Medeniyetin Batisi - Cevat Rifat Atilhan
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
MİLİS GENERAL
CEVAT RIFAT ATİLHAN
MEDENİYETİN
BATIŞI
www.atilhan.tr.cx
http://www.atilhan.netteyim.net
http://atilhan.4t.com
http://atilhan67.sitemynet.com
http://www.geocities.com/atilhan67
Cevat Rıfat Atılhan'ın Eserlerini
Web Sitemizden download edebilir, online olarak
internette web sitemizden okuyabilir ve arama yapabilirsiniz.
Sitemize mutlaka ugrayınız..
TAKDİM
Her canlı varlığın hayatı, doğumla ölüm arasında cerayan eden kudret
kalemi ile yazılmış bir senaryodur. Nasıl, bütün tiyatro eserleri aynı derecede
hikmet, ibret ve fevkalâdelikler ihtiva etmezse, ilâhî senaryolar da
böyledir. Bazılarını efal-i âdiyeler (sıradan, olağan hadiseler) doldururken,
diğer bir kısmı da büyük ve müessir hadiselerin teselsülü içinde akıp
gider.
Bu âlemi zıtlar arasında bir dengeye memur kılmış olan, Cenabı- Hakkın
takdirine istinad ettiğinden bütün oluşlar (vukuat ve şuûnât) ilâhi bir
memuriyetin icabıdır. Her memuriyetin ehemmiyeti, tesir sahası ve iktidarı
aynı olmadığı bir bedahettir.
Yakinen tanımak şerefine nâil olduğumuz rahmeti Cevat Rıfat ATIL-
HÂN, cihanşümul Osmanlı İslâm Devletinin yıkılış macerası hengâmında
hem fiilî, hem de fikrî bakımdan takdire şayan bir senaryonun kahramanıdır.
Eskilerin tâbiri ile sahib-us seyfi vel kalem, yani hem kılıç ve hem de
kalem sahibi bir şahsiyettir.
Romanya'daki Galiçya'dan, Filistin çöllerine kadar her cephede vatanı
için kılıç kullanmış olan Cevat Rıfat ÂTİLHAN Bey, askerlik hayatına
mülâzım (teğmen) olarak başlamış ve T.B.M.M kararı ile paşalığa (generalliğe)
kadar yükselebilmesi için ne büyük muvaffakiyetlerin kahramanı olması
gerekeceğini, okuyucuların takdirine bırakıyorum.
CEVAT RIFAT ATİLHAN
Bu askerî hizmetleri ifâ ederken, yıkılışımızı hazırlayan gizli düşman
faaliyetini bütün incelikleri ile kavramak fırsatını, elde eden merhum, Türk-
Yunan Harbi'nden sonra bir çoklarının yaptığı gibi uzlet köşesine çekilmeyip
bu defa kendisini daha çetin ve memleketin geleceği için daha müessir
bir başka mücâdelenin içinde bulmuştur. Keskin kılıcı kadar müessir kalemi
ile atıldığı ve ömrünün sonuna kadar devam ettirdiği bu yeni cidalde
Cevat Rıfat ATİLHAN Bey, din ve devletimizin ezelî düşmanı Yahudi'nin
bütün gizli emellerini ortaya koymakta o derecede başarılı olmuştur ki,
bugün O'nun bir eserini olsun görmemiş ve okumamış şuurlu bir müslüman
tasavvur olunamaz!.
Bu babdan bir takım sözde münevverlerin hâlâ farkına varamadığı pek
çok acı gerçek. O'nun yüce himmeti sayesinde yörük çadırlarına kadar her
vatan endişesi terennüm olunan mahalde müzâkere edilen bir numaları
mes'ele olmuştur. Kendisini Hitler'le işbirliğine kadar faal kılan bu yeni
kavga da O'na askerî hizmetleri gibi Dünya plânında hiç bir menfaat te'min
etmemiştir. Zira o, bütün ömrü boyunca Cenab-ı Hakkın rızası ve milletinin
selâmeti dışında hiç bir emelin-sahibi olmamıştır. Tevâzu, mahviyyetkârlık
ve istiğnayı kendisine temel bir şiar edinmiş bulunan merhumdan arta
kalan yetmiş küsûr "Nâr-ı Beyzâ" eserle, lekesiz, saf ve kahramanlık
tedâî ettiren şerefli bir isimdir.
Bu defa o büyük ismi unutturmamak ve O'nun her biri birer tabur asker
mesabesindeki eserlerini yeniden cidale sevketmek üzere, yayınlamaya
başlayan "Sinan Yayinevi"ni bu hayırlı teşebbüsünden dolayı tebrik eder,
bu güzel vesile ile merhum Cevat Rıfat ATİLHAN Bey'e Cenab-ı Hak'tan
sonsuz rahmet ve mağfiretler niyaz ederim.
Kadir Mısıroğlu
Kuleli 5 Ağustos 1995
Bu; altmışıncı eserimi, en kıymetli kızım, cesur, kahraman, vatansever
sevgili yavrum, neşriyatımın ve mefkuremizin sembolü
Aykurt Atilhan'a ithaf ediyorum.
Bütün aziz okuyucu ve mefkûre arkadaşlarım önünde sana
sesleniyorum kızım:
Seni, okulundan ve vatanından uzaklaştıran o Yahudi ve dönmeler,
babanı da seni ve torunlarını görüp hasretini gidermekten de
mahrum bıraktılar. Fakat korkutup yolundan döndüremediler.
Onların paraları, görünmez kuvvetleri, korkunç tesirleri ve gizli
teşkilâtıyla, yalan ve iftiraları ve çamur kampanyaları ile, değil
yalnız beni, güya hürriyet diyarı olan Amerika'nın en mümtaz
evlâtlarını, sayılı kahramanlarını, general, amiral, senatör, meb'us
ve milliyetçilerini de aynı baskı altında tutmaktadırlar. Bütün bunların
tafsilâtını bu kitapta okuyacaksın.
Fakat, benim arslan kızım ve yaralı yavrum, şuna inan ki, ergeç bir
gün tekmil müslüman milletler bu kahrolası azınlığın hakkından
gelecektir. Biz de mücadelemize devam edeceğiz. Sen bunlarla
teselli bul ve doğuracağın bütün yavrularını bu mukaddes dava
yolunda yetiştir. Allah sana yardımcıdır.
13
MEDENİYETİN BATIŞI
«Birleşmiş Milletler Anayasasının 19. maddesi şöyle der:
«Her şahıs, düşünmek ve düşündüğünü açıklamak hakkına
sahiptir. Bu hak, herkese tanınmıştır. Hiç kimseye imtiyaz
verilmeksizin ve resmî makamların müdahalesi olmaksızın
her doktrini ileri sürmek serbestisi ve tefekkürü izhar,
memleket hudutları nazarı itibara alınmaksızın her nevi ifade
vasıtasiyle neşriyat yapmak serbesttir.»
14
İNSANLIK DÖNÜM NOKTASINDA!
Dünya siyaset alemindeki umumî şaşkınlık gittikçe artmaktadır.
Üzerinde yaşadığımız memleketlerin perişanlığı
hazin bir manzara arzediyor. Nesillere miras yoluyla intikal
eden bugünün kültürü, cümlemizi derin derin düşündürüyor.
Bir zamanlar hayal ve yahut uydurma olduğu iddia edilen
«Benî İsrail'in Protokolları» bugün harfi harfine tatbik
sahasındadır. Bu hâl, artık örtülüp gizlenmiyecek bir kerteye
gelmiştir. Yahudiler de bunu inkâr etmekten vazgeçmişlerdir.
Şimdi aklı başında olan ve mantık dairesinde düşünebilen
her insan, dünyamızın cezri bir şekilde yeniden ihyası ve
makul nizam prensipleri esası üzerinde ve tekmil halkların
hürriyet ve haklarını tekeffül edecek bir tarzda kurulmasını
istemektedir.
Milletlerin kültürünü soysuzlaştırmadan inkişaf ettirmek
ve her milliyetçiyi tatmin edecek bir tarzda düzenler
kurmak günün en doğru ihtiyaçlarındandır.
* * *
Milletlerin birleşmesi, günümüzün en mühim şartı ve
ihtiyacıdır.
Asırlardanberi milletlerin birbirlerini yemesi, sonsuz
derecede maddî ve manevî zararlara ve kayıplara uğraması
15
ve pek çok kurbanlar vermesinden sonra, artık yakın bir zamanda,
bir menfaat birliği ve istikbalin emniyeti nam ve hesabına
bir tesanüt vücuda getirilmesi, daha başka bir tabirle
mazinin acı hatıralarından ders alarak umumî bir tesânüd
ve vahdet halinde yaşamak bir zaruret haline gelmiştir. Ancak
bu suretle, iki buçuk milyarlık insan kitlesine karşı cephe
almış olan on milyonluk Yahudinin hile ve desisesine ve
insanlar arasına ektiği fesat ve iftira tohumlarına karşı koymak
mümkün olacaktır.
Tarihten aldığımız ders ve tecrübeler, bize istikbale doğru
atılacak adımlarda, kader yolunun ancak bu suretle birlikte
aşılacağını göstermektedir. Aksi takdirde dünya dağınık
ve gayrı mütesânid olmak yüzünden mahvolacaktır.
Ve kuvvet blokları arasında ezilecektir. Devamlı surette
büyüme ve kuvvetleşme istidadı gösteren bu dev bloklar,
muazzam sömürücü kuvvetleriyle münferit ve küçük milletlerin
müstakil olarak yaşama şanslarını ve imkânlarını yok
edeceklerdir. Düne kadar düveli muazzama dediğimiz büyük
devletler için dahi bu tehlike aynen varittir. Kaderin eli
kapılarımızı çalmaktadır. Sulh, pamuk ipliğinde sallanmakta
ve şaşkına dönmüş olan insan toplulukları, ürkmüş ve yılmış
bir halde «NewYork» ve «Moskova»daki büyüklere
bakmaktadır. Tıpkı koyun sürülerinin önlerindeki güdücü
koyuna baktıkları gibi... Böylece bugünün bedbaht insanları
büyüklerin her sözünü hassas terazilerde tartıp her cümleden
bir mâna çıkarmak istemektedir. Korktukları şey, iki
cepheden bir zırdelinin günün birinde bir düğmeye basıp cihan
harbini çıkarmasıdır.
Acaba yakın bir gelecekte, dünyayı tek taraflı ideolojilerle
idare eden parti politikacıları; kıpkızıl, kan kırmızı
ufukların işaret ettikleri felâketleri görebilecekler mi ve siyasî
rotadan çıkmış olan milletler gemisini ana hatta tekrar so-
16
* Şimdi beş buçuk milyar.
kabilecekler mi? Bu uğursuz ve kara günleri evvelinden görebilecekler
mi? Yoksa kendi ihtirasları ve idraksizlikleri yüzünden
milletleri bile bile ve göre göre, medeniyetleriyle birlikte
batıracaklar mı?
Artık insanlığın karar verme ve tedbir alma zamanı gelmiştir.
Fakat bu işi, kimlere hizmet ettiklerini bildiğimiz kaşarlanmış
politikacıların başaracaklarına inanmak zordur.
Demokrasilerin bugünkü şekilleri LAÇKA olmuş, çığrından
çıkmış, kısırlaşmıştır. Çünkü ana prensiplerinin çoğu
tenakuz halindedir. Ve hayatın tabiî kanunlarına zıddır. Bu
sebepten ötürü ve bu doktrinler, günün dinamik neşvü nemasına
ve icaplarına uymak hassasını kaybetmiş birlik hayatını
ihya edecek vasfı ve siyasî insiyatifi yok olmuştur.
ONLARI ESERLERİNDEN, MEYVALARINDAN
TANIYINIZ!..
Bu meyvalarm mühim kısmı çürümüş veyahut ekşimiştir.
Hatta bazıları zehirli olup, yenmesi tehlikeli ve imkânsız
hâle gelmiştir.
Demokrat devlet, sanat ve idaresinin, şu geçen kırk yıl
içinde önümüze serdiği hadise ve neticeleriyle tetkik edecek
ve manevî mağlubiyetler ve kötü hareketleri yan yana sıralayacak
olursak, milletlerin ne kadar çile çekmiş ve ne çeşitli
işkence merhaleleri geçirmiş olduklarını görürüz. Hind fakirlerinin
yaptıkları gibi insanları çivili tahtalar üzerinden
ve dikenli, meşakkatli ve ızdıraplı yollardan nasıl geçirdiklerini
görecek olursak, sonumuzun çok acı biteceğine hükmetmek
icabeder.
Bu, kanla mülemma yolun kenarında yalnız İkinci Dünya
Savaşında elli milyon insanın cesetlerinin yığıldığı görülmüştür.
Bunların ekserisi medeniyetin seçkin ve mümtaz
evlatlarıdır.
17
Bu ölülerin kemikleri ve vatanları ile birlikte Yalta'da
Tahran'da, Postdam ve Londra'da gayet hissiz ve soğukkanlı
olarak kumar masasına konmuştur. (1) Bu kumar masasında
mesela KATİN ormanlarında işlenen korkunç cinayetlerde
bir sistemin şikâyetçisi idiler. Bu sistem ise, zaferlerini kutlamak
için ilk atom bombalarını Hiroşima ve Nagazaki üstünde
patlatıp ondan sonra komünist sürülerini, hak ile
yeksan edilmiş Avrupa'ya salıvermişler ve onlara katliam,
ifna, ırza tecavüz ve imha emriyle hudutsuz soygunculuk
ve cinayetler yaptırmışlardır. Halbuki bu hudutsuz nefret
anında demokrasiler, hiç bir milleti boyunduruk, esaret ve
açlık altında bulundurmayacaklarını ve her millete ebedî
sulh hazırlanacağı vaadinde bulunmuşlardı.(2) Fakat milletler
siyasî bir ümitsizlikten doğan şaşkınlık içinde bir gece
zarfında Moskof boyunduruğu altına girerek kendilerini iflasa
sürüklediler.
Hepimizin bildiği gibi garplılar, komünistlere sadece en
iyi silahlarını değil, bundan başka istihsal sırlarını da ellerine
vermekle moskofların her iki cihan harbinde en çok kâr
temin eden devlet olarak çıkmasına sebep ve önayak olmuşlardır.
Bu yetmiyormuş gibi, komünizmin tek panzehiri olan
dünya Milliyetçilerini de imha etmek suretiyle beşeriyeti
derin bir felâket uçurumuna sürüklemişlerdir. Böylece demokrasi
sistemleri, kendi bindikleri dalı bizzat kendileri kesmiş
ve sistemlerini gülünç ve inanılmaz bir hale sokmuşlardır.
Bundan dolayı da komünizm bugün, bütün yeryüzünde
geniş bir cephede umumî taarruza geçmek için hazırlanmaktadır.
Böylece, İkinci Dünya Savaşında komünistlere yardım
edenler, Moskoflara vermiş oldukları silahlar ve icatların
kendilerini yoketmek için daha mütekâmil bir şekilde kendilerine
döndüğünü göreceklerdir.
(1) Mesela Hollanda Yahudi asıllı Rozvelt'in Yahudi Stalin'e Türkiye ve
Boğazları peşkeş çektiği gibi...
(2) Ebedî harp.
18
- Demokrasiler; haksız tutumları ve dünya siyonizminin
perde arkasında oynadığı rolün ve tahrikin farkında olmadan
komünizmi sinelerinde beslediklerini takdir edememişlerdir.
Bu, kanla mülemma yolun kenarında yalnız İkinci
Dünya Savaşında elli milyon insanın cesetlerinin yığıldığı
gürülmüştür ki, bunların ekserisi medeniyetin seçkin ve
mümtaz evlatlarıdır.
LENİN kendi zamanında:
«Burjuvaziler bir gün gelecektir ki komünistler tarafından
bir an evvel asılmak ve acele ile kendi iplerini çekmek
için birbirleriyle yarış edecekler ve kuyruğa girip sıra bekleyeceklerdir.»
sözü ile istikbali iyi gördüğünü ifşa etmişti. Demokrasiler,
ruhî iktidarsızlıkları yüzünden iki dünya harbiyle ortalığı
kasıp kavurmuşlarsa da, milletler davasının hiç birini çözememekle
yetinmemişler, aksine olarak eskilere yeni muammalar
ve meseleler ilave etmek suretiyle dünyayı ve beşeriyeti
daha muzlim bir karanlığa sürüklemişlerdir. Bununla
demokrasiler, hedeflerinden ve gayelerinden asla şaşmayan
komünistler tarafından daha büyük ve çıkışı olmayan çıkmazlara
zorlanmaktadır. Komünistler ise «Hayat standardı
demokrasisi»nin çürük binasını kundaklamakta berdevamdırlar.
Üstelik bütün dünya muvacehesinde de demokrasilerle
alay etmektedirler.
Barikatların arkasından ilk atılacak kurşun ve ilk çekilecek
tetik, yeni ve eskilerinden çok daha korkunç bir dünya
harbinin başlangıcı olabilir. Şu anda en taze misal olarak,
içinden çıkılmaz bir mesele haline gelen Berlin işi ileri sürülebilir.
Orası muazzam bir temerküz kampı manzarası göstermektedir.
Bir esirler devletinde mahkum olarak yaşamayı
kabul etmeyen hürriyet aşığı her insanın mania hatlarını
geçmeğe çalıştığı sırada tereddütsüz olarak öldürüldüğünü
her gün gazetelerde okuyoruz. Aynı zamanda bu hadiselere
19
karşı dünya vicdanının ve büyük devletlerin de ne kadar hareketsiz
ve alâkasız olduğunu da görüyoruz. O büyük devletler
ki, başkumandanları ve büyük devlet adamlarını bir
kaç Yahudi için mahkemeye çekip vahşice öldürmüşler ve
bunun için de uçakla taa Amerika'dan Yahudi cellat getirmek
küçüklüğünü de göstermişlerdir.
Batı Berlin'i bir tarafa bırakalım, hâlâ milletlerin vicdanında
taptaze kanamakta olan Macar hâdiseleri karşısında
demokrasiler hissiz ve hareketsiz kalmışlardır.
Gariptir ki, dünya vicdanı, hak ve hürriyetlerin böyle
ulu orta çiğnenmesine karşı demokrasilerin pasif ve korkak
tavırları karşısında, daima taviz vermeye hazır bulunmaktadır.
Şu da inkâr edilemez ki, demokrasi cephesinde de, ergeç
olmakla beraber, bu zararlardan aklı başına gelen ve felâket
ve ölüm yığınlarından harekete geçen bir çok erkek
sesler yükselmeğe başlamıştır. Gariptir, bunların arasında iflas
etmiş siyaset- adamları ve ÇÖRÇİL tipinde maceraperest
insanlar da vardır. Harbi tahrikte birinciliği alan Çörçil denilen
adam, ikinci Dünya Savaşının çıkmasında ön planda gelen
mesullerden biridir. Zira bu adam, şuursuz bir nefretle
harbi teşvik etmiş ve bir emrivaki haline sokmuştur. Bu
adam, bu yüzden kendi memleketinde gözden düşmüş ve
İngiliz imparatorluğunun yıkılmasına ve İngiltere'nin o
muhteşem mevkiden ikinci plana düşmesine sebep olmuştur.
O'nu dünya Yahudiliği bu hale sokmuştur. Bir zamanlar
Yahudilerin şiddetle aleyhinde bulunan ve sonra Yahudinin
kucağına düşen bu zat, sonradan tekrar hakikati görmüş gibi
oluyor amma, sekseninden ve iş işten geçtikten sonra neye
yarar?!..
Bir ayağı çukurda ve yarı mefluç bir vaziyette olan Çörçil'in
nedamet ve vicdan azabı içinde, işlediği kötü hareket-
20
leri yani Almanya'ya reva gördüğü haksızlıkları hatırlayarak:
«Biz yanlış domuzu öldürdük.» demesi tarihe geçmiştir.
Bu cümle; Çörçil'in malum bozguncu Farmason ve Siyonist
çevrelerin övdükleri gibi büyük bir siyaset adamı vasfını
haiz olmadığını göstermiştir.
Çörçil, hatıratında, harp esnasındaki yanlış hareketlerini
hakikî bir ahlak sahtekârlığıyla örtbas etmeye çalışmış,
yüksek dereceli Farmason olduğu halde kendisini samimî
bir dindar göstermek suretiyle Anglo-Sakson dünyasını aldatmıştır.
Hatıratındaki tekmil beyan ve izahlar objektif olmayıp
yarım hakikatlerle doludur. Halbuki harbin hakiki çıkış
sebepleri, hazırlanış kısımları, milletler arası bozguncularla
yapmış olduğu samimî işbirliği —ki bunun Amerika'da
göze çarpan temsilcisi Ruzvelt idi— ve harpten tekmil teferruatiyle
hazırlanmış olan Polonya harbini desteklemesini
Rozvelt kabul etmişti. Çörçil hatıralarında bütün bu, çok
mühim noktaları meskût geçmektedir. Bunun için de bu ve
buna benzer diğer karanlık noktaların gün ışığına çıkması
korkusuyla, davet edildiği NÜRNBERG mahkemesine şahit
olarak çıkmağa cesaret edememiştir.
Çörçil ve hempaları, tarihte İngiliz imparatorluğunun
ve Avrupa'nın yıkıcıları olarak zikredilmekten kurtulamayacaklardır.
Çörçil, nam ve hesabına çalıştığı- habis ruhların tesirine
kendisini kaptırdıktan sonra bundan kurtulmanın
mümkün olmadığını anlayarak Postdam'da partiyi kaybettiğinin
farkına varmıştır. Bugün, bütün bu sihirbazlıkları ortadan
kaldıracak kudretli adam kim olabilir? Kuruşçev mi,
Kennedy mi, hangi lider?
Bu iki dev blokun temsilcileri sade Cenevre'de değil,
hatta bütün konferanslarda daima sulh taraftarı olduklarını
tekrarlamaktadırlar. Bundan başka, bütün memleketlerde
dünya barışı için cemiyetler kurulmuştur; insanları sulh
mevzuunda olgunlaştırmak için kongre üzerine kongreler
21
akdedilmektedir. Güya insanlar sulha teşne ve hazır değillermiş
gibi... Cenevre'de, milletlerin barış ve silahsızlanma
heyetleri on seneden beri kan ter içinde çalışarak nükleer silahların
lafını etmekte, silahsızlanma ve kapitalizm ile komünizm
arasında barışçı bir işbirliği zemini hazırlamak için
gayret sarfetmektedirler.
Fakat bütün tarafların arzuladığı hakiki sulh elle tutulur
olduğu halde bütün bu heyetlerin insiyatif ve karar azmi
o sihirli hududu bir türlü geçemiyor. Bir çare gözüktüğü zaman
da rakibini tayin etmek bakımından bazı harfler ve teferruat
üzerinde tökezliyorlar ve bir türlü bu sulhperver insanlar
bu şeytanî çemberin dışına çıkmaya muvaffak olamıyorlar.
Hadiseleri heyecan ve alâka ile müşahede edenler, müşterek
bir hedefe varmak için bu kadar büyük gayretlerin bir
araya geldiği halde iyi niyetlerin bir türlü muvaffak olamamasına
hayret ediyorlar. Bu sebeple bu sulh simsarlarının faaliyetlerine
şüphe ile bakanların itimatsızlığını tabiî görmek
lâzımdır.
Atom ve silahsızlanma konferanslarını kötü gözle görenler
ve senelerden beri devam eden bu konferansların sadece
birer tiyatro oyunu olduğunu iddia edenler çoktur. Hakim
olan fikir, senelerden beri devam eden bu konferansların,
rakiplerin Nükleer silahlar mevzuundaki terakkisine yetişmek
üzere zaman kazanmak için yapıldığı yolundadır.
Cenevre sahnesindeki murahhas figüranlar, sulh boruları
çala dururken, perde arkasındakiler daha büyük, daha
yok edici bombaları bir an evvel hazırlamaya çalışıyorlar. Bu
korkunç süper bombayı ilk imal edecek olan taraf, düşmana
ve rakibine diz çöktürecektir»
İki tarafın laboratuvarları kısa müddetler içinde gittikçe
büyüyen dev bombalar imal etmekte ve her defasında bunların
milyonlarca tonluk trotil = infilak kudreti artmakta ve
22
bu infilak kudretiyle rakip tarafı sindirip taviz verdirmeğe
hazırlamlmaktadır. Aynı zamanda feza yolculuğu sahasındaki
ilmî ve teknik muvaffakiyetlerden propaganda bakımından
istifade edilmektedir. Bütün bunlar sözüm ona sevgili
sulh namına yapılmaktadır. Acaba bu gülünç sulh oyununun
sonu neye varacaktır?...
23
YENİ VASITALARLA YENİ SİYASET
Muztarip insanlık sulh ve sükuna kavuşmak istiyorsa,
bu şekilde yoluna devam edemez. Zamanımızın meselelerini
halletmek için; yeni, objektif ve makul tedbirlere başvurulmalı,
ilmî ve umumî bir hayat görüşüne dayanmalı ve bu
noktai nazardan devlet mefhumu bütün milletlerin müşterek
mesaisiyle yeniden ihya edilmelidir. .Bu mefkurenin gerçekleşmesi
için zamanın ve günün şartlarına mukavemet
edecek ve bunun uhdesinden gelecek müstakil fikirli, hür ve
yapıcı erkek adamlardan müteşekkil yeni bir varlığın lüzumu
aşikâr ve zaruridir.
Kısmî, yani bugünün tek taraflı parti politikası milletlerin
sükun içinde arzu ve karakterlerine uygun şekilde gelişmelerine
manidir. Çok partiler, milletlerin toplu kuvvetlerini
mümkün olduğu kadar fazla parçalara ayırıyor ve bugünkü
demokrasilerde görülen tipik ve cılız vaziyeti meydana getiriyor.
Bundan dolayı bugünkü sahte demokrasilerin siyasî
sahneden çekilmesi katiyen şart ve zaruridir.
İdeolojik kökleri ve kumanda mevkileri yabancı topraklardan
olan siyasî partilerin —ki bunların ekserisi her zaman
muayyen insan gruplarını ideolojik ve hodgâm menfatleri
uğrunda harcarlar— bozguncu faaliyetlerinden kaçınmak
zaruridir. Bunların bizzat şahidi olduğumuz muzır faaliyetleri
bütün millî teşekkülleri tahrip etmektedir. Başka bir
24
ifade ile: Siyonistlerin ve Farmasonların tuttuğu guruplar
ve şahısların muvaffakiyeti diğer asil kitlenin daima aleyhine
tezahür etmektedir.(1)
Parti politikacılarının ekseriyeti, mesuliyeti müdrik, karakter
sahibi, milletine ve vatanına bütün kalbi ve mevcudiyetiyle
ruhî varlığıyle hizmet edecek şahsiyetler olmayıp
daha ziyade iktidar hırsiyle tutuşan ikbalperestlerden müteşekkildir.
Bunlar, parti umdelerinin mahdut hudutları üzerinde,
esası görmeden iktidara çıkmak isterler... Mücadele
metotlarının ve politika oyunlarının ana prensibi şudur:
PARÇALA VE HÜKMET!
Bu münasebetsiz ve terakkiye mani vaziyet kökünden
değişmeli ve bunun yerine, cemiyetin umumî menfaatine
yarayacak sıhhatli ve düzenli bir devlet düşüncesi ikame
edilmelidir. Böylece, bilhassa çok partili memleketlerde yaygın
bir şekilde görülen su-i istimal ve su-i idare ortadan
kalkmış olur. Çeşitli meslek teşekküllerinin hususî ve iktisadi
bir surette korunması için meslekî encümenlerin kurulması
lâzımdır. Bu komisyonlara her nevi meslek gruplarının
en mümtaz şahsiyetlerinin seçilmesi şarttır.
Bütün bu âmilleri gözden geçirirken her memlekette
DÎN mevzuununda karşı tarafların gaye ve emellerine alet
edildiği de hesaba katılmalıdır. Bütün dinlerin asliyetindeki
safiyeti bozarak çeşitli mezhepler vücuda getiren şahısların
dinleri çığrından çıkardığı ve her parçasını başka bir guruba
alet ettikleri görülmüştür, Amerika'da iki bin mezhebin
mevcut olması ve bilhassa İngilizlerin birçok sapık İslâm
mezheplerini desteklemesi bunun en canlı misalidir.
Dinleri insan vicdanından koparıp devlet içinde entrikalara
alet eden Yahudiler, Avrupa'da kiliselerin en yüksek
(1) Etrafımıza biraz bakar ve dikkat edersek bunu bütün canlılığı ile karşımızda
görürüz.
25
mevkilerine çıkmış, dinlere sızmış, birçok kara kuvvetleri
idare ettikleri ve son zamanlarda kiliseler birliği namı altında
yeni entrikalar çevirdikleri de mühim hadiselerdendir.
Memleketimizde zaman zaman görülen din düşmanlığının
aynı Yahudi menbalarından ilham ve kuvvet aldıkları
da isbat edilmiş acı hakikatlerdendir.
Hıristiyan din adamları, İncillerden Yahudi aleyhdarı
cümleleri çıkarmak için çok ciddî ve ağır teşebbüslere girişmişlerdir.
Müslümanlara gelince, demirperde gerisinde yine bu istikamette
büyük faaliyetler göze çarpmaktadır. Muhiddinof
isimli, Sovyet idaresinin en yüksek kademelerine çıkmış
olan müslüman isimli bir şahsiyetin reisliğinde Kur'an-ı Kerim'i
istedikleri tarzda tefsir ve işlerine gelmeyen ayet-i celileyi
bir yolunu bulup gürültüye getirmek hususundaki gayretler
hep bu cümledendir.
Türkiye'de, Farmasonluk gibi kökleri dışarda milletlerarası
bozguncu kuvvetler salma, serbest gezerken ve her
türlü fesadı yapar ve yaptırırlarken müslümanlığın en masum
ve meşru hareketlerine kötü mânalar vererek, din aşkını
ve iman kuvvetini yüreklerden kazıma gayreti de hep aynı
gaye ve emelin mahsulüdür.
Müslümanlık dini, din ile devlet işlerini ayrı ayrı mütalaa
ettiği halde, her türlü vicdan hürriyetini boğmaya matuf
teşebbüslerde tamamen bunun aksi tez ileri sürülür ve bütün
namlular İslâmın mukaddes bağrına tevcih edilir. Çünkü
ve ancak bu suretledir ki milletimizin ruhundan fıtrat dini
olan müslümanlık koparılıp, mü'minler robot haline getirildikten
sonradır ki sırtımızı yere getirmek mümkün olacaktır.
* * *
Bütün bu düşüncelere muvazi olarak, bir zincirin halkaları
gibi şu mütalaayı da ileri sürebiliriz:
26
Tekmil milletlerarası teşkilatın perde arkaları, tamamiyle
siyasî ihtiraslara dayanmaktadır. Zira bunlar, milletlerin
harimine süzülerek onları yumuşatmak, köklerini gevşetmek,
ruhî ve manevî müdafaa kuvvetlerini eritip bunları yabancı
ideoloji ve hedeflere doğru olgunlaştırarak gayelerine
ulaşmak isterler. Bu gaye; Yahudiler hesabına çalışacak ve
onun diktatörlüğüne râm olacak, bir dünya cumhuriyetinden
başka bir şey değildir.
Devlet üstü müteaddit teşkilat tarafından propagandası
yapılan ve hatta birçok halk kitlelerini kendisine cezbeden
bu, dünya cumhuriyeti fikri, bütün ırkları bir kazanda kaynatıp
yekpâreleştirmek ve aralarında hiç bir tefrik yapmadan
cümlesini birleştirmekten ibarettir. Bundaki gaye, derilerinin
renkleri ister siyah, ister beyaz, ister kızıl olsun hiç
bir fark gözetmeden hepsini bir kül telakki ederek, tabiatın
aksine bir telakki ile kâffesini Yahudiye hizmetkâr kılmak
noktasında toplanır. Tabiat ise: Öteden beri an'ane halinde
zamanımıza kadar gelen tarzların muhafazasını emreder ve
onları tekemmül ettirerek daha üstün bir şekilde geliştirmek
ve muhafaza etmeği ister. Bu; binlece senenin mahsulüdür.
Buna rağmen bütün ırk ve milletlerin zoraki birleştirilmesi
(integration des peuples) zıdların içtimai mânasına da gelir. Bu
da mesela: Organik neşvü nemanın en nazik bir uzvunu tahrip
demektir ki, o da, insandır. Köpeklerde, atlarda, kümes
hayvanları ve damızlık hayvanlarda ırk temizliğine ve istifyaa
kıymet verildiği ve onlardaki hususî vasıfların en büyük
kıymet ölçüsü telakki edildiği bir ilim devrinde insanları
bundan hariç tutmak nasıl mümkün olabilir? Buna rağmen
Yahudiler, ırk davasını, hele İkinci Dünya Harbinden sonra
bir cürüm haline getirmek için büyük gayretler sarfetmişler
ve bazı soysuz hükümet adamlarını da kendi fikirlerine ortak
etmişlerdir. Böyle bir telakki, insanları tabiatın ters yollarına
sürükler, insan sağlığını bozar, cinsî sapıklıklara sebep
olur ve neticede insanlığı tereddiye ve inkiraza götürür. Ta-
27
biat kanuularına yapılan ağır ve hoyratça her müdahale, tıpkı
ormanları kökünden tahrip edip hiçbir filiz bırakılmaması
gibi, insanlara ve ırklarına yapılan müdahalelerde sinir kuvvetine
ve sıhhatine tesir ederek korkunç bir aksülamel vücuda
getirir. Bu gibi müdahaleleri denemekte olan dünya Yahudiliği,
uzun gayretinin neticelerini idrak etmekte fakat
kendileri koyu ırkçı kalmaktadır,
Yahudilerin, böylece sair ırkları birleştirmeye matuf hareketi
milletleri, merhametsiz bir şekilde kültür ölümüne
mahkum etmektedir.
Tarihin yolu, kaderin bu acı cilvesine uğramış milletlerin
cesetleriyle doludur. Bunlar, ya tamamen ölmüşler veyahut
kuvvetsiz, ruhsuz melez kabileleri halinde gelişmelerinde
asırlarca geri atılmış büyük tarihlerinin gölgesi altında
sürünmektedirler.
Bugüne kadar insan cemiyetlerinde «IRK» dünya tarihinin
anahtarı idi. Müslümanlık katiyen ırklara müdahale
etmeksizin, insanların derilerinin renklerine bakmadan ve
hiçbirine imtiyaz tanımadan Hazreti Muhammed'in medeniyetine
intisap etmiş olanları «îmanları» ile kardeş yapmış,
başka hususlara karışmamıştır.
Yahudiler ise, bütün dünya milletlerinin aksine olarak
kendi ırkî taassuplarını ve ırkî şuurlarını dinî bir vazife ve
madde olarak kabul ve tespit etmişlerdir. Böylece kendi millî
cevherini nisbî olarak saf tutmasını ve onu geliştirmeği bilmişlerdir.
Bunlar küçücük bir azınlık halinde iki bin seneden
beri yeryüzünde bir memleketten diğerine kovula kovula,
sürüne sürüne yaşadıkları ve etrafa dağıldıkları halde ırkî
hususiyetlerini muhafaza etmeleri bu mevzuda eşsiz bir misal
teşkil eder. Yahudiler hiçbir zaman başka bir pota içinde
asla erimezler.
İstikbal; insan hayatının müşterek bütün bölümlerinde
nerede ruhî veya bedenî bir hastalık veya arıza görürse bun-
28
lanı pervasızca tashih yoluna gidecektir. Böyle olmazsa, son
zamanlarda Yahudiler ve onların köleleri Farmasonların
bütün dünyada yaymak istedikleri yabancı sistemlerin tesirleri
altına girerek sukut ve inhitatı ilerleten neşriyatı ve
faaliyeti yüzünden manen yok olacaklardır. Asırlarca evvel
başlayan bozguncu bir gayret neticesi yirminci asrın insanının
boynuna vurulan, manevî zincirlerden kurtulmak için
insan objektif .olmaktan çıkıp sübjektif olmak zaruretindedir.
Bunun daha açık Türkçesi, insanlar, gözlerinin önünde döndürülen
dolapların sathına değil, ruh ve maksadına nüfuz
etmek zorundadır. Başka bir ifade ile maziye cezri bir şekilde
hakim olmak lâzımdır. Hatta bu mevzuda son asır değil,
orta çağa kadar hakim olmak lâzımdır. Milletler, doğmak
üzere olan yeni, mesut ve hayat dolu bir devrin eşiğindedirler.
Bu hayatın tamamen meydana gelebilmesi için, umumî
hayat görüşünden alınacak tecrübelerle ve tamamen yeni,
kuvvetli, gürbüz metotlara ihtiyaç vardır. Bu karmakarışık,
mütefessih havaya rağmen her milletin samimî mücahitleri
ve rehberleri vatandaşlarına yeni, güneşli ve mes'ut
ufukları göstermektedirler.
Yahudinin bugün en çok hakim olduğu Amerika'da bu,
ümit dolu hareket, her yerden fazla göze çarpmaktadır. Seçimle
iş başına gelmiş eyalet valilerini, büyük rütbeli generalleri,
amiralleri, mebusları ve senatörleri bu yeni hamlenin başında
görmek elbetteki insana saadet ve cesaret vermektedir.
Bu meselede, hükümetlerin ana vazifeleri; milletlerinin
asil cevherini muhafaza etmek, onu ayakta tutmak ve bugünkü
sefil seviyeden kurtararak yükseklere çıkarmaktır.
Bunu yapmayan hükümetlerin muvaffak olma imkânları
günden güne zayi olmaktadır. Yahudinin inkâra imkân olmayan
tesir ve nüfuzuna muvazi olarak, tekmil dünya milletlerinin
şiddetle uyanan ve maziyi dehşetle müşahede etmeğe
başlayan şuurlarını da hesaba katmak zaruridir.
29
BUGÜNKÜ VAZİYETİN MEYDANA GELİŞİ!
Dünya bugünkü kadar talihsiz ve tehlikeli bir durumda
olmamıştır. Düşünen insan, kendiliğinden şu suallerin tesiri
altındadır: Dünya, bu karmakarışık vaziyete nasıl geldi?
Medeniyetin batışına hangi kuvvetler ve amiller sebep oldu?
Tarih buna ne mâna vermektedir?
Bu cihan faciasının ana sebeplerinin rabıtalarını izah etmek
istersek, son yarım asrın siyasî hadiselerini ışık altına
alarak onu bir sinema şeridi gibi seyretmekliğimiz lâzım gelir
ki: Bunun için de en ziyade büyük Türk-Osmanlı devletinin
nasıl kısa bir zaman içinde birdenbire yıkılışını da görmek
mümkün olacaktır. Bir an içinde birdenbire bir inkılabın
vukuunu ve onu müteakip ileriye tek bir adım dahi atılmadan
korkunç 31 Mart faciasını, katliamları, yağmaları,
millete sormadan girilen harpleri; sui istimaller, kötü idareler,
zulüm ve istibdat içinde ve dokuz yıl zarfında altı asırlık
imparatorluğumuzun paldır küldür yıkılışı tüyler ürpertici
bir dehşet içinde gözlerimize çarpacaktır.
İnsanlar ancak, üzerlerine bir ağ gibi atılan yalan ve çirkef
peçesini yırtıp parçalamak suretiyle hakikatlerin ortaya
çıkmasına ve yakın maziye hakim olmaya muvaffak olabilir
ve böylece medeniyetin yeniden ve tekrar inşasına başlanabilir,
Tarihî geçit resmi, hâlde başlar, tarihe ve maziye doğru
geri geri gider.
30
Son iki cihan harbi siyasî şuursuzluktan dolayı çıktı denilmekte
ve bu fikir maksatlı bir şekilde yayılmak istenmektedir.
Hakikati halde, uzun vadeli çalışan bu, devletler üstü
gizli kuvvetlerin faaliyetleri artık açık ve sarih olarak sezilmeğe
başlanmıştır.
Hedeflerine ulaşan dünya Yahudiliği ve onun emrindeki
Farmasonluk ve bütün teşkilat kasten iki dünya harbini
çıkarmış, insanlığı kötü yollara sürüklemiş, milletleri manen
kısırlaştırmış ve böylece bugünkü müşkül vaziyete sokulmuştur.
Dünyamız bugün, birçok uzuvları, ve hayatî ehemmiyette
organları alınmış ağır bir malule benzemektedir. Bedeninin
ve ruhunun aldığı bu çeşitli sakatlıklar dolayısiyle
maddî ve manevî hürriyeti geniş ölçüde baltalanmış ve tahdit
edilmiştir; istikbalin alacağı şekil, onu bu hale sokanların
yardımına, arzularına ve insaflarına kalmıştır. Bugünkü insanlığın
her türlü tahkirlere boyun eğmekten ve mutavaat
etmekten başka bir şey elinden gelmiyor. Muhtelif şok ve
telkin yollariyle iç hürriyetimiz de kaybolmuştur. İrade hayatı
gayrı tabiî şekillere girmiş ve ideallerle istikbal ümitleri
yerini KADERE terk etmiştir. Medeniyet gerek maddî, gerekse
manevî olarak zedelenmiştir. Bugünkü medeniyet zahiren
tamir edilmiş gibi gözükmekte ve insanlar yaşayabilmek
için başka bir sahaya sevk edilerek ve orada çalışarak
ve para kazanarak vakit geçirmeğe zorlanmıştır. Böylece insanlar
kendilerini bir dereceye kadar serbest hissediyor ve
yapıcılığını gösteriyor ve mahrumiyetli günlerini unutabiliyor,
siyasî ve ideolojik düşüncelerini ihtilaçlı bir şekilde def
edebiliyor. Bugün şahidi olduğumuz geniş çapta îmar ve inşaat
bugünkü insanın tek gayesi ve hayat standartı olmuştur.
Ben olmayayım ve benden sonra tufan günün parolası
olmuştur. Bununla beraber bugünkü insan tamamen maddeci
olmuş gibi gözükmekte ise de bu, sadece zahiri ve mah-
31
duttur. İnsanlar medeniyetin duçar olduğu hastalıklar ve iki
dünya harbinin sebep olduğu yüksek kan kayıpları ve sağlık
arızalarına rağmen iki sefer de kalkınmış ve çalışkanlığı sayesinde
şayanı dikkat bir refaha kavuşmasını bilmiştir. Fakat
bu refahın mühim bir kısmı, kimlerin elinde olduğu cümlenin
malumu olan Amerikan bankalarına akmaktadır. Böylece
insanlar sefilâne bir şekilde ve maddî bir temel üzerinde
akıbeti meçhul bir istikbale doğru sürüklenmektedirler. Buraya
kadar verdiğimiz misaller, aşağı yukarı bütün kültür
milletleri için varittir.
Son elli yıl içinde ve Birinci Dünya Harbinden sonra
Türkiye ve müttefikleri modern engizisyona uğramışlardır.
Bu modern engizisyon yalnız açlık kürleriyle değil aynı zamanda
ruhî işkencelerle dolu bir sistem içinde geliştirilmiştir.
Bu işkence sistemi bir milletin benliğini mahvetmek
için manevî ve ruhî tecavüzlerle milletin canını almaya kadar
gitmiştir. Din, iman, mukaddesat, an'ane ve hatta tarih
düşmanlığı ile göze çarpan propaganda ve görünmez teşkilatın
gayretleri bazı insanlarda aşağılık duyguları yaratmakta
ve onlara suçluluk hissi aşılamaktadır. Birçok insanların,
bugün hâlâ bu aşağılık haleti ruhiye içinde olduğu görülüyor.
Yahudi propagandasının ruhlara yaptığı mütemadi telkinler
ve aşıladığı kompleksler neticesinde bazı şahıslarda
öyle kötü hisler peyda olmuştur ki, kendi büyük devlet
adamlarını, vatan kurucularını, millî rehberlerini suçlu görmek
ve bütün zararların mes'uliyetlerini onlara yüklemek;
tabiat haline gelmiştir. Bunun başlıca sebebi: İnsanlığın büyük
bir ekseriyetinin, çıkan iki dünya harbinin Yahudiler
ve Farmasonlar tarafından hazırlandığını ve planlaştırıldığını
bilmemeleridir.
Daha acısı, yeni demokrat nesiller, mazilerini kötü ve
geçmişin büyük devlet adamlarını suçlu görmeyi ve onları
tahkir etmeği şiar edinmeleridir. Yeni demokrat dediğimiz
adamların birçoğu malum teşkilatın, yeni tabirle beyin yıka-
32
ma ameliyesiyle, kendilerini yeni inançlar ve ideolojilerle
yakın maziyi tamamen unutmaya icbar edilmişlerdir. Bir
çokları bununla da kanaat etmiyerek kendi tarihlerine ve
mefahirine hakaret edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu çeşit
insanlar, bu uğursuz yolda birbirleriyle yarış etmekte ve
sanki cehennemde bir yer temin edecekmiş gibi İsrail hayranlığı
ve Yahudi müdafiiliği yapmaktadırlar. Bunlardan
birçoklarının Yahudi parasiyle mükâfatlandırıldıktan da bir
hakikattir. Bizde görülen ve uzun zaman devam eden Yahudileri
göklere çıkaran sütun sütun yazılar, elbetteki fisebilillâh
ve meccanen değildir.
Radyo, televizyon, sinema, gazete, mecmua ve milletlere
hitap eden bütün vasıtaları elinde tutan Yahudi, bununla
dünya vicdanına hükmetmekte ve bütün insan haklarını çiğnemekte,
öteki taraftan da bu güzel umdeyi kendisine maske
olarak kullanmaktadır.
Eskiden harpler sona erince, mağlup taraf bir tazminat
öder, bazı tavizler verir, barış kurulur ve her millet tekrar
normal hayata ve hürriyete kavuşurdu. Bugün böyle olmuyor.
Harp sona ereli on sekiz yıl olduğu halde beşeriyet sulha
doğru değil, medeniyetin ve insanlığın —Yahudi de dahil—
tamamen mahvolacağı üçüncü dünya savaşma doğru
gidiyor. Bu sönmez kin ve tükenmez hunharlığın kaynaklarını
Yahudilerin kendi dinî kitaplarında bulabiliriz.
Tevrat'ın Tesniye babı 2: 7. cümlelerinde şunları buluruz:
«Ve Allah'ın Rab onları senin önünde ele vereceği, ve
sen onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin.
Onlarla sulh akdetmeyecek ve onlara acımayacaksın,»
33
Bu, nasıl din kitabı, bu, nasıl Yahudi ilâhıdır ki, mağlup
olmuş bir düşman hakkında bu kadar merhametsizce ve zalimane
hükümler verir? Düşmanı mağlup ettikten sonra onu
tekmil varlığıyla imha etmek, onunla hiçbir anlaşma yapmamak
ve ona merhamet etmemek, bundan daha zalimane ne
olabilir? Bu türlü telkinler, Rahman ve Rahim olan Cenab-ı
Hak'ka katiyen isnat edilemez.
Bu gibi cümleler, muhakkak ki Hazreti Musa'ya nazil
olan hakikî Tevrat'ta mevcut olmayıp, katı yürekli hahamların
uydurmasıdır. Şu var ki yukarıya aldığımız cümle, bugünkü
sürekli harbin sebep ve saikini göstermesi itibariyle
elbetteki mühim ve dikkate şayandır.
Yahudiler bugün «dünya cumhuriyeti» namı altında cihanşümul
bir diktatörlük kurmak peşindedirler. Harpler,
onları bu gayeye ulaştıran birer zar oyunundan başka bir
şey değildir.
«Dünya devleti» veyahut «dünya cumhuriyeti» planı,,
beynelmilelcilerden müteşekkil kudretli bir grup tarafından
uzun zamandan beri hazırlanmıştır. Bunlar, nâmütenâhi
maddî imkânlar ve vasıtalarla mücehhezdirler Bunlar dünyanın
gözünü gayet iyi maskelemiş, tüllerle örtmüş, köprü
başlarını tutmuş ve çok ince örgülü bir ağ ile binlerce ÜS'ler
kurmuşlardır. Bunlar, sinir hücreleri gibi direktiflerini dışardan,
görülmeyen bir beyin tröstü tarafından almaktadırlar.
Bunun merkezi ister Newyork, ister Moskova, ister başka
bir yerde olsun, o kadar mühim değildir... Bu teşkilat, dünya
diktatörlüğünü gerçekleştirecek yeraltı çalışma sistemleri ve
merkezleri emrine ilmin ve tekniğin en modern vasıta ve
aletleriyle çalışmaktadır. Bunları harice karşı gizlemek ve
maskelemek için öğretim merkezleri, locaları, icra komiteleri
ve gizli labora tu varları vardır. Bu merkezlerde, çok evvelden
34
iyice hazırlanmış ve tertip edilmiş planlar ve hareket programları
gereğince diplomasi, yüksek maliye, kitle ruhiyatı,
casusluk ve ihtilal tekniği sahasında temayüz etmiş müstesna
eksperler çalışırlar ve bunlar hedefe varmak için dünya
siyasetine tesir icra ederler. Bunların istihbârât servisleri bütün
hükümetlerin kabinelerine kadar nüfuz eder. Onların
uşakları ve çırakları bütün umumî fikir endüstrisinin kilit
noktalarında bulunurlar. Buhranlı ve kritik vaziyetler zuhurunda
bunların keşif grupları faaliyete geçer ve kısa zamanda
ihtilal veyahut harp ateşini körüklerler. Bu karanlık şahısların
çalışma metotları ve muvaffakiyetlerinin sırrı icabında
demokrat koyun postuna bürünmüş kurt şeklinde, bazan da
ihtilalci başlığı giyerek barikatlar arkasında mücadeleci şeklinde
tezahür eder. Yakın tarih bu mevzuda gayet bol ve ibretli
misallerle doludur.
İki dünya harbi esnasında komünistler yer altı yıkıcı faaliyeti
tetkik edilecek olursa, bunların kızıl tarla fareleri gayreti
dağlar kadar dosyalar doldurur. Bunların tek gayesi
Burjuva devletlerini yıkmaktır. Burada, unutkan olan günlük
politikacıların hafızalarını tazelemek yerinde ve isabetli
olur.
Kızıl yangın meş'alesi; Komintern tarafından bütün
memleketlere sokulmuştur. Bu kızıl teşkilat, on binlerce faaliyet
hücresini birbirine bağlayarak bir örümcek ağı gibi,
bütün dünyayı sarmıştır. Kızıl örümceğin kendisi Moskova'da
oturmakta idi. Avrupa ve Avrupa harici bu sabotaj
grupları kumanda merkezini Avrupa'nın kalbine yerleştirmişti.
