Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İDEA HUKUK DERGİSİ
Yeniye ve geleceğe bir adım daha yakın...
YENİLİKÇİ HUKUKÇULAR PLATFORMU
Ağustos 2022 | Sayı 1
İÇİNDEKİLER
Cemre DEMİR -Teknoloji ve Hukuk- S.1
Gülpembe GEZ -Yazılımlar Hukuken Korunabilir Mi?- S.4
Çiğdem AKKOÇ-Hukuk Bulmacası Eki- S.7
Ayşe Nur KILCI -Salem Cadı Mahkemeleri- S.9
Öykü ATIŞ -Tarihte Hayvanların Yargılanması- S.11
Özgür ÖZSOY -Avrupa Siber Suçlar S. Bağlamında TCK- S.13
Rıza Erdi MERTOĞLU -Anarko Kapitalizm İdeolojisi- S.16
Cemile TEKDEMİR -Dreyfus Davası- S.20
Dilara ÜÇÖZ -Bu Senenin Modası: Hukuk- S.23
Zehra CAN Hukukta İlklerin Kadını: Süreyya AĞAOĞLU S.25
Asya Naz KIZILIRMAK -Spor Hukuku Röportajı- S.27
Hilal TEKEŞ -Haksız İdam Kurbanı: George STİNNEY- S.34
Şevval FURUNCU Suça Teşebbüsün Cezalandırılabilme Şartları S.36
Damla Nur KOÇ Sosyal Medya Hesapları Mirasa Konu Olabilir mi? S.39
Muhammet ÖZKAYA -Kadın Cinayetlerinde İyi Hal İndirimi- S.41
Osman TURAN Modern İletişim Araçları ve Hukukun Etkinliği S.42
Tunahan DENİZ Hukuk Yargılamasında Sürpriz Karar Yasağı S.44
Ayşenur Gökçe TAPAÇ -Savunma Hakkı- S.46
Gamze TIRNAKSIZ Kırıkkale Üniversitesi Tanıtımı S.49
İrem Sahre ŞAHİN TOBB ETÜ'de Hukuk Okumak S.50
Hivda ERGÜL Hacı Bayram Veli Üniversitesi Tanıtımı S.51
@yenilikcihukukcularplatformu @YenilikciHP Yenilikçi Hukukçular Platformu
ÖN SÖZ
Değerli Okurlarımız, İdea Hukuk Dergisi’nin ilk sayısı ile
karşınızdayız!
Yenilikçi Hukukçular Platformu bünyesinde çıkarılan dergimizde
geleceğin hukukunu yakalamak ve bir adım ötesine geçmek adına
şimdiden iz bırakmaya niyetliyiz. İdea Hukuk Dergisi olarak hukukun
süregelen dogmatik yapısından ziyade dijital dünyanın getirdiği
inovasyonlara ayak uydurarak, hukukun her geçen gün gelişen ve
değişen yapısına kendimizi entegre ederek geleceğe en donanımlı
şekilde ulaşmayı amaçlamaktayız.
2021 yılının mayıs ayında bizlere güvenerek destek veren ve platformu
kurmamızda bizleri öncü olarak gören on dokuz kişiden oluşan
ekibimizle çıktığımız bu yolda binlerce kişilik bir aile olmanın
mutluluğunu yaşamaktayız. Bugün ise yaptığımız işlerin meyvesi
mahiyetindeki dergimizin yayın hayatına başlamasından büyük
heyecan duymaktayız.
Dergimizin nihai amacından söz etmemiz gerekirse, bizler hukukun
temel ilkelerine saygı duyan, hukukun yaşayan ve gelişen bir sosyal
bilim olduğuna inanarak bu doğrultuda çalışmalarımızı sürdürmeyi
amaçlayan hukukçulardan oluşmaktayız.
Sözü fazla uzatmadan öncelikle idea hukuk dergimizin oluşumunda
büyük emeği geçen eş başkanım ve ortağım Asya Naz
KIZILIRMAK’a, dergimizin asıl sahipleri olan yayın ekibimize,
yazılarını bizlerle paylaşan kıymetli yazarlarımıza ve en nihayetinde
ilk günden beri arkamızda olan siz kıymetli okurlarımıza
teşekkürlerimi sunuyorum.
Değerli okurlarımıza saygıyla arz ederim.
Sevgili Babaannem Elmas MERTOĞLU anısına…
Rıza Erdi Mertoğlu
Yenilikçi Hukukçular Platformu Kurucu Ortağı/Yönetim Kurulu
Üyesi
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ/GENEL KOORDİNATÖR:
Asya Naz KIZILIRMAK
Rıza Erdi MERTOĞLU
EDİTÖRLER:
Rıza Erdi MERTOĞLU
Asya Naz KIZILIRMAK
Zehra CAN
Şevval FURUNCU
Gülpembe GEZ
Ezgi GÜNDOĞDU
YAZARLAR:
Cemile TEKDEMİR Çiğdem AKKOÇ
Ayşenur Gökçe TAPAÇ Zehra CAN
Damla Nur KOÇ Ayşe Nur KILCI
Rıza Erdi MERTOĞLU Tunahan DENİZ
Şevval FURUNCU Zehra CAN
Özgür ÖZSOY Osman TURAN
Muhammet ÖZKAYA Gülpembe GEZ
Asya Naz KIZILIRMAK Hilal TEKEŞ
Dilara ÜÇÖZ Öykü ATIŞ
Cemre DEMİR Gamze TIRNAKSIZ
İrem Sahre ŞAHİN Hivda ERGÜL
ve YAYIN EKİBİ
KONUKLARIMIZ:
Av. Turgut Özgüç ÖZGÜN
Av. Korhan ARMAĞAN
TEKNOLOJİ VE HUKUK
Özellikle geçtiğimiz on yıl içerisinde teknolojik
gelişmelerin hızlanmasıyla bankacılık sektöründen
eğitim sektörüne, oyun sektöründen sağlık sektörüne
her alanda köklü değişiklikler yaşanmaya başladı.
Çoğu olumlu değişimler olsa da dolandırıcılık gibi
olumsuz örneklerin bile teknolojiden etkilendiğini
söyleyebiliriz. 1900 yılında İstanbul’a, Osmanlı
vatandaşlarına İspanya’dan mektuplar gelmeye
başlar. Bu mektuplarda bir define keşfedildiği ve
definenin kazıp çıkarılması için bir miktar paraya
ihtiyaç olduğu, para gönderildiği takdirde çıkacak
servetten büyük bir hisse verileceği yazmaktadır.
Yaşanan bu vakalar Osmanlı hükümetinin dikkatini
çeker ve vatandaşları bu tuzağa düşmemeleri
konusunda uyarır, gazetelerde de durumu anlatan
ilanların yayınlanması kararlaştırılır. Geçmişte
mektupla yapılan bu dolandırıcılığın teknolojiyle
birlikte evirilerek sosyal mecralarla yapıldığını görmek
mümkün. Hatta Bilişim Hukuku adıyla anılan
teknolojinin kötüye kullanımı ile insanlara zarar
verilmesini önlemek için ortaya çıkmış bir hukuk dalı
bile mevcut. Siber suçlar, internet suçları, olarak
bilinen bu suçlar Türk Ceza Kanunu’nun “Bilişim
Alanında Suçlar” başlığı altında 243. ve 246. maddeler
arasında düzenlenir.
Bu değişikliklere bağlı olarak toplum da hızlı bir
değişim içine girdi. Bireylerin bu değişimlere ayak
uydurabilmesi için iyi birer teknoloji okuryazarı
olmaları gerekiyor. Peki, nedir teknoloji okuryazarlığı?
Teknolojiyi güvenli, etkili ve sorumlu bir şekilde
kullanma, anlama, analiz etme yeteneğidir. En basit
tabiriyle teknolojiden maksimum verim sağlamak,
zararlarını minimuma indirmektir. Teknolojik
gelişmelerin etkilediği diğer bir alan da yukarda
bahsettiğim gibi hukuktur. Bu kısmın üstünde ayrıca
durulmalı çünkü hukuk kuralları toplumun
ihtiyaçlarına göre şekillenir ve toplumu şekillendirir.
Bu yüzden toplumla birebir temasta olan hukukçuların
çağı yakalayabilmeleri çok önemlidir.
Teknoloji ilerledikçe hukuk literatürüne yeni
kavramlar kattı. Ancak Earl Warren’in “Dünyada
ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik değişikliğin
hızlanma temposu; hukukta gerçekleşen
değişikliklere oranla, tavşanla yarışan kaplumbağaya
benzemektedir.” söylemini destekleyen birçok olayla
karşılaşmak mümkün. Gelin bu konuyu biraz daha
açalım. Eğer herhangi bir teknolojik gelişme henüz
başlangıç aşamasındayken hukuki bir düzenleme
yapılırsa teknolojik gelişmenin olası etkileri hakkında
yeterli veri toplanamadığından, yeterince
gözlemlenemediğinden ya yapılan düzenlemeler
yetersiz kalacak ya da çok sıkı düzenlemeler yapılıp
teknolojik gelişmelerin önü kapatılacak. Eğer
teknolojinin etkilerini gözlemlemek için uzun süre
beklenirse de zaten hızlı bir şekilde gelişen teknoloji
çoktan toplumun hayatına yerleşmiş olacak ve
hukuki açıdan denetlenmesi zorlaşacaktır. Bu durum
üstünde düşünülmesi gereken bir konu. Şimdi bu
konuyu geride bırakalım, arkamıza yaslanalım ve
teknolojinin büyülü dünyasında kaybolalım.
Blok zinciri (Blokchain)
Blok zinciri teknolojisi, 2009’da blok zinciri
teknolojisinin ilk uygulaması Bitcoin’in, 2008’de icat
edilmiş kripto para, piyasaya sürülmesiyle gündeme
gelmeye başladı ancak bu teknolojiyi yalnız Bitcoine
indirgemek de haksızlık olur.
1
1
TEKNOLOJİ VE HUKUK
Temel Prensipleri:
1. Yapılacak işlemler için aracı
kuruma ihtiyaç yok
2. Açık kaynak: Geliştiriciler, hem
toplu hem de bireysel olarak daha
yenilikçi yazılım çözümleri
oluşturmak için fikirlerini ve
kodları paylaşırlar.
3. Herkese açık, merkeziyetsiz, dağıtık
ağ: Bir ağı dünyanın iki ucundan
çalışan cihazlar eş zamanlı olarak
çalıştırabilir. Buna dağıtık ağ
diyoruz. Merkeziyetsiz olması ise
blok zincir veri tabanında farklı
cihazların aynı anda çalışabilmesi
ve böylece sistemin hızlı çalışması,
sürekli aktif kalması anlamına
geliyor. Merkezi çalışan ağlarda
elektrik kesintisi, afet gibi herhangi
bir acil durumda veri tabanları
zarar görebiliyor; veriler
kaybolabiliyor veya veriler merkezi
otoriteler
tarafından
değiştirilebiliyor.
4. Uluslararası transfer imkanı
5. 7/24 aktif
Nasıl Çalışır?
Örneğimizde A, B’ye para
göndermek istesin.
İşlem çevrimiçi olarak bir blokla
temsil edilir.
Blok tüm ağlarda yayınlanır.
Ağdakiler işlemi onaylar. Sistemin
güvenliği için fikir birliği
algoritması: Ağlardan %51 ve üzeri
onay gelirse bloklar eklenir. Bu
mekanizmaya “Consensus
mekanizması (Mutabakat
mekanizması)” denir.
Blok mevcut blok zincirine eklenir.
İşlem tamamlanır.
Blok Zincirine Canlı Olarak Bakmak İster misiniz?
TxStreet; Bitcoin, Ethereum, Bitcoin Cash, Monero ve
Litecoin işlemleri ve Bitcoin ağında bulunan henüz
onaylanmamış işlemlerin bulunduğu havuzu gösteren canlı
bir görselleştiricidir. Bir kripto para birimi ağına yeni bir
işlem yayınlandığında, bir kişi görünür ve gerçek zamanlı
olarak bir otobüse binmeye çalışır. İşlem yüksek ücretliyse
ilk otobüse binecek ve bir sonraki bloka dahil edilmeye
hazır olacaktır. Bir sonraki bloka eklenecek çok fazla işlem
varsa ve işlem yeterince yüksek bir ücret ödemediyse, kişi
sırada bekler veya farklı bir otobüse biner. Bir kişinin
hareket hızı, mevcut medyan ücrete kıyasla ne kadar
yüksek bir ücret ödediğini temsil eder. Bir kişinin boyutu,
işlemin bayt veya gas cinsinden boyutunu temsil eder.
Blok Zinciri Teknolojisinin Geliştirilmesi Gereken Yanları
Ölçeklenebilirlik: Bir sistemin, yazılımın, ağın artan iş
yüküne ve isteklere yanıt verme, yönetme yeteneğine
ölçeklenebilirlik denir. Bir blok zinciri teknolojisi olan
litecoin bir işlemi ortalama 2.5 dakikda yaparken,
ethererum bir işlemi ortalama 14-15 saniyede yapar. Eğer
TxStreet’i incelediyseniz saniyede ne kadar çok işlem
yapıldığını ve 10 saniyenin bile oldukça uzun bir süre
olduğunu biliyorsunuz demektir. Bu problemin
çözülebilmesi için bazen güvenlikten bazen
merkeziyetsizlikten ödün verilmesi gerekiyor.
Kültürel Adaptasyonlar: Kulaktan dolma bilgiler ve bilgi
kirliliğinin hayli fazla olması nedeniyle toplumun adapte
olması zorlaşıyor.
Regülasyonlar: Türkiye’de bir regülasyon bulunmasa da
yakın zamanda bu alanda çalışmalar yapılması bekleniyor.
Dünyaya baktığımızda ise genel olarak bekle-gör
yaklaşımının benimsendiğini söyleyebiliriz. Avrupa Menkul
Kıymetler ve Piyasalar Otoritesi yaptığı bir açıklamada
blok zinciri teknolojisinin henüz bir düzenleyici faaliyeti
gerektirecek kadar gelişmediği, dolayısıyla şu aşamada
gelişmeleri izlemenin daha doğru olacağı ifade etmişti.
Malta ise düzenleyici bir yaklaşımda bulunarak blok zinciri
teknolojisi, kripto paralar ve dağıtık defter teknolojisini 4
Temmuz 2018 tarihinde Parlamentosu’ndan geçirdiği üç
kanun ile düzenlemiştir.
1
2
TEKNOLOJİ VE HUKUK
Sanal Gerçeklik (VR): Görüntü, hologram, ses, konum gibi unsurların gerçek dünyanın taklidi olarak
oluşturulmasıdır.
Artırılmış Gerçeklik (AR): Çevremizde algıladığımız fiziksel unsurların; bilgisayar kaynaklı video, ses, GPS gibi
verilerle birleştirilmesiyle oluşturulur ve mevcut gerçekliği zenginleştirir.
Karma Gerçeklik (MR): Fiziksel dünyayla dijital dünyanın harmanlanmış halidir. Dijital dünyanın nesneleri ve
gerçek dünyanın nesneleri bir aradadır ve gerçek zamanlı olarak birbirleriyle etkileşime girebilirler.
Genişletilmiş Gerçeklik (XR): Üç gerçeklik türü (AR, VR, MR) bir araya getiren kavramdır.
Büyük Veri: Veri kaynaklarından gelen daha büyük ve karmaşık veri kümeleridir. 3V olarak da bilinir. Gelin
bu üç V’yi de inceleyelim.
Volume (Hacim): Veri akışı büyük hacimde ve sürekli olmalı. Böylece katlanarak büyür.
Velocity (Hız): Verinin ne kadar hızlı aktığı da en az hacim kadar önemli bir faktördür.
Variety (Çeşitlilik): Ses verisi, metin verisi, görüntü verisi gibi verileri kapsar.
Son birkaç yılda bu V’lere iki V daha eklendi: Value (Değer) ve Veracity (Doğruluk). Doğruluk verilerin
kalitesini, doğruluğunu sorgularken değer; elde edilen verilerin kuruma ne kadar değer kattığıyla ilgilenir.
Hukukta özellikle KVKK kapsamında karşımıza çıkan Büyük Veri de diğer teknoloji alanları gibi bir
hukukçunun bilmesi ve yorumlayabilmesi gereken alanlardandır.
Sonuç
Bu yazımda bahsettiğim ve bahsedemediğim birçok teknolojik gelişme artık hayatımızın bir parçası haline geldi.
Dolayısıyla her birey teknolojiyi bilinçli ve doğru bir şekilde kullanabilmelidir. Hukuk alanında ise halihazırda bir
regülasyon bulunmasa da yakın zamanda hukukçular daha önce hiç karşılaşmadıkları hukuki ihtilaflarla ilgilenmek
durumunda kalacaklar. Yukarda değindiğim alanlar dışında yapay zeka hukuku, uzay hukuku ve bunlar gibi birçok
alanın da klasik kanunlarla düzenlenmesi mümkün değildir. Hukuk, insan var olduğu sürece var olacaktır. Değişecek,
gelişecek ancak varlığını koruyacaktır. Dolayısıyla tüm bu teknolojik gelişmeleri hukuktan bağımsız şekilde
değerlendirmek konuya bir pencere eksik bakmak demektir.
Kaynakça
AVUNDUK, Hüseyin- AŞAN, Hakan, “Blok Zinciri (Blockchain) Teknolojisi ve İşletme Uygulamaları: Genel Bir
Değerlendirme”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 33, S. 1, 2018, s. 369-384.
DEMİR, Alpaslan, Osmanlı’da Yaşamak, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2020, s. 118-119.
https://av-saimincekas.com/avukatlik/teknolojinin-hukuk-duzenine-etkisi/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)
https://baslangicnoktasi.org/hukuk-ve-teknoloji-collingridge-ikilemi/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)
https://codemodeon.com/tr/genisletilmis-gerceklik-xr-nedir/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)
https://txstreet.com/v/eth-btc (Erişim Tarihi 28/07/2022)
https://www.niobehosting.com/blog/big-data-buyuk-verinedir/#:~:text='Velocity%20(Veri%20H%C4%B1z%C4%B1)%20terimi,rekabet%20avantaj%C4%B1%20a%C3%A
7%C4%B1s%C4%B1ndan%20%C3%A7ok%20%C3%B6nemlidir. (Erişim Tarihi 28/07/2022)
https://www.oracle.com/tr/big-data/what-is-big-data/ (Erişim Tarihi 28/07/2022)
https://www.simplilearn.com/what-is-technology-literacyarticle#:~:text=Technology%20literacy%20(sometimes%20called%20technological,evaluate%2C%20create%20and%
20integrate%20information. (Erişim Tarihi 28/07/2022)
Cemre DEMİR
İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi
3
1
YAZILIMLAR HUKUKEN KORUNABİLİR Mİ?
Abstract
Software productions which are essential building
blocks of rapidly advanced technology consist of
spending great efford and huge work force in line with
profound engineering knowledge and personalized
ideas. İt has significant commercial value and share in
todays countries’economi. Software productions which
are fundamental building blocks of technology ,require
significant protection. Accordingly, softwares are
protected within the scope of intellectual property
rights.
In this article, protection of softwares will be
examined in terms of both technical and legal
aspects,copyrights that are intellectual property rights
and protection methods will be emphasized.
Key words: software, intellectual property
rights,copyrights.
1. Giriş
18. yüzyılın ortalarından itibaren dile getirilen “fikri
mülkiyet” kavramı, 1967’de kurulan Dünya Fikri
Mülkiyet Organizasyonunun (WIPO) sürdürdüğü
çalışmalar doğrultusunda günümüze kadar geldi.
Fikirlerin ve emeğin korunmasını amaçlayan, hukukun
üstünlüğüne inan toplumlarda fikri mülkiyet
düzenlenen yasalar ile koruma altına alınmaktadır.
4
Özet
Hızla gelişen teknolojilerin önemli yapı taşı olan
yazılım ürünleri derin mühendislik bilgi birikimi ve
kişiye özgü fikirler doğrultusunda , büyük emekler ve
işgücü harcanarak oluşmaktadır. Günümüz ülkelerin
ekonomisinde önemli paya sahip veönemli ticari değer
taşımaktadır. Teknolojinin temel yapı taşı olan yazılım
ürünleri önemli bir korunmayı gerektirmektedir. Bu
doğrultuda yazılımlar “fikri mülkiyet hakları”
kapsamında korunmaktadır.
Bu makalede yazılımların korunması hem teknik
hem hukuki boyutu ile incelenerek fikri mülkiyet
hakları olan telif hakları ve korunma yöntemleri
üzerinde durulacaktır.
Anahtar kelimler: yazılım, fikri mülkiyet hakları, telif
hakları.
1
Bu bağlamda 1945 yılında elektronik
hesaplayıcının buluşuyla modern anlmada
gelişimi başlayan yazılımların fikir ve sanat
eserleri hukuku kapsamında “eser” olarak
değerlendirilmesini ve koruma altına
alınması 1886 tarihli Edebiyat ve Sanat
Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern
Sözleşmesi kapsamında, Avrupa Konseyi
1991 tarihli yönergesinde esas almıştır.1995
yılında Bern Sözleşmesi’ni kabul eden
Türkiye, yazılmları 6769 sayılı Sinai
Mülkiyet Kanunu ve 5846 sayılı Fikir ve
Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korum
altına almıştır.
2. Yazılım Nedir?
Yazılım, girilen verilerin bilgisayar
tarafından algılanmasını sağlayan kaynak
kodlar sayesinde bilgisayar tabanlı
sistemlerden istediğimiz çıktıyı elde etmek için
verilen emir dizgeleri ve komutlar bütünüdür
Yazılım ile algoritma birbiriyle
karıştırılmamalıdır. Algoritma, elde etmek
istediğimiz çıktı için tasarladığımız problem
çözüm aşamalarının bütünüdür.
.
YAZILIMLAR HUKUKEN KORUNABİLİR Mİ?
Yazılım ise bu çözüm aşamalarını
kaynak kodlar ile komutlar vererek
bilgisayar tabanlı sistemlere aktarır ve
algoritmanın temel yapı taşını
oluşturur.Burada bahsi geçen kaynak
kodları bilgisayar programlama
dilleridir.Örnek verecek olursak C#,
Python, Java bunlardan birkaçıdır.
Kaynak Kodlar gibi yazılımın bir diğer
parçası da nesne kodudur. Nesne Kodu;
C# vb gibi programlama dillerinin
sahip olduğu ifade kümelerinin derleyici
tarafından çevrilen makine dilidir ve bu
sayede nesne koduna çevrilen kaynak
kodları, bilgisayar sistemleri tarafından
algılanır ve istenilen çıktı elde edilir.
3. Fikri Mülkiyet Hakkı Nedir?
3.1 Fikri Mülkiyet Kavramı ve
Telif Hakkı.
Kişi , kurum veya kuruluşların
sahip olduğu fikir ürünlerine fikri
mülkiyet olarak tanımlanmaktadır.
Söz konusu fikri mülkiyete sahip olan
kişi,kurum veya kuruluş fikri
mülkiyetin maddi ve manevi
haklarından yararlanarak serbestce
paylaşmayı,belli koşullarda
kullanımını kontrol edebilmeyi
isteyebilir.Günümüzde fikri mülkiyet
hukuku olarak bilinen ve başlarda
sadece edebi eserler kapsamında
kullanılan telif hakları, eser sahibinin
her türlü fikir ile ürettiği eserleri
hukuken koruma altına alarak
kapsam alanını genişletmiştir. Bu
bağlamda telif hakkı; eser sahibinin
her türlü fikir ile ürettiği eserleri
hukuken koruma altına alınması
olarak tanımlayabiliriz.
3.2 Yazılımlarda Fikri Mülkiyet Hakkının Kapsam
Alanı ve Korunması.
Fikri mülkiyet hakları kişiye münhasır olan fikirlerin
büyük fikri çaba ile oluşturulan fikri ürünlerin hukuken
korunması olarak tanımladık. Bu korunma kapsamına
musiki, ilim ve edebiyat eserleri, sinema eserleri, güzel
sanat eserleri ve son zamanlarda sıkça gündeme gelen
FSEK’de belirtilen korunma koşulları gereğince yazılım
vb. ürünler de girmektedir. Yazılım sahibi dilerse kendi
hussusiyetini taşıdığı eserini başkaca hiçbir şekil
şartlarına başvurmaksızın eserini yani fikri ürününü
oluştuğu andan itibaren Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’ndan tescil zorunluluğu olmadan koruma
altına alabilir. Kişiye münhasır oluşan yazılım
ürünlerinin hazırlık çalışmaları, nesne kodları ile
kaynak kodları ve program akışı korunma kapsamında
olurken algoritma, arayüzler, ilkeler ve düşünceler bu
kapsam dışındadır.
Üssel gelişime sahip teknolojinin hız kesmeyen ilerleyişi ve
yazılımların her geçen gün güncellenmesi karşısında FSEK,
yazılımlar açısından koruma altına aldığı veya almadığı
birçok hususta eksiklik içermekte ve yetersiz kalmaktadır.
Koruma altına alınmayan algoritmaların ve önemli kaynak
kodların da yer aldığı yapay zeka teknolojilerinin oluşumu
ve FSEK kapsamındaki korunumu bu yetersizliğe bir
örnektir. Yazılımlar, fikri mülkiyet hakları kapsamında yer
alan patent ile koruma altına alınması da mümkün değildir
ancak bigisayar tabanlı bir buluş ile patent altında
korunabileceğini vurgulamak gerekir. Yazılım sahibi FSEK
m.52’de yer alan şekil şartlarına uygun düzenlenen hem
teknik hem de hukuk boyutu olan lisans sözleşmeleri ile son
kullanıcının yazılım sahibi tarafından izin verilen kullanım
şartlarının yer alması bakımından fikri ve ticari haklarını
koruma altına da alabilir. Lisans sözleşmelerinde telif
haklarınınn korunumu hukuki boyutu önem arz eder. Bu
nedenle lisans sözleşmlerinde dikkat edilmesi gereken
hususlar vardır. Başta lisans sözleşme metni, lisans
yazılımların paketlenmesi, yazılım medyasının
mühürlenmesi, yazılımın kurulum aşaması, firmaya kayıt
aşaması ve telif haklarının korunduğunu çalıştırıcı tarafına
bildirilmesi dikkat edilmesi gereken başlıca hususlardır.
1
5
YAZILIMLAR HUKUKEN KORUNABİLİR Mİ?
