06.08.2022 Views

İDEA HUKUK DERGİSİ AĞUSTOS SAYISI

Yeniye ve geleceğe bir adım daha yakın...

Yeniye ve geleceğe bir adım daha yakın...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

İDEA HUKUK DERGİSİ

Yeniye ve geleceğe bir adım daha yakın...

YENİLİKÇİ HUKUKÇULAR PLATFORMU

Ağustos 2022 | Sayı 1


İÇİNDEKİLER

Cemre DEMİR -Teknoloji ve Hukuk- S.1

Gülpembe GEZ -Yazılımlar Hukuken Korunabilir Mi?- S.4

Çiğdem AKKOÇ-Hukuk Bulmacası Eki- S.7

Ayşe Nur KILCI -Salem Cadı Mahkemeleri- S.9

Öykü ATIŞ -Tarihte Hayvanların Yargılanması- S.11

Özgür ÖZSOY -Avrupa Siber Suçlar S. Bağlamında TCK- S.13

Rıza Erdi MERTOĞLU -Anarko Kapitalizm İdeolojisi- S.16

Cemile TEKDEMİR -Dreyfus Davası- S.20

Dilara ÜÇÖZ -Bu Senenin Modası: Hukuk- S.23

Zehra CAN Hukukta İlklerin Kadını: Süreyya AĞAOĞLU S.25

Asya Naz KIZILIRMAK -Spor Hukuku Röportajı- S.27

Hilal TEKEŞ -Haksız İdam Kurbanı: George STİNNEY- S.34

Şevval FURUNCU Suça Teşebbüsün Cezalandırılabilme Şartları S.36

Damla Nur KOÇ Sosyal Medya Hesapları Mirasa Konu Olabilir mi? S.39

Muhammet ÖZKAYA -Kadın Cinayetlerinde İyi Hal İndirimi- S.41

Osman TURAN Modern İletişim Araçları ve Hukukun Etkinliği S.42

Tunahan DENİZ Hukuk Yargılamasında Sürpriz Karar Yasağı S.44

Ayşenur Gökçe TAPAÇ -Savunma Hakkı- S.46

Gamze TIRNAKSIZ Kırıkkale Üniversitesi Tanıtımı S.49

İrem Sahre ŞAHİN TOBB ETÜ'de Hukuk Okumak S.50

Hivda ERGÜL Hacı Bayram Veli Üniversitesi Tanıtımı S.51

@yenilikcihukukcularplatformu @YenilikciHP Yenilikçi Hukukçular Platformu


ÖN SÖZ

Değerli Okurlarımız, İdea Hukuk Dergisi’nin ilk sayısı ile

karşınızdayız!

Yenilikçi Hukukçular Platformu bünyesinde çıkarılan dergimizde

geleceğin hukukunu yakalamak ve bir adım ötesine geçmek adına

şimdiden iz bırakmaya niyetliyiz. İdea Hukuk Dergisi olarak hukukun

süregelen dogmatik yapısından ziyade dijital dünyanın getirdiği

inovasyonlara ayak uydurarak, hukukun her geçen gün gelişen ve

değişen yapısına kendimizi entegre ederek geleceğe en donanımlı

şekilde ulaşmayı amaçlamaktayız.

2021 yılının mayıs ayında bizlere güvenerek destek veren ve platformu

kurmamızda bizleri öncü olarak gören on dokuz kişiden oluşan

ekibimizle çıktığımız bu yolda binlerce kişilik bir aile olmanın

mutluluğunu yaşamaktayız. Bugün ise yaptığımız işlerin meyvesi

mahiyetindeki dergimizin yayın hayatına başlamasından büyük

heyecan duymaktayız.

Dergimizin nihai amacından söz etmemiz gerekirse, bizler hukukun

temel ilkelerine saygı duyan, hukukun yaşayan ve gelişen bir sosyal

bilim olduğuna inanarak bu doğrultuda çalışmalarımızı sürdürmeyi

amaçlayan hukukçulardan oluşmaktayız.

Sözü fazla uzatmadan öncelikle idea hukuk dergimizin oluşumunda

büyük emeği geçen eş başkanım ve ortağım Asya Naz

KIZILIRMAK’a, dergimizin asıl sahipleri olan yayın ekibimize,

yazılarını bizlerle paylaşan kıymetli yazarlarımıza ve en nihayetinde

ilk günden beri arkamızda olan siz kıymetli okurlarımıza

teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli okurlarımıza saygıyla arz ederim.

Sevgili Babaannem Elmas MERTOĞLU anısına…

Rıza Erdi Mertoğlu

Yenilikçi Hukukçular Platformu Kurucu Ortağı/Yönetim Kurulu

Üyesi


YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ/GENEL KOORDİNATÖR:

Asya Naz KIZILIRMAK

Rıza Erdi MERTOĞLU

EDİTÖRLER:

Rıza Erdi MERTOĞLU

Asya Naz KIZILIRMAK

Zehra CAN

Şevval FURUNCU

Gülpembe GEZ

Ezgi GÜNDOĞDU

YAZARLAR:

Cemile TEKDEMİR Çiğdem AKKOÇ

Ayşenur Gökçe TAPAÇ Zehra CAN

Damla Nur KOÇ Ayşe Nur KILCI

Rıza Erdi MERTOĞLU Tunahan DENİZ

Şevval FURUNCU Zehra CAN

Özgür ÖZSOY Osman TURAN

Muhammet ÖZKAYA Gülpembe GEZ

Asya Naz KIZILIRMAK Hilal TEKEŞ

Dilara ÜÇÖZ Öykü ATIŞ

Cemre DEMİR Gamze TIRNAKSIZ

İrem Sahre ŞAHİN Hivda ERGÜL

ve YAYIN EKİBİ

KONUKLARIMIZ:

Av. Turgut Özgüç ÖZGÜN

Av. Korhan ARMAĞAN


TEKNOLOJİ VE HUKUK

Özellikle geçtiğimiz on yıl içerisinde teknolojik

gelişmelerin hızlanmasıyla bankacılık sektöründen

eğitim sektörüne, oyun sektöründen sağlık sektörüne

her alanda köklü değişiklikler yaşanmaya başladı.

Çoğu olumlu değişimler olsa da dolandırıcılık gibi

olumsuz örneklerin bile teknolojiden etkilendiğini

söyleyebiliriz. 1900 yılında İstanbul’a, Osmanlı

vatandaşlarına İspanya’dan mektuplar gelmeye

başlar. Bu mektuplarda bir define keşfedildiği ve

definenin kazıp çıkarılması için bir miktar paraya

ihtiyaç olduğu, para gönderildiği takdirde çıkacak

servetten büyük bir hisse verileceği yazmaktadır.

Yaşanan bu vakalar Osmanlı hükümetinin dikkatini

çeker ve vatandaşları bu tuzağa düşmemeleri

konusunda uyarır, gazetelerde de durumu anlatan

ilanların yayınlanması kararlaştırılır. Geçmişte

mektupla yapılan bu dolandırıcılığın teknolojiyle

birlikte evirilerek sosyal mecralarla yapıldığını görmek

mümkün. Hatta Bilişim Hukuku adıyla anılan

teknolojinin kötüye kullanımı ile insanlara zarar

verilmesini önlemek için ortaya çıkmış bir hukuk dalı

bile mevcut. Siber suçlar, internet suçları, olarak

bilinen bu suçlar Türk Ceza Kanunu’nun “Bilişim

Alanında Suçlar” başlığı altında 243. ve 246. maddeler

arasında düzenlenir.

Bu değişikliklere bağlı olarak toplum da hızlı bir

değişim içine girdi. Bireylerin bu değişimlere ayak

uydurabilmesi için iyi birer teknoloji okuryazarı

olmaları gerekiyor. Peki, nedir teknoloji okuryazarlığı?

Teknolojiyi güvenli, etkili ve sorumlu bir şekilde

kullanma, anlama, analiz etme yeteneğidir. En basit

tabiriyle teknolojiden maksimum verim sağlamak,

zararlarını minimuma indirmektir. Teknolojik

gelişmelerin etkilediği diğer bir alan da yukarda

bahsettiğim gibi hukuktur. Bu kısmın üstünde ayrıca

durulmalı çünkü hukuk kuralları toplumun

ihtiyaçlarına göre şekillenir ve toplumu şekillendirir.

Bu yüzden toplumla birebir temasta olan hukukçuların

çağı yakalayabilmeleri çok önemlidir.

Teknoloji ilerledikçe hukuk literatürüne yeni

kavramlar kattı. Ancak Earl Warren’in “Dünyada

ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik değişikliğin

hızlanma temposu; hukukta gerçekleşen

değişikliklere oranla, tavşanla yarışan kaplumbağaya

benzemektedir.” söylemini destekleyen birçok olayla

karşılaşmak mümkün. Gelin bu konuyu biraz daha

açalım. Eğer herhangi bir teknolojik gelişme henüz

başlangıç aşamasındayken hukuki bir düzenleme

yapılırsa teknolojik gelişmenin olası etkileri hakkında

yeterli veri toplanamadığından, yeterince

gözlemlenemediğinden ya yapılan düzenlemeler

yetersiz kalacak ya da çok sıkı düzenlemeler yapılıp

teknolojik gelişmelerin önü kapatılacak. Eğer

teknolojinin etkilerini gözlemlemek için uzun süre

beklenirse de zaten hızlı bir şekilde gelişen teknoloji

çoktan toplumun hayatına yerleşmiş olacak ve

hukuki açıdan denetlenmesi zorlaşacaktır. Bu durum

üstünde düşünülmesi gereken bir konu. Şimdi bu

konuyu geride bırakalım, arkamıza yaslanalım ve

teknolojinin büyülü dünyasında kaybolalım.

Blok zinciri (Blokchain)

Blok zinciri teknolojisi, 2009’da blok zinciri

teknolojisinin ilk uygulaması Bitcoin’in, 2008’de icat

edilmiş kripto para, piyasaya sürülmesiyle gündeme

gelmeye başladı ancak bu teknolojiyi yalnız Bitcoine

indirgemek de haksızlık olur.

1

1


TEKNOLOJİ VE HUKUK

Temel Prensipleri:

1. Yapılacak işlemler için aracı

kuruma ihtiyaç yok

2. Açık kaynak: Geliştiriciler, hem

toplu hem de bireysel olarak daha

yenilikçi yazılım çözümleri

oluşturmak için fikirlerini ve

kodları paylaşırlar.

3. Herkese açık, merkeziyetsiz, dağıtık

ağ: Bir ağı dünyanın iki ucundan

çalışan cihazlar eş zamanlı olarak

çalıştırabilir. Buna dağıtık ağ

diyoruz. Merkeziyetsiz olması ise

blok zincir veri tabanında farklı

cihazların aynı anda çalışabilmesi

ve böylece sistemin hızlı çalışması,

sürekli aktif kalması anlamına

geliyor. Merkezi çalışan ağlarda

elektrik kesintisi, afet gibi herhangi

bir acil durumda veri tabanları

zarar görebiliyor; veriler

kaybolabiliyor veya veriler merkezi

otoriteler

tarafından

değiştirilebiliyor.

4. Uluslararası transfer imkanı

5. 7/24 aktif

Nasıl Çalışır?

Örneğimizde A, B’ye para

göndermek istesin.

İşlem çevrimiçi olarak bir blokla

temsil edilir.

Blok tüm ağlarda yayınlanır.

Ağdakiler işlemi onaylar. Sistemin

güvenliği için fikir birliği

algoritması: Ağlardan %51 ve üzeri

onay gelirse bloklar eklenir. Bu

mekanizmaya “Consensus

mekanizması (Mutabakat

mekanizması)” denir.

Blok mevcut blok zincirine eklenir.

İşlem tamamlanır.

Blok Zincirine Canlı Olarak Bakmak İster misiniz?

TxStreet; Bitcoin, Ethereum, Bitcoin Cash, Monero ve

Litecoin işlemleri ve Bitcoin ağında bulunan henüz

onaylanmamış işlemlerin bulunduğu havuzu gösteren canlı

bir görselleştiricidir. Bir kripto para birimi ağına yeni bir

işlem yayınlandığında, bir kişi görünür ve gerçek zamanlı

olarak bir otobüse binmeye çalışır. İşlem yüksek ücretliyse

ilk otobüse binecek ve bir sonraki bloka dahil edilmeye

hazır olacaktır. Bir sonraki bloka eklenecek çok fazla işlem

varsa ve işlem yeterince yüksek bir ücret ödemediyse, kişi

sırada bekler veya farklı bir otobüse biner. Bir kişinin

hareket hızı, mevcut medyan ücrete kıyasla ne kadar

yüksek bir ücret ödediğini temsil eder. Bir kişinin boyutu,

işlemin bayt veya gas cinsinden boyutunu temsil eder.

Blok Zinciri Teknolojisinin Geliştirilmesi Gereken Yanları

Ölçeklenebilirlik: Bir sistemin, yazılımın, ağın artan iş

yüküne ve isteklere yanıt verme, yönetme yeteneğine

ölçeklenebilirlik denir. Bir blok zinciri teknolojisi olan

litecoin bir işlemi ortalama 2.5 dakikda yaparken,

ethererum bir işlemi ortalama 14-15 saniyede yapar. Eğer

TxStreet’i incelediyseniz saniyede ne kadar çok işlem

yapıldığını ve 10 saniyenin bile oldukça uzun bir süre

olduğunu biliyorsunuz demektir. Bu problemin

çözülebilmesi için bazen güvenlikten bazen

merkeziyetsizlikten ödün verilmesi gerekiyor.

Kültürel Adaptasyonlar: Kulaktan dolma bilgiler ve bilgi

kirliliğinin hayli fazla olması nedeniyle toplumun adapte

olması zorlaşıyor.

Regülasyonlar: Türkiye’de bir regülasyon bulunmasa da

yakın zamanda bu alanda çalışmalar yapılması bekleniyor.

Dünyaya baktığımızda ise genel olarak bekle-gör

yaklaşımının benimsendiğini söyleyebiliriz. Avrupa Menkul

Kıymetler ve Piyasalar Otoritesi yaptığı bir açıklamada

blok zinciri teknolojisinin henüz bir düzenleyici faaliyeti

gerektirecek kadar gelişmediği, dolayısıyla şu aşamada

gelişmeleri izlemenin daha doğru olacağı ifade etmişti.

Malta ise düzenleyici bir yaklaşımda bulunarak blok zinciri

teknolojisi, kripto paralar ve dağıtık defter teknolojisini 4

Temmuz 2018 tarihinde Parlamentosu’ndan geçirdiği üç

kanun ile düzenlemiştir.

1

2


TEKNOLOJİ VE HUKUK

Sanal Gerçeklik (VR): Görüntü, hologram, ses, konum gibi unsurların gerçek dünyanın taklidi olarak

oluşturulmasıdır.

Artırılmış Gerçeklik (AR): Çevremizde algıladığımız fiziksel unsurların; bilgisayar kaynaklı video, ses, GPS gibi

verilerle birleştirilmesiyle oluşturulur ve mevcut gerçekliği zenginleştirir.

Karma Gerçeklik (MR): Fiziksel dünyayla dijital dünyanın harmanlanmış halidir. Dijital dünyanın nesneleri ve

gerçek dünyanın nesneleri bir aradadır ve gerçek zamanlı olarak birbirleriyle etkileşime girebilirler.

Genişletilmiş Gerçeklik (XR): Üç gerçeklik türü (AR, VR, MR) bir araya getiren kavramdır.

Büyük Veri: Veri kaynaklarından gelen daha büyük ve karmaşık veri kümeleridir. 3V olarak da bilinir. Gelin

bu üç V’yi de inceleyelim.

Volume (Hacim): Veri akışı büyük hacimde ve sürekli olmalı. Böylece katlanarak büyür.

Velocity (Hız): Verinin ne kadar hızlı aktığı da en az hacim kadar önemli bir faktördür.

Variety (Çeşitlilik): Ses verisi, metin verisi, görüntü verisi gibi verileri kapsar.

Son birkaç yılda bu V’lere iki V daha eklendi: Value (Değer) ve Veracity (Doğruluk). Doğruluk verilerin

kalitesini, doğruluğunu sorgularken değer; elde edilen verilerin kuruma ne kadar değer kattığıyla ilgilenir.

Hukukta özellikle KVKK kapsamında karşımıza çıkan Büyük Veri de diğer teknoloji alanları gibi bir

hukukçunun bilmesi ve yorumlayabilmesi gereken alanlardandır.

Sonuç

Bu yazımda bahsettiğim ve bahsedemediğim birçok teknolojik gelişme artık hayatımızın bir parçası haline geldi.

Dolayısıyla her birey teknolojiyi bilinçli ve doğru bir şekilde kullanabilmelidir. Hukuk alanında ise halihazırda bir

regülasyon bulunmasa da yakın zamanda hukukçular daha önce hiç karşılaşmadıkları hukuki ihtilaflarla ilgilenmek

durumunda kalacaklar. Yukarda değindiğim alanlar dışında yapay zeka hukuku, uzay hukuku ve bunlar gibi birçok

alanın da klasik kanunlarla düzenlenmesi mümkün değildir. Hukuk, insan var olduğu sürece var olacaktır. Değişecek,

gelişecek ancak varlığını koruyacaktır. Dolayısıyla tüm bu teknolojik gelişmeleri hukuktan bağımsız şekilde

değerlendirmek konuya bir pencere eksik bakmak demektir.

Kaynakça

AVUNDUK, Hüseyin- AŞAN, Hakan, “Blok Zinciri (Blockchain) Teknolojisi ve İşletme Uygulamaları: Genel Bir

Değerlendirme”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 33, S. 1, 2018, s. 369-384.

DEMİR, Alpaslan, Osmanlı’da Yaşamak, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2020, s. 118-119.

https://av-saimincekas.com/avukatlik/teknolojinin-hukuk-duzenine-etkisi/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)

https://baslangicnoktasi.org/hukuk-ve-teknoloji-collingridge-ikilemi/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)

https://codemodeon.com/tr/genisletilmis-gerceklik-xr-nedir/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)

https://txstreet.com/v/eth-btc (Erişim Tarihi 28/07/2022)

https://www.niobehosting.com/blog/big-data-buyuk-verinedir/#:~:text='Velocity%20(Veri%20H%C4%B1z%C4%B1)%20terimi,rekabet%20avantaj%C4%B1%20a%C3%A

7%C4%B1s%C4%B1ndan%20%C3%A7ok%20%C3%B6nemlidir. (Erişim Tarihi 28/07/2022)

https://www.oracle.com/tr/big-data/what-is-big-data/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)

https://www.simplilearn.com/what-is-technology-literacyarticle#:~:text=Technology%20literacy%20(sometimes%20called%20technological,evaluate%2C%20create%20and%

20integrate%20information. (Erişim Tarihi 28/07/2022)

Cemre DEMİR

İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi

3

1


YAZILIMLAR HUKUKEN KORUNABİLİR Mİ?

Abstract

Software productions which are essential building

blocks of rapidly advanced technology consist of

spending great efford and huge work force in line with

profound engineering knowledge and personalized

ideas. İt has significant commercial value and share in

todays countries’economi. Software productions which

are fundamental building blocks of technology ,require

significant protection. Accordingly, softwares are

protected within the scope of intellectual property

rights.

In this article, protection of softwares will be

examined in terms of both technical and legal

aspects,copyrights that are intellectual property rights

and protection methods will be emphasized.

Key words: software, intellectual property

rights,copyrights.

1. Giriş

18. yüzyılın ortalarından itibaren dile getirilen “fikri

mülkiyet” kavramı, 1967’de kurulan Dünya Fikri

Mülkiyet Organizasyonunun (WIPO) sürdürdüğü

çalışmalar doğrultusunda günümüze kadar geldi.

Fikirlerin ve emeğin korunmasını amaçlayan, hukukun

üstünlüğüne inan toplumlarda fikri mülkiyet

düzenlenen yasalar ile koruma altına alınmaktadır.

4

Özet

Hızla gelişen teknolojilerin önemli yapı taşı olan

yazılım ürünleri derin mühendislik bilgi birikimi ve

kişiye özgü fikirler doğrultusunda , büyük emekler ve

işgücü harcanarak oluşmaktadır. Günümüz ülkelerin

ekonomisinde önemli paya sahip veönemli ticari değer

taşımaktadır. Teknolojinin temel yapı taşı olan yazılım

ürünleri önemli bir korunmayı gerektirmektedir. Bu

doğrultuda yazılımlar “fikri mülkiyet hakları”

kapsamında korunmaktadır.

Bu makalede yazılımların korunması hem teknik

hem hukuki boyutu ile incelenerek fikri mülkiyet

hakları olan telif hakları ve korunma yöntemleri

üzerinde durulacaktır.

Anahtar kelimler: yazılım, fikri mülkiyet hakları, telif

hakları.

1

Bu bağlamda 1945 yılında elektronik

hesaplayıcının buluşuyla modern anlmada

gelişimi başlayan yazılımların fikir ve sanat

eserleri hukuku kapsamında “eser” olarak

değerlendirilmesini ve koruma altına

alınması 1886 tarihli Edebiyat ve Sanat

Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern

Sözleşmesi kapsamında, Avrupa Konseyi

1991 tarihli yönergesinde esas almıştır.1995

yılında Bern Sözleşmesi’ni kabul eden

Türkiye, yazılmları 6769 sayılı Sinai

Mülkiyet Kanunu ve 5846 sayılı Fikir ve

Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korum

altına almıştır.

2. Yazılım Nedir?

Yazılım, girilen verilerin bilgisayar

tarafından algılanmasını sağlayan kaynak

kodlar sayesinde bilgisayar tabanlı

sistemlerden istediğimiz çıktıyı elde etmek için

verilen emir dizgeleri ve komutlar bütünüdür

Yazılım ile algoritma birbiriyle

karıştırılmamalıdır. Algoritma, elde etmek

istediğimiz çıktı için tasarladığımız problem

çözüm aşamalarının bütünüdür.

.


YAZILIMLAR HUKUKEN KORUNABİLİR Mİ?

Yazılım ise bu çözüm aşamalarını

kaynak kodlar ile komutlar vererek

bilgisayar tabanlı sistemlere aktarır ve

algoritmanın temel yapı taşını

oluşturur.Burada bahsi geçen kaynak

kodları bilgisayar programlama

dilleridir.Örnek verecek olursak C#,

Python, Java bunlardan birkaçıdır.

Kaynak Kodlar gibi yazılımın bir diğer

parçası da nesne kodudur. Nesne Kodu;

C# vb gibi programlama dillerinin

sahip olduğu ifade kümelerinin derleyici

tarafından çevrilen makine dilidir ve bu

sayede nesne koduna çevrilen kaynak

kodları, bilgisayar sistemleri tarafından

algılanır ve istenilen çıktı elde edilir.

3. Fikri Mülkiyet Hakkı Nedir?

3.1 Fikri Mülkiyet Kavramı ve

Telif Hakkı.

Kişi , kurum veya kuruluşların

sahip olduğu fikir ürünlerine fikri

mülkiyet olarak tanımlanmaktadır.

Söz konusu fikri mülkiyete sahip olan

kişi,kurum veya kuruluş fikri

mülkiyetin maddi ve manevi

haklarından yararlanarak serbestce

paylaşmayı,belli koşullarda

kullanımını kontrol edebilmeyi

isteyebilir.Günümüzde fikri mülkiyet

hukuku olarak bilinen ve başlarda

sadece edebi eserler kapsamında

kullanılan telif hakları, eser sahibinin

her türlü fikir ile ürettiği eserleri

hukuken koruma altına alarak

kapsam alanını genişletmiştir. Bu

bağlamda telif hakkı; eser sahibinin

her türlü fikir ile ürettiği eserleri

hukuken koruma altına alınması

olarak tanımlayabiliriz.

3.2 Yazılımlarda Fikri Mülkiyet Hakkının Kapsam

Alanı ve Korunması.

Fikri mülkiyet hakları kişiye münhasır olan fikirlerin

büyük fikri çaba ile oluşturulan fikri ürünlerin hukuken

korunması olarak tanımladık. Bu korunma kapsamına

musiki, ilim ve edebiyat eserleri, sinema eserleri, güzel

sanat eserleri ve son zamanlarda sıkça gündeme gelen

FSEK’de belirtilen korunma koşulları gereğince yazılım

vb. ürünler de girmektedir. Yazılım sahibi dilerse kendi

hussusiyetini taşıdığı eserini başkaca hiçbir şekil

şartlarına başvurmaksızın eserini yani fikri ürününü

oluştuğu andan itibaren Fikir ve Sanat Eserleri

Kanunu’ndan tescil zorunluluğu olmadan koruma

altına alabilir. Kişiye münhasır oluşan yazılım

ürünlerinin hazırlık çalışmaları, nesne kodları ile

kaynak kodları ve program akışı korunma kapsamında

olurken algoritma, arayüzler, ilkeler ve düşünceler bu

kapsam dışındadır.

Üssel gelişime sahip teknolojinin hız kesmeyen ilerleyişi ve

yazılımların her geçen gün güncellenmesi karşısında FSEK,

yazılımlar açısından koruma altına aldığı veya almadığı

birçok hususta eksiklik içermekte ve yetersiz kalmaktadır.

Koruma altına alınmayan algoritmaların ve önemli kaynak

kodların da yer aldığı yapay zeka teknolojilerinin oluşumu

ve FSEK kapsamındaki korunumu bu yetersizliğe bir

örnektir. Yazılımlar, fikri mülkiyet hakları kapsamında yer

alan patent ile koruma altına alınması da mümkün değildir

ancak bigisayar tabanlı bir buluş ile patent altında

korunabileceğini vurgulamak gerekir. Yazılım sahibi FSEK

m.52’de yer alan şekil şartlarına uygun düzenlenen hem

teknik hem de hukuk boyutu olan lisans sözleşmeleri ile son

kullanıcının yazılım sahibi tarafından izin verilen kullanım

şartlarının yer alması bakımından fikri ve ticari haklarını

koruma altına da alabilir. Lisans sözleşmelerinde telif

haklarınınn korunumu hukuki boyutu önem arz eder. Bu

nedenle lisans sözleşmlerinde dikkat edilmesi gereken

hususlar vardır. Başta lisans sözleşme metni, lisans

yazılımların paketlenmesi, yazılım medyasının

mühürlenmesi, yazılımın kurulum aşaması, firmaya kayıt

aşaması ve telif haklarının korunduğunu çalıştırıcı tarafına

bildirilmesi dikkat edilmesi gereken başlıca hususlardır.