Buradan ihtilal nabzı ve hücumları tekmil istikametlere
tevcih edildi. Her şey evvelden düşünülmüş idi. Bunların
sanayi grupları, denizcilik, polis şebekesi; askerî, ticarî ve sınaî
casusluk, propaganda, kurye servis kısımları mevcuttu.
Bunlar yetiştirilmiş ajanlarını yukarda saydığımız teşkilata
sızdırılıyor ve dünyanın her yerinde komünist hücreleri kuru-
35
yorlardı. Bundan başka bazı hususî kısımlarda faaliyette idiler.
Böylelerinin başlıca vazifeleri kendi komünist vazifelilerini
kontrol etmek ve onları tarassut altında bulundurmaktı.
Hususi şekilde yetiştirilmiş olan bu ajanların vazifesi, kendi
saflarından çıkacak olan hainlerin ve tehlikeli rakipleri pervasızca
ve merhametsizce imha etmek veyahut onları canlı
olarak Moskova'ya nakil ve teslim etmektir,
Moskova ve Newyork'tan Avrupa'nın kalbine sonu gelmeyen
bir dolar nehri aktı ve binlerce kanala sızdı. Kısa zamanda
ilk büyük muvaffakiyetleri görüldü.Almanya'da ilk
şiddetli sabotaj hareketi mühimmat işçileri grevinde kendini
gösterdi. Bunun arkasından Alman harp filosunda isyan hareketleri
görüldü. Tuhaftır ki bunlar Birinci Dünya Harbinin
en buhranlı ve kritik saatlerinde vuku bulmuştu. Bu hareketler
yüzünden Alman cephelerinin faaliyeti ve savaş morali
büyük ölçüde felce uğradı ve düşmanların kısa zamanda
zafere ulaşmasına yardım etti.
Büyük Türk ordularının Çanakkale, Galiçya, Sarıkamış
ve Sina cephelerinde beşer takati üstünde gösterdikleri
kahramanlıklar ve yarattıkları mucizeler, Sina cephesinde
Yahudilerin toplu bir halde yaptıkları casusluklar, hiyanetler,
bozguncu propaganda ve sabotajlar yüzünden boşa
gitmiş ve onun yerine korkunç bir hezimet, bir panik
muhteşem imparatorluğumuzun yıkılmasına sebep olmuştur.
Bu işi gayet sanatkârane bir maharet, bir sinsilik ve riyakârlıkla
başaran Yahudilerin artık bir şeyden pervaları
kalmamış ki: Birçok yazarlar, birçok eserlerle, irtikâp ettikleri
nankörlük ve yaptıkları hıyanetleri birer iftihar metaı gibi
cihana ilan ve ifşa etmekten ne korkuyor, ne de hayâ ediyorlar.
Gafletimizi, vatan mevzuundaki lâkaytlik ve hafifliğimizi
yüzümüze vuruyorlar, ne yazık ki bizde hiçbir tepki görülmüyor.
Bir millet için bundan daha acı ne tasavvur edile-
36
bilir? Hele bazı yazarların, yurdumuza kundak koymuş,
binlerce masum müslüman Türk askerinin ölümüne sebep
olmuş, sonra da mülkünün üstüne oturmuş olan bu vicdansızları
medhü sena eden yazıları. Bütün bunlar aziz Türk
milletinin uğradığı felâketlerin en büyüğü, en korkuncu değil
midir?
Mevzua dönüyorum: Birinci Dünya Harbinden sonra
bütün milletler —Wilson prensipleri gibi— sahte vaadlerle
silahlarını terk için kandırıldılar ve mahvoldular. Bu oyundan,
Türk ve Alman milleti büyük zarar gördü. Bundan sonra
tatbik edilen yiyecek boykotu, dört ay içinde yüz binlerce
insanın açlıktan ölmesine sebep oldu. Bütün bu hadiseler
Versay ve Sevr çılgınlıklarının eseri idi. Bununla bir kısım
milletler manevî bir ölüme sürüklenmek istendi. Türkler
garbın, Yahudileşmiş politikacılarının sahte ve riyakâr vaatlerine
aldanarak bir mütareke yapıp barış istediği halde
onun yaralı ve yorgun halinde Yunan sürülerini üzerimize
saldırtanlar ve bizi tarihe gömmek isteyenlerin dünya Siyonizmi
ile Farmasonlar olduğu meydana çıkmıştır.
Biz, böylece Sevr muahedesinin caniyane kararlariyle
medeni(!) garbın hüviyetini yakından öğrenmiş olduk. Buna
baş kaldırdık ve «Millî Mücadele» mucizesini yarattık. Bunun
şeref payı, münhasıran ve gayrı kabili taksim Anadolu
çocuklarınındır. Bu aciz muharrir de, o mahşer günlerinde
bunlardan birkaç bin arslana kumanda etmek şerefini kazanmış
olarak derin bir vicdan huzuru içindeyim. Memleketimizin
büyük bir kısmının işgali, Yahudi maliyesi ve Farmasonların
maddelerimize ve iktisadiyatımıza yaptıkları tazyik
büyük buhranlar yarattı. Fazla olarak dünya Masonluğu ile
beynelmilel Yahudinin tertiplediği Anadolu'yu işgal planı
milletimizi kıvam ve isyana sürükledi. Bin bir vahşet, bar-
37
barlık ve tarih boyunca görülmemiş şenaatler, bayağılıklarla
ilerleyen düşman sürüleri tüyler ürpertici cinayetlerden, erkekliğe
ve insanlığa yakışmayan alçaklıklardan sonra, Türk
süngüsü önünde aşağılık bir mağlubiyete uğrayarak leşleri
denize döküldü.
Bütün bu hadiselerin neticesi olarak bizim cephede açlık,
işsizlik, ümitsizlik ve maneviyat bozukluğu meydana
geldi. Bu durumdan Kızıl Cephe hakkıyle istifade etmesini
bildi ve dönen dolapların suyunu arttırarak değirmenin dönüşünü
hızlandırdı.
Bizde ne zaman kara bulutlar ufukları sarsa, vatan sathında
ne zaman bir huzursuzluk ve aksayış olsa kızıl cephenin
bundan istifade etmekte olduğunu görürüz. İki yıldan
beri buhranlar içinde bulunan memleketimizde solcu faaliyet
ve açıktan açığa yapılan kızıl neşriyat bunun başlıca misallerindendir.
Çok acı bir itiraf ve hakikat olarak, milyonlarca
baskısı olan dünyanın en büyük Yahudi gazeteleri, sabık
iktidarın İsrail'e arka çevirip İslâm dünyasına yanaşmalarından
ötürü cezaya çarpıldıklarını yazması büyük mânalar taşır.
Bu yoldaki neşriyatımızı takip edenler umulur ki bazı
hakikatlerin sırrına varmışlardır. Böyle kritik günlerde solcu
ve dönme yazarların sık sık ve serbestçe memleket dışına giderek
oralarda faaliyette bulunmalarına otoriter ve milli emniyetimizle
meşgul beyler ne buyururlar?
Yahudiler ve kızıl cephe böylece bütün memleketlerde
faaliyette bulunurken dünyanın asil milliyetçileri, muhafazakârları
ve temiz evlatlarının boş durduğunu sanmayalım.
Bu defa en göze çarpan hareket, Yahudinin sırtını dayadığı
İngiltere'de İngiliz milliyetçileri Londra'nın göbeğinde meşhur
«Trafalgar» meydanında şimdiye kadar misli görülmemiş
bir nümayiş yaptılar ve dünyayı ateşlere, üçüncü harbe
ve yokluğa sürükleyen Yahudiliğe karşı nefretlerini açık bir
surette izhar ettiler. Öyleki bu tarihî meydanda toplanan yüz
38
bin asil İngiliz, eğer polis şehrin giriş yollarını kapatmamış
olsaydı kamyonlar ve köy arabalarıyle gelen insanlarla bu
yekun milyona çıkacaktı, ingiltere ve başta kabine kökünden
sarsıldı. Demokrasiyi soysuzlaştırmış olan ve onu sadece bir
maske diye kullanan Yahudi bu ölüm müjdecisi hareketten
şaşkına döndü, dahiliye vekilini tazyik ettiler. Vekil İngiliz
kanunlarında bu gibi teşebbüslere mani olacak madde bulunmadığını
ve demokrasinin halkın hak ve hürriyetlerine
riayet ve hürmet mânasına geldiğini söylemek suretiyle cevap
vermiş ise de Yahudiler tarafından satın alınmış olan
dünya matbuatı hep birden yaylım ateşi açmaktan geri durmamışlardır.
Bunun akisleri Birleşik Amerika'ya kadar sirayet
etmiştir. Evvela İngiltere'yi, son asırda da Amerika'yı
nüfuzları altına almış olan Yahudi üst üste ve her biri diğerinden
gürültülü olarak yapılan bu İngiliz miting ve kıyamından
o derece korkmuştur ki, nihayet Beyaz Saray müşavirleri
—ki Yahudidir— şöyle bir beyanda bulunmağa zaruret
hissetmişlerdir. Beyanat şöyledir:
«İngiltere bir imparatorluk kaybetti, fakat henüz kendisine
mahsus bir rol bulamadı. Avrupa ile birlik halinde
olmadan müstakil ve ayrı bir siyaseti Amerika
ile hususî alâka ve münasebetleri üzerine kurmak istedi.
Ayrıca İngiliz milletler camiasının lideri olarak
rol ve söz sahibi olmak hevesine kapıldı, amma bu İngiliz
milletler birliğinin ne sağlam, ne de malum bir
siyasî vücudu vardır, ne de hakikatte bir birliğe sahip--
tir ve ne de ortak bir kudreti vardır. Sadece aralarında
gevşek ve çok cılız ve her an kırılmaya âmâde iktisadî
rabıtalar mevcuttur. İngiltere başlı başına çalışarak
Rusya ile Amerika arasında bir mutavassıt ve arabuluculuk
rolü oynamak istemektedir ki onun bu tavrı,
askerî kudretinin zayıflığı ve gevşekliği ile izah edilebilir.»
39
Bu ağır ifade Amerika cumhurbaşkanlığı sarayından ve
onun müşavirlerinden gelmektedir. Pek tabii olarak yalnız
ingiltere'de değil bütün dünyada tepkiler yaratmıştır, Yahudiler
nankör insanlardır, nimetiyle perverde oldukları İngiltere'de
milletin aleyhlerine döndüğünü ve Nazi devrine rahmet
okutacak bir yangının Londra bacalarında kıvılcımlarını
sezer sezmez, topun ağzını velinimetlerine çevirmişler ve
hem de en yüksek makamdan seslenmeğe başlamışlardır. Şu
var ki, bu sözler cevapsız kalmamıştır, İngiliz başvekili Mc
Millan'ın matbuata akseden beyanı da şöyledir:
«Vaktiyle bu fikirde bulunanlar tarih boyunca aldanmışlardır.
Napolyon, Alman imparatoru ve en sonra
Hitler Hep böyle düşünmüşler ve cezalarını çekmişlerdir.»
Büyük Britanya başvekilinin bu cevabı oldukça manalıdır.
Demek ki Yahudi son hadiselerden ötürü İngiltere'den
ümidini kesince iki aynı lisan kullanan büyük milletin arasını
açmakta asla tereddüt etmemiştir. Büyük tehlike çanları
çalmaya başladı. Hitler'in dirildiği dehşeti içinde dünya
spazmlar geçirmeye başladı. Londra'da «Sosyalistler» kongresi
toplandı. Buna, bütün Türk milletinin, solcu neşriyatını
nefretle karşıladığı yazar iştirak etti ve gayet kolaylıkla ve
hürmetle pasaport aldı.
Bir memlekette, o vatan için dört harbe iştirak etmiş,
hepsinde kahramanlığı ile şöhret bulmuş halis bir vatan evladı
Yahudi entrika ve hatırı için, onun iftirası, belki de bu
uğurda harcadığı paranın hatırı için kendi yurdunda esir
muamelesi görürse, bu; Yahudinin nefsimizde tecrübe edilmiş
denaetinden başka bir şey değildir. Azmimizi kırmaz,
imanımızı sarsmaz, sadece enerji ve gayretimizi arttırır.
Kur'an-ı Kerim'in alınlarına ebedi zillet damgası vurduğu
bir kuvvetle kırk beş yıl mücadele ne büyük şereftir. Bu
40
şerefi bizlere lâyık gören Allah'a sonsuz hamd ve senalar olsun.
Kızıl cephe, harp sonrası husule gelen vaziyetlerden
azamî derecede istifade ederek tahriklerini arttırmıştır. Bunun
neticesi olarak da sendikalar ve amele grupları daha koyu
kırmızı renk almaya başlamıştı. Bereket versin o zamanlar
bizde ne sendikalar, ne de büyük sanayi olmadığı için işçi
gruplarının bir faaliyeti yoktur. Bizde bu oyunlar bambaşka
şekillerde tecelli ediyordu. Dünya Yahudiliğinin en büyük
gayesi de birinci dünya Siyonizmi kongresinde ilan edildiği
üzere: Türk devletini yıkarak Filistin'de bir İsrail devleti
kurmaktı. Bunun için her alçaklığa, her cinayete başvuruldu
ve sonra da muvaffak olundu.
Bugün Yahudi devletinin hudutları Türkiye'yi de içine
alan Nil'den Fırat'a kadardır. Bu, bize evvela Hayal gibi gözüken,
fakat neticede adım adım, kademe kademe gerçekleşmeğe
başlayan iddia ve emel için en büyük fırsat Birinci
Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlı imparatorluğunun
şaşkın devrinden istifade etmekti. Devleti harbe sokanlar,
ihtilaller yapanlar memleketten kaçmışlar, milletin morali
bozulmuş, açlık ve sefalet başlamıştı. Anadolu'nun genç
ve gürbüz evlatlarının çoğu cephelerde şehit düşmüş, geri
kalan sakat ve mâlûl. Hükümet aciz, memleket içli dışlı düşmanlarla
işgal altında idi.
Bu sırada, harabeler üstünde baykuş sesleri yükselmeye
başladı. Amerika Yahudilerinin ajanı, mahut dönmenin sesi
afaki kapladı. Şunları yazıyordu:
«Dünya müslüman birliği bir hayaldir, İsrail devleti kurulmalıdır.
Ve... Ve Türkiye şarktaki vilayetlerini Ermenilere
verip, bakıyyesiyle Amerikan Mandasma girmelidir.»
41
Burada bir miktar durmak lazımdır: Amerikalılar kaba
bir ifade ile erkek bir millettir. Hürriyet için çok kan dökmüş
kabadayı insanlardır. Fakat biraz evvel okuduğumuz Benjamen
Franklen'in kehaneti gerçekleşmiş, son asırda bu millet
te yakasını Yahudiye kaptırmıştır. Şimdi bu büyük milletin
temiz ve büyük evlatları bu manevî esaret zincirini kırmak
için var kuvvetleriyle çalışmaktadırlar.
Dönme, mağlup Türkiye'yi Amerikan himayesine ve
daha doğrusu dünya Yahudiliğinin emrine sokmak için çok
aşırı, çok pervasız, çok küstah teşebbüslere girişmiş ise de,
yaralı arslan Türk milletinin zincirleri kırıp bir «Millî Mücadele»
yaratması planları alt üst etmiştir.
Aradan uzun yıllar geçti, dönme hâlâ faaliyette, hem de
hükümetler nezdinde daha itibarlı olarak...
Garptaki müttefiklerimize gelince, her yerde sanayi, ve
liman işçileri grevleri, tedhiş hareketleri ve ayaklanmalar,
Hamburg'tan Hong Kong'a kadar çeşitli sabotajlar ve başkaldırmalar
günlük hadiseler halinde devam etti. Ticaret gemilerinde
yangınlar ve isyanlar, harp dolayısiyle esasen fakir
düşmüş memleketlerin deniz yollarını ve iktisadiyatını
perişan etmiştir.
Harp ateşini körükleyen ve milletleri birbirleriyle boğuşturan
Yahudiler ilk planda Avrupa'da kat'î bir hakimiyet
tesisi için Almanya'da, Şarkta ve bilhassa Orta Doğuda Türkiye'nin
yıkılmasını esas program olarak kabul ettiler.
Bu acı hakikatleri LENİN her vesile ile açıkça ifade etti.
Harpten sonra artık kızıl terörü Avrupa sokaklarında hâkim
görüyoruz. Şehirler halkı o sıralarda, gelecek hadiselere intizar
ederek ve onları düşünerek titriyorlardı. Yahudi tesirinde
bulunan liberal basın pembe-kırmızı bir renk almıştı. Kö-
42
tülük için için kaynamakta, tahammür etmekte idi. Bu basın;
milliyetçi ve muhafazakâr kıymetlere hücum etmek ve onları
tarihe gömmek suretiyle kızıl ilerleyişe refakat ediyordu.
Ahlâk en düşük seviyeye gelmişti. Bizde de bu misalleri o
günden bugüne dek hâlâ görmüyor muyuz? Hatta son senelerde
hadiselerin şaşkınlık devirlerinde birçok dönme, Farmason
ve komünist yazarlar bu memleketin temiz milliyetçi
evlatlarına köpek gibi saldırmadılar mı? Bundan başka, esasen
iki bin dinî mezhebin serbestçe faaliyette bulunduğu
Birleşik Amerika'da, hıristiyan gibi gözüken fakat aslında,
isminden de anlaşılacağı gibi Yahudi olan «Yehova Şahitleri»
gibi sapık ve maksatlı teşekküller araya girmeye başlamışlardır.
Farmasonların şu elli üç yıl içinde vatan dahilinde irtikâp
ettikleri cinayet ve hıyanetler yetmiyormuş gibi başımıza
yeni bir Yehova şahitleri belası çıkması hiç de hoş görülecek
birşey değildir.
Bizim idarecilerimizin böyle tehlikeli, vatansız teşekküller
dururken, sadece milliyetçilerle uğraşması üzerinde durulacak
bir meseledir. Acıklı, hazin bir mesele...
Medeniyet son günlerini yaşıyordu. Onun tamamen ölmeyişi.
sadece Mussolini ve Hitler gibi demir iradeli şahsiyetler
sayesinde olduğuna inanmalıyız. Bizdeki efendiler,
buna inanmasalar bile ingiltere gibi büyük kültür memleketlerinde,
hatta Alman düşmanlığı ile tanınmış büyük şahsiyetler,
profesörler, ilim adamları bu hakikati itiraf etmektedirler.
Yahudiler; İkinci Dünya Savaşından sonra her sağcı,
milliyetçi ve komünizm aleyhindeki hareketi Faşizm damgasiyle
öldürmek istediler. Bizde de ne zaman hak ve hürri-
43
yet ve milliyet namına bir kıpırdama olsa bazı dünyadan bihaber
insanlar bu meşru faaliyeti Faşizm hareketi gibi göstermek
isterler; bu, cehaletlerinden ziyade Yahudiye yaranmak
kompleksinden ileri gelir. Bizim memleketimizde, milliyetçi
ve namuslu insanlar içinde, hatta kendi mefkurelerine
uygun düşse dahi yabancı ideolojilere hizmet edecek insan
yoktur. Her iki sistem de kendi bünyelerine uymuş ve iyi neticeler
vermiştir, insanlığın bunlardan alacağı dersler vardır,
şöyle ki:
Bir çok ruhî, fizikî âmillerle kaba, vahşi ve pervasız
hareket eden ve herşeye kararlı olan bir kuvveti, ancak aynı
cinsten taktikler ve sistemlerle, yani: tedhişe karşı tedhişle
karşı koymak ve komünizm gibi müfrit bir sosyalist
mefkuresine, bu ideolojiden daha üstün, daha mükemmel
ve milletlerin umumî tasvibine mazhar olacak bir mefkûre
ile galebe çalmak mümkün olabilirdi.
Yahudilerin Nasyonal Sosyalizm ve Faşistlik diye kötüledikleri
Almanya ve İtalya'da o zaman için en iyi ideoloji
olarak milliyetçilik tezi ileri sürülmüş, her iki memlekette
garp kültürüne dayanan sermaye ve emek sentezine uydurulmuştu.
Bu mevzular, hele aradan bunca yıllar geçtikten
sonra tarihin katl hükmüne iktiran etmiştir ki bunlar münakaşalar,
ithamlar, cahilce sözler ve Yahudi propagandalariyle
kafiyen ört bas edilemez. Bilhassa, günler geçip, dünya Yahudiliği
milletlerin önüne daha nice nice belâ ve musibet
sürdükten sonra asla!...
Avrupa'nın kalbi olan Almanya, dünya Yahudiliği ile
uşaklarının başına getirdiği belâ ve musibetlerden kendi
sağlam bünyesi sayesinde kurtulunca, başta Türkiye olmak
üzere diğer memleketlerdeki maneviyat ve sinir bozukluğu
çözülmeğe, azalmaya başladı. Teşkilatsız ve mefluç bir vaziyete
düşmüş olan iktisadî sistemlere taze hayat ve milletlerin
damarlarına taze kan gelmeğe başladı. Yardım cemiyetle-
44
ri önünde işsizlerin teşkil ettikleri uzun kuyruklar bir anda
ortadan kalktı, bütün Avrupa'da iktisadî nabız yavaş yavaş
atmaya, refah ve saadet ağır fakat emin adımlarıyla tekrar
gelişmeye başladı. Bu, öyle bir tempo ile yürüyordu ki, Yahudileri
dehşet sarmıştı ve kimse buna ihtimal vermiyordu.
Dünyanın uğursuz, alçak ihtilalcileri bundan hiç de memnun
değildiler.
Bunlar, milliyetçilerin hedeflerine nasıl yaklaştıklarını
ve kendileri için ne büyük tehlikenin belirdiğini ve bundan
dolayı o güne kadar ele geçirmiş oldukları şeyleri öfke ve
hiddetle birer birer terke mecburiyet hissediyorlardı. Bütün
medenî milletler, kendilerini boğazlarına sarılmış olan kızıllardan
kurtarmışlardı. Yeni bir devir başlamıştı. Bu; hiç şüphesiz
Alman milletinin vücuda getirdiği harika idi. Bugün,
bu dakika hâlâ hür birer devlet olarak bulunan birçok memleketler
ve bilhassa hürriyetlerini yeni kazanmış olan bütün
milletler eninde sonunda Almanların bu harikasına minnettar
olacaklardır. Birçok müslüman milletler bunu çoktan anlamış
ve istiklâllerinin bu sayede mümkün olduğunun farkına
varmışlardır. Bunun en büyük delili müslüman milletlerde
Alman milletine karşı görülen sempatidir.
Bu, başka türlü de tecelli edebilirdi, yani: Eğer bugün
dünya Yahudiliğinin sönmez kin ve nefretinin üzerinde toplandığı
Hitler ve Mussolini iktidara gelmemiş olsalardı, bütün
Avrupa'nın komünist olması muhakkaktı. İnsan, iradesini
kaybedecek olursa, keşke öyle olsaydı da nankör insanlar
dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenselerdi diyeceği geliyorsa
da, yine bu akîbetten Allah'a sığınmak lâzım gelir.
Yahudi ve Farmasonlar gibi devletler üstü meşum kuvvetler
büyük bir meydan muharebesi kaybetmişlerdi. Fena
halde sarsılmış olan bozguncu kuvvetlerin bakiyesi bundan
dolayı yeraltı mevzilerine çekilmek zorunda kaldılar. Bu
uğursuz kuvvetlerin yılan basılan komşu memleketler mer-
. 4 5
kezlerinde çöreklendiler ve mücadelelerine devam etmek ve
kaderlerini beklemek üzere kapağı Moskova'ya attılar ve
Komünist elebaşıları orada toplandılar.
Milletlerarası Yahudi maliyesini bir korku ve dehşet istila
etmişti. Zira Almanya'da yeni bir iktisat sistemi gelişmeye
başlamıştı. Orada komünistlere büyük darbeler vurulmuş,
Yahudiye haddi bildirilmiş, din perdesi arkasına gizlenmiş
Yahudi tarikatlarının faaliyetleri tahdit edilmişti, yani
başta Farmasonlar olmak üzere, cümlesi Yahudilerin icadı
olan bütün tarikatlar susmak zorunda kalmıştı.
Newyork ve Moskova'daki devlet üstü kuvvetler intikam
için hazırlıklar yapmaya başladılar. Bunlar uğradıkları
mağlubiyet ve hüsrandan sonra yeraltı faaliyet planlarının
neticelerini dehşet içinde beklemektedirler.
Üçüncü Dünya Savaşı, medeniyetin batışı, insanlığın
ölümü mü yoksa İsrail devletinin yok olması mı? Allah bilir!
Dünya Yahudiliğinin harp ve ihtilâller mevzuunda oynadığı
büyük rolü hakkiyle tebarüz ettirmek için Almanya
üzerinde bir miktar durmak lâzımdır. İkinci Dünya Savaşı'
nın mihrakını teşkil eden bu memlekette Yahudiliğin oynadığı
rol bütün milletler için büyük bir ibret dersi teşkil
eder ve bu ders medeniyetin istikbali ve insanlığın mukadderatiyle
sıkı sıkıya alâkadardır.
Almanya'da nasyonalistler zafer kazanıp iktidara geldikten
sonra hiç beklenmeyen iktisadî ve askerî bir kalkınma
vücuda geldi. O kadar ki Almanya birdenbire Avrupa'nın
en kudretli ve ağır basan bir devleti haline geldi. Rakiplerinin
Versay'da onun ve Türkiye'nin kollarına ve ayaklarına
vurdukları zincirler azimli bir surette kırılıp parçalan-
46
di. Türkler, müşterek düşmanın Versay'da kendilerini bütün
bütün tarihten silmek isteyen korkunç iç yüzlerini öğrendikten
sonra bu, parlayan Alman mucizesini can ve yürekten
alkışlamaya başladılar. Esasen biz de, daha evvel o zincirleri
kırmak için adına «Millî Mücadele» dediğimiz büyük
ve çetin savaşı yapmak zorunda kalmıştık. Allah, düşmanlarımızın
kahharî hezimetini bize göstermiş ve barbar düşmanın
leşleri, geldikleri yerden denize dökülmüştü.
Bu kader birliği ve silah arkadaşlığı dolayısiyledir ki,
Alman milleti ve nasyonalist hükümet bir ölüm, dirim harbine
giriştiği seneler Türkiye'ye dost ve sadık kalmak mertliğini
göstermişti. Bunun büyük mânasını, askerlikten ve stratejiden
biraz anlayanlar çok iyi bilirler.
1941 senesi eylülünde Türk ve Alman devlet erkânı Tarabya'da
Alman mezarlığında toplanarak kadîm silah arkadaşlığı
andını tekrarladılar ve o gün büyük insan Mersinli
Cemal Paşa verdiği nutukta:
«Aynı siperlerde, müşterek düşmana karşı kan dökmüş
olan iki büyük milletin daima dost ve silah arkadaşı
kalacağını» söylemek suretiyle bunu bir defa daha tekit ve
tekrar etmiş oldu.
İşte o Almanya, millî hükümet sayesinde böyle mucizevî
ve seri bir kalkınmaya mazhar olunca, kendi hudutlarının
dışında kalan ırkdaşlarmı, Alman azınlıklarını da yabancı
boyunduruğundan kurtardı. Esasen bunlar, uzun zamanlardan
beri ana vatanlariyle birleşme hülyası içinde yaşıyorlardı.
Bütün bunlardan başka, millî hükümet içtimaî porgramlarm
hepsinin üstünde, hepsinden daha mükemmel sosyal
bir programı gerçekleştirdi... Bütün dünya bu hadiseyi büyük
bir alâka ile takip ediyordu. Almanya'nın rakipleri ve
47
Türkiye'nin düşmanları hiddetlerinden köpürüyorlardı. Zira
Almanya'nın yeni iktisadî siyasetinin muvaffakiyeti tesirini
göstermiş ve bu tesiri kendi bünyelerinde hissetmeğe başlayanları
büyük bir endişe ve korku istila etmişti.
0 güne kadar iktisadiyat ve millî ekonominin iman haline
gelmiş olan anahatlarında büyük değişiklik vücuda gelmişti.
O güne kadar herhangi bir imalat için şu üç unsur lüzumlu
görülüyordu:
1 - Tabiat,
2 - Mesai,
3 - Sermaye (istikraz ve altın).
Bunlar iman, dogma ve akide halinde; değişmesine,
kaldırılmasına imkân tasavvur edilemeyen hususlar ve umdelerdi.
Nasyonalistler bu tezi yıkıp yerine şunu ikame ettiler:
a - Tabiat,
b - Çalışmak.
Almanlar bu iki unsurun tamamen maksada kâfi olduğunu
ve bunların kapital yaratmaya yeter olduğunu ilan ettiler.
Bu yeni buluşa göre, mesaî ve muayyen emtia miktarının
altın ve para kıymetini haiz olduğunu ve altınla paranın
bir devletin iktisadiyatı üzerinde müessir olamıyacağmı ilan
ettiler. Bu suretle binlerce senedenberi bütün dünya tarafından
tahta oturtulup tapınılan Altın buzağı'nın şah damarı
ortadan kesildi ve altın buzağının can çekişmeye başladığı
görüldü. Kendi buluşlarının ve ideallerinin doğruluğunu ve
gerçekleştiğini gören Alman iktisatçıları, tamamen altınsız
ve istikrazsız bir şekilde ve kısa bir zaman içinde en yüksek
bir seviyeye ulaştırdılar, Alman markının karşılığı bu defa
altın yerine çalışma, imalat ve istihsal teşkil ediyordu. Bu
muvaffakiyet şayanı dikkat bir şekilde ayakta durdu ve sabit
bir seviyede kaldı.
48
Dış ticarete gelince; bankaların mühim bir kısmını bertaraf
etmek suretiyle ve malları ucuzlatmak yoluyla, iş /
tabiî
bir mal mübadelesine döküldü ve bütün münasebette bulunduklarına
vermiş olduğu avantajlar ve sağladığı menfaatler
sayesinde tekmil Avrupa pazarlarını kazanmaya muvaffak
oldular. Böylece Avrupa yeni bir iktisadî gelişme devresine
girmiş oldu.
Bu hadiseden tek zarar gören, Beynelmilel yüksek maliye,
yani Yahudi oldu. O Yahudiler ki, o güne kadar bütün
dünya üzerinde kurdukları dev tröstler sayesinde, istikraz
ve Borsa sermayeleri ile dünya iktisadiyatına hâkim bulunuyor
ve bütün milletlerin istikballerini tayin ediyorlardı. Bu
Yahudiler en iyi kazançlarının kaybolduğunu ve istinad ettikleri
temellerin ayaklarının altında sallandığını hissetmeğe
başladılar.
Bunlara ilâve olarak Almanlar o zamanlar bazı dâhiyane
icatlar sayesinde büyük miktarda sun'î benzin ile gayet
ucuza mal olan dayanıklı sun'î kauçuk imaline de başladılar.
Böylece bu millet, yabancı sermayenin esaretinden kurtulup
bağımsız olma yolunu bulmuş ve böylece, birer dünya
kuvveti olan petrol ve kauçuk gibi devlet idaresinde bilkuvve
müessir iki unsura çok kuvvetli bir darbe vurulmuş oldu.
Almanların verdikleri bu misallerin başka memleketlerde
de taklit edileceğinden korkan Yahudileri büyük bir endişe
kaplamıştı. Amerika'nın meşhur Wool Street'i yani
Newyork'taki dünya Yahudi iktisadiyatının merkezindeki
sanayi ve ticaret kıralları müthiş bir iktisadî buhranla sarsıldılar.
1930 senesinde başlayıp gittikçe genişleyen kriz ortalığı
kasıp kavuruyordu. O zamanki büyük krizde dört bin
banka iflas etmişti. Bu hadiselerden sonra Amerikan iktisadiyatı
kıyamet kopmuş gibi süratle uçuruma sürüklenmekte
idi. Dünyanın bu en zengin memleketinde birkaç bereketli
yıldan sonra korkunç bir kıtlık kendini göstermişti, İşsizlik,
49
açlık, ümitsizlik ve bir intihar salgını birbirini takip ediyordu.
Amerika o devirde içtimaî bakımdan geride idi ve bu
ihtiyaç ve zaruret devrini ne şekilde olursa olsun ıslah için
bir çare bulunamıyordu. Ebedî refah ve inkişafın yerini hudutsuz
bir ümitsizlik almış ve iktisadiyat bir şeytan çemberine
girmişti. Orta sınıf halkın satınalına gücü o ana kadar
misli görülmemiş bir dereceye düşmüştü. Sanayi ve ticaret
de aynı ölçüde gerilemiş ve bunun neticesinde fabrikalar bir
biri ardı sıra kapanıp imalat son derece tahdit edilmişti.
Bugün Türkiye'nin içinde yüzdüğü iktisadî buhran ve
malî güçlüklerde, aynı Yahudilerin tesir ve müdahalesini
görmek mümkündür. Parti kavgaları ve post didişmeleri
içinde kendilerini kaybetmiş olan insanlar, geçen sene, tenezzülen
İstanbul'a gelmiş olan dünya hükümdarlarından
Roçild'in bu zahmeti niçin ihtiyar ettiğini araştırmak lüzumunu
bile hissetmediler. Halbuki bu, son derece mühimdir;
iktisadî muslukların birdenbire kapanmasında, bizim idaresizliğimiz
kadar başka unsurların da mevcut olduğunu kimse
hesaba katmadı. Bazı yabancı milliyetçi neşriyat Roçild'in
Yahudilere yaptığı bir milyon İngiliz liralık bir kredi ile bu
buhranı körüklediğini ifşa ettiler. Aslını tahkik eden kim?...
1930 senesi nihayetinde Amerika'da işsizlerin yekûnu
on üç milyonu bulmuştu. Bu rakama yarım gün çalışanlar
dahil değildir. Yüz binlerce ev, sahipleri tarafından ipotek
borçları ödenmediği için icra dairelerince satışa çıkarıldı. Bina
fiatları normalin en asgari haddine, hatta beşte, altıda birine
kadar düşmüştü. Çiftçilerin mal satışı tamamen durmuştu.
Buğday fiatlarını sun'î bir şekilde ve bir dereceye kadar
tutabilmek için, yani ziraî mahsullerin enflasyonunu önlemek
için milyonlarca kantar buğday ve mısır yakılmış ve
50
lokomotiflerde kullanılmıştı. Bütün bunlara rağmen çiftçilerin
büyük bir kısmı iflâs ederek arazilerini terke mecbur kaldılar.
Sonsuz otomobil kuyrukları halinde —ki bunların içinde
iş arayan ziraatçılar vardı— herkes en lüzumlu ev eşyasını
ve aillerini alarak daha sıcak iklimlere ve bilhassa Florida
istikametine doğru hicret ediyorlardı. Böylece Florida'yi işgal
eden büyük çiftçi orduları neticesinde işçi gündeliği 95
sente kadar düşmüştü. Şehir belediyeleri birçok şehirlerin
giriş kapılarını silahlı adamları vasıtasıyle aç çiftçilerin hücumundan
koruyor ve onları başka şehirlere gitmeye teşvik
ve iknaa çalışıyorlardı.
O sıralarda Almanya'da vaziyet tamamiyle aksine olup
orada refah ve kalkınma hüküm sürüyordu. İktisadiyat her
şubede yükselmiş, muvaffakiyetli bir şekilde gelişmekte idi.
Orada işsizlik maziye karışmıştı. O kadar ki birçok sanayi
şubelerinde işçi kıtlığı bile kendini göstermişti.
Yoksulluk içinde ve çöküntü halinde geçen uzun ve ıstıraplı
senelerden sonra Alman milletini kaplayan refah, bolluk
ve bereket Yahudiyi çileden çıkarmıştı. Yahudi Samuel
Untermayer'in teşkilatlandırdığı, Alman mallarına dünyaca
boykotaj hareketi, Almanların bu iktisadî muvaffakiyetini
kalbinden vurmak gayesini takip ediyordu. Boykot hareketi
muvaffak olamadı ve çöktü.
Farmason ve Yahudi Rozvelt hükümetinin güç tahakkuk
eden «New-Deael» tedbirleri kısa bir müddet için hesaplanmıştı
ve kendi bünyeleri için de bu plan menfi idi. Bununla
beraber Yahudi-Mason idaresi zaman kazanmak istiyordu.
Elbetteki bu yarım yamalak tedbirler ve faaliyetlerle
bazı delikler kapatılıyor idi ise de bu, ancak yangına karşı
bir bardak su mesabesinde idi. Amerika bu buhranlı vaziyete
açık bir ihtilal patlak vermeden daha ne kadar bir müddet
51
dayanabilirdi? Ve... Ölüm tehlikesi geçiren, Yahudiliğe dayanan
milletlerarası yüksek maliyeyi (Haute Finance) bu feci
vaziyetten kim ve nasıl kurtarabilirdi? Yüksek Yahudi maliyesinin
nefret ettiği Alman milliyetçilerinin lideri Adolf Hitler,
nasıl oluyor da mümtaz milletin(!) asırlardan beri hâkimiyeti
altında bulundurduğu imtiyazları yıkıp yerine yeni
iktisadî sistemler kurmaya cüret edebiliyordu?
Bunun içindir ki, Yahudi maliyesine başkaldıran, Haut
Finance'a isyan eden bu lideri engizisyon mahkemesine sevketmek
ve imhası için neler yapılmak lâzım olduğuna dair
mel'un Yahudi kafaları düşünmeğe, çalışmaya başladı. Dünya
Yahudiliği tekmil gayret ve faaliyetini bu noktada toplamıştı,
Yahudiler Hitler'in şahsında en tehlikeli düşmanlarını
görüyorlardı. Onların en kuvvetli merkezleri olan New-
York, Londra ve Paris'te, tekelci kapitalizmin hayatına kasteden
bu Alman asilerinin imha edilmesi zarureti hususunda
bütün söz sahibi Yahudi kodamanlar ittifak etmişlerdi. Bunlar,
Yahudi maliyesi, Yahudi tahakkümü, Yahudi diktatörlüğünün
kurtulabilmesi ve mücadeleden muzafferane çıkabilmesi
için bu başkaldıranları merhametsiz bir şekilde yok etmeğe
karar verdiler..
Yahudi Ratenau'dan sonra dünyanın kaderi, bu sembolik
üç yüz Yahudi ile, uşakları yüksek dereceli Farmasonlar,
barbar dedikleri Almanlara karşı harp açılmasına
karar verdiler ve işte böylece İkinci Dünya Harbi kaçınılmaz
bir hal aldı, emr-i vaki oldu.
Not: Yahudi Valker Ratenau, Birinci Dünya Savaşında
Alman İaşe Nazırı bulunuyordu. Cephede Alman ordusunu,
cephe gerisinde Alman halklarını iaşe sıkıntısına sokmak
için elinden gelen herşeyi yapmış, her türlü sabotaja
başvurmuştu. Bu hareket elbetteki Almanlar tarafından
52
sezilmekte idiyse de o tarihlerde aleyhlerine bir şey söylemek
mümkün değildi. Faciayı göre göre susmak lâzımdı.
O tarihte Osmanlı devlet ricaliyle Alman devlet erkânı
arasında bir iaşe yardımı mukavelesi yapılmıştı. Gerçekleşmedi.
Filistin'in mübarek topraklarında Yahudi devleti
kurmayı tasarlamış olan bir milletin ferdi, o mübarek
toprakları müdafaa eden bir orduya ve millete hiç yardımda
bulunabilir mi? Valter Ratenau isimli Yahudi İaşe Nazırı,
Türklere bir habbe erzak vermemek için elinden geleni
yapmıştır.
Harbin son senesinde ben, Suriye ve Garbî Arabistan
umum kumandanlığı erkan-ı harbiye ikinci şube müdürü
bulunuyordum. Suriye, Lübnan ve Filistin'de iaşe buhranı
mevcuttu. Cephede döğüşen ordumuzun hâli yürekler acısı
idi. Alman menzil kumandaniyle vaziyeti mütalaa ettik,
bana şunları söyledi:
İaşe nazırımız Ratenau koyu bir siyonisttir. O iktidarda
kaldıkça, değil size ta Almanya'dan yiyecek yardımı
yapmak, elinden gelse bizi açlıktan öldürecektir bu herif...
Benim böyle teşebbüsüm oldukça itirazlara sebep oldu.
İstanbul'un müthiş bir yiyecek buhranı geçirdiği Ve
bir sürü iaşe nazır, umum müdür ve müdürlerin gayretlerine
rağmen halkın sefalete düştüğü o sıralarda Almanlardan
motorlu vasıtalar teminine muvaffak oldum. Gerek
bunlar ve gerekse elde mevcut bütün imkânlara başvurarak
cephelerde vatanları için can veren silah arkadaşlarımla
Şam ve Beyrut ve Lübnan gibi büyük şehirler halkının
imdadına koşmaya çalıştım ki, bunları düşündükçe
mel'un Yahudi Ratenau'un iğrenç silueti gözlerimin önünde
canlanır. Bu ismi unutmamış olmaklığım bundandır.
53
Artık gizli faaliyetler başladı. Şifreli telgraflar, transatlantik
kabloları üzerinden dünyanın bütün kilit noktalarına
ulaştırılıyor, yeraltı diplomasi mekanizması faaliyete geçiyor
ve en yüksek randımanla çalışmaya başlıyor. Parolası şu:
Almanya'ya ölüm!
Ve... efkâr-ı umumiye endüstrisinin menajerleri Almanya
aleyhine başlayan harekâtın direktiflerini ve emirlerini
verdiler. Almanya aleyhine tertiplenen bu harekâtın maksat
ve gayesi maskelenerek «Dünya vicdanı»na efkâr-ı umumiye
idarecileri tarafından arzu edilen şekilde, her çareye, her
yalana, her iftiraya başvurularak aksettirildi. O kadar ki «ahlak
ve insaniyet» maskesine bürünülerek her fırsatta Almanya
aleyhine tahrikler yapıldı. Almanlar, kendi vaziyetlerini
tahkim için hangi teşebbüste bulundularsa, bunlar: "diktatörce
tedbir, ahdi bozma, halkı tazyik, gayrı insanî hareket
ve vicdansızca tutum" diye tavsif edilerek, Almanlar aleyhine
hüküm veriliyor ve aleyhine çalışılıyordu.
Londra ve Newyork'taki yobaz ve kör mutaassıp, riyakâr
ve hain Yahudiler bu menfur yalanların nerede kullanılacağını
Birinci Dünya Harbinde tecrübe etmişlerdi.
Bunlar şimdi evrak hazinelerinden, arşivlerinden bu eski
iğrenç masalları tekrar ortaya çıkardılar. Aradaki fark, Birinci
Dünya Harbinde: Almanlar çocukların ellerini balta ile
kesiyorlar iftirasına mukabil bu sefer temerküz kampları hikâyesi
yer aldı ve bunun için bol malzeme bulundu. Zira saf
ve temiz kalpli Almanlar bu gibi masallara çabuk kanan
cinsten insanlardı.
Bütün dünyadaki adalet ve hak sever insanlar; temerküz
kampı masalları dünyaya yayıldığı zaman, suçsuz esirlerin
çektikleri işkenceleri duydukları zaman iliklerine kadar
titremişler ve böylece Almanlar aleyhine umumî bir nefret
yaratılmış oldu.
54
Fikir imalâtçıları ve propagandacılar bundan sonra bilhassa
Amerika'da, Hitler'in bütün dünyayı istila etmek emelinde
olduğunu yaydılar. Böylece Amerika'daki vurdumduymazları
dahi bir telaş aldı. Yahudinin istediği de bu idi.
Amerikan milletini harbe hazırlamak! Yahudiye başkaldıran
bir milleti başka bir millete kırdırmak...
Dünya ihtilalcilerinin Almanya'daki faaliyetine son verilmişti.
Bu yüzden, Yahudiler o tarihlerde Avrupa milletler
zincirinin en zayıf halkası sayılan İspanya'yı tercih ettiler ve
orasını kendi faaliyet sahaları olarak kabul ettiler ve bir kardeş
harbinin çıkmasına sebep oldular. Bu dahilî harbin vahşet
bakımından tarihte bir eşi ve benzeri yoktur. İnsanların
en korkunç ve tüyler ürpertici bir şekilde öldürülüşü bu iç
harpte görülmüştür. Komünizm ve bolşevizm ihtilâlinden
sonra en kanlı mücadele burada olmuştur. Bu iç harp milyonlarca
insanı mahvetmiştir.
Şâyan-ı hayrettir ki dünya vicdanı, yeryüzünün her
hangi bir yerinde, beğenmediği en ufak bir harekete karşı
binlerce gazetesiyle hücuma kalktığı halde İspanya dahilî
harbinde kızılların işlemiş olduğu en büyük alçaklık, vahşet
ve canavarlığı —bilerek— görmemezlikten gelmiştir. Zira
onların sevgi ve sempatileri Hürriyet - Müsavat - Kardeşlik
parolası altında çalışan sahtekârlar yani Yahudi, Farmason
ve Komünistler içindir. Çünkü dünya Masonluğu bunu
böyle istiyordu. Bundan ötürü de İspanya iç harbinde canavarca
öldürülen milyonlarca insanın hesabını suçludan soran
olmadı. Vaziyet böyle devam etmektedir. Aynı parolalar
altında işlenen cürümler mubah sayılıyor ve bütün dünyanın
sağ duyulu insanları, milliyetçileri, muhafazakârları ve
temiz evlatları daima gericilik, mürtecilik ve faşistlikle itham
ediliyorlar.
İspanya'da uzun süren bir mücadeleden sonra kızıl barikat
muharipleri savaşı kaybettiler. Ananesine bağlı Ispân-
55
ya ordusu, hariçten idare edilen bu anarşist, kızıl terörü yok
etmesini bilmiş ve İspanyol halkını sulha kavuşturmuştur.
Almanya, komşu memleketlerdeki kendi azınlıklarını
imparatorluğuna ilhak ettikten sonra bütün komşulariyle iyi
geçinmek için onlara uzun vadeli «adem-i tecavüz» paktları
ve müsait ticaret anlaşmaları teklif etti. Bundan başka İngiltere
ve Fransa ile olan eski gerginlikleri ve menfi hisleri ortadan
kaldırmak için her fedakârlığı yaptı. Fakat bu iki memlekette
mühim mevkileri ellerinde tutan Yahudi ekalliyeti
buna mani olmaya ve Almanya aleyhine soğuk bir hava yaratmaya
muvaffak oldular. İngiltere ve Almanya arasında
yapılacak olan askerî bir anlaşma için vaki olan bütün teklifler
ve bilhassa, sadece İngiltere'nin istifade edeceği donanma
anlaşması, Anglo-Saksonları katiyen yumuşatmadı, aksine
olarak gerginlikler bundan sonra göze batacak şekilde
artmaya ve sıklaşmaya başladı. Yahudi son kozunu oynuyordu.
Birisi Wilhelm von Custlof olarak İsviçre'de, diğeri de
Paris'te olmak üzere iki diplomat Yahudiler tarafından katledildiler.
İşte bundan sonradır ki Almanya'da yaşayan Yahudiler
aleyhine tedbirler alınmaya başlandı. Taş yuvarlanmıştı.
Polonya; harp açılması için münasip bir satranç taşı olmaya
lâyık görüldü. İngiltere, Versay anlaşmasının meydana
getirdiği yanlışlıkları ve Almanya ile Polonya arasında husule
gelen anlaşmazlığı izâle maskesiyle, hakem rolünde
sahneye çıktı. Polonya için çok müsait olabilecek Alman-Polonya
anlaşmasını akim bırakmak için Farmason Çörçil ve
taraftarları, Polonya münevverlerinin mutaassıp kanadiyle
iş birliği yaparak bu anlaşmaya mani oldular. Ne yazık ki o
sırada büyük kahraman ve Polonya'nın kurtarıcısı Mareşal.
Pilsudski hayatta değildi. Yoksa uzun yılların
56
kurtardığı güzel vatanını Yahudilere, Farmasonlara ve bir
maceraya feda edemezdi. Halbuki görünmez kuvvetler ve
gizli teşekküller, Polonyalılara Almanlarla anlaşmamak için
tam bir garanti vaat etmişlerdi. Geç olarak anlaşılmış bulunuyor
ki Çörçirin vaadini tutmaya hiç de niyeti yokmuş...
Bütün bu olup bitenlere karşı Polonyalılar umumî seferberlik
ilan etmekle mukabelede bulundular. Daha fecisi Yahudi
yalan ve entrikalarına kapılarak Polonya'da yaşayan
elli sekiz bin Alman'ı kılıçtan geçirip katlettiler. «Dünya
vicdanı» dediğimiz heyulanın bu facia karşısında kılı bile kıpırdamadı.
İşte bu hâdiseden sonradır ki Alman orduları yıldırım
hıziyle Polonya topraklarına girdiler. Harp tahrikçisi Yahudilerin
de istedikleri bu idi ve onlar ilk hedeflerine ulaşmışlardı
ve bundan istifade ederek, Almanya aleyhine İkinci
Dünya Harbini körüklemeğe başladılar. Bunun mucip sebebi
ve yalanı daha evvelden hazırlanmıştı: «Polonya'nın kurtarılışı»...
Hakikaten o tarihlerde Alman ordusundan sayıca üstün
olan LEH ordusunun Almanları yıpratacağı ümit ediliyordu.
Fakat vaziyet başka türlü tecelli etti. Alman ordularının yıldırım
hıziyle ilerleyişinin tazyiki altında Polonya müdafaası
on sekiz gün içinde çökmüş, onu şımartmış olan İngiltere ve
Fransa kendisine hiçbir yardımda bulunamamış ve böylece
cesur ve asil Leh milleti feci bir mağlubiyete duçar olmuştur.
Daha doğrusu Polonya, Yahudilerin tuzağına düşen devletlere
ve entrikalara kurban olmuştur.
Harp bu şekilde birinci safhayı geçtikten sonra tuhaf bir
vaziyet husule gelmiştir. Bu durum siyasî müşahitlere göre
düşündürücü ve manalı olup birçok muammaları da berabe-
57
rinde taşıyordu. Almanya ile düşmanları arasında bir harp
hali mevcut olduğu halde, Polonya harbinden sonra dokuz
ay içinde cephelerde hiçbir savaş olmamıştı. Garp cephesinde
Almanlar Ziğfrit, Fransızlar da muazzam, geçilmez müdafaa
kaleleriyle meşhur Majino hattına yerleştiler ve kendilerini
orada gayet emin hissettiler. Geçen bu müddet içinde
iki tarafın askerleri birbirlerine tek kurşun sıkmadılar
ve günlerini sulh ve sükun içinde geçirdiler- Fazla olarak
iki hasım tarafın askerleri hoporlörlerle birbirlerine en son
müzik parçaları ikram ettiler. Bunun mânası ne olabilirdi?
