türkiye'yi Amerikan himayesine ve

daha doğrusu dünya Yahudiliğinin emrine sokmak için çok

aşırı, çok pervasız, çok küstah teşebbüslere girişmiş ise de,

yaralı arslan Türk milletinin zincirleri kırıp bir «Millî Mücadele»

yaratması planları alt üst etmiştir.

Aradan uzun yıllar geçti, dönme hâlâ faaliyette, hem de

hükümetler nezdinde daha itibarlı olarak...

Garptaki müttefiklerimize gelince, her yerde sanayi, ve

liman işçileri grevleri, tedhiş hareketleri ve ayaklanmalar,

Hamburg'tan Hong Kong'a kadar çeşitli sabotajlar ve başkaldırmalar

günlük hadiseler halinde devam etti. Ticaret gemilerinde

yangınlar ve isyanlar, harp dolayısiyle esasen fakir

düşmüş memleketlerin deniz yollarını ve iktisadiyatını

perişan etmiştir.

Harp ateşini körükleyen ve milletleri birbirleriyle boğuşturan

Yahudiler ilk planda Avrupa'da kat'î bir hakimiyet

tesisi için Almanya'da, Şarkta ve bilhassa Orta Doğuda Türkiye'nin

yıkılmasını esas program olarak kabul ettiler.

Bu acı hakikatleri LENİN her vesile ile açıkça ifade etti.

Harpten sonra artık kızıl terörü Avrupa sokaklarında hâkim

görüyoruz. Şehirler halkı o sıralarda, gelecek hadiselere intizar

ederek ve onları düşünerek titriyorlardı. Yahudi tesirinde

bulunan liberal basın pembe-kırmızı bir renk almıştı. Kö-

42


tülük için için kaynamakta, tahammür etmekte idi. Bu basın;

milliyetçi ve muhafazakâr kıymetlere hücum etmek ve onları

tarihe gömmek suretiyle kızıl ilerleyişe refakat ediyordu.

Ahlâk en düşük seviyeye gelmişti. Bizde de bu misalleri o

günden bugüne dek hâlâ görmüyor muyuz? Hatta son senelerde

hadiselerin şaşkınlık devirlerinde birçok dönme, Farmason

ve komünist yazarlar bu memleketin temiz milliyetçi

evlatlarına köpek gibi saldırmadılar mı? Bundan başka, esasen

iki bin dinî mezhebin serbestçe faaliyette bulunduğu

Birleşik Amerika'da, hıristiyan gibi gözüken fakat aslında,

isminden de anlaşılacağı gibi Yahudi olan «Yehova Şahitleri»

gibi sapık ve maksatlı teşekküller araya girmeye başlamışlardır.

Farmasonların şu elli üç yıl içinde vatan dahilinde irtikâp

ettikleri cinayet ve hıyanetler yetmiyormuş gibi başımıza

yeni bir Yehova şahitleri belası çıkması hiç de hoş görülecek

birşey değildir.

Bizim idarecilerimizin böyle tehlikeli, vatansız teşekküller

dururken, sadece milliyetçilerle uğraşması üzerinde durulacak

bir meseledir. Acıklı, hazin bir mesele...

Medeniyet son günlerini yaşıyordu. Onun tamamen ölmeyişi.

sadece Mussolini ve Hitler gibi demir iradeli şahsiyetler

sayesinde olduğuna inanmalıyız. Bizdeki efendiler,

buna inanmasalar bile ingiltere gibi büyük kültür memleketlerinde,

hatta Alman düşmanlığı ile tanınmış büyük şahsiyetler,

profesörler, ilim adamları bu hakikati itiraf etmektedirler.

Yahudiler; İkinci Dünya Savaşından sonra her sağcı,

milliyetçi ve komünizm aleyhindeki hareketi Faşizm damgasiyle

öldürmek istediler. Bizde de ne zaman hak ve hürri-

43


yet ve milliyet namına bir kıpırdama olsa bazı dünyadan bihaber

insanlar bu meşru faaliyeti Faşizm hareketi gibi göstermek

isterler; bu, cehaletlerinden ziyade Yahudiye yaranmak

kompleksinden ileri gelir. Bizim memleketimizde, milliyetçi

ve namuslu insanlar içinde, hatta kendi mefkurelerine

uygun düşse dahi yabancı ideolojilere hizmet edecek insan

yoktur. Her iki sistem de kendi bünyelerine uymuş ve iyi neticeler

vermiştir, insanlığın bunlardan alacağı dersler vardır,

şöyle ki:

Bir çok ruhî, fizikî âmillerle kaba, vahşi ve pervasız

hareket eden ve herşeye kararlı olan bir kuvveti, ancak aynı

cinsten taktikler ve sistemlerle, yani: tedhişe karşı tedhişle

karşı koymak ve komünizm gibi müfrit bir sosyalist

mefkuresine, bu ideolojiden daha üstün, daha mükemmel

ve milletlerin umumî tasvibine mazhar olacak bir mefkûre

ile galebe çalmak mümkün olabilirdi.

Yahudilerin Nasyonal Sosyalizm ve Faşistlik diye kötüledikleri

Almanya ve İtalya'da o zaman için en iyi ideoloji

olarak milliyetçilik tezi ileri sürülmüş, her iki memlekette

garp kültürüne dayanan sermaye ve emek sentezine uydurulmuştu.

Bu mevzular, hele aradan bunca yıllar geçtikten

sonra tarihin katl hükmüne iktiran etmiştir ki bunlar münakaşalar,

ithamlar, cahilce sözler ve Yahudi propagandalariyle

kafiyen ört bas edilemez. Bilhassa, günler geçip, dünya Yahudiliği

milletlerin önüne daha nice nice belâ ve musibet

sürdükten sonra asla!...

Avrupa'nın kalbi olan Almanya, dünya Yahudiliği ile

uşaklarının başına getirdiği belâ ve musibetlerden kendi

sağlam bünyesi sayesinde kurtulunca, başta Türkiye olmak

üzere diğer memleketlerdeki maneviyat ve sinir bozukluğu

çözülmeğe, azalmaya başladı. Teşkilatsız ve mefluç bir vaziyete

düşmüş olan iktisadî sistemlere taze hayat ve milletlerin

damarlarına taze kan gelmeğe başladı. Yardım cemiyetle-

44


ri önünde işsizlerin teşkil ettikleri uzun kuyruklar bir anda

ortadan kalktı, bütün Avrupa'da iktisadî nabız yavaş yavaş

atmaya, refah ve saadet ağır fakat emin adımlarıyla tekrar

gelişmeye başladı. Bu, öyle bir tempo ile yürüyordu ki, Yahudileri

dehşet sarmıştı ve kimse buna ihtimal vermiyordu.

Dünyanın uğursuz, alçak ihtilalcileri bundan hiç de memnun

değildiler.

Bunlar, milliyetçilerin hedeflerine nasıl yaklaştıklarını

ve kendileri için ne büyük tehlikenin belirdiğini ve bundan

dolayı o güne kadar ele geçirmiş oldukları şeyleri öfke ve

hiddetle birer birer terke mecburiyet hissediyorlardı. Bütün

medenî milletler, kendilerini boğazlarına sarılmış olan kızıllardan

kurtarmışlardı. Yeni bir devir başlamıştı. Bu; hiç şüphesiz

Alman milletinin vücuda getirdiği harika idi. Bugün,

bu dakika hâlâ hür birer devlet olarak bulunan birçok memleketler

ve bilhassa hürriyetlerini yeni kazanmış olan bütün

milletler eninde sonunda Almanların bu harikasına minnettar

olacaklardır. Birçok müslüman milletler bunu çoktan anlamış

ve istiklâllerinin bu sayede mümkün olduğunun farkına

varmışlardır. Bunun en büyük delili müslüman milletlerde

Alman milletine karşı görülen sempatidir.

Bu, başka türlü de tecelli edebilirdi, yani: Eğer bugün

dünya Yahudiliğinin sönmez kin ve nefretinin üzerinde toplandığı

Hitler ve Mussolini iktidara gelmemiş olsalardı, bütün

Avrupa'nın komünist olması muhakkaktı. İnsan, iradesini

kaybedecek olursa, keşke öyle olsaydı da nankör insanlar

dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenselerdi diyeceği geliyorsa

da, yine bu akîbetten Allah'a sığınmak lâzım gelir.

Yahudi ve Farmasonlar gibi devletler üstü meşum kuvvetler

büyük bir meydan muharebesi kaybetmişlerdi. Fena

halde sarsılmış olan bozguncu kuvvetlerin bakiyesi bundan

dolayı yeraltı mevzilerine çekilmek zorunda kaldılar. Bu

uğursuz kuvvetlerin yılan basılan komşu memleketler mer-

. 4 5


kezlerinde çöreklendiler ve mücadelelerine devam etmek ve

kaderlerini beklemek üzere kapağı Moskova'ya attılar ve

Komünist elebaşıları orada toplandılar.

Milletlerarası Yahudi maliyesini bir korku ve dehşet istila

etmişti. Zira Almanya'da yeni bir iktisat sistemi gelişmeye

başlamıştı. Orada komünistlere büyük darbeler vurulmuş,

Yahudiye haddi bildirilmiş, din perdesi arkasına gizlenmiş

Yahudi tarikatlarının faaliyetleri tahdit edilmişti, yani

başta Farmasonlar olmak üzere, cümlesi Yahudilerin icadı

olan bütün tarikatlar susmak zorunda kalmıştı.

Newyork ve Moskova'daki devlet üstü kuvvetler intikam

için hazırlıklar yapmaya başladılar. Bunlar uğradıkları

mağlubiyet ve hüsrandan sonra yeraltı faaliyet planlarının

neticelerini dehşet içinde beklemektedirler.

Üçüncü Dünya Savaşı, medeniyetin batışı, insanlığın

ölümü mü yoksa İsrail devletinin yok olması mı? Allah bilir!

Dünya Yahudiliğinin harp ve ihtilâller mevzuunda oynadığı

büyük rolü hakkiyle tebarüz ettirmek için Almanya

üzerinde bir miktar durmak lâzımdır. İkinci Dünya Savaşı'

nın mihrakını teşkil eden bu memlekette Yahudiliğin oynadığı

rol bütün milletler için büyük bir ibret dersi teşkil

eder ve bu ders medeniyetin istikbali ve insanlığın mukadderatiyle

sıkı sıkıya alâkadardır.

Almanya'da nasyonalistler zafer kazanıp iktidara geldikten

sonra hiç beklenmeyen iktisadî ve askerî bir kalkınma

vücuda geldi. O kadar ki Almanya birdenbire Avrupa'nın

en kudretli ve ağır basan bir devleti haline geldi. Rakiplerinin

Versay'da onun ve Türkiye'nin kollarına ve ayaklarına

vurdukları zincirler azimli bir surette kırılıp parçalan-

46


di. Türkler, müşterek düşmanın Versay'da kendilerini bütün

bütün tarihten silmek isteyen korkunç iç yüzlerini öğrendikten

sonra bu, parlayan Alman mucizesini can ve yürekten

alkışlamaya başladılar. Esasen biz de, daha evvel o zincirleri

kırmak için adına «Millî Mücadele» dediğimiz büyük

ve çetin savaşı yapmak zorunda kalmıştık. Allah, düşmanlarımızın

kahharî hezimetini bize göstermiş ve barbar düşmanın

leşleri, geldikleri yerden denize dökülmüştü.

Bu kader birliği ve silah arkadaşlığı dolayısiyledir ki,

Alman milleti ve nasyonalist hükümet bir ölüm, dirim harbine

giriştiği seneler Türkiye'ye dost ve sadık kalmak mertliğini

göstermişti. Bunun büyük mânasını, askerlikten ve stratejiden

biraz anlayanlar çok iyi bilirler.

1941 senesi eylülünde Türk ve Alman devlet erkânı Tarabya'da

Alman mezarlığında toplanarak kadîm silah arkadaşlığı

andını tekrarladılar ve o gün büyük insan Mersinli

Cemal Paşa verdiği nutukta:

«Aynı siperlerde, müşterek düşmana karşı kan dökmüş

olan iki büyük milletin daima dost ve silah arkadaşı

kalacağını» söylemek suretiyle bunu bir defa daha tekit ve

tekrar etmiş oldu.

İşte o Almanya, millî hükümet sayesinde böyle mucizevî

ve seri bir kalkınmaya mazhar olunca, kendi hudutlarının

dışında kalan ırkdaşlarmı, Alman azınlıklarını da yabancı

boyunduruğundan kurtardı. Esasen bunlar, uzun zamanlardan

beri ana vatanlariyle birleşme hülyası içinde yaşıyorlardı.

Bütün bunlardan başka, millî hükümet içtimaî porgramlarm

hepsinin üstünde, hepsinden daha mükemmel sosyal

bir programı gerçekleştirdi... Bütün dünya bu hadiseyi büyük

bir alâka ile takip ediyordu. Almanya'nın rakipleri ve

47


Türkiye'nin düşmanları hiddetlerinden köpürüyorlardı. Zira

Almanya'nın yeni iktisadî siyasetinin muvaffakiyeti tesirini

göstermiş ve bu tesiri kendi bünyelerinde hissetmeğe başlayanları

büyük bir endişe ve korku istila etmişti.

0 güne kadar iktisadiyat ve millî ekonominin iman haline

gelmiş olan anahatlarında büyük değişiklik vücuda gelmişti.

O güne kadar herhangi bir imalat için şu üç unsur lüzumlu

görülüyordu:

1 - Tabiat,

2 - Mesai,

3 - Sermaye (istikraz ve altın).

Bunlar iman, dogma ve akide halinde; değişmesine,

kaldırılmasına imkân tasavvur edilemeyen hususlar ve umdelerdi.

Nasyonalistler bu tezi yıkıp yerine şunu ikame ettiler:

a - Tabiat,

b - Çalışmak.

Almanlar bu iki unsurun tamamen maksada kâfi olduğunu

ve bunların kapital yaratmaya yeter olduğunu ilan ettiler.

Bu yeni buluşa göre, mesaî ve muayyen emtia miktarının

altın ve para kıymetini haiz olduğunu ve altınla paranın

bir devletin iktisadiyatı üzerinde müessir olamıyacağmı ilan

ettiler. Bu suretle binlerce senedenberi bütün dünya tarafından

tahta oturtulup tapınılan Altın buzağı'nın şah damarı

ortadan kesildi ve altın buzağının can çekişmeye başladığı

görüldü. Kendi buluşlarının ve ideallerinin doğruluğunu ve

gerçekleştiğini gören Alman iktisatçıları, tamamen altınsız

ve istikrazsız bir şekilde ve kısa bir zaman içinde en yüksek

bir seviyeye ulaştırdılar, Alman markının karşılığı bu defa

altın yerine çalışma, imalat ve istihsal teşkil ediyordu. Bu

muvaffakiyet şayanı dikkat bir şekilde ayakta durdu ve sabit

bir seviyede kaldı.

48


Dış ticarete gelince; bankaların mühim bir kısmını bertaraf

etmek suretiyle ve malları ucuzlatmak yoluyla, iş /

tabiî

bir mal mübadelesine döküldü ve bütün münasebette bulunduklarına

vermiş olduğu avantajlar ve sağladığı menfaatler

sayesinde tekmil Avrupa pazarlarını kazanmaya muvaffak

oldular. Böylece Avrupa yeni bir iktisadî gelişme devresine

girmiş oldu.

Bu hadiseden tek zarar gören, Beynelmilel yüksek maliye,

yani Yahudi oldu. O Yahudiler ki, o güne kadar bütün

dünya üzerinde kurdukları dev tröstler sayesinde, istikraz

ve Borsa sermayeleri ile dünya iktisadiyatına hâkim bulunuyor

ve bütün milletlerin istikballerini tayin ediyorlardı. Bu

Yahudiler en iyi kazançlarının kaybolduğunu ve istinad ettikleri

temellerin ayaklarının altında sallandığını hissetmeğe

başladılar.

Bunlara ilâve olarak Almanlar o zamanlar bazı dâhiyane

icatlar sayesinde büyük miktarda sun'î benzin ile gayet

ucuza mal olan dayanıklı sun'î kauçuk imaline de başladılar.

Böylece bu millet, yabancı sermayenin esaretinden kurtulup

bağımsız olma yolunu bulmuş ve böylece, birer dünya

kuvveti olan petrol ve kauçuk gibi devlet idaresinde bilkuvve

müessir iki unsura çok kuvvetli bir darbe vurulmuş oldu.

Almanların verdikleri bu misallerin başka memleketlerde

de taklit edileceğinden korkan Yahudileri büyük bir endişe

kaplamıştı. Amerika'nın meşhur Wool Street'i yani

Newyork'taki dünya Yahudi iktisadiyatının merkezindeki

sanayi ve ticaret kıralları müthiş bir iktisadî buhranla sarsıldılar.

1930 senesinde başlayıp gittikçe genişleyen kriz ortalığı

kasıp kavuruyordu. O zamanki büyük krizde dört bin

banka iflas etmişti. Bu hadiselerden sonra Amerikan iktisadiyatı

kıyamet kopmuş gibi süratle uçuruma sürüklenmekte

idi. Dünyanın bu en zengin memleketinde birkaç bereketli

yıldan sonra korkunç bir kıtlık kendini göstermişti, İşsizlik,

49


açlık, ümitsizlik ve bir intihar salgını birbirini takip ediyordu.

Amerika o devirde içtimaî bakımdan geride idi ve bu

ihtiyaç ve zaruret devrini ne şekilde olursa olsun ıslah için

bir çare bulunamıyordu. Ebedî refah ve inkişafın yerini hudutsuz

bir ümitsizlik almış ve iktisadiyat bir şeytan çemberine

girmişti. Orta sınıf halkın satınalına gücü o ana kadar

misli görülmemiş bir dereceye düşmüştü. Sanayi ve ticaret

de aynı ölçüde gerilemiş ve bunun neticesinde fabrikalar bir

biri ardı sıra kapanıp imalat son derece tahdit edilmişti.

Bugün Türkiye'nin içinde yüzdüğü iktisadî buhran ve

malî güçlüklerde, aynı Yahudilerin tesir ve müdahalesini

görmek mümkündür. Parti kavgaları ve post didişmeleri

içinde kendilerini kaybetmiş olan insanlar, geçen sene, tenezzülen

İstanbul'a gelmiş olan dünya hükümdarlarından

Roçild'in bu zahmeti niçin ihtiyar ettiğini araştırmak lüzumunu

bile hissetmediler. Halbuki bu, son derece mühimdir;

iktisadî muslukların birdenbire kapanmasında, bizim idaresizliğimiz

kadar başka unsurların da mevcut olduğunu kimse

hesaba katmadı. Bazı yabancı milliyetçi neşriyat Roçild'in

Yahudilere yaptığı bir milyon İngiliz liralık bir kredi ile bu

buhranı körüklediğini ifşa ettiler. Aslını tahkik eden kim?...

1930 senesi nihayetinde Amerika'da işsizlerin yekûnu

on üç milyonu bulmuştu. Bu rakama yarım gün çalışanlar

dahil değildir. Yüz binlerce ev, sahipleri tarafından ipotek

borçları ödenmediği için icra dairelerince satışa çıkarıldı. Bina

fiatları normalin en asgari haddine, hatta beşte, altıda birine

kadar düşmüştü. Çiftçilerin mal satışı tamamen durmuştu.

Buğday fiatlarını sun'î bir şekilde ve bir dereceye kadar

tutabilmek için, yani ziraî mahsullerin enflasyonunu önlemek

için milyonlarca kantar buğday ve mısır yakılmış ve

50


lokomotiflerde kullanılmıştı. Bütün bunlara rağmen çiftçilerin

büyük bir kısmı iflâs ederek arazilerini terke mecbur kaldılar.

Sonsuz otomobil kuyrukları halinde —ki bunların içinde

iş arayan ziraatçılar vardı— herkes en lüzumlu ev eşyasını

ve aillerini alarak daha sıcak iklimlere ve bilhassa Florida

istikametine doğru hicret ediyorlardı. Böylece Florida'yi işgal

eden büyük çiftçi orduları neticesinde işçi gündeliği 95

sente kadar düşmüştü. Şehir belediyeleri birçok şehirlerin

giriş kapılarını silahlı adamları vasıtasıyle aç çiftçilerin hücumundan

koruyor ve onları başka şehirlere gitmeye teşvik

ve iknaa çalışıyorlardı.

O sıralarda Almanya'da vaziyet tamamiyle aksine olup

orada refah ve kalkınma hüküm sürüyordu. İktisadiyat her

şubede yükselmiş, muvaffakiyetli bir şekilde gelişmekte idi.

Orada işsizlik maziye karışmıştı. O kadar ki birçok sanayi

şubelerinde işçi kıtlığı bile kendini göstermişti.

Yoksulluk içinde ve çöküntü halinde geçen uzun ve ıstıraplı

senelerden sonra Alman milletini kaplayan refah, bolluk

ve bereket Yahudiyi çileden çıkarmıştı. Yahudi Samuel

Untermayer'in teşkilatlandırdığı, Alman mallarına dünyaca

boykotaj hareketi, Almanların bu iktisadî muvaffakiyetini

kalbinden vurmak gayesini takip ediyordu. Boykot hareketi

muvaffak olamadı ve çöktü.

Farmason ve Yahudi Rozvelt hükümetinin güç tahakkuk

eden «New-Deael» tedbirleri kısa bir müddet için hesaplanmıştı

ve kendi bünyeleri için de bu plan menfi idi. Bununla

beraber Yahudi-Mason idaresi zaman kazanmak istiyordu.

Elbetteki bu yarım yamalak tedbirler ve faaliyetlerle

bazı delikler kapatılıyor idi ise de bu, ancak yangına karşı

bir bardak su mesabesinde idi. Amerika bu buhranlı vaziyete

açık bir ihtilal patlak vermeden daha ne kadar bir müddet

51


dayanabilirdi? Ve... Ölüm tehlikesi geçiren, Yahudiliğe dayanan

milletlerarası yüksek maliyeyi (Haute Finance) bu feci

vaziyetten kim ve nasıl kurtarabilirdi? Yüksek Yahudi maliyesinin

nefret ettiği Alman milliyetçilerinin lideri Adolf Hitler,

nasıl oluyor da mümtaz milletin(!) asırlardan beri hâkimiyeti

altında bulundurduğu imtiyazları yıkıp yerine yeni

iktisadî sistemler kurmaya cüret edebiliyordu?

Bunun içindir ki, Yahudi maliyesine başkaldıran, Haut

Finance'a isyan eden bu lideri engizisyon mahkemesine sevketmek

ve imhası için neler yapılmak lâzım olduğuna dair

mel'un Yahudi kafaları düşünmeğe, çalışmaya başladı. Dünya

Yahudiliği tekmil gayret ve faaliyetini bu noktada toplamıştı,

Yahudiler Hitler'in şahsında en tehlikeli düşmanlarını

görüyorlardı. Onların en kuvvetli merkezleri olan New-

York, Londra ve Paris'te, tekelci kapitalizmin hayatına kasteden

bu Alman asilerinin imha edilmesi zarureti hususunda

bütün söz sahibi Yahudi kodamanlar ittifak etmişlerdi. Bunlar,

Yahudi maliyesi, Yahudi tahakkümü, Yahudi diktatörlüğünün

kurtulabilmesi ve mücadeleden muzafferane çıkabilmesi

için bu başkaldıranları merhametsiz bir şekilde yok etmeğe

karar verdiler..

Yahudi Ratenau'dan sonra dünyanın kaderi, bu sembolik

üç yüz Yahudi ile, uşakları yüksek dereceli Farmasonlar,

barbar dedikleri Almanlara karşı harp açılmasına

karar verdiler ve işte böylece İkinci Dünya Harbi kaçınılmaz

bir hal aldı, emr-i vaki oldu.

Not: Yahudi Valker Ratenau, Birinci Dünya Savaşında

Alman İaşe Nazırı bulunuyordu. Cephede Alman ordusunu,

cephe gerisinde Alman halklarını iaşe sıkıntısına sokmak

için elinden gelen herşeyi yapmış, her türlü sabotaja

başvurmuştu. Bu hareket elbetteki Almanlar tarafından

52


sezilmekte idiyse de o tarihlerde aleyhlerine bir şey söylemek

mümkün değildi. Faciayı göre göre susmak lâzımdı.

O tarihte Osmanlı devlet ricaliyle Alman devlet erkânı

arasında bir iaşe yardımı mukavelesi yapılmıştı. Gerçekleşmedi.

Filistin'in mübarek topraklarında Yahudi devleti

kurmayı tasarlamış olan bir milletin ferdi, o mübarek

toprakları müdafaa eden bir orduya ve millete hiç yardımda

bulunabilir mi? Valter Ratenau isimli Yahudi İaşe Nazırı,

Türklere bir habbe erzak vermemek için elinden geleni

yapmıştır.

Harbin son senesinde ben, Suriye ve Garbî Arabistan

umum kumandanlığı erkan-ı harbiye ikinci şube müdürü

bulunuyordum. Suriye, Lübnan ve Filistin'de iaşe buhranı

mevcuttu. Cephede döğüşen ordumuzun hâli yürekler acısı

idi. Alman menzil kumandaniyle vaziyeti mütalaa ettik,

bana şunları söyledi:

İaşe nazırımız Ratenau koyu bir siyonisttir. O iktidarda

kaldıkça, değil size ta Almanya'dan yiyecek yardımı

yapmak, elinden gelse bizi açlıktan öldürecektir bu herif...

Benim böyle teşebbüsüm oldukça itirazlara sebep oldu.

İstanbul'un müthiş bir yiyecek buhranı geçirdiği Ve

bir sürü iaşe nazır, umum müdür ve müdürlerin gayretlerine

rağmen halkın sefalete düştüğü o sıralarda Almanlardan

motorlu vasıtalar teminine muvaffak oldum. Gerek

bunlar ve gerekse elde mevcut bütün imkânlara başvurarak

cephelerde vatanları için can veren silah arkadaşlarımla

Şam ve Beyrut ve Lübnan gibi büyük şehirler halkının

imdadına koşmaya çalıştım ki, bunları düşündükçe

mel'un Yahudi Ratenau'un iğrenç silueti gözlerimin önünde

canlanır. Bu ismi unutmamış olmaklığım bundandır.

53


Artık gizli faaliyetler başladı. Şifreli telgraflar, transatlantik

kabloları üzerinden dünyanın bütün kilit noktalarına

ulaştırılıyor, yeraltı diplomasi mekanizması faaliyete geçiyor

ve en yüksek randımanla çalışmaya başlıyor. Parolası şu:

Almanya'ya ölüm!

Ve... efkâr-ı umumiye endüstrisinin menajerleri Almanya

aleyhine başlayan harekâtın direktiflerini ve emirlerini

verdiler. Almanya aleyhine tertiplenen bu harekâtın maksat

ve gayesi maskelenerek «Dünya vicdanı»na efkâr-ı umumiye

idarecileri tarafından arzu edilen şekilde, her çareye, her

yalana, her iftiraya başvurularak aksettirildi. O kadar ki «ahlak

ve insaniyet» maskesine bürünülerek her fırsatta Almanya

aleyhine tahrikler yapıldı. Almanlar, kendi vaziyetlerini

tahkim için hangi teşebbüste bulundularsa, bunlar: "diktatörce

tedbir, ahdi bozma, halkı tazyik, gayrı insanî hareket

ve vicdansızca tutum" diye tavsif edilerek, Almanlar aleyhine

hüküm veriliyor ve aleyhine çalışılıyordu.

Londra ve Newyork'taki yobaz ve kör mutaassıp, riyakâr

ve hain Yahudiler bu menfur yalanların nerede kullanılacağını

Birinci Dünya Harbinde tecrübe etmişlerdi.

Bunlar şimdi evrak hazinelerinden, arşivlerinden bu eski

iğrenç masalları tekrar ortaya çıkardılar. Aradaki fark, Birinci

Dünya Harbinde: Almanlar çocukların ellerini balta ile

kesiyorlar iftirasına mukabil bu sefer temerküz kampları hikâyesi

yer aldı ve bunun için bol malzeme bulundu. Zira saf

ve temiz kalpli Almanlar bu gibi masallara çabuk kanan

cinsten insanlardı.

Bütün dünyadaki adalet ve hak sever insanlar; temerküz

kampı masalları dünyaya yayıldığı zaman, suçsuz esirlerin

çektikleri işkenceleri duydukları zaman iliklerine kadar

titremişler ve böylece Almanlar aleyhine umumî bir nefret

yaratılmış oldu.

54


Fikir imalâtçıları ve propagandacılar bundan sonra bilhassa

Amerika'da, Hitler'in bütün dünyayı istila etmek emelinde

olduğunu yaydılar. Böylece Amerika'daki vurdumduymazları

dahi bir telaş aldı. Yahudinin istediği de bu idi.

Amerikan milletini harbe hazırlamak! Yahudiye başkaldıran

bir milleti başka bir millete kırdırmak...

Dünya ihtilalcilerinin Almanya'daki faaliyetine son verilmişti.

Bu yüzden, Yahudiler o tarihlerde Avrupa milletler

zincirinin en zayıf halkası sayılan İspanya'yı tercih ettiler ve

orasını kendi faaliyet sahaları olarak kabul ettiler ve bir kardeş

harbinin çıkmasına sebep oldular. Bu dahilî harbin vahşet

bakımından tarihte bir eşi ve benzeri yoktur. İnsanların

en korkunç ve tüyler ürpertici bir şekilde öldürülüşü bu iç

harpte görülmüştür. Komünizm ve bolşevizm ihtilâlinden

sonra en kanlı mücadele burada olmuştur. Bu iç harp milyonlarca

insanı mahvetmiştir.

Şâyan-ı hayrettir ki dünya vicdanı, yeryüzünün her

hangi bir yerinde, beğenmediği en ufak bir harekete karşı

binlerce gazetesiyle hücuma kalktığı halde İspanya dahilî

harbinde kızılların işlemiş olduğu en büyük alçaklık, vahşet

ve canavarlığı —bilerek— görmemezlikten gelmiştir. Zira

onların sevgi ve sempatileri Hürriyet - Müsavat - Kardeşlik

parolası altında çalışan sahtekârlar yani Yahudi, Farmason

ve Komünistler içindir. Çünkü dünya Masonluğu bunu

böyle istiyordu. Bundan ötürü de İspanya iç harbinde canavarca

öldürülen milyonlarca insanın hesabını suçludan soran

olmadı. Vaziyet böyle devam etmektedir. Aynı parolalar

altında işlenen cürümler mubah sayılıyor ve bütün dünyanın

sağ duyulu insanları, milliyetçileri, muhafazakârları ve

temiz evlatları daima gericilik, mürtecilik ve faşistlikle itham

ediliyorlar.

İspanya'da uzun süren bir mücadeleden sonra kızıl barikat

muharipleri savaşı kaybettiler. Ananesine bağlı Ispân-

55


ya ordusu, hariçten idare edilen bu anarşist, kızıl terörü yok

etmesini bilmiş ve İspanyol halkını sulha kavuşturmuştur.

Almanya, komşu memleketlerdeki kendi azınlıklarını

imparatorluğuna ilhak ettikten sonra bütün komşulariyle iyi

geçinmek için onlara uzun vadeli «adem-i tecavüz» paktları

ve müsait ticaret anlaşmaları teklif etti. Bundan başka İngiltere

ve Fransa ile olan eski gerginlikleri ve menfi hisleri ortadan

kaldırmak için her fedakârlığı yaptı. Fakat bu iki memlekette

mühim mevkileri ellerinde tutan Yahudi ekalliyeti

buna mani olmaya ve Almanya aleyhine soğuk bir hava yaratmaya

muvaffak oldular. İngiltere ve Almanya arasında

yapılacak olan askerî bir anlaşma için vaki olan bütün teklifler

ve bilhassa, sadece İngiltere'nin istifade edeceği donanma

anlaşması, Anglo-Saksonları katiyen yumuşatmadı, aksine

olarak gerginlikler bundan sonra göze batacak şekilde

artmaya ve sıklaşmaya başladı. Yahudi son kozunu oynuyordu.

Birisi Wilhelm von Custlof olarak İsviçre'de, diğeri de

Paris'te olmak üzere iki diplomat Yahudiler tarafından katledildiler.

İşte bundan sonradır ki Almanya'da yaşayan Yahudiler

aleyhine tedbirler alınmaya başlandı. Taş yuvarlanmıştı.

Polonya; harp açılması için münasip bir satranç taşı olmaya

lâyık görüldü. İngiltere, Versay anlaşmasının meydana

getirdiği yanlışlıkları ve Almanya ile Polonya arasında husule

gelen anlaşmazlığı izâle maskesiyle, hakem rolünde

sahneye çıktı. Polonya için çok müsait olabilecek Alman-Polonya

anlaşmasını akim bırakmak için Farmason Çörçil ve

taraftarları, Polonya münevverlerinin mutaassıp kanadiyle

iş birliği yaparak bu anlaşmaya mani oldular. Ne yazık ki o

sırada büyük kahraman ve Polonya'nın kurtarıcısı Mareşal.

Pilsudski hayatta değildi. Yoksa uzun yılların

56


kurtardığı güzel vatanını Yahudilere, Farmasonlara ve bir

maceraya feda edemezdi. Halbuki görünmez kuvvetler ve

gizli teşekküller, Polonyalılara Almanlarla anlaşmamak için

tam bir garanti vaat etmişlerdi. Geç olarak anlaşılmış bulunuyor

ki Çörçirin vaadini tutmaya hiç de niyeti yokmuş...

Bütün bu olup bitenlere karşı Polonyalılar umumî seferberlik

ilan etmekle mukabelede bulundular. Daha fecisi Yahudi

yalan ve entrikalarına kapılarak Polonya'da yaşayan

elli sekiz bin Alman'ı kılıçtan geçirip katlettiler. «Dünya

vicdanı» dediğimiz heyulanın bu facia karşısında kılı bile kıpırdamadı.

İşte bu hâdiseden sonradır ki Alman orduları yıldırım

hıziyle Polonya topraklarına girdiler. Harp tahrikçisi Yahudilerin

de istedikleri bu idi ve onlar ilk hedeflerine ulaşmışlardı

ve bundan istifade ederek, Almanya aleyhine İkinci

Dünya Harbini körüklemeğe başladılar. Bunun mucip sebebi

ve yalanı daha evvelden hazırlanmıştı: «Polonya'nın kurtarılışı»...

Hakikaten o tarihlerde Alman ordusundan sayıca üstün

olan LEH ordusunun Almanları yıpratacağı ümit ediliyordu.

Fakat vaziyet başka türlü tecelli etti. Alman ordularının yıldırım

hıziyle ilerleyişinin tazyiki altında Polonya müdafaası

on sekiz gün içinde çökmüş, onu şımartmış olan İngiltere ve

Fransa kendisine hiçbir yardımda bulunamamış ve böylece

cesur ve asil Leh milleti feci bir mağlubiyete duçar olmuştur.

Daha doğrusu Polonya, Yahudilerin tuzağına düşen devletlere

ve entrikalara kurban olmuştur.

Harp bu şekilde birinci safhayı geçtikten sonra tuhaf bir

vaziyet husule gelmiştir. Bu durum siyasî müşahitlere göre

düşündürücü ve manalı olup birçok muammaları da berabe-

57


rinde taşıyordu. Almanya ile düşmanları arasında bir harp

hali mevcut olduğu halde, Polonya harbinden sonra dokuz

ay içinde cephelerde hiçbir savaş olmamıştı. Garp cephesinde

Almanlar Ziğfrit, Fransızlar da muazzam, geçilmez müdafaa

kaleleriyle meşhur Majino hattına yerleştiler ve kendilerini

orada gayet emin hissettiler. Geçen bu müddet içinde

iki tarafın askerleri birbirlerine tek kurşun sıkmadılar

ve günlerini sulh ve sükun içinde geçirdiler- Fazla olarak

iki hasım tarafın askerleri hoporlörlerle birbirlerine en son

müzik parçaları ikram ettiler. Bunun mânası ne olabilirdi?

Bunun çok mânası vardı. Bu sessizlik arkasında dünya vicdanının

büyük bir ketumiyetle saklamak istediği sebeplerin

hakikati ancak İkinci Dünya Harbinden sonra gün ışığına

sızdı. İngiliz yarbay Creagh Scott'un; Chelsea belediyesinde

l1 Ağustos 1947'de vermiş olduğu nutuk ve uzun tafsilat İngilizce

Tomerrow mecmuasının 1947 tarih ve 6 sayılı nüshasında

aynen ve tamamen şöyle neşredildi:

«1939-40 senesi devamınca ceryan eden telefon harbi(1)

esnasında İngiliz ve Alman hariciye vekâletleri arasında

uzun görüşmeler yapılmıştır. Bu zaman zarfında

biz, (yani İngilizler) Almanlara; Almanya altın standartına

döndüğü takdirde harpten vazgeçmeğe hazır

olduğumuzu bildirdik. Bundan sonra Atlantik karta

toplantısı yapıldı. O toplantıya İngiliz imparatorluk

bankasının şefi Montagü Norman iştirak etmişti. Bu

içtimada Çörçil, Hitler imha edildikten sonra Almanya'nın

tekrar altın standartına dönmeğe mecbur tutulması

lâzım geldiğini söyledi.»

Greagh Scott bu nutkunda; 1949 senesinin Temmuz

ayında «Membres Bulletin» dergisinde neşredilmiş olen malî

projelere dair bir neşriyata da temas etti.

58

(1) Yazar telefon harbinden, duraklamayı kasdediyor.


Demek ki işin iç yüzü bu idi. Telefon harbi dedikleri,

kendiliğinden mütareke devri boyunca yapılan müzakereler,

görüşmeler ne Polonya'nın ve ne de diğer küçük devletlerin

hakları, hürriyetleri ve mukadderatlariyle alâkalı olmayıp,

Altın buzağı'nın kurtarılması içinmiş... Halbuki İngiltere,

bütün bu devletlerin hak ve hürriyetlerini korumak için harbe

girdiğini bütün dünyaya bağıra bağıra ilan etmişti. Altın

buzağı'nın ölümden kurtarılması ve diğer memleketlerin

«Altınsız» iktisadî sisteme yakalanmamaları için İngiltere

gayretlerini bu nokta üzerinde toplamıştı. İnsan hak ve hürriyetleri

vesâir boş laflar sadece birer maskeden ibaretti.

Altın meselesinde tehlike gizli ve ziyadesiyle mühimdi.

Eğer bütün devletler, Almanya'nın «Altınsız» iktisat sistemine

dönerlerse o zaman İngiltere, müstemlekelerinde bulunan

ve kendisine muazzam kazançlar getiren altın madenlerinde,

en asgarî gündelikle çalışan yüzbin işçinin kendisine

sağladığı kârlardan mahrum kalacaktı.

Ya Amerika! Fort Knox'un(1) derinliklerinde istif edilmiş

olan altınlarının vaziyeti ne olacaktı? Eğer böylece altın'ın

iktisadî hayatta bir rolü olmadığı hakikati kafalara yerleşirse

ve altının yerine başka bir şey ikame edilemez faraziyesinin

boş bir vehimden ibaret olduğu anlaşılır korkusu için

mamur Avrupa'nın büyük kısımları taş üstünde taş kalmamak

üzere tahrip ve yok edildi.

Acaba, zelzele, deprem veyahut hareket-i arz gibi veyahut

bunlardan daha müthiş bir tabiat faciası vuku bulur da

Fort Knox'daki altın ihtiyatları ortadan yok olsa idi dünyanın

daha fakir bir hale düşeceğine inanan insan çıkar mı idi?

Almanlar, tekrar altın standardına dönüşün, ancak yeni

kazanılmış olan iktisadî hürriyet ve siyasî istiklâlin elden gideceğini

düşünerek teklifleri reddettiler.

(1) Amerika'nın altı bin ton olan devlet altınları Fort Knox'un kasalarında

yatmaktadır. Vatikan'ın da burada iki bin ton altını vardır.

59


Altın bahsine gelince, buraya tarihî bir vak'ayı zikretmek

faydalı olacaktır. 1869 senesinde Prag şehrinde haham

Ben Yuda'nın mezarı başında bir nutuk veren Yahudi

Reichhorn şunları söylemiştir:

«Altın her zaman mukavemet edilmez bir kuvvettir.

Hep de böyle kalacaktır. Mütehassıs ellerin kullandığı

altın, ona sahip olanlar için en faydalı bir vasıta

olacak ve ondan mahrum kalanları kıskandıracaktır.

ALTINLA EN MÜSTAKİL VİCDANLAR

SATIN ALINIR( 1 )

Kıymetlerin bedelleri, bütün mahsullerin değerleri

onunla tespit edilir. Alacakları borç paralarla hükümetlere

bununla tahakküm edilir.

Başlıca bankalar, bütün dünyanın borsaları, bütün

hükümetlerin kredileri bugün elimizde bulunuyor.»

İşte bundan doksan üç yıl önce bir Yahudi hahamının

ağzından çıkan bu sözler İsrail oğullarının altına verdikleri

kıymet ve ehemmiyetin derecesini gösterir.

Yahudilerin, kendi sonsuz ihtiras ve hayallerine mesnet

yaptıkları bu altın keyfiyeti milliyetçi Almanya'nın iktisadî

buluşuyla yerin dibine geçirildikten sonradır ki,

dünyaya yeni yeni yangınlar ve harabeler vaad eden Yahudinin

sönmez kin ve nefreti artmıştır. Bu kin sönmek şöyle

dursun bugün alev alev tutuşmuştur.

Hitler, dünyadan göçmüş olmakla beraber Yahudilik

hâlâ bu insan hakkındaki gayzmı, kinini ve düşmanlığını

yenememiş, hırsını teskin edememiştir. Kur'an-ı Kerim

(1) Yalan da değil! Yapılan tetkikler her milletin gizli emniyet teşkilatındaki

adamları satın alarak Yahudi düşmanlarını yere sermektedir.

60


bunlar için: «Gayzleriyle gebereceklerdir...» buyuruyor.

Yarının insanı, behemehal bu altın denilen maddeye

harp açıp da EMEK ve ALIN TERİ'ni bir mikyas olarak

kabul ettiği gün Yahudi hapı yutmuş ve onun bütün saltanat

ve tahakkümü çökmüş olacaktır. O zaman çürük vicdanları

para ile satın alamayacaklardır.

Bugün zahiren birbirine zıt gibi gözüken fakat haddizatında

ipleri Yahudinin elinde bulunan her iki sistemin

çarpışması sebepleri de bundan başka bir şey değildir.