4. Yazılım Sahibinin FSEK Kapsamında Eser Üzerindeki Hakları
FSEK md.8 gereğince kişi(ler),kurum veya kuruluşlar, kendilerine münhasır fikirler ile ürettiği
eserlerin sahibi olarak kabul edilir. Bundan dolayı yazılımı oluşturan kişi(ler), kurum veya kuruluşlar da
bu yazılım ürünlerin sahibi olmaktadır. FSEK md.10/3 gereğince Orijinal yazılımın algoritmasının
tamamlanıdığı süre boyunca, destek veren, fikir veren ve tavsiyelerde bulunlar ve de teknik vb. alanlarda
yardım yapan kişi(ler) yazılım ürünlerinin sahibi olamazlar.
FSEK kapsamında yazılım sahibi kabul edilen kişi(ler) daha çok şahsi, kültürel, sosyal tatmine yönelik
olan manevi haklara ve ekonomik değere sahip olması nedeniyle malvarlığı hakları kapsamında yer alan
maddi haklara sahiptir. FSEK md.14-17,21-25 uyarınca
1. Yazılımı umuma arz yetkisi
2. Adın belirtilme yetkisi - yazılım sahibinin tanıtılma hakkı
3. Yazılımda değişiklik yapılmasını men etme yetkisi
4. Yazılımın orijinaline varma hakkı
yazılım sahibinin manevi hakları kapsamında yer alır.
1.İşleme hakkı
2.Çoğaltma hakkı
3.Yayma hakkı
4.Temsil hakkı
5.Kamuya iletme hakkı
Yazılım sahibinin maddi hakları kapsamında değerlendirilmektedir
Manevi ve maddi haklara sahip olan yazılım sahibi, haklarına tecavüz tehlikesi söz konusu ise FSEK
md.69 uyarınca muhtemel tecavüzün önlenmesi için Tecavüzün Men’i davasını açabilir. Buna ek olarak
yazılım sahibinin yazılı onayı olmadan işleyen,çoğaltan, yayınlayan kişiye FSEK md.68 uyarınca
Tecavüzün Durdurulması davası açabilecektir.
5. Sonuç
Teknolojinin üssel gelişiminde önemli rol alan yazılım ürünleri hız kesmeden gelişiyor. Ülkelerin
refahında önemli yer tutan yazılım sektörü hukuken korunma altına alınması gerekir. Hem milli
yazılımlar hem de kişisel yazılımlar geleceğe yönelik her alanda önemli kalkınmaya imza atacaktır. Bu
nedenle hem fikir ve emeğin korunması hem de hukukun teknolojideki yerini hissettirmek önem arz
eder. Türk hukukunda yazılımlar, 5846 sayılı kanun ve 6769 sayılı kanun ile koruma altına alınarak
özgün yazılım ürünlerini eser kabul edilir ve yazılım sahibini doğabilecek her türlü haksız fiil
karşısında koruma altına almaya çalışılır. Ancak bilinmesi gerekir ki dinamik teknoloji karşısında
FSEK oldukça yetersiz kalmakta ve gelişen yeni teknolojilerin hukuki korunmasını
sağlayamamaktadır. Bu nedenle geleceğin teknolojilerini daha yakından tanımak ve geleceğin
hukukunu oluşturmak gerekir.
Müh. Gülpembe GEZ
Yazılım Uzmanı / Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3.Sınıf
6
1
İDEA HUKUK DERGİSİ BULMACA EKİ
71
İDEA HUKUK DERGİSİ BULMACA EKİ
SOLDAN SAĞA
3. Varlığı bilinmeyen bir olgu hakkında sonuç çıkarılmasını sağlayan belirtilerdir.
4. Çek düzenleyen kişi.
9. Uluslararası ilişkilerde; bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer
bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istemesi
13. İdari yargı alanındaki en yüksek görevli idari mahkeme.
16. Bir borçlunun borcunu borçlu olduğu kişiye ödememesi halinde alacaklı kişinin bu durumu dava etmesi ve mahkeme
nezdinde alacaklının borcunu devlet tarafından zorla alması.
19. Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığı yazı.
20. Hukuk bilginlerinin hukuksal meseleler hakkındaki bilimsel görüş ve kanıları.
YUKARIDAN AŞAĞI
1. Aşırı yararlanma.
2. Bir alacağa teminat olması amacıyla, alacağın tahsil edilememesi durumunda alacaklıya verilen eşya veya hak.
5. Avrupa insan hakları mahkemesinin bulunduğu yer.
6. İşlenen bir suç ile ilgili belirli bazı eşya veya kazançların mülkiyetinin devlete aktarılması.
7. Şikâyette bulunan, şahsî davacı. İlgili makama derdini aktaran.
8. Digesta ve Intituniones eserlerinin sahibi Romalı hukukçu.
10. Vadesi gelmiş; ödenmesi gereken hale gelmiş.
11. Ölen ya da gaipliğine karar verilen kişilerin mal varlığı, hak ve borçlarının tümüne verilen addır.
12. İrade ile beyan arasında salt üçüncü kişileri aldatmak yahut zarara uğratmak amacıyla birden fazla kişi tarafından
bilerek ve isteyerek uygunsuzluk meydana getirilmesi.
14. Borçlunun, borçlanmış olduğu bir edimi, bir karşı hak ileri sürerek yerine getirmekten kaçınma hakkı.
15. Bir şeyi fiilen elinde bulunduran kişi; bir şeyde tasarrufta bulunan kişi.
17. Bir davanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmi vesikalar; kararı bildiren belge.
18. İşverenin, işçileri topluca işten çıkarması.
CEVAPLAR
1. Gabin
2. Rehin
3. Karine
4. Keşideci
5. Strazburg
6. Müsadere
7. Müşteki
8. Gaius
9. Ültimatom
10. Muaccel
11. Tereke
12. Muvazaa
13. Danıştay
14. Ödemezlik Defi
15. Zilyet
16. Cebri İcra
17. İlam
18. Lokavt
19. Müzekkere
20. Doktrin
Çiğdem AKKOÇ
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
8
1
SALEM CADI MAHKEMELERİ
HAKKINDA BİLİNMEYENLER
GİRİŞ
GENEL OLARAK MAHKEMELER HAKKINDA
BİLİNMEYEN HUSUSLAR
Olaylar Papaz Samuel Parris’in 9 yaşındaki kızı Betty Parris
ile 11 yaşındaki yeğeni Abigail Williams’ta görülen
semptomlarla baş göstermiştir. Bu semptomlar arasında kol,
bacak ve boyun kasılması; ağız çarpılması bulunmaktadır. İki
genç kızdan sonra aynı semptomlar köyde yaşayan başka bir
kadında da görülmüştür. Dönemin sosyal şartları ve yapısından
dolayı bu yaşananların, köyde yaşayan bazı kadınların cadı
olduğundan şüphelenilmesine sebep olmuştur. Özellikle Orta
Çağ Avrupası’nda kadın-erkek arasındaki eşitsizlik
suçlamaların kadınlara yöneltilmesinde büyük etken
oluşturmuştur.
Bu suçlamaların başında Sarah Good ve Good’un hizmetçiliğini
yaptığı Sarah Osburne gelmektedir. Papaz Parris’in hizmetçisi
Tituba da suçlanmıştır. Tituba cadı olduğunu kabul eden ilk
kişidir fakat diğer kadınlar suçlamaları reddetmiştir. Tituba
cadı olduğunu kabul etmesine rağmen tutuklanmamıştır. Bu
kabullenişe rağmen Tituba’nın tutuklanmaması ise papaz
hakkında şüphelere yol açmıştır. Papaz Parris hakkında şüphe
duyulmaya başlansa bile kadınların ve kız çocuklarının cadı
olduklarına inanmak insanlara daha kolay gelmiştir. Çünkü
kadınlara verilen değer erkeklere verilen değer ile eşit değildir.
Bunun en önemli nedenlerinden birisi de ataerkil toplum
yapısının benimsenmiş olmasıdır. İlerleyen süreçte daha birçok
kadın suçlanmaya devam etmiştir. Suçlular arasında kiliseye
oldukça bağlı kişiler bile bulunmaktadır. Hatta Sarah Good’un
4 yaşındaki kızı bile cadı olmakla suçlanmıştır.
9
Salem Cadı Mahkemeleri 1692 yılının Mart ayında
Massachussetts’in Salem Köyü’nde kurulmuştur. Kız
çocuklarında görülen bazı rahatsızlıklar ve yaşanan
paranormal olaylar, olayları merak konusu haline
getirmiştir. Görülenin ve duyulanın ardındaki gizem
hakkında bir sürü teori ortaya atılmış ve bu teorilerden
en çok ilgi çekeni ise cadıların varlığı ve büyü
yaptıklarının düşünülmesidir. Suçluların
belirlenmesinde cinsiyet faktörü önemli bir etken
olmuştur: Yaşlı ve yalnız yaşayan kadınlar.
Yargılanma sırasında birçok kadının suçunun ispat
edilmemesine rağmen tutuklandığı hatta idam edildiği
bilinmektedir. 150 kişi yargılanmış ve 29 kişi idam
mahkûmu olmuştur.
1
Sosyal yapının kadınlara yüklediği
sorumluluk çocukluk çağından başlamaktadır.
Kız çocukları adeta hizmetçilik yapmak için
doğup yetişirler. Böylesine değer görmeyen
insanların da yargılanması ve idam mahkûmu
olması işleri kolaylaştırmıştır. Bağnaz bir
düşünce yapısı hâkim olduğu için olaylara
bilimsel açıdan yaklaşmak yerine dogmatik
düşüncelere inanmak daha ağır basmıştır.
Bütün bu sosyolojik bozukluklardan ve
dengesizlikten kaynaklı cadı mahkemeleri
adaleti sağlama işlevi görmeyen tek yargı
merci bile olabilir. Çünkü yargı bağımsız bir
şekilde kesin hüküm vermelidir fakat bunun
yanında hâkimin vicdanı ve takdir yetkisi de
çok önemlidir. Hiç kuşkusuz hem halk hem
hâkimler sağduyulu davranmamışlardır.
Adaletsizliğin ve yargısız infazın hâkim olduğu
bir yargı merci olan Salem Cadı Mahkemeleri
oldukça eleştirilmiş ve eleştirilmeye devam
edilmektedir.
Günümüzde hala bazı gelişmemiş ülkelerde bu
tür dogmatik düşünceler devam etmektedir.
Cadı olduğu düşüncesiyle kadınlar ve kız
çocukları katledilmektedir.
SALEM CADI MAHKEMELERİ
HAKKINDA BİLİNMEYENLER
17. yüzyılda yaşanan bu olayın 21. yüzyılda hala
devam ediyor olması hem üzücüdür hem de zamanın,
gelişmeye etkisinin olmadığını gösterir. Önemli olan
zihniyettir ve yüzyıllar geçse bile bu zihniyet ortadan
kalkmadığı sürece değil kadınlar bütün insanlar zarar
görebilir.
SONUÇ
Yapılan araştırmalar, kız çocukları ve kadınlarda görülen
rahatsızlıkların sebebinin “Çavdar Mahmuzu” adlı mantardan
kaynaklanabileceği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Sadece çavdar
mahmuzu değil 2007 yılında UCL’de nörolog Michael Zandi ile
öğrencisi Johnny Tam'ın yaptığı çalışmaya göre bunun bir akıl
hastalığı değil nörolojik hastalık olduğunu ortaya koymuştur. Bu
teoriye göre Zandi ve Tam; NMDA reseptörlerine karşı tepki veren
antikorların, beyin yangısı oluşturduğunu öne sürmüşlerdir. Genel
görüş çavdar mahmuzunun sebep olduğudur.
KAYNAKÇA
tr.m.wikipedia.org
https://catlakzemin.com/
www.bbc.com
https://www.thoughtco.com/salem-witch-trials-timeline-3530778
https://en.wikipedia.org/wiki/Tituba
http://news.lib.uchicago.edu/blog/2012/10/29/the-salem-witch-trials-alegal-bibliography-for-halloween/
Ayşe Nur Kılcı
Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
10
TARİHTE HAYVANLARIN YARGILANMASI
Bu hayvanlar insan öldürme suçu ile birlikte
yaralama, sakatlama, toprak mahsullerine zarar
verme gibi çeşitli durumlarda da yargılanır ve hatta
yargılanan hayvanlar için avukat bile tutulur, bir
yandan da yargı süreci için insan kıyafetleri
giydirilirdi. Bu durumun arka planında Roma hukuku
vardır. Antik Roma’nın hukuk sisteminde bir hayvan
ile kölenin hukuk statüsü aynıydı. Her ne kadar insan
akıl ve irade sahibi bir varlık olarak yalnız içgüdüsel
duygulara sahip olan diğer hayvanlardan ayrılsa da,
Roma hukukunda köleler cansız bir varlıktan, maldan
farksız yorumlandırılır.
Bize bu kadar anlamsız gelen durum hala çok uzak
değil 2021 yılında Pakistan’da da görüldü. İki köpeğin
saldırdığı avukat köpeklere dava açmış ve köpeklerin
idamına karar verilmiştir. Her ne kadar hayvan
hakları aktivistleri mantık dışı olduğunu savunsa da
köpekler uyutulmuştur. Türkiye’de ise bu gibi köpek
saldırıları karşısında Yargıtay, kararında “Gözetimi
altında bulunan hayvanı başkalarının hayatı veya
sağlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde serbest
bırakan veya bunların kontrol altına alınmasında
ihmal gösteren kişi, 6 aya kadar hapis veya adlî para
cezası ile cezalandırılır” dedi. Yani ülkemizde bunun
sorumlusu köpeğin sahibidir. Eğer sahipsizse valilik ve
belediye sorumludur.
Giriş
Türk Medeni kanununa göre bir kimse hakkında hukuki
işlem yürütülmesi ve kişinin yargılanabilmesi için fiil ehliyeti
şarttır. Fiil ehliyetinin kapsamına bakıldığındaysa, ayırt
edebilme yetisine sahip olmayan kişilerin bu kapsamda
değerlendirilmediğini görürüz. Bu sebeple tarihte başta domuz
olmak üzere sineğe kadar sıralanabilecek çeşitli hayvanların
farklı suçlarla yargılandığının ve hatta idam edildiğinin
kayıtlara geçtiğini görmek şaşırtıcıdır. Orta Çağ Avrupa’sında
halk büyük ölçüde kilise ve din baskısı altındaydı; İncil ise
Tanrı suretinde yaratılmış olan varlıklar olarak insanların,
insan olmayan hayvanlar üzerinde egemenliğe sahip olmaları
gerektiğini belirtirken bu düşünce Hristiyan ilahiyatçılar
tarafından benimsenmiş ve hem halk hem kilise hayvanları
şeytani varlıklar olarak değerlendirmiştir.
Yalnızca öldürme veya yaralama durumlarında değil,
siyasi suçtan bile ceza alan hayvan vardır. 1789
Fransa’sında mutlak monarşi yıkılmış ve cumhuriyet
kabul edilmiştir. Bundan tam 3 yıl sonra Paris’te
sahipsiz bir papağan “Yaşasın Kral” diye bağırır.
Bunu duyan vatandaşlar uzun uğraşlar sonucu
papağanı yakalar ve suç duyurusunda bulunurlar.
Papağan karşı devrimci faaliyetten yargılanır.
Mahkeme ise papağana devrimi öven sloganlar
öğretilmesine eğer ezberlemezse giyotin cezasına
çarptırılacağına karar verir. Sonrasında edinilen
bilgilere göre papağan sloganları ezberlemiş ve
giyotinden kurtulmuştur.
Hayvan yargılanmasına dair en çarpıcı ve üzücü
vaka ise 1650 yılında Avrupa’da meydana geldi. Aşırı
dindar bir hâkim bir Pazar günü dinlenirken etrafta
fare yakalamak için koşuşturduğu için sinirini bozan
kediyi Pazar günü dinlenemediği için tanrıya karşı
geldiği gerekçesi ile mahkemeye verdi ve kedi
asılarak idam edildi.
Osmanlı’nın Maymun Denizcilerinin Hikâyesi
Avrupa’da görülen bu olaylara benzer bir durum da
ne yazık ki Osmanlıda da yaşanmıştır. Aslında
hayvanların yargılanması Osmanlıda, Avrupa’daki
kadar sistematik değildi fakat bu olay oldukça can
yakıcıdır ve uygulandığı dönemin bir utancıdır.
11
1
TARİHTE HAYVANLARIN YARGILANMASI
2.Beyazıd döneminde Osmanlı denizciliği önemli gelişme göstermiştir ve büyük denizciler yetiştirilen bir dönem olmuştur.
Osmanlıdaki önemli mühendislerin yaptığı yelkenliler, toplar, silahların yanında maymunlar da çok önemli bir silaha
dönüşmüştür. Maymunların görme yetisi insanlarınkinden iki üç kat daha gelişmiş olduğu için gemilerin gözcü kulesinde
insan yerine özel maymunlar bulunuyordu. Eğer maymun gemi görürse çığlıkla haber veriyordu böylece düşman gemisi
fark etmeden hazırlıklar yapılıyordu. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde kuzey Afrika’nın büyük kısmının
fethedilmesiyle maymun ticareti artmış hatta sırf maymun satan dükkânlar oluşmaya başlamıştır. Fakat başıboş
dolanmaya başlayan maymunların artmasıyla maymunlardan rahatsız olan bir kesim ortaya çıkmıştır. 2. Murad’ın
şehzadeliği döneminde yanına bulunan İmam Abdulkerim Efendi de bu maymunlardan haz etmeyen kişilerin başında
geliyordu. 2. Murad’ın tahta geçmesiyle gücü artan Abdulkerim Efendi fazla sevilmeyen bir adamdı ve maymunlardan
nefret ediyordu. Bir cuma namazı sonunda verdiği vaazda gayrimüslimlerin maymunları cinsel işlerde kullandığını iddia
ederek cemaati galeyana getirerek arkasına almış ve maymun dükkânlarının basarak talan edip maymunları astırmıştır. O
günden sonra çıkarılan fetvayla görülen maymunlar en yakın ağaca asılarak öldürülür. Donanmada maymun kullanımı
yasaklanır. Böylece günden güne maymunlar azalır ve en sonunda yok olur. Maymunları topluca astırdığı için Abdulkerim
Efendinin lakabı Maymunkeş Abdulkerim Efendi geçer. Maymunkeş Abdulkerim Efendi öldüğündeyse tüm halk bayram
olmuşçasına sevinmiştir
Sonuç
Her tarihi olaya, duruma kaynaklık eden dini, felsefi, kültürel örüntüler vardır Hayvanlarda yargılamanın kaynağı olarak
da incili Roma hukukuna bağlama isteği olarak görülür. Çünkü her şeyin kendini savunma hakkı olması gerektirdiğini
söyler İncil. Bunun sebebi Âdem’le Havva’nın yasak elmayı yediğinde tanrının cennet bahçesine inerek Âdem’e neredesin
diye seslenip “Sana meyvesinden yeme dediğim ağacın meyvesinden mi yedin?” diye bildiği halde kendini savunması için
ona hak tanımasıdır. Tanrının tüm varlıklardan üstün olduğu ve her şeyi bildiği halde savunma hakkı tanıması Roma
Hukukunu etkilemiştir ve bunun sonucunda canlı olan her şeye yargılama hakkı doğmuştur.
Değinilmesi gereken diğer bir nokta Türk Hukukunda eşya olarak sayılmasıdır. Fakat üzerlerinde istenildiği gibi tasarruf
etme hakkının bulunulmaması yönünden eşyadan ayrılır. Hayvanların da belirli bir zekâya sahip olması acı çekmeleri
yönüyle hukuki kişiliğe sahip olması gerektiğine dair tartışmalar vardır. Roma hukuku da bu yönüyle elem ve ıstırap
çekmesi gibi davranışların hukuki süjesinin olması gerektiğini söyler.
Orta çağ Avrupa’sındaki Hayvan yargılamalarının nedenleri Tanrının Âdeme savunma hakkı vermesi, Roma hukukunda
elem ve ıstırap çeken canlıların hukuki süjesi olması, köleler ile hayvanların eş hukuki statüde bulunması, kilisenin
hayvanları şeytani varlık olarak görüp halka nefret aşılaması gibi sebepler sayılabilir. Yani aslında hayvanların
yargılanması işlenen suça karşı bir hınç alma yöntemi olarak kullanılmıştır. Neyse ki artık hak, hukuk bilinci gelişmiş ve
cezanın asıl muhatapları bulunmuştur. O dilsiz acı elem keder çeken üzülen sevinen sevgiyi hisseden canlılara bizim asıl
sorumluluğumuzsa onlara kötü emellerle yaklaşanlardan korumak ve onlara verilmesi gereken değeri hukukumuzca
sağlamaktır.
KAYNAKÇA
1. https://indigodergisi.com/2016/10/hayvanlar-yargilanabilir-mi-ortacag/
2. http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2020-1/4.pdf
3. https://www.ensonhaber.com/tarih-haberleri/avrupada-hayvan-idami
4. https://kutsalkitap.info.tr/?q=yar%203:%207-13
5. https://lawtudent.com/deneme/gecmiste-hayvanlarin-yargilanmasi-ve-gunumuzde-hayvanlarin-hukuki-kisiligitartismasi/
6. http://olaybende.com/tarih/osmanlinin-maymun-denizcilerinin-hikayesi/
7. https://www.indyturk.com/node/386221/ya%C5%9Fam/pakistanda-avukata-sald%C4%B1ran-ikik%C3%B6pe%C4%9Fin-idam-edilmesine-karar-verildi
ÖYKÜ ATIŞ
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
12
AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ BAĞLAMINDA
TÜRK CEZA HUKUKU
Siber suçlar; siber suçları ve bilişim sistemleri aleyhine veya
bilişim sistemleri aracılığıyla işlenen suçlar olarak
tanımlanabilir[1]. 2015 yılına ait bir araştıma raporuna
göre siber suç mağdurlarının her yıl dünya genelinde 388
milyar dolar kayıp verdiğini, bu işin marihuana, kokain ve
eroin ticaretinden daha karlı olduğunu ve son bir yılda
siber suçluluğun oranında %34 artışın ortaya çıktığını
göstermektedir[2].
Siber suçlar konusunda devletleri başarısızlığa götüren
birçok etmen mevcuttur. Siber suçluluk oldukça yeni bir
kavram olarak tanımlandığından suçun işleniş biçimleri
hakkında şablonlar çıkarmak mümkün olmamaktadır ve
konu hakkında gerekli olgular yerleşmemiştir[3]. Bu
suçlarda fail ile mağdur ortamları arasında mesafe olarak
büyük bir uzaklık bulunmaktadır. İşlenmesinde kullanılan
araçlar fazlasıyla teknik ve dinamiktir. Fail veya faillerin
kimliğinin tespitinde büyük zorluklar ortaya
çıkmaktadır[4]. Önemli belirtmeliyiz ki ilgili alanda,
karşımıza çıkan en büyük problem ise birçok ülkenin iç
hukuk sistemlerinde gereken kanuni düzenlemeler
konusunda yetersiz kalmasının, “kurtarılmış bölge/sığınak”
arayan siber suçlular için yeterli olmasıdır[5].
1.AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ
Devletlerin imzasına 23.11.2001 tarihinde Budapeşte’de açılan
Avrupa Siber Suç Sözleşmesi, 1.7.2004 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Bu alandaki ilk uluslararası anlaşmadır. 53 devlet
tarafından imzalamış, 45 devlet tarafından yürürlüğe girmiştir.
Avrupa Konseyi kurucu üyelerinden biri olan Türkiye,
sözleşmeyi 10.11.2010 tarihinde imzalamasına rağmen
29.09.2014 tarihinde uygun bularak, 2.05.2014’te yürürlüğe
koymuştur.
Sözleşmenin açıklayıcı raporunda belirtilen temel amaçları
şunlardır:
1. Bilişim suçlarıyla ilgili taraf devletlerin yasal mevzuatlarını
ve bağlantılı hükümlerini uyumlu hale getirmek,
2. Siber suçların ve elektronik delil içeren diğer klasik suçların
soruşturma ve kovuşturulması ile ilgili ulusal usul hukuku
mevzuatına temel oluşturarak uluslararası muhakeme
kurallarının yeknesaklaştırılmasını sağlamak,
3. Uluslararası adli yardım ve işbirliği alanında hızlı ve etkili
bir sistem oluşturmak.
1
13
1.SÖZLEŞMEDE BELİRTİLEN MADDİ
CEZA HUKUKU HÜKÜMLERİ
Sözleşmede suç tipleri şu şekilde tanımlanmıştır:
1. Bilgisayar veri veya sistemlerinin gizliliğine,
bütünlüğüne ve erişilebilirliğine yönelik suçlar
(yasadışı erişim, yasadışı araya girme, verilere
müdahale, sisteme müdahale, cihazların kötüye
kullanımı),
2. Bilgisayarla bağlantılı suçlar (bilgisayarla
bağlantılı sahtecilik, bilgisayarla bağlantılı
dolandırıcılık),
3. İçerikle bağlantılı suçlar (çocuk
pornografisiyle bağlantılı suçlar),
1- Önok, “Avupa Siber Suçlar Sözleşmesi…”, 1231.
2- Internet Security Trends Report 2015, Symantec, (08.04.2015). http://www.symantec.com/en/uk/ security_response/publica-tions/threatreport.jsp.
3- Francesco Calderoni, The European legal framework on cybercrime: striving for an effective implementation, 54 Crime Law Soc Change 339 (2010), 341.
4- Keyser, “The Council of Europe Convention on Cybercrime”, 326.
5- Amalie M. Weber, “The Council of Europe’s Convention on Cybercrime”, Berkeley Technology Law Journal 18/1 (2003), 425.
AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ BAĞLAMINDA
TÜRK CEZA HUKUKU
4. Telif hakkı ve bununla bağlantılı hakların ihlaline ilişkin
suçlar. Taraf devletler bu fiilleri iç hukuk sistemlerinde suç haline
getirmekle yükümlüdürler.
1.TCK BAĞLAMINDA
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda (“TCK”) “bilişim alanında
suçlar” ve “özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar”
kısımlarında ilgili suçlar düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler
haricinde de düzenlemeler mevcuttur. Örnek olarak “bilişim
sistemleri aracılığıyla gerçekleştirilen dolandırıcılık” ve “hırsızlık
suçları” verilebilir[6].