Bunun çok mânası vardı. Bu sessizlik arkasında dünya vicdanının
büyük bir ketumiyetle saklamak istediği sebeplerin
hakikati ancak İkinci Dünya Harbinden sonra gün ışığına
sızdı. İngiliz yarbay Creagh Scott'un; Chelsea belediyesinde
l1 Ağustos 1947'de vermiş olduğu nutuk ve uzun tafsilat İngilizce
Tomerrow mecmuasının 1947 tarih ve 6 sayılı nüshasında
aynen ve tamamen şöyle neşredildi:
«1939-40 senesi devamınca ceryan eden telefon harbi(1)
esnasında İngiliz ve Alman hariciye vekâletleri arasında
uzun görüşmeler yapılmıştır. Bu zaman zarfında
biz, (yani İngilizler) Almanlara; Almanya altın standartına
döndüğü takdirde harpten vazgeçmeğe hazır
olduğumuzu bildirdik. Bundan sonra Atlantik karta
toplantısı yapıldı. O toplantıya İngiliz imparatorluk
bankasının şefi Montagü Norman iştirak etmişti. Bu
içtimada Çörçil, Hitler imha edildikten sonra Almanya'nın
tekrar altın standartına dönmeğe mecbur tutulması
lâzım geldiğini söyledi.»
Greagh Scott bu nutkunda; 1949 senesinin Temmuz
ayında «Membres Bulletin» dergisinde neşredilmiş olen malî
projelere dair bir neşriyata da temas etti.
58
(1) Yazar telefon harbinden, duraklamayı kasdediyor.
Demek ki işin iç yüzü bu idi. Telefon harbi dedikleri,
kendiliğinden mütareke devri boyunca yapılan müzakereler,
görüşmeler ne Polonya'nın ve ne de diğer küçük devletlerin
hakları, hürriyetleri ve mukadderatlariyle alâkalı olmayıp,
Altın buzağı'nın kurtarılması içinmiş... Halbuki İngiltere,
bütün bu devletlerin hak ve hürriyetlerini korumak için harbe
girdiğini bütün dünyaya bağıra bağıra ilan etmişti. Altın
buzağı'nın ölümden kurtarılması ve diğer memleketlerin
«Altınsız» iktisadî sisteme yakalanmamaları için İngiltere
gayretlerini bu nokta üzerinde toplamıştı. İnsan hak ve hürriyetleri
vesâir boş laflar sadece birer maskeden ibaretti.
Altın meselesinde tehlike gizli ve ziyadesiyle mühimdi.
Eğer bütün devletler, Almanya'nın «Altınsız» iktisat sistemine
dönerlerse o zaman İngiltere, müstemlekelerinde bulunan
ve kendisine muazzam kazançlar getiren altın madenlerinde,
en asgarî gündelikle çalışan yüzbin işçinin kendisine
sağladığı kârlardan mahrum kalacaktı.
Ya Amerika! Fort Knox'un(1) derinliklerinde istif edilmiş
olan altınlarının vaziyeti ne olacaktı? Eğer böylece altın'ın
iktisadî hayatta bir rolü olmadığı hakikati kafalara yerleşirse
ve altının yerine başka bir şey ikame edilemez faraziyesinin
boş bir vehimden ibaret olduğu anlaşılır korkusu için
mamur Avrupa'nın büyük kısımları taş üstünde taş kalmamak
üzere tahrip ve yok edildi.
Acaba, zelzele, deprem veyahut hareket-i arz gibi veyahut
bunlardan daha müthiş bir tabiat faciası vuku bulur da
Fort Knox'daki altın ihtiyatları ortadan yok olsa idi dünyanın
daha fakir bir hale düşeceğine inanan insan çıkar mı idi?
Almanlar, tekrar altın standardına dönüşün, ancak yeni
kazanılmış olan iktisadî hürriyet ve siyasî istiklâlin elden gideceğini
düşünerek teklifleri reddettiler.
(1) Amerika'nın altı bin ton olan devlet altınları Fort Knox'un kasalarında
yatmaktadır. Vatikan'ın da burada iki bin ton altını vardır.
59
Altın bahsine gelince, buraya tarihî bir vak'ayı zikretmek
faydalı olacaktır. 1869 senesinde Prag şehrinde haham
Ben Yuda'nın mezarı başında bir nutuk veren Yahudi
Reichhorn şunları söylemiştir:
«Altın her zaman mukavemet edilmez bir kuvvettir.
Hep de böyle kalacaktır. Mütehassıs ellerin kullandığı
altın, ona sahip olanlar için en faydalı bir vasıta
olacak ve ondan mahrum kalanları kıskandıracaktır.
ALTINLA EN MÜSTAKİL VİCDANLAR
SATIN ALINIR( 1 )
Kıymetlerin bedelleri, bütün mahsullerin değerleri
onunla tespit edilir. Alacakları borç paralarla hükümetlere
bununla tahakküm edilir.
Başlıca bankalar, bütün dünyanın borsaları, bütün
hükümetlerin kredileri bugün elimizde bulunuyor.»
İşte bundan doksan üç yıl önce bir Yahudi hahamının
ağzından çıkan bu sözler İsrail oğullarının altına verdikleri
kıymet ve ehemmiyetin derecesini gösterir.
Yahudilerin, kendi sonsuz ihtiras ve hayallerine mesnet
yaptıkları bu altın keyfiyeti milliyetçi Almanya'nın iktisadî
buluşuyla yerin dibine geçirildikten sonradır ki,
dünyaya yeni yeni yangınlar ve harabeler vaad eden Yahudinin
sönmez kin ve nefreti artmıştır. Bu kin sönmek şöyle
dursun bugün alev alev tutuşmuştur.
Hitler, dünyadan göçmüş olmakla beraber Yahudilik
hâlâ bu insan hakkındaki gayzmı, kinini ve düşmanlığını
yenememiş, hırsını teskin edememiştir. Kur'an-ı Kerim
(1) Yalan da değil! Yapılan tetkikler her milletin gizli emniyet teşkilatındaki
adamları satın alarak Yahudi düşmanlarını yere sermektedir.
60
bunlar için: «Gayzleriyle gebereceklerdir...» buyuruyor.
Yarının insanı, behemehal bu altın denilen maddeye
harp açıp da EMEK ve ALIN TERİ'ni bir mikyas olarak
kabul ettiği gün Yahudi hapı yutmuş ve onun bütün saltanat
ve tahakkümü çökmüş olacaktır. O zaman çürük vicdanları
para ile satın alamayacaklardır.
Bugün zahiren birbirine zıt gibi gözüken fakat haddizatında
ipleri Yahudinin elinde bulunan her iki sistemin
çarpışması sebepleri de bundan başka bir şey değildir.
Almanya o vakitler mühim miktarda altın ihtiyatlarına
sahip olmadığı için, eğer İngiliz teklifini kabul etmiş olsa idi,
o zaman uzun vadeli kredilerle, Yahudiler elinde bulunan
dünya bankalarından büyük miktarda altın satınalmaya
mecbur kalacaktı. Bunun mânası, Almanya'nın kendi arzusu
ile ve gönüllü olarak koparmış olduğu altın kelepçeleri tekrar
ellerine takmak ve faiz esaretine girmek demekti. O zaman
Almanya'nın iktisadî kazancının mühim bir kısmı faiz
olarak beynelmilel yüksek Yahudi maliyesinin hazinelerine
akacaktı. Bu ise, Alman milletinin yaşama tarzının müthiş
bir sukutu olacaktı. Alman devlet adamları bu sahada zengin
tecrübelere sahiptiler. Zira Versay muahedesini takip
eden seneler kendileri için çok çetin bir ders olmuştu ve bir
daha Yahudi yüksek maliyesinin ve haydutlarının ellerine
düşmek istemiyordu.(1)
Türkler için de Versay aynı mânayı taşımaz mı? Dört yıl
kahramanca, erkekçe çarpıştıktan, Çanakkale'de dünyanın
dev kuvvetlerini mağlup ettikten ve türlü mucizeler yarattıktan
sonra çeşitli talihsizlikler yüzünden harbi kaybeden
(1) Alman Nazi Partisi programı'nda buna faiz köleliği denir, Geniş bilgi
aynı adla neşredilen kitapta. (Millî Hareket Yayını.)
61
milletimize ne acı muamelede, ne asaletsiz hareketlerde bulunmuşlardır.
Bunları unutmamalı, ve yeni nesilleri bu acı
misallerle yetiştirmelidir. Biz o günleri bizzat, içimiz kan ağlayarak
yaşadık.
Unutmadan şunu kaydedelim ki bizim talihsizliğimizin
en büyüğü: âlicenaplığımızı israf ederek içimizde beslediğimiz
yılanlara tanıdığımız imtiyazlar, onları bağrımıza bastırarak
nimetlere gark etmek neticesi Filistin harekâtında o
mel'unların yaptıkları hiyanetler, casusluklar ve sabotajlardır.
Bu nankörlerin bizi boylu boyuna yere serip mirasımızı
paylaşmak ve Türk imparatorluğunu parçalayıp mukaddes
topraklarda devlet kurmak için yapmadıkları namussuzluk
kalmamıştı. Buna ilâve olarak dünyanın her köşesinden topladıkları
çıfıt gönüllüleriyle Çanakkale'de fiilen harbe girecek,
velinimetleri Türklere cephe alacak, silah çekecek kadar
alçalmışlardı.
Talihsizliğimizden bahsederken, daha derinlere gitmeden
akla vehleten bunlar gelmektedir. O kadar ki harbi kaybedip,
silahlarımızı terk ettikten sonra bize Versay muahedesindeki
hakları dahi çok görerek, elimizde bakiye kalan
petrol ve diğer madenlerin de üstüne oturmak için Yahudi
maliyesi bize Sevr muahesini kabul ettirmek istediler. Bunu
yırttık, parçaladık ve paçavra gibi suratlarına çarptık. Evet;
Türkler kanları bahasına istiklâllerini kazanmışlardı. Fakat
Yahudi maliyesi, gazetecisi, gazeteleri, ajanları, casusları ve
satın aldıkları vicdanlarla öylesine içimize girdi ki, artık onu
kaldırıp atmak imkânı yok gibidir.
Bugün içinde yaşanan hadiselerden, onların ne miktar
istifade ettiğini, yangınları nasıl körüklediğini, efkâr-ı umumiyeyi
istediği istikametlere sevk için neler yaptığını bir bilsek,
idrâkimizin donduğunu hissederiz. Şuna kat'iyetle inanıyorum
ki: Bu milletin şimdiye kadar vebalini sırtlarına
yüklenmiş olan insanların hiçbiri bu acı hakikatin farkına
62
varamamışlardır. Hadiselerin iç yüzünde gizli hakikatleri
nazarlardan saklamak için dünya Yahudiliğinin harcadığı
para müthiştir.
Almanya'ya dönelim; Almanya, İngiliz tekliflerini reddederek
buna mukabil sulh teklif etti. Ve İngiltere ile müttefiklerinden
hiçbir alacağı ve isteği olmadığını katiyetle ifade
etti. Neye yarar? Müttefikler bu insanî teklife kulak bile asmadılar
ve asla alâkalanmadılar. Devletler üstü bu kuvvet
cephesi, bu Alman Toton mertliğini takdir edeceklerine hiddetlendiler,
öfkelendiler. Onlar böyle bir hareketi asla beklemiyorlar
ve Almanya'nın eninde, sonunda dize gelmesini
bekliyorlardı... Ve nihayet yüksek Yahudi-Farmason şurasının
karariyle, uğradıkları bu mağlubiyetin TALMUT hükümlerine
göre intikamını almak icap ediyordu. Vaziyet; var
olmak veyahut tamamen yok olmak noktasına geldi, dayandı
ve bu suretle müthiş intikam harbi başlamış oldu...
Cehennemin kapıları açıldı, toplar gürledi, hanümanlar
yıkılmaya, milyonlarca insan ölmeğe ve yeryüzünü meş'um
karanlıklar kaplamaya başladı. Artık kıyamet kopmuş gibi
idi. İnsan oğlu vahşileşmiş, köpürmüş, şuurunu kaybetmiş
bir halde sanki mezbahalara sürüklenmekte idi. Bu harp insanlık
tarihinin şimdiye kadar mislini görmediği en korkunç
bir şekilde gelişti. Onun bıraktığı talihsiz miras neticesinde
bütün insanlık, altından asırlar boyu kalkılamayacak bir keşmekeş
ve ıztıraba gömüldü. Milletlerin ahlâkı bozuldu ve
bütün milletler, Yahudi protokollarında işaret edildiği şekilde,
maddesini, mânasını yitirerek içinden çıkılmaz bir çukura
düşürüldü.
63
Stalingrad'da harp talihinin değiştiği ana kadar süren
ikinci Dünya Harbinin ilk safhasında Alman ordusunu, şimdiye
kadar misli görülmemiş bir tempo ile muvaffakiyetten
muvaffakiyete koşar görüyoruz, öyle ki: Rakiplerinin nefesi
kesilmiş, bütün dünya hayretlere gark olmuştur. Alman zafer
yürüyüşü Fransa'da başlamıştı. Zaptedilemez diye dillere
destan olmuş olan meşhur Majino hattiyle, Belçika'daki
dünyanın en kuvvetli müstahkem hatları birkaç gün içinde
teshir edildi ve kısa zamanda Belçika ve Fransa'nın büyük
kısmı işgal edildi. Aynı zamanda Danimarka ve Norveç'in
işgali de İngilizlerden evvel davranılıp ancak birkaç saat önce
tamamlandı ve Alman cenahı emniyet altına alındı. Bundan
sonra Yugoslavya ve Yunanistan ile şimalî Afrika'ya bir
atlama tahtası vazifesi görecek olan Girit, Alman ve İtalyan
kuvvetlerinin eline düştü. Bunları Alman silahlı kuvvetlerinin
Sovyet Rusya'ya yapmış olduğu yıldırım yürüyüşü takip
etti.
O tarihte Stalin, komünist ihtilâlinin genişleme ve tatbiki
planını, komintern'in Avrupa memleketlerinde yayılma
çalışmasını muayyen bir zaman için durdurdu ve buna mukabil
Amerika'da ve müttefik memleketlerde komintern faaliyetini
arttırdı.
Sovyet Rusya, ordularını teşkilâtlandırmak ve seferberliğini
tamamlamak için Almanya ile taktik bir mütareke ve
ticaret anlaşması akdetti ve aynı zamanda kan dökmeden ve
fazla mücadele etmeden Polonya ve Basarabya'mn büyük
kısımlarını ele geçirmeğe muvaffak oldu. Sovyet Rusya
«üçüncünün rolünü» oynuyor ve Almanya'nın çok cepheli
bir harbe gireceği zamanı bekliyordu. Moskoflar, bu suretle
Almanya'nın askerce harcanacağını hesap ederek sırtına son
darbeyi indireceğini düşünüyordu.
Almanlar, komünist taktiğinin Lenin'ci metotlarını iyi
biliyordu. Buna göre milyonluk Moskof orduları sel âfeti gi-
64
bi Avrupa'yı istilâ ettiği anda bütün Avrupa'nın ve bilhassa
Almanya'nın ne gibi acı bir felâkete sürükleneceğini tahmin
ediyordu. Çünkü, kanlı Rus ihtilâlinde katliam ve korkunç
işkencelerle tasfiye edilen betbaht insanların yekûnu yirmi
beş milyondu. Bu müthiş rakam, her vicdan sahibi insanı
iliklerine kadar titretirdi.
Sovyet Rusya; Yahudinin istediği dünya ihtilâlini gerçekiştirmek
için beynelmilelcilerin silindiri ve dünya için
en büyük tehlike idi.
Bu cihanşümul felâketi önlemek, dünyayı zincire vurmak
isteyen bu dev kuvveti parçalamak için Hitler ani bir
emirle kıtalarına Sovyet Rusya'ya yıldırım harbi açmalarını
emretti. Şark cephesinde de Alman sevkulceyşinin ve askerinin
dayanılmaz bir kudrete sahip olduğu görüldü.
Alman orduları yıldırım hıziyle Rus steplerine doğru
hücuma geçtiler, tanklar Sovyet ordularını teker teker imha
ederek, müthiş kayıplarına rağmen Volga nehrine kadar nüfuz
ettiler ve Kafkasya'nın petrol kaynaklarına kadar sokuldular.
Bu sırada, o güne kadar misli görülmemiş, tabiat harici
bir kış hüküm sürmekte idi.
Sovyet Rusya'nın akıbeti taayyün etmiş gibi idi. Şimdi
bir de Şimalî Afrika'daki hareket ve Alman şehirlerinin
bombardımanı başlamıştı. Bir yandan ikmal zorlukları ve
Alman kıtalarının yüklerinin ağırlaşması ve vazifelerinin
zorlaşması da kendini göstermeğe başlamıştı...
Artık Amerika'nın saati çaldı. Amerika'nın harp sanayi
ve kışkırtma propagandası en son hadde ulaşmıştı. Silah
fabrikaları —ki hemen hemen hepsi Yahudi Bernar Ba :
ruh'un elinde idi— geceli gündüzlü çalışıyor, harp malzemesi
imalatı süfatle artıyor ve sonu gelmeyen nehirler gibi
65
bütün mecralardan, yollardan, her vasıta ile İngiltere ve Sovyet
Rusya'ya akıyordu. Bunun Alman harp ve cephe faaliyetine
bir durgunluk vermesi ve hatta felce uğratması tabiî idi.
Yahudi Rozvelt'in etrafındaki kafa ve beyin tröstü cezbeye
tutulmuş gibi hummalı bir şekilde çalışıyordu. Bunların gayesi
Amerika halkını Berlin - Roma - Tokyo mihveri aleyhine
harbe sokmaktı.
Almanya, o ana kadar Amerika'nın milletler hukuku
aleyhindeki tedbirlere kendisini kaptırmadı ve Amerika'da
Yahudilerin idare ettiği müthiş Alman aleyhtarı faaliyet ve
propagandaları görmemezlikten geldi. Amerika, bu ateşli
propagandalarının bir netice vermediğini görünce bu sefer
Japonya'ya meydan okumaya başladı. Japonya buna Perl
Harbur'a taarruz etmekle mukabele etti.
Rozvelt, bu Perl Harbur baskını çok evvelden ve sarahatle
biliyordu, böyle olduğu halde hiçbir müdafaa tedbiri
almadı ve bunu Japonya'ya harp açmak için bir bahane olsun
diye bekledi.(1)
Perl Harbur baskını, Almanya'yı da harbe girmeğe mecbur
etti; çünkü Almanya ile Japonya arasındaki mukavele
böyle icap ettiriyordu. Bu suretle Rozvelt'in tertibi muvaffak
olmuş ve Amerikan milleti türlü entrika ve hilelerle harbe
sokulmuştu. Bu muvaffakiyet hiç şüphesiz bir Yahudi zaferi
idi ve dünya Yahudiliği artık düğün bayram yapmakta idi.
Amerika asker ve sanayi bakımından çok hazırlanmıştı.
İngiltere ile Sovyet Rusya'ya gayet büyük miktarda harp
malzemesi göndermişti. Bundan sonra da muazzam, dev filoları
ve kudretli bombardıman uçaklariyle; o zamana kadar
kendisini ziyadesiyle harcamış olan Japonlara var kuvvetiyle
çullanmıştır.
(1) Tarihin en tipik hadisesi olan bu, Perl Harbur hadiseleri hakkında müthiş
ifşaatı ihtiva eden ve bir kaç sene evvel Amerika'da neşredilen yazıları
başka bir kitap halinde neşredeceğim.
66
O sıralarda dünya Yahudiliği, meşhur casusları sayesinde(1)
Almanya'nın, silah mevzuunda ihtilâl yaratacak sürpriz
silahlar hazırladığını öğrenince; Amerika'yı, herşeyden
evvel Almanya'yı yok etmeğe teşvik ve ikna etti. Bundan
sonra Amerikan, İngiliz ve Rus kuvvetleri faaliyetlerini koordine
ederek bir an önce, tekmil cephelerde hâlâ erkekçe ve
kahramanca çarpışmakta olan Almanya üzerine çullandılar.
Bu suretle Avrupa harp meydanını askerî bir ihraç hareketi
için olgun bir hâle getirmeğe geçildi. Binlerce zırhlı dev
uçankale, Atlantiği aşarak İngiltere'deki üslerine indikten
sonra, bütün geceler bomba yüklerini Alman şehirleri üzerine
boşaltmaya başladılar. Bereket versin gayet iyi bir şekilde
gözden saklanmış olan Alman endüstrisi ve fabrikaları bu
hava hücumlarından büyük zarar görmedi. Bunun acısını çıkarmak
için İngiliz generali Harris'in şeytanî ve mel'un bir
buluşu olan hava tethiş hücumlarına geçildi. Böylelikle insanlık
tarihinde ilk defa olarak, gayri askerî ve masum halkla
meskun bütün şehirler, kasabalar ve köyler hava bombardımanlariyle
insanlariyle birlikte yok edilmeye başlandı. Tabiî,
gözden saklanmış olan askerî hedefler yerine bu, zavallı
şehir ve kasabalar kolayca görülüyor ve insafsızca mahvediliyordu.
Tarafsız memleketlerde bu vahşiyane ve canavarca harekete
karşı birçok mühim şahsiyetler protestolar yağdırmışlarsa
da TALMUT'un emrettiği intikamın önüne geçmek asla
mümkün olamamıştır.
Talmut, insanlık ve medeniyet tanımaz. İntikam, onun
başlıca zevki ve insan kanı da onun yegâne gıdasıdır. Yüz
milyon insanın ölümü, medeniyetin yıkılışı, insanların vahşileşip
ahlâk ve asaletini kaybetmesi ona vız gelir. Onun istediği
de budur. O, bütün insanlığı, on üç milyonluk bir ekalli-
(1) Bu casusların başında, kendi millî emniyet başkanları vardı. Yahudinin
parası neler yapmaz ki?!...
67
yet olan kendisine esir etmedikçe asla yolundan dönmiyecektir.
Şimdi, bir yandan kendi eliyle silahlandırıp beşeriyetin
başına belâ ettiği Moskoflara, zahirde ideolojisi diğerine zıt
gibi görünen Amerika'yı karşı karşıya koyup, tekmil medeniyeti
bir anda yıkmak için üçüncü dünya harbine hazırlanmaktadır.
Bu bahane ve insanlığa saldığı korku ve dehşetle,
değişik üniformalarla milletlerin harimine sokulmuş, devlet
adamlarını elde etmiş, bütün vicdanları satın almıştır.
Okuyucunun maneviyatını büsbütün kırmamak için şunu
haber vereyim ki, her memlekette birçok asil ve kahraman
insanlar dünya üstünde dolaşan kara bulutları bertaraf
etmek için vazife başındadırlar. Bunun en mühim tarafı, bu
hareketin Amerika'da ciddi, köklü, programlı ve esaslı bir
şekilde ele alınmış olmasıdır. O kadar ki eyalet valileri, senatörler,
mebuslar, generaller, amiraller ve pek çok mümtaz
şahsiyetler bu davanın önderi olmuşlardır. Düne kadar meydanı
boş bulan, entrikalarını kolayca döndüren ve insanların
gafletinden cesaret alarak şımaran Yahudi, şimdi karşısında
müthiş, kuvvetli, azimli ve imanlı bir cephe görmektedir.
Korkmaktadır, kesesinin ağzını açmış, milletlerden çaldığı
hesapsız paraları hesapsız ve ölçüsüz harcamaktadır.
Her memlekette satılık vicdan bulunur, fakat bunlar ancak
namussuzca oyunlar ve yeraltı faaliyetlerine yararlar.
Fakat karşılarına çıkan mefkûreciler onlara hiç benzemezler,
onların vicdanları kiralanmaz, satın alınmaz. Onlar Yahudi
altınlarının sadece yüzüne tükürürler. Pis çıfıtın iftirası, namuslu
insanlara tesir edemez. Milletler hakikati öğrendikçe,
Yahudinin elindeki kirli vasıtalar ve aletlerin mahiyetini anladıkça
—ki anlamaktadırlar— o rezil ekalliyetin her yalanı
aleyhine çıkacak, her iftira tamamen aksi tesir yapacaktır. Ve
bir gün müslüman milletlerden teşekkül etmiş milyonluk bir
kurtuluş ordusu «Mağlup» Filistin'de İsrail oğullarının Az-
68
rail gibi karşılarına dikilecek, onun leşi topyekûn yere serilecek...
ve insanlık kurtulacak, ebedî sulh doğacaktır. O gün
yakındır!...
Milletler hukuku ve insanlık aleyhine sivil halka karşı
tethiş hareketine geçilmekle Alman mukavemet azmini yıkmak
ve kırmak istediler. Onlarca, Almanya elde bulunan
tekmil imkânlarla tahrip edilmekte idi. Artık büyük engizisyon
makinesi faaliyete geçmişti ve harbin sonuna doğru da
sivil halkın ıztırabı hudutsuz bir noktaya yükselmişti.
Pek çoğunda askerî tesisler ve hava meydanları olmadan
ve buna mukabil yerine konması imkânsız muazzam
kıymetli tarihî abidelere sahip olan Alman şehirleri üzerine
hiçbir tefrik yapılıp hak tanınmadan yüz binlerce yangın
bombaları ve fosfor varilleri tufan gibi, dolu gibi yağdırıldı.
Böylece şehirler dev enkaz ve kitle mezarlığı haline kondu.
Kurbanların çoğu kadın ve çocuktu.
«Birisi yanağına bir tokat vurursa, sen ona öteki yanağını u-
zat» diyen Hazreti İsa'nın ümmeti böylece, Yahudilerin hatırı
için, insanlık için yüz karası bir vahşet ve barbarlığa gömülmüş
bulunuyordu. Biz müslümanlar ve Hazreti Muhammed'in
ümmeti, silahsız halka tecavüzü ve aman dileyene
karşı silah çekmeyi cinayet sayarız; fakat medeni(!) Avrupa
böyle bir hak tanımadığını İkinci Dünya Harbinde
bütün dünya muvacehesinde ispat etmiş oluyordu.
Bütün bu müthiş olaylara rağmen Alman cepheleri dayanıyordu.
Alman sivil halkı ise gerek disiplini muhafaza,
gerekse bu acı ıztıraplara tahammül kabiliyeti bakımından
cidden harikalar yaratmakta idi. Alman kısmındaki ihanet,
sabotaj ve casusluk vakaları da artıyordu. KANARİS'in başında
bulunduğu her renk ve her tıynette hainler ordunun
69
ve iktisadî hayatın birçok noktalarına nüfuz etmişlerdi.
Şuraya şu mütalaayı sıkıştırabiliriz ve bundan bütün
devlet idare eden adamlara ve ordulara kumanda eden eşhasa
hatırlatırız ki: Dünyanın her yerinde «gizli emniyet
ve istihbarat teşkilatı» eğer iyi kurulmuş ve yurtsever,
mert insanların eline verilmemiş olursa, o memleketlere
en büyük tehlike bu kanallardan gelebilir. Çünkü bütün
bu teşekküller, devlet idare edenlerin istikametlerini tayin
eder, onlara kılavuzluk ederler. Dünyanın bütün hain Yahudileri
ve her memleketin Farmason güruhu, bu gibi teşekküllerin
oynayacağı mühim rolün ehemmiyetini iyi
bildikleri için hep bir kanaldan memleketin çukurunu kazarlar.
Altın anahtarın, açamıyacağı kapı yoktur. Zayıf karakterli,
haris ve menfaat düşkünü insanlar az veyahut çok
para ile satın alınabilirler. Böylelerine ayrıca mevki, rütbe
ve büyük menfaat gösterildiği takdirde mesele daha da
kolay olur. Dünyanın bütün istihbarat ve casusluk teşekkülleri
bir nevi imtiyaz sahibi olduklarından ve bu gibilerin
hareket ve faaliyetleri büyük bir gizlilik taşıdığından,
oynayacakları roller de bu nisbette gayet büyük olabilir.
Bu inceliği lâyıkiyle bilen hilekâr Yahudi, evvela kendisinin
korkunç propagandasiyle zemin hazırlar ve sonra elinde
bulunan geniş maddî imkânlar sayesinde bu teşekküllerdeki
şahısların hepsini olmasa dahi bir kısmını satın
alarak idare makinesini istedikleri istikamete tevcih ve
idare adamlarını arzu ettikleri yola sürüklerler. Eğer bu
adamlar az tecrübeli ve az bilgili iseler o zaman Yahudi ve
Farmason muvaffak olmuş demektir.
Bunun cihan tarihinde en acı ve en büyük misali, Alman
millî emniyetinin başı olan amiral KANARİS'dir. Almanlar
gibi yüksek kültürlü, dünya medeniyetine büyük
hizmeti olan bir milletin bile nasıl aldanarak bütün sîrları-
70
nı böyle, satılmış bir vatan hainine terketmiş olması hepimizi
uyandırması gereken ibretli bir meseledir.
Öteden beri, bazı basit hükümet adamları, emniyet
dairelerinin hazırladıkları raporlara, sanki ilahî vahiymiş
gibi ehemmiyet vermişler ve öylelikle de aldanmışlar ve
memleketlerine, vatandaşlarına fenalık ve haksızlık etmişlerdir.
Hele içinde yaşadığımız bu devirde, Yahudilerin miras
yolu ile kendilerine intikal etmiş olan dessaslık yoluyla
elde edemiyecekleri, kandıramayacakları insanlar az
bulunur.
İttihat ve Terakki Cemiyetini kuran üç Yahudi ve bir
dönme ile, Halk Partisi zamanında idare mekanizmasına
sokulan dönmeler ve Demokrat Parti'nin Salomon Adato'su
bu arada sayılabilirler. Şuracığa sıkıştırdığımız bu
malumat ilgililerin işine yararsa ne mutlu.
Yahudilerin idaresindeki bütün yıkıcı hıyanet teşkilâtının
merkezleri hariçteki tarafsız memleketlerde bulunuyordu.
Bunlar, devamlı surette düşmanla işbirliği yapmakta ve
temas halinde idiler. Bu hainler Alman harp makinesini bozmak
için onun çarklarına kum serpmekte ve ordu ile milis
kıtalarının idareleri arasında itimatsızlık ve bezginlik serpmekte
idiler. Elbette ki bu karanlık teşekküllerin yeraltı faaliyetleri
neticesiz kalmayıp bütün cephelerdeki Alman ordularının
vurucu kuvvetini kemiriyordu. Bundan dolayı da bir
sürü askerî ve siyasî mağlubiyetler birbirini takip etti. Bu
mağlubiyetler arasında en büyük olanı ve neticeye en müessir
olanı hiç şüphesiz Stalingrad idi. Bu mühim kilit
mevkiinin kaybedilmesi Rusya'daki harekâtta Alman harp
idaresi için felâketli neticeler doğurmuş ve bütün şark cep-
71
hesindeki Alman silahlı kuvvetlerinin adım adım geri çekilmelerinin
başlangıcı olmuştur.
Dünya halk efkârı için Stalingrad, harbin dönüm noktası
olarak telâkki edilmiştir. Alman ordusunun mağlup olmaz
ve karşısında dayanılmaz bir kuvvet olduğu hakkındaki
umumî kanaat böylece ilk ciddî darbeyi yemiş oldu. Milletlerarası
kuvvetler artık rahatlamışlar ve sabah havası almaya
başlamışlardı. Bundan sonra diplomasi ve propaganda
faaliyetini iki misline yükseltmiştir. Ticaret ve kredide
boykot tehditleri ve kara listelerle diplomatik entrikalar bîtaraf
devletleri bir biri ardı sıra sözde insanlığın düşmanı olan
Almanya aleyhine çevirmekte idi. Böylece bunları «Sulhsever
demokratik milletlerin haçlı seferine»(1) yardım etmeğe
veyahut doğrudan doğruya iştirake zorladılar ve bütün küçük
devletlerin refahı için yakın bir alâka gösterildiği ilan
edildi. Atlantik mukarreratını ortaya sürerek bu milletlere
ebedî bir hürriyet(!) içinde garantili bir istikbal vaat edildi.
Fakat bu vaatler ancak, ahlâk ve insan haklarının korunması
mevzuunda birlikte çalışmayı kabul edenlere mahsustu. Bu
parlak ve yaldızlı vaadi, Yahudinin gayet iyi çalışan propagandası
tamamladı.
Daha evvel Alman harp muvaffakiyetlerini görüp onun
zaferine inanan Avrupa şehirler halkının büyük bir kısmı,
yeni bir ümit istikametinde yol alan treni kaçırmamak için
bu vaatler karşısında gevşediler. Bunlar tahmin ettikleri nihaî
zafere intizaren bayraklarını rüzgârın yeni istikametine
doğru tevcih ettiler. Böylece harbin sonuna doğru elli iki
memleket ve hemen hemen dünyanın bütün askerî ve sınaî
kudreti Almanya'ya karşı seferber oldu. Biz bile verdiğimiz
(1) Son zamanlarda bütün demirperde memleketleri ve elbette başta Sovyet
Rusya, hep bu «sulhsever demokrat» kelimesini çok tekrarlamaktadırlar.
İnsanların böyle parlak vaadlere ne kadar çabuk kandıklarını bilenler
ve bilhassa korkunç üçüncü cihan harbinden ürkenler için,
«Sulh» ne cazip bir kelime değil mi?
72
silah arkadaşlığı sözünü yalayarak o kervana katıldık. Bütün
bu gayretler ve -entrikalara rağmen Almanya'nın sırtını yere
getirmek için altı uzun yıl mücadele etmek icap etti.
Buraya, derin bir teessür içinde kendi mütalaamızı
ilave etmek isteriz. 1941 senesinde Tarabya'da karşılaşan
Alman ve Türk kumandanları, Birinci Dünya Harbinde silah
arkadaşlığı yapmış ve şehitlerini aynı mezarlara gömmüş,
aynı siperlerde kanları birbirine karışmış olan bu iki
asker milletin birbirlerine asla düşman olamayacaklarına
dair verdikleri söze rağmen, harbin son senesinde, Alman
şansının ters döndüğünü görünce, Yahudi tesirindeki garp
diplomatlarının sözüne kanarak ve tazyikine mağlup olarak
biz de sözümüzden dönmüş ve mağlubiyete doğru giden
Almanya'ya biz de husumet ilan etmiştik. Tıpkı devletimizin
kuruluşu günlerinde asil ecdadımızın yaptıklarının
tam aksi olarak... Halbuki Almanlar ahitlerinde sadık
kalmışlar ve müttefikler ise Boğazlar'ı Moskoflara terk
edecek ve kaderimizi onlara teslim edecek kadar namertlik
etmişlerdir.
Hiyanet şebekesi ve dünya Yahudiliği yeni zaferler idrâk
ediyordu. Alman ve İtalyan vatan hainleriyle Farmasonlarının
işbirliği sayesinde Afrika'daki Alman ilerleyişi duraklamış
ve bundan sonra ricatlar başlamıştı. İtalya'da Mussolini
bir tuzağa düşürülmüş, akabinde tevkif edilerek
Gransasso dağlarında hapsedilerek hükümeti devrilmişti.
Sarayın ve VATİKAN'm çevirdikleri entrikalar yüzünden
İtalya, Anglo-Amerikan saflarına geçivermişti. Bu arada
müttefikler, hakikatleri gizleyip sahte hadiseler ileri sürmek
suretiyle Franko'yu da kandırarak onun Almanya'ya olan
yardım vaadinin hasıraltı edilmesine muvaffak oldular. Böylece
Alman-Afrika cephesini destekliyecek olan Cebelitarık
73
boğazının kapanmasına Franko alâkasız kaldı.
Müttefikler, artık kat'i zaferin kendilerine teveccüh ettiğini
görüp emin olduktan sonra gizli planlarını ifşada bir
mahzur görmediler.
Büyük, Türk düşmanlığıyla tanınmış Yahudi Morgentau
ve taraftarları açıktan açığa faaliyete geçtiler ve Almanya'ya
karşı olan kışkırtma hareketlerini çılgınlık derecesine
yükselttiler. Artık harp düpedüz ve açıktan açığa bir Yahudi
intikam harbi şeklinde ilan edildi. TALMUT kini her
çeşit sefil şenliklerle kutlandı ve Almanya için kayıtsız,
şartsız ve vicdansız bir sulhtan bahsedilmeğe başlandı.
Dünyanın bütün siyaset sahnelerinde Türk düşmanı Yahudi
Morgentau'ın propagandası yayılmağa başladı.
Morgentau planı, Alman milletinin topyekûn imhasını
ve tarihe gömülmesini hedef alıyordu. Bu vicdansız plana
göre, harp sona erince, çalışma kabiliyetinde olan bütün
Alman erkekleri yirmi beş yıl müddetle Sibirya'ya sürülüp
orada en ağır hizmetlerde çalıştırılacak, kadınlar kısırlaştırılacak,
Alman, fabrikaları kâmilen sökülecektir. Almanya
bölgelere taksim edilerek parçalanacak ve halkın
bakiyyesi, fakir bırakılmış Alman topraklarında alın teriyle
geçineceklerdir.
Tahran - Yalta - Kazablanka ve sonraları Postdam'da Alman
harp suçlularının nasıl cezalandırılacağına dair mufassal
planlar yapıldı ve zafer ganimeti olarak Almanya'nın
tekmil varlığının nasıl paylaşılacağı kararlaştırıldı.
Buraya bir malumat daha sıkıştırmayı faydalı buldum.
Dünya dünya olalı, vukubulan harplerden sonra, o
harbi idare eden kumandanların muhakemeye çekilerek
vahşiyane bir şekilde "Çingene Cellat" elinde değil, Ame-
74
rika'dan hususi surette getirilen Yahudi Cellat elinde ve
gemi halatıyla idam edilmeleri tarihin meçhulü bir hadisedir.
Son harpte bu cinayeti de Yahudiler dünyaya hediye
etmiş oldular. O kadar da değil... Nrünberg mahkemelerinde
şahit olarak dinlenen bir SS albayının sanıklar aleyhindeki
sözleri bütün dünya vicdanını hayretten hayrete,
dehşetten dehşete, teessürden teessüre boğmuştu. Öyle ya,
bizzat kendi arkadaşları, yüksek rütbeli bir şahsiyet, bir
milis albayı, bir Hitler subayı kendi arkadaşları aleyhine
şahadet ederse, elbette bunda bir hakikat vardı. Bu hayret
seneler senesi devam etti ve insanların vicdanını sarstı. Fakat
nihayet Avrupa ve Amerika'da vesikalara dayanılarak
yayınlanan birçok eserler, insanlığın hayret ve dehşetini
bir kat daha arttırdı. Bu neşriyata göre, mahut SS albayının
çok eskiden yetiştirilmiş ve Alman milletinin içine sokulmuş
bir entellijans servis ajanı ve bir YAHUDİ olduğu
meydana çıkmıştır. Bu da gösteriyor ki, Kur'an-ı Kerim'inde
Cenab-ı Hakkın ebedî lanetine müstahak olan ve alınlarına
zillet damgası vurulan İsrail oğullarının yapmıyacakları
vicdansızlık ve namussuzluk yoktur. Gerçi bu gibi
namussuzca hareketler ebediyen gizli kalmayıp bir gün
mutlaka meydana çıkıyorsa da, ne çare ki iş işten geçmiş,
nesiller değişmiş, hadiseler hafızalardan silinmiş oluyor.
Biz bunları buraya milletimizin dikkatini çekmek için yazıyoruz,
fakat aziz milletim bu acı hakikatlere oldukça vakıf
olmuş bulunmaktadır.
Bu mütalaalara ilâve olarak, belki bininci defa şu acı
hakikati tekrar etmeyi kendime vazife sayıyorum. Aziz
okuyucu, Alman milleti aleyhine yapılan bu tüyler ürpertici
faaliyeti okurken daima şunu hatırlamalıdır: Yahudiler
yalnız Almanya'ya değil aynı zamanda, biz Türklere de
amansız düşmandırlar. Bizim, insaf ve merhametimizi israf
ederek İspanya ve Portekiz'den kovulan Yahudilere
gösterdiğimiz misafirperverlik, âlicenaplık ve yardım, bu
75
nankörler için hiç kıymet taşımaz; hiçbir minnet hissi ifade
etmez. Bu kavim yalnız Almanları mahvetmek için değil,
Türk İmparatorluğunu da son kasaba ve köyüne kadar
yıkmak için çalışmıştır.
Bunun en canlı misâlini şu hadiseler teşkil eder: İmparatorluğu
temelinden yıkmak ve müesses huzuru bir anda
keşmekeşler ve felâketlere çevirmek için:
a -1908 inkılâbında,
b - 31 Mart faciasında,
O'nun büyük rolü, büyük parası ve geniş faaliyeti
vardır. Bu iki büyük hadiseyi, ilerde bir İsrail devleti kurulacağını
sezmiş olan İkinci Sultan Abdülhamid'den intikam
almak için yaptırmıştır. Çünkü bu hükümdar, Yahudilerin
Filistin'de ikametlerine, yerleşmelerine, kökleşmelerine
asla müsaade etmemiştir. Bunun için müşarünileyh
dünya Siyonizminin en büyük düşmanıdır.
Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han'ın, Siyonistlerin
mukaddes Filistin topraklarında yerleşmemeleri hakkında
yaptığı iki mühim tamimi, devlet arşivinden alarak
58. eserimiz olan «Yahudiler Dünyayı Nasıl İstilâ Ediyor»
isimli kitabımıza koymuştuk. Bu mel'un teşkilâtın edepsizliğine
bakın ki, derakap FAS'da çıkan Yahudi gazetesi:
Filistin'i Sultan İkinci Abdülhamid'in 1914 yılında Yahudilere
bahşettiğini yazmışlardır. Bir defa 1914'te Sultan
Abdülhamid tahtta değildi, sonra bu büyük hükümdar,
mülkünden bir parçayı Yahudilere vermemek için yüz
milyonları tepmiş ve tahtından olmuştur.
Pis Yahudi gazetelerini okuyanlar 1914'te bu hükümdarın
çoktan makamından indirildiğini nereden bilsinler...
Yahudinin bu şeytanî zekâsını gözönüne alarak kitabı takip
edelim.
76
Roozvelt'in sözüm ona dindar askerleri( 1 ) İtalya ve
Fransa'yı çoktan istilâ etmeye başlamışlardı ve mütemadiyen
yeni yeni topraklar ellerine geçmekte idi. Artık Alman
milleti hayat ve istikbali için çarpışmaktan başka çaresi kalmadığını
anlamıştı. Bunu ümitsizliğin verdiği bir cesaretle
kabul etti, çünkü koyunlar gibi mezbahaya sürüklenmek istemiyordu,
Adolf Hitler'in, o ana kadar yaptığı bütün sulh teklifleri
istihza dolu bir şekilde reddediliyordu. Halbuki eskiden
bir taraf barış teklif edince harp birdenbire dururdu. Alman
ve Türk milletlerini tarihten silmek isteyen Yahudi bu
usulü de ortadan kaldırdı.
Milletlerarası Yahudiliğin ve uşakları FARMASON'luğun,
ümitsizlik ve ıstıraba düşen Alman milletine karşı olan
düşmanlık ve intikam planlan açıkça ilan edilince, hakikatte
taassup ve intikam hislerinden uzak olan Alman milletinin
de nefreti artıyor ve karşısında asaletsiz bir surette sırıtan
Yahudiye karşı düşmanca hareket etmeğe başlıyordu. Gayet
tabiî olarak bu vaziyet karşısında da Yahudi esirleri ıztırap
çekmeğe başlamışlardı. Bu derece nankör ve son derece hain
olan bir ekalliyetin, kuyusunu kazdığı bir milletten iltifat ve
iyi muamele görmeye hiç hakkı yoktur. Yahudiler, kendi ırk-
(1) Roozvelt aslen Flemenk Yahudisi, yani dönmedir. Saf Amerikalıları
kandırmak için koyu dindar hıristiyan görünürdü. Tıpkı bizim dönmeler
gibi... Bu adam, milletini daha ziyade kandırmak için Alman askerlerine
«dinsiz» demişti. Bu fırsatla şunu kaydedelim ki Birleşik Amerika
anayasasına göre devlet reisinin Protestan olması şarttır. Buna rağmen
eski Başkan Kennedy'nin Katolik olması Amerika tarihinde ilk defa
görülen şeydir. Bu hadiseyi değerlendiren mühim nokta Amerika'nın
tanınmış Yahudilerinin, gelecek seçimlerde artık Cıımhurreisîerinin
Yahudi olacağını ve Kennedy'nin seçilmesinin şimdilik ilk merhale
olduğunu beyan etmeleridir. Gariptir ki, Amerika halkı, istisnasız Yahudilerden
nefret eder. Buna rağmen o memlekette Yahudi kudreti,
tekmil hükümet kuvvetlerinin kat kat üstünde ve hâkimdir. Başka yerlerde
sanki öyle değil mi?
77
daşlarının sebep olduğu nefret ve intikam kampanyasının
kurbanı olarak ıztırap çekmekte idiler. Dünyanın meşhur
Yahudileri en küçük fırsatlarda, İkinci Cihan Harbinin bir
«Yahudi harbi» olduğunu ilandan geri durmuyorlardı.
Bütün dünya biliyor ki, Yahudiler müttefiklerin harp
cephesindeki hükümet erkânı nezdinde ve bilhassa Vaşington'daki
Beyaz Saray'ın bütün subaşlarına hâkimdirler. Bunlar,
sadece müşavir, teşkilatçı ve propagandacı olarak değil,
aynı zamanda müttefik ordularda muvazzaf subay olarak
kendilerine mahsus Yahudi taassubiyle çalışıyorlar. Çünkü
onlar bu muazzam harbin, bir Yahudi harbi olduğunu cihana
ilan etmişlerdi. Türk olarak şunu unutmamalı ve tekrar
etmeliyiz ki onlar biz Türklere karşı da aynı nankörlük ve
vicdansızlığı da yapmışlardır.
Bu menfur millet, dünya keşmekeş ve ihtilâllerinin mikrobu
ve mayasıdır. Millet olarak Almanya aleyhinde müttefikler
safında çarpışan Ortak vazifesi görüyorlardı. Çanakkale'de
de aleyhimize aynı denâet ve alçaklığı yapmışlardı.
Şurası şâyan-ı dikkattir ki, yalnız Sovyet ordusunda yüzden
fazla Yahudi generali mevcuttur. Bunun dört yüz misli de
subay ve bir o kadar da siyasî komiser mevcuttur.
Amerika ordusuna da büyük miktarda sızmışlardı. Şâyan-ı
dikkattir ki harbi müteakip gerek Sovyet Rusya'da, gerekse
Amerika'da on binlerce Yahudi zabiti rütbe ve nişanlarla
taltif edilmiştir.
Mütemadi surette Alman demiryolu şebekesine yapılan
hava hücumları ve bombardıman neticesinde personel yokluğu
kendini göstermeye başlamıştı. Bunun neticesi olarak
da iâşe ve gıda vaziyeti ciddî bir buhrana maruz kalmıştı.
Bu, sadece sivil sektörle olmayıp, bilhassa esir ve temerküz
kamplarında da hissedilmeğe başlanmıştı. İâşe kademesinin
en son halkasını teşkil eden temerküz kamplarında patlak
veren beslenme noksanlığı sârî hastalıklara sebep olarak bir
78
çok kurbanlar verdirmişti. İaşe meselesinin uğradığı aksaklıklar
yüzünden Alman sivil halktan binlerce insan ve bilhassa
küçük çocuklar açlıktan öldü. Bu müthiş facia arasında
hayatlarını terkeden insanlar içinde Alman olanları hesaba
katmayıp, yahudiler daima kendilerinden bahsetmişlerdir.
Zirâ, yahudi olmayan bütün insanlar kendi tabirlerince
Goyim ve hayvandırlar.
Artık bu keşmekeş ve hercümerc yüzünden gerek Yahudi,
gerekse Yahudi olmayanların kamplarında iâşe vaziyeti
elbette çok bozulmuştu. Eğer bu harbin kurbanları cidden
altı milyonu geçiyorsa buna ancak birkaç bin yahudi ilâve
edilebilir. Umum meyânında harp icabı türlü mahrumiyetler
ve hastalıklar yüzünden telef olmuş yahudilerin miktarı
eğer resmî surette tesbit edilmiş istatistiklere bakarsak ve bu
harpte vahşiyane ve canavarca öldürülen Almanlara kıyas
edersek neticenin dehşeti karşısında donar kalırız. Gökyüzünden
yağan fosfor bombalariyle şehirler alt üst olmuş ve
sivil halk, masum insanlar ve kundakta çocuklar toptan imha
edilmiştir.
İşte İsa'nın din kardeşleri, işte garbın medeniyet ve hayranı
olduğumuz Avrupa... ve Yahudinin dünyaya aşıladığı
aşağılık duygusu...
Aradan bunca yıllar geçtiği halde sönmeyen yahudi kini
bütün insanlığı da cinayetlerine ortak edecek kadar ileri
gitmiştir. Yahudilerin, insanları birbiri aleyhine tahrik eden
melûnâne hareketlerine bir de onların teşvikiyle, onların yalanlarına
aldanıp harp cephelerinde ricata mecbur olan ordulardaki
subayların yaptıkları hiyanet ve sabotajları da ilâve
etmek lâzımdır. Onlar, herşeyden evvel bizzat Hitler'i yoketmek
için içerde, dışarda birçok suikastlar hazırlamışlardı.
Birbiri ardı sıra yapılan bu suikastlar Alman führerinin ruhu
ve sıhhati üzerinde büyük tesirler yaptı ve onu herşeyden
kuşkulanmak bir hâle soktu. Bunun üzerine umumî harp
79
karargâhında bütün yükü kendi üzerine almaya mecbur oldu
ve sonunda, bu yükün altında ezildi.
Bizim tarihimizde de tıpkı buna benzer bir misal vardır:
Filistin'de yahudiye yurt ve aman vermeyen Sultan İkinci
Abdülhamid'e karşı dünya yahudiliği öyle müthiş ve umumî
bir taarruza geçmiştir ki, onun karşısında insan asap ve
şuurunun bozulmaması kabil değildir. En hürriyet(!) perverinden,
en yüksek rütbeli sözüm ona büyük adamların saraya
yağdırdıkları jurnallar, Yahudi parasiyle Macaristan'da
yetiştirilen komitecilerin attıkları cehennem bombaları karşısında
vehme düşmemek kabil mi? Bununla beraber bütün
dünya gözleriyle görmüştür ki, o korkunç Yıldız infilâkında
cesaretini, soğukkanlılığını, şahane vekarını muhafaza eden
tek insan, daima vehminden bahsedilen İkinci Sultan Abdülhamid
Han'dır. Onun bu cesareti yabancı sefirler ve halkı
hayretlere, takdirlere garketmiştir. Buna rağmen hayâsız ve
insafsız, asaletsiz yahudi propagandası, hükümdarın son derece
vehimli olduğunu ısrarla dünyaya yaymış ve birçok insanları
da inandırmıştır.