Almanya o vakitler mühim miktarda altın ihtiyatlarına

sahip olmadığı için, eğer İngiliz teklifini kabul etmiş olsa idi,

o zaman uzun vadeli kredilerle, Yahudiler elinde bulunan

dünya bankalarından büyük miktarda altın satınalmaya

mecbur kalacaktı. Bunun mânası, Almanya'nın kendi arzusu

ile ve gönüllü olarak koparmış olduğu altın kelepçeleri tekrar

ellerine takmak ve faiz esaretine girmek demekti. O zaman

Almanya'nın iktisadî kazancının mühim bir kısmı faiz

olarak beynelmilel yüksek Yahudi maliyesinin hazinelerine

akacaktı. Bu ise, Alman milletinin yaşama tarzının müthiş

bir sukutu olacaktı. Alman devlet adamları bu sahada zengin

tecrübelere sahiptiler. Zira Versay muahedesini takip

eden seneler kendileri için çok çetin bir ders olmuştu ve bir

daha Yahudi yüksek maliyesinin ve haydutlarının ellerine

düşmek istemiyordu.(1)

Türkler için de Versay aynı mânayı taşımaz mı? Dört yıl

kahramanca, erkekçe çarpıştıktan, Çanakkale'de dünyanın

dev kuvvetlerini mağlup ettikten ve türlü mucizeler yarattıktan

sonra çeşitli talihsizlikler yüzünden harbi kaybeden

(1) Alman Nazi Partisi programı'nda buna faiz köleliği denir, Geniş bilgi

aynı adla neşredilen kitapta. (Millî Hareket Yayını.)

61


milletimize ne acı muamelede, ne asaletsiz hareketlerde bulunmuşlardır.

Bunları unutmamalı, ve yeni nesilleri bu acı

misallerle yetiştirmelidir. Biz o günleri bizzat, içimiz kan ağlayarak

yaşadık.

Unutmadan şunu kaydedelim ki bizim talihsizliğimizin

en büyüğü: âlicenaplığımızı israf ederek içimizde beslediğimiz

yılanlara tanıdığımız imtiyazlar, onları bağrımıza bastırarak

nimetlere gark etmek neticesi Filistin harekâtında o

mel'unların yaptıkları hiyanetler, casusluklar ve sabotajlardır.

Bu nankörlerin bizi boylu boyuna yere serip mirasımızı

paylaşmak ve Türk imparatorluğunu parçalayıp mukaddes

topraklarda devlet kurmak için yapmadıkları namussuzluk

kalmamıştı. Buna ilâve olarak dünyanın her köşesinden topladıkları

çıfıt gönüllüleriyle Çanakkale'de fiilen harbe girecek,

velinimetleri Türklere cephe alacak, silah çekecek kadar

alçalmışlardı.

Talihsizliğimizden bahsederken, daha derinlere gitmeden

akla vehleten bunlar gelmektedir. O kadar ki harbi kaybedip,

silahlarımızı terk ettikten sonra bize Versay muahedesindeki

hakları dahi çok görerek, elimizde bakiye kalan

petrol ve diğer madenlerin de üstüne oturmak için Yahudi

maliyesi bize Sevr muahesini kabul ettirmek istediler. Bunu

yırttık, parçaladık ve paçavra gibi suratlarına çarptık. Evet;

Türkler kanları bahasına istiklâllerini kazanmışlardı. Fakat

Yahudi maliyesi, gazetecisi, gazeteleri, ajanları, casusları ve

satın aldıkları vicdanlarla öylesine içimize girdi ki, artık onu

kaldırıp atmak imkânı yok gibidir.

Bugün içinde yaşanan hadiselerden, onların ne miktar

istifade ettiğini, yangınları nasıl körüklediğini, efkâr-ı umumiyeyi

istediği istikametlere sevk için neler yaptığını bir bilsek,

idrâkimizin donduğunu hissederiz. Şuna kat'iyetle inanıyorum

ki: Bu milletin şimdiye kadar vebalini sırtlarına

yüklenmiş olan insanların hiçbiri bu acı hakikatin farkına

62


varamamışlardır. Hadiselerin iç yüzünde gizli hakikatleri

nazarlardan saklamak için dünya Yahudiliğinin harcadığı

para müthiştir.

Almanya'ya dönelim; Almanya, İngiliz tekliflerini reddederek

buna mukabil sulh teklif etti. Ve İngiltere ile müttefiklerinden

hiçbir alacağı ve isteği olmadığını katiyetle ifade

etti. Neye yarar? Müttefikler bu insanî teklife kulak bile asmadılar

ve asla alâkalanmadılar. Devletler üstü bu kuvvet

cephesi, bu Alman Toton mertliğini takdir edeceklerine hiddetlendiler,

öfkelendiler. Onlar böyle bir hareketi asla beklemiyorlar

ve Almanya'nın eninde, sonunda dize gelmesini

bekliyorlardı... Ve nihayet yüksek Yahudi-Farmason şurasının

karariyle, uğradıkları bu mağlubiyetin TALMUT hükümlerine

göre intikamını almak icap ediyordu. Vaziyet; var

olmak veyahut tamamen yok olmak noktasına geldi, dayandı

ve bu suretle müthiş intikam harbi başlamış oldu...

Cehennemin kapıları açıldı, toplar gürledi, hanümanlar

yıkılmaya, milyonlarca insan ölmeğe ve yeryüzünü meş'um

karanlıklar kaplamaya başladı. Artık kıyamet kopmuş gibi

idi. İnsan oğlu vahşileşmiş, köpürmüş, şuurunu kaybetmiş

bir halde sanki mezbahalara sürüklenmekte idi. Bu harp insanlık

tarihinin şimdiye kadar mislini görmediği en korkunç

bir şekilde gelişti. Onun bıraktığı talihsiz miras neticesinde

bütün insanlık, altından asırlar boyu kalkılamayacak bir keşmekeş

ve ıztıraba gömüldü. Milletlerin ahlâkı bozuldu ve

bütün milletler, Yahudi protokollarında işaret edildiği şekilde,

maddesini, mânasını yitirerek içinden çıkılmaz bir çukura

düşürüldü.

63


Stalingrad'da harp talihinin değiştiği ana kadar süren

ikinci Dünya Harbinin ilk safhasında Alman ordusunu, şimdiye

kadar misli görülmemiş bir tempo ile muvaffakiyetten

muvaffakiyete koşar görüyoruz, öyle ki: Rakiplerinin nefesi

kesilmiş, bütün dünya hayretlere gark olmuştur. Alman zafer

yürüyüşü Fransa'da başlamıştı. Zaptedilemez diye dillere

destan olmuş olan meşhur Majino hattiyle, Belçika'daki

dünyanın en kuvvetli müstahkem hatları birkaç gün içinde

teshir edildi ve kısa zamanda Belçika ve Fransa'nın büyük

kısmı işgal edildi. Aynı zamanda Danimarka ve Norveç'in

işgali de İngilizlerden evvel davranılıp ancak birkaç saat önce

tamamlandı ve Alman cenahı emniyet altına alındı. Bundan

sonra Yugoslavya ve Yunanistan ile şimalî Afrika'ya bir

atlama tahtası vazifesi görecek olan Girit, Alman ve İtalyan

kuvvetlerinin eline düştü. Bunları Alman silahlı kuvvetlerinin

Sovyet Rusya'ya yapmış olduğu yıldırım yürüyüşü takip

etti.

O tarihte Stalin, komünist ihtilâlinin genişleme ve tatbiki

planını, komintern'in Avrupa memleketlerinde yayılma

çalışmasını muayyen bir zaman için durdurdu ve buna mukabil

Amerika'da ve müttefik memleketlerde komintern faaliyetini

arttırdı.

Sovyet Rusya, ordularını teşkilâtlandırmak ve seferberliğini

tamamlamak için Almanya ile taktik bir mütareke ve

ticaret anlaşması akdetti ve aynı zamanda kan dökmeden ve

fazla mücadele etmeden Polonya ve Basarabya'mn büyük

kısımlarını ele geçirmeğe muvaffak oldu. Sovyet Rusya

«üçüncünün rolünü» oynuyor ve Almanya'nın çok cepheli

bir harbe gireceği zamanı bekliyordu. Moskoflar, bu suretle

Almanya'nın askerce harcanacağını hesap ederek sırtına son

darbeyi indireceğini düşünüyordu.

Almanlar, komünist taktiğinin Lenin'ci metotlarını iyi

biliyordu. Buna göre milyonluk Moskof orduları sel âfeti gi-

64


bi Avrupa'yı istilâ ettiği anda bütün Avrupa'nın ve bilhassa

Almanya'nın ne gibi acı bir felâkete sürükleneceğini tahmin

ediyordu. Çünkü, kanlı Rus ihtilâlinde katliam ve korkunç

işkencelerle tasfiye edilen betbaht insanların yekûnu yirmi

beş milyondu. Bu müthiş rakam, her vicdan sahibi insanı

iliklerine kadar titretirdi.

Sovyet Rusya; Yahudinin istediği dünya ihtilâlini gerçekiştirmek

için beynelmilelcilerin silindiri ve dünya için

en büyük tehlike idi.

Bu cihanşümul felâketi önlemek, dünyayı zincire vurmak

isteyen bu dev kuvveti parçalamak için Hitler ani bir

emirle kıtalarına Sovyet Rusya'ya yıldırım harbi açmalarını

emretti. Şark cephesinde de Alman sevkulceyşinin ve askerinin

dayanılmaz bir kudrete sahip olduğu görüldü.

Alman orduları yıldırım hıziyle Rus steplerine doğru

hücuma geçtiler, tanklar Sovyet ordularını teker teker imha

ederek, müthiş kayıplarına rağmen Volga nehrine kadar nüfuz

ettiler ve Kafkasya'nın petrol kaynaklarına kadar sokuldular.

Bu sırada, o güne kadar misli görülmemiş, tabiat harici

bir kış hüküm sürmekte idi.

Sovyet Rusya'nın akıbeti taayyün etmiş gibi idi. Şimdi

bir de Şimalî Afrika'daki hareket ve Alman şehirlerinin

bombardımanı başlamıştı. Bir yandan ikmal zorlukları ve

Alman kıtalarının yüklerinin ağırlaşması ve vazifelerinin

zorlaşması da kendini göstermeğe başlamıştı...

Artık Amerika'nın saati çaldı. Amerika'nın harp sanayi

ve kışkırtma propagandası en son hadde ulaşmıştı. Silah

fabrikaları —ki hemen hemen hepsi Yahudi Bernar Ba :

ruh'un elinde idi— geceli gündüzlü çalışıyor, harp malzemesi

imalatı süfatle artıyor ve sonu gelmeyen nehirler gibi

65


bütün mecralardan, yollardan, her vasıta ile İngiltere ve Sovyet

Rusya'ya akıyordu. Bunun Alman harp ve cephe faaliyetine

bir durgunluk vermesi ve hatta felce uğratması tabiî idi.

Yahudi Rozvelt'in etrafındaki kafa ve beyin tröstü cezbeye

tutulmuş gibi hummalı bir şekilde çalışıyordu. Bunların gayesi

Amerika halkını Berlin - Roma - Tokyo mihveri aleyhine

harbe sokmaktı.

Almanya, o ana kadar Amerika'nın milletler hukuku

aleyhindeki tedbirlere kendisini kaptırmadı ve Amerika'da

Yahudilerin idare ettiği müthiş Alman aleyhtarı faaliyet ve

propagandaları görmemezlikten geldi. Amerika, bu ateşli

propagandalarının bir netice vermediğini görünce bu sefer

Japonya'ya meydan okumaya başladı. Japonya buna Perl

Harbur'a taarruz etmekle mukabele etti.

Rozvelt, bu Perl Harbur baskını çok evvelden ve sarahatle

biliyordu, böyle olduğu halde hiçbir müdafaa tedbiri

almadı ve bunu Japonya'ya harp açmak için bir bahane olsun

diye bekledi.(1)

Perl Harbur baskını, Almanya'yı da harbe girmeğe mecbur

etti; çünkü Almanya ile Japonya arasındaki mukavele

böyle icap ettiriyordu. Bu suretle Rozvelt'in tertibi muvaffak

olmuş ve Amerikan milleti türlü entrika ve hilelerle harbe

sokulmuştu. Bu muvaffakiyet hiç şüphesiz bir Yahudi zaferi

idi ve dünya Yahudiliği artık düğün bayram yapmakta idi.

Amerika asker ve sanayi bakımından çok hazırlanmıştı.

İngiltere ile Sovyet Rusya'ya gayet büyük miktarda harp

malzemesi göndermişti. Bundan sonra da muazzam, dev filoları

ve kudretli bombardıman uçaklariyle; o zamana kadar

kendisini ziyadesiyle harcamış olan Japonlara var kuvvetiyle

çullanmıştır.

(1) Tarihin en tipik hadisesi olan bu, Perl Harbur hadiseleri hakkında müthiş

ifşaatı ihtiva eden ve bir kaç sene evvel Amerika'da neşredilen yazıları

başka bir kitap halinde neşredeceğim.

66


O sıralarda dünya Yahudiliği, meşhur casusları sayesinde(1)

Almanya'nın, silah mevzuunda ihtilâl yaratacak sürpriz

silahlar hazırladığını öğrenince; Amerika'yı, herşeyden

evvel Almanya'yı yok etmeğe teşvik ve ikna etti. Bundan

sonra Amerikan, İngiliz ve Rus kuvvetleri faaliyetlerini koordine

ederek bir an önce, tekmil cephelerde hâlâ erkekçe ve

kahramanca çarpışmakta olan Almanya üzerine çullandılar.

Bu suretle Avrupa harp meydanını askerî bir ihraç hareketi

için olgun bir hâle getirmeğe geçildi. Binlerce zırhlı dev

uçankale, Atlantiği aşarak İngiltere'deki üslerine indikten

sonra, bütün geceler bomba yüklerini Alman şehirleri üzerine

boşaltmaya başladılar. Bereket versin gayet iyi bir şekilde

gözden saklanmış olan Alman endüstrisi ve fabrikaları bu

hava hücumlarından büyük zarar görmedi. Bunun acısını çıkarmak

için İngiliz generali Harris'in şeytanî ve mel'un bir

buluşu olan hava tethiş hücumlarına geçildi. Böylelikle insanlık

tarihinde ilk defa olarak, gayri askerî ve masum halkla

meskun bütün şehirler, kasabalar ve köyler hava bombardımanlariyle

insanlariyle birlikte yok edilmeye başlandı. Tabiî,

gözden saklanmış olan askerî hedefler yerine bu, zavallı

şehir ve kasabalar kolayca görülüyor ve insafsızca mahvediliyordu.

Tarafsız memleketlerde bu vahşiyane ve canavarca harekete

karşı birçok mühim şahsiyetler protestolar yağdırmışlarsa

da TALMUT'un emrettiği intikamın önüne geçmek asla

mümkün olamamıştır.

Talmut, insanlık ve medeniyet tanımaz. İntikam, onun

başlıca zevki ve insan kanı da onun yegâne gıdasıdır. Yüz

milyon insanın ölümü, medeniyetin yıkılışı, insanların vahşileşip

ahlâk ve asaletini kaybetmesi ona vız gelir. Onun istediği

de budur. O, bütün insanlığı, on üç milyonluk bir ekalli-

(1) Bu casusların başında, kendi millî emniyet başkanları vardı. Yahudinin

parası neler yapmaz ki?!...

67


yet olan kendisine esir etmedikçe asla yolundan dönmiyecektir.

Şimdi, bir yandan kendi eliyle silahlandırıp beşeriyetin

başına belâ ettiği Moskoflara, zahirde ideolojisi diğerine zıt

gibi görünen Amerika'yı karşı karşıya koyup, tekmil medeniyeti

bir anda yıkmak için üçüncü dünya harbine hazırlanmaktadır.

Bu bahane ve insanlığa saldığı korku ve dehşetle,

değişik üniformalarla milletlerin harimine sokulmuş, devlet

adamlarını elde etmiş, bütün vicdanları satın almıştır.

Okuyucunun maneviyatını büsbütün kırmamak için şunu

haber vereyim ki, her memlekette birçok asil ve kahraman

insanlar dünya üstünde dolaşan kara bulutları bertaraf

etmek için vazife başındadırlar. Bunun en mühim tarafı, bu

hareketin Amerika'da ciddi, köklü, programlı ve esaslı bir

şekilde ele alınmış olmasıdır. O kadar ki eyalet valileri, senatörler,

mebuslar, generaller, amiraller ve pek çok mümtaz

şahsiyetler bu davanın önderi olmuşlardır. Düne kadar meydanı

boş bulan, entrikalarını kolayca döndüren ve insanların

gafletinden cesaret alarak şımaran Yahudi, şimdi karşısında

müthiş, kuvvetli, azimli ve imanlı bir cephe görmektedir.

Korkmaktadır, kesesinin ağzını açmış, milletlerden çaldığı

hesapsız paraları hesapsız ve ölçüsüz harcamaktadır.

Her memlekette satılık vicdan bulunur, fakat bunlar ancak

namussuzca oyunlar ve yeraltı faaliyetlerine yararlar.

Fakat karşılarına çıkan mefkûreciler onlara hiç benzemezler,

onların vicdanları kiralanmaz, satın alınmaz. Onlar Yahudi

altınlarının sadece yüzüne tükürürler. Pis çıfıtın iftirası, namuslu

insanlara tesir edemez. Milletler hakikati öğrendikçe,

Yahudinin elindeki kirli vasıtalar ve aletlerin mahiyetini anladıkça

—ki anlamaktadırlar— o rezil ekalliyetin her yalanı

aleyhine çıkacak, her iftira tamamen aksi tesir yapacaktır. Ve

bir gün müslüman milletlerden teşekkül etmiş milyonluk bir

kurtuluş ordusu «Mağlup» Filistin'de İsrail oğullarının Az-

68


rail gibi karşılarına dikilecek, onun leşi topyekûn yere serilecek...

ve insanlık kurtulacak, ebedî sulh doğacaktır. O gün

yakındır!...

Milletler hukuku ve insanlık aleyhine sivil halka karşı

tethiş hareketine geçilmekle Alman mukavemet azmini yıkmak

ve kırmak istediler. Onlarca, Almanya elde bulunan

tekmil imkânlarla tahrip edilmekte idi. Artık büyük engizisyon

makinesi faaliyete geçmişti ve harbin sonuna doğru da

sivil halkın ıztırabı hudutsuz bir noktaya yükselmişti.

Pek çoğunda askerî tesisler ve hava meydanları olmadan

ve buna mukabil yerine konması imkânsız muazzam

kıymetli tarihî abidelere sahip olan Alman şehirleri üzerine

hiçbir tefrik yapılıp hak tanınmadan yüz binlerce yangın

bombaları ve fosfor varilleri tufan gibi, dolu gibi yağdırıldı.

Böylece şehirler dev enkaz ve kitle mezarlığı haline kondu.

Kurbanların çoğu kadın ve çocuktu.

«Birisi yanağına bir tokat vurursa, sen ona öteki yanağını u-

zat» diyen Hazreti İsa'nın ümmeti böylece, Yahudilerin hatırı

için, insanlık için yüz karası bir vahşet ve barbarlığa gömülmüş

bulunuyordu. Biz müslümanlar ve Hazreti Muhammed'in

ümmeti, silahsız halka tecavüzü ve aman dileyene

karşı silah çekmeyi cinayet sayarız; fakat medeni(!) Avrupa

böyle bir hak tanımadığını İkinci Dünya Harbinde

bütün dünya muvacehesinde ispat etmiş oluyordu.

Bütün bu müthiş olaylara rağmen Alman cepheleri dayanıyordu.

Alman sivil halkı ise gerek disiplini muhafaza,

gerekse bu acı ıztıraplara tahammül kabiliyeti bakımından

cidden harikalar yaratmakta idi. Alman kısmındaki ihanet,

sabotaj ve casusluk vakaları da artıyordu. KANARİS'in başında

bulunduğu her renk ve her tıynette hainler ordunun

69


ve iktisadî hayatın birçok noktalarına nüfuz etmişlerdi.

Şuraya şu mütalaayı sıkıştırabiliriz ve bundan bütün

devlet idare eden adamlara ve ordulara kumanda eden eşhasa

hatırlatırız ki: Dünyanın her yerinde «gizli emniyet

ve istihbarat teşkilatı» eğer iyi kurulmuş ve yurtsever,

mert insanların eline verilmemiş olursa, o memleketlere

en büyük tehlike bu kanallardan gelebilir. Çünkü bütün

bu teşekküller, devlet idare edenlerin istikametlerini tayin

eder, onlara kılavuzluk ederler. Dünyanın bütün hain Yahudileri

ve her memleketin Farmason güruhu, bu gibi teşekküllerin

oynayacağı mühim rolün ehemmiyetini iyi

bildikleri için hep bir kanaldan memleketin çukurunu kazarlar.

Altın anahtarın, açamıyacağı kapı yoktur. Zayıf karakterli,

haris ve menfaat düşkünü insanlar az veyahut çok

para ile satın alınabilirler. Böylelerine ayrıca mevki, rütbe

ve büyük menfaat gösterildiği takdirde mesele daha da

kolay olur. Dünyanın bütün istihbarat ve casusluk teşekkülleri

bir nevi imtiyaz sahibi olduklarından ve bu gibilerin

hareket ve faaliyetleri büyük bir gizlilik taşıdığından,

oynayacakları roller de bu nisbette gayet büyük olabilir.

Bu inceliği lâyıkiyle bilen hilekâr Yahudi, evvela kendisinin

korkunç propagandasiyle zemin hazırlar ve sonra elinde

bulunan geniş maddî imkânlar sayesinde bu teşekküllerdeki

şahısların hepsini olmasa dahi bir kısmını satın

alarak idare makinesini istedikleri istikamete tevcih ve

idare adamlarını arzu ettikleri yola sürüklerler. Eğer bu

adamlar az tecrübeli ve az bilgili iseler o zaman Yahudi ve

Farmason muvaffak olmuş demektir.

Bunun cihan tarihinde en acı ve en büyük misali, Alman

millî emniyetinin başı olan amiral KANARİS'dir. Almanlar

gibi yüksek kültürlü, dünya medeniyetine büyük

hizmeti olan bir milletin bile nasıl aldanarak bütün sîrları-

70


nı böyle, satılmış bir vatan hainine terketmiş olması hepimizi

uyandırması gereken ibretli bir meseledir.

Öteden beri, bazı basit hükümet adamları, emniyet

dairelerinin hazırladıkları raporlara, sanki ilahî vahiymiş

gibi ehemmiyet vermişler ve öylelikle de aldanmışlar ve

memleketlerine, vatandaşlarına fenalık ve haksızlık etmişlerdir.

Hele içinde yaşadığımız bu devirde, Yahudilerin miras

yolu ile kendilerine intikal etmiş olan dessaslık yoluyla

elde edemiyecekleri, kandıramayacakları insanlar az

bulunur.

İttihat ve Terakki Cemiyetini kuran üç Yahudi ve bir

dönme ile, Halk Partisi zamanında idare mekanizmasına

sokulan dönmeler ve Demokrat Parti'nin Salomon Adato'su

bu arada sayılabilirler. Şuracığa sıkıştırdığımız bu

malumat ilgililerin işine yararsa ne mutlu.

Yahudilerin idaresindeki bütün yıkıcı hıyanet teşkilâtının

merkezleri hariçteki tarafsız memleketlerde bulunuyordu.

Bunlar, devamlı surette düşmanla işbirliği yapmakta ve

temas halinde idiler. Bu hainler Alman harp makinesini bozmak

için onun çarklarına kum serpmekte ve ordu ile milis

kıtalarının idareleri arasında itimatsızlık ve bezginlik serpmekte

idiler. Elbette ki bu karanlık teşekküllerin yeraltı faaliyetleri

neticesiz kalmayıp bütün cephelerdeki Alman ordularının

vurucu kuvvetini kemiriyordu. Bundan dolayı da bir

sürü askerî ve siyasî mağlubiyetler birbirini takip etti. Bu

mağlubiyetler arasında en büyük olanı ve neticeye en müessir

olanı hiç şüphesiz Stalingrad idi. Bu mühim kilit

mevkiinin kaybedilmesi Rusya'daki harekâtta Alman harp

idaresi için felâketli neticeler doğurmuş ve bütün şark cep-

71


hesindeki Alman silahlı kuvvetlerinin adım adım geri çekilmelerinin

başlangıcı olmuştur.

Dünya halk efkârı için Stalingrad, harbin dönüm noktası

olarak telâkki edilmiştir. Alman ordusunun mağlup olmaz

ve karşısında dayanılmaz bir kuvvet olduğu hakkındaki

umumî kanaat böylece ilk ciddî darbeyi yemiş oldu. Milletlerarası

kuvvetler artık rahatlamışlar ve sabah havası almaya

başlamışlardı. Bundan sonra diplomasi ve propaganda

faaliyetini iki misline yükseltmiştir. Ticaret ve kredide

boykot tehditleri ve kara listelerle diplomatik entrikalar bîtaraf

devletleri bir biri ardı sıra sözde insanlığın düşmanı olan

Almanya aleyhine çevirmekte idi. Böylece bunları «Sulhsever

demokratik milletlerin haçlı seferine»(1) yardım etmeğe

veyahut doğrudan doğruya iştirake zorladılar ve bütün küçük

devletlerin refahı için yakın bir alâka gösterildiği ilan

edildi. Atlantik mukarreratını ortaya sürerek bu milletlere

ebedî bir hürriyet(!) içinde garantili bir istikbal vaat edildi.

Fakat bu vaatler ancak, ahlâk ve insan haklarının korunması

mevzuunda birlikte çalışmayı kabul edenlere mahsustu. Bu

parlak ve yaldızlı vaadi, Yahudinin gayet iyi çalışan propagandası

tamamladı.

Daha evvel Alman harp muvaffakiyetlerini görüp onun

zaferine inanan Avrupa şehirler halkının büyük bir kısmı,

yeni bir ümit istikametinde yol alan treni kaçırmamak için

bu vaatler karşısında gevşediler. Bunlar tahmin ettikleri nihaî

zafere intizaren bayraklarını rüzgârın yeni istikametine

doğru tevcih ettiler. Böylece harbin sonuna doğru elli iki

memleket ve hemen hemen dünyanın bütün askerî ve sınaî

kudreti Almanya'ya karşı seferber oldu. Biz bile verdiğimiz

(1) Son zamanlarda bütün demirperde memleketleri ve elbette başta Sovyet

Rusya, hep bu «sulhsever demokrat» kelimesini çok tekrarlamaktadırlar.

İnsanların böyle parlak vaadlere ne kadar çabuk kandıklarını bilenler

ve bilhassa korkunç üçüncü cihan harbinden ürkenler için,

«Sulh» ne cazip bir kelime değil mi?

72


silah arkadaşlığı sözünü yalayarak o kervana katıldık. Bütün

bu gayretler ve -entrikalara rağmen Almanya'nın sırtını yere

getirmek için altı uzun yıl mücadele etmek icap etti.

Buraya, derin bir teessür içinde kendi mütalaamızı

ilave etmek isteriz. 1941 senesinde Tarabya'da karşılaşan

Alman ve Türk kumandanları, Birinci Dünya Harbinde silah

arkadaşlığı yapmış ve şehitlerini aynı mezarlara gömmüş,

aynı siperlerde kanları birbirine karışmış olan bu iki

asker milletin birbirlerine asla düşman olamayacaklarına

dair verdikleri söze rağmen, harbin son senesinde, Alman

şansının ters döndüğünü görünce, Yahudi tesirindeki garp

diplomatlarının sözüne kanarak ve tazyikine mağlup olarak

biz de sözümüzden dönmüş ve mağlubiyete doğru giden

Almanya'ya biz de husumet ilan etmiştik. Tıpkı devletimizin

kuruluşu günlerinde asil ecdadımızın yaptıklarının

tam aksi olarak... Halbuki Almanlar ahitlerinde sadık

kalmışlar ve müttefikler ise Boğazlar'ı Moskoflara terk

edecek ve kaderimizi onlara teslim edecek kadar namertlik

etmişlerdir.

Hiyanet şebekesi ve dünya Yahudiliği yeni zaferler idrâk

ediyordu. Alman ve İtalyan vatan hainleriyle Farmasonlarının

işbirliği sayesinde Afrika'daki Alman ilerleyişi duraklamış

ve bundan sonra ricatlar başlamıştı. İtalya'da Mussolini

bir tuzağa düşürülmüş, akabinde tevkif edilerek

Gransasso dağlarında hapsedilerek hükümeti devrilmişti.

Sarayın ve VATİKAN'm çevirdikleri entrikalar yüzünden

İtalya, Anglo-Amerikan saflarına geçivermişti. Bu arada

müttefikler, hakikatleri gizleyip sahte hadiseler ileri sürmek

suretiyle Franko'yu da kandırarak onun Almanya'ya olan

yardım vaadinin hasıraltı edilmesine muvaffak oldular. Böylece

Alman-Afrika cephesini destekliyecek olan Cebelitarık

73


boğazının kapanmasına Franko alâkasız kaldı.

Müttefikler, artık kat'i zaferin kendilerine teveccüh ettiğini

görüp emin olduktan sonra gizli planlarını ifşada bir

mahzur görmediler.

Büyük, Türk düşmanlığıyla tanınmış Yahudi Morgentau

ve taraftarları açıktan açığa faaliyete geçtiler ve Almanya'ya

karşı olan kışkırtma hareketlerini çılgınlık derecesine

yükselttiler. Artık harp düpedüz ve açıktan açığa bir Yahudi

intikam harbi şeklinde ilan edildi. TALMUT kini her

çeşit sefil şenliklerle kutlandı ve Almanya için kayıtsız,

şartsız ve vicdansız bir sulhtan bahsedilmeğe başlandı.

Dünyanın bütün siyaset sahnelerinde Türk düşmanı Yahudi

Morgentau'ın propagandası yayılmağa başladı.

Morgentau planı, Alman milletinin topyekûn imhasını

ve tarihe gömülmesini hedef alıyordu. Bu vicdansız plana

göre, harp sona erince, çalışma kabiliyetinde olan bütün

Alman erkekleri yirmi beş yıl müddetle Sibirya'ya sürülüp

orada en ağır hizmetlerde çalıştırılacak, kadınlar kısırlaştırılacak,

Alman, fabrikaları kâmilen sökülecektir. Almanya

bölgelere taksim edilerek parçalanacak ve halkın

bakiyyesi, fakir bırakılmış Alman topraklarında alın teriyle

geçineceklerdir.

Tahran - Yalta - Kazablanka ve sonraları Postdam'da Alman

harp suçlularının nasıl cezalandırılacağına dair mufassal

planlar yapıldı ve zafer ganimeti olarak Almanya'nın

tekmil varlığının nasıl paylaşılacağı kararlaştırıldı.

Buraya bir malumat daha sıkıştırmayı faydalı buldum.

Dünya dünya olalı, vukubulan harplerden sonra, o

harbi idare eden kumandanların muhakemeye çekilerek

vahşiyane bir şekilde "Çingene Cellat" elinde değil, Ame-

74


rika'dan hususi surette getirilen Yahudi Cellat elinde ve

gemi halatıyla idam edilmeleri tarihin meçhulü bir hadisedir.

Son harpte bu cinayeti de Yahudiler dünyaya hediye

etmiş oldular. O kadar da değil... Nrünberg mahkemelerinde

şahit olarak dinlenen bir SS albayının sanıklar aleyhindeki

sözleri bütün dünya vicdanını hayretten hayrete,

dehşetten dehşete, teessürden teessüre boğmuştu. Öyle ya,

bizzat kendi arkadaşları, yüksek rütbeli bir şahsiyet, bir

milis albayı, bir Hitler subayı kendi arkadaşları aleyhine

şahadet ederse, elbette bunda bir hakikat vardı. Bu hayret

seneler senesi devam etti ve insanların vicdanını sarstı. Fakat

nihayet Avrupa ve Amerika'da vesikalara dayanılarak

yayınlanan birçok eserler, insanlığın hayret ve dehşetini

bir kat daha arttırdı. Bu neşriyata göre, mahut SS albayının

çok eskiden yetiştirilmiş ve Alman milletinin içine sokulmuş

bir entellijans servis ajanı ve bir YAHUDİ olduğu

meydana çıkmıştır. Bu da gösteriyor ki, Kur'an-ı Kerim'inde

Cenab-ı Hakkın ebedî lanetine müstahak olan ve alınlarına

zillet damgası vurulan İsrail oğullarının yapmıyacakları

vicdansızlık ve namussuzluk yoktur. Gerçi bu gibi

namussuzca hareketler ebediyen gizli kalmayıp bir gün

mutlaka meydana çıkıyorsa da, ne çare ki iş işten geçmiş,

nesiller değişmiş, hadiseler hafızalardan silinmiş oluyor.

Biz bunları buraya milletimizin dikkatini çekmek için yazıyoruz,

fakat aziz milletim bu acı hakikatlere oldukça vakıf

olmuş bulunmaktadır.

Bu mütalaalara ilâve olarak, belki bininci defa şu acı

hakikati tekrar etmeyi kendime vazife sayıyorum. Aziz

okuyucu, Alman milleti aleyhine yapılan bu tüyler ürpertici

faaliyeti okurken daima şunu hatırlamalıdır: Yahudiler

yalnız Almanya'ya değil aynı zamanda, biz Türklere de

amansız düşmandırlar. Bizim, insaf ve merhametimizi israf

ederek İspanya ve Portekiz'den kovulan Yahudilere

gösterdiğimiz misafirperverlik, âlicenaplık ve yardım, bu

75


nankörler için hiç kıymet taşımaz; hiçbir minnet hissi ifade

etmez. Bu kavim yalnız Almanları mahvetmek için değil,

Türk İmparatorluğunu da son kasaba ve köyüne kadar

yıkmak için çalışmıştır.

Bunun en canlı misâlini şu hadiseler teşkil eder: İmparatorluğu

temelinden yıkmak ve müesses huzuru bir anda

keşmekeşler ve felâketlere çevirmek için:

a -1908 inkılâbında,

b - 31 Mart faciasında,

O'nun büyük rolü, büyük parası ve geniş faaliyeti

vardır. Bu iki büyük hadiseyi, ilerde bir İsrail devleti kurulacağını

sezmiş olan İkinci Sultan Abdülhamid'den intikam

almak için yaptırmıştır. Çünkü bu hükümdar, Yahudilerin

Filistin'de ikametlerine, yerleşmelerine, kökleşmelerine

asla müsaade etmemiştir. Bunun için müşarünileyh

dünya Siyonizminin en büyük düşmanıdır.

Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han'ın, Siyonistlerin

mukaddes Filistin topraklarında yerleşmemeleri hakkında

yaptığı iki mühim tamimi, devlet arşivinden alarak

58. eserimiz olan «Yahudiler Dünyayı Nasıl İstilâ Ediyor»

isimli kitabımıza koymuştuk. Bu mel'un teşkilâtın edepsizliğine

bakın ki, derakap FAS'da çıkan Yahudi gazetesi:

Filistin'i Sultan İkinci Abdülhamid'in 1914 yılında Yahudilere

bahşettiğini yazmışlardır. Bir defa 1914'te Sultan

Abdülhamid tahtta değildi, sonra bu büyük hükümdar,

mülkünden bir parçayı Yahudilere vermemek için yüz

milyonları tepmiş ve tahtından olmuştur.

Pis Yahudi gazetelerini okuyanlar 1914'te bu hükümdarın

çoktan makamından indirildiğini nereden bilsinler...

Yahudinin bu şeytanî zekâsını gözönüne alarak kitabı takip

edelim.

76


Roozvelt'in sözüm ona dindar askerleri( 1 ) İtalya ve

Fransa'yı çoktan istilâ etmeye başlamışlardı ve mütemadiyen

yeni yeni topraklar ellerine geçmekte idi. Artık Alman

milleti hayat ve istikbali için çarpışmaktan başka çaresi kalmadığını

anlamıştı. Bunu ümitsizliğin verdiği bir cesaretle

kabul etti, çünkü koyunlar gibi mezbahaya sürüklenmek istemiyordu,

Adolf Hitler'in, o ana kadar yaptığı bütün sulh teklifleri

istihza dolu bir şekilde reddediliyordu. Halbuki eskiden

bir taraf barış teklif edince harp birdenbire dururdu. Alman

ve Türk milletlerini tarihten silmek isteyen Yahudi bu

usulü de ortadan kaldırdı.

Milletlerarası Yahudiliğin ve uşakları FARMASON'luğun,

ümitsizlik ve ıstıraba düşen Alman milletine karşı olan

düşmanlık ve intikam planlan açıkça ilan edilince, hakikatte

taassup ve intikam hislerinden uzak olan Alman milletinin

de nefreti artıyor ve karşısında asaletsiz bir surette sırıtan

Yahudiye karşı düşmanca hareket etmeğe başlıyordu. Gayet

tabiî olarak bu vaziyet karşısında da Yahudi esirleri ıztırap

çekmeğe başlamışlardı. Bu derece nankör ve son derece hain

olan bir ekalliyetin, kuyusunu kazdığı bir milletten iltifat ve

iyi muamele görmeye hiç hakkı yoktur. Yahudiler, kendi ırk-

(1) Roozvelt aslen Flemenk Yahudisi, yani dönmedir. Saf Amerikalıları

kandırmak için koyu dindar hıristiyan görünürdü. Tıpkı bizim dönmeler

gibi... Bu adam, milletini daha ziyade kandırmak için Alman askerlerine

«dinsiz» demişti. Bu fırsatla şunu kaydedelim ki Birleşik Amerika

anayasasına göre devlet reisinin Protestan olması şarttır. Buna rağmen

eski Başkan Kennedy'nin Katolik olması Amerika tarihinde ilk defa

görülen şeydir. Bu hadiseyi değerlendiren mühim nokta Amerika'nın

tanınmış Yahudilerinin, gelecek seçimlerde artık Cıımhurreisîerinin

Yahudi olacağını ve Kennedy'nin seçilmesinin şimdilik ilk merhale

olduğunu beyan etmeleridir. Gariptir ki, Amerika halkı, istisnasız Yahudilerden

nefret eder. Buna rağmen o memlekette Yahudi kudreti,

tekmil hükümet kuvvetlerinin kat kat üstünde ve hâkimdir. Başka yerlerde

sanki öyle değil mi?

77


daşlarının sebep olduğu nefret ve intikam kampanyasının

kurbanı olarak ıztırap çekmekte idiler. Dünyanın meşhur

Yahudileri en küçük fırsatlarda, İkinci Cihan Harbinin bir

«Yahudi harbi» olduğunu ilandan geri durmuyorlardı.

Bütün dünya biliyor ki, Yahudiler müttefiklerin harp

cephesindeki hükümet erkânı nezdinde ve bilhassa Vaşington'daki

Beyaz Saray'ın bütün subaşlarına hâkimdirler. Bunlar,

sadece müşavir, teşkilatçı ve propagandacı olarak değil,

aynı zamanda müttefik ordularda muvazzaf subay olarak

kendilerine mahsus Yahudi taassubiyle çalışıyorlar. Çünkü

onlar bu muazzam harbin, bir Yahudi harbi olduğunu cihana

ilan etmişlerdi. Türk olarak şunu unutmamalı ve tekrar

etmeliyiz ki onlar biz Türklere karşı da aynı nankörlük ve

vicdansızlığı da yapmışlardır.

Bu menfur millet, dünya keşmekeş ve ihtilâllerinin mikrobu

ve mayasıdır. Millet olarak Almanya aleyhinde müttefikler

safında çarpışan Ortak vazifesi görüyorlardı. Çanakkale'de

de aleyhimize aynı denâet ve alçaklığı yapmışlardı.

Şurası şâyan-ı dikkattir ki, yalnız Sovyet ordusunda yüzden

fazla Yahudi generali mevcuttur. Bunun dört yüz misli de

subay ve bir o kadar da siyasî komiser mevcuttur.

Amerika ordusuna da büyük miktarda sızmışlardı. Şâyan-ı

dikkattir ki harbi müteakip gerek Sovyet Rusya'da, gerekse

Amerika'da on binlerce Yahudi zabiti rütbe ve nişanlarla

taltif edilmiştir.

Mütemadi surette Alman demiryolu şebekesine yapılan

hava hücumları ve bombardıman neticesinde personel yokluğu

kendini göstermeye başlamıştı. Bunun neticesi olarak

da iâşe ve gıda vaziyeti ciddî bir buhrana maruz kalmıştı.

Bu, sadece sivil sektörle olmayıp, bilhassa esir ve temerküz

kamplarında da hissedilmeğe başlanmıştı. İâşe kademesinin

en son halkasını teşkil eden temerküz kamplarında patlak

veren beslenme noksanlığı sârî hastalıklara sebep olarak bir

78


çok kurbanlar verdirmişti. İaşe meselesinin uğradığı aksaklıklar

yüzünden Alman sivil halktan binlerce insan ve bilhassa

küçük çocuklar açlıktan öldü. Bu müthiş facia arasında

hayatlarını terkeden insanlar içinde Alman olanları hesaba

katmayıp, yahudiler daima kendilerinden bahsetmişlerdir.

Zirâ, yahudi olmayan bütün insanlar kendi tabirlerince

Goyim ve hayvandırlar.

Artık bu keşmekeş ve hercümerc yüzünden gerek Yahudi,

gerekse Yahudi olmayanların kamplarında iâşe vaziyeti

elbette çok bozulmuştu. Eğer bu harbin kurbanları cidden

altı milyonu geçiyorsa buna ancak birkaç bin yahudi ilâve

edilebilir. Umum meyânında harp icabı türlü mahrumiyetler

ve hastalıklar yüzünden telef olmuş yahudilerin miktarı

eğer resmî surette tesbit edilmiş istatistiklere bakarsak ve bu

harpte vahşiyane ve canavarca öldürülen Almanlara kıyas

edersek neticenin dehşeti karşısında donar kalırız. Gökyüzünden

yağan fosfor bombalariyle şehirler alt üst olmuş ve

sivil halk, masum insanlar ve kundakta çocuklar toptan imha

edilmiştir.

İşte İsa'nın din kardeşleri, işte garbın medeniyet ve hayranı

olduğumuz Avrupa... ve Yahudinin dünyaya aşıladığı

aşağılık duygusu...