Birinci kategoriyi oluşturan Sözleşmenin birinci başlığında
düzenlenen bilgisayar veri veya sistemlerinin gizliliğine,
bütünlüğüne ve erişilebilirliğine yönelik suçların Türk
hukukundaki karşılığı 5237 sayılı yasanın 243, 244 ve 245/A
maddeleri olarak düzenlenmiştir. Fakat bu maddelerin
sözleşmeyle ne kadar paralel olduğu bir tartışma konusudur.
Yasa dışı erişim suçunun karşılığı olan TCK’nın 243. maddesi
bilişim sistemlerine “hukuka aykırı olarak girme ve orada
kalmaya devam etme” eylemini suç olarak düzenlenmekteydi.
Ancak sözleşmede sadece “girme” fiili suçun oluşması için yeterli
görülüyordu.
Burada yapılan değişiklikle mevzuatımızda girme fiili de suç
kabul edilerek uyumlu hale gelmiştir.
Sözleşmenin 4. ve 5. maddelerinde belirtilen “verilere müdahale”
ve “sisteme müdahale” suçlarının yansıması 5237 sayılı yasanın
244. maddesi olmakla beraber sözleşmeyle büyük oranda
paraleldir. Sözleşme’nin 3.1 maddesinde düzenlenen “yasa dışı
araya girme” suçu ise ilk haliyle 5237 sayılı kanunda
bulunmuyordu, kanun koyucu tarafından 24.3.2016 tarihli ve
6698 sayılı yasanın 30. maddesi ile 5237 sayılı yasanın 243.
maddesine eklenen 4. fıkra ile bu eksiklik giderilmiştir.
Bilgisayar veri veya sistemlerinin gizliliği, bütünlüğü ve kullanıma
açık bulunmasına yönelik suçlar kategorisi anlamında Türk ceza
mevzuatının en önemli eksikliği cihazların kötüye kullanımını suç
sayan herhangi bir hükmün bulunmamasıydı[7]. Cihazların
kötüye kullanımı suçu, Sözleşme’nin 6. maddesinde yer
almaktadır.
Söz konusu maddede, kanunda suç olarak
sayılan eylemlerde kullanımı amacıyla
cihazların, şifrelerin veya erişim
verilerinin üretimi, satışı, kullanım amaçlı
tedarik edilmesi, ithal edilmesi, dağıtımı
veya başka şekilde erişilebilir hale
getirilmesi suç olarak düzenlenmiştir.
Bilişim suçlarıyla etkin şekilde
mücadelenin gerçekleştirilmesi ve
sözleşmeyle uyumluluk amacıyla 24.3.2016
tarihli ve 6698 sayılı yasanın 30. maddesi
ile 5237 sayılı yasaya eklenen 245/A
maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesine
paralel bir hüküm iç hukuk sistemimize
dâhil edilmiştir.
Sözleşme’nin “bilgisayarla bağlantılı suçlar”
şeklinde düzenlenen ikinci başlığında
belirtilen ‘Bilgisayarla bağlantılı sahtecilik’
ve ‘Bilgisayarlarla bağlantılı dolandırıcılık’
suçları iç hukukumuzda 5237 sayılı yasanın
244 ve 245. maddeleri ile bilişim sitemleri
aracılığıyla gerçekleştirilen dolandırıcılığa
ilişkin mezkûr yasanın 158. maddesinde ve
belgede sahteciliğe ilişkin düzenleme de aynı
yasanın 204 ve 212. maddeleri arasında
açıklanmıştır. Yine 5237 sayılı yasanın 142.
maddesinde düzenlenen suç kapsamında da
suçun bilişim sistemleri aracılığıyla işlenmesi
nitelikli hal olarak belirtilmiştir. 5070 sayılı
yasanın 16. ve 17. maddeleri de bilişim
sistemleri aracılığıyla işlenen suçlara ilişkin
düzenlemeler içermektedir. Bu haliyle
sözleşmenin büyük ölçüde iç hukuka uyumlu
olduğunu belirtebiliriz[8].
5. CMK BAĞLAMINDA
Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda bilişim
sistemlerine yönelik sadece bir tane usuli
düzenleme mevcuttur.
6- Dülger, Bilişim Suçları ve İnternet İletişim Hukuku, 328.
7- Dülger, “Avrupa Siber Suç Sözleşmesi ile Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Karşılaştırılması”, 13.
8- Uluslararası Bilgi Güvenliği Mühendisliği Dergisi, Cilt:4, No:2, S:39, 2018
9- Cybercrime Legistlation Country Profiles,Council of Europe,coe.int/t/dghl/cooperation/economiccrime /cybercrime/Documents/CountryProfiles/default_en.asp.
adresinden erişilmiştir. (08.04.2015).
1
14
AVRUPA SİBER SUÇLAR SÖZLEŞMESİ BAĞLAMINDA
TÜRK CEZA HUKUKU
5271 sayılı yasanın 134. maddesinde düzenlenen “Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve
kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma” başlıklı maddesiyle aynı yasanın beşinci bölümünde
düzenlenen “Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi” başlıklı 135. madde ve
devamındaki tedbirler bilişim suçları için fazlalıkla uygulama alanı bulmaktadır.
Sözleşme ile karşılaştırıldığında; 16. maddede yer alan ‘Depolanan bilgisayar verisinin süratli şekilde
korunması’ ve 17. maddede yer alan ‘Trafik verisinin süratli şekilde korunması ve kısmen açıklanması’
tedbirlerinin Türk Ceza Muhakemesi Hukuku bağlamında bir karşılığı olmadığı yapılan değerlendirmeler
ışığında açıktır. 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla
İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da yer alan düzenlemelerin somut bir suç
soruşturmasında başvurulacak ceza muhakemesi tedbirleri değil, idari tedbirler olduğu ve dolayısıyla
sözleşmede düzenlenen tedbirlerle paralellik göstermediğini belirtmek yerinde olacaktır[9].
Sözleşmenin 18. maddesindeki ‘Üretim emri’ ve 19. maddesindeki ‘Depolanmış bilgisayar verilerinin
aranması ve bunlara el konulması’ tedbirlerinin mevzuatımızdaki ifadesi 5271 sayılı yasanın 134. maddesi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözleşmenin 20. maddesinde düzenlenen ‘Trafik verilerinin gerçek zamanlı
toplanması’ ve 21. maddede düzenlenen ‘İçerik verilerinin takibi’ tedbirlerinin de mevzuatımızda doğrudan
bir ifadesi olmayıp; telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesine ilişkin 5271 sayılı yasanın
135. maddesi hükmüne gidilmektedir. Ancak 135. madde hükmü, Sözleşme’nin 20 ve 21. maddelerindeki
tedbirleri tam olarak ifade ettiğini söylemek zordur. Bu düzenlemeler arasındaki fark ise, 5271 sayılı yasanın
135. Madde hükmü yalnızca kişilerarası iletişimin denetlenmesine olanak sağlamasıdır. Yani iki gerçek kişi
arasında geçen konuşma hareketinin mevcudiyeti şarttır. Ne var ki, sözleşmenin 20 ve 21. maddelerinde
belirtilen ve olması gereken tedbirler, bilişim sistemleri arasındaki her türlü veri iletişimini içermektedir.
DEĞERLENDİRME
Yapılan açıklamalar ışığında mevzuatımızın ilgili sözleşmeye oranla oldukça eksik ve gerekli
düzenlemelerden yoksun olduğu açıkça göze çarpmaktadır. Sözleşmeye dâhil olan ülkelerle karşılaştırma
yapıldığında maddelerin iç hukuka entegrasyonu konusunda oldukça geri planda kalındığı bir gerçektir.
Teknolojinin son yıllardaki hızlı gelişimiyle beraber hukuk sistemlerinin de buna ayak uydurması
kaçınılmaz olmaktadır. Bilişim alanındaki yenilikler arttıkça yeni ve farklı suç tipleri ortaya çıkabilmekte
bunun gerisinde kalındığındaysa yapılan fiiller cezasız kalabilmektedir. Bunun sonucunda da hukuk ve
adaletin bu noktada tam olarak tecelli ettiğini söylemek zorlaşmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
dediği üzere; “Medeniyet yolunda muvaffakiyet, yenileşmeye bağlıdır.” sözünden hareketle her alanda
olduğu gibi hukuk alanında da başarılı bir şekilde yol kat etmenin anahtarı çağı yakalamaktır ve bununla da
yetinmeyip çağın ilerisine adım atabilmektir. Önemle belirtmeliyiz ki ilgili hususta son yıllarda öz bilinç ve
farkındalık giderek artış da göstermektedir. Ancak yeterli seviyeye gelmesi için konu üzerinde uzman
kişilerin bu alana daha da fazla eğilmesi ve yapıcı önerilerle uyum süreci noktasında destekleyici tavır
almaları gereklidir.
Özgür ÖZSOY
1
15
ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE
BİR DEĞERLENDİRME
1. Anarko Kapitalizm ve Temel Görüşleri
Liberalizmin alt başlığı ve aşırıya kaçan biçimi, anarko
kapitalizm olarak bilinmektedir. Anarko kapitalizme bireyci
anarşizm ve liberteryenizm gibi isimler de verilmektedir.
Anarko kapitalizmde temel amaç “özgürlük” tür. Genel
düşünceye göre ise anarko kapitalizm, klasik liberalizm ve
bireyci anarşizm düşüncelerinin sentezlenmesiyle ortaya çıkan
bir düşünce sistemidir. Anarko kapitalistler klasik liberallerin
aksine “sınırlı devlet” ve “minimal devlet” fikrini
benimsemeyip “ultra minimal devlet” ve hatta pratik olarak
“devleti reddetme” fikrini savunurlar. Anarko kapitalizm hariç
diğer bütün ideolojiler devletin gerekli olduğu kanısındadırlar.
Bu düşünce sisteminde devlete ait görev ve hizmetlerin devlet
tarafından değil, piyasa ve sivil toplum tarafından sunulmasını
savunurlar.
Anarko kapitalistler devlet kurumunun varlığına itiraz
etmekte ve devleti bireylerin özgürlüğüne zarar veren bir
kurum olarak nitelendirmektedirler. Onlara göre devletin zor
kullanma erkine sahip olmasının ciddi ve zarar verici sonuçları
olabilmektedir. Devlete zor kullanma yetkisinin verilmesi ve
devletin gerek gördüğü taktirde bu yetkiyi kullanması,
bireylerin temel hak ve özgürlüklerini sınırlandıran bir
uygulamadır, ortadan kalkması gerekmektedir. Anarko
kapitalistler, devletin “zorlama” olgusuna hiçbir surette
yasallık kazandırılamayacağına ve bireylerin birbirleriyle olan
ilişkilerinin “gönüllülük” esasına göre çözümlenmesi gerektiği
fikrini savunmuşlardır. Özetlemek gerekirse zorlama unsuru
olan bütün emir, yasak ve izinlere karşı çıkmışlardır.
Anarko kapitalistler, devletin yerine sigorta şirketlerinin olması
fikrini ortaya atmışlardır. Bunun nasıl olacağı konusuna
dilerseniz bir örnekle açıklık getirebiliriz.
Giriş
Günümüzde klasik liberalizm, Amerikan liberalizmi ile
bir yakınlaşma içerisindedir. Son zamanlarda klasik
liberalizm bireycilik anlayışından kolektivizm anlayışına
doğru ilerlemektedir. Minimal devlet fikrinden ise güçlü
devlet fikrine doğru bir ilerleme söz konusudur. Anarko
kapitalistler bu yakınlaşmalara tepki göstermiş ve karşı
çıkmışlardır. Anarko kapitalistler, liberalizmin sınırlarını
modernize edip tekrardan laissez faire anlayışına uygun,
bireyi temel yapı taşı olarak ele alan sisteme dönüştürmeye
çalışmışlardır.
1
16
Devlet kurumunun olmadığı bir bölgede
insanlar ihtiyaçlarının karşılanması, can ve mal
güvenliklerinin korunması veya talepleri
doğrultusundaki herhangi bir amaçla özel
sigorta şirketlerine üye olacak karşılığında ise
belirli miktarda para ödeyeceklerdir.
Devletin verdikleriyle yetinmek zorunda
kalmayıp özgür rekabet ortamında, istekleri
doğrultusunda kendilerine en iyi hizmeti
verebilecek olan sigorta şirketini seçme
imkanları bulunacaktır.
“Bireyci Anarşizm” adı verilen görüş ise
anarko kapitalizmin ilkelerinin ve planlarının
oluşmasına önemli katkılar sunmuştur. Bireyci
anarşizm, her insanın özgür bir ortamda, kendi
görüşleri doğrultusunda hayatına dilediği gibi
yön vermeyi öngören bir düşünce sistemidir.
Bu düşünce sisteminin savunucuları ve
temsilcileri olarak William Godwin (1756-
1836), Max Stimer (1806-1856), Josiah Warren
(1798-1874), Lysander Spooner (1808-1887) ve
Benjamin Tucker (1854-1939) gibi isimler
örnek olarak verilebilir.
Anarko kapitalizmin temel görüşlerini
maddeler halinde özetlemek gerekirse:
1) Öncelikle anarko kapitalizm bireyci bir
anlayışa sahiptir. Bireyi temel yapı taşı olarak
ele alırlar.
2) Anarko kapitalistler, “pür özgürlük” fikrini
savunurlar. Onlara göre özgürlük hiçbir
kesimin ya da sınıfın dokunamayacağı en üstün
normdur.
ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE
BİR DEĞERLENDİRME
3) Anarko kapitalistler, insanların özgürlüğünü kısıtlayacak
olan tüm zorlayıcı güçlere karşı çıkmışlardır. Bunun en
temel örneği devlettir. Bu sebeple “devleti reddetme” fikrini
yani anarşizmi savunmuşlardır.
4) Anarko kapitalistler, “Kendiliğinden Doğan Düzen”
nosyonunu savunmuş ve sıkı bağlarla bu fikre
bağlanmışlardır.
5) Anarko kapitalizm ideolojisinde, devletin müeyyideye
bağladığı hukuk kurallarının yerine, bireylerin kendi
aralarında imzaladıkları özel antlaşmalar yer almaktadır.
6) Anarko kapitalizm ideolojisinde, daha önce de değinmiş
olduğumuz “gönüllülük” önermesi mevcuttur. Örnek
olarak, başkasına ait herhangi bir mal veya mülke sahip
olmak için sahibine baskı ve zorlayıcı müdahalede
bulunamazsınız. Bunun yerine ondan bu mal veya mülkü
kendi rızasıyla vermesi ya da satması talebinde
bulunabilirsiniz.
Anarko kapitalizm ideolojisinin günümüz temsilcileri
arasında Lysander Spooner (1808-1887), Murray Rothbard
(1926-1995), Robert Nozick (1938-2002), David Friedman
(1945- ), Ayn Rand (1905-1982) gibi önemli isimler yer
almaktadır.
2. Çağdaş Anarko Kapitalistlerin Görüşleri
a) David Friedman (1945- )
Friedman’ın anarko kapitalizm ile ilgili görüşlerini
açıklamak ve yorumlamak gerekirse, anarko kapitalizm,
bireylerin hayatlarına istedikleri biçimde yön vermelerini,
bir şeyi yapma veya yapmama belirli bir şekilde davranıp
davranmama erki olan “hürriyet” faktörünün, hiçbir baskı
ve zorlayıcı güce bağlı kalmadan özgürce kullanılmasını
ifade etmektedir. Anarko kapitalist düzen; cinayete, trafik
kurallarına, hırsızlığa, kaçakçılığa veya bunlara benzer
herhangi bir suça müeyyide uygulama ya da kanunla
sınırlandırma yetkisine sahip değildir. Bu konularda
düzenin kendiliğinden oluşması gerektiği fikrini savunurlar.
Anarko kapitalist toplumda; dernek, sendika veya sosyal
güvenlik gibi uygulamalara karşı çıkılmıştır. İnsanlara
yardımda bulunmak isteyenler, yardımlarını bireysel
olarak yapabileceklerdir. Anarko kapitalistler, devletin şu
an yapmakla yükümlü olduğu hizmetlerin hepsinin
özelleştirilmesi gerektiğini savunurlar.
Bu hizmetlerin özelleştirilmesi sebebiyle de
devlete verilen "vergi” unsuru ortadan kalkmış
olacaktır.
Ülkenin iç ve dış güçlerin zararlı
müdahalelerinden korunması, toplumsal birlik
ve beraberliğin temini, toplumsal refahın
sağlanması gibi uygulamaların dahi
özelleştirilmesi gerektiği fikrindedirler. David
Friedman’ın fikirlerine şöyle açıklık
getirebiliriz: Askerin ve polisin bulunmadığı
bir ortamda özel güvenlik şirketleri bu görevi
üstlenecektir. İnsanlar bu şirketlerden koruma
ve hatta duruma göre sigorta da talep
edebileceklerdir. Kurumların çalışma
yönteminin nasıl olacağına dair birden fazla
teori bulunmaktadır. Bu şirketler müşterilerine
gelebilecek zararı önleyebilmek için önceden
veya zarar meydana geldikten sonra faili bulma
ve olayı aydınlatma şeklinde çalışmaktadırlar.
Yani her iki durumda da şirketler
müşterilerine en iyi hizmeti sunmak amacıyla
rekabet içine girecekler ve insanların
gereksinimlerini yerine getireceklerdir.
b) Murray Rothbard (1926-1995)
Rothbard’ın anarko kapitalizm ile ilgili
fikirlerini açıklamak ve yorumlamak gerekirse,
devletin doğası gereği sahip olduğu bazı
özelliklerinin bulunduğundan bahsetmiştir.
Bunlardan ilki “vergi” unsurudur. Devlet
vergileri zor kullanarak elde etmektedir. İkinci
unsur ise devletin belirli bir miktarda toprağı
ve bunu diğer ülkelerden ayırmak için bir sınırı
olmalı, gerektiğinde ise iç ve dış mihraklardan
korunmak amacıyla zor kullanabilmelidir.
Anarşist toplumda “pür özgürlük” normu söz
konusudur. Bireylerin canlarına ve mallarına
belirli bir baskı ya da yaptırım uygulanamaz.
Devlet insanlardan vergi alma yoluyla mal
varlıklarına, kanunlar ve normlar aracılığıyla
da şahıs varlıklarına müdahalede
bulunmaktadır. Bu sebeple anarşistler devlet
sistemine karşı çıkarlar.
1
17
ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE
BİR DEĞERLENDİRME
c) Robert Nozick (1938-2002)
Son yıllarda anarko kapitalizm ile klasik liberalizm
ideolojilerinin arasında bulunan ve bu iki ideolojiyi
birleştirip ortak bir görüş elde eden “Minarkizm modeli”
anarşizm ile minimal devlet fikrinin ortak paydada
buluştuğu bir sistemdir. Minarkizmin savunucuları, klasik
liberallerin savunduğu minimal devlet düşüncesinin de
ötesinde olan, “ultra minimal devlet” düşüncesini ortaya
atmış ve geliştirmek amacıyla çalışmalarda bulunmuşlardır.
Minarkizmin gelişmesine katkı sağlayan en önemli temsilcisi
Robert Nozick’tir. Nozick’in görüşlerine kısaca değinmek
gerekirse, klasik liberalizm ideolojisinde daha önce de
değinmiş olduğumuz, devletin sınırlı bazı görev ve yetkileri
söz konusuydu. Kişilerin kendi aralarında yaptıkları
sözleşmelere tabi olması, gasp, terör, sınır güvenliği gibi
konulardan ve müeyyidelerinden sorumluydu. Bunların
dışında kalan konularda ise devletin müdahale yetkisi
bulunmamaktaydı. Bu sistem minimal devlet modeli olarak
isimlendirilmekteydi. Ultra minimal devlet sisteminde ise
devlet bu hizmetleri aynı şekilde yerine getirecek ancak
karşılığında belirli bir ücret ödeyen bireyler bu hizmetlerden
yararlanma imkânı elde edebileceklerdir. Yani ultra
minimal devlette sunulan hizmet ücretlidir. Devlet ile
anlaşma sağlayamayan kimselere hizmet sunulmayacaktır.
d) Ayn Rand (1905-1982)
Anarko kapitalizm ideolojisini savunan bir diğer önemli isim
ise Ayn Rand’dır. Kitap yazarı ve araştırmacı olarak
tanınan Ayn Rand, hayatı boyunca anarko kapitalist
düşüncelere sahip olmuş ve bu ideolojinin gelişmesine katkı
sağlamıştır. Ayn Rand, Rothbard ve Friedman gibi devlete
tamamıyla karşı çıkmamış, Nozick gibi ultra minimal devlet
modelinin yerinde olduğunu savunmuştur. Rand, “devlet
çıkarı” ve “ortak iyi” kavramlarına karşı çıkmış, bu
düşüncelerin abartıldığını vurgulamıştır. Rand, anarko
kapitalizm ile ilgili düşüncelerine “Objektivizm” ismini
vermiştir. Ona göre objektivizm temelleri siyaset bilimine
dayanan felsefi bir düşünce sistemidir. Objektivizmin en
temel ilkesi “Laissez Faire” düşüncesidir. Laissez faire,
“Bırakınız Yapsınlar” anlamına gelmektedir. Özel mülkiyet
ilişkilerini korumayı benimseyen ekonomik özgürlüğün
bulunduğu bir ortamda, kişilerin karşılıklı hukuki
ilişkilerinin devlet müdahalesi olmadan gerçekleştirilmesidir.
e) Lysander Spooner (1808-1887)
Anarko kapitalizmi benimseyen bir diğer
önemli kişi de Amerikalı hukukçu Lysander
Spooner’dir. Devlete çok sert bir biçimde karşı
çıkar ve eserlerinde devleti bir hırsız olarak
tasvir etmektedir. Spooner’in düşüncelerinin
Karl Marx’ın düşünceleriyle kesişen bazı
noktaları bulunmaktadır. Ona göre devlet,
üstün sınıfın güçsüzler üzerinde kurduğu
baskının teşkilatlanmış biçimidir. Geçmişte ve
günümüzde bulunan tüm büyük yöneticilerin
amacının insanları dolandırmak, baskı altına
alıp kölesi haline getirmek olduğunu
söylemiştir. Spooner, devlete ve onu kendi
tekelinde bulunduran yöneticilere; soyguncu,
kaçakçı, zorba gibi isimler yakıştırmıştır.
Spooner’in düşüncesine göre alelade bir hırsız
karşısındaki kişinin mallarına zarar verdikten
sonra onu rahat bırakır. Hayatı boyunca
saldırılarına devam etmez. Devlet ise tam tersi
bir durum sergileyip insanlara hayatları
boyunca baskı uygular. Bu sebepler dolayısıyla
devletin mafyalardan bir farkı olmadığına
düşüncelerinde yer vermiştir.
3. Anarşizm ve Alt Başlıkları
İlk kısımlarda da bahsettiğimiz gibi anarşizm
kısaca devlete karşı çıkmak olarak
değerlendirilebilir. Anarşistlerin gözünde
devlet, en büyük kötülüktür ve devlete ihtiyaç
da duyulmamaktadır. Anarşistler fazlasıyla
iyimser düşüncelere sahiptir. Olay ve olguları
aşırı basitleştirerek ele almışlardır. Bu durum
da onlara birçok eleştirinin yöneltilmesine
sebep olmuştur. Anarşizm kendi içinde
bireyciliği ve kolektivizmi esas alan iki alt
başlığa ayrılmıştır. Bunlar: anarko kapitalizm
ve anarko komünizmdir. Bu yaklaşımlar
arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Şimdi
bu iki düşünceyi inceleyelim.
1
18
ANARKO KAPİTALİZM İDEOLOJİSİ ÜZERİNE
BİR DEĞERLENDİRME
a) Anarko Kapitalizm
Bildiğiniz üzere anarko kapitalizm, bireyci anarşizm olarak adlandırılmaktadır. Temel
görüşlerine, temsilcisi olan düşünürlerine ve örneklerine yukarıda değinmemiz dolayısıyla burada
tekrar bahsetmeyeceğiz. Dilerseniz ilk kısımları inceleyebilirsiniz. Anarko kapitalistler
kuramlarının sağlam temellere dayandığını savunmuşlardır. Ancak buna rağmen tarih boyunca
birçok eleştiriye maruz kalmışlardır. Amerika kökenli eski muhafazakârlar, onlara “korkunç
basitleştiriciler” adını vermişlerdir. Anarko kapitalistlere yönelik ilk eleştiri, hiçbir özel şirkete
üye olmayanların durumunun ne olacağı ve bu durumun etik kurallara aykırılığıdır. Bir diğer
eleştiri ise koruma şirketleri arasındaki anlaşmazlığın ve çatışmaların nasıl çözüleceğidir. Bunun
gibi eleştiriler anarko kapitalizm ideolojisinde derin çatlaklar yaşanmasına neden olmuştur. Yine
de, anarko kapitalizm anarko komünizmden daha tutarlı ve yararlı bir ideolojidir.
b) Anarko komünizm
Anarşizmin bir diğer alt başlığı, anarko komünizmdir. Sosyalist anarşizm veya kolektivist
anarşizm gibi isimler de verilmektedir. Anarko komünistler özel mülkiyetin zararlı ve yıkıcı bir
etkisi olduğuna inanırlar. Bireyciliği yanlış bulup insanların tabiatı gereği kolektivist olması
gerektiğini söylerler. Anarko komünizmin temelleri zayıf ve problemlidir. Buna “mülklerin
idaresi problemi” diyebiliriz. Anarko komünistler, devlete ve yöneticilerine saldırıp devrim yapma
düşüncesindedirler. Bu düşünceye benzeyen ve meşru olmayan birçok fikri savunmuşlar ve halen
de savunmaya devam etmektedirler.
Sonuç
Bu incelememizde liberalizm ideolojisinde bilinirliği en düşük olan anarko kapitalizme ilişkin
başlıca görüş ve teorileri açıklamaya çalıştık. Liberalizmin diğer alt başlıklarının tarihte
uygulandığı ve denenme imkânı bulduğu olmuştur. Ancak anarko kapitalizm ideolojisi geçmişte
deneyimlenmiş bir sistem değildir. Dolayısıyla birçok eleştiri ve itiraza maruz kalmıştır.
Anarko kapitalistler, asırlardır süregelen devlete bağlılık fikrinin yerine devleti reddetme görüşünü
benimseyerek siyaset bilimlerine yeni bir düşünce alanı sağlamışlardır. Bu sayede anarko
kapitalizmin teori ve düşünceleriyle sistemdeki aksaklıklar gözlemlenebilecek, ideal düzen için
önemli adımlar atılmış olacaktır.