1

5


YAZILIMLAR HUKUKEN KORUNABİLİR Mİ?

4. Yazılım Sahibinin FSEK Kapsamında Eser Üzerindeki Hakları

FSEK md.8 gereğince kişi(ler),kurum veya kuruluşlar, kendilerine münhasır fikirler ile ürettiği

eserlerin sahibi olarak kabul edilir. Bundan dolayı yazılımı oluşturan kişi(ler), kurum veya kuruluşlar da

bu yazılım ürünlerin sahibi olmaktadır. FSEK md.10/3 gereğince Orijinal yazılımın algoritmasının

tamamlanıdığı süre boyunca, destek veren, fikir veren ve tavsiyelerde bulunlar ve de teknik vb. alanlarda

yardım yapan kişi(ler) yazılım ürünlerinin sahibi olamazlar.

FSEK kapsamında yazılım sahibi kabul edilen kişi(ler) daha çok şahsi, kültürel, sosyal tatmine yönelik

olan manevi haklara ve ekonomik değere sahip olması nedeniyle malvarlığı hakları kapsamında yer alan

maddi haklara sahiptir. FSEK md.14-17,21-25 uyarınca

1. Yazılımı umuma arz yetkisi

2. Adın belirtilme yetkisi - yazılım sahibinin tanıtılma hakkı

3. Yazılımda değişiklik yapılmasını men etme yetkisi

4. Yazılımın orijinaline varma hakkı

yazılım sahibinin manevi hakları kapsamında yer alır.

1.İşleme hakkı

2.Çoğaltma hakkı

3.Yayma hakkı

4.Temsil hakkı

5.Kamuya iletme hakkı

Yazılım sahibinin maddi hakları kapsamında değerlendirilmektedir

Manevi ve maddi haklara sahip olan yazılım sahibi, haklarına tecavüz tehlikesi söz konusu ise FSEK

md.69 uyarınca muhtemel tecavüzün önlenmesi için Tecavüzün Men’i davasını açabilir. Buna ek olarak

yazılım sahibinin yazılı onayı olmadan işleyen,çoğaltan, yayınlayan kişiye FSEK md.68 uyarınca

Tecavüzün Durdurulması davası açabilecektir.

5. Sonuç

Teknolojinin üssel gelişiminde önemli rol alan yazılım ürünleri hız kesmeden gelişiyor. Ülkelerin

refahında önemli yer tutan yazılım sektörü hukuken korunma altına alınması gerekir. Hem milli

yazılımlar hem de kişisel yazılımlar geleceğe yönelik her alanda önemli kalkınmaya imza atacaktır. Bu

nedenle hem fikir ve emeğin korunması hem de hukukun teknolojideki yerini hissettirmek önem arz

eder. Türk hukukunda yazılımlar, 5846 sayılı kanun ve 6769 sayılı kanun ile koruma altına alınarak

özgün yazılım ürünlerini eser kabul edilir ve yazılım sahibini doğabilecek her türlü haksız fiil

karşısında koruma altına almaya çalışılır. Ancak bilinmesi gerekir ki dinamik teknoloji karşısında

FSEK oldukça yetersiz kalmakta ve gelişen yeni teknolojilerin hukuki korunmasını

sağlayamamaktadır. Bu nedenle geleceğin teknolojilerini daha yakından tanımak ve geleceğin

hukukunu oluşturmak gerekir.

Müh. Gülpembe GEZ

Yazılım Uzmanı / Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3.Sınıf

6

1


İDEA HUKUK DERGİSİ BULMACA EKİ

71


İDEA HUKUK DERGİSİ BULMACA EKİ

SOLDAN SAĞA

3. Varlığı bilinmeyen bir olgu hakkında sonuç çıkarılmasını sağlayan belirtilerdir.

4. Çek düzenleyen kişi.

9. Uluslararası ilişkilerde; bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer

bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istemesi

13. İdari yargı alanındaki en yüksek görevli idari mahkeme.

16. Bir borçlunun borcunu borçlu olduğu kişiye ödememesi halinde alacaklı kişinin bu durumu dava etmesi ve mahkeme

nezdinde alacaklının borcunu devlet tarafından zorla alması.

19. Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığı yazı.

20. Hukuk bilginlerinin hukuksal meseleler hakkındaki bilimsel görüş ve kanıları.

YUKARIDAN AŞAĞI

1. Aşırı yararlanma.

2. Bir alacağa teminat olması amacıyla, alacağın tahsil edilememesi durumunda alacaklıya verilen eşya veya hak.

5. Avrupa insan hakları mahkemesinin bulunduğu yer.

6. İşlenen bir suç ile ilgili belirli bazı eşya veya kazançların mülkiyetinin devlete aktarılması.

7. Şikâyette bulunan, şahsî davacı. İlgili makama derdini aktaran.

8. Digesta ve Intituniones eserlerinin sahibi Romalı hukukçu.

10. Vadesi gelmiş; ödenmesi gereken hale gelmiş.

11. Ölen ya da gaipliğine karar verilen kişilerin mal varlığı, hak ve borçlarının tümüne verilen addır.

12. İrade ile beyan arasında salt üçüncü kişileri aldatmak yahut zarara uğratmak amacıyla birden fazla kişi tarafından

bilerek ve isteyerek uygunsuzluk meydana getirilmesi.

14. Borçlunun, borçlanmış olduğu bir edimi, bir karşı hak ileri sürerek yerine getirmekten kaçınma hakkı.

15. Bir şeyi fiilen elinde bulunduran kişi; bir şeyde tasarrufta bulunan kişi.

17. Bir davanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmi vesikalar; kararı bildiren belge.

18. İşverenin, işçileri topluca işten çıkarması.

CEVAPLAR

1. Gabin

2. Rehin

3. Karine

4. Keşideci

5. Strazburg

6. Müsadere

7. Müşteki

8. Gaius

9. Ültimatom

10. Muaccel

11. Tereke

12. Muvazaa

13. Danıştay

14. Ödemezlik Defi

15. Zilyet

16. Cebri İcra

17. İlam

18. Lokavt

19. Müzekkere

20. Doktrin

Çiğdem AKKOÇ

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

8

1


SALEM CADI MAHKEMELERİ

HAKKINDA BİLİNMEYENLER

GİRİŞ

GENEL OLARAK MAHKEMELER HAKKINDA

BİLİNMEYEN HUSUSLAR

Olaylar Papaz Samuel Parris’in 9 yaşındaki kızı Betty Parris

ile 11 yaşındaki yeğeni Abigail Williams’ta görülen

semptomlarla baş göstermiştir. Bu semptomlar arasında kol,

bacak ve boyun kasılması; ağız çarpılması bulunmaktadır. İki

genç kızdan sonra aynı semptomlar köyde yaşayan başka bir

kadında da görülmüştür. Dönemin sosyal şartları ve yapısından

dolayı bu yaşananların, köyde yaşayan bazı kadınların cadı

olduğundan şüphelenilmesine sebep olmuştur. Özellikle Orta

Çağ Avrupası’nda kadın-erkek arasındaki eşitsizlik

suçlamaların kadınlara yöneltilmesinde büyük etken

oluşturmuştur.

Bu suçlamaların başında Sarah Good ve Good’un hizmetçiliğini

yaptığı Sarah Osburne gelmektedir. Papaz Parris’in hizmetçisi

Tituba da suçlanmıştır. Tituba cadı olduğunu kabul eden ilk

kişidir fakat diğer kadınlar suçlamaları reddetmiştir. Tituba

cadı olduğunu kabul etmesine rağmen tutuklanmamıştır. Bu

kabullenişe rağmen Tituba’nın tutuklanmaması ise papaz

hakkında şüphelere yol açmıştır. Papaz Parris hakkında şüphe

duyulmaya başlansa bile kadınların ve kız çocuklarının cadı

olduklarına inanmak insanlara daha kolay gelmiştir. Çünkü

kadınlara verilen değer erkeklere verilen değer ile eşit değildir.

Bunun en önemli nedenlerinden birisi de ataerkil toplum

yapısının benimsenmiş olmasıdır. İlerleyen süreçte daha birçok

kadın suçlanmaya devam etmiştir. Suçlular arasında kiliseye

oldukça bağlı kişiler bile bulunmaktadır. Hatta Sarah Good’un

4 yaşındaki kızı bile cadı olmakla suçlanmıştır.

9

Salem Cadı Mahkemeleri 1692 yılının Mart ayında

Massachussetts’in Salem Köyü’nde kurulmuştur. Kız

çocuklarında görülen bazı rahatsızlıklar ve yaşanan

paranormal olaylar, olayları merak konusu haline

getirmiştir. Görülenin ve duyulanın ardındaki gizem

hakkında bir sürü teori ortaya atılmış ve bu teorilerden

en çok ilgi çekeni ise cadıların varlığı ve büyü

yaptıklarının düşünülmesidir. Suçluların

belirlenmesinde cinsiyet faktörü önemli bir etken

olmuştur: Yaşlı ve yalnız yaşayan kadınlar.

Yargılanma sırasında birçok kadının suçunun ispat

edilmemesine rağmen tutuklandığı hatta idam edildiği

bilinmektedir. 150 kişi yargılanmış ve 29 kişi idam

mahkûmu olmuştur.

1

Sosyal yapının kadınlara yüklediği

sorumluluk çocukluk çağından başlamaktadır.

Kız çocukları adeta hizmetçilik yapmak için

doğup yetişirler. Böylesine değer görmeyen

insanların da yargılanması ve idam mahkûmu

olması işleri kolaylaştırmıştır. Bağnaz bir

düşünce yapısı hâkim olduğu için olaylara

bilimsel açıdan yaklaşmak yerine dogmatik

düşüncelere inanmak daha ağır basmıştır.

Bütün bu sosyolojik bozukluklardan ve

dengesizlikten kaynaklı cadı mahkemeleri

adaleti sağlama işlevi görmeyen tek yargı

merci bile olabilir. Çünkü yargı bağımsız bir

şekilde kesin hüküm vermelidir fakat bunun

yanında hâkimin vicdanı ve takdir yetkisi de

çok önemlidir. Hiç kuşkusuz hem halk hem

hâkimler sağduyulu davranmamışlardır.

Adaletsizliğin ve yargısız infazın hâkim olduğu

bir yargı merci olan Salem Cadı Mahkemeleri

oldukça eleştirilmiş ve eleştirilmeye devam

edilmektedir.

Günümüzde hala bazı gelişmemiş ülkelerde bu

tür dogmatik düşünceler devam etmektedir.

Cadı olduğu düşüncesiyle kadınlar ve kız

çocukları katledilmektedir.


SALEM CADI MAHKEMELERİ

HAKKINDA BİLİNMEYENLER

17. yüzyılda yaşanan bu olayın 21. yüzyılda hala

devam ediyor olması hem üzücüdür hem de zamanın,

gelişmeye etkisinin olmadığını gösterir. Önemli olan

zihniyettir ve yüzyıllar geçse bile bu zihniyet ortadan

kalkmadığı sürece değil kadınlar bütün insanlar zarar

görebilir.

SONUÇ

Yapılan araştırmalar, kız çocukları ve kadınlarda görülen

rahatsızlıkların sebebinin “Çavdar Mahmuzu” adlı mantardan

kaynaklanabileceği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Sadece çavdar

mahmuzu değil 2007 yılında UCL’de nörolog Michael Zandi ile

öğrencisi Johnny Tam'ın yaptığı çalışmaya göre bunun bir akıl

hastalığı değil nörolojik hastalık olduğunu ortaya koymuştur. Bu

teoriye göre Zandi ve Tam; NMDA reseptörlerine karşı tepki veren

antikorların, beyin yangısı oluşturduğunu öne sürmüşlerdir. Genel

görüş çavdar mahmuzunun sebep olduğudur.

KAYNAKÇA

tr.m.wikipedia.org

https://catlakzemin.com/

www.bbc.com

https://www.thoughtco.com/salem-witch-trials-timeline-3530778

https://en.wikipedia.org/wiki/Tituba

http://news.lib.uchicago.edu/blog/2012/10/29/the-salem-witch-trials-alegal-bibliography-for-halloween/

Ayşe Nur Kılcı

Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

10


TARİHTE HAYVANLARIN YARGILANMASI

Bu hayvanlar insan öldürme suçu ile birlikte

yaralama, sakatlama, toprak mahsullerine zarar

verme gibi çeşitli durumlarda da yargılanır ve hatta

yargılanan hayvanlar için avukat bile tutulur, bir

yandan da yargı süreci için insan kıyafetleri

giydirilirdi. Bu durumun arka planında Roma hukuku

vardır. Antik Roma’nın hukuk sisteminde bir hayvan

ile kölenin hukuk statüsü aynıydı. Her ne kadar insan

akıl ve irade sahibi bir varlık olarak yalnız içgüdüsel

duygulara sahip olan diğer hayvanlardan ayrılsa da,

Roma hukukunda köleler cansız bir varlıktan, maldan

farksız yorumlandırılır.

Bize bu kadar anlamsız gelen durum hala çok uzak

değil 2021 yılında Pakistan’da da görüldü. İki köpeğin

saldırdığı avukat köpeklere dava açmış ve köpeklerin

idamına karar verilmiştir. Her ne kadar hayvan

hakları aktivistleri mantık dışı olduğunu savunsa da

köpekler uyutulmuştur. Türkiye’de ise bu gibi köpek

saldırıları karşısında Yargıtay, kararında “Gözetimi

altında bulunan hayvanı başkalarının hayatı veya

sağlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde serbest

bırakan veya bunların kontrol altına alınmasında

ihmal gösteren kişi, 6 aya kadar hapis veya adlî para

cezası ile cezalandırılır” dedi. Yani ülkemizde bunun

sorumlusu köpeğin sahibidir. Eğer sahipsizse valilik ve

belediye sorumludur.

Giriş

Türk Medeni kanununa göre bir kimse hakkında hukuki

işlem yürütülmesi ve kişinin yargılanabilmesi için fiil ehliyeti

şarttır. Fiil ehliyetinin kapsamına bakıldığındaysa, ayırt

edebilme yetisine sahip olmayan kişilerin bu kapsamda

değerlendirilmediğini görürüz. Bu sebeple tarihte başta domuz

olmak üzere sineğe kadar sıralanabilecek çeşitli hayvanların

farklı suçlarla yargılandığının ve hatta idam edildiğinin

kayıtlara geçtiğini görmek şaşırtıcıdır. Orta Çağ Avrupa’sında

halk büyük ölçüde kilise ve din baskısı altındaydı; İncil ise

Tanrı suretinde yaratılmış olan varlıklar olarak insanların,

insan olmayan hayvanlar üzerinde egemenliğe sahip olmaları

gerektiğini belirtirken bu düşünce Hristiyan ilahiyatçılar

tarafından benimsenmiş ve hem halk hem kilise hayvanları

şeytani varlıklar olarak değerlendirmiştir.

Yalnızca öldürme veya yaralama durumlarında değil,

siyasi suçtan bile ceza alan hayvan vardır. 1789

Fransa’sında mutlak monarşi yıkılmış ve cumhuriyet

kabul edilmiştir. Bundan tam 3 yıl sonra Paris’te

sahipsiz bir papağan “Yaşasın Kral” diye bağırır.

Bunu duyan vatandaşlar uzun uğraşlar sonucu

papağanı yakalar ve suç duyurusunda bulunurlar.

Papağan karşı devrimci faaliyetten yargılanır.

Mahkeme ise papağana devrimi öven sloganlar

öğretilmesine eğer ezberlemezse giyotin cezasına

çarptırılacağına karar verir. Sonrasında edinilen

bilgilere göre papağan sloganları ezberlemiş ve

giyotinden kurtulmuştur.

Hayvan yargılanmasına dair en çarpıcı ve üzücü

vaka ise 1650 yılında Avrupa’da meydana geldi. Aşırı

dindar bir hâkim bir Pazar günü dinlenirken etrafta

fare yakalamak için koşuşturduğu için sinirini bozan

kediyi Pazar günü dinlenemediği için tanrıya karşı

geldiği gerekçesi ile mahkemeye verdi ve kedi

asılarak idam edildi.

Osmanlı’nın Maymun Denizcilerinin Hikâyesi

Avrupa’da görülen bu olaylara benzer bir durum da

ne yazık ki Osmanlıda da yaşanmıştır. Aslında

hayvanların yargılanması Osmanlıda, Avrupa’daki

kadar sistematik değildi fakat bu olay oldukça can

yakıcıdır ve uygulandığı dönemin bir utancıdır.

11

1


TARİHTE HAYVANLARIN YARGILANMASI

2.Beyazıd döneminde Osmanlı denizciliği önemli gelişme göstermiştir ve büyük denizciler yetiştirilen bir dönem olmuştur.

Osmanlıdaki önemli mühendislerin yaptığı yelkenliler, toplar, silahların yanında maymunlar da çok önemli bir silaha

dönüşmüştür. Maymunların görme yetisi insanlarınkinden iki üç kat daha gelişmiş olduğu için gemilerin gözcü kulesinde

insan yerine özel maymunlar bulunuyordu. Eğer maymun gemi görürse çığlıkla haber veriyordu böylece düşman gemisi

fark etmeden hazırlıklar yapılıyordu. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde kuzey Afrika’nın büyük kısmının

fethedilmesiyle maymun ticareti artmış hatta sırf maymun satan dükkânlar oluşmaya başlamıştır. Fakat başıboş

dolanmaya başlayan maymunların artmasıyla maymunlardan rahatsız olan bir kesim ortaya çıkmıştır. 2. Murad’ın

şehzadeliği döneminde yanına bulunan İmam Abdulkerim Efendi de bu maymunlardan haz etmeyen kişilerin başında

geliyordu. 2. Murad’ın tahta geçmesiyle gücü artan Abdulkerim Efendi fazla sevilmeyen bir adamdı ve maymunlardan

nefret ediyordu. Bir cuma namazı sonunda verdiği vaazda gayrimüslimlerin maymunları cinsel işlerde kullandığını iddia

ederek cemaati galeyana getirerek arkasına almış ve maymun dükkânlarının basarak talan edip maymunları astırmıştır. O

günden sonra çıkarılan fetvayla görülen maymunlar en yakın ağaca asılarak öldürülür. Donanmada maymun kullanımı

yasaklanır. Böylece günden güne maymunlar azalır ve en sonunda yok olur. Maymunları topluca astırdığı için Abdulkerim

Efendinin lakabı Maymunkeş Abdulkerim Efendi geçer. Maymunkeş Abdulkerim Efendi öldüğündeyse tüm halk bayram

olmuşçasına sevinmiştir

Sonuç

Her tarihi olaya, duruma kaynaklık eden dini, felsefi, kültürel örüntüler vardır Hayvanlarda yargılamanın kaynağı olarak

da incili Roma hukukuna bağlama isteği olarak görülür. Çünkü her şeyin kendini savunma hakkı olması gerektirdiğini

söyler İncil. Bunun sebebi Âdem’le Havva’nın yasak elmayı yediğinde tanrının cennet bahçesine inerek Âdem’e neredesin

diye seslenip “Sana meyvesinden yeme dediğim ağacın meyvesinden mi yedin?” diye bildiği halde kendini savunması için

ona hak tanımasıdır. Tanrının tüm varlıklardan üstün olduğu ve her şeyi bildiği halde savunma hakkı tanıması Roma

Hukukunu etkilemiştir ve bunun sonucunda canlı olan her şeye yargılama hakkı doğmuştur.

Değinilmesi gereken diğer bir nokta Türk Hukukunda eşya olarak sayılmasıdır. Fakat üzerlerinde istenildiği gibi tasarruf

etme hakkının bulunulmaması yönünden eşyadan ayrılır. Hayvanların da belirli bir zekâya sahip olması acı çekmeleri

yönüyle hukuki kişiliğe sahip olması gerektiğine dair tartışmalar vardır. Roma hukuku da bu yönüyle elem ve ıstırap

çekmesi gibi davranışların hukuki süjesinin olması gerektiğini söyler.

Orta çağ Avrupa’sındaki Hayvan yargılamalarının nedenleri Tanrının Âdeme savunma hakkı vermesi, Roma hukukunda

elem ve ıstırap çeken canlıların hukuki süjesi olması, köleler ile hayvanların eş hukuki statüde bulunması, kilisenin

hayvanları şeytani varlık olarak görüp halka nefret aşılaması gibi sebepler sayılabilir. Yani aslında hayvanların

yargılanması işlenen suça karşı bir hınç alma yöntemi olarak kullanılmıştır. Neyse ki artık hak, hukuk bilinci gelişmiş ve

cezanın asıl muhatapları bulunmuştur. O dilsiz acı elem keder çeken üzülen sevinen sevgiyi hisseden canlılara bizim asıl

sorumluluğumuzsa onlara kötü emellerle yaklaşanlardan korumak ve onlara verilmesi gereken değeri hukukumuzca

sağlamaktır.

KAYNAKÇA

1. https://indigodergisi.com/2016/10/hayvanlar-yargilanabilir-mi-ortacag/

2. http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2020-1/4.pdf

3. https://www.ensonhaber.com/tarih-haberleri/avrupada-hayvan-idami

4. https://kutsalkitap.info.tr/?q=yar%203:%207-13

5. https://lawtudent.com/deneme/gecmiste-hayvanlarin-yargilanmasi-ve-gunumuzde-hayvanlarin-hukuki-kisiligitartismasi/

6. http://olaybende.com/tarih/osmanlinin-maymun-denizcilerinin-hikayesi/

7. https://www.indyturk.com/node/386221/ya%C5%9Fam/pakistanda-avukata-sald%C4%B1ran-ikik%C3%B6pe%C4%9Fin-idam-edilmesine-karar-verildi

ÖYKÜ ATIŞ

SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

12


AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ BAĞLAMINDA

TÜRK CEZA HUKUKU

Siber suçlar; siber suçları ve bilişim sistemleri aleyhine veya

bilişim sistemleri aracılığıyla işlenen suçlar olarak

tanımlanabilir[1]. 2015 yılına ait bir araştıma raporuna

göre siber suç mağdurlarının her yıl dünya genelinde 388

milyar dolar kayıp verdiğini, bu işin marihuana, kokain ve

eroin ticaretinden daha karlı olduğunu ve son bir yılda

siber suçluluğun oranında %34 artışın ortaya çıktığını

göstermektedir[2].

Siber suçlar konusunda devletleri başarısızlığa götüren

birçok etmen mevcuttur. Siber suçluluk oldukça yeni bir

kavram olarak tanımlandığından suçun işleniş biçimleri

hakkında şablonlar çıkarmak mümkün olmamaktadır ve

konu hakkında gerekli olgular yerleşmemiştir[3]. Bu

suçlarda fail ile mağdur ortamları arasında mesafe olarak

büyük bir uzaklık bulunmaktadır. İşlenmesinde kullanılan

araçlar fazlasıyla teknik ve dinamiktir. Fail veya faillerin

kimliğinin tespitinde büyük zorluklar ortaya

çıkmaktadır[4]. Önemli belirtmeliyiz ki ilgili alanda,

karşımıza çıkan en büyük problem ise birçok ülkenin iç

hukuk sistemlerinde gereken kanuni düzenlemeler

konusunda yetersiz kalmasının, “kurtarılmış bölge/sığınak”

arayan siber suçlular için yeterli olmasıdır[5].

1.AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ

Devletlerin imzasına 23.11.2001 tarihinde Budapeşte’de açılan

Avrupa Siber Suç Sözleşmesi, 1.7.2004 tarihinde yürürlüğe

girmiştir. Bu alandaki ilk uluslararası anlaşmadır. 53 devlet

tarafından imzalamış, 45 devlet tarafından yürürlüğe girmiştir.

Avrupa Konseyi kurucu üyelerinden biri olan Türkiye,

sözleşmeyi 10.11.2010 tarihinde imzalamasına rağmen

29.09.2014 tarihinde uygun bularak, 2.05.2014’te yürürlüğe

koymuştur.

Sözleşmenin açıklayıcı raporunda belirtilen temel amaçları

şunlardır:

1. Bilişim suçlarıyla ilgili taraf devletlerin yasal mevzuatlarını

ve bağlantılı hükümlerini uyumlu hale getirmek,

2. Siber suçların ve elektronik delil içeren diğer klasik suçların

soruşturma ve kovuşturulması ile ilgili ulusal usul hukuku

mevzuatına temel oluşturarak uluslararası muhakeme

kurallarının yeknesaklaştırılmasını sağlamak,

3. Uluslararası adli yardım ve işbirliği alanında hızlı ve etkili

bir sistem oluşturmak.

1

13

1.SÖZLEŞMEDE BELİRTİLEN MADDİ

CEZA HUKUKU HÜKÜMLERİ

Sözleşmede suç tipleri şu şekilde tanımlanmıştır:

1. Bilgisayar veri veya sistemlerinin gizliliğine,

bütünlüğüne ve erişilebilirliğine yönelik suçlar

(yasadışı erişim, yasadışı araya girme, verilere

müdahale, sisteme müdahale, cihazların kötüye

kullanımı),

2. Bilgisayarla bağlantılı suçlar (bilgisayarla

bağlantılı sahtecilik, bilgisayarla bağlantılı

dolandırıcılık),

3. İçerikle bağlantılı suçlar (çocuk

pornografisiyle bağlantılı suçlar),

1- Önok, “Avupa Siber Suçlar Sözleşmesi…”, 1231.

2- Internet Security Trends Report 2015, Symantec, (08.04.2015). http://www.symantec.com/en/uk/ security_response/publica-tions/threatreport.jsp.

3- Francesco Calderoni, The European legal framework on cybercrime: striving for an effective implementation, 54 Crime Law Soc Change 339 (2010), 341.

4- Keyser, “The Council of Europe Convention on Cybercrime”, 326.

5- Amalie M. Weber, “The Council of Europe’s Convention on Cybercrime”, Berkeley Technology Law Journal 18/1 (2003), 425.


AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ BAĞLAMINDA

TÜRK CEZA HUKUKU

4. Telif hakkı ve bununla bağlantılı hakların ihlaline ilişkin

suçlar. Taraf devletler bu fiilleri iç hukuk sistemlerinde suç haline

getirmekle yükümlüdürler.

1.TCK BAĞLAMINDA

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda (“TCK”) “bilişim alanında

suçlar” ve “özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar”

kısımlarında ilgili suçlar düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler

haricinde de düzenlemeler mevcuttur. Örnek olarak “bilişim

sistemleri aracılığıyla gerçekleştirilen dolandırıcılık” ve “hırsızlık

suçları” verilebilir[6].