Aradan bunca yıllar geçtiği halde sönmeyen yahudi kini

bütün insanlığı da cinayetlerine ortak edecek kadar ileri

gitmiştir. Yahudilerin, insanları birbiri aleyhine tahrik eden

melûnâne hareketlerine bir de onların teşvikiyle, onların yalanlarına

aldanıp harp cephelerinde ricata mecbur olan ordulardaki

subayların yaptıkları hiyanet ve sabotajları da ilâve

etmek lâzımdır. Onlar, herşeyden evvel bizzat Hitler'i yoketmek

için içerde, dışarda birçok suikastlar hazırlamışlardı.

Birbiri ardı sıra yapılan bu suikastlar Alman führerinin ruhu

ve sıhhati üzerinde büyük tesirler yaptı ve onu herşeyden

kuşkulanmak bir hâle soktu. Bunun üzerine umumî harp

79


karargâhında bütün yükü kendi üzerine almaya mecbur oldu

ve sonunda, bu yükün altında ezildi.

Bizim tarihimizde de tıpkı buna benzer bir misal vardır:

Filistin'de yahudiye yurt ve aman vermeyen Sultan İkinci

Abdülhamid'e karşı dünya yahudiliği öyle müthiş ve umumî

bir taarruza geçmiştir ki, onun karşısında insan asap ve

şuurunun bozulmaması kabil değildir. En hürriyet(!) perverinden,

en yüksek rütbeli sözüm ona büyük adamların saraya

yağdırdıkları jurnallar, Yahudi parasiyle Macaristan'da

yetiştirilen komitecilerin attıkları cehennem bombaları karşısında

vehme düşmemek kabil mi? Bununla beraber bütün

dünya gözleriyle görmüştür ki, o korkunç Yıldız infilâkında

cesaretini, soğukkanlılığını, şahane vekarını muhafaza eden

tek insan, daima vehminden bahsedilen İkinci Sultan Abdülhamid

Han'dır. Onun bu cesareti yabancı sefirler ve halkı

hayretlere, takdirlere garketmiştir. Buna rağmen hayâsız ve

insafsız, asaletsiz yahudi propagandası, hükümdarın son derece

vehimli olduğunu ısrarla dünyaya yaymış ve birçok insanları

da inandırmıştır.

Almanya'ya dönelim: Artık karmakarışık bir hale gelen

cephe faaliyetini kontrol etmek ziyadesiyle zorlaşmıştı. Bu

yüzden umumî karargâhın verdiği isabetsiz kararlar gittikçe

artmakta idi ve böylece harbin son aylarında cephelerin durumları

daha da berbat olmuştu. Harp artık sona, Yahudi de

meramına eriyordu.

Japonya'ya gelince: Onlar da hudutlarının dışındaki

mevzilerini çoktan ellerinden çıkarmışlardı, müdafaaya çekilip

kendi hayatlarının idamesi için çarpışıyorlardı» Sovyet

silahlı kuvvetleri ise bozuk düzen kendi vaziyetlerini ıslah

etmişler, Alman kıtalarını ric'ate mecbur ediyorlardı. Bu komünist

sürülerinin başlarında meşhur Alman düşmanı Ya-

80


hudi îlya Erenburg bulunuyordu. Bu, kinci ve kaba Yahudinin

tahrik ve teşvikiyle öldürülüyor, soyuluyor, her taraf yakılıp,

yıkılıyor ve Sovyet orduları böylece ilerliyordu. Bunların

önünde şarkî Prusya ve Doğu Almanya topraklarından

kaçan sivil halk bulunuyordu. Orta Almanya'nın bütün yolları

sekiz milyonu geçen biçare mültecilerle tıkanıp kalmıştı.

Amerikalılar; malzeme, tank ve tayyarelerin verdiği

kemmiyet üstünlüğü sayesinde Fransa'daki Alman mevkilerini

yararak, müttefikleri Fransız halkının verdiği telefata

katiyen ehemmiyet vermeden Ren nehrine dayanmışlardı.

İtalya'ya gelince: Orada yapılan ric'at muharebelerinden

sonra Alman tümenlerinden arta kalan birlikler BRE-

NER geçidi üzerinden Almanya'ya çekiliyorlardı. Macaristan'da

Sovyet kıtaları ilerliyor Alman ve Macar işbirliklerini

çekilmeye mecbur kılıyordu.

Balkanlara gelince: Bu memleketlerde yerleşmiş olan

Alman kıtalarının büyük bir kısmının ric'at hatları kesilmişti.

Bunların büyük kısmı imha edilmiş ve ingiliz kıtalarına .

teslim olan Alman ve Hırvat tümenleri ise sonradan Tito'ya

teslim edilmişti. Bunların bir kısmı elleri, ayakları

tel örgüleriyle bağlanarak Tiryeste'nin yakınında bulunan

Karst kasabasının büyük kireç kuyularına, kafataslarına

birer kurşun sıkılarak atıldılar. Diğer kısmı da yine elleri,

kolları dikenli tellerle bağlanıp Belgrat'ta boğduruldu ve

cümlesi Tuna nehrine atıldı.

Katin ormanlarında Sovyetler tarafından öldürülen onbeş

bin Polonya subayının korkunç manzarası karşısında

sessiz ve hissiz kalan yirminci asrın yahudileşmiş vahşi medeniyeti

üç beş çıfıtın muhayyel ölümü karşısında ne büyük

gürültüler çıkardılar. Bu da gösteriyor ki insanlık, iradesini

81


ve bütün varlığını bu mel'unlara teslim etmiş ve onun karşısında

sinmiştir.

Şimdi vahşetin ve canavarlığın en büyük cinayetlerine

geliyorum: İnsanlık denen zavallı varlık, üç beş İsrailoğlu

için maruz kaldığı sonsuz felâketleri gözlerinde ve hayallerinde

canlandırsın ve utansın!

Dresden şehri, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yarı aç

ve yarı donmuş altıyüz bin mülteciyi bağrında barındırmaya

başladığı için, kendisini Sovyet yabanî sürülerinden korumak

için açık şehir ilan etti. Asil bir BAROK şehri olan ve

tarihî zengin hazinelere sahip olan güzel Dresden, yeryüzünde

tarih boyunca işlenen cinayetlerin en büyüğüne sahne

ve milyonlarca insana mezar oldu... Bu şehirde müdafaadan

aciz bir halk kitlesi toptan imha edildi.

Sovyet barbar sürülerinden kaçan bu bedbahtlar Çörçil'in

bir emriyle fosfor yağmuruna tutularak topyekûn imha

edildi ve şehir yerle bir oldu. Yüz binlerce insan birkaç

saat zarfında en feci şartlar altında yokedildi.(1)

Aynı zamanda Berlin şehrinin büyük bir kısmı da

meş'aleler gibi yanarak şehir enkaz ve harabe haline gelmişti.

Halk, taş devri insanları gibi yaşamaya başlamıştı. Otuz

(1) Fosfor bombalarının insanı çıldırtan müthiş tahribatından korunmak

için halk kendilerini nehirlere ve sulara atıyordu. Halbuki suyun, fosfora

karşı koruyucu tesiri yoktur. Ancak kum insanı muhafaza edebilirdi.

Fosforun öldürme şekli o derece korkunç ve vahşi idi ki, bir metre seksen

santim ve hatta daha yüksek boyda insanlar mum gibi eriyerek

seksen santime kadar küçülüyor ve öylece yok oluyorlardı. Hazreti

İsa'nın ümmeti, Musa Kavminin sönmez kin ve intikamına o derece

maruz kalmıştır ki, gerek TİTÜS ve gerekse Buhtunnasr'ın intikamı fazlasiyle

insanlardan alınmış ve bütün bunların hepsi kana susamış olan

İsrail oğullarının hırsını teskin edememiştir. Şu var ki, herşeye rağmen

bugün bu mücrimler beşeri bir intikamın tahayyüliyle iliklerine kadar

titremektedir. Ey İslâmın büyük Peygamberi, ne büyük beşeri yaraya

parmak basmış ve bu mel'un ekalliyetle nasıl mücadele etmişsin. Sana

dahilek!

82


bin Sovyet top ateşinin hücumunu müteakip, inatçı ve cidden

çetin bir müdafaadan sonra Berlin Sovyetlerin eline düştü.

Eski başvekâlet binasının sığınağında sonuna kadar kalan

Hitler ve bir general intihar ettiler.

İntikam hırsını gidermek ve kudretlerini göstermek için

Amerika, dünya tarihinin en korkunç silahı olup henüz yeni

ikmal ve imal edilmiş olan ATOM bombasını şeytanın deliğinden

çıkardı. Bu, ölüm ve vahşet silahını, teslim olmayı

kabul etmeyen Japonların NAGAZAKİ şehrine atarak ilk

tecrübeyi yaptılar. Şimdi iki milyar insanın başı ucunda kâbus

gibi duran Atom...

Çok esrarengiz bir şekilde ölen ve büyük bir gizlilik

içinde gömülen ROZVELT'in halefi 33 dereceli farmason

ve Yahudi asıllı Salomon Truman, tarihin en büyük katliâm

emrini verdi. Dresden bombardımanına rahmet okutan

bu korkunç facia, yüzbinlerce suçsuz Japonu hâk-i helake

serdi ve o nisbette malul insan bıraktı. Bu son derece vahşî

hareket yeryüzünün bütün köşelerinde ve hatta demokrat

cephede bile isyan, ve protestolara sebebiyet verdi. «Dünya

vicdanı» dediğimiz Yahudi ve farmason grubu bu tepkiye

karşı kör, sağır ve hissiz gözüktü ve efkâr-ı umumiye yaratıcıları

bu, büyük cinayeti sessiz, sedasız geçiştirdi. Böylece

Salomon Truman bir numaralı harp suçlusu ve insanlık

düşmanı olarak tarihe geçti.

Truman, Farmasonluğu sayesinde hâlâ, memleketinde

sağ ve itibardadır. Şu var ki: 1955 tarihinde Şikago şehrinde

yapılan büyük Farmason geçit resminde halk tarafından yuhalanmış,

yüz bin farmason halk tarafından süpürge sopalariyle

şehir dışına kadar kovalanmış ve eyalet valisinin evinin

camları taşlanarak parçalanmıştır. Bu da gösteriyor ki, «dünya

şuuru» uyanmış ve artık canilerin kirli hüviyetleri ve oynadıkları

oyunun farkına varılmıştır. Buna mukabil dünya

Yahudiliği maske değiştirmiş, artık yaralı beşeriyetin yarası-

83


nı sarmak ve ona yardım eder gözükmekle istikbalin şimdiden

bize meçhul olan başka ve yeni suikastlarına hazırlanmaktadır.

Bundan sonra vuku bulacak havsala dondurucu

cinayetlerini de günü gelince başka fedakâr insanlar yazacaktır.

Şâyan-ı hayret ve o derece şâyan-ı teessürdür ki, gangsterler

gibi, Ayşman'ı, bütün dünyanın gözü önünde başka

bir memleketten kaçıran ve milletlerarası hukuk kaidelerini

ayaklar altına alan yahudi, harp suçlusu diye İBRANİ tarzında

ve TALMUT gereğince bir adamı öldürürken şimdi

çiftliğinde rahat ve huzur içinde hatıratını yazmakta olan

Truman'm kılına bile dokunulmadı. Halbuki Ayşman ve

Truman arasında hukukî bir fark da mevcuttur. Zirâ Truman,

yüzbinlerce insanın hayatına mal olan ATOM bombasını

açık şehirler üzerine atıp sayısız masumların canına kıyan

bir mücrimdir. Ayşman'a gelince, o bir emir kulu idi ve yahudice

mübalağalandırılan cinayetlerden re'sen asla mesul

değildir.

Şurasını da ilâve edelim ki, tekmil milletlerarası hukuk

ve an'aneleri çiğneyerek Ayşman Arjantin'de yakalandığı

zaman Cumhurreisi FRONDİZİ isminde bir yahudi idi.

Başka türlü de olamazdı. Çünkü intikamcı ve hain yahudi,

Ayşman'ın Arjantin'de olduğunu çoktan beri biliyordu. Fakat

bir yahudinin başa geçmesini bekledi ve cinayetini o zaman

yaptı. Yine dikkat edilmiştir ki bu kaçırma hadisesinden

az evvel İsrail'in haris başvekili Ben Guryon hususî bir

El-Al yahudi uçağıyla Arjantin'e gelmiş ve yahudi cumhurbaşkanı

Frondizi ile başbaşa konuşmuştu.

Burada cümlemizin gözünden kaçmış mühim bir nokta

daha var. Ayşman meselesi sadece bir intikam meselesi de

değildir. Bu, bir taşta iki kuş vuran yahudinin içinde yaşadığı

fena iktisadî şartlar ve zorlukları yenmek için Almanya'dan

fazla tazminat koparmak için yaptığı bir şantajdır.

84


Bu vesile ile şunu da arz edelim ki, İsrail'in basit ve yahut

menfaatçi dalkavuklara haşmetli ve parlak gözüken zahirî

yaldızına rağmen iktisadî vaziyeti son defece kötüdür.

Bizim gördüğümüz yaldız, hep Alman milletinden koparılan

paralarla meydana gelmiştir. Bütün Arap devletlerinin

boykotaj ve ablukası altında bulunan İsrail, mütehassıs müşahitlere

göre son derece kötü ve bozuk bir iktisat çemberi

içindedir. Böyle olduğu için son ümidi —kendisine büyük

hainlik yaptığı— Türk milletinde bulduğu için, burada faaliyetini

son derece arttırmış, muharrirleri, hatta mes'ul vazifelileri

ayağına kadar getirmiş orada onların gözlerini boyamış

malum yazarların ceplerini doldurmuş, kendisini övdürmüş

ve hatta bizimle bir turizm mukavelesi dahi yaparak

bize propagandasını yaptırmıştır. Eğer Türklerde Arapların

ilan ettikleri boykotaja iştirak etmiş olsa idi, Yahudi

orada daha zor duruma düşerdi.

Mevzua dönüyoruz: Ayşman meselesi kazaî bir içtihat

ve prensip işidir. Bu prensip bütün demokrat devletlerin

anayasalarında mevcuttur ve kökleşmiştir. Bu haktan, rütbe

ve mevkii ne olursa olsun her vatandaş istifade edebilir. Medeni

milletlerin bulanık olmayan hukuk şuurunda muzafferin

veya mağlupların harp sonrasında arada bir fark gözetmemeleri

ve tekrar sulh ve dostluğa dönmeleri İkinci Dünya

Harbine kadar bir gelenek, bir usuldü. Yahudi bu usulü de

kaldırdı. «Dünya vicdanı» sade galiplerle birlikte tek taraflı

hareket etmiş ve yalan dolu röportaj ve propagandalarla tarihî

hakikatleri değiştirmiş ve kitleyi aldatmıştır. Dünya yahudileri

ve vatansız farmasonlar, sahte hakikatlerle herşeyi

yapmışlar, her kaideyi çiğnemişler ve dünya efkârını aldatarak

vukua gelen haksızlıkları saklamayı, maskelemeyi çok

iyi becermişlerdir. Ve... böylece bütün mesuliyet ve günahlar

85


mağlupların sırtına yüklenmiş, müttefik cephenin işlediği

tekmil cinayetler ve haksızlıklar örtülmüş, milletlerin gözünden

saklanmıştır. Bu hâlin gelecek için, istikbal için ne

kötü akıbetler hazırladığı milletlerce üzüntü ve endişe ile

anlaşılmaya başlanmıştır.

Milletler hukukuna, geleneklere ve tarihe karşı Dünya

yahudiliğinin hatırı için vuku bulan tecavüzlerin mahiyeti

gün geçtikçe yavaş yavaş meydana çıkmakta, kendi yolunu

tayin etmekte ve milletler bu müthiş kâbustan uyanmaktadır.

COLİN JORDAN'ın BEYANNAMESİ:

«Yahudi tazyiki üzerine, Britanya'daki çökmüş ve tefessüh

etmiş demokrat rejim dördümüzü hapishaneye

gönderdi.

Sahte ve uydurulmuş bir itham neticesinde —ki kanun

böylesini daha görmemiştir— mahkum olduk. Bu

şekilde kanunî yollardan millî sosyalizmin yıkılması

ve nihaî sukutumuzun gayesi düşünülmektedir. Bu

kanunî muvaffakiyet bu yoldan gittiği takdirde mahkumiyetimizle

kendi siyasî sukutunu hazırlamaktadır.

Bu kadar şiddetle uğradığımız takibat ancak şu

suretle izah edilebilir:

Britanya efkâr-ı umumiyesi Yahudi idaresindeki demokrasiden

netice olarak millî çapta bir sukut, ırkî tereddi

ve sosyal haksızlık yönlerinden tahribata uğramış

olup halk efkârı çöküntüye doğru gitmektedir.

Bundan dolayı bu sistemin başındakiler millî sosyalizmin

dinamik meydan okumasından şiddetle korkmaktadır.

Bizi cesaretsizliğe sürüklemek şöyle dursun, Yahudi

demokrasisinin hapishaneleri kavmimiz ve milletimi-

86


zin varlığı ve tekrar doğuşu için azmettiğimiz mücadelemizde

imanımzı kuvvetlendirmekte ve fikirlerimizi

çelikleştirmektedir. Fakat bu, yalnız bizim için

değil, diğer ülkelerdeki dava ve fikir arkadaşlarımız

da böyle hareketlere maruz kalmış ve hâli hazırda...

Dava adamlarımızın en büyüğü dahi... Bugün manevî

zafer bizimdir, iradenin galebe çalmasiyle yarının

maddî zaferi de bizim olacaktır. İstiklâl milliyetçilerindir.

Buraya kadar Yahudiler üzerinde teksif ettiğimiz fikir,

mütalaa ve olayları yazılarımızla canlandırdık.

Nürenberg mahkemelerinde şahitlik eden bir SS Albayının

aslen yahudi ve entellijans servisinin evvelden

yetiştirilmiş bir casusu olduğu anlaşılınca insanlığın

şuuru allak bullak olmuştu, îdam hükümleri verildikten

sonra sanki koca Avrupa'da bu hükümleri

infaz edecek Çingene yokmuş gibi taa Amerika'dan

yahudi Wood'ı getirmek ve ona bu işi yaptırmak yahudilerin

ne adi kine sahip, ne aşağılık yaradılışta insanlar

olduğunu gösterir. İdamlar kalın ve müsait olmayan

halatlarla yapılmıştır. Onun içindir ki, mahkumlar

en az yarım saat azap ve işkence içinde çırpınmışlar,

yüzleri, gözleri kan revan içinde öylece teslimi

ruh etmişlerdir. Bu hadise kültür milletlerinin ruhlarında

sönmez bir nefret yaratmış ve MEDENİYETİN

BATIŞINI kâinata ilan etmiştir.»


TAHLİLLERİMİZ

Buraya kadar, bütün dünyayı alâkadar eden geniş misaller

ve mukayeselerle medeniyet âlemini, tekmil garbı ve

bu arada bizi alâkadar eden mevzulara, hadiselere temas etmiş

ve okuyucularımın önüne, dünya matbuatı ve muharrirlerinin

neşrinden imtina ettiği birçok canlı, hazin ve büyük

vak'aları ortaya dökmüş ve yaraya, tekmil medeniyet dünyasını

alâkadar eden yaraya dokunmuş oldum. Aziz okuyucularıma

oldukça faydalı malumat verdiğimi umarım.

Buraya bir nokta koyarak, kendi bünyemiz üzerinde bir

miktar durarak, bizimle asırlardan beri uğraşan ve büyük

Türk milletini kâmilen imha etmek için çalışan ebedî düşmanımız,

milletlerarası Siyonizmin iç yüzünü çeşitli, canlı misallerle

bir miktar daha aydınlatmayı lüzumlu gördüm. Bu

sayede biz, gayet az tanıdığımız, daha doğrusu bize lâyıkiyle

tanıtılmamış olan karanlık varlıkları biraz daha aydınlıkta,

açık, net olarak tetkik etmiş olacağız. Böylece asırlar süren

gafletimizden kimlerin ve ne suretle, ne câniyâne bir

merhametsizlikle istifade etmiş olduklarını göreceğiz.

İttihâd ve Terakki Cemiyeti, milletlerarası Yahudilik tarafından

kurulmuştur. Mümessilleri Karasso, Salem adında

iki yahudi ve bir dönmedir. Dayandıkları müessese beynelmilel

Farmasonluk'tur, Roma'daki İtalyan genelkurmayı, casusları

ve yahudileriyle Fransa'da, «Alliance İsraelite Uni-

88


verselle» ve İngiltere'deki «Jewisli Association»a istinad

eder. Gerekli para bunlar tarafından ödenmiştir. İlk iş olarak

Selanik'te, "Makedonya Rizorta" isimli bir Farmason locası

kurulmuş ve içleri vatan aşkıyle yanan genç subaylarımızın

saflığından istifade edilerek bunlar türlü riyakâr vaadler ve

yaldızlı sözlerle kandırılarak bu fesat ocağına kaydedilmişlerdir.

Selanik'te, günün mümtaz şahsiyetlerinden iki zat bu

yahudi tuzağına düşmüşlerdir:

Kurmay kolağası: Mersinli Cemal bey (Paşa),

Kurmay yüzbaşı: Mustafa Kemal Bey (Paşa)...

Cemiyet kurulup, meşrutiyet ilan edildikten sonra İttihat

ve Terakki Cemiyetini bu yahudiler ve dönmeler idare

etmişlerdir. Selanik dönmelerinin «Mehd-i Hürriyet» dedikleri

Selânik'i tavaf için trenler dolusu saf insanlar İstanbul'dan,

o sahte Hürriyet kâbesine götürülerek orada afsunlanmış

ve cemiyet, vatanla beraber dağılıncaya kadar o partiyi

yahudiler idare etmişlerdir. Parti kurucuları içinden, Albay

Türkeş... Pardon Miralay Sadık bey, Siyonizmin bütün

kötülüklerini ortaya döktüğü için evvela partiden sonra da

vatandan dışarı atılmıştır. Bu cemiyetin erkânı harbiyesini

idare eden yahudiler bir yandan merkezde devletin temellerini

kazarken, öbür taraftan, kendileri için Arz-ı Mev'ut, yani

adanmış toprak dedikleri Filistin'deki ordumuz aleyhine

casusluklar yapmak suretiyle hayallerini gerçekleştirmeye

çalışmışlardır.

Yeni elde edilen ciddî vesikalara göre tahsilini yahudi

mektebinde yapan Talat Bey, Filistin'de yahudilere yurt ve

imtiyaz verilmesini taa Selanik'te kabul etmiştir.

Aradan zaman geçti. Memleket küçüldü. Millî Mücadele

başarıldı. Halk Partisi uzun seneler iktidarda kaldı. Tekmil

89


icraatında yahudilerden mülhem hususlar göze çarpıyordu.

O kadar ki, milletin coşan, isyan eden hisleri neticesinde 3

ila 7 Temmuz 1934'te başlayan ve bütün Trakya ve Boğazlara

kadar sirayet eden yahudi muhacereti, milletlerarası masonluk

ve siyonizmin tazyiki neticesi durduruldu ve Anadolu

Ajansı bu hadiseyi benim zimmetime kaydederek tekmil

dünyaya ilan etti.

Demokrat idare zamanında malum dönme ile Salomon

Adato, o iktidarın has müşavirleri idiler. İslâm Demokrat

Partinin on lira para cezasiyle kapatılması, Amerikan yahudilerinin

emri ve dönmenin teşebbüsü ile hükümetteki Farmason

erkânın tensibiyle olmuştur.

Diğer parti ve cemiyetlerin de kezâ on lira para cezasiyle

kapatılmalarında Salamon Adato büyük rol oynamıştır.

Mahkeme saloniyle başvekâlet arasındaki irtibat merkum tarafından

yapılmıştır.

Bütün bu lüzumlu malumattan sonra üzerinde ısrarla

duracağımız şahıs, hiç şüphesiz KARASSO denilen heriftir.

Bu; o derece tipik ve o derece sinsi bir yahudi idi ki, koca bir

millet onun hakikî hüviyetini görememiş ve bu basit bezirganı,

Türkün kaderine müessir olacak mevkilere çıkarmıştır.

Selânik'in pis, kirli, sefil yahudi mahallelerinde basit bir

avukat iken bir yandan saraya müteaddit jurnaller yağdırmış,

diğer taraftan Farmason localarını kurmak suretiyle iki

yüzlü rol oynamıştır. Biz de buz gibi ve ahmakça bu tongaya

düşmüşüzdür. Şimdi merkumun el yazısı ile yazıp hükümdara

takdim ettiği, sahtekârlık ve iki yüzlülüğün şaheseri

jurnali aşağıda, hep beraber ve dikkatle okuyup kendi saflık

ve gafletimizin derecesini anlayalım. Bu jurnalin aslı elimizdedir,

sureti de şudur:

90


«Avrupa'da neşrolunup ahalinin fikrini ifsâd edecek

makalatı havi gazeteler Selanik'te umumi kahvelerde

serbestçe kıraat edilmekte bulunduğu halde polis dairesince

katiyen men'ine teşebbüs edilmemekte olduğu

re'yel'ayn müşâhede olunmaktadır. Ezcümle dünkü

gün Paris'te neşr olunan "Maten" gazetesinde

Fransavil ibare "Sultan Mecid hafidleri tarafından

ahali-i Osmaniye'ye bir davet" serlevhası altında ahaliyi

ihtilâle davet ve kaale alınamayacak hilaf-ı ubûdiyet

birçok hezeyanı hâvi bir makale Selanik'in memerr-i

nâs mevkiinde bulunan Orfeon kıraathanesinde

hayli eşhas tarafından kıraat edilmekte olduğu görülmüştür.

Ahvâl-i mezkûrun devam-ı mahzurdan salim

olmadığı mülahazasına mebni hasbessadaka arz-ı

keyfiyete ictisar kılındı, ferman..

Selanik Dava Vekillerinden

Emanoel Karasso

Kulları»

İşte Karasso bu; ve aldanan millet: BİZ... Şimdi milletin

kaderini değiştiren bu adam üzerinde bir miktar duralım ve

bu çeşit iki yüzlü riyakarların bize koca bir vatanın parçalanmasına

mal olan hüviyetini inceleyelim. Bu mevzuda iki

canlı hadise seçtik, biri bizde ötekisi de ecnebi bir gazeteden

alınmıştır.

Sultan Reşad, zamanının sadrıazamı, Türkiye Farmasonlarının

reisi ve milletin kaderini yahudiye bağlamış olan

Talat Paşa'ya çok kıymetli, altın bir sigara tabakası hediye

etmişti. Aç gözlü, görgüsüz yahudi, bu kıymetli şeyi görünce

ihtirasını yenememiş ve yüzü kızarmadan ırkına mahsus

bir pişkinlikle o tabakayı Talat Paşa'dan istemiştir. Sadrıazam

şu mukabelede bulunmuştur:

— Vallahi Karasso efendi, senden iyi değil, fakat hü-

91


kümdarın hediyesidir, ayıp olur...

Aradan seneler geçiyor. Sadrıazam ve Meşrık-ı azam

vatandan kaçmış Berlin'de yaşıyor. Parasız kalmış. Türkiye'de

mebus aynı zamanda İtalyan tebası olan bu yahudiden:

a - İnkılap arkadaşı,

b - Farmason birader,

c - Kendisinden büyük iyilik görmüş olmanın verdiği

cesaretle para yardımı istiyor.

Tiryeste şehrinde yaşamakta ve oranın sayılı milyonerlerinden

olduğu söylenen bu adam, kavmine mahsus bütün

necabetsizlik ve adiliği canlandıran şu cevabı veriyor:

— Vallahi paşam, ben de senin gibi parasızım. Düşündüm,

aklıma şu geldi: Sultan Reşad'ın sana hediye etmiş olduğu

altın tabakayı satar isen eline çok para geçer...

Devletin idaresini ellerine alan insanlar öz ve temiz vatan

evlatlarını ezip, böyle karanlık şahısları tuttukça akıbetlerinin

Talat Paşa'dan farklı olmayacağını hatırlamalıdırlar.

Şimdi gelelim İngiliz Taymis gazetesinin 2 Haziran

1934 tarihli yazısına... kendimizden bir nokta bir virgül ilâve

etmeden aynen şu:

«Royter ajansı tarafından öldüğü haber verilen Emanuel

Karasso'nun ölümü teessür ve teessüfü mucip olmayacaktır.

1908 İnkılâbını kendi menfaatleri için istismar

eden, masum ecnebileri ve bilhassa Fransız ve

İtalyanları aldatan bu yahudi avukatı kadar hiç kimse

itimatsızlık hissi telkin etmemiştir.

1908 senesinde Karasso, Selanik Sefardin ailesine

92


mensup olan bir avukat idi. Karasso, garip müvekkillerinin,

garip davalarını muvaffakiyetle müdafaa ediyordu.

Fakat bu muvaffakiyetini, kendi hukukî malumatından

ziyade, FARMASONLUK dolayısiyle Türk

ihtilalcilerine olan münasebete borçlu idi. Makedonya

Rizorta locasının azası idi. Kapitülasyonlar dolayısiyle

taharriyattan kurtulmak için İttihat ve Terakki

Cemiyeti'nin gizli içtimalarını bir italyan tebasının

evinde yapılmasını temin etmişti.

Enver ve Talat dahil olduğu halde birçok Genç Türkler

farmason oldular, ihtilâl muvaffakiyetle neticelenince

Karasso İstanbul'a gitti ve inkılâp yapanların

biri olarak meydana atıldı. Bu aralık kendi kendisinin

o kadar çok propagandasını yaptı ve o derece faaliyet

içinde idi ki Genç Türkleri görmek için İstanbul'a giden

bir ecnebi, Türk göreceğim diye yaptığı her teşebbüste

etrafında bu yahudiyi görünce hiddetlenmekten,

nefret duymaktan kendini alamadı.

Sultan Abdülhamid hal' edildiği zaman, İttihat ve Terakki

Cemiyeti tarafından kendisine kararı tebliğ için

gönderilen dört kişilik heyet arasında Karasso da vardı.

Birçok yaşlı Türkler ve bazı Genç Türkler, Karasso'nun

heyet arasında bulunmasını kat'yen istememişlerdi.

Fakat Karasso ısrar etti. Kim bilir; belki Siyonizm'e

muhalefet eden hükümdarın sukutunu görmek

zevkini tatmak için, yahutta Meşrik-i azam namına

gitmişti.»

Buraya kadar olan yazı Taymis'ten aynen alınmıştır. Bu

gazete ayrıca Wickham Steed tarafından yazılan bir eserin

merkum Karasso'ya tahsis edilen bazı parçalarını da iktibas

etmiştir. Bu müellif diyor ki: Türkiye'yi ne yapmak istiyor-

93


sunuz diye kendisine bir sual sorulunca Karasso şu cevabı

vermiştir:

«— Hamurun ekmekçi tarafından nasıl yuğurulduğunu

gördünüz mü? Biz ve Türkiye aklınıza geldiği zaman

işte ekmekçi ile hamuru hatırlayınız. Ekmekçi hamuru yuğurur:

uzatır, iter, yumduklar, tâ ki olgun bir hale gelsin;

biz de Türkiye'ye aynı şeyi yapmak istiyoruz. Olgun bir

hale gelince pişirip yiyeceğiz.»

Yediler alçaklar, koca bir impartorluğu on yıl içinde

parçaladılar. Şehitlerimizin mezarları üstünde devlet kurdular,

bizi hamur gibi yuğurup yuttular. Ve biz, ve bizler hala

şunlara hayranız. Derin bir aşağılık duygusiyle hayran. Tevekkeli

dememişler; hiçbir millet istila ile yok olmaz, ta ki

maneviyatı, asaleti yok olsun.

Onların iki yüzlülüğü, onların riyakârlığı, onların korkunç

teşkilâtı, onların vicdanları satın alan parası bu milletin

başına bin bir belâ getirdiği halde, hâlâ onun medh-ü senasını,

onun propagandasını yapmak, hâlâ ondan meded umarak,

hâlâ bu mel'un, bu dinimizin ve vatanımızın düşmanı

ile dostluk kurmak, yukardan aşağı okuduğumuz ecnebi yazarların

kafalarımıza balyozla vuran ihtarları gibi, bu alçaklar

bize kalan bakiyeyi de yutarlar. .

Araya girdiğim bu satırlarla, dünyanın en büyük gazetesinden

yaptığım bu iktibasla şuurlara müdahale etmek istedim.

Acaba, ulül-elbab tenezzül edip bir dakika bu acı hakikatler

önünde duraklarlar mı? Hiç ummam!..

94


İKİNCİ DÜNYA HARBİNİN NETİCELERİ

Almanya'nın teslimine takaddüm eden günlerde ve teslimi

sırasında vuku bulan hadiseler dünya tarihinin en kanlı

ve en iğrenç safhalarını teşkil eder. Bunlar; sözde demokrat

geçinen dünya ihtilalci soysuzlarının çirkin yüzlerini ve hâinâne

planlarını korkunç bir vuzuhla açığa döker.

Bunlar, rakiplerini yere serdikten sonra, bıkkınlık verecek

derecede propagandasını yaptıkları ve milletlere hak ve

hürriyet tanıyan «Atlantik Paktı» tatbik edip vaadlerini yerlerine

getireceklerine, işkence çekmekte olan insanlığa taş

yerine ekmek vereceklerine, demokrat cephenin hür dünya

liderleri, bütün milletler arası hukuk ve kaideleri çiğneyerek

en vahşi ve kanlı hareketlerde bulunmuşlardır ki bugün bütün

insanlık, bîtab düşmüş bir halde onun neticeleri ve ıstırabı

altında kıvranmaktadır. Bu olayların beşeriyete bir faydası

olmuş ise, o da bir daha milletlerin kolayca ve dünya

yahudiliğinin hatırı için birbirini yemek hususunda daha

temkinli, daha tedbirli ve basiretli, daha ağır düşünceli harekete

kendisini mecbur tutması keyfiyetidir. Bütün bu hadiselerde

yahudi, Mason- ve komünistlerin tesir, tertip ve nüfuzunu

açıkça gösteren hadiselerin başında Fransa'da Mareşal

PETEN ve Başvekil PİYER LAVAL'e yapılan haksız ve vicdansız

muamele gelir,

95


Mareşal Peten, Birinci Dünya Savaşında meşhur VER-

DUN savaşlarında dünya kahramanlık tarihine büyük fedakârlık

abideleri hediye etmiş, İkinci Dünya Harbinde de tekmil

Fransa'yı işgal edilmekten ve donanmanın yok edilmesinden

kurtarmıştır,

Piyer Laval'e gelince: Onun temiz bir milliyetçi ve Farmasonlukla

yahudiliğe düşman olmaktan başka günahı yoktur.

Yahudiye düşman olmak mı? İşte bu korkunç, amma

cidden korkunç bir şeydir. Onun kanlı varlığı, TALMUT u

ve insan kaniyle beslenmiş varlığı, düşmanlarını kendi öz

vatandaşları eliyle kurşuna dizilmeye kâfidir.

Almanlara dönelim: Tâkatları kesilmiş, maneviyatları

bozulmuş, şaşkına dönmüş olan silahlı kuvvetler, soyguncu

ve katil Sovyet sürülerinden hayatlarını kurtarmak ümidiyle

batıya doğru kaçıyorlardı. Bütün bu hadiseler, bu emsalsiz

facialar, bu nehirler gibi mecrasından taşmış milyonlarca Alman

halkının akışı Amerikan kıtalarının gözlerinin önünde

vuku buluyordu.. Bu zavallılar Sovyetlerin teklif ettikleri

Oderneisse hattına, geri çekiliyorlardı. Fakat yahudi generaller

kumandasındaki komünist sürüleri bu biçare kadın,

çocuk ve ihtiyarları geri döndürüyorlar ve bu kitleyi merhametsiz

ve insaniyetsiz bir kadere terk ediyorlardı. Milliyetçi

Avrupa'ya karşı haçlı seferinin başı sayılan sözüm ona "Hür

Dünya" için savaşan ve Alman ecdadından kendisine miras

kalan kanı taşıyan Ayzenhovr, kendi ırkdaşları aleyhine olan

bütün bu tüyler ürpertici hadiseler karşısında taş gibi hissiz

kalarak, Almanların kısmî teslim tekliflerini reddederek, hiçbir

merhamet duygusu ve yumuşama göstermedi,

Rozvelt'in Vaşington'daki beyaz sarayının, cümlesi yahudi

ve Farmason olan menajerleri, dünya siyonizminin

emirlerini ve kararlarını harfiyen tatbik ettirdiler. Bu rehberlerin

nüfuzları gayet kuvvetli idi. Rozvelt'in yirmi yedi müşavirinin

hepsinin yahudi olduğunu çok seneler evvel küçük

96


bir broşürle neşretmiştim. Bu son ve kanlı harpte bu müşavirlerin

en mühimleri, Türk düşmanlığiyle meşhur MOR-

GENTAU ile Dexter Weite idi.

Bunlar tekmil Alman subaylarını, aldıkları emri yerine

getirmek için olsa dahi cümlesinin mahkemeye verilerek cezalandırmalarını

emretmek suretiyle dünya askerî tarihine

yeni bir şey ilave ettiler.

Hitler tarafından kendisine halef olarak seçilen Amiral

Dönitz, elinde bulunan bütün vasıta ve imkânlarla şark ve

cenubi şarkî hudut bölgelerinden, Moskof sürülerinden batıya

kaçan milyonlarca mülteci ve askerî birliklerin Almanyaya

geri dönebilmeleri için bu keşmekeşe el attı. Buna ancak

bir miktar muvaffak olabildi. Zirâ dünya yahudiliğînin emrinde

bulunan ve karısı düpedüz Siyonist olup aleyhimize

çalışan ve İbnis-Suut'tan ağzının payını alan Rozvelt ve müttefikleri,

yahudi ve farmason olan müşavirlerinin tazyik ve

diktası altında bulunduğundan, mağluplara verdiği mühlet

gayet kısa ve maksada kâfi değildi. Sadece bu yüzden yüzbinlerce

insan korkunç bir ölümün kucağına tevdi edildi ve

merhametsiz kızıl silindir bu betbahtların üzerinden geçiverdi

ve Amiral Dönitz esaret kararını imzaladı. Galipler

cephesindeki insan kitleleri büyük bir zafer sarhoşluğuna

gömüldüler. Bütün dünyanın sulh çanları kuvvetin, adaletsizliğin,

maddenin ve görünmez kuvvetlerin zaferini ilan

ediyordu.

Fakat işin hakikatini ve esasını bilen birçok büyük devlet

adamları bu zaferin muvakkat olabileceğini ve büyük

nefret doğuran bu sulhun sadece yeni fırtına ve felâketlerin

müjdecisi olan bir duraklama olduğunu biliyorlardı. Netekim

öyle de oldu ve sulh hâlâ gelmedi, gelmesi şöyle dursun,

insanlık üçüncü dünya harbini, yani bütün medeniyet-

97


leri kökünden yıkacak olan bir kıyameti beklemeye başladı.

Kendisinden en az on misli üstün düşmanlarına karşı altı sene

görülmemiş bir cesaretle savaşan kahraman bir millet

ağır yaralı olarak ve her yeri kanlar içinde yere serilmiş yatıyordu.

Onu yere yıkanlar, ona işkence yapanlar, mütemadiyen

ona tekme atıyor, tükürüyor, onunla alay ediyor, ona

ağır hakaretlerde bulunuyorlardı. İslâm ve Türk tarihini tetkik

edenler, bütün devirler boyunca böyle alçakça bir muameleye

tesadüf etmezler.

İkinci Dünya Harbi bir intikam ve yahudiler hesabına

bir öç alma harbi olduğuna göre mütarekeden sonra merdlik,

şövalyelik ve asaletin yerinde yeller estiği görüldü. Ve

«Zalim» dedikleri Hitler'in Dünkerk'te kuşattığı ingiliz kıtalarını

son nefere kadar imha etmek mümkün iken bunu yapmayıp

İngiltere'ye kaçmasına fırsat verdiğini, büyük ve âlicenap

bir jest yaptığını kimse hesaba katmadı. Versay'da

toplananlar ve dünya farmasonluğu, mağlup Fransa'ya şerefli

bir teslimiyet ve müsamaha ile mukabele etmenin efendiliğini

anlamadılar. Ona böyle kaba ve nankörce mukabele

ettiler. Bütün dünya biliyor ki eğer Almanlar isteselerdi

Fransa'yı baştan başa işgal ve bütün harp donanmasını yok

etmek işten bile değildi. Bunu yapmadılar. Üstelik Fransızların

o perişan ve şaşkın günlerinde 1870-1871 harbinde elde

edilen tarihî harp hatıralarını da Paris'teki müzelerine iade

ettiler. Fransız harp esirlerinin ailelerine, yuvalarına dönmelerine

müsaade ettiler. Esir Fransız generalleri şeref sözü

vermek suretiyle bulundukları mahallerde serbestçe gezebiliyorlardı.

Ayşe Sultan Osmanoğlu o sıralarda Paris'te ikamet ediyordu.

Kendilerinden, Alman işgal kuvvetlerinden nasıl muamele

gördüklerini sordum. Aldığım cevabı, tarihî kıymeti

haiz olduğu için aşağıya alıyorum:


«Almanlar Paris'i işgal ettikleri zaman biz, gayet haşin

muamele göreceğimizi ve hatta kasden aç bırakılacağımızı

düşünerek büyük endişelere kapıldık. Zira

yahudi propaganda teşkilatı; barbar Almanların taş

üstüne taş bırakmadıkları, kadın, çocuk, genç, ihtiyar

tanımaksızın ırz, namus, can ve mala saldırdıklarını

kulaktan kulağa yaymışlardı. Bütün Fransa bu propagandaların

tesiri altında iliklerine kadar titriyordu.

Paris işgal edildiği vakit hepimiz bu tesir altında idik.

Fakat işittiklerimizin tamamiyle aksine şahit olduk.

Kibarlık, nezaket, âlicenaplık... ve bir işgalin mevcudiyetini

hissettirecek hiçbir şey...

Bir gün bir Alman albayı oturduğum eve geldi. İhtiyacımızı

sordu ve dedi ki:

"Türkler büyük ve âlicenap bir millettir. Bizim dostumuz

ve kara günlerimizin tesellicisi ve müttefikimizdir.

Bir şeye ihtiyacınız varsa memnunlukla onu temin

etmekten şeref duyarız" dedi ve koca bir kutu çukulata

bırakıp gitti.»

