19.03.2017 Views

kusva mart 17

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

KUSVA Gençlik Hareketi<br />

Adına İmtiyaz Sahibi<br />

Burak AK<br />

Yayın Koordinatörleri<br />

ve Yayına Hazırlayanlar<br />

Emine HAXHİU<br />

Furkan GÜR<br />

Nida URMUÇ<br />

Ömer BAKKALOĞLU<br />

Ceyda KAYA<br />

Behlül ALP<br />

Fatih KURU<br />

Mehmet Sabit GÖKTAŞ<br />

Mizanpaj<br />

Necmeddin YAZICI<br />

İletişim Bilgileri<br />

bilgi@<strong>kusva</strong>.org<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

Kusva dergisinde yazılanların<br />

sorumluluğu yazanlara aittir.<br />

EDİTÖR’DEN<br />

Gençlerin dergide yer alan güncel konuların incelenmesi, değerlendirilmesi ve önerilerde<br />

bulunması bulunduğu toplumun parlak bir geleceği olacağı tartışmasız bir göstergesidir.<br />

15 Temmuz gibi olaylara karşı özellikle de gençlerin sesi yükselmesi onların tepkisiz,<br />

nötr, herşeyi sergilendiği gibi kabul eden bir kesim olmadıkları apaçık görülmektedir.<br />

Dergide yer alan yazılardan Türkiye gelecekte güvenli<br />

ellerde olacağı, başarılı bir şekilde yönetilmesi bilineceği, siyaset, ekonomi, sosyal refahın artması<br />

gibi konularda yapısal reformların devamı getirileceği bir ülke halinde olacağı anlaşılmaktadır.<br />

Bizim en önemli “silahımız” kalemdir. Bunun bilincinde herkes olacağı zaman o toplumda çözülmeyecek<br />

