28.11.2016 Views

kusva aralık sayı

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

KUSVA Gençlik Hareketi<br />

Adına İmtiyaz Sahibi<br />

Burak AK<br />

Yayın Koordinatörleri<br />

ve Yayına Hazırlayanlar<br />

Emine HACHİU<br />

Furkan GÜR<br />

Nida URMUÇ<br />

Rabia KOYUNCU<br />

Ömer BAKKALOĞLU<br />

Düzeltmenlik<br />

Uğur MAMATİ<br />

Fatih KURU<br />

Yusuf HACICAFEROĞLU<br />

Mehmet Sabit GÖKTAŞ<br />

İletişim Bilgileri<br />

bilgi@<strong>kusva</strong>.org<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

Kusva dergisinde yazıların<br />

sorumluluğu yazanlara aittir.<br />

Sibel Ak’a, Emre Metin’e, Safiye Genç’e, İrşad Muhammed Korkmaz’a, Samet Kal’a,<br />

Beyza Gür’e, Burak Şen’e, Oğuzhan Eraslan’a, Orkun Şahın’a,<br />

Hüsnü Kanber’e, Behlül Alp’a, Mihriban Ceylan’a, Muhammet Yetimoğlu’na,<br />

Halit Turgut’a desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.<br />

EDİTÖR’DEN<br />

Gençlerin dergide yer alan güncel konuların incelenmesi, değerlendirilmesi ve önerilerde bulunması bulunduğu<br />

toplumun parlak bir geleceği olacağının tartışmasız bir göstergesidir. 15 Temmuz gibi olaylara<br />

karşı özellikle de gençlerin sesinin yükselmesi onların tepkisiz, nötr, herşeyi sergilendiği gibi kabul eden<br />

bir kesim olmadıkları apaçık görülmektedir. Dergide yer alan yazılarda Türkiye gelecekte güvenli ellerde<br />

olacağı, başarılı bir şekilde yönetilmesi, siyaset, ekonomi, sosyal refahın artması gibi konularda yapısal<br />

reformların devamının getirileceği bir ülke haline geleceği anlaşılmaktadır. Bizim en önemli silahımız<br />

“kalem” dir. Herkes bunun bilincinde olacağı zaman o toplumda çözülemeyecek sorunlar kalmayacaktır.<br />

Emine Haciu<br />

<strong>kusva</strong>.org


MAKALE<br />

BURAK AK<br />

BiR<br />

GENÇLiK<br />

İnsanoğluna <strong>sayı</strong>lı günler halinde lütfedilen en kıymetli nimet gençliktir.<br />

Akıllı bir insan, bu kıymetli ve sınırlı imkanı en güzel şekilde geçirmenin<br />

yollarını aramalıdır. Gençliğin kıymeti ihtiyatlılıkla anlaşılır. İmam-i<br />

Rabbani Hazretleri ne güzel söyler “ Vakitlerin en şereflisi olan gençlik<br />

çağı, en faziletli ameller için harcanmalıdır.”<br />

Bizler de hayal ettiğimiz gelecek için gençliğini ülkesine, ümmetine<br />

hizmet yolunda feda etmeye hazır gençleriz. Ülkemizde ve dünyada<br />

yaşanan sorunlara kayıtsız kalamayız. Daha iyi nasıl olur? Doğru hedefe<br />

nasıl ulaşırız? Endişesini taşıyoruz. Oku! Emriyle başlayan bir dinin mensupları<br />

olan bizler bilgiye nasıl ulaşacağımızı unutmuşuz. Büyük bir kültür<br />

yozlaşması yaşıyoruz. Kitle iletişim araçları kullanılarak dinimize, kültür<br />

yapımıza yakışmayan davranış ve tutumlar yaygınlaştırılmakta. Bizi biz<br />

yapan kültürel yapımız asimile oluyor. Öz kimliğimizi, değer yargılarımızı<br />

kaybetmemiz bu toplumun çöküşü demektir.<br />

Öyleyse değer nedir? Herhangi bir şeyin rayiç bedelimidir sadece?<br />

Elbette ki değildir. Herkese göre aynı olan asli ve herkese göre değişebilen<br />

izafi olarak iki şekilde değer algısı vardır. Bir şeyin asli değeri, onun<br />

bizatihi kendi değeri olmasına karşılık, izafi değeri de onun herkese göre<br />

değişen değerini teşkil eder. Bunu bir misalle şöyle açıklayabiliriz: Yüz lira<br />

satın alma gücü bakımından herkes için aynıdır, değişmez. Fakat bu aynı<br />

paranın şu veya bu kimse için ifade ettiği değer aynı değildir.<br />

İzafi değer, insanların o değerin konusu olan varlığa sahip olabilmeleri<br />

5<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


BURAK AK<br />

için sarf ettikleri emek, yaptıkları fedakarlıklarla<br />

orantılı olarak değişir. İzafi<br />

değer aynı zamanda bir varlığın ruhsal,<br />

toplumsal, ahlaksal ya da güzellik<br />

yönünden taşıdığı düşünülen yüksek<br />

ya da yararlı niteliklerin de ölçüsüdür.<br />

Örnek vermek gerekirse eline miras<br />

yolu ile geçen milyonları birkaç senede<br />

tüketen kimseler, bu akıl almaz israfı<br />

onu kazanırken alınları terlemediği<br />

yorulup yıpranmadıkları için yaparlar.<br />

Şayet bu parayı kazanırken buna gerektiği<br />

gibi emekleri geçmiş olsa idi birkaç<br />

yılda böylesine çarçur etmezlerdi. Daha<br />

doğrusu edemezlerdi. Çünkü o parayı<br />

kazanırken zorluğunu görmüş, bedelini<br />

ödemiş olacaktılar.<br />

Netice itibariyle, dikkat edecek olursak,<br />

ister anne ile evlat arasındaki<br />

münasebet olsun, isterse insan ile para<br />

veya her hangi bir mal arasındaki ilişki<br />

olsun, bunların hepsinin değeri ancak<br />

verilen emekle eş değer olarak değişir.<br />

Hal böyle olunca ülkemizin ve İslam’ın<br />

bizlerin gözünde ki değerinde<br />

de bu esas geçerli oluyor. Ülkemizin ve<br />

bizleri şereflendiren İslam’ın kıymetini<br />

bilmiyoruz. Çünkü kazanmak için bir<br />

bedel ödemedik. Doğduğumuz gün<br />

nüfus kâğıdımızda “Dini: İslam” ibaresi<br />

yerleştirildi. Yaşamımız boyunca özgürce<br />

ibadetlerimizi yerine getirebildik.<br />

Dinimiz için bir zorluk çekmedik, zahmetini<br />

yaşamadık bir nevi az önce vermiş<br />

olduğum örnekte ki gibi mirasyedi<br />

konumundayız. Bedelini ödemediğimiz<br />

için, yeterince sahip çıkamıyor, bizlere<br />

bırakılan bu mukaddes mirasın kıymetini<br />

bilmiyoruz.<br />

Bizler, mirasyedi olmamak, bırakılan<br />

mirasa sahip çıkmak ve hak ettiği kıymeti<br />

verebilmek amacıyla bu yola baş<br />

koyduk. Ve yol arkadaşlarımızla birlikte<br />

gençliğe hizmet edecek olan Kusvâ<br />

Gençlik Hareketi’nin temelini attık.<br />

Neden mi bizler gençliğin durumunu<br />

kendimize dert edindik? Türkiye genelinde<br />

ki gençlerimizin sadece yüzde<br />

beşinin sivil toplum kuruluşlarında<br />

gönüllü görev aldığını biliyor muydunuz?<br />

Sosyal sorumluluk projelerinde<br />

çalışmayan, dünyada olup bitenden<br />

habersiz, farkındalık duygusundan yoksun<br />

gençlerimiz ne yazık ki bilgisayar<br />

oyunu başında ya da sokaklarda zamanlarını<br />

öldürdüğünü görüyoruz. İşte<br />

bizler, kendi kurdukları hayali dünyayı<br />

yıkmalarını sağlamak ve pencerelerinin<br />

ötesindeki gerçek dünya ile tanışmalarına<br />

tanıklık etmek istiyoruz. Bu tehlikenin<br />

farkında olarak her geçen gün<br />

başka bir genç kardeşimize ulaşmak<br />

gayesindeyiz.<br />

Bu bilinç doğrultusunda gençlik hareketimize<br />

Kusvâ ismini seçtik. Kusvâ<br />

kelime anlamı olarak varılacak hedef,<br />

son nokta anlamına gelmektedir. Aynı<br />

zamanda Peygamber Efendimiz (s.a.v),<br />

Mekke-i mükerremeden Medîne-i<br />

münevvereye hicreti sırasında onu<br />

sırtında taşıyan devesinin ismidir. Alemlerin<br />

efendisi, İslâm nurunu sırtında<br />

taşımakla şereflenen Kusvâ, Medine’ye<br />

vardıklarında peygamberimiz (s.a.v)’in<br />

müsadesiyle misafir kalacağı evi de tayin<br />

etmiştir. Bugün İstanbul’da medfun<br />

olan Ebu Eyyûb El-Ensarî hazretlerinin<br />

hanesine Allah’ın Resulünü ulaştırmıştır.<br />

Meşakkatli bu kutlu yolculukta doğru<br />

hedefe ulaşan Kusvâ gibi bizde fikri ve<br />

ilmi yönleriyle davayı anlatmak ve en<br />

doğru hedefe ulaştırmak için Kusvâ<br />

Gençlik Hareketi’ni kurduk.<br />

Kusvâ Gençlik Hareketi bünyesinde<br />

farklı projeler yer almaktadır.<br />

Bunlardan en önemlilerinden<br />

bir tanesi de KUSVÂ<br />

Dergisidir. Biliyoruz ve inanıyoruz<br />

ki sözcükler ve kelimeler<br />

dünyayı değiştirebilir.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

6


BiR GENÇLiK<br />

Bizler de alanında uzman genç bir kadro ile birlikte bu yola çıktık ve aylık<br />

fikriyat dergisi olan Kusvâ Dergisini hazırladık. 81 il de teşkilatlanma projemizle<br />

entegreli çalışarak sesimizi bütün Türkiye’ye duyurma amacındayız.<br />

Aynı zamanda yurt dışı teşkilatımız ile birlikte her yılın sonunda en çok beğenilen<br />

yazıları İngilizce’ye tercüme ederek bir çok ülkeye sesimizin ulaşmasını<br />

sağlayacağız.<br />

Sözlerime son vermeden önce Mevlana’nın bir buyruğundan bahsetmek<br />

isterim.<br />

“Ne mutlu o kişiye ki, gençlik günlerini ganimet bilir de kulluk borcunu öder.<br />

Yani dini ve insani vazifelerini yerine getirir. Bedeni sapasağlam iken, yüreğinde<br />

de vücudunda da güç ve kuvvet varken kulluğunu ifa etmek gayreti<br />

içinde olur.<br />

7<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


BURAK AK<br />

“<br />

Zira o gençlik çağı, yemyeşil, ter-ü taze bir bağa benzer.<br />

Bol bol meyveler verir. İhtiyarlıkta beden, çorak toprak<br />

gibi gevşer, dökülür. Çorak bir tarladan da hiçbir vakit hoş<br />

bir bitki yetişmez.”<br />

Tarihimize yön veren, ilmiyle, ferasetiyle hoş bir seda bırakmış olan büyüklerimiz,<br />

biz gençleri bu derece önemserken, bizlerin vazifelerimizi<br />

bilmeyip, gençliğin değerinden bihaber yaşamamız beklenemez.<br />

Burak AK<br />

Kusva Gençlik Hareketi Başkanı<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

8


MAKALE<br />

FURKAN GÜR<br />

GENÇLiK<br />

VE ÖTESi<br />

Öncelikle söze ‘BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM’<br />

(Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla) diyerek başlayalım.<br />

İsminin anlamınında ifade ettiği gibi ‘’KUSVA’’ şuuruyla çıkılmış olan bu<br />

yolda yürümeyi ve neticesinde hedefe varmayı amaç edinip oluşturulan<br />

bu projenin hepimize hayırlı olmasını diliyorum. İlk <strong>sayı</strong>sı çıkacak olan<br />

KUSVA dergisinde nacizane fikirlerimi paylaşmak ve aynı dert ile dertlenip<br />

daha güçlü bir şekilde ilerleyebilmeyi düşünmek gurur verici.<br />

GENÇLİK VE ÖTESİ<br />

Bütün İnsanların en büyük Öğretmeni Olan O Yüce Efendimiz , Her kesime<br />

önem Verdiği Gibi Gençlere Daha Çok önem verdiğini yaşantısında<br />

göstermiştir. Gençlere Öyle şefkatli, sevgi dolu bir yürekle davranmıştır<br />

ve bunun sonucunda Gençler Efendimizin etrafında pervane olmuştur,<br />

ona gönülden bağlanmıştır. Nasıl ki Peygamberimiz Yüce İSLAM davasını<br />

Gençlere anlatmış, bunu Gençler omuzlamış ise bizlerinde bu şuurda bu<br />

yolda davamızı sürdürmemiz gerekmektedir.<br />

İLK AYET ‘’ OKU ‘’<br />

Yüce ALLAH, KUR’AN’I KERİM’in ilk vahyedilen Ayetinde okumamızı<br />

emrediyor. Dinimizin Temelini oluşturan emirleri, öncelikle okuyup anlamamızı<br />

emrediyor. Peki bizler böylemi yapıyoruz ? Okumayan toplumdan<br />

hiçbir hareket, hiçbir gelişim beklenemez. Bu yüzden Kendimize bir<br />

dönüp bakmalıyız. Gerek aile ve gerekse toplumdaki gençlerin durumlarını<br />

bir değerlendirmeliyiz. Nasıl bir gençliğe sahibiz? Unutmayalım ki<br />

nasıl bir gençliğe sahipsek, geleceğimizi buna göre belirleyebiliriz. Her<br />

daim zihnimizi diri tutmalıyız ve İslam davası şuurunu unutmamalıyız.<br />

Kalbimizdeki insanla kafamızdaki iz’anı daimi olarak birliktelik içersinde<br />

9<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


FURKAN GÜR<br />

bulundurmalıyız. Yoksa boşluk içerisinde, kararsızlık ile ne aptığını bilmeyen, bilinçsiz, kırıp döken<br />

ve ideoloji oyuncağı haline gelip, kötü kişi ve zümrelerin kuklası olursak zafere ulaşamayız.<br />

15 TEMMUZ MİLLİ DİRENİŞ<br />

Özellikle son yıllarda ülkemiz çok ağır bir şekilde hem içeriden, hem dışarıdan Vatanı bölmek<br />

isteyen hainlerin oyunlarına maruz kalmaktadır. Yaşamış olduğumuz 15 Temmuz’ da bu hain<br />

planlarının devamıydı. Fakat Milletmiz bu toprakların kolay kazanılmadığının bilincinde olduğu için<br />

15 Temmuz’da bir Milli direniş sergileyerek bütün Dünya’ya geçmişimizi hatırlatarak Destan yazdık.<br />

Bu şahlanış ile birlikte Milli ve manevi değerlerimize sahip çıkarsak ve geleceğimizi geçmişimizden<br />

aldığımız güç, ilham ve gurur ile devam ettirirsek ancak amaçlarımıza ulaşabiliriz.<br />

KÜRESEL SERMAYE TÜM HIZIYLA OYUNLARINI OYNAMAYA DEVAM EDİYOR..<br />

Artık bildiğimiz meydan savaşları dönemi bitti. Postmodern medyatik savaşlar çağında yaşıyoruz.<br />

Küresel sistem, öncü medyalar üzerinden zihinleri teslim alıyor, sonra gerek kalırsa farklı yollar<br />

deniyorlar. Bu küresel sermaye terörizmle savaşıyormuş gibi yapıp, terör örgütlerini kullanarak İslam’la<br />

savaşıyor ve bütün bu yapılanları medya üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. Müslümanları<br />

terörist, kan emici, gözü dönmüş ve insani özellikler taşımayan kişilermiş gibi gösterip, İslam’ı<br />

da bu tarz insanların inanmış olduğu bir dinmiş gibi gösteriyorlar.<br />

PEKİ NEDEN İSLAMI TEHDİT OLARAK GÖRÜYORLAR?<br />

Eğer İslam’ın Ekonomik, Kültürel, Siyasi, Sosyal ve Stratejik bir aktör olarak yeniden Tarih sahnesine<br />

çıkışı durdurulmazsa batılıların İslam dünyası üzerinde kurmuş oldukları Hegemonyayı sürdürmeleri<br />

kesinlikle zorlaşacaktır ve bu durumun Dünya düzeninin değişmesine yol açacağının<br />

farkındalar. İslam dünyasının bu yürüyüşünü engellemek için, Halkın geleceğini kendisinin belirlemesinide<br />

kesinlikle istemiyorlar. Aksi taktirde Ülkelerin kaynaklarını sömüremeyeceklerdi. İşte bu<br />

yüzden İslam Dünyasında Totaliter rejimler desteklenmekte ve İslam dünyasındaki halkların kendi<br />

geleceklerini kendilerinin karar vermelerini istememekteler.<br />

Oyun çok büyük ve bu zor süreci atlatmak için yapacak çok işimiz var. Bizler sadece Türkiye<br />

için değil, bütün Alem’i İslam’ın geleceğini düşünerek yola devam etmemiz lazım. İslam ülkelerine<br />

baktığımız zaman bütün ümidin Türkiye’de olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin, bulunmuş olduğumuz<br />

Coğrafyadaki önemi ve değeri tartışılamaz. Şimdi yılmadan, bıkmadan Alemi İslam için,<br />

bu ayyıldızlı şehit kanıyla şereflenen bayrak için ve tek umut Türkiye’miz için çalışmaya devam..<br />

Üstad Mehmet Akif ERSOY ne güzel anlatmış bu dizelerde ;<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

10


CAMİİ<br />

ŞULE PAMUK<br />

BURSA<br />

ULU CAMİİ<br />

,, Bir zafer müjdesi burada her isim<br />

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim<br />

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın<br />

Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dizeleriyle<br />

geçmişten geleceğe zamanın<br />

akıp gittiği bir şehirdir Yeşil Bursa.<br />

Orhan Gazi’nin fethettiği, vasiyeti<br />

üzerine Osman Gazi’nin naaşının<br />

nakledildiği, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin<br />

Söğüt’ten sonraki merkezi,<br />

ilk başşehridir.<br />

1389-1402 yılları arasında dördüncü<br />

padişah olarak Osmanlı Devleti’ni<br />

idare eden Sultan Bayezid Han,<br />

oldukça iyi bir idareci ve askerdir.<br />

Batıda ve doğuda etrafını kuşatan<br />

düşmanlarına karşı aldığı karar ve<br />

manevralarda son derece hızlı hareket<br />

etmesinden dolayı “Yıldırım”<br />

lakabıyla anılmaktadır.<br />

Batı dünyasının yanı sıra Doğu’da<br />

da Osmanlı Türk Devletinin tanınmasına<br />

sebep olmuş olan Niğbolu<br />

Savaşı (1396) öncesinde zaferin<br />

müyesser olması durumunda yirmi<br />

cami yaptıracağı adağında bulunan<br />

Yıldırım Bayezid, zaferin ardından bu<br />

niyetini damadı olan Emir Sultan’a<br />

açar. Tüm müminlerin toplanması<br />

için yirmi kubbeli büyük bir cami<br />

yaptırmasını teklif eden Emir Sultan’ın<br />

bu görüşünü uygun görerek<br />

savaştan elde edilen ganimetlerle<br />

Bursa Ulu Cami’ni yaptırır.<br />

Cami-i Kebir olarak anılan Bursa<br />

Ulu Cami, Türkiye’deki ulu camilerin<br />

en büyüğüdür. Bursa’nın Orhangazi<br />

ilçesinde, cemaati bol ve itibarı yüksektir.<br />

Evliya Çelebi, bu caminin gece<br />

gündüz cemaatsiz olmayıp yetmiş<br />

yerinde dersiamların ders ile meşgul<br />

olduklarından bahseder. Onun tabiriyle<br />

şehrin en güzide yerinde olup<br />

Bursa’nın Ayasofya’sıdır.<br />

Mimarı kesin olarak bilinmemekle<br />

birlikte bazı kaynaklarda Yeşil Cami<br />

mimarı Hacı İvaz, diğerlerinde Ali<br />

Neccar olarak geçmektedir.<br />

37 11<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ŞULE PAMUK<br />

Batı minaresinin kaidesindeki sülüs hatlı kitabede<br />

bu caminin, Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />

belirtilmektedir.<br />

1399’da tamamlanan caminin açılışında Molla Fenari<br />

ve Emir Sultan da bulunur. İlk imamlığını Somuncu<br />

Baba (Şeyh Hamid) yapar.<br />

Anadolu Selçuklu döneminin geleneğini devam<br />

ettiren Bursa Ulu Cami, Osmanlı mimarisinde çok<br />

destekli, çok kubbeli cami plan tipinin en önemli<br />

örneğidir. Dikdörtgen planlı mabet üç sıra, dört köşeli,<br />

oldukça kalın dörder ayakla kıbleye dikey beş sahna<br />

ayrılır. Ayaklar Selçuklu camilerinde olduğu gibi<br />

dörder sivri kemerle birbirine bağlıdır. İç mekânda ışık<br />

dağılımı homojen değildir. Pencereli sekiz köşeli birer<br />

kasnak üzerine oturan kubbelerin, mihrap hizasındakiler<br />

yüksektir. Yan sahınlarda bulunanlar doğu ve<br />

batıya doğru kademeli olarak alçalır. Cami kapılarının<br />

kesişme noktasında yer alan şadırvanın üzerindeki<br />

kubbe günümüzde cam kaplıdır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde<br />

bu kısmın üzerinde sarı pirinç telden<br />

ağ örülü olduğunu yazar.<br />

Caminin duvarları düzgün kesme taş ile örülüdür.<br />

Mihrabın bulunduğu duvar diğerlerinden daha<br />

büyüktür. Duvar kalınlıkları tüm cephelerde farklılık<br />

gösterir. Küfeki kaplı dış cepheler hareketli ve güzeldir.<br />

Cephelerdeki doluluk-boşluk oranı da mükemmeldir.<br />

Kıble duvarının alt sırasındaki sekiz pencere, sonradan<br />

iç kısımda ahşap pencere kapakları ile dışarıda da<br />

kesme taşlarla kapatılmıştır. Doğu yönündeki pencerelerin<br />

yan kısımlarında “kum saati” görünümünde<br />

sütunceler yer alır. Bizans mimarisinde görüldüğü<br />

gibi büyük sivri kemerler içerisine alınmış pencerelerin,<br />

duvarlara göre değişiklik göstermeleri, ustaların<br />

farklılığından kaynaklanmış olmalıdır.<br />

Kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde tek şerefeli<br />

birer minare yer almaktadır. Caminin iki minaresinden<br />

batıdakinin Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />

kitabesinden bellidir. Doğudakinin de Çelebi Mehmet<br />

tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Ekrem<br />

Hakkı Ayverdi doğu minaresinin baştan tasarlandığını<br />

ve Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmış olabileceği<br />

görüşündedir. Minarelerin kaideleri mermerden,<br />

silindirik gövdeleri tuğladandır. Altıgen kaideli batı<br />

minaresinin, biri içeriye diğeri dışarıya açılmak üzere<br />

iki kapısı vardır. Camiye bitişik olmayan doğu minaresinin<br />

kaidesi dört köşelidir. Minarelerin külahları 1889<br />

yangınına kadar ahşaptır. Bu tarihten sonra yenilenerek<br />

bugünkü kâgir halini almıştır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

