Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
KUSVA Gençlik Hareketi<br />
Adına İmtiyaz Sahibi<br />
Burak AK<br />
Yayın Koordinatörleri<br />
ve Yayına Hazırlayanlar<br />
Emine HACHİU<br />
Furkan GÜR<br />
Nida URMUÇ<br />
Rabia KOYUNCU<br />
Ömer BAKKALOĞLU<br />
Düzeltmenlik<br />
Uğur MAMATİ<br />
Fatih KURU<br />
Yusuf HACICAFEROĞLU<br />
Mehmet Sabit GÖKTAŞ<br />
İletişim Bilgileri<br />
bilgi@<strong>kusva</strong>.org<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
Kusva dergisinde yazıların<br />
sorumluluğu yazanlara aittir.<br />
Sibel Ak’a, Emre Metin’e, Safiye Genç’e, İrşad Muhammed Korkmaz’a, Samet Kal’a,<br />
Beyza Gür’e, Burak Şen’e, Oğuzhan Eraslan’a, Orkun Şahın’a,<br />
Hüsnü Kanber’e, Behlül Alp’a, Mihriban Ceylan’a, Muhammet Yetimoğlu’na,<br />
Halit Turgut’a desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.<br />
EDİTÖR’DEN<br />
Gençlerin dergide yer alan güncel konuların incelenmesi, değerlendirilmesi ve önerilerde bulunması bulunduğu<br />
toplumun parlak bir geleceği olacağının tartışmasız bir göstergesidir. 15 Temmuz gibi olaylara<br />
karşı özellikle de gençlerin sesinin yükselmesi onların tepkisiz, nötr, herşeyi sergilendiği gibi kabul eden<br />
bir kesim olmadıkları apaçık görülmektedir. Dergide yer alan yazılarda Türkiye gelecekte güvenli ellerde<br />
olacağı, başarılı bir şekilde yönetilmesi, siyaset, ekonomi, sosyal refahın artması gibi konularda yapısal<br />
reformların devamının getirileceği bir ülke haline geleceği anlaşılmaktadır. Bizim en önemli silahımız<br />
“kalem” dir. Herkes bunun bilincinde olacağı zaman o toplumda çözülemeyecek sorunlar kalmayacaktır.<br />
Emine Haciu<br />
<strong>kusva</strong>.org
MAKALE<br />
BURAK AK<br />
BiR<br />
GENÇLiK<br />
İnsanoğluna <strong>sayı</strong>lı günler halinde lütfedilen en kıymetli nimet gençliktir.<br />
Akıllı bir insan, bu kıymetli ve sınırlı imkanı en güzel şekilde geçirmenin<br />
yollarını aramalıdır. Gençliğin kıymeti ihtiyatlılıkla anlaşılır. İmam-i<br />
Rabbani Hazretleri ne güzel söyler “ Vakitlerin en şereflisi olan gençlik<br />
çağı, en faziletli ameller için harcanmalıdır.”<br />
Bizler de hayal ettiğimiz gelecek için gençliğini ülkesine, ümmetine<br />
hizmet yolunda feda etmeye hazır gençleriz. Ülkemizde ve dünyada<br />
yaşanan sorunlara kayıtsız kalamayız. Daha iyi nasıl olur? Doğru hedefe<br />
nasıl ulaşırız? Endişesini taşıyoruz. Oku! Emriyle başlayan bir dinin mensupları<br />
olan bizler bilgiye nasıl ulaşacağımızı unutmuşuz. Büyük bir kültür<br />
yozlaşması yaşıyoruz. Kitle iletişim araçları kullanılarak dinimize, kültür<br />
yapımıza yakışmayan davranış ve tutumlar yaygınlaştırılmakta. Bizi biz<br />
yapan kültürel yapımız asimile oluyor. Öz kimliğimizi, değer yargılarımızı<br />
kaybetmemiz bu toplumun çöküşü demektir.<br />
Öyleyse değer nedir? Herhangi bir şeyin rayiç bedelimidir sadece?<br />
Elbette ki değildir. Herkese göre aynı olan asli ve herkese göre değişebilen<br />
izafi olarak iki şekilde değer algısı vardır. Bir şeyin asli değeri, onun<br />
bizatihi kendi değeri olmasına karşılık, izafi değeri de onun herkese göre<br />
değişen değerini teşkil eder. Bunu bir misalle şöyle açıklayabiliriz: Yüz lira<br />
satın alma gücü bakımından herkes için aynıdır, değişmez. Fakat bu aynı<br />
paranın şu veya bu kimse için ifade ettiği değer aynı değildir.<br />
İzafi değer, insanların o değerin konusu olan varlığa sahip olabilmeleri<br />
5<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
BURAK AK<br />
için sarf ettikleri emek, yaptıkları fedakarlıklarla<br />
orantılı olarak değişir. İzafi<br />
değer aynı zamanda bir varlığın ruhsal,<br />
toplumsal, ahlaksal ya da güzellik<br />
yönünden taşıdığı düşünülen yüksek<br />
ya da yararlı niteliklerin de ölçüsüdür.<br />
Örnek vermek gerekirse eline miras<br />
yolu ile geçen milyonları birkaç senede<br />
tüketen kimseler, bu akıl almaz israfı<br />
onu kazanırken alınları terlemediği<br />
yorulup yıpranmadıkları için yaparlar.<br />
Şayet bu parayı kazanırken buna gerektiği<br />
gibi emekleri geçmiş olsa idi birkaç<br />
yılda böylesine çarçur etmezlerdi. Daha<br />
doğrusu edemezlerdi. Çünkü o parayı<br />
kazanırken zorluğunu görmüş, bedelini<br />
ödemiş olacaktılar.<br />
Netice itibariyle, dikkat edecek olursak,<br />
ister anne ile evlat arasındaki<br />
münasebet olsun, isterse insan ile para<br />
veya her hangi bir mal arasındaki ilişki<br />
olsun, bunların hepsinin değeri ancak<br />
verilen emekle eş değer olarak değişir.<br />
Hal böyle olunca ülkemizin ve İslam’ın<br />
bizlerin gözünde ki değerinde<br />
de bu esas geçerli oluyor. Ülkemizin ve<br />
bizleri şereflendiren İslam’ın kıymetini<br />
bilmiyoruz. Çünkü kazanmak için bir<br />
bedel ödemedik. Doğduğumuz gün<br />
nüfus kâğıdımızda “Dini: İslam” ibaresi<br />
yerleştirildi. Yaşamımız boyunca özgürce<br />
ibadetlerimizi yerine getirebildik.<br />
Dinimiz için bir zorluk çekmedik, zahmetini<br />
yaşamadık bir nevi az önce vermiş<br />
olduğum örnekte ki gibi mirasyedi<br />
konumundayız. Bedelini ödemediğimiz<br />
için, yeterince sahip çıkamıyor, bizlere<br />
bırakılan bu mukaddes mirasın kıymetini<br />
bilmiyoruz.<br />
Bizler, mirasyedi olmamak, bırakılan<br />
mirasa sahip çıkmak ve hak ettiği kıymeti<br />
verebilmek amacıyla bu yola baş<br />
koyduk. Ve yol arkadaşlarımızla birlikte<br />
gençliğe hizmet edecek olan Kusvâ<br />
Gençlik Hareketi’nin temelini attık.<br />
Neden mi bizler gençliğin durumunu<br />
kendimize dert edindik? Türkiye genelinde<br />
ki gençlerimizin sadece yüzde<br />
beşinin sivil toplum kuruluşlarında<br />
gönüllü görev aldığını biliyor muydunuz?<br />
Sosyal sorumluluk projelerinde<br />
çalışmayan, dünyada olup bitenden<br />
habersiz, farkındalık duygusundan yoksun<br />
gençlerimiz ne yazık ki bilgisayar<br />
oyunu başında ya da sokaklarda zamanlarını<br />
öldürdüğünü görüyoruz. İşte<br />
bizler, kendi kurdukları hayali dünyayı<br />
yıkmalarını sağlamak ve pencerelerinin<br />
ötesindeki gerçek dünya ile tanışmalarına<br />
tanıklık etmek istiyoruz. Bu tehlikenin<br />
farkında olarak her geçen gün<br />
başka bir genç kardeşimize ulaşmak<br />
gayesindeyiz.<br />
Bu bilinç doğrultusunda gençlik hareketimize<br />
Kusvâ ismini seçtik. Kusvâ<br />
kelime anlamı olarak varılacak hedef,<br />
son nokta anlamına gelmektedir. Aynı<br />
zamanda Peygamber Efendimiz (s.a.v),<br />
Mekke-i mükerremeden Medîne-i<br />
münevvereye hicreti sırasında onu<br />
sırtında taşıyan devesinin ismidir. Alemlerin<br />
efendisi, İslâm nurunu sırtında<br />
taşımakla şereflenen Kusvâ, Medine’ye<br />
vardıklarında peygamberimiz (s.a.v)’in<br />
müsadesiyle misafir kalacağı evi de tayin<br />
etmiştir. Bugün İstanbul’da medfun<br />
olan Ebu Eyyûb El-Ensarî hazretlerinin<br />
hanesine Allah’ın Resulünü ulaştırmıştır.<br />
Meşakkatli bu kutlu yolculukta doğru<br />
hedefe ulaşan Kusvâ gibi bizde fikri ve<br />
ilmi yönleriyle davayı anlatmak ve en<br />
doğru hedefe ulaştırmak için Kusvâ<br />
Gençlik Hareketi’ni kurduk.<br />
Kusvâ Gençlik Hareketi bünyesinde<br />
farklı projeler yer almaktadır.<br />
Bunlardan en önemlilerinden<br />
bir tanesi de KUSVÂ<br />
Dergisidir. Biliyoruz ve inanıyoruz<br />
ki sözcükler ve kelimeler<br />
dünyayı değiştirebilir.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
6
BiR GENÇLiK<br />
Bizler de alanında uzman genç bir kadro ile birlikte bu yola çıktık ve aylık<br />
fikriyat dergisi olan Kusvâ Dergisini hazırladık. 81 il de teşkilatlanma projemizle<br />
entegreli çalışarak sesimizi bütün Türkiye’ye duyurma amacındayız.<br />
Aynı zamanda yurt dışı teşkilatımız ile birlikte her yılın sonunda en çok beğenilen<br />
yazıları İngilizce’ye tercüme ederek bir çok ülkeye sesimizin ulaşmasını<br />
sağlayacağız.<br />
Sözlerime son vermeden önce Mevlana’nın bir buyruğundan bahsetmek<br />
isterim.<br />
“Ne mutlu o kişiye ki, gençlik günlerini ganimet bilir de kulluk borcunu öder.<br />
Yani dini ve insani vazifelerini yerine getirir. Bedeni sapasağlam iken, yüreğinde<br />
de vücudunda da güç ve kuvvet varken kulluğunu ifa etmek gayreti<br />
içinde olur.<br />
7<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
BURAK AK<br />
“<br />
Zira o gençlik çağı, yemyeşil, ter-ü taze bir bağa benzer.<br />
Bol bol meyveler verir. İhtiyarlıkta beden, çorak toprak<br />
gibi gevşer, dökülür. Çorak bir tarladan da hiçbir vakit hoş<br />
bir bitki yetişmez.”<br />
Tarihimize yön veren, ilmiyle, ferasetiyle hoş bir seda bırakmış olan büyüklerimiz,<br />
biz gençleri bu derece önemserken, bizlerin vazifelerimizi<br />
bilmeyip, gençliğin değerinden bihaber yaşamamız beklenemez.<br />
Burak AK<br />
Kusva Gençlik Hareketi Başkanı<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
8
MAKALE<br />
FURKAN GÜR<br />
GENÇLiK<br />
VE ÖTESi<br />
Öncelikle söze ‘BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM’<br />
(Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla) diyerek başlayalım.<br />
İsminin anlamınında ifade ettiği gibi ‘’KUSVA’’ şuuruyla çıkılmış olan bu<br />
yolda yürümeyi ve neticesinde hedefe varmayı amaç edinip oluşturulan<br />
bu projenin hepimize hayırlı olmasını diliyorum. İlk <strong>sayı</strong>sı çıkacak olan<br />
KUSVA dergisinde nacizane fikirlerimi paylaşmak ve aynı dert ile dertlenip<br />
daha güçlü bir şekilde ilerleyebilmeyi düşünmek gurur verici.<br />
GENÇLİK VE ÖTESİ<br />
Bütün İnsanların en büyük Öğretmeni Olan O Yüce Efendimiz , Her kesime<br />
önem Verdiği Gibi Gençlere Daha Çok önem verdiğini yaşantısında<br />
göstermiştir. Gençlere Öyle şefkatli, sevgi dolu bir yürekle davranmıştır<br />
ve bunun sonucunda Gençler Efendimizin etrafında pervane olmuştur,<br />
ona gönülden bağlanmıştır. Nasıl ki Peygamberimiz Yüce İSLAM davasını<br />
Gençlere anlatmış, bunu Gençler omuzlamış ise bizlerinde bu şuurda bu<br />
yolda davamızı sürdürmemiz gerekmektedir.<br />
İLK AYET ‘’ OKU ‘’<br />
Yüce ALLAH, KUR’AN’I KERİM’in ilk vahyedilen Ayetinde okumamızı<br />
emrediyor. Dinimizin Temelini oluşturan emirleri, öncelikle okuyup anlamamızı<br />
emrediyor. Peki bizler böylemi yapıyoruz ? Okumayan toplumdan<br />
hiçbir hareket, hiçbir gelişim beklenemez. Bu yüzden Kendimize bir<br />
dönüp bakmalıyız. Gerek aile ve gerekse toplumdaki gençlerin durumlarını<br />
bir değerlendirmeliyiz. Nasıl bir gençliğe sahibiz? Unutmayalım ki<br />
nasıl bir gençliğe sahipsek, geleceğimizi buna göre belirleyebiliriz. Her<br />
daim zihnimizi diri tutmalıyız ve İslam davası şuurunu unutmamalıyız.<br />
Kalbimizdeki insanla kafamızdaki iz’anı daimi olarak birliktelik içersinde<br />
9<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
FURKAN GÜR<br />
bulundurmalıyız. Yoksa boşluk içerisinde, kararsızlık ile ne aptığını bilmeyen, bilinçsiz, kırıp döken<br />
ve ideoloji oyuncağı haline gelip, kötü kişi ve zümrelerin kuklası olursak zafere ulaşamayız.<br />
15 TEMMUZ MİLLİ DİRENİŞ<br />
Özellikle son yıllarda ülkemiz çok ağır bir şekilde hem içeriden, hem dışarıdan Vatanı bölmek<br />
isteyen hainlerin oyunlarına maruz kalmaktadır. Yaşamış olduğumuz 15 Temmuz’ da bu hain<br />
planlarının devamıydı. Fakat Milletmiz bu toprakların kolay kazanılmadığının bilincinde olduğu için<br />
15 Temmuz’da bir Milli direniş sergileyerek bütün Dünya’ya geçmişimizi hatırlatarak Destan yazdık.<br />
Bu şahlanış ile birlikte Milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarsak ve geleceğimizi geçmişimizden<br />
aldığımız güç, ilham ve gurur ile devam ettirirsek ancak amaçlarımıza ulaşabiliriz.<br />
KÜRESEL SERMAYE TÜM HIZIYLA OYUNLARINI OYNAMAYA DEVAM EDİYOR..<br />
Artık bildiğimiz meydan savaşları dönemi bitti. Postmodern medyatik savaşlar çağında yaşıyoruz.<br />
Küresel sistem, öncü medyalar üzerinden zihinleri teslim alıyor, sonra gerek kalırsa farklı yollar<br />
deniyorlar. Bu küresel sermaye terörizmle savaşıyormuş gibi yapıp, terör örgütlerini kullanarak İslam’la<br />
savaşıyor ve bütün bu yapılanları medya üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. Müslümanları<br />
terörist, kan emici, gözü dönmüş ve insani özellikler taşımayan kişilermiş gibi gösterip, İslam’ı<br />
da bu tarz insanların inanmış olduğu bir dinmiş gibi gösteriyorlar.<br />
PEKİ NEDEN İSLAMI TEHDİT OLARAK GÖRÜYORLAR?<br />
Eğer İslam’ın Ekonomik, Kültürel, Siyasi, Sosyal ve Stratejik bir aktör olarak yeniden Tarih sahnesine<br />
çıkışı durdurulmazsa batılıların İslam dünyası üzerinde kurmuş oldukları Hegemonyayı sürdürmeleri<br />
kesinlikle zorlaşacaktır ve bu durumun Dünya düzeninin değişmesine yol açacağının<br />
farkındalar. İslam dünyasının bu yürüyüşünü engellemek için, Halkın geleceğini kendisinin belirlemesinide<br />
kesinlikle istemiyorlar. Aksi taktirde Ülkelerin kaynaklarını sömüremeyeceklerdi. İşte bu<br />
yüzden İslam Dünyasında Totaliter rejimler desteklenmekte ve İslam dünyasındaki halkların kendi<br />
geleceklerini kendilerinin karar vermelerini istememekteler.<br />
Oyun çok büyük ve bu zor süreci atlatmak için yapacak çok işimiz var. Bizler sadece Türkiye<br />
için değil, bütün Alem’i İslam’ın geleceğini düşünerek yola devam etmemiz lazım. İslam ülkelerine<br />
baktığımız zaman bütün ümidin Türkiye’de olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin, bulunmuş olduğumuz<br />
Coğrafyadaki önemi ve değeri tartışılamaz. Şimdi yılmadan, bıkmadan Alemi İslam için,<br />
bu ayyıldızlı şehit kanıyla şereflenen bayrak için ve tek umut Türkiye’miz için çalışmaya devam..<br />
Üstad Mehmet Akif ERSOY ne güzel anlatmış bu dizelerde ;<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
10
CAMİİ<br />
ŞULE PAMUK<br />
BURSA<br />
ULU CAMİİ<br />
,, Bir zafer müjdesi burada her isim<br />
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim<br />
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın<br />
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.<br />
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dizeleriyle<br />
geçmişten geleceğe zamanın<br />
akıp gittiği bir şehirdir Yeşil Bursa.<br />
Orhan Gazi’nin fethettiği, vasiyeti<br />
üzerine Osman Gazi’nin naaşının<br />
nakledildiği, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin<br />
Söğüt’ten sonraki merkezi,<br />
ilk başşehridir.<br />
1389-1402 yılları arasında dördüncü<br />
padişah olarak Osmanlı Devleti’ni<br />
idare eden Sultan Bayezid Han,<br />
oldukça iyi bir idareci ve askerdir.<br />
Batıda ve doğuda etrafını kuşatan<br />
düşmanlarına karşı aldığı karar ve<br />
manevralarda son derece hızlı hareket<br />
etmesinden dolayı “Yıldırım”<br />
lakabıyla anılmaktadır.<br />
Batı dünyasının yanı sıra Doğu’da<br />
da Osmanlı Türk Devletinin tanınmasına<br />
sebep olmuş olan Niğbolu<br />
Savaşı (1396) öncesinde zaferin<br />
müyesser olması durumunda yirmi<br />
cami yaptıracağı adağında bulunan<br />
Yıldırım Bayezid, zaferin ardından bu<br />
niyetini damadı olan Emir Sultan’a<br />
açar. Tüm müminlerin toplanması<br />
için yirmi kubbeli büyük bir cami<br />
yaptırmasını teklif eden Emir Sultan’ın<br />
bu görüşünü uygun görerek<br />
savaştan elde edilen ganimetlerle<br />
Bursa Ulu Cami’ni yaptırır.<br />
Cami-i Kebir olarak anılan Bursa<br />
Ulu Cami, Türkiye’deki ulu camilerin<br />
en büyüğüdür. Bursa’nın Orhangazi<br />
ilçesinde, cemaati bol ve itibarı yüksektir.<br />
Evliya Çelebi, bu caminin gece<br />
gündüz cemaatsiz olmayıp yetmiş<br />
yerinde dersiamların ders ile meşgul<br />
olduklarından bahseder. Onun tabiriyle<br />
şehrin en güzide yerinde olup<br />
Bursa’nın Ayasofya’sıdır.<br />
Mimarı kesin olarak bilinmemekle<br />
birlikte bazı kaynaklarda Yeşil Cami<br />
mimarı Hacı İvaz, diğerlerinde Ali<br />
Neccar olarak geçmektedir.<br />
37 11<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
ŞULE PAMUK<br />
Batı minaresinin kaidesindeki sülüs hatlı kitabede<br />
bu caminin, Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />
belirtilmektedir.<br />
1399’da tamamlanan caminin açılışında Molla Fenari<br />
ve Emir Sultan da bulunur. İlk imamlığını Somuncu<br />
Baba (Şeyh Hamid) yapar.<br />
Anadolu Selçuklu döneminin geleneğini devam<br />
ettiren Bursa Ulu Cami, Osmanlı mimarisinde çok<br />
destekli, çok kubbeli cami plan tipinin en önemli<br />
örneğidir. Dikdörtgen planlı mabet üç sıra, dört köşeli,<br />
oldukça kalın dörder ayakla kıbleye dikey beş sahna<br />
ayrılır. Ayaklar Selçuklu camilerinde olduğu gibi<br />
dörder sivri kemerle birbirine bağlıdır. İç mekânda ışık<br />
dağılımı homojen değildir. Pencereli sekiz köşeli birer<br />
kasnak üzerine oturan kubbelerin, mihrap hizasındakiler<br />
yüksektir. Yan sahınlarda bulunanlar doğu ve<br />
batıya doğru kademeli olarak alçalır. Cami kapılarının<br />
kesişme noktasında yer alan şadırvanın üzerindeki<br />
kubbe günümüzde cam kaplıdır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde<br />
bu kısmın üzerinde sarı pirinç telden<br />
ağ örülü olduğunu yazar.<br />
Caminin duvarları düzgün kesme taş ile örülüdür.<br />
Mihrabın bulunduğu duvar diğerlerinden daha<br />
büyüktür. Duvar kalınlıkları tüm cephelerde farklılık<br />
gösterir. Küfeki kaplı dış cepheler hareketli ve güzeldir.<br />
Cephelerdeki doluluk-boşluk oranı da mükemmeldir.<br />
Kıble duvarının alt sırasındaki sekiz pencere, sonradan<br />
iç kısımda ahşap pencere kapakları ile dışarıda da<br />
kesme taşlarla kapatılmıştır. Doğu yönündeki pencerelerin<br />
yan kısımlarında “kum saati” görünümünde<br />
sütunceler yer alır. Bizans mimarisinde görüldüğü<br />
gibi büyük sivri kemerler içerisine alınmış pencerelerin,<br />
duvarlara göre değişiklik göstermeleri, ustaların<br />
farklılığından kaynaklanmış olmalıdır.<br />
Kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde tek şerefeli<br />
birer minare yer almaktadır. Caminin iki minaresinden<br />
batıdakinin Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />
kitabesinden bellidir. Doğudakinin de Çelebi Mehmet<br />
tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Ekrem<br />
Hakkı Ayverdi doğu minaresinin baştan tasarlandığını<br />
ve Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmış olabileceği<br />
görüşündedir. Minarelerin kaideleri mermerden,<br />
silindirik gövdeleri tuğladandır. Altıgen kaideli batı<br />
minaresinin, biri içeriye diğeri dışarıya açılmak üzere<br />
iki kapısı vardır. Camiye bitişik olmayan doğu minaresinin<br />
kaidesi dört köşelidir. Minarelerin külahları 1889<br />
yangınına kadar ahşaptır. Bu tarihten sonra yenilenerek<br />