sorunlar ortada kalmayacaktır.<br />

<strong>kusva</strong>.org


MAKALE<br />

BURAK AK<br />

BiR<br />

VAZiFEMiZ<br />

VAR…<br />

Bir doktor büyüğüm anlatmıştı :<br />

,,<br />

Bir doktor büyüğüm anlatmıştı. “ Yıllar<br />

önce Amerika’da çalıştığım hastanede bir<br />

meslektaşımla daima tartışırdık. Bir zaman<br />

sonra meseleyi hastane başhekimine<br />

götürdüm. Beni dikkatle dinledi ve yine<br />

aynı ciddiyet içinde, o Yahudi’dir, dedi.<br />

Ben şikayetimle verilen cevap arasında<br />

bir bağlantı kuramadığım için şaşırdım.<br />

Biraz durakladım ve bundan ne çıkar<br />

dedim. Hemen ilave etti: Evet ama sen<br />

de Türksün. Peki öyle olsun, fakat bundan<br />

ona ne, ona bir zararım yok ki, hem zaten<br />

biz millet olarak tarih boyunca Yahudilere<br />

bir şey yapmış da değiliz. Evet dedi,<br />

gerçekten bir şey yapmadınız. Fakat ikinci<br />

Dünya Harbinde, Varlık Vergisi ödemediği<br />

için Aşkale’ye sürdüğünüz Yahudiler ne<br />

olacak dedi. Ben ancak kulaktan duyduğum<br />

bu hadiseyi yarım yamalak hatırlar<br />

gibi oldum. Bunda benim ne suçum var<br />

dediysem de kabul etmedi. Olmaz dedi.<br />

Sen bu suçu işleyenlere mensupsun.<br />

Biraz daha konuşunca onun da Yahudi<br />

olduğunu öğrendim. Konuşmalarından<br />

İkinci Dünya Harbinden Aşkale’ye sürülen<br />

Yahudiler ile ilgili iki üç kitaptan çok daha<br />

fazlasını okumuş olduğunu anladım. Bana<br />

bu hususta o derece teferruata varan<br />

bilgiler nakletmişti ki nerede ise oraya<br />

sürülen Yahudilerin kilolarını, boylarını<br />

verecek sandım. Daha sonra benimle tartışan<br />

o doktoru telmihen o da bu kitapları<br />

okumuştur da, onun için seninle tartışmaktadır…”<br />

dedi.<br />

Lalettayin iki kişi arasında geçen bu<br />

birkaç cümlelik konuşma aslında bizlere<br />

çok fazla şey açıklıyor. Öncelikle Filistin<br />

de kurulan İsrail Terör Devleti’nin<br />

temelindeki mevcut potansiyeli gösteriyor.<br />

Buna ilaveten iki bin yıl sonra<br />

devlet kurmuş Yahudi’nin ruh disiplinini,<br />

kendisine saygısını, kendisi kalma hususundaki<br />

ısrarını, bu gayeye erişmek için<br />

takip ettiği eğitim ve terbiye yöntemlerini<br />

açıklıyordu. Onlar iki bin yıl boyun-<br />

5<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


BURAK AK<br />

ca sıkıntıya düşmüş her Yahudi’nin ayrı ayrı ıstırabını<br />

kendi içlerinde duymuşlar, bu iki bin yıl boyunca<br />

nerede ve ne zaman bir Yahudi yaşamışsa onlarla<br />

kendi içlerinde bir bütünlük kurabilmişler ve bunu<br />

çocuklarına da aktarabilmişlerdi.<br />

Aslında bu cümleler yüz yıllar boyu bir türlü<br />

derlenip toparlanamayan milletlerin içine düştükleri<br />

perişanlıkları da açıklıyor. Durum böyle olunca<br />

parçalanmış Türk Dünyası ve darma dağınık İslam<br />

Alemi aklımıza geliyor. Bulgaristan’da , Batı Trakya’da,<br />

Kıbrıs’ta Azerbaycan’da, Türkistan ve daha<br />

başka yerlerde ki Türkler ile Afganistan da, Filistin<br />

de, Bosna da, Suriye de , Irak da ve diğer ülkelerde<br />

yaşayan Müslümanların içinde bulundukları durumlar<br />

ve çektikleri sıkıntılar ister istemez insanın<br />

zihnini meşgul ediyor.<br />

GERÇEKTEN BIZLER, ESIR<br />

TÜRKLER VE EZILMEKTE OLAN MÜS-<br />

LÜMANLAR HAKKINDA KAÇ ARAŞTIR-<br />

MA YAPTIK VE BU HUSUSTA KAÇ<br />

ESER HAZIRLADIK?<br />

Bunun cevabı açıktır hiçbir şey yapmadık, hiç<br />

bir şey hazırlamadık. Şahsımız adına hiçbir şey yapamadıysak<br />

bile bu hususlar hakkında yazılmış kaç<br />

kitap okuduk? Bu kitaplardan kaç tanesini başkaların<br />

okuması için tavsiyede bulunduk? Daha sonra<br />

yaşadığımız hayatta öğrendiklerimizden hareketle<br />

ülkemiz ve ümmetimizin geleceği için kafamızda<br />

ne gibi projeler kurduk ve geliştirdik? Bunları nasıl<br />

ve ne şekilde etrafımıza anlattık? TARIHIMIZIN<br />

BIZLERE YÜKLEDIĞI BIR VAZIFEYI NE KADAR<br />

YERINE GETIREBILDIK?<br />

Hasılı bütün bunları yapamadıysak ve bu tür<br />

faaliyetlere katılamadıysak, o zaman kendimize<br />

sormalıyız: Esir Türklerin ıstıraplarını ve ezilen<br />

Müslümanların dertlerini ve kederlerini ne derece<br />

içimizde duyduk ve duymaktayız? Yine bu sızıyı ne<br />

ölçüde gönlümüzde taşıdık ve taşımaktayız?<br />

Mamafih sadece ıstırap hallerimizi değil, kutlu<br />

zaferlerimizi de unutuyoruz, sahip çıkamıyoruz.<br />

Nesillerimize ve dünya ya anlatabileceğimiz lakin<br />

bizlere unutturulmaya çalışan, bizlerinde sahip çıkmayıp<br />

bi haber yaşadığı binlerce örnek hikayelerimiz<br />

var. Bu vesileyle bizlere unutturulmaya çalışan<br />

Kut-ül Amare zaferimizden bahsetmek istiyorum.<br />

TARIHLER 1916’YI GÖSTERIRKEN, GENERAL<br />

TOWNSHEND KOMUTASINDAKI İNGILIZ BIRLIK-<br />

LERI BAĞDAT’I FETHETMEK AMACIYLA BASRA<br />

KÖRFEZI’NDEN KUZEYE DOĞRU ILERLEMEYE<br />

BAŞLARLAR.<br />

Osmanlı ordusu arka arkaya yenilgilerle geri<br />

çekilir. Osmanlı’nın gittikçe daha zayıf düştüğünü<br />

düşünen Townshend ilerlemeye devam eder. O<br />

sıralarda 6. Ordu’nun komutanlığına atanan Halil<br />

Paşa, hilal taktiği benzeri bir taktikle 13.000 kişilik<br />

İngiliz kuvvetini Kut’ül Amara’da çevreler.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