38 12


BURSA ULU CAMİİ<br />

Timur’un Bursa’yı işgali sırasında ve Karamanoğlu<br />

Mehmet Bey’in Bursa muhasarasında dış<br />

cephelerine odun yığılarak caminin yakıldığı<br />

söylenir. Bunun sonucu dış cephe kaplaması kalın<br />

sıva dolgusu ile örtülmüştür. 1950’den sonra bu<br />

sıva tabakası kaldırılır. Ulu Cami’nin ilk tamir vesikası<br />

1494 tarihlidir. 1862 senesine kadar 23 tamir<br />

vesikası daha vardır. Ulu Cami, 1855 Mart ve Nisan<br />

aylarındaki Bursa zelzelelerinde ciddi zarar görmüş<br />

ve esaslı bir tamir geçirmiştir.<br />

Caminin kuzey, doğu ve batı yönlerinde olmak<br />

üzere üç kapısı vardır. Ahşap kapılar cevizdendir.<br />

Geometrik oyma motifler içerisinde yer yer rumi<br />

kompozisyonlar görülür. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin<br />

tespitiyle doğu kapısı ahşap kanatlarının<br />

bazı bölümleri bozulmuş olsa da yapımıyla eş<br />

zamanlıdır. Kuzeydeki mukarnaslı muhteşem taç<br />

kapıdan camiye girince billur gibi suların aktığı on<br />

altı köşeli mermer şadırvan ziyaretçiyi karşılar. Su,<br />

üç çanaklı fıskiyeden sekiz kol halinde havuza akar<br />

ve buradan musluklara dağılır. Birçok tamir gören<br />

şadırvanın bazı kısımları zaman içerisinde değişmiş<br />

olmalıdır. Suyun rahatlatıcı sesi, manevi havayla<br />

birleşir. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde şadırvanın<br />

suyunun Uludağ’dan geldiğini ve havuzun<br />

içerisinde balıkların yüzdüğünü yazar.<br />

Yanlarında “kum saati” biçiminde sütuncelerin<br />

yer aldığı mihrap oldukça gösterişlidir. Mukarnas<br />

üzerindeki sivri kemerde besmele ile birlikte<br />

Ayet-el Kürsî yazılıdır. Bazı kaynaklarda mihrabın<br />

süslemelerinin, Abdülmecid zamanında Bursa’ya<br />

sürülen ressam Tevfik Paşa tarafından yapıldığı<br />

belirtilmektedir. Mihrap hücresinin solunda tamirin<br />

Mehmet Usta tarafından 1904 tarihinde yapıldığı<br />

yazılıdır. Mihrabın tezyinatı, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin<br />

tabiriyle yapım zamanından kalmamış olsa<br />

da göz alışkanlığıyla mûnis (sevimli) gelmektedir.<br />

39 13<br />

Kündekâri tekniğinde ceviz ağacından siyaha<br />

boyanmış minber, süslemeleri ve işçiliği ile eşine<br />

az rastlanan bir sanat eseridir. Minber kapısı üzerindeki<br />

kitabede Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığı<br />

yazılıdır. Sağ korkulukta dikey olarak yer alan<br />

yazıdan Gaziantepli Hacı Ahmet bin Abdülaziz<br />

el Dukki tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Yan<br />

kısımlardaki tezyinat birbirinden farklılık gösterir.<br />

Doğu tarafına bakan korkuluk altında çivi başları,<br />

batı tarafında ise bunların yerine güllerin yerleştirilmiş<br />

olduğu görülür. Korkuluklar geometrik<br />

desenlidir. Minber kapısındaki kitabenin çevresi<br />

dikdörtgen geometrik bir çerçeve ile çevrilidir. Taç<br />

kısmı rumi kompozisyonludur. Selçukludan Osmanlı’ya<br />

geçişin en güzel örneği olabu minber bir<br />

şaheserdir. Evliya Çelebi, tüm cihan ressamları bir<br />

araya gelse tezyinatı ve kitabeleriyle böyle güzel<br />

bir eserin meydana getirilemeyeceğini hayranlıkla<br />

anlatır. Minber korkulukları ve külah altına denk<br />

gelen kısımlar günümüzde cam muhafaza ile ko<strong>aralık</strong><br />

‘16


ŞULE PAMUK<br />

rumaya alınmıştır.<br />

Sekiz ahşap sütun üzerine oturan müezzin<br />

mahfili 1549 tarihlidir. Mahfil merdiven korkuluklarının<br />

alt kısmında, ahşap üzerine kalemişi tezyinat<br />

yer alır. 16. yy örneklerinin en güzellerinden olan<br />

desende yer yer dökülmeler görülür. Sarılma rumi,<br />

penç hatayi, yaprak ve bulut motiflerinin görüldüğü<br />

kompozisyonun üzeri cam ile korumaya<br />

alınmıştır. Merdivenin arka kısmında, köşebentlerin<br />

merkezinden aşağıya doğru kandil formuna yakın<br />

madalyonlu bir sarkıt inmektedir. Form rumi kompozisyonla<br />

tezyin edilmiştir.<br />

Taş kürsü, tek parça mermerdendir. Müezzin<br />

mahfilinin karşısında yer alır. Üzerinde H 1231 tarihi<br />

yazılı iki satır yazı bulunur.<br />

1740 yılında caminin güneydoğu köşesindeki<br />

hünkâr mahfili için özel bir giriş açılmıştır. Mahfil<br />

altındaki camekânlı bölüm, ilk olarak 1787’de Abdullah<br />

Münzevî’nin vakfettiği kitaplarla kütüphane<br />

olarak hizmet vermeye başlamış ve 1930’lara kadar<br />

bu şekilde kullanılmıştır. Mahfil büyük olasılıkla<br />

1855 depremi sonrası 19. yüzyıl ortalarında Sultan<br />

Abdülaziz tarafından tamir ettirilmiş ya da bütünüyle<br />

yenilenmiş olmalıdır. Korkuluklarda yer alan<br />

bitkisel motif ve kompozisyonlar mahfilin yapıldığı<br />

dönemin sanat anlayışını yansıtmaktadır.<br />

hiç kuşkusuz içerisinde bulunan hatlardır. Pek çok<br />

meşhur hattatın eserleri caminin hemen hemen<br />

her yerini süslemektedir. Mabet haftanın yedi günü<br />

ziyarete açık bir “ Hüsn-ü Hat Müzesi” gibidir.<br />

Mustafa Armağan “Bursa Şehrengizi” adlı eserinde,<br />

camideki Türk Rokokosu tezyinatın manevi havayı<br />

yok etmediğini lakin caminin asaletinden pek çok<br />

şey kaybettiğini yazar. Tuhaf görünümlü, renk olarak<br />

kasvetli kütleler halindeki bu süslemelerin Türk<br />

Sanatının zarafetini yansıtacak şekilde yeniden<br />

tezyin edilmesi gerekliliği düşünmeye değerdir.<br />

KAYNAKÇA<br />

İnalcık, Halil. (2008), Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600. S:<br />

21-22. YKY, İstanbul.<br />

AYVERDİ, Ekrem Hakkı (1989). İstanbul Mi’mâri Çağının Menşe’i Osmanlı<br />

Mimarisinin İlk Devri Ertuğrul, Osman, Orhan Gazîler, Hüdavendigâr<br />

ve Yıldırım Bâyezîd 630-805 (1230-1402), Baha Matbası, İstanbul<br />

1966, Cilt: I.<br />

Mustafa ÇETİNASLAN, “Bursa Ulu Cami Hünkar Mahfili” Uluslararası<br />

Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research<br />

Cilt: 6 Sayı:25 Volume: 6 Issue: 25 -Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU<br />

Armağanı- s. 189-200. http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt6/cilt-<br />

6sayi25_pdf_ozelsayi/cetinaslan_mustafa.pdf.<br />

İnalcık, Halil. (2000), Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, S:31. Eren,<br />

İstanbul.<br />

Shaw, Standford. (1982), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, s:<br />

54–62. e yay. İstanbul<br />

Sadettin Ökten, “Ulucami Medeniyetimiz ve Bursa Ulucami”,. BURSA<br />

ULUCAMİ, Editör Prof. Dr. Bilal Kemikli, Bursa Kültür A.Ş. 1. BASKI, Ankara,<br />

Nisan 2012, s. 11 – 15.<br />

Bursa Ulu Cami’nin en önemli tezyinat özelliği<br />

<strong>kusva</strong>.org 40 14


MAKALE<br />

15 TEMMUZ VARLIK MÜCADELESİ VE<br />

KENDİNİ KAYBEDENLER<br />

ALİ İHSAN KALKAVAN<br />

Anadolu topraklarındaki<br />

varlık mücadelemiz<br />

yüzyıllardır devam<br />

etmektedir.<br />

Bu varlık mücadelesi sadece Anadolu<br />

topraklarını kapsamaz. Bu varlık<br />

mücadelesi dünyanın her toprak parçasında<br />

her an ve her saniye kendini<br />

göstermektedir. Artık bu söz bir klişe<br />

haline gelmiş olsa da, bu sözü her<br />

yazıda, her konuşmada başlangıçta<br />

kullanmak özellikle 15 Temmuz ile<br />

ilgili olanlarda, elzem olmuştur. Bu<br />

sebeple, varlık mücadelesi verildiğini<br />

bu yazının başında da tekrarlamayı bir<br />

görev biliyorum.<br />

Varlık mücadelesinin en hassas<br />

noktası ise kendini bilmekten geçmektedir.<br />

Kendini bilmeyenin, kendini<br />

unutanın varlığını sürdürebilmesi<br />

mümkün değildir. Varlığını sürdüremeyen<br />

ise her zaman başka boyunduruklar<br />

altında yaşamaya mahkûm<br />

kalır.<br />

Başka boyunduruklar altında yaşamayı<br />

tarihimizin hiçbir döneminde<br />

göremeyiz. Hz. Peygamber (S.A.V)<br />

Mekkeli müşriklerin boyunduruğunda<br />

dinimizi yaşayamayacağını ve yayamayacağını<br />

gördüğünde, Medine’ye<br />

hicret etmiş ve dinin önüne geçmeye<br />

çalışanlara gerekli cevabı vermiştir.<br />

Bu örnek, tek başına yeterli olmakla<br />

birlikte, tek örnek de değildir. Ertuğrul<br />

Gazi’nin Söğüt’e gelişi, Osman Gazi’nin<br />

Bizans’la mücadelesi, Tarık bin<br />

Ziyad’ın gemilerini yakması, Ömer<br />

Muhtarın Trablusgarp’taki mücadelesi,<br />

15<br />

TEMMUZ


ALİ İHSAN KALKAVAN<br />

Hasan el Benna’nın Mısır’da verdiği mücadele,<br />

Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası, Çanakkale<br />

Zaferi, Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Harekatı ve bunun<br />

gibi daha birçok örnek varoluş mücadelemizin<br />

tarihteki örnekleridir. Varoluş mücadelesinin tek<br />

örnekleri askeri tarihten örneklerle açıklamak<br />

da ayrıca yanlış olur. İslam alimlerinin özellikle<br />

Bizans ve Antik Yunan eserlerine karşı yaptıkları<br />

fikri mülahazalar da bir varoluş mücadelesidir.<br />

Kalemi kılıcından keskin olan bir milletin mensuplarının<br />

ilmi mücadelesinin savaşlarından<br />

daha keskin ve çetin geçtiğini söylemek de<br />

abartılı olmayacaktır.<br />

Varlık mücadelesinin örnekleri sadece bizim<br />

tarihimizde değil, aynı zamanda diğer milletlerin<br />

tarihlerinde de bulmak mümkündür. Roma<br />

İmparatorluğu karşısında Spartalılar da varlık<br />

mücadelesi vermişlerdir. Osmanlılar karşısında<br />

Bizans’ın yaptığı da bir varlık mücadelesidir.<br />

Modern çağ yaşanırken, yerel kimliklerin hepsi<br />

sömürücü ve tüketici kapitalist zihniyete karşı<br />

varlık mücadelesi vermiştir. Amerika İngiliz<br />

mandasından kurtulmak için, Hindistan İngiliz<br />

hâkimiyetinden kurtulmak için, İngiltere Hitler<br />

Almanya’sının boyunduruk tehlikesinden kurtulmak<br />

için, Yahudiler Hitler zulmünden kurtulmak<br />

için verdikleri mücadele birer varlık mücadelesidir.<br />

Akla bütün bu yazılanların 15 Temmuz ile<br />

ilgisi nedir diye bir soru gelebilir. Aslında alakası<br />

da açıktır. Zira 15 Temmuz’da bir varlık mücadelesinin<br />

en keskin yaşandığı bir gündür. 15<br />

Temmuz yokluk tehlikesinin, yok ediliş tehdidinin<br />

nefesini ensemizde hissettiğimiz bir gündür.<br />

Sonsuz şükürler olsun ki, bu tehlikeyi atlatabildik.<br />

Fakat bu tehlikenin bize öğretmesi gereken<br />

çok önemli bir unsur olduğunu unutmamak<br />

gerekir: Kendini kaybetmemek. Varlık mücadelesinin<br />

ikinci önemli ayağı da budur: Birincisi,<br />

boyunduruk kabul etmemek, ikincisi kendini<br />

kaybetmemek.<br />

Televizyonlarda, konuşmalarda vs. günlük<br />

yapılan dost meclis sohbetlerinde bile genellikle<br />

birincisinden konuşmaktayız. Zira ‘diğerine’ karşı<br />

nasıl ayakta durduğumuzu konuşmak, nasıl<br />

direndiğimizi anlatmak ruhumuzu okşamakta,<br />

aynı zamanda bizleri diri ve motive tutmaktadır.<br />

Fakat bunun yanında, ikincisini ihmal etmek<br />

ise, şerrin içerisinde gizlenen hayra ulaşmamızın<br />

önünü tıkayabilecek güçtedir. Şair’in dediği<br />

sırların sırrına ulaşmak için bizde olan o anahtara<br />

ulaşmamızı engelleyebilecek kudrete sahiptir.<br />

Zira insan, kendini kaybetme ihtimallerinin<br />

farkına varmaz ise, kendini nasıl arayacağını bir<br />

daha hiçbir zaman bulamaz.<br />

TEMMUZ<br />

16


15 TEMMUZ VARLIK MÜCADELESİ VE KENDİNİ KAYBEDENLER<br />

menin yolunu aramaktır. Normal şartlarda,<br />

bunun yolunun hep kendini eleştirebilmekten<br />

geçtiği düşünülür. Bu, aynı<br />

zamanda doğru bir yoldur. Zira Hadis-i<br />

Şerif’te Hz. Peygamber ‘Ölmeden önce<br />

ölünüz’ buyurmaktadır. Yani, kendinizi<br />

hesaba çekebilin, kendinizle hesaplaşabilin<br />

buyurmaktadır. Ölmeden önce<br />

kendi kendimizi hesaba çekmemizin,<br />

öldükten sonra çekileceğimiz hesaptan<br />

tek farkı, sonunda hüküm verilmesidir.<br />

Biz kendi hakkımızda, ‘ben iyiyim’ ya da<br />

‘ben kötüyüm’ hükmü veremeyecekken,<br />

ahirette bizim hakkımızda ‘sen iyisin’ ya<br />

da ‘sen kötüsün’ hükmü verilecektir. Fakat<br />

kendimizi kaybetmemenin tek yolu<br />

kendimizi eleştirebilmekten geçmemektedir.<br />

Aynı zamanda, kendini kaybetmişlerden<br />

ders çıkarmak, ibret almak<br />

da kendini kaybetmemenin bir yoludur.<br />

İşte 15 Temmuz varlık mücadelesi veren<br />

kahramanların destanı olduğu kadar,<br />

kendini kaybetmişlerin de ibretlik hikâyesini<br />

oluşturmuştur.<br />

Peki, bu ibretlik hikâyenin özneleri,<br />

kendilerini nasıl kaybettiler? Bu sorunun<br />

cevabını bulduğumuzda kendimizi<br />

kaybetmemenin yollarını da bulmuş<br />

oluruz. 15 Temmuz öncesinde Anadolu<br />

topraklarında, kendini kaybetmenin<br />

iki önemli ekolü vardır. Bunlardan<br />

birincisi kendinden utanma, diğerini<br />

kendisinden üstün görme, aşağılık<br />

kompleksine kapılma gibi hastalıklarla<br />

müphemdir. Bu ekolün<br />

en başlıca özelliği hep ötekine<br />

benzemeye çalışmasıdır.<br />

Kendine bir güveni ya<br />

da kendinden<br />

olana bir güveni<br />

olmadığından<br />

ötekini<br />

kendine tercih eder. Kendi yaptığının<br />

yeri geldiğinde estetiğinden, yeri geldiğinde<br />

objektifliğinden, yeri geldiğinde<br />

niteliğinden asla emin olamadığından ve<br />

risk almayı sevmediğinden, hep ötekini<br />

ön plana çıkarmayı yeğler. Bir müddet<br />

sonra, kendini inkara kadar gider ve<br />

redd-i miras yapar. Fakat ilginç bir şekilde<br />

ötekini kendinden üstün gördüğünü de<br />

kabul etmez. Hem kendi olarak kaldığını<br />

iddia eder, hem de kendinden hiçbir şey<br />

barındırmayı istemez. İşte bu ekol, cumhuriyetin<br />

kuruluşundan bu yana önemli<br />

ölçüde Anadolu topraklarında hakimiyetini<br />

sürdürmüştür. Türkiye tarihindeki<br />

bütün darbelerde bu ekolden bir parça<br />

bulmak mümkündür.<br />

İkinci ekol ise, kendini saklama ekolüdür.<br />

Bu ekolün temel dürtüsü, ötekine karşı<br />

mücadele ile başlar. Ötekine karşı mücadele<br />

etmesi gerektiğine kendini tepeden<br />

tırnağa inandırmış ve bu mücadeleden<br />

uzak kaldığı her anı, adeta bir haram gibi<br />

görmüştür. Fakat ötekine karşı mücadele<br />

etmenin en doğru ve en stratejik yolunun<br />

‘kendini saklamak’ olduğuna kanaat<br />

getirir. Zira öteki, onu fark etmez ise<br />

ötekini içeriden yıkabilecektir. Bunun için<br />

yapması gereken tek şey sabretmek ve<br />

öteki ile hesaplaşacağı günü beklemektir.<br />

Zira o, özünde kendisi olarak kaldığı<br />

müddetçe sözde diğeri gibi olmasının<br />

ne zararı olabilir? Nasıl olsa bir gün gelecek<br />

ve öteki kendisinin özü ile karşılaştığında,<br />

mücadeleyi geri dönülemez bir<br />

şekilde kaybetmiş olacak ve o gün kendi<br />

özünü de istediği gibi yaşayabilecektir.<br />

Fakat bu da büyük bir yanılmacadır. Zira<br />

bu ekolün gözden kaçırdığı kendi özündeki<br />

dönüşümdür. Diğerine benzemenin<br />

şekilde kalmayıp, özüne de sirayet<br />

ettiğinin farkına bile varamaz. Bu<br />

yüzden, dönüştükçe dönüşür<br />

ve o da birinci ekol gibi kendi<br />

olmaktan çıkar. Kendi olmaktan<br />

çıktığı zaman da, önceden<br />

kendinden olup kendini<br />

koruyabilmiş olanlara da, adeta<br />

‘siz neden kendinizi korudunuz’<br />

17<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ALİ İHSAN KAHRAMAN<br />

dermişçesine saldırmaya başlar. Onları<br />

kendilerini koruyabildikleri için suçlar ve<br />

bir gün gelir onların varlıklarına dahi tahammül<br />

edemez hale gelir. İşte 15 Temmuz,<br />

bu ekolün bir ‘ürünüdür’. Özünde<br />

değişime uğrayanlar, fakat bunun farkına<br />

bile varamayanlar, bu toprakların kendini<br />

korumuş evlatlarının varlıklarına dahi<br />

tahammül edememişlerdir. Sonuç olarak<br />

da o kabus geceyi bu insanlara yaşatmışlardır.<br />

Fakat iki ekolünde ortak bir özelliği<br />

vardır. İki ekol de sonuç olarak varlıklarını<br />

sürdürememişler ve varlık mücadelelerini<br />

kaybetmiştir.<br />

15 Temmuz bir<br />

kahramanlık destanı<br />

olduğu gibi bir<br />

ibretlik hikayedir.<br />

Her ibretlik hikayede olduğu gibi 15<br />

Temmuz’dan da çıkarılacak bir kıssa<br />

vardır. Varlık mücadelesinde başarılı olmanın<br />

yolu, kendine sahip olmaktan geçer,<br />

kendini kaybetmemekten geçer. Peki, biz<br />

kendimize ne kadar hakimiz? Kendimizi<br />

ne kadar koruyabiliyoruz? Şahıs bazında<br />

değerlendirilebilecek bu sorunun gerçek<br />

cevabını herkes kendi vicdanında verebilir.<br />

Zira vicdan asla yalan söylemez ve hiçbir<br />

zaman yanıltmaz. Nefsimizin karşısındaki<br />

en büyük dengeleyicimizdir. Fakat kendimizi<br />

gerçekten koruyabildiğimiz gün ne<br />

Kabe’ye füze atılmasına müsaade ederiz,<br />

ne Hz. Peygamber’in kabrinin yakınlarında<br />

bombalar patlattırırız, ne de coğrafyamızdaki<br />

kardeşlerimize ve yakınlarımıza<br />

eziyet edilmesine göz yumarız. 15 Temmuz’un<br />

kendi dünyamızda kendimize<br />

dönüşümüz olduğu gayet açıktır. Bundan<br />

sonraki mesele, kendini koruyabilmektir.<br />

Kendini koruyabilmek ise, ancak öteki ne<br />

dedi diyerek değil, Allah ne der diye bakarak<br />

mümkün olmaktadır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

18


MAKALE<br />

ŞIMDI TEDAVIYI KONUŞMA ZAMANI<br />

TAHA KILINÇ<br />

Teröristbaşı Gülen üzerinden,<br />

bütün bir İslâmî yapıyı ve Müslümanların<br />

ortaya koyduğu manevî<br />

birikimi silip yok etmeye azmedenler<br />

çıkıyor. Ancak, bunlar var<br />

diye, teröristbaşı Gülen’in İslâm algımızdaki<br />

hangi arızaları istismar<br />

ederek güçlendiğini konuşmazsak,<br />

ileride başımıza bela olacak<br />

başka ‘manevî’ yapılanmaların<br />

ortaya çıkmasını da engelleyemeyiz..<br />

Ortaokul yıllarımın en ilginç hatıralarındandır:<br />

Kartal Anadolu İmam-Hatip<br />

Lisesi’nde, Millî Gençlik Vakfı okul<br />

teşkilâtında görev yaparken, bir ara<br />

toplu halde gece namazlarına kalkmaya<br />

başlamıştık. Hem teşkilât faaliyetiydi<br />

bu, hem de bir nevi manevi<br />

eğitim. Yine bir gece, pansiyon binasının<br />

bodrum katındaki büyük mescitte<br />

toplandık. Herhalde 50 kişi kadar<br />

vardık. Ama elbette çoğumuzun gözleri<br />

uyku sersemliğinden daha açılmamıştı.<br />

İsmini vermeyeyim, teşkilat<br />

yönetiminden biri ayağa kalkıp uzun<br />

bir konuşma yaptı. Şu kısım, dün gibi<br />

aklımda: “Kardeşler! Bir ağabeyimiz,<br />

rüyasında Peygamber Efendimizi<br />

görmüş. Peygamberimiz gelmiş, şu<br />

mübarek halkanın en dışında oturan<br />

kardeşimizin başını okşamış. En dışarıdaki<br />

kardeşimiz bile böyle muamele<br />

görüyorsa, bu davanın ön saflarında<br />

olan kardeşlerimizin derecesini düşünün!”<br />

Yine aynı yıllarda, adı ‘Erbakan Hoca’nın<br />

Şeyhi’ne çıkan Yahyalılı Hacı<br />

Hasan Efendi’nin, Erbakan’a, “Şu anda<br />

davanın Mekke dönemindeyiz. Siz inşallah<br />

Medine dönemini de göreceksiniz”<br />

deyip bazı manevi işaretlerden<br />

söz ettiği de anlatılırdı teşkilat çevrelerinde.<br />

“Bu sözleri dinleyen Erbakan<br />

Hocamızın gözlerinden yaşlar süzüldü”<br />

şahitlikleri eşliğinde...<br />

19<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


TAHA KILINÇ<br />

Kartal’da okurken, teröristbaşı Gülen’e bağlı<br />

‘abi’lerin kaldığı yakın çevredeki evlere de yolumuz<br />

düşerdi. Oralardaki sohbetlerde, defalarca<br />

şu minvalde anlatımlara şahit olmuşumdur:<br />

“Peygamber Efendimiz, evlerimizi zaman zaman<br />

teftişe geliyor. Hatta bazı abileri hesaba<br />

çekiyor, onlara eksikleri soruyor. Peygamberimizin<br />

aynı gece birkaç evi dolaştığı da oluyor.<br />

Hepsinin şahitleri var...”<br />

Sadece bunlar da değil; diğer birçok tarikat<br />

ve cemaat çevresinde, buna benzer anlatılar<br />

dinledim yıllarca. Birinde “Peygamberimiz zikre<br />

bizzat teşrif ediyor”du mesela, bir başkasında<br />

tarikatın işlettiği kitabevinin piyasaya çıkardığı<br />

yeni tefsir seti “Peygamberimiz, bu tefsirin yazılmasını<br />

bizzat istedi” cümlesiyle pazarlanıyordu.<br />

Her gün iki kere, sabah ve akşam Peygamberimizle<br />

görüşen, gündemi onunla istişare eden<br />

şeyhefendiler de hiç az değildi. Hatta bazıları,<br />

“Sen benim bu zamandaki vekilimsin” taltifine<br />

hak kazanmıştı.<br />

Peygamberimizi işe ortak edip, yapılan şeylere<br />

manevi meşruiyet kazandırma yarışı, tarihe<br />

de sıçramıştı üstelik. Mesela, Yavuz Sultan Selim’in,<br />

ordusuyla Sînâ Çölü’nü geçerken birdenbire<br />

atından inerek yürümeye başladığı, bu durumu<br />

garipseyen nedîmi Hasan Can’ın yanına<br />

sokularak “Hünkârım, siz inince herkes inmek<br />

durumunda kaldı. Asker çok zorlanıyor” sözüne<br />

Yavuz’un “Peygamberimiz önümde yürürken,<br />

ben nasıl ata binerim Hasan!” diye cevap verdiği<br />

anlatılıyordu hep. Bunu, ‘ciddi’ tarihçilerin<br />

ağzından duymak bile mümkündü.<br />

Daha eski devirlerle ilgili olarak da, örneğin,<br />

İmam Buhâri’nin, hadis külliyatını oluştururken<br />

bütün hadisler için tek tek abdest aldığı,<br />

her birini kitabına koymadan önce istihareye<br />

yattığı, rüyasında Peygamberimizi görerek ona<br />

“Bu sana ait bir söz mü?” diye sorduğu, böylece<br />

sadece onay aldığı hadisleri kitabında derlediği,<br />

neredeyse bütün dini sohbetlerde dile getirilen<br />

bir anlatımdı.<br />

İslami camiayı oluşturan tarikatlara, cemaatlere,<br />

dini kurumlara, vakıflara, derneklere vs.<br />

böyle tek tek uğradığınızda, aslında neredeyse<br />

hepsinin “Peygamberimizden icazetli ve<br />

özel destekli” olduklarına inandıklarını görmek<br />

mümkündü. Az <strong>sayı</strong>da istisna hariç, hiyerarşik<br />

cemaat sistemine sahip dini yapılar kendilerini<br />

“Peygamberimiz, manevi âlemde bizim liderimizi<br />

işaret etti” açıklamasıyla meşrulaştırıyordu.<br />

Hatta bazı yapılarda görülen liderlik kavgalarında<br />

ve iç çatışmalarda, rüyalar ve batınî işaretler,<br />

sonucu belirleyen etkenlere dönüşüyordu.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