bugünkü kâgir halini almıştır.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
38 12
BURSA ULU CAMİİ<br />
Timur’un Bursa’yı işgali sırasında ve Karamanoğlu<br />
Mehmet Bey’in Bursa muhasarasında dış<br />
cephelerine odun yığılarak caminin yakıldığı<br />
söylenir. Bunun sonucu dış cephe kaplaması kalın<br />
sıva dolgusu ile örtülmüştür. 1950’den sonra bu<br />
sıva tabakası kaldırılır. Ulu Cami’nin ilk tamir vesikası<br />
1494 tarihlidir. 1862 senesine kadar 23 tamir<br />
vesikası daha vardır. Ulu Cami, 1855 Mart ve Nisan<br />
aylarındaki Bursa zelzelelerinde ciddi zarar görmüş<br />
ve esaslı bir tamir geçirmiştir.<br />
Caminin kuzey, doğu ve batı yönlerinde olmak<br />
üzere üç kapısı vardır. Ahşap kapılar cevizdendir.<br />
Geometrik oyma motifler içerisinde yer yer rumi<br />
kompozisyonlar görülür. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin<br />
tespitiyle doğu kapısı ahşap kanatlarının<br />
bazı bölümleri bozulmuş olsa da yapımıyla eş<br />
zamanlıdır. Kuzeydeki mukarnaslı muhteşem taç<br />
kapıdan camiye girince billur gibi suların aktığı on<br />
altı köşeli mermer şadırvan ziyaretçiyi karşılar. Su,<br />
üç çanaklı fıskiyeden sekiz kol halinde havuza akar<br />
ve buradan musluklara dağılır. Birçok tamir gören<br />
şadırvanın bazı kısımları zaman içerisinde değişmiş<br />
olmalıdır. Suyun rahatlatıcı sesi, manevi havayla<br />
birleşir. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde şadırvanın<br />
suyunun Uludağ’dan geldiğini ve havuzun<br />
içerisinde balıkların yüzdüğünü yazar.<br />
Yanlarında “kum saati” biçiminde sütuncelerin<br />
yer aldığı mihrap oldukça gösterişlidir. Mukarnas<br />
üzerindeki sivri kemerde besmele ile birlikte<br />
Ayet-el Kürsî yazılıdır. Bazı kaynaklarda mihrabın<br />
süslemelerinin, Abdülmecid zamanında Bursa’ya<br />
sürülen ressam Tevfik Paşa tarafından yapıldığı<br />
belirtilmektedir. Mihrap hücresinin solunda tamirin<br />
Mehmet Usta tarafından 1904 tarihinde yapıldığı<br />
yazılıdır. Mihrabın tezyinatı, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin<br />
tabiriyle yapım zamanından kalmamış olsa<br />
da göz alışkanlığıyla mûnis (sevimli) gelmektedir.<br />
39 13<br />
Kündekâri tekniğinde ceviz ağacından siyaha<br />
boyanmış minber, süslemeleri ve işçiliği ile eşine<br />
az rastlanan bir sanat eseridir. Minber kapısı üzerindeki<br />
kitabede Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />
yazılıdır. Sağ korkulukta dikey olarak yer alan<br />
yazıdan Gaziantepli Hacı Ahmet bin Abdülaziz<br />
el Dukki tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Yan<br />
kısımlardaki tezyinat birbirinden farklılık gösterir.<br />
Doğu tarafına bakan korkuluk altında çivi başları,<br />
batı tarafında ise bunların yerine güllerin yerleştirilmiş<br />
olduğu görülür. Korkuluklar geometrik<br />
desenlidir. Minber kapısındaki kitabenin çevresi<br />
dikdörtgen geometrik bir çerçeve ile çevrilidir. Taç<br />
kısmı rumi kompozisyonludur. Selçukludan Osmanlı’ya<br />
geçişin en güzel örneği olabu minber bir<br />
şaheserdir. Evliya Çelebi, tüm cihan ressamları bir<br />
araya gelse tezyinatı ve kitabeleriyle böyle güzel<br />
bir eserin meydana getirilemeyeceğini hayranlıkla<br />
anlatır. Minber korkulukları ve külah altına denk<br />
gelen kısımlar günümüzde cam muhafaza ile ko<strong>aralık</strong><br />
‘16
ŞULE PAMUK<br />
rumaya alınmıştır.<br />
Sekiz ahşap sütun üzerine oturan müezzin<br />
mahfili 1549 tarihlidir. Mahfil merdiven korkuluklarının<br />
alt kısmında, ahşap üzerine kalemişi tezyinat<br />
yer alır. 16. yy örneklerinin en güzellerinden olan<br />
desende yer yer dökülmeler görülür. Sarılma rumi,<br />
penç hatayi, yaprak ve bulut motiflerinin görüldüğü<br />
kompozisyonun üzeri cam ile korumaya<br />
alınmıştır. Merdivenin arka kısmında, köşebentlerin<br />
merkezinden aşağıya doğru kandil formuna yakın<br />
madalyonlu bir sarkıt inmektedir. Form rumi kompozisyonla<br />
tezyin edilmiştir.<br />
Taş kürsü, tek parça mermerdendir. Müezzin<br />
mahfilinin karşısında yer alır. Üzerinde H 1231 tarihi<br />
yazılı iki satır yazı bulunur.<br />
1740 yılında caminin güneydoğu köşesindeki<br />
hünkâr mahfili için özel bir giriş açılmıştır. Mahfil<br />
altındaki camekânlı bölüm, ilk olarak 1787’de Abdullah<br />
Münzevî’nin vakfettiği kitaplarla kütüphane<br />
olarak hizmet vermeye başlamış ve 1930’lara kadar<br />
bu şekilde kullanılmıştır. Mahfil büyük olasılıkla<br />
1855 depremi sonrası 19. yüzyıl ortalarında Sultan<br />
Abdülaziz tarafından tamir ettirilmiş ya da bütünüyle<br />
yenilenmiş olmalıdır. Korkuluklarda yer alan<br />
bitkisel motif ve kompozisyonlar mahfilin yapıldığı<br />
dönemin sanat anlayışını yansıtmaktadır.<br />
hiç kuşkusuz içerisinde bulunan hatlardır. Pek çok<br />
meşhur hattatın eserleri caminin hemen hemen<br />
her yerini süslemektedir. Mabet haftanın yedi günü<br />
ziyarete açık bir “ Hüsn-ü Hat Müzesi” gibidir.<br />
Mustafa Armağan “Bursa Şehrengizi” adlı eserinde,<br />
camideki Türk Rokokosu tezyinatın manevi havayı<br />
yok etmediğini lakin caminin asaletinden pek çok<br />
şey kaybettiğini yazar. Tuhaf görünümlü, renk olarak<br />
kasvetli kütleler halindeki bu süslemelerin Türk<br />
Sanatının zarafetini yansıtacak şekilde yeniden<br />
tezyin edilmesi gerekliliği düşünmeye değerdir.<br />
KAYNAKÇA<br />
İnalcık, Halil. (2008), Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600. S:<br />
21-22. YKY, İstanbul.<br />
AYVERDİ, Ekrem Hakkı (1989). İstanbul Mi’mâri Çağının Menşe’i Osmanlı<br />
Mimarisinin İlk Devri Ertuğrul, Osman, Orhan Gazîler, Hüdavendigâr<br />
ve Yıldırım Bâyezîd 630-805 (1230-1402), Baha Matbası, İstanbul<br />
1966, Cilt: I.<br />
Mustafa ÇETİNASLAN, “Bursa Ulu Cami Hünkar Mahfili” Uluslararası<br />
Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research<br />
Cilt: 6 Sayı:25 Volume: 6 Issue: 25 -Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU<br />
Armağanı- s. 189-200. http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt6/cilt-<br />
6sayi25_pdf_ozelsayi/cetinaslan_mustafa.pdf.<br />
İnalcık, Halil. (2000), Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, S:31. Eren,<br />
İstanbul.<br />
Shaw, Standford. (1982), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, s:<br />
54–62. e yay. İstanbul<br />
Sadettin Ökten, “Ulucami Medeniyetimiz ve Bursa Ulucami”,. BURSA<br />
ULUCAMİ, Editör Prof. Dr. Bilal Kemikli, Bursa Kültür A.Ş. 1. BASKI, Ankara,<br />
Nisan 2012, s. 11 – 15.<br />
Bursa Ulu Cami’nin en önemli tezyinat özelliği<br />
<strong>kusva</strong>.org 40 14
MAKALE<br />
15 TEMMUZ VARLIK MÜCADELESİ VE<br />
KENDİNİ KAYBEDENLER<br />
ALİ İHSAN KALKAVAN<br />
Anadolu topraklarındaki<br />
varlık mücadelemiz<br />
yüzyıllardır devam<br />
etmektedir.<br />
Bu varlık mücadelesi sadece Anadolu<br />
topraklarını kapsamaz. Bu varlık<br />
mücadelesi dünyanın her toprak parçasında<br />
her an ve her saniye kendini<br />
göstermektedir. Artık bu söz bir klişe<br />
haline gelmiş olsa da, bu sözü her<br />
yazıda, her konuşmada başlangıçta<br />
kullanmak özellikle 15 Temmuz ile<br />
ilgili olanlarda, elzem olmuştur. Bu<br />
sebeple, varlık mücadelesi verildiğini<br />
bu yazının başında da tekrarlamayı bir<br />
görev biliyorum.<br />
Varlık mücadelesinin en hassas<br />
noktası ise kendini bilmekten geçmektedir.<br />
Kendini bilmeyenin, kendini<br />
unutanın varlığını sürdürebilmesi<br />
mümkün değildir. Varlığını sürdüremeyen<br />
ise her zaman başka boyunduruklar<br />
altında yaşamaya mahkûm<br />
kalır.<br />
Başka boyunduruklar altında yaşamayı<br />
tarihimizin hiçbir döneminde<br />
göremeyiz. Hz. Peygamber (S.A.V)<br />
Mekkeli müşriklerin boyunduruğunda<br />
dinimizi yaşayamayacağını ve yayamayacağını<br />
gördüğünde, Medine’ye<br />
hicret etmiş ve dinin önüne geçmeye<br />
çalışanlara gerekli cevabı vermiştir.<br />
Bu örnek, tek başına yeterli olmakla<br />
birlikte, tek örnek de değildir. Ertuğrul<br />
Gazi’nin Söğüt’e gelişi, Osman Gazi’nin<br />
Bizans’la mücadelesi, Tarık bin<br />
Ziyad’ın gemilerini yakması, Ömer<br />
Muhtarın Trablusgarp’taki mücadelesi,<br />
15<br />
TEMMUZ
ALİ İHSAN KALKAVAN<br />
Hasan el Benna’nın Mısır’da verdiği mücadele,<br />
Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası, Çanakkale<br />
Zaferi, Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Harekatı ve bunun<br />
gibi daha birçok örnek varoluş mücadelemizin<br />
tarihteki örnekleridir. Varoluş mücadelesinin tek<br />
örnekleri askeri tarihten örneklerle açıklamak<br />
da ayrıca yanlış olur. İslam alimlerinin özellikle<br />
Bizans ve Antik Yunan eserlerine karşı yaptıkları<br />
fikri mülahazalar da bir varoluş mücadelesidir.<br />
Kalemi kılıcından keskin olan bir milletin mensuplarının<br />
ilmi mücadelesinin savaşlarından<br />
daha keskin ve çetin geçtiğini söylemek de<br />
abartılı olmayacaktır.<br />
Varlık mücadelesinin örnekleri sadece bizim<br />
tarihimizde değil, aynı zamanda diğer milletlerin<br />
tarihlerinde de bulmak mümkündür. Roma<br />
İmparatorluğu karşısında Spartalılar da varlık<br />
mücadelesi vermişlerdir. Osmanlılar karşısında<br />
Bizans’ın yaptığı da bir varlık mücadelesidir.<br />
Modern çağ yaşanırken, yerel kimliklerin hepsi<br />
sömürücü ve tüketici kapitalist zihniyete karşı<br />
varlık mücadelesi vermiştir. Amerika İngiliz<br />
mandasından kurtulmak için, Hindistan İngiliz<br />
hâkimiyetinden kurtulmak için, İngiltere Hitler<br />
Almanya’sının boyunduruk tehlikesinden kurtulmak<br />
için, Yahudiler Hitler zulmünden kurtulmak<br />
için verdikleri mücadele birer varlık mücadelesidir.<br />
Akla bütün bu yazılanların 15 Temmuz ile<br />
ilgisi nedir diye bir soru gelebilir. Aslında alakası<br />
da açıktır. Zira 15 Temmuz’da bir varlık mücadelesinin<br />
en keskin yaşandığı bir gündür. 15<br />
Temmuz yokluk tehlikesinin, yok ediliş tehdidinin<br />
nefesini ensemizde hissettiğimiz bir gündür.<br />
Sonsuz şükürler olsun ki, bu tehlikeyi atlatabildik.<br />
Fakat bu tehlikenin bize öğretmesi gereken<br />
çok önemli bir unsur olduğunu unutmamak<br />
gerekir: Kendini kaybetmemek. Varlık mücadelesinin<br />
ikinci önemli ayağı da budur: Birincisi,<br />
boyunduruk kabul etmemek, ikincisi kendini<br />
kaybetmemek.<br />
Televizyonlarda, konuşmalarda vs. günlük<br />
yapılan dost meclis sohbetlerinde bile genellikle<br />
birincisinden konuşmaktayız. Zira ‘diğerine’ karşı<br />
nasıl ayakta durduğumuzu konuşmak, nasıl<br />
direndiğimizi anlatmak ruhumuzu okşamakta,<br />
aynı zamanda bizleri diri ve motive tutmaktadır.<br />
Fakat bunun yanında, ikincisini ihmal etmek<br />
ise, şerrin içerisinde gizlenen hayra ulaşmamızın<br />
önünü tıkayabilecek güçtedir. Şair’in dediği<br />
sırların sırrına ulaşmak için bizde olan o anahtara<br />
ulaşmamızı engelleyebilecek kudrete sahiptir.<br />
Zira insan, kendini kaybetme ihtimallerinin<br />
farkına varmaz ise, kendini nasıl arayacağını bir<br />
daha hiçbir zaman bulamaz.<br />
TEMMUZ<br />
16
15 TEMMUZ VARLIK MÜCADELESİ VE KENDİNİ KAYBEDENLER<br />
menin yolunu aramaktır. Normal şartlarda,<br />
bunun yolunun hep kendini eleştirebilmekten<br />
geçtiği düşünülür. Bu, aynı<br />
zamanda doğru bir yoldur. Zira Hadis-i<br />
Şerif’te Hz. Peygamber ‘Ölmeden önce<br />
ölünüz’ buyurmaktadır. Yani, kendinizi<br />
hesaba çekebilin, kendinizle hesaplaşabilin<br />
buyurmaktadır. Ölmeden önce<br />
kendi kendimizi hesaba çekmemizin,<br />
öldükten sonra çekileceğimiz hesaptan<br />
tek farkı, sonunda hüküm verilmesidir.<br />
Biz kendi hakkımızda, ‘ben iyiyim’ ya da<br />
‘ben kötüyüm’ hükmü veremeyecekken,<br />
ahirette bizim hakkımızda ‘sen iyisin’ ya<br />
da ‘sen kötüsün’ hükmü verilecektir. Fakat<br />
kendimizi kaybetmemenin tek yolu<br />
kendimizi eleştirebilmekten geçmemektedir.<br />
Aynı zamanda, kendini kaybetmişlerden<br />
ders çıkarmak, ibret almak<br />
da kendini kaybetmemenin bir yoludur.<br />
İşte 15 Temmuz varlık mücadelesi veren<br />
kahramanların destanı olduğu kadar,<br />
kendini kaybetmişlerin de ibretlik hikâyesini<br />
oluşturmuştur.<br />
Peki, bu ibretlik hikâyenin özneleri,<br />
kendilerini nasıl kaybettiler? Bu sorunun<br />
cevabını bulduğumuzda kendimizi<br />
kaybetmemenin yollarını da bulmuş<br />
oluruz. 15 Temmuz öncesinde Anadolu<br />
topraklarında, kendini kaybetmenin<br />
iki önemli ekolü vardır. Bunlardan<br />
birincisi kendinden utanma, diğerini<br />
kendisinden üstün görme, aşağılık<br />
kompleksine kapılma gibi hastalıklarla<br />
müphemdir. Bu ekolün<br />
en başlıca özelliği hep ötekine<br />
benzemeye çalışmasıdır.<br />
Kendine bir güveni ya<br />
da kendinden<br />
olana bir güveni<br />
olmadığından<br />
ötekini<br />
kendine tercih eder. Kendi yaptığının<br />
yeri geldiğinde estetiğinden, yeri geldiğinde<br />
objektifliğinden, yeri geldiğinde<br />
niteliğinden asla emin olamadığından ve<br />
risk almayı sevmediğinden, hep ötekini<br />
ön plana çıkarmayı yeğler. Bir müddet<br />
sonra, kendini inkara kadar gider ve<br />
redd-i miras yapar. Fakat ilginç bir şekilde<br />
ötekini kendinden üstün gördüğünü de<br />
kabul etmez. Hem kendi olarak kaldığını<br />
iddia eder, hem de kendinden hiçbir şey<br />
barındırmayı istemez. İşte bu ekol, cumhuriyetin<br />
kuruluşundan bu yana önemli<br />
ölçüde Anadolu topraklarında hakimiyetini<br />
sürdürmüştür. Türkiye tarihindeki<br />
bütün darbelerde bu ekolden bir parça<br />
bulmak mümkündür.<br />
İkinci ekol ise, kendini saklama ekolüdür.<br />
Bu ekolün temel dürtüsü, ötekine karşı<br />
mücadele ile başlar. Ötekine karşı mücadele<br />
etmesi gerektiğine kendini tepeden<br />
tırnağa inandırmış ve bu mücadeleden<br />
uzak kaldığı her anı, adeta bir haram gibi<br />
görmüştür. Fakat ötekine karşı mücadele<br />
etmenin en doğru ve en stratejik yolunun<br />
‘kendini saklamak’ olduğuna kanaat<br />
getirir. Zira öteki, onu fark etmez ise<br />
ötekini içeriden yıkabilecektir. Bunun için<br />
yapması gereken tek şey sabretmek ve<br />
öteki ile hesaplaşacağı günü beklemektir.<br />
Zira o, özünde kendisi olarak kaldığı<br />
müddetçe sözde diğeri gibi olmasının<br />
ne zararı olabilir? Nasıl olsa bir gün gelecek<br />
ve öteki kendisinin özü ile karşılaştığında,<br />
mücadeleyi geri dönülemez bir<br />
şekilde kaybetmiş olacak ve o gün kendi<br />
özünü de istediği gibi yaşayabilecektir.<br />
Fakat bu da büyük bir yanılmacadır. Zira<br />
bu ekolün gözden kaçırdığı kendi özündeki<br />
dönüşümdür. Diğerine benzemenin<br />
şekilde kalmayıp, özüne de sirayet<br />
ettiğinin farkına bile varamaz. Bu<br />
yüzden, dönüştükçe dönüşür<br />
ve o da birinci ekol gibi kendi<br />
olmaktan çıkar. Kendi olmaktan<br />
çıktığı zaman da, önceden<br />
kendinden olup kendini<br />
koruyabilmiş olanlara da, adeta<br />
‘siz neden kendinizi korudunuz’<br />
17<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
ALİ İHSAN KAHRAMAN<br />
dermişçesine saldırmaya başlar. Onları<br />
kendilerini koruyabildikleri için suçlar ve<br />
bir gün gelir onların varlıklarına dahi tahammül<br />
edemez hale gelir. İşte 15 Temmuz,<br />
bu ekolün bir ‘ürünüdür’. Özünde<br />
değişime uğrayanlar, fakat bunun farkına<br />
bile varamayanlar, bu toprakların kendini<br />
korumuş evlatlarının varlıklarına dahi<br />
tahammül edememişlerdir. Sonuç olarak<br />
da o kabus geceyi bu insanlara yaşatmışlardır.<br />
Fakat iki ekolünde ortak bir özelliği<br />
vardır. İki ekol de sonuç olarak varlıklarını<br />
sürdürememişler ve varlık mücadelelerini<br />
kaybetmiştir.<br />
15 Temmuz bir<br />
kahramanlık destanı<br />
olduğu gibi bir<br />
ibretlik hikayedir.<br />
Her ibretlik hikayede olduğu gibi 15<br />
Temmuz’dan da çıkarılacak bir kıssa<br />
vardır. Varlık mücadelesinde başarılı olmanın<br />
yolu, kendine sahip olmaktan geçer,<br />
kendini kaybetmemekten geçer. Peki, biz<br />
kendimize ne kadar hakimiz? Kendimizi<br />
ne kadar koruyabiliyoruz? Şahıs bazında<br />
değerlendirilebilecek bu sorunun gerçek<br />
cevabını herkes kendi vicdanında verebilir.<br />
Zira vicdan asla yalan söylemez ve hiçbir<br />
zaman yanıltmaz. Nefsimizin karşısındaki<br />
en büyük dengeleyicimizdir. Fakat kendimizi<br />
gerçekten koruyabildiğimiz gün ne<br />
Kabe’ye füze atılmasına müsaade ederiz,<br />
ne Hz. Peygamber’in kabrinin yakınlarında<br />
bombalar patlattırırız, ne de coğrafyamızdaki<br />
kardeşlerimize ve yakınlarımıza<br />
eziyet edilmesine göz yumarız. 15 Temmuz’un<br />
kendi dünyamızda kendimize<br />
dönüşümüz olduğu gayet açıktır. Bundan<br />
sonraki mesele, kendini koruyabilmektir.<br />
Kendini koruyabilmek ise, ancak öteki ne<br />
dedi diyerek değil, Allah ne der diye bakarak<br />
mümkün olmaktadır.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
18
MAKALE<br />
ŞIMDI TEDAVIYI KONUŞMA ZAMANI<br />
TAHA KILINÇ<br />
Teröristbaşı Gülen üzerinden,<br />
bütün bir İslâmî yapıyı ve Müslümanların<br />
ortaya koyduğu manevî<br />
birikimi silip yok etmeye azmedenler<br />
çıkıyor. Ancak, bunlar var<br />
diye, teröristbaşı Gülen’in İslâm algımızdaki<br />
hangi arızaları istismar<br />
ederek güçlendiğini konuşmazsak,<br />
ileride başımıza bela olacak<br />
başka ‘manevî’ yapılanmaların<br />
ortaya çıkmasını da engelleyemeyiz..<br />
Ortaokul yıllarımın en ilginç hatıralarındandır:<br />
Kartal Anadolu İmam-Hatip<br />
Lisesi’nde, Millî Gençlik Vakfı okul<br />
teşkilâtında görev yaparken, bir ara<br />
toplu halde gece namazlarına kalkmaya<br />
başlamıştık. Hem teşkilât faaliyetiydi<br />
bu, hem de bir nevi manevi<br />
eğitim. Yine bir gece, pansiyon binasının<br />
bodrum katındaki büyük mescitte<br />
toplandık. Herhalde 50 kişi kadar<br />
vardık. Ama elbette çoğumuzun gözleri<br />
uyku sersemliğinden daha açılmamıştı.<br />
İsmini vermeyeyim, teşkilat<br />
yönetiminden biri ayağa kalkıp uzun<br />
bir konuşma yaptı. Şu kısım, dün gibi<br />
aklımda: “Kardeşler! Bir ağabeyimiz,<br />
rüyasında Peygamber Efendimizi<br />
görmüş. Peygamberimiz gelmiş, şu<br />
mübarek halkanın en dışında oturan<br />
kardeşimizin başını okşamış. En dışarıdaki<br />
kardeşimiz bile böyle muamele<br />
görüyorsa, bu davanın ön saflarında<br />
olan kardeşlerimizin derecesini düşünün!”<br />
Yine aynı yıllarda, adı ‘Erbakan Hoca’nın<br />
Şeyhi’ne çıkan Yahyalılı Hacı<br />
Hasan Efendi’nin, Erbakan’a, “Şu anda<br />
davanın Mekke dönemindeyiz. Siz inşallah<br />
Medine dönemini de göreceksiniz”<br />
deyip bazı manevi işaretlerden<br />
söz ettiği de anlatılırdı teşkilat çevrelerinde.<br />