Rıza Erdi MERTOĞLU
Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
19
DÜNYACA UNUTULAMAYAN YARGILAMA YANILGISI
DREYFUS DAVASI
Irkçı gazete La Libre Parole Yahudi subay Dreyfus'un vatana
ihanetle suçlandığını duyurur. Ancak yazının Dreyfus'a ait
olduğunun kanıtlanması kolay değildir. Bunun için bilirkişi
görevlendirilir. Görevlendirilen bilirkişi, nottaki yazının
Dreyfus’un yazısına hiç benzemediğini söyleyince, istenen yanıtı
verecek yeni uzmanlar bulunur ve sahte raporlar hazırlatılır.
Önyargıyla hazırlatılan raporlara dayanılarak, Dreyfus'a karşı
vatana ihanet suçlamasıyla dava açılır.
Savcı, iddianameyi bazı varsayımlara dayandırır: "Dikkat
çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması", "fazla kültürlü
olması", çok iyi Almanca bilmesi gibi özellikleri nedeniyle
Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişidir. . Sanığın suçlu
olduğunu adını vermediği "şerefli bir adamın" uyarılarından
anlayan Henry, bu konuda ant içerken bir eliyle de İsa'nın
resmini gösterir.¹ Suçlama için ortada tek bir delil bile yoktu.
Sadece suçlama için ileri sürülen uydurma bir delil vardı. Bu da
Alman Askeri Ataşesinin çöp sepetinde bulunan ve Dreyfus’un el
yazısına benzeyen bir yazıyla kaleme alındığı ileri sürülen
belgeydi. Bu belgenin kendisine ait olmadığını söyleyen Dreyfus’a
kimse inanmadı. Dava sırasındaysa tanıklıklar ciddiyetten
yoksundular ve yargılama kapalı oturumlarla sürdürüldü.
Yargılama sonunda Dreyfus vatana ihanet suçundan mahkum
edildi. 1985 yılında yaşam boyu cezasını çekmek üzere Şeytan
Adası'na gönderildi. Dreyfus yeterli olmayan kanıtlar, sahte
düzenlenen bilirkişi raporları, gerçeği yansıtmayan bir
iddianame, ciddiyetsiz tanıklar ve sahte belgelerle vatana ihanet
suçundan hüküm giymiştir.
GİRİŞ
1894 yılında Paris'teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan
bir kadın çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren bir
not bulur. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya
ait bilgilerin verilmesi vaat edilmektedir. Fransa’nın başlattığı
soruşturmada şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus’u işaret eder.
Çünkü Yüzbaşı Dreyfus'un el yazısı, mektuptaki yazıya
benzemektedir. Alfred Dreyfus 1859 ‘da Alsace’deki
Mulhouse’de dünyaya gelmiştir. Yahudi bir anne ve babanın
çocuğu olan Alfred Dreyfus 1894’te Fransız ordusunun
genelkurmayında subay olarak görev yapmaktaydı. Çöp
kutusunda bulunan el yazılı mektubun Yahudi asıllı Alfred
Dreyfus’un el yazısına benzemesinden dolayı Alfred Dreyfus’u,
Alman Askeri Ataşesi VonSchwartzkoppen’e bazı gizli askeri
belgeleri gönderdiği gerekçesiyle vatana ihanetle suçlanmasına
sebep oldu ve hakkında kanıtların yetersiz olmasına rağmen
dava açıldı.
1
20
Dreyfus’’un bu yetersiz kanıtlara rağmen
hüküm giymesinin ardında bazı nedenler
vardı. Eğer Dreyfus aklansaydı, Dreyfus’u
suçlayan Fransız Genelkurmayı’nın saygınlığı
zedelenecekti ve siyasal geleceği tehlikeye
girecekti. Dreyfus olayı sırasındaki Savaş
Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı koyu
Katolik ve kralcı subaylardır. Protestanlıktan
dönme Albay Sandherr, Yahudi düşmanıdır.
Olaya karışanların hemen hemen hepsi "cizvit
yetiştirmesi" ve "cumhuriyet düşmanı"
subaylardır.²
Dreyfus mahkum edildikten bir yıl kadar
sonra, Genel Kurmay İstihbarat Birimi'nin
başına Yarbay Picquart geçmiştir. Alman
Askeri Ataşesinin çöp kutusunda yeni bir
belge bulunur. Picquart, Binbaşı
Esterhazy'nin casus olabileceğinden
kuşkulanır. Bir soruşturma yapılır ve bu
soruşturma sonunda, Esterhazy'nın Alman
Elçiliği'ne gidip geldiğini ve çok borcu
olduğunu öğrenir. Şüphelinin el yazısını
Dreyfus'u mahkum eden belgedekiyle
karşılaştırır; gizli dosyadaki evrakın sahte
olduğunu fark eder ve üstlerini uyarır. Ama
kimse dediklerini önemsemez.
DÜNYACA UNUTULAMAYAN YARGILAMA YANILGISI
DREYFUS DAVASI
Hatta General Gonse, ondan, bildiklerini herkesten saklamasını
ister. Bir Yahudi’nin mahkum olması onu ilgilendirmemelidir.
İstihbarat Müdürü bu adamın masum olduğunu söyler ve "bu
sırrı mezara kadar taşımayacağını" bildirir. Bunun üzerine
Picquart uzaklara sürülür, tehlikeli görevlere atanır ve sürekli
tehdit edilir. Sonunda bildiklerini Senato Başkan Yardımcısı
Scheurer-Kestner'e iletir. Esterhazy adını bir başka kanaldan
öğrenen Mathieu Dreyfus da Scheurer-Kestner'e başvurunca da
Senatör konuyu gündeme getirir.³ Bu sırada Dreyfus'un
karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirmek için
çabalar ve bu çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay,
Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kalır. Dava iki gün
sürer ve Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle
sonuçlanır.
EMİLE ZOLA’NIN DAVAYA DAHİL OLUŞU
Dreyfus davasında Émile Zola’nın davadaki adaletsizliği görüp
üstüne gitmesi açısından dönüm noktası olmuştur. Dreyfus
davasını sahiplenen Émile Zola bu davayı yazdığı romanlarda ve
yapıtlarda ele almıştır. Dava sırasında ünlü romancı Émile
Zola’nın “İtham ediyorum” başlığı ile yaptığı savunma sonucu,
Fransa kamuoyunda büyük tepki meydana gelmiş; halk,
sokaklarda yer yer gösterilerde bulunmuştur. Fransa’daki
halkın bu tepkisi ve Zola’nın savunması, diğer bazı ülkelerde de
zaman zaman etkili olmuştur. Émile Zola’nın mektubu
yayımlandığında Dreyfus Davası, kamuoyunda büyük bir etki
uyandırmakla birlikte çok büyük bir tepki de çekmiştir. Asıl
büyük tepki milliyetçilerden, özellikle de basından gelir. Bir
gazeteci, "Zola kendinden başka tek bir şeye tapar: paraya"
dedikten sonra onun bu işe kendi reklamını yapmak için
giriştiğini savlar. ⁴
Irkçı-dinci bağnazlık sorununa duyarlı olmakla birlikte, Zola
başlangıçta Dreyfus davasıyla yakından ilgilenmez. Olay
gündeme geldiğinde İtalya'dadır. Daha sonra uzun süre
Medan'daki kır evinde kalmıştır. Paris'e dönüp gerçekleri
öğrenince etkin bir kampanya başlatmayı gerekli bulur. Zola,
“Suçluyorum” u yazarken suç işlediğinin farkındadır; Basın
Yasası’nın hangi maddelerini ihlal ettiğini bildirerek kendini
ihbar etmiş, kolaysa beni ağır cezada yargılayın diyerek meydan
okumuştur. ⁵ Bakanlar Kurulu, Zola hakkında suç duyurusunda
bulunur. Basının sürekli kışkırttığı gericiler, Zola’nın
yargılanma süreci boyunca “Kahrolsun Zola”, “Yahudilere
ölüm”, “Hainlere ölüm” sloganlarıyla gösteriler düzenler,
Musevilerin dükkânlarını taşlarlar.
1
21
Zola ve arkadaşları, göstericilerin
saldırılarından kaçmak için, sık sık yollarını
değiştirmek zorunda kalırlar. Bu şiddet
önce taşraya sonra da birçok kente yayılır.
Dreyfus’un suçsuz olduğunu iddia eden her
kimse Almanya’nın casusu olduğunu iddia
ediyorlardı. Bu suçlamaların başında
Dreyfus davasında gerçeklerin ortaya
çıkmasını isteyen ve bunun için yüreklice
mücadele eden Émile Zola olmuştur. Bunun
sonucunda Zola yazdıklarından dolayı suçlu
bulunur. Zola, Dreyfus olayında adaletin
siyasal nedenlerle gölgelendiğine inanıyordu
Zola; Eğer siyasal nedenler adaletin
gecikmesini gerektiriyorsa, bu kaçınılmaz
sonucu daha da ağırlaştırarak geciktiren
yeni bir hata işlenmiş olacaktır.” ⁶ diyordu.
Zola’nın yargılanması 1898’de başlar. Émile
Zola 1 yıl hapis ve 3.000 Frank para
cezasına çarptırılır. Bu aşamada Picquart
tarafından yapılan soruşturma bilgileri ünlü
yazar Emile Zola'ya ulaşır. Kendisi
L!Aurora gazetesinde basılan ünlü
J'Accuse...! adlı açık mektubuyla süreçte
yapılan yanlışlıkları ifşa eder ve görevini
ihmal edenleri suçlar. Ancak elindeki
kuvvetli kanıtlara rağmen hakaret suçuyla
mahkemeye çıkartılan Zola hüküm giyer.
Ancak Zola tutuklanmadan önce
İngiltere'ye kaçmayı başarır. ⁷
Emile Zola İngiltere’deyken davayla ilgili
yeni gelişmeler yaşanır. Esterhazy,kuzeni
tarafından ihbar edilir. Henry’nin
sahtekârlığı ortaya çıkınca 30 Ağustos
1898’de tutuklanır ve hemen ertesi gün
hücresinde boğazını keserek intihar eder.
Üst üste itiraflar gelmesine rağmen basın
yılmaz. Maurras, kralcıların yayın organı
olan La Gazette de France’ta, “şehit” Henry
için, “intikam”, “zafer”, “kanlı gömlek”
türünden sözcüklerden oluşan bir ağıt
yazar.
DÜNYACA UNUTULAMAYAN YARGILAMA YANILGISI
DREYFUS DAVASI
Dreyfus’un mahkûmiyetinde kullanılan belgelerin askerî istihbaratta görevli bir albay tarafından
düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkar. Tüm bu gerçeklerin ortaya çıkması sonucunda
Dreyfus 9 Eylül 1899 günü Mahkemede yeniden yargılanır. Ancak; askeri mahkeme, adlî hatayı
kabul etmez ve Dreyfus’a bu kez hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapis cezası verir.
SONUÇ
Tüm Fransa’yı alt üst eden Dreyfus olayı, adaletin yanılmasının ve yüksek siyasetin adaleti bu
kadar etkilemesinin gerçek bir örneğidir. Geçmişte de günümüzde de bunlar yaşanmış ve
yaşanmaya devam edecektir. Sonuçları itibarıyla bu dava, yargının hem siyasal hem de bürokratik
iktidarın etkisinden bağımsız olması gerektiğini göstermiştir. Dreyfus olayından çıkarılması
gereken en önemli ders yargının, ordunun, medyanın, yürütmenin ve toplumun kendisi her zaman
güç erkinin tarafını tutmaya yatkın olmasıdır. Bu olay bize ulusal duyguların nasıl sömürüldüğünü,
ahlak ve yurtseverlik gibi değerlerin onlara sahip olmayanlarca da kullanılabildiğini anlatırken,
evrensel adalet duygusuyla hareket edenlerin yüreklerindeki insanlık sevgisinin yurt sevgisiyle
çelişmeyeceğini de öğretiyor. Ayrıca, basının bu sömürüye alet olduğunda ne büyük bir tehlike
haline geldiğini, halkı kışkırtıp böldüğünü görüyor, görevleri doğru bilgi aktarımı olan
gazetelerinse adaletin gerçekleşmesinde önemli payları olduğunu görüyoruz. Emile Zola, Dreyfus'la
ilgili yazılarında toplumsal bir yarayı ele almış, davaya biçim verenin bağnazlık olduğunu sürekli
vurgulamış ve bunun ardındaki tarihsel nedenleri açıklayarak bizlere çok değerli bir eser
bırakmıştır. Zola'nın, Dreyfus davasının tarih ve yazın alanında unutulmaz bir yer almasında
büyük payı vardır. İnsan hakları savaşçısı Zola, bir aydınlanma filozofu gibi kitlelere öncülük
etmiştir.
KAYNAKÇA
1 F.Brown. Zola; A Life. Papermac, 1997. S.717.
2 A.Zevaes, Histoire de la ille Republique. Ed. de la Nouvelle Revue Critique. 1946, s.214.
3 A. Zevaes, s.217
4 F. Brown, s. 712
5 Hacettepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi cilt:19, Sayı:1, ss.181-195.
6 Émile Zola, a.g.e., s.33.
7 wikipedia.org/wiki/Dreyfus_Olayı_karar_ve_sonuçları
Cemile TEKDEMİR
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
22
BU SENENİN MODASI: HUKUK
GİRİŞ
Moda Hukuku Enstitüsü, çeşitli sertifika programlarının
ve eğitimlerinin yanı sıra yurtdışı staj imkânı sağlamasıyla
da oldukça önemli bir kurum haline geldi. Bu alanın
ilgilenmesi ve takip etmesi en zevkli kısmı tartışmasız
olarak Moda Hukuku davaları. Alanın en büyük ve güncel
örneklerini sizler için özetleyeceğim.
Hailey Bieber-Rdhode NYC Davası: 2022’nin haziran
ayına damga vuran olay, internet ünlüsü olması nedeniyle
adından oldukça söz ettiren Hailey Bieber’ın “Rdhode”
adında kendi cilt bakım markasını kurmasıyla başladı.
Giyim markası olan “Rdhode NYC” ise isim hakkının
ihlali ve logo tasarımı hırsızlığı iddialarıyla Hailey Bieber’e
dava açtı. Bieber “Rdhode” isminin göbek adı olduğunu ve
Instagram hesabında aktif olarak kullandığını öne sürerek
marka ismini satın almayı teklif etse de giyim markası
bunu reddetti. “Rdhode NYC” ürünlerini satın alıp
kullanan müşterilerin Instagram’da markayı etiketlemek
isterken Hailey Bieber’ın ve onun markasının
etiketlenmesinden rahatsız olan giyim markası Rdhode
NYC, iddialarını sürdürüyor ve davasında oldukça kararlı
görünüyor.
Moda ve hukuk kelimelerinin ilk kez yan yana geldiğini
gördüğünüzü ve bu alanın daha çok Fikri ve Sınai Haklar
Hukuku ile bağdaşacağını düşündüğünüzü biliyorum.
Sınırlarını çizmek oldukça zor çünkü İş Hukuku’ndan
Uluslararası Ticaret Hukuku’na kadar birçok hukuk dalıyla
ilişkili bir alan. Moda Hukuku yeni bir kavram olarak hukuk
dünyasında yerini alsa da birçok girişimcinin, marka
sahiplerinin ve e-ticaret ile ilgilenen kimselerin hâkim olmak
zorunda olduğu elzem bir dal olarak karşımıza çıkıyor.
Tasarımcıların fikirlerine sahip çıkmakla birlikte büyük
firmaların isim savunuculuğunu da üstlenen Moda Hukuku,
hayatımıza 2006 yılında New York FIT’te ders olarak
okutulmasıyla girdi. Türkiye çapında değerlendirecek olursak
2012 yılında Avukat Erdem Eren’in kurmuş olduğu Moda
Hukuku Enstitüsü ile temelleri atıldı.
YSL-Christian Louboutin Davası: Christian
Louboutin’in kırmızı tabanlarının patenti
üzerinden Yves Saint Laurent’e karşı açtığı davada
New York Federal Mahkemesi’nin verdiği karara
göre; bundan sonra hiçbir marka tamamı kırmızı
olmadığı sürece ayakkabı tabanlarında kırmızı
rengi kullanamayacak.
Probendi-Apple Watch Davası: Geçtiğimiz yıllarda
İsviçreli saat üreticisi Swatch ile kaos dolu bir süreç
geçiren Apple, bu kez de Probendi şirketiyle
davalık oldu. “iWatch” markasının gerçek sahibi
olan yazılım geliştirme stüdyosu Probendi, Apple'ın
"iWatch" markasıyla özdeşleşmiş olmasından
oldukça rahatsız. Probendi, Apple'ın Google
AdWords kampanyalarında “iWatch” terimini
kullandığını, bu terimin “Apple Watch”a
yönlendirme yaptığını ve Apple'ın konuyu kendi
çıkarları doğrultusunda kullanarak gerekli
hassasiyeti göstermediğini iddia ediyor. Gerçekten
Google’da yapılan “iWatch” araması kullanıcıyı
Apple'ın reklam harcamaları sayesinde “Apple
Watch” sayfasına yönlendiriyor. İrlandalı yazılım
şirketi, Apple hakkında, kendi markasını izinsiz
kullandığı gerekçesiyle Milano'da bir mahkemeye
başvurarak 100 milyon dolarlık tazminat davası
açtı.
1
23
BU SENENİN MODASI: HUKUK
Pawmain-Balenciaga Davası: Köpekler için giyim markası olan Pawmain, ünlü markaların muadillerini üretip
satışa koyuyordu. En son ürettiği “Pawlenciaga” özel koleksiyonu ile dünya devi Balenciaga ile davalık oldu.
Balenciaga, marka adını sulandırdığı gerekçesi ile Pawmain’e dava açtı.
Gucci-Alibaba Group Davası: Moda sektörünün devi olan Gucci, sahte ürünlerini sattığı gerekçesiyle Alibaba
Group’a dava açtı. İnternet sitesinde satılan ürünleri yeterince denetlemediğini öne süren Alibaba Group’un
Gucci’ye karşı savunması ise kendi şirketinin taklit ürün tespiti konusunda başarılı bir geçmişe sahip olduğu.
Adidas-Tesla Davası: Bir diğer adı “Üç Çizgi Davası” olan bu davada Adidas’ın markalaşmanın temel
taşlarından olan fikri ve sınai hakları bilmemesi ve kullanamaması nedeniyle uğradığı zarar söz konusudur.
Adidas, EUPIO (Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi)’ya yaptığı marka tescil başvurusunda sadece dik şekilde
paralel olan üç uzun çizgiyi belirtmiştir fakat birden fazla logoya sahiptir.
Adidas, tescil ettirmediği diğer logolar üzerinden de birçok markaya dava açmış ve kazanmıştır. Dönüm noktası olan
olay ise Tesla’ya göndermiş olduğu ihtardır. Tesla markasının Model 3 isimli otomobil için tasarlamış olduğu logoyu
kendi logosuna benzeten Adidas, Tesla’ya gerekli ihtarda bulunmuş ve markanın üç çizgi yerine rakamla üç şeklini
kullanmasına yol açmıştır. Olaydan sonra Shoe Branding adlı şirket Adidas logosunun ayırt edici olmadığını öne
sürmüştür. Bu iddiaya karşılık Adidas, 12.000 farklı delille markanın ve logonun dünyada herkes tarafından ayırt
edici olduğunu EUIPO’ya kanıtlamaya çalışmıştır. Yüzey deseni, figüratif desen gibi teknik konuların ele alındığı
mahkemede Adidas haksız bulunmuş ve %1,8 gibi bir kazanç kaybına uğramıştır.
KAYNAKÇA
·https://www.chip.com.tr/haber/applein-basi-bu-kez-iwatch-ile-dertte_56959.html
·https://www.thefashionlaw.com/balenciaga-takes-on-pet-company-over-pawlenciaga-trademark/
·https://core.ac.uk/download/pdf/151515453.pdf
·https://www.geekwire.com/2017/court-documents-show-tesla-tweaked-model-3-logo-amid-trademark-fight-adidas/
·https://www.thefashionlaw.com/
Dilara ÜÇÖZ
Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
24
HUKUKTA İLKLERİN KADINI: SÜREYYA AĞAOĞLU
Türkiye Barolar Birliği’nin yayınladığı güncel verilere
göre avukatlık mesleğinde kadın ve erkek oranları
arasındaki makas gittikçe daralmaktadır. Verilere göre
2016 yılında 57 bin 985 olan erkek avukat sayısı 2021
yılında 85 bin 262’ye ulaşmışken kadın avukat sayısı ise 42
bin 476’dan 73 bin 687’ye yükselmiştir. Böylece meslekte
kadın temsili yüzde 45,8’e yükselmiştir.[1]
Bu istatistiksel veriler ışığında ülkemizde yıllar içinde
binlerce kadın avukatın mesleğini icra ettiğini ve gün
geçtikçe meslekteki cinsiyet farkının sayıca azaldığını
görebilmekteyiz.
Peki ya filmi başa saracak olursak nasıl bir durumla
karşılaşacağımızı biliyor muyuz?
Tam 95 yıllık bir geri sarmadan bahsediyorum.1927 yılının
aralık ayında Ankara Barosu’na kaydolmuş tek bir kadın
avukat bulunmaktaydı: Süreyya Ağaoğlu.
Herhangi bir meslekte, bir ideolojide yahut herhangi bir
vaziyette ilk olmak; beraberinde tabuları yıkabilmek için
cesareti, başarı için fedakârlığı, yolun zorluğuna aldırmadan
ilerleyebilmek için sabrı gerektirmektedir. Türkiye’de ilk
kadın avukat olabilmek ise her şeyden önce bir fakülte
açtırmayı gerektirmiştir zira dönemin koşullarına göre kadın
ve erkeklerin aynı sınıfta okuyabilmesi mümkün değildir.
Henüz çocukluk çağlarında avukat olmak istediğini
dillendiren Süreyya Ağaoğlu yapamazsın eleştirileri ile o
yaşlarda tanışmıştı. Bu dileğinden her bahsedişinde
kendisinden kadınlara uygun olan mesleklere yönelmesi
istenip bu mantıksız arzudan vazgeçmesi gerektiğini duymuş
olmasına rağmen asla pes etmemiş ve kadınların da avukat
olabileceğini tüm halka ispat etmiştir.
1920 yılında Bezm-i Âlem Valide Sultanisi’nden [İstanbul Kız
Lisesi] mezun olduktan sonra hukuk fakültesine kaydolmak
amacıyla İstanbul Darülfünun Hukuk Medresesi’ne
başvurmasına rağmen kabul edilmemiştir zira fakültenin
kapıları kadın öğrencilere sonuna kadar kapalıdır. Çocukluk
hayalinden vazgeçmeyi düşünmeyen Süreyya Ağaoğlu
arkadaşları Melahat Ruacan ve Bedia Onar ile birlikte
gösterdiği çabaların sonucunda fakülteyi kadınlara açmayı
başarmıştır. İstanbul Darülfünun Hukuk Medresesi’nde
artık öğleden önce erkek, öğleden sonra kadın öğrenciler
eğitim görmektedir.
Bu girişimiyle hâkim, savcı ve avukat olma yolunda
Türk kadınının önünü açmıştır. 1924 yılında hukuk
fakültesinden mezun olup ailesiyle birlikte
Ankara’ya gelen Ağaoğlu’nun, Adaleti Vekâleti
Umuru Cezaiye Müdüriyeti’nde staja başlamışken
yine sadece kadın olduğu için mahrum
bırakıldıklarıyla mücadelesi henüz bitmemiştir.
Kadınlarla erkelerin beraber bir lokantada yemek
yemesinin olağandışı olduğu bu dönemde Ağaoğlu
ile arkadaşı Melahat, o dönemde Ankara’da yemek
yenilebilecek tek yerin İstanbul Lokantası olması
sebebiyle buraya gelip öğle yemeklerini yemişlerdir.
İki genç hanımın bir lokantada tek başlarına yemek
yiyişine ilk defa tanıklık eden halk bu durumdan
oldukça rahatsız olmuştur. Öyle ki fısıltılar
dönemin başbakanı olan Rauf Beyin kulağına
gidene kadar devam etmiştir. Rauf Bey,
Süreyya’nın babası Ahmet Ağaoğlu’na bu
durumun halkı huzursuz ettiğinden bahsetmiştir.
Ahmet Bey ise bu serzenişler karşısında çözümü
hanımların öğle yemeği için kendi evlerine
gelmesinde bulmuştur. Mustafa Kemal ve eşi Latife
Hanım ile ailevi münasebetleri ileri düzeyde olan
Ağaoğlu ailesi olaydan sonra bir gün rastlantı
sonucu Gazi ve eşi tarafından ziyaret edilir.
Süreyya, Mustafa Kemal tarafından
destekleneceğini umarak mevzuyu anlatınca Gazi,
babasının ve Rauf Bey’in hakkı olduğunu
söylemiştir. Hiç ummadığı bu tepki karşısında
hayret eden Süreyya durumu kabullenmekten
başka çaresi olmadığını düşünmüştür.
1- https://www.turkiyehukuk.org/avukat-sayilari-2020/
1
25
HUKUKTA İLKLERİN KADINI: SÜREYYA AĞAOĞLU
Ertesi gün çalıştığı yerde Mustafa Kemal, Süreyya’yı ziyaret etmiştir ve öğle yemeği için Latife Hanımın onu
beklediğini söylemiştir. Otomobili İstanbul Lokantası’nın önünde durduran Mustafa Kemal içeride bulunan
milletvekillerini yanına çağırıp Süreyya’nın bugünlük onun misafiri olduğunu, yarın ve sonrasında yemeğini
burada yiyeceğini söylemiştir. Evlerine gidince Latife Hanım, Süreyya’ya paşanın aslında bu mevzuya çok
kızdığını ancak babasını çocuklarının önünde küçük duruma düşürmek istemediği için bu şekilde
davrandığından bahsetmiştir. Ertesi gün Süreyya, arkadaşı ve milletvekili eşleri ile öğle yemeği için İstanbul
Lokantası’na gitmişlerdir. Bu olaydan sonra artık hanımlar dışarıda rahatça yemek yiyebilmiştir. Şu an için
günlük hayatımızın normal bir parçası olan bir lokantada karnını doyurabilmek için bile kadınların
kendilerine sunulana başkaldırması gerekmiştir.