20


ŞİMDİ TEDAVİYİ KONUŞMA ZAMANI<br />

Manevi olanı kötüye kullanmak<br />

15 Temmuz gecesi şahit olduğumuz<br />

alçak darbe girişimi sonrasında, teröristbaşı<br />

Fethullah Gülen ve oluşturduğu batınî<br />

terör örgütüne yönelik eleştirileri okurken,<br />

aklıma ister istemez İslami camianın<br />

tamamında görülen bu tür meşrulaştırmalar<br />

geldi.<br />

“Fethullah Gülen, Peygamberimizle görüştüğünü<br />

söylüyor”, “Fethullah Gülen’in<br />

bağlıları, kendisine sorgusuz-sualsiz itaat<br />

ediyor, o ne derse doğru kabul ediyor”,<br />

“Kendilerinin en iyi müslümanlar olduklarını<br />

düşünüyorlar, diğerlerinin imanlarını<br />

ve yaptıkları şeyleri makbul görmüyorlar”,<br />

“Gülen, ayet ve hadisleri, kendisini öne<br />

çıkaracak şekilde yorumluyor”, “Fethullah<br />

Gülen, manevi âlemde Türkiye’nin kendi<br />

cemaatine emanet edildiğini iddia ediyor”<br />

ve benzeri cümleler, Türkiye’deki birçok<br />

tarikat ve cemaat için de aynı şekilde kurulabilir<br />

maalesef.<br />

Dolayısıyla, teröristbaşı Fethullah Gülen’in<br />

kullandığı ve kendisini meşrulaştırdığı<br />

din dilini eleştirirken, genel bir sistem<br />

eleştirisi yapmamak, sadece hedef saptırmak<br />

ve zihinsel tatminle yetinmek olur.<br />

Teröristbaşı Gülen, sahip olduğu ilmi de<br />

kullanarak, insanlardaki ‘manevi lidere<br />

teslim olma’ güdüsüne oynadı. Onun araç<br />

haline getirdiği rüyalar, batıni işaretler,<br />

manevi yönlendirmeler, ayet ve hadislerden<br />

yapılan zorlama çıkarımlar insanların<br />

zaten yöntem olarak aşina olduğu şeylerdi.<br />

O bunun üzerine kişisel hırslarını ve<br />

uluslararası bağlantıları ekledi. Teröristbaşı<br />

Gülen’in yönettiği terör örgütünün sıradan<br />

halka bakan meşrulaştırıcı manevi<br />

iskeleti, herhangi bir dini cemaat ya da<br />

tarikattan farklı değildi.<br />

Bugün, kendi manevi ya da siyasi liderine<br />

“gassâl elindeki meyyit gibi” bağlanan<br />

birinin teröristbaşı Gülen’in kurduğu bağlılık<br />

zincirini eleştirmesi gülünçtür. Kendi<br />

mensup olduğu yapıyı “en doğru yolda”<br />

görenlerin, Gülencilerin aynı düşüncesini<br />

yerden yere vurması komiktir. Kendi<br />

şeyhinin, efendisinin Peygamberimizle<br />

her meseleyi istişare ederek adım attığına<br />

inanan bir insanın, “Fethullah Gülen, Peygamberimizle<br />

görüşüyormuş, vay arkadaş!”<br />

cümlesini kurabilmesi de ironiktir.<br />

Kusurları konuşmak arınmaya hizmet<br />

eder<br />

Teröristbaşı Gülen ve tesis ettiği terör<br />

şebekesinin ayrıntılı şekilde gündeme<br />

gelmeye başlamasıyla, şöyle bir feryat da<br />

yüksek sesle dile getiriliyor şimdilerde:<br />

“FETÖ üzerinden bütün cemaatleri ve<br />

tarikatları kurban etmeyelim. Teröristbaşı<br />

Gülen’i kullanarak, diğerlerini eleştirmeyelim.”<br />

Doğrudur, teröristbaşı Gülen üzerinden,<br />

bütün bir İslami yapıyı ve Müslümanların<br />

ortaya koyduğu manevi birikimi silip yok<br />

etmeye azmedenler çıkıyor ancak bunlar<br />

var diye, teröristbaşı Gülen’in İslam algımızdaki<br />

hangi arızaları istismar ederek<br />

güçlendiğini konuşmazsak, ileride başımıza<br />

bela olacak başka ‘manevî’ yapılanmaların<br />

ortaya çıkmasını da engelleyemeyiz.<br />

Her şeyden önce, şunun altını çizmemiz<br />

gerekiyor: İslâm bir cemaat dinidir. Bencillik<br />

ve vurdumduymazlık anlamındaki<br />

bireysellik, İslâm’ın asla tasvip etmeyeceği<br />

bir durumdur. Müslümanlar cemaatleşeceklerdir,<br />

dertlerini ve sorunlarını ‘ortak<br />

akıl’la çözeceklerdir. Fıtrat ve yaklaşım<br />

farklarına göre ayrı ayrı gruplar oluşsa<br />

da, kritik zamanlarda bütün o gruplar bir<br />

araya gelerek ‘tek bir vücudun azaları’ gibi<br />

işlev göreceklerdir. ‘İslam kardeşliği’, bütün<br />

dünyevi ve siyasi aidiyetlerin önünde gelecektir.<br />

Allah’ın ve Rasulü’nün bize öğrettiği<br />

ve bizden istediği mantık budur.<br />

Bu nedenle, teröristbaşı Gülen’in istismar<br />

ettiği kusurları ve zaafları konuşmak,<br />

‘Bütün cemaat ve tarikatlara savaş açmak’<br />

anlamına gelmez. Aksine, onların da<br />

arınıp kendilerini temizlemelerine hizmet<br />

eder.<br />

21<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


TAHA KILINÇ<br />

Kendisinin bir hiç olduğuna inanan,<br />

manevi kurtuluşun ancak iradesini birine<br />

teslim ettiğinde gerçekleşeceğini düşünen,<br />

düpedüz yanlışlarda bile ‘hikmet’<br />

arayan, olaylara ve durumlara eleştirel<br />

bakmayan, düzenli ve çeşitli okuma alışkanlığı<br />

bulunmayan, sadece kendi liderinin<br />

ve efendisinin eserlerini okuyan, İslam<br />

tarihinden ve temel İslami literatürden<br />

tümüyle habersiz, dini değerlerinin başkalarının<br />

ekonomik kazançları için sömürülmesine<br />

ses çıkarmayan tipler yerine;<br />

müstakil ve müstakim bir şahsiyet sahibi,<br />

Allah karşısındaki hesabının ve sorumluluğunun<br />

bireysel olduğunun bilinciyle<br />

hareket eden, manevi bir yapıya intisap<br />

etmiş olsa bile oradaki yanlışları sahiplenmeyen,<br />

çevresinde gerçekleşen hadiseleri<br />

ve yaşadığı olayları eleştirel bir zihinle<br />

değerlendiren, sistemli ve geniş ufuklu bir<br />

okuma alışkanlığı edinmiş, sadece sevdiği<br />

insanların değil karşıt görüşteki kişilerin<br />

eserlerini de okuyan, İslam tarihi ve temel<br />

İslami literatürle ilgili derinlemesine bilgi<br />

sahibi, başkasının dünyevi kazancı için<br />

kendi dini değerlerinin sömürülmesine<br />

izin vermeyen kişiler yetiştirmeye odaklandığımızda,<br />

İslami camia olarak ciddi bir<br />

kazanım da elde etmiş olacağız.<br />

Şahsiyet ve kişilik sahibi, şuurlu ve derinlikli<br />

Müslümanlar olarak yaşamak, hepimizin<br />

birinci hedefi olmak durumundadır.<br />

Bunu nasıl başaracağımız ve çocuklarımızı<br />

bu ülkü doğrultusunda nasıl yetiştireceğimiz<br />

sorularına cevap aramak, 15<br />

Temmuz’da atlattığımız büyük badirenin<br />

yeniden tekrarlanmaması adına elzemdir<br />

çünkü arızalar var olmaya devam ettikçe,<br />

bunu kullanarak bize zarar vermeye kalkışanlar<br />

da mutlaka olacaktır.<br />

Bunları yapmak yerine gece-gündüz<br />

teröristbaşı Gülen’i ve yaptıklarını konuşmaya<br />

dalmak bizi bir yere götürmeyeceği<br />

gibi, bünyemizde bulunan hastalıkların<br />

tedavisine de fayda sağlamayacaktır.<br />

Lacivert dergisinden alıntıdır<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

22


MAKALE<br />

15 TEMMUZ DARBE GIRIŞIMI,<br />

KEMALIZM VE GÜLENIZM…<br />

MUHAMMED KURT<br />

15 TEMMUZ DARBE GIRIŞIMININ<br />

ENGELLENMESINDE EN BÜYÜK PAY-<br />

LARDAN BIRINE SAHIP OLAN GENÇ-<br />

LER OLARAK BU KONU DA YAZI YAZ-<br />

MASI VE KONUŞMASI GEREKENLER<br />

DE YINE BIZLERIZ. YAYIN HAYATINA<br />

YENI BAŞLAYAN DERGI “KUSVA” ILE<br />

BU VAZIFEMIZI YERINE GETIRECEĞIZ<br />

INŞAALLAH. Öncelikli değineceğimiz<br />

nokta FETÖ’nün halk nezdinde teşkilatlanma<br />

aşamasında baskıcı bir rejim<br />

ile karşı karşıya olduğudur ve halktan<br />

desteğin vukuu bulması bundandır. Bir<br />

parantez açalım ve baskıcı zihniyetin<br />

kim olduğunu, neler yaptığını küçük bir<br />

hatırlatalım.<br />

KEMALIZM;<br />

- Sisteme karşı çıkanları Hasan Mezarcı<br />

olarak içeri aldı ve Mesih olarak dışarı<br />

saldı…<br />

- Kızlar üniversite okumaya çalıştı,<br />

örtülü diye sınıfa hatta bahçeye almadı.<br />

Yani halkın fıtratına dair ne varsa hepsini<br />

çiğneyip alt üst etti.<br />

- Yakupları, Halilleri 15 yaşlarında içeri<br />

aldı, Kur’an okuyan ve öğretenleri hapse<br />

attırdı.<br />

PARANTEZI KAPATIP HEMEN DE-<br />

VAM EDELIM. İnsanlar bu baskıdan bıkmışlar<br />

ve artık refaha ermek istiyorlardı.<br />

Veliler çocuklarının hem bu sisteme<br />

entegre olmamasını hem de bu devlete<br />

bağlı kalmasını, değiştirmesini istiyordu.<br />

İlk defa bir “cemaat” ve “cemaat<br />

lideri” devlet ile ters düşmeyip tüm<br />

siyasetçilerle poz veriyordu. Bu yapının<br />

büyümesinde ki en büyük ikinci etken<br />

budur, yani siyasetçilere ve devlet<br />

politikalarına yakınlık. Ve yapının tabanını<br />

kurduğunu anlayan FETÖ lideri “bu<br />

ülkeye 2 tane terörist lider çok” deyip<br />

ardından 28 Şubat mağduru kisvesine<br />

saklanarak Öcalan’ın gelmesi ile birlikte<br />

23<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MUHMMED KURT<br />

kendini ABD’ e attı.<br />

SONRASINDA HEMEN PROPAGANDALAR BAŞ-<br />

LADI. “Hoca efendiyi hapsetmek istediler ama o<br />

ilmini dağıtmak için sürgüne tebliğe gitti, vatanından<br />

ayrıldı, milletinden ayrıldı, toprağından ayrıldı!”<br />

manşetleri ve cümleleri sıkça duyulur oldu.<br />

OKULLAR AÇTI, HALK O OKULLARI DOLDUR-<br />

DU. Çünkü başörtülü okuyabiliyordu kızlar orada.<br />

Dershaneler açtı, çocuklarını dershaneye gönderdi<br />

sırf “orada mescit var, çocuğum hocalarıyla<br />

beraber namaz kılsın” diye. Üniversite, ev, yurt<br />

açtı “çocuğum namazlı abdestli insanlarla birlikte<br />

olsun” dedi aileler ve oralara yerleştirdiler. Rahattı<br />

halk çünkü “cemaat” yapısında muhatap oldukları<br />

kesim sahih insanların çoğunlukta bulunduğu ve<br />

gerçekten Allah’a hizmet ettiğine inanan taban<br />

kısmıydı.<br />

TABII BU DÖNEMDE TÜRKIYE’NIN HALINE<br />

BAKTIĞIMIZDA;<br />

- Baskıcı rejim bir nebze bertaraf edilmiş,<br />

- İslami hassasiyetli insanlar vaazlarını kapalı kapılar<br />

ardında değil açıkça yapar olmuş,<br />

- Ve mücadelesi verilen başörtüsü sorunu çözüme<br />

kavuşmuş bir Türkiye önümüze çıkıyor.<br />

“CEMAAT” ADLI YAPIYA DOLDURMA IFTIRA-<br />

LAR ATMA VE DAHA SONRA HALK ÖNÜNDE<br />

BUNU AKLAMA ÇALIŞMALARI TEKRARDAN<br />

BAŞLIYORDU.. “Zorla namaz kıldırıyorlar” dediler<br />

sonra yalan ortaya çıktı. “Zorla başörtüsü taktırıyorlar”<br />

dediler ve yalan olduğu ortaya çıktı. Hatta<br />

aslında kılmayın takiyye yapın dediklerini öğrendik.<br />

Örneklendirme yapacak olursak aynı örneği<br />

DAEŞ içinde kullanabiliriz. Mısır zindanlarına götürülen<br />

kadınların fotoğrafı koyulup “DAEŞ kadın<br />

pazarlıyor“ diye paylaşım yapılıyor, hemen ardından<br />

ise gerçek ortaya koyulup ve doldurma iftira<br />

aklanıyordu. “DAEŞ Müslümanların kafasından<br />

top oynadı” denilen fotoğrafta ki şahsın aslında<br />

DAEŞ değil Hizbullah milisi olduğu kanıtlanıyor<br />

ve bu iftiradan da aklanıp Müslümanların gözleri<br />

önünde temize çıkıp güven tazeliyordu. Bakın bu<br />

örgütler bu fiilleri gerçekleştirmediler demiyorum<br />

sadece anlık iftiralar ve anlık aklamalar yaparak<br />

halkın sempatisini kazanma yoluna gidiyorlardı.<br />

İşte FETÖ’ DE insanların güvenini böyle kazandı.<br />

En büyük etkenlerden biri olarak da halkın damarında<br />

bulunan milliyetçi kanı beslemek üzere<br />

“ Türkçe Olimpiyatları “ düzenlemeye başlayarak “<br />

Türk okulları “ açıldı ve bayraklar dalgalandırıldı.<br />

İşte buradan sonra yapacağımız en büyük çıkarım;<br />

“Gülenizm, Kemalizm’in öz be öz çocuğudur ”<br />

çıkarımıdır. Yani Kemalizm Gülenizm’ i doğurmuştur.<br />

Baskılarla, sebeplerle ve sonuçlarla Gülenizm<br />

dünyaya gelmiştir.<br />

START VERILIP BÜROKRATLAR VE VEKILLER<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

24


15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ, KEMALİZM VE GÜLENİZM<br />