Birinci kategoriyi oluşturan Sözleşmenin birinci başlığında

düzenlenen bilgisayar veri veya sistemlerinin gizliliğine,

bütünlüğüne ve erişilebilirliğine yönelik suçların Türk

hukukundaki karşılığı 5237 sayılı yasanın 243, 244 ve 245/A

maddeleri olarak düzenlenmiştir. Fakat bu maddelerin

sözleşmeyle ne kadar paralel olduğu bir tartışma konusudur.

Yasa dışı erişim suçunun karşılığı olan TCK’nın 243. maddesi

bilişim sistemlerine “hukuka aykırı olarak girme ve orada

kalmaya devam etme” eylemini suç olarak düzenlenmekteydi.

Ancak sözleşmede sadece “girme” fiili suçun oluşması için yeterli

görülüyordu.

Burada yapılan değişiklikle mevzuatımızda girme fiili de suç

kabul edilerek uyumlu hale gelmiştir.

Sözleşmenin 4. ve 5. maddelerinde belirtilen “verilere müdahale”

ve “sisteme müdahale” suçlarının yansıması 5237 sayılı yasanın

244. maddesi olmakla beraber sözleşmeyle büyük oranda

paraleldir. Sözleşme’nin 3.1 maddesinde düzenlenen “yasa dışı

araya girme” suçu ise ilk haliyle 5237 sayılı kanunda

bulunmuyordu, kanun koyucu tarafından 24.3.2016 tarihli ve

6698 sayılı yasanın 30. maddesi ile 5237 sayılı yasanın 243.

maddesine eklenen 4. fıkra ile bu eksiklik giderilmiştir.

Bilgisayar veri veya sistemlerinin gizliliği, bütünlüğü ve kullanıma

açık bulunmasına yönelik suçlar kategorisi anlamında Türk ceza

mevzuatının en önemli eksikliği cihazların kötüye kullanımını suç

sayan herhangi bir hükmün bulunmamasıydı[7]. Cihazların

kötüye kullanımı suçu, Sözleşme’nin 6. maddesinde yer

almaktadır.

Söz konusu maddede, kanunda suç olarak

sayılan eylemlerde kullanımı amacıyla

cihazların, şifrelerin veya erişim

verilerinin üretimi, satışı, kullanım amaçlı

tedarik edilmesi, ithal edilmesi, dağıtımı

veya başka şekilde erişilebilir hale

getirilmesi suç olarak düzenlenmiştir.

Bilişim suçlarıyla etkin şekilde

mücadelenin gerçekleştirilmesi ve

sözleşmeyle uyumluluk amacıyla 24.3.2016

tarihli ve 6698 sayılı yasanın 30. maddesi

ile 5237 sayılı yasaya eklenen 245/A

maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesine

paralel bir hüküm iç hukuk sistemimize

dâhil edilmiştir.

Sözleşme’nin “bilgisayarla bağlantılı suçlar”

şeklinde düzenlenen ikinci başlığında

belirtilen ‘Bilgisayarla bağlantılı sahtecilik’

ve ‘Bilgisayarlarla bağlantılı dolandırıcılık’

suçları iç hukukumuzda 5237 sayılı yasanın

244 ve 245. maddeleri ile bilişim sitemleri

aracılığıyla gerçekleştirilen dolandırıcılığa

ilişkin mezkûr yasanın 158. maddesinde ve

belgede sahteciliğe ilişkin düzenleme de aynı

yasanın 204 ve 212. maddeleri arasında

açıklanmıştır. Yine 5237 sayılı yasanın 142.

maddesinde düzenlenen suç kapsamında da

suçun bilişim sistemleri aracılığıyla işlenmesi

nitelikli hal olarak belirtilmiştir. 5070 sayılı

yasanın 16. ve 17. maddeleri de bilişim

sistemleri aracılığıyla işlenen suçlara ilişkin

düzenlemeler içermektedir. Bu haliyle

sözleşmenin büyük ölçüde iç hukuka uyumlu

olduğunu belirtebiliriz[8].

5. CMK BAĞLAMINDA

Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda bilişim

sistemlerine yönelik sadece bir tane usuli

düzenleme mevcuttur.

6- Dülger, Bilişim Suçları ve İnternet İletişim Hukuku, 328.

7- Dülger, “Avrupa Siber Suç Sözleşmesi ile Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Karşılaştırılması”, 13.

8- Uluslararası Bilgi Güvenliği Mühendisliği Dergisi, Cilt:4, No:2, S:39, 2018

9- Cybercrime Legistlation Country Profiles,Council of Europe,coe.int/t/dghl/cooperation/economiccrime /cybercrime/Documents/CountryProfiles/default_en.asp.

adresinden erişilmiştir. (08.04.2015).

1

14


AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ BAĞLAMINDA

TÜRK CEZA HUKUKU

5271 sayılı yasanın 134. maddesinde düzenlenen “Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve

kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma” başlıklı maddesiyle aynı yasanın beşinci bölümünde

düzenlenen “Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi” başlıklı 135. madde ve

devamındaki tedbirler bilişim suçları için fazlalıkla uygulama alanı bulmaktadır.

Sözleşme ile karşılaştırıldığında; 16. maddede yer alan ‘Depolanan bilgisayar verisinin süratli şekilde

korunması’ ve 17. maddede yer alan ‘Trafik verisinin süratli şekilde korunması ve kısmen açıklanması’

tedbirlerinin Türk Ceza Muhakemesi Hukuku bağlamında bir karşılığı olmadığı yapılan değerlendirmeler

ışığında açıktır. 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla

İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da yer alan düzenlemelerin somut bir suç

soruşturmasında başvurulacak ceza muhakemesi tedbirleri değil, idari tedbirler olduğu ve dolayısıyla

sözleşmede düzenlenen tedbirlerle paralellik göstermediğini belirtmek yerinde olacaktır[9].

Sözleşmenin 18. maddesindeki ‘Üretim emri’ ve 19. maddesindeki ‘Depolanmış bilgisayar verilerinin

aranması ve bunlara el konulması’ tedbirlerinin mevzuatımızdaki ifadesi 5271 sayılı yasanın 134. maddesi

olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözleşmenin 20. maddesinde düzenlenen ‘Trafik verilerinin gerçek zamanlı

toplanması’ ve 21. maddede düzenlenen ‘İçerik verilerinin takibi’ tedbirlerinin de mevzuatımızda doğrudan

bir ifadesi olmayıp; telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesine ilişkin 5271 sayılı yasanın

135. maddesi hükmüne gidilmektedir. Ancak 135. madde hükmü, Sözleşme’nin 20 ve 21. maddelerindeki

tedbirleri tam olarak ifade ettiğini söylemek zordur. Bu düzenlemeler arasındaki fark ise, 5271 sayılı yasanın

135. Madde hükmü yalnızca kişilerarası iletişimin denetlenmesine olanak sağlamasıdır. Yani iki gerçek kişi

arasında geçen konuşma hareketinin mevcudiyeti şarttır. Ne var ki, sözleşmenin 20 ve 21. maddelerinde

belirtilen ve olması gereken tedbirler, bilişim sistemleri arasındaki her türlü veri iletişimini içermektedir.

DEĞERLENDİRME

Yapılan açıklamalar ışığında mevzuatımızın ilgili sözleşmeye oranla oldukça eksik ve gerekli

düzenlemelerden yoksun olduğu açıkça göze çarpmaktadır. Sözleşmeye dâhil olan ülkelerle karşılaştırma

yapıldığında maddelerin iç hukuka entegrasyonu konusunda oldukça geri planda kalındığı bir gerçektir.

Teknolojinin son yıllardaki hızlı gelişimiyle beraber hukuk sistemlerinin de buna ayak uydurması

kaçınılmaz olmaktadır. Bilişim alanındaki yenilikler arttıkça yeni ve farklı suç tipleri ortaya çıkabilmekte

bunun gerisinde kalındığındaysa yapılan fiiller cezasız kalabilmektedir. Bunun sonucunda da hukuk ve

adaletin bu noktada tam olarak tecelli ettiğini söylemek zorlaşmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün

dediği üzere; “Medeniyet yolunda muvaffakiyet, yenileşmeye bağlıdır.” sözünden hareketle her alanda

olduğu gibi hukuk alanında da başarılı bir şekilde yol kat etmenin anahtarı çağı yakalamaktır ve bununla da

yetinmeyip çağın ilerisine adım atabilmektir. Önemle belirtmeliyiz ki ilgili hususta son yıllarda öz bilinç ve

farkındalık giderek artış da göstermektedir. Ancak yeterli seviyeye gelmesi için konu üzerinde uzman

kişilerin bu alana daha da fazla eğilmesi ve yapıcı önerilerle uyum süreci noktasında destekleyici tavır

almaları gereklidir.

Özgür ÖZSOY

1

15


ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE

BİR DEĞERLENDİRME

1. Anarko Kapitalizm ve Temel Görüşleri

Liberalizmin alt başlığı ve aşırıya kaçan biçimi, anarko

kapitalizm olarak bilinmektedir. Anarko kapitalizme bireyci

anarşizm ve liberteryenizm gibi isimler de verilmektedir.

Anarko kapitalizmde temel amaç “özgürlük” tür. Genel

düşünceye göre ise anarko kapitalizm, klasik liberalizm ve

bireyci anarşizm düşüncelerinin sentezlenmesiyle ortaya çıkan

bir düşünce sistemidir. Anarko kapitalistler klasik liberallerin

aksine “sınırlı devlet” ve “minimal devlet” fikrini

benimsemeyip “ultra minimal devlet” ve hatta pratik olarak

“devleti reddetme” fikrini savunurlar. Anarko kapitalizm hariç

diğer bütün ideolojiler devletin gerekli olduğu kanısındadırlar.

Bu düşünce sisteminde devlete ait görev ve hizmetlerin devlet

tarafından değil, piyasa ve sivil toplum tarafından sunulmasını

savunurlar.

Anarko kapitalistler devlet kurumunun varlığına itiraz

etmekte ve devleti bireylerin özgürlüğüne zarar veren bir

kurum olarak nitelendirmektedirler. Onlara göre devletin zor

kullanma erkine sahip olmasının ciddi ve zarar verici sonuçları

olabilmektedir. Devlete zor kullanma yetkisinin verilmesi ve

devletin gerek gördüğü taktirde bu yetkiyi kullanması,

bireylerin temel hak ve özgürlüklerini sınırlandıran bir

uygulamadır, ortadan kalkması gerekmektedir. Anarko

kapitalistler, devletin “zorlama” olgusuna hiçbir surette

yasallık kazandırılamayacağına ve bireylerin birbirleriyle olan

ilişkilerinin “gönüllülük” esasına göre çözümlenmesi gerektiği

fikrini savunmuşlardır. Özetlemek gerekirse zorlama unsuru

olan bütün emir, yasak ve izinlere karşı çıkmışlardır.

Anarko kapitalistler, devletin yerine sigorta şirketlerinin olması

fikrini ortaya atmışlardır. Bunun nasıl olacağı konusuna

dilerseniz bir örnekle açıklık getirebiliriz.

Giriş

Günümüzde klasik liberalizm, Amerikan liberalizmi ile

bir yakınlaşma içerisindedir. Son zamanlarda klasik

liberalizm bireycilik anlayışından kolektivizm anlayışına

doğru ilerlemektedir. Minimal devlet fikrinden ise güçlü

devlet fikrine doğru bir ilerleme söz konusudur. Anarko

kapitalistler bu yakınlaşmalara tepki göstermiş ve karşı

çıkmışlardır. Anarko kapitalistler, liberalizmin sınırlarını

modernize edip tekrardan laissez faire anlayışına uygun,

bireyi temel yapı taşı olarak ele alan sisteme dönüştürmeye

çalışmışlardır.

1

16

Devlet kurumunun olmadığı bir bölgede

insanlar ihtiyaçlarının karşılanması, can ve mal

güvenliklerinin korunması veya talepleri

doğrultusundaki herhangi bir amaçla özel

sigorta şirketlerine üye olacak karşılığında ise

belirli miktarda para ödeyeceklerdir.

Devletin verdikleriyle yetinmek zorunda

kalmayıp özgür rekabet ortamında, istekleri

doğrultusunda kendilerine en iyi hizmeti

verebilecek olan sigorta şirketini seçme

imkanları bulunacaktır.

“Bireyci Anarşizm” adı verilen görüş ise

anarko kapitalizmin ilkelerinin ve planlarının

oluşmasına önemli katkılar sunmuştur. Bireyci

anarşizm, her insanın özgür bir ortamda, kendi

görüşleri doğrultusunda hayatına dilediği gibi

yön vermeyi öngören bir düşünce sistemidir.

Bu düşünce sisteminin savunucuları ve

temsilcileri olarak William Godwin (1756-

1836), Max Stimer (1806-1856), Josiah Warren

(1798-1874), Lysander Spooner (1808-1887) ve

Benjamin Tucker (1854-1939) gibi isimler

örnek olarak verilebilir.

Anarko kapitalizmin temel görüşlerini

maddeler halinde özetlemek gerekirse:

1) Öncelikle anarko kapitalizm bireyci bir

anlayışa sahiptir. Bireyi temel yapı taşı olarak

ele alırlar.

2) Anarko kapitalistler, “pür özgürlük” fikrini

savunurlar. Onlara göre özgürlük hiçbir

kesimin ya da sınıfın dokunamayacağı en üstün

normdur.


ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE

BİR DEĞERLENDİRME

3) Anarko kapitalistler, insanların özgürlüğünü kısıtlayacak

olan tüm zorlayıcı güçlere karşı çıkmışlardır. Bunun en

temel örneği devlettir. Bu sebeple “devleti reddetme” fikrini

yani anarşizmi savunmuşlardır.

4) Anarko kapitalistler, “Kendiliğinden Doğan Düzen”

nosyonunu savunmuş ve sıkı bağlarla bu fikre

bağlanmışlardır.

5) Anarko kapitalizm ideolojisinde, devletin müeyyideye

bağladığı hukuk kurallarının yerine, bireylerin kendi

aralarında imzaladıkları özel antlaşmalar yer almaktadır.

6) Anarko kapitalizm ideolojisinde, daha önce de değinmiş

olduğumuz “gönüllülük” önermesi mevcuttur. Örnek

olarak, başkasına ait herhangi bir mal veya mülke sahip

olmak için sahibine baskı ve zorlayıcı müdahalede

bulunamazsınız. Bunun yerine ondan bu mal veya mülkü

kendi rızasıyla vermesi ya da satması talebinde

bulunabilirsiniz.

Anarko kapitalizm ideolojisinin günümüz temsilcileri

arasında Lysander Spooner (1808-1887), Murray Rothbard

(1926-1995), Robert Nozick (1938-2002), David Friedman

(1945- ), Ayn Rand (1905-1982) gibi önemli isimler yer

almaktadır.

2. Çağdaş Anarko Kapitalistlerin Görüşleri

a) David Friedman (1945- )

Friedman’ın anarko kapitalizm ile ilgili görüşlerini

açıklamak ve yorumlamak gerekirse, anarko kapitalizm,

bireylerin hayatlarına istedikleri biçimde yön vermelerini,

bir şeyi yapma veya yapmama belirli bir şekilde davranıp

davranmama erki olan “hürriyet” faktörünün, hiçbir baskı

ve zorlayıcı güce bağlı kalmadan özgürce kullanılmasını

ifade etmektedir. Anarko kapitalist düzen; cinayete, trafik

kurallarına, hırsızlığa, kaçakçılığa veya bunlara benzer

herhangi bir suça müeyyide uygulama ya da kanunla

sınırlandırma yetkisine sahip değildir. Bu konularda

düzenin kendiliğinden oluşması gerektiği fikrini savunurlar.

Anarko kapitalist toplumda; dernek, sendika veya sosyal

güvenlik gibi uygulamalara karşı çıkılmıştır. İnsanlara

yardımda bulunmak isteyenler, yardımlarını bireysel

olarak yapabileceklerdir. Anarko kapitalistler, devletin şu

an yapmakla yükümlü olduğu hizmetlerin hepsinin

özelleştirilmesi gerektiğini savunurlar.

Bu hizmetlerin özelleştirilmesi sebebiyle de

devlete verilen "vergi” unsuru ortadan kalkmış

olacaktır.

Ülkenin iç ve dış güçlerin zararlı

müdahalelerinden korunması, toplumsal birlik

ve beraberliğin temini, toplumsal refahın

sağlanması gibi uygulamaların dahi

özelleştirilmesi gerektiği fikrindedirler. David

Friedman’ın fikirlerine şöyle açıklık

getirebiliriz: Askerin ve polisin bulunmadığı

bir ortamda özel güvenlik şirketleri bu görevi

üstlenecektir. İnsanlar bu şirketlerden koruma

ve hatta duruma göre sigorta da talep

edebileceklerdir. Kurumların çalışma

yönteminin nasıl olacağına dair birden fazla

teori bulunmaktadır. Bu şirketler müşterilerine

gelebilecek zararı önleyebilmek için önceden

veya zarar meydana geldikten sonra faili bulma

ve olayı aydınlatma şeklinde çalışmaktadırlar.

Yani her iki durumda da şirketler

müşterilerine en iyi hizmeti sunmak amacıyla

rekabet içine girecekler ve insanların

gereksinimlerini yerine getireceklerdir.

b) Murray Rothbard (1926-1995)

Rothbard’ın anarko kapitalizm ile ilgili

fikirlerini açıklamak ve yorumlamak gerekirse,

devletin doğası gereği sahip olduğu bazı

özelliklerinin bulunduğundan bahsetmiştir.

Bunlardan ilki “vergi” unsurudur. Devlet

vergileri zor kullanarak elde etmektedir. İkinci

unsur ise devletin belirli bir miktarda toprağı

ve bunu diğer ülkelerden ayırmak için bir sınırı

olmalı, gerektiğinde ise iç ve dış mihraklardan

korunmak amacıyla zor kullanabilmelidir.

Anarşist toplumda “pür özgürlük” normu söz

konusudur. Bireylerin canlarına ve mallarına

belirli bir baskı ya da yaptırım uygulanamaz.

Devlet insanlardan vergi alma yoluyla mal

varlıklarına, kanunlar ve normlar aracılığıyla

da şahıs varlıklarına müdahalede

bulunmaktadır. Bu sebeple anarşistler devlet

sistemine karşı çıkarlar.

1

17


ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE

BİR DEĞERLENDİRME

c) Robert Nozick (1938-2002)

Son yıllarda anarko kapitalizm ile klasik liberalizm

ideolojilerinin arasında bulunan ve bu iki ideolojiyi

birleştirip ortak bir görüş elde eden “Minarkizm modeli”

anarşizm ile minimal devlet fikrinin ortak paydada

buluştuğu bir sistemdir. Minarkizmin savunucuları, klasik

liberallerin savunduğu minimal devlet düşüncesinin de

ötesinde olan, “ultra minimal devlet” düşüncesini ortaya

atmış ve geliştirmek amacıyla çalışmalarda bulunmuşlardır.

Minarkizmin gelişmesine katkı sağlayan en önemli temsilcisi

Robert Nozick’tir. Nozick’in görüşlerine kısaca değinmek

gerekirse, klasik liberalizm ideolojisinde daha önce de

değinmiş olduğumuz, devletin sınırlı bazı görev ve yetkileri

söz konusuydu. Kişilerin kendi aralarında yaptıkları

sözleşmelere tabi olması, gasp, terör, sınır güvenliği gibi

konulardan ve müeyyidelerinden sorumluydu. Bunların

dışında kalan konularda ise devletin müdahale yetkisi

bulunmamaktaydı. Bu sistem minimal devlet modeli olarak

isimlendirilmekteydi. Ultra minimal devlet sisteminde ise

devlet bu hizmetleri aynı şekilde yerine getirecek ancak

karşılığında belirli bir ücret ödeyen bireyler bu hizmetlerden

yararlanma imkânı elde edebileceklerdir. Yani ultra

minimal devlette sunulan hizmet ücretlidir. Devlet ile

anlaşma sağlayamayan kimselere hizmet sunulmayacaktır.

d) Ayn Rand (1905-1982)

Anarko kapitalizm ideolojisini savunan bir diğer önemli isim

ise Ayn Rand’dır. Kitap yazarı ve araştırmacı olarak

tanınan Ayn Rand, hayatı boyunca anarko kapitalist

düşüncelere sahip olmuş ve bu ideolojinin gelişmesine katkı

sağlamıştır. Ayn Rand, Rothbard ve Friedman gibi devlete

tamamıyla karşı çıkmamış, Nozick gibi ultra minimal devlet

modelinin yerinde olduğunu savunmuştur. Rand, “devlet

çıkarı” ve “ortak iyi” kavramlarına karşı çıkmış, bu

düşüncelerin abartıldığını vurgulamıştır. Rand, anarko

kapitalizm ile ilgili düşüncelerine “Objektivizm” ismini

vermiştir. Ona göre objektivizm temelleri siyaset bilimine

dayanan felsefi bir düşünce sistemidir. Objektivizmin en

temel ilkesi “Laissez Faire” düşüncesidir. Laissez faire,

“Bırakınız Yapsınlar” anlamına gelmektedir. Özel mülkiyet

ilişkilerini korumayı benimseyen ekonomik özgürlüğün

bulunduğu bir ortamda, kişilerin karşılıklı hukuki

ilişkilerinin devlet müdahalesi olmadan gerçekleştirilmesidir.

e) Lysander Spooner (1808-1887)

Anarko kapitalizmi benimseyen bir diğer

önemli kişi de Amerikalı hukukçu Lysander

Spooner’dir. Devlete çok sert bir biçimde karşı

çıkar ve eserlerinde devleti bir hırsız olarak

tasvir etmektedir. Spooner’in düşüncelerinin

Karl Marx’ın düşünceleriyle kesişen bazı

noktaları bulunmaktadır. Ona göre devlet,

üstün sınıfın güçsüzler üzerinde kurduğu

baskının teşkilatlanmış biçimidir. Geçmişte ve

günümüzde bulunan tüm büyük yöneticilerin

amacının insanları dolandırmak, baskı altına

alıp kölesi haline getirmek olduğunu

söylemiştir. Spooner, devlete ve onu kendi

tekelinde bulunduran yöneticilere; soyguncu,

kaçakçı, zorba gibi isimler yakıştırmıştır.

Spooner’in düşüncesine göre alelade bir hırsız

karşısındaki kişinin mallarına zarar verdikten

sonra onu rahat bırakır. Hayatı boyunca

saldırılarına devam etmez. Devlet ise tam tersi

bir durum sergileyip insanlara hayatları

boyunca baskı uygular. Bu sebepler dolayısıyla

devletin mafyalardan bir farkı olmadığına

düşüncelerinde yer vermiştir.

3. Anarşizm ve Alt Başlıkları

İlk kısımlarda da bahsettiğimiz gibi anarşizm

kısaca devlete karşı çıkmak olarak

değerlendirilebilir. Anarşistlerin gözünde

devlet, en büyük kötülüktür ve devlete ihtiyaç

da duyulmamaktadır. Anarşistler fazlasıyla

iyimser düşüncelere sahiptir. Olay ve olguları

aşırı basitleştirerek ele almışlardır. Bu durum

da onlara birçok eleştirinin yöneltilmesine

sebep olmuştur. Anarşizm kendi içinde

bireyciliği ve kolektivizmi esas alan iki alt

başlığa ayrılmıştır. Bunlar: anarko kapitalizm

ve anarko komünizmdir. Bu yaklaşımlar

arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Şimdi

bu iki düşünceyi inceleyelim.

1

18


ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE

BİR DEĞERLENDİRME

a) Anarko Kapitalizm

Bildiğiniz üzere anarko kapitalizm, bireyci anarşizm olarak adlandırılmaktadır. Temel

görüşlerine, temsilcisi olan düşünürlerine ve örneklerine yukarıda değinmemiz dolayısıyla burada

tekrar bahsetmeyeceğiz. Dilerseniz ilk kısımları inceleyebilirsiniz. Anarko kapitalistler

kuramlarının sağlam temellere dayandığını savunmuşlardır. Ancak buna rağmen tarih boyunca

birçok eleştiriye maruz kalmışlardır. Amerika kökenli eski muhafazakârlar, onlara “korkunç

basitleştiriciler” adını vermişlerdir. Anarko kapitalistlere yönelik ilk eleştiri, hiçbir özel şirkete

üye olmayanların durumunun ne olacağı ve bu durumun etik kurallara aykırılığıdır. Bir diğer

eleştiri ise koruma şirketleri arasındaki anlaşmazlığın ve çatışmaların nasıl çözüleceğidir. Bunun

gibi eleştiriler anarko kapitalizm ideolojisinde derin çatlaklar yaşanmasına neden olmuştur. Yine

de, anarko kapitalizm anarko komünizmden daha tutarlı ve yararlı bir ideolojidir.

b) Anarko komünizm

Anarşizmin bir diğer alt başlığı, anarko komünizmdir. Sosyalist anarşizm veya kolektivist

anarşizm gibi isimler de verilmektedir. Anarko komünistler özel mülkiyetin zararlı ve yıkıcı bir

etkisi olduğuna inanırlar. Bireyciliği yanlış bulup insanların tabiatı gereği kolektivist olması

gerektiğini söylerler. Anarko komünizmin temelleri zayıf ve problemlidir. Buna “mülklerin

idaresi problemi” diyebiliriz. Anarko komünistler, devlete ve yöneticilerine saldırıp devrim yapma

düşüncesindedirler. Bu düşünceye benzeyen ve meşru olmayan birçok fikri savunmuşlar ve halen

de savunmaya devam etmektedirler.

Sonuç

Bu incelememizde liberalizm ideolojisinde bilinirliği en düşük olan anarko kapitalizme ilişkin

başlıca görüş ve teorileri açıklamaya çalıştık. Liberalizmin diğer alt başlıklarının tarihte

uygulandığı ve denenme imkânı bulduğu olmuştur. Ancak anarko kapitalizm ideolojisi geçmişte

deneyimlenmiş bir sistem değildir. Dolayısıyla birçok eleştiri ve itiraza maruz kalmıştır.

Anarko kapitalistler, asırlardır süregelen devlete bağlılık fikrinin yerine devleti reddetme görüşünü

benimseyerek siyaset bilimlerine yeni bir düşünce alanı sağlamışlardır. Bu sayede anarko

kapitalizmin teori ve düşünceleriyle sistemdeki aksaklıklar gözlemlenebilecek, ideal düzen için

önemli adımlar atılmış olacaktır.