Yahudi ve Farmasonların yalanı, onların iftirası, çamur

kampanyası, işte böyle beyazı siyah gösterecek kadar müthiştir.

Zalim dedikleri Hitler ve onun Almanyası mağluplarına,

rakiplerine böyle efendice muamelede bulunmuştur. Şu

var ki bu zat bütün bu asil ve şövalyece hareketten nadim ve

pişman olacağını hiç düşünememişti.

İslâmda "aman" denildikten sonra her türlü hareketler,

kinler, nefretler, mücadeleler o anda durur. Ağzımızın suyu

99


aktığı garpte hiç de böyle değil... Belki orada da eskiden başka

türlü idi. Fakat yahudi evvela İngiltere'de sonra da bütün

garpte ve yeni dünyada diktatörlüğünü sağladıktan sonra iş

değişti. Asalet, mertlik, şefkat, merhamet, âlicenaplık yerini

kin ve nefrete terk etti. Tarihî düşmanımız Rusların Plevne

kahramanı Gazi Osman Paşa'ya, tesliminden sonra gösterdikleri

hürmet, şimdi efsaneler sırasına girdi.

Birde son harpteki bayağılıkları canlandıralım: Amiral

Dönitz ve vekilleri, ateş kesip teslim olduktan sonra İngiliz

askerî makamlarının emriyle hiçbir sebep ileri sürülmeksizin

ayaklarındaki pantalonlar çıkartılarak hapishanelere

sevk edildiler. Bu adilik ve vahşet cihan tarihinde ilk defa

görülen iğrenç bir hâdise idi.

Alman milleti tamamen kaba ve adaletsiz muamele görüyordu

ve parya sürülerinin eline düşmüştü, orada emperyalizmin

havası hortlamıştı.

Almanya'yı işgal etmiş olan müttefik kuvvetleri, çok

mâhir yahudi rejisörlerin telkinleri ve idareleri altında esir

subayların beyinlerine kurşun sıkarak onları namertçe öldürmek

suretiyle hasıl olan umumî nefreti körüklediler. Bunun

tepkisi olarak ve bu tüyler ürpertici hunharlıktan istifade

ederek komünist, Farmason ve yahudiler elele vererek

çok evvelden gizli kuvvetler tarafından hazırlanmış listeler

mucibince yüz binlerce milliyetçi vatanperver sorgusuz, sualsiz

imha edildi.

Bunun en yakın misali bizde de görülmüştür. Şöyle ki:

1953'te Malatya'da, dönme Ahmet Emin Yalman aleyhine

yaptırılan tertipli ve oyuncak kabilinden bir suikast üzerine,

yine aynı gizli kuvvetler, yani Siyonist, Farmason ve

Dönmeler tarafından çok evvelinden hazırlanmış kara listeler

mucibince, memlekette milliyetçi ve mukaddesatçı olarak

tanınmış kimler varsa cümlesi, sorgusuz, sualsiz haspedilmiş

ve mahkemelere sevkedilmiştir. Ben, bu listenin başında

100


bulunuyordum. Bu işte yahudi tesirini öğrenmek için elimizde

kuvvetli delil var, nakledeyim.

Dönmenin üstüne kurşun sıkıldı. Adliye henüz işe el

koymuş ve polis vak'a mahalline gelmiş değil. Dünya matbuatı

bu işi bana yüklemek için elbirliğiyle neşriyat yaptılar.

Bunlara misal olmak üzere Güney Afrika hükümetinin küçük

bir kasabası olan Pitsmarinburg'da çıkan Zionist Record

gazetesi aynen şöyle yazmaktadır:

«Türkiye'nin Cenup vilayetlerinden Malatya'da yahudi

aslından Ahmet Emin Yalman'a bir suikast yapılmıştır.

Bu sûikasd Birinci Dünya Savaşında Filistin'de

yahudilere karşı, casusluk bahanesiyle büyük işkenceler

yapmış olan milis general Cevat Rifât Atilhan tarafından

tertip edilmiştir.»

Bu canlı misal, bu yahudi teşkilatının korkunç alâka ve

hassasiyeti, bütün milleti derin derin düşündürmeye kâfidir.

Tevkif edilen kalem ve fikir sahiplerinin hiçbirinin Malatya

hadisesiyle uzaktan, yakından alâkası yoktur. Fakat,

gizli kuvvetlerin kopardıkları vaveylâ ve yarattıkları tedhiş

havası bizi nâhak yere ve on buçuk ay zindana tıkmıştır. Cereyan

eden mahkemeler sırasında yüzlerce asker, yüzlerce

polis ve makineli tüfeklerle etrafa öyle bir dehşet ve korku

salınmıştır ki, hatta mebus arkadaşlarımız bile bu mağdurlara

selam vermeğe ve hatta sormaya cesaret edememiştir.

Âdil Türk hâkimleri bu kepazelikle alâkamız olmadığını

görerek bizleri beraat ettirmiştir. Bu âdil karar dönmeyi

çileden çıkarmış, kirli ellerini adaletin ve Türk hakiminin

harimine uzatacak kadar küstahlaşmıştır. Merhumun, şımararak

zamanın başvekiline el yazısiyle gönderdiği mektuptan

sadece şu parça bize kâfi misal olabilir:

101


«... Benim Milletlerarası Basın Enstitüsü icra komitesinde

esaslı bir rolüm olmasa idi her halde gitmezdim.

... Şer istiyenler için her türlü sahalar açık. ADALET

adeta onların hâmisi...

En anlayışlı sanılan Emin Dazıroğlu, Cevat Rifât, Necip

Fazıl hakkında tahliye kararı vererek Malatya suikastını

bir zabıta vakası haline indirdi. Bu mahkeme

güya bir rejim ve memleket düşmanlarını tedip için

değil, mütereddi kimselere benim ve Rezzan'ın şeref

ve haysiyetine tecavüz fırsatı vermek için kurulmuştur...»

Kendimizden aldığımız bu misal Yahudi küstahlığının,

dönme hayâsızlığının şaheseridir. Bütün gayreti Türklük ve

müslümanlık aleyhine geçmiş, Türke türklüğünü ve vatanını

çok görmüş bir herif, benim gibi İtalyan, Balkan, Birinci

Dünya Savaşı ve millî mücadelede üstün hizmetler görmüş,

düşman karşısında bir cepheye kumanda etmiş, kahramanlık

temayüz etmiş, halis kan bir Türke rejim ve memleket

düşmanı diyecek kadar edepsizdir.

Şimdi kendimizden aldığımız bu canlı misalin aydınlığı

altında, büyük hadiseleri inceleyebiliriz:

ikinci Dünya Harbinin mihrakını hiç şüphesiz Almanya

teşkil ediyordu. Bütün kinler, garazlar ve tecavüzler Almanya

üzerinde teksif edilmişti. Şarkta, garpta ilk günlerde ele

geçmiş her yaşta Alman erkekleri «açık meydanlarda» etrafı

tel örgüleriyle çevrilmiş kamplara tıkıldılar. Evvela üstlerinde

bulunan kıymetli eşya, saat, para ve saire gasp edilerek

cümlesi merhametsizce öldürüldüler.

102


Bunun da yakın tarihimizde benzeri vardır, ve Birinci

Dünya Savaşında bunu da bizler gördük.

Filistin ric'atinde esir düşen Türk subay ve erlerinin

üzerindeki bütün kıymetli eşya gasp edildikten sonra kızgın

çöllerde yaya olarak yürütülen subaylara, susuzluktan çılgın

bir hale geldikleri halde saka beygirlerinin taşıdıkları su fıçılarının

muslukları açılmış fakat bu zavallılara bir yudum su

içmek müsaadesi verilmemiştir. Bunların bir kısmı da Seydi

Beşir esirler kampında çeşitli tertiplerle öldürülmüştür.

16 Martta İstanbul'un fiilen işgalinde Şehzadebaşı'nda

yataklarında uyuyan masum Mehmetçikler sebepsiz yere

yataklarında süngülendikten sonra, evvelden hazırlanmış

listeler mucibince Malta adasına sürülen kimselerin üstlerinde

bulunan saat, ziynet ve kıymetli eşya ile paralar gasp

edilmiştir.

«Medeniyetin Batışını» canlandıran bu hadiseler İkinci

Dünya Harbinde ez'afiyle korkunç bir nisbette yapılmıştır.

Allah milletleri üçüncü dünya harbinden korusun. Şayet bu

felâkette insanlığın başına gelecek olursa yeryüzünde canlı

mahluk ve yapılmıyacak şenaat kalmıyacağını bu misallerle

daha iyi takdir edebiliriz.

Ric'at eden Almanya kıtalarına karşı tatbik edilen kanlı

muamele her türlü tahminlerin üstündedir. HÜR UKRAY-

NA ordusunun on binlerce subay ve erleri İngiliz işgal kumandanının

sahte vaadlerine aldanarak Avusturya hududu

yakınlarında karargâh kurmuş ve silahlarını teslim etmişlerdi.

İngiliz bunları kısa bir müddet sonra komünistlerin yani

Yahudi kumandanlar idaresindeki kızıl orduya teslim ettiler.

Moskoflar da bu biçarelerin kafataslarına birer kurşun sıkarak

cümlesini öldürdüler. Bu askerlerden az bir kısmını da

103


vagonlara tıkıp mühürlediler ve üzerlerine benzin dökerek

onları gayet merhametsiz bir ölüme terkettiler. Bütün bunlar,

ilk çağlarda ve taş devrinde bile görülmeyen «Medeniyetin

Batışı» devri olan İkinci Dünya Harbinde görüldü.

İçlerinde ağır suç işlemiş katiller ve caniler bulunan Alman

toplama kamplarının kapıları açıldı. Bu caniler gizli bir

emirle halkın üzerlerine saldırdılar. Bunlar milyonlarca yabancı

işçi gruplariyle birleştirilerek komünist ve Yahudilerin

idaresinde, ellerine silah verilerek bütün, şehir, kasaba ve

köylerin yağma edilmesine sevk edildiler. Bunlar halkın ellerinde

bulunan son yiyeceklerini de gasp ettiler. Bu yüzden

bütün bebekler ve küçük çocuklar açlıktan kıvrana kıvrana

analarının kucaklarında öldüler. Sârî hastalıklarla açlığın yarattığı

sefalet Alman kadınlarını batılı ve doğulu askerlerin

kucaklarına attı. Bu yüzden zührevî hastalıklar da yayıldı.

Çile bununla da bitmiyordu. Alman kadın ve kızları işgal

kuvvetlerinin sürek avına uğradılar. Sovyet işgalindeki

Almanya'da ilk işgal yılında her kadın ve her kız, —ancak

kendisini gayet mahirane bir surette gizliyebilenler müstesna—

kızıl ordu sürüleri tarafından iğfal edildi. En fecii bu

bedbahtlar çok defa ana ve babalarının göğüslerine makineli

tüfekler dayanarak, müdahalelerine meydan verilmeden

bu şenaatler onların gözleri önünde yapıldı. Her gün

meydanlarda binlerce kadınlı votka âlemleriyle gırtlaklarına

içki dökülerek sabahlara kadar fuhuş ve sefil eğlenceler yapıldı.

Bu iğrenç fiilleri kızıl ordunun Yahudi olan siyasî komiserleri

yaptırıyorlardı. Bu komiserlerin büyük ekseriyetinin

Yahudi olduğu her nedense dünya matbuatında kaleme

alınmadı. Zira garpteki Farmason-Yahudi menajerler büyük

intikamlarını vahşi bir zevkle seyrediyorlardı. Böylece kitle

halindeki, bu iğfaller ve tecavüzler neticesi binlerce kadın öldü

ve yahut bu işkenceye son vermek için intihar etti.

104


Garp bölgesine gelince: Bu mıntıkanın işgal kuvvetlerinde

de bidayette buna benzer hadiseler oluyordu, ancak

kendi askerlerinin kanlarının bozulmasına mani olmak için,

yanı Alman halkiyle birlikte yaşayıp temasları genişler endişesiyle

Yahudi rehberler buna mani olmak istiyorlardı. Çünkü

Morgentau planı mucibince kendilerinin en büyük düşman

bildikleri Almanlara karşı sonuna kadar düşman olmak,

Alman kadın ve erkeklerini kısırlaştırmak ve hatta zehirle

cümlesini toptan öldürmek icap ediyordu. Bu sebeple

garpte sivil halk ile dostluk ve temas yasak edildi. Almanlara

yapılacak en küçük bir yardım şiddetle menedildi. Açlıktan

şiddetle kıvranan bir Alman çocuğuna bir lokma ekmek

vermek cürüm sayılırdı. Bu yasak birkaç sene sonra hafifletildi,

çünkü bu yasağın tutulmadığı anlaşıldı.

Muhterem okuyucu bu satırlarda, TALMUT saliklerinin

ne kadar korkunç canavar, ırz, namus ve can düşmanı olduğunu

görmüşlerdir. Elhamdülillah elimizin ayağımızın tutar

olduğu bu sıralarda iki sene evvel Tel-Aviv spor meydanında

en galiz küfürlerle sporcularımıza saldıran ve kaptanlarını

döğen bu mahluklarla içimizde dostluk kurmak isteyen

bazı soysuzlar çıkmış ise de onlarda bir gün —bu satırlara

mim koysunlar— daldıkları çirkin dalâletten uyandırılacaklardır.

Seyrimizi takip edelim:

Amerikan askerinin kadına karşı ihtirası kabarmıştı.

Bunu teskin etmek lâzımdı. Bu ölçüsüz açlık dolayısiyle,

kendilerini ve çocuklarını ölümden kurtarmak için nefislerini

bir parça çukulata ve yahut bir konserve kutusu yiyecek

için Alman kadın ve kızları fuhşa sürüklenmekten kendilerini

alamadılar. Bu iş, doğuda vahşi bir zorbalık, batıda ise açlık

ve çukulata ile yapıldı. İşte bazılarının hayranı olduğu

garp medeniyeti budur.

işgal kuvvetlerinin renkli askerleri beyaz arkadaşlariyle

105


bu kadın alışverişinde birbirleriyle yarış ediyorlardı. Ayrıca

karanlıklarda tecavüz vakaları da oluyordu. Böylece işgal altındaki

Almanya'da, kadınlarla en müstehcen cinsî faaliyetler

tes'id ediliyordu. Asil bir Prusyalı subayın kızları, vahşi

ormanlardan gelmiş en basit zencilerle yatmaya mecbur ediliyordu.

Eğlence mahallerinde ve meyhanelerde alkol su gibi

akarak, oraları sabahlara kadar dolup taşıyordu. Bu yerler,

nara atan sarhoşlarla, düne kadar kamplarda bulunan kanlı

katiller, kendilerine HÜRRİYET mücahidi süsü vererek

Amerikalılara jurnalcilik ve pişvenklik ediyorlardı. Her taraf

anarşi içinde bu eğlence yerlerinde kovboylar diyarı Amerika'daki

gibi bir kadına sahip olmak için birbirlerini öldürmekten

dahi çekinmiyorlardı, tıpkı Arizona haydutları gibi,.

Alman şehirleri dev umumhanelere dönmüştü. Birçok Amerikalı

ve İngiliz kadınları evlatlarının Avrupa'da ne haltlar

karıştırdıklarını duysalardı muhakkak ki çılgına dönerlerdi.

Almanya bütün dünya tarafından muhasara edilmiş

dev bir esaret kampına çevrilmişti. Bütün giriş kapıları senelerce

gayet sıkı kontrol edildi. Yahudi, mason ve büyük Türk

düşmanı Morgentau'ın caniyane planları tatbik edilirken hiç

bir müşahit bunları görmeğe tahammül edemezdi. Bunun

için. bu şenaatler irtikâp edilirken bütün yollar kapanmış ve

bu faciaların görülmemesi temin edilmişti. Haricî âlemin bu

faciaları görmemesi için her türlü tedbir ve tertipler alınmıştı.

«Dünya vicdanı» her şeyi gizlilik içinde muhafazaya

muvaffak oldu ve her nedense HÜR(!) dünya gazeteleri bu

acı hâdiselere hiç temas etmedi. Ancak uzun ve dolambaçlı

yollardan bîtaraf ülkelere birkaç hakikat damlası sızabildi.

Morgentau planı, tam mânasiyle tatbik sahasına kondu.

Yukarıdan aşağıya okuduğumuz tüyler ürpertici facialara

ilaveten, harp için mühim olan bütün fabrikalar söküldü ve

Almanya aleyhine harbe girmiş memleketlere ganimet ola-

106


. rak taksim edildi. Yahudilere göre artık hiçbir Almanın eline

silah almaması lâzım geliyordu. Bu sebeple harp malzemesi

yapan fabrikalar başta, istisnasız bütün fabrikalar söküldü;

ve böylece İngiltere ve Amerika'nın esas gaye ve hedefi olan

Alman endüstrisi ortadan kalkmış oldu. Şu var ki, mesela

Alman Krup fabrikalarının elinde bulunan dünyanın en büyük

presi Yugoslavya'ya verilmiş ise de orada onu kullanabilecek

kimse olmadığından paslanıp gitti. Bu hususlarda

komünistler ve demokratlar el ele vererek Alman fabrikalarını

kökünden yıktılar. Zaten telefon harbi denilen dokuz aylık

duraklama ve sessizliğin sebebi menfaat ve altın buzağı

değil mi idi?

Bunlardan başka, baha biçilmez kıymet taşıyan, yüzlerce

üstün zeka ve dehanın mahsulü olan on yedi ton ağırlığında

ihtira beratları hiçbir karşılık ödenmeden Amerika'ya

taşındı ve işte bundan Atom sanayii doğdu.

Amerikalılar harbe girmeden yıllarca evvel bu evrakı

ellerine geçirmek için çok çalışmışlar ve casuslarına su gibi

para dökmüşlerdir. Harp bitip muzaffer olduktan sonra ilim

ve teknik adamlarını arayıp bularak onları zorla Amerika'ya

götürdüler ve yüksek ücretle çalıştırdılar. İşte atom sanayiinin

doğmasının ikinci âmili...

Şarka gelince: Komünistler, böyle ilim ve fen adamları

için iki şart ileri sürdüler: Ya Sibirya esaret kampına ve yahut

Sovyet Rus dünya ihtilâlinin takdisi için çalışmak üzere

hususi sahalara gitmeyi kabul etmek... Böylece tahminen

bin Alman yüksek ilim adamı ve mütehassıs Birleşik Amerika'ya,

on iki bin âlim de Sovyet Rusya'ya sevk edildi. İki taraf

bilhassa roket tekniği mütehassıslarını elde etmek için

birbirleriyle yarış ettiler.

Bir numaralı meşhur Yahudi ve harp sanayi fabrikaları

kralı Bernhard Baruh ve hempaları Peenemünde atom

bombası ve roket merkeziyle, diğer Alman silahları olan «V»

107


lerin ıslah edilmiş son şekillerini imale başladılar. Bunlar gazetelerde

tafsilatiyle okuduğumuz Yahudi casusları sayesinde

komünist Rusya'ya aktarıldı. Böylece iki dev kuvvet doğdu:

Sovyetler ve Birleşik Amerika...

Şimdi tekmil beşeriyet bu iki ağır tazyikin altında âtiye

korku ve dehşet içinde bakmaktadırlar.

108


ALMANYA HARİCİNDEKİ FACİALAR

Salomon Truman ve Vindsor Çörçil, Postdam'da silah

kardeşleri kaatil ve Yahudi asıllı Stalin'e Sovyet kıtaları tarafından

işgal edilmiş olan bölgelerde «Sovyet usulü halk demokrasisi

dediğimiz kanlı komünizmin» gerçekleşmesi

için serbesti verdiler. Ruslar da bu fırsattan istifade ederek

Çekoslavakya, Polonya ve Yugoslavya ile Silezya'da yaşayan

Cermen azınlıklarının nakli için serbesti verdiler, Atlantik

Paktı paçavraya dönmüş ve hasıraltı edilmişti. O anlaşma,

harp esnasında, ancak küçük milletleri kandırmaya yaramıştır.

Böylece komünistler batı dünyası demokrasilerinin

müsamahasiyle kendi mıntıkalarında bulunan Alınan avına

ve imhasına giriştiler.

Siyasî entrikacı ve tanınmış Alman düşmanı Beneş eski

mağlubiyetlerinin intikamını almak zamanının geldiğine

hükmetti. Potsdam'daki harp kumarbazlarının kararlarına

sırtını dayayarak Sudet Almanlarınm imhası kararlaştırıldı.

25 Ağustos 1945 tarihinde Beneş bizzât, bütün Almanları

yok edeceğini ilan etti. Bu katliam, Çek milletinin fevrî bir

hareketi değildi. Bu, Beneş ve Komünistler tarafından sinsi

bir surette hazırlanmış çevreler tarafından sistemli ve programlı

bir surette tanzim ve teşkilatlandırılmıştı. Komünist

elemanlar bundan evvel başka memleketlerde muvaffak olmuş

numuneler gibi burada da «Millî Mukavemetçi» töhme-

109


tiyle ve bu bahane ile katliamlar yapmışlardı. Kısa bir zaman

zarfında Alman işgal kıtalarının bakiyesi ve bir milyon

sivil insan öldürüldü. Bunların çoğu kadın ve çocuktu. (1)

8 Mayıs 1945'te evvelce kararlaştırılmış bir parola mucibince

Prag radyosundan işaret verilince Bartolome(1) gecesine

nazire olarak Alman katliamı başladı. Kamçılayıcı ve kışkırtıcı

feryatlar arasında Prag şehri şeytanlara uyan sadist

bir kitlenin kan tutmuş bedmestliğiyle topyekûn cinayete

başladılar. Bu şimdiye kadar tarihte görülen katliamların en

müthişi idi. Vahşileşmiş bir halkın hayvanca hareketlerinin

tafsilatını ancak o kıtali gözleriyle görenler verebilirler. Bizim

için tarifi, tavsifi, izahı mümkün değildir. Bu câniyâne

hareket kısa bir zaman içinde tekmil Çekoslovakya'ya yayıldı.

Yavaşladıktan sonra dahi aylarca devam etti. Bu ölüm tırpanından

arta kalanlar «Ölüm yürüyüşlerinden» sonra vaktiyle

hazırlanmış toplama kamplarına tıkıldılar oralarda

uzun müddet işkence dolu bir esaret hayatından sonra üstlerinde

kalan son maddeler soyulduktan sonra Alman hudutlarına

kovalandılar, yeni ve ağır bir kaderin kucağına

atıldılar.

Olga Von Baseniji isimli tanınmış Çek yazarı bu müthiş

faciaların görgü şahidi ve kurbanıdır. Mucize kabilinden

Prag cehenneminden kaçmağa muvaffak olmuş ve hatırala-

(1) Bütün milletler, insanlık düşmanı yahudinin düdüğünü çalarak altı

milyon Yahudinin muhayyel ölümüne matem tutarken, bu gözönünde

işlenen korkunç cinayetler için, ne esaslı bir şikâyet, ne de kuvvetli bir

neşriyat yapıldı. İsrail Oğullarının Babil sürgünü, Titüs ve Buhtunnasr'ın

indirdikleri darbelerin intikamı bütün insanlıktan fazlasiyle

alındı. Fakat İsrail Oğulları biliyor ve kendi tarihlerinden öğrenmiş bulunuyorlardı

ki bu geçici ve muvakkat zaferleri o, eskisine rahmet okutacak

bir bedelle ödeyecektir. İnsanları, dinî(!) bir vazife olarak teker teker

iğneli fıçılarda öldüren bu korkunç azınlık son asırda kitleleri

topyekûn dev iğneli fıçılara atmış ise de bunun sonunun neye varacağını

onlar herkesten daha iyi bilirler. Bu mevzuda tecrübeleri çoktur.

(2) Protestanların katliamı neticesinde tarihe geçen hadisedir.

110


rını neşretmiştir. Kendi kanı ve can acısıyla yazdığı «Prag

ölüm dansı» ve «Ölüm yolu» kitaplarında korkunç vesika

ve resimlere dayanarak sadece demokrat cephenin arkasındaki

karanlık entrikacıları değil, aynı zamanda kendi küçük

Çek milletini de suçlandırmakta ve itham etmektedir. Bilindiği

gibi Çek milleti, İkinci Dünya Harbinin musibet ve ıstıraplarından

en az müteessir olmuş bir Avrupa milleti idi. Zira

erkekleri cephelerde vazife görmekten muaf tutulmuş ve

insanca hiç zayiat vermemiştir. Alman himayesinde bulunan

Çekya, bütün harp müddetince iaşe sıkıntısı da çekmemiştir.

Almanlarla Çek halkı arasında hiçbir ihtilâf mevcut değildi.

Fakat Haydrik isimli mühim bir Almanın öldürülmesi ve Alman

makamlarının mukabil hareketleri, LİDİGE Çek kasabasının

imhası havayı tabiatiyle bulandırmıştı.

Harpten sonra elde edilen vesikalarla isbat edilmiştir ki

Haydrik'in katlinin Çek makamları dahi aleyhinde idi. Bu

cinayet İngilizlerin «Strateji Bürosu»nun arzusu üzerine yapılmıştır.

Bu makamın başında İngiliz generali W. Donovan

bulunuyordu. Vazifesi Alman hatları gerisinde baltalama ve

çeteci hareketlerini idare ve bunları silahlandırmak idi.

Bu makam Birinci Dünya Savaşında Suriye ve Arabistan

cephesinde meşhur casus İngiliz albayı LAVRENS'i bu

maksatla çalıştırmış ve çölleri ateşe vermiştir. Ben şahsen bu

adamla çarpıştım ve bu teşekkülün arkasındaki mel'un yahudi

casuslarının en mühimlerini yakalayarak adalete teslim

ettim. Filistin'de elimizle yerleştirdiğimiz ve bu vatanın zavallı

öz evlatlarının rüyalarında bile görmedikleri refah ve

saadete kavuşturduğumuz namussuz ve nankör yahudilerin

cümlesi LAVRENS'e hizmet etmişlerdir. Casusluk ve sabotaj

işinin başında Lavrens'in vekili İngiliz yahudisi Aran Aranson

bulunuyordu. Bunun kız kardeşi Sarâ Aranson'u Zimmarın

köyünde yakalattım, Şam'a getirilirken Şahap vadisinde

kendisim uçuruma atarak intihar etti. Dünyanın bütün

İİ1


yahudi gazeteleri bu hain kadını günlerce doğdurup işkence

ettiğimizi yazdılar. Bu da altı milyon yahudinin öldürülmesi

gibi yalandır. Bizim bu işte bir kusurumuz varsa o da, Müslüman

ve Türk olduğumuz için gayet insanca muamele etmekliğimizdir.

Bu satırların yazıldığı bu günlerde İngiltere'de LAV-

RENS namına bir film çevrildi. Türkleri yerin dibine batıran,

korkak, fena, zalim gösteren bir film. İngiliz gazeteleri bu

film aleyhine neşriyat yaptılar. Türklerin cesur, kahraman,

merd olduklarını ve insanlık asalet ve medeniyet bakımından

yeryüzünün en kibar insanları olduğunu ilan ettiler.

Merak edip Londra'daki dostum John Tyndall'e bir mektupla

keyfiyeti sordum. 28.12.1962 tarihli mektubunda şu cevabı

veriyor:

«Bu, Yahudi sermayesiyle, Yahudiler tarafından yapılmış,

İngiliz milleti tarafından nefretle reddedilmiştir.»

Yahudinin bu alçak karakterini kendimizden bir misalle

perçinledikten sonra yazılarımıza devam edebiliriz.».

Soğukkanlılıkla ve mantıkî olarak düşünülecek olursa

Çek halkının bu kanlı hareketine mânâ vermek ve onu izah

etmek zordur. Almanları toptan imha hareketine genç kız ve

çocukların da iştirak etmiş olmasının derin sebeplerini araştırmak

ruhiyatçılara düşer. Biz izah tarzı bulamadık.

Almanlar tarafından yapılan vahşetler daha kolay anlaşılabilir.

Her zaman bu gibi suçları işleyenler ya münferit şahıslar

ve yahut küçük gruplardı. Böyle hâdiselerde suçlular

dava edilmiş ve cezalandırılmışlardır.

112

Yugoslavya'da yapılan, medeniyetin yüz karası cinayet


ve vahşetler hiç de diğerlerinden aşağı değildir. Bilhassa

BANAT bölgesinde Slovaklara karşı irtikâp edilen kanlı imha

hareketleri ve Hırvat milliyetçileri aleyhine yapılan komünist

vahşeti; medeniyetin, şefkat ve merhametin ve insaniyetin

ölümüne işaret sayılır. Bu memleketlerde milliyetçi

namına kim var idiyse cümlesi işkence ve azap içinde öldürüldü.

Kırk beş bin çocuk Rusya'ya sürüldü. Hırvatistan'da

yapılan katliamlar dört yüz bin Hırvat'ın hayatına mal oldu.

Bizlerin; insanlığın gözü önünde işlenen bu müthiş facialardan

haberimiz olmadığını biliyorum. Yahudilerin yaygaraları,

şarlatanlıkları, dünya matbuatını elde tutmak için harcadıkları

milyonlar, masumların sesini boğmuş, cinayetleri

gizlemiş, onun yerine, mel'un İsrail kafasından çıkmış hayalî

facialar ikame etmiştir.

Çörçil, Moskova konferansında Polonyalılara bol keseden

Oderneisse hattını yani, Polonyalılara ve Ruslara verilen

Alman toprakları ötesinde bulunan Alman arazisini vaad

etmişti. Sovyetler ise, Polonyalılardan zorla alman toprakların

yerine, Almanlardan yeni alman toprakları peşkeş

çekmişlerdir.

Müttefikler tarafından aldatılan, yersiz ve yurtsuz kalan

ve komünist komiserler tarafından kışkırtılan Polonyalılar,

halkı Silezya ve Pomeranya arazisine kovarak onların emlakini

de zabtettiler ve yerleştiler. Güya bu harp hak, hürriyet

ve insaniyet namına yapılıyordu.

Fransa'da, Belçika ve Hollanda'da, Danimarka ve Norveç'te

mukavemet hareketleri kızıl unsurlar tarafından idare

edilmekte idi. Bunlar kendilerini milliyetçi ve hürriyet mücahidi

olarak maskeleyip en mühim mevkilere yerleşmişlerdi.

Harp içinde bütün bu yeraltı hareketleri müttefikler tarafından

geniş bir şekilde silah ve baltalama malzemesiyle teçhiz

edilmiştir. Harp sona yaklaştıkça bunların tesirleri artmıştı.

Kızıl beynelmilelciler tarafından tekemmül ettirilen ve

113


demokrasiler tarafından sessiz, sedasız kabul edilen bu, milletler

hukukuna aykırı olan çetecilik ve baltalama faaliyeti

İkinci Dünya Harbinde irtikâp edilen vahşet ve barbarlığın

çoğunun ana sebebi olarak kabul edilmelidir. Bu baltalama

ve pusu hareketleri ve sebep oldukları tethişlerdir ki Alman

ordusunu daha sert, daha asabî tedbirler almaya mecbur kıldı.

Fransa'dan çekilen Alman birlikleri aleyhine kurulan pusular,

iki tarafın da büyük zayiat vermesine sebep olmuştur.

Bu hareketin önüne geçmek ve sakin bir hava yaratmak istiyen,

kan deryasını durdurmaya, yangınları söndürmeye,

vahşeti önlemeye çalışan milliyetçi ve vatansever Fransızlar

aleyhine kızgın bir hava yaratıldı. Yalnız Fransa'da, cümlesi

temiz vatansever yüz bin milliyetçi Fransız, Almanlarla işbirliği

yaptı denerek canavarca öldürüldüler. Fransa'da çeteciler

bir kuvvet faktörü olmuşlardı. Bunlar Farmason ve Yahudilerin

desteği ile adalete ve mahkemelere ve umumî efkâra

yüzde yüz hâkim oldular. Mareşal Peten gibi büyük bir

kahramanı müebbet hapse ve Başvekil Piyer Laval gibi eşsiz

bir insanı idama mahkum edecek kadar ileri gittiler. Böylece

iki memleket arasında senelerden beri süren husumetin artmasına

sebep ve normal halin avdetine mani oldular.

Belçika'da Alman dostu olan hükümet adamları ile,

asırlardan beri millî hürriyetlerini elde etmek için mücadele

eden Cermen ırkından Flamanlara karşı çok haşin hareket

edilip bunların on binlercesi ölüme mahkum edildi ve birçokları

da müebbet hapse tıkıldı.

Harp sona ereli on sekiz sene olduğu halde bunların

mühim miktarı hâlâ Belçika hapishanelerinde inlemektedirler.

Bundan başka, sırf komünistler aleyhine mücadele etmek

İçin gönüllü kaydolunan Valon ve Flaman erler de

harpten sonra hapis ve ölümle cezalandırıldılar.

114


Hollanda, Danimarka ve Norveç işgale uğradıktan sonra,

oradaki hükümetlerin direktifi altında, Alman silahlı

kuvvetlerinin arzusu üzerine, o memleketler halkının Almanlarla

samimî bir işbirliği yapmaları istendi. O memleketlerin

birçok muvazzaf subayları Komünistlere karşı Rus

cephesinde gönüllü olarak çarpışmak için müracaat ettiler.

Oranın devlet makamları gereken müsaadeyi kolaylıkla verdi.

Harbin sonunda bu askerlerin bakiyyesi memleketlerine

dönünce «işbirlikçiler» gibi vatan haini olarak damgalandı,

esir kamplarına sevkedildiler, isticvâb edilerek işkenceye uğradılar.

Yalnız Norveçte doksan bin milliyetçi, sözünde durmayan

ve yahudilerin tesiri altında bulunan kendi Marksist

hükümetinin kurbanı oldular. Milliyetçi cephenin söz sahibi

birçok şahsiyetleri ölüme mahkum edildiler. Geriye kalanlar

istisnasız olarak uzun veya kısa hapis cezalarına çarptırılarak

bütün servetleri ellerinden alınarak, tekmil hak ve mevkilerini

kaybettiler. Bütün dünyanın hürmet ve takdir ettiği

yaşlı şair Knut Hamsun aleyhine dahi harekete geçildi. Knut

Hamsun ve Norveç milliyetçisi Vidk Quisling, dünyayı tehdit

eden kuvvetin Almanya olmayıp Sovyet Rusya olduğuna

inanmıştı. Dediği de çıktı. Bu zat her yerde milletini

uyandırmaya çalıştı. Bu namuslu fedakâr insan, seksen yaşını

geçtiği halde solcular tarafından hapse tıkıldı ve bütün

servetine el kondu.

Bîtaraf İsveç, şark cephesinden harbin sonunda kaçmaya

muvaffak olan Baltık ve Alman askerlerine «Lahey» anlaşması

gereğince iltica hakkı tanıdı. Daha sonra İsveç hükûmeti,

galip müttefiklere yaranmak için, Sovyet talebine boyun

eğerek, milletler hukukunu çiğneyerek bu mültecileri

vicdansız Sovyet Rusya'ya teslim etti. İsveç makamlarının

bu kararı esir kamplarında duyulur duyulmaz, milliyetçiler

bilek damarlarını kesmek suretiyle intihar etmek ve

kamptan kaçmak teşebbüsünde bulundular. Kaçanlar İsveç

polis kıtaları tarafından tekrar toplanarak limanlarda bekle-

115


yen Sovyet gemilerine zorla teslim edildiler. Bu harekete

muvazi olarak İsveç'te yaşayan Alman sanayicileri ve ticaret

erbabının ve hususî şahısların bütün ticarî ve hususî servetleri

ellerinden alınarak galiplerin emrine tahsis edildi. İsveç'te

yaşayan bütün Almanlar hudut dışı edilerek Batı Almanya'ya

sürüldüler.

Bu vesile ile söyleyelim ki, İsviçre'nin cidden tarafsız

durumu ve adil davranışını burada saygı ile zikretmek kadirşinaslıktır.

Galipler bu küçük memleketten de birçok isteklerde

bulunmalarına rağmen İsviçre, galiplerin şantajlarına

kafa tutmuş ve bütün istekleri reddederek şerefini korumasını

bilmiştir.

İşin en dikkati çeken tarafı milliyetçilere karşı yapılmış

bütün intikam hareketlerinin ve vahşetin harp bittikten

sonra yapılmış olmasıdır. Bu hadiseler «dünya sulhu»

kurulduktan sonraki devrede vuku bulmuştur. Ancak seri

halinde irtikâp edilen bu kanlı hadiseler, «Dünya vicdanını»

derin bir sessizliğe gömdü. Zira demokrat galiplerin bu kötü

fiillerini bütün dünyaya ilan etmek kendi aleyhlerine olurdu.

Yukarıdan aşağıya okuduğunuz, bu, insanı insanlıktan

iğrendiren kanlı, vahşi ve TALMUT'ik hareketleri hukuken

meşru gösterebilmek için FARMASON'luğun icadı olan ve

bu zümreler tarafından idare edilen «dünya vicdanı» yeni

bir tez yumurtladı. «Kollektif suç» tezi... Ancak böylece kurunun

yanında yaşların da yanması kabul edildi...

Dünya yahudiliği bu cinayetleri ört bas etmek ve suçlularla

suçlar yaratmak için kendi icatları olan iftira ve çamur

makinesinin bütün aletlerini harekete geçirdiler. Tamamen

yahudi emrinde olan Holivod ve dünyanın belli başlı mecmuaları

sanki birbirleriyle sözleşmişler gibi bütün dünyanın

gözü önüne en korkunç resimleri serdiler. Bunlarda insan cesetlerinden

meydana gelmiş dağlar ve en müthiş manzaralar

116


görülüyordu. Bu hal hâlâ ve artan bir hız ve hayâsızlıkla devam

etmektedir. Şu var ki bu sahte resimleri sinemalarda

seyreden insanlar, bu cesetlerin, demokrat müttefiklerin

bombardımanlarına kurban olmuş insanlar olduğunun farkına

vararak yahudilere lânet ediyorlar. Gaz odalarından hâlâ

ısrarla bahsedilmektedir. Böyle bir şeyin asla mevcut olmadığı,

şimdi başta İngiliz muharrirleri ve tarihçileri olmak

üzere namuslu insanlar dünyaya ilan ediyorlar.

Ve nihayet cümlemizin bildiği ve merakla takip etmiş

olduğumuz NÜRNBERG mahkemeleri dünya milletlerinin

önüne bir sürü yalan ve uydurulmuş hadiseler serdi. Artık iş

işten geçmiş, bir sürü insan Yahudi Cellat Wood'un elinde,

gemi halatlarıyla ve feci bir surette işkence çekerek, dakikalarca

ve bazıları yarım saat çırpınarak can vermişlerdir. Başları,

yüzleri parça parça olarak kan revan içinde ölmüşlerdir.

Bu facianın adaletsizliğini, yapılan şahadetlerin yalan

olduğunu ve bu oyunun bir yahudi tertibi olduğunu anlayan

Nürnberg mahkemesinin baş müddeiumumisi JAK-

SON, duyduğu pişmanlık ve vicdan azabına tahammül

edemiyerek intihar etmiştir.

Bu kanlı bahsi de burada böylece kapayalım.

117


ZAMANIMIZIN RUHU!

Buraya kadar, İkinci Dünya Harbinin mihrakını teşkil

eden Almanya ve Avrupa'nın diğer memleketlerinde, insanların

ne derece hunharlaştığını gösteren acı ve tüyler ürpertici

vakaları sıraladık. Bu kanlı vakaların arkasında, dünyayı

kan ve ateşe boğan kuvvetin Dünya Yahudiliği, Farmasonluğu

ve komünizmi olduğunu şimdiye kadar elimizden geldiği

kadar canlandırmış olduk.

Eğer siyonizmin tehlike ve zararı ile merhametsiz ve

vicdansız fiil ve hareketleri sadece garp üzerinde toplanmış

olsa idi belki de bundan bize ne deyip, bu kadar büyük külfete

katlanıp bir şey yazmaya ihtiyaç duymazdık. Bir defa

milletler, asırlardan beri insanların saadetleri, hayatları, refahları

ve hatta itikat ve imanları aleyhine çalışan Siyonizmle

mücadele halindedir ve onun sönmez kin ve intikamının

hedefi ve kurbanı olmuştur. İsrailoğullarının en büyük

düşmanı Müslümanlıktır. Dünya tarihinde asırlardan beri

bu husumet eksilmeyip artmıştır. Bu mel'un kuvvetle tam

mânasiyle ve Peygamberane bir azimle mücadele eden, hiç

şüphesiz Resul-ü Ekrem efendimizdir.

Biz Türklere gelince: Nil'den Fırat'a kadar, vatanımızı

dâ içine alan gayet geniş bir mıntıkayı kendi öz vatanları sayan

ve merkezi Kudüs'te olacak bir İsrail devletî kurmak

118


için vatanımızda ne büyük entrikalar çevirmişler, ne büyük

yalan ve iftiralar icat etmişler ve başta 31 Mart olmak üzere,

—ileride tarihin bir bir açıklayacağı— ne namussuzca teşebbüslere

girişmişlerdir. Bunları teker teker ve bütün tafsilatiyle

ve vesikalariyle müteaddit eserlerle milletimize duyurmuş

bulunuyorum.

Birinci Dünya Harbinde Sina ve Filistin cephesinde her

türlü mahrumiyet ve zorluğa göğüs gererek çarpışan ordumuzun

gerisinde bu fesat teşkilatının, casusluk, hiyanet, sabotaj

ve müthiş fesat çıkararak mağlubiyet ve hezimetimizde

müessir olduklarını altmışı bulan eserim ve bini geçen

makalelerimle aziz milletime bildirmiş oldum. Yahudinin intikam

hissi, yalanı ve hiç namus ve şeref kaydına tabi olmayan

iftira ve suikastlarına göğsümdeki iman ve kanımdaki

asalet sayesinde karşı koydum. Emek ve alın teriyle kazandığım

servetimi yağma ettiler. Fakat bütün bunlar azmimi

takviye ve gayretimi arttırmaktan başka bir şeye yaramadı.

Ve nihayet, evet ve nihayet bizzat yahudiler bir öğünme veyahut

kendi akıllarınca tehdit vesilesi olarak Sina ve Filistin

cephelerinde irtikâp ettikleri alçakça hıyaneti; kendi ağızları,

gazeteleri ve kitaplariyle itirafa başladılar. Her memlekette,

her lisanda bu hıyanetler tekrarlanıyor, gazetelerde tefrikalar

çıkıyor, resimler neşrediliyor, fakat bunların bizde hâlâ

bir intibah vücuda getirmemiş olması ne kadar üzülecek şey.