Süreyya Ağaoğlu yaşamı boyunca hukuk alanında öncü birçok yeniliğe ve ilklere imza atmıştır. Ülkemizi pek
çok uluslararası konferansta temsil etmiştir. 1946 yılındaki girişimleri sayesinde İstanbul Barosunun
Uluslararası Barolar Birliğine üye olmasını sağlamıştır.14 yıl boyunca bu birliğin yönetim kurulunda görev
yapan tek kadın olmuştur.1952 yılında Milletlerarası Kadın Hukukçular Birliğine üye olup 1960 yılında
birliğin Cenevre Teşkilatı temsilciliğine seçilmiştir.
İlerleyen süreçte ülkemizde bulunan pek çok sivil toplum kuruluşlarının oluşumuna katkı sunmuştur. Bu
kuruluşların arasında Hukukçu Kadınlar Derneği, Üniversiteli Kadınlar Derneği, Hür Fikirleri Yayma
Derneği ve kurucusu olduğu Çocuk Dostları Derneği bulunmaktadır. Hayatı boyunca birçok makalenin yanı
sıra ‘’Londra’da Gördüklerim ‘’ ve ‘’Bir Ömür Böyle Geçti’’ isimli kitapları yazmıştır.
Hukukun öncü kadını olarak anılan Süreyya Ağaoğlu 29 Aralık 1989 tarihinde katıldığı Kadın Hakları ve
Çağdaşlaşma Panelinden ayrılırken beyin kanaması geçirip hayatını kaybetmiştir. Bizler geleceğin avukat,
hâkim ve savcıları olarak Türk kadının hukuk mesleklerinde önünü açan, Türkiye Cumhuriyeti hukuk
sistemine sayısız katkıda bulunan Avukat Süreyya Ağaoğlu’nu her daim saygı ve minnet ile anacağız.
KAYNAKÇA
https://www.turkiyehukuk.org/avukat-sayilari-2020/
http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2013-1/12.pdf
https://www.bilgipedia.com.tr/sureyya-agaoglu-ve-ataturk/
Zehra Can
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
26
SPOR HUKUKU RÖPORTAJI (AV. TURGUT ÖZGÜÇ
ÖZGÜN-AV. KORHAN ARMAĞAN)
Her zaman okuduğum, araştırdığım ancak bir türlü
içine giremediğim bir alandı. Sonrasında bir dosya
vasıtasıyla Özgüç Bey ile tanıştık ve akabinde
birlikte çalışmaya başladık. Özgün Hukuk
Bürosu’nun Özgüç Bey’den sonraki ilk parçası
oldum diyebiliriz. O günden beri bir hukuk
bürosunun “Biz sadece şu alanda çalışıyoruz.” gibi
bir söylemde bulunmasını çok doğru
karşılamadığımız için; bizim de “Biz sadece spor
hukukunda çalışıyoruz.” gibi bir söylemde
bulunmamız doğru olmaz. Birçok dosyamız var ama
spor hukuku sevdiğimiz bir alan olduğu için bu
alana da bir şekilde girme fırsatı bulduk. Özgüç
Bey’le birlikte müvekkillerimiz ve arkadaşlarımız
sayesinde, büyüyen bir ekipte spor hukuku
alanındaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Asya Naz Kızılırmak: Özgüç Bey merhaba şimdi
size bir soru sormak istiyorum. Öncelikle kendinizi
tanıtabilir misiniz?
Av. Turgut Özgüç Özgün: Merhaba Asya Hanım,
ben Turgut Özgüç Özgün. 1982 doğumluyum. 2006
senesinde de Çankaya Üniversitesi’nden mezun
oldum. Mezun olduktan sonra da yurt dışı master
programına katıldım. Avrupa ve Uluslararası
Ticaret Hukuku ile birlikte Fikri ve Sınai Haklar
Hukuku’nda çift dal yaptım. Master programını
tamamladıktan sonra Ankara’ya döndüm. Hukuk
büromuzu açarak bir şekilde bu alanda mesleki
tecrübemizi kazanmaya çalıştık. Spor hukukuna
olan ilgim ve çevrem de spor camiasıyla ilgili
olduğum için birtakım tanıdıklarım vasıtasıyla
ortaya çıktı.
Asya Naz Kızılırmak: Öncelikle merhabalar Korhan Bey.
Sizi tanımakla başlayabilir miyiz?
Av. Korhan Armağan: Merhaba Asya Hanım, ben
Avukat Korhan Armağan. 2016 yılında Başkent
Üniversitesi’nden mezun oldum. Mezun olmamın
akabinde 2017’de Ankara Barosu bünyesinde stajımı
başlattım. Sonrasında stajımı yaptım; yasal staj
sürecimde birçok hukuk bürosunda çalıştım. Çalıştığım
yerlerde genellikle iş hukuku, sigorta hukuku, idare
hukuku gibi alanlarda çalışırken spor hukuku hep içimde
kalan bir ukde idi.
Elbette ki bu yolun en doğru yolu network’ten ziyade; bu
network’ü sağlayabilmek adına yeterli bilgi birikimine
sahip olmaktır. Bilgi birikimimde Korhan Bey’in
söylediği gibi ilgi duymayla alakalı olan bir şey. Genç
meslektaşlarımın bu alanda yaşayabileceği en büyük
problem spor hukukuyla ilgili bir kaynak bulunmaması.
İcra iflas hukukuyla ilgili bir bilgiye ihtiyaç
duyduğunuzda, google’a bile yazdığınız zaman internetten
bir şekilde eksikliğini giderebilirsiniz; bir kitapçıya dahi
gittiğinizde, icra hukukunda spesifik bir konuyu
aradığınızda bunun karşılığını bulabilirsiniz veya
üniversiteyle ilişkiniz varsa üniversitedeki
akademisyenlere sorarak size destek olmalarını
sağlayabilirsiniz ama spor hukuku böyle bir alan değil
çünkü yazılan kaynaklar 2016 senesinde yazılmış. 2016
senesinden bugüne kadar birçok talimat ve mevzuat
hükmü değişti. Bir de bu alanın bir kanunu olmadığı için
yargılama hep talimatlar üzerinden gidiyor. Korhan
Bey’in ilgisi aslında Türk sporcularına yönelik. Spesifik
olarak futbola yönlendirmeyelim tabii ama ikisi arasında
çok farklı yargılamalar var. Bir de bunun uluslararası
boyutu var. Genç meslektaşlar için en büyük önem arz
eden konu dil problemi. Dil problemini çözebilmek lazım
çünkü işin içerisine yabancılık unsuru girdiği anda,
mesela FIFA’ya gittiğiniz yolda, emsal kararları
okuyabilmeniz, yazacağınız dilekçeleri İngilizce yazmanız
lazım. Yine müvekkil portföyünü geliştirebilmek için de
futbolcuyla ya da hangi spor dalıyla ilgiliyse onunla bir
iletişim sağlayabilecek kadar bir İngilizce kapasitesine
sahip olmanız gerekiyor. Belki günümüzde bunlar çok
önem arz etmiyor ama -hele ki şu anın düzeninde- “Ben
illa spor hukukuyla ilgileneceğim.” diyenler için bunlar
1
27
SPOR HUKUKU RÖPORTAJI
olmazsa olmazlar. Tabii ki de netwrok de belli bir
süre içerisinde gelişiyor. Meslek büyüklerim bana
hep şunu söylerdi: Faaliyet gösterdiğimiz bu alan
öyle bir alan ki doğru zamanda doğru yerde
bulunduğun zaman şans kapını çalar. İşte o bilgi
eksikliğini giderdiğiniz zaman öyle bir anda bir
açıklama yapar, bir şey söylersiniz ki size
ummadığınız bir kapı açılabilir. O kapı başka bir
kapıyı açar, bir sporcu başka bir sporcuyu getirir,
o iki sporcu dört sporcuyu getirir, dört sporcu
sekiz sporcuyu getirir gibi.. Biz sadece spor
hukukuyla ilgilenmiyoruz ancak spor hukukunun
bizim açımızdan şöyle bir avantajı var: Spor
hukukunun yargılamasını biliyoruz, spor
hukukunda çevremiz var. Bir de spor hukukunun
ayrı bir yargılama sistemi olduğu ve süreç kısa
olduğu için de çok çabuk nihayetine eriyor.
Uygulanabilecek yaptırımların (sportif ceza veya
parasal yaptırımlar) kulüpler ve sporcu açısından
çok ciddi sonuçları olması sebebiyle de kısa
sürede sonuçlanıyor. Yani sizin açmış olduğunuz
iş davası gibi “Biz bu davayı açtık, iki sene sonra
bakalım ne olacak?” gibi bir şey yok. Dört ay
içerisinde sonuç elde edersiniz. Elbette ki Özgün
Hukuk çatısı altındaki çalışma alanlarımız
içerisinde sadece bunu spor hukuku olarak
değerlendirmemek lazım ama Korhan Bey’in
söylediği gibi ağırlıklı olarak özel hukuk alanında
faaliyet göstermeye çalışıyoruz. “Ceza hiç mi
yok?” derseniz cezada da yer alıyoruz. Her şey
birbiriyle bağlantılı olduğu için; örnek verelim,
danışmanlık yaptığımız ticari firmalarda yapılan
ticaret sonucunda çek alınıyor ancak çek
karşılıksız çıkıyor ve bu durumda biz de işin cezai
boyutuna gidiyoruz ama özellikle cinayet,
uyuşturucu dosyalarıyla mümkün olduğunca
ilgilenmiyoruz. İşin özü bu.
Asya Naz Kızılırmak: Özgün Hukuk Bürosu’nun
spor hukuku alanı dışında da çalışmaları
olduğunu biliyorum. Onlardan da kısaca
bahsedebilir misiniz?
Av. Korhan Armağan: Tabii ki. Spor hukuku zaten
kendi içinde birçok disiplini barındıran bir daldır. İş
hukuku, ticaret hukuku, icra-iflas hukuku, idare
hukuku gibi… Tabii ki de spor hukuku kaynaklı
müvekkillerimizin ve diğer müvekkillerimizin yine icra
dosyaları, idare dosyaları, ceza dosyaları, işçilik
alacaklarıyla ilgili iş dosyaları da mevcut. Burada bu
ofisin parçası olan herkes uzmanlık alanı ve müvekkil
bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Buraya gelen veya
bize soru yönelten müvekkillere “Biz bu davayı
almıyoruz.” veya “Biz bu soruyu cevapsız bırakıyoruz.”
gibi bir cevap vermemizsöz konusu değil. Kaldı ki bu
durum bizce avukatlığın niteliğiyle de bağdaşan bir şey
değil. Dolayısıyla buraya gelen müvekkillerimizin çeşitli
hukuki alanlarda sorunlarını çözmeye çalışıyoruz.
Müvekkillerimiz sadece spor hukuku kaynaklı da değil.
Hepimiz avukatız ve avukat olduğumuz için farklı
alanlardan da dosyalar geliyor. Yani ağırlıklı olarak özel
hukuk alanında çalışıyoruz diyebiliriz.
Av. Turgut Özgüç Özgün : Özgün Hukuk’a özel yazılar
çıkarmaya çalışıyoruz ama şöyle bir sıkıntı var. İki
stajyerimiz ve stajyerlerimize bazı meslektaşlarımız gibi
getir götür işleri yaptırmaktansa dava dilekçesi
yazdırmayı tercih ediyoruz. Stajyerlerimiz bir davaya
cevap verebilir, aynı şekilde bir duruşmaya da girebilir
ve heyecanlanmadığı sürece söylemesi gerekenler nelerse
bunları söyleyebilir ya da durum tespiti dediğimiz bir
dosya geldiği zaman dosyayı nasıl değerlendirmesi
gerektiğini, dosyanın ihtilafının ne olduğunu, lehe olan
aleyhe olan Yargıtay kararlarını yani aslında
odaklanması gereken noktanın ne olduğunu tespit
edebilecek bir konumdadır. Bunu şurayla bağlayayım
ben size: Özgün Hukuk olarak mümkün olduğunca bu
meslekle alakalı olarak bu alan ya da benzeri alanlarda
kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Kendimizi ifade
etmeye çalışırken tabii ki de kendi yaptığımız bir iç
çalışmamız oluyor, bir bilgi birikimimiz veya biriktirmiş
olduğu Yargıtay kararları ya da hukuki bilgiler mutlaka
oluyor ama gün içerisindeki yoğunluk sebebiyle de
bunları yazıya dökemediğimiz ama yazıya dökmeye
hazır olduğumuz durumlar mutlaka oluyor.
1
28
SPOR HUKUKU RÖPORTAJI
“Bugün yaptım, yarın hemen bir yazı yetiştireyim
de sunayım.” gibi bir iş yoğunluğuna şu anda çok
giremedik ama plan ve programımız içerisinde
olup bu mesleği mümkün olduğunca hak edildiği
gibi layıkıyla yapmaya çalışacağız. Özgün Hukuk
olarak bunları yapmaya çalışıyoruz.
Av. Korhan Armağan: Özgüç Bey’in de dediği
gibi bizim asli işimiz avukatlık: Yazı yazmak veya
kitap çıkarmak vs. değil. Dolayısıyla ben bunun
önüne mesleğimi, müvekkilimi, dosyamı koymak
zorundayım. Boş vakit buldukça tabii ki çalışırım
ama boş vakti ne kadar bulabilirim işte o
haftadan haftaya değişen bir şey.
Asya Naz Kızılırmak: Spor hukuku alanında
danışmanlık, süreç takibi, uyuşmazlık çözümü
hizmetleri verip bunların dışında da
çalışmalarınızı ve bilgilerinizi yazıya aktarıp,
eğitimler verdiğinizi biliyorum. biliyorum.
Alanında uzman avukatlar olarakspor hukuku
alanında ilerlemek isteyen genç hukukçulara
verebileceğiniz öneriler var mıdır?
Av. Korhan Armağan: Aslında bu soruyu Özgüç
Bey’in cevaplaması daha doğru olur. Çünkü ben
de genç bir hukukçuyum. Tabii ki bu alanda yazı
yazmak, araştırma yapmak, okuma yapmak,
insanlarla tanışmak, bir şekilde bu işin içine
girmek çok önemli ama neticede avukatlık bir
network işi. Yani sizin iş çevreniz neyse alanınız da
aslında o oluyor. Ben bugün Özgüç Bey’le
tanışmamış olsam belki de bu alana hiçbir şekilde
girme fırsatı bulamayacaktım. Özgüç Bey’le
aramızda abi-kardeş ilişkimiz de var ama bir
network olarak ben Özgüç Bey sayesinde bu alana
girdim diyebilirim. Dolayısıyla bu alana girmenin
yolu: Siz ne kadar yazı yazarsanız yazın ne kadar
araştırma yaparsanız yapın, ne kadar bilirseniz
bilin network’ten geçiyor diyebilirim. Bu elbette ki
acı bir durum. Aslında her işi, işi bilene emanet
etmek gerekir ama ortada bir de somut gerçeklik
var. Yani siz bu alandaki aktif personelin, aktif
süjelerin radarına giremiyorsanız kendi kendinize
yaptığınız çalışmaların hiçbir anlamı olmuyor.
Bu çalışmaları yapmak, yazılar yazmak bu radara
girmek için tabii ki bir yoldur ama zordur.
Av. Turgut Özgüç Özgün: Televizyon programlarına
çıkan meslektaşlarımı görüyorum. Bir avukat bu kadar
birbirinden bağımsız konularda daldan dala atlamamalı.
Ama şimdi spesifik bir sporu konuştuğunuz yerde ticaret
kaçınılmaz bir şeydir. Ticareti konuştuğunuz bir yerde
anonim şirket, limited şirket, dernekler ve vakıflar
birbiriyle bir bütündür. İcra hiçbir zaman kopmaz ama
tutup da bunun altında “Ben vergi avukatlığı da
yapıyorum.” dediğiniz zaman bu biraz abes olur. Ben
mesela hiçbir zaman vergi konusuyla ilgilenmem, vergi
avukatı da olmak istemem. Vergiyle alakalı bir problem
yaşadığımda da araştırırım, bu işin ehli kimdir? Hiçbir
hukukçu “Ben vergi hukukunu iyi biliyorum.” diyemez,
anlık kanun çıkıyor. Ki şu an mevzuatta savunmalarınızı
mali müşavirinizle yapabiliyorsunuz mesela. Hakim onu
dinliyor gibi… Yani birçok kriter var.
Asya Naz Kızılırmak: Spor hukukunun kaynaklarından
biraz bahsedebilir misiniz?
Av. Özgüç Özgün: Spor hukukunun kaynakları aslında
çok erişilemez niteliklerde olan kaynaklar değildir.
Örnek veriyorum araştırma yapmak istediğiniz sporun
futbol ise tff.org sitesine girdiğiniz zaman orada
“Talimatlar” diye bir bölüm vardır. Bu talimatlara
tıkladığınız zaman disiplin yargılamasına ilişkin
talimatların yanında profesyonel futbolcuların
transferlerine ilişkin talimatları bulabileceğiniz gibi
amatör sporların da mevzuatını bulabilirsiniz. Peki bir
ihtilafla karşılaşıldığında nereye başvurmalıyız?
Öncelikli olarak elbette bu talimatlara başvurmamız
gerekiyor ama bu talimatlar haricinde de bu işte
uygulamayı bilmek önemli. Spesifik bir olay görme
imkanınız yok. Diyelim ki bu Sporda Şiddet Yasası’na
göre bir dönem tribün cezası veriliyor, bunun hukukiliği
tartışılmalı. Siz bir şahsın buna sebebiyet vermesi
sonucu tribünü kapatıyorsunuz ama kulüp orada
gelirlerden oluyor veya bir hakimin vermiş olduğu çok
bariz bir hata sebebiyle belki takım şampiyonluktan,
futbolcular da primden oluyor gibi... Aslında
biliyorsunuz spor savcıları vs. var. Bunların
kaynaklarını tabii ki bulabilirsiniz.
1
29
SPOR HUKUKU RÖPORTAJI
6222 sayılı Sporda Şiddet Yasası da bir nevi
birtakım şeyleri çözebiliyor. Bunun yanında
Disiplin Talimatı da size yardımcı olabilir. Bir de
bir sporcuya kırmızı veya sarı kart verildiğinde
ya da bir hak mahrumiyeti cezası verildiğinde 48
saat içerinde buna cevap vermeniz gerekiyor gibi
süre açısından da sıkıntılı olan durumlar var.
Dolayısıyla bunun en iyi yolu; spor kaynakları
açısından uygulanabilirliği öğrenmek ve bu dalı
daha da geliştirebilmek. Bu alana ilgi duyan
meslektaşlarımızın bu noktadan başlayarak bir
şekilde kaynak geliştirmek için bir şeyler yapması
oldukça önemli. Ki bunu biz de yapmalıyız, bizim
de eksikliğimiz var ama maalesef fırsat olmuyor.
Hem bu mesleği yürütüp hem para kazanıp hem
hayatı idame ettirip hem de “Bu mesleğe veya
spor hukukuna ben de bir kaynak getireyim.”
demek çok zor oluyor. Ben kitapçılara gidip 2022
senesinde çıkan spor hukukuyla ilgili bir kitap
var mı diye takip ediyorum, görüyorum ki geneli
internetten size söylediğim talimatları kitap
haline getiriliyor, Av. … yazıyor, sonra bunu
kaynak olarak değerlendiriliyor. Halbuki
kaynakla alakası yok. Kaynaktan kasıt o değil.
Örnekseme yapmanız lazım. Yani Yargıtay’da
benzer bir karara ilişkin olarak bu konudaki
görüş neymiş, içtihat neymiş diyerek bir yorum
yapıyorsunuz ama burada hakem şike yaptığında
ne yapacaksınız hakeme? Uygulanabilir veya
şöyle oluyor diyebileceğiniz bir şey yok. Bir
kulübün futbolcusunun sözleşmesini haksız
feshetmesi sonucunda hem kulüp açısından
sorumlulukları oluyor hem spor camiası
açısından sorumlulukları oluyor ama bir kulüp
size burada “Benim sorumluluğum ne olabilir
ki?” gibi bir soru sorduğunda siz burada “Yüzde
yüz böyle gidebilirsin.” diyebilmenizi sağlayan bir
durum yok çünkü yargılama başka yerde
yapılıyor. Burada; İlk Derece Uyuşmazlık Çözüm
Kurulu ve bir de Tahkim Kurulu var. Yani esaslı
genel hukuk prensipleri içerisinde devam eden bir
süreç. Hele ki 2019 senesinden sonra özellikle
kulüpler -kaynak sorduğunuz için özellikle
bunu spesifik olarak belirteyim- eskiden sadece
talimatlar üzerinden gidiyordu. Yani sporla alakalı olan
olaylarda sadece Uyuşmazlık Çözüm Kurulu yetkiliydi.
2019 senesinde Anayasa Mahkemesi “savunma hakkının
kısıtlanması” nedeniyle bu maddeyi iptal etti ve artık
genel mahkemeleri de yetkili kıldı. Buradan şuraya
bağlamak istiyorum: Bir sporcunun Sporcu
Sözleşmesi’nden bir alacağı olduğu zaman tıpkı az önce
Korhan Bey’in de izah ettiği gibi bir hizmet sözleşmesi
olarak değerlendirilip arabuluculuğa gidiyorsunuz ve İş
Mahkemesi’ndeki İş Kanunu hükümlerine göre bu işi
çözmek için mücadele veriyorsunuz. Yani aslında hepsi
birbiriyle iç içe geçen durumlar. Evet bakıldığında az
kaynak varmış gibi görünse de birbiriyle ilintili olan
birçok kaynağın bu şekilde altını doldurabilirsiniz.
Av. Korhan Armağan: Sadece futboldan bahsettik ancak
her sporun kendine göre talimatı var. Biz profesyonel
spor üzerine konuşuyoruz ancak bizim en çok ilgi
duyduğumuz alan futbol. Tabi bunun dışında voleybolda
da basketbolda da müvekkillerimiz var ama çoğunlukla
çalıştığımız alan futbol. Futbol hukukuna ilişkin
kaynaklara baktığımız zaman tabii ki en başta Özgüç
Bey’in dediği gibi talimatlar var. Aradaki ilişkinin ne
olduğuna bakılarak mesela -yine Özgüç Bey’in söylediği
gibi- profesyonel futbolcu ve kulüp arasında parasal bir
uyuşmazlık olduğunda bunun kaynağı TBK Hizmet
Sözleşmesi oluyor ve dolayısıyla böyle bir durumda
kaynağınız TBK oluyor. Bunun dışında uluslararası
kaynaklar var. Özgüç Bey’in yine izah ettiği gibi
Türkiye’de bu konuda çok fazla kaynak yok ama
uluslararası anlamda var. Yine Özgüç Bey’in
vurguladığı gibi İngilizcenin yani yabancı dilin önemi
burada ortaya çıkıyor. FIFA’nın yargılaması üç dilde
yapılıyor: İngilizce, Fransızca ve İspanyolca. Bu
dillerden birini biliyorsanız kaynaklara ve kararlara
ulaşımınız daha kolay çünkü FIFA verdiği bütün
kararları, Disiplin Kurulu Komitesi, Tahkim Komitesi
kararları vs. web sitesinde yayınlıyor. Bu şekilde sizin
emsal kararlara erişiminizin daha kolay oluyor. İkincisi
biliyorsunuz ki spor hukuku uyuşmazlıklarında en üst
düzey, tahkim mercii olarak niteleyebileceğimiz
Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi OLAN CAS var.
1
30
SPOR HUKUKU RÖPORTAJI
CAS’ın kararları da aynı şekilde aleni. Onların
kullandığı bir database var. Bizim içtihat
kullanma programları gibi kelime kelime girerek
verilen kararları size sunuyor. Dolayısıyla
yabancı dil probleminiz yoksa bir kaynağa daha
erişebilmiş oluyorsunuz. Dolasıyla CAS, FIFA
DRC kararları, talimatlar, TBK önemli
kaynaklardır diyebiliriz. Ayrıca TFF Uyuşmazlık
Çözüm Kurulu’nun kararları, Tahkim
Kurulu’nun kararları, Uyuşmazlık Karar Kurulu
gerekçelerinin TFF web sitesinde açıklanmasına
karar verildi. Şu anda yayınlanıyor fakat
CAS’daki gibi kelimeyle arayamıyorsunuz ve size
hangi dosya olduğunun bilgilerini vermiyor.
Av. Turgut Özgüç Özgün: Şimdi bizim
anayasamızda bir madde var. Madde aynen şu
şekildeydi, yanlış hatırlamıyorsam “Spor
federasyonlarının sporun yönetimine ve
disiplinine ilişkin verdiği kararlar kesindir,
aleyhine hiçbir yargı merciine başvurulamaz.”.
Disiplin prosedürü apayrı bir prosedür. Disiplin
dediğimiz noktada sizin oyunun kurallarına
federasyon tarafından federasyonlar tarafından
konulan kurallara aykırı bir davranışınızın
iddiası söz konusudur. Bunda da Türkiye Futbol
Federasyonu için konuşuyorum. Eğer kulüp
profesyonel futbol kulübü ise PFDK yani
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, amatör
futbol kulübü ise veya sporcu amatörse veya
profesyonel ise Amatör Futbol Disiplin Kurulu’na
sevk ediliyorsunuz. Sevk edildikten sonra
röportajın önceki kısımlarında 48 saatle ifade
edilen bir yargılama prosedürü var. Sonrasında
tahkim kuruluna başvuruyorsunuz yine. Tahkim
kurulunun verdiği karar, anayasanın ilgili
maddesi gereğince kesin, o aşamada bitti.
FIFA'da tabii CAS prosedürü var. Parasal
uyuşmazlıklarda Özgüç Bey birazcık üstü kapalı
olarak bahsetti ama Orada şöyle bir şey var.
Sporun disiplinine ve yönetimine ilişkin kararlar
dediği için siz parasal uyuşmazlıklarda
uyuşmazlık çözüm kurulu, Tahkim Kurulu
prosedürünü izledikten sonra Tahkim Kurulu kararının
iptali istemiyle Bölge Adliye mahkemesinde dava
açabilirsiniz. Bu arada az önce Korhan Bey'in söylemiş
olduğu “Ali Rıza ve Diğerleri” kararı spor hukukunda
mihenk taşı olan bir karardır. Yani ben her spor
hukukuyla ilgileniyorum diyen insanın okuması gereken
bir karardır.