IDARI AMIRLERI DIZAYN ETMEK IÇIN<br />

ATAMALARA KARIŞTIKLARI ZAMAN FIRTI-<br />

NA KOPTU, FETÖ MÜCADELESI BAŞLADI.<br />

Oslo görüşmelerini sızdırdılar, 7 Şubat MİT<br />

krizine yol açtılar ve Gezi olaylarını körüklediler.<br />

Türkiye’nin terör örgütü dediği<br />

şahıs ve çetelerle birliktelik kurdular. Dergi,<br />

gazete, televizyon, Twitter, Facebook, tüm<br />

sosyal ağ ve mecralarda “Katil Türkiye” propagandası<br />

yaptılar. “Dershaneler kapanırsa<br />

PKK gelir” demişlerdi ve hakikaten kapatmamızla<br />

birlikte PKK’ a dönüşüp doğu illerini<br />

karıştırdılar. Erdoğan’ a İran ajanı dediler<br />

sonra ABD İran’ ın üstünde ki Ambargoyu<br />

kaldırınca çok sevindiler. MİT tırları üzerinden<br />

“ Erdoğan ve Türkiye DAEŞ’ e silah<br />

yardımı yapıyor “ dediler. Oslo görüşmelerinde<br />

“ Devleti bölmek için terör örgütüyle<br />

masaya oturdu “ dediler. 17-25 Aralık darbe<br />

girişiminde “ Yolsuzluklar ülkesi kuruluyor “<br />

diyerek karalama propagandasını devam ettirdiler.<br />

Ülkede bir sapık bir çocuğa tecavüz<br />

etti hemen “ Pedofili ülkesi Türkiye “ diye<br />

hastagh başlattılar. Tüm dünyaya Türkiye’ yi<br />

bir çocuk tecavüzcüleri ülkesi olarak göstermeye<br />

çalıştılar. Doğu’da devletin yaptığı<br />

operasyonları dış basına YPG-PKK-DHKP-C<br />

destekçisi muhabir ve gazetecilerle birlikte<br />

“ Haber Nöbeti “ adlı bir oluşum kurarak “<br />

Katliam “ olarak lanse edip Erdoğan ve Türkiye’<br />

yi UCM’ de yargılatmak istediler ama<br />

nafile…<br />

DERKEN GÜLENIZM’ IN MÜRITLERI<br />

BÜROKRAT, HÂKIM, SAVCI, ÖĞRETMEN,<br />

VEKIL, ASKER VE POLIS OLARAK OR-<br />

TAYA ÇIKARDI KENDINI. KEMALIZM 20<br />

YIL ÖNCE KIN VE NEFRETLE BESLEYIP<br />

BÜYÜTTÜĞÜ ÇOCUĞUNA ŞIMDI SAHIP<br />

ÇIKMASINI IYI BILIYORDU. Zaman Gazetelerinde<br />

çarşaf çarşaf CHP vekillerinin<br />

yazıları ve seçim afişleri yayınlandı. Sadece<br />

reklam değil ayrıca bir işaretti. Gülenizm’ in<br />

müritleri Kemalizm’in müritlerine, Erdoğan’a<br />

karşı verecekleri reylerin isimlerini gazetelerinde<br />

yayınladıkları afişler ile duyuruyorlardı.<br />

FETÖ’ nün kanalları kapatılacaktı CHP<br />

vekilleri canlı yayına girdiler. FETÖ’ nün<br />

gazeteleri kapatılacak oldu hemen Tomaların<br />

üstüne çıktılar.<br />

ERDOĞAN’ I TEK BAŞINA BIRAKMIŞ-<br />

LARDI. DÖRT BIR TARAFI HAINLERLE<br />

DOLMUŞTU. Ak Parti milletvekilleri de aynı<br />

şekilde bu terör örgütüne karşı bir pasiflik<br />

içerisindelerdi. Adeta Erdoğan tek başına<br />

yek yeke bu yapıyla çarpışıyordu. Pasiflikleri<br />

öyle belliydi ki Reis bir şey söylese de<br />

onunla ilgili bir şeyler konuşsak diye bekliyorlardı.<br />

Erdoğan “ başkanlık çözümdür “<br />

dedi ekseriyeti kafa sallayıp devam etti. Bir<br />

çalışma ve mücadele kesinlikle yoktu. Son<br />

dönemde de Erdoğan “Yalnız kaldım” diyerek<br />

kendini açıkça ifade etmişti zaten. Ve<br />

zaman gelmiş, FETÖ’ nün istediği pasif kalmış<br />

bir parti ve tek başına bırakılmış bir lider<br />

kalmıştı ortada. Tam zamanıydı harekete<br />

geçmek için ama planlar yeniden alt üstü<br />

oldu. Darbe tarihi öne çekilmişti çünkü darbeyi<br />

birlikte yapacakları paşaları içeri almak<br />

için çoktan MİT harekete geçmiş ve listeyi<br />

hazırlamıştı. 15 Temmuz’ u 16’sına bağlayan<br />

gece kanlı planı devreye soktular.<br />

AMA KARŞILARINDA ERDOĞAN’IN VE<br />

BU MILLETIN IÇINDE BULUNAN IMANIN<br />

ÇAĞRISIYLA KARŞILARINA DIKILEN HALKI<br />

GÖRDÜLER. Bu sırada Marmaris’te kendisini<br />

esir almak isteyen hainlerden kurtulan<br />

Erdoğan hemen darbe girişimini bertaraf<br />

etmek, halkının başında durmak için Atatürk<br />

Havalimanına geldi ve onu binlerce kişi<br />

karşıladı. Canlarını feda etmek için sokağa<br />

çıkan dedeler “Yetişin Abdulhamid’i deviriyorlar”<br />

diyerek Tekbirler getiriyordu. Ağızlarda<br />

siyaset kokusu gibi “ Demokrasiye kurbanım,<br />

Her şey demokrasi için, Demokrasisiz<br />

olmaz “ sloganları yoktu. Vatan, Din, Namus<br />

ve Allah için sokağa çıkan Müslümanların<br />

Allah-u Ekber sloganları vardı. Yani Halk<br />

yönetime el koymuştu!<br />

PEKI KEMALIZM BU SIRADA NE YAPI-<br />

YORDU?<br />

Yine “biz darbe karşıtıyız” söylemleriyle<br />

evlerinde pusmuş, makarnalar depolanmış,<br />

paralar çekilmiş, depolar dolu bir şekilde<br />

hazır olda bekliyordu. Daha ilk başta CHP<br />

İstanbul örgütüne Fetullahçıları bir dini örgüt<br />

sandıkları için “ Biz Fetullahçı ve Şeriatçı<br />

bir darbeye karşıyız” açıklamasını yaptırarak<br />

ağzında ki baklayı ve bu darbeye niye karşı<br />

olduklarını söyledi. Onlar aslında 2007’ de<br />

Cumhuriyet Mitingleriyle zaten “ Ordu göreve,<br />

ordu göreve “ sloganları atarak “Kemalist<br />

Darbe” ye karşı olmadıklarını ayan beyan<br />

25<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MUHAMMED KURT<br />

ortaya koymuşlardı. “Biz daha önce uyardık”<br />

diyen Kemalist paşalara da söyleyecek<br />

iki çift lafımız var. Eğer başörtüsüyle, parti<br />

kapatmayla, namaz kılanı tasfiye etmeyle<br />

uğraşmak yerine işinizi yapıp zulmetmeseydiniz<br />

sizin uyarılarınız dikkate alınırdı.<br />

Ve tabii darbeyi icat edenlerin kimliğine<br />

baktığımızda Doğum yerinde “Kemalizm”<br />

yazmasaydı belki darbeyi sadece Fetullahçıların<br />

yaptığına inanırdık. Aynı şekilde<br />

bürokrasiyi Kemalizm’le kitleyip Müslüman<br />

halkın devlete girip kadro almasını engellemeseydiniz<br />

FETÖ’nün açılan alana girmesi<br />

meşru olmazdı. Yani “halk Laikliğin-Kemalizm’in<br />

önemini anlayacak” söylemlerinizin<br />

içi boştur. Uluslararası medya laiklik karşıtı,<br />

sizin deyiminizle “dinci bir darbe” gerçekleştiren<br />

örgütün sözcülüğünü mü yapar?<br />

VE “BÖYLE DARBE OLMAZ, DARBE OL-<br />

SAYDI SOKAĞA ÇIKAMAZDINIZ” TEZINI<br />

SÖYLEYEN GÜRUHA BAKTIĞIMIZ ZAMAN<br />

YA “KEMALIST” YA DA İSLAMI CAMIA DA<br />

FARKLI DÜŞÜNCE DE OLAN INSANLAR<br />

OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ. Yine bu insanların<br />

ağzından şu cümleleri duyuyoruz “siz<br />

İsrail ile anlaşıyorsunuz, yeneriz biz onları<br />

bizden korkuyorlar” cümlelerini duyuyoruz.<br />

Yahu siz daha darbeciler darbe yapsaydı<br />

sokağa çıkamazdık diyorsunuz İsrail ile nasıl<br />

savaşmayı düşünüyorsunuz?<br />

VE SON OLARAK “GENÇLIK ÖLÜYOR,<br />

GENÇLIK BITTI, GENÇLER ARTIK ÇOK<br />

HANTAL, GENÇLER HIÇBIR ŞEY YAPAMAZ“<br />

SÖZLERIYLE BIRLIKTE YAZILAN BÜTÜN<br />

YAZILAR BIR ANDA YERLE BIR OLMUŞTU.<br />

15 yaşında sokağa çıkıp şehit olanda vardı,<br />

elinde oyuncak arabası ve bayrağı ile sokaklarda<br />

dolaşan bebelerimizde vardı. Onlar<br />

zannettiler ki kül edeceğiz bunları, ama biz<br />

onları kül etmiştik.<br />

BIZ DE ŞEHIT AĞABEYLERIMIZ MUSTAFA<br />

CAMBAZ VE HALIL KANTARCI GIBI DIYO-<br />

RUZ KI;<br />

- “Amerikalı değildik ve hiç olmayacağız”,<br />

yeniden doğduk ve “Milli İradenin<br />

Muhteşem sembolü Ezan-ı Muhammedi”<br />

diyerek tekrar gelirlerse tekrar üstlerinden<br />

geçeriz!<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

26


MAKALE<br />

VAH KI VAH VAH<br />

ENES BAŞ<br />

Tam 50 sene beklenen gün için dünya<br />

ve ahiretlerini feda ettiler,<br />

Ne oldukları gibi göründüler, ne göründükleri<br />

gibi oldular.<br />

Çift kişilikli şizofren, her an takip edilme<br />

zannıyla paranoyak bir hayat yaşadılar,<br />

mahrem hizmette; o beklenen gün<br />

için.<br />

Rabbimiz, namaz kıl diyordu, kılmadılar<br />

beklenen gün için..<br />

Rabbimiz, oruç tut diyordu, tutmadılar<br />

beklenen gün için..<br />

Rabbimiz, içki içme diyordu, içtiler<br />

beklenen gün için..<br />

Rabbimiz, tesettüre gir diyordu, girmediler<br />

beklenen gün için..<br />

Sonra beklenen gün geldi; namaz<br />

kılanların, oruç tutanların, haramdan kaçanların,<br />

tesettürlülerin tepesine bomba<br />

olup patladılar, kurşun olup yağdılar, tank<br />

paletlerinde ezdiler, Allah Allah diye karşılarına<br />

çıkan abdestinden başka hiç bir<br />

silahı olmayanları..<br />

Öyle ki o katlettikleri insanların çoğu<br />

gazete ve dergilerinin abonesi okul ve<br />

dershanelerinin müşterisi olup; zekatlarını,<br />

kurbanlarını, hayırlarını hatta kendi<br />

çocuklarını bile onlara vermişti senelerce,<br />

namaz için oruç için haram ve helallere<br />

uymak için..<br />

Şimdi hep beraber bir günü daha bekliyoruz<br />

gidenlerle ve kalanlarla, maktullerle<br />

ve katillerle, zalimlerle ve mazlumlarla;<br />

O büyük hesap gününü!<br />

Amerikan Dışişleri Bakanı Türkiye’den<br />

delil istemiş. Ne için?<br />

Terörist başının 15 Temmuz darbe<br />

kalkışmasıyla ilgisi bulunduğuna dair..<br />

Bak sen!<br />

Terörist başı Fetullah Gülen’in Amerikan<br />

maşası olduğunun ve beraber bu işi<br />

pişirdiklerinin bundan açık ispatı mı olur?<br />

Ulan siz!..<br />

Afganistan’a saldırırken delil mi aramıştınız?<br />

Saddam’ı asarken delil mi göstermiştiniz?<br />

Bin Ladin’i, hem de başka bir ülkenin<br />

sınırları içinde bombalarken elinizde kanıt<br />

mı vardı?<br />

Guantanamo’da binlerce insanı, yıllarca<br />

sorgusuz sualsiz tutuklarken delil mi<br />

vardı?<br />

Sizin polisiniz her yıl binlerce siyahîyi<br />

sokak ortasında öldürürken mahkeme<br />

kararı mı soruyor?<br />

Irak’ı işgal ederken delil mi bulmuştu-<br />

27<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ENES BAŞ<br />

nuz?<br />

Pardon..<br />

Irak’ı işgal ederken Saddam’ın elinde kimyasal<br />

silah olduğunu ileri sürmüştünüz değil mi?<br />

Ve bunu bütün dünyaya inandırmıştınız. Sonra<br />

ortaya çıktı ki, bu kuyruklu bir yalanmış.<br />

Irak’ta kimyasal silah falan yokmuş meğer dünyayı<br />

kandırarak, koca bir ülkenin ırzına geçmiş, anasını<br />

ağlatmışsınız.<br />

İşte siz böyle düzenbazsınız. Günah galeriniz o<br />

kadar büyük, sabıka dosyanız o kadar kabarık ki..<br />

Hangi birini sayalım? Soykırım yaptığınız binlerce<br />

Kızılderili’yi mi, Vietnam’da katlettiğiniz binlerce sivili<br />

mi, Japonya’ya attığınız atom bombasını mı?<br />

Tabi siz dünyanın dayısısınız!.. Size kim hesap<br />

sorabilir?<br />

Şimdi kalkmış, kucağınıza oturttuğunuz hoca<br />

kılıklı sahtekârı teslim etmemek için işi yokuşa sürüyorsunuz.<br />

Demek ki, hâlâ bu sahtekârın kullanım süresinin<br />

dolmadığını düşünüyorsunuz.<br />

Bakalım bu esfeli safilini daha hangi kirli oyunlarınıza,<br />

hangi kanlı planlarınıza alet edeceksiniz?!<br />

Fakat dikkat edin, beslediğiniz yılan gün gelip sizi<br />

de sokmasın.<br />

Hainlik bunların genlerinde vardır; kırk yıl ekmeğini<br />

yedikleri Türkiye’ye bu alçaklığı yapanlar yarın<br />

size neler yapmaz!<br />

İnşallah tez vakitte o günleri de görürüz.<br />

Güya dostuz, güya stratejik ortağız, güya müttefikiz<br />

Amerika’yla..<br />

Böyle dost düşman başına!<br />

27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz…<br />

Şimdiye kadarki her darbenin içinde mutlaka bu<br />

müttefikimiz var.<br />

Niye?<br />

Hoca kılıklı bir meczubu, 70 yıllık müttefiklerine<br />

tercih ettiklerine göre mutlaka “geçerli” bir sebepleri<br />

vardır herhalde.<br />

Bilmiyoruz, söylerlerse öğreneceğiz.<br />

Ama ne zaman ki Türkiye’nin güdümlerinden çıkmaya<br />

çalıştığını hissetseler, ne zaman ki Türkiye’yi<br />

yönetenlerin kendilerine olan sadakatinden şüpheye<br />

düşseler anında düğmeye basıyorlar.<br />

Menderes’i, Özal’ı, Erbakan’ı hangi gerekçeyle<br />

tasfiye ettilerse, bugün Erdoğan’ı da aynı nedenle<br />

tasfiye etmek istiyorlar.<br />

Tüm bu ikircikli tavırlardan anlıyoruz ki..<br />

15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünün tetikçisi<br />

FETÖ, azmettiricisi Amerika’dır.<br />

Bundan artık hiç kimsenin en ufak bir şüphesi yoktur.<br />

Buna rağmen Türkiye, dört klasörden oluşan bir<br />

dosya hazırlayarak terörist başının iadesini resmen<br />

talep etmiş. Bakalım, bu sefer ne bahane bulacaklar?<br />

Muhtemelen bu deliller, terörist başının darbeyle<br />

iltisaklı olduğunu kanıtlamaz diyecekler.<br />

Zaman kazanacaklar. Çok çok sıkışırlarsa başka<br />

ülkeye gönderecekler.<br />

Tabi ‘Türkiye ile olan dostluğumuzun gereğini<br />

yerine getirdik’ demeyi ihmal etmeden.<br />

Biz de bu büyük şeytanla, pardon büyük müttefikimizle<br />

model ortaklığa devam edeceğiz.<br />

Ya Rab! Sen milletimizi devletimizi koru. Bize güç,<br />

kuvvet ver.<br />

Şehitlerimize rahmet et. Şehitlerimizi cennetinde<br />

ağırla. (Amin)<br />

Selam ve Dua ile..<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

28


MAKALE<br />

BALKANLAR’IN 15 TEMMUZ NÖBETI<br />

SEYYID EMİN<br />

Tarihin akışını değiştirecek olayları<br />

teknolojinin de “yardımıyla” hazmedemeden<br />

yeni olaylarla karşı karşıya kalıyoruz.<br />

15 Temmuz’da yaşadığımız saldırı ve bu<br />

saldırıya karşı ki dik duruş, tarihin akışı değil<br />

bizzat tarihin kendisi. İnsan kendisinin içinde<br />

yaşadığı bir olayı hiçbir zaman tam anlamıyla<br />

kavrayamaz. Bizler de 15 Temmuz’u<br />

yaşayanlar olarak hain darbe girişiminin<br />

vahametini, darbe girişimine halk tarafından<br />

indirilen darbenin haşmetini tüm boyutlarıyla<br />

kavrayamayacağız. Ancak yıllar sonra<br />

torunlarımız tarih kitaplarında nice zaferlerin<br />

yanında “Halkın gücü, tankın gücünü yendi”<br />

başlıklı dersleri görürken bizden çok daha iyi<br />

anlayacak yaşananları.<br />

15 Temmuz gecesi hareketlenme başladığında<br />

bir yandan televizyondan diğer yandan<br />

sosyal medyadan ne olduğunu anlamaya çalışırken<br />

TRT spikeri Tijen Karaş’ın silah zoruyla<br />

da olsa okuduğu bildiri sonrası maatteessüf<br />

zihnime Kenan Evren’in siyah beyaz televizyonda<br />

elindeki kâğıttan okuduğu bildiri yansıdı.<br />

Dudaklarımdan da gayri ihtiyari olarak<br />

“2016 yılında 80’leri mi yaşayacağız” sorusu<br />

döküldü. Aslında bu Balkanlarda yaşayan<br />

tüm soydaşların aklındaki soruydu. İnsanlar<br />

bir yandan bu sorulara cevap ararken diğer<br />

yandan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep<br />

Tayyip Erdoğan’ı merak ediyordu. Erdoğan<br />

televizyona bağlanıp meydanlara çıkın<br />

dediğinde hiç garipsemeden, sorgulamadan<br />

bayraklarımızı aldık ve Türkiye Cumhuriyeti<br />

Üsküp Büyükelçiliği’nde toplandık. Yapılan<br />

açıklamayı (Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye<br />

Cumhuriyeti vatandaşlarına sesleniyordu)<br />

yadırgamadan meydanlara indik çünkü ortada<br />

bir adaletsizlik, hukuksuzluk, milli iradeye<br />

saygısızlık vardı ve biz Üsküp’ü, Saraybosna’yı,<br />

Prizren’i, İstanbul’un kardeşi olarak görüyorduk.<br />

Kardeşlerimiz Türkiye’de tanka tüfeğe<br />

karşı dik dururken bizim sağanak yağmur<br />

karşısında eğilmemiz beklenemezdi. Çünkü<br />

biz “beraber yürümüştük bu yollarda ve beraber<br />

ıslanacaktık yağan yağmurda”.<br />

Makedonya Türk Sivil Toplum Teşkilatları<br />

Birliği’nin (MATÜSİTEB) çağrısıyla ülkenin<br />

dört bir yanında “Milli İradeye Destek, Darbeye<br />

Hayır” mitingleri düzenlendi. Hain darbe<br />

girişimi Makedonya’nın başkenti Üsküp’te<br />

olduğu gibi Gostivar, Kırçova, Ohri, Radoviş<br />

ve diğer şehirlerde yapılan mitinglerle<br />

kınandı. Mitinglere Türklerin yanı sıra Arnavut,<br />

Boşnak, Torbeş ve Romanlar katıldı. Makedonya<br />

Müslümanlarının Türkiye’ye destek<br />

mitingine neden katıldığı yönündeki olası bir<br />

soruya cevaben diyorum ki: “Üsküp meyda-<br />

29<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SEYYİD EMİN<br />

nına çıktık çünkü insanız. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />

Müslümanız. Üsküp meydanına çıktık çünkü adaletsizliğe<br />

karşı sessiz kalamayız, vatansız yaşayamayız, bir daha<br />

Srebrenitsa’lar yaşansın istemiyoruz, çünkü Türkiye nezle<br />

olduğunda biz öksürüyoruz, çünkü Türkiye’nin en küçük<br />

sevincinde seviniyor tırnağı incinse üzülüyoruz. Üsküp<br />

meydanına çıktık çünkü bazılarımızın ismini bile ilk kez<br />

duyduğu Patani’de yetimlerin başının okşanmasına devam<br />

edilmesini istiyorduk. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />

Kudüs rüyamız var, çünkü Suriye’de binlerce masum<br />

“insan” şehit ediliyor, çünkü Çanakkale’de dedelerimiz yatıyor,<br />

çünkü ülkeler arasında konan sınırlar gönüllerimizde<br />

geçerli değil diyoruz. Üsküp meydanına çıktık çünkü<br />

Üsküp’ü, Prizren’i, Saraybosna’yı İstanbul’un, Konya’nın<br />

Şanlıurfa’nın kardeşi görüyoruz, çünkü söz konusu olan<br />

çocuklarımızın geleceği, çünkü Hira Dağı’nın çocukları<br />

olarak Olimpos Dağı’nın çocuklarına söyleyeceklerimiz<br />

var. Üsküp meydanına çıktık çünkü başka Türkiye yok<br />

ve İslam âlemine kol kanat gerecek başka devlet de yok.<br />

Üsküp meydanına çıktığımızda bunların hiçbiri gerçekleşmese<br />

bile biz ağzında bir damla su; İbrahim’in ateşini<br />

söndürmeye giden karınca misali safımızı belli ettik”.<br />

Mitinge katılan ve gözyaşlarına hâkim olamayan yürüme<br />

engelli kardeşimiz Ertan Şakir, Recep Tayyip Erdoğan’la<br />

Üsküp, Priştine ve Tiran’da üç defa görüşmüş. Türkiye<br />

sevdalısı Ertan, darbe gecesinde ise sabaha kadar uyumadığını,<br />

haberleri takip ettiğini ve bolca dua ettiğini<br />

söylüyor. Ümmetin son kalesinin,<br />

Üsküp nöbetinde bir diğer nöbetçi de 70 yaşındaki<br />

Nazmi abi. Bir elindeki koltuk değneğinden ve diğer<br />

elindeki Türk bayrağından güç alarak yürüyor. Mitinge<br />

katılan Makedonya’nın önemli şairlerinden Mehmed Arif<br />

ise tercüman oluyor hissettiklerimize: “Sancak düştüğü<br />

yerden kalkar, biliriz. Balkanların refahı Türkiye’ye bağlıdır,<br />

bunu da biliriz. Bu bağ 6 asırlık Osmanlı hâkimiyetinde<br />

dokunmuştur. Balkan Savaşları’ndan sonra bu topraklardan<br />

çekilen Osmanlı’nın Balkanlarda kalan Anadolu<br />

evlatlarıyız biz. Dolayısıyla sancağın düştüğü yerde nöbet<br />

beklemekteyiz”.<br />

Türkiye’ye destek mitingleri Bosna-Hersek, Bulgaristan,<br />

Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Sırbistan gibi Balkan ülkelerinde<br />

de düzenlendi. Şehitler için gıyabi cenaze namazları<br />

kılındı, hatmi şerifler indirildi, dualar edildi. FETÖ’nün<br />

darbe girişiminin püskürtülmesi dolayısıyla tarihi Üsküp<br />

Türk Çarşısı’nda şükür kurbanları kesildi. Cuma hutbelerinde<br />

bu hain girişim kınandı, anavatana dualar edildi.<br />

15 Temmuz hain darbe girişimi dünyada olduğu gibi<br />

Balkan medyasında da önemli yer tuttu. Makedonya ve<br />

Balkanlarda Türkiye Devleti ve milleti ile hareket eden<br />

soydaşların yanı sıra Avrupa’nın arka bahçesi görevini yürüten<br />

medya kuruluşları da darbe yanlısı yayınlar yaptılar.<br />

Biz bir yandan meydanlarda Türkiye’nin hissettiklerini hissetmeye<br />

çalışırken diğer yandan Türkiye’ye ve Erdoğan’a<br />

karşı mesnetsiz suçlamalarda bulunan Batı medyasının<br />

tercümanlığını yapan bir takım medya kuruluşlarına karşı<br />

da dik durduk. Darbe yanlısı medya organlarında “Korkak<br />

Erdoğan”, “Demokraside ve diktatörlükte yapılan darbeler<br />

arasında fark var”, “Darbeyi başaramayan bir ülkeye lanet<br />

olsun”, “Tebrikler, darısı bizim başımıza”, “Korkak Erdoğan<br />

telefonla çağrı yaparak halkın arkasına gizlendi”, “Türkiye<br />

yeni ‘Sultanı’na kavuştu”, “Erdoğan’ın görünüşteki zaferi”,<br />

“Erdoğan adım adım mutlak güce yaklaşıyor” vs. ifadeler<br />

kullanıldı. Bu bizi şaşırtmadı çünkü küfür tek milletti.<br />

Meydanlarda vatan nöbetini tuttuğumuz gibi medyada<br />

da nöbet tutulmalıydı. Makedonya’da Türkçe yayın yapan<br />

TİMEBALKAN haber sitesi 15 Temmuz sonrası yaptığı<br />

haberler ve ulaştırdığı anlık bilgilerle gündemin nabzını<br />

tuttu, FETÖ ve darbe yanlısı medyaya gereken cevabı<br />

verdi. Sitede yayınlanan bir analizde Makedonya’nın<br />

önemli münevverlerinden Prof. Dr. İsmail Bardhi muhalefet<br />

medyasının darbeci tutumunu “Türkiye’ye taş atan<br />

kimi gazeteci veya analist şarlatanlar hakkında konuşmak<br />

israftan öte bir şey değildir” ifadeleriyle eleştirdi.<br />

Günün erken battığı 15 Temmuz’da geceyi mimar onardı.<br />

Türkiye dünya mazlumlarının dualarıyla ayakta kalmayı<br />

başardı. Bu tümceyi yazıyı güzelleştirsin diye değil,<br />

hain darbe girişiminden sadece 3 hafta sonra Üsküp’te<br />

yaşanan selde müşahedelerimle bizzat şahit olduğum<br />

için yazıyorum. 6 Ağustos 2016 tarihinde Makedonya’da<br />

yoğun olarak Üsküp ve Kalkandelen civarını etkileyen<br />

sel felaketi meydana geldi. Resmi rakamlara göre 20 kişi<br />

öldü, 70’in üzerinde kişi yaralandı ve 1000’den fazla kişi<br />

de tahliye edildi. Sel sonrasında birçok devlet az veya çok<br />

Makedonya’ya yardımlarını açıkladı. Peki Türkiye ne yaptı?<br />

(Türkiye’nin yapmış olduğu yardımların maddi karşılığının<br />

850 bin avroyu geçtiğini belirtelim) TİKA, Kızılay, AFAD,<br />

İstanbul, Bursa Büyükşehir Belediyeleri ve diğer belediyelerle<br />

Üsküp’e geldi. Sel bölgesinde kamp kurdu, itfaiye<br />

araçlarıyla Makedon yetkililerin bile girmediği Müslüman<br />

mahallelere girerek temizlik yaptı ama ayrımcılık yapmadı,<br />

caminin karşısındaki kiliseyi de temizledi, papaza çay<br />

ikram etti. Evleri yaşanmayacak hale gelen selzedelere<br />

çorba kaynattı, çocuklarla oyun oynadı, dertleriyle hemdert<br />

oldu, çay içti, kardeşliği hatırlattı ve bunun karşılığında<br />

yaşlı gözlerden, tebessümlü yüzlerden en güzel<br />

duaları alarak sel bölgesinden “Allah sizlerden razı olsun”,<br />

“Türkiye, Türkiye” nidalarıyla geri döndü.<br />

Mazlumların dualarıydı darbe girişimi gecesi Atatürk<br />

Havalimanı’nda Metin Doğan’ı bir tankın önüne yatıran.<br />

Bu dualardı Mustafa Özbey’e Malatya’da darbecilerin<br />

bıraktığı tankı kullandıran. Bu dualardı “Nene Hatun”un ete<br />

kemiğe bürünmüş hali Şerife Boz’u darbe girişimine karşı<br />

kamyonla Taksim’e çıkaran.<br />

Basübadelmevte olan inançtı Şehit Ömer Halisdemir’e<br />

ölümü emreden komutanına “Baş üstüne komutanım”<br />

dedirten. Ve o gece meydanlara çıkan milyonlarca insanı<br />

konuşup sözleşmişçesine Mehmet Akif’in dizelerini hayata<br />

geçiren:<br />

“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar<br />

Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var”<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