Rıza Erdi MERTOĞLU

Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

19


DÜNYACA UNUTULAMAYAN YARGILAMA YANILGISI

DREYFUS DAVASI

Irkçı gazete La Libre Parole Yahudi subay Dreyfus'un vatana

ihanetle suçlandığını duyurur. Ancak yazının Dreyfus'a ait

olduğunun kanıtlanması kolay değildir. Bunun için bilirkişi

görevlendirilir. Görevlendirilen bilirkişi, nottaki yazının

Dreyfus’un yazısına hiç benzemediğini söyleyince, istenen yanıtı

verecek yeni uzmanlar bulunur ve sahte raporlar hazırlatılır.

Önyargıyla hazırlatılan raporlara dayanılarak, Dreyfus'a karşı

vatana ihanet suçlamasıyla dava açılır.

Savcı, iddianameyi bazı varsayımlara dayandırır: "Dikkat

çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması", "fazla kültürlü

olması", çok iyi Almanca bilmesi gibi özellikleri nedeniyle

Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişidir. . Sanığın suçlu

olduğunu adını vermediği "şerefli bir adamın" uyarılarından

anlayan Henry, bu konuda ant içerken bir eliyle de İsa'nın

resmini gösterir.¹ Suçlama için ortada tek bir delil bile yoktu.

Sadece suçlama için ileri sürülen uydurma bir delil vardı. Bu da

Alman Askeri Ataşesinin çöp sepetinde bulunan ve Dreyfus’un el

yazısına benzeyen bir yazıyla kaleme alındığı ileri sürülen

belgeydi. Bu belgenin kendisine ait olmadığını söyleyen Dreyfus’a

kimse inanmadı. Dava sırasındaysa tanıklıklar ciddiyetten

yoksundular ve yargılama kapalı oturumlarla sürdürüldü.

Yargılama sonunda Dreyfus vatana ihanet suçundan mahkum

edildi. 1985 yılında yaşam boyu cezasını çekmek üzere Şeytan

Adası'na gönderildi. Dreyfus yeterli olmayan kanıtlar, sahte

düzenlenen bilirkişi raporları, gerçeği yansıtmayan bir

iddianame, ciddiyetsiz tanıklar ve sahte belgelerle vatana ihanet

suçundan hüküm giymiştir.

GİRİŞ

1894 yılında Paris'teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan

bir kadın çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren bir

not bulur. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya

ait bilgilerin verilmesi vaat edilmektedir. Fransa’nın başlattığı

soruşturmada şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus’u işaret eder.

Çünkü Yüzbaşı Dreyfus'un el yazısı, mektuptaki yazıya

benzemektedir. Alfred Dreyfus 1859 ‘da Alsace’deki

Mulhouse’de dünyaya gelmiştir. Yahudi bir anne ve babanın

çocuğu olan Alfred Dreyfus 1894’te Fransız ordusunun

genelkurmayında subay olarak görev yapmaktaydı. Çöp

kutusunda bulunan el yazılı mektubun Yahudi asıllı Alfred

Dreyfus’un el yazısına benzemesinden dolayı Alfred Dreyfus’u,

Alman Askeri Ataşesi VonSchwartzkoppen’e bazı gizli askeri

belgeleri gönderdiği gerekçesiyle vatana ihanetle suçlanmasına

sebep oldu ve hakkında kanıtların yetersiz olmasına rağmen

dava açıldı.

1

20

Dreyfus’’un bu yetersiz kanıtlara rağmen

hüküm giymesinin ardında bazı nedenler

vardı. Eğer Dreyfus aklansaydı, Dreyfus’u

suçlayan Fransız Genelkurmayı’nın saygınlığı

zedelenecekti ve siyasal geleceği tehlikeye

girecekti. Dreyfus olayı sırasındaki Savaş

Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı koyu

Katolik ve kralcı subaylardır. Protestanlıktan

dönme Albay Sandherr, Yahudi düşmanıdır.

Olaya karışanların hemen hemen hepsi "cizvit

yetiştirmesi" ve "cumhuriyet düşmanı"

subaylardır.²

Dreyfus mahkum edildikten bir yıl kadar

sonra, Genel Kurmay İstihbarat Birimi'nin

başına Yarbay Picquart geçmiştir. Alman

Askeri Ataşesinin çöp kutusunda yeni bir

belge bulunur. Picquart, Binbaşı

Esterhazy'nin casus olabileceğinden

kuşkulanır. Bir soruşturma yapılır ve bu

soruşturma sonunda, Esterhazy'nın Alman

Elçiliği'ne gidip geldiğini ve çok borcu

olduğunu öğrenir. Şüphelinin el yazısını

Dreyfus'u mahkum eden belgedekiyle

karşılaştırır; gizli dosyadaki evrakın sahte

olduğunu fark eder ve üstlerini uyarır. Ama

kimse dediklerini önemsemez.


DÜNYACA UNUTULAMAYAN YARGILAMA YANILGISI

DREYFUS DAVASI

Hatta General Gonse, ondan, bildiklerini herkesten saklamasını

ister. Bir Yahudi’nin mahkum olması onu ilgilendirmemelidir.

İstihbarat Müdürü bu adamın masum olduğunu söyler ve "bu

sırrı mezara kadar taşımayacağını" bildirir. Bunun üzerine

Picquart uzaklara sürülür, tehlikeli görevlere atanır ve sürekli

tehdit edilir. Sonunda bildiklerini Senato Başkan Yardımcısı

Scheurer-Kestner'e iletir. Esterhazy adını bir başka kanaldan

öğrenen Mathieu Dreyfus da Scheurer-Kestner'e başvurunca da

Senatör konuyu gündeme getirir.³ Bu sırada Dreyfus'un

karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirmek için

çabalar ve bu çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay,

Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kalır. Dava iki gün

sürer ve Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle

sonuçlanır.

EMİLE ZOLA’NIN DAVAYA DAHİL OLUŞU

Dreyfus davasında Émile Zola’nın davadaki adaletsizliği görüp

üstüne gitmesi açısından dönüm noktası olmuştur. Dreyfus

davasını sahiplenen Émile Zola bu davayı yazdığı romanlarda ve

yapıtlarda ele almıştır. Dava sırasında ünlü romancı Émile

Zola’nın “İtham ediyorum” başlığı ile yaptığı savunma sonucu,

Fransa kamuoyunda büyük tepki meydana gelmiş; halk,

sokaklarda yer yer gösterilerde bulunmuştur. Fransa’daki

halkın bu tepkisi ve Zola’nın savunması, diğer bazı ülkelerde de

zaman zaman etkili olmuştur. Émile Zola’nın mektubu

yayımlandığında Dreyfus Davası, kamuoyunda büyük bir etki

uyandırmakla birlikte çok büyük bir tepki de çekmiştir. Asıl

büyük tepki milliyetçilerden, özellikle de basından gelir. Bir

gazeteci, "Zola kendinden başka tek bir şeye tapar: paraya"

dedikten sonra onun bu işe kendi reklamını yapmak için

giriştiğini savlar. ⁴

Irkçı-dinci bağnazlık sorununa duyarlı olmakla birlikte, Zola

başlangıçta Dreyfus davasıyla yakından ilgilenmez. Olay

gündeme geldiğinde İtalya'dadır. Daha sonra uzun süre

Medan'daki kır evinde kalmıştır. Paris'e dönüp gerçekleri

öğrenince etkin bir kampanya başlatmayı gerekli bulur. Zola,

“Suçluyorum” u yazarken suç işlediğinin farkındadır; Basın

Yasası’nın hangi maddelerini ihlal ettiğini bildirerek kendini

ihbar etmiş, kolaysa beni ağır cezada yargılayın diyerek meydan

okumuştur. ⁵ Bakanlar Kurulu, Zola hakkında suç duyurusunda

bulunur. Basının sürekli kışkırttığı gericiler, Zola’nın

yargılanma süreci boyunca “Kahrolsun Zola”, “Yahudilere

ölüm”, “Hainlere ölüm” sloganlarıyla gösteriler düzenler,

Musevilerin dükkânlarını taşlarlar.

1

21

Zola ve arkadaşları, göstericilerin

saldırılarından kaçmak için, sık sık yollarını

değiştirmek zorunda kalırlar. Bu şiddet

önce taşraya sonra da birçok kente yayılır.

Dreyfus’un suçsuz olduğunu iddia eden her

kimse Almanya’nın casusu olduğunu iddia

ediyorlardı. Bu suçlamaların başında

Dreyfus davasında gerçeklerin ortaya

çıkmasını isteyen ve bunun için yüreklice

mücadele eden Émile Zola olmuştur. Bunun

sonucunda Zola yazdıklarından dolayı suçlu

bulunur. Zola, Dreyfus olayında adaletin

siyasal nedenlerle gölgelendiğine inanıyordu

Zola; Eğer siyasal nedenler adaletin

gecikmesini gerektiriyorsa, bu kaçınılmaz

sonucu daha da ağırlaştırarak geciktiren

yeni bir hata işlenmiş olacaktır.” ⁶ diyordu.

Zola’nın yargılanması 1898’de başlar. Émile

Zola 1 yıl hapis ve 3.000 Frank para

cezasına çarptırılır. Bu aşamada Picquart

tarafından yapılan soruşturma bilgileri ünlü

yazar Emile Zola'ya ulaşır. Kendisi

L!Aurora gazetesinde basılan ünlü

J'Accuse...! adlı açık mektubuyla süreçte

yapılan yanlışlıkları ifşa eder ve görevini

ihmal edenleri suçlar. Ancak elindeki

kuvvetli kanıtlara rağmen hakaret suçuyla

mahkemeye çıkartılan Zola hüküm giyer.

Ancak Zola tutuklanmadan önce

İngiltere'ye kaçmayı başarır. ⁷

Emile Zola İngiltere’deyken davayla ilgili

yeni gelişmeler yaşanır. Esterhazy,kuzeni

tarafından ihbar edilir. Henry’nin

sahtekârlığı ortaya çıkınca 30 Ağustos

1898’de tutuklanır ve hemen ertesi gün

hücresinde boğazını keserek intihar eder.

Üst üste itiraflar gelmesine rağmen basın

yılmaz. Maurras, kralcıların yayın organı

olan La Gazette de France’ta, “şehit” Henry

için, “intikam”, “zafer”, “kanlı gömlek”

türünden sözcüklerden oluşan bir ağıt

yazar.


DÜNYACA UNUTULAMAYAN YARGILAMA YANILGISI

DREYFUS DAVASI

Dreyfus’un mahkûmiyetinde kullanılan belgelerin askerî istihbaratta görevli bir albay tarafından

düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkar. Tüm bu gerçeklerin ortaya çıkması sonucunda

Dreyfus 9 Eylül 1899 günü Mahkemede yeniden yargılanır. Ancak; askeri mahkeme, adlî hatayı

kabul etmez ve Dreyfus’a bu kez hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapis cezası verir.

SONUÇ

Tüm Fransa’yı alt üst eden Dreyfus olayı, adaletin yanılmasının ve yüksek siyasetin adaleti bu

kadar etkilemesinin gerçek bir örneğidir. Geçmişte de günümüzde de bunlar yaşanmış ve

yaşanmaya devam edecektir. Sonuçları itibarıyla bu dava, yargının hem siyasal hem de bürokratik

iktidarın etkisinden bağımsız olması gerektiğini göstermiştir. Dreyfus olayından çıkarılması

gereken en önemli ders yargının, ordunun, medyanın, yürütmenin ve toplumun kendisi her zaman

güç erkinin tarafını tutmaya yatkın olmasıdır. Bu olay bize ulusal duyguların nasıl sömürüldüğünü,

ahlak ve yurtseverlik gibi değerlerin onlara sahip olmayanlarca da kullanılabildiğini anlatırken,

evrensel adalet duygusuyla hareket edenlerin yüreklerindeki insanlık sevgisinin yurt sevgisiyle

çelişmeyeceğini de öğretiyor. Ayrıca, basının bu sömürüye alet olduğunda ne büyük bir tehlike

haline geldiğini, halkı kışkırtıp böldüğünü görüyor, görevleri doğru bilgi aktarımı olan

gazetelerinse adaletin gerçekleşmesinde önemli payları olduğunu görüyoruz. Emile Zola, Dreyfus'la

ilgili yazılarında toplumsal bir yarayı ele almış, davaya biçim verenin bağnazlık olduğunu sürekli

vurgulamış ve bunun ardındaki tarihsel nedenleri açıklayarak bizlere çok değerli bir eser

bırakmıştır. Zola'nın, Dreyfus davasının tarih ve yazın alanında unutulmaz bir yer almasında

büyük payı vardır. İnsan hakları savaşçısı Zola, bir aydınlanma filozofu gibi kitlelere öncülük

etmiştir.

KAYNAKÇA

1 F.Brown. Zola; A Life. Papermac, 1997. S.717.

2 A.Zevaes, Histoire de la ille Republique. Ed. de la Nouvelle Revue Critique. 1946, s.214.

3 A. Zevaes, s.217

4 F. Brown, s. 712

5 Hacettepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi cilt:19, Sayı:1, ss.181-195.

6 Émile Zola, a.g.e., s.33.

7 wikipedia.org/wiki/Dreyfus_Olayı_karar_ve_sonuçları

Cemile TEKDEMİR

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

22


BU SENENİN MODASI: HUKUK

GİRİŞ

Moda Hukuku Enstitüsü, çeşitli sertifika programlarının

ve eğitimlerinin yanı sıra yurtdışı staj imkânı sağlamasıyla

da oldukça önemli bir kurum haline geldi. Bu alanın

ilgilenmesi ve takip etmesi en zevkli kısmı tartışmasız

olarak Moda Hukuku davaları. Alanın en büyük ve güncel

örneklerini sizler için özetleyeceğim.

Hailey Bieber-Rdhode NYC Davası: 2022’nin haziran

ayına damga vuran olay, internet ünlüsü olması nedeniyle

adından oldukça söz ettiren Hailey Bieber’ın “Rdhode”

adında kendi cilt bakım markasını kurmasıyla başladı.

Giyim markası olan “Rdhode NYC” ise isim hakkının

ihlali ve logo tasarımı hırsızlığı iddialarıyla Hailey Bieber’e

dava açtı. Bieber “Rdhode” isminin göbek adı olduğunu ve

Instagram hesabında aktif olarak kullandığını öne sürerek

marka ismini satın almayı teklif etse de giyim markası

bunu reddetti. “Rdhode NYC” ürünlerini satın alıp

kullanan müşterilerin Instagram’da markayı etiketlemek

isterken Hailey Bieber’ın ve onun markasının

etiketlenmesinden rahatsız olan giyim markası Rdhode

NYC, iddialarını sürdürüyor ve davasında oldukça kararlı

görünüyor.

Moda ve hukuk kelimelerinin ilk kez yan yana geldiğini

gördüğünüzü ve bu alanın daha çok Fikri ve Sınai Haklar

Hukuku ile bağdaşacağını düşündüğünüzü biliyorum.

Sınırlarını çizmek oldukça zor çünkü İş Hukuku’ndan

Uluslararası Ticaret Hukuku’na kadar birçok hukuk dalıyla

ilişkili bir alan. Moda Hukuku yeni bir kavram olarak hukuk

dünyasında yerini alsa da birçok girişimcinin, marka

sahiplerinin ve e-ticaret ile ilgilenen kimselerin hâkim olmak

zorunda olduğu elzem bir dal olarak karşımıza çıkıyor.

Tasarımcıların fikirlerine sahip çıkmakla birlikte büyük

firmaların isim savunuculuğunu da üstlenen Moda Hukuku,

hayatımıza 2006 yılında New York FIT’te ders olarak

okutulmasıyla girdi. Türkiye çapında değerlendirecek olursak

2012 yılında Avukat Erdem Eren’in kurmuş olduğu Moda

Hukuku Enstitüsü ile temelleri atıldı.

YSL-Christian Louboutin Davası: Christian

Louboutin’in kırmızı tabanlarının patenti

üzerinden Yves Saint Laurent’e karşı açtığı davada

New York Federal Mahkemesi’nin verdiği karara

göre; bundan sonra hiçbir marka tamamı kırmızı

olmadığı sürece ayakkabı tabanlarında kırmızı

rengi kullanamayacak.

Probendi-Apple Watch Davası: Geçtiğimiz yıllarda

İsviçreli saat üreticisi Swatch ile kaos dolu bir süreç

geçiren Apple, bu kez de Probendi şirketiyle

davalık oldu. “iWatch” markasının gerçek sahibi

olan yazılım geliştirme stüdyosu Probendi, Apple'ın

"iWatch" markasıyla özdeşleşmiş olmasından

oldukça rahatsız. Probendi, Apple'ın Google

AdWords kampanyalarında “iWatch” terimini

kullandığını, bu terimin “Apple Watch”a

yönlendirme yaptığını ve Apple'ın konuyu kendi

çıkarları doğrultusunda kullanarak gerekli

hassasiyeti göstermediğini iddia ediyor. Gerçekten

Google’da yapılan “iWatch” araması kullanıcıyı

Apple'ın reklam harcamaları sayesinde “Apple

Watch” sayfasına yönlendiriyor. İrlandalı yazılım

şirketi, Apple hakkında, kendi markasını izinsiz

kullandığı gerekçesiyle Milano'da bir mahkemeye

başvurarak 100 milyon dolarlık tazminat davası

açtı.

1

23


BU SENENİN MODASI: HUKUK

Pawmain-Balenciaga Davası: Köpekler için giyim markası olan Pawmain, ünlü markaların muadillerini üretip

satışa koyuyordu. En son ürettiği “Pawlenciaga” özel koleksiyonu ile dünya devi Balenciaga ile davalık oldu.

Balenciaga, marka adını sulandırdığı gerekçesi ile Pawmain’e dava açtı.

Gucci-Alibaba Group Davası: Moda sektörünün devi olan Gucci, sahte ürünlerini sattığı gerekçesiyle Alibaba

Group’a dava açtı. İnternet sitesinde satılan ürünleri yeterince denetlemediğini öne süren Alibaba Group’un

Gucci’ye karşı savunması ise kendi şirketinin taklit ürün tespiti konusunda başarılı bir geçmişe sahip olduğu.

Adidas-Tesla Davası: Bir diğer adı “Üç Çizgi Davası” olan bu davada Adidas’ın markalaşmanın temel

taşlarından olan fikri ve sınai hakları bilmemesi ve kullanamaması nedeniyle uğradığı zarar söz konusudur.

Adidas, EUPIO (Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi)’ya yaptığı marka tescil başvurusunda sadece dik şekilde

paralel olan üç uzun çizgiyi belirtmiştir fakat birden fazla logoya sahiptir.

Adidas, tescil ettirmediği diğer logolar üzerinden de birçok markaya dava açmış ve kazanmıştır. Dönüm noktası olan

olay ise Tesla’ya göndermiş olduğu ihtardır. Tesla markasının Model 3 isimli otomobil için tasarlamış olduğu logoyu

kendi logosuna benzeten Adidas, Tesla’ya gerekli ihtarda bulunmuş ve markanın üç çizgi yerine rakamla üç şeklini

kullanmasına yol açmıştır. Olaydan sonra Shoe Branding adlı şirket Adidas logosunun ayırt edici olmadığını öne

sürmüştür. Bu iddiaya karşılık Adidas, 12.000 farklı delille markanın ve logonun dünyada herkes tarafından ayırt

edici olduğunu EUIPO’ya kanıtlamaya çalışmıştır. Yüzey deseni, figüratif desen gibi teknik konuların ele alındığı

mahkemede Adidas haksız bulunmuş ve %1,8 gibi bir kazanç kaybına uğramıştır.

KAYNAKÇA

·https://www.chip.com.tr/haber/applein-basi-bu-kez-iwatch-ile-dertte_56959.html

·https://www.thefashionlaw.com/balenciaga-takes-on-pet-company-over-pawlenciaga-trademark/

·https://core.ac.uk/download/pdf/151515453.pdf

·https://www.geekwire.com/2017/court-documents-show-tesla-tweaked-model-3-logo-amid-trademark-fight-adidas/

·https://www.thefashionlaw.com/

Dilara ÜÇÖZ

Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

24


HUKUKTA İLKLERİN KADINI: SÜREYYA AĞAOĞLU

Türkiye Barolar Birliği’nin yayınladığı güncel verilere

göre avukatlık mesleğinde kadın ve erkek oranları

arasındaki makas gittikçe daralmaktadır. Verilere göre

2016 yılında 57 bin 985 olan erkek avukat sayısı 2021

yılında 85 bin 262’ye ulaşmışken kadın avukat sayısı ise 42

bin 476’dan 73 bin 687’ye yükselmiştir. Böylece meslekte

kadın temsili yüzde 45,8’e yükselmiştir.[1]

Bu istatistiksel veriler ışığında ülkemizde yıllar içinde

binlerce kadın avukatın mesleğini icra ettiğini ve gün

geçtikçe meslekteki cinsiyet farkının sayıca azaldığını

görebilmekteyiz.

Peki ya filmi başa saracak olursak nasıl bir durumla

karşılaşacağımızı biliyor muyuz?

Tam 95 yıllık bir geri sarmadan bahsediyorum.1927 yılının

aralık ayında Ankara Barosu’na kaydolmuş tek bir kadın

avukat bulunmaktaydı: Süreyya Ağaoğlu.

Herhangi bir meslekte, bir ideolojide yahut herhangi bir

vaziyette ilk olmak; beraberinde tabuları yıkabilmek için

cesareti, başarı için fedakârlığı, yolun zorluğuna aldırmadan

ilerleyebilmek için sabrı gerektirmektedir. Türkiye’de ilk

kadın avukat olabilmek ise her şeyden önce bir fakülte

açtırmayı gerektirmiştir zira dönemin koşullarına göre kadın

ve erkeklerin aynı sınıfta okuyabilmesi mümkün değildir.

Henüz çocukluk çağlarında avukat olmak istediğini

dillendiren Süreyya Ağaoğlu yapamazsın eleştirileri ile o

yaşlarda tanışmıştı. Bu dileğinden her bahsedişinde

kendisinden kadınlara uygun olan mesleklere yönelmesi

istenip bu mantıksız arzudan vazgeçmesi gerektiğini duymuş

olmasına rağmen asla pes etmemiş ve kadınların da avukat

olabileceğini tüm halka ispat etmiştir.

1920 yılında Bezm-i Âlem Valide Sultanisi’nden [İstanbul Kız

Lisesi] mezun olduktan sonra hukuk fakültesine kaydolmak

amacıyla İstanbul Darülfünun Hukuk Medresesi’ne

başvurmasına rağmen kabul edilmemiştir zira fakültenin

kapıları kadın öğrencilere sonuna kadar kapalıdır. Çocukluk

hayalinden vazgeçmeyi düşünmeyen Süreyya Ağaoğlu

arkadaşları Melahat Ruacan ve Bedia Onar ile birlikte

gösterdiği çabaların sonucunda fakülteyi kadınlara açmayı

başarmıştır. İstanbul Darülfünun Hukuk Medresesi’nde

artık öğleden önce erkek, öğleden sonra kadın öğrenciler

eğitim görmektedir.

Bu girişimiyle hâkim, savcı ve avukat olma yolunda

Türk kadınının önünü açmıştır. 1924 yılında hukuk

fakültesinden mezun olup ailesiyle birlikte

Ankara’ya gelen Ağaoğlu’nun, Adaleti Vekâleti

Umuru Cezaiye Müdüriyeti’nde staja başlamışken

yine sadece kadın olduğu için mahrum

bırakıldıklarıyla mücadelesi henüz bitmemiştir.

Kadınlarla erkelerin beraber bir lokantada yemek

yemesinin olağandışı olduğu bu dönemde Ağaoğlu

ile arkadaşı Melahat, o dönemde Ankara’da yemek

yenilebilecek tek yerin İstanbul Lokantası olması

sebebiyle buraya gelip öğle yemeklerini yemişlerdir.

İki genç hanımın bir lokantada tek başlarına yemek

yiyişine ilk defa tanıklık eden halk bu durumdan

oldukça rahatsız olmuştur. Öyle ki fısıltılar

dönemin başbakanı olan Rauf Beyin kulağına

gidene kadar devam etmiştir. Rauf Bey,

Süreyya’nın babası Ahmet Ağaoğlu’na bu

durumun halkı huzursuz ettiğinden bahsetmiştir.

Ahmet Bey ise bu serzenişler karşısında çözümü

hanımların öğle yemeği için kendi evlerine

gelmesinde bulmuştur. Mustafa Kemal ve eşi Latife

Hanım ile ailevi münasebetleri ileri düzeyde olan

Ağaoğlu ailesi olaydan sonra bir gün rastlantı

sonucu Gazi ve eşi tarafından ziyaret edilir.

Süreyya, Mustafa Kemal tarafından

destekleneceğini umarak mevzuyu anlatınca Gazi,

babasının ve Rauf Bey’in hakkı olduğunu

söylemiştir. Hiç ummadığı bu tepki karşısında

hayret eden Süreyya durumu kabullenmekten

başka çaresi olmadığını düşünmüştür.

1- https://www.turkiyehukuk.org/avukat-sayilari-2020/

1

25


HUKUKTA İLKLERİN KADINI: SÜREYYA AĞAOĞLU

Ertesi gün çalıştığı yerde Mustafa Kemal, Süreyya’yı ziyaret etmiştir ve öğle yemeği için Latife Hanımın onu

beklediğini söylemiştir. Otomobili İstanbul Lokantası’nın önünde durduran Mustafa Kemal içeride bulunan

milletvekillerini yanına çağırıp Süreyya’nın bugünlük onun misafiri olduğunu, yarın ve sonrasında yemeğini

burada yiyeceğini söylemiştir. Evlerine gidince Latife Hanım, Süreyya’ya paşanın aslında bu mevzuya çok

kızdığını ancak babasını çocuklarının önünde küçük duruma düşürmek istemediği için bu şekilde

davrandığından bahsetmiştir. Ertesi gün Süreyya, arkadaşı ve milletvekili eşleri ile öğle yemeği için İstanbul

Lokantası’na gitmişlerdir. Bu olaydan sonra artık hanımlar dışarıda rahatça yemek yiyebilmiştir. Şu an için

günlük hayatımızın normal bir parçası olan bir lokantada karnını doyurabilmek için bile kadınların

kendilerine sunulana başkaldırması gerekmiştir.