“Bu sözleri dinleyen Erbakan<br />
Hocamızın gözlerinden yaşlar süzüldü”<br />
şahitlikleri eşliğinde...<br />
19<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
TAHA KILINÇ<br />
Kartal’da okurken, teröristbaşı Gülen’e bağlı<br />
‘abi’lerin kaldığı yakın çevredeki evlere de yolumuz<br />
düşerdi. Oralardaki sohbetlerde, defalarca<br />
şu minvalde anlatımlara şahit olmuşumdur:<br />
“Peygamber Efendimiz, evlerimizi zaman zaman<br />
teftişe geliyor. Hatta bazı abileri hesaba<br />
çekiyor, onlara eksikleri soruyor. Peygamberimizin<br />
aynı gece birkaç evi dolaştığı da oluyor.<br />
Hepsinin şahitleri var...”<br />
Sadece bunlar da değil; diğer birçok tarikat<br />
ve cemaat çevresinde, buna benzer anlatılar<br />
dinledim yıllarca. Birinde “Peygamberimiz zikre<br />
bizzat teşrif ediyor”du mesela, bir başkasında<br />
tarikatın işlettiği kitabevinin piyasaya çıkardığı<br />
yeni tefsir seti “Peygamberimiz, bu tefsirin yazılmasını<br />
bizzat istedi” cümlesiyle pazarlanıyordu.<br />
Her gün iki kere, sabah ve akşam Peygamberimizle<br />
görüşen, gündemi onunla istişare eden<br />
şeyhefendiler de hiç az değildi. Hatta bazıları,<br />
“Sen benim bu zamandaki vekilimsin” taltifine<br />
hak kazanmıştı.<br />
Peygamberimizi işe ortak edip, yapılan şeylere<br />
manevi meşruiyet kazandırma yarışı, tarihe<br />
de sıçramıştı üstelik. Mesela, Yavuz Sultan Selim’in,<br />
ordusuyla Sînâ Çölü’nü geçerken birdenbire<br />
atından inerek yürümeye başladığı, bu durumu<br />
garipseyen nedîmi Hasan Can’ın yanına<br />
sokularak “Hünkârım, siz inince herkes inmek<br />
durumunda kaldı. Asker çok zorlanıyor” sözüne<br />
Yavuz’un “Peygamberimiz önümde yürürken,<br />
ben nasıl ata binerim Hasan!” diye cevap verdiği<br />
anlatılıyordu hep. Bunu, ‘ciddi’ tarihçilerin<br />
ağzından duymak bile mümkündü.<br />
Daha eski devirlerle ilgili olarak da, örneğin,<br />
İmam Buhâri’nin, hadis külliyatını oluştururken<br />
bütün hadisler için tek tek abdest aldığı,<br />
her birini kitabına koymadan önce istihareye<br />
yattığı, rüyasında Peygamberimizi görerek ona<br />
“Bu sana ait bir söz mü?” diye sorduğu, böylece<br />
sadece onay aldığı hadisleri kitabında derlediği,<br />
neredeyse bütün dini sohbetlerde dile getirilen<br />
bir anlatımdı.<br />
İslami camiayı oluşturan tarikatlara, cemaatlere,<br />
dini kurumlara, vakıflara, derneklere vs.<br />
böyle tek tek uğradığınızda, aslında neredeyse<br />
hepsinin “Peygamberimizden icazetli ve<br />
özel destekli” olduklarına inandıklarını görmek<br />
mümkündü. Az <strong>sayı</strong>da istisna hariç, hiyerarşik<br />
cemaat sistemine sahip dini yapılar kendilerini<br />
“Peygamberimiz, manevi âlemde bizim liderimizi<br />
işaret etti” açıklamasıyla meşrulaştırıyordu.<br />
Hatta bazı yapılarda görülen liderlik kavgalarında<br />
ve iç çatışmalarda, rüyalar ve batınî işaretler,<br />
sonucu belirleyen etkenlere dönüşüyordu.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
20
ŞİMDİ TEDAVİYİ KONUŞMA ZAMANI<br />
Manevi olanı kötüye kullanmak<br />
15 Temmuz gecesi şahit olduğumuz<br />
alçak darbe girişimi sonrasında, teröristbaşı<br />
Fethullah Gülen ve oluşturduğu batınî<br />
terör örgütüne yönelik eleştirileri okurken,<br />
aklıma ister istemez İslami camianın<br />
tamamında görülen bu tür meşrulaştırmalar<br />
geldi.<br />
“Fethullah Gülen, Peygamberimizle görüştüğünü<br />
söylüyor”, “Fethullah Gülen’in<br />
bağlıları, kendisine sorgusuz-sualsiz itaat<br />
ediyor, o ne derse doğru kabul ediyor”,<br />
“Kendilerinin en iyi müslümanlar olduklarını<br />
düşünüyorlar, diğerlerinin imanlarını<br />
ve yaptıkları şeyleri makbul görmüyorlar”,<br />
“Gülen, ayet ve hadisleri, kendisini öne<br />
çıkaracak şekilde yorumluyor”, “Fethullah<br />
Gülen, manevi âlemde Türkiye’nin kendi<br />
cemaatine emanet edildiğini iddia ediyor”<br />
ve benzeri cümleler, Türkiye’deki birçok<br />
tarikat ve cemaat için de aynı şekilde kurulabilir<br />
maalesef.<br />
Dolayısıyla, teröristbaşı Fethullah Gülen’in<br />
kullandığı ve kendisini meşrulaştırdığı<br />
din dilini eleştirirken, genel bir sistem<br />
eleştirisi yapmamak, sadece hedef saptırmak<br />
ve zihinsel tatminle yetinmek olur.<br />
Teröristbaşı Gülen, sahip olduğu ilmi de<br />
kullanarak, insanlardaki ‘manevi lidere<br />
teslim olma’ güdüsüne oynadı. Onun araç<br />
haline getirdiği rüyalar, batıni işaretler,<br />
manevi yönlendirmeler, ayet ve hadislerden<br />
yapılan zorlama çıkarımlar insanların<br />
zaten yöntem olarak aşina olduğu şeylerdi.<br />
O bunun üzerine kişisel hırslarını ve<br />
uluslararası bağlantıları ekledi. Teröristbaşı<br />
Gülen’in yönettiği terör örgütünün sıradan<br />
halka bakan meşrulaştırıcı manevi<br />
iskeleti, herhangi bir dini cemaat ya da<br />
tarikattan farklı değildi.<br />
Bugün, kendi manevi ya da siyasi liderine<br />
“gassâl elindeki meyyit gibi” bağlanan<br />
birinin teröristbaşı Gülen’in kurduğu bağlılık<br />
zincirini eleştirmesi gülünçtür. Kendi<br />
mensup olduğu yapıyı “en doğru yolda”<br />
görenlerin, Gülencilerin aynı düşüncesini<br />
yerden yere vurması komiktir. Kendi<br />
şeyhinin, efendisinin Peygamberimizle<br />
her meseleyi istişare ederek adım attığına<br />
inanan bir insanın, “Fethullah Gülen, Peygamberimizle<br />
görüşüyormuş, vay arkadaş!”<br />
cümlesini kurabilmesi de ironiktir.<br />
Kusurları konuşmak arınmaya hizmet<br />
eder<br />
Teröristbaşı Gülen ve tesis ettiği terör<br />
şebekesinin ayrıntılı şekilde gündeme<br />
gelmeye başlamasıyla, şöyle bir feryat da<br />
yüksek sesle dile getiriliyor şimdilerde:<br />
“FETÖ üzerinden bütün cemaatleri ve<br />
tarikatları kurban etmeyelim. Teröristbaşı<br />
Gülen’i kullanarak, diğerlerini eleştirmeyelim.”<br />
Doğrudur, teröristbaşı Gülen üzerinden,<br />
bütün bir İslami yapıyı ve Müslümanların<br />
ortaya koyduğu manevi birikimi silip yok<br />
etmeye azmedenler çıkıyor ancak bunlar<br />
var diye, teröristbaşı Gülen’in İslam algımızdaki<br />
hangi arızaları istismar ederek<br />
güçlendiğini konuşmazsak, ileride başımıza<br />
bela olacak başka ‘manevî’ yapılanmaların<br />
ortaya çıkmasını da engelleyemeyiz.<br />
Her şeyden önce, şunun altını çizmemiz<br />
gerekiyor: İslâm bir cemaat dinidir. Bencillik<br />
ve vurdumduymazlık anlamındaki<br />
bireysellik, İslâm’ın asla tasvip etmeyeceği<br />
bir durumdur. Müslümanlar cemaatleşeceklerdir,<br />
dertlerini ve sorunlarını ‘ortak<br />
akıl’la çözeceklerdir. Fıtrat ve yaklaşım<br />
farklarına göre ayrı ayrı gruplar oluşsa<br />
da, kritik zamanlarda bütün o gruplar bir<br />
araya gelerek ‘tek bir vücudun azaları’ gibi<br />
işlev göreceklerdir. ‘İslam kardeşliği’, bütün<br />
dünyevi ve siyasi aidiyetlerin önünde gelecektir.<br />
Allah’ın ve Rasulü’nün bize öğrettiği<br />
ve bizden istediği mantık budur.<br />
Bu nedenle, teröristbaşı Gülen’in istismar<br />
ettiği kusurları ve zaafları konuşmak,<br />
‘Bütün cemaat ve tarikatlara savaş açmak’<br />
anlamına gelmez. Aksine, onların da<br />
arınıp kendilerini temizlemelerine hizmet<br />
eder.<br />
21<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
TAHA KILINÇ<br />
Kendisinin bir hiç olduğuna inanan,<br />
manevi kurtuluşun ancak iradesini birine<br />
teslim ettiğinde gerçekleşeceğini düşünen,<br />
düpedüz yanlışlarda bile ‘hikmet’<br />
arayan, olaylara ve durumlara eleştirel<br />
bakmayan, düzenli ve çeşitli okuma alışkanlığı<br />
bulunmayan, sadece kendi liderinin<br />
ve efendisinin eserlerini okuyan, İslam<br />
tarihinden ve temel İslami literatürden<br />
tümüyle habersiz, dini değerlerinin başkalarının<br />
ekonomik kazançları için sömürülmesine<br />
ses çıkarmayan tipler yerine;<br />
müstakil ve müstakim bir şahsiyet sahibi,<br />
Allah karşısındaki hesabının ve sorumluluğunun<br />
bireysel olduğunun bilinciyle<br />
hareket eden, manevi bir yapıya intisap<br />
etmiş olsa bile oradaki yanlışları sahiplenmeyen,<br />
çevresinde gerçekleşen hadiseleri<br />
ve yaşadığı olayları eleştirel bir zihinle<br />
değerlendiren, sistemli ve geniş ufuklu bir<br />
okuma alışkanlığı edinmiş, sadece sevdiği<br />
insanların değil karşıt görüşteki kişilerin<br />
eserlerini de okuyan, İslam tarihi ve temel<br />
İslami literatürle ilgili derinlemesine bilgi<br />
sahibi, başkasının dünyevi kazancı için<br />
kendi dini değerlerinin sömürülmesine<br />
izin vermeyen kişiler yetiştirmeye odaklandığımızda,<br />
İslami camia olarak ciddi bir<br />
kazanım da elde etmiş olacağız.<br />
Şahsiyet ve kişilik sahibi, şuurlu ve derinlikli<br />
Müslümanlar olarak yaşamak, hepimizin<br />
birinci hedefi olmak durumundadır.<br />
Bunu nasıl başaracağımız ve çocuklarımızı<br />
bu ülkü doğrultusunda nasıl yetiştireceğimiz<br />
sorularına cevap aramak, 15<br />
Temmuz’da atlattığımız büyük badirenin<br />
yeniden tekrarlanmaması adına elzemdir<br />
çünkü arızalar var olmaya devam ettikçe,<br />
bunu kullanarak bize zarar vermeye kalkışanlar<br />
da mutlaka olacaktır.<br />
Bunları yapmak yerine gece-gündüz<br />
teröristbaşı Gülen’i ve yaptıklarını konuşmaya<br />
dalmak bizi bir yere götürmeyeceği<br />
gibi, bünyemizde bulunan hastalıkların<br />
tedavisine de fayda sağlamayacaktır.<br />
Lacivert dergisinden alıntıdır<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
22
MAKALE<br />
15 TEMMUZ DARBE GIRIŞIMI,<br />
KEMALIZM VE GÜLENIZM…<br />
MUHAMMED KURT<br />
15 TEMMUZ DARBE GIRIŞIMININ<br />
ENGELLENMESINDE EN BÜYÜK PAY-<br />
LARDAN BIRINE SAHIP OLAN GENÇ-<br />
LER OLARAK BU KONU DA YAZI YAZ-<br />
MASI VE KONUŞMASI GEREKENLER<br />
DE YINE BIZLERIZ. YAYIN HAYATINA<br />
YENI BAŞLAYAN DERGI “KUSVA” ILE<br />
BU VAZIFEMIZI YERINE GETIRECEĞIZ<br />
INŞAALLAH. Öncelikli değineceğimiz<br />
nokta FETÖ’nün halk nezdinde teşkilatlanma<br />
aşamasında baskıcı bir rejim<br />
ile karşı karşıya olduğudur ve halktan<br />
desteğin vukuu bulması bundandır. Bir<br />
parantez açalım ve baskıcı zihniyetin<br />
kim olduğunu, neler yaptığını küçük bir<br />
hatırlatalım.<br />
KEMALIZM;<br />
- Sisteme karşı çıkanları Hasan Mezarcı<br />
olarak içeri aldı ve Mesih olarak dışarı<br />
saldı…<br />
- Kızlar üniversite okumaya çalıştı,<br />
örtülü diye sınıfa hatta bahçeye almadı.<br />
Yani halkın fıtratına dair ne varsa hepsini<br />
çiğneyip alt üst etti.<br />
- Yakupları, Halilleri 15 yaşlarında içeri<br />
aldı, Kur’an okuyan ve öğretenleri hapse<br />
attırdı.<br />
PARANTEZI KAPATIP HEMEN DE-<br />
VAM EDELIM. İnsanlar bu baskıdan bıkmışlar<br />
ve artık refaha ermek istiyorlardı.<br />
Veliler çocuklarının hem bu sisteme<br />
entegre olmamasını hem de bu devlete<br />
bağlı kalmasını, değiştirmesini istiyordu.<br />
İlk defa bir “cemaat” ve “cemaat<br />
lideri” devlet ile ters düşmeyip tüm<br />
siyasetçilerle poz veriyordu. Bu yapının<br />
büyümesinde ki en büyük ikinci etken<br />
budur, yani siyasetçilere ve devlet<br />
politikalarına yakınlık. Ve yapının tabanını<br />
kurduğunu anlayan FETÖ lideri “bu<br />
ülkeye 2 tane terörist lider çok” deyip<br />
ardından 28 Şubat mağduru kisvesine<br />
saklanarak Öcalan’ın gelmesi ile birlikte<br />
23<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
MUHMMED KURT<br />
kendini ABD’ e attı.<br />
SONRASINDA HEMEN PROPAGANDALAR BAŞ-<br />
LADI. “Hoca efendiyi hapsetmek istediler ama o<br />
ilmini dağıtmak için sürgüne tebliğe gitti, vatanından<br />
ayrıldı, milletinden ayrıldı, toprağından ayrıldı!”<br />
manşetleri ve cümleleri sıkça duyulur oldu.<br />
OKULLAR AÇTI, HALK O OKULLARI DOLDUR-<br />
DU. Çünkü başörtülü okuyabiliyordu kızlar orada.<br />
Dershaneler açtı, çocuklarını dershaneye gönderdi<br />
sırf “orada mescit var, çocuğum hocalarıyla<br />
beraber namaz kılsın” diye. Üniversite, ev, yurt<br />
açtı “çocuğum namazlı abdestli insanlarla birlikte<br />
olsun” dedi aileler ve oralara yerleştirdiler. Rahattı<br />
halk çünkü “cemaat” yapısında muhatap oldukları<br />
kesim sahih insanların çoğunlukta bulunduğu ve<br />
gerçekten Allah’a hizmet ettiğine inanan taban<br />
kısmıydı.<br />
TABII BU DÖNEMDE TÜRKIYE’NIN HALINE<br />
BAKTIĞIMIZDA;<br />
- Baskıcı rejim bir nebze bertaraf edilmiş,<br />
- İslami hassasiyetli insanlar vaazlarını kapalı kapılar<br />
ardında değil açıkça yapar olmuş,<br />
- Ve mücadelesi verilen başörtüsü sorunu çözüme<br />
kavuşmuş bir Türkiye önümüze çıkıyor.<br />
“CEMAAT” ADLI YAPIYA DOLDURMA IFTIRA-<br />
LAR ATMA VE DAHA SONRA HALK ÖNÜNDE<br />
BUNU AKLAMA ÇALIŞMALARI TEKRARDAN<br />
BAŞLIYORDU.. “Zorla namaz kıldırıyorlar” dediler<br />
sonra yalan ortaya çıktı. “Zorla başörtüsü taktırıyorlar”<br />
dediler ve yalan olduğu ortaya çıktı. Hatta<br />
aslında kılmayın takiyye yapın dediklerini öğrendik.<br />
Örneklendirme yapacak olursak aynı örneği<br />
DAEŞ içinde kullanabiliriz. Mısır zindanlarına götürülen<br />
kadınların fotoğrafı koyulup “DAEŞ kadın<br />
pazarlıyor“ diye paylaşım yapılıyor, hemen ardından<br />
ise gerçek ortaya koyulup ve doldurma iftira<br />
aklanıyordu. “DAEŞ Müslümanların kafasından<br />
top oynadı” denilen fotoğrafta ki şahsın aslında<br />
DAEŞ değil Hizbullah milisi olduğu kanıtlanıyor<br />
ve bu iftiradan da aklanıp Müslümanların gözleri<br />
önünde temize çıkıp güven tazeliyordu. Bakın bu<br />
örgütler bu fiilleri gerçekleştirmediler demiyorum<br />
sadece anlık iftiralar ve anlık aklamalar yaparak<br />
halkın sempatisini kazanma yoluna gidiyorlardı.<br />
İşte FETÖ’ DE insanların güvenini böyle kazandı.<br />
En büyük etkenlerden biri olarak da halkın damarında<br />
bulunan milliyetçi kanı beslemek üzere<br />
“ Türkçe Olimpiyatları “ düzenlemeye başlayarak “<br />
Türk okulları “ açıldı ve bayraklar dalgalandırıldı.<br />
İşte buradan sonra yapacağımız en büyük çıkarım;<br />
“Gülenizm, Kemalizm’in öz be öz çocuğudur ”<br />
çıkarımıdır. Yani Kemalizm Gülenizm’ i doğurmuştur.<br />
Baskılarla, sebeplerle ve sonuçlarla Gülenizm<br />
dünyaya gelmiştir.<br />
START VERILIP BÜROKRATLAR VE VEKILLER<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
24
15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ, KEMALİZM VE GÜLENİZM<br />
IDARI AMIRLERI DIZAYN ETMEK IÇIN<br />
ATAMALARA KARIŞTIKLARI ZAMAN FIRTI-<br />
NA KOPTU, FETÖ MÜCADELESI BAŞLADI.<br />
Oslo görüşmelerini sızdırdılar, 7 Şubat MİT<br />
krizine yol açtılar ve Gezi olaylarını körüklediler.<br />
Türkiye’nin terör örgütü dediği<br />
şahıs ve çetelerle birliktelik kurdular. Dergi,<br />
gazete, televizyon, Twitter, Facebook, tüm<br />
sosyal ağ ve mecralarda “Katil Türkiye” propagandası<br />
yaptılar. “Dershaneler kapanırsa<br />
PKK gelir” demişlerdi ve hakikaten kapatmamızla<br />
birlikte PKK’ a dönüşüp doğu illerini<br />
karıştırdılar. Erdoğan’ a İran ajanı dediler<br />
sonra ABD İran’ ın üstünde ki Ambargoyu<br />
kaldırınca çok sevindiler. MİT tırları üzerinden<br />
“ Erdoğan ve Türkiye DAEŞ’ e silah<br />
yardımı yapıyor “ dediler. Oslo görüşmelerinde<br />
“ Devleti bölmek için terör örgütüyle<br />
masaya oturdu “ dediler. 17-25 Aralık darbe<br />
girişiminde “ Yolsuzluklar ülkesi kuruluyor “<br />
diyerek karalama propagandasını devam ettirdiler.<br />
Ülkede bir sapık bir çocuğa tecavüz<br />
etti hemen “ Pedofili ülkesi Türkiye “ diye<br />
hastagh başlattılar. Tüm dünyaya Türkiye’ yi<br />
bir çocuk tecavüzcüleri ülkesi olarak göstermeye<br />
çalıştılar. Doğu’da devletin yaptığı<br />
operasyonları dış basına YPG-PKK-DHKP-C<br />
destekçisi muhabir ve gazetecilerle birlikte<br />
“ Haber Nöbeti “ adlı bir oluşum kurarak “<br />
Katliam “ olarak lanse edip Erdoğan ve Türkiye’<br />
yi UCM’ de yargılatmak istediler ama<br />
nafile…<br />
DERKEN GÜLENIZM’ IN MÜRITLERI<br />
BÜROKRAT, HÂKIM, SAVCI, ÖĞRETMEN,<br />
VEKIL, ASKER VE POLIS OLARAK OR-<br />
TAYA ÇIKARDI KENDINI. KEMALIZM 20<br />
YIL ÖNCE KIN VE NEFRETLE BESLEYIP<br />
BÜYÜTTÜĞÜ ÇOCUĞUNA ŞIMDI SAHIP<br />
ÇIKMASINI IYI BILIYORDU. Zaman Gazetelerinde<br />
çarşaf çarşaf CHP vekillerinin<br />
yazıları ve seçim afişleri yayınlandı. Sadece<br />
reklam değil ayrıca bir işaretti. Gülenizm’ in<br />
müritleri Kemalizm’in müritlerine, Erdoğan’a<br />
karşı verecekleri reylerin isimlerini gazetelerinde<br />
yayınladıkları afişler ile duyuruyorlardı.<br />
FETÖ’ nün kanalları kapatılacaktı CHP<br />
vekilleri canlı yayına girdiler. FETÖ’ nün<br />
gazeteleri kapatılacak oldu hemen Tomaların<br />
üstüne çıktılar.<br />
ERDOĞAN’ I TEK BAŞINA BIRAKMIŞ-<br />
LARDI. DÖRT BIR TARAFI HAINLERLE<br />
DOLMUŞTU. Ak Parti milletvekilleri de aynı<br />
şekilde bu terör örgütüne karşı bir pasiflik<br />
içerisindelerdi. Adeta Erdoğan tek başına<br />
yek yeke bu yapıyla çarpışıyordu. Pasiflikleri<br />
öyle belliydi ki Reis bir şey söylese de<br />
onunla ilgili bir şeyler konuşsak diye bekliyorlardı.<br />
Erdoğan “ başkanlık çözümdür “<br />
dedi ekseriyeti kafa sallayıp devam etti. Bir<br />
çalışma ve mücadele kesinlikle yoktu. Son<br />
dönemde de Erdoğan “Yalnız kaldım” diyerek<br />
kendini açıkça ifade etmişti zaten. Ve<br />
zaman gelmiş, FETÖ’ nün istediği pasif kalmış<br />
bir parti ve tek başına bırakılmış bir lider<br />
kalmıştı ortada. Tam zamanıydı harekete<br />
geçmek için ama planlar yeniden alt üstü<br />
oldu. Darbe tarihi öne çekilmişti çünkü darbeyi<br />
birlikte yapacakları paşaları içeri almak<br />
için çoktan MİT harekete geçmiş ve listeyi<br />
hazırlamıştı. 15 Temmuz’ u 16’sına bağlayan<br />
gece kanlı planı devreye soktular.<br />
AMA KARŞILARINDA ERDOĞAN’IN VE<br />
BU MILLETIN IÇINDE BULUNAN IMANIN<br />
ÇAĞRISIYLA KARŞILARINA DIKILEN HALKI<br />
GÖRDÜLER. Bu sırada Marmaris’te kendisini<br />
esir almak isteyen hainlerden kurtulan<br />
Erdoğan hemen darbe girişimini bertaraf<br />
etmek, halkının başında durmak için Atatürk<br />
Havalimanına geldi ve onu binlerce kişi<br />
karşıladı. Canlarını feda etmek için sokağa<br />
çıkan dedeler “Yetişin Abdulhamid’i deviriyorlar”<br />
diyerek Tekbirler getiriyordu. Ağızlarda<br />
siyaset kokusu gibi “ Demokrasiye kurbanım,<br />
Her şey demokrasi için, Demokrasisiz<br />
olmaz “ sloganları yoktu. Vatan, Din, Namus<br />
ve Allah için sokağa çıkan Müslümanların<br />
Allah-u Ekber sloganları vardı. Yani Halk<br />
yönetime el koymuştu!<br />
PEKI KEMALIZM BU SIRADA NE YAPI-<br />
YORDU?<br />
Yine “biz darbe karşıtıyız” söylemleriyle<br />
evlerinde pusmuş, makarnalar depolanmış,<br />
paralar çekilmiş, depolar dolu bir şekilde<br />
hazır olda bekliyordu. Daha ilk başta CHP<br />
İstanbul örgütüne Fetullahçıları bir dini örgüt<br />
sandıkları için “ Biz Fetullahçı ve Şeriatçı<br />