30


MAKALE<br />

15 TEMMUZ GAZİSİNDEN “O” GECE<br />

UĞUR MAMATİ<br />

Olayları şuradan buradan<br />

duyan biri olarak değil 9 saat<br />

boyunca Boğaziçi Köprüsünde<br />

olan biri olarak size hayatımda<br />

kolay kolay unutmayacağım<br />

geceyi anlatayım:<br />

Asker, köprüyü kapattıktan yaklaşık 1<br />

saat sonra direkt köprüye gittim. Ben<br />

oraya vardığımda halk henüz toplanmamıştı.<br />

Kısa bir zaman dilimi içinde ortalık<br />

kalabalıklaştı. Köprünün Anadolu/Avrupa<br />

girişinin gişe kısmının yaklaşık 20 metre<br />

gerisinde yoğunlaşıldı. İnsanların giderek<br />

kalabalıklaşmasından korkmuş olacaklar<br />

ki asker, havaya ateş açmaya başladı.<br />

İlk uyarı ateşlerinden sonra “Bu iş böyle<br />

gitmez, üzerlerine gidelim nasıl olsa bize<br />

ateş etmezler” diye düşünen ve içinde<br />

benim de olduğum yaklaşık 50 kişi, gişeleri<br />

de geçerek askerin 15 metre önüne<br />

kadar geldik ki asker sivil vatandaşın<br />

üzerine ateş açtı. Bayrak açmaya çalışan<br />

iki gençten birini bacağından diğerini<br />

omzundan vurdu. 1 metre kadar önümde<br />

yaşı 60 civarı olan bir amcayı ağzından<br />

vurdular. O yürüyüş esnasında 20’ye<br />

yakın kişi vurularak yaralandı. Koşarak<br />

OGS gişelerinin beton duvarlarının arkasına<br />

saklandık. Kısım kısım, 1 saate yakın<br />

bir zaman duvarların arkasında kalındı. O<br />

sırada askerin daha geride ki halk üzerine<br />

atışı devam ediyordu. Kimimiz koşarak<br />

geriye geldi, kimimizi polisler gelip aldı;<br />

ancak asker üniforması giymiş teroristler<br />

herkesin geriye gitmesine izin vermedi<br />

ve ateşi sıklaştırınca aradaki duvarda<br />

uzun süre mahsur kalan gençler oldu.<br />

Askerin bu tutumunu gören polis, halkı<br />

korumak için gişelerden 30 metre kadar<br />

geride barikat kurdu. Akrep ve itfaiyeler<br />

ile barikatı güçlendirdi. Ben, geriye geldikten<br />

sonra ise özellikle ilk 2 saat (00.00<br />

ile 02.00 arası) askerin <strong>aralık</strong>lı atışları<br />

devam etti. Çok <strong>sayı</strong>da insan ya direkt<br />

hedef olarak ya da seken kurşunlardan<br />

yaralandı ve genellikle motorsikletlerle<br />

hastanelere taşındı. Bir zaman sonra<br />

önce bizden olduğunu zannettiğimiz bir<br />

tank, metrobüs yolundan gelerek asker<br />

grubuna dahil oldu. O sıra, ateş sesi pek<br />

27 31<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


UĞUR MAMATİ<br />

duyulmadı; ama çok geçmeden tekrar sivil halk arasından<br />

kurşunla yaralanan insanlar artmaya başladı.<br />

İlk tankın geçişinden yaklaşık 1 saat kadar sonra da<br />

Beylerbeyi yönü tarafından bir zırhlı askeri aracın<br />

hızla vatandaşın üzerine tankı sürerek aynı zamanda<br />

kapağından çıkmış bir askerin sağa sola ateş açarak<br />

geçişine şahit olduk. O sıra insanlar reklam panolarının<br />

arkasına saklandı.<br />

Polis ve orada ki halk tarafından BÜTÜN GECE<br />

BOYUNCA TESLİM OL ÇAĞRISI YAPILDI ANCAK<br />

KİMSE ORALI OLMADI. Polisin de silahlarını kullanmaya<br />

başlamasından sonra asker, bu sefer tankını<br />

kullandı. 2 kere boş toprak alana 1 kere insanların<br />

seyrek olarak bulunduğu alana top atışı yapıldı. Son<br />

atışı ise 1 tomayı hedef alarak yaptı. Tomanın metrelerce<br />

sürüklenişine şahit oldum. Ayrıca gece boyunca<br />

köprüye mevzilenmiş bir keskin nişancı gerek<br />

halka gerek polise gerekse araçlara ateş açtı.<br />

Sabah saatlerine yakın, vatandaşın yarısı geri döndü;<br />

ancak kalan <strong>sayı</strong> azımsanacak gibi değildi. Teslim<br />

olma süreçleri ise sabah 06.30 sularında başladı.<br />

Son çırpınışlarını sergileyen asker mühimmatının da<br />

bitişiyle (teslim alındıktan sonra mühimmatlarının<br />

kalmadığı fark edildi) ilk silah bırakıp elleri havada<br />

teslim olmaya başladı. Halkın üzerine doğru geldiğini<br />

gören bazı askerler, tekrar silah alıp ateş etmeye<br />

çalışsa da teslim alındılar.<br />

Bu süreçten sonra yaşanılanlara da şahit oldum.<br />

Evet bazı çirkin durumlar yaşandı, olmaması gereken<br />

durumlar oldu; ancak bunu yapan kesim oldukça<br />

azdı. Halkın geneli ihtiyatlı yaklaştı...polislere<br />

yardım etti...ve uzun bir uğraştan sonra teslim alınan<br />

askerler, otobüslerle olay yerinden uzaklaştırıldı.<br />

Günlerdir paylaşılan şeylere bakıyorum. Çoğunun<br />

orada olmadığını anlamak uzun sürmüyor. Bir<br />

taraf aşırı müthiş tablo çizerken diğer taraf ortada<br />

efsane vahşet vardı diyor. Herkesin kendince haklı<br />

olduğu noktalar var. Evet, ortada emir alarak iş<br />

yapan gençler erler var ve halkın askere yaptığını<br />

doğru bulan da bulmayan da var.. ben buna da<br />

şöyle bakıyorum: Dün gece orada abisini kaybedip<br />

babası yaralanan adam da var, taa Altunizade<br />

durağından durumu izleyen de... Haliyle normal<br />

bir kafayla yapılmış şeyler değil bazı olaylar. Ayrıca<br />

ortada bir debdebe durumu söz konusu. O yüzden<br />

kalkıp da bu pek hoş olmayan olayı gerçekleştiren<br />

insanlara siz insan değilsiniz tribine giren insanlara<br />

pek itibarım yok. Er mevzusunda fikrime gelince:<br />

Evet, bunlar emir eri askerler. Yap dersin yaparlar.<br />

Bir akşamüstü kalk dediler kalktı, bin dediler bindi.<br />

Buraya kadar tamam; ancak in dedikleri yer, “Boğaz<br />

Köprüsü”ydü; sık dedikleri insanlar, kendi halkıydı<br />

ve polis, 8 saat boyunca teslim ol çağrısı yaptı. Tüm<br />

bunlara rağmen onlar halkına sıktı. Bayrak açan kardeşine<br />

sıktı. Polise teslim olmadı. “Sivil halka sık ulan”<br />

diyen üstü yerine halka sıktı. İşte orada duracaksın.<br />

Bu topraklarda emri uygulamamak için intihar eden<br />

erler de oldu, kendine sıkan erler de...<br />

Kendi halkına “bomba at” emri veren Esed’e rest<br />

çekip hava kuvvetlerinden ayrılan Suriyeli askerler<br />

de oldu. Bu çocuklar, fotoğraflarda korkmuş görünüyorlar.<br />

Ben de olsam o halkın öfkesinden korkardım.<br />

Bir tarafım bu şekilde dövülmelerine razı değil;<br />

ancak kesin bildiğim bir şey varsa masum değiller.<br />

Bizim savunduğumuz ve sevdiğimiz asker ruhuna<br />

erişmiş değillerdi. Onurlu bir Türk askeri -özellikle de<br />

yaşı henüz kalbi kurumayacak kadar ufaksa- bunu<br />

yapmamalıydı; ancak olan oldu. Canlarını yitirenler<br />

ve yaralananlar var; ancak hangi taraf kazandı<br />

derseniz, bence sahada kazanan yok. Elbette devlete<br />

ve millete yapılan bu girşimi geri püskürten<br />

vatandaş işin bu kısmını kazandı; ancak onca ölen<br />

insanı görüp onca yaralıya müdahale edip üstüne<br />

bir de bunu yapanın aldığı emri koşulsuzca uygulayanın<br />

ve halkına sıkanın sözde Türk askeri olduğunu<br />

gördükten sonra “kazandık” diyemedim. Kısaca: Asker<br />

sıkmadı diyene: ASKER SİVİLE SIKTI! Gözümün<br />

önünde öldüler! Yaralandılar! Eve gittiğimde farkına<br />

vardım ki sağ bacağımdaki pantolonumun kumaşını<br />

bir kurşun sıyırmış. Sol bacağım da ise askeri aracın<br />

üzerimizden geçtiği sırada refüjlerden yeşilliğe atlarken<br />

yuvarlanarak oluşan büyük morluklar var. !! Halk<br />

sadece yandaşlardan oluştu diyene: HALK, BİR BÜ-<br />

TÜNDÜ! Ak Parti-Chp-Mhp diye ayrışmadı kimse.<br />

Kur’an okuyan teyze de vardı, andımızla gezende...<br />

“Halk, askeri katletti teslim olunca” diyene: VATAN-<br />

DAŞIN ÇOĞU SAKİNLİĞİNİ KORUDU! Olabildiğince<br />

soğuk kanlı kalındı.Elbette bazı gruplar oluştu; ancak<br />

onların içlerindekilerin çoğu o gece orada yakınlarını<br />

kaybedenlerdi.<br />

Boşuna inmeyin sokağa diyene ise VATANDAŞ<br />

İNMESEYDİ SABAHA BAŞKA YERE UYANIRDINIZ!<br />

Asker, halka her ne kadar ateş açsa da gözünü tam<br />

karartamadı; ancak polisin üzerine tankla bile ateş<br />

açtı. O gece, askeri durduran halktı. Yobazlar kafa<br />

kesti diyene: KİMSE KİMSENİN KAFASINI KESMEDİ!<br />

Yobaz diye Işidci d iye yaftaladığınız sakallı şalvarlı<br />

adamlar o küçük öfkeli gruplardan teslim olmuş askerleri<br />

ve ölüleri “bize yakışmaz” diyerek korumaya<br />

çalıştı! Olay tamamen bundan ibarettir.<br />

<strong>kusva</strong>.org 28 32


MAKALE<br />

EMRE METİN<br />

LİDERLER<br />

NASIL İLHAM<br />

KAYNAĞI<br />

OLURLAR ?<br />

Gelin dünyada ilk motorlu<br />

uçağı yapan ünlü kardeşleri<br />

anlamaya doğru bir<br />

yolculuğa çıkalım.<br />

Evet hepimizin bildiği Wright Kardeşlere,<br />

Ama onlara gelmeden önce bir<br />

soru soralım “Samuel Pierpont Langley<br />

“ yi tanıyan var mı aramızda ?<br />

Muhtemelen kimse tanımayacaktır..<br />

Yirminci yüzyıl başlarında,<br />

İnsan gücü uçuş arayışları bugünün<br />

en popüler olaylarındandı,<br />

Tüm mucitler bunun arayışındaydı.<br />

Ve Samuel Pierpont Langley bizim<br />

var<strong>sayı</strong>mlarımızla, başarının tam tarifine<br />

sahipti.<br />

Samuel Pierpont Langly’e Savaş bakanlığınca<br />

uçan makineleri, anlaması<br />

için 50.000 dolar verildi.<br />

Harvard’ta bir makam sahibiydi en<br />

iyi yerlerde çalışan, en zeki kişiler ile<br />

bir çok kişiyle bağlantısı vardı.<br />

Oda bu güç ile Paranın bulabileceği,<br />

en iyi beyinleri işe aldı ve piyasa<br />

koşulları harikaydı..<br />

Newyork Times onu heryerde takip<br />

ediyor, ve herkes langley’in tarafını<br />

tutuyordu.<br />

O halde nasıl olurda Samuel<br />

Pierpont Langley hakkında hiç birşey<br />

duymadınız ?<br />

Ama Orville ve Wilbur yani wright<br />

kardeşleri duydunuz ?<br />

Bizim başarının tarifi için değerlendirdiklerimizden<br />

hiç birine sahip<br />

değillerdi, paraları yoktu.<br />

Wright kardeşlerinin takımında bir<br />

tek kişinin bile lise, üniversite eğitimi<br />

yoktu,<br />

Hatta Orville ve Wilburun bile..<br />

Ve New York Times ‘da onları hiç bir<br />

yerde takip etmedi.<br />

Farklılıkları,<br />

29 33<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


EMRE METİN<br />

Orville ve Wilbur’un sebebleri tarafından sürüklenmeleriydi.<br />

Bir amaçlar, bir inanışla…<br />

İnandılar ki, eğer bu uçan makineyi çözebilirlerse,<br />

dünyanın gidişatını değiştiriceklerdi,<br />

Samuel Pierpont Langley amacı farklıydı,<br />

O zengin ve meşhur olmak istiyordu.<br />

O sonucu elde etmeye çalışıyordu, O zenginliği<br />

yakalamaya çalışıyordu..<br />

Ama Samuel birşeyi kaçırıyordu eğer dünyayı<br />

değiştiricek bir şey yapıyorsan, bu para ile değil<br />

inanç ile olacağıydı.<br />

Wright kardeşler ve takımı hayallerine inanarak<br />

kan, ter ve gözyaşları içinde çalıştılar, diğerleri<br />

ise sadece maaş bandrosu için çalıştılar.<br />

Ve nihayetinde 17 <strong>aralık</strong> 1903’te wright kardeşler<br />

uçtular,<br />

Ve orada bunu gözlemleyecek kimse yoktu,<br />

Bir kaç gün sonra neler olduğunu öğrendik.<br />

Langley’in yanlış motivasyona sahip olmasının<br />

bir başka kanıtıda, wright kardeşlerin uçtuğu<br />

gün, oda işinden ayrıldı,<br />

Diyebilirdi ki ;<br />

Arkadaşlar Bu mükemmel bir çalışma ve sizin<br />

teknolojiniz üzerinden bunu geliştireceğim..<br />

Fakat o bunuda yapmadı.<br />

O ilk değildi, zengin olamadı meşhur olamadı,<br />

sonuçta işten ayrıldı..<br />

İnsanlar ne yaptığınızı satın almazlar, yapma<br />

nedeniniz için satın alırlar.<br />

“Eğer insanları sadece işi yapabildikleri<br />

için işe alırsanız, sizin paranız için<br />

çalışırlar.<br />

Ama eğer sizin inandığınız hedeflere<br />

onlarda inanırlarsa Kan, ter ve gözyaşı<br />

içinde sizin için çalışacaklardır.”<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

30 34


MAKALE<br />

İDRİS CİN<br />

GİRİŞİMCİ DOSTU<br />

EKONOMİ MODELİ<br />

ÜLKEMİZİN EKONOMİK<br />

KURTULUŞUDUR!<br />

GİRİŞİMCİLİK PEK ÇOK BAŞARILI İSİM TARAFINDAN YİNE PEK ÇOK KEZ<br />

TANIMLANMIŞ. Girişimciliğe en genel anlamıyla baktığımızda; aksayan bir<br />

sisteme çözüm üretme ve/veya hali hazırda işleyen bir düzene yenilik getirme<br />

ve katma değer sağlama çabasıdır. Girişimcilik dediğimiz bu çaba, karşılığında<br />

ne beklenirse beklensin; ek onomik, kültürel ve toplumsal sistemlerin gelişimini/<br />

değişimini ve sürdürülebilirliğini sağlamak için kritik derecede önemli. Bu<br />

önemin farkına varan ve girişimcilik kültürünü üst seviyeye çıkaran toplumlar<br />

daima önde olmuşlar, oluyorlar ve olacaklar. Çünkü yaratılış fıtratımıza baktığımızda<br />

toplumların bu şekilde sürekli evrildiğini görüyoruz.<br />

GÜNÜMÜZDEKİ DÜNYA DÜZENİNE BAKTIĞIMIZDA; “GİRİŞİMCİLİK”<br />

ALGISINI BENİMSEMİŞ VE BU ALGIYLA EKOSİSTEMLER OLUŞTURABİLMİŞ<br />

TOPLUMLARIN DOĞAL SONUÇ OLARAK DÜNYADA SÖZ SAHİBİ OLDUK-<br />

LARINI GÖRÜYORUZ. Dünyamızın başlangıcından sonuna kadar ki yolculuğunda;<br />

biz insanlığa ne kadar bir yönlendirme ve yönetme iradesi verilmişse;<br />

işte o iradenin bu toplumlarca adeta lokomotif gibi kullanıldığını, diğer toplumların<br />

ise sadece bu toplumların etkisinde ve takibinde olduklarını görüyoruz.<br />

Bu çerçeveden ülkemize baktığımızda ise; son 100 yıllık tablo maalesef tablo iç<br />

açıcı olmada da yeni yeni başlayan kıvılcımlar oldukça umut verici.<br />

DÜNYADAKİ TOPLUMLAR ARASI DENGELERE BAKTIĞIMIZDA; ÜLKEMİZ<br />

BU DENGE İÇERİSİNDE MAALESEF ÜRETEN DEĞİL TÜKETEN BİR KONUM-<br />

DA. Ve yine maalesef ki; ürettiğimiz kalemlerin ise çok azında katma değer<br />

sahibi üretim süreçlerimiz var. Deyim yerinde ise ürettiklerimizde de taşörenlik<br />

yapıyoruz. Arge ve inovasyona (yenilikçiliğ e) dayalı katma değerli üretimler<br />

yapmadığımız için çabalarımızın sonuçlarını yeterince alamıyoruz. Mesela<br />

bir örnek vereyim; önde gelen sanayi illerimizden Gaziantep’in bir yıllık ihracat<br />

hacmi sadece 1 yıllık cep telefonu ithalatımızı ancak karşılıyor. Ülke olarak<br />

gelişen bir ekonomiye sahip olsak da rakamlar, geleceğe yönelik bir şeylerin<br />

35 31<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


İDRİS CİN<br />

artık değiştirilmesi gerektiğine ısrarla ve SOS verircesine işaret ediyor. Arge ve inovasyon<br />

kültürünü ve girişimcilik ruhunu milletimize daha fazla ve daha bilinçli bir şekilde ısrarla ve<br />

sabırla aşılamamız gerekiyor. Elbette bu aşıyı yaparken bu kültürü kendi özdeğerlerimizden<br />

hareketle oluşturabilmeliyiz. Eğer girişimcilik ruhunu ülke insanımıza aşılamayı başarabilirsek<br />

-ki bu o kadar da zor değil- arge ve inovasyona gereken önemi vererek dünyaya katma<br />

değer sağlayan toplumlardan birisi olabiliriz. Bu nedenle girişimciliği ve girişimci dostu<br />

ekonomi modelini ülkemizin çıkış noktası olarak görüyo rum.<br />

BU ÖNGÖRÜDE NE KADAR HAKLI OLDUĞUMU GÜNÜMÜZÜ LİDER TOPLUMLARI<br />

VE LİDER GİRİŞİMLERİ AYAN BEYAN ORTAYA KOYUYOR ZATEN. Arge ve inovasyon<br />

temelli bir girişim sonucu ortaya çıkan bir ürün veya hizmet; tüm dünyadaki tüketim alışkanlıklarını<br />

değiştirebiliyorsa ya da geleneksel iş modellerini bile rafa kaldırabiliyorsa ; bu o<br />

girişimi çıkaran toplumun ekonomik ve kültürel anlamda yükselmesine, zirveye oynamasına<br />

ya da zirvede kalmasına sebep oluyor demektir.<br />

DÜNYADA ÇOK BAŞARILI GİRİŞİM ÖRNEKLERİ VAR; ÜLKEMİZDE DE VAR. Ancak bu<br />

başarı örneklerimizi daha da yaygınlaştırarak geniş tabanlara girişimcilik tutkusunu ve ortak<br />

işe yapabilme, güç birliği yapabilme becerisini yaymamız gerekiyor. Ülke olarak genç bir<br />

nüfusa sahibiz. Bu nüfusu etkili bir şekilde kullanabilmemiz için işsiz üniversite mezunlarımızın<br />

olmaması lazım. Onları da üretken emeğe dönüştürebilmenin en etkili yolu olarak<br />

girişimcilik karşımıza çıkıyor. Kaldı ki ülke olarak bu günkü koşullar ı bir daha yakalayamayabiliriz.<br />

Çünkü şu an sahip olduğumuz genç nüfus potansiyeline ve siyasi iradeye ö<br />

nümüzdeki on yıllarda aynı anda sahip olamayabiliriz.<br />

Bir diğer yandan yabancı sermayedarların, yatırımcıların dikkatini çeken bir ülke olmamız<br />

girişimcilik için ap ayrı bir fırsat. Ülkemize ilgi duyan ve gelen yabancı fonları; patentli iş<br />

fikirlerimizle ve girişimlerimizle kullan malı, katma değerli ürün/hizmet olarak ülkemizde<br />

kalıcı hale getirip tüm dünyanın tüketimine/kullanımına s unmalıyız.<br />

GİRİŞİMCİ BİR TOPLUM OLAMAZSAK GERİDEN GİDEN, İZLEYEN, TÜKETEN OL-<br />

MAKTAN KURTULAMAYIZ. Var olmak, inanç ve değerlerimizle biz kalabilmek ve dünyada<br />

söz sahibi olmak istiyorsak girişimci bir toplum olmamız gerekiyor. Ve bu değişime kendimizden<br />

başlamamız, birey olarak örnek girişimciler olmamız veya girişimcileri desteklememiz,<br />

takdir etmemiz gerekiyor.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

36 32


MAKALE<br />

MUHARREM ALTINTAŞ<br />

DÜNYA<br />

BEŞTEN<br />

BÜYÜK MÜ?<br />

Bilinmelidir ki ideolojiler, sınırlar değişse de bu toprakların<br />

kaderini siz belirleyemeyecek, bu milleti bu topraklardan<br />

sürükleyemeyeceksiniz !<br />

HERKES DAĞDAN İNME SİYASET MAGANDALARINI, MAGAZİNLERİ<br />

KONUŞADURSUN. Birileri tarafım belli demesine rağmen bölgenin vahametini<br />

görmezden gelsin; filmlere konu olması gereken hayatları unutup, film repliklerini<br />

sorgulasın.<br />

Siyonizmin 1000 yıllık planı adlı naraları yıllardır duyuyor, bir o kadar da göz<br />

ardı ediyoruz. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte nokta atışıyla bilgiye ulaşabilmenin<br />

yanı sıra, bu siyonizm denen illetin amacından, niyetinden, gayesinden<br />

ve sözüm ona misyonu ve vizyonundan haberdar olabiliyoruz az çok. Gerçi<br />

‘Vadedilmiş Topraklar’ çığlığını duyduğumuzda haritayı açmak yetiyor olmalı<br />

bizlere.<br />

‘Ortadoğu’<br />

21. YÜZYIL BİZLERİ KAPİTALİZMİN, EMPERYALİZMİN VE SİYONİZMİN<br />

KUCAĞINA ATARAK GEÇMİŞİ UNUTTURARAK KARDEŞİ KARDEŞE KIRDIR-<br />

DI. Bir elin beş parmağını da ayrı yöne baktırdı, küstürdü. Mezheple ayırdı, ırkla<br />

ayırdı. Yüzyıllardır bu topraklarda kardeşçe yaşayan insanları düşman etti birbirine.<br />

Evet, düşman etti. Herkesin yumuşak karnını buldu, vurdu! Hiç acımadan<br />

hem de. Kuklalar bulundu, inandırıldı, oynatıldı. Sazlar çalındı, şarkılar söylendi,<br />

yüzler güldü. Şehitlere ağlanmaz oldu. Ana haberlerde şehitlerin <strong>sayı</strong>sını görür<br />

olduk, isimlerini dahi duymadan rahmet dilediğimiz o şehitlerin sadece <strong>sayı</strong>sını<br />

bilir olduk. Sonra <strong>sayı</strong>lar da unutuldu. Önce şehitler unutuldu, sonra aileleri. Kör<br />

olduk, sağır olduk onlara. Şehitlerimizi birer birer unuturken, gazilik mertebesi<br />

ise gündemde dahi yer almadı. Bu insanların kapısını açan olmadı. Türk milleti<br />

33 37<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MUHARREM ALTINTAŞ<br />

vatanının evladına ne kadar sahip çıkıyor? Okurken kulağa ne kadar da gaddar, kaba geliyor. Birileri<br />

bu milletin ayarıyla oynuyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu unutturuyor. Yanlış sorgulanmaz<br />

oluyor, üstü kapanıyor bir gecede her şeyin.<br />

Bir düzen kurdular, para, silah ve uyuşturucuyla beslediler. Tüm eksiklerden, kullanılabilecek tüm<br />

bilgiden haberdar oldular, herkesi emellerine alet olmak zorunda bıraktılar. Ortadoğu yeniden<br />

şekillenecek dediler ve şekillendirebilmek için feda ettiler yerin altını, üstünü. Demokrasiyi getireceğiz,<br />

şehirleri yeniden yapılandıracak, yapacağız mavalları ile dünyayı uyuttular. Dünya da<br />

uyumak zorundaydı zaten. Oyun büyüktü çünkü. Herkes payına düşeni alıp kenara çekilmeliydi,<br />

oyun oynanmak zorundaydı. 2. Dünya Savaşı sonunda oynanan oyunun benzeri gibi. Boşuna kan<br />

kokusu içerisinde etmemişlerdi yeminleri, dünya haritası değişecek, Vadedilmiş Topraklar kendilerine<br />

halkın eliyle hediye edilecekti. Bunun içindi tüm gayret, çaba. Irak, Filistin, Suriye başta olmak<br />

üzere kazan kaynayacak, yaklaşmaya çalışan nasibini alacaktı. Öyle de oldu, kafa kaldırmaya çalışanlar<br />

sırayla boyun eğmeye başladı. Oyun en korkunç şekilde oynanıyor, tüm dünya izliyordu.<br />