Süreyya Ağaoğlu yaşamı boyunca hukuk alanında öncü birçok yeniliğe ve ilklere imza atmıştır. Ülkemizi pek

çok uluslararası konferansta temsil etmiştir. 1946 yılındaki girişimleri sayesinde İstanbul Barosunun

Uluslararası Barolar Birliğine üye olmasını sağlamıştır.14 yıl boyunca bu birliğin yönetim kurulunda görev

yapan tek kadın olmuştur.1952 yılında Milletlerarası Kadın Hukukçular Birliğine üye olup 1960 yılında

birliğin Cenevre Teşkilatı temsilciliğine seçilmiştir.

İlerleyen süreçte ülkemizde bulunan pek çok sivil toplum kuruluşlarının oluşumuna katkı sunmuştur. Bu

kuruluşların arasında Hukukçu Kadınlar Derneği, Üniversiteli Kadınlar Derneği, Hür Fikirleri Yayma

Derneği ve kurucusu olduğu Çocuk Dostları Derneği bulunmaktadır. Hayatı boyunca birçok makalenin yanı

sıra ‘’Londra’da Gördüklerim ‘’ ve ‘’Bir Ömür Böyle Geçti’’ isimli kitapları yazmıştır.

Hukukun öncü kadını olarak anılan Süreyya Ağaoğlu 29 Aralık 1989 tarihinde katıldığı Kadın Hakları ve

Çağdaşlaşma Panelinden ayrılırken beyin kanaması geçirip hayatını kaybetmiştir. Bizler geleceğin avukat,

hâkim ve savcıları olarak Türk kadının hukuk mesleklerinde önünü açan, Türkiye Cumhuriyeti hukuk

sistemine sayısız katkıda bulunan Avukat Süreyya Ağaoğlu’nu her daim saygı ve minnet ile anacağız.

KAYNAKÇA

https://www.turkiyehukuk.org/avukat-sayilari-2020/

http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2013-1/12.pdf

https://www.bilgipedia.com.tr/sureyya-agaoglu-ve-ataturk/

Zehra Can

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

26


SPOR HUKUKU RÖPORTAJI (AV. TURGUT ÖZGÜÇ

ÖZGÜN-AV. KORHAN ARMAĞAN)

Her zaman okuduğum, araştırdığım ancak bir türlü

içine giremediğim bir alandı. Sonrasında bir dosya

vasıtasıyla Özgüç Bey ile tanıştık ve akabinde

birlikte çalışmaya başladık. Özgün Hukuk

Bürosu’nun Özgüç Bey’den sonraki ilk parçası

oldum diyebiliriz. O günden beri bir hukuk

bürosunun “Biz sadece şu alanda çalışıyoruz.” gibi

bir söylemde bulunmasını çok doğru

karşılamadığımız için; bizim de “Biz sadece spor

hukukunda çalışıyoruz.” gibi bir söylemde

bulunmamız doğru olmaz. Birçok dosyamız var ama

spor hukuku sevdiğimiz bir alan olduğu için bu

alana da bir şekilde girme fırsatı bulduk. Özgüç

Bey’le birlikte müvekkillerimiz ve arkadaşlarımız

sayesinde, büyüyen bir ekipte spor hukuku

alanındaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Asya Naz Kızılırmak: Özgüç Bey merhaba şimdi

size bir soru sormak istiyorum. Öncelikle kendinizi

tanıtabilir misiniz?

Av. Turgut Özgüç Özgün: Merhaba Asya Hanım,

ben Turgut Özgüç Özgün. 1982 doğumluyum. 2006

senesinde de Çankaya Üniversitesi’nden mezun

oldum. Mezun olduktan sonra da yurt dışı master

programına katıldım. Avrupa ve Uluslararası

Ticaret Hukuku ile birlikte Fikri ve Sınai Haklar

Hukuku’nda çift dal yaptım. Master programını

tamamladıktan sonra Ankara’ya döndüm. Hukuk

büromuzu açarak bir şekilde bu alanda mesleki

tecrübemizi kazanmaya çalıştık. Spor hukukuna

olan ilgim ve çevrem de spor camiasıyla ilgili

olduğum için birtakım tanıdıklarım vasıtasıyla

ortaya çıktı.

Asya Naz Kızılırmak: Öncelikle merhabalar Korhan Bey.

Sizi tanımakla başlayabilir miyiz?

Av. Korhan Armağan: Merhaba Asya Hanım, ben

Avukat Korhan Armağan. 2016 yılında Başkent

Üniversitesi’nden mezun oldum. Mezun olmamın

akabinde 2017’de Ankara Barosu bünyesinde stajımı

başlattım. Sonrasında stajımı yaptım; yasal staj

sürecimde birçok hukuk bürosunda çalıştım. Çalıştığım

yerlerde genellikle iş hukuku, sigorta hukuku, idare

hukuku gibi alanlarda çalışırken spor hukuku hep içimde

kalan bir ukde idi.

Elbette ki bu yolun en doğru yolu network’ten ziyade; bu

network’ü sağlayabilmek adına yeterli bilgi birikimine

sahip olmaktır. Bilgi birikimimde Korhan Bey’in

söylediği gibi ilgi duymayla alakalı olan bir şey. Genç

meslektaşlarımın bu alanda yaşayabileceği en büyük

problem spor hukukuyla ilgili bir kaynak bulunmaması.

İcra iflas hukukuyla ilgili bir bilgiye ihtiyaç

duyduğunuzda, google’a bile yazdığınız zaman internetten

bir şekilde eksikliğini giderebilirsiniz; bir kitapçıya dahi

gittiğinizde, icra hukukunda spesifik bir konuyu

aradığınızda bunun karşılığını bulabilirsiniz veya

üniversiteyle ilişkiniz varsa üniversitedeki

akademisyenlere sorarak size destek olmalarını

sağlayabilirsiniz ama spor hukuku böyle bir alan değil

çünkü yazılan kaynaklar 2016 senesinde yazılmış. 2016

senesinden bugüne kadar birçok talimat ve mevzuat

hükmü değişti. Bir de bu alanın bir kanunu olmadığı için

yargılama hep talimatlar üzerinden gidiyor. Korhan

Bey’in ilgisi aslında Türk sporcularına yönelik. Spesifik

olarak futbola yönlendirmeyelim tabii ama ikisi arasında

çok farklı yargılamalar var. Bir de bunun uluslararası

boyutu var. Genç meslektaşlar için en büyük önem arz

eden konu dil problemi. Dil problemini çözebilmek lazım

çünkü işin içerisine yabancılık unsuru girdiği anda,

mesela FIFA’ya gittiğiniz yolda, emsal kararları

okuyabilmeniz, yazacağınız dilekçeleri İngilizce yazmanız

lazım. Yine müvekkil portföyünü geliştirebilmek için de

futbolcuyla ya da hangi spor dalıyla ilgiliyse onunla bir

iletişim sağlayabilecek kadar bir İngilizce kapasitesine

sahip olmanız gerekiyor. Belki günümüzde bunlar çok

önem arz etmiyor ama -hele ki şu anın düzeninde- “Ben

illa spor hukukuyla ilgileneceğim.” diyenler için bunlar

1

27


SPOR HUKUKU RÖPORTAJI

olmazsa olmazlar. Tabii ki de netwrok de belli bir

süre içerisinde gelişiyor. Meslek büyüklerim bana

hep şunu söylerdi: Faaliyet gösterdiğimiz bu alan

öyle bir alan ki doğru zamanda doğru yerde

bulunduğun zaman şans kapını çalar. İşte o bilgi

eksikliğini giderdiğiniz zaman öyle bir anda bir

açıklama yapar, bir şey söylersiniz ki size

ummadığınız bir kapı açılabilir. O kapı başka bir

kapıyı açar, bir sporcu başka bir sporcuyu getirir,

o iki sporcu dört sporcuyu getirir, dört sporcu

sekiz sporcuyu getirir gibi.. Biz sadece spor

hukukuyla ilgilenmiyoruz ancak spor hukukunun

bizim açımızdan şöyle bir avantajı var: Spor

hukukunun yargılamasını biliyoruz, spor

hukukunda çevremiz var. Bir de spor hukukunun

ayrı bir yargılama sistemi olduğu ve süreç kısa

olduğu için de çok çabuk nihayetine eriyor.

Uygulanabilecek yaptırımların (sportif ceza veya

parasal yaptırımlar) kulüpler ve sporcu açısından

çok ciddi sonuçları olması sebebiyle de kısa

sürede sonuçlanıyor. Yani sizin açmış olduğunuz

iş davası gibi “Biz bu davayı açtık, iki sene sonra

bakalım ne olacak?” gibi bir şey yok. Dört ay

içerisinde sonuç elde edersiniz. Elbette ki Özgün

Hukuk çatısı altındaki çalışma alanlarımız

içerisinde sadece bunu spor hukuku olarak

değerlendirmemek lazım ama Korhan Bey’in

söylediği gibi ağırlıklı olarak özel hukuk alanında

faaliyet göstermeye çalışıyoruz. “Ceza hiç mi

yok?” derseniz cezada da yer alıyoruz. Her şey

birbiriyle bağlantılı olduğu için; örnek verelim,

danışmanlık yaptığımız ticari firmalarda yapılan

ticaret sonucunda çek alınıyor ancak çek

karşılıksız çıkıyor ve bu durumda biz de işin cezai

boyutuna gidiyoruz ama özellikle cinayet,

uyuşturucu dosyalarıyla mümkün olduğunca

ilgilenmiyoruz. İşin özü bu.

Asya Naz Kızılırmak: Özgün Hukuk Bürosu’nun

spor hukuku alanı dışında da çalışmaları

olduğunu biliyorum. Onlardan da kısaca

bahsedebilir misiniz?

Av. Korhan Armağan: Tabii ki. Spor hukuku zaten

kendi içinde birçok disiplini barındıran bir daldır. İş

hukuku, ticaret hukuku, icra-iflas hukuku, idare

hukuku gibi… Tabii ki de spor hukuku kaynaklı

müvekkillerimizin ve diğer müvekkillerimizin yine icra

dosyaları, idare dosyaları, ceza dosyaları, işçilik

alacaklarıyla ilgili iş dosyaları da mevcut. Burada bu

ofisin parçası olan herkes uzmanlık alanı ve müvekkil

bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Buraya gelen veya

bize soru yönelten müvekkillere “Biz bu davayı

almıyoruz.” veya “Biz bu soruyu cevapsız bırakıyoruz.”

gibi bir cevap vermemizsöz konusu değil. Kaldı ki bu

durum bizce avukatlığın niteliğiyle de bağdaşan bir şey

değil. Dolayısıyla buraya gelen müvekkillerimizin çeşitli

hukuki alanlarda sorunlarını çözmeye çalışıyoruz.

Müvekkillerimiz sadece spor hukuku kaynaklı da değil.

Hepimiz avukatız ve avukat olduğumuz için farklı

alanlardan da dosyalar geliyor. Yani ağırlıklı olarak özel

hukuk alanında çalışıyoruz diyebiliriz.

Av. Turgut Özgüç Özgün : Özgün Hukuk’a özel yazılar

çıkarmaya çalışıyoruz ama şöyle bir sıkıntı var. İki

stajyerimiz ve stajyerlerimize bazı meslektaşlarımız gibi

getir götür işleri yaptırmaktansa dava dilekçesi

yazdırmayı tercih ediyoruz. Stajyerlerimiz bir davaya

cevap verebilir, aynı şekilde bir duruşmaya da girebilir

ve heyecanlanmadığı sürece söylemesi gerekenler nelerse

bunları söyleyebilir ya da durum tespiti dediğimiz bir

dosya geldiği zaman dosyayı nasıl değerlendirmesi

gerektiğini, dosyanın ihtilafının ne olduğunu, lehe olan

aleyhe olan Yargıtay kararlarını yani aslında

odaklanması gereken noktanın ne olduğunu tespit

edebilecek bir konumdadır. Bunu şurayla bağlayayım

ben size: Özgün Hukuk olarak mümkün olduğunca bu

meslekle alakalı olarak bu alan ya da benzeri alanlarda

kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Kendimizi ifade

etmeye çalışırken tabii ki de kendi yaptığımız bir iç

çalışmamız oluyor, bir bilgi birikimimiz veya biriktirmiş

olduğu Yargıtay kararları ya da hukuki bilgiler mutlaka

oluyor ama gün içerisindeki yoğunluk sebebiyle de

bunları yazıya dökemediğimiz ama yazıya dökmeye

hazır olduğumuz durumlar mutlaka oluyor.

1

28


SPOR HUKUKU RÖPORTAJI

“Bugün yaptım, yarın hemen bir yazı yetiştireyim

de sunayım.” gibi bir iş yoğunluğuna şu anda çok

giremedik ama plan ve programımız içerisinde

olup bu mesleği mümkün olduğunca hak edildiği

gibi layıkıyla yapmaya çalışacağız. Özgün Hukuk

olarak bunları yapmaya çalışıyoruz.

Av. Korhan Armağan: Özgüç Bey’in de dediği

gibi bizim asli işimiz avukatlık: Yazı yazmak veya

kitap çıkarmak vs. değil. Dolayısıyla ben bunun

önüne mesleğimi, müvekkilimi, dosyamı koymak

zorundayım. Boş vakit buldukça tabii ki çalışırım

ama boş vakti ne kadar bulabilirim işte o

haftadan haftaya değişen bir şey.

Asya Naz Kızılırmak: Spor hukuku alanında

danışmanlık, süreç takibi, uyuşmazlık çözümü

hizmetleri verip bunların dışında da

çalışmalarınızı ve bilgilerinizi yazıya aktarıp,

eğitimler verdiğinizi biliyorum. biliyorum.

Alanında uzman avukatlar olarakspor hukuku

alanında ilerlemek isteyen genç hukukçulara

verebileceğiniz öneriler var mıdır?

Av. Korhan Armağan: Aslında bu soruyu Özgüç

Bey’in cevaplaması daha doğru olur. Çünkü ben

de genç bir hukukçuyum. Tabii ki bu alanda yazı

yazmak, araştırma yapmak, okuma yapmak,

insanlarla tanışmak, bir şekilde bu işin içine

girmek çok önemli ama neticede avukatlık bir

network işi. Yani sizin iş çevreniz neyse alanınız da

aslında o oluyor. Ben bugün Özgüç Bey’le

tanışmamış olsam belki de bu alana hiçbir şekilde

girme fırsatı bulamayacaktım. Özgüç Bey’le

aramızda abi-kardeş ilişkimiz de var ama bir

network olarak ben Özgüç Bey sayesinde bu alana

girdim diyebilirim. Dolayısıyla bu alana girmenin

yolu: Siz ne kadar yazı yazarsanız yazın ne kadar

araştırma yaparsanız yapın, ne kadar bilirseniz

bilin network’ten geçiyor diyebilirim. Bu elbette ki

acı bir durum. Aslında her işi, işi bilene emanet

etmek gerekir ama ortada bir de somut gerçeklik

var. Yani siz bu alandaki aktif personelin, aktif

süjelerin radarına giremiyorsanız kendi kendinize

yaptığınız çalışmaların hiçbir anlamı olmuyor.

Bu çalışmaları yapmak, yazılar yazmak bu radara

girmek için tabii ki bir yoldur ama zordur.

Av. Turgut Özgüç Özgün: Televizyon programlarına

çıkan meslektaşlarımı görüyorum. Bir avukat bu kadar

birbirinden bağımsız konularda daldan dala atlamamalı.

Ama şimdi spesifik bir sporu konuştuğunuz yerde ticaret

kaçınılmaz bir şeydir. Ticareti konuştuğunuz bir yerde

anonim şirket, limited şirket, dernekler ve vakıflar

birbiriyle bir bütündür. İcra hiçbir zaman kopmaz ama

tutup da bunun altında “Ben vergi avukatlığı da

yapıyorum.” dediğiniz zaman bu biraz abes olur. Ben

mesela hiçbir zaman vergi konusuyla ilgilenmem, vergi

avukatı da olmak istemem. Vergiyle alakalı bir problem

yaşadığımda da araştırırım, bu işin ehli kimdir? Hiçbir

hukukçu “Ben vergi hukukunu iyi biliyorum.” diyemez,

anlık kanun çıkıyor. Ki şu an mevzuatta savunmalarınızı

mali müşavirinizle yapabiliyorsunuz mesela. Hakim onu

dinliyor gibi… Yani birçok kriter var.

Asya Naz Kızılırmak: Spor hukukunun kaynaklarından

biraz bahsedebilir misiniz?

Av. Özgüç Özgün: Spor hukukunun kaynakları aslında

çok erişilemez niteliklerde olan kaynaklar değildir.

Örnek veriyorum araştırma yapmak istediğiniz sporun

futbol ise tff.org sitesine girdiğiniz zaman orada

“Talimatlar” diye bir bölüm vardır. Bu talimatlara

tıkladığınız zaman disiplin yargılamasına ilişkin

talimatların yanında profesyonel futbolcuların

transferlerine ilişkin talimatları bulabileceğiniz gibi

amatör sporların da mevzuatını bulabilirsiniz. Peki bir

ihtilafla karşılaşıldığında nereye başvurmalıyız?

Öncelikli olarak elbette bu talimatlara başvurmamız

gerekiyor ama bu talimatlar haricinde de bu işte

uygulamayı bilmek önemli. Spesifik bir olay görme

imkanınız yok. Diyelim ki bu Sporda Şiddet Yasası’na

göre bir dönem tribün cezası veriliyor, bunun hukukiliği

tartışılmalı. Siz bir şahsın buna sebebiyet vermesi

sonucu tribünü kapatıyorsunuz ama kulüp orada

gelirlerden oluyor veya bir hakimin vermiş olduğu çok

bariz bir hata sebebiyle belki takım şampiyonluktan,

futbolcular da primden oluyor gibi... Aslında

biliyorsunuz spor savcıları vs. var. Bunların

kaynaklarını tabii ki bulabilirsiniz.

1

29


SPOR HUKUKU RÖPORTAJI

6222 sayılı Sporda Şiddet Yasası da bir nevi

birtakım şeyleri çözebiliyor. Bunun yanında

Disiplin Talimatı da size yardımcı olabilir. Bir de

bir sporcuya kırmızı veya sarı kart verildiğinde

ya da bir hak mahrumiyeti cezası verildiğinde 48

saat içerinde buna cevap vermeniz gerekiyor gibi

süre açısından da sıkıntılı olan durumlar var.

Dolayısıyla bunun en iyi yolu; spor kaynakları

açısından uygulanabilirliği öğrenmek ve bu dalı

daha da geliştirebilmek. Bu alana ilgi duyan

meslektaşlarımızın bu noktadan başlayarak bir

şekilde kaynak geliştirmek için bir şeyler yapması

oldukça önemli. Ki bunu biz de yapmalıyız, bizim

de eksikliğimiz var ama maalesef fırsat olmuyor.

Hem bu mesleği yürütüp hem para kazanıp hem

hayatı idame ettirip hem de “Bu mesleğe veya

spor hukukuna ben de bir kaynak getireyim.”

demek çok zor oluyor. Ben kitapçılara gidip 2022

senesinde çıkan spor hukukuyla ilgili bir kitap

var mı diye takip ediyorum, görüyorum ki geneli

internetten size söylediğim talimatları kitap

haline getiriliyor, Av. … yazıyor, sonra bunu

kaynak olarak değerlendiriliyor. Halbuki

kaynakla alakası yok. Kaynaktan kasıt o değil.

Örnekseme yapmanız lazım. Yani Yargıtay’da

benzer bir karara ilişkin olarak bu konudaki

görüş neymiş, içtihat neymiş diyerek bir yorum

yapıyorsunuz ama burada hakem şike yaptığında

ne yapacaksınız hakeme? Uygulanabilir veya

şöyle oluyor diyebileceğiniz bir şey yok. Bir

kulübün futbolcusunun sözleşmesini haksız

feshetmesi sonucunda hem kulüp açısından

sorumlulukları oluyor hem spor camiası

açısından sorumlulukları oluyor ama bir kulüp

size burada “Benim sorumluluğum ne olabilir

ki?” gibi bir soru sorduğunda siz burada “Yüzde

yüz böyle gidebilirsin.” diyebilmenizi sağlayan bir

durum yok çünkü yargılama başka yerde

yapılıyor. Burada; İlk Derece Uyuşmazlık Çözüm

Kurulu ve bir de Tahkim Kurulu var. Yani esaslı

genel hukuk prensipleri içerisinde devam eden bir

süreç. Hele ki 2019 senesinden sonra özellikle

kulüpler -kaynak sorduğunuz için özellikle

bunu spesifik olarak belirteyim- eskiden sadece

talimatlar üzerinden gidiyordu. Yani sporla alakalı olan

olaylarda sadece Uyuşmazlık Çözüm Kurulu yetkiliydi.

2019 senesinde Anayasa Mahkemesi “savunma hakkının

kısıtlanması” nedeniyle bu maddeyi iptal etti ve artık

genel mahkemeleri de yetkili kıldı. Buradan şuraya

bağlamak istiyorum: Bir sporcunun Sporcu

Sözleşmesi’nden bir alacağı olduğu zaman tıpkı az önce

Korhan Bey’in de izah ettiği gibi bir hizmet sözleşmesi

olarak değerlendirilip arabuluculuğa gidiyorsunuz ve İş

Mahkemesi’ndeki İş Kanunu hükümlerine göre bu işi

çözmek için mücadele veriyorsunuz. Yani aslında hepsi

birbiriyle iç içe geçen durumlar. Evet bakıldığında az

kaynak varmış gibi görünse de birbiriyle ilintili olan

birçok kaynağın bu şekilde altını doldurabilirsiniz.

Av. Korhan Armağan: Sadece futboldan bahsettik ancak

her sporun kendine göre talimatı var. Biz profesyonel

spor üzerine konuşuyoruz ancak bizim en çok ilgi

duyduğumuz alan futbol. Tabi bunun dışında voleybolda

da basketbolda da müvekkillerimiz var ama çoğunlukla

çalıştığımız alan futbol. Futbol hukukuna ilişkin

kaynaklara baktığımız zaman tabii ki en başta Özgüç

Bey’in dediği gibi talimatlar var. Aradaki ilişkinin ne

olduğuna bakılarak mesela -yine Özgüç Bey’in söylediği

gibi- profesyonel futbolcu ve kulüp arasında parasal bir

uyuşmazlık olduğunda bunun kaynağı TBK Hizmet

Sözleşmesi oluyor ve dolayısıyla böyle bir durumda

kaynağınız TBK oluyor. Bunun dışında uluslararası

kaynaklar var. Özgüç Bey’in yine izah ettiği gibi

Türkiye’de bu konuda çok fazla kaynak yok ama

uluslararası anlamda var. Yine Özgüç Bey’in

vurguladığı gibi İngilizcenin yani yabancı dilin önemi

burada ortaya çıkıyor. FIFA’nın yargılaması üç dilde

yapılıyor: İngilizce, Fransızca ve İspanyolca. Bu

dillerden birini biliyorsanız kaynaklara ve kararlara

ulaşımınız daha kolay çünkü FIFA verdiği bütün

kararları, Disiplin Kurulu Komitesi, Tahkim Komitesi

kararları vs. web sitesinde yayınlıyor. Bu şekilde sizin

emsal kararlara erişiminizin daha kolay oluyor. İkincisi

biliyorsunuz ki spor hukuku uyuşmazlıklarında en üst

düzey, tahkim mercii olarak niteleyebileceğimiz

Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi OLAN CAS var.

1

30


SPOR HUKUKU RÖPORTAJI

CAS’ın kararları da aynı şekilde aleni. Onların

kullandığı bir database var. Bizim içtihat

kullanma programları gibi kelime kelime girerek

verilen kararları size sunuyor. Dolayısıyla

yabancı dil probleminiz yoksa bir kaynağa daha

erişebilmiş oluyorsunuz. Dolasıyla CAS, FIFA

DRC kararları, talimatlar, TBK önemli

kaynaklardır diyebiliriz. Ayrıca TFF Uyuşmazlık

Çözüm Kurulu’nun kararları, Tahkim

Kurulu’nun kararları, Uyuşmazlık Karar Kurulu

gerekçelerinin TFF web sitesinde açıklanmasına

karar verildi. Şu anda yayınlanıyor fakat

CAS’daki gibi kelimeyle arayamıyorsunuz ve size

hangi dosya olduğunun bilgilerini vermiyor.

Av. Turgut Özgüç Özgün: Şimdi bizim

anayasamızda bir madde var. Madde aynen şu

şekildeydi, yanlış hatırlamıyorsam “Spor

federasyonlarının sporun yönetimine ve

disiplinine ilişkin verdiği kararlar kesindir,

aleyhine hiçbir yargı merciine başvurulamaz.”.

Disiplin prosedürü apayrı bir prosedür. Disiplin

dediğimiz noktada sizin oyunun kurallarına

federasyon tarafından federasyonlar tarafından

konulan kurallara aykırı bir davranışınızın

iddiası söz konusudur. Bunda da Türkiye Futbol

Federasyonu için konuşuyorum. Eğer kulüp

profesyonel futbol kulübü ise PFDK yani

Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, amatör

futbol kulübü ise veya sporcu amatörse veya

profesyonel ise Amatör Futbol Disiplin Kurulu’na

sevk ediliyorsunuz. Sevk edildikten sonra

röportajın önceki kısımlarında 48 saatle ifade

edilen bir yargılama prosedürü var. Sonrasında

tahkim kuruluna başvuruyorsunuz yine. Tahkim

kurulunun verdiği karar, anayasanın ilgili

maddesi gereğince kesin, o aşamada bitti.

FIFA'da tabii CAS prosedürü var. Parasal

uyuşmazlıklarda Özgüç Bey birazcık üstü kapalı

olarak bahsetti ama Orada şöyle bir şey var.

Sporun disiplinine ve yönetimine ilişkin kararlar

dediği için siz parasal uyuşmazlıklarda

uyuşmazlık çözüm kurulu, Tahkim Kurulu

prosedürünü izledikten sonra Tahkim Kurulu kararının

iptali istemiyle Bölge Adliye mahkemesinde dava

açabilirsiniz. Bu arada az önce Korhan Bey'in söylemiş

olduğu “Ali Rıza ve Diğerleri” kararı spor hukukunda

mihenk taşı olan bir karardır. Yani ben her spor

hukukuyla ilgileniyorum diyen insanın okuması gereken

bir karardır.