Bugün, bu dakika içinde yaşadığımız hava çok mânâlı

ve bu mütalaalarla alâkalıdır.

İsrail'in ve komünistlerin su gibi para harcadıkları günleri

yaşıyoruz. Yazılar, fısıltılar, sinsi hareketler, radyolar ve

her türlü neşriyat, bir merkezden idare ediliyor hissini veren

beyanlar ve bir sürü açığa vurmuş şımarık teşebbüsler hiç

de hayra alâmet sayılmaz. Tehlike büyümektedir. Orta Doğunun

ciğergâhına hançer gibi saplanmış olan iğreti İsrail

hükümeti, gözlerini bütün Asya'ya dikmiştir. Bu kıt'ada ya-

119


şayan milletlerin arasını bozarak, onları birbirlerine düşürerek,

vicdanları ve kalemleri satın alarak uzun hedefine doğru

yürüyor. Vaktiyle «Pis yahudi devlet kuramaz» deniliyordu,

onlar hakir ve aciz görülüyordu. Bugün ummadığımız

adamlar ona dalkavukluk yapıyorlar. Böylece şımaran

yahudi işe yarar, imkân, kuvvet ve kalem sahiplerini de emrine

alarak her yönden hedefine doğru ilerliyor. İş bu raddeye

gelince, "onu kim ve nerede durduracak?" suali doğar.

Bütün dünya ile başabaş altı yıl boy ölçüşen koca Alman

devletini yere sermek için bütün dünyayı ateşe veren

bir ekalliyetin ne büyük tehlike teşkil ettiğini anlatmak için

canlı ve mevsuk hadiseleri, ateşin göbeğinden alarak teker

teker ortaya döktük. Bu olayları gözönüne alarak, âtiyi ve istikbali

düşünerek ne gibi tedbirlerin alınması lâzım geldiğini

düşünmek, memleketini seven her insanın vazifesidir.

Şimdi; bütün bu misallerin ışığı altında zamanımızın

ruhunu tahlil etmek ve bundan istifade etmek faydalı olacaktır

sanırım.

Gözlerimizin önünde cereyan eden insanlık tarihinin en

büyük değişikliği arkasında mutaassıp «Dünya Cumhuriyetçilerinin»

gayeleri sezilmektedir. Bunlar, milletlerin hürriyet

ve istikballerine, o milletlerin arzuları hilâfına hâkim olmak

hedefindedirler. Bu devletler üstü kuvvetler, muazzam

para ve teşkilâtlan sayesinde dünyanın en mühim haber alma

ve ilmî tetkik merkezlerini ellerine geçirmeğe muvaffak

olmuşlardır. Böylece umumî efkârın fikrî sevk ve idaresini

de ellerine almaya muvaffak olmuşlardır. «Tek dünya» ideali

peşinde koşan Komünist, Siyonist ve Farmason tesiri altında

insanlık bugün modern bir şekilde zamanın ruhunu temsil

etmektedir. Tek dünyacılar ancak günümüze kadar süregelen

hayat tarzı ve teşkilât şekillerinin ortadan kalkmasiyle,

planların gerçekleşeceğini biliyorlar. Müstakil dünya cumhuriyetini

teşkil edecek olan «tek tip insan», tek dünya dü-

120


şüncesinin tabii bir neticesidir. Böyle bir planın tam mânasiyle

gerçekleşebilmesi ancak bütün dünya milletlerinin melezleşmesi

sayesinde mümkün olacaktır. Bu suretle köksüz,

an'anesiz, ırksız, melez bir mahsul ve sterilize edilmiş bir

kitle insan vücuda gelecektir. Gelişi güzel, birbirine karışmış

bu milletlerin kültür sahasındaki yapıcı kudreti sıfıra

düşecektir. Bu yoldan hududu olmayan, iptidaî ve tek tip bir

medeniyet yaratılacaktır. Bunun uzuvları ancak cezri şiddet

tedbirleriyle ayakta tutulabilir.

Bu sebeple, insanlık için hedef tutulan ihtilât ve kaynaşma

binlerce seneden beri uzvi bir şekilde yetişen az veyahut

çok değişen insan nevilerinin, muhtelif kültür sahalarında

köklerinden koparılması ve gelişi güzel birbiriyle ihtilat

ettirilmesi, Allah'ın vaz'ettiği tabiat kanunlarının iğfali

mânasına gelir.

Tabiat, sonsuz miktarda hayat tarz ve şekilleri meydana

getirmiştir. Bunlar istisnasız olarak asilâne bir prensip dahilinde

sıhhatli olarak gelişmektedir. Tabiat; ne tek tip nebat,

ne tek tip hayvan ve ne de tek tip insan tanır. Tabiat kanunlarına

karşı gelmek ve onları değiştirmeye gayret etmek, bizzat

tabiatın kendisi tarafından cezalandırılır.

Hastalık, soysuzlaşma, çökme ve ölüm gibi...

Bugünkü kültür hayatımızın tamamen ve bütün sahalarda

karışmış vaziyeti; hakikatte, tabiilik ile gayrı tabiilik

arasında bocalayan insanın vücuda getirdiği bir aksülameldir.

Bu bir şeyler arayan fakat bulamayan insanlardır ve yaşamak

hedefini kaybetmişlerdir. Modern teknik, modern vasıtaları

tekemmül ettirmiştir. Radyo, filim ve televizyon gibi...

Bu cihazlar yarım asır evvel masallar âlemine aitti. Haber

alma ve ilim tekniğinde bu aletler, ışık süratiyle ve pratik

olarak dünyadaki her insana ulaştırılabilir ve her insanı

ruhen ve fikren tesiri altına alabilir.

Bu cihazların bütün dünyaya kısa bir zamanda yayıl-

121


ması ve insanlara günün her saatinde dış âlemle doğrudan

doğruya temas imkânını temin etmesi, onda, olayların tam

ortasında ve içinde olabilmesi bakımından müstakil bir duygu

yaratmıştır. Gürültülü ve dolgun bir programla şımartılan

televizyon seyircisi artık okuma ile, tetkik ile, kendi kendine

düşünmekle malumat sahibi olmayı, bir zaman kaybı

saymaktadır. Bu bilgiler artık zahmetsiz ve külfetsizce televizyon,

telefon, sinema ve resimli matbuat vasıtasiyle bedava

veriliyor. Üstelik seyirci yorulmadan ve rahat bir şekilde

koltuğunda oturup kendi kafasını ve beynini zorlamadan

zamanın ruhuna teslim olur ve kafasına girmesini istemediği

fikir ve düşüncelerin dimağına yerleşmesine mani olamaz.

Tabii, seyirci bunları az çok bir medyum gibi idrâk ettiğinin

farkında değildir. Çünkü onun düşünme kabiliyeti, telkinci

tarafından felce uğratılmıştır. Televizyon seyircisinin

alıcı hassasiyeti değişik derecelerdedir. Bunların büyük bir

kısmı zamanla şahsiyetlerini kaybedip garip bir sabit fikre

yakalanmaktadır. Böyleleri artık her akşam evine döndüğü

vakit, kendisine esir bir robot gibi tesir eden bir hayal penceresine

kendisini terk eder ve bütün dertler ve hayat kaygusundan

uzaklaşmaya çalışır. Böylece dünya hadiselerine fiilî

bir şekilde iştirak yerine lâkayt bir seyirci ve kukla vaziyetine

düşer. Bu suretle insanların ekserisi yabancı bir iradenin

tesirine râm olmuş şahsiyetsiz mahluklara benzerler.

Bu, cihanşümul vasıtaların gelişmesi neticesi, «Zamane

ruhunun» ve umumî efkâr baş yaratıcılarının ve onların teşkilâtlandırdıkları

tefekkürün beşeriyeti aynı seviyeye getirme

gayretleri insanlığı gayet süratli bir şekildet ruhsuzlaştırmaktadır.

Yukarıdan aşağıya saydığımız bu teknik cihazların aleyhinde

olduğumuz zannedilmesin. Milletlerin kültürlerini geliştirmek

ve ayakta tutmak için çok faydalı olan bu cihazlar,

devlet üstü kuvvet ve teşkilâtın eline geçtiği takdirde insanlık

ve medeniyet büyük tehlikelere maruz kalacaklardır. Bu

122


tehlikelerin ne derece müthiş olacağını yukarıda sıraladığımız

kanlı vukuattan anlayabiliriz. Milletlerarası hedeflerin

propagandasını yapan ve bir merkezden idare edilen bu cihazlar

bugün tamamiyle Farmason, Siyonist ve Komünist

kuvvetlerin elindedir. Bu sol ve menfi teşkilatın elinde bu

güzel icatlar insanların fikrini ifsat eden ve ona farkında olmadan

şeytanî telkinlerde bulunan vasıtalar haline gelmiştir.

Bunların zehirleri duygu uvuzlarımız vasıtasiyle ruhumuzun

derinliklerine sızar ve orada tahribatını yaparak irade

kuvvetini felce uğratır ve milletlerin çöküntüsüne sebep

olur.

Bugün milletlerin yaşamakta olduğu siyasî hayatta, bu

keşiflerin ne derece mühim rol oynadığı herkes tarafından

ayan beyan görülüyor. Radyo ve televizyonu ele geçirmek

sayesinde, kitlenin moraline ve fikrine tesir ederek kolayca

inkılâp yapanlar; hükümeti ele geçirdikten sonra, iyi, kötü

bütün icraatını kendi milletlerine gayet yerinde, isabetli ve

iyi şeyler olarak yutturmak isteyenlerin, partizanların ve

diktatörlerin radyolardan ne büyük istifadeler sağladıklarını

ve her nasılsa iktidara geçenlerin bunlardan ne büyük istifadeler

temin ettiklerini uzun boylu izaha lüzum yoktur.

Bir milletin iç hayatı ancak tabiatın tayin ettiği istikamette

yürümeğe müsaittir ve tabiat kanunları bu tarzın muhafaza

edilmesini zaruri kılar. Milletlerin kültür sahasındaki

devamlı inkişafı bu sayede vukubulur ve dışardan hiçbir

müdahale ve tecavüzü kabul etmez. Eğer bugün bütün dünyada

insanlara miras yoluyla intikal eden hususiyetlerde değişiklik

görülüyorsa —ki biz bunları, her gün artan bir şekilde

hissediyor ve ruh hayatımızda menfi ve mülevves tezahürlerine

şahit oluyoruz— bunlar, milletleri kültür nihilizmine

götürmektedir. Yukarıdan aşağı saydığımız yeni icatlar,

yeni aletler, yani radyo, televizyon ve saire, bunlar sadece

yabancı tarz ve yıkıcı kuvvetlerin yukarıda bahasetmiş ol-

123


duğumuz kitle telkinleriyle insanların devamlı surette şuurlarını

ihlal neticesine varır.

«Tek dünyacıların» bu yoldaki, gaye ve hedefleri tesbit

edilmiştir. Onların maksatlı propagandaları, insanların

«dünya vatandaşı» şeklinde yetişmeleri için ihzarî bir tedris

mahiyetinde telakki edilebilir. Bu propaganda o kadar esaslı,

kademeli ve programlı şekilde hazırlanmıştır ki, tekmil muhafazakâr

ve asil insanların sabit kanaatlerini ve evvelden

verilmiş hüküm ve kararlarını kaldırmak ve onları gülünç

mevkie düşürmek gayesini takip eder. Bilhassa ırkî ve millî

haysiyet, vatanseverlik, askerî şeref ve namus, an'ane,

âdet, teamül ve saire gibi alıştığımız ve ünsiyet peyda edip

hoşlandığımız ruhî meselelerde bu propagandaların yıkıcı

ve menfi tesirlerini görmekteyiz.

Milletlerin şuurlarına yerleşmiş ve orada kökleşmiş

olan tarihî hakikatler, tecrübe ve güzellik kıymetleri, bu, tek

dünyacı, devletler üstü kuvvetlerin emriyle ve menfur kuvvetlerin

vicdan tanımıyan arzu ve iradelerine ve hatta aşağılık

zevklerine göre değiştirilmek istenmektedir. Asil ve kibar

zevklerin birer tarafa atılmış olduğu ve onun yerine «roken

rol» ve «tvist» gibi kaba ve âdi zevklerin kaim olduğunu görüyoruz.

Tıpkı İsrail oğullarının meşhur protokollarında yazılı

olan, «gençliği, mugayir-i edep, müstehcen oyunlarla

ifsâd etmeli» maddesinde olduğu gibi...

Tiyatrolarda ve konser salonlarında, eskiden insanî ve

ahlakî kıymetlere ehemmiyet verilir ve bu yoldan halkın zihnî

ve ruhî terbiyesine kıymet verilirdi. O yerlerde büyük tiyatro

sanatkârları ve ünlü musikişinaslar sanat icra ederlerdi.

Bugün ise ne görüyoruz? Çığırtkan, farfara, zevksiz, sahte

ve kıymetsiz eserler değil mi? Böyle yerler zamanımızda

bir «BABİL» panayırını andırmaktadır. Klasik edebiyatın

dev üstadları, azimli ve inatçı bir metot ve gayretle yerlerinden

uzaklaştırılmaktadır. Buna mukabil hiçbir kıymet ifade

r

124


etmeyen boş ve saçma, paçavra eserler, beynelmilelci teşkilât

tarafından ortaya sürülmektedir. Aynı kuvvetler «Modern

realizm» namı altında insanların içinde bulunan behimî iptidaîliğe

müracaat ederek şehveti tahrik ve gıcıklayıcı sahneler

yaratmak suretiyle asil zevklerin yerine geçmek istiyorlar.

Dinleyiciler ve yahut seyirciler terbiye edileceğine şehvetler

kamçılanmaktadır. Sahnelerden ve hoparlörlerden dimağlarımıza

huzursuzluk ve çirkef akmakta olup bunlar,

yorgun ruhlarımızı dinlendirmek şöyle dursun, tazip etmektedir.

Vahşi orman yamyamlarının kamçılayıcı ritmleri ve

tamtam, davul gürültüleriyle dinleyicinin kulağında gittikçe

ağır tesirler yapmaktadır. Bunlar insanların kafa ve ruhlarını

ifsat etmekte olup, insan ruhunda sıhhati bozucu heyecanlar

teksif etmektedir. Bu gibi heyecanların saf ve tecrübesiz

gençlikte ne tepkiler yarattığını hepimiz görüyoruz; Bu; o

derece ısrarlı ve devamlı olarak yapılıyor ki, bütün asil ve

muhafazakâr insanlar «kökleşmiş kanaat ve zevklerinden»

tecrit edilmek tehlikesindedirler.

Bugünkü insanlığın büyük bir kısmı, suni şekilde yetiştirilmiş

seyyal ruhî durumlariyle her cepheden «şuur bozukluğu»

hastalığına tutulmuşa benzemektedirler. «Tek dünyacıların»

çok ustalıklı bir surette tanzim edilmiş olan telkin

metotları, ruhlarda büyüleyici bir tesir yaratmaktadır. Bu vaziyette

mukavemetsiz dinleyici ve yahut seyirciye yabancı

fikirler, düşünceler ve ahlakî faktörler telkin edilir. Bunlar,

işlenmemiş, ham bir şekilde şuur süzgeçlerinden geçip insanın

ruhuna nüfuz eder ve eninde sonunda bu sayede şuurlar

arzulanan bir tahavvüle zorlanır. Bu ruh hastalığı o kadar tipiktir

ki, buna tutulanlar çok zaman işin farkına bile varmazlar.

İnsanların çoğunda şuurun bozulması ruhî teşevvüşler

meydana getirir ve böylece muhtelif tarz ve şekillerde

nevrozlar, asabiyetler meydana gelir ve çoklarında ruhî ve

fikrî bir şaşkınlık; sersemlik ve yorgunluk meydana getirir.

İşte bugünkü insanlık bu şekilde ve her yerde yaygın bir

125


tarzda ahlakî lâkaydiye tutulmuş görülmektedir. Maalesef

insanların dar düşünceli kitlesi «Tek dünyacıların» ve «protokolcü

Yahudilerin» gayet iyi maskelenmiş, modern, siyasî

ve kültürel propaganda mekanizmalarının vücuda getirdiği

çöküş ve inhitat ile bugünkü kültür hayatımızın soysuzlaştırılmasını

zamanın icabı telakki etmektedir.

Bütün bunlar, bu gizli ve sinsi telkin maskesini kaldıramadığımız

için hakikatlere tam mânasiyle nüfuz edemiyoruz.

Dünya matbuatı ve ona bağlı kültür idarecileri epey zamandan

beri tek elden idare edilmektedir. Onlar; zamanımızın

malul ruhunu tabiatın ve hilkatin icabı imiş gibi göstermek

ve ondan kaçınılmaz olduğu kanaatini telkin etmek ve

hatta buna boyun eğmenin zarurî olduğunu ifade etmek suretiyle

beşeriyeti zehirlemektedirler. Hiç şüphesiz dünyada

vukua gelen bütün hadiseler, tabiat ve sebebiyet kanunlarına

bağlıdır ve şu halde «zamanımızın ruhu» da buna tabidir.

Bu ruhun muhtevasını yakından tetkik edersek bunların

yapmacık, sun'î birer unsurdan ibaret olduğu göze çarpar.

Bütün bu, seri tarzında meydana gelen imalat maddeleri çok

mahir menajerler ve reklam şirketleri tarafından müşterilerine

takdim edilerek propagandası yapılmaktadır. Ancak, kafası

ve beyni bu yolda yıkanmış alelâde, sıradan insanlar;

kendilerine ikrâm edilen sahte malzemenin zehirli maddelerle

karıştırılmış olmasından habersiz olarak hastalığa tutulur

ve kendi ruhiyatını tahrip eden fikir ve kanaatlerini zincirleyen

tesirleri fark edemez hale gelir. Bu gibi basit insanlar

iki dünya arasında dolaşan birer uyurgezer (=sair fil-menam)

haline gelirler. Ve «Tek dünya yapıcıları ile Farmasonların»

uysal bir kuklası şekline girerler. Zira tek dünyacıların

hür ve müstakil fikirli insanlara ihtiyaçları yoktur. Onlar

sadece kendilerine tabi; isyansız, itirazsız, protestosuz, mukavemetsiz

bir şekilde aldıkları emirleri yerlerine getirecek

şahsiyetsiz insanlarla iş görürler.

126

Şimdi, fikren tasfiye edilmiş bir insanı yakından incele-


yelim. Öyle bir insan ki, tek dünyacılar tarafından ideallerinden

ve «müesses kanaatleri ve peşin hükümlerinden» kurtulmuş

ve hayatın maddî sahasında konfora sahip olmuş,

günün hay huyuna kapılmıştır. Bu gibi insanlarda, sadece

kendi uzvî ve cismanî varlığını bir yaşama makinesi olarak

kullanmaktan başka gaye ve emel kalmamıştır. Bu gibilerde

hayvanlarda olduğu gibi, cismanî ve amelî çalışma kudretinden

başka bir şey aranmaz. Böyleleri ihtiyaç ve istihlâk maddelerinde

gittikçe artan bir menfaat ve imkâna sahip olmaktan

başka bir şey düşünmezler. Onların maddî ihtirası kamçılanmıştır.

Bunların bütün düşüncesi sadece hayat standartının

yükselmesine münhasır kalmıştır. Bunlar o hale getirilmişlerdir

ki muhitlerinde manevî çürümekten hasıl olan taaffünü

hissetmezler. Bu tip insanlar; tek dünyacıların, komünist

ve Farmasonların ve iftiracıların, tarihsiz ve an'anesiz

çamur atıcıların kendi öz milletlerini ve maziyi kirletmelerine

ne mani olurlar ve hatta ne de protesto edebilirler. Her

millette ve her memlekette bulunan hainler satılmışlar ve

necabetsizler grupları, aldıkları paralar mukabilinde «tek

dünyacıların» istediği keşmekeşi yaratırlar. Bu gibileri «Millî

intiharın sâikleri» olarak isimlendirebiliriz.

Bugün siyasî bakımdan insanların çoğu siyasî bir «kaybolmuş

fertler» olarak kalmışlardır. Bunlar teker teker ve

münferit olarak çok kıymetli fikirlere sahip olsalar dahi günlük

siyasî kavgalardan tiksinti duyarak kendi köşelerine çekilmişlerdir.

Bu gibiler siyaseti herkesin birbiriyle mücadele

etmesi şeklinde görmektedir. Siyaset onlara balta girmemiş

yabanî bir orman şeklinde gözükmektedir. Birbirine zıt fikirlerden

mürekkep bütün teşekküllerde ve hatta parti gruplarında

da bu, böyledir. Her siyaset adamı, karşısında sarih

ve berrak bir mevzu görememektedir. Hiç kimse, noksan

olan görüş kabiliyeti dolayısiyle, yıkıcı kuvvetlerin uzaktan

idare ettikleri, bugün her zamandan çok siyasî mücadele

sahnelerindeki çok iyi maskelenmiş ve teşkilâtlandırılmış

127


«PARÇALA VE HÜKMET» oyununun içyüzüne nüfuz edememektedir.

İnsanlık düşmanı bütün teşekküllerin en yeni

silahları maskelenmiş iftira makinasıdır, Bunlar herkesi

ajan, yabancıların memuru ve yahut aleti ilan ederek kıymetli,

mümtaz, değerli, milliyetçi ve muhafazakâr asil şahsiyetleri,

yalanları ve namussuzca iftiralariyle siyaset sahasından

uzaklaştırmak, susturmak, sindirmek ve böyle fedakâr

insanları kendi tarafları, hükümet ve milletler önünde küçük

ve gözden düşürmek için çalışırlar. Son senelerde bu silah

çok kuvvetli vazifeler görmüş ve görmekte berdevamdır.

Bunun en canlı ve en iğrenç misalini biz şahsen tecrübe

etmiş bulunyoruz. Bu edepsiz Yahudi oyunundan ancak,

marazî bir derecede ve taassup halindeki namuskârlığımız

ve ecdattan intikal eden asil kan sayesinde, senelerce devam

eden bu çirkef kampanyadan yakamızı sıyırabildik. Zaman

ve hadiseler âdi düşmanlarımızın yalan ve iftiralarını meydana

çıkarıp hatta resmî tahkikatla ne derece yüksek bir karakter

ve faziletin sahibi olduğumuz meydana çıkınca, millet

o müfterilerden nefret duymuş, fakat onlar hayâ ve necabetten

mahrum oldukları için zerre kadar hicap duymamışlardır.

Vicdan azabı ise bu gibilerde mevzubahis bile olamaz.

Biz burada tek başımıza, bütün bir milletin istiklal ve

varlığı aleyhinde yazı yazmış, bize türklüğümüzü ve mülkümüzü

çok görerek devleti himaye altına sokmak ve bazı

vatan parçalarını yabancılara bağışlayacak kadar ileri giden

ve... Ve en azılı komünistleri himaye ve müdafaa etmekle

meşhur dönme Yalman'lara karşı, başa baş mücadele ettik.

Bu adam, İslam Demokrat Partisinin kapatılması hakkında

ZÜRİH'teki beynelmilel Yahudilerden aldığı direktifi hükümete

tebliğ ve tesir ederek on lira para cezasiyle partiyi kapattıran

adamdır. Bütün hayatı müddetince eline silah almamış

ve hiçbir harbe katılmamış, Müslüman Türk milleti lehine

en küçük bir hizmette bulunması şöyle dursun, aleyhimizde,

yani millet aleyhindeki faaliyetleriyle kendisini dağ-

128


başlarındaki çobanlara kadar tanıtmış bir adamdır. Bu böyle

olduğu halde, «Millî varlığımıza suikast» başlığı altında İslam

Demokrat Partisine hücum edecek kuvvet ve cesareti

kendisinde bulmuştur. 33 dereceli Farmason ve DÖNME olduğu

için, ne yazık ki sözünü zamanın iktidarına dahi dinletmiş,

şımartılmıştır. Milletlerarası iftira makinesinin aziz

yurdumuzda baş ajanı olan merkum «Mürettep Malatya hadisesi»

sırasında, iddia makamlarına ve iddialara kadar intikal

eden bizim «Alman Nazi Partisinin» bir memuru olduğumuzu

söyleyecek kadar ileri gitmiştir.

Sırası gelmişken kaydedeyim ki; ben değil Almanya'da,

kendi öz vatanımda memur ve emir kulu olacak yaradılışta

değilim. Almanya şöyle dursun, kendi vatanımda hiçbir partiye

intisap edip, hiç kimsenin ideolojisine tabi olmadım ve

olamam, isteyen ve inanan benimle gelirse aldanmaz. Ve bugüne

kadar her üzerime aldığım vazifede hiç kimse aldanmanıştır.

Bunun en canlı ve tarihî misalî: İstiklal Harbinde

rütbe ve yaşımın kat kat üstünde vazife ve salahiyetle vatana

hizmet ettim, iç ihtilâlleri kansız ve adaletle bastırdım.

Fransızların karşısında bir cepheye kumanda ettim, asayişi

temin ettim ve milletimin şükranını kazandım. Artık daha

küçük kademelerde vazife görmek kabiliyetini kendimde

göremediğim için arzumla tekaütlüğümü istedim ve bunu

vekâlete güçlükle kabul ettirdim. Hayâsız ve vicdansız insanlar

bizi, yabancı bir memleketin ve yabancı bir partinin

adamı göstermekten utanmadılar. Türk hakimleri -askerî

ve adlî- bu namussuz yalanı müfterilerin yüzüne vurdular.

Malatya hadisesi sıralarında henüz «Nazi» aleyhtarlığı

revaçta olduğu için, bize bu etiketi münasip görmüşlerdi. Bu

moda geçince bütün milletler ve milletimizin nefreti «komünizm»

üzerinde toplanınca bu defa aynı Yalman, Amerika'da

bir Yahudi matbaasında bastırdığı -sanki bu millet

129


nezdinde zerre kadar itibarı varmış gibi- «Benim Zamanımda

Türkiye» isimli kitabında, beni de dahil ettiği bütün milliyetçi

ve muhafazakâr şahsiyetlere komünistlik damgası

vuracak kadar küstahlaşmaktan utanmamıştır.

Sözü uzatmayalım, bunlar iftira makinesine canlı misallerdi

ve bu rezil makine bugün Yahudi, dönme ve farmasonların

en kuvvetli silalılarındandır.

Yukarıdan aşağı misallerle canlandırdığımız bu hal neticesindedir

ki alelâde ve zayıf insanlar siyasetle alâkalı herşeyin

yalan ve dalavere olduğu kanaatine varmış ve hariçten

gelen bütün yeni ve siyasî fikirler, ideolojiler ve hareketlere

karşı sırtlarını dönmüşlerdir.

«Tek dünyacıların» yani Yahudi ve Farmasonların istinat

ettikleri diğer bir husus da vicdansız ve ruhsuz zaman

adamlarıyla, eyyam ağalarıdır. Bu gibiler daima zamanın iktidarına

kul olurlar. Bu teslimiyet ve bendelik, o iktidar sahiplerinin

mefkurelerine inandıklarından dolayı değil, sırf

zorluk ve meşakkatle elde ettikleri hayat ve maişet seviyesini

devam ettirmek içindir. Böyleleri şu fikir ve kanaattedirler

ki, akıntıya kapılarak yüzmek rahat ve kolaydır. Bu gibilerin

fikrince, olanlara ve yapılanlara niçin itiraz edilsin? Zaten

herşey neticesiz ve ümitsiz değil midir? O halde mücadele

ve gayretin, vatan ve millet menfaatleri hesabına girişilecek

faaliyetlerin sebep olacakları tehlikeleri göze almak faydasızdır.

Bu uğurauz zihniyet ve korkaklık millet düşmanlarının

yegâne kuvvetini teşkil eder. Onlar bu meş'um tarzda

bir TESLİMİYET ile «tek dünyacılara» hizmet eder ve onlara

boyun eğerler.

Kendi milletleri için mesuliyet ve vazife hissi duyan ve

madun ve uşak olmayı kabul etmeyen yegâne gruplar dün-

130


yacıların karanlık ve menfur emellerine; me'yus ve şaşkın

olsalar dahi boyun eğmeyip köle seviyesine düşmeyi reddeden

bütün dünyanın MİLLİYETÇİLERİ'dir. Yalnız bu kuvvetlerdir

ki milletlerinin özünü ve hususiyetini muhafazaya

hazır ve azimli sağ duygulu unsurlardır. Milliyetçiler, tek

dünyacıların ve ırk fesatçılarının muhalif kutbunu teşkil ve

temsil ederler ve tabiatiyle dünyanın bütün Yahudi, dönme

ve farmasonlariyle, bütün solcular ve komünistlerin rakip ve

amansız muhalifidirler.

131


DEMOKRASİ DİKTATÖRLÜĞÜ

Dünyanın bütün kültür milletlerinin meşru menfaatleri,

şarkta olsun, garpta olsun «tek dünyacıların» icra organları

tarafından teker teker, fert fert gitgide birer kenara itilmekte,

ezilmekte, yok edilmekte ve bu suretle istenilen kalıba ve nizama

sokulmaktadır.

Totaliter komünizmin karşısındaki garp âlemi, Birleşmiş

Milletler'in nüfuzu altına girmeye başlamıştır. Birleşmiş

Milletlerin bir oyuncağı ve en müessir âleti olan UNESKO

ve onun yardımcı organları sayesinde yeryüzünde ağır ağır

demokrasi diktatörlüğü teessüs etmektedir.^

(1) UNESCO, Birleşmiş Milletler tedris, tahsil, fen ve kültür teşkilatıdır.

Milletlerin hars ve fikriyatını kendi arzuladıkları istikamete sevketmek

isteyen bu çok mühim teşekkülü iki azılı Yahudi idare etmektedir ki

isimleri şunlardır:

ALF BOMMERFET — Haricî temaslar komitesi reisi olup, tam kan Yahudidir.

Bu adam, yukarıdan aşağıya okuyacağınız veçhile milletlerin fikrî

ve harsı bütün varlığına ve mîllî şuurlarına hâkim olacak tarzda müthiş

bir faaliyet sarf etmektedir.

J. EİSENHARD — Milletlerarası maarif teşkilâtının muhtelif komisyon reisidir.

Yahudiler ve tekmil milletlerin maarifine ve dünya talebelerine

hükmeden bu komitenin başında bulunan bu adam, her milletin etiket,

rütbe, menfaat, mevki ve şöhret budalası şahsiyetlerini elde edip halkların

fikriyatına ağır surette nüfuz etmiştir. Bir bakışta, insana gayet cazip

gözüken çalışmaları ve her memleket talebesine birçok seyahat, istiklâl

ve menfaat temin etmesi ve işlerine gelenleri yaldızlı vaadler ve

132


Her iki tarafın da gayesi «dünya cumhuriyetini» gerçekleştirmekten

ibarettir. Bu olay, sert bir rekabet mücadelesi

halinde cereyan etmekte ve muhtelif siyasî tezahürler altında

gelişmektedir. Şark ve garp, her iki cephede planlarının

tahakkuku yolunda esas mania ve zorluğu milliyetçilikte

görmekte ve bütün millî ceryanları kötülemek bahsinde

müşterek ve el birliğiyle hareket etmektedir. «Milletleri bir

biriyle birleştirici yekpareleştirici» teşkilatçılar biliyorlar ki,

tek dünyacıların birbirlerini tamamlıyan düşünce ve faaliyetleri

ancak ve ancak milletlerin kendi öz vatan ve topraklarından,

köklerinden koparılıp, onların millî düşünceleri

imha edildikten sonra kaabil ve mümkün olabilir.

Komünist tevhitçiler, müstakil ve muhafazakâr köylüler

âleminin imhasını yalnız Sovyetler Birliğinde değil ve fakat

peyk devletlerde de gerçekleştirmeyi başlıca vazife saymışlardır.

Zira varlıklı ve toprağına bağlı köylü, komünistlerin

kolhozlaştırmâ ve kendi nizamlarına sokma gayretine karşı

inatçı ve çetin bir mukavemet göstermektedir. Başlangıçta

gösterişli, şatafatlı şekillerde istedikleri yerde, istedikleri kalıplara dökmesi

ve arzu ettikleri ideolojileri bütün sinsiliğiyle aşılayarak arzu ettikleri

mefkure yollarına sürüklemesi bugün için tekmil milletler üzerinde

arzu edildiğinden fazla tesir ve netice vücuda getirmiştir.

UNESCO teşkilatındaki diğer şahsiyetler şunlardır:

M. LUFFMAN — Milletlerarası eğitim başkam (Yahudi)

Dr. O. KLİNBERG — Çalışma kısmı şefi (Yahudi)

H. KAPLAN — En mühim rolü oynayan umumî istihbarat şefi (Yahudi)

C H. WEİTZ —- Bütçe ve idare başkanı (Yahudi)

S. SAMUEL SEKSKY — Personel şefi (Yahudi)

B. ABRAMSKİ — Barındırma ve seyahat şefi —-ki; birçok işine gelenleri,

istedikleri memleketlere götürüp arzu ettikleri tarzda yetiştiren ve birçok

zavallıları kandıran adam— (Yahudi)

B. WERMİEL — Tedarik ve tayin bürosu şefi (Yahudi)

Dr. A. WELSKY — Bizi çok alakadar eden, Asya sahra fennî korperasyon

ofisi şefi (Yahudi)

işte bütün milletlerin kültürüne, kafasına ve beyinlerine hükmeden ve bu

uğurda su gibi para harcayan UNESKO budur.

133


komünist diktatörler cezri ve dik bir yol takip ediyorlardı.

Bilhassa Türk Müslüman devletlerinde, Ukrayna'da, Kafkasya

ve Türkistan'da halk ezelden beri merkezî Moskof sistemi

aleyhinde idiler. Bundan ötürü yalnız Yahudi Stalin (1)

devrinde bu yüzden dört milyon Ukraynalı ve milyonlarca

Müslüman öldürülmüştür. Azerbaycan ve muhtelif Kafkas

memleketlerinden ve diğer Türk topraklarından alınan

milyonlarca insan Sibirya'ya sürülmüş ve o vahşî diyarda

mağaralarda kısa bir müddet zarfında sefaletten yok olmuşlardır.

Bütün erkekleri Sibirya'ya sürülmüş olan bu

bölgelerin erkeksiz kalmış kadınları Sibirya kabilelerinde

kadınsız kalmış erkeklerle birleştirilerek dünyanın şimdiye

kadar şahidi olmadığı bir facia meydana getirilmiştir.

Hâlâ büyük bir ısrar ve inatla takip edilmekte olan köylülerin

kolhozlaştırılması, gerek şark, gerek garp Sovyet

peyk hükümetlerinde moskof tipinden daha mülayim bir

tarzda devam etmektedir. Sovyetler Birliği, bütün milletler

gurubuna nazarî ve lâfzî olarak komünist anayasası gereğince,

sözüm ona, millî hürriyet ve istiklâl bahsetmiş ise de bu,

Sovyet zorbalarının evvelce yapmış oldukları tahminler ve

hesaplarla değişik kavimlerden müteşekkil devletlerin Rus

tipi halk varlığına ağır ağır karışacağına emin olmalarından

ileri gelmiştir.

Kenar milletlerin, henüz kendi dillerinde mektepleri

mevcuttur. Ancak bunlar istisnasız olarak Sovyet inhisarı altındadırlar.

Tahsil yüzde yüz komünisttir ve tesir bakımından

millî hisleri telkin edip aşılayacak bütün şeylere düşmandır.

Millî an'ane ve millî ruhu ayakta tutacak bütün fikir

ve hareketler şiddetle memnudur. Rus dili, tekmil tedrisat

programlarında yavaş yavaş ekalliyet dillerinin yerini al-

(1) Gürcü Yahudisi olan Stalin'in asıl ismi, Gürcü dilinde «Yahudi oğlu»

manasına gelen «Çugaşvili»dir ve, bir eskiler alayıma Yahudinin oğludur.

134


maktadır. Sovyet azınlıklarının matbuatında da aynı prensipler

takip edilmektedir.

Kızıl diktatörlükle idare edilen memleketlere kıyasen

batı ve diğer demokrat devletlerdeki münferit şahısların

ehemmiyetsiz miktarda bir hürriyetleri vardır. Garp memleketlerinde,

komünist diyarında tatbik edilen sert metotlara

başvurulsa, hiç şüphesiz kuvvetli bir mukavemete uğrar,

hatta şimdilik bu, tamamen imkânsız denecek bir vaziyettir.

Garpte «Birleştirici» hareketler bilvasıta yapılmaktadır. Yukarıda

izah edildiği gibi ruhî nüfus, bütün vasıta ve entrikalarla

fertleri içinden fethetmek ve onların şuurlarına hâkim

olmak suretiyle yapılmaktadır.

Diğer memleketlerde, toprağına bağlı köylüye karşı, komünist

ülkelerinde tatbik edilen şekilde sert tedbirler alınmasına

lüzum görülmektedir. Zira oralardaki insanların maneviyatı

esasen zayıflamıştır ve onları bu hale getiren saikler

«zamanımızın ruhunu» tahlil ederken birer birer zikredilmişti.

Bütün dünyanın köylüler âlemi kendiliğinden bir

çözülme halindedirler. Terakki ve asrî hayat nağmeleri ve

sadece kendi hayat ve maişet kaygularına düşmüş olan

devlet memurlarının halk ve amme menfaatine karşı noksan

anlayışlar yüzünden, köylünün yıkılışı, garp dünyasının

her yerinde ve hatta bizde bile önüne geçilemiyecek

bir hâl almıştır. Bunun neticesi olarak köylerden büyük

şehirlere akın bu halk için âdeta mukadder bir zaruret gibi

telakki edilmeğe başlanmıştır.

Sıhhatli ve sağlam köylü kanının, insanları yutan büyük

şehirlerde yavaş yavaş erimesi ve bu, asil ve saf kitlenin

maddî ve biyolojik kudretinin bu şekilde dejenere olması gayet

vahim meseleler doğurmaktadır. Mesela herşeyden evvel

doğumu azaltması, istidatların kaybolması, iş ve kol

kuvvetlerinin gittikçe eksilmesi gibi içtimaî neticeler meydana

gelmiştir.

135


Bu yüzden demokrasiler, kendilerinde eksilmiş olan işçi

kuvvetlerini, ferdlerinin kol ve bilekleri daha kuvvetli devletlerden

ithal etmekle bu keşmekeşin önüne geçilebileceğini

umuyorlar. Buna muvazi olarak, otomatik işleyen makine ve

aletlere mübalağalı surette hız verilerek istihsali arttırmak istiyorlar.

Uzvi boşluk ve noksanın bu gayrı tabii hâl çaresi olsa

bir müddet için istihsale lüzumu olan işçi kuvvetini karşılasa

dahi, milletlerin bu, hayatî meselesini hiçbir suretle çözemez

ve insan gücünün yerini tutamaz. Zira bir milletin istiklaldeki

mevcudiyeti ancak kendi hayat ağacının ve köklerinin

sıhhatine bağlıdır. Çünkü kurumuş köklerden yeni bir

hayat doğamaz. Garbın bugünkü cismanî, biyolojik inkirazı

bir takım yeni meseleler ortaya çıkarmıştır ki bu vaziyet

«Tek dünyacıların» ve insanları birleştiricilerin işlerine gelmektedir.

Halkların tek kazanda kaynatıp birleştirilmesi, tek dünya

yaratılması,"Birleşmiş Milletlerin ve UNESKO'nun kuruluşu

ile ikinci Dünya Harbinden sonra iki esaslı faktör yaratılmış

oldu. Böylece o ana kadar «tek dünyacıların» az veya

çok, umumî ve anonim olarak idare ettikleri mücadele Birleşmiş

Milletlerde, bütün devletlerin temsilcileri vasıtasıyle

cebir ve şiddet tedbirlerini tecrübe etmeye kadar vardı.

UNESKO, bütün memleketlerin hars, yani kültür noktalarını

şimdiden ele geçirmiştir. Ve şimdi resmen ve açık bir şekilde

millî şuurun ortadan kalkmasına var kuvvetiyle çalışmaktadır.

Bilhassa zengin bir tarih ve an'aneye sahip olan

büyük devletlerin ana hatlarını ve istikballerini, vaktiyle Galiçya'dan

Amerika'ya hicret etmiş ol,an Yahudi PASWOLSKİ

ve onun bednam ırkdaşı olup İkinci Dünya Harbinde Rozvelt'in(1)

müşaviri olan ve sonra vatana ihanet suçu ile müebbet

hapse mahkum olan DEXTER WHİTE hazırlamışlardır.

(1) Rozvelt'in aslı bir Hollanda Yahudisidir. İkinci Dünya Harbinden evvel

yanındaki bütün müşavirler su katılmamış Yahudi idiler. Geçenlerde

ölen karısı, sadece Yahudi değil koyu bir Siyonist idi...

136


Unesko'nun çalışma programı, bilhassa batı dünyası insanlarını

ruhen soysuzlaştırmak; onları vatan, toprak, millî

an'ane ve kökleşmiş itiyatlardan ayırarak «tek dünya» için

olgun hale sokmak esasına göre hazırlanmıştır. Demokrasilerde,

yukarıda izah edildiği veçhile çok taraflı siyasî ve kültürel

giriftlerin rehberliği ile Amerika'ya müteveccih olarak

garbın idare ve tanzimini TOTALİTER DEMOKRASİ olarak

kayd ve zikredebiliriz. Zira bunun göstermiş olduğu

diktatör veçhe ve hatlar çoktur ve barizdir.

Demokrat devletlerde her mânada serbest fikir beyanı,

devlet idaresinin tenkit edilmesi her vatandaşın resmen esas

hakkıdır. Daha doğrusu böyle olması icap eder. Hakikatte

ise bugün demokrat devletlerin çoğunda siyasî bir fikir terörü

mevcut olup bu hâl, herhangi diktatör devletlerdeki

baskıdan farksızdır. Bu tazyik, istisnasız her yerde ve her

memlekette millî liderler ve milliyetçiler aleyhine tevcih

edilmiştir. Serbest fikir beyanının tabii hududu şöyle tayin

edilmiştir: O sırada iktidarda olan partinin ve yahut milletlerarası

zümre ve kliğin menfaatına halel getirmiyecek şekilde

olmalıdır.