Asya Naz Kızılırmak: Türk mevzuatındaki spor
hukukunun durumu hakkında bize neler
söyleyebilirsiniz?
Av. Korhan Armağan: Şimdi biliyorsunuz 26 Nisan
tarihinde Resmî Gazete’de yayımlandı. Ama bizim Spor
Kulüpleri ve Spor Federasyonları kanunu diye bir
kanunumuz çıktı. Uzun zamandır da tartışılan bir şeydi
aslında. Bunun yanında biliyorsunuz 6222 sayılı Sporda
Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun var, Federasyonların
Kuruluş Kanunları var. Gençlik Spor Bakanlığı Kanunu
var vesaire bir sürü kanunumuz var. Bunun yanında en
son gelişmeyi tabii ki de yeni spor yasası olarak
değerlendirebiliriz. Bunun içinde yeni hükümler var.
Aslında yöneticilerinin sorumluluğu, harcama ilkeleri,
ödemelerin banka kanalıyla yapılması zorunluluğu gibi
kamuoyunu tatmin eden hükümler de var. Çünkü spor
camiasında uzun süredir tartışılan şeyler bunlar. Spor
kulüplerinin Türkiye’deki hali ortada borçlanma
durumları ortada. Hepsi ekside şu anda. Türkiye'de
artıda olan bir spor kulübü ben bilmiyorum açıkçası.
Dolayısıyla şimdi spor kulüpleri yasası da uzun
zamandır tartışılan bir şeydi ve yürürlüğe girdi.
Eksikleri var mı? Tabii ki de var, uygulanmasına ilişkin
tebliğler de yayınlanıyor. Mesela dün spor anonim
şirketlerine ilişkin bir tebliğ yayınlandı. Bunları güzel
gelişmeler olarak düşünüyorum ben. Ama dediğim gibi
kanunda eksiklikler de var. Bazı düzenlemeler var.
Mesela menajerlerle ilgili çalışma düzenlemeleri var.
Burada belli başlı şeylerde uluslararası federasyonların
az önce bahsettiğim FIFA'nın kararları vesaire gibi
incelenmeden hazırlanmış ve birazcık daha kamuoyu
baskısından alelacele yazıldığını düşündüğümüz
hükümler de var. Yani tabii ki de zamanla kanundaki
boşlukların doldurulacağını, kanunun ileriye gideceğini,
yeni tebliğlerle yeni yargı kararlarıyla olayların biraz
daha netleşeceğini düşünüyorum ama bu aşamada yeni
1
31
SPOR HUKUKU RÖPORTAJI
spor yasasıyla alakalı konuşmanın birazcık erken
olduğunu düşünüyorum. Güzel bir gelişme tabi.
En azından bazı şeyleri kurala bağlamak
açısından faydalı bir düzenleme olduğunu
düşünüyorum. Tabii uygulamasını yakın
zamanda göreceğiz. Çünkü henüz çok yeni. Şu
anda bir şey söylemek doğru olmaz.
Asya Naz Kızılırmak: Peki, uluslararası spor
federasyonunun ve spor kulüplerinin yetkileri,
spor hukukundaki yeri hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Av. Korhan Armağan: Bütün federasyonlar
diyorum, futbol açısından konuşuyorum yine,
spor açısından konuşmuyorum. Futbol açısından
dünyadaki bütün federasyonlar öyle ya da böyle
bir şekilde FIFA'ya üyeler yani. FIFA zaten
uluslararası futbol federasyonları birliği demek.
Futbol federasyonları FIFA'ya bir şekilde üyeler
ve FIFA'nın kendileri hakkında talimat çıkartma,
yaptırım uygulama, müsabaka düzenleme gibi bir
sürü yetkisini kabul etmiş durumdalar.
Dolayısıyla şimdi Uluslararası Futbol
Federasyonu FIFA’dan bahsettiğimiz zaman
FIFA zaten uluslararasılık unsuru içeren
uyuşmazlıklarda bir şekilde gündeme gelebiliyor.
Yani ulusal bir uyuşmazlık varsa, Türk futbolcu-
Türk kulüp uyuşmazlığı veya Türk antrenörü-
Türk kulüp uyuşmazlığının varsa FIFA bu olaya
müdahil olmuyor. Yabancı futbolcu-Türk kulüp
veya Türk kulüp-yabancı kulüp gibi
uyuşmazlıklarda FIFA'nın uyuşmazlık çözüm
mercileri devreye giriyor. FIFA'da eskiden
birimler vardı. Bunların hepsini birleştirilip FIFA
Futbol Tribunal kuruldu. Yani FIFA Futbol
Mahkemesi. Bunun için de üç tane birim kuruldu;
dosyalar dosya bazlı olarak bu üç birime havale
edilecek. FIFA, dediğim gibi talimatından
kaynaklı olarak uluslararası unsuru bulunan
uyuşmazlıklarda yargılama yapmaya yetkili tabii
burada şeyi de ayrı tutuyor FIFA, diyor ki eğer
ulusal bir federasyonun yetkisi benimsenmiş ise
taraflar arasında akdedilen sözleşme ile
uluslararası federasyon bu
uyuşmazlığa bakabilir diyor ama bunu genelde şey
olarak yorumluyorlar; sen bunu eğer ulusal federasyonu
yetkili kıldıysan bile uluslararası yani FIFA'ya gelmesini
engelleyecek nitelikte, ulusal bağlamda bağımsız ve
tarafsız bir tahkim yargılamasının olduğunu bana
kanıtlamana bağlıyorum. Yoksa diyor ben kural olarak
uluslararası uyuşmazlıklarda uyuşmazlığa bakmaya
yetkiliyim diyor. Aynı bizim TFF’de olduğu gibi
FIFA'nın da parasal uyuşmazlıklarına bakan bir dairesi
var, menajerlerle alakalı bir daire kurulacak. Bunun
dışında işte yetiştirme tazminatıdır, dayanışma
mekanizmasıdır bunlara bakan bir dairesi var. Bir de
tabii ki FIFA'nın içinde bir disiplin yargılaması var.
TFF’de olduğu gibi aynı zamanda TFF dışındaki diğer
branşlarda, Gençlik Spor Bakanlığında olduğu gibi
FIFA'nın içinde de bir disiplin yargılaması var. Bu
yargılamalarda FIFA kararlarını veriyor ve bu
kararların ulusal bağlamda uygulanmasını zorunlu
tutuyor. Uygulanmazsa aynı şekilde disiplin cezaları
veriyor ve federasyonların ana statüleri ile FIFA'nın
yetkisi tanınmış olduğu için bu para cezaları doğrudan
kulüplere uygulanabiliyor. Aynı zamanda yine ulusal
federasyonun da olduğu gibi FIFA'nın da belli başlı bu
disiplin cezalarını, para cezalarını veya futbolcuların
alacaklarını, başkalarının alacaklarını vesairelerini icra
edebilmek, infaz edebilmek (enforce normalde hani
bunun için kullandıkları tabir) için FIFA'nın da kendi
içinde veya spor hukuku süjelerinin kendi içinde almış
olduğu bazı önlemler var. Nedir? Para cezası, transfer
cezası, transfer yasağı, transfer ve tescil yasağı diye
geçer. Ne yapar? Kulüp eğer bir para cezasını veya bir
futbolcuya ödeme yükümlülüğünü ihlal ettiyse FIFA’da
karar verilir. FIFA’nın kararını yerine getirmezse yeni
bir futbolcu transfer edemez. Bu kulüpler için ağır bir
yaptırımdır. Bunun yanında puan silme cezası hatta
ligden düşmeye kadar gidebilen cezalar var. Bunun
yanında FIFA kararları FIFA ana statüsü gereği CAS
denetimine tutulur. Yani FIFA'dan verilmiş bir
disiplinde ayrı bir prosedür var, disiplin kararı veriyor
ondan sonra FIFA'nın disiplin uyuşmazlıklarına ilişkin
bir temyiz komitesi var. Temyiz komitesinden sonra siz
CAS’a gidebiliyorsunuz.
1
32
SPOR HUKUKU RÖPORTAJI
Parasal uyuşmazlıklarda da parasal uyuşmazlığa
ilişkin fifa futbol Tribunal’ ın kararlarını yine
talimattaki süreler çerçevesinde 21 gün içinde
CAS’a götürebiliyorsunuz. CAS kararları da yine
aynı bağlayıcılığı sahip. Hem CAS’ın yetkisi hem
FIFA'nın yetkisi bizim Türkiye Futbol
Federasyonu'nun statü ve talimatlarıyla tanınmış
durumda. Dolayısıyla onlardan gelen bir kararı
Türkiye Futbol Federasyonu ulusal anlamda
uygulamakla yükümlü. Aynı zamanda Bütün ana
statülerde de sizin CAS yetkisini işte uluslararası
federasyonun yetkisini kabul etmiş olmanız
gerekiyor. Dolayısıyla ana statülerinden kaynaklı
olarak CAS ve uluslararası federasyonların
kararlarını siz uygulamakla yükümlü tutulmuş
durumdasınız. Tabii şey gibi değerlendirmeyin
bunu, diğer özel hukuk ilişkilerinde olduğu gibi
bir konvansiyon bir pakt vesaire gibi bir durum
yok. Uluslararası spor federasyonları diyor ki,
benim branşlarımda faaliyet göstermek istiyorsan
benim müsabakalarımda görev almak istiyorsan
bunları kabul edeceksin. Dolayısıyla
federasyonlar da bunları, yetkilerini kabul
ediyorlar.
Asya Naz KIZILIRMAK
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
33
HAKSIZ İDAM KURBANI: GEORGE STİNNEY
GİRİŞ
Geçmişte birçok insan farklı devletlerce ölüm cezasına
çarptırılmıştır, peki hangi suçlar idamı gerektirmiştir?
Ölüm cezası çoğu ülkede önceden tasarlanmış cinayet,
casusluk, vatana ihanet, askeri adalet hallerinde
uygulanmıştır. İdamların neden çoğunlukla sabaha karşı
yapıldığına dair olan sorular ise tartışmalıdır. Bu konu
hakkında birçok rivayet olsa da kesin bir sonuca
varılamamıştır.
Ölüm cezalarının en can alıcı noktası ise idam edilen
şahısların idam sonrası suçsuz olduğunun anlaşılması
hususudur. Bu konu hakkında Faruk Erem, Bir Ceza
Avukatının Anıları adlı kitabında şöyle demiştir: “...adalet,
yanıldığını anlayınca geri veremeyeceğini baştan
almamalı.” Hatalı idam kararıyla hayatı ellerinden alınan
isimlere örnek vermek gerekirse; Colin Campbell Ross,
Tim Cole, Derek Bentley, Teng Xingshan, Perry Ailesi,
Gary Graham, Troy Davis gibi isimler sayılabilir. Hatalı
idam kararıyla hayatı ellerinden alınan isimlerden biri de
George Stinney'dir.
GEORGE STİNNEY
Afro Amerikalı George Stinney, 21 Ekim 1929 tarihinde
doğup 16 Haziran 1944 tarihinde henüz 14 yaşındayken
ölüm cezasına çarptırılmıştır ve kendisi “ABD'de elektrikli
sandalye ile idam edilen en genç insan” olarak
anılmaktadır.
İDAM CEZASININ TANIMI VE ÜLKEMİZDE
KALDIRILMA SÜRECİ
İdam, devletin bir suçun karşılığı olarak bir mahkûmun
hayatına son vermesi olarak tanımlanır. Ölüm cezası olarak da
adlandırılır. Suç karşılığında ceza olarak uygulanan idam cezası,
geçmişte birçok devlet tarafından uygulanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde ölüm cezası, 1984'ten bu yana
uygulanmamaya başlanmış, kaldırılma süreci ise aşamalarıyla
şöyle gelişmiştir: İlk olarak 2001'de savaş tehdidi ve terör
suçları halleri dışındaki suçlar için kaldırılmış, 3 Ağustos
2002'de “Savaş ve çok yakın savaş tehdidi hâllerinde işlenmiş
suçlar hariç” şartı ile kaldırılmıştır. 7 Mayıs 2004 tarihli 5170
sayılı Kanun ile Anayasa’dan ölüm cezaları ile ilgili maddeler
çıkarılmış, 14 Temmuz 2004 tarihli 5218 sayılı Kanun İle Türk
Ceza Kanunu'ndan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkarılmış,
böylece ölüm cezası 2004 yılında Türk hukukundan tamamen
kaldırılmıştır.
1
34
George Stinney’in yaşadığı Alcolu kasabası,
ABD’nin Güney Carolina eyaletinde bulunan
demir yolu ile siyahilerin ve beyazların yaşam
alanlarının ayrıldığı bir kasaba olarak
bilinmektedir. Peki henüz 14 yaşındaki bir
çocuğu idam ceasına mahkum eden o suç ne idi?
Stinney'in idam cezasına mahkum
edilmesindeki sebep,7 yaşındaki Mary Amma
Thames ve 11 yaşındaki Betty June Binniceker'ı
öldürmekle suçlanmasıdır. Mahkeme
tutanaklarına göre, M.A Thames ve B.J
Binniceker, Alcolu kasabasının siyahilerin
yaşadığı bölgesinde bisikletleriyle çarkıfelek
çiçeği aramak için dolaşırlarken Stinney'i ve
onun küçük kız kardeşi Amie'yi görürler.
Onlara çiçekleri nerede bulabileceklerini
sorarak yollarına devam ederler. Fakat iki
küçük kızdan bir süre haber alınamayınca
Stinney'in babasının da içinde bulunduğu
arama ekibi yola koyulur. Arama esnasında iki
kızın da cansız bedeni hendekte bulunur.
Yapılan otopsi sonucu kızların kafalarına “orta
boy, yuvarlak başlı bir balyoz” ile vurulduğu
tespit edilir.
HAKSIZ İDAM KURBANI: GEORGE STİNNEY
Polisler kimin yaptığına dair çalışmalara başlamak üzere kasaba halkını sorguya çekerler. Kasaba halkından
birisi görgü tanığı olduğunu, Stinney'i kızlarla konuşurken gördüğünü söyler. Polisin daha sonra Stinney'in evine
gitmesi üzerine George Stinney her ne kadar kızların kendilerine sadece bir çiçek türü sorduklarını ve sonrasında
yollarına devam ettiklerini söylese de Stinney'in bu açıklaması dikkate alınmaz ve Stinney kelepçelenerek Sumter
ilçesinin hapishanesine götürülür. Henüz 14 yaşında, yanında avukatı ve ailesi de bulunmayan George Stinney'in
sorgulamasına iki saat boyunca devam edilir. Yapılan sorgulama sonrası polisin açıklamasına göre Stinney,
kızlardan birine tecavüz etmek istemiş, başarılı olamadığında ise öldürmüştür. Bugün George Stinney'in böyle
bir ifade beyanının olmadığı bilinenler arasındadır. Stinney'in duruşması ise Clarendon İlçe Mahkemesi’nde
görülmüştür. Mahkeme tarafından atanan beyaz avukat Charles Plowden, Stinney'in o saatlerde orada
olmadığına dair hiçbir görgü tanıdığı çağırmamıştır. İki saat sonunda tamamı beyazlardan oluşan on iki jüri
kendi aralarında yaptıkları konuşma sonucu oy birliğiyle George Stinney'in suçlu olduğunu öne sürerek elektrikli
sandalye ile idam cezasına karar vermişlerdir. İnfaz öncesi ailesinden ve şehirden uzak bir hücrede 81 gün
geçiren George Stinney, bunun üzerine 16 Haziran 1944 tarihinde ise işlemediği bir suçtan ötürü elektrikli
sandalyeye oturtulup vücuduna art arda iki kez 2400 voltaj elektrik verilerek sekiz dakika içerisinde
öldürülmüştür.
George Stinney'in ailesi, oğullarının suçsuz olduğunu savunarak aradan geçen 70 yıla rağmen adaletin yerini
bulması için Sumter İlçe Mahkemesi’ne ifade vermeye gitmişlerdir. Mevcut hukuk düzeni ile yeniden yapılan
değerlendirmeler sonucunda 2014 yılında George Stinney'in ailesinin haklı; George Stinney'in ise “adil
yargılanma hakkı” ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkeleri kapsamında suçsuz olduğu kanıtlanarak Stinney,
Yargıç Carmen T. Mullen’in verdiği kararla üzerine atılı suçtan beraat etmiştir. Mullen, Stinney davası ile ilgili
sanığın haklarının ihlal edildiğini ve sürecin kusurlu olduğunu belirtmiştir.
SONUÇ
Ölümünden 70 yıl sonra masumluğu anlaşılan George Stinney’in ırkçılığın en yaygın olduğu dönemde hatalı ve
haksız bir idama kurban gitmiş olduğu ortaya çıkmıştır.
Haksız idam kurbanı George Stinney'in bu hikayesi birçok filme ve kitaba konu olmuştur. Stephen King, 1966
yılında daha sonra filme de çevrilen "Yeşil Yol" adlı kitabı yazarken bu hikayeden ilham almıştır. Mağusa
Limanı türküsünün hikayesi de haksız bir idamı anlatmaktadır. Önemli eserlere ilham olmuş bu ve benzeri
hikayelerden anlaşılacağı üzere ırkçılığın insanlık tarihinde barındırılmaması gerektiği gibi masumiyet
anlaşıldığında geri dönüşü olmayan idam cezasının varlığının da sürdürülmemesi gerektiği tüm dünyada
kabullenilmelidir. Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun Son Günü kitabında da dediği gibi: “Onlar
düşüncede bile olsa, acaba aşağı inen o ağır ve keskin bıçağın eti böldüğü, sinirleri kestiği ve omuru parçaladığı
sırada onu yaşayan insanın yerine kendilerini koymuşlar mıdır? Sanmıyorum.”
KAYNAKÇA
https://kitle.net/george-stinney/
https://lawtudent.com/makale/bir-idam-hikayesi-george-stinney/
https://biacaip.com/elektrikli-sandalye-ile-idam-edilen-en-genc-insan-george-stinney-jr-in-hikayesi/
Hilal TEKEŞ
Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
35
TÜRK HUKUKUNDA SUÇA TEŞEBBÜSÜN
CEZALANDIRILABİLME ŞARTLARI
Toplumda kişiler suç işlemek konusunda bir karara vardıktan
sonra işlemeyi kastettikleri suça ilişkin icra hareketlerinin
tamamlanması ve (suç tipinde suçun oluşması için netice
aranmışsa) neticenin gerçekleşmesi için harekete geçerler.
Ancak dış dünyada failden bağımsız olarak gerçekleşen
olaylardan dolayı fail, suçun icra hareketlerini tamamlayamazsa
veya meydana gelmesini istediği neticeyi gerçekleştiremezse de
cezasız bırakılmaz. Tamamlanmış suçun cezasıyla
cezalandırmak kusur orantılılık ilkesiyle bağdaşmayacağı için
teşebbüs aşamasında kalmış suçun cezası tamamlanmış suçun
cezasına nazaran daha azdır. Tamamlanmamış suçu
cezalandırabilme nedeni olarak tarihsel süreçte birçok gerekçe
gösterilmiştir. Bunlardan bazıları; fail suça kalkışma hareketiyle
toplum için kendi tehlikelilik halini ortaya koymuştur ve suç
işleme kastının varlığından dolayı cezalandırılmayı hak etmiştir.
Fail suçla korunan hukuki değeri tehlike altına sokmuştur ve
ortaya çıkardığı zarar ihtimali dolayısıyla cezalandırılmayı hak
etmiştir.
Ceza hukukunda teşebbüs kavramı; suç işlemeye girişmek, suça kalkışmak anlamına gelir. TCK’nın genel
hüküm niteliği taşıyan 35. maddesinde düzenlenen teşebbüs kavramı, özel hükümlerde mahiyeti buna uygun
olan her suç tipi için uygulanabilen suçun özel görünüş şekillerinden biridir. Söz konusu düzenlemede; bir suç
işlemek kastıyla hareket eden failin, suç teşkil eden fiilin icrasına elverişli hareketlerle doğrudan doğruya
başlamış olmasına rağmen fiilinin icra hareketlerini tamamlayamaması durumunda veya icra hareketlerini
tamamlayıp da kastettiği suçun neticesini gerçekleştirememesi durumunda, suça teşebbüsten dolayı sorumlu
tutulacağı belirtilmiştir.
Failin bir suça teşebbüsten dolayı cezalandırılabilmesi için, o suçu işlemek konusunda kesinleşmiş iradesinin ve
fiilinin icra hareketlerine doğrudan doğruya başladığının net olarak ortaya konulabilmesi gerekir. Failin suça
yönelik iradesini, hareketleriyle henüz net bir şekilde ortaya koymayan davranışlarını cezalandırmak, henüz
ceza hukuku alanına girmemiş birini cezalandırmak anlamına gelecektir. Bu da temel hak ve özgürlükleri
tanıyan ve güvenceleyen bir hukuk devletinde davranışlarını serbestçe belirleme hakkına sahip olan bireyin
hareket ve özgürlük alanını kısıtlayacaktır. Bu durumda failin suçun icra hareketlerine doğrudan başladığını
göstermeyen hareketleri cezalandırılmayacaktır. Fail, suç teşkil eden fiilinin icra hareketlerine doğrudan
doğruya başladığı andan itibaren ceza hukuku alanına giriş yapmış olur ve artık cezalandırılabilir
konumdadır. Öyle ki ceza hukuku, en ağır ihlallere karşı en ağır yaptırımların uygulandığı “son çare” hukuk
dalıdır ve kişileri cezalandırabilmek için davranışlarının toplum için tehlike arz etmiş olmasını veya failin
ahlaki kötülüğünü net bir şekilde ortaya koymasını arar.
Bir suç işlemek kastıyla yola çıkan fail suç yolunda (iter criminis) ilerlerken sırasıyla bu suça yönelik
aşamalardan geçer. Fail ilk olarak düşünce aşamasında bulunur. Bu aşamada suç işlemek konusunda iradesini
netleştirir; suçu işlemekle elde edeceği yararla, işlemediğinde elde edeceği zarar arasında değerlendirmelerde
bulunur. Bu aşama failin suça teşebbüs ettiği anlamına gelmediği, yalnızca bilişsel aktiviteden oluştuğu için bu
aşamada olan faile ceza verilmez.
1
36
TÜRK HUKUKUNDA SUÇA TEŞEBBÜSÜN
CEZALANDIRILABİLME ŞARTLARI
Romalı hukukçu Ulpianus’tan (MS 170-228) bu yana bilinen “cogitationis poena nemo patitur” (Kimse bir suçu
düşünmekten dolayı ceza alamaz.) ilkesi suç ve ceza hukukunun önemli ilkelerindendir. Suç yolunda emin
adımlarla ilerleyen fail bir sonraki adımda hazırlık hareketleri aşamasına geçer. Fail burada fiilen aktiftir. (Saf
ihmali suçlar ve garantörsel ihmali suçlara teşebbüs edilip edilemeyeceği öğretideki tartışmalı hususlardandır.
Bu suçlarda hazırlık hareketleri aşaması fiilen aktif hareketlerle değil; yapılması gereken fakat yapılmayan
pasif kalma hareketiyle vücut bulur.) Bu aşamada hazırlık mahiyetinde olan ve suçun işlenmesi için suçun icra
hareketleriyle doğrudan ilgisi bulunmayan hareketlerde bulunur. Hazırlık hareketleri aşamasında fail hala suç
yolundan dönebilecek durumdadır dolayısıyla failin ceza hukuku alanına hiç girmemesi mümkündür, gösterdiği
davranışlar her noktaya çekilebilecek nitelikte olduğu için failin kastının o suçu işlemek mi yoksa başka bir
davranışta bulunmak mı olduğu tam olarak ortaya konulamaz. Bu aşamada failin; suç işlemek için araç temin
etmek, suç planını kurmak, suç mekanını bulmak, mağduru yakından tanımak, suçun özelliklerine göre o suçu
işlemek için gereken hazırlığı yapmak gibi suç teşkil etmeyecek fiilleri kural olarak cezalandırılmaz. Hazırlık
hareketleri aşamasıyla suçun icra hareketleri aşamasının ayrımının yapılması bu noktada oldukça önemlidir.
Çünkü bir fiilin; suça hazırlık niteliğinde bir hareket olması cezalandırılmama sonucunu doğuracak fakat fiilin
suçun icra hareketlerine başlandığını göstermesi, artık fail ceza hukuku alanına giriş yaptığından kanuni
tarifteki yaptırımla cezalandırılma sonucunu doğuracaktır.
Bu aşamadan da geçen fail suçun icra hareketleri aşamasına gelmiş olur. Failin ceza hukuku alanına girdiği
aşama icra hareketleri aşamasının kendisi değil; doğrudan doğruya icraya başladığı noktadır. Failin, doğrudan
doğruya icraya başladığını gösteren davranışlarının bulunduğu bu aşamadaki davranışlarından dolayı
sorumluluğu doğacaktır. Suç teşkil eden fiilin icra hareketlerine başlandığı aşamada failin davranışları öyle bir
konuma gelmiştir ki failin davranışlarından; o suçu kesin olarak işleyeceği şüpheye yer vermeyecek derecede
açıktır. Bu aşamada fail suç teşkil eden fiilinin icra hareketlerine doğrudan doğruya başlamış ve fakat icra
hareketlerini tamamlayamamış olabilir, fail icra hareketlerini tamamlamış fakat failin elinde olmayan bir
nedenden ötürü netice gerçekleşmemiş olabilir. Her iki durumda da fail suçun icra hareketleri aşamasına
girmiştir, fail o suçu işleyeceği konusunda kastını net olarak ortaya koymuştur. Ceza hukuku alanına giriş
yapmış olan fail kastettiği bu suça teşebbüsten dolayı cezalandırılacaktır.
Suça teşebbüs Türk Ceza Kanunu’nun 35. maddesinde “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle
doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu
tutulur. Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası yerine on üç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan on beş yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”
şeklinde düzenlenmiştir. O halde teşebbüsün şartlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
Kişinin kasten işlenebilen bir suça girişmiş olması gerekir. Suça teşebbüsten bahsedilebilmesi için failin bir suçu
işlemek konusunda kastı bulunmalıdır. Bu iradesi doğrultusunda fiillerini icra eden failin kastettiği suçu
tamamlayamaması durumunda suça teşebbüsten bahsedilir. Kasten işlenebilen suçlara teşebbüs mümkündür.