bir darbeye karşıyız” açıklamasını yaptırarak<br />
ağzında ki baklayı ve bu darbeye niye karşı<br />
olduklarını söyledi. Onlar aslında 2007’ de<br />
Cumhuriyet Mitingleriyle zaten “ Ordu göreve,<br />
ordu göreve “ sloganları atarak “Kemalist<br />
Darbe” ye karşı olmadıklarını ayan beyan<br />
25<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
MUHAMMED KURT<br />
ortaya koymuşlardı. “Biz daha önce uyardık”<br />
diyen Kemalist paşalara da söyleyecek<br />
iki çift lafımız var. Eğer başörtüsüyle, parti<br />
kapatmayla, namaz kılanı tasfiye etmeyle<br />
uğraşmak yerine işinizi yapıp zulmetmeseydiniz<br />
sizin uyarılarınız dikkate alınırdı.<br />
Ve tabii darbeyi icat edenlerin kimliğine<br />
baktığımızda Doğum yerinde “Kemalizm”<br />
yazmasaydı belki darbeyi sadece Fetullahçıların<br />
yaptığına inanırdık. Aynı şekilde<br />
bürokrasiyi Kemalizm’le kitleyip Müslüman<br />
halkın devlete girip kadro almasını engellemeseydiniz<br />
FETÖ’nün açılan alana girmesi<br />
meşru olmazdı. Yani “halk Laikliğin-Kemalizm’in<br />
önemini anlayacak” söylemlerinizin<br />
içi boştur. Uluslararası medya laiklik karşıtı,<br />
sizin deyiminizle “dinci bir darbe” gerçekleştiren<br />
örgütün sözcülüğünü mü yapar?<br />
VE “BÖYLE DARBE OLMAZ, DARBE OL-<br />
SAYDI SOKAĞA ÇIKAMAZDINIZ” TEZINI<br />
SÖYLEYEN GÜRUHA BAKTIĞIMIZ ZAMAN<br />
YA “KEMALIST” YA DA İSLAMI CAMIA DA<br />
FARKLI DÜŞÜNCE DE OLAN INSANLAR<br />
OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ. Yine bu insanların<br />
ağzından şu cümleleri duyuyoruz “siz<br />
İsrail ile anlaşıyorsunuz, yeneriz biz onları<br />
bizden korkuyorlar” cümlelerini duyuyoruz.<br />
Yahu siz daha darbeciler darbe yapsaydı<br />
sokağa çıkamazdık diyorsunuz İsrail ile nasıl<br />
savaşmayı düşünüyorsunuz?<br />
VE SON OLARAK “GENÇLIK ÖLÜYOR,<br />
GENÇLIK BITTI, GENÇLER ARTIK ÇOK<br />
HANTAL, GENÇLER HIÇBIR ŞEY YAPAMAZ“<br />
SÖZLERIYLE BIRLIKTE YAZILAN BÜTÜN<br />
YAZILAR BIR ANDA YERLE BIR OLMUŞTU.<br />
15 yaşında sokağa çıkıp şehit olanda vardı,<br />
elinde oyuncak arabası ve bayrağı ile sokaklarda<br />
dolaşan bebelerimizde vardı. Onlar<br />
zannettiler ki kül edeceğiz bunları, ama biz<br />
onları kül etmiştik.<br />
BIZ DE ŞEHIT AĞABEYLERIMIZ MUSTAFA<br />
CAMBAZ VE HALIL KANTARCI GIBI DIYO-<br />
RUZ KI;<br />
- “Amerikalı değildik ve hiç olmayacağız”,<br />
yeniden doğduk ve “Milli İradenin<br />
Muhteşem sembolü Ezan-ı Muhammedi”<br />
diyerek tekrar gelirlerse tekrar üstlerinden<br />
geçeriz!<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
26
MAKALE<br />
VAH KI VAH VAH<br />
ENES BAŞ<br />
Tam 50 sene beklenen gün için dünya<br />
ve ahiretlerini feda ettiler,<br />
Ne oldukları gibi göründüler, ne göründükleri<br />
gibi oldular.<br />
Çift kişilikli şizofren, her an takip edilme<br />
zannıyla paranoyak bir hayat yaşadılar,<br />
mahrem hizmette; o beklenen gün<br />
için.<br />
Rabbimiz, namaz kıl diyordu, kılmadılar<br />
beklenen gün için..<br />
Rabbimiz, oruç tut diyordu, tutmadılar<br />
beklenen gün için..<br />
Rabbimiz, içki içme diyordu, içtiler<br />
beklenen gün için..<br />
Rabbimiz, tesettüre gir diyordu, girmediler<br />
beklenen gün için..<br />
Sonra beklenen gün geldi; namaz<br />
kılanların, oruç tutanların, haramdan kaçanların,<br />
tesettürlülerin tepesine bomba<br />
olup patladılar, kurşun olup yağdılar, tank<br />
paletlerinde ezdiler, Allah Allah diye karşılarına<br />
çıkan abdestinden başka hiç bir<br />
silahı olmayanları..<br />
Öyle ki o katlettikleri insanların çoğu<br />
gazete ve dergilerinin abonesi okul ve<br />
dershanelerinin müşterisi olup; zekatlarını,<br />
kurbanlarını, hayırlarını hatta kendi<br />
çocuklarını bile onlara vermişti senelerce,<br />
namaz için oruç için haram ve helallere<br />
uymak için..<br />
Şimdi hep beraber bir günü daha bekliyoruz<br />
gidenlerle ve kalanlarla, maktullerle<br />
ve katillerle, zalimlerle ve mazlumlarla;<br />
O büyük hesap gününü!<br />
Amerikan Dışişleri Bakanı Türkiye’den<br />
delil istemiş. Ne için?<br />
Terörist başının 15 Temmuz darbe<br />
kalkışmasıyla ilgisi bulunduğuna dair..<br />
Bak sen!<br />
Terörist başı Fetullah Gülen’in Amerikan<br />
maşası olduğunun ve beraber bu işi<br />
pişirdiklerinin bundan açık ispatı mı olur?<br />
Ulan siz!..<br />
Afganistan’a saldırırken delil mi aramıştınız?<br />
Saddam’ı asarken delil mi göstermiştiniz?<br />
Bin Ladin’i, hem de başka bir ülkenin<br />
sınırları içinde bombalarken elinizde kanıt<br />
mı vardı?<br />
Guantanamo’da binlerce insanı, yıllarca<br />
sorgusuz sualsiz tutuklarken delil mi<br />
vardı?<br />
Sizin polisiniz her yıl binlerce siyahîyi<br />
sokak ortasında öldürürken mahkeme<br />
kararı mı soruyor?<br />
Irak’ı işgal ederken delil mi bulmuştu-<br />
27<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
ENES BAŞ<br />
nuz?<br />
Pardon..<br />
Irak’ı işgal ederken Saddam’ın elinde kimyasal<br />
silah olduğunu ileri sürmüştünüz değil mi?<br />
Ve bunu bütün dünyaya inandırmıştınız. Sonra<br />
ortaya çıktı ki, bu kuyruklu bir yalanmış.<br />
Irak’ta kimyasal silah falan yokmuş meğer dünyayı<br />
kandırarak, koca bir ülkenin ırzına geçmiş, anasını<br />
ağlatmışsınız.<br />
İşte siz böyle düzenbazsınız. Günah galeriniz o<br />
kadar büyük, sabıka dosyanız o kadar kabarık ki..<br />
Hangi birini sayalım? Soykırım yaptığınız binlerce<br />
Kızılderili’yi mi, Vietnam’da katlettiğiniz binlerce sivili<br />
mi, Japonya’ya attığınız atom bombasını mı?<br />
Tabi siz dünyanın dayısısınız!.. Size kim hesap<br />
sorabilir?<br />
Şimdi kalkmış, kucağınıza oturttuğunuz hoca<br />
kılıklı sahtekârı teslim etmemek için işi yokuşa sürüyorsunuz.<br />
Demek ki, hâlâ bu sahtekârın kullanım süresinin<br />
dolmadığını düşünüyorsunuz.<br />
Bakalım bu esfeli safilini daha hangi kirli oyunlarınıza,<br />
hangi kanlı planlarınıza alet edeceksiniz?!<br />
Fakat dikkat edin, beslediğiniz yılan gün gelip sizi<br />
de sokmasın.<br />
Hainlik bunların genlerinde vardır; kırk yıl ekmeğini<br />
yedikleri Türkiye’ye bu alçaklığı yapanlar yarın<br />
size neler yapmaz!<br />
İnşallah tez vakitte o günleri de görürüz.<br />
Güya dostuz, güya stratejik ortağız, güya müttefikiz<br />
Amerika’yla..<br />
Böyle dost düşman başına!<br />
27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz…<br />
Şimdiye kadarki her darbenin içinde mutlaka bu<br />
müttefikimiz var.<br />
Niye?<br />
Hoca kılıklı bir meczubu, 70 yıllık müttefiklerine<br />
tercih ettiklerine göre mutlaka “geçerli” bir sebepleri<br />
vardır herhalde.<br />
Bilmiyoruz, söylerlerse öğreneceğiz.<br />
Ama ne zaman ki Türkiye’nin güdümlerinden çıkmaya<br />
çalıştığını hissetseler, ne zaman ki Türkiye’yi<br />
yönetenlerin kendilerine olan sadakatinden şüpheye<br />
düşseler anında düğmeye basıyorlar.<br />
Menderes’i, Özal’ı, Erbakan’ı hangi gerekçeyle<br />
tasfiye ettilerse, bugün Erdoğan’ı da aynı nedenle<br />
tasfiye etmek istiyorlar.<br />
Tüm bu ikircikli tavırlardan anlıyoruz ki..<br />
15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünün tetikçisi<br />
FETÖ, azmettiricisi Amerika’dır.<br />
Bundan artık hiç kimsenin en ufak bir şüphesi yoktur.<br />
Buna rağmen Türkiye, dört klasörden oluşan bir<br />
dosya hazırlayarak terörist başının iadesini resmen<br />
talep etmiş. Bakalım, bu sefer ne bahane bulacaklar?<br />
Muhtemelen bu deliller, terörist başının darbeyle<br />
iltisaklı olduğunu kanıtlamaz diyecekler.<br />
Zaman kazanacaklar. Çok çok sıkışırlarsa başka<br />
ülkeye gönderecekler.<br />
Tabi ‘Türkiye ile olan dostluğumuzun gereğini<br />
yerine getirdik’ demeyi ihmal etmeden.<br />
Biz de bu büyük şeytanla, pardon büyük müttefikimizle<br />
model ortaklığa devam edeceğiz.<br />
Ya Rab! Sen milletimizi devletimizi koru. Bize güç,<br />
kuvvet ver.<br />
Şehitlerimize rahmet et. Şehitlerimizi cennetinde<br />
ağırla. (Amin)<br />
Selam ve Dua ile..<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
28
MAKALE<br />
BALKANLAR’IN 15 TEMMUZ NÖBETI<br />
SEYYID EMİN<br />
Tarihin akışını değiştirecek olayları<br />
teknolojinin de “yardımıyla” hazmedemeden<br />
yeni olaylarla karşı karşıya kalıyoruz.<br />
15 Temmuz’da yaşadığımız saldırı ve bu<br />
saldırıya karşı ki dik duruş, tarihin akışı değil<br />
bizzat tarihin kendisi. İnsan kendisinin içinde<br />
yaşadığı bir olayı hiçbir zaman tam anlamıyla<br />
kavrayamaz. Bizler de 15 Temmuz’u<br />
yaşayanlar olarak hain darbe girişiminin<br />
vahametini, darbe girişimine halk tarafından<br />
indirilen darbenin haşmetini tüm boyutlarıyla<br />
kavrayamayacağız. Ancak yıllar sonra<br />
torunlarımız tarih kitaplarında nice zaferlerin<br />
yanında “Halkın gücü, tankın gücünü yendi”<br />
başlıklı dersleri görürken bizden çok daha iyi<br />
anlayacak yaşananları.<br />
15 Temmuz gecesi hareketlenme başladığında<br />
bir yandan televizyondan diğer yandan<br />
sosyal medyadan ne olduğunu anlamaya çalışırken<br />
TRT spikeri Tijen Karaş’ın silah zoruyla<br />
da olsa okuduğu bildiri sonrası maatteessüf<br />
zihnime Kenan Evren’in siyah beyaz televizyonda<br />
elindeki kâğıttan okuduğu bildiri yansıdı.<br />
Dudaklarımdan da gayri ihtiyari olarak<br />
“2016 yılında 80’leri mi yaşayacağız” sorusu<br />
döküldü. Aslında bu Balkanlarda yaşayan<br />
tüm soydaşların aklındaki soruydu. İnsanlar<br />
bir yandan bu sorulara cevap ararken diğer<br />
yandan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep<br />
Tayyip Erdoğan’ı merak ediyordu. Erdoğan<br />
televizyona bağlanıp meydanlara çıkın<br />
dediğinde hiç garipsemeden, sorgulamadan<br />
bayraklarımızı aldık ve Türkiye Cumhuriyeti<br />
Üsküp Büyükelçiliği’nde toplandık. Yapılan<br />
açıklamayı (Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye<br />
Cumhuriyeti vatandaşlarına sesleniyordu)<br />
yadırgamadan meydanlara indik çünkü ortada<br />
bir adaletsizlik, hukuksuzluk, milli iradeye<br />
saygısızlık vardı ve biz Üsküp’ü, Saraybosna’yı,<br />
Prizren’i, İstanbul’un kardeşi olarak görüyorduk.<br />
Kardeşlerimiz Türkiye’de tanka tüfeğe<br />
karşı dik dururken bizim sağanak yağmur<br />
karşısında eğilmemiz beklenemezdi. Çünkü<br />
biz “beraber yürümüştük bu yollarda ve beraber<br />
ıslanacaktık yağan yağmurda”.<br />
Makedonya Türk Sivil Toplum Teşkilatları<br />
Birliği’nin (MATÜSİTEB) çağrısıyla ülkenin<br />
dört bir yanında “Milli İradeye Destek, Darbeye<br />
Hayır” mitingleri düzenlendi. Hain darbe<br />
girişimi Makedonya’nın başkenti Üsküp’te<br />
olduğu gibi Gostivar, Kırçova, Ohri, Radoviş<br />
ve diğer şehirlerde yapılan mitinglerle<br />
kınandı. Mitinglere Türklerin yanı sıra Arnavut,<br />
Boşnak, Torbeş ve Romanlar katıldı. Makedonya<br />
Müslümanlarının Türkiye’ye destek<br />
mitingine neden katıldığı yönündeki olası bir<br />
soruya cevaben diyorum ki: “Üsküp meyda-<br />
29<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
SEYYİD EMİN<br />
nına çıktık çünkü insanız. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />
Müslümanız. Üsküp meydanına çıktık çünkü adaletsizliğe<br />
karşı sessiz kalamayız, vatansız yaşayamayız, bir daha<br />
Srebrenitsa’lar yaşansın istemiyoruz, çünkü Türkiye nezle<br />
olduğunda biz öksürüyoruz, çünkü Türkiye’nin en küçük<br />
sevincinde seviniyor tırnağı incinse üzülüyoruz. Üsküp<br />
meydanına çıktık çünkü bazılarımızın ismini bile ilk kez<br />
duyduğu Patani’de yetimlerin başının okşanmasına devam<br />
edilmesini istiyorduk. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />
Kudüs rüyamız var, çünkü Suriye’de binlerce masum<br />
“insan” şehit ediliyor, çünkü Çanakkale’de dedelerimiz yatıyor,<br />
çünkü ülkeler arasında konan sınırlar gönüllerimizde<br />
geçerli değil diyoruz. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />
Üsküp’ü, Prizren’i, Saraybosna’yı İstanbul’un, Konya’nın<br />
Şanlıurfa’nın kardeşi görüyoruz, çünkü söz konusu olan<br />
çocuklarımızın geleceği, çünkü Hira Dağı’nın çocukları<br />
olarak Olimpos Dağı’nın çocuklarına söyleyeceklerimiz<br />
var. Üsküp meydanına çıktık çünkü başka Türkiye yok<br />
ve İslam âlemine kol kanat gerecek başka devlet de yok.<br />
Üsküp meydanına çıktığımızda bunların hiçbiri gerçekleşmese<br />
bile biz ağzında bir damla su; İbrahim’in ateşini<br />
söndürmeye giden karınca misali safımızı belli ettik”.<br />
Mitinge katılan ve gözyaşlarına hâkim olamayan yürüme<br />
engelli kardeşimiz Ertan Şakir, Recep Tayyip Erdoğan’la<br />
Üsküp, Priştine ve Tiran’da üç defa görüşmüş. Türkiye<br />
sevdalısı Ertan, darbe gecesinde ise sabaha kadar uyumadığını,<br />
haberleri takip ettiğini ve bolca dua ettiğini<br />
söylüyor. Ümmetin son kalesinin,<br />
Üsküp nöbetinde bir diğer nöbetçi de 70 yaşındaki<br />
Nazmi abi. Bir elindeki koltuk değneğinden ve diğer<br />
elindeki Türk bayrağından güç alarak yürüyor. Mitinge<br />
katılan Makedonya’nın önemli şairlerinden Mehmed Arif<br />
ise tercüman oluyor hissettiklerimize: “Sancak düştüğü<br />
yerden kalkar, biliriz. Balkanların refahı Türkiye’ye bağlıdır,<br />
bunu da biliriz. Bu bağ 6 asırlık Osmanlı hâkimiyetinde<br />
dokunmuştur. Balkan Savaşları’ndan sonra bu topraklardan<br />
çekilen Osmanlı’nın Balkanlarda kalan Anadolu<br />
evlatlarıyız biz. Dolayısıyla sancağın düştüğü yerde nöbet<br />
beklemekteyiz”.<br />
Türkiye’ye destek mitingleri Bosna-Hersek, Bulgaristan,<br />
Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Sırbistan gibi Balkan ülkelerinde<br />
de düzenlendi. Şehitler için gıyabi cenaze namazları<br />
kılındı, hatmi şerifler indirildi, dualar edildi. FETÖ’nün<br />
darbe girişiminin püskürtülmesi dolayısıyla tarihi Üsküp<br />
Türk Çarşısı’nda şükür kurbanları kesildi. Cuma hutbelerinde<br />
bu hain girişim kınandı, anavatana dualar edildi.<br />
15 Temmuz hain darbe girişimi dünyada olduğu gibi<br />
Balkan medyasında da önemli yer tuttu. Makedonya ve<br />
Balkanlarda Türkiye Devleti ve milleti ile hareket eden<br />
soydaşların yanı sıra Avrupa’nın arka bahçesi görevini yürüten<br />
medya kuruluşları da darbe yanlısı yayınlar yaptılar.<br />
Biz bir yandan meydanlarda Türkiye’nin hissettiklerini hissetmeye<br />
çalışırken diğer yandan Türkiye’ye ve Erdoğan’a<br />
karşı mesnetsiz suçlamalarda bulunan Batı medyasının<br />
tercümanlığını yapan bir takım medya kuruluşlarına karşı<br />
da dik durduk. Darbe yanlısı medya organlarında “Korkak<br />
Erdoğan”, “Demokraside ve diktatörlükte yapılan darbeler<br />
arasında fark var”, “Darbeyi başaramayan bir ülkeye lanet<br />
olsun”, “Tebrikler, darısı bizim başımıza”, “Korkak Erdoğan<br />
telefonla çağrı yaparak halkın arkasına gizlendi”, “Türkiye<br />
yeni ‘Sultanı’na kavuştu”, “Erdoğan’ın görünüşteki zaferi”,<br />
“Erdoğan adım adım mutlak güce yaklaşıyor” vs. ifadeler<br />
kullanıldı. Bu bizi şaşırtmadı çünkü küfür tek milletti.<br />
Meydanlarda vatan nöbetini tuttuğumuz gibi medyada<br />
da nöbet tutulmalıydı. Makedonya’da Türkçe yayın yapan<br />
TİMEBALKAN haber sitesi 15 Temmuz sonrası yaptığı<br />
haberler ve ulaştırdığı anlık bilgilerle gündemin nabzını<br />
tuttu, FETÖ ve darbe yanlısı medyaya gereken cevabı<br />
verdi. Sitede yayınlanan bir analizde Makedonya’nın<br />
önemli münevverlerinden Prof. Dr. İsmail Bardhi muhalefet<br />
medyasının darbeci tutumunu “Türkiye’ye taş atan<br />
kimi gazeteci veya analist şarlatanlar hakkında konuşmak<br />
israftan öte bir şey değildir” ifadeleriyle eleştirdi.<br />
Günün erken battığı 15 Temmuz’da geceyi mimar onardı.<br />
Türkiye dünya mazlumlarının dualarıyla ayakta kalmayı<br />
başardı. Bu tümceyi yazıyı güzelleştirsin diye değil,<br />
hain darbe girişiminden sadece 3 hafta sonra Üsküp’te<br />
yaşanan selde müşahedelerimle bizzat şahit olduğum<br />
için yazıyorum. 6 Ağustos 2016 tarihinde Makedonya’da<br />
yoğun olarak Üsküp ve Kalkandelen civarını etkileyen<br />
sel felaketi meydana geldi. Resmi rakamlara göre 20 kişi<br />
öldü, 70’in üzerinde kişi yaralandı ve 1000’den fazla kişi<br />
de tahliye edildi. Sel sonrasında birçok devlet az veya çok<br />
Makedonya’ya yardımlarını açıkladı. Peki Türkiye ne yaptı?<br />
(Türkiye’nin yapmış olduğu yardımların maddi karşılığının<br />
850 bin avroyu geçtiğini belirtelim) TİKA, Kızılay, AFAD,<br />
İstanbul, Bursa Büyükşehir Belediyeleri ve diğer belediyelerle<br />
Üsküp’e geldi. Sel bölgesinde kamp kurdu, itfaiye<br />
araçlarıyla Makedon yetkililerin bile girmediği Müslüman<br />
mahallelere girerek temizlik yaptı ama ayrımcılık yapmadı,<br />
caminin karşısındaki kiliseyi de temizledi, papaza çay<br />
ikram etti. Evleri yaşanmayacak hale gelen selzedelere<br />
çorba kaynattı, çocuklarla oyun oynadı, dertleriyle hemdert<br />
oldu, çay içti, kardeşliği hatırlattı ve bunun karşılığında<br />
yaşlı gözlerden, tebessümlü yüzlerden en güzel<br />
duaları alarak sel bölgesinden “Allah sizlerden razı olsun”,<br />
“Türkiye, Türkiye” nidalarıyla geri döndü.<br />
Mazlumların dualarıydı darbe girişimi gecesi Atatürk<br />
Havalimanı’nda Metin Doğan’ı bir tankın önüne yatıran.<br />
Bu dualardı Mustafa Özbey’e Malatya’da darbecilerin<br />
bıraktığı tankı kullandıran. Bu dualardı “Nene Hatun”un ete<br />
kemiğe bürünmüş hali Şerife Boz’u darbe girişimine karşı<br />
kamyonla Taksim’e çıkaran.<br />
Basübadelmevte olan inançtı Şehit Ömer Halisdemir’e<br />
ölümü emreden komutanına “Baş üstüne komutanım”<br />
dedirten. Ve o gece meydanlara çıkan milyonlarca insanı<br />
konuşup sözleşmişçesine Mehmet Akif’in dizelerini hayata<br />
geçiren:<br />
“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar<br />
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var”<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
30
MAKALE<br />
15 TEMMUZ GAZİSİNDEN “O” GECE<br />
UĞUR MAMATİ<br />
Olayları şuradan buradan<br />
duyan biri olarak değil 9 saat<br />
boyunca Boğaziçi Köprüsünde<br />
olan biri olarak size hayatımda<br />
kolay kolay unutmayacağım<br />
geceyi anlatayım:<br />
Asker, köprüyü kapattıktan yaklaşık 1<br />
saat sonra direkt köprüye gittim. Ben<br />
oraya vardığımda halk henüz toplanmamıştı.<br />
Kısa bir zaman dilimi içinde ortalık<br />
kalabalıklaştı. Köprünün Anadolu/Avrupa<br />
girişinin gişe kısmının yaklaşık 20 metre<br />
gerisinde yoğunlaşıldı. İnsanların giderek<br />
kalabalıklaşmasından korkmuş olacaklar<br />
ki asker, havaya ateş açmaya başladı.<br />
İlk uyarı ateşlerinden sonra “Bu iş böyle<br />
gitmez, üzerlerine gidelim nasıl olsa bize<br />
ateş etmezler” diye düşünen ve içinde<br />
benim de olduğum yaklaşık 50 kişi, gişeleri<br />
de geçerek askerin 15 metre önüne<br />