Şâyan-ı hayrettir ki merkezden idare edilen zamanımızın

fikir terörü, bilhassa milletlerin mukaddes menfaatlerine

ve milliyetçilerle, mukaddesatçı ve muhafazakârlara karşı

cephe almıştır. Daha başka bir tabirle halka ve devlete sadık

unsurlara karşı... Zira bu cephenin insanları bütün vasıta ve

imkânlariyle, bu, devlet üstü nüfus ve ırk fesatçılarıyla mücadele

etmektedirler. Her türlü ahlâk ve asaletin erimekte olduğu,

cinayetler ve faciaların akıllar durduracak kerteye geldiği

şu devirde, her memlekette bu ahlâksızlar aleyhine değil,

milliyetçiler ve ırkçılar aleyhine sesler yükselmektedir.

Sadece koyu ırkçı, kara mutaassıp ve mürteci Yahudiler bundan

müstesnadır.

Her memlekette milliyetçi ve muhafazakârların meşru

137


faaliyetine karşı siyasî müsamahasızlık ve tahammülsüzlük

gösterilirken diğer taraftan, halkı ifsâd eden zehirli propagandalar

ve komünist faaliyetine karşı demokrasinin milletlere

bahşettiği bütün hak ve müsamahalardan istifade edenler

hiçbir vicdan üzüntüsü duymadan yollarına devam etmektedirler.

Bu, ne feci bir tezattır? «Dünya vicdanı» denilen

satılmış basın, totaliter demokrasilere karşı en basit ve

haklı tenkitlere başkaldırırken, milletlerin umumî ahlâkının

inkırazına, medeniyetin ve milletlerin batışına ve bunun

göze çarpan çirkin, iğrenç manzarasına karşı tamamiyle lâkayt

kalıyor ve hiçbir aksülamel göstermiyorlar. Böylece

«tek dünyacıların» iki yüzlü hareketi kendisini meşru göstermektedir.

Dünya Yahudiliğinin arzusuna uygun bir tek dünya ve

demokrasi meydana getirmek isteyenler, her millî gaye ve

hareketi saygısız ve hayâsız bir şekilde ve klişeleşmiş cümlelerle

tahkir ediyor ve hatta bu meşru ve makbul faaliyetleri

suç olarak damgalıyorlar. Irkçı, aşırı sağcı, yobaz, mutaassıp,

mürteci ve gerici gibi... Böylece «Müsaade edilen» ve

«Müsaade edilmeyen» arasındaki siyasî fikir hürriyetinin

tefrik hattı çizilmiş bulunuyor. Bu hat, dünya emperyalistlerinin

faaliyetinin ve fikirlerinin kendilerine tehlikeli olacak

yerlerde ve gün ışığına çıkabilecek bir noktada çizilmiştir.

Her hükümetin esas vazifesi; milletinin özünü ve ruhunu

koruması olmalıdır ve doğru bir tarzda kültürel gelişmeyi

itimada lâyık insanlara teslim ederek bunu elindeki bütün

imkân ve vasıtalarla desteklemek olmalıdır. Böyle bir vazife

ancak ve münhasıran her milletin milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr

unsurları sayesinde yapılabilir. Bugünkü demokrasiler,

sıhhatli bir milletin nefis bekası şuurunu temsil eden bu

kıymetli unsurlar ve elemanları destekleyeceklerine, her

memlekette ajanlardan mürekkep hainler ve satılmışlar sürülerini

çalıştırıyorlar.

Garpte, anayasayı korumak namı altında bilhassa milli-

138


yetçilere tazyik edilmekte ve milliyetçilere her yerde «MÜF-

RİT» damgası vurulmakta ve bunlar, sözüm ona Hürriyet -

Adalet - Müsavat seven medenî garp ülkelerinde daima takiplere

maruz bulunmaktadır. Seksen sene evveline kadar

her memlekette, sefil ve hakir yaşayan ve her millet tarafından

şüphe, nefret ve tiksinti ile karşılanan dünya Yahudiliğinin

eriştiği son muvaffakiyet noktasıdır. Bütün devletlerin

polis teşkilâtı ve milletlerarası polis, var kuvvetiyle bu namuslu

ve hakikî neşriyatı durdurmak için ellerinden geleni

yapmaktadırlar. Bu gibi temiz ve milliyetçi, her memleketin

güvenilir evlatlarını, bütün hakları çiğnenerek mahkemelerde

süründürmektedir. Medenî(!) ve demokrat Avrupa'nın

birçok memleketlerinde mütefekkirler demokrasi zindanlarında

işkence çekmektedirler. Milliyetçi muharrirler ve münekkitler

Yahudiliği, rüşvetçi ve dalavereci İsrail oğullarını

yakından tetkik ve onlarla alâkadar olmaya teşebbüs edeceklere

karşı demokrat devletler kanunlarına lastikli maddeler

konmuştur. Bu maddeler usul ve formüllere göre o kadar

lastikli ve o kadar müphemdir ki, «Mümtaz(!)>> milletin yani

Yahudinin herhangi bir ferdine karşı objektif bir tenkit ve

mütalaada bulunmak, «Muayyen bir halk zümresine karşı

kışkırtma» diye isimlendirilir ve bu namuslu münekkit,

kendisini sarsacak bir para ve hapis cezasına çarptırılır.

İşte; Yahudinin parası, teşkilatı, farmason biraderleri,

onun seneler ve asırlarca evvel, milletleri bu tuzağa düşüren

protokollarının bugün için doğurduğu netice budur!

Yalanı, iftirası ve her memlekette şişirilmiş dosyaları

tanzim eden beynelmilel polise yedirdiği rüşvet ve harcadığı

milyonlar bugün için her memleketin milliyetçi evlatlarını,

uğurunda hayatlarını istihkâr ettikleri kendi öz milletlerinin

nazarında bile şüpheli ve tehlikeli vaziyete düşürmüştür. Bu

gidiş nerede duracak ve istikbal dünyaya neler vaad ediyor

bilinmez?!

139


DÜNYA POLİTİKASINDA BAŞLICA AMİL

YAHUDİLİK!

Kültür milletlerinin, bazı karanlık kuvvetler tarafından

inkıraza sürüklendiği ve bunun ne şekilde vuku bulduğunu

ve insanların nasıl tek tip bir hale sokulup robotlaştırmak

istendiğini yukarıdan aşağı ileri sürdüğümüz toplu ve çeşitli

malumatla teşrih etmiş ve müessirlerini ortaya dökmüş bulunuyoruz.

Böylece milletlerde cismanî bir ÇÖZÜLME vuku

bulmakta olduğunu da müşâhede ediyoruz. Tıpkı çok eski

devirlerden beri aynı âmillerin birçok milletlerin inhidam ve

inkırazlarına sebep olduğu gibi...

Meşhur mütefekkir ve tarihçilerin tetkik ve kültür tahlilleri

isbat etmiştir ki: Hars, yani kültür inkırazının ana sebepleri,

«MİLLİ» devletlerin yok edilmesinde çok iyi teşkilatlanmış

suikast gruplarının planlı bir şekilde kemirici faaliyetlerinden

ileri gelmektedir. Bu, karanlık gulyabanileri

soğuk harpleri kukla ordularının yardımiyle mümkün kılmaktadırlar.

Bu kuklaların büyük bir kısmı insaniyetçi zihniyetin

saf ve tek taraflı idealistleri ve mutaassıp şahsiyetleridir.

Bunlar harice karşı çok faaldirler. Dikkatli bir müşahit

bugünün düşünüşüyle «Siyon protokollarının» ana hatları

arasında şâyan-ı hayret bir benzerlik görmektedir. Bilindiği

gibi bu protokoller Siyonistlerin 1897 senesinde isviçre'nin

140


Bazel şehrinde akdettikleri ilk kongrede kanunlaştırıldı.

Altmış beş sene önce protokollarda ifşa edilmiş olan programın

büyük bir kısmı tahakkuk ettirildiğinden tek dünyacıların

ve «dünya vicdanının» bu protokolların sahte ve uydurma

bir iftira olduğu şeklinde göstermek hususunda sarfettikleri

canlı ve aşırı gayretler, hadiselerin kat'î belagatı karşısında

boşa çıkmış ve protokolların Yahudilerin bozguncu ve

yıkıcı zihniyetlerinin mahsulü olduğunda kimsenin şüphesi

kalmamıştır. Bu protokolların vücut bulmasında ilham kaynağı

İncil'in yazıldığı devirlerdeki «Mesih inancı» ve Yahudi

halkının «mümtaz millet» olduğu safsatası olmuştur. Bu

fikir ve ideal, ömürlerinin çoğunu esir olarak geçirmiş olan

Yahudi milletine siyon önderleri vasıtasiyle güya peygamberleri

tarafından ilham edilmiştir. Bu korkunç fakat ve yıkıcı

program güya YAHVE tarafından Yahudilerin sadece

mümtaz millet değil, aynı zamanda diğer bütün milletler ve

beşer kitlesi üzerine hakimiyet ve üstünlük hakkma sahip

bir topluluk olduğunu da telkin etmiştir.

Yahudi Mesihcileri, birçok Tevrat cümleleriyle de bu

hükme varmışlardır. Bunlardan aşağıya birkaç misal almayı

faydalı bulduk.

Musa'nın beşinci kitabı, 26 ncı fasıl:

« Bu memlekette bir yabancı ol! Ve ben seni takdis

edeceğim, çünkü sana ve senin nesline bu dünyanın bütün

memleketlerini bağışlayacağım ve baban Abraham'a ettiğim

yemini tasdik edeceğim... Ve senin neslinin yüzünden

dünyanın bütün milletleri de takdis edileceklerdir.»

Musa'nın beşinci kitabı, 7 nci fasıl:

«Rab, Allahın sana vereceği bütün milletleri bel' edeceksin,

onları himaye etmîyeceksin.»

Yahudi yobazlarının müstakilen dünyaya hâkim olmak

şeklindeki mutaassıp inancı hakkında Newyorklu Yahudi

ruhiyat doktoru Wilyam Hirş, bu itikadı «müfrit fikr-i sabit»

141


olarak vasıflandırmıştır.

Bu çeşit bozuk inançların, sonraları siyaset sahnelerinde

kullanıldığına dair müteaddit misaller mevcuttur. İsrail başvekili

Ben Guryon'un 4 Ocak 1950 tarihli Newyork Taymis gazetesinde

çıkan şu cümlesi bu meyandadır:

«Yahudi devletinin tarihinin izahı, yeryüzüne muhacir

olarak dağılmış olan Yahudilerin bir araya gelmesiyle

hakikate yaklaşmaktadır. Bununla beraber bu

hareket Mesih inancının tam tahakkuku addedilemez.»

Yine Ben Guryon, İsrail gazetelerine şu beyanatta bulunmuştur:

«İsrail devletinin hudutları, bir yandan Nil nehri, bir

yandan da Fırat nehrine dayanmaktadır.»

Bu beyanat, fasılasız olarak tekrar edilmiştir. Asıl mühim

nokta merkum hükümet reisinin bir gazeteciye vermiş

olduğu beyanatta şu fikri ileri sürmesidir:

«1960 senesinin manzarası sorulacak olursa, Birleşik

Amerika'nın muhtemelen, Yahudi bir-reis eline düşeceğidir.»

Biz, bir inanç ne kadar mutaassıpça ve ne kadar safsata

dolu olursa olsun onunla mücadele etmekte bir lüzum görmüyoruz.

Şu şartla ki, bu iman sadece bir kısım insanın ruhî

ve derunî ihtiyaçlarını tatmin ile kalsın, amma, böyle sakat

ve menfi itikatları siyasete intikal ettirip onu milletler aley-

142


hine kullanarak bazı hedef ve gayelere alet edip bütün beşeriyetin

huzur ve saadetini imha edip milletleri mahvetmek

gayesini takip ederse, işte o zaman bu inançlar gayrimeşru

olur ve onunla mücadele edilir. Biz Türk olarak gerek bu karanlık

itikatları, gerekse Arz-ı mev'ut uydurması yüzünden

uğradığımız büyük felâketler ve masum milletimizin aleyhine

yapılan suikast, casusluk ve cinayetleri düşünecek olursak

mesele, dinî ve mistik inanç olmaktan çıkar ve bu yıkıcı

milletlerarası karanlık ve tahripkâr kuvvetlerle mücadele

farz olur, Ku'an-ı Kerim de bunu böyle emreder.

Bu Yahudi emperyalizmidir ki, bugün bütün milletlerin

hayat ve istikbaline siyasî bir faktör olarak müdahale etmektedir.

Bundan ötürü de yer yüzünün bütün insanları, gittikçe

artan bir hız ve hınçla kendi müdafaa kuvvetlerini arttırmakta

ve milletlerini uyandırmaktadır. Bunun en büyük tezahürlerini

İngiltere ve Birleşik Amerika'da görüyoruz. Bu

uyanış ve mukabil hareketler Yahudilerin, iddia ettikleri gibi

ırklarının ve bozuk inançlarının neticesi değil, bu bozuk

iman yüzünden insanlığı mahvetmek gayretleri yüzünden

doğmuştur. Yahudilerin ırkî hususiyeti ve çirkin ahlaki bu

mevzuda ikinci derecede kalır.

Şimdi bu mevzuu, taze misallerle canlandıralım:

1961 senesinde Birleşik Amerika'da toplanan Siyonist

kongresindeki görüşmeler esnasında reis doktor Emanoel

Noyman şunları söylemiştir:

«İsrail'deki Yahudi devlet teşekkülü ile, yeryüzüne

dağılmış bütün Yahudileri bir bütün telakki etmeliyiz.

Bunların birliği coğrafî ye siyasî hudutlara bağlı değildir.»

Bundan da anlaşılıyor ki, İsrail muvakkat devleti hudutları

dışında yaşayan bütün Yahudiler, Yahudi emperyalizmi

ile mütesanit ve müttehit bir haldedirler. Buna kendimizden

de misaller ekliyebiliriz: Burada Türkçe çıkan günlük

bir gazetede mühim bir mevkii olan bir Yahudinin İngil-

143


tere'deki büyük Yahudi gazetelerine haberler aktarması aynı

tezi tasdik eder.

Yahudilik davası sadece dinî bir mesele olmayıp, aynı

zamanda, aynı ölçüde ırkî olduğu, bütün Yahudilerin temessül

ve kaynaşmaya karşı gayet mutaassıp bir mukavemet

göstermeleriyle de sabittir.

Yahudilikte tarih, din, millî ve ırkî şuur ve siyasî gaye

kökleşmiş bir birliği temsil eder. Bu vahdet Yahudi milletinin

kudret kaynağıdır ve asırlardan beri bu, böyledir.

Yahudi inanciyle yetişmiş olan müellif Arthur Kostler,

Siyonizm hareketinin yirmi beş yıllık mücahididir. Bu konuda

şunları söylemektedir:

«Bir İngiliz Yahudisi daimi bir tenakuz halindedir.

Onun mensup olduğu din yüzünden ferd olarak etrafı,

gerek mazi, gerek istikbal bakımından tetkik ve

mukayese edilecek olursa, Yahudi olmayan başka bir

ırk insaniyle aynı hüviyet ve karakterde olmadığı ve

kendi kendisini diğer insanlardan tecrit etmiş olduğu

görülür. Onun derunî inancı kendisinin bir ingiliz Yahudisi

olmadığını, sadece İngiltere'de yaşayan bir Yahudi

olduğunu gösterir.»

Bu düşünce ve ruh haletidir ki, İsrail devletinin kuruluşundan

bu yana, İsrail'e hicret edenlerle etmeyenler kendilerini,

ekmeğini yedikleri, safasını sürdükleri milletlerin değil,

İsrail devletinin bîr ferdi olarak telakki ederler.

... İngilizler, Yahudilerin bu sakat ve hodgâm düşüncelerini

yüzlerine vurdukları vakit, Yahudiler onları ağır suçlu

gibi itham ederler. Çünkü Yahudi ırk nazariyesi aynı zamanda

gizli bir milliyetçiliğe dayanmaktadır.

144


29 Kasım 1919'da Yahudi Valter Ratenau, (yukarıda

okuduk Birinci Dünya Harbinde Almanları açlıktan öldürmek

isteyen iâşe nazırı) Yahudi olmayan bir zata yazdığı

mektupta şöyle demektedir:

«Siz, Tevrat'ı sevmezsiniz ve biz Yahudilerden nefret

edersiniz; haklısınız, zira biz gayelerimizi henüz gerçekleştiremedik.

Biz Yahudiler bu dünyaya niçin geldik,

bilir misiniz? Her insanoğlunu Sina'ya davet

için... Eğer Karl Marks bu daveti yapmazsa, bu daveti

Spinoza yapacaktır. Spinoza yapmazsa isa yapacaktır.»

Bu Mesihî düşünce, yalnız siyonizme değil modern

FARMASON'luk ve Marksizme de sokulmuştur. Bu iki teşekkül

de Yahudilerin eseridir. Sovyet komünizmi ise dünya

Yahudiliğinin ihtilâlci kanadının en kudretli âletidir. İsrael

Scheib şu itirafta bulunmuştur:

«Kültür milletlerini inkıraza uğratmak ve yıkmak için

ruhumuzda yerleşmiş olan bütün silahları kullandık.

Bunlar: Liberalizm, demokrasi ve bizden çıkma dinler.»

Yahudi meselesinin el'an umumî bir mesele ve gaile olduğu

bir hakikattir. Bu; «dünya vicdanının» ve herşeyi bildiğini

zanneden «Dünya matbuatının» dediği gibi bir NAZİ

uydurması olmayıp iki bin beş yüz senelik eski bir meseledir

ve henüz tam mânasiyle ne sırrı çözülmüş ne de hakkından

gelinebilinmiştir.

Modern Siyonizmin kurucusu Teodor Herzl, hiç çekinmeden

bu hakikati itiraf ve kabul ediyor. Merkum «Bir Yahudi

Devleti» kitabında şöyle demektedir;

145


«Yahudi meselesi el'an mevcuttur ve bunu inkâr etmek

beyhudedir.»

Evet, Yahudilerin bulunduğu her yerde Yahudi davası

mevcuttur. Yahudi meselesi olmayan yerde bu iş, muhaceret

yolu ile bizzat oraya getirilmektedir. Gayet tabiidir ki Yahudiler

takip edilmedikleri yerlere hicret ederler ve yerleştikleri

her yerde o memleketler aleyhine çalışır ve orada takibata

uğrar ve Yahudi düşmanlığını kendileri yaratırlar. Şimdi

bu çekirge sürüsü, istiklallerine henüz kavuşmuş olan bakir

ve saf Afrika'ya üşüşmekte, kendilerine has riyakârlıklarla o

masum halkları sömürmektedirler

Die Mahnung isimli Yahudi gazeteci, 15 Eylül 1961 tarihinde

şu itirafta bulunmaya mecbur kalmıştır:

«Yahudi aleyhtarlığı, Yahudilik kadar eskidir.»

İtiraf etmelidir ki, Yahudi milleti kabiliyetlidir. Düşünen

her insan bu hakikati inkâr etmez ve gayet tabii olarak, bunların

da diğer milletlerin yanında aynı haklara sahip olarak

yerini almasını kimse çok görmez. Ancak, Yahudi olmayan

bütün diğer milletlerin de kendi hayatî menfaatlerini korumak

hakkı tanınmak şartiyle... Yahudiler bu hakkı inkâr ettiği,

milletlerin huzur ve saadetini bozduğu için kendisinden

nefret edilir. Fesâd ve ihtilâl ve hatta bütün harplerin mel'un

Yahudi zekâsının mahsulü olduğunu insanlık öğrendikten

sonra bizlerin bu asilâne düşüncemiz elbetteki gerçekleşemez.

Niçin Yahudiler «tek millet» olarak «Dokunulmaz» imtiyaziyle

yaşasınlar ve her türlü objektif tenkitten azade olsunlar

ve niçin birçok memleketlerde kanunlara Yahudileri

himaye eden lastikli maddeler konsun, «Dünya vicdanı»

«Dünya matbuatı» dünyanın herhangi bir yerinde Yahudilerin

aşın ve haksız menfaatlerine halel getirecek bir hâdisede

hemen Yahudiler lehine feryat edip etrafa saldırsınlar?

146


Aynı teşekküller, Yahudilerin kanunsuz ve vicdansız bir

şekilde kan, zulüm ve ateş içinde "FİLİSTİN" topraklarına

tecavüz ederek bir milyon arabı bin senelik vatanlarından çıkarmaları

ve bu edepsizce, alçakça hareket esnasında kırk

beş bin masumu canavarca öldürmeleri karşısında neden

dünya vicdanı sağır ve dilsiz kalmıştır? Bir tecavüz ve namuzsuzca

bir istila için çok evvelden hazırlanmış olan İsrail

oğullarının harp ilan etmeden kahbece saldırışları neden bir

aksülamel meydana getirmemiştir?

«Filistin» ihtilâfında, davayı barış yoluyla halletmek isteyen

Birleşmiş Milletler murahhası İsveçli kont Bernadot'un

namussuzca(1) katledilmesine dünya vicdanı ve dünya

matbuatı niçin lâkayt kalmıştır?

İşte, bütün dünya milletlerince nefret ve lanetle karşılanan

Yahudilerin dünya matbuatı ve vicdanı üzerindeki tesirleri

bunlardır. 1948'de cereyan eden dünya tarihinin bu en

korkunç ve barbar hareketlerine karşı protestolar o kadar zayıf

ve yapmacık olmuştur ki bunda Yahudi parası ve nüfuzunun

tesirini görmemek mümkün değildir. Bu hadiseler,

bîtaraf müşahitler için, dünya haberleşme organları üzerinde

Siyonizm'in ne derece kuvvetli olduğunu apaçık göstermektedir.

Yahudilerin cihanşümul istek ve gayelerini artık gizlemeye

lüzum görmediklerine göre yukarıdan aşağı objektif

olarak tesbit ettiğimiz misaller ve vak'alar, her düşünen millet

ve insan için bir ders olmalıdır. Emperyalizm ve tecavüz

kim tarafından gelirse gelsin aynı adalet ölçüsünde cezalandırılmalıdır.

Yahudi olmayan milletlerin kendi haklarını

meşru şekilde müdafaa etmeleri, eğer Yahudi menfaatlerine

dokunuyorsa bu hareket «Yahudi düşmanlığı» şeklinde telakki

edilir. Halbuki «Anti Yudaizm» mal sahibi insanların

Yahudiliğe karşı kendilerini ve haklarını müdafaa etmekten

başka bir şey değildir. Bu milletler, yabancı zararlı fikirler ve

147


telkinlere karşı kendilerini korumakta ve kültür kuvvetlerini

yok olmaktan korumaya çalışmaktadırlar.

Devletler üstü teşkilatla girift olmuş ve her yerde kilit

noktalarını ellerine geçirmiş olan nüfuz sahibi Yahudi çevreleri,

para ve propaganda imkânları sayesinde, yani dünya

matbuatına, televizyon şebekelerine ve radyoların yüzde

doksan beşine doğrudan doğruya veya bilvasıta hâkim olmak

suretiyle «Yahudi aleyhdarlığı» mefhumunu suç unsuru

haline sokmaya muvaffak oldular. Ve bunu «batıl itikat ve

hatta ruh hastası» gibi göstermeğe muvaffak oldular. Bunun

neticesinde Yahudi rüşvetçilerinin ve yahut Yahudinin bu

aşırı siyasetini tenkit eden herkes —tenkidi ne derece haklı

ve objektif olursa olsun— marazî derecede Yahudilerden

nefret eden bir tip olarak ve hatta hatta ekseriya DELİ veyahut

kitle katili olarak damgalanmakta va tımarhanelere atılmakta

ve yahut mahkemeler tarafından cezaya çarptırılmak

tehlikesine maruz bırakılmaktadır.

Bu Yahudi cephesi, bugün harbin sona ermesinden on

yedi yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ bütün dünya efkâr-ı

umumiyesini düşmanları aleyhine körüklemekte ve onlar

aleyhine nefret telkin etmekte berdevamdır. Tamamen Yahudi

emri ve kontrolü altında bulunan Holivut sinema sanayii

durmadan ve seri halinde güyâ «Dokümanter» filmler çevirmektedir.

Bunların maksadı, bir türlü hınçlarını alamadıkları,

kinlerini yenemedikleri düşmanlarını bütün dünya

önünde kötülemek ve onları vahşî barbar ve cani göstermek

suretiyle milletlerin gözünden düşürmektir. Alman milleti

Yahudi tehlikesini ve onun muazzam bir milletin hayat damarlarını

zehirleyen ve koca gövdesini kemiren tehlikesini

sezip bu tehlikeyi bünyelerinden uzaklaştırmak istedikleri

için bu husumet, sönmek bilmeyen, artan bir şiddetle sürüp

gitmektedir

Bazan sinemalarda gördüğünüz birçok filmlerin ne ka-

148


dar sahte ve yapmacık olduğunu en basit idrâkler bile bir

bakışta kavrayabilirler. Yahudilerin bu ısrarlı düşmanlığının

başka ve çıfıtça bir sebebi daha vardır. Bu da; matbuat ve sair

teşkilâtın baskısıyle ve tazminat ismi altında Alman milletinden

her sene milyarlarca mark gaspetmektir. Çünkü İsrail

hükümeti ancak bu sayede, tamamen bozuk ve perişan olan

bütçelerini ayakta tutabilmektedirler. Bugün, bu iğreti İsrail

devletinin deniz ticaret filosunun yüzde doksan ve fabrikalarının

yüzde yetmiş beşi Almanlardan gaspedilen bu paralarla

meydana gelmiştir. Bizim bazı gafil yazarlarımızın gidip

hayran kaldıkları, o, Türk şehitlerinin mezarları üstünde

hainlik, casusluk ve namerdlikle kurulmuş olan bu memleketi

gökyüzüne çıkarıp meth-ü senada birbirleriyle yarış etmeleri

hafiften alınacak bir mesele değildir. Birçok mevki sahibi

adamları ayağına getirip onları her şekil ve surette afsunlayan

Yahudi, acaba bir cihan-ı husumet önünde daha ne

vakte kadar pâyidâr olacaktır, onu düşünmek gerek...

Türk okuyucu, bu film işine gerekli ehemmiyeti vermelidir.

Yahudi, yalnız Almanların düşmanı olsa idi, o zaman

onları başbaşa bırakıp, varsın kozlarını paylaşsınlar diyebilirdik.

Yahudi birinci planda garpta Almanların, şarkta Türk

ve Müslümanların barış kabul etmez düşmanıdır... Ve sonra

tekmil insanlığın... Şimdi, henüz kimsenin haberi olmayan

taze bir misali şuracığa kaydediyorum:

«Adı üstünde Yahudi Metro-Goldwin-Mayer sinema

şirketi yeni bir film çevirmeğe başladı. Şu pis Yahudi

Franz Werfel'in yazdığı, büyük boy 824 sahifelik İngilizce

"The Forty Days of Musa Dagh" yani "Musa Dağında

Kırk Gün" isimli yalan dolu eseri filme alınmaya

başlanmıştır. Bu filmin baş rollerinde «Ben Hur»

filmini çeviren meşhur artist William Woualer ile Yahudi

artist Marlon Brando vardır. Türklerin şiddetle

149


aleyhinde olan bu filmin yazarı Franz Werfel Avusturyalı

bir siyonisttir. 1914'de Türkiye'de bulunuyordu.

Birçok Alman siyaset adamlariyle işbirliği yapan bu

Yahudi müttefikler arası sırları öğrenmek ve Türk-Alman

ittifakını çürütmek vazifesini yüklenmişti. Avusturya;

ve Amerika yahudilerinden büyük para yardımı

görmekte idi, Franz Werfel'in iki vazifesi vardı. Biri:

Türk ticaret hayatında ve ekonomisinde müsbet,

insaflı, namuslu ve Türke en yakın hizmet gören Ermeniyi

bu sahadan uzaklaştırarak sahayı tamamen

kendi ellerine geçirmek. Nitekim de öyle olmuş ve

Türk piyasası, rakipsiz olarak ellerine geçmiştir.

İkincisi: Bir taşta iki kuş vurarak, Türkü Ermeniye,

Ermeniyi Türke kırdırmak...

Şu var ki: Yahudi Werfel, Ermenilerin çoğunluğunun

o sırada Fransız vapurlariyle kaçmış olduklarını gördü.

Yahudi, kendi mel'un teşebbüs ve faaliyetlerini

örtbas etmek için yalan ve iftira dolu bu eseri yazdı.

Daha kötüsü Yahudiler asker üniformaları giyerek

«Musa Dağında» yaşayan Ermenileri İttihat ve Terakki

Komitesine teslim etmeğe kadar ileri gittiler. Ancak

ve münhasıran Yahudiye mahsus olan bu iki yüzlü

ve kaatil zekâ, kendilerine Filistin'de vatan temin

etmek içindi. Filistin cephesinin ta en gerilerinde ve

şimalinde oynanan bu oyuna muvazi olarak cephenin

hemen gerisinde çöreklenmiş olan Siyonistlerde en

modern usullerle topyekûn casusluk etmek suretiyle

sırtımızı yere getirdiler.(1) İşte dünya Yahudiliğinin

Almanlar ve Türkler aleyhine devam eden edepsiz ve

vicdansız film hikâyesi budur...»

(1) 1935'de benim tarafımdan yazılıp basılan «Musa Dağı» adlı eserde daha

canlı ve müsbet misaller vardır.

150


Ne tuhaftır ki, bütün dünyada milliyetçi aleyhtarı faaliyetler

var kuvvetle desteklenirken, Yahudi aleyhtarı her hareket

cürüm ve suç telakki edilmektedir. Ve bu, dünyanın

her yerinde aynıdır. Yahudilerin bu iki yüzlü oyunu sona

erecek olursa o gün, bütün dünyada Yahudi olmayan milletlerin

hasret çektikleri devamlı sulh meydana gelecektir. Ancak

böyle bir sulhun devamına Yahudiler asla razı ve taraftar

olmayacaklardır. İsrail oğulları asırlardan beri, kendilerinden

olmayan diğer bütün milletlere liberalizm, demokrasi,

müsamaha, ırkların birleştirilmesi gibi bazı umdeler vaad

ve telkin ediyorlar. Buna muvazi olarak her memleketin vatan

sever insanlarına, emperyalist, IRKÇI, müfrit, mürted,

Yahudi düşmanı, Faşist ve Nazi diyerek saldırmaktadırlar.

Ne gariptir ki, bizzat İsrail devleti, şu çok nefret ettiği

«Nasyonal Sosyalist» sisteminin hemen hemen aynı olan bir

siyasî sistem kurmaktan kendini alamamıştır. Filistin Yahudilerinin

en canlı hedeflerinden biri İsrail hayat sahasının

genişlemesi değil midir?

İsrail'de mer'iyette bulunan IRK kanunları, ırkı koruma

bakımından Nasyonal Sosyalist Alman ırk kanunlarından

kat kat serttir. İsrail Kibust gençliği teşkilatı, Hitler gençlik

teşkilatını gölgede bırakmıştır. Bu teşkilatta çocuk yaşındaki

kızlara dahi makineli tüfek verilmekte ve mecburi askerlik

yaptırılmaktadır. İşte Yahudi böyle tenakuz halindedir.

Netice itibariyle; İsrailoğullarının üstünlük iddiaları ve

kendi ırkdaşlarına bu fikri ısrarla aşılamaları ve diğer milletlerin

bu mevzudaki arzuları ve hayatî menfaatlerine müdahaleleri

ve asırlardan beri döndürdükleri entrika ve çevirdikleri

fesat kendileri aleyhine bütün milletlerin nefretini

çekmiştir. Bu entrikalar sayesinde ellerine geçirdikleri neşriyat

organları sayesinde bütün dünyaya yalan ve iftira salgını

yaymaları ve kendi buluşları olan gayri tabiî «tek dünya»

planlarıyla bütün milletleri bir potada eriterek ve beşer ira-

151


desini zayıflatarak, Farmasonluk ve buna benzer bir sürü

teşkilât sayesinde yeryüzünde bir Yahudi hegemonyası yani

cihangirliği yaratmak sevdasında devam ettikleri müddetçe

«Yahudi davası» ortadan kalkmıyacaktır.

Ancak; Yahudiler yirmi asır önce bulundukları mevkie

çekilir ve her yere takmış oldukları kanlı tırnakları çekerse o

zaman Yahudi meselesi kendiliğinden ortadan kalkacak ve

Yahudi düşmanlığı da bu suretle kendiliğinden sona erecektir.

Ve illâ: Bunun başka türlü hal şekli yoktur!.

152


İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ GÜNLERİN

CANLI MİSALLERİYLE CİHAN DAVASI

Buraya kadar tamamen objektif, ilmî metot ve vesikalara

dayanan yazılarımızı, içinde yaşadığımız günlerin hadiseleriyle

karşılaştırarak canlandırmak istiyoruz. Dünyanın her

köşesinde çıkan kitap, dergi ve gazetelerinden edindiğimiz

malumatı burada sıralayarak okuyucularımıza, dünyanın ne

gibi fesat ve kara günler içinde yaşadığını göstermek istedik.

Aziz Türk okuyucusu, Birinci Dünya Harbinde çöllerde ve

Filistin'de çarpışan kardeş ve babalarının, bu IRK'ın hıyanetine

uğradıklarını hatırlayarak bu malumata daha fazla bir

kıymet verecektir.

Evvela: Bugün Yahudilerin dünyaya hükmetmek için

taht kurdukları Amerika'dan ve orada işlenen cinayetlerden

bahsedeceğiz:

Luiziyana senatörü HUEY P. LONG son derece esrarlı

bir şekilde öldürülmüştür. Bu zat, Yahudi asıllı cumhurreisi

Rozvelt'in en büyük rakibi idi ve reis seçimlerinde kazanma

şansı son derece büyüktü. 9 Ağustos 1935 tarihinde

Senatoda yaptığı bir konuşmada: Yahudiler tarafından

idare edilen «KARA EL» teşkilatının Yeni Orleans'da bir

otelde yapılacak bir mitingde kendisini öldürmeğe yemin

ettiklerini açıkladı. Bu, dava adamının şahsı hakkında

153


yaptığı bu ifşaatı Senato tebessümle ve istihfafla karşıladı.

Fakat, az bir zaman sonra senatör HUEY vazifesini yaptığı

bir toplantıda KARL WEİSS adında bir Yahudi tarafından

tabanca ile vurularak öldürüldü.

Esrarlı ölüm hadiseleri devam ediyor:

Kanada parlemantosu mebuslarından NOMAN JAK,

Kanada meclisinin en sevilen azasından biri idi. Ölümünden

az evvel en yakınlarına yazdığı mektupta şöyle demekte

idi:

«Bundan sonraki parlamento konuşmalarımda dinleyicilerimin

gözlerini fal taşı gibi açacak büyük ifşaatta

bulunacağım. Bunun ne olduğunu tahmin edemezsiniz.

Çünkü mebuslar meclisinin duvarları Yahudi

milliyetçilerinin vatanımıza yaptığı hıyanet ve suikastların

ifşasiyle henüz çınlamamıştır...»

Fakat ne tuhaftır ki, bu tarihî işfaatı yapmaya imkân

bulamadan ve sapasağlam adamın birdenbire ve sebebi

anlaşılmadan öldüğü görüldü.

Amerikalıların işgali altındaki Almanya UNRRA başkanı

olan İngiliz generali Frederik Morgan, resmen temsil ettiği

mevkie dayanarak verdiği raporlarda Almanya'da yaşamakta

olan Yahudilerin halihazırda gerek paraca, gerekse yiyecek

hususunda hiç bir zorluk ve sıkıntıları olmadığı, acele

ve derhal yardımı icap ettiren bir ihtiyaçları olmadığını beyan

etmişti, Bu beyanat ve raporları üzerine Newyork sena-

154


törü ve UNRRA umumî reisi Yahudi Herbert H. Lehman

müthiş bir surette feveran ederek General Frederik Morgan'ı

vazifesinden azletmiştir. Başlangıçta Britanya hükümeti bu

Amerikan Yahudisinin tazyikine göğüs germiş ye kendi generalini

tutmak istemiş ise de sonunda yahudilik galip gelmiş

ve general Morgan, bu basit ve haklı beyanat yüzünden

vazifesinden atılmıştır. Yahudinin kudreti!!!

Polonya hariciye nezareti müsteşarı kont Jean Szembek

«1933-39 Jurnali» ismi altında Fransa'da neşrettiği hatıratında

İspanya kralı on üçüncü Alfons'la 19 Şubat 1939'ta yaptığı

bir mülakattan şöyle bahsetmektedir:

«Dünya umumî ahvali hakkında ispanya kralı son derece

bedbin görünüyordu. Krala göre dünya Yahudiliği

ve Farmasonluğu harbi teşvik etmekte ve dünyayı

mahvetmek için büyük rol oynamaktadır.»

6 Temmuz 1939 tarihinde, İkinci Dünya Harbinden az

evvel Polonya'nın Vaşington büyükelçisi Jezy Potoczky Varşova'da

dönüşünde hükümetine verdiği raporda aynen şöyle

demektedir:

«Batılılar arasında bir çok kuvvetler bizi harbe doğru

âdeta sürüklemektedir. Bunların başlıcaları Yahudiler,

büyük kapitalistler ve silah firmalarıdır. Bunlar, sonsuz

bir zenginlik devrine girmekte olduklarını hissetmektedirler.

Bunlar, biz Polonyalılara ancak zenci

esirler gözü ile bakmaktadırlar, bu zencilerin tek vazifeleri

efendilerinin servetini arttırmak için kan akıtarak

ter dökerek çalışmaktan ibarettir.»

155


Amerika'nın pek çok milliyetçi gazetelerinde son günlerde

şu haberler ısrarla yayınlandı:

«Yahudi YARMOLENSKÎ Amerika millî emniyet teşkilatı

olan FBİ'nin başına getiriliyor mu?»

Amerika FBİ başkanı Edgar Hoover'den sonra, başkan

Kennedy hükümetinin Yarmolenski isimli bir Yahudiyi millî

emniyet mukabil casusluk teşkilatının başına getireceği haberi

Birleşik Amerika milliyetçiler çevresinde büyük fırtınalar

kopardı.

Amerika'da Yahudilerin birçok yerlere hâkim bulunduğu

malum olduğu için birçok çevreler bu habere şaşmamışlardır,

üstelik yalnız Yahudi olmakla kalmayıp, komünizme

karşı hür dünyanın ümidi ve kalesi olan Birleşik Amerika-

'nın millî emniyet teşkilatının başına getirileceği söylenen bu

adam, şâyan-ı hayrettir ki koyu bir komünisttir. Amerika'nın

kıymetli evlatlarından kahraman general WOLKER gibi bir

şahsiyet mahzâ koyu komünist düşmanı olduğu için çeşitli

yalan ve iftiralarla vazifesinden alınıp tevkif edildiği bu

günlerde, koyu bir Yahudi en mahrem mevkilere doğru yükselmektedir.

Göğsü nişanlarla dolu bir generalin milliyetçi

olduğu için böyle bir muameleye uğraması ve inat yapar gibi

Marksist bir Yahudinin pâyelendirilmesi Amerika'da büyük

akisler meydana getirmiştir.

1943 senesinde Harvard Üniversitesinde talebe olan bu

Yahudi, sekiz azası da kendisi gibi Yahudi olan solcu YAR-

LİNG mecmuasının neşriyat müdürü idi. Bir Rus Yahudisi

olan babası birçok solcu kitaplar neşretmiştir. Şimdi Newyork

devlet kütüphanesinde çalışmaktadır. Annesi Babette

Deutsh sokak nümayişlerinde yetişmiş bir sosyalist olup

«Sulh için umumî hareketin beynelmilel taraftarları» adlı

solcu teşkilatın iki numaralı azasıdır. Amerika'da solcular ve

Yahudiler senelerden beri Amerikan aleyhtarı hareketler komitesini

ve FBİ teşkilatını kendi ellerine geçirmek ve milli-

156


yetçi havasından sıyırmak için çok uğraştılar. İlk önce Jack

Levin isminde bir Yahudiyi FBI teşkilatına sokarak idare

makinesine sızdılar, fakat hiçbir zaman solcu bir Yahudinin

başa geçeceği tahmin edilememiştir.

Bütün solcu teşekküller metotlu surette çalışarak milliyetçi

Edgar Hover'i atıp yerine kendi adamları olan solcu

Yahudi Yarmolenski'yi getirmek için büyük gayretler sarfetmektedirler.

157


İKİNCİ DÜNYA HARBİNİN

EN MÜHİM HÂDİSESİ!

1945 senesinde, yani harbin son yılında Amerikan orduları

tank birlikleri kumandanı general Jorj Patton, Sovyet

kuvvetlerinin müttefikleriyle yaptığı bütün anlaşmaları hiçe

sayarak, Avrupa'yı kurtarmak maskesi altında tekmil Avrupa'yı

işgal etmekte olduklarını zamanın başkumandanı Ayzenhovr'e

bir raporla bildirmişti. Aynı zamanda bu teklifle,

çıbanın küçük iken kesilip atılmasının doğru olacağını ve

kuvvetle ilerleyen Amerikan birliklerinin tekmil Avrupa'yı

işgal ederek bu şekilde bir Sovyet istilâsını önlemenin daha

doğru ve isabetli olacağını söylemişti. Sovyetlerin buna kızarak

bir harp hali takınmaları ihtimali karşısında zaten gayri

samimi olan bu ittifakın er geç ileride Amerika aleyhine bozulacağını,

onun için bu hareket halindeki biriliklerin bir an

evvel Moskova'ya girmelerini teklif etmişti. Eğer bu teklif

kabul edilmiş olsa idi bugün dünyayı tehdit eden bir komünizm

ve Moskof tehlikesi olmayacaktı. General Patton'un bu

teklifi fazla atılgan, cesaretli ve biraz da tehlikeli idi. Fakat

kabul edilse idi beşeriyet bugünkü batağa gömülmeyecek,

çok şey kazanacaktı.

Bu teklif nasıl karşılandı bilir misiniz? Avrupa'da Amerikan

ordularının en fedakâr ve en başarılı muvaffakiyetler

kazanmış olan general Patton, sanki vatana hiyanet teklif et-

158


mis gibi geçmiş bütün muvaffakiyetli ve şerefli hizmetleri

hiçe sayılarak henüz harp devam ederken Berlin'den yüz on

mil cephe gerisine çektirilmiş ve vazifesinden azledilmişti.

Bundan senelerce sonra Kore'de de aynı vaziyet tekerrür etmiş

ve kahraman kumandan general Mc Artur, dünyanın en

büyük farmasonu, Yahudi asıllı Salomon Truman tarafından

aynı akıbete uğratılmıştı.