Almanya'ya dönelim: Artık karmakarışık bir hale gelen
cephe faaliyetini kontrol etmek ziyadesiyle zorlaşmıştı. Bu
yüzden umumî karargâhın verdiği isabetsiz kararlar gittikçe
artmakta idi ve böylece harbin son aylarında cephelerin durumları
daha da berbat olmuştu. Harp artık sona, Yahudi de
meramına eriyordu.
Japonya'ya gelince: Onlar da hudutlarının dışındaki
mevzilerini çoktan ellerinden çıkarmışlardı, müdafaaya çekilip
kendi hayatlarının idamesi için çarpışıyorlardı» Sovyet
silahlı kuvvetleri ise bozuk düzen kendi vaziyetlerini ıslah
etmişler, Alman kıtalarını ric'ate mecbur ediyorlardı. Bu komünist
sürülerinin başlarında meşhur Alman düşmanı Ya-
80
hudi îlya Erenburg bulunuyordu. Bu, kinci ve kaba Yahudinin
tahrik ve teşvikiyle öldürülüyor, soyuluyor, her taraf yakılıp,
yıkılıyor ve Sovyet orduları böylece ilerliyordu. Bunların
önünde şarkî Prusya ve Doğu Almanya topraklarından
kaçan sivil halk bulunuyordu. Orta Almanya'nın bütün yolları
sekiz milyonu geçen biçare mültecilerle tıkanıp kalmıştı.
Amerikalılar; malzeme, tank ve tayyarelerin verdiği
kemmiyet üstünlüğü sayesinde Fransa'daki Alman mevkilerini
yararak, müttefikleri Fransız halkının verdiği telefata
katiyen ehemmiyet vermeden Ren nehrine dayanmışlardı.
İtalya'ya gelince: Orada yapılan ric'at muharebelerinden
sonra Alman tümenlerinden arta kalan birlikler BRE-
NER geçidi üzerinden Almanya'ya çekiliyorlardı. Macaristan'da
Sovyet kıtaları ilerliyor Alman ve Macar işbirliklerini
çekilmeye mecbur kılıyordu.
Balkanlara gelince: Bu memleketlerde yerleşmiş olan
Alman kıtalarının büyük bir kısmının ric'at hatları kesilmişti.
Bunların büyük kısmı imha edilmiş ve ingiliz kıtalarına .
teslim olan Alman ve Hırvat tümenleri ise sonradan Tito'ya
teslim edilmişti. Bunların bir kısmı elleri, ayakları
tel örgüleriyle bağlanarak Tiryeste'nin yakınında bulunan
Karst kasabasının büyük kireç kuyularına, kafataslarına
birer kurşun sıkılarak atıldılar. Diğer kısmı da yine elleri,
kolları dikenli tellerle bağlanıp Belgrat'ta boğduruldu ve
cümlesi Tuna nehrine atıldı.
Katin ormanlarında Sovyetler tarafından öldürülen onbeş
bin Polonya subayının korkunç manzarası karşısında
sessiz ve hissiz kalan yirminci asrın yahudileşmiş vahşi medeniyeti
üç beş çıfıtın muhayyel ölümü karşısında ne büyük
gürültüler çıkardılar. Bu da gösteriyor ki insanlık, iradesini
81
ve bütün varlığını bu mel'unlara teslim etmiş ve onun karşısında
sinmiştir.
Şimdi vahşetin ve canavarlığın en büyük cinayetlerine
geliyorum: İnsanlık denen zavallı varlık, üç beş İsrailoğlu
için maruz kaldığı sonsuz felâketleri gözlerinde ve hayallerinde
canlandırsın ve utansın!
Dresden şehri, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yarı aç
ve yarı donmuş altıyüz bin mülteciyi bağrında barındırmaya
başladığı için, kendisini Sovyet yabanî sürülerinden korumak
için açık şehir ilan etti. Asil bir BAROK şehri olan ve
tarihî zengin hazinelere sahip olan güzel Dresden, yeryüzünde
tarih boyunca işlenen cinayetlerin en büyüğüne sahne
ve milyonlarca insana mezar oldu... Bu şehirde müdafaadan
aciz bir halk kitlesi toptan imha edildi.
Sovyet barbar sürülerinden kaçan bu bedbahtlar Çörçil'in
bir emriyle fosfor yağmuruna tutularak topyekûn imha
edildi ve şehir yerle bir oldu. Yüz binlerce insan birkaç
saat zarfında en feci şartlar altında yokedildi.(1)
Aynı zamanda Berlin şehrinin büyük bir kısmı da
meş'aleler gibi yanarak şehir enkaz ve harabe haline gelmişti.
Halk, taş devri insanları gibi yaşamaya başlamıştı. Otuz
(1) Fosfor bombalarının insanı çıldırtan müthiş tahribatından korunmak
için halk kendilerini nehirlere ve sulara atıyordu. Halbuki suyun, fosfora
karşı koruyucu tesiri yoktur. Ancak kum insanı muhafaza edebilirdi.
Fosforun öldürme şekli o derece korkunç ve vahşi idi ki, bir metre seksen
santim ve hatta daha yüksek boyda insanlar mum gibi eriyerek
seksen santime kadar küçülüyor ve öylece yok oluyorlardı. Hazreti
İsa'nın ümmeti, Musa Kavminin sönmez kin ve intikamına o derece
maruz kalmıştır ki, gerek TİTÜS ve gerekse Buhtunnasr'ın intikamı fazlasiyle
insanlardan alınmış ve bütün bunların hepsi kana susamış olan
İsrail oğullarının hırsını teskin edememiştir. Şu var ki, herşeye rağmen
bugün bu mücrimler beşeri bir intikamın tahayyüliyle iliklerine kadar
titremektedir. Ey İslâmın büyük Peygamberi, ne büyük beşeri yaraya
parmak basmış ve bu mel'un ekalliyetle nasıl mücadele etmişsin. Sana
dahilek!
82
bin Sovyet top ateşinin hücumunu müteakip, inatçı ve cidden
çetin bir müdafaadan sonra Berlin Sovyetlerin eline düştü.
Eski başvekâlet binasının sığınağında sonuna kadar kalan
Hitler ve bir general intihar ettiler.
İntikam hırsını gidermek ve kudretlerini göstermek için
Amerika, dünya tarihinin en korkunç silahı olup henüz yeni
ikmal ve imal edilmiş olan ATOM bombasını şeytanın deliğinden
çıkardı. Bu, ölüm ve vahşet silahını, teslim olmayı
kabul etmeyen Japonların NAGAZAKİ şehrine atarak ilk
tecrübeyi yaptılar. Şimdi iki milyar insanın başı ucunda kâbus
gibi duran Atom...
Çok esrarengiz bir şekilde ölen ve büyük bir gizlilik
içinde gömülen ROZVELT'in halefi 33 dereceli farmason
ve Yahudi asıllı Salomon Truman, tarihin en büyük katliâm
emrini verdi. Dresden bombardımanına rahmet okutan
bu korkunç facia, yüzbinlerce suçsuz Japonu hâk-i helake
serdi ve o nisbette malul insan bıraktı. Bu son derece vahşî
hareket yeryüzünün bütün köşelerinde ve hatta demokrat
cephede bile isyan, ve protestolara sebebiyet verdi. «Dünya
vicdanı» dediğimiz Yahudi ve farmason grubu bu tepkiye
karşı kör, sağır ve hissiz gözüktü ve efkâr-ı umumiye yaratıcıları
bu, büyük cinayeti sessiz, sedasız geçiştirdi. Böylece
Salomon Truman bir numaralı harp suçlusu ve insanlık
düşmanı olarak tarihe geçti.
Truman, Farmasonluğu sayesinde hâlâ, memleketinde
sağ ve itibardadır. Şu var ki: 1955 tarihinde Şikago şehrinde
yapılan büyük Farmason geçit resminde halk tarafından yuhalanmış,
yüz bin farmason halk tarafından süpürge sopalariyle
şehir dışına kadar kovalanmış ve eyalet valisinin evinin
camları taşlanarak parçalanmıştır. Bu da gösteriyor ki, «dünya
şuuru» uyanmış ve artık canilerin kirli hüviyetleri ve oynadıkları
oyunun farkına varılmıştır. Buna mukabil dünya
Yahudiliği maske değiştirmiş, artık yaralı beşeriyetin yarası-
83
nı sarmak ve ona yardım eder gözükmekle istikbalin şimdiden
bize meçhul olan başka ve yeni suikastlarına hazırlanmaktadır.
Bundan sonra vuku bulacak havsala dondurucu
cinayetlerini de günü gelince başka fedakâr insanlar yazacaktır.
Şâyan-ı hayret ve o derece şâyan-ı teessürdür ki, gangsterler
gibi, Ayşman'ı, bütün dünyanın gözü önünde başka
bir memleketten kaçıran ve milletlerarası hukuk kaidelerini
ayaklar altına alan yahudi, harp suçlusu diye İBRANİ tarzında
ve TALMUT gereğince bir adamı öldürürken şimdi
çiftliğinde rahat ve huzur içinde hatıratını yazmakta olan
Truman'm kılına bile dokunulmadı. Halbuki Ayşman ve
Truman arasında hukukî bir fark da mevcuttur. Zirâ Truman,
yüzbinlerce insanın hayatına mal olan ATOM bombasını
açık şehirler üzerine atıp sayısız masumların canına kıyan
bir mücrimdir. Ayşman'a gelince, o bir emir kulu idi ve yahudice
mübalağalandırılan cinayetlerden re'sen asla mesul
değildir.
Şurasını da ilâve edelim ki, tekmil milletlerarası hukuk
ve an'aneleri çiğneyerek Ayşman Arjantin'de yakalandığı
zaman Cumhurreisi FRONDİZİ isminde bir yahudi idi.
Başka türlü de olamazdı. Çünkü intikamcı ve hain yahudi,
Ayşman'ın Arjantin'de olduğunu çoktan beri biliyordu. Fakat
bir yahudinin başa geçmesini bekledi ve cinayetini o zaman
yaptı. Yine dikkat edilmiştir ki bu kaçırma hadisesinden
az evvel İsrail'in haris başvekili Ben Guryon hususî bir
El-Al yahudi uçağıyla Arjantin'e gelmiş ve yahudi cumhurbaşkanı
Frondizi ile başbaşa konuşmuştu.
Burada cümlemizin gözünden kaçmış mühim bir nokta
daha var. Ayşman meselesi sadece bir intikam meselesi de
değildir. Bu, bir taşta iki kuş vuran yahudinin içinde yaşadığı
fena iktisadî şartlar ve zorlukları yenmek için Almanya'dan
fazla tazminat koparmak için yaptığı bir şantajdır.
84
Bu vesile ile şunu da arz edelim ki, İsrail'in basit ve yahut
menfaatçi dalkavuklara haşmetli ve parlak gözüken zahirî
yaldızına rağmen iktisadî vaziyeti son defece kötüdür.
Bizim gördüğümüz yaldız, hep Alman milletinden koparılan
paralarla meydana gelmiştir. Bütün Arap devletlerinin
boykotaj ve ablukası altında bulunan İsrail, mütehassıs müşahitlere
göre son derece kötü ve bozuk bir iktisat çemberi
içindedir. Böyle olduğu için son ümidi —kendisine büyük
hainlik yaptığı— Türk milletinde bulduğu için, burada faaliyetini
son derece arttırmış, muharrirleri, hatta mes'ul vazifelileri
ayağına kadar getirmiş orada onların gözlerini boyamış
malum yazarların ceplerini doldurmuş, kendisini övdürmüş
ve hatta bizimle bir turizm mukavelesi dahi yaparak
bize propagandasını yaptırmıştır. Eğer Türklerde Arapların
ilan ettikleri boykotaja iştirak etmiş olsa idi, Yahudi
orada daha zor duruma düşerdi.
Mevzua dönüyoruz: Ayşman meselesi kazaî bir içtihat
ve prensip işidir. Bu prensip bütün demokrat devletlerin
anayasalarında mevcuttur ve kökleşmiştir. Bu haktan, rütbe
ve mevkii ne olursa olsun her vatandaş istifade edebilir. Medeni
milletlerin bulanık olmayan hukuk şuurunda muzafferin
veya mağlupların harp sonrasında arada bir fark gözetmemeleri
ve tekrar sulh ve dostluğa dönmeleri İkinci Dünya
Harbine kadar bir gelenek, bir usuldü. Yahudi bu usulü de
kaldırdı. «Dünya vicdanı» sade galiplerle birlikte tek taraflı
hareket etmiş ve yalan dolu röportaj ve propagandalarla tarihî
hakikatleri değiştirmiş ve kitleyi aldatmıştır. Dünya yahudileri
ve vatansız farmasonlar, sahte hakikatlerle herşeyi
yapmışlar, her kaideyi çiğnemişler ve dünya efkârını aldatarak
vukua gelen haksızlıkları saklamayı, maskelemeyi çok
iyi becermişlerdir. Ve... böylece bütün mesuliyet ve günahlar
85
mağlupların sırtına yüklenmiş, müttefik cephenin işlediği
tekmil cinayetler ve haksızlıklar örtülmüş, milletlerin gözünden
saklanmıştır. Bu hâlin gelecek için, istikbal için ne
kötü akıbetler hazırladığı milletlerce üzüntü ve endişe ile
anlaşılmaya başlanmıştır.
Milletler hukukuna, geleneklere ve tarihe karşı Dünya
yahudiliğinin hatırı için vuku bulan tecavüzlerin mahiyeti
gün geçtikçe yavaş yavaş meydana çıkmakta, kendi yolunu
tayin etmekte ve milletler bu müthiş kâbustan uyanmaktadır.
COLİN JORDAN'ın BEYANNAMESİ:
«Yahudi tazyiki üzerine, Britanya'daki çökmüş ve tefessüh
etmiş demokrat rejim dördümüzü hapishaneye
gönderdi.
Sahte ve uydurulmuş bir itham neticesinde —ki kanun
böylesini daha görmemiştir— mahkum olduk. Bu
şekilde kanunî yollardan millî sosyalizmin yıkılması
ve nihaî sukutumuzun gayesi düşünülmektedir. Bu
kanunî muvaffakiyet bu yoldan gittiği takdirde mahkumiyetimizle
kendi siyasî sukutunu hazırlamaktadır.
Bu kadar şiddetle uğradığımız takibat ancak şu
suretle izah edilebilir:
Britanya efkâr-ı umumiyesi Yahudi idaresindeki demokrasiden
netice olarak millî çapta bir sukut, ırkî tereddi
ve sosyal haksızlık yönlerinden tahribata uğramış
olup halk efkârı çöküntüye doğru gitmektedir.
Bundan dolayı bu sistemin başındakiler millî sosyalizmin
dinamik meydan okumasından şiddetle korkmaktadır.
Bizi cesaretsizliğe sürüklemek şöyle dursun, Yahudi
demokrasisinin hapishaneleri kavmimiz ve milletimi-
86
zin varlığı ve tekrar doğuşu için azmettiğimiz mücadelemizde
imanımzı kuvvetlendirmekte ve fikirlerimizi
çelikleştirmektedir. Fakat bu, yalnız bizim için
değil, diğer ülkelerdeki dava ve fikir arkadaşlarımız
da böyle hareketlere maruz kalmış ve hâli hazırda...
Dava adamlarımızın en büyüğü dahi... Bugün manevî
zafer bizimdir, iradenin galebe çalmasiyle yarının
maddî zaferi de bizim olacaktır. İstiklâl milliyetçilerindir.
Buraya kadar Yahudiler üzerinde teksif ettiğimiz fikir,
mütalaa ve olayları yazılarımızla canlandırdık.
Nürenberg mahkemelerinde şahitlik eden bir SS Albayının
aslen yahudi ve entellijans servisinin evvelden
yetiştirilmiş bir casusu olduğu anlaşılınca insanlığın
şuuru allak bullak olmuştu, îdam hükümleri verildikten
sonra sanki koca Avrupa'da bu hükümleri
infaz edecek Çingene yokmuş gibi taa Amerika'dan
yahudi Wood'ı getirmek ve ona bu işi yaptırmak yahudilerin
ne adi kine sahip, ne aşağılık yaradılışta insanlar
olduğunu gösterir. İdamlar kalın ve müsait olmayan
halatlarla yapılmıştır. Onun içindir ki, mahkumlar
en az yarım saat azap ve işkence içinde çırpınmışlar,
yüzleri, gözleri kan revan içinde öylece teslimi
ruh etmişlerdir. Bu hadise kültür milletlerinin ruhlarında
sönmez bir nefret yaratmış ve MEDENİYETİN
BATIŞINI kâinata ilan etmiştir.»
TAHLİLLERİMİZ
Buraya kadar, bütün dünyayı alâkadar eden geniş misaller
ve mukayeselerle medeniyet âlemini, tekmil garbı ve
bu arada bizi alâkadar eden mevzulara, hadiselere temas etmiş
ve okuyucularımın önüne, dünya matbuatı ve muharrirlerinin
neşrinden imtina ettiği birçok canlı, hazin ve büyük
vak'aları ortaya dökmüş ve yaraya, tekmil medeniyet dünyasını
alâkadar eden yaraya dokunmuş oldum. Aziz okuyucularıma
oldukça faydalı malumat verdiğimi umarım.
Buraya bir nokta koyarak, kendi bünyemiz üzerinde bir
miktar durarak, bizimle asırlardan beri uğraşan ve büyük
Türk milletini kâmilen imha etmek için çalışan ebedî düşmanımız,
milletlerarası Siyonizmin iç yüzünü çeşitli, canlı misallerle
bir miktar daha aydınlatmayı lüzumlu gördüm. Bu
sayede biz, gayet az tanıdığımız, daha doğrusu bize lâyıkiyle
tanıtılmamış olan karanlık varlıkları biraz daha aydınlıkta,
açık, net olarak tetkik etmiş olacağız. Böylece asırlar süren
gafletimizden kimlerin ve ne suretle, ne câniyâne bir
merhametsizlikle istifade etmiş olduklarını göreceğiz.
İttihâd ve Terakki Cemiyeti, milletlerarası Yahudilik tarafından
kurulmuştur. Mümessilleri Karasso, Salem adında
iki yahudi ve bir dönmedir. Dayandıkları müessese beynelmilel
Farmasonluk'tur, Roma'daki İtalyan genelkurmayı, casusları
ve yahudileriyle Fransa'da, «Alliance İsraelite Uni-
88
verselle» ve İngiltere'deki «Jewisli Association»a istinad
eder. Gerekli para bunlar tarafından ödenmiştir. İlk iş olarak
Selanik'te, "Makedonya Rizorta" isimli bir Farmason locası
kurulmuş ve içleri vatan aşkıyle yanan genç subaylarımızın
saflığından istifade edilerek bunlar türlü riyakâr vaadler ve
yaldızlı sözlerle kandırılarak bu fesat ocağına kaydedilmişlerdir.
Selanik'te, günün mümtaz şahsiyetlerinden iki zat bu
yahudi tuzağına düşmüşlerdir:
Kurmay kolağası: Mersinli Cemal bey (Paşa),
Kurmay yüzbaşı: Mustafa Kemal Bey (Paşa)...
Cemiyet kurulup, meşrutiyet ilan edildikten sonra İttihat
ve Terakki Cemiyetini bu yahudiler ve dönmeler idare
etmişlerdir. Selanik dönmelerinin «Mehd-i Hürriyet» dedikleri
Selânik'i tavaf için trenler dolusu saf insanlar İstanbul'dan,
o sahte Hürriyet kâbesine götürülerek orada afsunlanmış
ve cemiyet, vatanla beraber dağılıncaya kadar o partiyi
yahudiler idare etmişlerdir. Parti kurucuları içinden, Albay
Türkeş... Pardon Miralay Sadık bey, Siyonizmin bütün
kötülüklerini ortaya döktüğü için evvela partiden sonra da
vatandan dışarı atılmıştır. Bu cemiyetin erkânı harbiyesini
idare eden yahudiler bir yandan merkezde devletin temellerini
kazarken, öbür taraftan, kendileri için Arz-ı Mev'ut, yani
adanmış toprak dedikleri Filistin'deki ordumuz aleyhine
casusluklar yapmak suretiyle hayallerini gerçekleştirmeye
çalışmışlardır.
Yeni elde edilen ciddî vesikalara göre tahsilini yahudi
mektebinde yapan Talat Bey, Filistin'de yahudilere yurt ve
imtiyaz verilmesini taa Selanik'te kabul etmiştir.
Aradan zaman geçti. Memleket küçüldü. Millî Mücadele
başarıldı. Halk Partisi uzun seneler iktidarda kaldı. Tekmil
89
icraatında yahudilerden mülhem hususlar göze çarpıyordu.
O kadar ki, milletin coşan, isyan eden hisleri neticesinde 3
ila 7 Temmuz 1934'te başlayan ve bütün Trakya ve Boğazlara
kadar sirayet eden yahudi muhacereti, milletlerarası masonluk
ve siyonizmin tazyiki neticesi durduruldu ve Anadolu
Ajansı bu hadiseyi benim zimmetime kaydederek tekmil
dünyaya ilan etti.
Demokrat idare zamanında malum dönme ile Salomon
Adato, o iktidarın has müşavirleri idiler. İslâm Demokrat
Partinin on lira para cezasiyle kapatılması, Amerikan yahudilerinin
emri ve dönmenin teşebbüsü ile hükümetteki Farmason
erkânın tensibiyle olmuştur.
Diğer parti ve cemiyetlerin de kezâ on lira para cezasiyle
kapatılmalarında Salamon Adato büyük rol oynamıştır.
Mahkeme saloniyle başvekâlet arasındaki irtibat merkum tarafından
yapılmıştır.
Bütün bu lüzumlu malumattan sonra üzerinde ısrarla
duracağımız şahıs, hiç şüphesiz KARASSO denilen heriftir.
Bu; o derece tipik ve o derece sinsi bir yahudi idi ki, koca bir
millet onun hakikî hüviyetini görememiş ve bu basit bezirganı,
Türkün kaderine müessir olacak mevkilere çıkarmıştır.
Selânik'in pis, kirli, sefil yahudi mahallelerinde basit bir
avukat iken bir yandan saraya müteaddit jurnaller yağdırmış,
diğer taraftan Farmason localarını kurmak suretiyle iki
yüzlü rol oynamıştır. Biz de buz gibi ve ahmakça bu tongaya
düşmüşüzdür. Şimdi merkumun el yazısı ile yazıp hükümdara
takdim ettiği, sahtekârlık ve iki yüzlülüğün şaheseri
jurnali aşağıda, hep beraber ve dikkatle okuyup kendi saflık
ve gafletimizin derecesini anlayalım. Bu jurnalin aslı elimizdedir,
sureti de şudur:
90
«Avrupa'da neşrolunup ahalinin fikrini ifsâd edecek
makalatı havi gazeteler Selanik'te umumi kahvelerde
serbestçe kıraat edilmekte bulunduğu halde polis dairesince
katiyen men'ine teşebbüs edilmemekte olduğu
re'yel'ayn müşâhede olunmaktadır. Ezcümle dünkü
gün Paris'te neşr olunan "Maten" gazetesinde
Fransavil ibare "Sultan Mecid hafidleri tarafından
ahali-i Osmaniye'ye bir davet" serlevhası altında ahaliyi
ihtilâle davet ve kaale alınamayacak hilaf-ı ubûdiyet
birçok hezeyanı hâvi bir makale Selanik'in memerr-i
nâs mevkiinde bulunan Orfeon kıraathanesinde
hayli eşhas tarafından kıraat edilmekte olduğu görülmüştür.
Ahvâl-i mezkûrun devam-ı mahzurdan salim
olmadığı mülahazasına mebni hasbessadaka arz-ı
keyfiyete ictisar kılındı, ferman..
Selanik Dava Vekillerinden
Emanoel Karasso
Kulları»
İşte Karasso bu; ve aldanan millet: BİZ... Şimdi milletin
kaderini değiştiren bu adam üzerinde bir miktar duralım ve
bu çeşit iki yüzlü riyakarların bize koca bir vatanın parçalanmasına
mal olan hüviyetini inceleyelim. Bu mevzuda iki
canlı hadise seçtik, biri bizde ötekisi de ecnebi bir gazeteden
alınmıştır.
Sultan Reşad, zamanının sadrıazamı, Türkiye Farmasonlarının
reisi ve milletin kaderini yahudiye bağlamış olan
Talat Paşa'ya çok kıymetli, altın bir sigara tabakası hediye
etmişti. Aç gözlü, görgüsüz yahudi, bu kıymetli şeyi görünce
ihtirasını yenememiş ve yüzü kızarmadan ırkına mahsus
bir pişkinlikle o tabakayı Talat Paşa'dan istemiştir. Sadrıazam
şu mukabelede bulunmuştur:
— Vallahi Karasso efendi, senden iyi değil, fakat hü-
91
kümdarın hediyesidir, ayıp olur...
Aradan seneler geçiyor. Sadrıazam ve Meşrık-ı azam
vatandan kaçmış Berlin'de yaşıyor. Parasız kalmış. Türkiye'de
mebus aynı zamanda İtalyan tebası olan bu yahudiden:
a - İnkılap arkadaşı,
b - Farmason birader,
c - Kendisinden büyük iyilik görmüş olmanın verdiği
cesaretle para yardımı istiyor.
Tiryeste şehrinde yaşamakta ve oranın sayılı milyonerlerinden
olduğu söylenen bu adam, kavmine mahsus bütün
necabetsizlik ve adiliği canlandıran şu cevabı veriyor:
— Vallahi paşam, ben de senin gibi parasızım. Düşündüm,
aklıma şu geldi: Sultan Reşad'ın sana hediye etmiş olduğu
altın tabakayı satar isen eline çok para geçer...
Devletin idaresini ellerine alan insanlar öz ve temiz vatan
evlatlarını ezip, böyle karanlık şahısları tuttukça akıbetlerinin
Talat Paşa'dan farklı olmayacağını hatırlamalıdırlar.
Şimdi gelelim İngiliz Taymis gazetesinin 2 Haziran
1934 tarihli yazısına... kendimizden bir nokta bir virgül ilâve
etmeden aynen şu:
«Royter ajansı tarafından öldüğü haber verilen Emanuel
Karasso'nun ölümü teessür ve teessüfü mucip olmayacaktır.
1908 İnkılâbını kendi menfaatleri için istismar
eden, masum ecnebileri ve bilhassa Fransız ve
İtalyanları aldatan bu yahudi avukatı kadar hiç kimse
itimatsızlık hissi telkin etmemiştir.
1908 senesinde Karasso, Selanik Sefardin ailesine
92
mensup olan bir avukat idi. Karasso, garip müvekkillerinin,
garip davalarını muvaffakiyetle müdafaa ediyordu.
Fakat bu muvaffakiyetini, kendi hukukî malumatından
ziyade, FARMASONLUK dolayısiyle Türk
ihtilalcilerine olan münasebete borçlu idi. Makedonya
Rizorta locasının azası idi. Kapitülasyonlar dolayısiyle
taharriyattan kurtulmak için İttihat ve Terakki
Cemiyeti'nin gizli içtimalarını bir italyan tebasının
evinde yapılmasını temin etmişti.
Enver ve Talat dahil olduğu halde birçok Genç Türkler
farmason oldular, ihtilâl muvaffakiyetle neticelenince
Karasso İstanbul'a gitti ve inkılâp yapanların
biri olarak meydana atıldı. Bu aralık kendi kendisinin
o kadar çok propagandasını yaptı ve o derece faaliyet
içinde idi ki Genç Türkleri görmek için İstanbul'a giden
bir ecnebi, Türk göreceğim diye yaptığı her teşebbüste
etrafında bu yahudiyi görünce hiddetlenmekten,
nefret duymaktan kendini alamadı.
Sultan Abdülhamid hal' edildiği zaman, İttihat ve Terakki
Cemiyeti tarafından kendisine kararı tebliğ için
gönderilen dört kişilik heyet arasında Karasso da vardı.
Birçok yaşlı Türkler ve bazı Genç Türkler, Karasso'nun
heyet arasında bulunmasını kat'yen istememişlerdi.
Fakat Karasso ısrar etti. Kim bilir; belki Siyonizm'e
muhalefet eden hükümdarın sukutunu görmek
zevkini tatmak için, yahutta Meşrik-i azam namına
gitmişti.»
Buraya kadar olan yazı Taymis'ten aynen alınmıştır. Bu
gazete ayrıca Wickham Steed tarafından yazılan bir eserin
merkum Karasso'ya tahsis edilen bazı parçalarını da iktibas
etmiştir. Bu müellif diyor ki: Türkiye'yi ne yapmak istiyor-
93
sunuz diye kendisine bir sual sorulunca Karasso şu cevabı
vermiştir:
«— Hamurun ekmekçi tarafından nasıl yuğurulduğunu
gördünüz mü? Biz ve Türkiye aklınıza geldiği zaman
işte ekmekçi ile hamuru hatırlayınız. Ekmekçi hamuru yuğurur:
uzatır, iter, yumduklar, tâ ki olgun bir hale gelsin;
biz de Türkiye'ye aynı şeyi yapmak istiyoruz. Olgun bir
hale gelince pişirip yiyeceğiz.»
Yediler alçaklar, koca bir impartorluğu on yıl içinde
parçaladılar. Şehitlerimizin mezarları üstünde devlet kurdular,
bizi hamur gibi yuğurup yuttular. Ve biz, ve bizler hala
şunlara hayranız. Derin bir aşağılık duygusiyle hayran. Tevekkeli
dememişler; hiçbir millet istila ile yok olmaz, ta ki
maneviyatı, asaleti yok olsun.
Onların iki yüzlülüğü, onların riyakârlığı, onların korkunç
teşkilâtı, onların vicdanları satın alan parası bu milletin
başına bin bir belâ getirdiği halde, hâlâ onun medh-ü senasını,
onun propagandasını yapmak, hâlâ ondan meded umarak,
hâlâ bu mel'un, bu dinimizin ve vatanımızın düşmanı
ile dostluk kurmak, yukardan aşağı okuduğumuz ecnebi yazarların
kafalarımıza balyozla vuran ihtarları gibi, bu alçaklar
bize kalan bakiyeyi de yutarlar. .
Araya girdiğim bu satırlarla, dünyanın en büyük gazetesinden
yaptığım bu iktibasla şuurlara müdahale etmek istedim.
Acaba, ulül-elbab tenezzül edip bir dakika bu acı hakikatler
önünde duraklarlar mı? Hiç ummam!..
94
İKİNCİ DÜNYA HARBİNİN NETİCELERİ
Almanya'nın teslimine takaddüm eden günlerde ve teslimi
sırasında vuku bulan hadiseler dünya tarihinin en kanlı
ve en iğrenç safhalarını teşkil eder. Bunlar; sözde demokrat
geçinen dünya ihtilalci soysuzlarının çirkin yüzlerini ve hâinâne
planlarını korkunç bir vuzuhla açığa döker.
Bunlar, rakiplerini yere serdikten sonra, bıkkınlık verecek
derecede propagandasını yaptıkları ve milletlere hak ve
hürriyet tanıyan «Atlantik Paktı» tatbik edip vaadlerini yerlerine
getireceklerine, işkence çekmekte olan insanlığa taş
yerine ekmek vereceklerine, demokrat cephenin hür dünya
liderleri, bütün milletler arası hukuk ve kaideleri çiğneyerek
en vahşi ve kanlı hareketlerde bulunmuşlardır ki bugün bütün
insanlık, bîtab düşmüş bir halde onun neticeleri ve ıstırabı
altında kıvranmaktadır. Bu olayların beşeriyete bir faydası
olmuş ise, o da bir daha milletlerin kolayca ve dünya
yahudiliğinin hatırı için birbirini yemek hususunda daha
temkinli, daha tedbirli ve basiretli, daha ağır düşünceli harekete
kendisini mecbur tutması keyfiyetidir. Bütün bu hadiselerde
yahudi, Mason- ve komünistlerin tesir, tertip ve nüfuzunu
açıkça gösteren hadiselerin başında Fransa'da Mareşal
PETEN ve Başvekil PİYER LAVAL'e yapılan haksız ve vicdansız
muamele gelir,
95
Mareşal Peten, Birinci Dünya Savaşında meşhur VER-
DUN savaşlarında dünya kahramanlık tarihine büyük fedakârlık
abideleri hediye etmiş, İkinci Dünya Harbinde de tekmil
Fransa'yı işgal edilmekten ve donanmanın yok edilmesinden
kurtarmıştır,
Piyer Laval'e gelince: Onun temiz bir milliyetçi ve Farmasonlukla
yahudiliğe düşman olmaktan başka günahı yoktur.
Yahudiye düşman olmak mı? İşte bu korkunç, amma
cidden korkunç bir şeydir. Onun kanlı varlığı, TALMUT u
ve insan kaniyle beslenmiş varlığı, düşmanlarını kendi öz
vatandaşları eliyle kurşuna dizilmeye kâfidir.
Almanlara dönelim: Tâkatları kesilmiş, maneviyatları
bozulmuş, şaşkına dönmüş olan silahlı kuvvetler, soyguncu
ve katil Sovyet sürülerinden hayatlarını kurtarmak ümidiyle
batıya doğru kaçıyorlardı. Bütün bu hadiseler, bu emsalsiz
facialar, bu nehirler gibi mecrasından taşmış milyonlarca Alman
halkının akışı Amerikan kıtalarının gözlerinin önünde
vuku buluyordu.. Bu zavallılar Sovyetlerin teklif ettikleri
Oderneisse hattına, geri çekiliyorlardı. Fakat yahudi generaller
kumandasındaki komünist sürüleri bu biçare kadın,
çocuk ve ihtiyarları geri döndürüyorlar ve bu kitleyi merhametsiz
ve insaniyetsiz bir kadere terk ediyorlardı. Milliyetçi
Avrupa'ya karşı haçlı seferinin başı sayılan sözüm ona "Hür
Dünya" için savaşan ve Alman ecdadından kendisine miras
kalan kanı taşıyan Ayzenhovr, kendi ırkdaşları aleyhine olan
bütün bu tüyler ürpertici hadiseler karşısında taş gibi hissiz
kalarak, Almanların kısmî teslim tekliflerini reddederek, hiçbir
merhamet duygusu ve yumuşama göstermedi,
Rozvelt'in Vaşington'daki beyaz sarayının, cümlesi yahudi
ve Farmason olan menajerleri, dünya siyonizminin
emirlerini ve kararlarını harfiyen tatbik ettirdiler. Bu rehberlerin
nüfuzları gayet kuvvetli idi. Rozvelt'in yirmi yedi müşavirinin
hepsinin yahudi olduğunu çok seneler evvel küçük
96
bir broşürle neşretmiştim. Bu son ve kanlı harpte bu müşavirlerin
en mühimleri, Türk düşmanlığiyle meşhur MOR-
GENTAU ile Dexter Weite idi.
Bunlar tekmil Alman subaylarını, aldıkları emri yerine
getirmek için olsa dahi cümlesinin mahkemeye verilerek cezalandırmalarını
emretmek suretiyle dünya askerî tarihine
yeni bir şey ilave ettiler.
Hitler tarafından kendisine halef olarak seçilen Amiral
Dönitz, elinde bulunan bütün vasıta ve imkânlarla şark ve
cenubi şarkî hudut bölgelerinden, Moskof sürülerinden batıya
kaçan milyonlarca mülteci ve askerî birliklerin Almanyaya
geri dönebilmeleri için bu keşmekeşe el attı. Buna ancak
bir miktar muvaffak olabildi. Zirâ dünya yahudiliğînin emrinde
bulunan ve karısı düpedüz Siyonist olup aleyhimize
çalışan ve İbnis-Suut'tan ağzının payını alan Rozvelt ve müttefikleri,
yahudi ve farmason olan müşavirlerinin tazyik ve
diktası altında bulunduğundan, mağluplara verdiği mühlet
gayet kısa ve maksada kâfi değildi. Sadece bu yüzden yüzbinlerce
insan korkunç bir ölümün kucağına tevdi edildi ve
merhametsiz kızıl silindir bu betbahtların üzerinden geçiverdi
ve Amiral Dönitz esaret kararını imzaladı. Galipler
cephesindeki insan kitleleri büyük bir zafer sarhoşluğuna
gömüldüler. Bütün dünyanın sulh çanları kuvvetin, adaletsizliğin,
maddenin ve görünmez kuvvetlerin zaferini ilan
ediyordu.
Fakat işin hakikatini ve esasını bilen birçok büyük devlet
adamları bu zaferin muvakkat olabileceğini ve büyük
nefret doğuran bu sulhun sadece yeni fırtına ve felâketlerin
müjdecisi olan bir duraklama olduğunu biliyorlardı. Netekim
öyle de oldu ve sulh hâlâ gelmedi, gelmesi şöyle dursun,
insanlık üçüncü dünya harbini, yani bütün medeniyet-
97
leri kökünden yıkacak olan bir kıyameti beklemeye başladı.
Kendisinden en az on misli üstün düşmanlarına karşı altı sene
görülmemiş bir cesaretle savaşan kahraman bir millet
ağır yaralı olarak ve her yeri kanlar içinde yere serilmiş yatıyordu.
Onu yere yıkanlar, ona işkence yapanlar, mütemadiyen
ona tekme atıyor, tükürüyor, onunla alay ediyor, ona
ağır hakaretlerde bulunuyorlardı. İslâm ve Türk tarihini tetkik
edenler, bütün devirler boyunca böyle alçakça bir muameleye
tesadüf etmezler.
İkinci Dünya Harbi bir intikam ve yahudiler hesabına
bir öç alma harbi olduğuna göre mütarekeden sonra merdlik,
şövalyelik ve asaletin yerinde yeller estiği görüldü. Ve
«Zalim» dedikleri Hitler'in Dünkerk'te kuşattığı ingiliz kıtalarını
son nefere kadar imha etmek mümkün iken bunu yapmayıp
İngiltere'ye kaçmasına fırsat verdiğini, büyük ve âlicenap
bir jest yaptığını kimse hesaba katmadı. Versay'da
toplananlar ve dünya farmasonluğu, mağlup Fransa'ya şerefli
bir teslimiyet ve müsamaha ile mukabele etmenin efendiliğini
anlamadılar. Ona böyle kaba ve nankörce mukabele
ettiler. Bütün dünya biliyor ki eğer Almanlar isteselerdi
Fransa'yı baştan başa işgal ve bütün harp donanmasını yok
etmek işten bile değildi. Bunu yapmadılar. Üstelik Fransızların
o perişan ve şaşkın günlerinde 1870-1871 harbinde elde
edilen tarihî harp hatıralarını da Paris'teki müzelerine iade
ettiler. Fransız harp esirlerinin ailelerine, yuvalarına dönmelerine
müsaade ettiler. Esir Fransız generalleri şeref sözü
vermek suretiyle bulundukları mahallerde serbestçe gezebiliyorlardı.
Ayşe Sultan Osmanoğlu o sıralarda Paris'te ikamet ediyordu.
Kendilerinden, Alman işgal kuvvetlerinden nasıl muamele
gördüklerini sordum. Aldığım cevabı, tarihî kıymeti
haiz olduğu için aşağıya alıyorum:
«Almanlar Paris'i işgal ettikleri zaman biz, gayet haşin
muamele göreceğimizi ve hatta kasden aç bırakılacağımızı
düşünerek büyük endişelere kapıldık. Zira
yahudi propaganda teşkilatı; barbar Almanların taş
üstüne taş bırakmadıkları, kadın, çocuk, genç, ihtiyar
tanımaksızın ırz, namus, can ve mala saldırdıklarını
kulaktan kulağa yaymışlardı. Bütün Fransa bu propagandaların
tesiri altında iliklerine kadar titriyordu.
Paris işgal edildiği vakit hepimiz bu tesir altında idik.
Fakat işittiklerimizin tamamiyle aksine şahit olduk.
Kibarlık, nezaket, âlicenaplık... ve bir işgalin mevcudiyetini
hissettirecek hiçbir şey...
Bir gün bir Alman albayı oturduğum eve geldi. İhtiyacımızı
sordu ve dedi ki:
"Türkler büyük ve âlicenap bir millettir. Bizim dostumuz
ve kara günlerimizin tesellicisi ve müttefikimizdir.
Bir şeye ihtiyacınız varsa memnunlukla onu temin
etmekten şeref duyarız" dedi ve koca bir kutu çukulata
bırakıp gitti.»
Yahudi ve Farmasonların yalanı, onların iftirası, çamur
kampanyası, işte böyle beyazı siyah gösterecek kadar müthiştir.
Zalim dedikleri Hitler ve onun Almanyası mağluplarına,
rakiplerine böyle efendice muamelede bulunmuştur. Şu
var ki bu zat bütün bu asil ve şövalyece hareketten nadim ve
pişman olacağını hiç düşünememişti.
İslâmda "aman" denildikten sonra her türlü hareketler,
kinler, nefretler, mücadeleler o anda durur. Ağzımızın suyu
99
aktığı garpte hiç de böyle değil... Belki orada da eskiden başka
türlü idi. Fakat yahudi evvela İngiltere'de sonra da bütün
garpte ve yeni dünyada diktatörlüğünü sağladıktan sonra iş
değişti. Asalet, mertlik, şefkat, merhamet, âlicenaplık yerini
kin ve nefrete terk etti. Tarihî düşmanımız Rusların Plevne
kahramanı Gazi Osman Paşa'ya, tesliminden sonra gösterdikleri
hürmet, şimdi efsaneler sırasına girdi.
Birde son harpteki bayağılıkları canlandıralım: Amiral
Dönitz ve vekilleri, ateş kesip teslim olduktan sonra İngiliz
askerî makamlarının emriyle hiçbir sebep ileri sürülmeksizin
ayaklarındaki pantalonlar çıkartılarak hapishanelere
sevk edildiler. Bu adilik ve vahşet cihan tarihinde ilk defa
görülen iğrenç bir hâdise idi.
Alman milleti tamamen kaba ve adaletsiz muamele görüyordu
ve parya sürülerinin eline düşmüştü, orada emperyalizmin
havası hortlamıştı.
Almanya'yı işgal etmiş olan müttefik kuvvetleri, çok
mâhir yahudi rejisörlerin telkinleri ve idareleri altında esir
subayların beyinlerine kurşun sıkarak onları namertçe öldürmek
suretiyle hasıl olan umumî nefreti körüklediler. Bunun
tepkisi olarak ve bu tüyler ürpertici hunharlıktan istifade
ederek komünist, Farmason ve yahudiler elele vererek
çok evvelden gizli kuvvetler tarafından hazırlanmış listeler
mucibince yüz binlerce milliyetçi vatanperver sorgusuz, sualsiz
imha edildi.
Bunun en yakın misali bizde de görülmüştür. Şöyle ki:
1953'te Malatya'da, dönme Ahmet Emin Yalman aleyhine
yaptırılan tertipli ve oyuncak kabilinden bir suikast üzerine,
yine aynı gizli kuvvetler, yani Siyonist, Farmason ve
Dönmeler tarafından çok evvelinden hazırlanmış kara listeler
mucibince, memlekette milliyetçi ve mukaddesatçı olarak
tanınmış kimler varsa cümlesi, sorgusuz, sualsiz haspedilmiş
ve mahkemelere sevkedilmiştir. Ben, bu listenin başında
100
bulunuyordum. Bu işte yahudi tesirini öğrenmek için elimizde
kuvvetli delil var, nakledeyim.
Dönmenin üstüne kurşun sıkıldı. Adliye henüz işe el
koymuş ve polis vak'a mahalline gelmiş değil. Dünya matbuatı
bu işi bana yüklemek için elbirliğiyle neşriyat yaptılar.
Bunlara misal olmak üzere Güney Afrika hükümetinin küçük
bir kasabası olan Pitsmarinburg'da çıkan Zionist Record
gazetesi aynen şöyle yazmaktadır:
«Türkiye'nin Cenup vilayetlerinden Malatya'da yahudi
aslından Ahmet Emin Yalman'a bir suikast yapılmıştır.
Bu sûikasd Birinci Dünya Savaşında Filistin'de
yahudilere karşı, casusluk bahanesiyle büyük işkenceler
yapmış olan milis general Cevat Rifât Atilhan tarafından
tertip edilmiştir.»
Bu canlı misal, bu yahudi teşkilatının korkunç alâka ve
hassasiyeti, bütün milleti derin derin düşündürmeye kâfidir.
Tevkif edilen kalem ve fikir sahiplerinin hiçbirinin Malatya
hadisesiyle uzaktan, yakından alâkası yoktur. Fakat,
gizli kuvvetlerin kopardıkları vaveylâ ve yarattıkları tedhiş
havası bizi nâhak yere ve on buçuk ay zindana tıkmıştır. Cereyan
eden mahkemeler sırasında yüzlerce asker, yüzlerce
polis ve makineli tüfeklerle etrafa öyle bir dehşet ve korku
salınmıştır ki, hatta mebus arkadaşlarımız bile bu mağdurlara
selam vermeğe ve hatta sormaya cesaret edememiştir.
Âdil Türk hâkimleri bu kepazelikle alâkamız olmadığını
görerek bizleri beraat ettirmiştir. Bu âdil karar dönmeyi
çileden çıkarmış, kirli ellerini adaletin ve Türk hakiminin
harimine uzatacak kadar küstahlaşmıştır. Merhumun, şımararak
zamanın başvekiline el yazısiyle gönderdiği mektuptan
sadece şu parça bize kâfi misal olabilir:
101
«... Benim Milletlerarası Basın Enstitüsü icra komitesinde
esaslı bir rolüm olmasa idi her halde gitmezdim.
... Şer istiyenler için her türlü sahalar açık. ADALET
adeta onların hâmisi...
En anlayışlı sanılan Emin Dazıroğlu, Cevat Rifât, Necip
Fazıl hakkında tahliye kararı vererek Malatya suikastını
bir zabıta vakası haline indirdi. Bu mahkeme
güya bir rejim ve memleket düşmanlarını tedip için
değil, mütereddi kimselere benim ve Rezzan'ın şeref
ve haysiyetine tecavüz fırsatı vermek için kurulmuştur...»
Kendimizden aldığımız bu misal Yahudi küstahlığının,
dönme hayâsızlığının şaheseridir. Bütün gayreti Türklük ve
müslümanlık aleyhine geçmiş, Türke türklüğünü ve vatanını
çok görmüş bir herif, benim gibi İtalyan, Balkan, Birinci
Dünya Savaşı ve millî mücadelede üstün hizmetler görmüş,
düşman karşısında bir cepheye kumanda etmiş, kahramanlık
temayüz etmiş, halis kan bir Türke rejim ve memleket
düşmanı diyecek kadar edepsizdir.
Şimdi kendimizden aldığımız bu canlı misalin aydınlığı
altında, büyük hadiseleri inceleyebiliriz:
ikinci Dünya Harbinin mihrakını hiç şüphesiz Almanya
teşkil ediyordu. Bütün kinler, garazlar ve tecavüzler Almanya
üzerinde teksif edilmişti. Şarkta, garpta ilk günlerde ele
geçmiş her yaşta Alman erkekleri «açık meydanlarda» etrafı
tel örgüleriyle çevrilmiş kamplara tıkıldılar. Evvela üstlerinde
bulunan kıymetli eşya, saat, para ve saire gasp edilerek
cümlesi merhametsizce öldürüldüler.
102
Bunun da yakın tarihimizde benzeri vardır, ve Birinci
Dünya Savaşında bunu da bizler gördük.
Filistin ric'atinde esir düşen Türk subay ve erlerinin
üzerindeki bütün kıymetli eşya gasp edildikten sonra kızgın
çöllerde yaya olarak yürütülen subaylara, susuzluktan çılgın
bir hale geldikleri halde saka beygirlerinin taşıdıkları su fıçılarının
muslukları açılmış fakat bu zavallılara bir yudum su
içmek müsaadesi verilmemiştir. Bunların bir kısmı da Seydi
Beşir esirler kampında çeşitli tertiplerle öldürülmüştür.
16 Martta İstanbul'un fiilen işgalinde Şehzadebaşı'nda
yataklarında uyuyan masum Mehmetçikler sebepsiz yere
yataklarında süngülendikten sonra, evvelden hazırlanmış
listeler mucibince Malta adasına sürülen kimselerin üstlerinde
bulunan saat, ziynet ve kıymetli eşya ile paralar gasp
edilmiştir.
«Medeniyetin Batışını» canlandıran bu hadiseler İkinci
Dünya Harbinde ez'afiyle korkunç bir nisbette yapılmıştır.
Allah milletleri üçüncü dünya harbinden korusun. Şayet bu
felâkette insanlığın başına gelecek olursa yeryüzünde canlı
mahluk ve yapılmıyacak şenaat kalmıyacağını bu misallerle
daha iyi takdir edebiliriz.
Ric'at eden Almanya kıtalarına karşı tatbik edilen kanlı
muamele her türlü tahminlerin üstündedir. HÜR UKRAY-
NA ordusunun on binlerce subay ve erleri İngiliz işgal kumandanının
sahte vaadlerine aldanarak Avusturya hududu
yakınlarında karargâh kurmuş ve silahlarını teslim etmişlerdi.
İngiliz bunları kısa bir müddet sonra komünistlerin yani
Yahudi kumandanlar idaresindeki kızıl orduya teslim ettiler.
Moskoflar da bu biçarelerin kafataslarına birer kurşun sıkarak
cümlesini öldürdüler. Bu askerlerden az bir kısmını da
103
vagonlara tıkıp mühürlediler ve üzerlerine benzin dökerek
onları gayet merhametsiz bir ölüme terkettiler. Bütün bunlar,
ilk çağlarda ve taş devrinde bile görülmeyen «Medeniyetin
Batışı» devri olan İkinci Dünya Harbinde görüldü.