6


BİR VAZİFEMİZ VAR...<br />

Haber ulaştığında İngiliz Hükümeti askerlerinin<br />

kurtarılması için operasyon düzenlemeye<br />

karar verir. Başka cephelerden kaydırılan yaklaşık<br />

50.000 kişilik bir kuvvetle dışarıdan kuşatmayı<br />

yarmayı denerler. Fakat Halil Paşa komutasındaki<br />

6. Ordu her saldırıyı püskürtür. Kuşatma altındaki<br />

İngiliz kuvvetleri kurtulma şanslarının kalmadığını<br />

anlayınca 13 general 481 subay ve 13.300<br />

er mevcuduyla 6. ordu’ya teslim olmaya karar<br />

verirler.<br />

Halil Paşa, bu zaferden sonra yayınladığı bir<br />

mesajla tüm ordusunu kutlar:<br />

“Arslanlarım;<br />

Bugün Türklere şeref-ü şan, İngilizlere kara<br />

meydan olan şu kızgın toprağın güneşli gökyüzünde<br />

şehitlerimizin ruhları neşeyle pervaz<br />

ederken, ben de hepinizin pak alınlarından<br />

öperek cümlenizi tebrik ediyorum.<br />

Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan<br />

bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a<br />

hamd ve şükür eylerim. Allah’ın azametine<br />

bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz Devleti’nin<br />

tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran türk süngüsü<br />

oldu. İki senedir devam eden cihan harbi böyle<br />

parlak bir vaka daha göstermemiştir.<br />

Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u<br />

kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay<br />

ve 10.000 neferini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık<br />

bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13.300<br />

er teslim alıyorum. bu teslim aldığımız orduyu<br />

kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000<br />

zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki sayıya<br />

bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük<br />

bir fark görülür. Tarih bu vakayı yazmak için<br />

kelime bulmakta zorlanacaktır. işte Türk sebatının<br />

7<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


BURAK AK<br />

İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de,<br />

ikinci vakayı burada görüyoruz. Yalnız süngü ve<br />

göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tamamlanan<br />

savaşımız karşısında başarılı başkaldırımızın<br />

parlak bir başlangıcıdır.<br />

BUGÜNE KUT BAYRAMI ISMINI VE-<br />

RIYORUM. ORDUMUN HER FERDI, HER<br />

SENE BU GÜNÜ GEÇIRIRKEN ŞEHITLERI-<br />

MIZE YASINLER, TEBAREKELER, FATIHA-<br />

LAR OKUSUNLAR. ŞEHITLERIMIZ HAYATI<br />

SEMADA KIZIL KANLARLA DEVAM ETTI-<br />

RIRKEN GAZILERIMIZ DE GELECEKTEKI<br />

ZAFERLERIMIZIN BEKÇISI OLSUNLAR.<br />

Bütün bu sorular ve cevapları bizeleri şu noktaya<br />

götürür:<br />

Millet olmak kalabalık olmak değildir. Biz,<br />

Tarihten öğreniyoruz ki insanlar birçok zaman<br />

kalabalıkları teşkil etmişlerdir. Fakat millet olamamışlardır;<br />

buna mukabil yine pek çok millet dağılıp<br />

gitmiştir. Fakat onlar dillerini, dinlerini, değerlerini,<br />

duygularını ve ümitlerini kayıp etmedikleri için ne<br />

kadar zaman sonra bir araya gelip millet olmuşlardır…<br />

Ülkemiz için, ümmetimiz için,<br />

Bir vazifemizin olduğunu<br />

unutmamalıyız..<br />

( Doktor hikayesi Prof. Dr. Ali Murat Daryal Hocamız<br />

tarafından aktarılmıştır. )<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

8


MAKALE<br />

CEYDA KAYA<br />

YiTiK<br />

HAZiNEYi<br />

KEŞFETMEK<br />

“İnsanlar bilmemenin kurbanı oluyorlar…” ,,Prof. Dr. Fuat Sezgin<br />

7-16.yy’lar arasında Müslümanlar tarafından<br />

bilim dünyasında hangi gelişmeler<br />

yaşandı? Bu Dönem gerçekten Avrupalıların<br />

tanımladığı gibi karanlık bir çağı mıydı?<br />

Bu 9 asırlık dönemin günümüze zuhur<br />

etmesini sağlayan Prof. Dr. Fuat Sezgin<br />

kimdir? Kadim medeniyetimizin bilim<br />

dünyasındaki izlerini barındıran İslam<br />

Bilim ve Teknoloji Müzesini neden ziyaret<br />

etmeliyiz?<br />

Prof. Dr. Fuat Sezgin 92 yaşında, hala<br />

çalışmalarına devam eden Türkiye’nin<br />

cevherlerindendir. Başta Süryanice, İbranice,<br />

Latince, Arapça ve Almanca olmak<br />

üzere, 27 dili çok iyi derecede bilmektedir.<br />

Fuat Sezgin Hoca, Doğu Bilimi ve Türkoloji<br />

üzerine çalışmalar yapan bilim adamı<br />

Alman Carl Brockelmann’ın “Arap Edebiyatı<br />

Tarihi” ve “İslam Milletleri ve Devletleri<br />

Tarihi” gibi çalışmalarındaki eksiklikleri fark<br />

etmiş ve bunları tamamlamak maksadıyla,<br />

İslam Bilim Tarihi ile ilgilenmeye başlamıştır.<br />

Fuat Sezgin Hoca çalışmalarını 1960<br />

yılına kadar Türkiye’de sürdürmüştür.27<br />

Mayıs 1960 darbesiyle birlikte üniversiteden<br />

uzaklaştırılan ve 147’likler diye bilinen<br />

akademisyenler arasında onun adı da yer<br />

almıştır. Darbe sonrası çalışmalarına devam<br />

edebilmek için ülkesinden ayrılmak<br />

zorunda kalan Fuat Sezgin İstanbul’dan<br />

ayrılırken hissettiklerini şöyle dile getirmiştir:<br />

“Türkiye’yi, İstanbul’u terk edeceğim<br />

akşam, Galata köprüsünün Karaköy<br />

tarafına gittim. Oradan 15-20 dakika kadar<br />

Üsküdar’a baktım. Güzel bir geceydi,<br />

artık vakit de gecikiyordu. Döndüğümde,<br />

gözlerimin yaşını silmek zorunda kaldım.<br />

İşte son hislerim buydu. Kızmadım da,<br />

o zaman tabi üzülmüştüm. Bugün bir<br />

kızgınlık duymuyorum. Memleketime,<br />

yine ne vermek mümkünse onu vermeye<br />

çalışıyorum.”<br />

Fuat Sezgin’i başarıya ulaştıran sebeplerin<br />

başında, dünyanın neresinde olursa<br />

olsun, “İslam Bilim Tarihi” adına; fizik,<br />

kimya, biyoloji, hayvancılık, veterinerlik,<br />

ziraat, tıp, astronomi, coğrafya gibi bütün<br />

bilim dallarına ait bir eser veya orijinal bir<br />

aletin varlığını duyunca; bir dedektif gibi, o<br />

eserin peşine düşmesi gelir. Bugüne kadar<br />

yaptığı çalışmalarla elde ettiği bilgiler kitaplarında<br />

anlatılmasının yanı sıra Gülhane<br />

Parkı’ndaki “İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi<br />

Müzesi’nde sergilenmektedir. Karanlık<br />

diye bilinen bu çağda aslında İslam Bilim<br />

Adamlarının neler yaptığını çalışmalarıyla<br />

günümüze sunan Prof. Dr. Fuat Sezgin’in<br />

kurduğu bu müzenin ziyareti elzemdir.<br />

9<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


CEYDA KAYA<br />

İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi iki kattan oluşmaktadır.<br />