Asya Naz Kızılırmak: Türk mevzuatındaki spor

hukukunun durumu hakkında bize neler

söyleyebilirsiniz?

Av. Korhan Armağan: Şimdi biliyorsunuz 26 Nisan

tarihinde Resmî Gazete’de yayımlandı. Ama bizim Spor

Kulüpleri ve Spor Federasyonları kanunu diye bir

kanunumuz çıktı. Uzun zamandır da tartışılan bir şeydi

aslında. Bunun yanında biliyorsunuz 6222 sayılı Sporda

Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun var, Federasyonların

Kuruluş Kanunları var. Gençlik Spor Bakanlığı Kanunu

var vesaire bir sürü kanunumuz var. Bunun yanında en

son gelişmeyi tabii ki de yeni spor yasası olarak

değerlendirebiliriz. Bunun içinde yeni hükümler var.

Aslında yöneticilerinin sorumluluğu, harcama ilkeleri,

ödemelerin banka kanalıyla yapılması zorunluluğu gibi

kamuoyunu tatmin eden hükümler de var. Çünkü spor

camiasında uzun süredir tartışılan şeyler bunlar. Spor

kulüplerinin Türkiye’deki hali ortada borçlanma

durumları ortada. Hepsi ekside şu anda. Türkiye'de

artıda olan bir spor kulübü ben bilmiyorum açıkçası.

Dolayısıyla şimdi spor kulüpleri yasası da uzun

zamandır tartışılan bir şeydi ve yürürlüğe girdi.

Eksikleri var mı? Tabii ki de var, uygulanmasına ilişkin

tebliğler de yayınlanıyor. Mesela dün spor anonim

şirketlerine ilişkin bir tebliğ yayınlandı. Bunları güzel

gelişmeler olarak düşünüyorum ben. Ama dediğim gibi

kanunda eksiklikler de var. Bazı düzenlemeler var.

Mesela menajerlerle ilgili çalışma düzenlemeleri var.

Burada belli başlı şeylerde uluslararası federasyonların

az önce bahsettiğim FIFA'nın kararları vesaire gibi

incelenmeden hazırlanmış ve birazcık daha kamuoyu

baskısından alelacele yazıldığını düşündüğümüz

hükümler de var. Yani tabii ki de zamanla kanundaki

boşlukların doldurulacağını, kanunun ileriye gideceğini,

yeni tebliğlerle yeni yargı kararlarıyla olayların biraz

daha netleşeceğini düşünüyorum ama bu aşamada yeni

1

31


SPOR HUKUKU RÖPORTAJI

spor yasasıyla alakalı konuşmanın birazcık erken

olduğunu düşünüyorum. Güzel bir gelişme tabi.

En azından bazı şeyleri kurala bağlamak

açısından faydalı bir düzenleme olduğunu

düşünüyorum. Tabii uygulamasını yakın

zamanda göreceğiz. Çünkü henüz çok yeni. Şu

anda bir şey söylemek doğru olmaz.

Asya Naz Kızılırmak: Peki, uluslararası spor

federasyonunun ve spor kulüplerinin yetkileri,

spor hukukundaki yeri hakkında bilgi verebilir

misiniz?

Av. Korhan Armağan: Bütün federasyonlar

diyorum, futbol açısından konuşuyorum yine,

spor açısından konuşmuyorum. Futbol açısından

dünyadaki bütün federasyonlar öyle ya da böyle

bir şekilde FIFA'ya üyeler yani. FIFA zaten

uluslararası futbol federasyonları birliği demek.

Futbol federasyonları FIFA'ya bir şekilde üyeler

ve FIFA'nın kendileri hakkında talimat çıkartma,

yaptırım uygulama, müsabaka düzenleme gibi bir

sürü yetkisini kabul etmiş durumdalar.

Dolayısıyla şimdi Uluslararası Futbol

Federasyonu FIFA’dan bahsettiğimiz zaman

FIFA zaten uluslararasılık unsuru içeren

uyuşmazlıklarda bir şekilde gündeme gelebiliyor.

Yani ulusal bir uyuşmazlık varsa, Türk futbolcu-

Türk kulüp uyuşmazlığı veya Türk antrenörü-

Türk kulüp uyuşmazlığının varsa FIFA bu olaya

müdahil olmuyor. Yabancı futbolcu-Türk kulüp

veya Türk kulüp-yabancı kulüp gibi

uyuşmazlıklarda FIFA'nın uyuşmazlık çözüm

mercileri devreye giriyor. FIFA'da eskiden

birimler vardı. Bunların hepsini birleştirilip FIFA

Futbol Tribunal kuruldu. Yani FIFA Futbol

Mahkemesi. Bunun için de üç tane birim kuruldu;

dosyalar dosya bazlı olarak bu üç birime havale

edilecek. FIFA, dediğim gibi talimatından

kaynaklı olarak uluslararası unsuru bulunan

uyuşmazlıklarda yargılama yapmaya yetkili tabii

burada şeyi de ayrı tutuyor FIFA, diyor ki eğer

ulusal bir federasyonun yetkisi benimsenmiş ise

taraflar arasında akdedilen sözleşme ile

uluslararası federasyon bu

uyuşmazlığa bakabilir diyor ama bunu genelde şey

olarak yorumluyorlar; sen bunu eğer ulusal federasyonu

yetkili kıldıysan bile uluslararası yani FIFA'ya gelmesini

engelleyecek nitelikte, ulusal bağlamda bağımsız ve

tarafsız bir tahkim yargılamasının olduğunu bana

kanıtlamana bağlıyorum. Yoksa diyor ben kural olarak

uluslararası uyuşmazlıklarda uyuşmazlığa bakmaya

yetkiliyim diyor. Aynı bizim TFF’de olduğu gibi

FIFA'nın da parasal uyuşmazlıklarına bakan bir dairesi

var, menajerlerle alakalı bir daire kurulacak. Bunun

dışında işte yetiştirme tazminatıdır, dayanışma

mekanizmasıdır bunlara bakan bir dairesi var. Bir de

tabii ki FIFA'nın içinde bir disiplin yargılaması var.

TFF’de olduğu gibi aynı zamanda TFF dışındaki diğer

branşlarda, Gençlik Spor Bakanlığında olduğu gibi

FIFA'nın içinde de bir disiplin yargılaması var. Bu

yargılamalarda FIFA kararlarını veriyor ve bu

kararların ulusal bağlamda uygulanmasını zorunlu

tutuyor. Uygulanmazsa aynı şekilde disiplin cezaları

veriyor ve federasyonların ana statüleri ile FIFA'nın

yetkisi tanınmış olduğu için bu para cezaları doğrudan

kulüplere uygulanabiliyor. Aynı zamanda yine ulusal

federasyonun da olduğu gibi FIFA'nın da belli başlı bu

disiplin cezalarını, para cezalarını veya futbolcuların

alacaklarını, başkalarının alacaklarını vesairelerini icra

edebilmek, infaz edebilmek (enforce normalde hani

bunun için kullandıkları tabir) için FIFA'nın da kendi

içinde veya spor hukuku süjelerinin kendi içinde almış

olduğu bazı önlemler var. Nedir? Para cezası, transfer

cezası, transfer yasağı, transfer ve tescil yasağı diye

geçer. Ne yapar? Kulüp eğer bir para cezasını veya bir

futbolcuya ödeme yükümlülüğünü ihlal ettiyse FIFA’da

karar verilir. FIFA’nın kararını yerine getirmezse yeni

bir futbolcu transfer edemez. Bu kulüpler için ağır bir

yaptırımdır. Bunun yanında puan silme cezası hatta

ligden düşmeye kadar gidebilen cezalar var. Bunun

yanında FIFA kararları FIFA ana statüsü gereği CAS

denetimine tutulur. Yani FIFA'dan verilmiş bir

disiplinde ayrı bir prosedür var, disiplin kararı veriyor

ondan sonra FIFA'nın disiplin uyuşmazlıklarına ilişkin

bir temyiz komitesi var. Temyiz komitesinden sonra siz

CAS’a gidebiliyorsunuz.

1

32


SPOR HUKUKU RÖPORTAJI

Parasal uyuşmazlıklarda da parasal uyuşmazlığa

ilişkin fifa futbol Tribunal’ ın kararlarını yine

talimattaki süreler çerçevesinde 21 gün içinde

CAS’a götürebiliyorsunuz. CAS kararları da yine

aynı bağlayıcılığı sahip. Hem CAS’ın yetkisi hem

FIFA'nın yetkisi bizim Türkiye Futbol

Federasyonu'nun statü ve talimatlarıyla tanınmış

durumda. Dolayısıyla onlardan gelen bir kararı

Türkiye Futbol Federasyonu ulusal anlamda

uygulamakla yükümlü. Aynı zamanda Bütün ana

statülerde de sizin CAS yetkisini işte uluslararası

federasyonun yetkisini kabul etmiş olmanız

gerekiyor. Dolayısıyla ana statülerinden kaynaklı

olarak CAS ve uluslararası federasyonların

kararlarını siz uygulamakla yükümlü tutulmuş

durumdasınız. Tabii şey gibi değerlendirmeyin

bunu, diğer özel hukuk ilişkilerinde olduğu gibi

bir konvansiyon bir pakt vesaire gibi bir durum

yok. Uluslararası spor federasyonları diyor ki,

benim branşlarımda faaliyet göstermek istiyorsan

benim müsabakalarımda görev almak istiyorsan

bunları kabul edeceksin. Dolayısıyla

federasyonlar da bunları, yetkilerini kabul

ediyorlar.

Asya Naz KIZILIRMAK

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

33


HAKSIZ İDAM KURBANI: GEORGE STİNNEY

GİRİŞ

Geçmişte birçok insan farklı devletlerce ölüm cezasına

çarptırılmıştır, peki hangi suçlar idamı gerektirmiştir?

Ölüm cezası çoğu ülkede önceden tasarlanmış cinayet,

casusluk, vatana ihanet, askeri adalet hallerinde

uygulanmıştır. İdamların neden çoğunlukla sabaha karşı

yapıldığına dair olan sorular ise tartışmalıdır. Bu konu

hakkında birçok rivayet olsa da kesin bir sonuca

varılamamıştır.

Ölüm cezalarının en can alıcı noktası ise idam edilen

şahısların idam sonrası suçsuz olduğunun anlaşılması

hususudur. Bu konu hakkında Faruk Erem, Bir Ceza

Avukatının Anıları adlı kitabında şöyle demiştir: “...adalet,

yanıldığını anlayınca geri veremeyeceğini baştan

almamalı.” Hatalı idam kararıyla hayatı ellerinden alınan

isimlere örnek vermek gerekirse; Colin Campbell Ross,

Tim Cole, Derek Bentley, Teng Xingshan, Perry Ailesi,

Gary Graham, Troy Davis gibi isimler sayılabilir. Hatalı

idam kararıyla hayatı ellerinden alınan isimlerden biri de

George Stinney'dir.

GEORGE STİNNEY

Afro Amerikalı George Stinney, 21 Ekim 1929 tarihinde

doğup 16 Haziran 1944 tarihinde henüz 14 yaşındayken

ölüm cezasına çarptırılmıştır ve kendisi “ABD'de elektrikli

sandalye ile idam edilen en genç insan” olarak

anılmaktadır.

İDAM CEZASININ TANIMI VE ÜLKEMİZDE

KALDIRILMA SÜRECİ

İdam, devletin bir suçun karşılığı olarak bir mahkûmun

hayatına son vermesi olarak tanımlanır. Ölüm cezası olarak da

adlandırılır. Suç karşılığında ceza olarak uygulanan idam cezası,

geçmişte birçok devlet tarafından uygulanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti'nde ölüm cezası, 1984'ten bu yana

uygulanmamaya başlanmış, kaldırılma süreci ise aşamalarıyla

şöyle gelişmiştir: İlk olarak 2001'de savaş tehdidi ve terör

suçları halleri dışındaki suçlar için kaldırılmış, 3 Ağustos

2002'de “Savaş ve çok yakın savaş tehdidi hâllerinde işlenmiş

suçlar hariç” şartı ile kaldırılmıştır. 7 Mayıs 2004 tarihli 5170

sayılı Kanun ile Anayasa’dan ölüm cezaları ile ilgili maddeler

çıkarılmış, 14 Temmuz 2004 tarihli 5218 sayılı Kanun İle Türk

Ceza Kanunu'ndan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkarılmış,

böylece ölüm cezası 2004 yılında Türk hukukundan tamamen

kaldırılmıştır.

1

34

George Stinney’in yaşadığı Alcolu kasabası,

ABD’nin Güney Carolina eyaletinde bulunan

demir yolu ile siyahilerin ve beyazların yaşam

alanlarının ayrıldığı bir kasaba olarak

bilinmektedir. Peki henüz 14 yaşındaki bir

çocuğu idam ceasına mahkum eden o suç ne idi?

Stinney'in idam cezasına mahkum

edilmesindeki sebep,7 yaşındaki Mary Amma

Thames ve 11 yaşındaki Betty June Binniceker'ı

öldürmekle suçlanmasıdır. Mahkeme

tutanaklarına göre, M.A Thames ve B.J

Binniceker, Alcolu kasabasının siyahilerin

yaşadığı bölgesinde bisikletleriyle çarkıfelek

çiçeği aramak için dolaşırlarken Stinney'i ve

onun küçük kız kardeşi Amie'yi görürler.

Onlara çiçekleri nerede bulabileceklerini

sorarak yollarına devam ederler. Fakat iki

küçük kızdan bir süre haber alınamayınca

Stinney'in babasının da içinde bulunduğu

arama ekibi yola koyulur. Arama esnasında iki

kızın da cansız bedeni hendekte bulunur.

Yapılan otopsi sonucu kızların kafalarına “orta

boy, yuvarlak başlı bir balyoz” ile vurulduğu

tespit edilir.


HAKSIZ İDAM KURBANI: GEORGE STİNNEY

Polisler kimin yaptığına dair çalışmalara başlamak üzere kasaba halkını sorguya çekerler. Kasaba halkından

birisi görgü tanığı olduğunu, Stinney'i kızlarla konuşurken gördüğünü söyler. Polisin daha sonra Stinney'in evine

gitmesi üzerine George Stinney her ne kadar kızların kendilerine sadece bir çiçek türü sorduklarını ve sonrasında

yollarına devam ettiklerini söylese de Stinney'in bu açıklaması dikkate alınmaz ve Stinney kelepçelenerek Sumter

ilçesinin hapishanesine götürülür. Henüz 14 yaşında, yanında avukatı ve ailesi de bulunmayan George Stinney'in

sorgulamasına iki saat boyunca devam edilir. Yapılan sorgulama sonrası polisin açıklamasına göre Stinney,

kızlardan birine tecavüz etmek istemiş, başarılı olamadığında ise öldürmüştür. Bugün George Stinney'in böyle

bir ifade beyanının olmadığı bilinenler arasındadır. Stinney'in duruşması ise Clarendon İlçe Mahkemesi’nde

görülmüştür. Mahkeme tarafından atanan beyaz avukat Charles Plowden, Stinney'in o saatlerde orada

olmadığına dair hiçbir görgü tanıdığı çağırmamıştır. İki saat sonunda tamamı beyazlardan oluşan on iki jüri

kendi aralarında yaptıkları konuşma sonucu oy birliğiyle George Stinney'in suçlu olduğunu öne sürerek elektrikli

sandalye ile idam cezasına karar vermişlerdir. İnfaz öncesi ailesinden ve şehirden uzak bir hücrede 81 gün

geçiren George Stinney, bunun üzerine 16 Haziran 1944 tarihinde ise işlemediği bir suçtan ötürü elektrikli

sandalyeye oturtulup vücuduna art arda iki kez 2400 voltaj elektrik verilerek sekiz dakika içerisinde

öldürülmüştür.

George Stinney'in ailesi, oğullarının suçsuz olduğunu savunarak aradan geçen 70 yıla rağmen adaletin yerini

bulması için Sumter İlçe Mahkemesi’ne ifade vermeye gitmişlerdir. Mevcut hukuk düzeni ile yeniden yapılan

değerlendirmeler sonucunda 2014 yılında George Stinney'in ailesinin haklı; George Stinney'in ise “adil

yargılanma hakkı” ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkeleri kapsamında suçsuz olduğu kanıtlanarak Stinney,

Yargıç Carmen T. Mullen’in verdiği kararla üzerine atılı suçtan beraat etmiştir. Mullen, Stinney davası ile ilgili

sanığın haklarının ihlal edildiğini ve sürecin kusurlu olduğunu belirtmiştir.

SONUÇ

Ölümünden 70 yıl sonra masumluğu anlaşılan George Stinney’in ırkçılığın en yaygın olduğu dönemde hatalı ve

haksız bir idama kurban gitmiş olduğu ortaya çıkmıştır.

Haksız idam kurbanı George Stinney'in bu hikayesi birçok filme ve kitaba konu olmuştur. Stephen King, 1966

yılında daha sonra filme de çevrilen "Yeşil Yol" adlı kitabı yazarken bu hikayeden ilham almıştır. Mağusa

Limanı türküsünün hikayesi de haksız bir idamı anlatmaktadır. Önemli eserlere ilham olmuş bu ve benzeri

hikayelerden anlaşılacağı üzere ırkçılığın insanlık tarihinde barındırılmaması gerektiği gibi masumiyet

anlaşıldığında geri dönüşü olmayan idam cezasının varlığının da sürdürülmemesi gerektiği tüm dünyada

kabullenilmelidir. Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun Son Günü kitabında da dediği gibi: “Onlar

düşüncede bile olsa, acaba aşağı inen o ağır ve keskin bıçağın eti böldüğü, sinirleri kestiği ve omuru parçaladığı

sırada onu yaşayan insanın yerine kendilerini koymuşlar mıdır? Sanmıyorum.”

KAYNAKÇA

https://kitle.net/george-stinney/

https://lawtudent.com/makale/bir-idam-hikayesi-george-stinney/

https://biacaip.com/elektrikli-sandalye-ile-idam-edilen-en-genc-insan-george-stinney-jr-in-hikayesi/

Hilal TEKEŞ

Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

35


TÜRK HUKUKUNDA SUÇA TEŞEBBÜSÜN

CEZALANDIRILABİLME ŞARTLARI

Toplumda kişiler suç işlemek konusunda bir karara vardıktan

sonra işlemeyi kastettikleri suça ilişkin icra hareketlerinin

tamamlanması ve (suç tipinde suçun oluşması için netice

aranmışsa) neticenin gerçekleşmesi için harekete geçerler.

Ancak dış dünyada failden bağımsız olarak gerçekleşen

olaylardan dolayı fail, suçun icra hareketlerini tamamlayamazsa

veya meydana gelmesini istediği neticeyi gerçekleştiremezse de

cezasız bırakılmaz. Tamamlanmış suçun cezasıyla

cezalandırmak kusur orantılılık ilkesiyle bağdaşmayacağı için

teşebbüs aşamasında kalmış suçun cezası tamamlanmış suçun

cezasına nazaran daha azdır. Tamamlanmamış suçu

cezalandırabilme nedeni olarak tarihsel süreçte birçok gerekçe

gösterilmiştir. Bunlardan bazıları; fail suça kalkışma hareketiyle

toplum için kendi tehlikelilik halini ortaya koymuştur ve suç

işleme kastının varlığından dolayı cezalandırılmayı hak etmiştir.

Fail suçla korunan hukuki değeri tehlike altına sokmuştur ve

ortaya çıkardığı zarar ihtimali dolayısıyla cezalandırılmayı hak

etmiştir.

Ceza hukukunda teşebbüs kavramı; suç işlemeye girişmek, suça kalkışmak anlamına gelir. TCK’nın genel

hüküm niteliği taşıyan 35. maddesinde düzenlenen teşebbüs kavramı, özel hükümlerde mahiyeti buna uygun

olan her suç tipi için uygulanabilen suçun özel görünüş şekillerinden biridir. Söz konusu düzenlemede; bir suç

işlemek kastıyla hareket eden failin, suç teşkil eden fiilin icrasına elverişli hareketlerle doğrudan doğruya

başlamış olmasına rağmen fiilinin icra hareketlerini tamamlayamaması durumunda veya icra hareketlerini

tamamlayıp da kastettiği suçun neticesini gerçekleştirememesi durumunda, suça teşebbüsten dolayı sorumlu

tutulacağı belirtilmiştir.

Failin bir suça teşebbüsten dolayı cezalandırılabilmesi için, o suçu işlemek konusunda kesinleşmiş iradesinin ve

fiilinin icra hareketlerine doğrudan doğruya başladığının net olarak ortaya konulabilmesi gerekir. Failin suça

yönelik iradesini, hareketleriyle henüz net bir şekilde ortaya koymayan davranışlarını cezalandırmak, henüz

ceza hukuku alanına girmemiş birini cezalandırmak anlamına gelecektir. Bu da temel hak ve özgürlükleri

tanıyan ve güvenceleyen bir hukuk devletinde davranışlarını serbestçe belirleme hakkına sahip olan bireyin

hareket ve özgürlük alanını kısıtlayacaktır. Bu durumda failin suçun icra hareketlerine doğrudan başladığını

göstermeyen hareketleri cezalandırılmayacaktır. Fail, suç teşkil eden fiilinin icra hareketlerine doğrudan

doğruya başladığı andan itibaren ceza hukuku alanına giriş yapmış olur ve artık cezalandırılabilir

konumdadır. Öyle ki ceza hukuku, en ağır ihlallere karşı en ağır yaptırımların uygulandığı “son çare” hukuk

dalıdır ve kişileri cezalandırabilmek için davranışlarının toplum için tehlike arz etmiş olmasını veya failin

ahlaki kötülüğünü net bir şekilde ortaya koymasını arar.

Bir suç işlemek kastıyla yola çıkan fail suç yolunda (iter criminis) ilerlerken sırasıyla bu suça yönelik

aşamalardan geçer. Fail ilk olarak düşünce aşamasında bulunur. Bu aşamada suç işlemek konusunda iradesini

netleştirir; suçu işlemekle elde edeceği yararla, işlemediğinde elde edeceği zarar arasında değerlendirmelerde

bulunur. Bu aşama failin suça teşebbüs ettiği anlamına gelmediği, yalnızca bilişsel aktiviteden oluştuğu için bu

aşamada olan faile ceza verilmez.

1

36


TÜRK HUKUKUNDA SUÇA TEŞEBBÜSÜN

CEZALANDIRILABİLME ŞARTLARI

Romalı hukukçu Ulpianus’tan (MS 170-228) bu yana bilinen “cogitationis poena nemo patitur” (Kimse bir suçu

düşünmekten dolayı ceza alamaz.) ilkesi suç ve ceza hukukunun önemli ilkelerindendir. Suç yolunda emin

adımlarla ilerleyen fail bir sonraki adımda hazırlık hareketleri aşamasına geçer. Fail burada fiilen aktiftir. (Saf

ihmali suçlar ve garantörsel ihmali suçlara teşebbüs edilip edilemeyeceği öğretideki tartışmalı hususlardandır.

Bu suçlarda hazırlık hareketleri aşaması fiilen aktif hareketlerle değil; yapılması gereken fakat yapılmayan

pasif kalma hareketiyle vücut bulur.) Bu aşamada hazırlık mahiyetinde olan ve suçun işlenmesi için suçun icra

hareketleriyle doğrudan ilgisi bulunmayan hareketlerde bulunur. Hazırlık hareketleri aşamasında fail hala suç

yolundan dönebilecek durumdadır dolayısıyla failin ceza hukuku alanına hiç girmemesi mümkündür, gösterdiği

davranışlar her noktaya çekilebilecek nitelikte olduğu için failin kastının o suçu işlemek mi yoksa başka bir

davranışta bulunmak mı olduğu tam olarak ortaya konulamaz. Bu aşamada failin; suç işlemek için araç temin

etmek, suç planını kurmak, suç mekanını bulmak, mağduru yakından tanımak, suçun özelliklerine göre o suçu

işlemek için gereken hazırlığı yapmak gibi suç teşkil etmeyecek fiilleri kural olarak cezalandırılmaz. Hazırlık

hareketleri aşamasıyla suçun icra hareketleri aşamasının ayrımının yapılması bu noktada oldukça önemlidir.

Çünkü bir fiilin; suça hazırlık niteliğinde bir hareket olması cezalandırılmama sonucunu doğuracak fakat fiilin

suçun icra hareketlerine başlandığını göstermesi, artık fail ceza hukuku alanına giriş yaptığından kanuni

tarifteki yaptırımla cezalandırılma sonucunu doğuracaktır.

Bu aşamadan da geçen fail suçun icra hareketleri aşamasına gelmiş olur. Failin ceza hukuku alanına girdiği

aşama icra hareketleri aşamasının kendisi değil; doğrudan doğruya icraya başladığı noktadır. Failin, doğrudan

doğruya icraya başladığını gösteren davranışlarının bulunduğu bu aşamadaki davranışlarından dolayı

sorumluluğu doğacaktır. Suç teşkil eden fiilin icra hareketlerine başlandığı aşamada failin davranışları öyle bir

konuma gelmiştir ki failin davranışlarından; o suçu kesin olarak işleyeceği şüpheye yer vermeyecek derecede

açıktır. Bu aşamada fail suç teşkil eden fiilinin icra hareketlerine doğrudan doğruya başlamış ve fakat icra

hareketlerini tamamlayamamış olabilir, fail icra hareketlerini tamamlamış fakat failin elinde olmayan bir

nedenden ötürü netice gerçekleşmemiş olabilir. Her iki durumda da fail suçun icra hareketleri aşamasına

girmiştir, fail o suçu işleyeceği konusunda kastını net olarak ortaya koymuştur. Ceza hukuku alanına giriş

yapmış olan fail kastettiği bu suça teşebbüsten dolayı cezalandırılacaktır.

Suça teşebbüs Türk Ceza Kanunu’nun 35. maddesinde “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle

doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu

tutulur. Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet

hapis cezası yerine on üç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan on beş yıla kadar

hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”

şeklinde düzenlenmiştir. O halde teşebbüsün şartlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

Kişinin kasten işlenebilen bir suça girişmiş olması gerekir. Suça teşebbüsten bahsedilebilmesi için failin bir suçu

işlemek konusunda kastı bulunmalıdır. Bu iradesi doğrultusunda fiillerini icra eden failin kastettiği suçu

tamamlayamaması durumunda suça teşebbüsten bahsedilir. Kasten işlenebilen suçlara teşebbüs mümkündür.