Olası kastla işlenen suçlarda teşebbüs hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunda ise Yargıtay’ın
içtihatta birlik sağladığını söylemek mümkün değildir. Taksirli suçlara teşebbüs taksirli suçun tabiatı gereği
mümkün değildir. Taksirli suçlarda o suçu işlemek konusunda bir bilgisi veya istemesi olmayan kişinin suça
teşebbüsten de sorumlu tutulması söz konusu olmayacaktır.
Suça, suçu işlemeye elverişli hareketlerle başlanmalıdır. Ceza normunun yasakladığı davranışı meydana
getirmek için elverişsiz araçlarla harekete başlanmış ise veya suçun konusunun bulunmaması nedeniyle o suç
işlenemeyecek durumda ise suça teşebbüsten de bahsedilemeyecektir. Vasıtaların elverişsizliğinden ileri gelen
bu imkânsızlık öğretide “işlenemez suç, elverişsiz teşebbüs” olarak adlandırılır.
1
37
TÜRK HUKUKUNDA SUÇA TEŞEBBÜSÜN
CEZALANDIRILABİLME ŞARTLARI
Failin, suçun icra hareketlerine doğrudan doğruya başlaması gerekir. İşlenmek istenen suçun icrası için
hareketlerde bulunmak yani o suç tipiyle açıkça yakınlık ve bağlantı içinde bulunan davranışlarda bulunulması,
doğrudan doğruya icraya başlamak anlamına gelir. İcra hareketlerini tamamlaması gerekmeyip failin bu kastını
ortaya koyan, o suçu icra etme hareketi niteliğinde davranışlara başlanmış olması girişilen suça teşebbüsü
cezalandırmak için yeterlidir. Neticeli suçlara teşebbüs elbette mümkündür ancak hareketin yapılmasıyla
tamamlanan sırf hareket suçlarında teşebbüs ancak icrası kısımlara ayrılabilen suçlar için geçerlidir. Örneğin
sırf hareket suçu olan hakaret, icrası kısımlara ayrılarak işlendiğinde bu suça teşebbüs mümkündür.
Failin suçun icra hareketlerini tamamlayamaması veya icra hareketlerini tamamlayıp kanuni tarifte yer alan
neticeyi gerçekleştirememesi; failin elinde olmayan nedenlerden dolayı olmalıdır. Failin hakimiyeti altında
olmayan nedenlerden ötürü suç tamamlanamazsa fail suça teşebbüsten sorumlu tutulur, failin hakimiyeti
altında olabilecek durumda kendi rızasıyla suçu tamamlamamayı seçmesi halinde fail suça teşebbüsten sorumlu
olmaz. Fail, somut olayda şartları oluştuğu takdirde genel hüküm niteliğinde olan gönüllü vazgeçme
hükümlerinden yararlanır. Failin bir suçun icra hareketlerine başlamasına rağmen suçun tamamlanmasını veya
kastettiği neticenin gerçekleşmesini kendi iradesiyle önlemesi halinde suçtan gönüllü vazgeçmesi söz konusudur.
Bu da TCK’nın 36. maddesinde “Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun
tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan
kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Failin suçun icra hareketlerinin tamamlanmasını önlemek veya icra hareketlerini tamamlasa da neticenin
gerçekleşmesini önlemek konusunda gösterdiği çabası başarıya ulaşırsa kişi gönüllü vazgeçme hükmünden
yararlandırılır. Bu durumda kişi işlemeyi kastettiği suça teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz, gönüllü vazgeçtiği
ana kadar gerçekleştirdiği fiilleri bir suç oluşturuyorsa ondan dolayı cezalandırılır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlar kademeli yapıda olduğundan bunlara teşebbüs değerlendirmesi, 2.
kademedeki suçun manevi unsuruna bakılarak yapılır. Bu bakımdan; kast-taksir, kast-bilinçli taksir, kast-olası
kast kombinasyonları mevcut olduğunda ilgili neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça teşebbüsün gerçekleşmesi
mümkün değildir. Zira teşebbüs için, kişinin neticeye yönelik kesin bir iradeyle hareket etmesi gerekir. Bu da
ancak doğrudan kastla olur.
Son olarak; teşebbüs aşamasında kalmış suçun haksızlık içeriği, tamamlanmış suça göre daha az olduğu için suç
politikası gereği teşebbüs aşamasında kalmış suça; tamamlanmış suçun cezasına nazaran daha az ceza verileceği
hususu ünlü ceza hukukçusu ve yazar Cesare Beccaria tarafından şöyle ele alınmıştır: “Yasalar, niyeti (amacı,
kastı) bir başına cezalandırmazlar. Bununla birlikte bir suç, onu işlemek iradesini açığa vuran kimi
davranışlarla işlenmeye başlanmışsa kuşkusuz bu davranış, bir cezaya müstahak olacaktır. Ancak, verilecek
ceza, işlenip bitmiş suçun cezasına oranla daha hafif olacaktır. Suça kalkışmayı (teşebbüsü) önlemek önemli
olduğundan, söz konusu cezanın verilmesine olanak tanınmalıdır. Öte yandan suça kalkışma ile o suçun işlenip
bitmesi arasında zorunlu olarak bir zaman aralığı bulunduğundan, işlenip bitmiş suça öngörülen ağır bir ceza,
pişman olan faili suçu tamamlamaktan caydırabilir.” [1]
KAYNAKÇA
·Ceza Hukuku Genel Hükümler, 17. Baskı, Artuk-Gökçen, Ankara 2020
·Suçlar ve Cezalar Hakkında, Cesare Beccaria, Çeviren: Sami Selçuk
Şevval FURUNCU
Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi
1
38
ÖLEN KİŞİNİN SOSYAL MEDYA HESAPLARI MİRASA
KONU OLABİLİR Mİ?
Giriş
Gelişen teknolojiyle birlikte hayatımızın bir bölümü dijital
ortama taşınmıştır. Sosyal medya hesaplarımız aracılığıyla
yaptığımız görüşmeler, paylaştığımız fotoğraflar, videolar,
bunlara yapılan yorumlar kısacası hayatımızla ilgili pek
çok şey bu dijital ortamın içerisindedir. Bunların kısa
süreli yoklukları bile bizim için zaman zaman büyük
boşluklar oluşturabilir.
1. Gelişen Teknoloji ve Sosyal Medya
Söz konusu gelişmeler hayatımızı kolaylaştırıp renk katsa
da beraberinde bazı sorunlar getirmektedir. Bu sorunlarla
birlikte de mutlaka hukuki koruma imkânlarına ihtiyaç
duyulmaktadır. Örneğin teknolojik gelişmelerle birlikte
6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu,
07.04.2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve sanal
ortamdaki verilerin korunmasına yönelik düzenlemeleri
içermektedir.
Bu düzenlemeleri biraz açmamız gerekirse sanal ortamda yer alan kişisel bilgilerin, veri işleyicileri tarafından,
ancak kişinin rızasıyla işlenebileceği ve bu bilgilerin kişinin rızası olmadan devredilemeyeceği düzenlemiştir
diyebiliriz ve bu düzenlemelerle Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya servisleri, kullanıcılarıyla
yapmış oldukları sözleşmeleri kişisel verilerin korunmasına ilişkin düzenlemelere uygun hale getirmekle
yükümlü hale gelmiştir. [1]
2. Sosyal Medya Hesaplarının Ayrımı ve Beraberinde Getirdiği Sorular
Gelişmelerle birlikte hayatımıza giren bir diğer soru da sosyal medya hesaplarının akıbetiyle ilgilidir.
Öldükten sonra sosyal medya hesaplarınızın birinin eline geçmesini ister miydiniz? Peki ya sosyal medya
hesaplarınızdan para kazanıyorsanız, kazanç kaynağınızı miras olarak bırakmak istemez miydiniz? Aslında en
önemli soru şu: İsteklerimiz doğrultusunda bize güvence sağlayacak hukuki bir dayanağımız var mıdır?
Bu soruları cevaplamadan önce “sosyal medya” kavramını açıklığa kavuşturalım. Sosyal medya, bireylerin
internet aracılığıyla bilişim teknolojilerini kullanarak birbirleriyle etkileşim sağlayan araç, hizmet ve sanal
uygulamaların toplamını temsil etmektedir.[2] Sosyal medya hesaplarını da kullanım amaçlarına göre ikiye
ayırabiliriz. Ticari amaçla kullanılan sosyal medya hesapları ve ticari amaçlı olmayan (sosyalleşmek amacıyla
kullanılan) sosyal medya hesapları. Ticari amaçla kullanılan sosyal medya hesaplarında kullanıcılar
hesaplarını gelir getirici bir sanal ortam olarak görürler. Örneğin, mal veya hizmet pazarlayan, bunların
reklamını yapan, yayınladıkları videolarla para kazanan birçok kullanıcıya şahit olmaktayız. Ticari amaçlı
olmayan sosyal medya hesaplarında ise kişiler yakınlarıyla iletişim kurmakta, birbirlerine yazı, resim veya
video göndermekte veyahut paylaşımlarına yorum yaparak düşüncelerini açıklayabilmektedirler.
Peki, bazılarımızın kazanç sağladığı bazılarımızın da kişisel anılarını paylaştığı sosyal medya hesaplarımıza
öldükten sonra ne olacaktır? Açık kalan Instagram hesabımızın şifresini ailelerimiz alabilecek midir veya
sevgilimiz ya da yakın bir arkadaşımız, kazanç sağladığımız Youtube kanalını çocuklarımıza bırakabilecek
miyiz?
1- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1271661
2- https://www.wifim.com.tr/sosyal-medya-nedir/
1
39
ÖLEN KİŞİNİN SOSYAL MEDYA HESAPLARI MİRASA
KONU OLABİLİR Mİ?
Türk miras hukukundaki temel prensip, ekonomik değeri olan unsurların mirasa konu olabilmesidir. Telif
hakkınız varsa markanız varsa bu gibi gayri maddi haklar da mirasa konu olabilir. Ancak kişinin ölümünden
sonra sosyal medya hesaplarının yani dijital mal varlıklarının akıbetiyle ilgili henüz yasal bir düzenleme
bulunmamaktadır. Bu yüzden konumuzla ilgili incelemeler yaparken miras hukukuna ilişkin düzenlemeler ve
kurallar ışığında hareket edebiliriz.
Yürürlükte olan düzenlemelere göre, miras yoluyla geçecek mal varlığı- tereke unsurları sınırlı olarak
sayılmamıştır. Buna göre hukuk sistemimizdeki genel kural çerçevesinde özel bir düzenleme bulunmadıkça kural
olarak mal varlığına bağlı haklar miras yoluyla geçebilirken (intifa ve sükna hakkı gibi istisnalar hariç) kişiye
bağlı haklar geçmez[3].
Sonuç
Dijital mal varlığı ve sosyal medya hesaplarının mirasçılara bırakılıp bırakılmayacağı konuşulurken söz konusu
hakların devri ile ilgili bir engelin bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Bu ayrımı da yine sosyal medya
hesaplarının kullanım amaçlarına göre yapabiliriz.
İletişim ve sosyalleşmek amacıyla kullanılan sosyal medya hesaplarında ticari bir amaç söz konusu değildir. Bu
hesapların sahibi dışındaki kişiler tarafından kullanılması ve başkalarına devri bazı problemler yaratabilir.
Anayasanın 20. ve 22. maddesi özel hayatın ve haberleşmenin gizliliği konusunu düzenler. TCK m.132 hükmü
çerçevesinde haberleşmenin gizliliğinin ihlali, TCK m.134 hükmü çerçevesinde özel hayatın gizliliğinin ihlali gibi
hükümlerin tartışılmasına neden olacaktır[4]. Hesabın kullanımı şahsa sıkı sıkıya bağlıdır. Hesap içerisindeki
fotoğrafların, mesajlaşmaların ve diğer paylaşımların mirasla intikal edip edemeyeceği tartışmaya açıktır fakat
yeni bir düzenleme olmadıkça miras hukukuna ilişkin düzenlemeler ışığında sosyal medya hesabının
kullanımının, hiçbir şekilde mirasçılara intikal etmeyeceğinin kabulü gerekmektedir.
Maddi kazanç elde edilen hesapların mirasçılara geçebileceğini söyleyebiliriz. Bu hesapların kullanımına devam
edilmesi veya satılması durumunda ekonomik kazançlar meydana geleceğinden kazanılan maddi değerin
mirasçılara aktarılması gerekmektedir.
Benim görüşüme göre de sosyal medya hesaplarının kullanım hakkı yalnızca kişiye ait yani kişinin şahıs varlığı
değerleri arasında yer alan bir haktır. Bu yüzden miras bırakılması mümkün değildir ancak mirasçılar hesap
üzerindeki verilere erişebilmelidir. Ticari amaçla kullanılan sosyal medya hesaplarında ise maddi bir kazanç
olduğu için miras bırakılmasında bir sakınca olmadığı kanaatindeyim. Bu noktada miras hukuku ve kişisel
verilerin korunması kanunu her ne kadar çatışsa da yeni düzenlemelerle gereken dengenin sağlanabileceğini
düşünmekteyim.
KAYNAKÇA
https://www.karatay.edu.tr/Haber/dijital-miras-ve-sosyal-medya-hesaplarinin-miras-yoluyla-intikali.html
http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2019-142-1849
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1271661
https://www.researchgate.net/publication/352018928_Dijital_Varliklarin_Miras_Yoluyla_Intikali_Inheritance_of
_Digital_Assets_Yargitay_Dergisi_22021_s_337-
408_Sinem_Ozyigit_Selin_Mirkelam_Falay_Ezgi_Buldag_Said_Okur_ile
3- https://www.karatay.edu.tr/Haber/dijital-miras-ve-sosyal-medya-hesaplarinin-miras-yoluyla-intikali.html
4- https://www.karatay.edu.tr/Haber/dijital-miras-ve-sosyal-medya-hesaplarinin-miras-yoluyla-intikali.html
DAMLA NUR KOÇ
KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
40
KADIN CİNAYETLERİNDE İYİ HAL İNDİRİMİ!
İnsan hakları, medeni toplum düzeninde dil, din, ırk ve
cinsiyet ayrımı yapılmaksızın insanın doğuştan var olduğu
kabul edilen ve devlet tarafından Anayasa ve anayasal
düzen ile korunan haklardır.
Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası’nın 2. maddesine
göre; “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir.” İnsan haklarına saygılı hukuk devleti yapımız
bulunmaktadır.
İnsan haklarının temel unsurlarından olan yaşama hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı günümüzde her
zamankinden daha önemli hale gelmiştir çünkü özellikle son 15 yıldır bu iki temel prensip toplumda kadınlara karşı
sürekli ihlal edilmektedir. Son 10 yılda 3 binden fazla kadın, cinayete kurban gitmiştir. Ayrıca son 10 yılda
kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüz sayıları da önceki yıllara nazaran 14 kat artmıştır.
Kadınlara yönelik şiddete çözüm olması için 08/03/2012 tarihinde 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına
Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kabul edilip 20/03/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Fakat bu kanunun
kadına yönelik şiddetin önlenmesine yardımcı olamadığı görülmüştür zira sayılar her geçen gün daha da
artmaktadır ve önlem alınamamaktadır. Önlem alınamama nedenlerinden en önemlisi şiddeti uygulayan kişilere
verilen cezaların yetersizliği ve caydırıcı olmamasıdır. Verilen cezaların caydırıcı özelliği olmalı ve uygulanabilir
olması gerekmektedir. Teorik olarak verilen cezalar maalesef günümüzde yargılama aşamasında
kullanılmamaktadır. Ayrıca mahkeme önünde sergilenen iyi hal indiriminin de kaldırılması gerekmektedir. Çünkü
fiili işleyen kişiye mahkemede sergilediği hal ve hareketlerinden ötürü cezai indirim uygulanması kadına uyguladığı
şiddet sırasındaki caniliğini hafifletemez. Örneğin; Pınar GÜLTEKİN davasının gerekçeli kararında haksız tahrik
indirimi ve Cemal Metin AVCI'nın GÜLTEKİN'i yakma amacının “eziyet çektirmeye yönelik olmadığı”, “cesedi ve
delilleri yok etmeye yönelik olduğu” belirtildi. Bu olayda AVCI, GÜLTEKİN’i boğarak öldürdüğünü, cesedini varile
koyup yaktığını, üzerine de beton döktüğünü itiraf etmiştir.
Bunlar ve benzeri sayısız olaylarda katillerin işledikleri cinayetlerde canice hisleri ortadadır ve bu olaylarda
haksız tahrik indirimi veya iyi hal indirimleri verilmemelidir. Biz hukukçular olarak yılmadan davalarda
gördüğümüz her yanlışta sesimizi çıkartıp itirazlarımızı etmeliyiz. Ayrıca kadın hakları ile ilgili daha çok
konferanslar ve seminerler düzenleyip herkesi bilinçlendirmeliyiz. Aralık 2021’de Erzincan il temsilciliğimizde
Kadın Hakları ve Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele ile ilgili 200 kişilik konferans verdirdik. Biz Yenilikçi
Hukukçular Platformu olarak kadınlara yönelik şddete her zaman “DUR!” diyoruz.
KAYNAKÇALAR:
Pınar GÜLTEKİN davasının:
DOSYA NO:2020/230 ESAS
KARAR NO: 2022/214
C.SAVCILIĞI ESAS NO: 2020/1999
MUHAMMET ÖZKAYA
ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
41
MODERN İLETİŞİM ARAÇLARI VE HUKUKUN
ETKİNLİĞİ MESELESİ
TANIM
GİRİŞ
İlk çağlardan itibaren iletişim araçlarının
gelişmesi ve özellikle yakın geçmişten günümüze,
modern iletişim araçları halini almasına kadar
gelen sürece paralel olarak, hukukun etkinliğinin
sağlanması problemi de değişim ve dönüşümler
yaşamıştır.
Günümüz dünyasında internet ağının bulunması
ve halka açılması ile beraber[1] telefon ve
bilgisayar gibi cihazların bu yönde gelişimiyle
dünya global bir köy halini almaya başladı. Gelişen
bu iletişim araçlarının yarattığı imkanlar nedeniyle
kitlelerin, bu iletişim ağlarında sosyal medya gibi
platformların kurulması[2] ile neredeyse yaşamaya
başlaması, eski dünya düzenine karşı bir “Sosyal
Medya Devrimi” haline büründü. Yeni dünya
insanları, bu modern iletişim araçlarını kullanarak
yeni toplumsal değerler yarattı. Bu toplumsal
değerler, yeni dünyanın modernleşen toplumu
tarafından ivedilik ile kabul edildi.
Modern iletişim teknolojilerinin hızlı evriminin
yarattığı yeni toplumsal değerlerin korunması ve
eski hukuki düzenlemelerin etkinliğini sağlamak
için hukuk, zamanla bu değerlerin çiğnenmesi ile
oluşan mağduriyetleri gidermek için çözümler
aramaya koyuldu. Çünkü gelişen teknoloji hem
yeni değerlerin yaratılmasını ve korunmasını
gerektiriyor hem de eski değerlerin bu yeni
düzende etkinliğini kaybetmemesini ve korunan
hukuksal değerlerin çevresinden dolanılıp işlevsiz
bırakılmamasını gerektiriyordu. Hukukun kendini
bu alanda revize etmesine örnek vermek gerekirse;
Hukukun etkinliği problemi ve modern iletişim
teknolojileri nedir/nelerdir?
Hukukun etkinliği problemi; toplumun, bir norma verdiği
olumlu veya olumsuz reaksiyonlar sonucu o normun hukuk
normu olarak kabul edilip edilmeyeceği meselesidir.
Modern iletişim araçları ise, günümüz enformasyon ve
iletişim teknolojilerinin tamamını kapsamaktadır. Modern
iletişim araçlarına örnek olarak; İnternet ağı, cep telefonu,
bilgisayar, e-posta, sosyal medya platformları, gazete,
televizyon ve dergi gibi büyük kitlelere ulaşabilen araçlar
verilebilir.
TCK Madde 123: Sırf huzur ve sükûnunu bozmak
maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü
yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir
davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikâyeti
üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.
[1] Bu düzenlemede de anlaşılacağı üzere modern iletişim
teknolojilerinin gelişimi ısrarlı takip suçunun hukuki
etkinliğine yaptığı olumsuz yansıma, hukukun revize
etmesi ile giderilmiştir.
Modern iletişim araçlarının hukukun etkinliğine olumlu
ve olumsuz yansımaları nelerdir?
1- Modern İletişim Teknolojilerinin Hukuki
Etkinliğin Sağlanmasına Olumlu Etkileri
Modern teknoloji ile birlikte gelişen modern iletişim
teknolojileri, korunan hukuksal değerin ihlali halinde
failin tespit edilip cezalandırılması adına sağladıkları
yarar olumlu yararlardandır. Çünkü korunan hukuksal
değerin ihlali halinde yaptırımların istikrarlı bir şekilde
uygulanması, yani hukuki etkinliğinin sağlanması
toplumun hukuka olan güvenini artırmaktadır. Örneğin
geçmiş zamanlardaki cinayetlerin çoğunun faili meçhul
kalması, toplumun hukuki inancını zedelemiş ve bu da
ilgili normların etkinliğine zarar vermiştir. Fakat
günümüzdeki MOBESE kamera sistemleri ile
cinayetlerin çoğunun tespiti kolaylaşmıştır. Bu gelişme ile
beraber suçun tespiti ve yaptırımın uygulanması toplum
nazarında güven ortamı yaratmıştır.
42
MODERN İLETİŞİM ARAÇLARI VE HUKUKUN
ETKİNLİĞİ MESELESİ
Başka bir örnek olarak ise mesajlaşma
uygulamaları ve sitelerdeki verilerin takibi, telefon
konuşmalarının dinlenmesi durumlarında failin
hazırlık hareketleri, suça katılanların ve suçu
işleyenlerin belirlenmesine sağladığı olumlu etki
sayesinde cezalandırılmanın yapılması hukuki
etkinliğin sağlanmasına katkı sunmaktadır. Aksi
durumda normlar sadece yazılı bir metin olarak
kalır. Modern iletişim teknolojileri aynı zamanda
suçluluk potansiyeli yüksek olan kişilerin erişimi
daha kolay olduğundan suç işlemek için
başvurduğu bir yol haline gelmiştir. Bu sayede suç
işleme kastı olan kişiler suçu, dijital mecralarda
işlemeye kalkıştığında ivedilikle tespit edilir, Türk
Ceza Kanunu 243. madde[1] ve Kişisel Verilerin
Korunması Kanunu[2] gibi düzenlemelere
dayanarak yaptırım uygulanır.
2- Modern İletişim Teknolojilerinin Hukuki
Etkinliğin Sağlanmasına Olumsuz Etkileri
Modern iletişim araçlarının hukuki etkinliğin
sağlanmasına olumsuz etkilerinde, sosyal medyanın
her kesime, her konuya, her alana[3] hitap etmesi
bizim için önemli bir argümandır. Aklımıza gelen
ilk örnek ile açıklayalım. Günümüz dünyasında
basının, özellikle ana akım medyanın ve sosyal
medyada yayılan asparagas haberlerin etkisi ile
hukuki olayın dosya içeriğini bilmeyen ve olayın
tamamını algılayamayan insanların verdiği tepkiler
hukukun etkinliğinin sağlanmasına olumsuz
nitelikteki gelişmelerdendir. Örneği somut bir
şekilde genişletip, anlatmak gerekirse; şiddet gören
bir kadını savunmak amacıyla bir insanın şiddet
gösterene müdahalesini toplum, basının reyting
kaygısı ile yayınladığı haber ile yetinerek tamamen
üzerlerinde yaratılan manevi etki ile ses
çıkarmaktadır. Böylelikle olayın hukuki detayını
bilmeyen bu kitle, kendilerince haklı bir taraf seçip
onu fanatizme varan bir şekilde desteklemeye
başlar. Bu da yargının üstünde büyük bir baskıya
sebep olur. Yargı tamamen kanuna bağlı kalarak
yargılamayı yaptıktan sonra, yargılamanın neticesi
eğer savunduklarının aksine ise hukuka duyulan
güven azalmaktadır.
Yargı kitlenin baskısı ile hareket ettiğinde de hukuk,
yazılanın aksine uygulanmış olacaktır. Her iki durumda
görüldüğü gibi günümüz modern iletişim teknolojileri,
kitlelerin asparagas haberler, dolayısıyla eksik bilgi ve
yetersiz araştırmalar ile yaptıkları hareketler, hukukun
etkinliğinin sağlanmasına olumsuz etkide
bulunmaktadır.
Modern iletişim teknolojilerinin gelişmesi ile beraber
gelişen ve değişen yeni değerlere anında karşılık
veremeyen hukuk da hukukun etkinliğinin
sağlanmasında olumsuz niteliktedir. Cinsel taciz,
hırsızlık vb. suçları baz alırsak, bu suçların işlenişi
modern iletişim teknolojileri ile daha kolay bir hal aldı.
Bu konuda başlarda yapılan normatif düzenlemeler,
gelişmenin ilk dönemlerinde mağduriyete gerekli
yaptırımı uygulamadığından hukuka olan güveni sarstı.
Bu da hukukun etkinliğini sağlamaya olumsuz nitelikte
bir dönüt oldu.
SONUÇ
Son olarak genel bir değerlendirme yapılması
gerekirse; modern iletişim teknolojileri her ne kadar
olumsuz tarafları olsa da hukukun etkinliğinin
sağlanmasında daha çok olumlu bir rol oynamaktadır.
Bu da özellikle işlenen suçların ifşası ve suçluların daha
kolay yakalanması şekillerinde ortaya çıkmaktadır.
Aynı zamanda devlet aygıtının bozulmalar yaşadığı
dönemlerde hukukun yozlaşmasına tepki gösteren
halkın suçları ortaya çıkarması ve bu doğrultuda
örgütsel ve eşgüdümlü ses çıkarması sarsılan hukuki
etkinliğin dengede tutulması açısından önemlidir.
Osman TURAN
İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi
43
HUKUK YARGILAMASINDA
“SÜRPRİZ KARAR YASAĞI”
Sürpriz karar yasağı, Türk hukukunda temel
bir tanıma sahip olmamakla birlikte, yargı
kararlarıyla gelişerek ilke halini almış bir
kavramdır. Özekes’e göre, sürpriz karar eksik
yahut yanlış yapılan bir yargılama sonucunda
verilen, yargılamayla ilgili tüm veya bazı kişileri
hayrete düşürecek beklenmedik karardır[1].