General PATTON, bu, kolayca akıl sır erdiremediğimiz

hadiselerin korkunç içyüzlerini ifşa eden, tekmil beşeriyeti

hayret ve dehşete sürükliyecek olan bir eser hazırlamış, fakat

basmaya muvaffak olamadan bir Yahudi suikastına kurban

olarak esrarlı bir şekilde ölmüştür. Sonra karısı bu teşebbüsü

tekrarlamak istemiş o da öldürülmüştü. En nihayet kızı

bu işe el koymuş, o da attan düşürülerek öldürülmüştür.

Yahudilerin en müthiş bir kuvvet ve teşkilata sahip olduklarını

ve hatta cihanı kana boyayan İkinci Dünya Harbini

sırf Alman milletini tarihten silmek için kendilerinin çıkardıklarını

vesika ve delilleriyle ispat eden bu eser, Amerika'nın

milliyetçi evlatları tarafından yakında insanlığın ibret

nazarlarına arz edilecektir.

159


İKİNCİ DÜNYA HARBİNİN KAPANIŞ PERDESİNDEKİ

MEÇHUL KALMIŞ HAKİKATLER

1945 senesinin Nisan aylarında Biritanya hükümetinin;

mağlup olmak üzere olan, fakat hâlâ kuvvetli bir insan gücü

teşkil eden yüz binleri mütecaviz askerden müteşekkil Alman

ordularının kumandanlariyle bazı müzakerelere girişmiş

olduğu rivayet ediliyordu. Komünist Rus ve Polonya ordularınm

başkumandanı kızıl feldmareşal Rokosovski bu rivayetlerde

hakikat payının çok kuvvetli olduğunu ve bunları

aydınlatacağını belirtmişti. Ona göre, Sovyet başkumandanı

mareşal JÜKOF Alman-İngiliz yakınlaşması hakkında

elinde kâfi deliller olduğunu Rokosovski'ye söylemişti. Buna

nazaran: 1945 senesinin Nisan ayında İngilizler Alman

başkumandanlığına bir sulh ve anlaşma teklifinde bulunmuşlardı.

Bu teklif muvaffak olduğu takdirde Batı Avrupanın

içlerine doğru girmekte olan Sovyet birlikleri müşterek

bir Alman-Ingiliz taarruzuyle bertaraf edileceklerdi. Bu esnada

İngiliz ve Alman umumi karargâhları arasmda yapılan

telefon konuşmaları Sovyet erkânı harbiyesi tarafından tesbit

edilerek şifreleri çözülmüştü. İngilizlerin Alman ordularını

silahtan tecrit etmiyerek Sovyetler üzerine döndürmelerine

mukabil Alman orduları da 22 Nisan 1945 tarihinde yukarıdaki

kayıt ve şartlarla Britanya ordularına teslim olacaklardı.

Bundan sonra yapılacak müşterek ingiliz ve Alman ta-

160


arruzu, Sovyet kuvvetlerini en azından ODER nehrinin

şarkına sürmek gayesini takip etmekte idi. İtimada şâyân

kaynaklardan öğrenildiğine göre hüviyeti henüz açıklanmamış

Britanyalı bir YAHUDİ albay bu gizli planı garp müttefik

orduları başkumandanı general Ayzenhaur'e ihbar etmiştir.

Bunun üzerine Ayzenhaur, derhal İngilizlere müracaat

ederek: «Eğer Bolşeviklere karşı ne şart altında olursa olsun

teslim olsalar dahi her hangi silahlı bir Alman birliğiyle

yapılabilecek müşterek bir taarruz hareketi neticesinde Büyük

Britanyanm her türlü askerî yardımdan tecrit edileceğini

ve kendi başının çaresine bakmayı gözönüne alarak yapa

yalnız bırakılacağını» sert bir lisanla bildirmiştir.

Ve bu gün... Mareşal ZÜKOF insanlığın hürriyete kavuşmak

için dinden kaçırdığı bu büyük fırsatı istihza ile karşılayarak:

«Aziz arkadaşım Ayzenhaur'in zamanında ve yerinde

müdahalesi bu hâinâne planın tatbikine imkân vermemiştir»

demiştir.

Mareşal Zükof un bu beyanatını 28 Eylül 1957 tarihli

«Das Neue Zeitalter» gazetesinden aldık.

Bu; bize uzak gibi gözüken malumat, yeryüzünde yaşayan

insanların ve medeniyetin nasıl yıkılmakta olduğunu,

ve tekmil beşeriyetin mahvedilmesi için akıllar durduran ne

dolap ve entrikalar döndüğünü göstermek ve bütün hadiselerde

Yahudi parmağının mevcudiyetine işaret etmesi itibariyle

elbetteki çok mühimdir. Ve bu çeşitli malumat dün, bugün

ve yarın için insanlık ve medeniyetin ne büyük tehlikelerle

karşı karşıya olduğunu göstermesi itibariyle insan cemiyetlerini

uyandırmak için lüzumlu ve faydalıdır.

161


MİLLETLER İÇİN KURTULUŞ ÇARESİ

Avrupa demokrasileri UNESCO'nun ve onların perde

arkası adamlarının prensibine uygun bir şekilde birleşmeğe

başlamışlardır. Demokratik «birleştiricilerin» şimdiye kadar

elde ettikleri pratik tedbirler bilhassa iktisadî sahada vuku

buldu. (Ortak pazar, Avrupa gümrük birliği, Avrupa ödeme

anlaşması ve saire.) Bunların hedefleri ise, merkezi Almanya

olmak üzere Avrupa iktisadî haritasını sosyallaştırmaktır.

Gümrük hudutlarının kademe kademe kalkması lüzumlu

görülmekte ve memnuniyet verici bir hadise olarak kabul

edilmekte ise de, Avrupa iktisadiyatının Yahudi Amerikan

maliyesinin tröstü altına girmesi bütün dünyayı düşündürmektedir.

Çok hareketli olan Yahudi yüksek maliyesi, kendisine

İkinci Dünya Harbinden sonra Avrupa iktisadî görüşmeleri

çerçevesi dahilinde, hudutların üstünde büyük bir hareket

serbestisi sağladılar. Yahudi yüksek maliyesinin Avrupa'ya

hiç durmadan yayılma siyaseti, buranın yerli sanayiinin inşasında

ergeç bir değişikliğe mecbur kalacaktır. Bunların

başlıca gayesi, kazançlarının çoğalması, tahakkümlerinin

artması ve tüketim ve sarfiyatı arttırarak, bunu büyük tempolarla

tâkib etmek... Bundan dolayıdır ki dünyanın her yerinde

artan para ve altın hırsı meydana gelmiştir. Sun'î bir

şekilde tahrik edilen tüketim yüzünden orta halli insanlar

162


dahi bu hırsa kapılmışlardır. Bunlar da gittikçe artan para

kazanmak ihtirasını körükleyerek, daha yüksek hayat standardı

peşinde koşturmaktadırlar.

Müstebit bir zihniyete malik devletler üstü yahudi yüksek

maliyesi, son olarak bütün dünyayı saran kültür düşmanı

materyalizmi harekete geçirerek onları ALTUN buzağı etrafında

raksetmeğe sürüklemektedirler. Bugün dünyaya modern

iktisadiyatın yarattığı bu, insanı fazla çalıştırma vaziyeti,

fertlerin istirahata ve kendi müfekkeresini geliştirmeye

zor vakit bırakıyor. Bunun neticeleri olarak bilhassa «çalışan

sınıflarda» mühim bir kuvvet zaafı meydana gelmektedir.

Böylece bilhassa ileri memleketlerde doğunun gerilemesi ve

kültür inkırazı sür'atle ilerlemektedir. Eski dünyadaki durum

ile, bugünkü arasında birçok benzerlikler bulmak ve

onları karşılaştırmak mümkündür. Netice itibariyle bugün

dünyada artan maddî varlıkla birlikte ahlâksızlık ve irtikâp

ta sür'atle artmaktadır. Demek ki iktisadî refah, ruhî ve harsî

keşmekeşi tasfiye edip ortadan kaldıramıyor. Bu hal, şunu

isbat etmektedir ki, hastalık arazının (iktisadiyatın canlandırılması)

tedavisi, halk vücudunun daha derinlerinde bulunan

mikropları tasfiye etmekten uzaktır. Her şekilde iktisadî

ve maddî gelişme halinde bulunan «insan»m belli başlı bir

kültür mirasına ve millî bir şuura sahip olduğunu ve bu insanın

bir tarz ve mukadderat birliği azası olduğu, her ferdin

kıymet taşıyan bir uzuv olduğu unutuldu. ONLAR için insan

sadece bir robot, bir maddedir. Tefessüh etmemiş her insanda

birliğin yarattığı manevî bir kuvvet mevcuttur ve her

harekette bu kuvvet ona bir emniyet ve âhenk verir. Cahil

bir insanın, tabiatın eserine karşı, onun hislerini yok edecek

hiçbir kurcalayın tesir ve idrâk kabiliyeti yoktur. Sınıflara

dayanan nazariyat dahi bunu değiştiremez. Tek dünya cephesinin

rehberleri ve ruh teknisyenleri, bu tabiî münasebetlerin

açıkça farkına vardılar ve amansız hücumlarını tamamen

ve açık olarak insanların bu ruhî merbutiyetlerinin is-

163


tikrarı ve ana hatları aleyhine tevcih ettiler. Zira onlar şu

noktayı çok iyi idrâk ettiler ki: dünya biraderlik planları ancak

yeryüzündeki muhtelif milletlerin, millî birlik şuurunu

ve hisleriyle an'anelerini yıkmakla gerçekleşebilir. Ancak bu

taarruzdan sadece İSRAİL halkı istisna edilmektedir. Esef

olunur ki, «tek dünyacılar» garp memleketlerinde oldukça

muvaffakiyetler elde etmişlerdir. Onlar bizim memleketimizde

de gayr-ı türk bazı unsurlara bu fikri aşılamışlardır. (*)

Şu var ki bu harekete karşı ve tek dünyacıların faaliyetine

mukabil bütün milletlerde millî şuura sahip yeni ve genç

(*) Şimdi buraya Rus Bolşevik ihtilâlinin Yahudi kapitalistler tarafından

maddî yardım gördüğünü isbat eden Çar hükûmeti, Amerika hükümeti

ve İngiltere hükümetinin gizli servislerinin raporlarını ekleyeceğim.

Okuyucu bundan çok mânalar çıkarabilir:

a - Son Rus Çan İkinci Nikoia'nın hariciye vekili Kont Lamsdorf un mahrem

raporu:

«1915 senesinde Rusya'da cereyan eden hâdiseler, Ekim ayının

vak'aları ve seri halindeki grevler Moskova'da silahlı ihtilâlle

neticelenmiştir. Bunu imparatorluğun diğer mevkilerindeki hadiseler

takip etmiştir. Bu da bir Rus ihtilâli hareketinin mevcudiyetini

kâfi olarak ispat etmektedir. Bu hareket ayni zamanda ve

kat'iyetle beynelmilel bir renk taşımaktadır. Bu ihtilâl hareketini

maddeten destekleyen bazı ecnebi kapitalist teşkilatının mevcut olduğu

neticesine vardık. Hiç şüphesiz ve katiyetle beyan ederiz ki

bu hareketlerde rol oynayanların başında «YAHUDİ»ler bulunmaktadır

ki, bunlar ihtilâlin en kuvvetli elemanları ve teşkilat reisleri

olarak gayet faaldirler. Yukarıda bahsettiğimiz ihtilâl hareketine

yapılan ecnebi destek ve yardım, Yahudi kapitalist çevrelerinden

gelmektedir. Bundan fazla olarak bazı kafi ve son derece açık

deliller tespit ettik ki: Rus ihtilal hareketi yabancı YAHUDİ teşkilatiyle

resmen temastadır.»

Çar hükümeti hariciye nazırının bu mahrem raporu,

ihtilâl muvaffak olduktan sonra Amerika Yahudiliğinin

gazetesi olan, Jewish Messenger ve American

Hebrew gazetelerinin 13 Temmuz 1918 tarihli sayılarında

çıkmıştır.

164


kuvvetler uyanmakta ve bu baskıya karşı her yerde bir direnme

görülmektedir. Büyük Alman şairi Göte, hayatın di-

Amerika hükümetinin raporu:

«1916 Şubat ayında Rusya'da bir ihtilâl hareketinin gelişmekte olduğu

tesbit edilmiştir. Bu yıkıcı vakalarla aşağıdaki şahıslar ve

bankaların alâkalı olduğu «Millî emniyetimiz» tarafından öğrenilmiştir.

Jakop Şif, Guggenheim, Maks Breitung /

Kuhn ve Loeb ve

şürekâsı Yahudi bankası -ki bunların müdürleri JAKOB ŞİF, S. H.

HANAOURLE, FELİKS WORBÜRG'dur- hiç şüphe yok ki yukarıdaki

tarihten bir sene sonra patlayan Rus bolşevik ihtilali kat'iyetle

Yahudi tesirleriyle kundaklaşmış ve harekete geçirilmiştir. Filvaki

1917 Nisanında JAKOB ŞİF resmen yaptığı umumî bir beyanatta

kendi maddî yardımı sayesinde Rus ihtilâlinin muvaffak olduğunu

açıkça ilan etmiştir. 1917 senesi Nisan ayında JAKOB ŞİF, ihtilâl liderlerinden

Yahudi TROÇKİ'ye Rusya'daki sosyal ihtilâlin tahakkuku

için resmî kredi açmıştır. Troçki ve arkadaşlarına aynı tarihlerde

Stokholm'den Yahudi Maks Vorburg aynı şekilde para, büyük

para yardımı yapmıştır. Bu şekilde Yahudi mülti milyonerleriyle

Yahudi proleterleri arasında muhaberat ve temaslar sıklaşmıştır.

Beyan edebiliriz ki komünist hareketi umumî Yahudi hareketinin

bir parçasıdır. Bazı Yahudi bankaları bu hareketin teşkilatlanmasiyle

alâkalanmışlardır.»

Amerika Birleşik Devletleri gizli istihbarat servisleri

tarafından Rus ihtilâlinin finansmanı hakkında yazılmış

olan rapordan. Bu rapor Amerika hükümeti

tarafından Birinci Dünya Savaşında bütün müttefik

hükümetlere gönderilmiştir.

. Buraya çok mühim bir noktayı ilâve etmeyi zarurî ve faydalı bulduk.

Şöyle ki: Rus ihtilâlini parasiyle destekleyen Yahudi Jakop Şif, bizdeki 31

Mart mürettep isyanına inanılmayacak milyonlarca dolarla yardım etmiştir.

İrtica ve sair lafların hepsi yalandı. Sultan Abdülhamid Filistin'de Yahudiye

yer ve aman vermediği için, Yahudi milyonlarıyle bu cinayet işlenmiş,

devlet yıkılmış İSRAİL kurulmuştur. Yahudi milyonlar sarfederek

emellerine kavuşurken, müslüman zengininden bu bedbaht milleti kurtarmak

için on paralık bir yardım dahi beklenmez.

165


namik akışını «ebedî ölüm ve yeniden doğma» şeklinde

izah etmişti. Bugün dünya tarihi dönüm noktasındadır ve

bir «Ba'sü ba'del mevt» beklenmektedir.

166

«BRİTANYA HÜKÜMETİ:

Tehlike o kadar büyüktür ki, gerek Britanya'nın gerekse diğer hükümetlerin

dikkat nazarlarını şu hususa çekmeyi vazife sayarım.

Bolşevizmi durdurmak için derhal harekete geçilmezse bütün dünya

medeniyeti bir tehdit altına-girecektir. Bu, bir mübalağa değil

aklı selimin sesidir, insanlığın ele alınması icabeden en mühim mesele,

bolşevizmin derhal frenlenmesi olacağı fikrindeyim. Yukarıda

beyan ettiğim gibi, bir fidan halinde iken bolşeviklik derhal budanmazsa

birçok şekillere girerek Avrupa'ya ve bütün dünyaya yayılacaktır.

Çünkü bu hareket milliyeti olmayan ve kendi menfaatleri

için müesses bütün nizamları yıkmaktan çekinmeyecek olan Yahudiler

tarafından teşkilatlandırılmış ve tatbik mevkiine konulmaktadır.»

Britanya'nın Rusya'daki temsilcisinin mahrem raporundan

Rusya numara (1) ismi altında 1919'da intişar

etmiş, sonradan "Rusya'daki bolşevizm hakkındaki

raporların koleksiyonu" ismi altında Britanya harp

kabinesi tarafından 1919'da tekrar neşredilmiştir.


YENİ NİZAMIN VASITA VE ELEMANLARI

Fertler ve milletler, tek dünyacıların iktisadî birleştirici

maddesi haline gelmemelidir. Milletler, muhtelif soydan, lisandan

ve kültürden müteşekkil, uzvî olarak gelişmiş birliklerdir.

Ancak, bunların millî bütünlüklerine radikal bir müdahale

yapılmadığı takdirde sağlam ve sıhhatli bir inkişaf

gösterebilirler. Bu bakımdan milliyetçiler için, dünyanın tekrar

doğuş ve kurtuluşu, devlet sistemi olarak kitlelerin diktatoryası

sayılan ne komünist idaresinde bir birleşmeyi ne

de sözde demokrasilerin bugünkü hükümet şeklini tasvip

edebilir.

Yeni bir yol takip etmenin zamanı gelmiştir. Hedefinin

istikameti hayat görüşünün tamamiyetine dayanmalıdır.

Ancak bu merkezî noktai nazardan yeni ve sıhhatli bir dünya

hareket programı ve nizamı yaratılabilir. Bu program yirminci

asır insanına lâyık ve onu şimdiye kadar olduğu gibi

tek dünyacıların karanlık kuvvetlerinin oyuncağı ve menfaat

unsuru olmaktan kurtaracak ve onu yabancı ideoloji ve

menfaatlerin muhasarasından sıyıracak surette tanzim edilecektir.

Bugüne kadar milletlerarası temaslarda içtimaî, hayatî

psikolojinin, IRK bilgisinin devletler üstü karanlık kuvvetler

ve maliyesinin, bugüne kadar gelip geçmiş hükümet şekille-

167


rinden, zengin tarihî tecrübelerinden elde edilecek neticeler,

yeni bir sentez yaratmağa ve bugünkü millî şuurumuza ve

geleneklerimize uygun yeni bir devlet şekli ihdasına kâfi gelecektir.

Bugünkü demokrasilerde umumî hayatımızın hakikî

parazitleri beynelmilel müessirler olup gayrı tabiî bir tarzda

bünyemize yabancı doktrinleri hedef tutan siyasî partilerdir.

Yeni çare ve yeni nizamda şunlar akla gelir:

Millî şuura sahip müstakbel devlet idaresinde siyasî

partilerin yerine ihtisas meclisleri, siyasî sınıf mücadelesine

dayanan marksizmin yerine sermaye ve çalışma sentezine

dayanan ve sağlam bir sentez olan millî sosyalizm ve bugünkü

demokrasi yerine, daha iyi temellere dayanan ve milletlerarası

gizli teşekküllerin baskısından kurtulmuş bir reform

demokrasisi olmalıdır.

Maliyeye gelince; PARA insanların hizmetkârı olacak

ve hiçbir surette bugünkü haliyle yüksek maliyenin hizmetkârı

olarak bırakılmayacaktır. Bugün hukuken devletler kendi

para işlerinde zahiren bağımsızlığa sahip iseler de hakikatte

memleketlerin çoğu milletlerarası Yahudi maliyesine

borçludurlar. Yüksek Yahudi maliyesi, devletler üstü bir

kudret olarak öyle bir vasfa sahiptir ki, bugün bütün milletlerin

alacaklısı halindedir. Muhtelif imkân ve imtiyazlara sahip

olan ve her an dünya siyasetine müdahale eden ve bütün

arzularını dikte eden, kâr ve menfaatlerini arzularına

göre yükselten bu teşkilat birkaç kişi tarafından idare edilmektedir.

Bunlar ikinci Dünya Harbinden sonra Avrupa sanayiinin

yüzde altmışını ele geçirerek, geri kalmış ülkelerde hükmetmeye

başladılar.

Malî cepheden, Yahudi yüksek maliyesi milletlerin refahı

lehine tasfiye edilebilirse, bütün milletlerin hayatında

mühim rol oynayan keşmekeşlerin mühim kısmı kısa bir za-

168


manda ortadan kalkacaktır. Bu suretle yüksek Yahudi maliyesinin

bütün memleketlerde bulunan ajanları ve uşakları

izale edilerek, insanlığın ezelden beri arzuladığı ebedî sükun

ve hakikî istiklâl meydana gelecektir.

Malum Yahudi azınlığının entrikaları böylece son bulacak

ve istikbalde milletlerin birbirlerini yemeleri de tarihe

karışacaktır.

169


BAĞLANIŞ!

Buraya kadar okuduğumuz sahifelerde medeniyetin

batısındaki başlıca âmilin Yahudilik, onun maliyesi ve onun

uşakları olan gizli teşekküller ve sapık ideolojiler olduğunu

gördük ve misalleri ile, vesikalariyle mütalaa ettik... Bu mühim

noktayı tam mânasiyle canlandırmak için çok canlı misaller

bulduk ve onları sıraladık. Şimdi muhterem okuyucu,

başka bir tarafta göremediği bu tafsilatı da okuduktan sonra

facianın tam ortasını görecek; medeniyetin batısı, ahlâkın sükûtu,

huzur ve saadetin yok olması sebeplerini daha berrak

bir şekilde kavrayacaktır.

Bizde 1908 inkılâbını yapan, 31 Mart faciasını yaratan

ve şu son asırda başımıza gelen musibet ve felâketlerin hakikî

amillerinin iç yüzlerini daha iyi öğrenecektir.

Amerika Birleşik cumhuriyetlerinin kurucusu General

Jorj Wasington'un Yahudiler hakkındaki beyanatı:

170

«Yahudiler bizim aleyhimizde düşman ordularından

daha tesirli bir şekilde çalışırlar. Uğurunda mücadele

etmekte olduğumuz davamız ve hürriyetimiz için açık

düşmanlardan yüz defa daha tehlikelidirler. Çok tees-


süf edilecek bir şeydir ki, her devlet çok evvelden beri

onları cemiyetimizin haşaratı olarak tasfiye etmemiştir.

Onlar Amerika'nın saadetinin en büyük düşmanlarıdır.»

Bu parça Jorj Waşington hakkında yazılmış olan Maxims

of George Washington eserinden alındı. Yazarları: A. A. Appelton

ve ortakları olup 1894'de basılan kitabın 125. sahifesinden

alınmıştır.

Şimdi buraya bazı notların ilavesini zarurî gördük.

Amerika Birleşik Devletlerinin kurucusu Jorj Waşington ve

Franklen gibi büyük şahsiyetler Yahudilerin ne yıkıcı, ne

bozguncu ve ne derece tehlikeli şahsiyetler olduklarını görerek

feryat etmişlerdir. Günümüzün büyük şahsiyeti olan

milyarder Hanri Ford da milletini bu yolda «Beynelmilel

Yahudi» eseriyle ikaz etmiş ise de hiç kimse Yahudi tehlikesini

ve mevcudiyetini bertaraf edememiştir.

Bundan sarfı nazar ettik, bugün Amerika'da Yahudi hâkimiyeti

son hadde ulaşmıştır.

Milyonlarca insan ile onların kıymetli rehberleri olan

senatörler, generaller, amiraller, milliyetçi gazeteler, valiler

ve gayet büyük yekun tutan temiz ve fedakâr şahsiyetlerin

gayretlerine rağmen; o hayâsız mahluklar gittikçe nüfuz ve

tesirlerini arttırmaktadırlar.

Buna misal olarak şunlar ileri sürülebilir:

Yahudi dönmesi olan ölü cumhurreisi Rozvelt'in yirmi

yedi Yahudi müşaviri mevcuttu. Bugün Kennedy'nin 86 tane

Yahudi müşaviri vardır. Asıl şâyan-ı dikkat ve ziyadesiyle

mühim olan nokta, Yahudilerin Birleşmiş Milletler Teşkilatını

baştan aşağı işgal ve istila etmiş olmalarıdır. Sıkı bir ça-

171


lışma ve araştırma neticesi olarak elde ettiğimiz bir listeyi

aşağıya alıyoruz ki, bunu okuduktan sonra, okuyucunun

hayret ve dehşete düşeceğinden.asla şüphe edilemez.

BİRLEŞMİŞ MÎLLETLERİ İDARE EDEN

YAHUDİLER

Umumî katiplik:

Dr. H. S. Bloc - Silahlanma ve istihbarat servisi şefi (Yahudi).

Antoine Goldet - İktisadî işler dairesi başmüdürü (Yahudi).

Ansgar Rosenberg - İktisadî işler dairesi başmüfettişi

(Yahudi).

David Weintraub - Sabit ve gelişmiş ekonomi dairesi

müdürü.

Karl Lachman - Hazine dairesi reisi (Yahudi).

Henri Langier - İçtimaî meseleler umumî kâtip muavini

(Yahudi).

Dr. Leon Steinig - Uyuşturucu maddeler şubesi müdürü

(Yahudi).

Dr. E. Schwelb - İnsanlığa hizmet servisi müdür muavini

(Yahudi).

H. A. Wieschoff - Tahliller ve araştırma dairesi ve geri

kalmış memleketler servisi reisi (Yahudi).

Benjamin Cohen - Umumî istihbarat işlerinde genel

sekreter muavini (Yahudi).

J. Benoit Levy — Film ve muhabere dairesi (Yahudi).

Dr. İvan Kerno - Kanunî işler meselesinde genel sekreter

muavini (Yahudi).

172


Abraham H. Feller - Kanun dairesi umumî konsülü

(Yahudi).

Marc Schreiber - Kanunlar müşaviri (Yahudi).

G. Sandberg - Kanun müşaviri ve beynelmilel inkişaflar

şubesi başkanı (Yahudi).

David Zablodwsky — Teftiş dairesi reisi (Yahudi).

George Rabinovitch - Ödünç verme şubesi reisi (Yahudi).

Max Abramovitz - Planlama dairesi müdürü (Yahudi).

P. C. Kien - Umumî tazminat dairesi reisi (Yahudi).

Mercedes Bergmann - Personel bürosu ve icra reisi (Yahudi).

Paul Radzianko —Tebligat şubesi kâtibi (Yahudi).

Dr. A. Signer — Tıbbî kısım şefi (Yahudi).

İstihbarat Merkezi:

Birleşmiş Milletler teşkilatının en mühim dairesidir.

Bu daire dünyadaki bütün milliyetçiler aleyhine çalışır ve

her yerde Yahudi dostlarını himaye eder. Milliyetçi, mukaddesatçı

ve muhafazakâr her milletin temiz evladına

düşmandırlar ve onlar aleyhine dosyalar uydurarak mensup

oldukları hükümetlere verirler.

İsimleri şunlardır:

Jerzy Shapiro - Birleşmiş Milletlerin Cenevre'deki haber

alma merkezi reisi (Yahudi),

B. Leitgeber - Birleşmiş Milletlerin Şanghay'daki (Çin)

istihbarat şefi (Yahudi).

Henri Fast - Çin istihbarat müdürü (Yahudi).

Dr. Julius Stawinski - Birleşmiş Milletler istihbaratının

Varşova müdürü (Yahudi).

173


Birleşmiş Milletlerde beynelmilel iâşe kısmı:

David A. Morse - (Moscovitch) iâşe umum müdürü

(Yahudi).

V. Gabriel Garces - Beynelmilel iâşe müdürü (Yahudi).

Jan Rosner - Polonya'da beynelmilel iâşe servisi mülhakı

(Yahudi).

Andre Mayer - Birleşmiş Milletler ziraat dairesi birinci

müşaviri (Yahudi).

A. P. Jacobsen - Birleşmiş Milletler ziraat işleri Danimarka

temsilcisi (Yahudi).

E. De. Vries - Aynı şubenin Hollanda temsilcisi (Yahudi).

M. M. Libman - iktisat müşaviri (Yahudi).

Gerda Kardos - Birinci şube şefi (Yahudi).

M. Ezekiel - İktisadî tahliller müdürü (Yahudi).

M. A. Hubermann - Birleşmiş Milletler teknik kısım, istihsal

ve teşkilat reisi (Yahudi).

J. Pi Kagan - Teknik işler iskân ve yerleştirme kısmı

âmiri (Yahudi).

J. Mayer - Nükleer işlerinde şef (Yahudi).

E. Weisel - İdare meclisi reisi (Yahudi).

Birleşmiş Milletler'in en mühim kısmı olan ve milletleri

istedikleri gibi Yahudi kültür ve zihniyeti içinde boğmaya

çalışan UNESCO teşkilatındaki Yahudilere gelelim..

Bunların en tehlikeli reisleri: Alf Sommerfelt ve Paul Carneiro'dur.

J. Eisenhardt - Müdür, müşavir ve milletlerarası tetkikler

şefi ve imar reisi (Yahudi).

Miss Luffman - Milletlerarası tedris müfettişi (Yahudi).

174


di).

H. Kaplan - Unesco umumî istihbarat şefi (Yahudi).

C H. Weitz - Bütçe ve idare işleri şefi (Yahudi).

S. Samuel Selskey - Personel şubesinde amir (Yahudi).

B. Abranski - İskân ve seyahat kısmında âmir (Yahudi).

B. Verniel - Kayd-ı kabul ve yerleştirme dairesi (Yahudi).

Dr. O. Klineberg - Halk efkârını kontrol dairesi (Yahu-

Dr. A. Welsky - Cenubî Asya ilim yayma müdürü (Yahudi).

Beynelmilel imar ve kalkınma bankası:

M. M. Mendels - Sekreter (Yahudi).

Leonard B. Rist - iktisat müdürü (Yahudi).

P. Mendes - France — Fransız hükümeti delegesi. Eski

başvekil (Yahudi).

A. M. De Jong - Hollanda hükümeti delegesi (Yahudi).

C. M. Bernales - Peru cumhuriyeti murahhası (Yahudi).

D. Abramoviç - Yugoslav mümessili (Yahudi).

BEYNELMİLEL PARA FONU:

Josef Goldmann - Çekoslovak delegesi (Yahudi).

P. Mendes - France - Para fonunun Fransız temsilcisi

(Yahudi).

Camille Gutt - İcra heyeti müdürü ve milletlerarası para

fonu reisi (Yahudi).

Louis Rasminsky - Para fonu Kanada icra reisi (Yahudi).

W. Kaster - Hollanda mümessili (Yahudi).

175


Louis AltMan - İdare kısmı müdür yardımcısı (Yahudi).

E. M. Bernstein - Müdür (Yahudi).

Leo Levanthal - Baş müşvir (Yahudi).

BEYNELMİLEL MUHACERET TEŞKİLATI:

Mayer Cohen - Umum müdür (Yahudi).

Pierre Jacobsen - Tamirat ve tazminat umum müdürü

(Yahudi).

R. J. Youdin - Mümessiller meclisi müdürü (Yahudi).

Z. Deutshmann - Fen işleri servisi reisi (Yahudi).

G. Mayer - Şube müdürü (Yahudi).

Dr. N. Goodman - Umum müdür (Yahudi).

M. Siegel - İktisadî müşavir ve müdür (Yahudi).

A. Zarb - Kanunlar dairesi müdürü (Yahudi).

Max Suetens - Ticaret dairesi müşaviri (Yahudi).

MİLLETLERARASI TELEFON İRTİBAT BİRLİĞİ:

E C. De Wolfe - Birleşik Amerika idare meclisi azası ve

müşavir (Yahudi),

H. B. Rantzen - Birleşik Amerika Telekomünikasyon

servis şefi (Yahudi).

MİLLETLERARASI SİVİL HAVACILIK TEŞKİLATI:

A. G. Berg - Uçuş dairesi reisi (Yahudi).

Gol. A. G. Katzin - Kara temsilcisi (Yahudi).

George Movshan - Birleşmiş Milletler kara istihbarat

şefi (Yahudi).

176

Ernest A. Gross - Birleşik Amerika temsilcisi (Yahudi).

Isador Lubin - Ekonomi ve memurlar dairesi. Amerika-


lı (Yahudi).

Julius Katz - Sochy - Polonya daimi delegesi (Yahudi).

Dr. Alex Bebler - Yugoslav daimi delegesi (Yahudi).

Evet!.. İki buçuk milyarlık beşer kitlesi içinde 15 milyonla

ekall-i kalil olan Yahudi, milletlerin ve devletlerin mukadderatında

büyük rolü olan Birleşmiş Milletler teşkilatını

böylece çepeçevre istilâ etmiştir. Dünya silah fabrikalarının

rakipsiz sahibi olan bu azınlık istediği zaman HARP, istediği

zaman İHTİLÂL ve dilediği zaman da keşmekeşler yaratarak

insanlığı, medeniyeti, sulh, refah ve saadeti mahvetmiştir.

.

Bilinmez, insanlık daha ne müddet bu bozguncuların

faaliyetine dayanacaktır. Galiba milletler bu felâket unsurunun

tam ve sarih hüviyetini öğrendiği gün!..

Bu kitap bunun için yazıldı!

177


AMERİKA

Medeniyeti bugünkü perişan ve sefil hale sokan ve beşeriyeti

ümitsiz ve huzursuz bir vaziyete getiren «tek dünyacı»

Siyonist ve uşaklarına karşı kurtarıcı sesler yükselmekte,

sayısız kahramanlar sahneye çıkmakta ve mücadeleye atılmaktadırlar.

Yahudinin yedinci Edvard devrinde su başlarını elde ettikleri

İngiltere'den sonra şimdi Amerika'da kurdukları

müthiş teşkilatlariyle bütün beşeriyet aleyhine son gayretlerini

sarfetmekte olan bu mel'un kuvvete karşı birçok senatör,

mütefekkir, kongre azası, eyalet valileri, ve şâyan-ı dikkat

çoğunlukta general, amiral ve kahramanlar bir kurtuluş savaşına

girişmiş bulunmaktadırlar.

Bu halaskarların cümlesinin isimlerini saymaya bu hacimde

bir kitap kâfi gelmez. Bunlar, başıboş, şımarık ve küstah

Yahudinin çılgın saldırışını frenlemekte ve insanlığa cesaret

ve ümit vermektedirler. Tabiidir ki İdrâk-i beşer yavaş

yavaş; hayır sür'atle kendi felâketinin menbaı ve mümessillerini

kavramaya başlamıştır.

Bu eser, asırlar süren ve hâlâ önüne geçilemeyen, üstelik

harcadıkları milyonlar üstü paralarla satın aldıkları vicdanlar

ve kurdukları sayısız teşkilâtla kudurmuş bir halde

son gayretlerini sarfeden ezelî düşmanlar hakkında ve onla-

178


rın medeniyeti yıkma hususundaki faaliyetlerini teşrih etmektedir.

Bu uğursuz gayretlerin sonu geldiğine inanmalıyız.

Bu eser, tefessüh etmekte olan Demokrasi'nin ve batmakta

olan Medeniyet'in alâmetlerini teşhir etmektedir. Anlaşılıyor

ki bu hastalık unsurlarını halk vücutlarından tasfiye

etmek için münferit hükümetlerin idare ve kudretleri artık

kâfi değildir. Biz bu tefessüh işine bir maske çekip, onu anlamamazlıktan

geliyoruz. Ve her milletin kendi bünyesine göre

hayatını tanzim edecek şekilde, kendi tarz ve geleneğine

göre müdafaa unsurlarını harekete geçirmek zamanının geldiğine

inanıyoruz.

Bu yüzden her millî bünyenin çıkaracağı uyanık milliyetçi,

vatansever fertlerinin işbirliği sayesinde tek dünyacıların

planlarını gerçekleştirmek isteyen karanlık ruhlu soysuzların

kısa zamanda muvaffakiyetsizliğe uğrayacaklarına

inanıyoruz. Avrupa'nın yarısını esaret ve boyunduruk altına

alan kızıl emperyalizmin tekmil dünyayı ele geçirme emellerinin

karşısında bulunduğumuz gibi Afrika'yı da kendi

kontrol sahasına ithal etmekte olan solcu liberal maskesi altında

yüzde doksan sekizi Yahudi olan ve oyuncak haline

gelen Birleşmiş Milletler teşkilatının hakiki efendileri tek

dünyacıların (Yahudi Bernard Baruh ve şürekası) karşısında

da aynı şekilde direnmekteyiz.

Dünyayı paylaşma hususunda bunların ne kadar iyi anlaştıkları

son KÜBA hâdiselerinde sarahatle anlaşılmıştır. Bu

vaziyete karşı Amerikalı general ve yüksek rütbeli subayların

nasıl bir karşı koyma ve direnme gösterdiklerini yukarıda

okuduk.

Gerek komünist propagandası ve gerekse bugünkü şe-

179


kilde Amerikanizm propagandası iflâsa mahkumdur. Çünkü

ikisi de millî şuurun aleyhinde olup devletler üstü kuvvetlere

hizmet etmektedirler.

Amerika'da hükümeti temsil eden şahısların ve kuvvetlerin

ön ve arka cephesini yakından tetkik etmiş olan Amerikalı

G. W. MİLLS, «Birleşik Amerika Mümtazları» isimli kitabında

şâyan-ı dikkat ifşaatta bulunmaktadır.

Müellif diyor ki:

«Amerika hükümeti politikası birkaç kişinin ve küçük

bir zümrenin elindedir. Bu zümre yüksek derecede

ahlâksızlıkla, ruhsuzlukla ve vahşilikle ve teşkilatlı

bir sorumsuzlukla müttehimdir. Muharrir, efkâr-ı

umumiye yaratıcılarının nasıl bir faaliyette olduğunu,

Yahudi icadı olan Rüşvet'in en had dereceye nasıl

ulaştırıldığını ve bu azınlığın elinde tabiî bir teknik

haline nasıl getirildiğini bütün teferruatiyle izah etmektedir.»

1789 senesinden beri kültür inkırazı aleyhine başlayan

mücadele gittikçe kızışarak bugüne ulaştı. Esasında bu mücadele,

milletlerarasında, bir tarafta yaratıcı, yapıcı ruha ve

tarza sahip olgun, biçimli kuvvetlerle menfi ruhlu, yıkıcı

kuvvetler arasında cereyan ediyordu. Bu mücadeleyi kat'î

zafere ve neticeye ulaştırmak vazifesi her milletin genç nesillerinin

seçme, mümtaz ve sağduyulu evlatlarına düşüyor.

Bütün dünyada bunların gün geçtikçe bir araya gelerek işbirliği

yaptıkları ve bu büyük ideal etrafında birleştikleri görülüyor.

Bundan başka tekmil milletlerin şuurlu milliyetçilerinin

mütesanit bir mukadderat birliğine doğru kaymakta oldukları

ve yakın bir istikbalde milliyetçi kuvvetlerin, tek dünya-

180


cıların ve bunlara yardımcı olan bütün teşkilâtın karşısına

dikilerek, onların arzuladıkları ve planlaştırdıkları dünya tahakkümü

ve dünya devleti sapık ideolojisi yok edilecektir.

Bu imkân bugün, bunca felâketten utanmış ve aklı başına

gelmiş olan her milletin sağcı evlatlarının elindedir.

Menfaatlerini koruma bakımından komünistlerin, sosyal

demokratların, SİYONİST'lerin, Yahudilerin ve diğer cemiyetlerin

beynelmilel çalışma cemiyetleri kurma hakları

mevcut olduğuna göre milliyetçi kuvvetlerin milletlerarası

sahada bir araya gelerek çalışmalarına kim mani olabilir? İstikbalde

milliyetçilerin de diğer siyasî teşekküller gibi beynelmilel

kongreler akdedeceklerine şüphe etmemek lâzımdır.

Cepheler vuzuh kesbetmektedir. Ve yarı hakikatler devri

artık sona ermektedir. Milliyetçi bir dünya cephesinin ilk

şartlarından biri bütün memleketlerdeki milliyetçi gruplarının

birleşmesi birkaç ana formül üzerinde anlaşması ve her

iştirak eden azanın muteber olması...

Şimdiye kadar milletlerarası sahada milliyetçilerin arzuladıkları

birleşme cereyanları, beynelmilel Yahudilik ve

uşakları olan FARMASON teşkilâtının ajanları tarafından

baltalandı. Milliyetçi grupların içine bilhassa maskeli milliyetçileri

sokarak kısa fasılalarla birçok memleketleri birbirine

saldırtıp harpler çıkarttılar. Birçok misaller verebiliriz, birinci

ve ikinci dünya harpleri...

Bu bakımdan mücadelelerin şimdiki safhasında bütün

dünya milliyetçilerinin temel meseleler üzerinde anlaşıp bir

dünya milliyetçiler cephesi kurmaları gerekmektedir. Bu

hareket muvaffak olduğu takdirde ileride teşkilâtın kurulması

görüşülür. Milliyetçi cephede kardeş kavgalarına

181


kat'iyetle son vermek lâzımdır. Zira eninde sonunda hepsi

de aynı hedefe ulaşmak isterler. Yolları muhtelif olsa dahi

kuvvet birlikten doğduğuna göre; birliği zayıflatacak her hareketin

ancak mücadele ettiğimiz YAHUDİLER'in ve Marksistlerin

işine gelecektir.

Komünist cephesinin disiplininden örnek almak lazımdır.

Onlar ayrı istikametlerde yürüseler dahi müşterek parolalar

altında mücadele ederler ve kendi saflarında hiç bir

kavgaya meydan vermezler. Ciddî hallerde bütün solcuları

bir halk cephesinde birbirlerine sımsıkı sarılmış olarak görürüz.

(En koyu komünistinden solcu liberaline kadar) bütün

dünya milliyetçileri bir araya gelin! Ebedî bir anlaşma yapın,

ana hatlarınızı birleştirin ve yeni mücadele parolası

altında birlikte çalışın! O zaman birleşik milliyetçi gurupların

bir faktör haline gelmiş olacağını görerek ve bütün siyasî

teşekküllerin bu kuvveti hesaba katmaları gerekecektir. Bütün

şehirlerde, eyaletlerde ve memleketlerde münakaşa çevreleri

kurmanız lâzımdır. Bu sayede tesanüt iklimi yaratılacaktır,

zaman olgunlaştığı an millet, milliyetçi dünya meclisine

mümtaz namzetlerini yollayıp milliyetçiler âlemini kuracaktır.