İçlerinde ağır suç işlemiş katiller ve caniler bulunan Alman
toplama kamplarının kapıları açıldı. Bu caniler gizli bir
emirle halkın üzerlerine saldırdılar. Bunlar milyonlarca yabancı
işçi gruplariyle birleştirilerek komünist ve Yahudilerin
idaresinde, ellerine silah verilerek bütün, şehir, kasaba ve
köylerin yağma edilmesine sevk edildiler. Bunlar halkın ellerinde
bulunan son yiyeceklerini de gasp ettiler. Bu yüzden
bütün bebekler ve küçük çocuklar açlıktan kıvrana kıvrana
analarının kucaklarında öldüler. Sârî hastalıklarla açlığın yarattığı
sefalet Alman kadınlarını batılı ve doğulu askerlerin
kucaklarına attı. Bu yüzden zührevî hastalıklar da yayıldı.
Çile bununla da bitmiyordu. Alman kadın ve kızları işgal
kuvvetlerinin sürek avına uğradılar. Sovyet işgalindeki
Almanya'da ilk işgal yılında her kadın ve her kız, —ancak
kendisini gayet mahirane bir surette gizliyebilenler müstesna—
kızıl ordu sürüleri tarafından iğfal edildi. En fecii bu
bedbahtlar çok defa ana ve babalarının göğüslerine makineli
tüfekler dayanarak, müdahalelerine meydan verilmeden
bu şenaatler onların gözleri önünde yapıldı. Her gün
meydanlarda binlerce kadınlı votka âlemleriyle gırtlaklarına
içki dökülerek sabahlara kadar fuhuş ve sefil eğlenceler yapıldı.
Bu iğrenç fiilleri kızıl ordunun Yahudi olan siyasî komiserleri
yaptırıyorlardı. Bu komiserlerin büyük ekseriyetinin
Yahudi olduğu her nedense dünya matbuatında kaleme
alınmadı. Zira garpteki Farmason-Yahudi menajerler büyük
intikamlarını vahşi bir zevkle seyrediyorlardı. Böylece kitle
halindeki, bu iğfaller ve tecavüzler neticesi binlerce kadın öldü
ve yahut bu işkenceye son vermek için intihar etti.
104
Garp bölgesine gelince: Bu mıntıkanın işgal kuvvetlerinde
de bidayette buna benzer hadiseler oluyordu, ancak
kendi askerlerinin kanlarının bozulmasına mani olmak için,
yanı Alman halkiyle birlikte yaşayıp temasları genişler endişesiyle
Yahudi rehberler buna mani olmak istiyorlardı. Çünkü
Morgentau planı mucibince kendilerinin en büyük düşman
bildikleri Almanlara karşı sonuna kadar düşman olmak,
Alman kadın ve erkeklerini kısırlaştırmak ve hatta zehirle
cümlesini toptan öldürmek icap ediyordu. Bu sebeple
garpte sivil halk ile dostluk ve temas yasak edildi. Almanlara
yapılacak en küçük bir yardım şiddetle menedildi. Açlıktan
şiddetle kıvranan bir Alman çocuğuna bir lokma ekmek
vermek cürüm sayılırdı. Bu yasak birkaç sene sonra hafifletildi,
çünkü bu yasağın tutulmadığı anlaşıldı.
Muhterem okuyucu bu satırlarda, TALMUT saliklerinin
ne kadar korkunç canavar, ırz, namus ve can düşmanı olduğunu
görmüşlerdir. Elhamdülillah elimizin ayağımızın tutar
olduğu bu sıralarda iki sene evvel Tel-Aviv spor meydanında
en galiz küfürlerle sporcularımıza saldıran ve kaptanlarını
döğen bu mahluklarla içimizde dostluk kurmak isteyen
bazı soysuzlar çıkmış ise de onlarda bir gün —bu satırlara
mim koysunlar— daldıkları çirkin dalâletten uyandırılacaklardır.
Seyrimizi takip edelim:
Amerikan askerinin kadına karşı ihtirası kabarmıştı.
Bunu teskin etmek lâzımdı. Bu ölçüsüz açlık dolayısiyle,
kendilerini ve çocuklarını ölümden kurtarmak için nefislerini
bir parça çukulata ve yahut bir konserve kutusu yiyecek
için Alman kadın ve kızları fuhşa sürüklenmekten kendilerini
alamadılar. Bu iş, doğuda vahşi bir zorbalık, batıda ise açlık
ve çukulata ile yapıldı. İşte bazılarının hayranı olduğu
garp medeniyeti budur.
işgal kuvvetlerinin renkli askerleri beyaz arkadaşlariyle
105
bu kadın alışverişinde birbirleriyle yarış ediyorlardı. Ayrıca
karanlıklarda tecavüz vakaları da oluyordu. Böylece işgal altındaki
Almanya'da, kadınlarla en müstehcen cinsî faaliyetler
tes'id ediliyordu. Asil bir Prusyalı subayın kızları, vahşi
ormanlardan gelmiş en basit zencilerle yatmaya mecbur ediliyordu.
Eğlence mahallerinde ve meyhanelerde alkol su gibi
akarak, oraları sabahlara kadar dolup taşıyordu. Bu yerler,
nara atan sarhoşlarla, düne kadar kamplarda bulunan kanlı
katiller, kendilerine HÜRRİYET mücahidi süsü vererek
Amerikalılara jurnalcilik ve pişvenklik ediyorlardı. Her taraf
anarşi içinde bu eğlence yerlerinde kovboylar diyarı Amerika'daki
gibi bir kadına sahip olmak için birbirlerini öldürmekten
dahi çekinmiyorlardı, tıpkı Arizona haydutları gibi,.
Alman şehirleri dev umumhanelere dönmüştü. Birçok Amerikalı
ve İngiliz kadınları evlatlarının Avrupa'da ne haltlar
karıştırdıklarını duysalardı muhakkak ki çılgına dönerlerdi.
Almanya bütün dünya tarafından muhasara edilmiş
dev bir esaret kampına çevrilmişti. Bütün giriş kapıları senelerce
gayet sıkı kontrol edildi. Yahudi, mason ve büyük Türk
düşmanı Morgentau'ın caniyane planları tatbik edilirken hiç
bir müşahit bunları görmeğe tahammül edemezdi. Bunun
için. bu şenaatler irtikâp edilirken bütün yollar kapanmış ve
bu faciaların görülmemesi temin edilmişti. Haricî âlemin bu
faciaları görmemesi için her türlü tedbir ve tertipler alınmıştı.
«Dünya vicdanı» her şeyi gizlilik içinde muhafazaya
muvaffak oldu ve her nedense HÜR(!) dünya gazeteleri bu
acı hâdiselere hiç temas etmedi. Ancak uzun ve dolambaçlı
yollardan bîtaraf ülkelere birkaç hakikat damlası sızabildi.
Morgentau planı, tam mânasiyle tatbik sahasına kondu.
Yukarıdan aşağıya okuduğumuz tüyler ürpertici facialara
ilaveten, harp için mühim olan bütün fabrikalar söküldü ve
Almanya aleyhine harbe girmiş memleketlere ganimet ola-
106
. rak taksim edildi. Yahudilere göre artık hiçbir Almanın eline
silah almaması lâzım geliyordu. Bu sebeple harp malzemesi
yapan fabrikalar başta, istisnasız bütün fabrikalar söküldü;
ve böylece İngiltere ve Amerika'nın esas gaye ve hedefi olan
Alman endüstrisi ortadan kalkmış oldu. Şu var ki, mesela
Alman Krup fabrikalarının elinde bulunan dünyanın en büyük
presi Yugoslavya'ya verilmiş ise de orada onu kullanabilecek
kimse olmadığından paslanıp gitti. Bu hususlarda
komünistler ve demokratlar el ele vererek Alman fabrikalarını
kökünden yıktılar. Zaten telefon harbi denilen dokuz aylık
duraklama ve sessizliğin sebebi menfaat ve altın buzağı
değil mi idi?
Bunlardan başka, baha biçilmez kıymet taşıyan, yüzlerce
üstün zeka ve dehanın mahsulü olan on yedi ton ağırlığında
ihtira beratları hiçbir karşılık ödenmeden Amerika'ya
taşındı ve işte bundan Atom sanayii doğdu.
Amerikalılar harbe girmeden yıllarca evvel bu evrakı
ellerine geçirmek için çok çalışmışlar ve casuslarına su gibi
para dökmüşlerdir. Harp bitip muzaffer olduktan sonra ilim
ve teknik adamlarını arayıp bularak onları zorla Amerika'ya
götürdüler ve yüksek ücretle çalıştırdılar. İşte atom sanayiinin
doğmasının ikinci âmili...
Şarka gelince: Komünistler, böyle ilim ve fen adamları
için iki şart ileri sürdüler: Ya Sibirya esaret kampına ve yahut
Sovyet Rus dünya ihtilâlinin takdisi için çalışmak üzere
hususi sahalara gitmeyi kabul etmek... Böylece tahminen
bin Alman yüksek ilim adamı ve mütehassıs Birleşik Amerika'ya,
on iki bin âlim de Sovyet Rusya'ya sevk edildi. İki taraf
bilhassa roket tekniği mütehassıslarını elde etmek için
birbirleriyle yarış ettiler.
Bir numaralı meşhur Yahudi ve harp sanayi fabrikaları
kralı Bernhard Baruh ve hempaları Peenemünde atom
bombası ve roket merkeziyle, diğer Alman silahları olan «V»
107
lerin ıslah edilmiş son şekillerini imale başladılar. Bunlar gazetelerde
tafsilatiyle okuduğumuz Yahudi casusları sayesinde
komünist Rusya'ya aktarıldı. Böylece iki dev kuvvet doğdu:
Sovyetler ve Birleşik Amerika...
Şimdi tekmil beşeriyet bu iki ağır tazyikin altında âtiye
korku ve dehşet içinde bakmaktadırlar.
108
ALMANYA HARİCİNDEKİ FACİALAR
Salomon Truman ve Vindsor Çörçil, Postdam'da silah
kardeşleri kaatil ve Yahudi asıllı Stalin'e Sovyet kıtaları tarafından
işgal edilmiş olan bölgelerde «Sovyet usulü halk demokrasisi
dediğimiz kanlı komünizmin» gerçekleşmesi
için serbesti verdiler. Ruslar da bu fırsattan istifade ederek
Çekoslavakya, Polonya ve Yugoslavya ile Silezya'da yaşayan
Cermen azınlıklarının nakli için serbesti verdiler, Atlantik
Paktı paçavraya dönmüş ve hasıraltı edilmişti. O anlaşma,
harp esnasında, ancak küçük milletleri kandırmaya yaramıştır.
Böylece komünistler batı dünyası demokrasilerinin
müsamahasiyle kendi mıntıkalarında bulunan Alınan avına
ve imhasına giriştiler.
Siyasî entrikacı ve tanınmış Alman düşmanı Beneş eski
mağlubiyetlerinin intikamını almak zamanının geldiğine
hükmetti. Potsdam'daki harp kumarbazlarının kararlarına
sırtını dayayarak Sudet Almanlarınm imhası kararlaştırıldı.
25 Ağustos 1945 tarihinde Beneş bizzât, bütün Almanları
yok edeceğini ilan etti. Bu katliam, Çek milletinin fevrî bir
hareketi değildi. Bu, Beneş ve Komünistler tarafından sinsi
bir surette hazırlanmış çevreler tarafından sistemli ve programlı
bir surette tanzim ve teşkilatlandırılmıştı. Komünist
elemanlar bundan evvel başka memleketlerde muvaffak olmuş
numuneler gibi burada da «Millî Mukavemetçi» töhme-
109
tiyle ve bu bahane ile katliamlar yapmışlardı. Kısa bir zaman
zarfında Alman işgal kıtalarının bakiyesi ve bir milyon
sivil insan öldürüldü. Bunların çoğu kadın ve çocuktu. (1)
8 Mayıs 1945'te evvelce kararlaştırılmış bir parola mucibince
Prag radyosundan işaret verilince Bartolome(1) gecesine
nazire olarak Alman katliamı başladı. Kamçılayıcı ve kışkırtıcı
feryatlar arasında Prag şehri şeytanlara uyan sadist
bir kitlenin kan tutmuş bedmestliğiyle topyekûn cinayete
başladılar. Bu şimdiye kadar tarihte görülen katliamların en
müthişi idi. Vahşileşmiş bir halkın hayvanca hareketlerinin
tafsilatını ancak o kıtali gözleriyle görenler verebilirler. Bizim
için tarifi, tavsifi, izahı mümkün değildir. Bu câniyâne
hareket kısa bir zaman içinde tekmil Çekoslovakya'ya yayıldı.
Yavaşladıktan sonra dahi aylarca devam etti. Bu ölüm tırpanından
arta kalanlar «Ölüm yürüyüşlerinden» sonra vaktiyle
hazırlanmış toplama kamplarına tıkıldılar oralarda
uzun müddet işkence dolu bir esaret hayatından sonra üstlerinde
kalan son maddeler soyulduktan sonra Alman hudutlarına
kovalandılar, yeni ve ağır bir kaderin kucağına
atıldılar.
Olga Von Baseniji isimli tanınmış Çek yazarı bu müthiş
faciaların görgü şahidi ve kurbanıdır. Mucize kabilinden
Prag cehenneminden kaçmağa muvaffak olmuş ve hatırala-
(1) Bütün milletler, insanlık düşmanı yahudinin düdüğünü çalarak altı
milyon Yahudinin muhayyel ölümüne matem tutarken, bu gözönünde
işlenen korkunç cinayetler için, ne esaslı bir şikâyet, ne de kuvvetli bir
neşriyat yapıldı. İsrail Oğullarının Babil sürgünü, Titüs ve Buhtunnasr'ın
indirdikleri darbelerin intikamı bütün insanlıktan fazlasiyle
alındı. Fakat İsrail Oğulları biliyor ve kendi tarihlerinden öğrenmiş bulunuyorlardı
ki bu geçici ve muvakkat zaferleri o, eskisine rahmet okutacak
bir bedelle ödeyecektir. İnsanları, dinî(!) bir vazife olarak teker teker
iğneli fıçılarda öldüren bu korkunç azınlık son asırda kitleleri
topyekûn dev iğneli fıçılara atmış ise de bunun sonunun neye varacağını
onlar herkesten daha iyi bilirler. Bu mevzuda tecrübeleri çoktur.
(2) Protestanların katliamı neticesinde tarihe geçen hadisedir.
110
rını neşretmiştir. Kendi kanı ve can acısıyla yazdığı «Prag
ölüm dansı» ve «Ölüm yolu» kitaplarında korkunç vesika
ve resimlere dayanarak sadece demokrat cephenin arkasındaki
karanlık entrikacıları değil, aynı zamanda kendi küçük
Çek milletini de suçlandırmakta ve itham etmektedir. Bilindiği
gibi Çek milleti, İkinci Dünya Harbinin musibet ve ıstıraplarından
en az müteessir olmuş bir Avrupa milleti idi. Zira
erkekleri cephelerde vazife görmekten muaf tutulmuş ve
insanca hiç zayiat vermemiştir. Alman himayesinde bulunan
Çekya, bütün harp müddetince iaşe sıkıntısı da çekmemiştir.
Almanlarla Çek halkı arasında hiçbir ihtilâf mevcut değildi.
Fakat Haydrik isimli mühim bir Almanın öldürülmesi ve Alman
makamlarının mukabil hareketleri, LİDİGE Çek kasabasının
imhası havayı tabiatiyle bulandırmıştı.
Harpten sonra elde edilen vesikalarla isbat edilmiştir ki
Haydrik'in katlinin Çek makamları dahi aleyhinde idi. Bu
cinayet İngilizlerin «Strateji Bürosu»nun arzusu üzerine yapılmıştır.
Bu makamın başında İngiliz generali W. Donovan
bulunuyordu. Vazifesi Alman hatları gerisinde baltalama ve
çeteci hareketlerini idare ve bunları silahlandırmak idi.
Bu makam Birinci Dünya Savaşında Suriye ve Arabistan
cephesinde meşhur casus İngiliz albayı LAVRENS'i bu
maksatla çalıştırmış ve çölleri ateşe vermiştir. Ben şahsen bu
adamla çarpıştım ve bu teşekkülün arkasındaki mel'un yahudi
casuslarının en mühimlerini yakalayarak adalete teslim
ettim. Filistin'de elimizle yerleştirdiğimiz ve bu vatanın zavallı
öz evlatlarının rüyalarında bile görmedikleri refah ve
saadete kavuşturduğumuz namussuz ve nankör yahudilerin
cümlesi LAVRENS'e hizmet etmişlerdir. Casusluk ve sabotaj
işinin başında Lavrens'in vekili İngiliz yahudisi Aran Aranson
bulunuyordu. Bunun kız kardeşi Sarâ Aranson'u Zimmarın
köyünde yakalattım, Şam'a getirilirken Şahap vadisinde
kendisim uçuruma atarak intihar etti. Dünyanın bütün
İİ1
yahudi gazeteleri bu hain kadını günlerce doğdurup işkence
ettiğimizi yazdılar. Bu da altı milyon yahudinin öldürülmesi
gibi yalandır. Bizim bu işte bir kusurumuz varsa o da, Müslüman
ve Türk olduğumuz için gayet insanca muamele etmekliğimizdir.
Bu satırların yazıldığı bu günlerde İngiltere'de LAV-
RENS namına bir film çevrildi. Türkleri yerin dibine batıran,
korkak, fena, zalim gösteren bir film. İngiliz gazeteleri bu
film aleyhine neşriyat yaptılar. Türklerin cesur, kahraman,
merd olduklarını ve insanlık asalet ve medeniyet bakımından
yeryüzünün en kibar insanları olduğunu ilan ettiler.
Merak edip Londra'daki dostum John Tyndall'e bir mektupla
keyfiyeti sordum. 28.12.1962 tarihli mektubunda şu cevabı
veriyor:
«Bu, Yahudi sermayesiyle, Yahudiler tarafından yapılmış,
İngiliz milleti tarafından nefretle reddedilmiştir.»
Yahudinin bu alçak karakterini kendimizden bir misalle
perçinledikten sonra yazılarımıza devam edebiliriz.».
Soğukkanlılıkla ve mantıkî olarak düşünülecek olursa
Çek halkının bu kanlı hareketine mânâ vermek ve onu izah
etmek zordur. Almanları toptan imha hareketine genç kız ve
çocukların da iştirak etmiş olmasının derin sebeplerini araştırmak
ruhiyatçılara düşer. Biz izah tarzı bulamadık.
Almanlar tarafından yapılan vahşetler daha kolay anlaşılabilir.
Her zaman bu gibi suçları işleyenler ya münferit şahıslar
ve yahut küçük gruplardı. Böyle hâdiselerde suçlular
dava edilmiş ve cezalandırılmışlardır.
112
Yugoslavya'da yapılan, medeniyetin yüz karası cinayet
ve vahşetler hiç de diğerlerinden aşağı değildir. Bilhassa
BANAT bölgesinde Slovaklara karşı irtikâp edilen kanlı imha
hareketleri ve Hırvat milliyetçileri aleyhine yapılan komünist
vahşeti; medeniyetin, şefkat ve merhametin ve insaniyetin
ölümüne işaret sayılır. Bu memleketlerde milliyetçi
namına kim var idiyse cümlesi işkence ve azap içinde öldürüldü.
Kırk beş bin çocuk Rusya'ya sürüldü. Hırvatistan'da
yapılan katliamlar dört yüz bin Hırvat'ın hayatına mal oldu.
Bizlerin; insanlığın gözü önünde işlenen bu müthiş facialardan
haberimiz olmadığını biliyorum. Yahudilerin yaygaraları,
şarlatanlıkları, dünya matbuatını elde tutmak için harcadıkları
milyonlar, masumların sesini boğmuş, cinayetleri
gizlemiş, onun yerine, mel'un İsrail kafasından çıkmış hayalî
facialar ikame etmiştir.
Çörçil, Moskova konferansında Polonyalılara bol keseden
Oderneisse hattını yani, Polonyalılara ve Ruslara verilen
Alman toprakları ötesinde bulunan Alman arazisini vaad
etmişti. Sovyetler ise, Polonyalılardan zorla alman toprakların
yerine, Almanlardan yeni alman toprakları peşkeş
çekmişlerdir.
Müttefikler tarafından aldatılan, yersiz ve yurtsuz kalan
ve komünist komiserler tarafından kışkırtılan Polonyalılar,
halkı Silezya ve Pomeranya arazisine kovarak onların emlakini
de zabtettiler ve yerleştiler. Güya bu harp hak, hürriyet
ve insaniyet namına yapılıyordu.
Fransa'da, Belçika ve Hollanda'da, Danimarka ve Norveç'te
mukavemet hareketleri kızıl unsurlar tarafından idare
edilmekte idi. Bunlar kendilerini milliyetçi ve hürriyet mücahidi
olarak maskeleyip en mühim mevkilere yerleşmişlerdi.
Harp içinde bütün bu yeraltı hareketleri müttefikler tarafından
geniş bir şekilde silah ve baltalama malzemesiyle teçhiz
edilmiştir. Harp sona yaklaştıkça bunların tesirleri artmıştı.
Kızıl beynelmilelciler tarafından tekemmül ettirilen ve
113
demokrasiler tarafından sessiz, sedasız kabul edilen bu, milletler
hukukuna aykırı olan çetecilik ve baltalama faaliyeti
İkinci Dünya Harbinde irtikâp edilen vahşet ve barbarlığın
çoğunun ana sebebi olarak kabul edilmelidir. Bu baltalama
ve pusu hareketleri ve sebep oldukları tethişlerdir ki Alman
ordusunu daha sert, daha asabî tedbirler almaya mecbur kıldı.
Fransa'dan çekilen Alman birlikleri aleyhine kurulan pusular,
iki tarafın da büyük zayiat vermesine sebep olmuştur.
Bu hareketin önüne geçmek ve sakin bir hava yaratmak istiyen,
kan deryasını durdurmaya, yangınları söndürmeye,
vahşeti önlemeye çalışan milliyetçi ve vatansever Fransızlar
aleyhine kızgın bir hava yaratıldı. Yalnız Fransa'da, cümlesi
temiz vatansever yüz bin milliyetçi Fransız, Almanlarla işbirliği
yaptı denerek canavarca öldürüldüler. Fransa'da çeteciler
bir kuvvet faktörü olmuşlardı. Bunlar Farmason ve Yahudilerin
desteği ile adalete ve mahkemelere ve umumî efkâra
yüzde yüz hâkim oldular. Mareşal Peten gibi büyük bir
kahramanı müebbet hapse ve Başvekil Piyer Laval gibi eşsiz
bir insanı idama mahkum edecek kadar ileri gittiler. Böylece
iki memleket arasında senelerden beri süren husumetin artmasına
sebep ve normal halin avdetine mani oldular.
Belçika'da Alman dostu olan hükümet adamları ile,
asırlardan beri millî hürriyetlerini elde etmek için mücadele
eden Cermen ırkından Flamanlara karşı çok haşin hareket
edilip bunların on binlercesi ölüme mahkum edildi ve birçokları
da müebbet hapse tıkıldı.
Harp sona ereli on sekiz sene olduğu halde bunların
mühim miktarı hâlâ Belçika hapishanelerinde inlemektedirler.
Bundan başka, sırf komünistler aleyhine mücadele etmek
İçin gönüllü kaydolunan Valon ve Flaman erler de
harpten sonra hapis ve ölümle cezalandırıldılar.
114
Hollanda, Danimarka ve Norveç işgale uğradıktan sonra,
oradaki hükümetlerin direktifi altında, Alman silahlı
kuvvetlerinin arzusu üzerine, o memleketler halkının Almanlarla
samimî bir işbirliği yapmaları istendi. O memleketlerin
birçok muvazzaf subayları Komünistlere karşı Rus
cephesinde gönüllü olarak çarpışmak için müracaat ettiler.
Oranın devlet makamları gereken müsaadeyi kolaylıkla verdi.
Harbin sonunda bu askerlerin bakiyyesi memleketlerine
dönünce «işbirlikçiler» gibi vatan haini olarak damgalandı,
esir kamplarına sevkedildiler, isticvâb edilerek işkenceye uğradılar.
Yalnız Norveçte doksan bin milliyetçi, sözünde durmayan
ve yahudilerin tesiri altında bulunan kendi Marksist
hükümetinin kurbanı oldular. Milliyetçi cephenin söz sahibi
birçok şahsiyetleri ölüme mahkum edildiler. Geriye kalanlar
istisnasız olarak uzun veya kısa hapis cezalarına çarptırılarak
bütün servetleri ellerinden alınarak, tekmil hak ve mevkilerini
kaybettiler. Bütün dünyanın hürmet ve takdir ettiği
yaşlı şair Knut Hamsun aleyhine dahi harekete geçildi. Knut
Hamsun ve Norveç milliyetçisi Vidk Quisling, dünyayı tehdit
eden kuvvetin Almanya olmayıp Sovyet Rusya olduğuna
inanmıştı. Dediği de çıktı. Bu zat her yerde milletini
uyandırmaya çalıştı. Bu namuslu fedakâr insan, seksen yaşını
geçtiği halde solcular tarafından hapse tıkıldı ve bütün
servetine el kondu.
Bîtaraf İsveç, şark cephesinden harbin sonunda kaçmaya
muvaffak olan Baltık ve Alman askerlerine «Lahey» anlaşması
gereğince iltica hakkı tanıdı. Daha sonra İsveç hükûmeti,
galip müttefiklere yaranmak için, Sovyet talebine boyun
eğerek, milletler hukukunu çiğneyerek bu mültecileri
vicdansız Sovyet Rusya'ya teslim etti. İsveç makamlarının
bu kararı esir kamplarında duyulur duyulmaz, milliyetçiler
bilek damarlarını kesmek suretiyle intihar etmek ve
kamptan kaçmak teşebbüsünde bulundular. Kaçanlar İsveç
polis kıtaları tarafından tekrar toplanarak limanlarda bekle-
115
yen Sovyet gemilerine zorla teslim edildiler. Bu harekete
muvazi olarak İsveç'te yaşayan Alman sanayicileri ve ticaret
erbabının ve hususî şahısların bütün ticarî ve hususî servetleri
ellerinden alınarak galiplerin emrine tahsis edildi. İsveç'te
yaşayan bütün Almanlar hudut dışı edilerek Batı Almanya'ya
sürüldüler.
Bu vesile ile söyleyelim ki, İsviçre'nin cidden tarafsız
durumu ve adil davranışını burada saygı ile zikretmek kadirşinaslıktır.
Galipler bu küçük memleketten de birçok isteklerde
bulunmalarına rağmen İsviçre, galiplerin şantajlarına
kafa tutmuş ve bütün istekleri reddederek şerefini korumasını
bilmiştir.
İşin en dikkati çeken tarafı milliyetçilere karşı yapılmış
bütün intikam hareketlerinin ve vahşetin harp bittikten
sonra yapılmış olmasıdır. Bu hadiseler «dünya sulhu»
kurulduktan sonraki devrede vuku bulmuştur. Ancak seri
halinde irtikâp edilen bu kanlı hadiseler, «Dünya vicdanını»
derin bir sessizliğe gömdü. Zira demokrat galiplerin bu kötü
fiillerini bütün dünyaya ilan etmek kendi aleyhlerine olurdu.
Yukarıdan aşağıya okuduğunuz, bu, insanı insanlıktan
iğrendiren kanlı, vahşi ve TALMUT'ik hareketleri hukuken
meşru gösterebilmek için FARMASON'luğun icadı olan ve
bu zümreler tarafından idare edilen «dünya vicdanı» yeni
bir tez yumurtladı. «Kollektif suç» tezi... Ancak böylece kurunun
yanında yaşların da yanması kabul edildi...
Dünya yahudiliği bu cinayetleri ört bas etmek ve suçlularla
suçlar yaratmak için kendi icatları olan iftira ve çamur
makinesinin bütün aletlerini harekete geçirdiler. Tamamen
yahudi emrinde olan Holivod ve dünyanın belli başlı mecmuaları
sanki birbirleriyle sözleşmişler gibi bütün dünyanın
gözü önüne en korkunç resimleri serdiler. Bunlarda insan cesetlerinden
meydana gelmiş dağlar ve en müthiş manzaralar
116
görülüyordu. Bu hal hâlâ ve artan bir hız ve hayâsızlıkla devam
etmektedir. Şu var ki bu sahte resimleri sinemalarda
seyreden insanlar, bu cesetlerin, demokrat müttefiklerin
bombardımanlarına kurban olmuş insanlar olduğunun farkına
vararak yahudilere lânet ediyorlar. Gaz odalarından hâlâ
ısrarla bahsedilmektedir. Böyle bir şeyin asla mevcut olmadığı,
şimdi başta İngiliz muharrirleri ve tarihçileri olmak
üzere namuslu insanlar dünyaya ilan ediyorlar.
Ve nihayet cümlemizin bildiği ve merakla takip etmiş
olduğumuz NÜRNBERG mahkemeleri dünya milletlerinin
önüne bir sürü yalan ve uydurulmuş hadiseler serdi. Artık iş
işten geçmiş, bir sürü insan Yahudi Cellat Wood'un elinde,
gemi halatlarıyla ve feci bir surette işkence çekerek, dakikalarca
ve bazıları yarım saat çırpınarak can vermişlerdir. Başları,
yüzleri parça parça olarak kan revan içinde ölmüşlerdir.
Bu facianın adaletsizliğini, yapılan şahadetlerin yalan
olduğunu ve bu oyunun bir yahudi tertibi olduğunu anlayan
Nürnberg mahkemesinin baş müddeiumumisi JAK-
SON, duyduğu pişmanlık ve vicdan azabına tahammül
edemiyerek intihar etmiştir.
Bu kanlı bahsi de burada böylece kapayalım.
117
ZAMANIMIZIN RUHU!
Buraya kadar, İkinci Dünya Harbinin mihrakını teşkil
eden Almanya ve Avrupa'nın diğer memleketlerinde, insanların
ne derece hunharlaştığını gösteren acı ve tüyler ürpertici
vakaları sıraladık. Bu kanlı vakaların arkasında, dünyayı
kan ve ateşe boğan kuvvetin Dünya Yahudiliği, Farmasonluğu
ve komünizmi olduğunu şimdiye kadar elimizden geldiği
kadar canlandırmış olduk.
Eğer siyonizmin tehlike ve zararı ile merhametsiz ve
vicdansız fiil ve hareketleri sadece garp üzerinde toplanmış
olsa idi belki de bundan bize ne deyip, bu kadar büyük külfete
katlanıp bir şey yazmaya ihtiyaç duymazdık. Bir defa
milletler, asırlardan beri insanların saadetleri, hayatları, refahları
ve hatta itikat ve imanları aleyhine çalışan Siyonizmle
mücadele halindedir ve onun sönmez kin ve intikamının
hedefi ve kurbanı olmuştur. İsrailoğullarının en büyük
düşmanı Müslümanlıktır. Dünya tarihinde asırlardan beri
bu husumet eksilmeyip artmıştır. Bu mel'un kuvvetle tam
mânasiyle ve Peygamberane bir azimle mücadele eden, hiç
şüphesiz Resul-ü Ekrem efendimizdir.
Biz Türklere gelince: Nil'den Fırat'a kadar, vatanımızı
dâ içine alan gayet geniş bir mıntıkayı kendi öz vatanları sayan
ve merkezi Kudüs'te olacak bir İsrail devletî kurmak
118
için vatanımızda ne büyük entrikalar çevirmişler, ne büyük
yalan ve iftiralar icat etmişler ve başta 31 Mart olmak üzere,
—ileride tarihin bir bir açıklayacağı— ne namussuzca teşebbüslere
girişmişlerdir. Bunları teker teker ve bütün tafsilatiyle
ve vesikalariyle müteaddit eserlerle milletimize duyurmuş
bulunuyorum.
Birinci Dünya Harbinde Sina ve Filistin cephesinde her
türlü mahrumiyet ve zorluğa göğüs gererek çarpışan ordumuzun
gerisinde bu fesat teşkilatının, casusluk, hiyanet, sabotaj
ve müthiş fesat çıkararak mağlubiyet ve hezimetimizde
müessir olduklarını altmışı bulan eserim ve bini geçen
makalelerimle aziz milletime bildirmiş oldum. Yahudinin intikam
hissi, yalanı ve hiç namus ve şeref kaydına tabi olmayan
iftira ve suikastlarına göğsümdeki iman ve kanımdaki
asalet sayesinde karşı koydum. Emek ve alın teriyle kazandığım
servetimi yağma ettiler. Fakat bütün bunlar azmimi
takviye ve gayretimi arttırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Ve nihayet, evet ve nihayet bizzat yahudiler bir öğünme veyahut
kendi akıllarınca tehdit vesilesi olarak Sina ve Filistin
cephelerinde irtikâp ettikleri alçakça hıyaneti; kendi ağızları,
gazeteleri ve kitaplariyle itirafa başladılar. Her memlekette,
her lisanda bu hıyanetler tekrarlanıyor, gazetelerde tefrikalar
çıkıyor, resimler neşrediliyor, fakat bunların bizde hâlâ
bir intibah vücuda getirmemiş olması ne kadar üzülecek şey.
Bugün, bu dakika içinde yaşadığımız hava çok mânâlı
ve bu mütalaalarla alâkalıdır.
İsrail'in ve komünistlerin su gibi para harcadıkları günleri
yaşıyoruz. Yazılar, fısıltılar, sinsi hareketler, radyolar ve
her türlü neşriyat, bir merkezden idare ediliyor hissini veren
beyanlar ve bir sürü açığa vurmuş şımarık teşebbüsler hiç
de hayra alâmet sayılmaz. Tehlike büyümektedir. Orta Doğunun
ciğergâhına hançer gibi saplanmış olan iğreti İsrail
hükümeti, gözlerini bütün Asya'ya dikmiştir. Bu kıt'ada ya-
119
şayan milletlerin arasını bozarak, onları birbirlerine düşürerek,
vicdanları ve kalemleri satın alarak uzun hedefine doğru
yürüyor. Vaktiyle «Pis yahudi devlet kuramaz» deniliyordu,
onlar hakir ve aciz görülüyordu. Bugün ummadığımız
adamlar ona dalkavukluk yapıyorlar. Böylece şımaran
yahudi işe yarar, imkân, kuvvet ve kalem sahiplerini de emrine
alarak her yönden hedefine doğru ilerliyor. İş bu raddeye
gelince, "onu kim ve nerede durduracak?" suali doğar.
Bütün dünya ile başabaş altı yıl boy ölçüşen koca Alman
devletini yere sermek için bütün dünyayı ateşe veren
bir ekalliyetin ne büyük tehlike teşkil ettiğini anlatmak için
canlı ve mevsuk hadiseleri, ateşin göbeğinden alarak teker
teker ortaya döktük. Bu olayları gözönüne alarak, âtiyi ve istikbali
düşünerek ne gibi tedbirlerin alınması lâzım geldiğini
düşünmek, memleketini seven her insanın vazifesidir.
Şimdi; bütün bu misallerin ışığı altında zamanımızın
ruhunu tahlil etmek ve bundan istifade etmek faydalı olacaktır
sanırım.
Gözlerimizin önünde cereyan eden insanlık tarihinin en
büyük değişikliği arkasında mutaassıp «Dünya Cumhuriyetçilerinin»
gayeleri sezilmektedir. Bunlar, milletlerin hürriyet
ve istikballerine, o milletlerin arzuları hilâfına hâkim olmak
hedefindedirler. Bu devletler üstü kuvvetler, muazzam
para ve teşkilâtlan sayesinde dünyanın en mühim haber alma
ve ilmî tetkik merkezlerini ellerine geçirmeğe muvaffak
olmuşlardır. Böylece umumî efkârın fikrî sevk ve idaresini
de ellerine almaya muvaffak olmuşlardır. «Tek dünya» ideali
peşinde koşan Komünist, Siyonist ve Farmason tesiri altında
insanlık bugün modern bir şekilde zamanın ruhunu temsil
etmektedir. Tek dünyacılar ancak günümüze kadar süregelen
hayat tarzı ve teşkilât şekillerinin ortadan kalkmasiyle,
planların gerçekleşeceğini biliyorlar. Müstakil dünya cumhuriyetini
teşkil edecek olan «tek tip insan», tek dünya dü-
120
şüncesinin tabii bir neticesidir. Böyle bir planın tam mânasiyle
gerçekleşebilmesi ancak bütün dünya milletlerinin melezleşmesi
sayesinde mümkün olacaktır. Bu suretle köksüz,
an'anesiz, ırksız, melez bir mahsul ve sterilize edilmiş bir
kitle insan vücuda gelecektir. Gelişi güzel, birbirine karışmış
bu milletlerin kültür sahasındaki yapıcı kudreti sıfıra
düşecektir. Bu yoldan hududu olmayan, iptidaî ve tek tip bir
medeniyet yaratılacaktır. Bunun uzuvları ancak cezri şiddet
tedbirleriyle ayakta tutulabilir.
Bu sebeple, insanlık için hedef tutulan ihtilât ve kaynaşma
binlerce seneden beri uzvi bir şekilde yetişen az veyahut
çok değişen insan nevilerinin, muhtelif kültür sahalarında
köklerinden koparılması ve gelişi güzel birbiriyle ihtilat
ettirilmesi, Allah'ın vaz'ettiği tabiat kanunlarının iğfali
mânasına gelir.
Tabiat, sonsuz miktarda hayat tarz ve şekilleri meydana
getirmiştir. Bunlar istisnasız olarak asilâne bir prensip dahilinde
sıhhatli olarak gelişmektedir. Tabiat; ne tek tip nebat,
ne tek tip hayvan ve ne de tek tip insan tanır. Tabiat kanunlarına
karşı gelmek ve onları değiştirmeye gayret etmek, bizzat
tabiatın kendisi tarafından cezalandırılır.
Hastalık, soysuzlaşma, çökme ve ölüm gibi...
Bugünkü kültür hayatımızın tamamen ve bütün sahalarda
karışmış vaziyeti; hakikatte, tabiilik ile gayrı tabiilik
arasında bocalayan insanın vücuda getirdiği bir aksülameldir.
Bu bir şeyler arayan fakat bulamayan insanlardır ve yaşamak
hedefini kaybetmişlerdir. Modern teknik, modern vasıtaları
tekemmül ettirmiştir. Radyo, filim ve televizyon gibi...
Bu cihazlar yarım asır evvel masallar âlemine aitti. Haber
alma ve ilim tekniğinde bu aletler, ışık süratiyle ve pratik
olarak dünyadaki her insana ulaştırılabilir ve her insanı
ruhen ve fikren tesiri altına alabilir.
Bu cihazların bütün dünyaya kısa bir zamanda yayıl-
121
ması ve insanlara günün her saatinde dış âlemle doğrudan
doğruya temas imkânını temin etmesi, onda, olayların tam
ortasında ve içinde olabilmesi bakımından müstakil bir duygu
yaratmıştır. Gürültülü ve dolgun bir programla şımartılan
televizyon seyircisi artık okuma ile, tetkik ile, kendi kendine
düşünmekle malumat sahibi olmayı, bir zaman kaybı
saymaktadır. Bu bilgiler artık zahmetsiz ve külfetsizce televizyon,
telefon, sinema ve resimli matbuat vasıtasiyle bedava
veriliyor. Üstelik seyirci yorulmadan ve rahat bir şekilde
koltuğunda oturup kendi kafasını ve beynini zorlamadan
zamanın ruhuna teslim olur ve kafasına girmesini istemediği
fikir ve düşüncelerin dimağına yerleşmesine mani olamaz.
Tabii, seyirci bunları az çok bir medyum gibi idrâk ettiğinin
farkında değildir. Çünkü onun düşünme kabiliyeti, telkinci
tarafından felce uğratılmıştır. Televizyon seyircisinin
alıcı hassasiyeti değişik derecelerdedir. Bunların büyük bir
kısmı zamanla şahsiyetlerini kaybedip garip bir sabit fikre
yakalanmaktadır. Böyleleri artık her akşam evine döndüğü
vakit, kendisine esir bir robot gibi tesir eden bir hayal penceresine
kendisini terk eder ve bütün dertler ve hayat kaygusundan
uzaklaşmaya çalışır. Böylece dünya hadiselerine fiilî
bir şekilde iştirak yerine lâkayt bir seyirci ve kukla vaziyetine
düşer. Bu suretle insanların ekserisi yabancı bir iradenin
tesirine râm olmuş şahsiyetsiz mahluklara benzerler.
Bu, cihanşümul vasıtaların gelişmesi neticesi, «Zamane
ruhunun» ve umumî efkâr baş yaratıcılarının ve onların teşkilâtlandırdıkları
tefekkürün beşeriyeti aynı seviyeye getirme
gayretleri insanlığı gayet süratli bir şekildet ruhsuzlaştırmaktadır.
Yukarıdan aşağıya saydığımız bu teknik cihazların aleyhinde
olduğumuz zannedilmesin. Milletlerin kültürlerini geliştirmek
ve ayakta tutmak için çok faydalı olan bu cihazlar,
devlet üstü kuvvet ve teşkilâtın eline geçtiği takdirde insanlık
ve medeniyet büyük tehlikelere maruz kalacaklardır. Bu
122
tehlikelerin ne derece müthiş olacağını yukarıda sıraladığımız
kanlı vukuattan anlayabiliriz. Milletlerarası hedeflerin
propagandasını yapan ve bir merkezden idare edilen bu cihazlar
bugün tamamiyle Farmason, Siyonist ve Komünist
kuvvetlerin elindedir. Bu sol ve menfi teşkilatın elinde bu
güzel icatlar insanların fikrini ifsat eden ve ona farkında olmadan
şeytanî telkinlerde bulunan vasıtalar haline gelmiştir.
Bunların zehirleri duygu uvuzlarımız vasıtasiyle ruhumuzun
derinliklerine sızar ve orada tahribatını yaparak irade
kuvvetini felce uğratır ve milletlerin çöküntüsüne sebep
olur.
Bugün milletlerin yaşamakta olduğu siyasî hayatta, bu
keşiflerin ne derece mühim rol oynadığı herkes tarafından
ayan beyan görülüyor. Radyo ve televizyonu ele geçirmek
sayesinde, kitlenin moraline ve fikrine tesir ederek kolayca
inkılâp yapanlar; hükümeti ele geçirdikten sonra, iyi, kötü
bütün icraatını kendi milletlerine gayet yerinde, isabetli ve
iyi şeyler olarak yutturmak isteyenlerin, partizanların ve
diktatörlerin radyolardan ne büyük istifadeler sağladıklarını
ve her nasılsa iktidara geçenlerin bunlardan ne büyük istifadeler
temin ettiklerini uzun boylu izaha lüzum yoktur.
Bir milletin iç hayatı ancak tabiatın tayin ettiği istikamette
yürümeğe müsaittir ve tabiat kanunları bu tarzın muhafaza
edilmesini zaruri kılar. Milletlerin kültür sahasındaki
devamlı inkişafı bu sayede vukubulur ve dışardan hiçbir
müdahale ve tecavüzü kabul etmez. Eğer bugün bütün dünyada
insanlara miras yoluyla intikal eden hususiyetlerde değişiklik
görülüyorsa —ki biz bunları, her gün artan bir şekilde
hissediyor ve ruh hayatımızda menfi ve mülevves tezahürlerine
şahit oluyoruz— bunlar, milletleri kültür nihilizmine
götürmektedir. Yukarıdan aşağı saydığımız yeni icatlar,
yeni aletler, yani radyo, televizyon ve saire, bunlar sadece
yabancı tarz ve yıkıcı kuvvetlerin yukarıda bahasetmiş ol-
123
duğumuz kitle telkinleriyle insanların devamlı surette şuurlarını
ihlal neticesine varır.
«Tek dünyacıların» bu yoldaki, gaye ve hedefleri tesbit
edilmiştir. Onların maksatlı propagandaları, insanların
«dünya vatandaşı» şeklinde yetişmeleri için ihzarî bir tedris
mahiyetinde telakki edilebilir. Bu propaganda o kadar esaslı,
kademeli ve programlı şekilde hazırlanmıştır ki, tekmil muhafazakâr
ve asil insanların sabit kanaatlerini ve evvelden
verilmiş hüküm ve kararlarını kaldırmak ve onları gülünç
mevkie düşürmek gayesini takip eder. Bilhassa ırkî ve millî
haysiyet, vatanseverlik, askerî şeref ve namus, an'ane,
âdet, teamül ve saire gibi alıştığımız ve ünsiyet peyda edip
hoşlandığımız ruhî meselelerde bu propagandaların yıkıcı
ve menfi tesirlerini görmekteyiz.
Milletlerin şuurlarına yerleşmiş ve orada kökleşmiş
olan tarihî hakikatler, tecrübe ve güzellik kıymetleri, bu, tek
dünyacı, devletler üstü kuvvetlerin emriyle ve menfur kuvvetlerin
vicdan tanımıyan arzu ve iradelerine ve hatta aşağılık
zevklerine göre değiştirilmek istenmektedir. Asil ve kibar
zevklerin birer tarafa atılmış olduğu ve onun yerine «roken
rol» ve «tvist» gibi kaba ve âdi zevklerin kaim olduğunu görüyoruz.
Tıpkı İsrail oğullarının meşhur protokollarında yazılı
olan, «gençliği, mugayir-i edep, müstehcen oyunlarla
ifsâd etmeli» maddesinde olduğu gibi...
Tiyatrolarda ve konser salonlarında, eskiden insanî ve
ahlakî kıymetlere ehemmiyet verilir ve bu yoldan halkın zihnî
ve ruhî terbiyesine kıymet verilirdi. O yerlerde büyük tiyatro
sanatkârları ve ünlü musikişinaslar sanat icra ederlerdi.
Bugün ise ne görüyoruz? Çığırtkan, farfara, zevksiz, sahte
ve kıymetsiz eserler değil mi? Böyle yerler zamanımızda
bir «BABİL» panayırını andırmaktadır. Klasik edebiyatın
dev üstadları, azimli ve inatçı bir metot ve gayretle yerlerinden
uzaklaştırılmaktadır. Buna mukabil hiçbir kıymet ifade
r
124
etmeyen boş ve saçma, paçavra eserler, beynelmilelci teşkilât
tarafından ortaya sürülmektedir. Aynı kuvvetler «Modern
realizm» namı altında insanların içinde bulunan behimî iptidaîliğe
müracaat ederek şehveti tahrik ve gıcıklayıcı sahneler
yaratmak suretiyle asil zevklerin yerine geçmek istiyorlar.
Dinleyiciler ve yahut seyirciler terbiye edileceğine şehvetler
kamçılanmaktadır. Sahnelerden ve hoparlörlerden dimağlarımıza
huzursuzluk ve çirkef akmakta olup bunlar,
yorgun ruhlarımızı dinlendirmek şöyle dursun, tazip etmektedir.
Vahşi orman yamyamlarının kamçılayıcı ritmleri ve
tamtam, davul gürültüleriyle dinleyicinin kulağında gittikçe
ağır tesirler yapmaktadır. Bunlar insanların kafa ve ruhlarını
ifsat etmekte olup, insan ruhunda sıhhati bozucu heyecanlar
teksif etmektedir. Bu gibi heyecanların saf ve tecrübesiz
gençlikte ne tepkiler yarattığını hepimiz görüyoruz; Bu; o
derece ısrarlı ve devamlı olarak yapılıyor ki, bütün asil ve
muhafazakâr insanlar «kökleşmiş kanaat ve zevklerinden»
tecrit edilmek tehlikesindedirler.
Bugünkü insanlığın büyük bir kısmı, suni şekilde yetiştirilmiş
seyyal ruhî durumlariyle her cepheden «şuur bozukluğu»
hastalığına tutulmuşa benzemektedirler. «Tek dünyacıların»
çok ustalıklı bir surette tanzim edilmiş olan telkin
metotları, ruhlarda büyüleyici bir tesir yaratmaktadır. Bu vaziyette
mukavemetsiz dinleyici ve yahut seyirciye yabancı
fikirler, düşünceler ve ahlakî faktörler telkin edilir. Bunlar,
işlenmemiş, ham bir şekilde şuur süzgeçlerinden geçip insanın
ruhuna nüfuz eder ve eninde sonunda bu sayede şuurlar
arzulanan bir tahavvüle zorlanır. Bu ruh hastalığı o kadar tipiktir
ki, buna tutulanlar çok zaman işin farkına bile varmazlar.
İnsanların çoğunda şuurun bozulması ruhî teşevvüşler
meydana getirir ve böylece muhtelif tarz ve şekillerde
nevrozlar, asabiyetler meydana gelir ve çoklarında ruhî ve
fikrî bir şaşkınlık; sersemlik ve yorgunluk meydana getirir.
İşte bugünkü insanlık bu şekilde ve her yerde yaygın bir
125
tarzda ahlakî lâkaydiye tutulmuş görülmektedir. Maalesef
insanların dar düşünceli kitlesi «Tek dünyacıların» ve «protokolcü
Yahudilerin» gayet iyi maskelenmiş, modern, siyasî
ve kültürel propaganda mekanizmalarının vücuda getirdiği
çöküş ve inhitat ile bugünkü kültür hayatımızın soysuzlaştırılmasını
zamanın icabı telakki etmektedir.
Bütün bunlar, bu gizli ve sinsi telkin maskesini kaldıramadığımız
için hakikatlere tam mânasiyle nüfuz edemiyoruz.
Dünya matbuatı ve ona bağlı kültür idarecileri epey zamandan
beri tek elden idare edilmektedir. Onlar; zamanımızın
malul ruhunu tabiatın ve hilkatin icabı imiş gibi göstermek
ve ondan kaçınılmaz olduğu kanaatini telkin etmek ve
hatta buna boyun eğmenin zarurî olduğunu ifade etmek suretiyle
beşeriyeti zehirlemektedirler. Hiç şüphesiz dünyada
vukua gelen bütün hadiseler, tabiat ve sebebiyet kanunlarına
bağlıdır ve şu halde «zamanımızın ruhu» da buna tabidir.
Bu ruhun muhtevasını yakından tetkik edersek bunların
yapmacık, sun'î birer unsurdan ibaret olduğu göze çarpar.
Bütün bu, seri tarzında meydana gelen imalat maddeleri çok
mahir menajerler ve reklam şirketleri tarafından müşterilerine
takdim edilerek propagandası yapılmaktadır. Ancak, kafası
ve beyni bu yolda yıkanmış alelâde, sıradan insanlar;
kendilerine ikrâm edilen sahte malzemenin zehirli maddelerle
karıştırılmış olmasından habersiz olarak hastalığa tutulur
ve kendi ruhiyatını tahrip eden fikir ve kanaatlerini zincirleyen
tesirleri fark edemez hale gelir. Bu gibi basit insanlar
iki dünya arasında dolaşan birer uyurgezer (=sair fil-menam)
haline gelirler. Ve «Tek dünya yapıcıları ile Farmasonların»
uysal bir kuklası şekline girerler. Zira tek dünyacıların
hür ve müstakil fikirli insanlara ihtiyaçları yoktur. Onlar
sadece kendilerine tabi; isyansız, itirazsız, protestosuz, mukavemetsiz
bir şekilde aldıkları emirleri yerlerine getirecek
şahsiyetsiz insanlarla iş görürler.