kadar geldik ki asker sivil vatandaşın<br />
üzerine ateş açtı. Bayrak açmaya çalışan<br />
iki gençten birini bacağından diğerini<br />
omzundan vurdu. 1 metre kadar önümde<br />
yaşı 60 civarı olan bir amcayı ağzından<br />
vurdular. O yürüyüş esnasında 20’ye<br />
yakın kişi vurularak yaralandı. Koşarak<br />
OGS gişelerinin beton duvarlarının arkasına<br />
saklandık. Kısım kısım, 1 saate yakın<br />
bir zaman duvarların arkasında kalındı. O<br />
sırada askerin daha geride ki halk üzerine<br />
atışı devam ediyordu. Kimimiz koşarak<br />
geriye geldi, kimimizi polisler gelip aldı;<br />
ancak asker üniforması giymiş teroristler<br />
herkesin geriye gitmesine izin vermedi<br />
ve ateşi sıklaştırınca aradaki duvarda<br />
uzun süre mahsur kalan gençler oldu.<br />
Askerin bu tutumunu gören polis, halkı<br />
korumak için gişelerden 30 metre kadar<br />
geride barikat kurdu. Akrep ve itfaiyeler<br />
ile barikatı güçlendirdi. Ben, geriye geldikten<br />
sonra ise özellikle ilk 2 saat (00.00<br />
ile 02.00 arası) askerin <strong>aralık</strong>lı atışları<br />
devam etti. Çok <strong>sayı</strong>da insan ya direkt<br />
hedef olarak ya da seken kurşunlardan<br />
yaralandı ve genellikle motorsikletlerle<br />
hastanelere taşındı. Bir zaman sonra<br />
önce bizden olduğunu zannettiğimiz bir<br />
tank, metrobüs yolundan gelerek asker<br />
grubuna dahil oldu. O sıra, ateş sesi pek<br />
27 31<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
UĞUR MAMATİ<br />
duyulmadı; ama çok geçmeden tekrar sivil halk arasından<br />
kurşunla yaralanan insanlar artmaya başladı.<br />
İlk tankın geçişinden yaklaşık 1 saat kadar sonra da<br />
Beylerbeyi yönü tarafından bir zırhlı askeri aracın<br />
hızla vatandaşın üzerine tankı sürerek aynı zamanda<br />
kapağından çıkmış bir askerin sağa sola ateş açarak<br />
geçişine şahit olduk. O sıra insanlar reklam panolarının<br />
arkasına saklandı.<br />
Polis ve orada ki halk tarafından BÜTÜN GECE<br />
BOYUNCA TESLİM OL ÇAĞRISI YAPILDI ANCAK<br />
KİMSE ORALI OLMADI. Polisin de silahlarını kullanmaya<br />
başlamasından sonra asker, bu sefer tankını<br />
kullandı. 2 kere boş toprak alana 1 kere insanların<br />
seyrek olarak bulunduğu alana top atışı yapıldı. Son<br />
atışı ise 1 tomayı hedef alarak yaptı. Tomanın metrelerce<br />
sürüklenişine şahit oldum. Ayrıca gece boyunca<br />
köprüye mevzilenmiş bir keskin nişancı gerek<br />
halka gerek polise gerekse araçlara ateş açtı.<br />
Sabah saatlerine yakın, vatandaşın yarısı geri döndü;<br />
ancak kalan <strong>sayı</strong> azımsanacak gibi değildi. Teslim<br />
olma süreçleri ise sabah 06.30 sularında başladı.<br />
Son çırpınışlarını sergileyen asker mühimmatının da<br />
bitişiyle (teslim alındıktan sonra mühimmatlarının<br />
kalmadığı fark edildi) ilk silah bırakıp elleri havada<br />
teslim olmaya başladı. Halkın üzerine doğru geldiğini<br />
gören bazı askerler, tekrar silah alıp ateş etmeye<br />
çalışsa da teslim alındılar.<br />
Bu süreçten sonra yaşanılanlara da şahit oldum.<br />
Evet bazı çirkin durumlar yaşandı, olmaması gereken<br />
durumlar oldu; ancak bunu yapan kesim oldukça<br />
azdı. Halkın geneli ihtiyatlı yaklaştı...polislere<br />
yardım etti...ve uzun bir uğraştan sonra teslim alınan<br />
askerler, otobüslerle olay yerinden uzaklaştırıldı.<br />
Günlerdir paylaşılan şeylere bakıyorum. Çoğunun<br />
orada olmadığını anlamak uzun sürmüyor. Bir<br />
taraf aşırı müthiş tablo çizerken diğer taraf ortada<br />
efsane vahşet vardı diyor. Herkesin kendince haklı<br />
olduğu noktalar var. Evet, ortada emir alarak iş<br />
yapan gençler erler var ve halkın askere yaptığını<br />
doğru bulan da bulmayan da var.. ben buna da<br />
şöyle bakıyorum: Dün gece orada abisini kaybedip<br />
babası yaralanan adam da var, taa Altunizade<br />
durağından durumu izleyen de... Haliyle normal<br />
bir kafayla yapılmış şeyler değil bazı olaylar. Ayrıca<br />
ortada bir debdebe durumu söz konusu. O yüzden<br />
kalkıp da bu pek hoş olmayan olayı gerçekleştiren<br />
insanlara siz insan değilsiniz tribine giren insanlara<br />
pek itibarım yok. Er mevzusunda fikrime gelince:<br />
Evet, bunlar emir eri askerler. Yap dersin yaparlar.<br />
Bir akşamüstü kalk dediler kalktı, bin dediler bindi.<br />
Buraya kadar tamam; ancak in dedikleri yer, “Boğaz<br />
Köprüsü”ydü; sık dedikleri insanlar, kendi halkıydı<br />
ve polis, 8 saat boyunca teslim ol çağrısı yaptı. Tüm<br />
bunlara rağmen onlar halkına sıktı. Bayrak açan kardeşine<br />
sıktı. Polise teslim olmadı. “Sivil halka sık ulan”<br />
diyen üstü yerine halka sıktı. İşte orada duracaksın.<br />
Bu topraklarda emri uygulamamak için intihar eden<br />
erler de oldu, kendine sıkan erler de...<br />
Kendi halkına “bomba at” emri veren Esed’e rest<br />
çekip hava kuvvetlerinden ayrılan Suriyeli askerler<br />
de oldu. Bu çocuklar, fotoğraflarda korkmuş görünüyorlar.<br />
Ben de olsam o halkın öfkesinden korkardım.<br />
Bir tarafım bu şekilde dövülmelerine razı değil;<br />
ancak kesin bildiğim bir şey varsa masum değiller.<br />
Bizim savunduğumuz ve sevdiğimiz asker ruhuna<br />
erişmiş değillerdi. Onurlu bir Türk askeri -özellikle de<br />
yaşı henüz kalbi kurumayacak kadar ufaksa- bunu<br />
yapmamalıydı; ancak olan oldu. Canlarını yitirenler<br />
ve yaralananlar var; ancak hangi taraf kazandı<br />
derseniz, bence sahada kazanan yok. Elbette devlete<br />
ve millete yapılan bu girşimi geri püskürten<br />
vatandaş işin bu kısmını kazandı; ancak onca ölen<br />
insanı görüp onca yaralıya müdahale edip üstüne<br />
bir de bunu yapanın aldığı emri koşulsuzca uygulayanın<br />
ve halkına sıkanın sözde Türk askeri olduğunu<br />
gördükten sonra “kazandık” diyemedim. Kısaca: Asker<br />
sıkmadı diyene: ASKER SİVİLE SIKTI! Gözümün<br />
önünde öldüler! Yaralandılar! Eve gittiğimde farkına<br />
vardım ki sağ bacağımdaki pantolonumun kumaşını<br />
bir kurşun sıyırmış. Sol bacağım da ise askeri aracın<br />
üzerimizden geçtiği sırada refüjlerden yeşilliğe atlarken<br />
yuvarlanarak oluşan büyük morluklar var. !! Halk<br />
sadece yandaşlardan oluştu diyene: HALK, BİR BÜ-<br />
TÜNDÜ! Ak Parti-Chp-Mhp diye ayrışmadı kimse.<br />
Kur’an okuyan teyze de vardı, andımızla gezende...<br />
“Halk, askeri katletti teslim olunca” diyene: VATAN-<br />
DAŞIN ÇOĞU SAKİNLİĞİNİ KORUDU! Olabildiğince<br />
soğuk kanlı kalındı.Elbette bazı gruplar oluştu; ancak<br />
onların içlerindekilerin çoğu o gece orada yakınlarını<br />
kaybedenlerdi.<br />
Boşuna inmeyin sokağa diyene ise VATANDAŞ<br />
İNMESEYDİ SABAHA BAŞKA YERE UYANIRDINIZ!<br />
Asker, halka her ne kadar ateş açsa da gözünü tam<br />
karartamadı; ancak polisin üzerine tankla bile ateş<br />
açtı. O gece, askeri durduran halktı. Yobazlar kafa<br />
kesti diyene: KİMSE KİMSENİN KAFASINI KESMEDİ!<br />
Yobaz diye Işidci d iye yaftaladığınız sakallı şalvarlı<br />
adamlar o küçük öfkeli gruplardan teslim olmuş askerleri<br />
ve ölüleri “bize yakışmaz” diyerek korumaya<br />
çalıştı! Olay tamamen bundan ibarettir.<br />
<strong>kusva</strong>.org 28 32
MAKALE<br />
EMRE METİN<br />
LİDERLER<br />
NASIL İLHAM<br />
KAYNAĞI<br />
OLURLAR ?<br />
Gelin dünyada ilk motorlu<br />
uçağı yapan ünlü kardeşleri<br />
anlamaya doğru bir<br />
yolculuğa çıkalım.<br />
Evet hepimizin bildiği Wright Kardeşlere,<br />
Ama onlara gelmeden önce bir<br />
soru soralım “Samuel Pierpont Langley<br />
“ yi tanıyan var mı aramızda ?<br />
Muhtemelen kimse tanımayacaktır..<br />
Yirminci yüzyıl başlarında,<br />
İnsan gücü uçuş arayışları bugünün<br />
en popüler olaylarındandı,<br />
Tüm mucitler bunun arayışındaydı.<br />
Ve Samuel Pierpont Langley bizim<br />
var<strong>sayı</strong>mlarımızla, başarının tam tarifine<br />
sahipti.<br />
Samuel Pierpont Langly’e Savaş bakanlığınca<br />
uçan makineleri, anlaması<br />
için 50.000 dolar verildi.<br />
Harvard’ta bir makam sahibiydi en<br />
iyi yerlerde çalışan, en zeki kişiler ile<br />
bir çok kişiyle bağlantısı vardı.<br />
Oda bu güç ile Paranın bulabileceği,<br />
en iyi beyinleri işe aldı ve piyasa<br />
koşulları harikaydı..<br />
Newyork Times onu heryerde takip<br />
ediyor, ve herkes langley’in tarafını<br />
tutuyordu.<br />
O halde nasıl olurda Samuel<br />
Pierpont Langley hakkında hiç birşey<br />
duymadınız ?<br />
Ama Orville ve Wilbur yani wright<br />
kardeşleri duydunuz ?<br />
Bizim başarının tarifi için değerlendirdiklerimizden<br />
hiç birine sahip<br />
değillerdi, paraları yoktu.<br />
Wright kardeşlerinin takımında bir<br />
tek kişinin bile lise, üniversite eğitimi<br />
yoktu,<br />
Hatta Orville ve Wilburun bile..<br />
Ve New York Times ‘da onları hiç bir<br />
yerde takip etmedi.<br />
Farklılıkları,<br />
29 33<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
EMRE METİN<br />
Orville ve Wilbur’un sebebleri tarafından sürüklenmeleriydi.<br />
Bir amaçlar, bir inanışla…<br />
İnandılar ki, eğer bu uçan makineyi çözebilirlerse,<br />
dünyanın gidişatını değiştiriceklerdi,<br />
Samuel Pierpont Langley amacı farklıydı,<br />
O zengin ve meşhur olmak istiyordu.<br />
O sonucu elde etmeye çalışıyordu, O zenginliği<br />
yakalamaya çalışıyordu..<br />
Ama Samuel birşeyi kaçırıyordu eğer dünyayı<br />
değiştiricek bir şey yapıyorsan, bu para ile değil<br />
inanç ile olacağıydı.<br />
Wright kardeşler ve takımı hayallerine inanarak<br />
kan, ter ve gözyaşları içinde çalıştılar, diğerleri<br />
ise sadece maaş bandrosu için çalıştılar.<br />
Ve nihayetinde 17 <strong>aralık</strong> 1903’te wright kardeşler<br />
uçtular,<br />
Ve orada bunu gözlemleyecek kimse yoktu,<br />
Bir kaç gün sonra neler olduğunu öğrendik.<br />
Langley’in yanlış motivasyona sahip olmasının<br />
bir başka kanıtıda, wright kardeşlerin uçtuğu<br />
gün, oda işinden ayrıldı,<br />
Diyebilirdi ki ;<br />
Arkadaşlar Bu mükemmel bir çalışma ve sizin<br />
teknolojiniz üzerinden bunu geliştireceğim..<br />
Fakat o bunuda yapmadı.<br />
O ilk değildi, zengin olamadı meşhur olamadı,<br />
sonuçta işten ayrıldı..<br />
İnsanlar ne yaptığınızı satın almazlar, yapma<br />
nedeniniz için satın alırlar.<br />
“Eğer insanları sadece işi yapabildikleri<br />
için işe alırsanız, sizin paranız için<br />
çalışırlar.<br />
Ama eğer sizin inandığınız hedeflere<br />
onlarda inanırlarsa Kan, ter ve gözyaşı<br />
içinde sizin için çalışacaklardır.”<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
30 34
MAKALE<br />
İDRİS CİN<br />
GİRİŞİMCİ DOSTU<br />
EKONOMİ MODELİ<br />
ÜLKEMİZİN EKONOMİK<br />
KURTULUŞUDUR!<br />
GİRİŞİMCİLİK PEK ÇOK BAŞARILI İSİM TARAFINDAN YİNE PEK ÇOK KEZ<br />
TANIMLANMIŞ. Girişimciliğe en genel anlamıyla baktığımızda; aksayan bir<br />
sisteme çözüm üretme ve/veya hali hazırda işleyen bir düzene yenilik getirme<br />
ve katma değer sağlama çabasıdır. Girişimcilik dediğimiz bu çaba, karşılığında<br />
ne beklenirse beklensin; ek onomik, kültürel ve toplumsal sistemlerin gelişimini/<br />
değişimini ve sürdürülebilirliğini sağlamak için kritik derecede önemli. Bu<br />
önemin farkına varan ve girişimcilik kültürünü üst seviyeye çıkaran toplumlar<br />
daima önde olmuşlar, oluyorlar ve olacaklar. Çünkü yaratılış fıtratımıza baktığımızda<br />
toplumların bu şekilde sürekli evrildiğini görüyoruz.<br />
GÜNÜMÜZDEKİ DÜNYA DÜZENİNE BAKTIĞIMIZDA; “GİRİŞİMCİLİK”<br />
ALGISINI BENİMSEMİŞ VE BU ALGIYLA EKOSİSTEMLER OLUŞTURABİLMİŞ<br />
TOPLUMLARIN DOĞAL SONUÇ OLARAK DÜNYADA SÖZ SAHİBİ OLDUK-<br />
LARINI GÖRÜYORUZ. Dünyamızın başlangıcından sonuna kadar ki yolculuğunda;<br />
biz insanlığa ne kadar bir yönlendirme ve yönetme iradesi verilmişse;<br />
işte o iradenin bu toplumlarca adeta lokomotif gibi kullanıldığını, diğer toplumların<br />
ise sadece bu toplumların etkisinde ve takibinde olduklarını görüyoruz.<br />
Bu çerçeveden ülkemize baktığımızda ise; son 100 yıllık tablo maalesef tablo iç<br />
açıcı olmada da yeni yeni başlayan kıvılcımlar oldukça umut verici.<br />
DÜNYADAKİ TOPLUMLAR ARASI DENGELERE BAKTIĞIMIZDA; ÜLKEMİZ<br />
BU DENGE İÇERİSİNDE MAALESEF ÜRETEN DEĞİL TÜKETEN BİR KONUM-<br />
DA. Ve yine maalesef ki; ürettiğimiz kalemlerin ise çok azında katma değer<br />
sahibi üretim süreçlerimiz var. Deyim yerinde ise ürettiklerimizde de taşörenlik<br />
yapıyoruz. Arge ve inovasyona (yenilikçiliğ e) dayalı katma değerli üretimler<br />
yapmadığımız için çabalarımızın sonuçlarını yeterince alamıyoruz. Mesela<br />
bir örnek vereyim; önde gelen sanayi illerimizden Gaziantep’in bir yıllık ihracat<br />
hacmi sadece 1 yıllık cep telefonu ithalatımızı ancak karşılıyor. Ülke olarak<br />
gelişen bir ekonomiye sahip olsak da rakamlar, geleceğe yönelik bir şeylerin<br />
35 31<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
İDRİS CİN<br />
artık değiştirilmesi gerektiğine ısrarla ve SOS verircesine işaret ediyor. Arge ve inovasyon<br />
kültürünü ve girişimcilik ruhunu milletimize daha fazla ve daha bilinçli bir şekilde ısrarla ve<br />
sabırla aşılamamız gerekiyor. Elbette bu aşıyı yaparken bu kültürü kendi özdeğerlerimizden<br />
hareketle oluşturabilmeliyiz. Eğer girişimcilik ruhunu ülke insanımıza aşılamayı başarabilirsek<br />
-ki bu o kadar da zor değil- arge ve inovasyona gereken önemi vererek dünyaya katma<br />
değer sağlayan toplumlardan birisi olabiliriz. Bu nedenle girişimciliği ve girişimci dostu<br />
ekonomi modelini ülkemizin çıkış noktası olarak görüyo rum.<br />
BU ÖNGÖRÜDE NE KADAR HAKLI OLDUĞUMU GÜNÜMÜZÜ LİDER TOPLUMLARI<br />
VE LİDER GİRİŞİMLERİ AYAN BEYAN ORTAYA KOYUYOR ZATEN. Arge ve inovasyon<br />
temelli bir girişim sonucu ortaya çıkan bir ürün veya hizmet; tüm dünyadaki tüketim alışkanlıklarını<br />
değiştirebiliyorsa ya da geleneksel iş modellerini bile rafa kaldırabiliyorsa ; bu o<br />
girişimi çıkaran toplumun ekonomik ve kültürel anlamda yükselmesine, zirveye oynamasına<br />
ya da zirvede kalmasına sebep oluyor demektir.<br />
DÜNYADA ÇOK BAŞARILI GİRİŞİM ÖRNEKLERİ VAR; ÜLKEMİZDE DE VAR. Ancak bu<br />
başarı örneklerimizi daha da yaygınlaştırarak geniş tabanlara girişimcilik tutkusunu ve ortak<br />
işe yapabilme, güç birliği yapabilme becerisini yaymamız gerekiyor. Ülke olarak genç bir<br />
nüfusa sahibiz. Bu nüfusu etkili bir şekilde kullanabilmemiz için işsiz üniversite mezunlarımızın<br />
olmaması lazım. Onları da üretken emeğe dönüştürebilmenin en etkili yolu olarak<br />
girişimcilik karşımıza çıkıyor. Kaldı ki ülke olarak bu günkü koşullar ı bir daha yakalayamayabiliriz.<br />
Çünkü şu an sahip olduğumuz genç nüfus potansiyeline ve siyasi iradeye ö<br />
nümüzdeki on yıllarda aynı anda sahip olamayabiliriz.<br />
Bir diğer yandan yabancı sermayedarların, yatırımcıların dikkatini çeken bir ülke olmamız<br />
girişimcilik için ap ayrı bir fırsat. Ülkemize ilgi duyan ve gelen yabancı fonları; patentli iş<br />
fikirlerimizle ve girişimlerimizle kullan malı, katma değerli ürün/hizmet olarak ülkemizde<br />
kalıcı hale getirip tüm dünyanın tüketimine/kullanımına s unmalıyız.<br />
GİRİŞİMCİ BİR TOPLUM OLAMAZSAK GERİDEN GİDEN, İZLEYEN, TÜKETEN OL-<br />
MAKTAN KURTULAMAYIZ. Var olmak, inanç ve değerlerimizle biz kalabilmek ve dünyada<br />
söz sahibi olmak istiyorsak girişimci bir toplum olmamız gerekiyor. Ve bu değişime kendimizden<br />
başlamamız, birey olarak örnek girişimciler olmamız veya girişimcileri desteklememiz,<br />
takdir etmemiz gerekiyor.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
36 32
MAKALE<br />
MUHARREM ALTINTAŞ<br />
DÜNYA<br />
BEŞTEN<br />
BÜYÜK MÜ?<br />
Bilinmelidir ki ideolojiler, sınırlar değişse de bu toprakların<br />
kaderini siz belirleyemeyecek, bu milleti bu topraklardan<br />
sürükleyemeyeceksiniz !<br />
HERKES DAĞDAN İNME SİYASET MAGANDALARINI, MAGAZİNLERİ<br />
KONUŞADURSUN. Birileri tarafım belli demesine rağmen bölgenin vahametini<br />
görmezden gelsin; filmlere konu olması gereken hayatları unutup, film repliklerini<br />
sorgulasın.<br />
Siyonizmin 1000 yıllık planı adlı naraları yıllardır duyuyor, bir o kadar da göz<br />
ardı ediyoruz. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte nokta atışıyla bilgiye ulaşabilmenin<br />
yanı sıra, bu siyonizm denen illetin amacından, niyetinden, gayesinden<br />
ve sözüm ona misyonu ve vizyonundan haberdar olabiliyoruz az çok. Gerçi<br />
‘Vadedilmiş Topraklar’ çığlığını duyduğumuzda haritayı açmak yetiyor olmalı<br />
bizlere.<br />
‘Ortadoğu’<br />
21. YÜZYIL BİZLERİ KAPİTALİZMİN, EMPERYALİZMİN VE SİYONİZMİN<br />
KUCAĞINA ATARAK GEÇMİŞİ UNUTTURARAK KARDEŞİ KARDEŞE KIRDIR-<br />
DI. Bir elin beş parmağını da ayrı yöne baktırdı, küstürdü. Mezheple ayırdı, ırkla<br />
ayırdı. Yüzyıllardır bu topraklarda kardeşçe yaşayan insanları düşman etti birbirine.<br />
Evet, düşman etti. Herkesin yumuşak karnını buldu, vurdu! Hiç acımadan<br />
hem de. Kuklalar bulundu, inandırıldı, oynatıldı. Sazlar çalındı, şarkılar söylendi,<br />
yüzler güldü. Şehitlere ağlanmaz oldu. Ana haberlerde şehitlerin <strong>sayı</strong>sını görür<br />
olduk, isimlerini dahi duymadan rahmet dilediğimiz o şehitlerin sadece <strong>sayı</strong>sını<br />
bilir olduk. Sonra <strong>sayı</strong>lar da unutuldu. Önce şehitler unutuldu, sonra aileleri. Kör<br />
olduk, sağır olduk onlara. Şehitlerimizi birer birer unuturken, gazilik mertebesi<br />
ise gündemde dahi yer almadı. Bu insanların kapısını açan olmadı. Türk milleti<br />
33 37<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
MUHARREM ALTINTAŞ<br />
vatanının evladına ne kadar sahip çıkıyor? Okurken kulağa ne kadar da gaddar, kaba geliyor. Birileri<br />
bu milletin ayarıyla oynuyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu unutturuyor. Yanlış sorgulanmaz<br />
oluyor, üstü kapanıyor bir gecede her şeyin.<br />
Bir düzen kurdular, para, silah ve uyuşturucuyla beslediler. Tüm eksiklerden, kullanılabilecek tüm<br />
bilgiden haberdar oldular, herkesi emellerine alet olmak zorunda bıraktılar. Ortadoğu yeniden<br />
şekillenecek dediler ve şekillendirebilmek için feda ettiler yerin altını, üstünü. Demokrasiyi getireceğiz,<br />
şehirleri yeniden yapılandıracak, yapacağız mavalları ile dünyayı uyuttular. Dünya da<br />
uyumak zorundaydı zaten. Oyun büyüktü çünkü. Herkes payına düşeni alıp kenara çekilmeliydi,<br />
oyun oynanmak zorundaydı. 2. Dünya Savaşı sonunda oynanan oyunun benzeri gibi. Boşuna kan<br />
kokusu içerisinde etmemişlerdi yeminleri, dünya haritası değişecek, Vadedilmiş Topraklar kendilerine<br />
halkın eliyle hediye edilecekti. Bunun içindi tüm gayret, çaba. Irak, Filistin, Suriye başta olmak<br />