Üst katta; müze ile ilgili çeşitli görsellerin<br />

izlenebildiği Sinevizyon Salonu, Astronomi, Saat Teknolojisi,<br />

Denizcilik, Savaş Teknolojisi ve Tıp Bölümü<br />

bulunmaktadır. Alt katta ise, Madenler, Fizik, Matematik-Geometri,<br />

Şehircilik ve Mimari, Optik, Kimya<br />

ve son olarak da Coğrafya ile ilgili harita ve çeşitli<br />

harita çizimlerinin sergilendiği bölüm bulunmaktadır.<br />

Sergi salonlarının tamamında, İslam bilim insanlarının<br />

ortaya koydukları eserlerin model<br />

ve maketleri sergilenmektedir. Toplam<br />

570 adet alet, cihaz kopyaları, maket ve<br />

model koleksiyonu ile alanında Türkiye’de<br />

ilk, Frankfurt’tan sonra dünyada<br />

ikinci örnek teşkil eden müze olması<br />

açısından önem arz etmektedir. Müzede<br />

El-Cezeri’nin fil saati modelinden<br />

el-Biruni’nin küresel usturlabına, Halife<br />

el-Me’mun’un emriyle 9.yy’ın ilk çeyreğinde<br />

yapılan dünya haritasından İbn-i<br />

Sina’nın El-Kanun fit’t-T Tıb adlı eserine,<br />

İbn el-Heysem’in optik düzeneğinden<br />

el-Hazini’nin areometresine, fiziksel deneylerde<br />

kullanılan düzeneklerden tıpta<br />

kullanılan aletlere kadar birçok eserin<br />

birebir orijinal kopyasını görebileceğiniz<br />

zengin bir içerikle karşılaşırsınız.<br />

İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, eserlerin tanınması<br />