126
Şimdi, fikren tasfiye edilmiş bir insanı yakından incele-
yelim. Öyle bir insan ki, tek dünyacılar tarafından ideallerinden
ve «müesses kanaatleri ve peşin hükümlerinden» kurtulmuş
ve hayatın maddî sahasında konfora sahip olmuş,
günün hay huyuna kapılmıştır. Bu gibi insanlarda, sadece
kendi uzvî ve cismanî varlığını bir yaşama makinesi olarak
kullanmaktan başka gaye ve emel kalmamıştır. Bu gibilerde
hayvanlarda olduğu gibi, cismanî ve amelî çalışma kudretinden
başka bir şey aranmaz. Böyleleri ihtiyaç ve istihlâk maddelerinde
gittikçe artan bir menfaat ve imkâna sahip olmaktan
başka bir şey düşünmezler. Onların maddî ihtirası kamçılanmıştır.
Bunların bütün düşüncesi sadece hayat standartının
yükselmesine münhasır kalmıştır. Bunlar o hale getirilmişlerdir
ki muhitlerinde manevî çürümekten hasıl olan taaffünü
hissetmezler. Bu tip insanlar; tek dünyacıların, komünist
ve Farmasonların ve iftiracıların, tarihsiz ve an'anesiz
çamur atıcıların kendi öz milletlerini ve maziyi kirletmelerine
ne mani olurlar ve hatta ne de protesto edebilirler. Her
millette ve her memlekette bulunan hainler satılmışlar ve
necabetsizler grupları, aldıkları paralar mukabilinde «tek
dünyacıların» istediği keşmekeşi yaratırlar. Bu gibileri «Millî
intiharın sâikleri» olarak isimlendirebiliriz.
Bugün siyasî bakımdan insanların çoğu siyasî bir «kaybolmuş
fertler» olarak kalmışlardır. Bunlar teker teker ve
münferit olarak çok kıymetli fikirlere sahip olsalar dahi günlük
siyasî kavgalardan tiksinti duyarak kendi köşelerine çekilmişlerdir.
Bu gibiler siyaseti herkesin birbiriyle mücadele
etmesi şeklinde görmektedir. Siyaset onlara balta girmemiş
yabanî bir orman şeklinde gözükmektedir. Birbirine zıt fikirlerden
mürekkep bütün teşekküllerde ve hatta parti gruplarında
da bu, böyledir. Her siyaset adamı, karşısında sarih
ve berrak bir mevzu görememektedir. Hiç kimse, noksan
olan görüş kabiliyeti dolayısiyle, yıkıcı kuvvetlerin uzaktan
idare ettikleri, bugün her zamandan çok siyasî mücadele
sahnelerindeki çok iyi maskelenmiş ve teşkilâtlandırılmış
127
«PARÇALA VE HÜKMET» oyununun içyüzüne nüfuz edememektedir.
İnsanlık düşmanı bütün teşekküllerin en yeni
silahları maskelenmiş iftira makinasıdır, Bunlar herkesi
ajan, yabancıların memuru ve yahut aleti ilan ederek kıymetli,
mümtaz, değerli, milliyetçi ve muhafazakâr asil şahsiyetleri,
yalanları ve namussuzca iftiralariyle siyaset sahasından
uzaklaştırmak, susturmak, sindirmek ve böyle fedakâr
insanları kendi tarafları, hükümet ve milletler önünde küçük
ve gözden düşürmek için çalışırlar. Son senelerde bu silah
çok kuvvetli vazifeler görmüş ve görmekte berdevamdır.
Bunun en canlı ve en iğrenç misalini biz şahsen tecrübe
etmiş bulunyoruz. Bu edepsiz Yahudi oyunundan ancak,
marazî bir derecede ve taassup halindeki namuskârlığımız
ve ecdattan intikal eden asil kan sayesinde, senelerce devam
eden bu çirkef kampanyadan yakamızı sıyırabildik. Zaman
ve hadiseler âdi düşmanlarımızın yalan ve iftiralarını meydana
çıkarıp hatta resmî tahkikatla ne derece yüksek bir karakter
ve faziletin sahibi olduğumuz meydana çıkınca, millet
o müfterilerden nefret duymuş, fakat onlar hayâ ve necabetten
mahrum oldukları için zerre kadar hicap duymamışlardır.
Vicdan azabı ise bu gibilerde mevzubahis bile olamaz.
Biz burada tek başımıza, bütün bir milletin istiklal ve
varlığı aleyhinde yazı yazmış, bize türklüğümüzü ve mülkümüzü
çok görerek devleti himaye altına sokmak ve bazı
vatan parçalarını yabancılara bağışlayacak kadar ileri giden
ve... Ve en azılı komünistleri himaye ve müdafaa etmekle
meşhur dönme Yalman'lara karşı, başa baş mücadele ettik.
Bu adam, İslam Demokrat Partisinin kapatılması hakkında
ZÜRİH'teki beynelmilel Yahudilerden aldığı direktifi hükümete
tebliğ ve tesir ederek on lira para cezasiyle partiyi kapattıran
adamdır. Bütün hayatı müddetince eline silah almamış
ve hiçbir harbe katılmamış, Müslüman Türk milleti lehine
en küçük bir hizmette bulunması şöyle dursun, aleyhimizde,
yani millet aleyhindeki faaliyetleriyle kendisini dağ-
128
başlarındaki çobanlara kadar tanıtmış bir adamdır. Bu böyle
olduğu halde, «Millî varlığımıza suikast» başlığı altında İslam
Demokrat Partisine hücum edecek kuvvet ve cesareti
kendisinde bulmuştur. 33 dereceli Farmason ve DÖNME olduğu
için, ne yazık ki sözünü zamanın iktidarına dahi dinletmiş,
şımartılmıştır. Milletlerarası iftira makinesinin aziz
yurdumuzda baş ajanı olan merkum «Mürettep Malatya hadisesi»
sırasında, iddia makamlarına ve iddialara kadar intikal
eden bizim «Alman Nazi Partisinin» bir memuru olduğumuzu
söyleyecek kadar ileri gitmiştir.
Sırası gelmişken kaydedeyim ki; ben değil Almanya'da,
kendi öz vatanımda memur ve emir kulu olacak yaradılışta
değilim. Almanya şöyle dursun, kendi vatanımda hiçbir partiye
intisap edip, hiç kimsenin ideolojisine tabi olmadım ve
olamam, isteyen ve inanan benimle gelirse aldanmaz. Ve bugüne
kadar her üzerime aldığım vazifede hiç kimse aldanmanıştır.
Bunun en canlı ve tarihî misalî: İstiklal Harbinde
rütbe ve yaşımın kat kat üstünde vazife ve salahiyetle vatana
hizmet ettim, iç ihtilâlleri kansız ve adaletle bastırdım.
Fransızların karşısında bir cepheye kumanda ettim, asayişi
temin ettim ve milletimin şükranını kazandım. Artık daha
küçük kademelerde vazife görmek kabiliyetini kendimde
göremediğim için arzumla tekaütlüğümü istedim ve bunu
vekâlete güçlükle kabul ettirdim. Hayâsız ve vicdansız insanlar
bizi, yabancı bir memleketin ve yabancı bir partinin
adamı göstermekten utanmadılar. Türk hakimleri -askerî
ve adlî- bu namussuz yalanı müfterilerin yüzüne vurdular.
Malatya hadisesi sıralarında henüz «Nazi» aleyhtarlığı
revaçta olduğu için, bize bu etiketi münasip görmüşlerdi. Bu
moda geçince bütün milletler ve milletimizin nefreti «komünizm»
üzerinde toplanınca bu defa aynı Yalman, Amerika'da
bir Yahudi matbaasında bastırdığı -sanki bu millet
129
nezdinde zerre kadar itibarı varmış gibi- «Benim Zamanımda
Türkiye» isimli kitabında, beni de dahil ettiği bütün milliyetçi
ve muhafazakâr şahsiyetlere komünistlik damgası
vuracak kadar küstahlaşmaktan utanmamıştır.
Sözü uzatmayalım, bunlar iftira makinesine canlı misallerdi
ve bu rezil makine bugün Yahudi, dönme ve farmasonların
en kuvvetli silalılarındandır.
Yukarıdan aşağı misallerle canlandırdığımız bu hal neticesindedir
ki alelâde ve zayıf insanlar siyasetle alâkalı herşeyin
yalan ve dalavere olduğu kanaatine varmış ve hariçten
gelen bütün yeni ve siyasî fikirler, ideolojiler ve hareketlere
karşı sırtlarını dönmüşlerdir.
«Tek dünyacıların» yani Yahudi ve Farmasonların istinat
ettikleri diğer bir husus da vicdansız ve ruhsuz zaman
adamlarıyla, eyyam ağalarıdır. Bu gibiler daima zamanın iktidarına
kul olurlar. Bu teslimiyet ve bendelik, o iktidar sahiplerinin
mefkurelerine inandıklarından dolayı değil, sırf
zorluk ve meşakkatle elde ettikleri hayat ve maişet seviyesini
devam ettirmek içindir. Böyleleri şu fikir ve kanaattedirler
ki, akıntıya kapılarak yüzmek rahat ve kolaydır. Bu gibilerin
fikrince, olanlara ve yapılanlara niçin itiraz edilsin? Zaten
herşey neticesiz ve ümitsiz değil midir? O halde mücadele
ve gayretin, vatan ve millet menfaatleri hesabına girişilecek
faaliyetlerin sebep olacakları tehlikeleri göze almak faydasızdır.
Bu uğurauz zihniyet ve korkaklık millet düşmanlarının
yegâne kuvvetini teşkil eder. Onlar bu meş'um tarzda
bir TESLİMİYET ile «tek dünyacılara» hizmet eder ve onlara
boyun eğerler.
Kendi milletleri için mesuliyet ve vazife hissi duyan ve
madun ve uşak olmayı kabul etmeyen yegâne gruplar dün-
130
yacıların karanlık ve menfur emellerine; me'yus ve şaşkın
olsalar dahi boyun eğmeyip köle seviyesine düşmeyi reddeden
bütün dünyanın MİLLİYETÇİLERİ'dir. Yalnız bu kuvvetlerdir
ki milletlerinin özünü ve hususiyetini muhafazaya
hazır ve azimli sağ duygulu unsurlardır. Milliyetçiler, tek
dünyacıların ve ırk fesatçılarının muhalif kutbunu teşkil ve
temsil ederler ve tabiatiyle dünyanın bütün Yahudi, dönme
ve farmasonlariyle, bütün solcular ve komünistlerin rakip ve
amansız muhalifidirler.
131
DEMOKRASİ DİKTATÖRLÜĞÜ
Dünyanın bütün kültür milletlerinin meşru menfaatleri,
şarkta olsun, garpta olsun «tek dünyacıların» icra organları
tarafından teker teker, fert fert gitgide birer kenara itilmekte,
ezilmekte, yok edilmekte ve bu suretle istenilen kalıba ve nizama
sokulmaktadır.
Totaliter komünizmin karşısındaki garp âlemi, Birleşmiş
Milletler'in nüfuzu altına girmeye başlamıştır. Birleşmiş
Milletlerin bir oyuncağı ve en müessir âleti olan UNESKO
ve onun yardımcı organları sayesinde yeryüzünde ağır ağır
demokrasi diktatörlüğü teessüs etmektedir.^
(1) UNESCO, Birleşmiş Milletler tedris, tahsil, fen ve kültür teşkilatıdır.
Milletlerin hars ve fikriyatını kendi arzuladıkları istikamete sevketmek
isteyen bu çok mühim teşekkülü iki azılı Yahudi idare etmektedir ki
isimleri şunlardır:
ALF BOMMERFET — Haricî temaslar komitesi reisi olup, tam kan Yahudidir.
Bu adam, yukarıdan aşağıya okuyacağınız veçhile milletlerin fikrî
ve harsı bütün varlığına ve mîllî şuurlarına hâkim olacak tarzda müthiş
bir faaliyet sarf etmektedir.
J. EİSENHARD — Milletlerarası maarif teşkilâtının muhtelif komisyon reisidir.
Yahudiler ve tekmil milletlerin maarifine ve dünya talebelerine
hükmeden bu komitenin başında bulunan bu adam, her milletin etiket,
rütbe, menfaat, mevki ve şöhret budalası şahsiyetlerini elde edip halkların
fikriyatına ağır surette nüfuz etmiştir. Bir bakışta, insana gayet cazip
gözüken çalışmaları ve her memleket talebesine birçok seyahat, istiklâl
ve menfaat temin etmesi ve işlerine gelenleri yaldızlı vaadler ve
132
Her iki tarafın da gayesi «dünya cumhuriyetini» gerçekleştirmekten
ibarettir. Bu olay, sert bir rekabet mücadelesi
halinde cereyan etmekte ve muhtelif siyasî tezahürler altında
gelişmektedir. Şark ve garp, her iki cephede planlarının
tahakkuku yolunda esas mania ve zorluğu milliyetçilikte
görmekte ve bütün millî ceryanları kötülemek bahsinde
müşterek ve el birliğiyle hareket etmektedir. «Milletleri bir
biriyle birleştirici yekpareleştirici» teşkilatçılar biliyorlar ki,
tek dünyacıların birbirlerini tamamlıyan düşünce ve faaliyetleri
ancak ve ancak milletlerin kendi öz vatan ve topraklarından,
köklerinden koparılıp, onların millî düşünceleri
imha edildikten sonra kaabil ve mümkün olabilir.
Komünist tevhitçiler, müstakil ve muhafazakâr köylüler
âleminin imhasını yalnız Sovyetler Birliğinde değil ve fakat
peyk devletlerde de gerçekleştirmeyi başlıca vazife saymışlardır.
Zira varlıklı ve toprağına bağlı köylü, komünistlerin
kolhozlaştırmâ ve kendi nizamlarına sokma gayretine karşı
inatçı ve çetin bir mukavemet göstermektedir. Başlangıçta
gösterişli, şatafatlı şekillerde istedikleri yerde, istedikleri kalıplara dökmesi
ve arzu ettikleri ideolojileri bütün sinsiliğiyle aşılayarak arzu ettikleri
mefkure yollarına sürüklemesi bugün için tekmil milletler üzerinde
arzu edildiğinden fazla tesir ve netice vücuda getirmiştir.
UNESCO teşkilatındaki diğer şahsiyetler şunlardır:
M. LUFFMAN — Milletlerarası eğitim başkam (Yahudi)
Dr. O. KLİNBERG — Çalışma kısmı şefi (Yahudi)
H. KAPLAN — En mühim rolü oynayan umumî istihbarat şefi (Yahudi)
C H. WEİTZ —- Bütçe ve idare başkanı (Yahudi)
S. SAMUEL SEKSKY — Personel şefi (Yahudi)
B. ABRAMSKİ — Barındırma ve seyahat şefi —-ki; birçok işine gelenleri,
istedikleri memleketlere götürüp arzu ettikleri tarzda yetiştiren ve birçok
zavallıları kandıran adam— (Yahudi)
B. WERMİEL — Tedarik ve tayin bürosu şefi (Yahudi)
Dr. A. WELSKY — Bizi çok alakadar eden, Asya sahra fennî korperasyon
ofisi şefi (Yahudi)
işte bütün milletlerin kültürüne, kafasına ve beyinlerine hükmeden ve bu
uğurda su gibi para harcayan UNESKO budur.
133
komünist diktatörler cezri ve dik bir yol takip ediyorlardı.
Bilhassa Türk Müslüman devletlerinde, Ukrayna'da, Kafkasya
ve Türkistan'da halk ezelden beri merkezî Moskof sistemi
aleyhinde idiler. Bundan ötürü yalnız Yahudi Stalin (1)
devrinde bu yüzden dört milyon Ukraynalı ve milyonlarca
Müslüman öldürülmüştür. Azerbaycan ve muhtelif Kafkas
memleketlerinden ve diğer Türk topraklarından alınan
milyonlarca insan Sibirya'ya sürülmüş ve o vahşî diyarda
mağaralarda kısa bir müddet zarfında sefaletten yok olmuşlardır.
Bütün erkekleri Sibirya'ya sürülmüş olan bu
bölgelerin erkeksiz kalmış kadınları Sibirya kabilelerinde
kadınsız kalmış erkeklerle birleştirilerek dünyanın şimdiye
kadar şahidi olmadığı bir facia meydana getirilmiştir.
Hâlâ büyük bir ısrar ve inatla takip edilmekte olan köylülerin
kolhozlaştırılması, gerek şark, gerek garp Sovyet
peyk hükümetlerinde moskof tipinden daha mülayim bir
tarzda devam etmektedir. Sovyetler Birliği, bütün milletler
gurubuna nazarî ve lâfzî olarak komünist anayasası gereğince,
sözüm ona, millî hürriyet ve istiklâl bahsetmiş ise de bu,
Sovyet zorbalarının evvelce yapmış oldukları tahminler ve
hesaplarla değişik kavimlerden müteşekkil devletlerin Rus
tipi halk varlığına ağır ağır karışacağına emin olmalarından
ileri gelmiştir.
Kenar milletlerin, henüz kendi dillerinde mektepleri
mevcuttur. Ancak bunlar istisnasız olarak Sovyet inhisarı altındadırlar.
Tahsil yüzde yüz komünisttir ve tesir bakımından
millî hisleri telkin edip aşılayacak bütün şeylere düşmandır.
Millî an'ane ve millî ruhu ayakta tutacak bütün fikir
ve hareketler şiddetle memnudur. Rus dili, tekmil tedrisat
programlarında yavaş yavaş ekalliyet dillerinin yerini al-
(1) Gürcü Yahudisi olan Stalin'in asıl ismi, Gürcü dilinde «Yahudi oğlu»
manasına gelen «Çugaşvili»dir ve, bir eskiler alayıma Yahudinin oğludur.
134
maktadır. Sovyet azınlıklarının matbuatında da aynı prensipler
takip edilmektedir.
Kızıl diktatörlükle idare edilen memleketlere kıyasen
batı ve diğer demokrat devletlerdeki münferit şahısların
ehemmiyetsiz miktarda bir hürriyetleri vardır. Garp memleketlerinde,
komünist diyarında tatbik edilen sert metotlara
başvurulsa, hiç şüphesiz kuvvetli bir mukavemete uğrar,
hatta şimdilik bu, tamamen imkânsız denecek bir vaziyettir.
Garpte «Birleştirici» hareketler bilvasıta yapılmaktadır. Yukarıda
izah edildiği gibi ruhî nüfus, bütün vasıta ve entrikalarla
fertleri içinden fethetmek ve onların şuurlarına hâkim
olmak suretiyle yapılmaktadır.
Diğer memleketlerde, toprağına bağlı köylüye karşı, komünist
ülkelerinde tatbik edilen şekilde sert tedbirler alınmasına
lüzum görülmektedir. Zira oralardaki insanların maneviyatı
esasen zayıflamıştır ve onları bu hale getiren saikler
«zamanımızın ruhunu» tahlil ederken birer birer zikredilmişti.
Bütün dünyanın köylüler âlemi kendiliğinden bir
çözülme halindedirler. Terakki ve asrî hayat nağmeleri ve
sadece kendi hayat ve maişet kaygularına düşmüş olan
devlet memurlarının halk ve amme menfaatine karşı noksan
anlayışlar yüzünden, köylünün yıkılışı, garp dünyasının
her yerinde ve hatta bizde bile önüne geçilemiyecek
bir hâl almıştır. Bunun neticesi olarak köylerden büyük
şehirlere akın bu halk için âdeta mukadder bir zaruret gibi
telakki edilmeğe başlanmıştır.
Sıhhatli ve sağlam köylü kanının, insanları yutan büyük
şehirlerde yavaş yavaş erimesi ve bu, asil ve saf kitlenin
maddî ve biyolojik kudretinin bu şekilde dejenere olması gayet
vahim meseleler doğurmaktadır. Mesela herşeyden evvel
doğumu azaltması, istidatların kaybolması, iş ve kol
kuvvetlerinin gittikçe eksilmesi gibi içtimaî neticeler meydana
gelmiştir.
135
Bu yüzden demokrasiler, kendilerinde eksilmiş olan işçi
kuvvetlerini, ferdlerinin kol ve bilekleri daha kuvvetli devletlerden
ithal etmekle bu keşmekeşin önüne geçilebileceğini
umuyorlar. Buna muvazi olarak, otomatik işleyen makine ve
aletlere mübalağalı surette hız verilerek istihsali arttırmak istiyorlar.
Uzvi boşluk ve noksanın bu gayrı tabii hâl çaresi olsa
bir müddet için istihsale lüzumu olan işçi kuvvetini karşılasa
dahi, milletlerin bu, hayatî meselesini hiçbir suretle çözemez
ve insan gücünün yerini tutamaz. Zira bir milletin istiklaldeki
mevcudiyeti ancak kendi hayat ağacının ve köklerinin
sıhhatine bağlıdır. Çünkü kurumuş köklerden yeni bir
hayat doğamaz. Garbın bugünkü cismanî, biyolojik inkirazı
bir takım yeni meseleler ortaya çıkarmıştır ki bu vaziyet
«Tek dünyacıların» ve insanları birleştiricilerin işlerine gelmektedir.
Halkların tek kazanda kaynatıp birleştirilmesi, tek dünya
yaratılması,"Birleşmiş Milletlerin ve UNESKO'nun kuruluşu
ile ikinci Dünya Harbinden sonra iki esaslı faktör yaratılmış
oldu. Böylece o ana kadar «tek dünyacıların» az veya
çok, umumî ve anonim olarak idare ettikleri mücadele Birleşmiş
Milletlerde, bütün devletlerin temsilcileri vasıtasıyle
cebir ve şiddet tedbirlerini tecrübe etmeye kadar vardı.
UNESKO, bütün memleketlerin hars, yani kültür noktalarını
şimdiden ele geçirmiştir. Ve şimdi resmen ve açık bir şekilde
millî şuurun ortadan kalkmasına var kuvvetiyle çalışmaktadır.
Bilhassa zengin bir tarih ve an'aneye sahip olan
büyük devletlerin ana hatlarını ve istikballerini, vaktiyle Galiçya'dan
Amerika'ya hicret etmiş ol,an Yahudi PASWOLSKİ
ve onun bednam ırkdaşı olup İkinci Dünya Harbinde Rozvelt'in(1)
müşaviri olan ve sonra vatana ihanet suçu ile müebbet
hapse mahkum olan DEXTER WHİTE hazırlamışlardır.
(1) Rozvelt'in aslı bir Hollanda Yahudisidir. İkinci Dünya Harbinden evvel
yanındaki bütün müşavirler su katılmamış Yahudi idiler. Geçenlerde
ölen karısı, sadece Yahudi değil koyu bir Siyonist idi...
136
Unesko'nun çalışma programı, bilhassa batı dünyası insanlarını
ruhen soysuzlaştırmak; onları vatan, toprak, millî
an'ane ve kökleşmiş itiyatlardan ayırarak «tek dünya» için
olgun hale sokmak esasına göre hazırlanmıştır. Demokrasilerde,
yukarıda izah edildiği veçhile çok taraflı siyasî ve kültürel
giriftlerin rehberliği ile Amerika'ya müteveccih olarak
garbın idare ve tanzimini TOTALİTER DEMOKRASİ olarak
kayd ve zikredebiliriz. Zira bunun göstermiş olduğu
diktatör veçhe ve hatlar çoktur ve barizdir.
Demokrat devletlerde her mânada serbest fikir beyanı,
devlet idaresinin tenkit edilmesi her vatandaşın resmen esas
hakkıdır. Daha doğrusu böyle olması icap eder. Hakikatte
ise bugün demokrat devletlerin çoğunda siyasî bir fikir terörü
mevcut olup bu hâl, herhangi diktatör devletlerdeki
baskıdan farksızdır. Bu tazyik, istisnasız her yerde ve her
memlekette millî liderler ve milliyetçiler aleyhine tevcih
edilmiştir. Serbest fikir beyanının tabii hududu şöyle tayin
edilmiştir: O sırada iktidarda olan partinin ve yahut milletlerarası
zümre ve kliğin menfaatına halel getirmiyecek şekilde
olmalıdır.
Şâyan-ı hayrettir ki merkezden idare edilen zamanımızın
fikir terörü, bilhassa milletlerin mukaddes menfaatlerine
ve milliyetçilerle, mukaddesatçı ve muhafazakârlara karşı
cephe almıştır. Daha başka bir tabirle halka ve devlete sadık
unsurlara karşı... Zira bu cephenin insanları bütün vasıta ve
imkânlariyle, bu, devlet üstü nüfus ve ırk fesatçılarıyla mücadele
etmektedirler. Her türlü ahlâk ve asaletin erimekte olduğu,
cinayetler ve faciaların akıllar durduracak kerteye geldiği
şu devirde, her memlekette bu ahlâksızlar aleyhine değil,
milliyetçiler ve ırkçılar aleyhine sesler yükselmektedir.
Sadece koyu ırkçı, kara mutaassıp ve mürteci Yahudiler bundan
müstesnadır.
Her memlekette milliyetçi ve muhafazakârların meşru
137
faaliyetine karşı siyasî müsamahasızlık ve tahammülsüzlük
gösterilirken diğer taraftan, halkı ifsâd eden zehirli propagandalar
ve komünist faaliyetine karşı demokrasinin milletlere
bahşettiği bütün hak ve müsamahalardan istifade edenler
hiçbir vicdan üzüntüsü duymadan yollarına devam etmektedirler.
Bu, ne feci bir tezattır? «Dünya vicdanı» denilen
satılmış basın, totaliter demokrasilere karşı en basit ve
haklı tenkitlere başkaldırırken, milletlerin umumî ahlâkının
inkırazına, medeniyetin ve milletlerin batışına ve bunun
göze çarpan çirkin, iğrenç manzarasına karşı tamamiyle lâkayt
kalıyor ve hiçbir aksülamel göstermiyorlar. Böylece
«tek dünyacıların» iki yüzlü hareketi kendisini meşru göstermektedir.
Dünya Yahudiliğinin arzusuna uygun bir tek dünya ve
demokrasi meydana getirmek isteyenler, her millî gaye ve
hareketi saygısız ve hayâsız bir şekilde ve klişeleşmiş cümlelerle
tahkir ediyor ve hatta bu meşru ve makbul faaliyetleri
suç olarak damgalıyorlar. Irkçı, aşırı sağcı, yobaz, mutaassıp,
mürteci ve gerici gibi... Böylece «Müsaade edilen» ve
«Müsaade edilmeyen» arasındaki siyasî fikir hürriyetinin
tefrik hattı çizilmiş bulunuyor. Bu hat, dünya emperyalistlerinin
faaliyetinin ve fikirlerinin kendilerine tehlikeli olacak
yerlerde ve gün ışığına çıkabilecek bir noktada çizilmiştir.
Her hükümetin esas vazifesi; milletinin özünü ve ruhunu
koruması olmalıdır ve doğru bir tarzda kültürel gelişmeyi
itimada lâyık insanlara teslim ederek bunu elindeki bütün
imkân ve vasıtalarla desteklemek olmalıdır. Böyle bir vazife
ancak ve münhasıran her milletin milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr
unsurları sayesinde yapılabilir. Bugünkü demokrasiler,
sıhhatli bir milletin nefis bekası şuurunu temsil eden bu
kıymetli unsurlar ve elemanları destekleyeceklerine, her
memlekette ajanlardan mürekkep hainler ve satılmışlar sürülerini
çalıştırıyorlar.
Garpte, anayasayı korumak namı altında bilhassa milli-
138
yetçilere tazyik edilmekte ve milliyetçilere her yerde «MÜF-
RİT» damgası vurulmakta ve bunlar, sözüm ona Hürriyet -
Adalet - Müsavat seven medenî garp ülkelerinde daima takiplere
maruz bulunmaktadır. Seksen sene evveline kadar
her memlekette, sefil ve hakir yaşayan ve her millet tarafından
şüphe, nefret ve tiksinti ile karşılanan dünya Yahudiliğinin
eriştiği son muvaffakiyet noktasıdır. Bütün devletlerin
polis teşkilâtı ve milletlerarası polis, var kuvvetiyle bu namuslu
ve hakikî neşriyatı durdurmak için ellerinden geleni
yapmaktadırlar. Bu gibi temiz ve milliyetçi, her memleketin
güvenilir evlatlarını, bütün hakları çiğnenerek mahkemelerde
süründürmektedir. Medenî(!) ve demokrat Avrupa'nın
birçok memleketlerinde mütefekkirler demokrasi zindanlarında
işkence çekmektedirler. Milliyetçi muharrirler ve münekkitler
Yahudiliği, rüşvetçi ve dalavereci İsrail oğullarını
yakından tetkik ve onlarla alâkadar olmaya teşebbüs edeceklere
karşı demokrat devletler kanunlarına lastikli maddeler
konmuştur. Bu maddeler usul ve formüllere göre o kadar
lastikli ve o kadar müphemdir ki, «Mümtaz(!)>> milletin yani
Yahudinin herhangi bir ferdine karşı objektif bir tenkit ve
mütalaada bulunmak, «Muayyen bir halk zümresine karşı
kışkırtma» diye isimlendirilir ve bu namuslu münekkit,
kendisini sarsacak bir para ve hapis cezasına çarptırılır.
İşte; Yahudinin parası, teşkilatı, farmason biraderleri,
onun seneler ve asırlarca evvel, milletleri bu tuzağa düşüren
protokollarının bugün için doğurduğu netice budur!
Yalanı, iftirası ve her memlekette şişirilmiş dosyaları
tanzim eden beynelmilel polise yedirdiği rüşvet ve harcadığı
milyonlar bugün için her memleketin milliyetçi evlatlarını,
uğurunda hayatlarını istihkâr ettikleri kendi öz milletlerinin
nazarında bile şüpheli ve tehlikeli vaziyete düşürmüştür. Bu
gidiş nerede duracak ve istikbal dünyaya neler vaad ediyor
bilinmez?!
139
DÜNYA POLİTİKASINDA BAŞLICA AMİL
YAHUDİLİK!
Kültür milletlerinin, bazı karanlık kuvvetler tarafından
inkıraza sürüklendiği ve bunun ne şekilde vuku bulduğunu
ve insanların nasıl tek tip bir hale sokulup robotlaştırmak
istendiğini yukarıdan aşağı ileri sürdüğümüz toplu ve çeşitli
malumatla teşrih etmiş ve müessirlerini ortaya dökmüş bulunuyoruz.
Böylece milletlerde cismanî bir ÇÖZÜLME vuku
bulmakta olduğunu da müşâhede ediyoruz. Tıpkı çok eski
devirlerden beri aynı âmillerin birçok milletlerin inhidam ve
inkırazlarına sebep olduğu gibi...
Meşhur mütefekkir ve tarihçilerin tetkik ve kültür tahlilleri
isbat etmiştir ki: Hars, yani kültür inkırazının ana sebepleri,
«MİLLİ» devletlerin yok edilmesinde çok iyi teşkilatlanmış
suikast gruplarının planlı bir şekilde kemirici faaliyetlerinden
ileri gelmektedir. Bu, karanlık gulyabanileri
soğuk harpleri kukla ordularının yardımiyle mümkün kılmaktadırlar.
Bu kuklaların büyük bir kısmı insaniyetçi zihniyetin
saf ve tek taraflı idealistleri ve mutaassıp şahsiyetleridir.
Bunlar harice karşı çok faaldirler. Dikkatli bir müşahit
bugünün düşünüşüyle «Siyon protokollarının» ana hatları
arasında şâyan-ı hayret bir benzerlik görmektedir. Bilindiği
gibi bu protokoller Siyonistlerin 1897 senesinde isviçre'nin
140
Bazel şehrinde akdettikleri ilk kongrede kanunlaştırıldı.
Altmış beş sene önce protokollarda ifşa edilmiş olan programın
büyük bir kısmı tahakkuk ettirildiğinden tek dünyacıların
ve «dünya vicdanının» bu protokolların sahte ve uydurma
bir iftira olduğu şeklinde göstermek hususunda sarfettikleri
canlı ve aşırı gayretler, hadiselerin kat'î belagatı karşısında
boşa çıkmış ve protokolların Yahudilerin bozguncu ve
yıkıcı zihniyetlerinin mahsulü olduğunda kimsenin şüphesi
kalmamıştır. Bu protokolların vücut bulmasında ilham kaynağı
İncil'in yazıldığı devirlerdeki «Mesih inancı» ve Yahudi
halkının «mümtaz millet» olduğu safsatası olmuştur. Bu
fikir ve ideal, ömürlerinin çoğunu esir olarak geçirmiş olan
Yahudi milletine siyon önderleri vasıtasiyle güya peygamberleri
tarafından ilham edilmiştir. Bu korkunç fakat ve yıkıcı
program güya YAHVE tarafından Yahudilerin sadece
mümtaz millet değil, aynı zamanda diğer bütün milletler ve
beşer kitlesi üzerine hakimiyet ve üstünlük hakkma sahip
bir topluluk olduğunu da telkin etmiştir.
Yahudi Mesihcileri, birçok Tevrat cümleleriyle de bu
hükme varmışlardır. Bunlardan aşağıya birkaç misal almayı
faydalı bulduk.
Musa'nın beşinci kitabı, 26 ncı fasıl:
« Bu memlekette bir yabancı ol! Ve ben seni takdis
edeceğim, çünkü sana ve senin nesline bu dünyanın bütün
memleketlerini bağışlayacağım ve baban Abraham'a ettiğim
yemini tasdik edeceğim... Ve senin neslinin yüzünden
dünyanın bütün milletleri de takdis edileceklerdir.»
Musa'nın beşinci kitabı, 7 nci fasıl:
«Rab, Allahın sana vereceği bütün milletleri bel' edeceksin,
onları himaye etmîyeceksin.»
Yahudi yobazlarının müstakilen dünyaya hâkim olmak
şeklindeki mutaassıp inancı hakkında Newyorklu Yahudi
ruhiyat doktoru Wilyam Hirş, bu itikadı «müfrit fikr-i sabit»
141
olarak vasıflandırmıştır.
Bu çeşit bozuk inançların, sonraları siyaset sahnelerinde
kullanıldığına dair müteaddit misaller mevcuttur. İsrail başvekili
Ben Guryon'un 4 Ocak 1950 tarihli Newyork Taymis gazetesinde
çıkan şu cümlesi bu meyandadır:
«Yahudi devletinin tarihinin izahı, yeryüzüne muhacir
olarak dağılmış olan Yahudilerin bir araya gelmesiyle
hakikate yaklaşmaktadır. Bununla beraber bu
hareket Mesih inancının tam tahakkuku addedilemez.»
Yine Ben Guryon, İsrail gazetelerine şu beyanatta bulunmuştur:
«İsrail devletinin hudutları, bir yandan Nil nehri, bir
yandan da Fırat nehrine dayanmaktadır.»
Bu beyanat, fasılasız olarak tekrar edilmiştir. Asıl mühim
nokta merkum hükümet reisinin bir gazeteciye vermiş
olduğu beyanatta şu fikri ileri sürmesidir:
«1960 senesinin manzarası sorulacak olursa, Birleşik
Amerika'nın muhtemelen, Yahudi bir-reis eline düşeceğidir.»
Biz, bir inanç ne kadar mutaassıpça ve ne kadar safsata
dolu olursa olsun onunla mücadele etmekte bir lüzum görmüyoruz.
Şu şartla ki, bu iman sadece bir kısım insanın ruhî
ve derunî ihtiyaçlarını tatmin ile kalsın, amma, böyle sakat
ve menfi itikatları siyasete intikal ettirip onu milletler aley-
142
hine kullanarak bazı hedef ve gayelere alet edip bütün beşeriyetin
huzur ve saadetini imha edip milletleri mahvetmek
gayesini takip ederse, işte o zaman bu inançlar gayrimeşru
olur ve onunla mücadele edilir. Biz Türk olarak gerek bu karanlık
itikatları, gerekse Arz-ı mev'ut uydurması yüzünden
uğradığımız büyük felâketler ve masum milletimizin aleyhine
yapılan suikast, casusluk ve cinayetleri düşünecek olursak
mesele, dinî ve mistik inanç olmaktan çıkar ve bu yıkıcı
milletlerarası karanlık ve tahripkâr kuvvetlerle mücadele
farz olur, Ku'an-ı Kerim de bunu böyle emreder.
Bu Yahudi emperyalizmidir ki, bugün bütün milletlerin
hayat ve istikbaline siyasî bir faktör olarak müdahale etmektedir.
Bundan ötürü de yer yüzünün bütün insanları, gittikçe
artan bir hız ve hınçla kendi müdafaa kuvvetlerini arttırmakta
ve milletlerini uyandırmaktadır. Bunun en büyük tezahürlerini
İngiltere ve Birleşik Amerika'da görüyoruz. Bu
uyanış ve mukabil hareketler Yahudilerin, iddia ettikleri gibi
ırklarının ve bozuk inançlarının neticesi değil, bu bozuk
iman yüzünden insanlığı mahvetmek gayretleri yüzünden
doğmuştur. Yahudilerin ırkî hususiyeti ve çirkin ahlaki bu
mevzuda ikinci derecede kalır.
Şimdi bu mevzuu, taze misallerle canlandıralım:
1961 senesinde Birleşik Amerika'da toplanan Siyonist
kongresindeki görüşmeler esnasında reis doktor Emanoel
Noyman şunları söylemiştir:
«İsrail'deki Yahudi devlet teşekkülü ile, yeryüzüne
dağılmış bütün Yahudileri bir bütün telakki etmeliyiz.
Bunların birliği coğrafî ye siyasî hudutlara bağlı değildir.»
Bundan da anlaşılıyor ki, İsrail muvakkat devleti hudutları
dışında yaşayan bütün Yahudiler, Yahudi emperyalizmi
ile mütesanit ve müttehit bir haldedirler. Buna kendimizden
de misaller ekliyebiliriz: Burada Türkçe çıkan günlük
bir gazetede mühim bir mevkii olan bir Yahudinin İngil-
143
tere'deki büyük Yahudi gazetelerine haberler aktarması aynı
tezi tasdik eder.
Yahudilik davası sadece dinî bir mesele olmayıp, aynı
zamanda, aynı ölçüde ırkî olduğu, bütün Yahudilerin temessül
ve kaynaşmaya karşı gayet mutaassıp bir mukavemet
göstermeleriyle de sabittir.
Yahudilikte tarih, din, millî ve ırkî şuur ve siyasî gaye
kökleşmiş bir birliği temsil eder. Bu vahdet Yahudi milletinin
kudret kaynağıdır ve asırlardan beri bu, böyledir.
Yahudi inanciyle yetişmiş olan müellif Arthur Kostler,
Siyonizm hareketinin yirmi beş yıllık mücahididir. Bu konuda
şunları söylemektedir:
«Bir İngiliz Yahudisi daimi bir tenakuz halindedir.
Onun mensup olduğu din yüzünden ferd olarak etrafı,
gerek mazi, gerek istikbal bakımından tetkik ve
mukayese edilecek olursa, Yahudi olmayan başka bir
ırk insaniyle aynı hüviyet ve karakterde olmadığı ve
kendi kendisini diğer insanlardan tecrit etmiş olduğu
görülür. Onun derunî inancı kendisinin bir ingiliz Yahudisi
olmadığını, sadece İngiltere'de yaşayan bir Yahudi
olduğunu gösterir.»
Bu düşünce ve ruh haletidir ki, İsrail devletinin kuruluşundan
bu yana, İsrail'e hicret edenlerle etmeyenler kendilerini,
ekmeğini yedikleri, safasını sürdükleri milletlerin değil,
İsrail devletinin bîr ferdi olarak telakki ederler.
... İngilizler, Yahudilerin bu sakat ve hodgâm düşüncelerini
yüzlerine vurdukları vakit, Yahudiler onları ağır suçlu
gibi itham ederler. Çünkü Yahudi ırk nazariyesi aynı zamanda
gizli bir milliyetçiliğe dayanmaktadır.
144
29 Kasım 1919'da Yahudi Valter Ratenau, (yukarıda
okuduk Birinci Dünya Harbinde Almanları açlıktan öldürmek
isteyen iâşe nazırı) Yahudi olmayan bir zata yazdığı
mektupta şöyle demektedir:
«Siz, Tevrat'ı sevmezsiniz ve biz Yahudilerden nefret
edersiniz; haklısınız, zira biz gayelerimizi henüz gerçekleştiremedik.
Biz Yahudiler bu dünyaya niçin geldik,
bilir misiniz? Her insanoğlunu Sina'ya davet
için... Eğer Karl Marks bu daveti yapmazsa, bu daveti
Spinoza yapacaktır. Spinoza yapmazsa isa yapacaktır.»
Bu Mesihî düşünce, yalnız siyonizme değil modern
FARMASON'luk ve Marksizme de sokulmuştur. Bu iki teşekkül
de Yahudilerin eseridir. Sovyet komünizmi ise dünya
Yahudiliğinin ihtilâlci kanadının en kudretli âletidir. İsrael
Scheib şu itirafta bulunmuştur:
«Kültür milletlerini inkıraza uğratmak ve yıkmak için
ruhumuzda yerleşmiş olan bütün silahları kullandık.
Bunlar: Liberalizm, demokrasi ve bizden çıkma dinler.»
Yahudi meselesinin el'an umumî bir mesele ve gaile olduğu
bir hakikattir. Bu; «dünya vicdanının» ve herşeyi bildiğini
zanneden «Dünya matbuatının» dediği gibi bir NAZİ
uydurması olmayıp iki bin beş yüz senelik eski bir meseledir
ve henüz tam mânasiyle ne sırrı çözülmüş ne de hakkından
gelinebilinmiştir.
Modern Siyonizmin kurucusu Teodor Herzl, hiç çekinmeden
bu hakikati itiraf ve kabul ediyor. Merkum «Bir Yahudi
Devleti» kitabında şöyle demektedir;
145
«Yahudi meselesi el'an mevcuttur ve bunu inkâr etmek
beyhudedir.»
Evet, Yahudilerin bulunduğu her yerde Yahudi davası
mevcuttur. Yahudi meselesi olmayan yerde bu iş, muhaceret
yolu ile bizzat oraya getirilmektedir. Gayet tabiidir ki Yahudiler
takip edilmedikleri yerlere hicret ederler ve yerleştikleri
her yerde o memleketler aleyhine çalışır ve orada takibata
uğrar ve Yahudi düşmanlığını kendileri yaratırlar. Şimdi
bu çekirge sürüsü, istiklallerine henüz kavuşmuş olan bakir
ve saf Afrika'ya üşüşmekte, kendilerine has riyakârlıklarla o
masum halkları sömürmektedirler
Die Mahnung isimli Yahudi gazeteci, 15 Eylül 1961 tarihinde
şu itirafta bulunmaya mecbur kalmıştır:
«Yahudi aleyhtarlığı, Yahudilik kadar eskidir.»
İtiraf etmelidir ki, Yahudi milleti kabiliyetlidir. Düşünen
her insan bu hakikati inkâr etmez ve gayet tabii olarak, bunların
da diğer milletlerin yanında aynı haklara sahip olarak
yerini almasını kimse çok görmez. Ancak, Yahudi olmayan
bütün diğer milletlerin de kendi hayatî menfaatlerini korumak
hakkı tanınmak şartiyle... Yahudiler bu hakkı inkâr ettiği,
milletlerin huzur ve saadetini bozduğu için kendisinden
nefret edilir. Fesâd ve ihtilâl ve hatta bütün harplerin mel'un
Yahudi zekâsının mahsulü olduğunu insanlık öğrendikten
sonra bizlerin bu asilâne düşüncemiz elbetteki gerçekleşemez.
Niçin Yahudiler «tek millet» olarak «Dokunulmaz» imtiyaziyle
yaşasınlar ve her türlü objektif tenkitten azade olsunlar
ve niçin birçok memleketlerde kanunlara Yahudileri
himaye eden lastikli maddeler konsun, «Dünya vicdanı»
«Dünya matbuatı» dünyanın herhangi bir yerinde Yahudilerin
aşın ve haksız menfaatlerine halel getirecek bir hâdisede
hemen Yahudiler lehine feryat edip etrafa saldırsınlar?
146
Aynı teşekküller, Yahudilerin kanunsuz ve vicdansız bir
şekilde kan, zulüm ve ateş içinde "FİLİSTİN" topraklarına
tecavüz ederek bir milyon arabı bin senelik vatanlarından çıkarmaları
ve bu edepsizce, alçakça hareket esnasında kırk
beş bin masumu canavarca öldürmeleri karşısında neden
dünya vicdanı sağır ve dilsiz kalmıştır? Bir tecavüz ve namuzsuzca
bir istila için çok evvelden hazırlanmış olan İsrail
oğullarının harp ilan etmeden kahbece saldırışları neden bir
aksülamel meydana getirmemiştir?
«Filistin» ihtilâfında, davayı barış yoluyla halletmek isteyen
Birleşmiş Milletler murahhası İsveçli kont Bernadot'un
namussuzca(1) katledilmesine dünya vicdanı ve dünya
matbuatı niçin lâkayt kalmıştır?
İşte, bütün dünya milletlerince nefret ve lanetle karşılanan
Yahudilerin dünya matbuatı ve vicdanı üzerindeki tesirleri
bunlardır. 1948'de cereyan eden dünya tarihinin bu en
korkunç ve barbar hareketlerine karşı protestolar o kadar zayıf
ve yapmacık olmuştur ki bunda Yahudi parası ve nüfuzunun
tesirini görmemek mümkün değildir. Bu hadiseler,
bîtaraf müşahitler için, dünya haberleşme organları üzerinde
Siyonizm'in ne derece kuvvetli olduğunu apaçık göstermektedir.
Yahudilerin cihanşümul istek ve gayelerini artık gizlemeye
lüzum görmediklerine göre yukarıdan aşağı objektif
olarak tesbit ettiğimiz misaller ve vak'alar, her düşünen millet
ve insan için bir ders olmalıdır. Emperyalizm ve tecavüz
kim tarafından gelirse gelsin aynı adalet ölçüsünde cezalandırılmalıdır.
Yahudi olmayan milletlerin kendi haklarını
meşru şekilde müdafaa etmeleri, eğer Yahudi menfaatlerine
dokunuyorsa bu hareket «Yahudi düşmanlığı» şeklinde telakki
edilir. Halbuki «Anti Yudaizm» mal sahibi insanların
Yahudiliğe karşı kendilerini ve haklarını müdafaa etmekten
başka bir şey değildir. Bu milletler, yabancı zararlı fikirler ve
147
telkinlere karşı kendilerini korumakta ve kültür kuvvetlerini
yok olmaktan korumaya çalışmaktadırlar.
Devletler üstü teşkilatla girift olmuş ve her yerde kilit
noktalarını ellerine geçirmiş olan nüfuz sahibi Yahudi çevreleri,
para ve propaganda imkânları sayesinde, yani dünya
matbuatına, televizyon şebekelerine ve radyoların yüzde
doksan beşine doğrudan doğruya veya bilvasıta hâkim olmak
suretiyle «Yahudi aleyhdarlığı» mefhumunu suç unsuru
haline sokmaya muvaffak oldular. Ve bunu «batıl itikat ve
hatta ruh hastası» gibi göstermeğe muvaffak oldular. Bunun
neticesinde Yahudi rüşvetçilerinin ve yahut Yahudinin bu
aşırı siyasetini tenkit eden herkes —tenkidi ne derece haklı
ve objektif olursa olsun— marazî derecede Yahudilerden
nefret eden bir tip olarak ve hatta hatta ekseriya DELİ veyahut
kitle katili olarak damgalanmakta va tımarhanelere atılmakta
ve yahut mahkemeler tarafından cezaya çarptırılmak
tehlikesine maruz bırakılmaktadır.
Bu Yahudi cephesi, bugün harbin sona ermesinden on
yedi yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ bütün dünya efkâr-ı
umumiyesini düşmanları aleyhine körüklemekte ve onlar
aleyhine nefret telkin etmekte berdevamdır. Tamamen Yahudi
emri ve kontrolü altında bulunan Holivut sinema sanayii
durmadan ve seri halinde güyâ «Dokümanter» filmler çevirmektedir.
Bunların maksadı, bir türlü hınçlarını alamadıkları,
kinlerini yenemedikleri düşmanlarını bütün dünya
önünde kötülemek ve onları vahşî barbar ve cani göstermek
suretiyle milletlerin gözünden düşürmektir. Alman milleti
Yahudi tehlikesini ve onun muazzam bir milletin hayat damarlarını
zehirleyen ve koca gövdesini kemiren tehlikesini
sezip bu tehlikeyi bünyelerinden uzaklaştırmak istedikleri
için bu husumet, sönmek bilmeyen, artan bir şiddetle sürüp
gitmektedir
Bazan sinemalarda gördüğünüz birçok filmlerin ne ka-
148
dar sahte ve yapmacık olduğunu en basit idrâkler bile bir
bakışta kavrayabilirler. Yahudilerin bu ısrarlı düşmanlığının
başka ve çıfıtça bir sebebi daha vardır. Bu da; matbuat ve sair
teşkilâtın baskısıyle ve tazminat ismi altında Alman milletinden
her sene milyarlarca mark gaspetmektir. Çünkü İsrail
hükümeti ancak bu sayede, tamamen bozuk ve perişan olan
bütçelerini ayakta tutabilmektedirler. Bugün, bu iğreti İsrail
devletinin deniz ticaret filosunun yüzde doksan ve fabrikalarının
yüzde yetmiş beşi Almanlardan gaspedilen bu paralarla
meydana gelmiştir. Bizim bazı gafil yazarlarımızın gidip
hayran kaldıkları, o, Türk şehitlerinin mezarları üstünde
hainlik, casusluk ve namerdlikle kurulmuş olan bu memleketi
gökyüzüne çıkarıp meth-ü senada birbirleriyle yarış etmeleri
hafiften alınacak bir mesele değildir. Birçok mevki sahibi
adamları ayağına getirip onları her şekil ve surette afsunlayan
Yahudi, acaba bir cihan-ı husumet önünde daha ne
vakte kadar pâyidâr olacaktır, onu düşünmek gerek...
Türk okuyucu, bu film işine gerekli ehemmiyeti vermelidir.
Yahudi, yalnız Almanların düşmanı olsa idi, o zaman
onları başbaşa bırakıp, varsın kozlarını paylaşsınlar diyebilirdik.