‘Arap Baharı’<br />

ÖYLE BİR BAHAR KOYDULAR Kİ ADINI HİÇBİR KIŞ BİLE GEÇMEDİ BU KADAR AĞIR. Ortadoğu’da<br />

oynanan oyunun adı değiştirilmişti ama hikaye aynıydı, figürler benzer. Vefayı unutup<br />

elveda diyip vicdanımızla baş başa kaldık. Zaten vicdanımızdan başka dostumuz da kalmadı sesimizi<br />

duyacak, hepsini yitirdik.<br />

‘Türkiye’<br />

DÜNYANIN SÜPER GÜÇLERİNİN SİZLERİ ‘DÜNYANIN EN VERİMLİ TOPRAKLARI’NDA RA-<br />

HAT BİR YAŞAM SÜRMENİZ İÇİN BIRAKABİLECEĞİNİ, SİZLERLE UĞRAŞMAYACAĞINI, KO-<br />

LUNUZU KANADINIZI KIRMAK İÇİN FIRSAT KOLLAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORSANIZ HALA<br />

OLAYIN MAHİYETİNİN FARKINDA DEĞİLSİNİZ DEMEKTİR. Bugün usulen dost dedikleriniz sizi<br />

pay edemediği için onlarla dostsunuz, bunu da biliyorsunuzdur.<br />

Yıllardır düşman arıyoruz kendimize, suçlu arıyoruz yaşanan her hadisede. Görünen<br />

köy uzakta değil, nefesini her an ensemizde hissettiğimiz sözüm ona demokrasi elçilerine dönüp<br />

bir bakın isterim. Bakın ki kör olmadığımızı bilsin tüm dünya, bu millet üç maymunu oynamıyor,<br />

oynamayacak; bilinsin isterim. Dost kalmadığının fakat düşmanın da belli olduğunun bilinmesini<br />

isterim. Fakat kimse istemez, bilirim.<br />

Ve son olarak; bilinmelidir ki ideolojiler, sınırlar değişse de bu toprakların kaderini siz belirleyemeyecek,<br />

bu milleti bu topraklardan sürükleyemeyeceksiniz. Gerekirse kapı kapı dolaşacak; sizi konuşacak,<br />

sizi anlatacağız. Bu millet bilecek, farkına varacak; siz bu milletin kılına dahi zarar veremeyeceksiniz.<br />

Beş daimi Birleşmiş Milletler üyesinin, dünyanın en çok silah ihraç eden ülkeler olduğunu gördükten<br />

sonra kimse çıkıp da sahte dostluk çığırtkanlığı yapıp bu milletin sabrını sınamasın.<br />

Dünya beşten büyük fakat Twitter veya Facebook’ta değil;<br />

Türkiye’de büyük, Suriye’de, Filistin’de büyük, Libya’da; Mısır’da büyük ama katiyen Twitter’da, Facebook’ta<br />

değil.<br />

Liderler devletin, halk ise birbirinin kaderini belirler.<br />

iletişim: muharrem.altintas@kelyazar.com twitter.com/kelyazar instagram.com/kelyazar facebook.com/kelyazar<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

34 38


MAKALE<br />

MiHRiBAN CEYLAN<br />

YOLA<br />

ADIM<br />

ATMAK<br />

Bir çin atasözü der ki: ,,En uzun yolculuklar bile tek bir adımla başlar.<br />

HAYAT YOLCULUĞUMUZUN<br />

ILK ADIMI OLAN BIR MUCIZE<br />

NEFESLE BAŞLAYAN EN UZUN<br />

YOLCULUK ANNENIN GÖZÜN-<br />

DE MEYDANA GELEN BEBEĞINE<br />

BAKARKEN KI ILK GÜLÜMSE-<br />

MESIYLE, BEBEĞIN AĞZINDAN<br />

ÇIKAN ILK KELIMEYLE, ILK YÜ-<br />

RÜMELERLE DEVAM EDER. Yolculuklar,<br />

insanı acizlikten olgunluğa<br />

taşıyan en temel araçlardır<br />

yeter ki insanoğlu yollarına adım<br />

atmayı ve adım da sebat sağlamayı<br />

bilsin. Esasında bilmekte o<br />

yolda oluyor… Nice büyük alimleri,<br />

liderleri bir hedef için uğraşan<br />

insanları görünce<br />

o yolun bir yoğrulma adeta insanı<br />

şekle sokma okulu olduğunu<br />

düşünülebilir.<br />

İnsanların liderleri olan peygamberlerin<br />

gittikleri yollara bakıldığında<br />

nasıl bir şekillenme ile<br />

nasıl ilahi bir eğitim ile ruhlarını<br />

şekillendirip adım attıkları, yollarda<br />

kendilerinin sabit kaldığı<br />

gibi diğer bir çok insana da ilham<br />

kaynakları adeta bir güneş olup<br />

aydınlattıkları görülür. Kendileri<br />

yolların karanlıktaki adımlarından<br />

yürüyüp aydınlık amaçları<br />

uğruna hiç yılmadan adım atmış<br />

güneşi yüreklerinde hissederek<br />

ne kadar ilerlediklerini yolun<br />

sonundaki ulaştıkları aydınlık<br />

eflere ulaşınca anlamışlardır.<br />

Efendimiz’in bin bir cefa ile çıktığı<br />

hicretin aydınlık sonuçları bunun<br />

en güzel örneğidir.<br />

YOL BIR MEDRESEDIR, YOL BIR<br />

REHBERDIR, YOL BIR IŞIKTIR.<br />

Tabiri caizse yollar, kalemin kağıt<br />

üzerine bıraktığı bir noktalar gibi<br />

ne kadar anlam ifade edebileceği<br />

neleri oluşturabileceği bilinmezken<br />

mesela kimine göre bir<br />

39<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


MİHRİBAN CEYLAN<br />

düzlük oluşturulur o nokta ile, kimine göre başlanılan<br />

nokta ile aynıdır bitirilen yer, kimine düz bir<br />

çizgi oluşturur hiç değiştirmeden yalın bir şekilde<br />

kalıverir yolumuz, kendine şekiller verirken tamamen<br />

yolundayken çizdiğin, kendini özünü temsil<br />

eden sembollere bağlıdır esas mana.<br />

GITTIĞI YOLA DOĞRU ŞEKIL VERMELI DE IN-<br />

SAN. Hani bir söz vardır ameller niyetlere göredir<br />

diye. Yolum uzun, aydınlık ve düzgün olması,<br />

amaç dışına sapmaması işte bu niyet doğrultusunda<br />

olur. Bu niyet bizim yolumuzu dışarıdaki<br />

düşmanlıktan, zarardan korur. Bu derin güzelliği<br />

Derviş Yunus ne güzel özetlemiş amacını : Ben<br />

gelmedim kavga için, benim işim sevgi için. İşin<br />

özü burada kendini gösteriyor, dava insanlarının<br />

nasıl davalarını sahiplendikleri ve hiç şaşmadan<br />

bu yolda gittiklerini bu amaçlarına kenetlenmeden<br />

dolayı olduğu görülüyor. Yolunun şeklini<br />

amacına göre<br />

sıkıca ve sağlamca oluşturabilmeli de aynı zamanda.<br />

PEKI YA YÜRÜYEBILMEK NASIL OLMALIDIR?<br />

bir adım atarken yoldaki her şeye irade göstermekte<br />

sırrın biri... Nasıl ki bir karıncanın Nemrud<br />

‘un yaktığı ateşin içine bırakılan Hz. İbrahim ‘i<br />

ateşten kurtarmak için bir damla suyla yardıma<br />

koşmaya çalışması ve ona gülenlere yolunun<br />

nasıl değişmez sağlam irade ile kurduğunu gösteren<br />

şu cümlesi :<br />

EN AZINDAN HANGI TARAFTA OLDUĞUM<br />

BELLI OLUR.<br />

Budur ki İslam aleminin içinde tutulan tuğlaların<br />

da sağlam olmasının özü karınca zihniyetinin bir<br />

nebze de olsa yaşıyor olması. Bir diğer sır ise kişinin<br />

yüreğinde, kendini yoluna adayabilmesinde<br />

işte o zaman durmadan yola devam eder akarsu<br />

misali. İşte hayat dediğimiz bu yolculuğun temeli<br />

atacağımız adımlarda, yeni çizeceğimiz yollarda<br />

her şeyin gizli olduğu öz bizim ilk adımımızda<br />

gizli. Başlangıçlar satrançta ki ilk hamleler gibidir.<br />

Oyunu nasıl kuracaksın stratejini nasıl geliştireceksin<br />

hepsinin şekillendiği her şeyi içine sığdıran<br />

noktalardır ilk hamleler.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

40


MAKALE<br />

ŞENER MENGENE<br />

TÜRKİYE’DE<br />

YENİ GENÇLİK<br />

POLİTİKALARI<br />

Bugünümüz, yarınımız ve<br />

geleceğimizin teminatı<br />

olan gençlerimize ülkemizin<br />

kalkınmasında önemli<br />

görevler düşmektedir.<br />

Bu manada gençlerimizin iyi bir eğitim<br />

alması, çağın gerektirdiği teknik<br />

bilgi ve donanıma sahip olması, milli<br />

ve manevi değerlerimizi, kültürümüzü,<br />

örf ve adetlerimizi iyi öğrenmesi,<br />

yaşaması ve yaşatması gerekmektedir.<br />

Gençlik ve Eğitim<br />

Öncelikle, gençlerimiz uzman bir<br />

rehber eşliğinde meslek ve eğitim<br />

noktasında kabiliyetleri, ilgi ve becerilerine<br />

göre doğru yönlendirilmelidir.<br />

Bu konuda ailelere, rehber öğretmenlere,<br />

eğitimcilere, önemli sorumluluklar<br />

düşmektedir. Doğru okul ve meslek<br />

seçiminde bulunan gençler daha<br />

başarılı olmakta ve kariyer hedeflerine<br />

daha kolay ulaşmaktadırlar. Biz millet<br />

olarak geçmişte eğitimde dünyada<br />

örnek gösterilen bir konumdaydık.<br />

Medrese, Sıbyan Mektebi, Enderun<br />

gibi kurumlarla eğitim alanında tarihte<br />

derin izler bıraktık. Nizamimülk<br />

Medreseleri, Fatih Medreseleri, Şehr-i<br />

Al-i Medreseleri, Sahnı Seman<br />

Medreseleri, Kanuni Medreseleri<br />

dönemlerinde dünyanın en iyi eğitim<br />

kurumlarıydı, yine aynı şekilde başarılı<br />

eğitim hamleleri yapabilecek kabiliyetteyiz.<br />

Bu Bakımdan, gençlerimize<br />

hem teknolojik bilgi hem de milli, dini<br />

ve kültürel değerlerimizi doğru öğretmek<br />

mecburiyetindeyiz.<br />

‘’Bir milletin gerçek gücü tankı<br />

topu tüfeği değil, imanlı, ahlaklı ve<br />

bilgili gençleridir’’<br />

Merhum Başbakan Necmettin<br />

Erbakan Gençlik ve STK Sivil Toplum<br />

Kuruluşları kamu hizmetleri dışında<br />

gönüllülük esası ile hizmet yapan<br />

önemli kuruluşlardır. Sivil Toplum<br />

Kuruluşları, gençlerimiz sosyal hayata<br />

atılmalarında, tecrübe kazanarak<br />

kendilerini geliştirme ve ifade etme<br />

imkânına sahip oldukları mecralardır.<br />

Sivil Toplum Kuruluşları gençlerimize<br />

özgüven kazandırmakta ve hayatta<br />

birçok alanda karşılaşacakları sorunla-<br />

35 41<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ŞENER MENGENE<br />

rın üstesinden gelme becerisine sahip olmada<br />

önemli faydalar sağlamaktadır. Bakınız, hiçbir<br />

başarıya gül bahçelerinden gidilmez, zahmet<br />

olmadan rahmet olmaz, belirli bir mücadele<br />

ve disiplinli bir çalışma ile elde edilen başarılar<br />

daha kalıcı olmaktadır. Ülkemizde ve dünyada<br />

devlet ve siyasetteki yöneticilerin uzun bir STK<br />

deneyimine sahip olduklarını görmekteyiz.<br />

Gençlik ve Siyaset<br />

Siyaset sorun çözme sanatı ve insana hizmet<br />

etme aracıdır, bunu böyle görmek ve hak için<br />

halka hizmet etmeyi vazife bilmek gerekir. Son<br />

yıllarda siyasette gençlere çokça fırsatlar sunulmaktadır,<br />

belediye gençlik meclisleri, kent<br />

konseyleri, partilerin gençlik kolları, gençlerimize<br />

kendilerini temsil ve ifade etme, özgüven<br />

kazanma ve önemli tecrübeler kazanma imkânı<br />

sağlamaktadır. Yine milletvekili seçilme yaşı<br />

25’e indirilmiş ve gençler mecliste temsil hakkı<br />

bulmuştur. Genç bir kardeşiniz olarak, eğitim<br />

yıllarından itibaren sivil toplum kuruluşlarında<br />

görev yaparak, aynı zamanda genç yaşta gençlik<br />

kollarında görev yaparak önemli bir tecrübe<br />

kazanma imkânımız oldu. Ülkemize faydalı<br />

olma ve kendimizi geliştirme adına her mecrada<br />

yoğun bir gayret içerisinde olduk ve bu<br />

mücadelemize üstün bir gayretle devam etmekteyiz.<br />

Genç bir nüfusa sahibiz, gençlerin<br />

önünde kariyer hedefleri var, imkânlar kısıtlı,<br />

talep çok büyük bir rekabet ortamı ile karşı<br />

karşıya kalmaktadırlar bu nedenle iyi bir eğitim<br />

almak yetmiyor yurtdışı eğitim, yabancı dil İngilizce<br />

Arapça gibi, yabancı dilleri öğrenmek<br />

gerekiyor, öğrencilik döneminde kulüplerinde<br />

ve sivil toplum kuruluşlarında görev almak çok<br />

önemli bir kazanım olmaktadır. Elbette<br />

eğitim almak ve kendimizi yetiştirmek gerekiyor<br />

ama bunun için maddi eğitim yetmez<br />

manevi değerlerimizi ve ahlaki ölçülerimizi asla<br />

unutmamalıyız. Son zamanlarda madde bağımlılığı,<br />

alkol, uyuşturucu, bonzai gibi gençlerimizi<br />

tehdit eden biyolojik bir savaş ile karşı<br />

karşıyayız. Herkese çok görevler düşmektedir,<br />

aileler, devlet, yerel yönetimler, muhtarlar, kanaat<br />

önderleri, emniyet, diyanet, Yeşilay<br />

ve sivil toplum kuruluşları istişare ve işbirliği<br />

içerisinde uyumlu uygulanabilir ve sürdürülebilir<br />

bir çalışma ortaya koymak zorundadır.<br />

Bu ülke bizim, bu gençlik bizim, güvenli bir ortak<br />

gelecek için herkes el ele vermek ve işbirliği<br />

yapmak zorundadır.<br />

Gençlik ve Dava<br />

Cefasını çekmediğiniz bir davanın ve mücadelenin<br />

sefasını süremezsiniz. STK ve siyaset<br />

konusu açıldığında herkesin söyleyecek<br />

sözü var, hatta kimse mangalda kül bırakmıyor<br />

ama bir dernek ve vakıfta görev al, bir partide<br />

gençlik kollarında görev al deyince<br />

kimse görev almak istemez, her alanda bu yaklaşımı<br />

görmekteyiz, siyasette ve iş dünyasında<br />

da aynı şekilde herkes başarılı olmak istiyor,<br />

zengin olmak istiyor, zirveye çıkmak istiyor<br />

ama çalışmadan, emek vermeden,<br />

terlemeden, bu başarılara ulaşmak istiyorlar,<br />

hak etmediğiniz bir başarıya çok kolay ulaşabilirsiniz<br />

ama uzun süreli kalıcı olamazsınız,<br />

kalıcı başarılar uzun süreli sistemli çalışmalarla<br />

mümkün olur.<br />

Genç kardeşlerimize tavsiyemiz; eğitim<br />

yıllarında mutlaka kabiliyet ve ilgi alanlarına<br />

uygun STK’larda, gençlik ve üniversite<br />

kulüplerinde görev almaları ileriki yıllarda siyaset<br />

düşünüyorlarsa mutlaka bir partinin gençlik<br />

ve üniversite teşkilatlarında görev almaları ve<br />

kariyer basamaklarını bir bir çıkmaları daha<br />

sağlıklı bir yöntem olacaktır, çünkü her kademede<br />

yaşanılacak bir tecrübe ve deneyim var,<br />

bu kademeleri sırasıyla çıkanlar yavaşta olsa<br />

uzun vadeli olarak hedeflerine ulaşmaları daha<br />

sağlıklı ve kalıcı olmaktadır. Kendi başınıza karar<br />

veremiyorsanız her bilene değil ama alanında<br />

uzman bir bilene mutlaka sorun, alanında<br />

uzman tecrübeli büyüklerimizin bilgilerinden<br />

istifade etmeyi ihmal etmeyelim.<br />

Türkiye büyük bir zenginliğe ve potansiyele<br />

sahip, genç nüfüsunu doğru<br />

yönlendirerek, iyi eğitip bunu büyük<br />

bir avantaja dönüştüre bilirse, dünyada<br />

hak ettiği etkili bir noktaya ve güce<br />

Şener Mengene<br />

Gazateci - Yazar<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

42 36


MAKALE<br />

GARİP YOLCU<br />

İMAN<br />

BİNASINDA<br />

DAİRE FİYATLARI<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAYAN, YAŞADIĞI GİBİ İNANIR SÖZÜNÜN<br />

VUKU BULDUĞU BU YÜZYILDA, DOĞRU VE YANLIŞ AYRIMINI<br />

İNANDIĞI DOĞRULARDAN ZİYADE; YAŞADIĞI DOĞRULARA GÖRE<br />

ŞEKİLLENDİREN ZİHİN YAPISININ ARTMAYA BAŞLAMASINDA<br />

KUŞKUS UZ BİR TUTARSIZLIK HASTALIĞI YATIYOR.<br />

Gerçekle doğruyu ayırt edememekten, yanıldığımız zamanlar olur.<br />

Bazı gerçekler sırf var olduğu için mi gözümüze doğru gelir. Doğrular;<br />

esasen gerçeğin yansıması olan yanlışlar mıdır? Biz, müslümanlar<br />

olarak; aslında doğru olmayan ortamlar içerisinde doğup, yaşayıp; o<br />

ortamı doğru olarak algılayıp, bu toplum müslümanların yaşamasına<br />

uygundur diyerek büyük bir yanlışa sürükleniyoruz. Bu doğru zannettiğimiz<br />

vakaları, yanlış bulduğumuz zaman ise de onu silip atmak<br />

yerine masaya oturup pazarlık yapmaya, doğrular aramaya başlıyoruz.<br />

Örneğin namazın farz ibadet olduğunu bilip de, onu eda etmediğimiz<br />

zaman, olsun; Ben cuma namazına gidiyorum diyerek kendimizi kandırabiliyoruz.<br />

Nefis sanırım tam da burada anlam buluyor ve tutarsızlık,<br />

hal ile dilin çatışması burada filiz veriyor. Her müslümanın bilmesi<br />

gereken ilmi-hal, adı üzerinde ilmin; hal ile yoğru lup, aşk ateşinden<br />

çıkan ekmeğin alınmasıdır. Hal; tam olarak ta ‘’Ayinesi iştir kişinin, lafa<br />

bakılmaz’’ sözünün izahı olsa gerek. O vakit, bu tutarsızlıkların başında<br />

kuşkusuz iman problemleri yatıyor.<br />

43<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


GARİP YOLCU<br />

İMANI DÜNYANIN EN İYİ 65 KATLI BİR BİNASINA BENZETİRSEK VE 5 KAT MESAFE-<br />

Lİ DE BİR TEMELE SAHİP OLDUĞUNU VARSAYARSAK, KUŞKUSUZ; KOLONLARDAN VE<br />

DEMİRLERDEN OLUŞAN TEMEL, İMANIN DA 5 ŞUBESİNİ KAPSAYACAKTIR. O temel ki,<br />

yüksek karbonlu, sağlam demirlerle örülmüş. Örülen demirlere, en kaliteli betonlar dökülmüş.<br />

Statik hesapları tam emniyetli sonuçlar vermiş. Çık çıkabildiğin kadar ruhsat elinde. İlk katlar,<br />

elbette 4 daire üzerine kurulduğundan metrekaresi düşük olacaktır. Belki güneş, deniz, bulut<br />

görmeyecek. Üst kattaki daireler kadar ısınmayacak, hava almayacaktır. Bütçesi ancak o katları<br />

almaya yeten beşer, şehrin o kasvetli kalabalığını, arabaların egzozlarından çıkan dumanları<br />

hissedikçe; keşke daha çok çalışsaydım diyecektir. Ne olursa olsun, O(!) balkon kenarlarında<br />

fazla eğleşmedikçe, ocağı, sobayı iyice kontrol ettiği takdirde güvendedir. Güneş almasa da<br />

dünyanın en iyi binasında oturma şerefine laiktir. Orta katlar, 3 daire üzerine kurulduğundan<br />

metrekaresi alt katlara nazaran daha fazla, kullanış alanı daha büyük, ısınma olasılığı ve risk<br />

alma oranı daha iyi. Bu dairede oturan bireyler alt dairelerde oturanlara nazaran, daha muteber<br />

ve de çalışkan. Manzarası daha da güzelleşmeye başlamış, kalabalığın gürültüsü yerini<br />

yağmurların taşıyıcıları olan bulutlara ve arasında uçuşan hayvanata bırakmış. Bedensel sorunları<br />

ruh mekanizması ile yenmeye başlayan ahsen-i takvimden oluşuyor olsa gerek. Üst<br />

katlar ise ikişerli ve tek daire dubleksten oluştuğu için, tarifler geçersizlik boyutu kazanıyor,<br />

vakti nakde, taklidi-tahkike geçirenlerin evi tam da burası olduğundan kelimeler hissiyata dönüşüyor.<br />

(LA İLAHE İLLALLAH) İŞTE BU YETMİŞ BÖLÜMDÜR Kİ HER 10 KATI BİR NEFİS MER-<br />

TEBESİ TAŞIYOR. EmareLevvame, Kamile’ye doğru ilerliyor. Arada kalmış mülhime,kendine<br />

kızıyor. Çalışma saatleri, manzara, sükut artıyor. Söz gümüşse, sükut altındır sözü tam da burada<br />

hasıl oluyor. Kendini bir davaya adamış olan nesiller, ruh savaşçıları, diriliş erleri kendi ne<br />

samimi bir şekilde çalışarak , fiyatı ne olursa olsun bu binadan daire almalıdır. Doğruyu- yanlışı,<br />

hayattaki manzarayı; nefsi aradan kaldırarak görmelidir. Aksi takdirde doğru zannettiğimiz<br />

vakalar tekrardan masaya yatırılıp tartışılmaya devam edecek, tutarsızlık hastalığı reçetesiz<br />

kalacak ve de fizik ortam hiç bir zaman metafiziğe açılamayacaktır..<br />

Kutlu bir yolun, garip yolcusu...<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