ve geçmişten geleceğe köprü kurulması bakımından<br />

bir kilit noktadır. İslam bilim insanları dünya<br />

literatürüne binlerce eser kazandırmışlardır; fakat<br />

<strong>17</strong>.yy’dan itibaren üstünlüğün Avrupalılara geçmesiyle<br />

birlikte bu gelişmelerin gerçek sahipleri yok sayılmış<br />

ve eski Yunan’a dayandırılmıştır. Avrupalıların<br />

bu üstünlüğü elde etmelerinde şüphesiz İslam bilim<br />

insanlarıyla tanışmaları yatmaktadır.10.yy’da başlayan<br />

bu tanışıklıkla birlikte ilaçlar, haritalar, silahlar,<br />

kitaplar, fikirler, kişilikler, buluşlar ve daha birçok şey<br />

Avrupa’ya taşınmıştır. Avrupalıların bilgi alma tarzı<br />

Müslümanların sergilediği tavrın aksine metodoloji<br />

ve teknik açısından büyük kusurlar ve zafiyetler taşır.<br />

Çoğu zaman alınan eserlerde bilim insanlarının<br />

isimleri ya hiç anılmamış ya da çevirmenin adıyla<br />

geçmiştir. Müslüman bilim insanları ise hiçbir din<br />

ayrımı yapmadan, komplekse kapılmadan kaynaklarını<br />

açıklamış ve saygıyla anmışlardır.18.yy<br />

sonları 19.yy başlarında bilimde<br />

İslam çevresinin önemini savunan<br />

bir hümanistler grubu gelişmiştir. Bu<br />

gelişmelerin inkâr edilemeyeceğini<br />

dillendirmişlerdir. Bununla birlikte<br />

oryantalist bakışla yapılan çalışmalar<br />

bugün de varlığını sürdürmektedir. Bu<br />

bilinmezlik ve çarpıtılmışlık yerini tarihi<br />

hakikate bırakmıştır. Geçmişe göre<br />

şuan Müslüman bilim tarihi hakkında<br />

daha fazla bilgiye sahibiz ve yapılan bu<br />

çalışmalar reddedilemez bir gerçektir.<br />

İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi ise<br />

bilinen tüm çalışmaları içerisinde barındırmakta<br />

ve sergilemektedir. Meşakkatler<br />

içeren müzenin kuruluş süreci ve<br />

bu çalışmaları yürüten değerli Prof. Dr. Fuat Sezgin<br />

tarihe ve geleceğe ışık tutmuştur.<br />

“Müslümanlarda bir aşağılık duygusu var, Avrupa<br />

medeniyetini yanlış tanıma var, oradaki yerini bilmeme<br />

var.” diyor Fuat Sezgin hoca. Artık bu komplekslerimizi<br />

yıkarak ve bilim tarihindeki yerimizi<br />

görerek yeni altın çağımızı başlatma vaktidir.<br />

Yazımda emeği geçen Şeyma Dinç arkadaşıma<br />

teşekkürler…<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

10


MAKALE<br />

MEHMET SABİT GÖKTAŞ<br />

iKi MERCEK;<br />

SEYAHAT<br />

VE ŞEHiR<br />

İnsan adresinden gurbete gerilmiş<br />

bir varlıktır. Bir hayat<br />

sahibidir. Hayat yaşam ve ölümü<br />

mündemiçtir. İnsan zaman içerisinde<br />

seyir ve seyehat etmektedir.<br />

Hayata başladığı ilk yer olarak anne<br />

karnı insanın ilk meskenidir.Aynı zamanda<br />

doğumuyla birlikte ilk göçün<br />

başladığı yerdir.Doğumunda her ne<br />

kadar hava basıncından dolayı ağladığını<br />

bilimsel olarak söylesekte hem tasavvufi<br />

hem de felsefi olarak ayrılığın<br />

ve göçün ilk kopuşlarının gözyaşlarına<br />

şahitlik ederiz.<br />

Kuşların (Leylek) insanları getirdiğini<br />

küçüklüğümüzden beri bir latife<br />

olarak dinleriz.Asıl olarak birey göçü,<br />

seyahat ve seyir etmeyi her ne kadar<br />

doğasında olsada kuşlardan öğrenir.<br />

Nitekim her vakti geldiğinde kuşların<br />

göç etmesi başka diyarların varlığını<br />

bizlere belirgin bir biçimde kanıtlar niteliktedir.İnsan<br />

tekerrürden kurtulmak<br />

ve kendini tamamlamak için devamlı<br />

olarak fikirlerin arasında, gerekse<br />

de memleketlerin arasında devamlı<br />

11<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


MEHMET SABİT GÖKTAŞ<br />

olarak seyir ve seyahat etmelidir.<br />

Ancak benliğini ve ötekini bu<br />

hikmetle elde edebilir.Beri yandan<br />

diğer dünyaların atmosferini<br />

teneffüs etmeyen tasavvur kendini<br />

tehdit eden bir tekrara dönüşür.<br />

Evrensel kümenin küçük bir<br />

parçasına teşkileden hayat çemberinin<br />

yalınkatlığında hapsolmak<br />

için iki mercek vardır elimizde: seyahat<br />

ve seyir.’’Çok gezen mi bilir,<br />