Yahudi birinci planda garpta Almanların, şarkta Türk
ve Müslümanların barış kabul etmez düşmanıdır... Ve sonra
tekmil insanlığın... Şimdi, henüz kimsenin haberi olmayan
taze bir misali şuracığa kaydediyorum:
«Adı üstünde Yahudi Metro-Goldwin-Mayer sinema
şirketi yeni bir film çevirmeğe başladı. Şu pis Yahudi
Franz Werfel'in yazdığı, büyük boy 824 sahifelik İngilizce
"The Forty Days of Musa Dagh" yani "Musa Dağında
Kırk Gün" isimli yalan dolu eseri filme alınmaya
başlanmıştır. Bu filmin baş rollerinde «Ben Hur»
filmini çeviren meşhur artist William Woualer ile Yahudi
artist Marlon Brando vardır. Türklerin şiddetle
149
aleyhinde olan bu filmin yazarı Franz Werfel Avusturyalı
bir siyonisttir. 1914'de Türkiye'de bulunuyordu.
Birçok Alman siyaset adamlariyle işbirliği yapan bu
Yahudi müttefikler arası sırları öğrenmek ve Türk-Alman
ittifakını çürütmek vazifesini yüklenmişti. Avusturya;
ve Amerika yahudilerinden büyük para yardımı
görmekte idi, Franz Werfel'in iki vazifesi vardı. Biri:
Türk ticaret hayatında ve ekonomisinde müsbet,
insaflı, namuslu ve Türke en yakın hizmet gören Ermeniyi
bu sahadan uzaklaştırarak sahayı tamamen
kendi ellerine geçirmek. Nitekim de öyle olmuş ve
Türk piyasası, rakipsiz olarak ellerine geçmiştir.
İkincisi: Bir taşta iki kuş vurarak, Türkü Ermeniye,
Ermeniyi Türke kırdırmak...
Şu var ki: Yahudi Werfel, Ermenilerin çoğunluğunun
o sırada Fransız vapurlariyle kaçmış olduklarını gördü.
Yahudi, kendi mel'un teşebbüs ve faaliyetlerini
örtbas etmek için yalan ve iftira dolu bu eseri yazdı.
Daha kötüsü Yahudiler asker üniformaları giyerek
«Musa Dağında» yaşayan Ermenileri İttihat ve Terakki
Komitesine teslim etmeğe kadar ileri gittiler. Ancak
ve münhasıran Yahudiye mahsus olan bu iki yüzlü
ve kaatil zekâ, kendilerine Filistin'de vatan temin
etmek içindi. Filistin cephesinin ta en gerilerinde ve
şimalinde oynanan bu oyuna muvazi olarak cephenin
hemen gerisinde çöreklenmiş olan Siyonistlerde en
modern usullerle topyekûn casusluk etmek suretiyle
sırtımızı yere getirdiler.(1) İşte dünya Yahudiliğinin
Almanlar ve Türkler aleyhine devam eden edepsiz ve
vicdansız film hikâyesi budur...»
(1) 1935'de benim tarafımdan yazılıp basılan «Musa Dağı» adlı eserde daha
canlı ve müsbet misaller vardır.
150
Ne tuhaftır ki, bütün dünyada milliyetçi aleyhtarı faaliyetler
var kuvvetle desteklenirken, Yahudi aleyhtarı her hareket
cürüm ve suç telakki edilmektedir. Ve bu, dünyanın
her yerinde aynıdır. Yahudilerin bu iki yüzlü oyunu sona
erecek olursa o gün, bütün dünyada Yahudi olmayan milletlerin
hasret çektikleri devamlı sulh meydana gelecektir. Ancak
böyle bir sulhun devamına Yahudiler asla razı ve taraftar
olmayacaklardır. İsrail oğulları asırlardan beri, kendilerinden
olmayan diğer bütün milletlere liberalizm, demokrasi,
müsamaha, ırkların birleştirilmesi gibi bazı umdeler vaad
ve telkin ediyorlar. Buna muvazi olarak her memleketin vatan
sever insanlarına, emperyalist, IRKÇI, müfrit, mürted,
Yahudi düşmanı, Faşist ve Nazi diyerek saldırmaktadırlar.
Ne gariptir ki, bizzat İsrail devleti, şu çok nefret ettiği
«Nasyonal Sosyalist» sisteminin hemen hemen aynı olan bir
siyasî sistem kurmaktan kendini alamamıştır. Filistin Yahudilerinin
en canlı hedeflerinden biri İsrail hayat sahasının
genişlemesi değil midir?
İsrail'de mer'iyette bulunan IRK kanunları, ırkı koruma
bakımından Nasyonal Sosyalist Alman ırk kanunlarından
kat kat serttir. İsrail Kibust gençliği teşkilatı, Hitler gençlik
teşkilatını gölgede bırakmıştır. Bu teşkilatta çocuk yaşındaki
kızlara dahi makineli tüfek verilmekte ve mecburi askerlik
yaptırılmaktadır. İşte Yahudi böyle tenakuz halindedir.
Netice itibariyle; İsrailoğullarının üstünlük iddiaları ve
kendi ırkdaşlarına bu fikri ısrarla aşılamaları ve diğer milletlerin
bu mevzudaki arzuları ve hayatî menfaatlerine müdahaleleri
ve asırlardan beri döndürdükleri entrika ve çevirdikleri
fesat kendileri aleyhine bütün milletlerin nefretini
çekmiştir. Bu entrikalar sayesinde ellerine geçirdikleri neşriyat
organları sayesinde bütün dünyaya yalan ve iftira salgını
yaymaları ve kendi buluşları olan gayri tabiî «tek dünya»
planlarıyla bütün milletleri bir potada eriterek ve beşer ira-
151
desini zayıflatarak, Farmasonluk ve buna benzer bir sürü
teşkilât sayesinde yeryüzünde bir Yahudi hegemonyası yani
cihangirliği yaratmak sevdasında devam ettikleri müddetçe
«Yahudi davası» ortadan kalkmıyacaktır.
Ancak; Yahudiler yirmi asır önce bulundukları mevkie
çekilir ve her yere takmış oldukları kanlı tırnakları çekerse o
zaman Yahudi meselesi kendiliğinden ortadan kalkacak ve
Yahudi düşmanlığı da bu suretle kendiliğinden sona erecektir.
Ve illâ: Bunun başka türlü hal şekli yoktur!.
152
İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ GÜNLERİN
CANLI MİSALLERİYLE CİHAN DAVASI
Buraya kadar tamamen objektif, ilmî metot ve vesikalara
dayanan yazılarımızı, içinde yaşadığımız günlerin hadiseleriyle
karşılaştırarak canlandırmak istiyoruz. Dünyanın her
köşesinde çıkan kitap, dergi ve gazetelerinden edindiğimiz
malumatı burada sıralayarak okuyucularımıza, dünyanın ne
gibi fesat ve kara günler içinde yaşadığını göstermek istedik.
Aziz Türk okuyucusu, Birinci Dünya Harbinde çöllerde ve
Filistin'de çarpışan kardeş ve babalarının, bu IRK'ın hıyanetine
uğradıklarını hatırlayarak bu malumata daha fazla bir
kıymet verecektir.
Evvela: Bugün Yahudilerin dünyaya hükmetmek için
taht kurdukları Amerika'dan ve orada işlenen cinayetlerden
bahsedeceğiz:
Luiziyana senatörü HUEY P. LONG son derece esrarlı
bir şekilde öldürülmüştür. Bu zat, Yahudi asıllı cumhurreisi
Rozvelt'in en büyük rakibi idi ve reis seçimlerinde kazanma
şansı son derece büyüktü. 9 Ağustos 1935 tarihinde
Senatoda yaptığı bir konuşmada: Yahudiler tarafından
idare edilen «KARA EL» teşkilatının Yeni Orleans'da bir
otelde yapılacak bir mitingde kendisini öldürmeğe yemin
ettiklerini açıkladı. Bu, dava adamının şahsı hakkında
153
yaptığı bu ifşaatı Senato tebessümle ve istihfafla karşıladı.
Fakat, az bir zaman sonra senatör HUEY vazifesini yaptığı
bir toplantıda KARL WEİSS adında bir Yahudi tarafından
tabanca ile vurularak öldürüldü.
Esrarlı ölüm hadiseleri devam ediyor:
Kanada parlemantosu mebuslarından NOMAN JAK,
Kanada meclisinin en sevilen azasından biri idi. Ölümünden
az evvel en yakınlarına yazdığı mektupta şöyle demekte
idi:
«Bundan sonraki parlamento konuşmalarımda dinleyicilerimin
gözlerini fal taşı gibi açacak büyük ifşaatta
bulunacağım. Bunun ne olduğunu tahmin edemezsiniz.
Çünkü mebuslar meclisinin duvarları Yahudi
milliyetçilerinin vatanımıza yaptığı hıyanet ve suikastların
ifşasiyle henüz çınlamamıştır...»
Fakat ne tuhaftır ki, bu tarihî işfaatı yapmaya imkân
bulamadan ve sapasağlam adamın birdenbire ve sebebi
anlaşılmadan öldüğü görüldü.
Amerikalıların işgali altındaki Almanya UNRRA başkanı
olan İngiliz generali Frederik Morgan, resmen temsil ettiği
mevkie dayanarak verdiği raporlarda Almanya'da yaşamakta
olan Yahudilerin halihazırda gerek paraca, gerekse yiyecek
hususunda hiç bir zorluk ve sıkıntıları olmadığı, acele
ve derhal yardımı icap ettiren bir ihtiyaçları olmadığını beyan
etmişti, Bu beyanat ve raporları üzerine Newyork sena-
154
törü ve UNRRA umumî reisi Yahudi Herbert H. Lehman
müthiş bir surette feveran ederek General Frederik Morgan'ı
vazifesinden azletmiştir. Başlangıçta Britanya hükümeti bu
Amerikan Yahudisinin tazyikine göğüs germiş ye kendi generalini
tutmak istemiş ise de sonunda yahudilik galip gelmiş
ve general Morgan, bu basit ve haklı beyanat yüzünden
vazifesinden atılmıştır. Yahudinin kudreti!!!
Polonya hariciye nezareti müsteşarı kont Jean Szembek
«1933-39 Jurnali» ismi altında Fransa'da neşrettiği hatıratında
İspanya kralı on üçüncü Alfons'la 19 Şubat 1939'ta yaptığı
bir mülakattan şöyle bahsetmektedir:
«Dünya umumî ahvali hakkında ispanya kralı son derece
bedbin görünüyordu. Krala göre dünya Yahudiliği
ve Farmasonluğu harbi teşvik etmekte ve dünyayı
mahvetmek için büyük rol oynamaktadır.»
6 Temmuz 1939 tarihinde, İkinci Dünya Harbinden az
evvel Polonya'nın Vaşington büyükelçisi Jezy Potoczky Varşova'da
dönüşünde hükümetine verdiği raporda aynen şöyle
demektedir:
«Batılılar arasında bir çok kuvvetler bizi harbe doğru
âdeta sürüklemektedir. Bunların başlıcaları Yahudiler,
büyük kapitalistler ve silah firmalarıdır. Bunlar, sonsuz
bir zenginlik devrine girmekte olduklarını hissetmektedirler.
Bunlar, biz Polonyalılara ancak zenci
esirler gözü ile bakmaktadırlar, bu zencilerin tek vazifeleri
efendilerinin servetini arttırmak için kan akıtarak
ter dökerek çalışmaktan ibarettir.»
155
Amerika'nın pek çok milliyetçi gazetelerinde son günlerde
şu haberler ısrarla yayınlandı:
«Yahudi YARMOLENSKÎ Amerika millî emniyet teşkilatı
olan FBİ'nin başına getiriliyor mu?»
Amerika FBİ başkanı Edgar Hoover'den sonra, başkan
Kennedy hükümetinin Yarmolenski isimli bir Yahudiyi millî
emniyet mukabil casusluk teşkilatının başına getireceği haberi
Birleşik Amerika milliyetçiler çevresinde büyük fırtınalar
kopardı.
Amerika'da Yahudilerin birçok yerlere hâkim bulunduğu
malum olduğu için birçok çevreler bu habere şaşmamışlardır,
üstelik yalnız Yahudi olmakla kalmayıp, komünizme
karşı hür dünyanın ümidi ve kalesi olan Birleşik Amerika-
'nın millî emniyet teşkilatının başına getirileceği söylenen bu
adam, şâyan-ı hayrettir ki koyu bir komünisttir. Amerika'nın
kıymetli evlatlarından kahraman general WOLKER gibi bir
şahsiyet mahzâ koyu komünist düşmanı olduğu için çeşitli
yalan ve iftiralarla vazifesinden alınıp tevkif edildiği bu
günlerde, koyu bir Yahudi en mahrem mevkilere doğru yükselmektedir.
Göğsü nişanlarla dolu bir generalin milliyetçi
olduğu için böyle bir muameleye uğraması ve inat yapar gibi
Marksist bir Yahudinin pâyelendirilmesi Amerika'da büyük
akisler meydana getirmiştir.
1943 senesinde Harvard Üniversitesinde talebe olan bu
Yahudi, sekiz azası da kendisi gibi Yahudi olan solcu YAR-
LİNG mecmuasının neşriyat müdürü idi. Bir Rus Yahudisi
olan babası birçok solcu kitaplar neşretmiştir. Şimdi Newyork
devlet kütüphanesinde çalışmaktadır. Annesi Babette
Deutsh sokak nümayişlerinde yetişmiş bir sosyalist olup
«Sulh için umumî hareketin beynelmilel taraftarları» adlı
solcu teşkilatın iki numaralı azasıdır. Amerika'da solcular ve
Yahudiler senelerden beri Amerikan aleyhtarı hareketler komitesini
ve FBİ teşkilatını kendi ellerine geçirmek ve milli-
156
yetçi havasından sıyırmak için çok uğraştılar. İlk önce Jack
Levin isminde bir Yahudiyi FBI teşkilatına sokarak idare
makinesine sızdılar, fakat hiçbir zaman solcu bir Yahudinin
başa geçeceği tahmin edilememiştir.
Bütün solcu teşekküller metotlu surette çalışarak milliyetçi
Edgar Hover'i atıp yerine kendi adamları olan solcu
Yahudi Yarmolenski'yi getirmek için büyük gayretler sarfetmektedirler.
157
İKİNCİ DÜNYA HARBİNİN
EN MÜHİM HÂDİSESİ!
1945 senesinde, yani harbin son yılında Amerikan orduları
tank birlikleri kumandanı general Jorj Patton, Sovyet
kuvvetlerinin müttefikleriyle yaptığı bütün anlaşmaları hiçe
sayarak, Avrupa'yı kurtarmak maskesi altında tekmil Avrupa'yı
işgal etmekte olduklarını zamanın başkumandanı Ayzenhovr'e
bir raporla bildirmişti. Aynı zamanda bu teklifle,
çıbanın küçük iken kesilip atılmasının doğru olacağını ve
kuvvetle ilerleyen Amerikan birliklerinin tekmil Avrupa'yı
işgal ederek bu şekilde bir Sovyet istilâsını önlemenin daha
doğru ve isabetli olacağını söylemişti. Sovyetlerin buna kızarak
bir harp hali takınmaları ihtimali karşısında zaten gayri
samimi olan bu ittifakın er geç ileride Amerika aleyhine bozulacağını,
onun için bu hareket halindeki biriliklerin bir an
evvel Moskova'ya girmelerini teklif etmişti. Eğer bu teklif
kabul edilmiş olsa idi bugün dünyayı tehdit eden bir komünizm
ve Moskof tehlikesi olmayacaktı. General Patton'un bu
teklifi fazla atılgan, cesaretli ve biraz da tehlikeli idi. Fakat
kabul edilse idi beşeriyet bugünkü batağa gömülmeyecek,
çok şey kazanacaktı.
Bu teklif nasıl karşılandı bilir misiniz? Avrupa'da Amerikan
ordularının en fedakâr ve en başarılı muvaffakiyetler
kazanmış olan general Patton, sanki vatana hiyanet teklif et-
158
mis gibi geçmiş bütün muvaffakiyetli ve şerefli hizmetleri
hiçe sayılarak henüz harp devam ederken Berlin'den yüz on
mil cephe gerisine çektirilmiş ve vazifesinden azledilmişti.
Bundan senelerce sonra Kore'de de aynı vaziyet tekerrür etmiş
ve kahraman kumandan general Mc Artur, dünyanın en
büyük farmasonu, Yahudi asıllı Salomon Truman tarafından
aynı akıbete uğratılmıştı.
General PATTON, bu, kolayca akıl sır erdiremediğimiz
hadiselerin korkunç içyüzlerini ifşa eden, tekmil beşeriyeti
hayret ve dehşete sürükliyecek olan bir eser hazırlamış, fakat
basmaya muvaffak olamadan bir Yahudi suikastına kurban
olarak esrarlı bir şekilde ölmüştür. Sonra karısı bu teşebbüsü
tekrarlamak istemiş o da öldürülmüştü. En nihayet kızı
bu işe el koymuş, o da attan düşürülerek öldürülmüştür.
Yahudilerin en müthiş bir kuvvet ve teşkilata sahip olduklarını
ve hatta cihanı kana boyayan İkinci Dünya Harbini
sırf Alman milletini tarihten silmek için kendilerinin çıkardıklarını
vesika ve delilleriyle ispat eden bu eser, Amerika'nın
milliyetçi evlatları tarafından yakında insanlığın ibret
nazarlarına arz edilecektir.
159
İKİNCİ DÜNYA HARBİNİN KAPANIŞ PERDESİNDEKİ
MEÇHUL KALMIŞ HAKİKATLER
1945 senesinin Nisan aylarında Biritanya hükümetinin;
mağlup olmak üzere olan, fakat hâlâ kuvvetli bir insan gücü
teşkil eden yüz binleri mütecaviz askerden müteşekkil Alman
ordularının kumandanlariyle bazı müzakerelere girişmiş
olduğu rivayet ediliyordu. Komünist Rus ve Polonya ordularınm
başkumandanı kızıl feldmareşal Rokosovski bu rivayetlerde
hakikat payının çok kuvvetli olduğunu ve bunları
aydınlatacağını belirtmişti. Ona göre, Sovyet başkumandanı
mareşal JÜKOF Alman-İngiliz yakınlaşması hakkında
elinde kâfi deliller olduğunu Rokosovski'ye söylemişti. Buna
nazaran: 1945 senesinin Nisan ayında İngilizler Alman
başkumandanlığına bir sulh ve anlaşma teklifinde bulunmuşlardı.
Bu teklif muvaffak olduğu takdirde Batı Avrupanın
içlerine doğru girmekte olan Sovyet birlikleri müşterek
bir Alman-Ingiliz taarruzuyle bertaraf edileceklerdi. Bu esnada
İngiliz ve Alman umumi karargâhları arasmda yapılan
telefon konuşmaları Sovyet erkânı harbiyesi tarafından tesbit
edilerek şifreleri çözülmüştü. İngilizlerin Alman ordularını
silahtan tecrit etmiyerek Sovyetler üzerine döndürmelerine
mukabil Alman orduları da 22 Nisan 1945 tarihinde yukarıdaki
kayıt ve şartlarla Britanya ordularına teslim olacaklardı.
Bundan sonra yapılacak müşterek ingiliz ve Alman ta-
160
arruzu, Sovyet kuvvetlerini en azından ODER nehrinin
şarkına sürmek gayesini takip etmekte idi. İtimada şâyân
kaynaklardan öğrenildiğine göre hüviyeti henüz açıklanmamış
Britanyalı bir YAHUDİ albay bu gizli planı garp müttefik
orduları başkumandanı general Ayzenhaur'e ihbar etmiştir.
Bunun üzerine Ayzenhaur, derhal İngilizlere müracaat
ederek: «Eğer Bolşeviklere karşı ne şart altında olursa olsun
teslim olsalar dahi her hangi silahlı bir Alman birliğiyle
yapılabilecek müşterek bir taarruz hareketi neticesinde Büyük
Britanyanm her türlü askerî yardımdan tecrit edileceğini
ve kendi başının çaresine bakmayı gözönüne alarak yapa
yalnız bırakılacağını» sert bir lisanla bildirmiştir.
Ve bu gün... Mareşal ZÜKOF insanlığın hürriyete kavuşmak
için dinden kaçırdığı bu büyük fırsatı istihza ile karşılayarak:
«Aziz arkadaşım Ayzenhaur'in zamanında ve yerinde
müdahalesi bu hâinâne planın tatbikine imkân vermemiştir»
demiştir.
Mareşal Zükof un bu beyanatını 28 Eylül 1957 tarihli
«Das Neue Zeitalter» gazetesinden aldık.
Bu; bize uzak gibi gözüken malumat, yeryüzünde yaşayan
insanların ve medeniyetin nasıl yıkılmakta olduğunu,
ve tekmil beşeriyetin mahvedilmesi için akıllar durduran ne
dolap ve entrikalar döndüğünü göstermek ve bütün hadiselerde
Yahudi parmağının mevcudiyetine işaret etmesi itibariyle
elbetteki çok mühimdir. Ve bu çeşitli malumat dün, bugün
ve yarın için insanlık ve medeniyetin ne büyük tehlikelerle
karşı karşıya olduğunu göstermesi itibariyle insan cemiyetlerini
uyandırmak için lüzumlu ve faydalıdır.
161
MİLLETLER İÇİN KURTULUŞ ÇARESİ
Avrupa demokrasileri UNESCO'nun ve onların perde
arkası adamlarının prensibine uygun bir şekilde birleşmeğe
başlamışlardır. Demokratik «birleştiricilerin» şimdiye kadar
elde ettikleri pratik tedbirler bilhassa iktisadî sahada vuku
buldu. (Ortak pazar, Avrupa gümrük birliği, Avrupa ödeme
anlaşması ve saire.) Bunların hedefleri ise, merkezi Almanya
olmak üzere Avrupa iktisadî haritasını sosyallaştırmaktır.
Gümrük hudutlarının kademe kademe kalkması lüzumlu
görülmekte ve memnuniyet verici bir hadise olarak kabul
edilmekte ise de, Avrupa iktisadiyatının Yahudi Amerikan
maliyesinin tröstü altına girmesi bütün dünyayı düşündürmektedir.
Çok hareketli olan Yahudi yüksek maliyesi, kendisine
İkinci Dünya Harbinden sonra Avrupa iktisadî görüşmeleri
çerçevesi dahilinde, hudutların üstünde büyük bir hareket
serbestisi sağladılar. Yahudi yüksek maliyesinin Avrupa'ya
hiç durmadan yayılma siyaseti, buranın yerli sanayiinin inşasında
ergeç bir değişikliğe mecbur kalacaktır. Bunların
başlıca gayesi, kazançlarının çoğalması, tahakkümlerinin
artması ve tüketim ve sarfiyatı arttırarak, bunu büyük tempolarla
tâkib etmek... Bundan dolayıdır ki dünyanın her yerinde
artan para ve altın hırsı meydana gelmiştir. Sun'î bir
şekilde tahrik edilen tüketim yüzünden orta halli insanlar
162
dahi bu hırsa kapılmışlardır. Bunlar da gittikçe artan para
kazanmak ihtirasını körükleyerek, daha yüksek hayat standardı
peşinde koşturmaktadırlar.
Müstebit bir zihniyete malik devletler üstü yahudi yüksek
maliyesi, son olarak bütün dünyayı saran kültür düşmanı
materyalizmi harekete geçirerek onları ALTUN buzağı etrafında
raksetmeğe sürüklemektedirler. Bugün dünyaya modern
iktisadiyatın yarattığı bu, insanı fazla çalıştırma vaziyeti,
fertlerin istirahata ve kendi müfekkeresini geliştirmeye
zor vakit bırakıyor. Bunun neticeleri olarak bilhassa «çalışan
sınıflarda» mühim bir kuvvet zaafı meydana gelmektedir.
Böylece bilhassa ileri memleketlerde doğunun gerilemesi ve
kültür inkırazı sür'atle ilerlemektedir. Eski dünyadaki durum
ile, bugünkü arasında birçok benzerlikler bulmak ve
onları karşılaştırmak mümkündür. Netice itibariyle bugün
dünyada artan maddî varlıkla birlikte ahlâksızlık ve irtikâp
ta sür'atle artmaktadır. Demek ki iktisadî refah, ruhî ve harsî
keşmekeşi tasfiye edip ortadan kaldıramıyor. Bu hal, şunu
isbat etmektedir ki, hastalık arazının (iktisadiyatın canlandırılması)
tedavisi, halk vücudunun daha derinlerinde bulunan
mikropları tasfiye etmekten uzaktır. Her şekilde iktisadî
ve maddî gelişme halinde bulunan «insan»m belli başlı bir
kültür mirasına ve millî bir şuura sahip olduğunu ve bu insanın
bir tarz ve mukadderat birliği azası olduğu, her ferdin
kıymet taşıyan bir uzuv olduğu unutuldu. ONLAR için insan
sadece bir robot, bir maddedir. Tefessüh etmemiş her insanda
birliğin yarattığı manevî bir kuvvet mevcuttur ve her
harekette bu kuvvet ona bir emniyet ve âhenk verir. Cahil
bir insanın, tabiatın eserine karşı, onun hislerini yok edecek
hiçbir kurcalayın tesir ve idrâk kabiliyeti yoktur. Sınıflara
dayanan nazariyat dahi bunu değiştiremez. Tek dünya cephesinin
rehberleri ve ruh teknisyenleri, bu tabiî münasebetlerin
açıkça farkına vardılar ve amansız hücumlarını tamamen
ve açık olarak insanların bu ruhî merbutiyetlerinin is-
163
tikrarı ve ana hatları aleyhine tevcih ettiler. Zira onlar şu
noktayı çok iyi idrâk ettiler ki: dünya biraderlik planları ancak
yeryüzündeki muhtelif milletlerin, millî birlik şuurunu
ve hisleriyle an'anelerini yıkmakla gerçekleşebilir. Ancak bu
taarruzdan sadece İSRAİL halkı istisna edilmektedir. Esef
olunur ki, «tek dünyacılar» garp memleketlerinde oldukça
muvaffakiyetler elde etmişlerdir. Onlar bizim memleketimizde
de gayr-ı türk bazı unsurlara bu fikri aşılamışlardır. (*)
Şu var ki bu harekete karşı ve tek dünyacıların faaliyetine
mukabil bütün milletlerde millî şuura sahip yeni ve genç
(*) Şimdi buraya Rus Bolşevik ihtilâlinin Yahudi kapitalistler tarafından
maddî yardım gördüğünü isbat eden Çar hükûmeti, Amerika hükümeti
ve İngiltere hükümetinin gizli servislerinin raporlarını ekleyeceğim.
Okuyucu bundan çok mânalar çıkarabilir:
a - Son Rus Çan İkinci Nikoia'nın hariciye vekili Kont Lamsdorf un mahrem
raporu:
«1915 senesinde Rusya'da cereyan eden hâdiseler, Ekim ayının
vak'aları ve seri halindeki grevler Moskova'da silahlı ihtilâlle
neticelenmiştir. Bunu imparatorluğun diğer mevkilerindeki hadiseler
takip etmiştir. Bu da bir Rus ihtilâli hareketinin mevcudiyetini
kâfi olarak ispat etmektedir. Bu hareket ayni zamanda ve
kat'iyetle beynelmilel bir renk taşımaktadır. Bu ihtilâl hareketini
maddeten destekleyen bazı ecnebi kapitalist teşkilatının mevcut olduğu
neticesine vardık. Hiç şüphesiz ve katiyetle beyan ederiz ki
bu hareketlerde rol oynayanların başında «YAHUDİ»ler bulunmaktadır
ki, bunlar ihtilâlin en kuvvetli elemanları ve teşkilat reisleri
olarak gayet faaldirler. Yukarıda bahsettiğimiz ihtilâl hareketine
yapılan ecnebi destek ve yardım, Yahudi kapitalist çevrelerinden
gelmektedir. Bundan fazla olarak bazı kafi ve son derece açık
deliller tespit ettik ki: Rus ihtilal hareketi yabancı YAHUDİ teşkilatiyle
resmen temastadır.»
Çar hükümeti hariciye nazırının bu mahrem raporu,
ihtilâl muvaffak olduktan sonra Amerika Yahudiliğinin
gazetesi olan, Jewish Messenger ve American
Hebrew gazetelerinin 13 Temmuz 1918 tarihli sayılarında
çıkmıştır.
164
kuvvetler uyanmakta ve bu baskıya karşı her yerde bir direnme
görülmektedir. Büyük Alman şairi Göte, hayatın di-
Amerika hükümetinin raporu:
«1916 Şubat ayında Rusya'da bir ihtilâl hareketinin gelişmekte olduğu
tesbit edilmiştir. Bu yıkıcı vakalarla aşağıdaki şahıslar ve
bankaların alâkalı olduğu «Millî emniyetimiz» tarafından öğrenilmiştir.
Jakop Şif, Guggenheim, Maks Breitung /
Kuhn ve Loeb ve
şürekâsı Yahudi bankası -ki bunların müdürleri JAKOB ŞİF, S. H.
HANAOURLE, FELİKS WORBÜRG'dur- hiç şüphe yok ki yukarıdaki
tarihten bir sene sonra patlayan Rus bolşevik ihtilali kat'iyetle
Yahudi tesirleriyle kundaklaşmış ve harekete geçirilmiştir. Filvaki
1917 Nisanında JAKOB ŞİF resmen yaptığı umumî bir beyanatta
kendi maddî yardımı sayesinde Rus ihtilâlinin muvaffak olduğunu
açıkça ilan etmiştir. 1917 senesi Nisan ayında JAKOB ŞİF, ihtilâl liderlerinden
Yahudi TROÇKİ'ye Rusya'daki sosyal ihtilâlin tahakkuku
için resmî kredi açmıştır. Troçki ve arkadaşlarına aynı tarihlerde
Stokholm'den Yahudi Maks Vorburg aynı şekilde para, büyük
para yardımı yapmıştır. Bu şekilde Yahudi mülti milyonerleriyle
Yahudi proleterleri arasında muhaberat ve temaslar sıklaşmıştır.
Beyan edebiliriz ki komünist hareketi umumî Yahudi hareketinin
bir parçasıdır. Bazı Yahudi bankaları bu hareketin teşkilatlanmasiyle
alâkalanmışlardır.»
Amerika Birleşik Devletleri gizli istihbarat servisleri
tarafından Rus ihtilâlinin finansmanı hakkında yazılmış
olan rapordan. Bu rapor Amerika hükümeti
tarafından Birinci Dünya Savaşında bütün müttefik
hükümetlere gönderilmiştir.
. Buraya çok mühim bir noktayı ilâve etmeyi zarurî ve faydalı bulduk.
Şöyle ki: Rus ihtilâlini parasiyle destekleyen Yahudi Jakop Şif, bizdeki 31
Mart mürettep isyanına inanılmayacak milyonlarca dolarla yardım etmiştir.
İrtica ve sair lafların hepsi yalandı. Sultan Abdülhamid Filistin'de Yahudiye
yer ve aman vermediği için, Yahudi milyonlarıyle bu cinayet işlenmiş,
devlet yıkılmış İSRAİL kurulmuştur. Yahudi milyonlar sarfederek
emellerine kavuşurken, müslüman zengininden bu bedbaht milleti kurtarmak
için on paralık bir yardım dahi beklenmez.
165
namik akışını «ebedî ölüm ve yeniden doğma» şeklinde
izah etmişti. Bugün dünya tarihi dönüm noktasındadır ve
bir «Ba'sü ba'del mevt» beklenmektedir.
166
«BRİTANYA HÜKÜMETİ:
Tehlike o kadar büyüktür ki, gerek Britanya'nın gerekse diğer hükümetlerin
dikkat nazarlarını şu hususa çekmeyi vazife sayarım.
Bolşevizmi durdurmak için derhal harekete geçilmezse bütün dünya
medeniyeti bir tehdit altına-girecektir. Bu, bir mübalağa değil
aklı selimin sesidir, insanlığın ele alınması icabeden en mühim mesele,
bolşevizmin derhal frenlenmesi olacağı fikrindeyim. Yukarıda
beyan ettiğim gibi, bir fidan halinde iken bolşeviklik derhal budanmazsa
birçok şekillere girerek Avrupa'ya ve bütün dünyaya yayılacaktır.
Çünkü bu hareket milliyeti olmayan ve kendi menfaatleri
için müesses bütün nizamları yıkmaktan çekinmeyecek olan Yahudiler
tarafından teşkilatlandırılmış ve tatbik mevkiine konulmaktadır.»
Britanya'nın Rusya'daki temsilcisinin mahrem raporundan
Rusya numara (1) ismi altında 1919'da intişar
etmiş, sonradan "Rusya'daki bolşevizm hakkındaki
raporların koleksiyonu" ismi altında Britanya harp
kabinesi tarafından 1919'da tekrar neşredilmiştir.
YENİ NİZAMIN VASITA VE ELEMANLARI
Fertler ve milletler, tek dünyacıların iktisadî birleştirici
maddesi haline gelmemelidir. Milletler, muhtelif soydan, lisandan
ve kültürden müteşekkil, uzvî olarak gelişmiş birliklerdir.
Ancak, bunların millî bütünlüklerine radikal bir müdahale
yapılmadığı takdirde sağlam ve sıhhatli bir inkişaf
gösterebilirler. Bu bakımdan milliyetçiler için, dünyanın tekrar
doğuş ve kurtuluşu, devlet sistemi olarak kitlelerin diktatoryası
sayılan ne komünist idaresinde bir birleşmeyi ne
de sözde demokrasilerin bugünkü hükümet şeklini tasvip
edebilir.
Yeni bir yol takip etmenin zamanı gelmiştir. Hedefinin
istikameti hayat görüşünün tamamiyetine dayanmalıdır.
Ancak bu merkezî noktai nazardan yeni ve sıhhatli bir dünya
hareket programı ve nizamı yaratılabilir. Bu program yirminci
asır insanına lâyık ve onu şimdiye kadar olduğu gibi
tek dünyacıların karanlık kuvvetlerinin oyuncağı ve menfaat
unsuru olmaktan kurtaracak ve onu yabancı ideoloji ve
menfaatlerin muhasarasından sıyıracak surette tanzim edilecektir.
Bugüne kadar milletlerarası temaslarda içtimaî, hayatî
psikolojinin, IRK bilgisinin devletler üstü karanlık kuvvetler
ve maliyesinin, bugüne kadar gelip geçmiş hükümet şekille-
167
rinden, zengin tarihî tecrübelerinden elde edilecek neticeler,
yeni bir sentez yaratmağa ve bugünkü millî şuurumuza ve
geleneklerimize uygun yeni bir devlet şekli ihdasına kâfi gelecektir.
Bugünkü demokrasilerde umumî hayatımızın hakikî
parazitleri beynelmilel müessirler olup gayrı tabiî bir tarzda
bünyemize yabancı doktrinleri hedef tutan siyasî partilerdir.
Yeni çare ve yeni nizamda şunlar akla gelir:
Millî şuura sahip müstakbel devlet idaresinde siyasî
partilerin yerine ihtisas meclisleri, siyasî sınıf mücadelesine
dayanan marksizmin yerine sermaye ve çalışma sentezine
dayanan ve sağlam bir sentez olan millî sosyalizm ve bugünkü
demokrasi yerine, daha iyi temellere dayanan ve milletlerarası
gizli teşekküllerin baskısından kurtulmuş bir reform
demokrasisi olmalıdır.
Maliyeye gelince; PARA insanların hizmetkârı olacak
ve hiçbir surette bugünkü haliyle yüksek maliyenin hizmetkârı
olarak bırakılmayacaktır. Bugün hukuken devletler kendi
para işlerinde zahiren bağımsızlığa sahip iseler de hakikatte
memleketlerin çoğu milletlerarası Yahudi maliyesine
borçludurlar. Yüksek Yahudi maliyesi, devletler üstü bir
kudret olarak öyle bir vasfa sahiptir ki, bugün bütün milletlerin
alacaklısı halindedir. Muhtelif imkân ve imtiyazlara sahip
olan ve her an dünya siyasetine müdahale eden ve bütün
arzularını dikte eden, kâr ve menfaatlerini arzularına
göre yükselten bu teşkilat birkaç kişi tarafından idare edilmektedir.
Bunlar ikinci Dünya Harbinden sonra Avrupa sanayiinin
yüzde altmışını ele geçirerek, geri kalmış ülkelerde hükmetmeye
başladılar.
Malî cepheden, Yahudi yüksek maliyesi milletlerin refahı
lehine tasfiye edilebilirse, bütün milletlerin hayatında
mühim rol oynayan keşmekeşlerin mühim kısmı kısa bir za-
168
manda ortadan kalkacaktır. Bu suretle yüksek Yahudi maliyesinin
bütün memleketlerde bulunan ajanları ve uşakları
izale edilerek, insanlığın ezelden beri arzuladığı ebedî sükun
ve hakikî istiklâl meydana gelecektir.
Malum Yahudi azınlığının entrikaları böylece son bulacak
ve istikbalde milletlerin birbirlerini yemeleri de tarihe
karışacaktır.
169
BAĞLANIŞ!
Buraya kadar okuduğumuz sahifelerde medeniyetin
batısındaki başlıca âmilin Yahudilik, onun maliyesi ve onun
uşakları olan gizli teşekküller ve sapık ideolojiler olduğunu
gördük ve misalleri ile, vesikalariyle mütalaa ettik... Bu mühim
noktayı tam mânasiyle canlandırmak için çok canlı misaller
bulduk ve onları sıraladık. Şimdi muhterem okuyucu,
başka bir tarafta göremediği bu tafsilatı da okuduktan sonra
facianın tam ortasını görecek; medeniyetin batısı, ahlâkın sükûtu,
huzur ve saadetin yok olması sebeplerini daha berrak
bir şekilde kavrayacaktır.
Bizde 1908 inkılâbını yapan, 31 Mart faciasını yaratan
ve şu son asırda başımıza gelen musibet ve felâketlerin hakikî
amillerinin iç yüzlerini daha iyi öğrenecektir.
Amerika Birleşik cumhuriyetlerinin kurucusu General
Jorj Wasington'un Yahudiler hakkındaki beyanatı:
170
«Yahudiler bizim aleyhimizde düşman ordularından
daha tesirli bir şekilde çalışırlar. Uğurunda mücadele
etmekte olduğumuz davamız ve hürriyetimiz için açık
düşmanlardan yüz defa daha tehlikelidirler. Çok tees-
süf edilecek bir şeydir ki, her devlet çok evvelden beri
onları cemiyetimizin haşaratı olarak tasfiye etmemiştir.
Onlar Amerika'nın saadetinin en büyük düşmanlarıdır.»
Bu parça Jorj Waşington hakkında yazılmış olan Maxims
of George Washington eserinden alındı. Yazarları: A. A. Appelton
ve ortakları olup 1894'de basılan kitabın 125. sahifesinden
alınmıştır.
Şimdi buraya bazı notların ilavesini zarurî gördük.
Amerika Birleşik Devletlerinin kurucusu Jorj Waşington ve
Franklen gibi büyük şahsiyetler Yahudilerin ne yıkıcı, ne
bozguncu ve ne derece tehlikeli şahsiyetler olduklarını görerek
feryat etmişlerdir. Günümüzün büyük şahsiyeti olan
milyarder Hanri Ford da milletini bu yolda «Beynelmilel
Yahudi» eseriyle ikaz etmiş ise de hiç kimse Yahudi tehlikesini
ve mevcudiyetini bertaraf edememiştir.
Bundan sarfı nazar ettik, bugün Amerika'da Yahudi hâkimiyeti
son hadde ulaşmıştır.
Milyonlarca insan ile onların kıymetli rehberleri olan
senatörler, generaller, amiraller, milliyetçi gazeteler, valiler
ve gayet büyük yekun tutan temiz ve fedakâr şahsiyetlerin
gayretlerine rağmen; o hayâsız mahluklar gittikçe nüfuz ve
tesirlerini arttırmaktadırlar.
Buna misal olarak şunlar ileri sürülebilir:
Yahudi dönmesi olan ölü cumhurreisi Rozvelt'in yirmi
yedi Yahudi müşaviri mevcuttu. Bugün Kennedy'nin 86 tane
Yahudi müşaviri vardır. Asıl şâyan-ı dikkat ve ziyadesiyle
mühim olan nokta, Yahudilerin Birleşmiş Milletler Teşkilatını
baştan aşağı işgal ve istila etmiş olmalarıdır. Sıkı bir ça-
171
lışma ve araştırma neticesi olarak elde ettiğimiz bir listeyi
aşağıya alıyoruz ki, bunu okuduktan sonra, okuyucunun
hayret ve dehşete düşeceğinden.asla şüphe edilemez.
BİRLEŞMİŞ MÎLLETLERİ İDARE EDEN
YAHUDİLER
Umumî katiplik:
Dr. H. S. Bloc - Silahlanma ve istihbarat servisi şefi (Yahudi).
Antoine Goldet - İktisadî işler dairesi başmüdürü (Yahudi).
Ansgar Rosenberg - İktisadî işler dairesi başmüfettişi
(Yahudi).
David Weintraub - Sabit ve gelişmiş ekonomi dairesi
müdürü.
Karl Lachman - Hazine dairesi reisi (Yahudi).
Henri Langier - İçtimaî meseleler umumî kâtip muavini
(Yahudi).
Dr. Leon Steinig - Uyuşturucu maddeler şubesi müdürü
(Yahudi).
Dr. E. Schwelb - İnsanlığa hizmet servisi müdür muavini
(Yahudi).
H. A. Wieschoff - Tahliller ve araştırma dairesi ve geri
kalmış memleketler servisi reisi (Yahudi).
Benjamin Cohen - Umumî istihbarat işlerinde genel
sekreter muavini (Yahudi).
J. Benoit Levy — Film ve muhabere dairesi (Yahudi).
Dr. İvan Kerno - Kanunî işler meselesinde genel sekreter
muavini (Yahudi).
172
Abraham H. Feller - Kanun dairesi umumî konsülü
(Yahudi).
Marc Schreiber - Kanunlar müşaviri (Yahudi).
G. Sandberg - Kanun müşaviri ve beynelmilel inkişaflar
şubesi başkanı (Yahudi).
David Zablodwsky — Teftiş dairesi reisi (Yahudi).
George Rabinovitch - Ödünç verme şubesi reisi (Yahudi).
Max Abramovitz - Planlama dairesi müdürü (Yahudi).
P. C. Kien - Umumî tazminat dairesi reisi (Yahudi).
Mercedes Bergmann - Personel bürosu ve icra reisi (Yahudi).
Paul Radzianko —Tebligat şubesi kâtibi (Yahudi).
Dr. A. Signer — Tıbbî kısım şefi (Yahudi).
İstihbarat Merkezi:
Birleşmiş Milletler teşkilatının en mühim dairesidir.
Bu daire dünyadaki bütün milliyetçiler aleyhine çalışır ve
her yerde Yahudi dostlarını himaye eder. Milliyetçi, mukaddesatçı
ve muhafazakâr her milletin temiz evladına
düşmandırlar ve onlar aleyhine dosyalar uydurarak mensup
oldukları hükümetlere verirler.
İsimleri şunlardır:
Jerzy Shapiro - Birleşmiş Milletlerin Cenevre'deki haber
alma merkezi reisi (Yahudi),
B. Leitgeber - Birleşmiş Milletlerin Şanghay'daki (Çin)
istihbarat şefi (Yahudi).
Henri Fast - Çin istihbarat müdürü (Yahudi).
Dr. Julius Stawinski - Birleşmiş Milletler istihbaratının
Varşova müdürü (Yahudi).
173
Birleşmiş Milletlerde beynelmilel iâşe kısmı:
David A. Morse - (Moscovitch) iâşe umum müdürü
(Yahudi).
V. Gabriel Garces - Beynelmilel iâşe müdürü (Yahudi).
Jan Rosner - Polonya'da beynelmilel iâşe servisi mülhakı
(Yahudi).
Andre Mayer - Birleşmiş Milletler ziraat dairesi birinci
müşaviri (Yahudi).
A. P. Jacobsen - Birleşmiş Milletler ziraat işleri Danimarka
temsilcisi (Yahudi).
E. De. Vries - Aynı şubenin Hollanda temsilcisi (Yahudi).
M. M. Libman - iktisat müşaviri (Yahudi).
Gerda Kardos - Birinci şube şefi (Yahudi).
M. Ezekiel - İktisadî tahliller müdürü (Yahudi).
M. A. Hubermann - Birleşmiş Milletler teknik kısım, istihsal
ve teşkilat reisi (Yahudi).
J. Pi Kagan - Teknik işler iskân ve yerleştirme kısmı
âmiri (Yahudi).
J. Mayer - Nükleer işlerinde şef (Yahudi).
E. Weisel - İdare meclisi reisi (Yahudi).
Birleşmiş Milletler'in en mühim kısmı olan ve milletleri
istedikleri gibi Yahudi kültür ve zihniyeti içinde boğmaya
çalışan UNESCO teşkilatındaki Yahudilere gelelim..
Bunların en tehlikeli reisleri: Alf Sommerfelt ve Paul Carneiro'dur.
J. Eisenhardt - Müdür, müşavir ve milletlerarası tetkikler
şefi ve imar reisi (Yahudi).
Miss Luffman - Milletlerarası tedris müfettişi (Yahudi).
174
di).
H. Kaplan - Unesco umumî istihbarat şefi (Yahudi).
C H. Weitz - Bütçe ve idare işleri şefi (Yahudi).
S. Samuel Selskey - Personel şubesinde amir (Yahudi).
B. Abranski - İskân ve seyahat kısmında âmir (Yahudi).
B. Verniel - Kayd-ı kabul ve yerleştirme dairesi (Yahudi).
Dr. O. Klineberg - Halk efkârını kontrol dairesi (Yahu-
Dr. A. Welsky - Cenubî Asya ilim yayma müdürü (Yahudi).
Beynelmilel imar ve kalkınma bankası:
M. M. Mendels - Sekreter (Yahudi).
Leonard B. Rist - iktisat müdürü (Yahudi).
P. Mendes - France — Fransız hükümeti delegesi. Eski
başvekil (Yahudi).
A. M. De Jong - Hollanda hükümeti delegesi (Yahudi).
C. M. Bernales - Peru cumhuriyeti murahhası (Yahudi).
D. Abramoviç - Yugoslav mümessili (Yahudi).
BEYNELMİLEL PARA FONU:
Josef Goldmann - Çekoslovak delegesi (Yahudi).
P. Mendes - France - Para fonunun Fransız temsilcisi
(Yahudi).
Camille Gutt - İcra heyeti müdürü ve milletlerarası para
fonu reisi (Yahudi).
Louis Rasminsky - Para fonu Kanada icra reisi (Yahudi).
W. Kaster - Hollanda mümessili (Yahudi).
175
Louis AltMan - İdare kısmı müdür yardımcısı (Yahudi).
E. M. Bernstein - Müdür (Yahudi).
Leo Levanthal - Baş müşvir (Yahudi).
BEYNELMİLEL MUHACERET TEŞKİLATI:
Mayer Cohen - Umum müdür (Yahudi).
Pierre Jacobsen - Tamirat ve tazminat umum müdürü
(Yahudi).
R. J. Youdin - Mümessiller meclisi müdürü (Yahudi).
Z. Deutshmann - Fen işleri servisi reisi (Yahudi).
G. Mayer - Şube müdürü (Yahudi).
Dr. N. Goodman - Umum müdür (Yahudi).
M. Siegel - İktisadî müşavir ve müdür (Yahudi).
A. Zarb - Kanunlar dairesi müdürü (Yahudi).
Max Suetens - Ticaret dairesi müşaviri (Yahudi).
MİLLETLERARASI TELEFON İRTİBAT BİRLİĞİ:
E C. De Wolfe - Birleşik Amerika idare meclisi azası ve
müşavir (Yahudi),
H. B. Rantzen - Birleşik Amerika Telekomünikasyon
servis şefi (Yahudi).
MİLLETLERARASI SİVİL HAVACILIK TEŞKİLATI:
A. G. Berg - Uçuş dairesi reisi (Yahudi).
Gol. A. G. Katzin - Kara temsilcisi (Yahudi).
George Movshan - Birleşmiş Milletler kara istihbarat
şefi (Yahudi).
176
Ernest A. Gross - Birleşik Amerika temsilcisi (Yahudi).
Isador Lubin - Ekonomi ve memurlar dairesi. Amerika-
lı (Yahudi).
Julius Katz - Sochy - Polonya daimi delegesi (Yahudi).
Dr. Alex Bebler - Yugoslav daimi delegesi (Yahudi).
Evet!.. İki buçuk milyarlık beşer kitlesi içinde 15 milyonla
ekall-i kalil olan Yahudi, milletlerin ve devletlerin mukadderatında
büyük rolü olan Birleşmiş Milletler teşkilatını
böylece çepeçevre istilâ etmiştir. Dünya silah fabrikalarının
rakipsiz sahibi olan bu azınlık istediği zaman HARP, istediği
zaman İHTİLÂL ve dilediği zaman da keşmekeşler yaratarak
insanlığı, medeniyeti, sulh, refah ve saadeti mahvetmiştir.
.
Bilinmez, insanlık daha ne müddet bu bozguncuların
faaliyetine dayanacaktır. Galiba milletler bu felâket unsurunun
tam ve sarih hüviyetini öğrendiği gün!..
Bu kitap bunun için yazıldı!
177
AMERİKA
Medeniyeti bugünkü perişan ve sefil hale sokan ve beşeriyeti
ümitsiz ve huzursuz bir vaziyete getiren «tek dünyacı»
Siyonist ve uşaklarına karşı kurtarıcı sesler yükselmekte,
sayısız kahramanlar sahneye çıkmakta ve mücadeleye atılmaktadırlar.
Yahudinin yedinci Edvard devrinde su başlarını elde ettikleri
İngiltere'den sonra şimdi Amerika'da kurdukları
müthiş teşkilatlariyle bütün beşeriyet aleyhine son gayretlerini
sarfetmekte olan bu mel'un kuvvete karşı birçok senatör,
mütefekkir, kongre azası, eyalet valileri, ve şâyan-ı dikkat
çoğunlukta general, amiral ve kahramanlar bir kurtuluş savaşına
girişmiş bulunmaktadırlar.
Bu halaskarların cümlesinin isimlerini saymaya bu hacimde
bir kitap kâfi gelmez. Bunlar, başıboş, şımarık ve küstah
Yahudinin çılgın saldırışını frenlemekte ve insanlığa cesaret
ve ümit vermektedirler. Tabiidir ki İdrâk-i beşer yavaş
yavaş; hayır sür'atle kendi felâketinin menbaı ve mümessillerini
kavramaya başlamıştır.