Öncelikle bu kavram, tarafların aleyhine verilen
bir karar olarak anlaşılmamalıdır. İlaveten bir
kararın sürpriz karar olabilmesi için ortada bir
nihai kararın bulunması gerekmektedir. Bu
bağlamda, ilgili tarafa haber vermeksizin verilen
bir ara karar veya ihtiyati tedbir kararı sürpriz
karar niteliğinde olmayacaktır.
Tarafların aralarındaki uyuşmazlığa, bizzat tarafların
kararlaştırdıkları hukuk kurallarının aksine, başka
hukuk kurallarının uygulanması sürpriz karar
kapsamında değerlendirilebilecektir.[1] Doktrinde,
mahkemelerin yerleşik içtihatlarından dönmeleri ve
yerleşik hukuk uygulamasından farklı çözümleri
benimsemeleri de sürpriz karara örnek olarak
gösterilmektedir.[2]
Esasında bu ilkeye, 6100 sayılı HMK’nın “hukuki
dinlenilme hakkı” başlıklı 27.maddesinin hükümet
gerekçesinde zımni olarak değinilmiştir. Söz konusu
gerekçede; “… Ortaya çıkacak karar, hukukun genel
ilkelerine, mevzuata ve yerleşik içtihatlara tamamen
aykırı ve ‘sürpriz’ sayılacak nitelikte olmamalıdır…”
şeklinde ifadelere yer verilmektedir. Yine aynı gerekçede,
yargı mercilerinin yerleşik içtihatların dışında yeni bir
karar verebileceği ve fakat bu husustaki gerekçelerini tam
ve açık bir şekilde ortaya koyarak tarafların
açıklamalarını da esas almaları gerektiği belirtilmektedir.
İlkeye özellikle, yerleşik içtihatlarla çelişkili mahkeme
kararlarındaki karşı oy yazılarında rastlanılsa da, bir
hakem kararının iptaline ilişkin BAM kararının temyizine
yönelik yakın tarihli Yargıtay kararında; “…bir an için
hakem önüne gelen bir uyuşmazlıkta talepten fazlasına ya
da talep ve dava edilmeyen bir konuda karar verebileceğinin
kabulü halinde, talep konusu edilmeyen konuda davalı
tarafın hukuki dinlenilme hakkını da korumak mümkün
olmayacaktır.
Bir başka deyişle tarafın talep ve dava konusu
etmediği, sadece hakem heyetinin karara konu
ettiği bir konuda davalı tarafın savunma yapması
beklenemez. Hakemlerin ‘sürpriz’ bir şekilde
verdikleri hükümde konuyu karara bağlamaları
‘Sürpriz Karar Yasağı’ ilkesine de aykırılık teşkil
edecektir. Bir an için aksi düşünüldüğünde; davacı
tarafından; davalı tarafın savunma yapmasının
önüne geçilmesi için uyuşmazlığın sadece bir
kalemi talep konusu edilir, diğer talepler özellikle
talep dışı bırakılır ve hakem heyeti de talep dışı
olan ve davalının savunma yapma imkânı
bulamadığı konuda karar vererek davalının, adil
yargılanma hakkının en önemli unsuru olan
HMK’nin 27.maddesinde düzenlenen hukuki
dinlenilme hakkına aykırı karar vermesini
mümkün hale getirmek tehlikesi söz konusu
olabilecektir…[1]” ifadelerine yer verilerek
ilkenin muhteviyatı açıklığa kavuşturulmuştur.
Mevcut kararlar ışığında, bu yasağın, hukuki
dinlenilme hakkını ve dolayısıyla adil yargılanma
hakkını korumak adına kabul edildiğini
söyleyebiliriz. Öğretide ise tarafların getirdiği
vakıalara uygulanacak en doğru hukuk kuralının
tespiti noktasında hâkimin yapacağı belirlemenin
sürpriz karar verme yasağına aykırı olamayacağı
belirtilmektedir.
44
HUKUK YARGILAMASINDA
“SÜRPRİZ KARAR YASAĞI”
Tüm bu değerlendirmeler karşısında, her
içtihat değişikliğinin veya yerleşik içtihatlardan
farklı olarak verilen her kararın sürpriz karar
sayılmaması, somut olayın kendi şartları ve
yargılamanın ihtiyaçları doğrultusunda hareket
edilmesi gerekmektedir.
KAYNAKÇA
ÖZEKES, Muhammet: Hukuki Dinlenilme
Hakkı, Yetkin Yayınları.
BAHRİYELİ, Kemal: Kar Payı Ödenmemesi
Nedeniyle Anonim Şirketin Haklı Sebeple
Feshi, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi,
Sayı:42, 2020.
ÖGE, Hande: Hukuki Dinlenilme Hakkı,
ACADEMIA.
Tunahan DENİZ
Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi
45
SAVUNMA HAKKI VE SAVUNMA
HAKKININ KUTSALLIĞI
Savunma Hakkının Tarihsel Gelişimi: Savunma
hakkının Yunan medeniyetindeki tarihsel gelişiminden
söz ederek başlarsak eğer; Yunan medeniyetinde
kişilerde bireyleri ve devleti birtakım suçlardan itham
edebilme hakkı vardı. İtham etme hakkı verilmesinin
doğal sonucu olarak bireylere bu bahsedilen ithamlara
karşı savunma hakkı da tanınmıştır. İtham eden
veyahut kendisi bu ithama karşı savunması beklenen
açıkça kendini savunamayacak ya da ifade edemeyecek
durumda bulunuyor ise arkadaşlarını ya da aileleri
aracılığıyla temsil edilmek için bu kişileri mahkemeye
davet edebilirlerdi. Bu durum günümüzdeki
müdafiiliğin temellerini oluşturmaktadır. Ayrıca
burada belirtmem gerekir ki tarihte bilinen ilk baro
Atina’da kurulmuştur.
Roma hukukuna bakacak olursak; Roma’da suç insan
ve tanrının ilişkisinin bozulması olarak
değerlendirilirdi bu sebeple de savunma yapılmasında
da rahiplerin yardımı aranırdı. Daha sonra Roma
hukukunun gelişmesiyle avukatlar ceza
yargılamalarında da yer almaya başladı. Roma
mahkeme düzeninde bir veya birden çok ithamcı
bulunurdu ve bu ithamcılar dilerse tek başına ayrı ayrı
konuşma yapabilirdi bu itham konuşmalarının ardını
savunma konuşmaları alıyordu. Savunmayı sanığın
bizzat kendisi yapabileceği gibi sanık isterse onun
yerine patronun veya patroni de yapabilirdi. Yani
Roma döneminde de müdafiilik mevcuttu ve günümüz
modern müdafii kavramının gelişmesi için temellerinin
o dönem ve mekânda atıldığını söylemek yanlış olmaz.
Savunma hakkı; hak arama özgürlüğünün
somutlaşmış hali olarak karşımıza çıkmaktadır.
Savunma hakkı “yargılama makamları önünde ve
belli bir amaçla bir suçlamadan kurtulmak için
kullanılan söz ve düşünce özgürlüğüdür.” Sanık,
savunma hakkı çerçevesinde somut ve gerçek bir
hukuki savunma için iki olanağa sahiptir; ya
kendisini bizzat savunur, bu da maddi savunmadır
ve bireyseldir, kural olarak sanığa ait bir haktır. Ya
da müdafii yardımından yararlanır, buna ise
hukuki savunma diyoruz. Hukuki savunma ise
bireysel olabileceği gibi, kolektif de olabilir.
Orta çağa bakacak olursak; bu çağda Roma ve Yunan
medeniyetlerinde bulunan müdafii kavramı bu
dönemde neredeyse hiç gelişmemiş ve hatta
körelmiştir. Çünkü bu çağda suçlar işkence
yöntemiyle itiraf ettirilmekte ve hatta savunma
hakkına karşı durulan bir dönem olarak karşımıza
çıkmaktadır. Roma ve Yunan hukukunda itham
sistemi kabul edilirken Orta Çağ da engizisyon sitemi
kabul edilmekteydi ve bu sebeple daha yeni bir
kavram olarak karşımıza çıkan müdafiilik kavramı
hiç gelişmemiş hatta körelmiştir. Bu dönemde
avukatlıkla ilgili en önemli gelişme Rönesans etkisinde
olmuştur. Şöyle ki avukatların başka şehirlere giderek
sanık hakkında savunma yapmalarına istinaden
müdafiiler hakkında “ adaletin gezici şövalyeleri”
olarak adlandırılmışlardır.
Türk hukukunda savunma hakkı; Savunma hakkının
anayasal düzenlemelere konu olması 1876 tarihli
‘Kanun-i Esasi’ ile başlamıştır. (83. maddesi)
Savunma hakkının kullanılması ve müdafiinin ya da
tanığın bizzat kendisinin mahkemede savunma
yapması ceza muhakemesinin sonucuna ve amacına
hizmet eden olmazsa olmaz bir kurumdur.
Mahkemelerde bilindiği üzere iddia makamı ve
savunma makamı olmak üzere iki grup
bulunmaktadır. Mahkemelerin asli görevi ise gerçek
ve hakikate ulaşmaktır. Bu sebeple iddia makamının
öne sürdüğü iddia ve vakıaları değerlendirmekle
görevlidir. Şöyle ki savunma makamı olmasaydı
mahkemenin de varlık sebebi konusunda soru
işaretleri oluşur hatta mahkememin de yani
yargılama makamına da ihtiyaç duyulmazdı.
46
SAVUNMA HAKKI VE SAVUNMA
HAKKININ KUTSALLIĞI
Savunma hakkı kıymetli görülmezse savunma makamı
da değerli görülmez, Yazdıkları okunmaz, Söyledikleri
dikkate alınmaz ve bunların hepsi de adaletten uzak bir
yargılama sürecini karşımıza çıkarır ve bu da adaletin
temel yapı taşlarından birini işlevsiz hale getirir.
Yargılamanın amacı gerçek adalete ulaşmaktır ve bu
sonuca ancak savunma hakkını etkili ve kutsal bir
şekilde kullanmaktan geçer. Savunma hakkını etkin bir
biçimde kullanılması ise ancak “hukuk devleti ilkesinin”
aktif bir şekilde hukuk sistemine yerleşmiş olmasına
bağlıdır. Savunma hakkı aynı zamanda bir insan
hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
savunma hakkı bir insan hakkı olarak düzenlenmiştir.
Ayrıca aynı beyanname herkesin bir savunma hakkına
sahip olduğunu da kabul etmiştir. (madde 6/1) . Ayrıca
Anayasamız da savunma hakkını düzenlemiştir “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” diyerek
bu konudaki tereddütlere yer vermeyerek anayasal
güvence altına almıştır.
Peki, nedir bu savunma hakkı? Savunma hakkını kısaca
bireyin kendisine yöneltilmiş olan isnada karşı cevap
verme ve bunu kabul etme veyahut susması olarak
değerlendirebiliriz. Bu hakkı bireylere hukuk
vermektedir. Yani kısaca savunma hakkını şöyle
açıklamak mümkündür. Nerede bir iddia varsa orada bir
savunma hakkı da vardır. Hak arama insanın doğası
gereği taşıdığı bir özelliktir ve insanca bir yaşam için
olmazsa olmaz bir unsurdur. Kısacası içgüdüsel bir
davranıştır. Hukuk öncesi dönemlerde insana bahşedilen
bu hak devlet eliyle değil kişinin kendinden kaynaklanan
bir şekilde gerçekleşmekteydi. Buna da zaten ilhak-ı hak
deriz fakat hukukun ve toplumların gelişmesiyle bu hak
devlet tarafından güvence altına alınmıştır ve bu hak
savunma hakkı kuralları arasında yerini almıştır.
Günümüzde insanları yönetimlerden, insandan gelecek
olan ve bireylerin haklarına halel getirecek olan her
türlü hakarete karşı hukuk korumaktadır. Dolayısıyla bu
korumanın sözde değil, gerçek ve etkin bir biçimde
gerçekleşmesinin yolu savunma hakkının etkin bir
biçimde kullanılması yolundan geçer. Savunma hakkı
bireysel nitelikte olmasının yanı sıra aynı zamanda
kamusal bir haktır.
Çünkü savunma hakkının engellenmesi ya da
kullanılmamasının sonucunda bireylerin hak ve
menfaatlerine halel geleceği gerçeğinin yanında
toplum da zarar görmektedir. Fakat bu demek
değil ki savunma hakkı sınırsız bir haktır. Elbette
her hakkın olduğu gibi savunma hakkının da
sınırları bulunmaktadır. Şöyle ki; savunma hakkı
suçla, erkle, dava ile sınırlıdır.
Savunma hakkının kutsallığı ve vazgeçilmezliğinin
bazı sonuçları vardır. Öyle ki; savunma hakkı
vazgeçilmez olduğu için bir muhakemenin
taraflarının, uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak
bildiklerini ve düşündüklerini korkmaksızın dile
getirmesini, , yazıya dökmesini veya belgelemesini
ifade eder. Öyle ki bu korumalar olmasaydı
kendisine itham edilen suç dolayısyla savunma
yapan kişi sarf ettiği söz ve yazıya döktüğü
düşüncelerin başka bir suç oluşturacağı şüphesiyle
savunma hakkını etkin ve gerçek bir şekilde
kullanamazdı ve bu da adaletin tecelli etmesini
güçleştirirdi. Savunmanın dokunulmaz olması
onun bir hukuka uygunluk sebebi olması sonucunu
da doğurur. Taraflar için bir hak olan iddia ve
savunma; bu amaçla ve bu esnada tarafların
yapabilecekleri hakaretler bakımından özel bir
hukuka uygunluk sebebi teşkil etmektedir. Fakat
bun durum da aynı zamanda içerisinde bazı
şartları taşımaktadır. Failin doğrudan doğruya
iddia veya savunma hakkının bulunması, hakaret
içeren yazı ve sözlerin kullanımının savunma
hakkının icrasının bir sonucu olması ve söz konusu
hakkın yani savunma hakkının kötüye
kullanılmamış olmasıdır.
Savunma Hakkının amacı: Savunma hakkının
dokunulmazlığı savunma yapan kişinin hiçbir
kurum veya kanundan korkmadan kendine isnat
edilen iddiaya dair içinde bulunduğu durumu
korkmadan ve özgürce, açıkça ifade edilmesine
hizmet eder. Bu durum da aynı zamanda Adaletin
gerçekleşmesine ve bir haklan savunmanın
güvence altına alınmasını sağlar.
47
SAVUNMA HAKKI VE SAVUNMA
HAKKININ KUTSALLIĞI
SONUÇ: Günümüz şartlarında her ne kadar bizim
varoluşsal içgüdümüzden kaynaklanan ve insan
olmanın sonucu olarak bize verilen savunma
hakkının ihlallerine maruz kalsak da, bu hakkımı
aktif ve sınırlandırılmadan uzak bir şekilde
kullanmayı hedefliyor olsak da bunu
sağlayamadığımız anlara maruz kalmaktayız
unutmamak gerekir ki Savunma hakkı hukukun ve
yargılamanın hedefine ulaşmasındaki en temel yapı
taşlarındandır. Adil yargılanmaya hizmet eden en
temel hakların başında yer alan savunma hakkının
kutsallığını her an gerçek ve daimi olması
temennimle...
KAYNAKÇA:
Savunma Hakkı ve Sınırları; Hamide ZAFER
Savunma Hakkı; Av. Yasin DIVRAK – Av. Ahmet
Hasan KILIÇ
Ayşenur Gökçe TAPAÇ
Lefke Avrupa Üniversitesi Hukuk Fakültesi
48
KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TANITIMI
KIRIKKALE’DE YAŞAMAK VE KIRIKKALE
ÜNİVERSİTESİ’NİN OLANAKLARI
Kırıkkale Üniversitesi’nin, Ankara, Eskişehir, Konya
gibi büyük şehirlere olan yakınlığı benim için önemli
bir etkendi. Neredeyse her saatte Ankara’ya kalkan
minibüsler var. Şehrin küçük olması sosyal
etkinliklerin kısıtlı olması bakımından maalesef bir
dezavantaj ancak üniversitenin yurt ve apartlara
yakın olması sebebiyle bütçemiz fazla zorlanmıyor.
Üniversitenin bulunduğu Yenişehir yerleşkesi
ihtiyacımız olan her şeyi barındırıyor ve merkeze
gitmemize gerek kalmıyor. Ancak su kesintisinin
fazla olması bize sıkıntı veriyor. Şehirde ulaşım
sadece dolmuşlarla sağlanıyor maalesef otobüs metro
vs. yok. Kampüs içerisinde ise uygun ücretli ringler
var.
BARINMA OLANAKLARI
KYK’ya bağlı dört kız iki erkek yurdu var.
Kampüsün içinde özel yurt bulunuyor. Bu yurtta
fiyatlar diğer şehirlere nazaran daha uygun.. Kızlar
ve erkekler ayrı veya karışık olan birçok apart
bulunuyor.
YEMEKHANE VE KÜTÜPHANE
Kampüs içinde bulunan merkez kütüphane
öğrencilerin faydalanması için yeterli imkanlara
sahip değil ancak Yenişehir’de çalışma salonları var.
Hukuk Fakültesine ait bağımsız bir çalışma
salonumuz da yok. Yemekhanenin yemekleri lezzet
olarak fena değil, ücreti de makul seviyede.
FAKÜLTENİN FİZİKİ OLANAKLARI VE
SOSYAL FAALİYETLERİ
Öncelikle sınıflar toplu ders dinlemek için yeterli
değildi ancak pandemi sürecinde fakültenin yanında
yapımı tamamlanan merkezi derslikler sayesinde bu
sıkıntı biraz giderilmiş oldu.
Öğrencilerin kaynaşması için yeterli sayıda öğrenci
toplulukları var ve birçok faaliyet yürütmekteler. Yıl
içerisinde çok faydalı seminerler, etkinlikler,
münazaralar ve daha bir sürü proje gerçekleştirildi.
HOCALARIN DERS ANLATMA, SORU SORMA
USULLERİ
Fakültemizde ana dersler yıllık yani dönem sonunda
vizeler, yıl sonunda finaller yapılıyor. Finaller haziran
sonunda bütünlemeler temmuz ortasında bitmiş oluyor.
Hocalarımız mesleki yeterliliğe sahip bireyler
yetiştirmeyi amaçladığı için sınavları oldukça üst düzey
hazırlıyor. Fakültemiz, öğrencinin muhakeme yeteneğini
geliştirmeye yönelik bir fakülte ve ders yoğunluğu
oldukça fazla. Eminim mezun olurken kendimize birçok
şey katmış olacağız.
Bu sene bizi en çok zorlayan faktör devam
zorunluluğunun getirilmesi oldu. Diğer üniversitelerin
aksine bizde yoklama alınıyor artık.
HOCALARLA İLETİŞİM
Hoclarımızla çok rahat iletişim sağlayabiliyoruz.
Aklımıza takılan soru veya istişare etmemiz gereken bir
konu olduğunda hocalarımızı rahatlıkla fakültede bulup
iletişime geçebiliyoruz.
Ayrıca fakültemizde hem normal hem ikinci öğretim
bulunmakta. İkinci öğretim dersleri 17.00 da başlıyor ve
geç saatte bitiyor. Geç saatte bitmesi de Yenişehir’de
canlılık geç saatlere kadar devam ettiği için güvenlik
açısından problem oluşturmuyor.
Gamze TIRNAKSIZ
Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi
49
TOBB ETÜ'DE HUKUK OKUMAK
TOBB ETÜ’DE HUKUK OKUMAK
-EĞİTİMDEN VE AKADEMİK KADRODAN
BAHSEDEBİLİR MİSİN?
Az öğrenci olması, akademisyenlerle en aktif biçimde
iletişim kurup, çok basit sorularımıza dahi herhangi
bir güçlük yaşamadan cevap bulmamızı sağlıyor.
Aynı zamanda genç ve dinamik kadrosuyla dersler
interaktif bir biçimde işleniyor. TOBB ETÜ, az
öğrenci ve nitelikli kadrosuyla bizlere eğitiminden en
faydalı biçimde yararlanmamızı sağlıyor.
-Bu sistem henüz meslek hayatına atılmadan bizlere
çeşitli hukuk büroları, yüksek mahkemeler ve çeşitli
şirketlerde mesleki deneyim elde etmemizi, aynı
zamanda uzmanlaşmak istediğimiz alanları vakit
kaybı yaşamadan, sağlıklı bir biçimde seçmemiz için
bizlere fırsat veriyor. Ek olarak bu deneyimler
süresince okulumuz aracılığıyla belirli bir seviyede
maddiyat elde etmek gibi bir şansımız da bulunuyor
ÖĞRENCİ TOPLULUKLARI ÇALIŞMALARI
VAR MIDIR?
Okulumuzda halihazırda bir sürü alanda öğrenci
topluluğu bulunmakta. Bu öğrenci toplulukları,
bizlere sadece tek bir alanla sınırlı kalmayıp farklı
perspektiflere ve ilgi alanlarına sahip olmamız için
olanak tanıyor. Toplulukların çeşitli faaliyetleri en
başta hukuk topluluğu olmak üzere mesleki ve sosyal
alanda kendimizi geliştirip, hayatımızda kendimizi
ileri taşıyabileceğimiz fırsatlar sunuyor. Bu sistem
henüz meslek hayatına atılmadan bizlere çeşitli
hukuk büroları, yüksek mahkemeler ve çeşitli
şirketlerde mesleki deneyim elde etmemizi, aynı
zamanda uzmanlaşmak istediğimiz alanları vakit
kaybı yaşamadan, sağlıklı bir biçimde seçmemiz için
bizlere fırsat veriyor.
Ek olarak bu deneyimler süresince okulumuz
aracılığıyla belirli bir seviyede maddiyat elde etmek gibi
bir şansımız da bulunuyor.
OKULUNUZDAKİ YABANCI DİL EĞİTİMİ
NASILDIR?
TOBB ETÜ’ de içerisinde bulunduğumuz dönemde
yabancı dile çok ihtiyaç duyduğumuz hazırlık sınıfı
mevcut. Hazırlık sınıfında İngilizce dilini ileri seviyede
öğrenip TOEFL sınavı ile dil yeterliliğimize uluslararası
geçerlilik kazandırmak gibi bir şansımız var. Aynı
zamanda yabancı ülkelerden de akademisyenler olduğu
için yabancı dilimiz ana dili olan öğretmenlerimizden
öğrenmek bizim için çok büyük bir fırsat. Hazırlık
sınıfından hukuk bölümüne (başka bölümler içinde aynı
durum mevcut) geçtiğimizde hukuki ingilizceyi
profesyonel bir biçimde görüyoruz. Bu süreçte 3. Sınıfa
geçtiğimizde Almanca, Arapça,
Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Çince ve
Rusça gibi dilleri B1 seviyesine kadar görüyoruz.
Yabancı dil kulüpleri de okulumuz bünyesinde
bulunduğu için bu seviyeyi pekâlâ daha ileri seviyelere
taşıyabiliyoruz.
TOBB ETÜ bunlar gibi daha saymakla bitiremeyeceğim
bir sürü olanakla bizlere nitelikli eğitimin kapılarını
aralıyor.
İrem Sahre ŞAHİN
TOBB ETÜ Hukuk Fakültesi
50
ANKARA HACI BAYRAM VELİ ÜNİVERSİTESİ
TANITIM
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk
Fakültesi
Gazi Üniversitesinin 2018 yılında bölünmesiyle
kurulan bir üniversitedir. Hukuk fakültesi
Beşevler yerleşkesinde bulunmaktadır. Gerek
konumu gerek sosyal aktiviteleri gerekse
akademik başarıları yönüyle birçok avantaja
sahiptir.
Beşevler yerleşkesinde bulunması sebebiyle
otobüs, metro gibi araçlarla ulaşım oldukça
rahattır.
Hukukta Kariyer Topluluğu, İnsan Hakları
Topluluğu, Uluslararası Hukuk Topluluğu,
LÖSEV Fayda Topluluğu, Bilişim Hukuku
Topluluğu, Münazara Topluluğu, Kitap Bankosu
Topluluğu, Çocuk Hakları Topluluğu gibi birçok
aktif öğrenci topluluğuyla sosyal aktivitelerine
hız kesmeden devam etmektedir. Bu
topluluklardan Hukukta Kariyer Topluluğu Gazi
Meclis
Simülasyonu, Hukukta Kariyer Günleri gibi
etkinliklerle çeşitli hukuk fakültelerindeki
yüzlerce kişiyi bir araya getirerek sosyalleşmeyi
arttırırken İnsan Hakları Topluluğu TİHEK,
BEDK gibi alanında önde gelen kurumların
sempozyumlarına katılım sağlatarak akademik
anlamda bilgi haznemizin genişlemesine katkı
sağlar.
Kısaca topluluklardan bahsettiğimize göre biraz da
bizi ilk yılda bekleyen derslere değinelim. İlk yılda
Anayasa Hukuku, Medeni Hukuk, İktisat, Hukukun
Temel Kavramları, Roma Hukuku, Siyasi Tarih,
İngilizce, Türk Dili, İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük
ile 1 tane alan dışı seçmeli ders alınmaktadır. Bölüm
eğitimini Türkçe olarak sürdürmektedir ve yıllık
sistem olduğu için ders seçimlerinde dönemde
sadece seçmeli ders değiştirilmektedir.
Gazi'den ayrıldıktan sonra akademik kadrosunun
değişmemesi nedeniyle eğitim kalitesi aynen devam
etmekte ve hocalarımız bizi öğrenmeye, araştırmaya
teşvik etmektedir. 2015, 2016 ve 2017 yılında
yapılan hâkimlik sınavlarında da en başarılı
üniversite olarak adını duyurmuştur.
Hivda ERGÜL
Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi
51
TEŞEKKÜRLER!
Bizleri bu günlere getiren her bir üyemize, Yönetim
Kurulu ve sorumlular kurulu üyelerimize, üniversite
temsilcilerimize, arka planda çalışıp üyelerimize
platformumuzu tanıtan gizli kahramanlarımız Hakan
ÖZER ve Rabia ÜNLÜEL'e ve bizleri her zaman
destekleyen siz değerli okuyucularımıza teşekkürlerimizi
sunuyoruz!
@yenilikcihukukcularplatformu @YenilikciHP Yenilikçi Hukukçular Platformu
52