44


CAMİİ<br />

RABİA KOYUNCU<br />

AHİ ÇELEBİ<br />

CAMİİ<br />

İstanbul’un en eski<br />

ve en küçük bir o kadar<br />

da zarif eserinden<br />

bahsedeceğim size :<br />

Ahi Çelebi Cami<br />

EMİNÖNÜ’NDE BULUNAN<br />

BU CAMİ her ne kadar küçükte<br />

olsa İstanbul’un manevi sahasında<br />

çok önemli bir yer tutmaktadır.<br />

Evliya Çelebi’nin seyahatnameyi<br />

yazmasına vesile<br />

olan camidir Ahi Çelebi Cami,<br />

Cami’ye kendi adını verdiği Ahi<br />

Çelebi; 1432 tarihinde doğmuş<br />

Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazid<br />

, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni<br />

Sultan Süleyman döneminde<br />

yaşamıştır. Candaroğlulları’nın<br />

hizmetindeyken İstanbul’a gelip<br />

Mahmut Paşa’da doktorluk yapmaya<br />

başlar daha sonra da Fatih<br />

Darüşşifası’nın (hastanesinin)<br />

başhekimi olmuştur. Doksan<br />

yaşında hacca gitmiş, dönüş yolunda<br />

Mısır’da 1524 yılında vefat<br />

etmiştir.<br />

CAMİNİN EN ÖNEMLİ<br />

ÖZELLİĞİ birincisi helal kazançla<br />

yapılmasıdır ikincisi ise bu camide<br />

görülen bir rüya sonucunda<br />

Evliya Çelebi’nin ünlü eseri<br />

Seyahatname’nin ortaya çıkmasında<br />

büyük rol oynamasıdır.<br />

Evliya Çelebi’de zaten Seyahatname’de<br />

ilk olarak her şeyin bir<br />

rüya ile başladığını anlatır kendi<br />

kaleminden rüya aynen şöyledir,<br />

EVLİYA ÇELEBİ 1630 yılı<br />

muharrem ayının aşura gecesi<br />

İstanbul’daki evinde, “uyku ile<br />

uyanıklık arasında” bir rüya görür.<br />

Yemiş iskelesi yakınında helal<br />

mal ile yapılmış eski bir cami<br />

olan Ahi Çelebi Cami’nde, sabah<br />

namazı vaktinde minberin di-<br />

41 45<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


RABİA KOYUNCU<br />

binde oturmaktadır. Birden kapılar açılır<br />

ve caminin içi nurdan bir cemaatle doluverir.<br />

Sahabe-i kiramdan büyüklerinde<br />

orada bulunduğunu öğrendiğinde hayranlıkla<br />

onları seyreder. Mihrapta bulunan<br />

ve namaza imamlık yapan zatın ise<br />

Peygamber Efendimiz (sav) olduğunu<br />

öğrenir ve heyecandan ne yapacağını<br />

şaşırır. Kılınan namazın ardından yanında<br />

bulunan sahabelerden biri ile şefaat<br />

istemek niyetiyle Efendimiz’in yanına<br />

varır, elini öper. Ancak O’nun güzelliğinin<br />

verdiği heyecanla dili sürçerek ‘ Şefaat<br />

Ya Resulallah’ diyeceği yerde, ‘ Seyahat<br />

Ya Resullah’ der. Bu durum efendimizin<br />

hoşuna gider, tebessüm eder ve seyahatinin<br />

hayırlı olması için dua eder. Çelebi,<br />

sabah uyanır ve hemen Kasım Paşa<br />

Mevlevi Dergahı’na gider Şeyh Abdullah<br />

Dede’ye rüyasını tabir ettirir ve büyük bir<br />

Seyyah olacağı müjdesini alır. Şeyh önce<br />

İstanbul’u gezmesini sonra diğer şehir<br />

ve ülkelere seyahat etmesini söyler işte<br />

Evliya Çelebi bu rüyanın ardından meşhur<br />

seyahatine başlar. Önce İstanbul’u<br />

gezdikten sonra ilk gittiği şehir Bursa son<br />

gittiği şehir ise Mısır’dır.<br />

FARKLI DÖNEMLERDE YAŞAMIŞ<br />

OLAN AHİ ÇELEBİ VE EVLİYA ÇELEBİ,<br />

Ahi Çelebi’nin İstanbul’da başladığı yaşamı<br />

1524 yılında Mısır’da son bulurken<br />

Evliya Çelebi’nin ise İstanbul’da başladığı<br />

seyahatini Mısır’da noktalamıştır. Bu<br />

benzerlik farklı dönemde yaşayan bu iki<br />

insanın aslında birbirinin hayatlarının ne<br />

kadar kesiştiğinin gösteriyor.<br />

CAMİ 1539 VE 1653 YILLARINDA İKİ<br />

KEZ YANMIŞ 1892 ZELZELESİNDE İSE<br />

BÜYÜK HASAR GÖRMÜŞTÜR. 1990’lı<br />

yıllarda restorasyona alınarak yeniden<br />

faaliyete geçirilerek günümüzde halen<br />

faaliyetine devam eden AHİ ÇELEBİ<br />

CAMİ’NİN MAVEVİ ATMOSFERİNİ YA-<br />

ŞAMAK İSTEYENLER EMİNÖNÜ İSKE-<br />

LESİ’NDE BU TARİHİ CAMİYİ ZİYARET<br />

EDEBİLİRLER.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

46 42


MAKALE<br />

EMİNE HACİU<br />

DOĞRU<br />

OKUNMAYAN<br />

BALKANLAR<br />

COĞRAFYASI<br />

Size Balkanlar’ın jeopolitik konumunu<br />

açıklamaya yönelik herhangi bir<br />

yazı sunmuyorum, veya bu bölgedeki<br />

ülkelerin ne kadar elverişli bir coğrafi<br />

konuma sahip olduklarını da öğretmek<br />

istemiyorum amacım bu satırları<br />

yazarken size aslında bu güzellikleri<br />

keşfetmemizin ne kadar büyük bir<br />

öneme sahip olduğunu vurgulamak.<br />

Şu bir gerçektir ki yaşadığımız<br />

ülkelerin mevcut siyasi ekonomik<br />

ve toplumsal problemleri git gide<br />

artmaktadır. Tarih servetimize dayanmayarak<br />

batılı değerleri filtrelemeden<br />

kabul etmemiz, hükümetlerin uyguladıkları<br />

yanlış politikalar yüzünden bu<br />

toprakların geleceği baltalanmaktadır.<br />

Batı Balkanlar bölgesinde görülmek<br />

üzere olan bir sosyolojik savaş devam<br />

etmektedir. Şöyle ki bir toplumun<br />

sosyolojik bütünlüğünün parçalanması<br />

için, o toplum içinde farklı<br />

etnik ve dini kimliklere dışlayıcı özellik<br />

kazandırılması gerekir. Yani sosyolojik<br />

savaş, açık toplumu kapalı bir topluma<br />

dönüştürür. Yugoslavya Federasyonun<br />

parçalanmasından bu yana bu<br />

gayet gözle görülür bir manzaradır.<br />

Sosyolojik savaştan başladık; bir<br />

toplumun içine kapanması ve gelişmelerden<br />

bilgisi olmamaması,<br />

aktif bir şekilde ülkenin alınacak olan<br />

kararlarında payının olmaması sonu<br />

bilinmeyen bir yola girmiştir demektir.<br />

Peki hangi gelişmlerden haberimiz olması<br />

lazım? Geçmişi bilen ve tarihine<br />

saygı duyan milletlerden mi oluşur<br />

bu coğrafya? Tarih dediğimiz olgu<br />

nedir? Tarih bilinci ne demek ve bu<br />

toprakların kaderini ne kadar etkiliyor?<br />

Tarihin farkında olmak, gereklidir<br />

ancak yeterli değildir. Uygun bir<br />

tarih tavrı, olgun bir tarih bilincini; bu<br />

yeterli bir tarih bilgisini ve sonuncusu<br />

ise tarihin farkında olmayı gerektirir.<br />

İfade etmemiz gerekir ki daha gelişmiş<br />

toplumların, tarihsel bilinç düzeyleri<br />

daha yüksek iken, iktisaden geri<br />

toplumların tarihsel bilinç düzeyleri<br />

daha düşüktür. Güzel bir analize denk<br />

geldik bu demektir ki mevcut ekonomi<br />

istikrarsızlığın bir nedenini bulduk.<br />

47<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


EMİNE HACİU<br />

Başlamışken bu ülkenin ekonomilerini etkileyen<br />

faktörlerden devam edelim; kapalı kapılar<br />

arkasında alınan sıkı para politika kararları,<br />

GSYIH ‘dan eşit miktarda dış borçlanan, işsizlik<br />

oranı % 26-9 dereceye varan ve her şeyden<br />

önce karmakarışık bir sosyal yapıya sahip<br />

olan batı balkan ülkelerinden kaç kişinin bizden<br />

haberi var acaba? Yakınlarımızda bulunan<br />

Avusturya’da kişi başına düşen milli gelir 43<br />

720$ iken Bosna Hersek’te 4,120$ dır? Tarih<br />

boyunca etnik ve dini çatışmaların, sosyal ve<br />

siyasi karışıklıkların yaşandığı Balkan coğrafyası,<br />

büyük güçlerin Avrupa’da üstünlük elde etme<br />

mücadelesinde bir çatışma ve rekabet alanı<br />

olma özelliğini halen korumaktadır . Birleşmiş<br />

Milletler bu ülkelerin bağımsızlıklarına ve toprak<br />

bütünlüne saygı duymakla birlikte doğrudan<br />

yaptıkları “güvenlik ve istikrar” adlı müdahalesinde<br />

Yunanistan’ı düşürdükleri durum niye<br />

göz ardı ediliyor? “Makedonya artık Batı ve<br />

Rusya arasındaki çıkarların çakıştığı yeni bir sahadır.”<br />

demekle yanlış bir şey dememiş oluruz.<br />

Kosova’nın yeni ve yabancı bir kimliğe bürünmesi<br />

nasıl açıklanabilir? Yolsuzluk, medya<br />

ciddiyetsizliği ve siyasi çözümsüz problemlere<br />

nasıl bir yorum yapabiliriz. Her şeyi bir kenara<br />

bırakın bu ülkelerde yaşayan toplumların hayat<br />

güvencesi var mıdır? Doğal afetler alt yapıyı<br />

çökerterek, beşeri sermayeyi tahrip ederek,<br />

tasarrufları eriterek ve mevcut yatırım kararlarını<br />

bir süre ertelenmesine neden olarak ekonomiyi<br />

kısa ve uzun vadede etkileyen bir faktör olup<br />

bu ülkeler böyle durumlara karşılaştıkları çoğu<br />

zaman niye bu kadar hassasiyetsiz davranıyorlar?<br />

diye bir başka soru gelir aklımıza.<br />

Bizi kurtaracak olan sağlıklı düşünebilen bir<br />

gençlik topluluğun oluşturulması, doğru mekanizmaların<br />

uygulanabilmesi için geçmişe dayanan<br />

olguları iyi bilmek, şimdiki kurumsal yapıyı<br />

iyi incelemek ülke içerisinde güvenlik unsurunun<br />

her enstitüsünün topluma hissettirmesi<br />

gereken temel hizmet koşulu olarak koymak ve<br />

mevcut olarak uygulanan hükümet politikalarını<br />

ortadan kaldırmaktır. Çeşitli STK’ların faaliyet<br />

göstermesi, kadının rolü ve perspektifini artıracak<br />

şekilde hareket etmeleri gençliğe öncülük<br />

verilecek politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.<br />

Ekonomik kalkınma ve siyasi bir istikrarı<br />

sağlanabilmesi için sağlıklı ve rasyonel<br />

düşünen bir bilince sahip olmamız şarttır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

48


MAKALE<br />

ÖMER BAKKALOĞLU<br />

YAŞAMAK<br />

BU DEĞİL<br />

HER BULUT GÖRDÜĞÜMÜZDE SIĞINAKLARA KOŞ-<br />

TUK, EN UFAK RÜZGARDA YANIMIZA KALIN BIŞEY-<br />

LER ALDIK. BUNA GERÇEKTEN GEREK VAR MI?<br />

En ufak problemler devamında koca koca sorunlar çıkarıcak sandık<br />

her zaman, hep bi gard alma moduna girdik, hep temkinli davranmaya<br />

çalıştık. Böyle yapmalı mıyız gerçekten?<br />

En ufak bi kötü sürprizle karşılaştığımızda hayallerimizi birilerine<br />

teslim ettik zarar görmesin diye. Her kötü sürpriz beraberinde hayal<br />

kırıklığı doğurur mu ki?<br />

Her ayağımız tökezlediğinde düşeceğiz sanıp yola daha hırslı devam<br />

etmek yerine kolumuzu uzattık olası düşüşü hafifletmek uğruna.<br />

Bu kötümserlik düşüşlerden daha çok zarar vermedi mi bize?<br />

Ne bulutsuz kış gördük ne de taşsız bir yol bunca ömür. Kışı yaşamadan<br />

doldurulabilir mi bi sene? Yahut taş görüldüğünde terkedilen<br />

yol, bizi istemedğimiz hedeflere razı etmez mi?<br />

49<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


ÖMER BAKKALOĞLU<br />

Neden şaşırıyoruz her sene kışı görünce?<br />

Neden alışamıyoruz kışın da yılın bi parçısı olmasına?<br />

Neden kışın ardındaki baharı unutuyoruz?<br />

Neden kışın bizi esir almasına izin veriyoruz?<br />

Neden 4 mevsimimizi kışa çeviriyoruz?<br />

Veya;<br />

Neden bizden küçük taşlardan korkuyoruz?<br />

Neden tekmeleyip devam etmek yerine alternatif yollar arıyoruz?<br />

Neden yolumuzdan vazgeçiyoruz?<br />

Neden taş ezilmekten korkmazken biz ondan çekiniyoruz?<br />

Neden taş kadar kararlı olamıyoruz?<br />

Duygulara, hislere göre hareket etmeyi bi kenara bırakıp sadece realistik bakalım<br />

demiyorum. Zaten her zaman duyguların mantık süzgecinden geçtiğine inanmışımdır<br />

farkında olsak da olmasak da. Sorun tam olarak bizim süzgecimizde.<br />

Süzgecimizi daha çok delip duygularımıza daha çok realite<br />

karışmasına izin vermeliyiz. Beynimizde bu<br />

ikisine ayrı odalar vermektense koca bi oda<br />

bulup birlikte yaşamalarına izin vermemiz<br />

gerekiyor. Her kararımızdan önce<br />

hangi kapıyı çalsam tereddütünü<br />

yaşamak yerine daimi ve tek bir<br />

adres öğretmemiz gerekiyor<br />

kendimize. Ben kapı kapı<br />

dolaşmaktan yoruldum<br />

artık, siz yorulmadınız<br />

mı? Bir şeyleri değiştirmek<br />

gerekiyor artık.<br />

Çünkü<br />

Yaşamak bu<br />

değil...<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

50


FİLM<br />

KÖŞESİ<br />

NİDA URMUÇ<br />

HOTEL<br />

RWANDA<br />

Sanat dallarının yedincisi kabul<br />

edilen sinema,günümüzde<br />

bir insanı, bir düşünceyi bir<br />

yaşanmışlığı çözebilmemiz<br />

için kalınca kitaplardan kaçıp<br />

sığındığımız bir liman haline<br />

gelmiştir. Beyaz perdedeki<br />

resimli dosyaların çokluğu<br />

kimi zaman sanata ve yaşama<br />

yöneltir insanı kimi zamanda<br />

dünya gerçeklerine fırlatıverir.<br />

Verilmek istenen mesajlar ne<br />

kadar çeşitli olursa olsun filmleri<br />

popüler ve canlı kılan şey<br />

herkeste yarattığı “farkındalık”<br />

yetisidir. Bu amaçla hem<br />

farkında olmamız gereken<br />

konulara ve bu konuları işlemiş<br />

filmlere değinmek hemde<br />

sinema sektöründeki <strong>sayı</strong>sız<br />

film arasından “en” lerin sıyrılması<br />

adına kalem tutmak<br />

isterim.<br />

Son zamanlarda dünyada<br />

ençok konuşulan konulardan<br />

biri, ülkelerindeki savaş<br />

ortamından kurtulmak isteyen<br />

insanlarin batıya sığınma<br />

çabalarıdır. Hal böyleyken<br />

günümüzde de olduğu gibi<br />

bu savaş ortamını oluşturup<br />

da kapılarını mültecilere açmayan<br />

Birleşmiş Milletler’in<br />

geçmişindeki lekelerden birtanesini<br />

sunmak yersiz olmaz.<br />

Bu sebeple gözlerimizi Terry<br />

George’nin Toronto Film<br />

Festivali “seyirci”ödülünü alan<br />

ve üç ayrı dalda Oscar’a aday<br />

olmuş 2004 yapımlı bir film<br />

olan Hotel Rwanda’ya çeviriyoruz.<br />

Film Kanadalı, İngiliz, İtalyan<br />

ve Güney Afrikalı firmaların<br />

ortak çalışması olmasına rağmen<br />

ülkelerine yaptıkları bu<br />

eleştirilerle seyirci sempatisini<br />

kazanmıştır -ki zaten bu yüzden<br />

ödüle layık görülmüştür.<br />

Gösterimin başlangıcında<br />

ülkedeki kaotik durumun çözümlenmesi<br />

filmi daha da an-<br />

51<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


NİDA URMUÇ<br />

laşılır kılacağı için bu ortamı oluşturan<br />

tarihsel sürece bir göz atalım.<br />

I.dünya savaşı sonrası Rwanda<br />

yönetimi Belçika’ya verilince bu<br />

sömürgeci devlet bölgedeki kontrolü<br />

sağlamak adına “yönetenler”<br />

ile “yönetilenler” arasında farklılıklar<br />

oluşturmaya çalışır. Bunun için de<br />

insanoğlunun geçmişten günümüze<br />

her daim kolaylıkla yutacağı<br />

“üstün ırk” yalanını halka aşılamaya<br />

çalışır, aynı ulustan yapay iki ulus<br />

meydana getirir. Neden mi yapay?<br />

Çünkü insanları mantık dışı kriterlerle<br />

kimliklere ayırmışlar, göz<br />

bebeklerinin büyüklüğüne, burun<br />

inceliğine kadar ölçmüş, zarif yapı,<br />

uzun boy, açık ten gibi fizyolojik<br />

güzelliğe sahip olanları Tutsi (azınlık,ayrıcalıklı<br />

taraf) olarak diğerlerini<br />

ise Hutu (çoğunluk,hor görülen<br />

taraf) olarak kaydetmişler. Bazen de<br />

10 inekten fazlasına sahip Hutu’ları<br />

da Tutsi adını vermişler.<br />

Tutsileri Hutulara karşı üstün ırk<br />

ilan edip yönetimden üniversite<br />

alımlarına, sosyal haklardan hasta<br />

kabul sırasına kadar bir çok alanda<br />

Hutu’ları mahrum bırakmışlar.<br />

Ama gün olur devran döner hesabı<br />

1950’lerden sonra özgürlükçü<br />

akımların güç kazanmasıyla Belçika<br />

politikası tam tersine döner, bu kez<br />

tüm ayrıcalıklar Hutu’lara verilir.<br />

Yerel seçimlerde iktidar olan Hutu’lar,<br />

başrol P.Rusesabagina’nın da<br />

belirttiği gibi içlerindeki “nefret” ile<br />

Tutsi’leri katletmeye başlarlar. Bu<br />

katliam için kurdukları yerel-yarı askerî<br />

örgüt olan “interahamwe” tüm<br />

Tutsi’leri Çin’den getirilen 5-10 cent<br />

lik palalar ile doğramaya, evlerini<br />

yağmaladıktan sonra yakıp yıkmaya<br />

başlar hatta Tutsi’lerin cesetlerini<br />

yiyen köpeklere de tahammül edemez<br />

onları bile katlederler.<br />

Tüm bu yaşanmışlıkları içeren<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

52


HOTEL RWANDA<br />

filmin ana karakteri başkent Kigali’deki ünlü bir otel müdürü olan Hutu kökenli<br />

Paul Rusesabagina’dır. Paul her ne kadar siyasetten kaçınsa da eşinin Tutsi olmasi<br />

işleri sarpa sarar. Örgüt katliamlara başladığı vakit Rusesabagina ailesinin<br />

Tutsi komşuları hayata tutunmak için çareyi bu merhametli aileye sığınmakta<br />

bulur. Başlangıçta sadece ailesini korumak isteyen Paul insanlığın masum bakışları<br />

karşısında otelini tüm komşularına, Tutsi ve Hutu mültecilerine, yetimhane<br />

çocuklarına açar. Bu ünlü oteli adeta mülteci kampına çevirir, türlü zeka<br />

oyunlarıyla BM askerleri gelene dek zaman kazanmaya çalışır. BM askerleri<br />

geldiğinde ise kendi vatandaşlarını ayıklayıp kurtarırken geri kalanları resmen<br />

ölüme terkederler. Yaşamlarının hiçe <strong>sayı</strong>lması karşısında oteldeki herkese şu<br />

konuşmayı yapar Paul:<br />

-Bizi yalnızca bizler kurtarabiliriz. Yurtdışındaki tanıdıklarınıza haber verip<br />

sanki ellerini tutuyormuşcasına veda edin. Eğer bu eli bırakırlarsa öleceğimizi<br />

bilsinler ve yaptıklarından utansınlar.<br />

53<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


NİDA URMUÇ<br />

Çeşitli ülkelere yapılan çağrılar, telefonlar görüşmeleri, ağlamaklı mektuplar<br />

işe yarar. Oteldekilerin yakınları onların vedaya uzanan ellerini bırakmazlar.<br />

Paul’un da yetkili dostlariyla temasa geçmesi sonucu yaklaşık 1268 mültecinin<br />

hayatı kurtulur.<br />

Belgesel tadındaki bu film günümüzdeki hiçbir savaşı yabancılık çekmememiz<br />

gerektiğinin bir kanıtıdır. Sorunlar da sonuçlar kadar aynıdır. Birileri<br />

ülkenize göz diker, istediğini alana kadar türlü yalanlarla kargaşa çıkartır. İstediğini<br />

aldıktan sonrası ise küçük bir “özür dilemektir”.<br />

İYİ OLMAK İSTEYEN ÖNCE KÖTÜ OLDUĞUNU KABUL ETMELİDİR.<br />

Günümüz medyasına baktığımızda sözde insan hakları savunucusu olan<br />

bu devletler bu tarz çalışmalarla yaptıkları özeleştiri sonuçlarını çöpe atmış<br />

olmalılardır ki Ortadoğu’da acı ve gözyaşına karşı gösterdikleri duyarsızlık<br />