Olası kastla işlenen suçlarda teşebbüs hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunda ise Yargıtay’ın

içtihatta birlik sağladığını söylemek mümkün değildir. Taksirli suçlara teşebbüs taksirli suçun tabiatı gereği

mümkün değildir. Taksirli suçlarda o suçu işlemek konusunda bir bilgisi veya istemesi olmayan kişinin suça

teşebbüsten de sorumlu tutulması söz konusu olmayacaktır.

Suça, suçu işlemeye elverişli hareketlerle başlanmalıdır. Ceza normunun yasakladığı davranışı meydana

getirmek için elverişsiz araçlarla harekete başlanmış ise veya suçun konusunun bulunmaması nedeniyle o suç

işlenemeyecek durumda ise suça teşebbüsten de bahsedilemeyecektir. Vasıtaların elverişsizliğinden ileri gelen

bu imkânsızlık öğretide “işlenemez suç, elverişsiz teşebbüs” olarak adlandırılır.

1

37


TÜRK HUKUKUNDA SUÇA TEŞEBBÜSÜN

CEZALANDIRILABİLME ŞARTLARI

Failin, suçun icra hareketlerine doğrudan doğruya başlaması gerekir. İşlenmek istenen suçun icrası için

hareketlerde bulunmak yani o suç tipiyle açıkça yakınlık ve bağlantı içinde bulunan davranışlarda bulunulması,

doğrudan doğruya icraya başlamak anlamına gelir. İcra hareketlerini tamamlaması gerekmeyip failin bu kastını

ortaya koyan, o suçu icra etme hareketi niteliğinde davranışlara başlanmış olması girişilen suça teşebbüsü

cezalandırmak için yeterlidir. Neticeli suçlara teşebbüs elbette mümkündür ancak hareketin yapılmasıyla

tamamlanan sırf hareket suçlarında teşebbüs ancak icrası kısımlara ayrılabilen suçlar için geçerlidir. Örneğin

sırf hareket suçu olan hakaret, icrası kısımlara ayrılarak işlendiğinde bu suça teşebbüs mümkündür.

Failin suçun icra hareketlerini tamamlayamaması veya icra hareketlerini tamamlayıp kanuni tarifte yer alan

neticeyi gerçekleştirememesi; failin elinde olmayan nedenlerden dolayı olmalıdır. Failin hakimiyeti altında

olmayan nedenlerden ötürü suç tamamlanamazsa fail suça teşebbüsten sorumlu tutulur, failin hakimiyeti

altında olabilecek durumda kendi rızasıyla suçu tamamlamamayı seçmesi halinde fail suça teşebbüsten sorumlu

olmaz. Fail, somut olayda şartları oluştuğu takdirde genel hüküm niteliğinde olan gönüllü vazgeçme

hükümlerinden yararlanır. Failin bir suçun icra hareketlerine başlamasına rağmen suçun tamamlanmasını veya

kastettiği neticenin gerçekleşmesini kendi iradesiyle önlemesi halinde suçtan gönüllü vazgeçmesi söz konusudur.

Bu da TCK’nın 36. maddesinde “Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun

tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan

kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Failin suçun icra hareketlerinin tamamlanmasını önlemek veya icra hareketlerini tamamlasa da neticenin

gerçekleşmesini önlemek konusunda gösterdiği çabası başarıya ulaşırsa kişi gönüllü vazgeçme hükmünden

yararlandırılır. Bu durumda kişi işlemeyi kastettiği suça teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz, gönüllü vazgeçtiği

ana kadar gerçekleştirdiği fiilleri bir suç oluşturuyorsa ondan dolayı cezalandırılır.

Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlar kademeli yapıda olduğundan bunlara teşebbüs değerlendirmesi, 2.

kademedeki suçun manevi unsuruna bakılarak yapılır. Bu bakımdan; kast-taksir, kast-bilinçli taksir, kast-olası

kast kombinasyonları mevcut olduğunda ilgili neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça teşebbüsün gerçekleşmesi

mümkün değildir. Zira teşebbüs için, kişinin neticeye yönelik kesin bir iradeyle hareket etmesi gerekir. Bu da

ancak doğrudan kastla olur.

Son olarak; teşebbüs aşamasında kalmış suçun haksızlık içeriği, tamamlanmış suça göre daha az olduğu için suç

politikası gereği teşebbüs aşamasında kalmış suça; tamamlanmış suçun cezasına nazaran daha az ceza verileceği

hususu ünlü ceza hukukçusu ve yazar Cesare Beccaria tarafından şöyle ele alınmıştır: “Yasalar, niyeti (amacı,

kastı) bir başına cezalandırmazlar. Bununla birlikte bir suç, onu işlemek iradesini açığa vuran kimi

davranışlarla işlenmeye başlanmışsa kuşkusuz bu davranış, bir cezaya müstahak olacaktır. Ancak, verilecek

ceza, işlenip bitmiş suçun cezasına oranla daha hafif olacaktır. Suça kalkışmayı (teşebbüsü) önlemek önemli

olduğundan, söz konusu cezanın verilmesine olanak tanınmalıdır. Öte yandan suça kalkışma ile o suçun işlenip

bitmesi arasında zorunlu olarak bir zaman aralığı bulunduğundan, işlenip bitmiş suça öngörülen ağır bir ceza,

pişman olan faili suçu tamamlamaktan caydırabilir.” [1]

KAYNAKÇA

·Ceza Hukuku Genel Hükümler, 17. Baskı, Artuk-Gökçen, Ankara 2020

·Suçlar ve Cezalar Hakkında, Cesare Beccaria, Çeviren: Sami Selçuk

Şevval FURUNCU

Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi

1

38


ÖLEN KİŞİNİN SOSYAL MEDYA HESAPLARI MİRASA

KONU OLABİLİR Mİ?

Giriş

Gelişen teknolojiyle birlikte hayatımızın bir bölümü dijital

ortama taşınmıştır. Sosyal medya hesaplarımız aracılığıyla

yaptığımız görüşmeler, paylaştığımız fotoğraflar, videolar,

bunlara yapılan yorumlar kısacası hayatımızla ilgili pek

çok şey bu dijital ortamın içerisindedir. Bunların kısa

süreli yoklukları bile bizim için zaman zaman büyük

boşluklar oluşturabilir.

1. Gelişen Teknoloji ve Sosyal Medya

Söz konusu gelişmeler hayatımızı kolaylaştırıp renk katsa

da beraberinde bazı sorunlar getirmektedir. Bu sorunlarla

birlikte de mutlaka hukuki koruma imkânlarına ihtiyaç

duyulmaktadır. Örneğin teknolojik gelişmelerle birlikte

6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu,

07.04.2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve sanal

ortamdaki verilerin korunmasına yönelik düzenlemeleri

içermektedir.

Bu düzenlemeleri biraz açmamız gerekirse sanal ortamda yer alan kişisel bilgilerin, veri işleyicileri tarafından,

ancak kişinin rızasıyla işlenebileceği ve bu bilgilerin kişinin rızası olmadan devredilemeyeceği düzenlemiştir

diyebiliriz ve bu düzenlemelerle Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya servisleri, kullanıcılarıyla

yapmış oldukları sözleşmeleri kişisel verilerin korunmasına ilişkin düzenlemelere uygun hale getirmekle

yükümlü hale gelmiştir. [1]

2. Sosyal Medya Hesaplarının Ayrımı ve Beraberinde Getirdiği Sorular

Gelişmelerle birlikte hayatımıza giren bir diğer soru da sosyal medya hesaplarının akıbetiyle ilgilidir.

Öldükten sonra sosyal medya hesaplarınızın birinin eline geçmesini ister miydiniz? Peki ya sosyal medya

hesaplarınızdan para kazanıyorsanız, kazanç kaynağınızı miras olarak bırakmak istemez miydiniz? Aslında en

önemli soru şu: İsteklerimiz doğrultusunda bize güvence sağlayacak hukuki bir dayanağımız var mıdır?

Bu soruları cevaplamadan önce “sosyal medya” kavramını açıklığa kavuşturalım. Sosyal medya, bireylerin

internet aracılığıyla bilişim teknolojilerini kullanarak birbirleriyle etkileşim sağlayan araç, hizmet ve sanal

uygulamaların toplamını temsil etmektedir.[2] Sosyal medya hesaplarını da kullanım amaçlarına göre ikiye

ayırabiliriz. Ticari amaçla kullanılan sosyal medya hesapları ve ticari amaçlı olmayan (sosyalleşmek amacıyla

kullanılan) sosyal medya hesapları. Ticari amaçla kullanılan sosyal medya hesaplarında kullanıcılar

hesaplarını gelir getirici bir sanal ortam olarak görürler. Örneğin, mal veya hizmet pazarlayan, bunların

reklamını yapan, yayınladıkları videolarla para kazanan birçok kullanıcıya şahit olmaktayız. Ticari amaçlı

olmayan sosyal medya hesaplarında ise kişiler yakınlarıyla iletişim kurmakta, birbirlerine yazı, resim veya

video göndermekte veyahut paylaşımlarına yorum yaparak düşüncelerini açıklayabilmektedirler.

Peki, bazılarımızın kazanç sağladığı bazılarımızın da kişisel anılarını paylaştığı sosyal medya hesaplarımıza

öldükten sonra ne olacaktır? Açık kalan Instagram hesabımızın şifresini ailelerimiz alabilecek midir veya

sevgilimiz ya da yakın bir arkadaşımız, kazanç sağladığımız Youtube kanalını çocuklarımıza bırakabilecek

miyiz?

1- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1271661

2- https://www.wifim.com.tr/sosyal-medya-nedir/

1

39


ÖLEN KİŞİNİN SOSYAL MEDYA HESAPLARI MİRASA

KONU OLABİLİR Mİ?

Türk miras hukukundaki temel prensip, ekonomik değeri olan unsurların mirasa konu olabilmesidir. Telif

hakkınız varsa markanız varsa bu gibi gayri maddi haklar da mirasa konu olabilir. Ancak kişinin ölümünden

sonra sosyal medya hesaplarının yani dijital mal varlıklarının akıbetiyle ilgili henüz yasal bir düzenleme

bulunmamaktadır. Bu yüzden konumuzla ilgili incelemeler yaparken miras hukukuna ilişkin düzenlemeler ve

kurallar ışığında hareket edebiliriz.

Yürürlükte olan düzenlemelere göre, miras yoluyla geçecek mal varlığı- tereke unsurları sınırlı olarak

sayılmamıştır. Buna göre hukuk sistemimizdeki genel kural çerçevesinde özel bir düzenleme bulunmadıkça kural

olarak mal varlığına bağlı haklar miras yoluyla geçebilirken (intifa ve sükna hakkı gibi istisnalar hariç) kişiye

bağlı haklar geçmez[3].

Sonuç

Dijital mal varlığı ve sosyal medya hesaplarının mirasçılara bırakılıp bırakılmayacağı konuşulurken söz konusu

hakların devri ile ilgili bir engelin bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Bu ayrımı da yine sosyal medya

hesaplarının kullanım amaçlarına göre yapabiliriz.

İletişim ve sosyalleşmek amacıyla kullanılan sosyal medya hesaplarında ticari bir amaç söz konusu değildir. Bu

hesapların sahibi dışındaki kişiler tarafından kullanılması ve başkalarına devri bazı problemler yaratabilir.

Anayasanın 20. ve 22. maddesi özel hayatın ve haberleşmenin gizliliği konusunu düzenler. TCK m.132 hükmü

çerçevesinde haberleşmenin gizliliğinin ihlali, TCK m.134 hükmü çerçevesinde özel hayatın gizliliğinin ihlali gibi

hükümlerin tartışılmasına neden olacaktır[4]. Hesabın kullanımı şahsa sıkı sıkıya bağlıdır. Hesap içerisindeki

fotoğrafların, mesajlaşmaların ve diğer paylaşımların mirasla intikal edip edemeyeceği tartışmaya açıktır fakat

yeni bir düzenleme olmadıkça miras hukukuna ilişkin düzenlemeler ışığında sosyal medya hesabının

kullanımının, hiçbir şekilde mirasçılara intikal etmeyeceğinin kabulü gerekmektedir.

Maddi kazanç elde edilen hesapların mirasçılara geçebileceğini söyleyebiliriz. Bu hesapların kullanımına devam

edilmesi veya satılması durumunda ekonomik kazançlar meydana geleceğinden kazanılan maddi değerin

mirasçılara aktarılması gerekmektedir.

Benim görüşüme göre de sosyal medya hesaplarının kullanım hakkı yalnızca kişiye ait yani kişinin şahıs varlığı

değerleri arasında yer alan bir haktır. Bu yüzden miras bırakılması mümkün değildir ancak mirasçılar hesap

üzerindeki verilere erişebilmelidir. Ticari amaçla kullanılan sosyal medya hesaplarında ise maddi bir kazanç

olduğu için miras bırakılmasında bir sakınca olmadığı kanaatindeyim. Bu noktada miras hukuku ve kişisel

verilerin korunması kanunu her ne kadar çatışsa da yeni düzenlemelerle gereken dengenin sağlanabileceğini

düşünmekteyim.

KAYNAKÇA

https://www.karatay.edu.tr/Haber/dijital-miras-ve-sosyal-medya-hesaplarinin-miras-yoluyla-intikali.html

http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2019-142-1849

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1271661

https://www.researchgate.net/publication/352018928_Dijital_Varliklarin_Miras_Yoluyla_Intikali_Inheritance_of

_Digital_Assets_Yargitay_Dergisi_22021_s_337-

408_Sinem_Ozyigit_Selin_Mirkelam_Falay_Ezgi_Buldag_Said_Okur_ile

3- https://www.karatay.edu.tr/Haber/dijital-miras-ve-sosyal-medya-hesaplarinin-miras-yoluyla-intikali.html

4- https://www.karatay.edu.tr/Haber/dijital-miras-ve-sosyal-medya-hesaplarinin-miras-yoluyla-intikali.html

DAMLA NUR KOÇ

KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

40


KADIN CİNAYETLERİNDE İYİ HAL İNDİRİMİ!

İnsan hakları, medeni toplum düzeninde dil, din, ırk ve

cinsiyet ayrımı yapılmaksızın insanın doğuştan var olduğu

kabul edilen ve devlet tarafından Anayasa ve anayasal

düzen ile korunan haklardır.

Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası’nın 2. maddesine

göre; “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli

dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,

Atatürk milliyetçiliğine bağlı başlangıçta belirtilen temel

ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk

devletidir.” İnsan haklarına saygılı hukuk devleti yapımız

bulunmaktadır.

İnsan haklarının temel unsurlarından olan yaşama hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı günümüzde her

zamankinden daha önemli hale gelmiştir çünkü özellikle son 15 yıldır bu iki temel prensip toplumda kadınlara karşı

sürekli ihlal edilmektedir. Son 10 yılda 3 binden fazla kadın, cinayete kurban gitmiştir. Ayrıca son 10 yılda

kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz sayıları da önceki yıllara nazaran 14 kat artmıştır.

Kadınlara yönelik şiddete çözüm olması için 08/03/2012 tarihinde 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına

Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kabul edilip 20/03/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Fakat bu kanunun

kadına yönelik şiddetin önlenmesine yardımcı olamadığı görülmüştür zira sayılar her geçen gün daha da

artmaktadır ve önlem alınamamaktadır. Önlem alınamama nedenlerinden en önemlisi şiddeti uygulayan kişilere

verilen cezaların yetersizliği ve caydırıcı olmamasıdır. Verilen cezaların caydırıcı özelliği olmalı ve uygulanabilir

olması gerekmektedir. Teorik olarak verilen cezalar maalesef günümüzde yargılama aşamasında

kullanılmamaktadır. Ayrıca mahkeme önünde sergilenen iyi hal indiriminin de kaldırılması gerekmektedir. Çünkü

fiili işleyen kişiye mahkemede sergilediği hal ve hareketlerinden ötürü cezai indirim uygulanması kadına uyguladığı

şiddet sırasındaki caniliğini hafifletemez. Örneğin; Pınar GÜLTEKİN davasının gerekçeli kararında haksız tahrik

indirimi ve Cemal Metin AVCI'nın GÜLTEKİN'i yakma amacının “eziyet çektirmeye yönelik olmadığı”, “cesedi ve

delilleri yok etmeye yönelik olduğu” belirtildi. Bu olayda AVCI, GÜLTEKİN’i boğarak öldürdüğünü, cesedini varile

koyup yaktığını, üzerine de beton döktüğünü itiraf etmiştir.

Bunlar ve benzeri sayısız olaylarda katillerin işledikleri cinayetlerde canice hisleri ortadadır ve bu olaylarda

haksız tahrik indirimi veya iyi hal indirimleri verilmemelidir. Biz hukukçular olarak yılmadan davalarda

gördüğümüz her yanlışta sesimizi çıkartıp itirazlarımızı etmeliyiz. Ayrıca kadın hakları ile ilgili daha çok

konferanslar ve seminerler düzenleyip herkesi bilinçlendirmeliyiz. Aralık 2021’de Erzincan il temsilciliğimizde

Kadın Hakları ve Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele ile ilgili 200 kişilik konferans verdirdik. Biz Yenilikçi

Hukukçular Platformu olarak kadınlara yönelik şddete her zaman “DUR!” diyoruz.

KAYNAKÇALAR:

Pınar GÜLTEKİN davasının:

DOSYA NO:2020/230 ESAS

KARAR NO: 2022/214

C.SAVCILIĞI ESAS NO: 2020/1999

MUHAMMET ÖZKAYA

ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

41


MODERN İLETİŞİM ARAÇLARI VE HUKUKUN

ETKİNLİĞİ MESELESİ

TANIM

GİRİŞ

İlk çağlardan itibaren iletişim araçlarının

gelişmesi ve özellikle yakın geçmişten günümüze,

modern iletişim araçları halini almasına kadar

gelen sürece paralel olarak, hukukun etkinliğinin

sağlanması problemi de değişim ve dönüşümler

yaşamıştır.

Günümüz dünyasında internet ağının bulunması

ve halka açılması ile beraber[1] telefon ve

bilgisayar gibi cihazların bu yönde gelişimiyle

dünya global bir köy halini almaya başladı. Gelişen

bu iletişim araçlarının yarattığı imkanlar nedeniyle

kitlelerin, bu iletişim ağlarında sosyal medya gibi

platformların kurulması[2] ile neredeyse yaşamaya

başlaması, eski dünya düzenine karşı bir “Sosyal

Medya Devrimi” haline büründü. Yeni dünya

insanları, bu modern iletişim araçlarını kullanarak

yeni toplumsal değerler yarattı. Bu toplumsal

değerler, yeni dünyanın modernleşen toplumu

tarafından ivedilik ile kabul edildi.

Modern iletişim teknolojilerinin hızlı evriminin

yarattığı yeni toplumsal değerlerin korunması ve

eski hukuki düzenlemelerin etkinliğini sağlamak

için hukuk, zamanla bu değerlerin çiğnenmesi ile

oluşan mağduriyetleri gidermek için çözümler

aramaya koyuldu. Çünkü gelişen teknoloji hem

yeni değerlerin yaratılmasını ve korunmasını

gerektiriyor hem de eski değerlerin bu yeni

düzende etkinliğini kaybetmemesini ve korunan

hukuksal değerlerin çevresinden dolanılıp işlevsiz

bırakılmamasını gerektiriyordu. Hukukun kendini

bu alanda revize etmesine örnek vermek gerekirse;

Hukukun etkinliği problemi ve modern iletişim

teknolojileri nedir/nelerdir?

Hukukun etkinliği problemi; toplumun, bir norma verdiği

olumlu veya olumsuz reaksiyonlar sonucu o normun hukuk

normu olarak kabul edilip edilmeyeceği meselesidir.

Modern iletişim araçları ise, günümüz enformasyon ve

iletişim teknolojilerinin tamamını kapsamaktadır. Modern

iletişim araçlarına örnek olarak; İnternet ağı, cep telefonu,

bilgisayar, e-posta, sosyal medya platformları, gazete,

televizyon ve dergi gibi büyük kitlelere ulaşabilen araçlar

verilebilir.

TCK Madde 123: Sırf huzur ve sükûnunu bozmak

maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü

yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir

davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikâyeti

üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.

[1] Bu düzenlemede de anlaşılacağı üzere modern iletişim

teknolojilerinin gelişimi ısrarlı takip suçunun hukuki

etkinliğine yaptığı olumsuz yansıma, hukukun revize

etmesi ile giderilmiştir.

Modern iletişim araçlarının hukukun etkinliğine olumlu

ve olumsuz yansımaları nelerdir?

1- Modern İletişim Teknolojilerinin Hukuki

Etkinliğin Sağlanmasına Olumlu Etkileri

Modern teknoloji ile birlikte gelişen modern iletişim

teknolojileri, korunan hukuksal değerin ihlali halinde

failin tespit edilip cezalandırılması adına sağladıkları

yarar olumlu yararlardandır. Çünkü korunan hukuksal

değerin ihlali halinde yaptırımların istikrarlı bir şekilde

uygulanması, yani hukuki etkinliğinin sağlanması

toplumun hukuka olan güvenini artırmaktadır. Örneğin

geçmiş zamanlardaki cinayetlerin çoğunun faili meçhul

kalması, toplumun hukuki inancını zedelemiş ve bu da

ilgili normların etkinliğine zarar vermiştir. Fakat

günümüzdeki MOBESE kamera sistemleri ile

cinayetlerin çoğunun tespiti kolaylaşmıştır. Bu gelişme ile

beraber suçun tespiti ve yaptırımın uygulanması toplum

nazarında güven ortamı yaratmıştır.

42


MODERN İLETİŞİM ARAÇLARI VE HUKUKUN

ETKİNLİĞİ MESELESİ

Başka bir örnek olarak ise mesajlaşma

uygulamaları ve sitelerdeki verilerin takibi, telefon

konuşmalarının dinlenmesi durumlarında failin

hazırlık hareketleri, suça katılanların ve suçu

işleyenlerin belirlenmesine sağladığı olumlu etki

sayesinde cezalandırılmanın yapılması hukuki

etkinliğin sağlanmasına katkı sunmaktadır. Aksi

durumda normlar sadece yazılı bir metin olarak

kalır. Modern iletişim teknolojileri aynı zamanda

suçluluk potansiyeli yüksek olan kişilerin erişimi

daha kolay olduğundan suç işlemek için

başvurduğu bir yol haline gelmiştir. Bu sayede suç

işleme kastı olan kişiler suçu, dijital mecralarda

işlemeye kalkıştığında ivedilikle tespit edilir, Türk

Ceza Kanunu 243. madde[1] ve Kişisel Verilerin

Korunması Kanunu[2] gibi düzenlemelere

dayanarak yaptırım uygulanır.

2- Modern İletişim Teknolojilerinin Hukuki

Etkinliğin Sağlanmasına Olumsuz Etkileri

Modern iletişim araçlarının hukuki etkinliğin

sağlanmasına olumsuz etkilerinde, sosyal medyanın

her kesime, her konuya, her alana[3] hitap etmesi

bizim için önemli bir argümandır. Aklımıza gelen

ilk örnek ile açıklayalım. Günümüz dünyasında

basının, özellikle ana akım medyanın ve sosyal

medyada yayılan asparagas haberlerin etkisi ile

hukuki olayın dosya içeriğini bilmeyen ve olayın

tamamını algılayamayan insanların verdiği tepkiler

hukukun etkinliğinin sağlanmasına olumsuz

nitelikteki gelişmelerdendir. Örneği somut bir

şekilde genişletip, anlatmak gerekirse; şiddet gören

bir kadını savunmak amacıyla bir insanın şiddet

gösterene müdahalesini toplum, basının reyting

kaygısı ile yayınladığı haber ile yetinerek tamamen

üzerlerinde yaratılan manevi etki ile ses

çıkarmaktadır. Böylelikle olayın hukuki detayını

bilmeyen bu kitle, kendilerince haklı bir taraf seçip

onu fanatizme varan bir şekilde desteklemeye

başlar. Bu da yargının üstünde büyük bir baskıya

sebep olur. Yargı tamamen kanuna bağlı kalarak

yargılamayı yaptıktan sonra, yargılamanın neticesi

eğer savunduklarının aksine ise hukuka duyulan

güven azalmaktadır.

Yargı kitlenin baskısı ile hareket ettiğinde de hukuk,

yazılanın aksine uygulanmış olacaktır. Her iki durumda

görüldüğü gibi günümüz modern iletişim teknolojileri,

kitlelerin asparagas haberler, dolayısıyla eksik bilgi ve

yetersiz araştırmalar ile yaptıkları hareketler, hukukun

etkinliğinin sağlanmasına olumsuz etkide

bulunmaktadır.

Modern iletişim teknolojilerinin gelişmesi ile beraber

gelişen ve değişen yeni değerlere anında karşılık

veremeyen hukuk da hukukun etkinliğinin

sağlanmasında olumsuz niteliktedir. Cinsel taciz,

hırsızlık vb. suçları baz alırsak, bu suçların işlenişi

modern iletişim teknolojileri ile daha kolay bir hal aldı.

Bu konuda başlarda yapılan normatif düzenlemeler,

gelişmenin ilk dönemlerinde mağduriyete gerekli

yaptırımı uygulamadığından hukuka olan güveni sarstı.

Bu da hukukun etkinliğini sağlamaya olumsuz nitelikte

bir dönüt oldu.

SONUÇ

Son olarak genel bir değerlendirme yapılması

gerekirse; modern iletişim teknolojileri her ne kadar

olumsuz tarafları olsa da hukukun etkinliğinin

sağlanmasında daha çok olumlu bir rol oynamaktadır.

Bu da özellikle işlenen suçların ifşası ve suçluların daha

kolay yakalanması şekillerinde ortaya çıkmaktadır.

Aynı zamanda devlet aygıtının bozulmalar yaşadığı

dönemlerde hukukun yozlaşmasına tepki gösteren

halkın suçları ortaya çıkarması ve bu doğrultuda

örgütsel ve eşgüdümlü ses çıkarması sarsılan hukuki

etkinliğin dengede tutulması açısından önemlidir.

Osman TURAN

İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi

43


HUKUK YARGILAMASINDA

“SÜRPRİZ KARAR YASAĞI”

Sürpriz karar yasağı, Türk hukukunda temel

bir tanıma sahip olmamakla birlikte, yargı

kararlarıyla gelişerek ilke halini almış bir

kavramdır. Özekes’e göre, sürpriz karar eksik

yahut yanlış yapılan bir yargılama sonucunda

verilen, yargılamayla ilgili tüm veya bazı kişileri

hayrete düşürecek beklenmedik karardır[1].