üzere kazan kaynayacak, yaklaşmaya çalışan nasibini alacaktı. Öyle de oldu, kafa kaldırmaya çalışanlar<br />
sırayla boyun eğmeye başladı. Oyun en korkunç şekilde oynanıyor, tüm dünya izliyordu.<br />
‘Arap Baharı’<br />
ÖYLE BİR BAHAR KOYDULAR Kİ ADINI HİÇBİR KIŞ BİLE GEÇMEDİ BU KADAR AĞIR. Ortadoğu’da<br />
oynanan oyunun adı değiştirilmişti ama hikaye aynıydı, figürler benzer. Vefayı unutup<br />
elveda diyip vicdanımızla baş başa kaldık. Zaten vicdanımızdan başka dostumuz da kalmadı sesimizi<br />
duyacak, hepsini yitirdik.<br />
‘Türkiye’<br />
DÜNYANIN SÜPER GÜÇLERİNİN SİZLERİ ‘DÜNYANIN EN VERİMLİ TOPRAKLARI’NDA RA-<br />
HAT BİR YAŞAM SÜRMENİZ İÇİN BIRAKABİLECEĞİNİ, SİZLERLE UĞRAŞMAYACAĞINI, KO-<br />
LUNUZU KANADINIZI KIRMAK İÇİN FIRSAT KOLLAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORSANIZ HALA<br />
OLAYIN MAHİYETİNİN FARKINDA DEĞİLSİNİZ DEMEKTİR. Bugün usulen dost dedikleriniz sizi<br />
pay edemediği için onlarla dostsunuz, bunu da biliyorsunuzdur.<br />
Yıllardır düşman arıyoruz kendimize, suçlu arıyoruz yaşanan her hadisede. Görünen<br />
köy uzakta değil, nefesini her an ensemizde hissettiğimiz sözüm ona demokrasi elçilerine dönüp<br />
bir bakın isterim. Bakın ki kör olmadığımızı bilsin tüm dünya, bu millet üç maymunu oynamıyor,<br />
oynamayacak; bilinsin isterim. Dost kalmadığının fakat düşmanın da belli olduğunun bilinmesini<br />
isterim. Fakat kimse istemez, bilirim.<br />
Ve son olarak; bilinmelidir ki ideolojiler, sınırlar değişse de bu toprakların kaderini siz belirleyemeyecek,<br />
bu milleti bu topraklardan sürükleyemeyeceksiniz. Gerekirse kapı kapı dolaşacak; sizi konuşacak,<br />
sizi anlatacağız. Bu millet bilecek, farkına varacak; siz bu milletin kılına dahi zarar veremeyeceksiniz.<br />
Beş daimi Birleşmiş Milletler üyesinin, dünyanın en çok silah ihraç eden ülkeler olduğunu gördükten<br />
sonra kimse çıkıp da sahte dostluk çığırtkanlığı yapıp bu milletin sabrını sınamasın.<br />
Dünya beşten büyük fakat Twitter veya Facebook’ta değil;<br />
Türkiye’de büyük, Suriye’de, Filistin’de büyük, Libya’da; Mısır’da büyük ama katiyen Twitter’da, Facebook’ta<br />
değil.<br />
Liderler devletin, halk ise birbirinin kaderini belirler.<br />
iletişim: muharrem.altintas@kelyazar.com twitter.com/kelyazar instagram.com/kelyazar facebook.com/kelyazar<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
34 38
MAKALE<br />
MiHRiBAN CEYLAN<br />
YOLA<br />
ADIM<br />
ATMAK<br />
Bir çin atasözü der ki: ,,En uzun yolculuklar bile tek bir adımla başlar.<br />
HAYAT YOLCULUĞUMUZUN<br />
ILK ADIMI OLAN BIR MUCIZE<br />
NEFESLE BAŞLAYAN EN UZUN<br />
YOLCULUK ANNENIN GÖZÜN-<br />
DE MEYDANA GELEN BEBEĞINE<br />
BAKARKEN KI ILK GÜLÜMSE-<br />
MESIYLE, BEBEĞIN AĞZINDAN<br />
ÇIKAN ILK KELIMEYLE, ILK YÜ-<br />
RÜMELERLE DEVAM EDER. Yolculuklar,<br />
insanı acizlikten olgunluğa<br />
taşıyan en temel araçlardır<br />
yeter ki insanoğlu yollarına adım<br />
atmayı ve adım da sebat sağlamayı<br />
bilsin. Esasında bilmekte o<br />
yolda oluyor… Nice büyük alimleri,<br />
liderleri bir hedef için uğraşan<br />
insanları görünce<br />
o yolun bir yoğrulma adeta insanı<br />
şekle sokma okulu olduğunu<br />
düşünülebilir.<br />
İnsanların liderleri olan peygamberlerin<br />
gittikleri yollara bakıldığında<br />
nasıl bir şekillenme ile<br />
nasıl ilahi bir eğitim ile ruhlarını<br />
şekillendirip adım attıkları, yollarda<br />
kendilerinin sabit kaldığı<br />
gibi diğer bir çok insana da ilham<br />
kaynakları adeta bir güneş olup<br />
aydınlattıkları görülür. Kendileri<br />
yolların karanlıktaki adımlarından<br />
yürüyüp aydınlık amaçları<br />
uğruna hiç yılmadan adım atmış<br />
güneşi yüreklerinde hissederek<br />
ne kadar ilerlediklerini yolun<br />
sonundaki ulaştıkları aydınlık<br />
eflere ulaşınca anlamışlardır.<br />
Efendimiz’in bin bir cefa ile çıktığı<br />
hicretin aydınlık sonuçları bunun<br />
en güzel örneğidir.<br />
YOL BIR MEDRESEDIR, YOL BIR<br />
REHBERDIR, YOL BIR IŞIKTIR.<br />
Tabiri caizse yollar, kalemin kağıt<br />
üzerine bıraktığı bir noktalar gibi<br />
ne kadar anlam ifade edebileceği<br />
neleri oluşturabileceği bilinmezken<br />
mesela kimine göre bir<br />
39<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
MİHRİBAN CEYLAN<br />
düzlük oluşturulur o nokta ile, kimine göre başlanılan<br />
nokta ile aynıdır bitirilen yer, kimine düz bir<br />
çizgi oluşturur hiç değiştirmeden yalın bir şekilde<br />
kalıverir yolumuz, kendine şekiller verirken tamamen<br />
yolundayken çizdiğin, kendini özünü temsil<br />
eden sembollere bağlıdır esas mana.<br />
GITTIĞI YOLA DOĞRU ŞEKIL VERMELI DE IN-<br />
SAN. Hani bir söz vardır ameller niyetlere göredir<br />
diye. Yolum uzun, aydınlık ve düzgün olması,<br />
amaç dışına sapmaması işte bu niyet doğrultusunda<br />
olur. Bu niyet bizim yolumuzu dışarıdaki<br />
düşmanlıktan, zarardan korur. Bu derin güzelliği<br />
Derviş Yunus ne güzel özetlemiş amacını : Ben<br />
gelmedim kavga için, benim işim sevgi için. İşin<br />
özü burada kendini gösteriyor, dava insanlarının<br />
nasıl davalarını sahiplendikleri ve hiç şaşmadan<br />
bu yolda gittiklerini bu amaçlarına kenetlenmeden<br />
dolayı olduğu görülüyor. Yolunun şeklini<br />
amacına göre<br />
sıkıca ve sağlamca oluşturabilmeli de aynı zamanda.<br />
PEKI YA YÜRÜYEBILMEK NASIL OLMALIDIR?<br />
bir adım atarken yoldaki her şeye irade göstermekte<br />
sırrın biri... Nasıl ki bir karıncanın Nemrud<br />
‘un yaktığı ateşin içine bırakılan Hz. İbrahim ‘i<br />
ateşten kurtarmak için bir damla suyla yardıma<br />
koşmaya çalışması ve ona gülenlere yolunun<br />
nasıl değişmez sağlam irade ile kurduğunu gösteren<br />
şu cümlesi :<br />
EN AZINDAN HANGI TARAFTA OLDUĞUM<br />
BELLI OLUR.<br />
Budur ki İslam aleminin içinde tutulan tuğlaların<br />
da sağlam olmasının özü karınca zihniyetinin bir<br />
nebze de olsa yaşıyor olması. Bir diğer sır ise kişinin<br />
yüreğinde, kendini yoluna adayabilmesinde<br />
işte o zaman durmadan yola devam eder akarsu<br />
misali. İşte hayat dediğimiz bu yolculuğun temeli<br />
atacağımız adımlarda, yeni çizeceğimiz yollarda<br />
her şeyin gizli olduğu öz bizim ilk adımımızda<br />
gizli. Başlangıçlar satrançta ki ilk hamleler gibidir.<br />
Oyunu nasıl kuracaksın stratejini nasıl geliştireceksin<br />
hepsinin şekillendiği her şeyi içine sığdıran<br />
noktalardır ilk hamleler.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
40
MAKALE<br />
ŞENER MENGENE<br />
TÜRKİYE’DE<br />
YENİ GENÇLİK<br />
POLİTİKALARI<br />
Bugünümüz, yarınımız ve<br />
geleceğimizin teminatı<br />
olan gençlerimize ülkemizin<br />
kalkınmasında önemli<br />
görevler düşmektedir.<br />
Bu manada gençlerimizin iyi bir eğitim<br />
alması, çağın gerektirdiği teknik<br />
bilgi ve donanıma sahip olması, milli<br />
ve manevi değerlerimizi, kültürümüzü,<br />
örf ve adetlerimizi iyi öğrenmesi,<br />
yaşaması ve yaşatması gerekmektedir.<br />
Gençlik ve Eğitim<br />
Öncelikle, gençlerimiz uzman bir<br />
rehber eşliğinde meslek ve eğitim<br />
noktasında kabiliyetleri, ilgi ve becerilerine<br />
göre doğru yönlendirilmelidir.<br />
Bu konuda ailelere, rehber öğretmenlere,<br />
eğitimcilere, önemli sorumluluklar<br />
düşmektedir. Doğru okul ve meslek<br />
seçiminde bulunan gençler daha<br />
başarılı olmakta ve kariyer hedeflerine<br />
daha kolay ulaşmaktadırlar. Biz millet<br />
olarak geçmişte eğitimde dünyada<br />
örnek gösterilen bir konumdaydık.<br />
Medrese, Sıbyan Mektebi, Enderun<br />
gibi kurumlarla eğitim alanında tarihte<br />
derin izler bıraktık. Nizamimülk<br />
Medreseleri, Fatih Medreseleri, Şehr-i<br />
Al-i Medreseleri, Sahnı Seman<br />
Medreseleri, Kanuni Medreseleri<br />
dönemlerinde dünyanın en iyi eğitim<br />
kurumlarıydı, yine aynı şekilde başarılı<br />
eğitim hamleleri yapabilecek kabiliyetteyiz.<br />
Bu Bakımdan, gençlerimize<br />
hem teknolojik bilgi hem de milli, dini<br />
ve kültürel değerlerimizi doğru öğretmek<br />
mecburiyetindeyiz.<br />
‘’Bir milletin gerçek gücü tankı<br />
topu tüfeği değil, imanlı, ahlaklı ve<br />
bilgili gençleridir’’<br />
Merhum Başbakan Necmettin<br />
Erbakan Gençlik ve STK Sivil Toplum<br />
Kuruluşları kamu hizmetleri dışında<br />
gönüllülük esası ile hizmet yapan<br />
önemli kuruluşlardır. Sivil Toplum<br />
Kuruluşları, gençlerimiz sosyal hayata<br />
atılmalarında, tecrübe kazanarak<br />
kendilerini geliştirme ve ifade etme<br />
imkânına sahip oldukları mecralardır.<br />
Sivil Toplum Kuruluşları gençlerimize<br />
özgüven kazandırmakta ve hayatta<br />
birçok alanda karşılaşacakları sorunla-<br />
35 41<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
ŞENER MENGENE<br />
rın üstesinden gelme becerisine sahip olmada<br />
önemli faydalar sağlamaktadır. Bakınız, hiçbir<br />
başarıya gül bahçelerinden gidilmez, zahmet<br />
olmadan rahmet olmaz, belirli bir mücadele<br />
ve disiplinli bir çalışma ile elde edilen başarılar<br />
daha kalıcı olmaktadır. Ülkemizde ve dünyada<br />
devlet ve siyasetteki yöneticilerin uzun bir STK<br />
deneyimine sahip olduklarını görmekteyiz.<br />
Gençlik ve Siyaset<br />
Siyaset sorun çözme sanatı ve insana hizmet<br />
etme aracıdır, bunu böyle görmek ve hak için<br />
halka hizmet etmeyi vazife bilmek gerekir. Son<br />
yıllarda siyasette gençlere çokça fırsatlar sunulmaktadır,<br />
belediye gençlik meclisleri, kent<br />
konseyleri, partilerin gençlik kolları, gençlerimize<br />
kendilerini temsil ve ifade etme, özgüven<br />
kazanma ve önemli tecrübeler kazanma imkânı<br />
sağlamaktadır. Yine milletvekili seçilme yaşı<br />
25’e indirilmiş ve gençler mecliste temsil hakkı<br />
bulmuştur. Genç bir kardeşiniz olarak, eğitim<br />
yıllarından itibaren sivil toplum kuruluşlarında<br />
görev yaparak, aynı zamanda genç yaşta gençlik<br />
kollarında görev yaparak önemli bir tecrübe<br />
kazanma imkânımız oldu. Ülkemize faydalı<br />
olma ve kendimizi geliştirme adına her mecrada<br />
yoğun bir gayret içerisinde olduk ve bu<br />
mücadelemize üstün bir gayretle devam etmekteyiz.<br />
Genç bir nüfusa sahibiz, gençlerin<br />
önünde kariyer hedefleri var, imkânlar kısıtlı,<br />
talep çok büyük bir rekabet ortamı ile karşı<br />
karşıya kalmaktadırlar bu nedenle iyi bir eğitim<br />
almak yetmiyor yurtdışı eğitim, yabancı dil İngilizce<br />
Arapça gibi, yabancı dilleri öğrenmek<br />
gerekiyor, öğrencilik döneminde kulüplerinde<br />
ve sivil toplum kuruluşlarında görev almak çok<br />
önemli bir kazanım olmaktadır. Elbette<br />
eğitim almak ve kendimizi yetiştirmek gerekiyor<br />
ama bunun için maddi eğitim yetmez<br />
manevi değerlerimizi ve ahlaki ölçülerimizi asla<br />
unutmamalıyız. Son zamanlarda madde bağımlılığı,<br />
alkol, uyuşturucu, bonzai gibi gençlerimizi<br />
tehdit eden biyolojik bir savaş ile karşı<br />
karşıyayız. Herkese çok görevler düşmektedir,<br />
aileler, devlet, yerel yönetimler, muhtarlar, kanaat<br />
önderleri, emniyet, diyanet, Yeşilay<br />
ve sivil toplum kuruluşları istişare ve işbirliği<br />
içerisinde uyumlu uygulanabilir ve sürdürülebilir<br />
bir çalışma ortaya koymak zorundadır.<br />
Bu ülke bizim, bu gençlik bizim, güvenli bir ortak<br />
gelecek için herkes el ele vermek ve işbirliği<br />
yapmak zorundadır.<br />
Gençlik ve Dava<br />
Cefasını çekmediğiniz bir davanın ve mücadelenin<br />
sefasını süremezsiniz. STK ve siyaset<br />
konusu açıldığında herkesin söyleyecek<br />
sözü var, hatta kimse mangalda kül bırakmıyor<br />
ama bir dernek ve vakıfta görev al, bir partide<br />
gençlik kollarında görev al deyince<br />
kimse görev almak istemez, her alanda bu yaklaşımı<br />
görmekteyiz, siyasette ve iş dünyasında<br />
da aynı şekilde herkes başarılı olmak istiyor,<br />
zengin olmak istiyor, zirveye çıkmak istiyor<br />
ama çalışmadan, emek vermeden,<br />
terlemeden, bu başarılara ulaşmak istiyorlar,<br />
hak etmediğiniz bir başarıya çok kolay ulaşabilirsiniz<br />
ama uzun süreli kalıcı olamazsınız,<br />
kalıcı başarılar uzun süreli sistemli çalışmalarla<br />
mümkün olur.<br />
Genç kardeşlerimize tavsiyemiz; eğitim<br />
yıllarında mutlaka kabiliyet ve ilgi alanlarına<br />
uygun STK’larda, gençlik ve üniversite<br />
kulüplerinde görev almaları ileriki yıllarda siyaset<br />
düşünüyorlarsa mutlaka bir partinin gençlik<br />
ve üniversite teşkilatlarında görev almaları ve<br />
kariyer basamaklarını bir bir çıkmaları daha<br />
sağlıklı bir yöntem olacaktır, çünkü her kademede<br />
yaşanılacak bir tecrübe ve deneyim var,<br />
bu kademeleri sırasıyla çıkanlar yavaşta olsa<br />
uzun vadeli olarak hedeflerine ulaşmaları daha<br />
sağlıklı ve kalıcı olmaktadır. Kendi başınıza karar<br />
veremiyorsanız her bilene değil ama alanında<br />
uzman bir bilene mutlaka sorun, alanında<br />
uzman tecrübeli büyüklerimizin bilgilerinden<br />
istifade etmeyi ihmal etmeyelim.<br />
Türkiye büyük bir zenginliğe ve potansiyele<br />
sahip, genç nüfüsunu doğru<br />
yönlendirerek, iyi eğitip bunu büyük<br />
bir avantaja dönüştüre bilirse, dünyada<br />
hak ettiği etkili bir noktaya ve güce<br />
Şener Mengene<br />
Gazateci - Yazar<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
42 36
MAKALE<br />
GARİP YOLCU<br />
İMAN<br />
BİNASINDA<br />
DAİRE FİYATLARI<br />
Bismillahirrahmanirrahim<br />
İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAYAN, YAŞADIĞI GİBİ İNANIR SÖZÜNÜN<br />
VUKU BULDUĞU BU YÜZYILDA, DOĞRU VE YANLIŞ AYRIMINI<br />
İNANDIĞI DOĞRULARDAN ZİYADE; YAŞADIĞI DOĞRULARA GÖRE<br />
ŞEKİLLENDİREN ZİHİN YAPISININ ARTMAYA BAŞLAMASINDA<br />
KUŞKUS UZ BİR TUTARSIZLIK HASTALIĞI YATIYOR.<br />
Gerçekle doğruyu ayırt edememekten, yanıldığımız zamanlar olur.<br />
Bazı gerçekler sırf var olduğu için mi gözümüze doğru gelir. Doğrular;<br />
esasen gerçeğin yansıması olan yanlışlar mıdır? Biz, müslümanlar<br />
olarak; aslında doğru olmayan ortamlar içerisinde doğup, yaşayıp; o<br />
ortamı doğru olarak algılayıp, bu toplum müslümanların yaşamasına<br />
uygundur diyerek büyük bir yanlışa sürükleniyoruz. Bu doğru zannettiğimiz<br />
vakaları, yanlış bulduğumuz zaman ise de onu silip atmak<br />
yerine masaya oturup pazarlık yapmaya, doğrular aramaya başlıyoruz.<br />
Örneğin namazın farz ibadet olduğunu bilip de, onu eda etmediğimiz<br />
zaman, olsun; Ben cuma namazına gidiyorum diyerek kendimizi kandırabiliyoruz.<br />
Nefis sanırım tam da burada anlam buluyor ve tutarsızlık,<br />
hal ile dilin çatışması burada filiz veriyor. Her müslümanın bilmesi<br />
gereken ilmi-hal, adı üzerinde ilmin; hal ile yoğru lup, aşk ateşinden<br />
çıkan ekmeğin alınmasıdır. Hal; tam olarak ta ‘’Ayinesi iştir kişinin, lafa<br />
bakılmaz’’ sözünün izahı olsa gerek. O vakit, bu tutarsızlıkların başında<br />
kuşkusuz iman problemleri yatıyor.<br />
43<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
GARİP YOLCU<br />
İMANI DÜNYANIN EN İYİ 65 KATLI BİR BİNASINA BENZETİRSEK VE 5 KAT MESAFE-<br />
Lİ DE BİR TEMELE SAHİP OLDUĞUNU VARSAYARSAK, KUŞKUSUZ; KOLONLARDAN VE<br />
DEMİRLERDEN OLUŞAN TEMEL, İMANIN DA 5 ŞUBESİNİ KAPSAYACAKTIR. O temel ki,<br />
yüksek karbonlu, sağlam demirlerle örülmüş. Örülen demirlere, en kaliteli betonlar dökülmüş.<br />
Statik hesapları tam emniyetli sonuçlar vermiş. Çık çıkabildiğin kadar ruhsat elinde. İlk katlar,<br />
elbette 4 daire üzerine kurulduğundan metrekaresi düşük olacaktır. Belki güneş, deniz, bulut<br />
görmeyecek. Üst kattaki daireler kadar ısınmayacak, hava almayacaktır. Bütçesi ancak o katları<br />
almaya yeten beşer, şehrin o kasvetli kalabalığını, arabaların egzozlarından çıkan dumanları<br />
hissedikçe; keşke daha çok çalışsaydım diyecektir. Ne olursa olsun, O(!) balkon kenarlarında<br />
fazla eğleşmedikçe, ocağı, sobayı iyice kontrol ettiği takdirde güvendedir. Güneş almasa da<br />
dünyanın en iyi binasında oturma şerefine laiktir. Orta katlar, 3 daire üzerine kurulduğundan<br />
metrekaresi alt katlara nazaran daha fazla, kullanış alanı daha büyük, ısınma olasılığı ve risk<br />
alma oranı daha iyi. Bu dairede oturan bireyler alt dairelerde oturanlara nazaran, daha muteber<br />
ve de çalışkan. Manzarası daha da güzelleşmeye başlamış, kalabalığın gürültüsü yerini<br />
yağmurların taşıyıcıları olan bulutlara ve arasında uçuşan hayvanata bırakmış. Bedensel sorunları<br />
ruh mekanizması ile yenmeye başlayan ahsen-i takvimden oluşuyor olsa gerek. Üst<br />
katlar ise ikişerli ve tek daire dubleksten oluştuğu için, tarifler geçersizlik boyutu kazanıyor,<br />
vakti nakde, taklidi-tahkike geçirenlerin evi tam da burası olduğundan kelimeler hissiyata dönüşüyor.<br />
(LA İLAHE İLLALLAH) İŞTE BU YETMİŞ BÖLÜMDÜR Kİ HER 10 KATI BİR NEFİS MER-<br />
TEBESİ TAŞIYOR. EmareLevvame, Kamile’ye doğru ilerliyor. Arada kalmış mülhime,kendine<br />
kızıyor. Çalışma saatleri, manzara, sükut artıyor. Söz gümüşse, sükut altındır sözü tam da burada<br />
hasıl oluyor. Kendini bir davaya adamış olan nesiller, ruh savaşçıları, diriliş erleri kendi ne<br />
samimi bir şekilde çalışarak , fiyatı ne olursa olsun bu binadan daire almalıdır. Doğruyu- yanlışı,<br />
hayattaki manzarayı; nefsi aradan kaldırarak görmelidir. Aksi takdirde doğru zannettiğimiz<br />
vakalar tekrardan masaya yatırılıp tartışılmaya devam edecek, tutarsızlık hastalığı reçetesiz<br />
kalacak ve de fizik ortam hiç bir zaman metafiziğe açılamayacaktır..<br />
Kutlu bir yolun, garip yolcusu...<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
44
CAMİİ<br />
RABİA KOYUNCU<br />
AHİ ÇELEBİ<br />
CAMİİ<br />
İstanbul’un en eski<br />
ve en küçük bir o kadar<br />
da zarif eserinden<br />
bahsedeceğim size :<br />
Ahi Çelebi Cami<br />
EMİNÖNÜ’NDE BULUNAN<br />
BU CAMİ her ne kadar küçükte<br />
olsa İstanbul’un manevi sahasında<br />
çok önemli bir yer tutmaktadır.<br />
Evliya Çelebi’nin seyahatnameyi<br />
yazmasına vesile<br />
olan camidir Ahi Çelebi Cami,<br />
Cami’ye kendi adını verdiği Ahi<br />
Çelebi; 1432 tarihinde doğmuş<br />
Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazid<br />
, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni<br />
Sultan Süleyman döneminde<br />
yaşamıştır. Candaroğlulları’nın<br />
hizmetindeyken İstanbul’a gelip<br />
Mahmut Paşa’da doktorluk yapmaya<br />
başlar daha sonra da Fatih<br />
Darüşşifası’nın (hastanesinin)<br />
başhekimi olmuştur. Doksan<br />
yaşında hacca gitmiş, dönüş yolunda<br />
Mısır’da 1524 yılında vefat<br />
etmiştir.<br />
CAMİNİN EN ÖNEMLİ<br />
ÖZELLİĞİ birincisi helal kazançla<br />
yapılmasıdır ikincisi ise bu camide<br />
görülen bir rüya sonucunda<br />
Evliya Çelebi’nin ünlü eseri<br />