çok okuyan mı?’’ başlıklı tek kişilik<br />

dev sahneye nazaran, mürekkep<br />

ile çalışan bir trene atlamak müreccah<br />

olmalıdır.Bir başka deyişle<br />

‘’Her gün aynı sabaha uyanma<br />

ölmek demektir.’’ diye şairi haklı<br />

kılmaya çabalarsak eğer, mükerrer<br />

anlattıklarımız aynı şekilde izole<br />

edilmişliğin dışına çıkacaktır.Zira<br />

kalben başkasına bağlanmakta, fikren<br />

tahribata yaşayıp farklılaşmakta,<br />

yeni bir bilgiye ışık tutmakta,<br />

yazgıyı değiştirmek için niyet edip<br />

harekete geçmekte, görmediğimiz<br />

veya akla çalındığında ilk hissi<br />

vermesede göçün gölgesinde yer<br />

almaktadır.<br />

Yeni fikirlerle çarpışmadan<br />

ve kendini yenilemeyen herşey<br />

ölümlü olarak bir bedeni yaşatma<br />

gayreti içerisine girer. Sürekli yeni<br />

fikirler celp eden ve değişmeye<br />

/ değişime yön vermeye çalışan<br />

hatta en doğru hale gelmek için<br />

fikri zinde tutmaya çalışmak ve<br />

başka fikirlere mekik dokumak insanın<br />

en çok ihtiyacı olan bir göç<br />

kisvesidir.<br />

Yeni fikirlerle tanışmak<br />

ve memleketler<br />

arasında seyahat ve<br />

sehir etmek arasında<br />

ne fark olabilir ki?<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

12


MAKALE<br />

HüSEYiN CAN COŞKUN<br />

YENi<br />

ARABAM<br />

ENTEGRiZM<br />

Bundan yaklaşık 40 bin yıl önce<br />

‘Cro-Magnon’ insanının ortaya çıkmasından<br />

bir vakit sonra insan modernleşmeye<br />

başlamıştır. Çünkü insan tamda 40 bin yıl<br />

önce bugünlerde biyolojik evrimini tamamlamıştır.<br />

Yani insanın biyolojik evrimini<br />

tamamlamasıyla, modernleşmeye<br />

başlaması neredeyse aynı zamana tekabül<br />

etmektedir.<br />

Sabit kalabilmeyi pek başaramayan<br />

insan, duramayıp kendini bir takım alanlarda<br />

gelişimin içerisinde bulmuştur. Bu<br />

gelişim psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik<br />

kavramlar etrafında oluşmakta ve sürekli<br />

devam etmektedir. Bunun neticesinde<br />

insan gelişme hareketinin içerisinde olup<br />

kendisini gelişememekle suçlayan bir tür<br />

oluvermiştir. Çünkü insan yeri geldiğinde<br />

tekrar geleneksele düşüp yeniden gelişmeye<br />

çabalayandır.<br />

Modernleşme yahut modern olabilmek,<br />

halı hazırda içerisinde bulunduğumuz<br />

durumun, kullandığımız şeylerin<br />

eskimeye başladığı ya da eskimiş olduğu<br />

hissini uyandırarak bunların yerlerine<br />

daha yenilerinin olması gerektiğini düşündüren<br />

bir durumdur.<br />

Peki burada insan nerededir?<br />

İnsan, Nurettin Topçunun da İslam ve<br />

İnsan adlı kitabında bahsettiği gibi Modern<br />

olan antropolojiye göre (eskisinden<br />

daha yeni) ‘ iki ayaklı, dik yürüyüşlü bir<br />

varlık’ tır. Aslında bu tanım bile, insanın<br />

dünyada bir şeyleri iyi veya kötü anlamda<br />

değiştirebilmesi için yeterlidir.. Çünkü<br />

insanın bir şeyleri değiştirebilmesi için<br />

günümüz teknolojisinde sadece düşünebilmesi<br />

kafiolanaktadır. İki ayaklı ve dik<br />

yürüyüşlü olabilmek cakasıdır. Düşünceler<br />

insanlarla yürür, ayaklarıda yürüme<br />

kabiliyetleride insanların ta kendileridir.<br />

Bunun en güncel örneği Stephen Hawking<br />

dir.<br />

İnsanın sahip olduğu ele avuca sığmayan,<br />

bu zihinsel etkinlik kendisine aynı<br />

amaca farklı yöntemlerle ulaşmaya çalışırken<br />

de vücud bulmaktadır.<br />

Nasıl?<br />

İnsanlar dönem dönem kendi aralarındaki<br />

ilişkiler, kendilerinin eşyalarla olan<br />

ilişkileri, toplumsal ilişkiler ve bunlar yetmezmiş<br />

gibi toplumlar arasında olan iliş-<br />

13<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


HÜSEYİN CAN COŞKUN<br />

kiler neticesinde fiziksel olarak belirli zihinsel olarak<br />

ucuaçık birhacime sahip olmasına rağmen bazı durumlarda<br />

insan oğluna kaçabilecek yer kalmamaktadır.<br />

Fazlasıyla yoğun bir hale gelen bu sıkışmışlık, insanı<br />