Öncelikle bu kavram, tarafların aleyhine verilen

bir karar olarak anlaşılmamalıdır. İlaveten bir

kararın sürpriz karar olabilmesi için ortada bir

nihai kararın bulunması gerekmektedir. Bu

bağlamda, ilgili tarafa haber vermeksizin verilen

bir ara karar veya ihtiyati tedbir kararı sürpriz

karar niteliğinde olmayacaktır.

Tarafların aralarındaki uyuşmazlığa, bizzat tarafların

kararlaştırdıkları hukuk kurallarının aksine, başka

hukuk kurallarının uygulanması sürpriz karar

kapsamında değerlendirilebilecektir.[1] Doktrinde,

mahkemelerin yerleşik içtihatlarından dönmeleri ve

yerleşik hukuk uygulamasından farklı çözümleri

benimsemeleri de sürpriz karara örnek olarak

gösterilmektedir.[2]

Esasında bu ilkeye, 6100 sayılı HMK’nın “hukuki

dinlenilme hakkı” başlıklı 27.maddesinin hükümet

gerekçesinde zımni olarak değinilmiştir. Söz konusu

gerekçede; “… Ortaya çıkacak karar, hukukun genel

ilkelerine, mevzuata ve yerleşik içtihatlara tamamen

aykırı ve ‘sürpriz’ sayılacak nitelikte olmamalıdır…”

şeklinde ifadelere yer verilmektedir. Yine aynı gerekçede,

yargı mercilerinin yerleşik içtihatların dışında yeni bir

karar verebileceği ve fakat bu husustaki gerekçelerini tam

ve açık bir şekilde ortaya koyarak tarafların

açıklamalarını da esas almaları gerektiği belirtilmektedir.

İlkeye özellikle, yerleşik içtihatlarla çelişkili mahkeme

kararlarındaki karşı oy yazılarında rastlanılsa da, bir

hakem kararının iptaline ilişkin BAM kararının temyizine

yönelik yakın tarihli Yargıtay kararında; “…bir an için

hakem önüne gelen bir uyuşmazlıkta talepten fazlasına ya

da talep ve dava edilmeyen bir konuda karar verebileceğinin

kabulü halinde, talep konusu edilmeyen konuda davalı

tarafın hukuki dinlenilme hakkını da korumak mümkün

olmayacaktır.

Bir başka deyişle tarafın talep ve dava konusu

etmediği, sadece hakem heyetinin karara konu

ettiği bir konuda davalı tarafın savunma yapması

beklenemez. Hakemlerin ‘sürpriz’ bir şekilde

verdikleri hükümde konuyu karara bağlamaları

‘Sürpriz Karar Yasağı’ ilkesine de aykırılık teşkil

edecektir. Bir an için aksi düşünüldüğünde; davacı

tarafından; davalı tarafın savunma yapmasının

önüne geçilmesi için uyuşmazlığın sadece bir

kalemi talep konusu edilir, diğer talepler özellikle

talep dışı bırakılır ve hakem heyeti de talep dışı

olan ve davalının savunma yapma imkânı

bulamadığı konuda karar vererek davalının, adil

yargılanma hakkının en önemli unsuru olan

HMK’nin 27.maddesinde düzenlenen hukuki

dinlenilme hakkına aykırı karar vermesini

mümkün hale getirmek tehlikesi söz konusu

olabilecektir…[1]” ifadelerine yer verilerek

ilkenin muhteviyatı açıklığa kavuşturulmuştur.

Mevcut kararlar ışığında, bu yasağın, hukuki

dinlenilme hakkını ve dolayısıyla adil yargılanma

hakkını korumak adına kabul edildiğini

söyleyebiliriz. Öğretide ise tarafların getirdiği

vakıalara uygulanacak en doğru hukuk kuralının

tespiti noktasında hâkimin yapacağı belirlemenin

sürpriz karar verme yasağına aykırı olamayacağı

belirtilmektedir.

44


HUKUK YARGILAMASINDA

“SÜRPRİZ KARAR YASAĞI”

Tüm bu değerlendirmeler karşısında, her

içtihat değişikliğinin veya yerleşik içtihatlardan

farklı olarak verilen her kararın sürpriz karar

sayılmaması, somut olayın kendi şartları ve

yargılamanın ihtiyaçları doğrultusunda hareket

edilmesi gerekmektedir.

KAYNAKÇA

ÖZEKES, Muhammet: Hukuki Dinlenilme

Hakkı, Yetkin Yayınları.

BAHRİYELİ, Kemal: Kar Payı Ödenmemesi

Nedeniyle Anonim Şirketin Haklı Sebeple

Feshi, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi,

Sayı:42, 2020.

ÖGE, Hande: Hukuki Dinlenilme Hakkı,

ACADEMIA.

Tunahan DENİZ

Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi

45


SAVUNMA HAKKI VE SAVUNMA

HAKKININ KUTSALLIĞI

Savunma Hakkının Tarihsel Gelişimi: Savunma

hakkının Yunan medeniyetindeki tarihsel gelişiminden

söz ederek başlarsak eğer; Yunan medeniyetinde

kişilerde bireyleri ve devleti birtakım suçlardan itham

edebilme hakkı vardı. İtham etme hakkı verilmesinin

doğal sonucu olarak bireylere bu bahsedilen ithamlara

karşı savunma hakkı da tanınmıştır. İtham eden

veyahut kendisi bu ithama karşı savunması beklenen

açıkça kendini savunamayacak ya da ifade edemeyecek

durumda bulunuyor ise arkadaşlarını ya da aileleri

aracılığıyla temsil edilmek için bu kişileri mahkemeye

davet edebilirlerdi. Bu durum günümüzdeki

müdafiiliğin temellerini oluşturmaktadır. Ayrıca

burada belirtmem gerekir ki tarihte bilinen ilk baro

Atina’da kurulmuştur.

Roma hukukuna bakacak olursak; Roma’da suç insan

ve tanrının ilişkisinin bozulması olarak

değerlendirilirdi bu sebeple de savunma yapılmasında

da rahiplerin yardımı aranırdı. Daha sonra Roma

hukukunun gelişmesiyle avukatlar ceza

yargılamalarında da yer almaya başladı. Roma

mahkeme düzeninde bir veya birden çok ithamcı

bulunurdu ve bu ithamcılar dilerse tek başına ayrı ayrı

konuşma yapabilirdi bu itham konuşmalarının ardını

savunma konuşmaları alıyordu. Savunmayı sanığın

bizzat kendisi yapabileceği gibi sanık isterse onun

yerine patronun veya patroni de yapabilirdi. Yani

Roma döneminde de müdafiilik mevcuttu ve günümüz

modern müdafii kavramının gelişmesi için temellerinin

o dönem ve mekânda atıldığını söylemek yanlış olmaz.

Savunma hakkı; hak arama özgürlüğünün

somutlaşmış hali olarak karşımıza çıkmaktadır.

Savunma hakkı “yargılama makamları önünde ve

belli bir amaçla bir suçlamadan kurtulmak için

kullanılan söz ve düşünce özgürlüğüdür.” Sanık,

savunma hakkı çerçevesinde somut ve gerçek bir

hukuki savunma için iki olanağa sahiptir; ya

kendisini bizzat savunur, bu da maddi savunmadır

ve bireyseldir, kural olarak sanığa ait bir haktır. Ya

da müdafii yardımından yararlanır, buna ise

hukuki savunma diyoruz. Hukuki savunma ise

bireysel olabileceği gibi, kolektif de olabilir.

Orta çağa bakacak olursak; bu çağda Roma ve Yunan

medeniyetlerinde bulunan müdafii kavramı bu

dönemde neredeyse hiç gelişmemiş ve hatta

körelmiştir. Çünkü bu çağda suçlar işkence

yöntemiyle itiraf ettirilmekte ve hatta savunma

hakkına karşı durulan bir dönem olarak karşımıza

çıkmaktadır. Roma ve Yunan hukukunda itham

sistemi kabul edilirken Orta Çağ da engizisyon sitemi

kabul edilmekteydi ve bu sebeple daha yeni bir

kavram olarak karşımıza çıkan müdafiilik kavramı

hiç gelişmemiş hatta körelmiştir. Bu dönemde

avukatlıkla ilgili en önemli gelişme Rönesans etkisinde

olmuştur. Şöyle ki avukatların başka şehirlere giderek

sanık hakkında savunma yapmalarına istinaden

müdafiiler hakkında “ adaletin gezici şövalyeleri”

olarak adlandırılmışlardır.

Türk hukukunda savunma hakkı; Savunma hakkının

anayasal düzenlemelere konu olması 1876 tarihli

‘Kanun-i Esasi’ ile başlamıştır. (83. maddesi)

Savunma hakkının kullanılması ve müdafiinin ya da

tanığın bizzat kendisinin mahkemede savunma

yapması ceza muhakemesinin sonucuna ve amacına

hizmet eden olmazsa olmaz bir kurumdur.

Mahkemelerde bilindiği üzere iddia makamı ve

savunma makamı olmak üzere iki grup

bulunmaktadır. Mahkemelerin asli görevi ise gerçek

ve hakikate ulaşmaktır. Bu sebeple iddia makamının

öne sürdüğü iddia ve vakıaları değerlendirmekle

görevlidir. Şöyle ki savunma makamı olmasaydı

mahkemenin de varlık sebebi konusunda soru

işaretleri oluşur hatta mahkememin de yani

yargılama makamına da ihtiyaç duyulmazdı.

46


SAVUNMA HAKKI VE SAVUNMA

HAKKININ KUTSALLIĞI

Savunma hakkı kıymetli görülmezse savunma makamı

da değerli görülmez, Yazdıkları okunmaz, Söyledikleri

dikkate alınmaz ve bunların hepsi de adaletten uzak bir

yargılama sürecini karşımıza çıkarır ve bu da adaletin

temel yapı taşlarından birini işlevsiz hale getirir.

Yargılamanın amacı gerçek adalete ulaşmaktır ve bu

sonuca ancak savunma hakkını etkili ve kutsal bir

şekilde kullanmaktan geçer. Savunma hakkını etkin bir

biçimde kullanılması ise ancak “hukuk devleti ilkesinin”

aktif bir şekilde hukuk sistemine yerleşmiş olmasına

bağlıdır. Savunma hakkı aynı zamanda bir insan

hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde

savunma hakkı bir insan hakkı olarak düzenlenmiştir.

Ayrıca aynı beyanname herkesin bir savunma hakkına

sahip olduğunu da kabul etmiştir. (madde 6/1) . Ayrıca

Anayasamız da savunma hakkını düzenlemiştir “Herkes,

meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı

mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve

savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” diyerek

bu konudaki tereddütlere yer vermeyerek anayasal

güvence altına almıştır.

Peki, nedir bu savunma hakkı? Savunma hakkını kısaca

bireyin kendisine yöneltilmiş olan isnada karşı cevap

verme ve bunu kabul etme veyahut susması olarak

değerlendirebiliriz. Bu hakkı bireylere hukuk

vermektedir. Yani kısaca savunma hakkını şöyle

açıklamak mümkündür. Nerede bir iddia varsa orada bir

savunma hakkı da vardır. Hak arama insanın doğası

gereği taşıdığı bir özelliktir ve insanca bir yaşam için

olmazsa olmaz bir unsurdur. Kısacası içgüdüsel bir

davranıştır. Hukuk öncesi dönemlerde insana bahşedilen

bu hak devlet eliyle değil kişinin kendinden kaynaklanan

bir şekilde gerçekleşmekteydi. Buna da zaten ilhak-ı hak

deriz fakat hukukun ve toplumların gelişmesiyle bu hak

devlet tarafından güvence altına alınmıştır ve bu hak

savunma hakkı kuralları arasında yerini almıştır.

Günümüzde insanları yönetimlerden, insandan gelecek

olan ve bireylerin haklarına halel getirecek olan her

türlü hakarete karşı hukuk korumaktadır. Dolayısıyla bu

korumanın sözde değil, gerçek ve etkin bir biçimde

gerçekleşmesinin yolu savunma hakkının etkin bir

biçimde kullanılması yolundan geçer. Savunma hakkı

bireysel nitelikte olmasının yanı sıra aynı zamanda

kamusal bir haktır.

Çünkü savunma hakkının engellenmesi ya da

kullanılmamasının sonucunda bireylerin hak ve

menfaatlerine halel geleceği gerçeğinin yanında

toplum da zarar görmektedir. Fakat bu demek

değil ki savunma hakkı sınırsız bir haktır. Elbette

her hakkın olduğu gibi savunma hakkının da

sınırları bulunmaktadır. Şöyle ki; savunma hakkı

suçla, erkle, dava ile sınırlıdır.

Savunma hakkının kutsallığı ve vazgeçilmezliğinin

bazı sonuçları vardır. Öyle ki; savunma hakkı

vazgeçilmez olduğu için bir muhakemenin

taraflarının, uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak

bildiklerini ve düşündüklerini korkmaksızın dile

getirmesini, , yazıya dökmesini veya belgelemesini

ifade eder. Öyle ki bu korumalar olmasaydı

kendisine itham edilen suç dolayısyla savunma

yapan kişi sarf ettiği söz ve yazıya döktüğü

düşüncelerin başka bir suç oluşturacağı şüphesiyle

savunma hakkını etkin ve gerçek bir şekilde

kullanamazdı ve bu da adaletin tecelli etmesini

güçleştirirdi. Savunmanın dokunulmaz olması

onun bir hukuka uygunluk sebebi olması sonucunu

da doğurur. Taraflar için bir hak olan iddia ve

savunma; bu amaçla ve bu esnada tarafların

yapabilecekleri hakaretler bakımından özel bir

hukuka uygunluk sebebi teşkil etmektedir. Fakat

bun durum da aynı zamanda içerisinde bazı

şartları taşımaktadır. Failin doğrudan doğruya

iddia veya savunma hakkının bulunması, hakaret

içeren yazı ve sözlerin kullanımının savunma

hakkının icrasının bir sonucu olması ve söz konusu

hakkın yani savunma hakkının kötüye

kullanılmamış olmasıdır.

Savunma Hakkının amacı: Savunma hakkının

dokunulmazlığı savunma yapan kişinin hiçbir

kurum veya kanundan korkmadan kendine isnat

edilen iddiaya dair içinde bulunduğu durumu

korkmadan ve özgürce, açıkça ifade edilmesine

hizmet eder. Bu durum da aynı zamanda Adaletin

gerçekleşmesine ve bir haklan savunmanın

güvence altına alınmasını sağlar.

47


SAVUNMA HAKKI VE SAVUNMA

HAKKININ KUTSALLIĞI

SONUÇ: Günümüz şartlarında her ne kadar bizim

varoluşsal içgüdümüzden kaynaklanan ve insan

olmanın sonucu olarak bize verilen savunma

hakkının ihlallerine maruz kalsak da, bu hakkımı

aktif ve sınırlandırılmadan uzak bir şekilde

kullanmayı hedefliyor olsak da bunu

sağlayamadığımız anlara maruz kalmaktayız

unutmamak gerekir ki Savunma hakkı hukukun ve

yargılamanın hedefine ulaşmasındaki en temel yapı

taşlarındandır. Adil yargılanmaya hizmet eden en

temel hakların başında yer alan savunma hakkının

kutsallığını her an gerçek ve daimi olması

temennimle...

KAYNAKÇA:

Savunma Hakkı ve Sınırları; Hamide ZAFER

Savunma Hakkı; Av. Yasin DIVRAK – Av. Ahmet

Hasan KILIÇ

Ayşenur Gökçe TAPAÇ

Lefke Avrupa Üniversitesi Hukuk Fakültesi

48


KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TANITIMI

KIRIKKALE’DE YAŞAMAK VE KIRIKKALE

ÜNİVERSİTESİ’NİN OLANAKLARI

Kırıkkale Üniversitesi’nin, Ankara, Eskişehir, Konya

gibi büyük şehirlere olan yakınlığı benim için önemli

bir etkendi. Neredeyse her saatte Ankara’ya kalkan

minibüsler var. Şehrin küçük olması sosyal

etkinliklerin kısıtlı olması bakımından maalesef bir

dezavantaj ancak üniversitenin yurt ve apartlara

yakın olması sebebiyle bütçemiz fazla zorlanmıyor.

Üniversitenin bulunduğu Yenişehir yerleşkesi

ihtiyacımız olan her şeyi barındırıyor ve merkeze

gitmemize gerek kalmıyor. Ancak su kesintisinin

fazla olması bize sıkıntı veriyor. Şehirde ulaşım

sadece dolmuşlarla sağlanıyor maalesef otobüs metro

vs. yok. Kampüs içerisinde ise uygun ücretli ringler

var.

BARINMA OLANAKLARI

KYK’ya bağlı dört kız iki erkek yurdu var.

Kampüsün içinde özel yurt bulunuyor. Bu yurtta

fiyatlar diğer şehirlere nazaran daha uygun.. Kızlar

ve erkekler ayrı veya karışık olan birçok apart

bulunuyor.

YEMEKHANE VE KÜTÜPHANE

Kampüs içinde bulunan merkez kütüphane

öğrencilerin faydalanması için yeterli imkanlara

sahip değil ancak Yenişehir’de çalışma salonları var.

Hukuk Fakültesine ait bağımsız bir çalışma

salonumuz da yok. Yemekhanenin yemekleri lezzet

olarak fena değil, ücreti de makul seviyede.

FAKÜLTENİN FİZİKİ OLANAKLARI VE

SOSYAL FAALİYETLERİ

Öncelikle sınıflar toplu ders dinlemek için yeterli

değildi ancak pandemi sürecinde fakültenin yanında

yapımı tamamlanan merkezi derslikler sayesinde bu

sıkıntı biraz giderilmiş oldu.

Öğrencilerin kaynaşması için yeterli sayıda öğrenci

toplulukları var ve birçok faaliyet yürütmekteler. Yıl

içerisinde çok faydalı seminerler, etkinlikler,

münazaralar ve daha bir sürü proje gerçekleştirildi.

HOCALARIN DERS ANLATMA, SORU SORMA

USULLERİ

Fakültemizde ana dersler yıllık yani dönem sonunda

vizeler, yıl sonunda finaller yapılıyor. Finaller haziran

sonunda bütünlemeler temmuz ortasında bitmiş oluyor.

Hocalarımız mesleki yeterliliğe sahip bireyler

yetiştirmeyi amaçladığı için sınavları oldukça üst düzey

hazırlıyor. Fakültemiz, öğrencinin muhakeme yeteneğini

geliştirmeye yönelik bir fakülte ve ders yoğunluğu

oldukça fazla. Eminim mezun olurken kendimize birçok

şey katmış olacağız.

Bu sene bizi en çok zorlayan faktör devam

zorunluluğunun getirilmesi oldu. Diğer üniversitelerin

aksine bizde yoklama alınıyor artık.

HOCALARLA İLETİŞİM

Hoclarımızla çok rahat iletişim sağlayabiliyoruz.

Aklımıza takılan soru veya istişare etmemiz gereken bir

konu olduğunda hocalarımızı rahatlıkla fakültede bulup

iletişime geçebiliyoruz.

Ayrıca fakültemizde hem normal hem ikinci öğretim

bulunmakta. İkinci öğretim dersleri 17.00 da başlıyor ve

geç saatte bitiyor. Geç saatte bitmesi de Yenişehir’de

canlılık geç saatlere kadar devam ettiği için güvenlik

açısından problem oluşturmuyor.

Gamze TIRNAKSIZ

Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi

49


TOBB ETÜ'DE HUKUK OKUMAK

TOBB ETÜ’DE HUKUK OKUMAK

-EĞİTİMDEN VE AKADEMİK KADRODAN

BAHSEDEBİLİR MİSİN?

Az öğrenci olması, akademisyenlerle en aktif biçimde

iletişim kurup, çok basit sorularımıza dahi herhangi

bir güçlük yaşamadan cevap bulmamızı sağlıyor.

Aynı zamanda genç ve dinamik kadrosuyla dersler

interaktif bir biçimde işleniyor. TOBB ETÜ, az

öğrenci ve nitelikli kadrosuyla bizlere eğitiminden en

faydalı biçimde yararlanmamızı sağlıyor.

-Bu sistem henüz meslek hayatına atılmadan bizlere

çeşitli hukuk büroları, yüksek mahkemeler ve çeşitli

şirketlerde mesleki deneyim elde etmemizi, aynı

zamanda uzmanlaşmak istediğimiz alanları vakit

kaybı yaşamadan, sağlıklı bir biçimde seçmemiz için

bizlere fırsat veriyor. Ek olarak bu deneyimler

süresince okulumuz aracılığıyla belirli bir seviyede

maddiyat elde etmek gibi bir şansımız da bulunuyor

ÖĞRENCİ TOPLULUKLARI ÇALIŞMALARI

VAR MIDIR?

Okulumuzda halihazırda bir sürü alanda öğrenci

topluluğu bulunmakta. Bu öğrenci toplulukları,

bizlere sadece tek bir alanla sınırlı kalmayıp farklı

perspektiflere ve ilgi alanlarına sahip olmamız için

olanak tanıyor. Toplulukların çeşitli faaliyetleri en

başta hukuk topluluğu olmak üzere mesleki ve sosyal

alanda kendimizi geliştirip, hayatımızda kendimizi

ileri taşıyabileceğimiz fırsatlar sunuyor. Bu sistem

henüz meslek hayatına atılmadan bizlere çeşitli

hukuk büroları, yüksek mahkemeler ve çeşitli

şirketlerde mesleki deneyim elde etmemizi, aynı

zamanda uzmanlaşmak istediğimiz alanları vakit

kaybı yaşamadan, sağlıklı bir biçimde seçmemiz için

bizlere fırsat veriyor.

Ek olarak bu deneyimler süresince okulumuz

aracılığıyla belirli bir seviyede maddiyat elde etmek gibi

bir şansımız da bulunuyor.

OKULUNUZDAKİ YABANCI DİL EĞİTİMİ

NASILDIR?

TOBB ETÜ’ de içerisinde bulunduğumuz dönemde

yabancı dile çok ihtiyaç duyduğumuz hazırlık sınıfı

mevcut. Hazırlık sınıfında İngilizce dilini ileri seviyede

öğrenip TOEFL sınavı ile dil yeterliliğimize uluslararası

geçerlilik kazandırmak gibi bir şansımız var. Aynı

zamanda yabancı ülkelerden de akademisyenler olduğu

için yabancı dilimiz ana dili olan öğretmenlerimizden

öğrenmek bizim için çok büyük bir fırsat. Hazırlık

sınıfından hukuk bölümüne (başka bölümler içinde aynı

durum mevcut) geçtiğimizde hukuki ingilizceyi

profesyonel bir biçimde görüyoruz. Bu süreçte 3. Sınıfa

geçtiğimizde Almanca, Arapça,

Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Çince ve

Rusça gibi dilleri B1 seviyesine kadar görüyoruz.

Yabancı dil kulüpleri de okulumuz bünyesinde

bulunduğu için bu seviyeyi pekâlâ daha ileri seviyelere

taşıyabiliyoruz.

TOBB ETÜ bunlar gibi daha saymakla bitiremeyeceğim

bir sürü olanakla bizlere nitelikli eğitimin kapılarını

aralıyor.

İrem Sahre ŞAHİN

TOBB ETÜ Hukuk Fakültesi

50


ANKARA HACI BAYRAM VELİ ÜNİVERSİTESİ

TANITIM

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk

Fakültesi

Gazi Üniversitesinin 2018 yılında bölünmesiyle

kurulan bir üniversitedir. Hukuk fakültesi

Beşevler yerleşkesinde bulunmaktadır. Gerek

konumu gerek sosyal aktiviteleri gerekse

akademik başarıları yönüyle birçok avantaja

sahiptir.

Beşevler yerleşkesinde bulunması sebebiyle

otobüs, metro gibi araçlarla ulaşım oldukça

rahattır.

Hukukta Kariyer Topluluğu, İnsan Hakları

Topluluğu, Uluslararası Hukuk Topluluğu,

LÖSEV Fayda Topluluğu, Bilişim Hukuku

Topluluğu, Münazara Topluluğu, Kitap Bankosu

Topluluğu, Çocuk Hakları Topluluğu gibi birçok

aktif öğrenci topluluğuyla sosyal aktivitelerine

hız kesmeden devam etmektedir. Bu

topluluklardan Hukukta Kariyer Topluluğu Gazi

Meclis

Simülasyonu, Hukukta Kariyer Günleri gibi

etkinliklerle çeşitli hukuk fakültelerindeki

yüzlerce kişiyi bir araya getirerek sosyalleşmeyi

arttırırken İnsan Hakları Topluluğu TİHEK,

BEDK gibi alanında önde gelen kurumların

sempozyumlarına katılım sağlatarak akademik

anlamda bilgi haznemizin genişlemesine katkı

sağlar.

Kısaca topluluklardan bahsettiğimize göre biraz da

bizi ilk yılda bekleyen derslere değinelim. İlk yılda

Anayasa Hukuku, Medeni Hukuk, İktisat, Hukukun

Temel Kavramları, Roma Hukuku, Siyasi Tarih,

İngilizce, Türk Dili, İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük

ile 1 tane alan dışı seçmeli ders alınmaktadır. Bölüm

eğitimini Türkçe olarak sürdürmektedir ve yıllık

sistem olduğu için ders seçimlerinde dönemde

sadece seçmeli ders değiştirilmektedir.

Gazi'den ayrıldıktan sonra akademik kadrosunun

değişmemesi nedeniyle eğitim kalitesi aynen devam

etmekte ve hocalarımız bizi öğrenmeye, araştırmaya

teşvik etmektedir. 2015, 2016 ve 2017 yılında

yapılan hâkimlik sınavlarında da en başarılı

üniversite olarak adını duyurmuştur.

Hivda ERGÜL

Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi

51


TEŞEKKÜRLER!

Bizleri bu günlere getiren her bir üyemize, Yönetim

Kurulu ve sorumlular kurulu üyelerimize, üniversite

temsilcilerimize, arka planda çalışıp üyelerimize

platformumuzu tanıtan gizli kahramanlarımız Hakan

ÖZER ve Rabia ÜNLÜEL'e ve bizleri her zaman

destekleyen siz değerli okuyucularımıza teşekkürlerimizi

sunuyoruz!

@yenilikcihukukcularplatformu @YenilikciHP Yenilikçi Hukukçular Platformu

52

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!