Seyahatname’nin ortaya çıkmasında<br />
büyük rol oynamasıdır.<br />
Evliya Çelebi’de zaten Seyahatname’de<br />
ilk olarak her şeyin bir<br />
rüya ile başladığını anlatır kendi<br />
kaleminden rüya aynen şöyledir,<br />
EVLİYA ÇELEBİ 1630 yılı<br />
muharrem ayının aşura gecesi<br />
İstanbul’daki evinde, “uyku ile<br />
uyanıklık arasında” bir rüya görür.<br />
Yemiş iskelesi yakınında helal<br />
mal ile yapılmış eski bir cami<br />
olan Ahi Çelebi Cami’nde, sabah<br />
namazı vaktinde minberin di-<br />
41 45<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
RABİA KOYUNCU<br />
binde oturmaktadır. Birden kapılar açılır<br />
ve caminin içi nurdan bir cemaatle doluverir.<br />
Sahabe-i kiramdan büyüklerinde<br />
orada bulunduğunu öğrendiğinde hayranlıkla<br />
onları seyreder. Mihrapta bulunan<br />
ve namaza imamlık yapan zatın ise<br />
Peygamber Efendimiz (sav) olduğunu<br />
öğrenir ve heyecandan ne yapacağını<br />
şaşırır. Kılınan namazın ardından yanında<br />
bulunan sahabelerden biri ile şefaat<br />
istemek niyetiyle Efendimiz’in yanına<br />
varır, elini öper. Ancak O’nun güzelliğinin<br />
verdiği heyecanla dili sürçerek ‘ Şefaat<br />
Ya Resulallah’ diyeceği yerde, ‘ Seyahat<br />
Ya Resullah’ der. Bu durum efendimizin<br />
hoşuna gider, tebessüm eder ve seyahatinin<br />
hayırlı olması için dua eder. Çelebi,<br />
sabah uyanır ve hemen Kasım Paşa<br />
Mevlevi Dergahı’na gider Şeyh Abdullah<br />
Dede’ye rüyasını tabir ettirir ve büyük bir<br />
Seyyah olacağı müjdesini alır. Şeyh önce<br />
İstanbul’u gezmesini sonra diğer şehir<br />
ve ülkelere seyahat etmesini söyler işte<br />
Evliya Çelebi bu rüyanın ardından meşhur<br />
seyahatine başlar. Önce İstanbul’u<br />
gezdikten sonra ilk gittiği şehir Bursa son<br />
gittiği şehir ise Mısır’dır.<br />
FARKLI DÖNEMLERDE YAŞAMIŞ<br />
OLAN AHİ ÇELEBİ VE EVLİYA ÇELEBİ,<br />
Ahi Çelebi’nin İstanbul’da başladığı yaşamı<br />
1524 yılında Mısır’da son bulurken<br />
Evliya Çelebi’nin ise İstanbul’da başladığı<br />
seyahatini Mısır’da noktalamıştır. Bu<br />
benzerlik farklı dönemde yaşayan bu iki<br />
insanın aslında birbirinin hayatlarının ne<br />
kadar kesiştiğinin gösteriyor.<br />
CAMİ 1539 VE 1653 YILLARINDA İKİ<br />
KEZ YANMIŞ 1892 ZELZELESİNDE İSE<br />
BÜYÜK HASAR GÖRMÜŞTÜR. 1990’lı<br />
yıllarda restorasyona alınarak yeniden<br />
faaliyete geçirilerek günümüzde halen<br />
faaliyetine devam eden AHİ ÇELEBİ<br />
CAMİ’NİN MAVEVİ ATMOSFERİNİ YA-<br />
ŞAMAK İSTEYENLER EMİNÖNÜ İSKE-<br />
LESİ’NDE BU TARİHİ CAMİYİ ZİYARET<br />
EDEBİLİRLER.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
46 42
MAKALE<br />
EMİNE HACİU<br />
DOĞRU<br />
OKUNMAYAN<br />
BALKANLAR<br />
COĞRAFYASI<br />
Size Balkanlar’ın jeopolitik konumunu<br />
açıklamaya yönelik herhangi bir<br />
yazı sunmuyorum, veya bu bölgedeki<br />
ülkelerin ne kadar elverişli bir coğrafi<br />
konuma sahip olduklarını da öğretmek<br />
istemiyorum amacım bu satırları<br />
yazarken size aslında bu güzellikleri<br />
keşfetmemizin ne kadar büyük bir<br />
öneme sahip olduğunu vurgulamak.<br />
Şu bir gerçektir ki yaşadığımız<br />
ülkelerin mevcut siyasi ekonomik<br />
ve toplumsal problemleri git gide<br />
artmaktadır. Tarih servetimize dayanmayarak<br />
batılı değerleri filtrelemeden<br />
kabul etmemiz, hükümetlerin uyguladıkları<br />
yanlış politikalar yüzünden bu<br />
toprakların geleceği baltalanmaktadır.<br />
Batı Balkanlar bölgesinde görülmek<br />
üzere olan bir sosyolojik savaş devam<br />
etmektedir. Şöyle ki bir toplumun<br />
sosyolojik bütünlüğünün parçalanması<br />
için, o toplum içinde farklı<br />
etnik ve dini kimliklere dışlayıcı özellik<br />
kazandırılması gerekir. Yani sosyolojik<br />
savaş, açık toplumu kapalı bir topluma<br />
dönüştürür. Yugoslavya Federasyonun<br />
parçalanmasından bu yana bu<br />
gayet gözle görülür bir manzaradır.<br />
Sosyolojik savaştan başladık; bir<br />
toplumun içine kapanması ve gelişmelerden<br />
bilgisi olmamaması,<br />
aktif bir şekilde ülkenin alınacak olan<br />
kararlarında payının olmaması sonu<br />
bilinmeyen bir yola girmiştir demektir.<br />
Peki hangi gelişmlerden haberimiz olması<br />
lazım? Geçmişi bilen ve tarihine<br />
saygı duyan milletlerden mi oluşur<br />
bu coğrafya? Tarih dediğimiz olgu<br />
nedir? Tarih bilinci ne demek ve bu<br />
toprakların kaderini ne kadar etkiliyor?<br />
Tarihin farkında olmak, gereklidir<br />
ancak yeterli değildir. Uygun bir<br />
tarih tavrı, olgun bir tarih bilincini; bu<br />
yeterli bir tarih bilgisini ve sonuncusu<br />
ise tarihin farkında olmayı gerektirir.<br />
İfade etmemiz gerekir ki daha gelişmiş<br />
toplumların, tarihsel bilinç düzeyleri<br />
daha yüksek iken, iktisaden geri<br />
toplumların tarihsel bilinç düzeyleri<br />
daha düşüktür. Güzel bir analize denk<br />
geldik bu demektir ki mevcut ekonomi<br />
istikrarsızlığın bir nedenini bulduk.<br />
47<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
EMİNE HACİU<br />
Başlamışken bu ülkenin ekonomilerini etkileyen<br />
faktörlerden devam edelim; kapalı kapılar<br />
arkasında alınan sıkı para politika kararları,<br />
GSYIH ‘dan eşit miktarda dış borçlanan, işsizlik<br />
oranı % 26-9 dereceye varan ve her şeyden<br />
önce karmakarışık bir sosyal yapıya sahip<br />
olan batı balkan ülkelerinden kaç kişinin bizden<br />
haberi var acaba? Yakınlarımızda bulunan<br />
Avusturya’da kişi başına düşen milli gelir 43<br />
720$ iken Bosna Hersek’te 4,120$ dır? Tarih<br />
boyunca etnik ve dini çatışmaların, sosyal ve<br />
siyasi karışıklıkların yaşandığı Balkan coğrafyası,<br />
büyük güçlerin Avrupa’da üstünlük elde etme<br />
mücadelesinde bir çatışma ve rekabet alanı<br />
olma özelliğini halen korumaktadır . Birleşmiş<br />
Milletler bu ülkelerin bağımsızlıklarına ve toprak<br />
bütünlüne saygı duymakla birlikte doğrudan<br />
yaptıkları “güvenlik ve istikrar” adlı müdahalesinde<br />
Yunanistan’ı düşürdükleri durum niye<br />
göz ardı ediliyor? “Makedonya artık Batı ve<br />
Rusya arasındaki çıkarların çakıştığı yeni bir sahadır.”<br />
demekle yanlış bir şey dememiş oluruz.<br />
Kosova’nın yeni ve yabancı bir kimliğe bürünmesi<br />
nasıl açıklanabilir? Yolsuzluk, medya<br />
ciddiyetsizliği ve siyasi çözümsüz problemlere<br />
nasıl bir yorum yapabiliriz. Her şeyi bir kenara<br />
bırakın bu ülkelerde yaşayan toplumların hayat<br />
güvencesi var mıdır? Doğal afetler alt yapıyı<br />
çökerterek, beşeri sermayeyi tahrip ederek,<br />
tasarrufları eriterek ve mevcut yatırım kararlarını<br />
bir süre ertelenmesine neden olarak ekonomiyi<br />
kısa ve uzun vadede etkileyen bir faktör olup<br />
bu ülkeler böyle durumlara karşılaştıkları çoğu<br />
zaman niye bu kadar hassasiyetsiz davranıyorlar?<br />
diye bir başka soru gelir aklımıza.<br />
Bizi kurtaracak olan sağlıklı düşünebilen bir<br />
gençlik topluluğun oluşturulması, doğru mekanizmaların<br />
uygulanabilmesi için geçmişe dayanan<br />
olguları iyi bilmek, şimdiki kurumsal yapıyı<br />
iyi incelemek ülke içerisinde güvenlik unsurunun<br />
her enstitüsünün topluma hissettirmesi<br />
gereken temel hizmet koşulu olarak koymak ve<br />
mevcut olarak uygulanan hükümet politikalarını<br />
ortadan kaldırmaktır. Çeşitli STK’ların faaliyet<br />
göstermesi, kadının rolü ve perspektifini artıracak<br />
şekilde hareket etmeleri gençliğe öncülük<br />
verilecek politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.<br />
Ekonomik kalkınma ve siyasi bir istikrarı<br />
sağlanabilmesi için sağlıklı ve rasyonel<br />
düşünen bir bilince sahip olmamız şarttır.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
48
MAKALE<br />
ÖMER BAKKALOĞLU<br />
YAŞAMAK<br />
BU DEĞİL<br />
HER BULUT GÖRDÜĞÜMÜZDE SIĞINAKLARA KOŞ-<br />
TUK, EN UFAK RÜZGARDA YANIMIZA KALIN BIŞEY-<br />
LER ALDIK. BUNA GERÇEKTEN GEREK VAR MI?<br />
En ufak problemler devamında koca koca sorunlar çıkarıcak sandık<br />
her zaman, hep bi gard alma moduna girdik, hep temkinli davranmaya<br />
çalıştık. Böyle yapmalı mıyız gerçekten?<br />
En ufak bi kötü sürprizle karşılaştığımızda hayallerimizi birilerine<br />
teslim ettik zarar görmesin diye. Her kötü sürpriz beraberinde hayal<br />
kırıklığı doğurur mu ki?<br />
Her ayağımız tökezlediğinde düşeceğiz sanıp yola daha hırslı devam<br />
etmek yerine kolumuzu uzattık olası düşüşü hafifletmek uğruna.<br />
Bu kötümserlik düşüşlerden daha çok zarar vermedi mi bize?<br />
Ne bulutsuz kış gördük ne de taşsız bir yol bunca ömür. Kışı yaşamadan<br />
doldurulabilir mi bi sene? Yahut taş görüldüğünde terkedilen<br />
yol, bizi istemedğimiz hedeflere razı etmez mi?<br />
49<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
ÖMER BAKKALOĞLU<br />
Neden şaşırıyoruz her sene kışı görünce?<br />
Neden alışamıyoruz kışın da yılın bi parçısı olmasına?<br />
Neden kışın ardındaki baharı unutuyoruz?<br />
Neden kışın bizi esir almasına izin veriyoruz?<br />
Neden 4 mevsimimizi kışa çeviriyoruz?<br />
Veya;<br />
Neden bizden küçük taşlardan korkuyoruz?<br />
Neden tekmeleyip devam etmek yerine alternatif yollar arıyoruz?<br />
Neden yolumuzdan vazgeçiyoruz?<br />
Neden taş ezilmekten korkmazken biz ondan çekiniyoruz?<br />
Neden taş kadar kararlı olamıyoruz?<br />
Duygulara, hislere göre hareket etmeyi bi kenara bırakıp sadece realistik bakalım<br />
demiyorum. Zaten her zaman duyguların mantık süzgecinden geçtiğine inanmışımdır<br />
farkında olsak da olmasak da. Sorun tam olarak bizim süzgecimizde.<br />
Süzgecimizi daha çok delip duygularımıza daha çok realite<br />
karışmasına izin vermeliyiz. Beynimizde bu<br />
ikisine ayrı odalar vermektense koca bi oda<br />
bulup birlikte yaşamalarına izin vermemiz<br />
gerekiyor. Her kararımızdan önce<br />
hangi kapıyı çalsam tereddütünü<br />
yaşamak yerine daimi ve tek bir<br />
adres öğretmemiz gerekiyor<br />
kendimize. Ben kapı kapı<br />
dolaşmaktan yoruldum<br />
artık, siz yorulmadınız<br />
mı? Bir şeyleri değiştirmek<br />
gerekiyor artık.<br />
Çünkü<br />
Yaşamak bu<br />
değil...<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
50
FİLM<br />
KÖŞESİ<br />
NİDA URMUÇ<br />
HOTEL<br />
RWANDA<br />
Sanat dallarının yedincisi kabul<br />
edilen sinema,günümüzde<br />
bir insanı, bir düşünceyi bir<br />
yaşanmışlığı çözebilmemiz<br />
için kalınca kitaplardan kaçıp<br />
sığındığımız bir liman haline<br />
gelmiştir. Beyaz perdedeki<br />
resimli dosyaların çokluğu<br />
kimi zaman sanata ve yaşama<br />
yöneltir insanı kimi zamanda<br />
dünya gerçeklerine fırlatıverir.<br />
Verilmek istenen mesajlar ne<br />
kadar çeşitli olursa olsun filmleri<br />
popüler ve canlı kılan şey<br />
herkeste yarattığı “farkındalık”<br />
yetisidir. Bu amaçla hem<br />
farkında olmamız gereken<br />
konulara ve bu konuları işlemiş<br />
filmlere değinmek hemde<br />
sinema sektöründeki <strong>sayı</strong>sız<br />
film arasından “en” lerin sıyrılması<br />
adına kalem tutmak<br />
isterim.<br />
Son zamanlarda dünyada<br />
ençok konuşulan konulardan<br />
biri, ülkelerindeki savaş<br />
ortamından kurtulmak isteyen<br />
insanlarin batıya sığınma<br />
çabalarıdır. Hal böyleyken<br />
günümüzde de olduğu gibi<br />
bu savaş ortamını oluşturup<br />
da kapılarını mültecilere açmayan<br />
Birleşmiş Milletler’in<br />
geçmişindeki lekelerden birtanesini<br />
sunmak yersiz olmaz.<br />
Bu sebeple gözlerimizi Terry<br />
George’nin Toronto Film<br />
Festivali “seyirci”ödülünü alan<br />
ve üç ayrı dalda Oscar’a aday<br />
olmuş 2004 yapımlı bir film<br />
olan Hotel Rwanda’ya çeviriyoruz.<br />
Film Kanadalı, İngiliz, İtalyan<br />
ve Güney Afrikalı firmaların<br />
ortak çalışması olmasına rağmen<br />
ülkelerine yaptıkları bu<br />
eleştirilerle seyirci sempatisini<br />
kazanmıştır -ki zaten bu yüzden<br />
ödüle layık görülmüştür.<br />
Gösterimin başlangıcında<br />
ülkedeki kaotik durumun çözümlenmesi<br />
filmi daha da an-<br />
51<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
NİDA URMUÇ<br />
laşılır kılacağı için bu ortamı oluşturan<br />
tarihsel sürece bir göz atalım.<br />
I.dünya savaşı sonrası Rwanda<br />
yönetimi Belçika’ya verilince bu<br />
sömürgeci devlet bölgedeki kontrolü<br />
sağlamak adına “yönetenler”<br />
ile “yönetilenler” arasında farklılıklar<br />
oluşturmaya çalışır. Bunun için de<br />
insanoğlunun geçmişten günümüze<br />
her daim kolaylıkla yutacağı<br />
“üstün ırk” yalanını halka aşılamaya<br />
çalışır, aynı ulustan yapay iki ulus<br />
meydana getirir. Neden mi yapay?<br />
Çünkü insanları mantık dışı kriterlerle<br />
kimliklere ayırmışlar, göz<br />
bebeklerinin büyüklüğüne, burun<br />
inceliğine kadar ölçmüş, zarif yapı,<br />
uzun boy, açık ten gibi fizyolojik<br />
güzelliğe sahip olanları Tutsi (azınlık,ayrıcalıklı<br />
taraf) olarak diğerlerini<br />
ise Hutu (çoğunluk,hor görülen<br />
taraf) olarak kaydetmişler. Bazen de<br />
10 inekten fazlasına sahip Hutu’ları<br />
da Tutsi adını vermişler.<br />
Tutsileri Hutulara karşı üstün ırk<br />
ilan edip yönetimden üniversite<br />
alımlarına, sosyal haklardan hasta<br />
kabul sırasına kadar bir çok alanda<br />
Hutu’ları mahrum bırakmışlar.<br />
Ama gün olur devran döner hesabı<br />
1950’lerden sonra özgürlükçü<br />
akımların güç kazanmasıyla Belçika<br />
politikası tam tersine döner, bu kez<br />
tüm ayrıcalıklar Hutu’lara verilir.<br />
Yerel seçimlerde iktidar olan Hutu’lar,<br />
başrol P.Rusesabagina’nın da<br />
belirttiği gibi içlerindeki “nefret” ile<br />
Tutsi’leri katletmeye başlarlar. Bu<br />
katliam için kurdukları yerel-yarı askerî<br />
örgüt olan “interahamwe” tüm<br />
Tutsi’leri Çin’den getirilen 5-10 cent<br />
lik palalar ile doğramaya, evlerini<br />
yağmaladıktan sonra yakıp yıkmaya<br />
başlar hatta Tutsi’lerin cesetlerini<br />
yiyen köpeklere de tahammül edemez<br />
onları bile katlederler.<br />
Tüm bu yaşanmışlıkları içeren<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
52
HOTEL RWANDA<br />
filmin ana karakteri başkent Kigali’deki ünlü bir otel müdürü olan Hutu kökenli<br />
Paul Rusesabagina’dır. Paul her ne kadar siyasetten kaçınsa da eşinin Tutsi olmasi<br />
işleri sarpa sarar. Örgüt katliamlara başladığı vakit Rusesabagina ailesinin<br />
Tutsi komşuları hayata tutunmak için çareyi bu merhametli aileye sığınmakta<br />
bulur. Başlangıçta sadece ailesini korumak isteyen Paul insanlığın masum bakışları<br />
karşısında otelini tüm komşularına, Tutsi ve Hutu mültecilerine, yetimhane<br />
çocuklarına açar. Bu ünlü oteli adeta mülteci kampına çevirir, türlü zeka<br />
oyunlarıyla BM askerleri gelene dek zaman kazanmaya çalışır. BM askerleri<br />
geldiğinde ise kendi vatandaşlarını ayıklayıp kurtarırken geri kalanları resmen<br />
ölüme terkederler. Yaşamlarının hiçe <strong>sayı</strong>lması karşısında oteldeki herkese şu<br />
konuşmayı yapar Paul:<br />
-Bizi yalnızca bizler kurtarabiliriz. Yurtdışındaki tanıdıklarınıza haber verip<br />
sanki ellerini tutuyormuşcasına veda edin. Eğer bu eli bırakırlarsa öleceğimizi<br />
bilsinler ve yaptıklarından utansınlar.<br />
53<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
NİDA URMUÇ<br />
Çeşitli ülkelere yapılan çağrılar, telefonlar görüşmeleri, ağlamaklı mektuplar<br />
işe yarar. Oteldekilerin yakınları onların vedaya uzanan ellerini bırakmazlar.<br />
Paul’un da yetkili dostlariyla temasa geçmesi sonucu yaklaşık 1268 mültecinin<br />
hayatı kurtulur.<br />
Belgesel tadındaki bu film günümüzdeki hiçbir savaşı yabancılık çekmememiz<br />
gerektiğinin bir kanıtıdır. Sorunlar da sonuçlar kadar aynıdır. Birileri<br />
ülkenize göz diker, istediğini alana kadar türlü yalanlarla kargaşa çıkartır. İstediğini<br />
aldıktan sonrası ise küçük bir “özür dilemektir”.<br />
İYİ OLMAK İSTEYEN ÖNCE KÖTÜ OLDUĞUNU KABUL ETMELİDİR.<br />
Günümüz medyasına baktığımızda sözde insan hakları savunucusu olan<br />
bu devletler bu tarz çalışmalarla yaptıkları özeleştiri sonuçlarını çöpe atmış<br />
olmalılardır ki Ortadoğu’da acı ve gözyaşına karşı gösterdikleri duyarsızlık<br />
açıklanabilsin.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
54
MAKALE<br />
SİBEL AK<br />
GEÇMIŞIN<br />
GELECEĞE<br />
BIRAKTIĞI<br />
IZLER<br />
İZ BIRAKMA, KALICI OLMA YA<br />
DA RUHUN MADDEYE DOKUNUŞU<br />
OLAN SANAT, INSAN FITRATINKI<br />
GÜZELLEŞTIRME ARZUSUNUN TE-<br />
ZAHÜRÜDÜR. Bu heyecanla yapılan<br />
ürün muhatabında aynı duyguları<br />
uyandırdığı için sanat eseridir. Sanat,<br />
öğretilerin ve algıların ötesinde bilim<br />
ve mantık kurallarına uymayan,<br />
bambaşka gerçeklerin var olduğunun<br />
göstergesidir. Duyguların pusulasıdır<br />
sanat.<br />
MANEVIYAT VE INANÇ, DÜNYA<br />
TARIHI BOYUNCA HER UYGARLIK-<br />
TA SANATIN ANA KAYNAKLARIN-<br />
DAN BIRI OLMUŞTUR. Sanat, salt bir<br />
süsleme aracı olarak nitelendirilmemelidir.<br />
Doğada var olan nesnelere<br />
sembolik anlamlar katarak yeniden<br />
şekillendirilmiş ve etkili görsel bir<br />
ifade dili olarak kullanılmıştır. Bu süsleme<br />
şekilleri bazen dinî tasvir biçimi<br />
de kazanmıştır. Sanat, muhatabında<br />
beğeni, tesir, estetik güzellik ve haz<br />
gibi duyguları uyandırır. Toplumların<br />
kendine özgü sanatı ifade ediş şekli<br />
kültür ve inanç yapısına göre biçimlenmektedir.<br />
Her millet kendi sanat<br />
tarzını yaşadığı coğrafyanın şartlarına<br />
uygun bilgi, inanç ve tecrübeleriyle<br />
oluşturur. Bu özellikleriyle topluma<br />
yön verebilme etkisi olan sanatın,<br />
önemi ve gücü daha iyi anlaşılır.<br />
Kutsal mekânlar sanatın inkişaf ettiği,<br />
işlevsel olarak kullanıldığı alanlardır.<br />
İslâm mimarisinde her malzemeye<br />
sanatsal bir özellik kazandırılmıştır.<br />
Mihrap ya da minber için taş, mermer<br />
ve ahşap üzerine en güzel motifler<br />
işlenmiştir. İnşaata kullanılan sıradan<br />
malzemeler artık bulunduğu yere<br />
yakışan bir sanattır. Sanatıyla hemhal<br />
olan sanatkâr alçı sıvanın üzerine birbirinden<br />
güzel desenleri nakşetmiştir.<br />
O dönemde hat, tezhip, minyatür gibi<br />
ürünler belki de “sanat” olsun gayesiyle<br />
yapılmamıştır. “Ahsen-i takvîm”<br />
üzere yaratılmanın şuurunda olan<br />
Müslüman, etrafında ki eşyanın da<br />
aynı değerde olmasını ister. Ona ve<br />
inancına yakışan budur. Ruhunda yaşadığı<br />
letafetin tezahürünü maddeye<br />
mana katarak göstermektedir. Böylesi<br />
güzelliklerle muhatap olan cemaatin<br />
her biri ruhanî sanat okulunun<br />
55<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
SİBEL AK<br />
talebeleridir. Bu incelikleri kendi hayatında da<br />