bir sıçramayaolduğu durumdan farklı bir boyuta<br />

taşıma gayreti içerisine sokmaktadır<br />

Bu sıçramanın geriye dönük bir ilerleyiş olarak vücud<br />

bulan hali iseentegrizmdir.<br />

Modernleşmenin neredeyse zıttı sayılan ve amacı<br />

modernleşmeyle aynı olup, olağan durumu değiştirerek<br />

daha iyiyi ve daha makul olanı farklı bir<br />

yöntemle arayan yani değişimi geriye dönük bir<br />

ilerleme hareketiyle var etmeye çalışan<br />

sistem entegrizimden başkası değildir..<br />

Entegrizm bir geriye dönüştür.<br />

Sosyal, siyasal ve kültürel bir<br />

durgunluktur. Amacı bu olmasa<br />

bile durgunluktan ve ilerleyememekten<br />

farklı bir sonuç<br />

elde edememiştir. Çünkü tarihte<br />

geçmişe dönük bir şeyleri<br />

canlandırmaya çalıştığımızda,<br />

canlandırmaya çalıştığımız<br />

şeyler bizim oraya gidiş amacımızla<br />

bizi hapsedenlerdir.<br />

Her iki durumda da insanlar hali<br />

hazırda bulundukları ortamlardan memnun<br />

değildirler. Sıkılmış, sıkışmış ve meraklıdırlar.<br />

Merak çoğu zaman başlangıçnoktası ile aynı yerde<br />

olmuştur.<br />

Bu hareketlere benzer bir diğer süreç olan ve bu iki<br />

durumun devamı niteliğinde ki aşama ise Nevrotik<br />

dönemdir<br />

Nevrotik dönemde bireyler dönemsel birkaç denemeden<br />

geçmiş ağır zihinsel darbelere maruz kalmıştır.<br />

Bu dönemde insanlar normal olmayan düşüncelerle<br />

meşgul olup, meşguliyetle kalmayıp bunu<br />

fiziksel harekete dökmeye çalışırlar. Fakat düşünceler<br />

ütopik ve tehlikeli oldukları için fiili bir harekete dönüşmekte<br />

zorluk çekerler ve kendilerine kitle bulmakta<br />

zorlanırlar.<br />

Günümüzde bu dönem yeni filizlenmeye başlamış<br />

ve yavaş yavaş yeşillenmektedir.<br />

Bakıldığında bu fikrin ortaya çıkmasına neden olan<br />

sorun ile dönemin sonucunda ortaya çıkması muhtemel<br />

durum aynıdır. Fakat kullanılan yöntem farklıdır.<br />

Nevrotik olan bu dönem iyi niyetli gözükse de<br />

fazla bencildir ve doğal işleyişe sahip olmamaktadır.<br />

Biraz kırpmak gerekirse insanlar bundan yüzyıllar<br />

öncede seçeneklere sahiptiler, günümüzde de sahipler<br />

ve yıllar sonrada yaşamlarını değiştirmek için<br />

yeni seçeneklere sahip olacaklar. Çünkü daha kelimesi<br />

sürekli yeni seçenekler var ederek, insanı<br />

her zaman harekete teşvik edecektir.<br />

Yalnızca biraz tahayyül ettiğimizde<br />

bile, Modernleşmek isteyen bir insanın<br />

yeni bir araba aldığını varsayalım<br />

ve sözde belirli bir dönem ya<br />

da durum için modernleşmiş olsun.<br />

Aldığı arabayı bir süre kullanır ve süreç<br />

itibari ile sıkılmaya başlar. Çünkü<br />

modernlik yerini gelenekselliğe<br />

bırakmaya başlamıştır. Bir süre sonra<br />

modernlik ‘daha’ fikrini ademoğlunun<br />

zihnine iliştirmeye başlar. Kendini<br />

modern hissetmeyen insan artık<br />

bir hamle yapmalıdır. Bi çare<br />

arabasını belki de kendi dünyasını<br />

süslemeye karar verir. Geleneksel olarak<br />

nitelendirdiği, çok sevdiği, kullandığı eşyalarını<br />

yeni ve modern olan arabasının içerisine koyar.<br />

Mesela memleketini anımsatan bir fotoğrafı yahut<br />

yöresel bir eşyayı vites kutusunun üzerine koyar.<br />

Nevrozlaşmaya başladığının farkında bile olmayan<br />

iki ayaklı dik yürüyüşlü bu varlıkbir dönemin ‘daha’<br />

içerisindedir ve doğal bir süreçmişçesine modernleşmek<br />

için alıp, gelenekselleştirdiği arabasından da<br />

sıkılmaya başlayacaktır.<br />

Çelişik iki dönem arasında oldukça yorulup, daralan,<br />

git ve geller yaşayan, bir şeyleri değiştirmek için<br />

hamle üzerine hamle yapan kişi geldiği konum itibari<br />

ile artık mantık kavramının var oluş haritası içerisinden<br />

bihabermiş gibi kabul edilmeye hak kazanmıştır.<br />

Ve kendisi bundan böyle mantıksızlar ülkesinin<br />

kavramsızlar bölgesindeki şuursuzlarşehrinin, kararsız<br />

vatandaşlarından birisi olacaktır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