Bu eser, asırlar süren ve hâlâ önüne geçilemeyen, üstelik
harcadıkları milyonlar üstü paralarla satın aldıkları vicdanlar
ve kurdukları sayısız teşkilâtla kudurmuş bir halde
son gayretlerini sarfeden ezelî düşmanlar hakkında ve onla-
178
rın medeniyeti yıkma hususundaki faaliyetlerini teşrih etmektedir.
Bu uğursuz gayretlerin sonu geldiğine inanmalıyız.
Bu eser, tefessüh etmekte olan Demokrasi'nin ve batmakta
olan Medeniyet'in alâmetlerini teşhir etmektedir. Anlaşılıyor
ki bu hastalık unsurlarını halk vücutlarından tasfiye
etmek için münferit hükümetlerin idare ve kudretleri artık
kâfi değildir. Biz bu tefessüh işine bir maske çekip, onu anlamamazlıktan
geliyoruz. Ve her milletin kendi bünyesine göre
hayatını tanzim edecek şekilde, kendi tarz ve geleneğine
göre müdafaa unsurlarını harekete geçirmek zamanının geldiğine
inanıyoruz.
Bu yüzden her millî bünyenin çıkaracağı uyanık milliyetçi,
vatansever fertlerinin işbirliği sayesinde tek dünyacıların
planlarını gerçekleştirmek isteyen karanlık ruhlu soysuzların
kısa zamanda muvaffakiyetsizliğe uğrayacaklarına
inanıyoruz. Avrupa'nın yarısını esaret ve boyunduruk altına
alan kızıl emperyalizmin tekmil dünyayı ele geçirme emellerinin
karşısında bulunduğumuz gibi Afrika'yı da kendi
kontrol sahasına ithal etmekte olan solcu liberal maskesi altında
yüzde doksan sekizi Yahudi olan ve oyuncak haline
gelen Birleşmiş Milletler teşkilatının hakiki efendileri tek
dünyacıların (Yahudi Bernard Baruh ve şürekası) karşısında
da aynı şekilde direnmekteyiz.
Dünyayı paylaşma hususunda bunların ne kadar iyi anlaştıkları
son KÜBA hâdiselerinde sarahatle anlaşılmıştır. Bu
vaziyete karşı Amerikalı general ve yüksek rütbeli subayların
nasıl bir karşı koyma ve direnme gösterdiklerini yukarıda
okuduk.
Gerek komünist propagandası ve gerekse bugünkü şe-
179
kilde Amerikanizm propagandası iflâsa mahkumdur. Çünkü
ikisi de millî şuurun aleyhinde olup devletler üstü kuvvetlere
hizmet etmektedirler.
Amerika'da hükümeti temsil eden şahısların ve kuvvetlerin
ön ve arka cephesini yakından tetkik etmiş olan Amerikalı
G. W. MİLLS, «Birleşik Amerika Mümtazları» isimli kitabında
şâyan-ı dikkat ifşaatta bulunmaktadır.
Müellif diyor ki:
«Amerika hükümeti politikası birkaç kişinin ve küçük
bir zümrenin elindedir. Bu zümre yüksek derecede
ahlâksızlıkla, ruhsuzlukla ve vahşilikle ve teşkilatlı
bir sorumsuzlukla müttehimdir. Muharrir, efkâr-ı
umumiye yaratıcılarının nasıl bir faaliyette olduğunu,
Yahudi icadı olan Rüşvet'in en had dereceye nasıl
ulaştırıldığını ve bu azınlığın elinde tabiî bir teknik
haline nasıl getirildiğini bütün teferruatiyle izah etmektedir.»
1789 senesinden beri kültür inkırazı aleyhine başlayan
mücadele gittikçe kızışarak bugüne ulaştı. Esasında bu mücadele,
milletlerarasında, bir tarafta yaratıcı, yapıcı ruha ve
tarza sahip olgun, biçimli kuvvetlerle menfi ruhlu, yıkıcı
kuvvetler arasında cereyan ediyordu. Bu mücadeleyi kat'î
zafere ve neticeye ulaştırmak vazifesi her milletin genç nesillerinin
seçme, mümtaz ve sağduyulu evlatlarına düşüyor.
Bütün dünyada bunların gün geçtikçe bir araya gelerek işbirliği
yaptıkları ve bu büyük ideal etrafında birleştikleri görülüyor.
Bundan başka tekmil milletlerin şuurlu milliyetçilerinin
mütesanit bir mukadderat birliğine doğru kaymakta oldukları
ve yakın bir istikbalde milliyetçi kuvvetlerin, tek dünya-
180
cıların ve bunlara yardımcı olan bütün teşkilâtın karşısına
dikilerek, onların arzuladıkları ve planlaştırdıkları dünya tahakkümü
ve dünya devleti sapık ideolojisi yok edilecektir.
Bu imkân bugün, bunca felâketten utanmış ve aklı başına
gelmiş olan her milletin sağcı evlatlarının elindedir.
Menfaatlerini koruma bakımından komünistlerin, sosyal
demokratların, SİYONİST'lerin, Yahudilerin ve diğer cemiyetlerin
beynelmilel çalışma cemiyetleri kurma hakları
mevcut olduğuna göre milliyetçi kuvvetlerin milletlerarası
sahada bir araya gelerek çalışmalarına kim mani olabilir? İstikbalde
milliyetçilerin de diğer siyasî teşekküller gibi beynelmilel
kongreler akdedeceklerine şüphe etmemek lâzımdır.
Cepheler vuzuh kesbetmektedir. Ve yarı hakikatler devri
artık sona ermektedir. Milliyetçi bir dünya cephesinin ilk
şartlarından biri bütün memleketlerdeki milliyetçi gruplarının
birleşmesi birkaç ana formül üzerinde anlaşması ve her
iştirak eden azanın muteber olması...
Şimdiye kadar milletlerarası sahada milliyetçilerin arzuladıkları
birleşme cereyanları, beynelmilel Yahudilik ve
uşakları olan FARMASON teşkilâtının ajanları tarafından
baltalandı. Milliyetçi grupların içine bilhassa maskeli milliyetçileri
sokarak kısa fasılalarla birçok memleketleri birbirine
saldırtıp harpler çıkarttılar. Birçok misaller verebiliriz, birinci
ve ikinci dünya harpleri...
Bu bakımdan mücadelelerin şimdiki safhasında bütün
dünya milliyetçilerinin temel meseleler üzerinde anlaşıp bir
dünya milliyetçiler cephesi kurmaları gerekmektedir. Bu
hareket muvaffak olduğu takdirde ileride teşkilâtın kurulması
görüşülür. Milliyetçi cephede kardeş kavgalarına
181
kat'iyetle son vermek lâzımdır. Zira eninde sonunda hepsi
de aynı hedefe ulaşmak isterler. Yolları muhtelif olsa dahi
kuvvet birlikten doğduğuna göre; birliği zayıflatacak her hareketin
ancak mücadele ettiğimiz YAHUDİLER'in ve Marksistlerin
işine gelecektir.
Komünist cephesinin disiplininden örnek almak lazımdır.
Onlar ayrı istikametlerde yürüseler dahi müşterek parolalar
altında mücadele ederler ve kendi saflarında hiç bir
kavgaya meydan vermezler. Ciddî hallerde bütün solcuları
bir halk cephesinde birbirlerine sımsıkı sarılmış olarak görürüz.
(En koyu komünistinden solcu liberaline kadar) bütün
dünya milliyetçileri bir araya gelin! Ebedî bir anlaşma yapın,
ana hatlarınızı birleştirin ve yeni mücadele parolası
altında birlikte çalışın! O zaman birleşik milliyetçi gurupların
bir faktör haline gelmiş olacağını görerek ve bütün siyasî
teşekküllerin bu kuvveti hesaba katmaları gerekecektir. Bütün
şehirlerde, eyaletlerde ve memleketlerde münakaşa çevreleri
kurmanız lâzımdır. Bu sayede tesanüt iklimi yaratılacaktır,
zaman olgunlaştığı an millet, milliyetçi dünya meclisine
mümtaz namzetlerini yollayıp milliyetçiler âlemini kuracaktır.
Son asrın en yaygın siyasî mücadele parolasını Marksistler
ortaya attılar: "Dünya proleteryaları birlesiniz.' Anti
tez olarak biz, marksistlere karşı tesanüt hissiyatını bütün
dünya milliyetçileri arasında kurmak için en uygununu bularak
ve hali hazırda bütün dünyada birçok milliyetçi gruplarda
yaygın bir şekilde bulunan aşağıdaki SLOGAN'ı neşrediyoruz:
«Dünya milliyetçileri birleşiniz ve müşterek mücadeleye
katılınız!»
Efkâr-ı umumiye yaratıcılarının yarattığı kış uykusundan
uyanınız. Pısırıklığı bırakmak lâzımdır. Ve yalan dolu
dağın altında bulunan hakikatleri arayınız. Kötüyü iyiden
182
ayırmayı, hakikatleri yazan kitapları okumayı vazife biliniz.
(1) Kitle propaganda vasıtalarının (radyo, gazete, sinema)
yalan dolu neşriyatını şifahî veya yazılı olarak protesto ediniz.
Tarihî hakikatleri bîtaraf ilim adamlarının yazdığı kitaplardan
gün ışığına çıkarınız.
Milletinizin sıhhatli milliyetçi unsurlarını, onları aktif
ve faal yaparak destekleyiniz. Solcu hareketlerini durdurunuz.
Eminiz ki hakiki birliğin ruhu yakın bir zamanda gerçek
olacaktır. Ve bütün dünya milliyetçilerinin birleşmesi
gerçekleşecektir. Dünyamızın içinde bulunduğu en büyük
tehlikeye şu anda kuvvetlerinizi birleştiriniz ve beşeriyet
düşmanlarına karşı bir cephe kurmaya çalışınız. Hürriyet
için korkak vazife ile cesur mücadele arasında birini seçmek
lâzımdır. Dünya tarihleri, bizden sonraki cihan vazifesini yapıp
yapmadığımızı veya neslimizi korkakça terkedip etmediğimizi
yazacaktır. (Bir şey biliyorum ki o da dünyada ölmeyen
tek şey, ölmüş bir kimse hakkındaki hükümdür).
C.R.A.
(1) Kendi hesabıma azız milletime 60 eser vermekle bahtiyarım. Bu mevzuya
şimdiye kadar kimse temas etmemiştir.
183
SON SÖZ
Beşerin, kendini idrâk etiği günden zamanımıza kadar
yeryüzünde cereyan eden bozguncu hareketlerin, insan cemiyetlerini
yok etmek, onları birbirine düşürmek ve akan
kan, sönen ve yıkılan hanümanlar sayesinde, bazı teşekküller
ve bir ekalliyet tarafından nasıl istismar edildiğine dair
bu kitaba mühim vesika ve kıymetli mütalaalar ekledik.
Bunlar, uzun tetkik ve tetebbuun mahsulüdür.
Yeryüzünün felâket âmili olan «İsrail oğullarının» evvelemirde
dinlere tecavüz ve mukaddesatı ifsat ve tahrip ile
başlayan menfur faaliyetleri gitgide hızını arttırarak, arkasında
bir yığın enkaz ve cesetler ile harabeler bırakarak bugüne
ulaştı.
İnsan dehası ve emeğinin mahsulü olan bütün şaheserler,
âbideler, mamureler ve medeniyetlerin son asırda Yahudiler
ve onlara köle olan farmasonlar ve bunlara bağlı çeşitli
bozguncu teşekküller tarafından nasıl soysuzlaştırıldığını,
yok edildiğini şimdi tekmil insanlık acı acı temaşa etmektedir.
Bu, objektif görüşe muvazi olarak beşeriyet kendini derin
bir acz içinde görmektedir. Arkamızda, sadece şu son elli
yıl içinde yüz milyonluk bir cesetler yığını ile korkunç harabeler
bıraktık. Uzun müddet baykuş yuvaları haline gelmiş
olan bu enkazda duman ve taaffünden başka bir şey görülmedi.
Hatta ah ve iniltiler bile işitilmez oldu.
184
İnsan azmi ve gayreti sayesinde ba'sü ba'del mevt'e kavuşan,
yeniden canlanan dünyada imar ve medeniyet eserleri
yeniden yükselmeğe başladı; hatta eskiden daha muhteşem
ve daha göz alıcı olarak... Fakat; bu zahiri ve gösterişli
varlığa mukabil ruhlardaki çöküntü, ahlâk ve fazilette ve
moralde görülen korkunç inhidam, bir kelime ile manevi binası
çoktan yıkılmış cemiyetin zahiri bir ihtişamın dekorları
içinde medeniyetten vahşete doğru nasıl sürüklendiğini en
basit idrak sahipleri bile apaçık görmektedirler.
Medeniyetin ve daha kat'î ifade ile insan ruhundaki
asaletin kimler tarafından ve ne şekilde imha edilip yıkıldığına
dair bu eserde verdiğimiz malumat ve ilaveler bugün
yaşamakta olan herkes gözleriyle görüyor ve acısını ciğerlerine
çökmüş olarak hissediyor
Şimdi; insanlığı bu dereceye düşüren, manen öldürülen,
ruhlardaki necabeti söndüren ve kadim medeniyetleri yıkan
faktörlerle, İsrail oğullarının bu mevzuda oynadıkları korkunç
oyunları yeni misaller ve canlı vesikalarla takviye etmek
istiyoruz. Bu misallerin aydınlığı altında aziz okuyucu,
hastalığın daha derinlerine nüfuz etmek imkânını bulacak
ve henüz sırları açıklanmamış hadiselerin iç yüzlerine biraz
daha vakıf olacaklardır.
Şimdi, yeni bir Yahudi veyahut Siyonist teşkilatından
bahsedeceğiz. Belki bunun ismi pek duyulmamıştır, o da
ROTÂRYANkulüpleridir.
Tarihin en karanlık ve en eski devirlerinden zamanımıza
kadar dünyanın kangi köşesinde Yahudi müzaharetiyle
kurulmuş bir cemiyet isbatı vücut etmiş ise, bu cemiyet en
kısa zamanda cihanşümul ve beynelmilel bir ehemmiyet kazanmıştır.
185
Beşer idrâkinin uyandığı tarihlerden itibaren en felsefî
ekollerden tutunuz da içtimaî, iktisadî, siyasî doktrin ve icatlara
kadar hepsinde nebze nebze haham, Yahudi ve Farmason
parmağı vardır. İşte bunun içindir ki insanoğlu hangi fikir
ve içtihat etrafında toplanmış ise, orada huzur ve sükun
yerine ıztırap, hüsran ve idam sehpalarından geçilemiyen
şehir ve köyler görmüştür...
Sapık ideolojilerin en başında Allahsızlık olduğu halde;
nihilizm, maddecilik, tabiatçılık, kozmopolitlik ve en nihayet
KOMÜNİZM, insan oğullarına ne kazandırmıştır, nasıl
bir saadet getirmiştir? Hiç!... Binaenaleyh bu felsefî içtihatlar
bizlere hiçbir şey kazandırmadığına göre; 1904'de
Amerika'nın Şikago şehrinde 33 dereceli bir farmason olan
Yunanistanlı bir Yahudinin kurduğu ROTARYAN kulübü ne
kazandırabilir?!
1904'de Şikago'da kurulmuş olan bu Rotaryan kulübü
demirperde gerisi devletler hariç yüz küsur devlette on bine
yakın şube açmış olup bugün beşyüz altmış bin azası mevcuttur.
İktidar, mide, şahsî çıkar düşkünü, şöhret ve şehvet hastası
armatör, zengin, fabrikatör, banker, büyük arazi sahibi,
apartman kiralı, kartelci ve tröstçü kimseler varsa; kâmilen
Rotaryan kulübüne aza kaydedilmişlerdi. Vilâyet ve kazalardaki
ticaret odaları ve borsaları da tamamen bu kulübün
kontrol ve murakabesi altındadır.
Kendilerine maksat ve gayelerinin ne olduğu sorulunca,
alınan cevap şu olmaktadır:
«Sermayedar, kartel, tröst ve milyonerler arasında
devletlerarası iktisadî işbirliğini inkişaf ettirmek ve böylelikle
iktisadî ıztırâbı durdurmak ve fakirliği ortadan kaldırmak...»
Yahudi riyakârlığının en tipik bir numunesi olan bu cevap,
dünyada hiç kimseyi tatmin etmemiştir. Hele bu mev-
186
zuda tetkik ve tecrübesi olan insanları asla!
Bizim Rotaryancılardan fakirlikle mücadeleye azmetmiş
olan beyler, her cumartesi gecesi, şu meşhur otelin muhteşem
salonlarında, o malum dekolte kıyafetli güzel bayanlarla
viski, votka ve şampanya partisine girişmek suretiyle
mi bu insanî(!) vazifeyi yapacak ve fakirlikle mücadele edecekler,
öyle mi? Saf insanlık bu martavallara asırlar boyu
inanmıştı, fakat şimdi artık Yahudi palavralarına kanacak insan
sayısı çok azalmış, Yahudi gayret ve telaşı çok artmıştır
Bu gibilere şunu sormak lâzımdır: Bu gayretlerinizi sizin
kokmuş cemiyetiniz ve bozuk imanınızla mı başaracaksınız?
Hiç şüphesiz içinizdeki en fakir Rotaryan birader dört, beş
milyonluk bir adamdır. Madem ki fakirlikle mücadele ediyorsunuz,
içinizde diğer memleketlerin Rotaryan biraderlerin
takdir ve iltifatını kazanmış yüzlerce yüksek inşaat müteahhidi,
tröst veyahutta kartel var. Bu süper Rotaryan biraderlerden
şimdiye kadar şu vatanın geri kalmış, sefalet bölgelerine
ne hizmetiniz dokunmuştur?.. Türkiye'nin sayılı
dört, beş büyük şehrinde teneke barakalarda ve gecekondularda
en azından altı yedi kişilik aile efradiyle yaşamağa çalışan
canlı kadavralara, şu doğmadan ölmüş olan vatandaşlara
bu sahte insaniyetçilerin ne faydaları dokunmuştur? Bizim
memleketimizde kuruldukları tarihten bugüne kadar
Rotaryan biraderleri kaç yetim ve kaç fakir çocuğu giydirip,
mekteplerde okutmuştur?
Rotaryan-Farmason efendiler, millete bu soruların cevabını
verebilir misiniz? Millet uyanmıştır. Her zaman hakir
gördüğünüz, istihfafla baktığınız, hırpanîlikle itham ettiğiniz
o kitle, şunu biliniz ki şimdi hüviyetinizi anlamaya başlamıştır.
Anlatmaya devam ediyoruz. Yıktığınız medeniyetin
ne şekilde bu hale geldiği yavaş yavaş anlaşılmaya başladı.
Dünya Yahudiliğine hizmet eden ve çeşitli namlar ve
yeraltı faaliyetleriyle medeniyeti içinden yıkmaya çalışan
187
bütün bu karanlık teşekküllerde zerre kadar insanlık, vicdan
ve idrâk olsa idi, utançlarından yedi kat yerin dibine geçmeleri
lâzım gelirdi... Bütün memleketlerin halkı, köylüsü ve
şehirlisi âdeta bu gibilerin esiri vaziyetine düşürülmüşlerdir,
ithalat ve ihracat firmalariyle borsalara ve hatta dünya borsalarına
hâkim olan bu görünmez kuvvetler tedavüldeki bütün
paraları da inhisarları altında tutmaktadır. Her sene yüzlerce
milyon değil, yüzlerce milyar bunların çelik kasalarına
giriyor, fakat bu sahte insaniyetçiler bir türlü insan sefaletine
son vermek için harekete geçemiyor. Aksine olarak yeni yeni
harpler hazırlamak ve bu sayede sonsuz servetlerine servet
katmakla meşguldürler. İnsaniyete hizmet, adalet, kardeşlik
ve eşitlik onların ağızlarında boş laftan ve riyakârlıktan
başka bir şey değil...
İşte; yukarıdan aşağı sıraladığımız bu objektif malumat
ve mütalaalar dolayısıyle dünya Yahudiliği ve Farmasonluğu
tehlikeyi ve beşer çoğunluğunun bu faciaları kavradığını
sezince 1904 tarihinde Şikago'da Rotari kulüp ismi altında
bir fesat ocağı kurmuşlar ve dünyanın zengin ve meşhur farmasonlarının
iştirakiyle devletler üstü bir teşkilat daha meydana
getirmişlerdir. Şunun farkına vardım ki, farmasonluğun
bütün iğrenç iç yüzlerine ve bozguncu varlığına nüfuz
etmeğe başlamış olan milletimiz henüz ROTARYAN'lar
hakkında gayet az malumat sahibidir.
Şunu peşin olarak söyleyebiliriz ki, bu yeni ismiyle farmasonluk
arasında gayet az fark vardır. İkisi de Yahudinin
öz malı ve ikisi de manevi kardeşidir. İkisi de milletlerin felâket
ve gözyaşlariyle beslenirler. Yurdumuzda üç bin farmasona
ilâve olarak dört bin kadar civarında Rotaryan-Mason
kulübü azası vardır. Cidden hayrete şayandır ki bu, ismini
yeni işittiğiniz teşekkül, bazı kazalara kadar nüfuz etmiş
ve oralarda ocaklarını kurmuştur. Tabiidir ki, milliyetçi
eserler ve milliyetçi gazetelere, keselerinden birkaç kuruş çıkarıp
vermeye kıyamayan ve bu uğurda en ufak bir cömert-
188
lik ve alâka göstermeye kalplerinde yer olmayan zenginlerimizin
ve münevverlerimizin lâkaydilikleridir ki bozguncu
varlıklar en hücra köşelere kadar serbest serbest nüfuz etme
imkânım buluyorlar.
Böylelerinin aziz vatanımızda, gözlerimizin önüne fesat
ağlarını kurmalarına bizler açık ağızla ve bakar körler gibi
fırsat verir ve tatlı canımızdan başka bir endişemiz olmazsa,
yarının müellifleri günlerinin nesillerine daha yeni ve daha
tehlikeli teşekküllerin mevcudiyetlerinden haber vereceklerdir.
Fakat buna ne hacet? Gözlerimizin önünde, bütün menfi
gayretleri ve su gibi harcadıkları paralarla Siyonist, Komünist
ve Farmasonlar icra-yı habaset ederlerken bunlara yenileri
eklenmiş veyahut eklenmemiş vaziyeti bundan daha
kötüye götüremez... Hele bizde bu gaflet, cehalet, bu lâkaydlik
ve zenginlerimizde bu hasislik varken...
Son günlerde bütün gözleri haricî yardımlara çevrildi.
Gazetelerimiz, Türkiye'ye yardım için Avrupa'da kurulan
«Konsorsium»dan fazla miktarda bahsettiler. Bizim fikrimizce
«Konsorsium» müthiş bir blöftür. Esasen Rotaryan
farmasonlar Türkiye'yi şimdiye kadar olabileceğinden fazla
soymuşlardır. Yeni baştan ikinci bir soyguna tahammül için
bizde takat mı bıraktılar? Bu mevzuda işittiklerimizin cümlesi
narkos haplarından başka bir şey değildir...
Söz sahibi şahsiyetler sahneye çıkıp:
— Bizler ne sağcıyız ve ne de solcuyuz derse... Ve bir
başkası da:
— Arkadaşlar futbolcuyuz, futbolcuyuz diye nara atarsa
ve böylece söz ayağa değil de çarığa düşerse, konsorsiumun
neticesini tahmin etmek için devlet edebiyat kitaplarının
efsane sahifelerine bakmak fazla zahmet olmaz mı?!..
189
Başta KONGO gelmek üzere birçok yerde husule gelen
mahalli isyanlar ve hükümetleri devirme teşebbüslerinde
Rotaryan farmasonların geniş mikyasta rolleri olduğu muhakkaktır.
Şimdiden sonra bloklaşmış dünya devletlerinin askerî
güç ve kuvvetlerle ülkeler fethine kalkmalarını beklemek ve
ümit etmek büyük bir budalalıktır. Bundan sonra dünya
milletlerini bekleyen akibet «Sosyal Adalet» teraneleriyle iktisadî
savaşların başlaması ve yeni bir iktisadî kölelik çığrının
açılmasıdır.
Bu mevzuda, yeryüzünün gedikli soyguncusu Yahudiyi
yine başta görüyoruz, hem de faaliyetlerini son hadde çıkarmış
bir vaziyette... Esaret zincirlerini henüz kırmış olan bakir
Afrika'nın Kenya, Oganda, Liberya, Malaga, Tanganika,
Gana ve Habeşistan gibi ülkeler Yahudilerle mukaveleler akdetmişler
ve şimdiden geniş mikyasta İsrail ile ticarî münasebetlere
girişmişlerdir. Bunlara İsrail her nevi mal satmak
için ZİM, MEKORD, SOLEL-BONE, AMİRAM gibi şirketlerle,
milyonlarca sermaye döküp Afrikalıları tavlamaya başlamışlardır.
Amerika'nın büyük Yahudi milyarderleri de kasalarının
ağzını bu bakir ve zengin topraklara çevirmişlerdir.
Siyonistlerin yirmi beşinci büyük kongresinde İsrail hükümetinin
Asya ve Afrika'ya yirmi milyar liralık mal vermesi
karar altına alınmıştır.
İsrail ticaret vekili Pinas Sapir bu kararın tatbikine memur
edilmiştir. Afrika'da Karen Heysodi teşkili İsrail'e, bu
kararların yerine getirebilmesi için milyarlar temin etmektedir.
Bütün dünyanın ticaret ve iktisadiyatına ZİM ve SOLE-
BONE şirketleri el koymuş vaziyettedirler.
Bu; SOLE-BONE Yahudi şirketi, Türkiye'ye de elini
uzatmış ve bizim mübarek memleketimizde de büyük inşaat
ve yol işleri yapmıştır. Bizim Teknik Üniversitelerimiz ve
akademilerimiz her sene yüzlerce Türk zekâsını hayat sah-
190
nesine atarken, mesela şu son senelerde İstanbul'da ve Ankara'da
yapılan yolları bu Yahudi şirketlerine vermemiz hiçbir
ifade ile tevil ve izah edilemez.
«Amerikan-İsrail Corperation» şirketi Asya'da Endonezya'ya
kadar elini uzatmıştır. Bu Yahudi teşekkülleri, soygun
ağlarını garp memleketlerine kadar uzatmakta bir mahzur
görmemişler ve barış yolları aramaya koyulmuşlardır.
Şu var ki son günlerde Arap devletlerinin birleşme teşebbüsleri
çıfıtların akıllarını başlarından almış ve onları telaşa düşürmüştür.
Tanganika'nın elmas madenlerini işletmek üzere olan
Yahudi şirketleri, sadece müstakil ve ileri Cenubî Afrika millî
hükümetinden şamar yemiş ve tırnaklarını bu, dünyanın
en zengin memleketine sokamamıştır. Bunun içindir ki dünya
Yahudiliğinin emrinde bulunan bütün matbuat bu milliyetçi
hükümet aleyhine müthiş bir çamur ve yalan kampanyasına
girişmiş bulunmaktadır.
1904'ten bu yana, Rotaryan farmasonlarının teşkilâtında
kademe kademe vazife almış olan armatör, kartel, tröst ile
ne kadar fabrikatör, banker, otel ve apartman kralı ile büyük
çiftlik ağası varsa; bunların hiç, ama hiçbirisi ne sosyal adaleti
temin ve ne de iktisadî huzuru tesis etmek için en küçük
ve müsbet bir faaliyet görmüş değillerdir.
Kendilerine göre Rotaryan farmasonluğunun, devletlerarası
iktisadî işbirliğine hizmet eden bir kardeşlik teşkilatı
olduğundan bahsedilmektedir. Bu da, hâlâ, saflığını muhafaza
eden bazı insanları kandırmak için uydurulmuş bir yalandır.
Bütün bu teşekküller yıkılmış olan asil medeniyetlerin
enkazı üzerinde yeni baştan DAVİD'in krallığını kurmak
191
için İsrail'e hizmet eden birer Yahudi ajan ve hizmetkârıdırlar.
Ümitlerimizi ve cesaretimizi kırmayalım. Bütün bu hadiselere
ve olaylara rağmen siyonistlerle, çeşitli kılık ye kıyafetlere
bürünmüş olan dünya farmasonluğunu hiç de istikrarlı
ve emin olmayan bir istikbal beklemektedir.
Son günlerin en çok ağızlarda dolaşan mevzuu hiç şüphesiz
«Ortak Pazar» teraneleridir. Bu; açıkça ifade edilmek
istenirse Batılı Rotaryan Farmasonları tarafından meydana
getirilmiş, millî müesseselere ve şahsî teşebbüslere düşman
bir teşkilattır.
Son yıllarda, yurdun muhtelif yerlerinde, tek tük, bazı
müteşebbis şahsiyetler tarafından millî müesseseler meydana
gelmeye başlamıştır. Siyonist ve uşakları olan Rotaryan
farmasonlar bundan endişelenerek «Ortak Pazar» fikrini ortaya
atmışlardır.
Bizim için «Müşterek Pazar»a girmekte hiçbir mecburiyet
ve fayda yoktur. Bu pazara, ağır sanayide ilerlemiş milletler
için belki de iştirak zarureti vardır.
Dünya, Rotaryan masonlarının inhisarında olan «Ortak
Pazar»m birer sağlam köşe işgal etmiş olan milletlerarası fuarlarında
bizim teşhir edeceğimiz maddeler gayet az, rakipleri
gayet çoktur.
Bütün bu iktisadî düşünce ve endişelerin yanında ve
herşeye müessir olan kendi iç vaziyetimizi daima gözönünde
bulundurmak ve hesaba katmak zaruretinden hiç de vâreste
değiliz. Kurtuluş savaşı ve millî mücadeleden sonra;
haşmet ve azamet dolu mazimizi kötülemek, ecdadımızı hor
görmek ve genç nesillere tedavi ve telâfisi mümkün olmayan
bazı yanlış telkinlerde bulunmak, milletimizi zaman za-
192
man, göre göre ve bile bile düşmanlarımızın ağına düşmek
tehlikesine sokmuştur. Bu zemin üzerinde iştirak edeceğimiz
her teşebbüs istikbalde milletimizi yeni yeni kapitülasyonlara
götürmekten başka bir netice vermeyeceğine inanmalı
ve buna göre tedbir almalıyız.
Bütün bu mütalaalara bazı yeni malumat ilave etmekle
eserimizi tamamlamak istiyoruz... Bundan dört, beş sene evvel
KÜBA adasında FİDEL KASTRO adındaki haham sakallı
şahıs tarafından milliyetçi general Batista hükümeti
aleyhine bir ihtilâl yapıldı. Biz, bu meselede bir Siyonist ve
devletlerarası bir farmason parmağı olduğunu açıkladığımız
zaman bizim bu tezimize ehemmiyet vermeyenler olmuştur.
Hatta İzmir ve İstanbul'daki birkaç dönme gazeteci "VİYA"
yani "Yasasın Kastro" diye gazetelerinde büyük manşetlerle
Yahudi asıllı ve Marksist olan Fidel Kastro'yu alkışlamışlardır.
Komünist afyonuyla uyutulmuş olan dünya milletlerine
«hürriyet» aşığı «Maximo» yani lider kaçtı diye tanıtılan
şahıs, bugün başta Havana olduğu halde; Küba'nın en küçük
köyüne kadar el uzatmış olan korkunç «G. 2» adındaki
gizli polis tedhiş teşkilatıyla ortalığa korku salmıştır.
İşin hazin tarafı odur ki: En başta Havana'daki meşhur
yirmi farmason üstadiyle, bütün bu küçük memlekette dört
yüz altmış yüksek dereceli farmason bu mahut «G. 2» polisi
teşkilatında fiilen vazife almışlardır.
Yazılarına inanılır millî neşriyattan öğrendiğimize göre,
üç, dört yıl içinde bu «G. 2» teşkilatı tarafından Küba'da iki
bin altıyüz elli milliyetçi, farmason «G. 2» şeflerinin müthiş
işkencelerine maruz kalarak ah ve ızdırap içinde öldürülmüşlerdir.
193
Dünyanın her tarafında milliyetçiler aleyhine yapılan
bu tahriklerin aynı Yahudi, komünist, dönme farmason kaynaklarının
eseri olduğunda artık kimsenin şüphesi kalmamıştır.
Hatta, halkın yüzde doksan beşi muhafazakâr, dindar
ve milliyetçi olan bizim aziz vatanımızda da bu cephe aleyhine
pusu tutmuş olan yeraltı kuvvetlerinin, ufak bir bahane
ile nasıl su üzerine çıktıklarını son çirkin hadiselerle gördük.
Bundan olsun ibret ve ders aldı isek ne mutlu!.. Hayır, hayır
bu milletin geçirdiği bunca felâket ve uğradığı suikastlardan
sonra artık yeniden bir ders almaya ihtiyacı yoktur. Ne yazık
ki lider olacak bir adam, kesesini açacak bir cömert ortaya
çıkarmadığından sayı üstünlüğüne rağmen bu cephe daima
ve maalesef mağlup vaziyette görülmektedir. Milletin kötü
talihi!...
Vaziyeti alıcı gözüyle tetkik edenler, bu işlerde bir Yahudinin,
bir farmasonun veyahut da bir Rotaryan biraderin
ne Fidel Kastro'yu, ne de işlenen cinayetleri tenkit ettiğini
göremezler. Çünkü bu Kastro, herşeyden evvel arkasını
New York'taki korkunç Yahudi «Bn' Brit» teşkilatına ve Vaşington'daki
Rotaryan farmasonlara dayamıştır...
Küba'lı milliyetçiler iki sene kadar evvel Küba'ya bir çıkarma
hareketi yapmışlardı. Güya bunlar Kastroculara karşı
çete=gerilla harbi yapacaklardı. Netice ne oldu? Hiç! New-
York Ve Vaşington'daki «Siyonistler, Bn' Brit'ler ve Rotaryan
farmasonlar» bu hareketi çok evvelden Havana'daki 33 lü
farmason ve bugün de «G. 2»nin şefi olan adama bildirmişlerdi.
Tabiatiyle bu çıkarma muvaffak olamadı, milliyetçi fedakârlar
bu Yahudi kahpeliği dolayısiyle ve en azından iki
bin fedakâr insan olarak komünist Kastro kuvvetlerinin eline
esir düştü, bir kısmı öldürüldü, geriye kalanı da «G. 2»
zindanlarında inim inim inlemektedirler.
194
Bu hâdise, başlangıçta dünyada fırtınalar koparmış ise
de, tekmili Yahudinin uşağı olan gazeteler birden seslerini
kesmişlerdir.
Son günlerde Küba ve orada mevzi almış olan füzeler
meselesi birden alevlenmiş ve Başkan Kennedy sert bir çıkış
yapmış ve Sovyet lideri Kuruşçev yelkenleri suya indirmiş
ise de bu, hiç de bir sürpriz değildir. Evvela Sovyet prezidyumundaki
Yahudi asıllı şahsiyetler, ondan sonra Kremlin'in
perde arkasındaki farmasonları Kuruşçev'e bu emri vermişler,
o da yelkenleri suya indirmiştir. Bunun bir kayıkçı kavgası
olduğu basiret sahiplerinin gözlerinden kaçmamıştır.
Yoksa Ukraynalı maden işçisi başka türlü hareket edebilirdi.
Bu oyun, Kastro'nun daha bir müddet Küba'da hükümferma
olması ve Şarklı ve Garplı Rotaryan farmasonların milletleri
bir üçüncü dünya harbiyle korkutup depo ettikleri
dağlar gibi harp malzemesinin ve teferruatının —ki bunların
cümlesi başta Bernar Baruh olmak üzere münhasıran
Yahudilere aittir— satış ve yeniden trilyonlarla doların kasalarına
akıp, toprak doyurası gözlerini doyurmaktan başka
birşey değildir, insanlık bu çıfıt oyununu da buz gibi yutmuştur.
Çünkü onu ikaz edecek kalemlerde cesaret ve bu acı
hakikatleri açıklayacak fedakâr milliyetçilerde de para yoktur.
Geriye kalan dünya matbuatının yüzde doksan dokuzu
Yahudinin kölesi olduğundan böyle güpe gündüz, bütün insanlığın
gözü önünde oynanan facialar, manevî binası çoktan
yıkılmış medeniyetin perişan enkazı üzerinde, beşeriyeti
sessiz ve aciz bularak yollarına devam etmektedir.
Bu yol; gayretullah'a dayandığı gün Kur'an-ı Kerim ve
hadis-i şeriflerdeki müjdeler gerçekleşecek, insanlık kurtulacaktır.
195
Benim muhterem okuyucum,
Bir ömrü tamamen milletinin hizmetine vakfetmiş ve
kırk yedi yıl durmadan ve yılmadan Müslüman ve Türk
düşmanlarıyla mücadele etmiş ve onların yıkıcı faaliyetleriyle,
bütün tarih boyunca milletimiz ve mukaddesatımız aleyhine
oynadıkları faciaları vatandaşlarıma elimden geldiği
kadar bildirmiş olmakla müteselli ve müftehirim. Bugüne
kadar cümlesi bedelsiz ve parasız olarak yazdığım üç bine
yakın makale ve telif ettiğim altmış eserin; bir DÖNME veyahut
bir farmason çıkıp da şu eserin şu parçasında bir yanlışlık
var diyememiştir. Çünkü bütün telifatımız noktasına,
virgilüne kadar hakikatin ifadesinden başka bir şey değildir
de ondan... Üstelik asil bir insan ve müslüman olarak kalemlerimizi
hiçbir zaman Yahudinin yaptığı gibi yalan ve iftira
çamuruna batırmaya tenezzül etmedik. Dürüstlük ve namuskârlık,
Müslümanlık ve Türklük rehberimiz oldu ve bu
yüzden, arkadan, kancık ve yalan iftiralardan, korkak ve
sinsi fısıltılardan başka bir itiraza hedef olmadık. Allaha bin
defa hamd-ü senalar olsun!..
Kitabın sahifelerini kaparken, biraz da eski vatandaşlarımız
ve dindaşlarımızın uğradıkları mezalim ve fecayiden
bahsetmek isterim, nedense bunlar yazılıp çizilmedi ve milletimizin
malumatına arzedilmedi. Onları bu eserde kaydetmekte
bir fayda olduğunu düşündüm:
1940-1941 senelerinde Almanlar Balkanları baştanbaşa
işgal etmişlerdi. Sırp farmasonlarından 33 dereceli General
Mihailoviç, ÇETNİK ismi altında büyük bir teşkilat kurmuştu.
Takriben binsekizyüz kadar azılı farmason bu Çetnik çetelerinde
fiilen vazife almış bulunuyordu. 1941'den 1944'e
kadar bu komiteciler Yugoslavya'nın muhtelif vilayetlerinde
ikiyüz elli bin müslüman Türkü kadın, erkek, çocuk deme-
196
den öldürmüşler ve her birini otomatik silahlarla vahşiyane
ve barbarca katl ve imha etmişler. Bunların tekmil günahları
«Müslüman» olmaktan ibaretti. Onlara Hıristiyan olmaları
teklif edilmişti. Kabul etselerdi kurtulacaklardı. Bu müminler
bunu yapmadılar ve bu yüzden mahv ve ifna edildiler.
Yahudiler altı milyon Yahudinin öldürülmesi iftirasiyle dünyayı
yaygaraya boğar ve bu avazeler aradan yirmi küsur sene
geçtiği halde artan bir hızla devam ederken, çoğu fatih
ordularının çocukları olan masum müslümanları müdafaa
sadedinde bizden en ufak bir isyan sesi ve en basit bir alâka
görülmedi. Bu aciz ve bu alâkasızlığa ağlamak lâzım amma,
o bile yapılmış değildir.
1944 yılının son aylarına doğru «ÇETNİK»ler, Tito'nun
partizanları karşısında mağlup olunca dört yüz elli kadar
farmason Çetnik, Selanik denizyoluyla İzmir'e iltica etmişlerdi.
Bunlar, hiçbir kaygu ve utanç duymadan Müslüman
Türk topraklarına geliyorlardı. Sanki ikiyüz elli bin Müslüman
Türkü öldüren caniler bunlar değilmiş gibi...
Devrin İzmir farmason mülkî âmiri başta olduğu halde
bu caniler ve katiller sürüsüne bağrımızı açıp «Tahsisat-ı
Mestureden = Örtülü Ödenek»den bol bol ihsanlar dağıtılmış
ve derin bir samimiyet içinde insan kasaplariyle sarmaş
dolaş olunmuştur.
Tito idaresi, bu farmason mücrimlerin Yugoslavya'ya
iadelerini istediği halde bizim farmasonlar buna yanaşmadılar
ve Müslüman katillerini Kanada'ya gönderecek kadar
ileri gitmişlerdir.
1945'te Tito Yugoslavya'ya tamamen hakim olunca, başta
Üsküp farmasonlarının başı ve Yahudilerin reisi olan Maşe
Piyala olduğu halde tabur tabur farmason Tito'nun etrafında
çöreklenmeye başlamıştır. Bu Yahudinin direktifi ile
Batı Makedonya, Sırbistan, Slovakya, Karadağ ve Hırvatistan
gibi eyaletleri kendi kontrol ve murakabesi altında tutan
197
gizli «OZNA» teşkilâtı kurulmuştur. İki, üç bin kadar farmason
1945'te hemen bu caniler çetesine iltihak etmişlerdir. Bu
katiller teşkilatı da, 1945'ten 1947'ye kadar Yugoslavya'nın
muhtelif vilayetlerinde yetmiş sekiz bin Müslüman Türkü
öldürmüşlerdir. Sebep? O kadar basit ve acıdır ki, söyleyip,
yazması bile insanın ciğerini yakar: Halleri ve vakitleri iyi
olduğu için... Yeni tabiriyle burjuva oldukları için...
1948'de mahut OZNA lağvedilerek yerine hepsinden
beter hepsinden daha kuvvetli «U.D.B.» adındaki teşkilat
geçmiştir. Bunlar; Oğuz Han neslinin Orta Asya'dan getirdiği
hudut bekçileri ve fetih piştarları, yani öncüleri olan halis
kan Türk ve imanlı Müslümanları hiçbir şeyden perva etmeden
son ferdine kadar imha etmek vazifesini üzerlerine almışlardır.
Çingeneler, dönmeler ve satılmış vicdanlar bu mezalim
ve tazyikten müstesnadır!...
Medeniyetin yıkılmamış hangi tarafı kalmıştır?!
Onu yeniden ihya etmek bütün dünyanın milliyetçi evlatlarının
vazifesidir...
198
BİR NUTUK
Büyük ve Birleşik Amerika devletinin kurucularından
şöhreti dünyayı sarmış olan BENJAMİN FRANKLEN, Amerika
kurucu meclisinin 1789 içtimamda şu tarihî nutku vermişti:
«Efendiler!
Yahudiler, yerleştikleri her memlekette, normal hayat
seviyesini tahrip etmişler ve ticaret şeref ve haysiyetini
düşürmüşlerdir. Bunlar her zaman esas milletten mânen
uzak durmuşlar ve kaynaşamamışlardır. Bunlar hükümet
içinde hükümet kurmuşlar ve kendilerine karşı koyulduğu
zaman, mukavemet gösteren milleti malî ve iktisadî bir
şekilde boğmaya çalışmışlardır. Son günlerde İspanya ve
Portekiz hadiseleri de bunu göstermektedir. 1700 seneden
fazladır, Yahudiler sızlanmaktadır. Bilhassa vatansız kaldıklarını
ileri sürüp diğer milletlerden yardım istemektedirler.
Fakat efendiler, eğer bugün medenî dünya kendilerine
«FILISTIN»i verecek olsa dahi birçok Yahudiler oraya
gitmemek için türlü mazeretler bulacaklardır. Bunun sebe-
199
bi nedir? Çünkü yarasalar diğer vampirlerin sırtından geçinemezler!
İşte bu Yahudi vampirler, kendi aralarında ekmek çıkaramazlar,
onlar diğer milletlerin, başka dinden ve başka
ırkdan olanların sırtından geçinirler.
Eğer meclis tarafından Yahudiler Birleşik Amerika'dan
kovulmazlarsa, yüz seneden daha kısa bir zaman
içinde bunlar memleketimize öyle bir akın yapacaklardır
ki, bize hâkim olup bizi mahvedeceklerdir.
Bununla da kalmayıp her türlü fedakârlığı yapıp
meydana getirdiğimiz Amerika'yı yavaş yavaş değiştirerek
ona bambaşka bir şekil ve hüviyet vereceklerdir. Eğer Yahudileri
kovmazsak iki yüz seneden kısa bir zaman içinde
çocuklarımız tarlalarda çalışıp, sevinç içerisinde kendilerinden
geçmiş olarak ellerini uyuşturan Yahudi efendilerini
besleyeceklerdir.
Efendiler!
Sizlere ihtar ediyorum, eğer Yahudileri kovmazsanız,
senelerce sonra torunlarımız büyük babalarına LÂNET
edeceklerdir. On nesildenberi aramızda yaşadıkları halde
Amerikan tefekkür tarzını benimsememişlerdir. Zaten
sırtlanın canı çıkar huyu çıkmaz. Tekrar ediyorum ki: Yahudiler
bu topraklar için tehlikedir, Yahudiler bizim varlığımızı
mahvedebilirler. Bunlar kanun yolu ile bu vatandan
kovulmalıdırlar!»
Benjamen Franklen'in bundan yüz yetmiş dört sene evvel
söylediği bu uzağı gören nutuk bugün olayların belagatiyle
yüzde yüz gerçekleşmiştir. Bugün Yahudi iktisadî, içtimaî,
harsî, maddî ve manevî her sahada Amerika'yı eline ge-
200
çirmiş ve ona sahip olmuş vaziyettedir. Bu hâl, bu eserde
misalleriyle açıklanmıştır.
Franklen'in dediği gibi bugünün nesli bu GÖRÜNMEZ
müstevliye LÂNET okumaktadır.
Sade bu kadar da değil, bu erkek milletin fedakâr evlatları,
bu acıklı hale son vermek için direnmeye, başkaldırmaya
başlamıştır. İçlerinde senatör, eyalet valisi, general, amiral,
mütefekkir ve gazeteci olmak üzere milletin seçkin evlatları
mücadeleye başlamışlardır.
İngiltere'de olduğu gibi şimdi Amerika'da da kıyamet
kopmuş, Yahudi belâsını defetmek için, tarihin şimdiye kadar
şahidi olmadığı bir savaş başlamıştır. Bu hususta sarfedilen
gayretler ve bu uğurda harcanan paralar cidden cesaretimizi
arttıracak derecededir.
Bu savaşa önder olan büyük insanların sayısı o kadar
çoktur ki, birer birer isimlerini yazmak için ciltler kâfi gelmez.
Yalnız Amerika'yı değil bütün medeniyeti yıkmak için
çalışan bu menfur zümre şimdi artık başıboş değildir... Bundan
evvelki sahifede isimlerini yazdığımız büyük rütbeli askerler,
medeniyeti kurtarmak için var kuvvetleriyle çalışmaktadırlar.
Bu zevatın her biri, ordunun en yüksek kademelerinde
vazife gördükleri için, avamın gözünden kaçmış
olan bütün acı hakikatleri gözleriyle görmüş ve bayrak kaldırmışlardır.
Milletlerinin büyük ekseriyeti bu kahramanların
ardı sıradır. Böyle olduğu halde yahudi teşkilatının
korkunç ve o nisbette şaşkın hareketi bu kurtuluş hamlesini
dünyadan gizlemeye çalışmaktadır.
Bugün milletler soğuk bir harp içindedir. Yahudi bunu
sıcak harbe çevirmek için var kuvvetiyle çalışmaktadır. Harp
sanayii rakipsiz ellerindedir. Öte yandan, dünyanın lideri
olan Amerika'nın hakikatleri gören evlatları da insanlığı
üçüncü bir harpten ve medeniyeti yıkılmaktan kurtarmak
201
için, canlarını dişlerine takmışlar, olanca azimleriyle çalışmaktadırlar.
Biz Müslüman olarak, İSRAİL oğullarının başına gelecek
ve kendilerine Kur'ân ile bildirilen;
«Onlara dünyada rüsvâylık, âhirette de azâb-ı azim
vardır» va'd-i ilahisine o kadar inanıyoruz, o kadar
inanıyoruz ki!,..
SON
202
Cevat Rıfat Atilhan
İĞNELİ
FIÇI
Merhum Üstad'ın en önemli eserlerinden olup
elinizden bırakamıyacaksımz.
Bu eserde "Yahudilik" ve "Masonluk" ile ilgili
bilmediğiniz çok değerli vesikaları ve bilgileri bulacaksınız.
Yakında!...
(Merhum) Milis General
Cevat Rıfat Atilhan'ın kaleminden
İSLAMİ SARAN TEHLİKE
SİYONİZM
VE PROTOKOLLAR
Tarihin ve insanlığın kendini tanıdığı günden
bugüne kadar Siyonizm'in Islâmiyete ve insanlığa
karşı yaptığı kötülükleri tekmil vesikaları ile
isbat eder...
www.atilhan.tr.cx
www.atilhan.netteyim.net
http://atilhan.4t.com
DÜNYA
İSTİLACILARI
Cevat Rıfat Atilhan
Evet... Yahudiler Dünya'yı
nasıl İstilâ ediyorlar?....
Bu kitapta....
www.atilhan.tr.cx
http://www.atilhan.netteyim.net
http://atilhan.4t.com
http://atilhan67.sitemynet.com
http://www.geocities.com/atilhan67
Cevat Rıfat Atilhan
İNSANLIĞIN KANSERİ
FARMASONLUK
...............................................?
www.atilhan.tr.cx
http://www.atilhan.netteyim.net
http://atilhan.4t.com
http://atilhan67.sitemynet.com
http://www.geocities.com/atilhan67
Bu kitapları Web Sitemizden download edebilir, online olarak
internette web sitemizden okuyabilir ve arama yapabilirsiniz.
Sitemize mutlaka ugrayınız..
BİLGİSAYARINIZA MUTLAKA İNDİRİNİZ:
1 - Tarih Boyunca İslam Hakimiyeti ve Uğradığı Suikastlar
2 - 31 Mart Faciası (1.125 KB PDF)
3 - Musa Dağı (606 KB PDF)
4 - Suzi libermanın Hatıra Defteri (619 KB PDF)
5 - Bütün açıklığı ile İnönü Savaşları ve Hakiki Kahramanları
6 - Menemen Hadisesinin İç Yüzü (469 KB PDF)