arzu etmez mi? Suyunu saklamak için koyduğu<br />
çamur ibriği, sofra olarak kurduğu bakır siniyi,<br />
ahşap kaşığının sapını ya da kapısının tokmağını<br />
süslemez mi? Estetik zevkin cazibesine kapılan<br />
insan bu beğenisini yaşamına da yansıtır. İnsan<br />
emeği ve alın terinin değdiği eşyaya kendi<br />
özünden de bir kıymet geçer. Bu nedenle bunları<br />
hazine bilinip evladına miras bırakmış olan<br />
nesle minnettarız.<br />
TOPLUMLAR KÜLTÜREL SEVIYELERINI<br />
ÜRETTIKLERIYLE ORTAYA KOYMAKTADIR. Bu<br />
sanat eserleri geleceğe bırakılan izlerdir. Tarih<br />
boyunca insanoğlu varlığının değerlerini nesillere<br />
aktarmanın en etkili ve kalıcı yollu olarak<br />
sanatı seçmiştir. Medeniyet inşa eden toplumların<br />
kalıcı olabilmesi için kendi kültürüne ait<br />
eserleri olması gereklidir. Bütün uygarlıklarda<br />
devlet idarecileri sanatkârı himaye ederek<br />
sanatın gelişimini desteklemişlerdir. Osmanlı<br />
padişahları sarayda nakkaşhaneler kurdurmuş,<br />
bu sayede yeni talebelerin yetişmesine vesile<br />
olmuştur. “Ağaç yaşken eğilir” misali çocuk<br />
denecek yaşlarda sanata başlanmasına önem<br />
verilmiştir. Talebeler kısa bir müddet sonra ustalık<br />
mertebesine ulaşmaktadır. Bu sanatkârların<br />
geliştirdikleri üslupla, saray, köşk, ibadethane,<br />
han, hamam, köprü, çeşme gibi çeşitli mekânların<br />
tezyîn edilmesine önem verilmiştir. Bu<br />
mimarî alanlara yapılan tezyînatlar sayesinde<br />
sanat, belli bir zümreye ait olmaktan çıkıp topluma<br />
mâl olmuştur.<br />
GÜNÜMÜZDE MÜZE GIBI ÖZEL MUHAFA-<br />
ZALI YERLERDE GÖRDÜĞÜMÜZ ÜRÜNLERIN<br />
GEÇMIŞTE ELDEN ELE DOLAŞAN GÜNLÜK<br />
EŞYALAR OLDUĞU UNUTULMAMALIDIR.<br />
Oysa bugün hızla akan hayatın içerisinde<br />
çağdaş yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışan<br />
insan, bu değerleri anlayabilecek vakit bulamamaktadır.<br />
Medeniyetlerin asimilasyonu altında<br />
kalan toplumlar kendi öz değerleri olan kültürlerini<br />
yitirmektedir. Duygu ve inançta yaşanan<br />
yozlaşmanın tesiri sanata da yansımakta, bu<br />
nedenle bir eğlence aracı olarak görülmektedir.<br />
Her şeyden çok çabuk sıkılma, hızlı tüketim,<br />
ekonomik kaygı gibi nedenlerle sanayi tipi “sanat”<br />
ürünleri ortaya çıkmaktadır. İnsan ruhuna<br />
tenasüp etmeyen bu eserlerin beğeni etkisi de<br />
bir o kadar kısa ve geçici olmaktadır.<br />
Ne hak buyruğun tutarsın,<br />
Ne kul sözün işitirsin.<br />
Hiç bilmezsin mana nedir?<br />
Ne dilde çağırmak gerek?<br />
YUNUS EMRE’NIN BU DIZELERI ANLATMAK<br />
ISTEDIKLERIMIZIN ÖZETI GIBIDIR. Ecdat sanatı<br />
“tefekkür” olarak görmüş, düşünce ve inancının<br />
“lisanıhâli” gibi eserler üretmiştir. Yapılanların<br />
her biri görsel olarak mükemmel <strong>sayı</strong>lmasa<br />
da yüklenen mana ile ruha hitap etmektedir.<br />
Günümüzde hat, tezhip gibi kadim sanatlarda<br />
kaligrafi ve işçilik bakımından kusursuzu yakalama<br />
gayreti yaşanırken, mana ve insanın sanata<br />
kattığı letafet ihmal edilebilmektedir. Bilinmelidir<br />
ki sanat insan ruhunu terbiye etmenin kılavuzudur.<br />
Bu eğitimi başaran sanatkâr maneviyatının<br />
güzelliğini sanat ve yaşantısına aksettirir.<br />
GEÇMIŞTE SANAT, KITAP, ÇINI PANO VE<br />
MEKÂN GIBI ALANLARI SÜSLERKEN GÜNÜ-<br />
MÜZDE SANATSAL BIR OBJE GIBI DEĞER-<br />
LENDIRIP EVLERIMIZDE ÖZEL YERLERDE<br />
SERGILENMEKTEDIR. Her çağda sanatın kendine<br />
özgü mantığı ve tavrı vardır. “Sanatın varlık<br />
sebebi, aynı kalmaz” söylemini kabul etmek<br />
gerekir. Geçmişin mirası olan sanatlar bugünün<br />
anlayışıyla icra edilmektedir. Sanatkâr kendi<br />
üslubunu oluştururken sanatı da zenginleştirir.<br />
Bugün klâsik olarak adlandırılan XVI. yüzyıl tezyinî<br />
sanatının o zaman için modern bir anlayışıyla<br />
uygulandığı görülmektedir. Bu yenilikçi<br />
tavır sayesinde Şah Kulu, Kara Memi gibi isimler<br />
kendi üsluplarını getirmişlerdir. Günümüzde<br />
farklı sanat ekollerinin ortaya çıkabilmesi öncelikle<br />
tüm dönemlerdeki üslupların doğru analiz<br />
edilip, değerlendirilmesiyle mümkündür. Bu<br />
sanatlardaki mana gözetilip, bilgi birikimi ve<br />
yenilikçi yorumlarla yaşadığımız çağın etkisini<br />
eserlerimizde hissettirebiliriz. Muhakeme, zevk,<br />
eleştiri gibi kabiliyetler öğrenim ve yeni tecrübeler<br />
yoluyla geliştirilmelidir. Her yeni kuşağın<br />
bir öncekini aşma gayreti sanatın tekâmülünü<br />
sağlayacaktır.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
56
ROPÖRTAJ<br />
SAFİYE GENÇ<br />
KRİZALİTLER<br />
Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri<br />
cebinde tırmanmamıştır.<br />
(Konfüçyüs)<br />
Hiçbir başarı tesadüf değildir. Doğduğumuz<br />
anda başlarız çabalamaya,<br />
öğrenmeye. Önce bakmayı öğreniriz<br />
sonra görmeyi, ilk adımı atmak<br />
için ilk önce emeklemesini öğrendik<br />
sonra düşmesini düşüp ve ayağa<br />
kalkmasını…<br />
Hayatımızın her anında, gerçekleşmesini<br />
istediğimiz ideallerimizin,<br />
günlerdir, yıllardır peşinde koştuğumuz<br />
amaçlarımızın belki de birçoğunda<br />
mutlaka bir zorluk çıktı karşımıza.<br />
Hedeflerimize, arzularımıza ya<br />
havlu atıp pes edip elveda diyeceğiz<br />
ya da beni öldürmeyen şey güçlendirir<br />
diyerek yeni çıkış yollarını denemek<br />
için elimizden gelenin en iyisini<br />
yapacağız ve gayrısını yardana bırakıp<br />
başka kapıların açılmasını bekleyeceğiz.<br />
Karar sizin!<br />
Bu köşemizi, asla pes etmeyen,<br />
almış olduğu her bir ödülün, takdirin<br />
hakkını veren, yapmış olduğu çalışmalarla<br />
örnek bir birey olan Fiziksel<br />
Engelliler Derneği başkanı İsmail<br />
Şentürk ile yapmış olduğumuz röportaja<br />
yer ayırdık.<br />
İsmail Bey’e ilk sorum Fiziksel<br />
Engelliler Derneğinin kuruluşu oldu.<br />
Batı Karadenizin kömür kokan ili<br />
Zonguldak’ın 200 bin nüfuslu Ereğli’sinde<br />
böyle bir derneğin varlığı<br />
şaşırttı ve bir o kadar da memnun<br />
etti beni.<br />
- Ben 1987 yılında Ereğli Demir<br />
Çelik Fabrikalarının Yüzme Takımında<br />
yüzerken sakatlandım. Ankara’da 7 ay<br />
fizik tedavi merkezide tedavi gördüm<br />
orada bir medikal firmasından sipariş<br />
üzerine bir tekerlekli sandalye aldım,<br />
o sandalye 9-10 yıl sonra eskidi fakat<br />
o yıllarda Ereğli’de tekerlekli sandalye<br />
satan firma yoktu. Yeni bir sandalye<br />
almak için Abim ile birlikte İstanbul’a<br />
gittik, benim kullanacağım tekerlekli<br />
sandalyenin sırtı yatacak, kolları çıkacak<br />
gibi bir takım özellikleri olması<br />
gerektirdiğinden dolayı özellikli<br />
sandalye aramaya başladık fakat biz<br />
istemiş olduğum tekerlekli sandalyeyi<br />
İstanbul da bulamadık. Bizi en son<br />
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şişli<br />
45 57<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
SAFİYE GENÇ<br />
Fiziksel Engelliler Vakfına gönderdiler. Orası da<br />
bir gün sonra tekerlekli sandalye dağıtacaklarmış,<br />
biz abimle bir gün kaldık sandalyeyi<br />
verdiler ama benim istediğim özellikleri karşılamıyordu<br />
fakat ben bu derneğin çalışmalarından<br />
çok etkilendim, Ereğli’de buna benzer bir<br />
derneğin kurulmasını, engellileri bir çatı altında<br />
toplamak, sorunlarının çözülmesi, dertlerin<br />
paylaşılması amacıyla derneği kurmaya niyetlendik.<br />
Kaldı ki, o yıllarda lise öğrencisiyim ve<br />
engellilik konusunda şimdiki kadar bilgim yok.<br />
Derneğin kuruluş tüzüğünü vs. aldım inceledim<br />
ve engellilerin hizmet alabilecekleri, eğitim<br />
görecekleri bir yer olarak 19 Mayıs 2001’de<br />
hizmete açıldı.<br />
O zamanlar tabi şimdiki kadar engelli yok tabi,<br />
- Onunla ilgili de bir anımı da şöyle anlatacağım.<br />
Ereğli’de o zamanlar engelli aracı olan bir<br />
kişi vardı, dönemin Kız Yetiştirme Yurdunun<br />
Müdürü Ahmet Hasan Eroğlu. Aracını durdurup<br />
dernek kurmak istediğimi ona da anlattım,<br />
kendisi de katılmak istedi, çevresindekilere<br />
de paylaşarak derneği kurduk. ‘kurucusu ben<br />
olsam da dernek başkanı ben olmak istemedim<br />
çünkü o zamanlar asansörü olmayan<br />
bir evin 4’üncü katında oturuyordum, dernek<br />
faaliyetleri sorumluluk ve hizmet esaslı olduğu<br />
için benim her gün derneğe gidip gelmem zor<br />
olurdu, başkan olmayı istemememin yanında<br />
kendi ticari işletmemi kurmak istememde<br />
etkendi. Yönetim Kurulu benden başkanlık<br />
görevini 6 aylığına yapmam için ısrar edince<br />
bende kabul ettim. O tarihte başkonsolos<br />
büyüğüm beni Almanya’ya daveti üzerine<br />
Almanya’ya gittim. Almanya’ya gitmek benim<br />
için engelliler konusunda bana çok kazandırdı.<br />
Gittiğim yer Almanya’nın 3.5 milyon nüfuslu<br />
Hannover şehri idi, İstanbul’un dörtte biri idi fakat<br />
o dönemde İstanbul’daki engellinin 30 katı<br />
engellinin sokaklarda olması idi. Ben bir anda<br />
tüm şehrin engelli olduğunu sandım. Halbuki,<br />
nedenini araştırdığımda şehrin alt yapısı, tren<br />
metro vs. tüm şehir engelliler için tasarlanmış.<br />
Haliyle de engellinin sokağa çıkmasında bir<br />
sorun yok.<br />
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?<br />
İsmail Şentürk kimdir? Ne işler yapar? Hobile-<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
46 58
KRİZALİTER<br />
ri, uğraşları<br />
- 1970 Ereğli doğumluyum. Ereğli Lisesi’nde<br />
okurken ve aynı zamanda Ereğli Demir Çelik<br />
Fabrikaları yüzme takımındayken 1987’nin<br />
yazında sığ suya balıklama atlarken mesafeyi<br />
ayarlayamadığımdan sakatlandım, burada altını<br />
çizeceğim önemli husus şudur. Ben asıl darbeyi<br />
atladığımda değil taşınırken aldım. Kaza<br />
geçiren bir kişinin taşınması çok önemli Ankara’ya<br />
doktora gittiğimde doktorum bana seni<br />
bana getirirken boynuna ıslak havlu ile sarıp<br />
hareket ettirmeden getirseler bugün yürüyordun<br />
dedi. İlk kaza geçirdiğimde Ereğli Devlet<br />
Hastanesi acile gittiğimde doktor beni oturtturmaya<br />
çalıştı hâlbuki benim boynum kırılmış,<br />
doktorun tedavi etmesi gereken yerde benim<br />
sakatlığımı 5’e 10’a katlanmıştı. İsmail Şentürk,<br />
emekli, gezmeyi seven çalışmayı seven biri,<br />
tabiatla birlikte olmayı, kuş sesini, börtü böceği<br />
severim. Kent yaşamı bana göre değildir.<br />
Başınızdan geçen talihsiz olayı anlatır mısınız?<br />
Talihsizlik mi dikkatsizlik mi? hiç bu<br />
duruma şükrettiğimiz oldu mu?<br />
- Başımdan geçen en talihsiz olay sakatlanmış<br />
olmamdı ama bu ne talihsizlik ne de dikkatsizlik<br />
“bilinçsizlik” idi. Bizlere okulda bir sürü bilgi<br />
öğretiyorlar fakat bugün ülkemizde lise mezunu<br />
olup halen sunî teneffüsü bilmeyen, halen<br />
acil yardım ilk müdahaleyi bilmeyen, sığ suya<br />
balıklama atlayarak sakat kalınacağını bilmeyen<br />
insanlar var. Kimse evinden çıkarken sakatlanıp<br />
geri dönmek için çıkmaz, böyle bir şey kişisel<br />
tercih olamaz. Bu konuda bilinçlendirme<br />
gereklidir.<br />
Almış olduğunuz ödüller nelerdir? Özellikle<br />
fair-play ve girişimcilik ödüllerinize değinmenizi<br />
istiyorum.<br />
2003 yılında yapmış olduğum çalışmalardan<br />
dolayı dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan<br />
“Başbakanlık Onur Ödülü”,<br />
2013 Türkiye Fair Play Ödülleri Jürisi tarafından<br />
‘’SPORTİF TANITIM DALI BÜYÜK ÖDÜLÜ’’<br />
2007 yılında Süleyman Demirel’den “Engellilerde<br />
Yılın Yöneticisi” ,<br />
Platin Dergisi, Üzeyir Garih Anısına düzenlemiş<br />
olduğu “Dünya Genç Girişimci İş Adamı<br />
Önderlik Ödülü”,<br />
Junior Chamber International, Türkiye’nin 10<br />
Başarılı Genci Yarışması Jüri Özel Ödülü, bu 10<br />
kişi arasında tek engelli bendim.<br />
Almış olduğum bu ödüllerin haricinde almış<br />
olduğum farklı bir ödül var. Ben burada deplasmanlı<br />
süper amatör ligde mücadele eden<br />
Ereğli Karadeniz Spor’a kulüp başkanlığı yaptım<br />
1,5 yıl. 30’a yakın sporun tüm ihtiyaçlarını<br />
karşıladık. 2014 yılında Türkiye Milli Olimpiyat<br />
Komitesi beni aradılar ve o yıl büyük ödülü<br />
bana Beşiktaş’ın efsanevi başkanı Süleyman<br />
Seba ile bana böldüler.<br />
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Fair-<br />
Play Üniversiteler Kervanı 2016 ödülü.<br />
Taraftar forması dikmişsiniz, nasıl oldu kimin<br />
aracılığıyla başladığınız?<br />
- Derneğimizde engelliler için istidam amaçlı<br />
kurduğumuz bir tekstil atölyemiz vardı, dün<br />
gömleğinin düğmesini dikemeyenler burada<br />
gömlek yada iş kıyafeti dikebilir hale geldiler.<br />
Çevre ilçedeki bir tekstil firması Junventus ve<br />
Milana taraftar forması dikecekti. Bunun 20.000<br />
kadarını ücrete mukabil bizden dikmemizi istedi<br />
Taraftar formamız ve taraftar kaşkolu öykümüz<br />
bundan ibarettir.<br />
Gençlere tavsiyeleriniz ne söylemek istersiniz?<br />
- Her ne yapıyorsanız yapın en iyisini yapın,<br />
yapmış olduğunuz işin en iyisini yapın, hakkını<br />
verin. Geçenlerde yakın bir dostum olan İshak<br />
Alaton’un cenazesine gittim. Hayattayken<br />
kaynakçılık yapmaya İsveç’e çalışmaya gidiyor,<br />
gündüz çalışıp akşam Teknik Resim okuluna<br />
gidiyor. İki yıl sonra teknik resim okulunu bitiriyor<br />
ve çalıştığı fabrikaya teknik ressam olarak<br />
devam ediyor. Kendinizi geliştirin her ne anlamda<br />
olursa olsun.<br />
Toplumumuz engel ve engelliliği bir birine<br />
59 47<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
SAFİYE GENÇ<br />
çok karıştırmakta. Aslında bana göre kimse<br />
engelli değildir. Sadece bazı şeyleri yapma<br />
kısıtlılığı söz konusu. Bu durumda herkes için<br />
geçerli fakat her birimiz hayatımızda engellerle<br />
karşılaşmaktayız. Peki ya siz, engel ve<br />
engellilik hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />
- Türk toplumu, İslam’dan beslenen bir toplum.<br />
İslamiyet engelliler, dezavantajlılar, yetimler,<br />
yaşlılara karşı sizi merhametli kılıyor. Bu yüzden,<br />
toplumumuz engellilere ve dezavantajlılara<br />
merhamet etmekle iyi bir şeyler yaptığını<br />
zannediyor hâlbuki bu kısa vadeli çözümler<br />
uzun vadede iyi olmuyor. Herkesin yapabileceği<br />
bir iş vardır ve kabiliyetlerine göre iş<br />
verilmeli, mekânların erişilebilir olması sağlanmalıdır.<br />
Günümüz teknolojisinin bu kadar<br />
ilerlediği bir dönemde bizlerin erişilebilirlik<br />
konusunu aşmamız gerekiyordu. Engellilere<br />
İstihdamda, Eğitimde, Sağlıkta, Siyasette her<br />
alanda imtiyazlar verilmesini istiyoruz. Kanada<br />
da engeli olmayan öğrenciler 50 ile geçerken,<br />
engelliler 40 not ortalaması ile geçiyor. Pozitif<br />
ayrımcılık olmalı. Mecliste 550 Milletvekili var,<br />
Türkiye nüfusunun %12’si engelli olduğu halde<br />
meclisin %12’si engelli değil, aynı durum<br />
kadın milletvekilleri için de geçerli kadın nüfus<br />
oranına göre çok az. Mecliste çocuklarla ilgili<br />
bir karar verileceği zaman bunu en iyi kadınlar<br />
anlar. Bu arada siyaset konusunda da teklifleri<br />
değerlendiriyoruz.<br />
Devletimizin engelliler için yapmış olduğu<br />
çalışmaları yeterli görüyor musunuz? Halk<br />
olarak üzerimize düşen sorumluluklar ve<br />
ödevler nelerdir?<br />
- Halk olarak sorumluluklar, engellilere lütfen<br />
acımasınlar imkân tanısınlar önlerini açsınlar.<br />
Sosyal alanda, eğitim alanında önlerine çıkan<br />
sorunların çözülmesinde yardımcı olsunlar.<br />
Türkiye’de eskiden insanlar engelli yakınlarını<br />
sokağa çıkarmaktan utanıyorlardı ve engelli<br />
bireylere tüketici gözüyle bakıyorlardı. Günümüzde<br />
ise engelliler için, yaşlılar için 800TL<br />
(sekizyüztürklira) bakım parası vermektedir.<br />
Engelli bireylerin bütçeye katkısından dolayı<br />
ekonomik yoksunluk içerisindeki evlerde engelliler<br />
1.sınıf üretici aktör haline geldi. Bundan<br />
dolayı devletimize minnettarız. Engelli bireylerin<br />
istihdamı düne kadar %3 idi bugün %4’e<br />
çıkarıldı. Özel sektörde ise bu oran %3’tür, bu<br />
orana uymayan firmalara ödenecek ceza 2.211<br />
Tl.(iki bin iki yüz on bir türk lirasıdır).<br />
İstihdam ve ulaşım konusunda şartların biraz<br />
daha iyileştirilmesini bekliyoruz. Özellikle<br />
engelliler şehirlerarası yolculuklarında toplu<br />
taşıma araçlarından neredeyse hiç yararlanamamaktadırlar.<br />
1 Temmuz 2005 yılında,<br />
Cumhuriyet tarihimizde ilk defa engelliler için<br />
kanun çıkarılmış olmanın Cumhuriyetimizin<br />
kuruluşundan bu yana ilk defa engelliler için<br />
kanun çıkarılması, engelliler için bir devrim<br />
niteliğindedir. Devletimizden yapmış olduğu<br />
bu çalışmaları ilerletmesini ve bu süreçte hükümetimizden<br />
alacağı kararlardan engelli Sivil<br />
Toplum Kuruluşlarından görüş almalarının da<br />
faydası olacağına inanıyoruz.<br />
Bu anlatılanların dışında bahsetmek istedikleriniz<br />
var mi?<br />
- Olayı her iki tarafı için değerlendiriyorum.<br />
Engelliler içinde bulunduğu engel durumunu<br />
engelli olmayan bireye karşı bir yaptırım aracı<br />
olarak kullanmasın, imkân tanınmasını istesin,<br />
önünün açılmasını istesin, eğitim alamıyorsa<br />
eğitim alma hakkı istesin, çalışmak istiyorsa<br />
istihdam hakkı istesin, sağlık konusunda bir<br />
sıkıntısı varsa onu talep etsin ama durumunu<br />
kullanmasın. Tolumda, engellilere acımak yerine<br />
imkân tanınsın. Şunu istemiyoruz, burada<br />
engelliler için sinema yapıldı denmesini istiyoruz.<br />
Engelli ve Engelsiz bireylerle bütün<br />
yaşam alanlarını paylaşmak istiyoruz. Bunun<br />
içinde önümüzdeki engellerin kaldırılmasını,<br />
önümüzdeki engelleri kaldırmayanları engelli<br />
olarak görüyoruz.<br />
- Şuanda Batı Karadeniz Bölgesinde sadece<br />
Kdz.Ereğli’deki yaşayanlar halk otobüslerini ücretsiz<br />
kullanıyorlar. Bizler faaliyetlerimizi gelen<br />
talep doğrultusunda belirliyoruz. Bizlerin dernek<br />
olarak yapacakları sınırlı maalesef. Biz bu<br />
şehirde, gelişmiş herhangi bir Avrupa şehrinde<br />
engelliler için ne varsa o olsun istiyoruz.<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
60 48
SOSYAL<br />
SORUMLULUK<br />
PROJELERİ<br />
OYSA BÜTÜN GAYEMİZ<br />
BİR TEBESSUME VESİLE<br />
OLABİLMEKTİ<br />
SİZLERDE SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİMİZE<br />
DESTEK VERMEK İSTERSENİZ BİZLERLE İLETİŞİME GEÇİN.<br />
55 61<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ<br />
<strong>kusva</strong>.org 56 62
15<br />
TEMMUZDA<br />
KİM, NE<br />
DEDİ?<br />
63<br />
<strong>aralık</strong> ‘16
15 TEMMUZDA KİM, NE DEDİ?<br />
<strong>kusva</strong>.org<br />
64
15<br />
TEMMUZDA<br />
KİM, NE<br />
DEDİ?<br />
65<br />
<strong>aralık</strong> ‘16