açıklanabilsin.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

54


MAKALE<br />

SİBEL AK<br />

GEÇMIŞIN<br />

GELECEĞE<br />

BIRAKTIĞI<br />

IZLER<br />

İZ BIRAKMA, KALICI OLMA YA<br />

DA RUHUN MADDEYE DOKUNUŞU<br />

OLAN SANAT, INSAN FITRATINKI<br />

GÜZELLEŞTIRME ARZUSUNUN TE-<br />

ZAHÜRÜDÜR. Bu heyecanla yapılan<br />

ürün muhatabında aynı duyguları<br />

uyandırdığı için sanat eseridir. Sanat,<br />

öğretilerin ve algıların ötesinde bilim<br />

ve mantık kurallarına uymayan,<br />

bambaşka gerçeklerin var olduğunun<br />

göstergesidir. Duyguların pusulasıdır<br />

sanat.<br />

MANEVIYAT VE INANÇ, DÜNYA<br />

TARIHI BOYUNCA HER UYGARLIK-<br />

TA SANATIN ANA KAYNAKLARIN-<br />

DAN BIRI OLMUŞTUR. Sanat, salt bir<br />

süsleme aracı olarak nitelendirilmemelidir.<br />

Doğada var olan nesnelere<br />

sembolik anlamlar katarak yeniden<br />

şekillendirilmiş ve etkili görsel bir<br />

ifade dili olarak kullanılmıştır. Bu süsleme<br />

şekilleri bazen dinî tasvir biçimi<br />

de kazanmıştır. Sanat, muhatabında<br />

beğeni, tesir, estetik güzellik ve haz<br />

gibi duyguları uyandırır. Toplumların<br />

kendine özgü sanatı ifade ediş şekli<br />

kültür ve inanç yapısına göre biçimlenmektedir.<br />

Her millet kendi sanat<br />

tarzını yaşadığı coğrafyanın şartlarına<br />

uygun bilgi, inanç ve tecrübeleriyle<br />

oluşturur. Bu özellikleriyle topluma<br />

yön verebilme etkisi olan sanatın,<br />

önemi ve gücü daha iyi anlaşılır.<br />

Kutsal mekânlar sanatın inkişaf ettiği,<br />

işlevsel olarak kullanıldığı alanlardır.<br />

İslâm mimarisinde her malzemeye<br />

sanatsal bir özellik kazandırılmıştır.<br />

Mihrap ya da minber için taş, mermer<br />

ve ahşap üzerine en güzel motifler<br />

işlenmiştir. İnşaata kullanılan sıradan<br />

malzemeler artık bulunduğu yere<br />

yakışan bir sanattır. Sanatıyla hemhal<br />

olan sanatkâr alçı sıvanın üzerine birbirinden<br />

güzel desenleri nakşetmiştir.<br />

O dönemde hat, tezhip, minyatür gibi<br />

ürünler belki de “sanat” olsun gayesiyle<br />

yapılmamıştır. “Ahsen-i takvîm”<br />

üzere yaratılmanın şuurunda olan<br />

Müslüman, etrafında ki eşyanın da<br />

aynı değerde olmasını ister. Ona ve<br />

inancına yakışan budur. Ruhunda yaşadığı<br />

letafetin tezahürünü maddeye<br />

mana katarak göstermektedir. Böylesi<br />

güzelliklerle muhatap olan cemaatin<br />

her biri ruhanî sanat okulunun<br />

55<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SİBEL AK<br />

talebeleridir. Bu incelikleri kendi hayatında da<br />

arzu etmez mi? Suyunu saklamak için koyduğu<br />

çamur ibriği, sofra olarak kurduğu bakır siniyi,<br />

ahşap kaşığının sapını ya da kapısının tokmağını<br />

süslemez mi? Estetik zevkin cazibesine kapılan<br />

insan bu beğenisini yaşamına da yansıtır. İnsan<br />

emeği ve alın terinin değdiği eşyaya kendi<br />

özünden de bir kıymet geçer. Bu nedenle bunları<br />

hazine bilinip evladına miras bırakmış olan<br />

nesle minnettarız.<br />

TOPLUMLAR KÜLTÜREL SEVIYELERINI<br />

ÜRETTIKLERIYLE ORTAYA KOYMAKTADIR. Bu<br />

sanat eserleri geleceğe bırakılan izlerdir. Tarih<br />

boyunca insanoğlu varlığının değerlerini nesillere<br />

aktarmanın en etkili ve kalıcı yollu olarak<br />

sanatı seçmiştir. Medeniyet inşa eden toplumların<br />

kalıcı olabilmesi için kendi kültürüne ait<br />

eserleri olması gereklidir. Bütün uygarlıklarda<br />

devlet idarecileri sanatkârı himaye ederek<br />

sanatın gelişimini desteklemişlerdir. Osmanlı<br />

padişahları sarayda nakkaşhaneler kurdurmuş,<br />

bu sayede yeni talebelerin yetişmesine vesile<br />

olmuştur. “Ağaç yaşken eğilir” misali çocuk<br />

denecek yaşlarda sanata başlanmasına önem<br />

verilmiştir. Talebeler kısa bir müddet sonra ustalık<br />

mertebesine ulaşmaktadır. Bu sanatkârların<br />

geliştirdikleri üslupla, saray, köşk, ibadethane,<br />

han, hamam, köprü, çeşme gibi çeşitli mekânların<br />

tezyîn edilmesine önem verilmiştir. Bu<br />

mimarî alanlara yapılan tezyînatlar sayesinde<br />

sanat, belli bir zümreye ait olmaktan çıkıp topluma<br />

mâl olmuştur.<br />

GÜNÜMÜZDE MÜZE GIBI ÖZEL MUHAFA-<br />

ZALI YERLERDE GÖRDÜĞÜMÜZ ÜRÜNLERIN<br />

GEÇMIŞTE ELDEN ELE DOLAŞAN GÜNLÜK<br />

EŞYALAR OLDUĞU UNUTULMAMALIDIR.<br />

Oysa bugün hızla akan hayatın içerisinde<br />

çağdaş yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışan<br />

insan, bu değerleri anlayabilecek vakit bulamamaktadır.<br />

Medeniyetlerin asimilasyonu altında<br />

kalan toplumlar kendi öz değerleri olan kültürlerini<br />

yitirmektedir. Duygu ve inançta yaşanan<br />

yozlaşmanın tesiri sanata da yansımakta, bu<br />

nedenle bir eğlence aracı olarak görülmektedir.<br />

Her şeyden çok çabuk sıkılma, hızlı tüketim,<br />

ekonomik kaygı gibi nedenlerle sanayi tipi “sanat”<br />

ürünleri ortaya çıkmaktadır. İnsan ruhuna<br />

tenasüp etmeyen bu eserlerin beğeni etkisi de<br />

bir o kadar kısa ve geçici olmaktadır.<br />

Ne hak buyruğun tutarsın,<br />

Ne kul sözün işitirsin.<br />

Hiç bilmezsin mana nedir?<br />

Ne dilde çağırmak gerek?<br />

YUNUS EMRE’NIN BU DIZELERI ANLATMAK<br />

ISTEDIKLERIMIZIN ÖZETI GIBIDIR. Ecdat sanatı<br />

“tefekkür” olarak görmüş, düşünce ve inancının<br />

“lisanıhâli” gibi eserler üretmiştir. Yapılanların<br />

her biri görsel olarak mükemmel <strong>sayı</strong>lmasa<br />

da yüklenen mana ile ruha hitap etmektedir.<br />

Günümüzde hat, tezhip gibi kadim sanatlarda<br />

kaligrafi ve işçilik bakımından kusursuzu yakalama<br />

gayreti yaşanırken, mana ve insanın sanata<br />

kattığı letafet ihmal edilebilmektedir. Bilinmelidir<br />

ki sanat insan ruhunu terbiye etmenin kılavuzudur.<br />

Bu eğitimi başaran sanatkâr maneviyatının<br />

güzelliğini sanat ve yaşantısına aksettirir.<br />

GEÇMIŞTE SANAT, KITAP, ÇINI PANO VE<br />

MEKÂN GIBI ALANLARI SÜSLERKEN GÜNÜ-<br />

MÜZDE SANATSAL BIR OBJE GIBI DEĞER-<br />

LENDIRIP EVLERIMIZDE ÖZEL YERLERDE<br />

SERGILENMEKTEDIR. Her çağda sanatın kendine<br />

özgü mantığı ve tavrı vardır. “Sanatın varlık<br />

sebebi, aynı kalmaz” söylemini kabul etmek<br />

gerekir. Geçmişin mirası olan sanatlar bugünün<br />

anlayışıyla icra edilmektedir. Sanatkâr kendi<br />

üslubunu oluştururken sanatı da zenginleştirir.<br />

Bugün klâsik olarak adlandırılan XVI. yüzyıl tezyinî<br />

sanatının o zaman için modern bir anlayışıyla<br />

uygulandığı görülmektedir. Bu yenilikçi<br />

tavır sayesinde Şah Kulu, Kara Memi gibi isimler<br />

kendi üsluplarını getirmişlerdir. Günümüzde<br />

farklı sanat ekollerinin ortaya çıkabilmesi öncelikle<br />

tüm dönemlerdeki üslupların doğru analiz<br />

edilip, değerlendirilmesiyle mümkündür. Bu<br />

sanatlardaki mana gözetilip, bilgi birikimi ve<br />

yenilikçi yorumlarla yaşadığımız çağın etkisini<br />

eserlerimizde hissettirebiliriz. Muhakeme, zevk,<br />

eleştiri gibi kabiliyetler öğrenim ve yeni tecrübeler<br />

yoluyla geliştirilmelidir. Her yeni kuşağın<br />

bir öncekini aşma gayreti sanatın tekâmülünü<br />

sağlayacaktır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

56


ROPÖRTAJ<br />

SAFİYE GENÇ<br />

KRİZALİTLER<br />

Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri<br />

cebinde tırmanmamıştır.<br />

(Konfüçyüs)<br />

Hiçbir başarı tesadüf değildir. Doğduğumuz<br />

anda başlarız çabalamaya,<br />

öğrenmeye. Önce bakmayı öğreniriz<br />

sonra görmeyi, ilk adımı atmak<br />

için ilk önce emeklemesini öğrendik<br />

sonra düşmesini düşüp ve ayağa<br />

kalkmasını…<br />

Hayatımızın her anında, gerçekleşmesini<br />

istediğimiz ideallerimizin,<br />

günlerdir, yıllardır peşinde koştuğumuz<br />

amaçlarımızın belki de birçoğunda<br />

mutlaka bir zorluk çıktı karşımıza.<br />

Hedeflerimize, arzularımıza ya<br />

havlu atıp pes edip elveda diyeceğiz<br />

ya da beni öldürmeyen şey güçlendirir<br />

diyerek yeni çıkış yollarını denemek<br />

için elimizden gelenin en iyisini<br />

yapacağız ve gayrısını yardana bırakıp<br />

başka kapıların açılmasını bekleyeceğiz.<br />

Karar sizin!<br />

Bu köşemizi, asla pes etmeyen,<br />

almış olduğu her bir ödülün, takdirin<br />

hakkını veren, yapmış olduğu çalışmalarla<br />

örnek bir birey olan Fiziksel<br />

Engelliler Derneği başkanı İsmail<br />

Şentürk ile yapmış olduğumuz röportaja<br />

yer ayırdık.<br />

İsmail Bey’e ilk sorum Fiziksel<br />

Engelliler Derneğinin kuruluşu oldu.<br />

Batı Karadenizin kömür kokan ili<br />

Zonguldak’ın 200 bin nüfuslu Ereğli’sinde<br />

böyle bir derneğin varlığı<br />

şaşırttı ve bir o kadar da memnun<br />

etti beni.<br />

- Ben 1987 yılında Ereğli Demir<br />

Çelik Fabrikalarının Yüzme Takımında<br />

yüzerken sakatlandım. Ankara’da 7 ay<br />

fizik tedavi merkezide tedavi gördüm<br />

orada bir medikal firmasından sipariş<br />

üzerine bir tekerlekli sandalye aldım,<br />

o sandalye 9-10 yıl sonra eskidi fakat<br />

o yıllarda Ereğli’de tekerlekli sandalye<br />

satan firma yoktu. Yeni bir sandalye<br />

almak için Abim ile birlikte İstanbul’a<br />

gittik, benim kullanacağım tekerlekli<br />

sandalyenin sırtı yatacak, kolları çıkacak<br />

gibi bir takım özellikleri olması<br />

gerektirdiğinden dolayı özellikli<br />

sandalye aramaya başladık fakat biz<br />

istemiş olduğum tekerlekli sandalyeyi<br />

İstanbul da bulamadık. Bizi en son<br />

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şişli<br />

45 57<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SAFİYE GENÇ<br />

Fiziksel Engelliler Vakfına gönderdiler. Orası da<br />

bir gün sonra tekerlekli sandalye dağıtacaklarmış,<br />

biz abimle bir gün kaldık sandalyeyi<br />

verdiler ama benim istediğim özellikleri karşılamıyordu<br />

fakat ben bu derneğin çalışmalarından<br />

çok etkilendim, Ereğli’de buna benzer bir<br />

derneğin kurulmasını, engellileri bir çatı altında<br />

toplamak, sorunlarının çözülmesi, dertlerin<br />

paylaşılması amacıyla derneği kurmaya niyetlendik.<br />

Kaldı ki, o yıllarda lise öğrencisiyim ve<br />

engellilik konusunda şimdiki kadar bilgim yok.<br />

Derneğin kuruluş tüzüğünü vs. aldım inceledim<br />

ve engellilerin hizmet alabilecekleri, eğitim<br />

görecekleri bir yer olarak 19 Mayıs 2001’de<br />

hizmete açıldı.<br />

O zamanlar tabi şimdiki kadar engelli yok tabi,<br />

- Onunla ilgili de bir anımı da şöyle anlatacağım.<br />

Ereğli’de o zamanlar engelli aracı olan bir<br />

kişi vardı, dönemin Kız Yetiştirme Yurdunun<br />

Müdürü Ahmet Hasan Eroğlu. Aracını durdurup<br />

dernek kurmak istediğimi ona da anlattım,<br />

kendisi de katılmak istedi, çevresindekilere<br />

de paylaşarak derneği kurduk. ‘kurucusu ben<br />

olsam da dernek başkanı ben olmak istemedim<br />

çünkü o zamanlar asansörü olmayan<br />

bir evin 4’üncü katında oturuyordum, dernek<br />

faaliyetleri sorumluluk ve hizmet esaslı olduğu<br />

için benim her gün derneğe gidip gelmem zor<br />

olurdu, başkan olmayı istemememin yanında<br />

kendi ticari işletmemi kurmak istememde<br />

etkendi. Yönetim Kurulu benden başkanlık<br />

görevini 6 aylığına yapmam için ısrar edince<br />

bende kabul ettim. O tarihte başkonsolos<br />

büyüğüm beni Almanya’ya daveti üzerine<br />

Almanya’ya gittim. Almanya’ya gitmek benim<br />

için engelliler konusunda bana çok kazandırdı.<br />

Gittiğim yer Almanya’nın 3.5 milyon nüfuslu<br />

Hannover şehri idi, İstanbul’un dörtte biri idi fakat<br />

o dönemde İstanbul’daki engellinin 30 katı<br />

engellinin sokaklarda olması idi. Ben bir anda<br />

tüm şehrin engelli olduğunu sandım. Halbuki,<br />

nedenini araştırdığımda şehrin alt yapısı, tren<br />

metro vs. tüm şehir engelliler için tasarlanmış.<br />

Haliyle de engellinin sokağa çıkmasında bir<br />

sorun yok.<br />

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?<br />

İsmail Şentürk kimdir? Ne işler yapar? Hobile-<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

46 58


KRİZALİTER<br />

ri, uğraşları<br />

- 1970 Ereğli doğumluyum. Ereğli Lisesi’nde<br />

okurken ve aynı zamanda Ereğli Demir Çelik<br />

Fabrikaları yüzme takımındayken 1987’nin<br />

yazında sığ suya balıklama atlarken mesafeyi<br />

ayarlayamadığımdan sakatlandım, burada altını<br />

çizeceğim önemli husus şudur. Ben asıl darbeyi<br />

atladığımda değil taşınırken aldım. Kaza<br />

geçiren bir kişinin taşınması çok önemli Ankara’ya<br />

doktora gittiğimde doktorum bana seni<br />

bana getirirken boynuna ıslak havlu ile sarıp<br />

hareket ettirmeden getirseler bugün yürüyordun<br />

dedi. İlk kaza geçirdiğimde Ereğli Devlet<br />

Hastanesi acile gittiğimde doktor beni oturtturmaya<br />

çalıştı hâlbuki benim boynum kırılmış,<br />

doktorun tedavi etmesi gereken yerde benim<br />

sakatlığımı 5’e 10’a katlanmıştı. İsmail Şentürk,<br />

emekli, gezmeyi seven çalışmayı seven biri,<br />

tabiatla birlikte olmayı, kuş sesini, börtü böceği<br />

severim. Kent yaşamı bana göre değildir.<br />

Başınızdan geçen talihsiz olayı anlatır mısınız?<br />

Talihsizlik mi dikkatsizlik mi? hiç bu<br />

duruma şükrettiğimiz oldu mu?<br />

- Başımdan geçen en talihsiz olay sakatlanmış<br />

olmamdı ama bu ne talihsizlik ne de dikkatsizlik<br />

“bilinçsizlik” idi. Bizlere okulda bir sürü bilgi<br />

öğretiyorlar fakat bugün ülkemizde lise mezunu<br />

olup halen sunî teneffüsü bilmeyen, halen<br />

acil yardım ilk müdahaleyi bilmeyen, sığ suya<br />

balıklama atlayarak sakat kalınacağını bilmeyen<br />

insanlar var. Kimse evinden çıkarken sakatlanıp<br />

geri dönmek için çıkmaz, böyle bir şey kişisel<br />

tercih olamaz. Bu konuda bilinçlendirme<br />

gereklidir.<br />

Almış olduğunuz ödüller nelerdir? Özellikle<br />

fair-play ve girişimcilik ödüllerinize değinmenizi<br />

istiyorum.<br />

2003 yılında yapmış olduğum çalışmalardan<br />

dolayı dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan<br />

“Başbakanlık Onur Ödülü”,<br />

2013 Türkiye Fair Play Ödülleri Jürisi tarafından<br />

‘’SPORTİF TANITIM DALI BÜYÜK ÖDÜLÜ’’<br />

2007 yılında Süleyman Demirel’den “Engellilerde<br />

Yılın Yöneticisi” ,<br />

Platin Dergisi, Üzeyir Garih Anısına düzenlemiş<br />

olduğu “Dünya Genç Girişimci İş Adamı<br />

Önderlik Ödülü”,<br />

Junior Chamber International, Türkiye’nin 10<br />

Başarılı Genci Yarışması Jüri Özel Ödülü, bu 10<br />

kişi arasında tek engelli bendim.<br />

Almış olduğum bu ödüllerin haricinde almış<br />

olduğum farklı bir ödül var. Ben burada deplasmanlı<br />

süper amatör ligde mücadele eden<br />

Ereğli Karadeniz Spor’a kulüp başkanlığı yaptım<br />

1,5 yıl. 30’a yakın sporun tüm ihtiyaçlarını<br />

karşıladık. 2014 yılında Türkiye Milli Olimpiyat<br />

Komitesi beni aradılar ve o yıl büyük ödülü<br />

bana Beşiktaş’ın efsanevi başkanı Süleyman<br />

Seba ile bana böldüler.<br />

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Fair-<br />

Play Üniversiteler Kervanı 2016 ödülü.<br />

Taraftar forması dikmişsiniz, nasıl oldu kimin<br />

aracılığıyla başladığınız?<br />

- Derneğimizde engelliler için istidam amaçlı<br />

kurduğumuz bir tekstil atölyemiz vardı, dün<br />

gömleğinin düğmesini dikemeyenler burada<br />

gömlek yada iş kıyafeti dikebilir hale geldiler.<br />

Çevre ilçedeki bir tekstil firması Junventus ve<br />

Milana taraftar forması dikecekti. Bunun 20.000<br />

kadarını ücrete mukabil bizden dikmemizi istedi<br />

Taraftar formamız ve taraftar kaşkolu öykümüz<br />

bundan ibarettir.<br />

Gençlere tavsiyeleriniz ne söylemek istersiniz?<br />

- Her ne yapıyorsanız yapın en iyisini yapın,<br />

yapmış olduğunuz işin en iyisini yapın, hakkını<br />

verin. Geçenlerde yakın bir dostum olan İshak<br />

Alaton’un cenazesine gittim. Hayattayken<br />

kaynakçılık yapmaya İsveç’e çalışmaya gidiyor,<br />

gündüz çalışıp akşam Teknik Resim okuluna<br />

gidiyor. İki yıl sonra teknik resim okulunu bitiriyor<br />

ve çalıştığı fabrikaya teknik ressam olarak<br />

devam ediyor. Kendinizi geliştirin her ne anlamda<br />

olursa olsun.<br />

Toplumumuz engel ve engelliliği bir birine<br />

59 47<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SAFİYE GENÇ<br />

çok karıştırmakta. Aslında bana göre kimse<br />

engelli değildir. Sadece bazı şeyleri yapma<br />

kısıtlılığı söz konusu. Bu durumda herkes için<br />

geçerli fakat her birimiz hayatımızda engellerle<br />

karşılaşmaktayız. Peki ya siz, engel ve<br />

engellilik hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />

- Türk toplumu, İslam’dan beslenen bir toplum.<br />

İslamiyet engelliler, dezavantajlılar, yetimler,<br />

yaşlılara karşı sizi merhametli kılıyor. Bu yüzden,<br />

toplumumuz engellilere ve dezavantajlılara<br />

merhamet etmekle iyi bir şeyler yaptığını<br />

zannediyor hâlbuki bu kısa vadeli çözümler<br />

uzun vadede iyi olmuyor. Herkesin yapabileceği<br />

bir iş vardır ve kabiliyetlerine göre iş<br />

verilmeli, mekânların erişilebilir olması sağlanmalıdır.<br />

Günümüz teknolojisinin bu kadar<br />

ilerlediği bir dönemde bizlerin erişilebilirlik<br />

konusunu aşmamız gerekiyordu. Engellilere<br />

İstihdamda, Eğitimde, Sağlıkta, Siyasette her<br />

alanda imtiyazlar verilmesini istiyoruz. Kanada<br />

da engeli olmayan öğrenciler 50 ile geçerken,<br />

engelliler 40 not ortalaması ile geçiyor. Pozitif<br />

ayrımcılık olmalı. Mecliste 550 Milletvekili var,<br />

Türkiye nüfusunun %12’si engelli olduğu halde<br />

meclisin %12’si engelli değil, aynı durum<br />

kadın milletvekilleri için de geçerli kadın nüfus<br />

oranına göre çok az. Mecliste çocuklarla ilgili<br />

bir karar verileceği zaman bunu en iyi kadınlar<br />

anlar. Bu arada siyaset konusunda da teklifleri<br />

değerlendiriyoruz.<br />

Devletimizin engelliler için yapmış olduğu<br />

çalışmaları yeterli görüyor musunuz? Halk<br />

olarak üzerimize düşen sorumluluklar ve<br />

ödevler nelerdir?<br />

- Halk olarak sorumluluklar, engellilere lütfen<br />

acımasınlar imkân tanısınlar önlerini açsınlar.<br />

Sosyal alanda, eğitim alanında önlerine çıkan<br />

sorunların çözülmesinde yardımcı olsunlar.<br />

Türkiye’de eskiden insanlar engelli yakınlarını<br />

sokağa çıkarmaktan utanıyorlardı ve engelli<br />

bireylere tüketici gözüyle bakıyorlardı. Günümüzde<br />

ise engelliler için, yaşlılar için 800TL<br />

(sekizyüztürklira) bakım parası vermektedir.<br />

Engelli bireylerin bütçeye katkısından dolayı<br />

ekonomik yoksunluk içerisindeki evlerde engelliler<br />

1.sınıf üretici aktör haline geldi. Bundan<br />

dolayı devletimize minnettarız. Engelli bireylerin<br />

istihdamı düne kadar %3 idi bugün %4’e<br />

çıkarıldı. Özel sektörde ise bu oran %3’tür, bu<br />

orana uymayan firmalara ödenecek ceza 2.211<br />

Tl.(iki bin iki yüz on bir türk lirasıdır).<br />

İstihdam ve ulaşım konusunda şartların biraz<br />

daha iyileştirilmesini bekliyoruz. Özellikle<br />

engelliler şehirlerarası yolculuklarında toplu<br />

taşıma araçlarından neredeyse hiç yararlanamamaktadırlar.<br />

1 Temmuz 2005 yılında,<br />

Cumhuriyet tarihimizde ilk defa engelliler için<br />

kanun çıkarılmış olmanın Cumhuriyetimizin<br />

kuruluşundan bu yana ilk defa engelliler için<br />

kanun çıkarılması, engelliler için bir devrim<br />

niteliğindedir. Devletimizden yapmış olduğu<br />

bu çalışmaları ilerletmesini ve bu süreçte hükümetimizden<br />

alacağı kararlardan engelli Sivil<br />

Toplum Kuruluşlarından görüş almalarının da<br />

faydası olacağına inanıyoruz.<br />

Bu anlatılanların dışında bahsetmek istedikleriniz<br />

var mi?<br />

- Olayı her iki tarafı için değerlendiriyorum.<br />

Engelliler içinde bulunduğu engel durumunu<br />

engelli olmayan bireye karşı bir yaptırım aracı<br />

olarak kullanmasın, imkân tanınmasını istesin,<br />

önünün açılmasını istesin, eğitim alamıyorsa<br />

eğitim alma hakkı istesin, çalışmak istiyorsa<br />

istihdam hakkı istesin, sağlık konusunda bir<br />

sıkıntısı varsa onu talep etsin ama durumunu<br />

kullanmasın. Tolumda, engellilere acımak yerine<br />

imkân tanınsın. Şunu istemiyoruz, burada<br />

engelliler için sinema yapıldı denmesini istiyoruz.<br />

Engelli ve Engelsiz bireylerle bütün<br />

yaşam alanlarını paylaşmak istiyoruz. Bunun<br />

içinde önümüzdeki engellerin kaldırılmasını,<br />

önümüzdeki engelleri kaldırmayanları engelli<br />

olarak görüyoruz.<br />

- Şuanda Batı Karadeniz Bölgesinde sadece<br />

Kdz.Ereğli’deki yaşayanlar halk otobüslerini ücretsiz<br />

kullanıyorlar. Bizler faaliyetlerimizi gelen<br />

talep doğrultusunda belirliyoruz. Bizlerin dernek<br />

olarak yapacakları sınırlı maalesef. Biz bu<br />

şehirde, gelişmiş herhangi bir Avrupa şehrinde<br />

engelliler için ne varsa o olsun istiyoruz.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

60 48


SOSYAL<br />

SORUMLULUK<br />

PROJELERİ<br />

OYSA BÜTÜN GAYEMİZ<br />

BİR TEBESSUME VESİLE<br />

OLABİLMEKTİ<br />

SİZLERDE SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİMİZE<br />

DESTEK VERMEK İSTERSENİZ BİZLERLE İLETİŞİME GEÇİN.<br />

55 61<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ<br />

<strong>kusva</strong>.org 56 62


15<br />

TEMMUZDA<br />

KİM, NE<br />

DEDİ?<br />

63<br />

<strong>aralık</strong> ‘16


15 TEMMUZDA KİM, NE DEDİ?<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

64


15<br />

TEMMUZDA<br />

KİM, NE<br />

DEDİ?<br />

65<br />

<strong>aralık</strong> ‘16

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!