Son asrın en yaygın siyasî mücadele parolasını Marksistler

ortaya attılar: "Dünya proleteryaları birlesiniz.' Anti

tez olarak biz, marksistlere karşı tesanüt hissiyatını bütün

dünya milliyetçileri arasında kurmak için en uygununu bularak

ve hali hazırda bütün dünyada birçok milliyetçi gruplarda

yaygın bir şekilde bulunan aşağıdaki SLOGAN'ı neşrediyoruz:

«Dünya milliyetçileri birleşiniz ve müşterek mücadeleye

katılınız!»

Efkâr-ı umumiye yaratıcılarının yarattığı kış uykusundan

uyanınız. Pısırıklığı bırakmak lâzımdır. Ve yalan dolu

dağın altında bulunan hakikatleri arayınız. Kötüyü iyiden

182


ayırmayı, hakikatleri yazan kitapları okumayı vazife biliniz.

(1) Kitle propaganda vasıtalarının (radyo, gazete, sinema)

yalan dolu neşriyatını şifahî veya yazılı olarak protesto ediniz.

Tarihî hakikatleri bîtaraf ilim adamlarının yazdığı kitaplardan

gün ışığına çıkarınız.

Milletinizin sıhhatli milliyetçi unsurlarını, onları aktif

ve faal yaparak destekleyiniz. Solcu hareketlerini durdurunuz.

Eminiz ki hakiki birliğin ruhu yakın bir zamanda gerçek

olacaktır. Ve bütün dünya milliyetçilerinin birleşmesi

gerçekleşecektir. Dünyamızın içinde bulunduğu en büyük

tehlikeye şu anda kuvvetlerinizi birleştiriniz ve beşeriyet

düşmanlarına karşı bir cephe kurmaya çalışınız. Hürriyet

için korkak vazife ile cesur mücadele arasında birini seçmek

lâzımdır. Dünya tarihleri, bizden sonraki cihan vazifesini yapıp

yapmadığımızı veya neslimizi korkakça terkedip etmediğimizi

yazacaktır. (Bir şey biliyorum ki o da dünyada ölmeyen

tek şey, ölmüş bir kimse hakkındaki hükümdür).

C.R.A.

(1) Kendi hesabıma azız milletime 60 eser vermekle bahtiyarım. Bu mevzuya

şimdiye kadar kimse temas etmemiştir.

183


SON SÖZ

Beşerin, kendini idrâk etiği günden zamanımıza kadar

yeryüzünde cereyan eden bozguncu hareketlerin, insan cemiyetlerini

yok etmek, onları birbirine düşürmek ve akan

kan, sönen ve yıkılan hanümanlar sayesinde, bazı teşekküller

ve bir ekalliyet tarafından nasıl istismar edildiğine dair

bu kitaba mühim vesika ve kıymetli mütalaalar ekledik.

Bunlar, uzun tetkik ve tetebbuun mahsulüdür.

Yeryüzünün felâket âmili olan «İsrail oğullarının» evvelemirde

dinlere tecavüz ve mukaddesatı ifsat ve tahrip ile

başlayan menfur faaliyetleri gitgide hızını arttırarak, arkasında

bir yığın enkaz ve cesetler ile harabeler bırakarak bugüne

ulaştı.

İnsan dehası ve emeğinin mahsulü olan bütün şaheserler,

âbideler, mamureler ve medeniyetlerin son asırda Yahudiler

ve onlara köle olan farmasonlar ve bunlara bağlı çeşitli

bozguncu teşekküller tarafından nasıl soysuzlaştırıldığını,

yok edildiğini şimdi tekmil insanlık acı acı temaşa etmektedir.

Bu, objektif görüşe muvazi olarak beşeriyet kendini derin

bir acz içinde görmektedir. Arkamızda, sadece şu son elli

yıl içinde yüz milyonluk bir cesetler yığını ile korkunç harabeler

bıraktık. Uzun müddet baykuş yuvaları haline gelmiş

olan bu enkazda duman ve taaffünden başka bir şey görülmedi.

Hatta ah ve iniltiler bile işitilmez oldu.

184


İnsan azmi ve gayreti sayesinde ba'sü ba'del mevt'e kavuşan,

yeniden canlanan dünyada imar ve medeniyet eserleri

yeniden yükselmeğe başladı; hatta eskiden daha muhteşem

ve daha göz alıcı olarak... Fakat; bu zahiri ve gösterişli

varlığa mukabil ruhlardaki çöküntü, ahlâk ve fazilette ve

moralde görülen korkunç inhidam, bir kelime ile manevi binası

çoktan yıkılmış cemiyetin zahiri bir ihtişamın dekorları

içinde medeniyetten vahşete doğru nasıl sürüklendiğini en

basit idrak sahipleri bile apaçık görmektedirler.

Medeniyetin ve daha kat'î ifade ile insan ruhundaki

asaletin kimler tarafından ve ne şekilde imha edilip yıkıldığına

dair bu eserde verdiğimiz malumat ve ilaveler bugün

yaşamakta olan herkes gözleriyle görüyor ve acısını ciğerlerine

çökmüş olarak hissediyor

Şimdi; insanlığı bu dereceye düşüren, manen öldürülen,

ruhlardaki necabeti söndüren ve kadim medeniyetleri yıkan

faktörlerle, İsrail oğullarının bu mevzuda oynadıkları korkunç

oyunları yeni misaller ve canlı vesikalarla takviye etmek

istiyoruz. Bu misallerin aydınlığı altında aziz okuyucu,

hastalığın daha derinlerine nüfuz etmek imkânını bulacak

ve henüz sırları açıklanmamış hadiselerin iç yüzlerine biraz

daha vakıf olacaklardır.

Şimdi, yeni bir Yahudi veyahut Siyonist teşkilatından

bahsedeceğiz. Belki bunun ismi pek duyulmamıştır, o da

ROTÂRYANkulüpleridir.

Tarihin en karanlık ve en eski devirlerinden zamanımıza

kadar dünyanın kangi köşesinde Yahudi müzaharetiyle

kurulmuş bir cemiyet isbatı vücut etmiş ise, bu cemiyet en

kısa zamanda cihanşümul ve beynelmilel bir ehemmiyet kazanmıştır.

185


Beşer idrâkinin uyandığı tarihlerden itibaren en felsefî

ekollerden tutunuz da içtimaî, iktisadî, siyasî doktrin ve icatlara

kadar hepsinde nebze nebze haham, Yahudi ve Farmason

parmağı vardır. İşte bunun içindir ki insanoğlu hangi fikir

ve içtihat etrafında toplanmış ise, orada huzur ve sükun

yerine ıztırap, hüsran ve idam sehpalarından geçilemiyen

şehir ve köyler görmüştür...

Sapık ideolojilerin en başında Allahsızlık olduğu halde;

nihilizm, maddecilik, tabiatçılık, kozmopolitlik ve en nihayet

KOMÜNİZM, insan oğullarına ne kazandırmıştır, nasıl

bir saadet getirmiştir? Hiç!... Binaenaleyh bu felsefî içtihatlar

bizlere hiçbir şey kazandırmadığına göre; 1904'de

Amerika'nın Şikago şehrinde 33 dereceli bir farmason olan

Yunanistanlı bir Yahudinin kurduğu ROTARYAN kulübü ne

kazandırabilir?!

1904'de Şikago'da kurulmuş olan bu Rotaryan kulübü

demirperde gerisi devletler hariç yüz küsur devlette on bine

yakın şube açmış olup bugün beşyüz altmış bin azası mevcuttur.

İktidar, mide, şahsî çıkar düşkünü, şöhret ve şehvet hastası

armatör, zengin, fabrikatör, banker, büyük arazi sahibi,

apartman kiralı, kartelci ve tröstçü kimseler varsa; kâmilen

Rotaryan kulübüne aza kaydedilmişlerdi. Vilâyet ve kazalardaki

ticaret odaları ve borsaları da tamamen bu kulübün

kontrol ve murakabesi altındadır.

Kendilerine maksat ve gayelerinin ne olduğu sorulunca,

alınan cevap şu olmaktadır:

«Sermayedar, kartel, tröst ve milyonerler arasında

devletlerarası iktisadî işbirliğini inkişaf ettirmek ve böylelikle

iktisadî ıztırâbı durdurmak ve fakirliği ortadan kaldırmak...»

Yahudi riyakârlığının en tipik bir numunesi olan bu cevap,

dünyada hiç kimseyi tatmin etmemiştir. Hele bu mev-

186


zuda tetkik ve tecrübesi olan insanları asla!

Bizim Rotaryancılardan fakirlikle mücadeleye azmetmiş

olan beyler, her cumartesi gecesi, şu meşhur otelin muhteşem

salonlarında, o malum dekolte kıyafetli güzel bayanlarla

viski, votka ve şampanya partisine girişmek suretiyle

mi bu insanî(!) vazifeyi yapacak ve fakirlikle mücadele edecekler,

öyle mi? Saf insanlık bu martavallara asırlar boyu

inanmıştı, fakat şimdi artık Yahudi palavralarına kanacak insan

sayısı çok azalmış, Yahudi gayret ve telaşı çok artmıştır

Bu gibilere şunu sormak lâzımdır: Bu gayretlerinizi sizin

kokmuş cemiyetiniz ve bozuk imanınızla mı başaracaksınız?

Hiç şüphesiz içinizdeki en fakir Rotaryan birader dört, beş

milyonluk bir adamdır. Madem ki fakirlikle mücadele ediyorsunuz,

içinizde diğer memleketlerin Rotaryan biraderlerin

takdir ve iltifatını kazanmış yüzlerce yüksek inşaat müteahhidi,

tröst veyahutta kartel var. Bu süper Rotaryan biraderlerden

şimdiye kadar şu vatanın geri kalmış, sefalet bölgelerine

ne hizmetiniz dokunmuştur?.. Türkiye'nin sayılı

dört, beş büyük şehrinde teneke barakalarda ve gecekondularda

en azından altı yedi kişilik aile efradiyle yaşamağa çalışan

canlı kadavralara, şu doğmadan ölmüş olan vatandaşlara

bu sahte insaniyetçilerin ne faydaları dokunmuştur? Bizim

memleketimizde kuruldukları tarihten bugüne kadar

Rotaryan biraderleri kaç yetim ve kaç fakir çocuğu giydirip,

mekteplerde okutmuştur?

Rotaryan-Farmason efendiler, millete bu soruların cevabını

verebilir misiniz? Millet uyanmıştır. Her zaman hakir

gördüğünüz, istihfafla baktığınız, hırpanîlikle itham ettiğiniz

o kitle, şunu biliniz ki şimdi hüviyetinizi anlamaya başlamıştır.

Anlatmaya devam ediyoruz. Yıktığınız medeniyetin

ne şekilde bu hale geldiği yavaş yavaş anlaşılmaya başladı.

Dünya Yahudiliğine hizmet eden ve çeşitli namlar ve

yeraltı faaliyetleriyle medeniyeti içinden yıkmaya çalışan

187


bütün bu karanlık teşekküllerde zerre kadar insanlık, vicdan

ve idrâk olsa idi, utançlarından yedi kat yerin dibine geçmeleri

lâzım gelirdi... Bütün memleketlerin halkı, köylüsü ve

şehirlisi âdeta bu gibilerin esiri vaziyetine düşürülmüşlerdir,

ithalat ve ihracat firmalariyle borsalara ve hatta dünya borsalarına

hâkim olan bu görünmez kuvvetler tedavüldeki bütün

paraları da inhisarları altında tutmaktadır. Her sene yüzlerce

milyon değil, yüzlerce milyar bunların çelik kasalarına

giriyor, fakat bu sahte insaniyetçiler bir türlü insan sefaletine

son vermek için harekete geçemiyor. Aksine olarak yeni yeni

harpler hazırlamak ve bu sayede sonsuz servetlerine servet

katmakla meşguldürler. İnsaniyete hizmet, adalet, kardeşlik

ve eşitlik onların ağızlarında boş laftan ve riyakârlıktan

başka bir şey değil...

İşte; yukarıdan aşağı sıraladığımız bu objektif malumat

ve mütalaalar dolayısıyle dünya Yahudiliği ve Farmasonluğu

tehlikeyi ve beşer çoğunluğunun bu faciaları kavradığını

sezince 1904 tarihinde Şikago'da Rotari kulüp ismi altında

bir fesat ocağı kurmuşlar ve dünyanın zengin ve meşhur farmasonlarının

iştirakiyle devletler üstü bir teşkilat daha meydana

getirmişlerdir. Şunun farkına vardım ki, farmasonluğun

bütün iğrenç iç yüzlerine ve bozguncu varlığına nüfuz

etmeğe başlamış olan milletimiz henüz ROTARYAN'lar

hakkında gayet az malumat sahibidir.

Şunu peşin olarak söyleyebiliriz ki, bu yeni ismiyle farmasonluk

arasında gayet az fark vardır. İkisi de Yahudinin

öz malı ve ikisi de manevi kardeşidir. İkisi de milletlerin felâket

ve gözyaşlariyle beslenirler. Yurdumuzda üç bin farmasona

ilâve olarak dört bin kadar civarında Rotaryan-Mason

kulübü azası vardır. Cidden hayrete şayandır ki bu, ismini

yeni işittiğiniz teşekkül, bazı kazalara kadar nüfuz etmiş

ve oralarda ocaklarını kurmuştur. Tabiidir ki, milliyetçi

eserler ve milliyetçi gazetelere, keselerinden birkaç kuruş çıkarıp

vermeye kıyamayan ve bu uğurda en ufak bir cömert-

188


lik ve alâka göstermeye kalplerinde yer olmayan zenginlerimizin

ve münevverlerimizin lâkaydilikleridir ki bozguncu

varlıklar en hücra köşelere kadar serbest serbest nüfuz etme

imkânım buluyorlar.

Böylelerinin aziz vatanımızda, gözlerimizin önüne fesat

ağlarını kurmalarına bizler açık ağızla ve bakar körler gibi

fırsat verir ve tatlı canımızdan başka bir endişemiz olmazsa,

yarının müellifleri günlerinin nesillerine daha yeni ve daha

tehlikeli teşekküllerin mevcudiyetlerinden haber vereceklerdir.

Fakat buna ne hacet? Gözlerimizin önünde, bütün menfi

gayretleri ve su gibi harcadıkları paralarla Siyonist, Komünist

ve Farmasonlar icra-yı habaset ederlerken bunlara yenileri

eklenmiş veyahut eklenmemiş vaziyeti bundan daha

kötüye götüremez... Hele bizde bu gaflet, cehalet, bu lâkaydlik

ve zenginlerimizde bu hasislik varken...

Son günlerde bütün gözleri haricî yardımlara çevrildi.

Gazetelerimiz, Türkiye'ye yardım için Avrupa'da kurulan

«Konsorsium»dan fazla miktarda bahsettiler. Bizim fikrimizce

«Konsorsium» müthiş bir blöftür. Esasen Rotaryan

farmasonlar Türkiye'yi şimdiye kadar olabileceğinden fazla

soymuşlardır. Yeni baştan ikinci bir soyguna tahammül için

bizde takat mı bıraktılar? Bu mevzuda işittiklerimizin cümlesi

narkos haplarından başka bir şey değildir...

Söz sahibi şahsiyetler sahneye çıkıp:

— Bizler ne sağcıyız ve ne de solcuyuz derse... Ve bir

başkası da:

— Arkadaşlar futbolcuyuz, futbolcuyuz diye nara atarsa

ve böylece söz ayağa değil de çarığa düşerse, konsorsiumun

neticesini tahmin etmek için devlet edebiyat kitaplarının

efsane sahifelerine bakmak fazla zahmet olmaz mı?!..

189


Başta KONGO gelmek üzere birçok yerde husule gelen

mahalli isyanlar ve hükümetleri devirme teşebbüslerinde

Rotaryan farmasonların geniş mikyasta rolleri olduğu muhakkaktır.

Şimdiden sonra bloklaşmış dünya devletlerinin askerî

güç ve kuvvetlerle ülkeler fethine kalkmalarını beklemek ve

ümit etmek büyük bir budalalıktır. Bundan sonra dünya

milletlerini bekleyen akibet «Sosyal Adalet» teraneleriyle iktisadî

savaşların başlaması ve yeni bir iktisadî kölelik çığrının

açılmasıdır.

Bu mevzuda, yeryüzünün gedikli soyguncusu Yahudiyi

yine başta görüyoruz, hem de faaliyetlerini son hadde çıkarmış

bir vaziyette... Esaret zincirlerini henüz kırmış olan bakir

Afrika'nın Kenya, Oganda, Liberya, Malaga, Tanganika,

Gana ve Habeşistan gibi ülkeler Yahudilerle mukaveleler akdetmişler

ve şimdiden geniş mikyasta İsrail ile ticarî münasebetlere

girişmişlerdir. Bunlara İsrail her nevi mal satmak

için ZİM, MEKORD, SOLEL-BONE, AMİRAM gibi şirketlerle,

milyonlarca sermaye döküp Afrikalıları tavlamaya başlamışlardır.

Amerika'nın büyük Yahudi milyarderleri de kasalarının

ağzını bu bakir ve zengin topraklara çevirmişlerdir.

Siyonistlerin yirmi beşinci büyük kongresinde İsrail hükümetinin

Asya ve Afrika'ya yirmi milyar liralık mal vermesi

karar altına alınmıştır.

İsrail ticaret vekili Pinas Sapir bu kararın tatbikine memur

edilmiştir. Afrika'da Karen Heysodi teşkili İsrail'e, bu

kararların yerine getirebilmesi için milyarlar temin etmektedir.

Bütün dünyanın ticaret ve iktisadiyatına ZİM ve SOLE-

BONE şirketleri el koymuş vaziyettedirler.

Bu; SOLE-BONE Yahudi şirketi, Türkiye'ye de elini

uzatmış ve bizim mübarek memleketimizde de büyük inşaat

ve yol işleri yapmıştır. Bizim Teknik Üniversitelerimiz ve

akademilerimiz her sene yüzlerce Türk zekâsını hayat sah-

190


nesine atarken, mesela şu son senelerde İstanbul'da ve Ankara'da

yapılan yolları bu Yahudi şirketlerine vermemiz hiçbir

ifade ile tevil ve izah edilemez.

«Amerikan-İsrail Corperation» şirketi Asya'da Endonezya'ya

kadar elini uzatmıştır. Bu Yahudi teşekkülleri, soygun

ağlarını garp memleketlerine kadar uzatmakta bir mahzur

görmemişler ve barış yolları aramaya koyulmuşlardır.

Şu var ki son günlerde Arap devletlerinin birleşme teşebbüsleri

çıfıtların akıllarını başlarından almış ve onları telaşa düşürmüştür.

Tanganika'nın elmas madenlerini işletmek üzere olan

Yahudi şirketleri, sadece müstakil ve ileri Cenubî Afrika millî

hükümetinden şamar yemiş ve tırnaklarını bu, dünyanın

en zengin memleketine sokamamıştır. Bunun içindir ki dünya

Yahudiliğinin emrinde bulunan bütün matbuat bu milliyetçi

hükümet aleyhine müthiş bir çamur ve yalan kampanyasına

girişmiş bulunmaktadır.

1904'ten bu yana, Rotaryan farmasonlarının teşkilâtında

kademe kademe vazife almış olan armatör, kartel, tröst ile

ne kadar fabrikatör, banker, otel ve apartman kralı ile büyük

çiftlik ağası varsa; bunların hiç, ama hiçbirisi ne sosyal adaleti

temin ve ne de iktisadî huzuru tesis etmek için en küçük

ve müsbet bir faaliyet görmüş değillerdir.

Kendilerine göre Rotaryan farmasonluğunun, devletlerarası

iktisadî işbirliğine hizmet eden bir kardeşlik teşkilatı

olduğundan bahsedilmektedir. Bu da, hâlâ, saflığını muhafaza

eden bazı insanları kandırmak için uydurulmuş bir yalandır.

Bütün bu teşekküller yıkılmış olan asil medeniyetlerin

enkazı üzerinde yeni baştan DAVİD'in krallığını kurmak

191


için İsrail'e hizmet eden birer Yahudi ajan ve hizmetkârıdırlar.

Ümitlerimizi ve cesaretimizi kırmayalım. Bütün bu hadiselere

ve olaylara rağmen siyonistlerle, çeşitli kılık ye kıyafetlere

bürünmüş olan dünya farmasonluğunu hiç de istikrarlı

ve emin olmayan bir istikbal beklemektedir.

Son günlerin en çok ağızlarda dolaşan mevzuu hiç şüphesiz

«Ortak Pazar» teraneleridir. Bu; açıkça ifade edilmek

istenirse Batılı Rotaryan Farmasonları tarafından meydana

getirilmiş, millî müesseselere ve şahsî teşebbüslere düşman

bir teşkilattır.

Son yıllarda, yurdun muhtelif yerlerinde, tek tük, bazı

müteşebbis şahsiyetler tarafından millî müesseseler meydana

gelmeye başlamıştır. Siyonist ve uşakları olan Rotaryan

farmasonlar bundan endişelenerek «Ortak Pazar» fikrini ortaya

atmışlardır.

Bizim için «Müşterek Pazar»a girmekte hiçbir mecburiyet

ve fayda yoktur. Bu pazara, ağır sanayide ilerlemiş milletler

için belki de iştirak zarureti vardır.

Dünya, Rotaryan masonlarının inhisarında olan «Ortak

Pazar»m birer sağlam köşe işgal etmiş olan milletlerarası fuarlarında

bizim teşhir edeceğimiz maddeler gayet az, rakipleri

gayet çoktur.

Bütün bu iktisadî düşünce ve endişelerin yanında ve

herşeye müessir olan kendi iç vaziyetimizi daima gözönünde

bulundurmak ve hesaba katmak zaruretinden hiç de vâreste

değiliz. Kurtuluş savaşı ve millî mücadeleden sonra;

haşmet ve azamet dolu mazimizi kötülemek, ecdadımızı hor

görmek ve genç nesillere tedavi ve telâfisi mümkün olmayan

bazı yanlış telkinlerde bulunmak, milletimizi zaman za-

192


man, göre göre ve bile bile düşmanlarımızın ağına düşmek

tehlikesine sokmuştur. Bu zemin üzerinde iştirak edeceğimiz

her teşebbüs istikbalde milletimizi yeni yeni kapitülasyonlara

götürmekten başka bir netice vermeyeceğine inanmalı

ve buna göre tedbir almalıyız.

Bütün bu mütalaalara bazı yeni malumat ilave etmekle

eserimizi tamamlamak istiyoruz... Bundan dört, beş sene evvel

KÜBA adasında FİDEL KASTRO adındaki haham sakallı

şahıs tarafından milliyetçi general Batista hükümeti

aleyhine bir ihtilâl yapıldı. Biz, bu meselede bir Siyonist ve

devletlerarası bir farmason parmağı olduğunu açıkladığımız

zaman bizim bu tezimize ehemmiyet vermeyenler olmuştur.

Hatta İzmir ve İstanbul'daki birkaç dönme gazeteci "VİYA"

yani "Yasasın Kastro" diye gazetelerinde büyük manşetlerle

Yahudi asıllı ve Marksist olan Fidel Kastro'yu alkışlamışlardır.

Komünist afyonuyla uyutulmuş olan dünya milletlerine

«hürriyet» aşığı «Maximo» yani lider kaçtı diye tanıtılan

şahıs, bugün başta Havana olduğu halde; Küba'nın en küçük

köyüne kadar el uzatmış olan korkunç «G. 2» adındaki

gizli polis tedhiş teşkilatıyla ortalığa korku salmıştır.

İşin hazin tarafı odur ki: En başta Havana'daki meşhur

yirmi farmason üstadiyle, bütün bu küçük memlekette dört

yüz altmış yüksek dereceli farmason bu mahut «G. 2» polisi

teşkilatında fiilen vazife almışlardır.

Yazılarına inanılır millî neşriyattan öğrendiğimize göre,

üç, dört yıl içinde bu «G. 2» teşkilatı tarafından Küba'da iki

bin altıyüz elli milliyetçi, farmason «G. 2» şeflerinin müthiş

işkencelerine maruz kalarak ah ve ızdırap içinde öldürülmüşlerdir.

193


Dünyanın her tarafında milliyetçiler aleyhine yapılan

bu tahriklerin aynı Yahudi, komünist, dönme farmason kaynaklarının

eseri olduğunda artık kimsenin şüphesi kalmamıştır.

Hatta, halkın yüzde doksan beşi muhafazakâr, dindar

ve milliyetçi olan bizim aziz vatanımızda da bu cephe aleyhine

pusu tutmuş olan yeraltı kuvvetlerinin, ufak bir bahane

ile nasıl su üzerine çıktıklarını son çirkin hadiselerle gördük.

Bundan olsun ibret ve ders aldı isek ne mutlu!.. Hayır, hayır

bu milletin geçirdiği bunca felâket ve uğradığı suikastlardan

sonra artık yeniden bir ders almaya ihtiyacı yoktur. Ne yazık

ki lider olacak bir adam, kesesini açacak bir cömert ortaya

çıkarmadığından sayı üstünlüğüne rağmen bu cephe daima

ve maalesef mağlup vaziyette görülmektedir. Milletin kötü

talihi!...

Vaziyeti alıcı gözüyle tetkik edenler, bu işlerde bir Yahudinin,

bir farmasonun veyahut da bir Rotaryan biraderin

ne Fidel Kastro'yu, ne de işlenen cinayetleri tenkit ettiğini

göremezler. Çünkü bu Kastro, herşeyden evvel arkasını

New York'taki korkunç Yahudi «Bn' Brit» teşkilatına ve Vaşington'daki

Rotaryan farmasonlara dayamıştır...

Küba'lı milliyetçiler iki sene kadar evvel Küba'ya bir çıkarma

hareketi yapmışlardı. Güya bunlar Kastroculara karşı

çete=gerilla harbi yapacaklardı. Netice ne oldu? Hiç! New-

York Ve Vaşington'daki «Siyonistler, Bn' Brit'ler ve Rotaryan

farmasonlar» bu hareketi çok evvelden Havana'daki 33 lü

farmason ve bugün de «G. 2»nin şefi olan adama bildirmişlerdi.

Tabiatiyle bu çıkarma muvaffak olamadı, milliyetçi fedakârlar

bu Yahudi kahpeliği dolayısiyle ve en azından iki

bin fedakâr insan olarak komünist Kastro kuvvetlerinin eline

esir düştü, bir kısmı öldürüldü, geriye kalanı da «G. 2»

zindanlarında inim inim inlemektedirler.

194


Bu hâdise, başlangıçta dünyada fırtınalar koparmış ise

de, tekmili Yahudinin uşağı olan gazeteler birden seslerini

kesmişlerdir.

Son günlerde Küba ve orada mevzi almış olan füzeler

meselesi birden alevlenmiş ve Başkan Kennedy sert bir çıkış

yapmış ve Sovyet lideri Kuruşçev yelkenleri suya indirmiş

ise de bu, hiç de bir sürpriz değildir. Evvela Sovyet prezidyumundaki

Yahudi asıllı şahsiyetler, ondan sonra Kremlin'in

perde arkasındaki farmasonları Kuruşçev'e bu emri vermişler,

o da yelkenleri suya indirmiştir. Bunun bir kayıkçı kavgası

olduğu basiret sahiplerinin gözlerinden kaçmamıştır.

Yoksa Ukraynalı maden işçisi başka türlü hareket edebilirdi.

Bu oyun, Kastro'nun daha bir müddet Küba'da hükümferma

olması ve Şarklı ve Garplı Rotaryan farmasonların milletleri

bir üçüncü dünya harbiyle korkutup depo ettikleri

dağlar gibi harp malzemesinin ve teferruatının —ki bunların

cümlesi başta Bernar Baruh olmak üzere münhasıran

Yahudilere aittir— satış ve yeniden trilyonlarla doların kasalarına

akıp, toprak doyurası gözlerini doyurmaktan başka

birşey değildir, insanlık bu çıfıt oyununu da buz gibi yutmuştur.

Çünkü onu ikaz edecek kalemlerde cesaret ve bu acı

hakikatleri açıklayacak fedakâr milliyetçilerde de para yoktur.

Geriye kalan dünya matbuatının yüzde doksan dokuzu

Yahudinin kölesi olduğundan böyle güpe gündüz, bütün insanlığın

gözü önünde oynanan facialar, manevî binası çoktan

yıkılmış medeniyetin perişan enkazı üzerinde, beşeriyeti

sessiz ve aciz bularak yollarına devam etmektedir.

Bu yol; gayretullah'a dayandığı gün Kur'an-ı Kerim ve

hadis-i şeriflerdeki müjdeler gerçekleşecek, insanlık kurtulacaktır.

195


Benim muhterem okuyucum,

Bir ömrü tamamen milletinin hizmetine vakfetmiş ve

kırk yedi yıl durmadan ve yılmadan Müslüman ve Türk

düşmanlarıyla mücadele etmiş ve onların yıkıcı faaliyetleriyle,

bütün tarih boyunca milletimiz ve mukaddesatımız aleyhine

oynadıkları faciaları vatandaşlarıma elimden geldiği

kadar bildirmiş olmakla müteselli ve müftehirim. Bugüne

kadar cümlesi bedelsiz ve parasız olarak yazdığım üç bine

yakın makale ve telif ettiğim altmış eserin; bir DÖNME veyahut

bir farmason çıkıp da şu eserin şu parçasında bir yanlışlık

var diyememiştir. Çünkü bütün telifatımız noktasına,

virgilüne kadar hakikatin ifadesinden başka bir şey değildir

de ondan... Üstelik asil bir insan ve müslüman olarak kalemlerimizi

hiçbir zaman Yahudinin yaptığı gibi yalan ve iftira

çamuruna batırmaya tenezzül etmedik. Dürüstlük ve namuskârlık,

Müslümanlık ve Türklük rehberimiz oldu ve bu

yüzden, arkadan, kancık ve yalan iftiralardan, korkak ve

sinsi fısıltılardan başka bir itiraza hedef olmadık. Allaha bin

defa hamd-ü senalar olsun!..

Kitabın sahifelerini kaparken, biraz da eski vatandaşlarımız

ve dindaşlarımızın uğradıkları mezalim ve fecayiden

bahsetmek isterim, nedense bunlar yazılıp çizilmedi ve milletimizin

malumatına arzedilmedi. Onları bu eserde kaydetmekte

bir fayda olduğunu düşündüm:

1940-1941 senelerinde Almanlar Balkanları baştanbaşa

işgal etmişlerdi. Sırp farmasonlarından 33 dereceli General

Mihailoviç, ÇETNİK ismi altında büyük bir teşkilat kurmuştu.

Takriben binsekizyüz kadar azılı farmason bu Çetnik çetelerinde

fiilen vazife almış bulunuyordu. 1941'den 1944'e

kadar bu komiteciler Yugoslavya'nın muhtelif vilayetlerinde

ikiyüz elli bin müslüman Türkü kadın, erkek, çocuk deme-

196


den öldürmüşler ve her birini otomatik silahlarla vahşiyane

ve barbarca katl ve imha etmişler. Bunların tekmil günahları

«Müslüman» olmaktan ibaretti. Onlara Hıristiyan olmaları

teklif edilmişti. Kabul etselerdi kurtulacaklardı. Bu müminler

bunu yapmadılar ve bu yüzden mahv ve ifna edildiler.

Yahudiler altı milyon Yahudinin öldürülmesi iftirasiyle dünyayı

yaygaraya boğar ve bu avazeler aradan yirmi küsur sene

geçtiği halde artan bir hızla devam ederken, çoğu fatih

ordularının çocukları olan masum müslümanları müdafaa

sadedinde bizden en ufak bir isyan sesi ve en basit bir alâka

görülmedi. Bu aciz ve bu alâkasızlığa ağlamak lâzım amma,

o bile yapılmış değildir.

1944 yılının son aylarına doğru «ÇETNİK»ler, Tito'nun

partizanları karşısında mağlup olunca dört yüz elli kadar

farmason Çetnik, Selanik denizyoluyla İzmir'e iltica etmişlerdi.

Bunlar, hiçbir kaygu ve utanç duymadan Müslüman

Türk topraklarına geliyorlardı. Sanki ikiyüz elli bin Müslüman

Türkü öldüren caniler bunlar değilmiş gibi...

Devrin İzmir farmason mülkî âmiri başta olduğu halde

bu caniler ve katiller sürüsüne bağrımızı açıp «Tahsisat-ı

Mestureden = Örtülü Ödenek»den bol bol ihsanlar dağıtılmış

ve derin bir samimiyet içinde insan kasaplariyle sarmaş

dolaş olunmuştur.

Tito idaresi, bu farmason mücrimlerin Yugoslavya'ya

iadelerini istediği halde bizim farmasonlar buna yanaşmadılar

ve Müslüman katillerini Kanada'ya gönderecek kadar

ileri gitmişlerdir.

1945'te Tito Yugoslavya'ya tamamen hakim olunca, başta

Üsküp farmasonlarının başı ve Yahudilerin reisi olan Maşe

Piyala olduğu halde tabur tabur farmason Tito'nun etrafında

çöreklenmeye başlamıştır. Bu Yahudinin direktifi ile

Batı Makedonya, Sırbistan, Slovakya, Karadağ ve Hırvatistan

gibi eyaletleri kendi kontrol ve murakabesi altında tutan

197


gizli «OZNA» teşkilâtı kurulmuştur. İki, üç bin kadar farmason

1945'te hemen bu caniler çetesine iltihak etmişlerdir. Bu

katiller teşkilatı da, 1945'ten 1947'ye kadar Yugoslavya'nın

muhtelif vilayetlerinde yetmiş sekiz bin Müslüman Türkü

öldürmüşlerdir. Sebep? O kadar basit ve acıdır ki, söyleyip,

yazması bile insanın ciğerini yakar: Halleri ve vakitleri iyi

olduğu için... Yeni tabiriyle burjuva oldukları için...

1948'de mahut OZNA lağvedilerek yerine hepsinden

beter hepsinden daha kuvvetli «U.D.B.» adındaki teşkilat

geçmiştir. Bunlar; Oğuz Han neslinin Orta Asya'dan getirdiği

hudut bekçileri ve fetih piştarları, yani öncüleri olan halis

kan Türk ve imanlı Müslümanları hiçbir şeyden perva etmeden

son ferdine kadar imha etmek vazifesini üzerlerine almışlardır.

Çingeneler, dönmeler ve satılmış vicdanlar bu mezalim

ve tazyikten müstesnadır!...

Medeniyetin yıkılmamış hangi tarafı kalmıştır?!

Onu yeniden ihya etmek bütün dünyanın milliyetçi evlatlarının

vazifesidir...

198


BİR NUTUK

Büyük ve Birleşik Amerika devletinin kurucularından

şöhreti dünyayı sarmış olan BENJAMİN FRANKLEN, Amerika

kurucu meclisinin 1789 içtimamda şu tarihî nutku vermişti:

«Efendiler!

Yahudiler, yerleştikleri her memlekette, normal hayat

seviyesini tahrip etmişler ve ticaret şeref ve haysiyetini

düşürmüşlerdir. Bunlar her zaman esas milletten mânen

uzak durmuşlar ve kaynaşamamışlardır. Bunlar hükümet

içinde hükümet kurmuşlar ve kendilerine karşı koyulduğu

zaman, mukavemet gösteren milleti malî ve iktisadî bir

şekilde boğmaya çalışmışlardır. Son günlerde İspanya ve

Portekiz hadiseleri de bunu göstermektedir. 1700 seneden

fazladır, Yahudiler sızlanmaktadır. Bilhassa vatansız kaldıklarını

ileri sürüp diğer milletlerden yardım istemektedirler.

Fakat efendiler, eğer bugün medenî dünya kendilerine

«FILISTIN»i verecek olsa dahi birçok Yahudiler oraya

gitmemek için türlü mazeretler bulacaklardır. Bunun sebe-

199


bi nedir? Çünkü yarasalar diğer vampirlerin sırtından geçinemezler!

İşte bu Yahudi vampirler, kendi aralarında ekmek çıkaramazlar,

onlar diğer milletlerin, başka dinden ve başka

ırkdan olanların sırtından geçinirler.

Eğer meclis tarafından Yahudiler Birleşik Amerika'dan

kovulmazlarsa, yüz seneden daha kısa bir zaman

içinde bunlar memleketimize öyle bir akın yapacaklardır

ki, bize hâkim olup bizi mahvedeceklerdir.

Bununla da kalmayıp her türlü fedakârlığı yapıp

meydana getirdiğimiz Amerika'yı yavaş yavaş değiştirerek

ona bambaşka bir şekil ve hüviyet vereceklerdir. Eğer Yahudileri

kovmazsak iki yüz seneden kısa bir zaman içinde

çocuklarımız tarlalarda çalışıp, sevinç içerisinde kendilerinden

geçmiş olarak ellerini uyuşturan Yahudi efendilerini

besleyeceklerdir.

Efendiler!

Sizlere ihtar ediyorum, eğer Yahudileri kovmazsanız,

senelerce sonra torunlarımız büyük babalarına LÂNET

edeceklerdir. On nesildenberi aramızda yaşadıkları halde

Amerikan tefekkür tarzını benimsememişlerdir. Zaten

sırtlanın canı çıkar huyu çıkmaz. Tekrar ediyorum ki: Yahudiler

bu topraklar için tehlikedir, Yahudiler bizim varlığımızı

mahvedebilirler. Bunlar kanun yolu ile bu vatandan

kovulmalıdırlar!»

Benjamen Franklen'in bundan yüz yetmiş dört sene evvel

söylediği bu uzağı gören nutuk bugün olayların belagatiyle

yüzde yüz gerçekleşmiştir. Bugün Yahudi iktisadî, içtimaî,

harsî, maddî ve manevî her sahada Amerika'yı eline ge-

200


çirmiş ve ona sahip olmuş vaziyettedir. Bu hâl, bu eserde

misalleriyle açıklanmıştır.

Franklen'in dediği gibi bugünün nesli bu GÖRÜNMEZ

müstevliye LÂNET okumaktadır.

Sade bu kadar da değil, bu erkek milletin fedakâr evlatları,

bu acıklı hale son vermek için direnmeye, başkaldırmaya

başlamıştır. İçlerinde senatör, eyalet valisi, general, amiral,

mütefekkir ve gazeteci olmak üzere milletin seçkin evlatları

mücadeleye başlamışlardır.

İngiltere'de olduğu gibi şimdi Amerika'da da kıyamet

kopmuş, Yahudi belâsını defetmek için, tarihin şimdiye kadar

şahidi olmadığı bir savaş başlamıştır. Bu hususta sarfedilen

gayretler ve bu uğurda harcanan paralar cidden cesaretimizi

arttıracak derecededir.

Bu savaşa önder olan büyük insanların sayısı o kadar

çoktur ki, birer birer isimlerini yazmak için ciltler kâfi gelmez.

Yalnız Amerika'yı değil bütün medeniyeti yıkmak için

çalışan bu menfur zümre şimdi artık başıboş değildir... Bundan

evvelki sahifede isimlerini yazdığımız büyük rütbeli askerler,

medeniyeti kurtarmak için var kuvvetleriyle çalışmaktadırlar.

Bu zevatın her biri, ordunun en yüksek kademelerinde

vazife gördükleri için, avamın gözünden kaçmış

olan bütün acı hakikatleri gözleriyle görmüş ve bayrak kaldırmışlardır.

Milletlerinin büyük ekseriyeti bu kahramanların

ardı sıradır. Böyle olduğu halde yahudi teşkilatının

korkunç ve o nisbette şaşkın hareketi bu kurtuluş hamlesini

dünyadan gizlemeye çalışmaktadır.

Bugün milletler soğuk bir harp içindedir. Yahudi bunu

sıcak harbe çevirmek için var kuvvetiyle çalışmaktadır. Harp

sanayii rakipsiz ellerindedir. Öte yandan, dünyanın lideri

olan Amerika'nın hakikatleri gören evlatları da insanlığı

üçüncü bir harpten ve medeniyeti yıkılmaktan kurtarmak

201


için, canlarını dişlerine takmışlar, olanca azimleriyle çalışmaktadırlar.

Biz Müslüman olarak, İSRAİL oğullarının başına gelecek

ve kendilerine Kur'ân ile bildirilen;

«Onlara dünyada rüsvâylık, âhirette de azâb-ı azim

vardır» va'd-i ilahisine o kadar inanıyoruz, o kadar

inanıyoruz ki!,..

SON

202


Cevat Rıfat Atilhan

İĞNELİ

FIÇI

Merhum Üstad'ın en önemli eserlerinden olup

elinizden bırakamıyacaksımz.

Bu eserde "Yahudilik" ve "Masonluk" ile ilgili

bilmediğiniz çok değerli vesikaları ve bilgileri bulacaksınız.

Yakında!...


(Merhum) Milis General

Cevat Rıfat Atilhan'ın kaleminden

İSLAMİ SARAN TEHLİKE

SİYONİZM

VE PROTOKOLLAR

Tarihin ve insanlığın kendini tanıdığı günden

bugüne kadar Siyonizm'in Islâmiyete ve insanlığa

karşı yaptığı kötülükleri tekmil vesikaları ile

isbat eder...

www.atilhan.tr.cx

www.atilhan.netteyim.net

http://atilhan.4t.com


DÜNYA

İSTİLACILARI

Cevat Rıfat Atilhan

Evet... Yahudiler Dünya'yı

nasıl İstilâ ediyorlar?....

Bu kitapta....

www.atilhan.tr.cx

http://www.atilhan.netteyim.net

http://atilhan.4t.com

http://atilhan67.sitemynet.com

http://www.geocities.com/atilhan67


Cevat Rıfat Atilhan

İNSANLIĞIN KANSERİ

FARMASONLUK

...............................................?

www.atilhan.tr.cx

http://www.atilhan.netteyim.net

http://atilhan.4t.com

http://atilhan67.sitemynet.com

http://www.geocities.com/atilhan67

Bu kitapları Web Sitemizden download edebilir, online olarak

internette web sitemizden okuyabilir ve arama yapabilirsiniz.

Sitemize mutlaka ugrayınız..

BİLGİSAYARINIZA MUTLAKA İNDİRİNİZ:

1 - Tarih Boyunca İslam Hakimiyeti ve Uğradığı Suikastlar

2 - 31 Mart Faciası (1.125 KB PDF)

3 - Musa Dağı (606 KB PDF)

4 - Suzi libermanın Hatıra Defteri (619 KB PDF)

5 - Bütün açıklığı ile İnönü Savaşları ve Hakiki Kahramanları

6 - Menemen Hadisesinin İç Yüzü (469 KB PDF)

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!