14


MAKALE<br />

MİHRİBAN CEYLAN<br />

ÇiLEHANEDE<br />

DENGE KUŞU<br />

OLMAK<br />

Dünya, insanoğlunun uğradığı bir han<br />

olarak insanoğlunaçeşitli ikramlar sunar.<br />

İnsanların yollarını belirlediği bu han,<br />

insanların kendilerini terbiye ettiği bir ülkü<br />

üzerine yürüdüğü çilehanedir. Çilehanelerde<br />

bulunmak kişinin kendini terbiye<br />

ederek en güzele en iyiye ulaşma çabasıdır.<br />

İşte bu amaç doğrultusunda dünyaya<br />

gönderilen insan, kendi gökkubbesinin<br />

altında kendini görerek, irdeleyerek ve<br />

tanıyarakadım adım tabiri caizse çilesini<br />

doldurarak insan-ı acz dan insan-ı kâmil<br />

makamına yol almak için var olmuştur.<br />

Esasında çile odası insanın kendisidir.<br />

İnsanın çilahanesi evvela kendi bedeni<br />

ve ruhudur . İnsan, diğer canlılardan<br />

farklı olarak kendini tamir etme, onarma,<br />

düzeltme mekanizması ile yaratılmıştır.<br />

Kendi davranışlarını, üstel olarak izleyebilen<br />

insan adeta kendi bünyesinde beden<br />

ve ruhdengesini oluşturur. Üst bilişsel olarak,<br />

insanın kendi yaptıklarını kendisinin<br />

değerlendirmesi, zihninde oluşturduğu<br />

bir otonom sistem mekanizması ile bireyin<br />

kendi denge kanatlarını oluşturmasını<br />

sağlar. İnsan, melekler gibi sadece inanma<br />

ya da şeytan gibi sadece karşı olma<br />

duygusu ile değil,yargılama yolu olan akıl<br />

ve hissetme yolu olan kalp ile donatılmıştır.<br />

İnsanın kendi içine doğru yaptığı<br />

üst bilişselbakış ile bu birbirinden farklı<br />

kutupları dengeleyip kendi denge kuşunu<br />

kurması bedensel ve ruhsal dengeye<br />

ulaşır vehayatını daha kaliteli idâme ettirir.<br />

Bunu başarmanın en önemli yolu, kişinin<br />

karşısına çıkan imtihanları akıl süzgecinden<br />

geçirip kalp hamuru ile yoğurduktan<br />

sonra vicdanı ile hür bir şekilde sebatla<br />

yol almasıdır. Bir derste başarı gösteren<br />

öğrenci misali kendisine yol gösteren hocasının<br />

sözlerini ve ilmini kendisine çalışma<br />

ve ilerleme azmi veren kalbini, denge<br />

kuşlarının kanadına yerleştirerekyolunda<br />

dengede kalmayı ve kendi gökyüzünde<br />

sağlam bir şekilde uçmayı başarır.<br />

Toplum ise insanı şekillendiren bir<br />

diğer çile odasıdır. Hazreti Ali’ nin insan<br />

için dediği gibi : “Sen kendini küçük bir<br />

cisim sanırsın ama en büyük alem sende<br />

gizlidir.” Her insan bir dünyadır, her<br />

insandan öğrenilecek yeni ufuklar yeni<br />

hikâyeler vardır. Bu bakış açısı ile insanın<br />

insandan elde edeceği faydalıkazançlar<br />

ile daha faziletli ve çok yönlü bakış açısı<br />

15<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


MİHRİBAN CEYLAN<br />

olan bireyler yetişecektir. Farklı fikirler ve düşüncelerin<br />

oluşturduğu uyumlu bir toplum yapısı, hem<br />

ileri medeniyetler seviyesinde yerini rahatlıkla alır<br />

hem de kendi öz benliğine renkler katarak zenginleşir.<br />

Bu noktada önemli olan unsur, bir toplumun<br />

tohumu olan genç bireylerdir. Onların kaliteli bir<br />

toplumsal ortamda yetiştirilmesi ve gençlerin kanatlarına<br />

konulacak becerilerin dengeli bir şekilde<br />

konulması, toplumuno kadar gür o kadar güzel ve<br />

bir o kadar da fırtınalara karşı dayanaklı olmasına<br />

olanak sağlar. Bir meyve tohumunun yeşermesi ve<br />

güzel bir şekilde büyümesi için nasıl ki suyunu ayrı<br />

güneşini ayrı toprağını ayrı dengeleyerek bakımı<br />

yapılıyorsa; bir gencin yetiştirilmesi için de sadece<br />

tek kanadına müspet ilimlerin konulması değil, bu<br />

oda da dengede kalabilmesi ve sonunda ileriye<br />

doğru atılım yapabilmesi için manevi ilimlerin de<br />

diğer kanadına konulmalıdır; işte o vakit aklı ile kalbi<br />

dengede olan aydın gençler toplumun önünde<br />

bir sabah güneşi gibi doğar, bir bahar ferahlığı ile<br />

toplumun köhneleşmiş yapısından bir filiz gibi fışkırır.<br />

Günümüz modern toplumlarında ilerlemenin<br />

en önemli göstergesi teknoloji ve bilimsel gelişmelerdir.<br />

Ancak manevi boyutu ihmal eden toplumların<br />

gençlerinde belli bir noktadan sonra maddi<br />

doymuşluk hissi ile gençler bir yok olma sürecine<br />

girerler, işte bu yok olmayı önleyen en temel unsur<br />

gencin kalbindeki manevi iklim kanadıdır ki gençlerin<br />

güçlü ve başarılı bir şekilde, yaşamda kanat<br />

çırparak yükselmesini sağlar. Ki bu yükselme sadece<br />

gencin yükselmesi değil bulunduğu toplumun<br />

yükselmesidir.<br />

Esasında çilehanenin bir başka boyutu olarak,<br />

İslam coğrafyasının geçirdiği bir çile süreci görülmektedir.<br />

Yaşadığımız coğrafyaya bakarak bu coğrafyanın<br />

geçirdiği sancılı süreçlerin sonunda daha<br />

iyi ve refah, huzurlu vekötülüklerden arınmış daha<br />

aydınlık günler geleceği yeni neslin dirilerek ilmi ve<br />

imanı kanatlarına alıp uçacağıaşikardır. Bundan dolayı<br />

önemli olan, muasır medeniyetler seviyesine<br />

ulaşma gayreti, sadece maddi gayret olarak değil,-<br />

manevi gayret olarakta derinlere ulaştırılmalıdır. Şu<br />

meşhur beyitler gençlere rehber niteliğindedir;<br />

“Yürü!Hür maviliğin bittiği son<br />

hadde kadar… İnsan alemde hayal<br />

ettiği müddetçe yaşar.”<br />

Bu coğrafyayı şairin de sözünü ettiği<br />

gibi yürüyen gençler ilerletecektir.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

16


MAKALE<br />

ENES BAŞ<br />

FE EYNE<br />

TEZHEBUN<br />

Ucunu tutamadan ellerimden kaçırdığım,<br />

eksik bir zaman var avuçlarımda.<br />

Kum tanesi gibi dağılan ümitlerim, dökülüyor<br />

yüreğimden usulca.<br />

Bahar kokan yağmurlar vuruyor tüm<br />

nazeninliğiyle parmak uçlarıma. Gözlerim,<br />

yitik bir sefer dönüşü ağlayan sütannem<br />

gibi.<br />

Durmuyor nefesim, susmuyor dibe<br />

vuran çaresizliğimin soğuk sesi.<br />

Nasipten yoksun bir gülüş kaplıyor<br />

çehremi. Susmaktan ne kadar uzak küçük<br />

sessizliğim.<br />

Büyük bir boşluk var beynimde,<br />

değirmen misali dönüyor akıl çarkım.<br />

Öğüttüğüm amellerim un gibi saçılıyor<br />

toprağa. Seni çağırmaya ne kadar yakın,<br />

Sana yakın olmaya ne kadar uzağım.<br />

Dilimin ucuna kördüğüm olan sensizlik<br />

lokması, öyle yutulmuyor kolayca!<br />

Biz, bıraktığın yerden çok uzaktayız,<br />

biz bıraktığın yerde duramadık..<br />

Ucuz bir yaşam kuruldu tezgâhımıza.<br />

Önümüze ne koyulursa yedik umursamazca.<br />

Kâh küçüldük, kâh küçültüldük<br />

dev gibi gözlerin zehirli aralığında. Bir<br />

bakış yetti canımıza.<br />

Bazılarımızın girdi hain suretler kanına.<br />

Bitmiş bir hayatı sonundan başına<br />

kadar getirip, adına adalet dediler. Bilirsin<br />

ya Efendim, insanın olduğu yerde<br />

her şey var. Edep sınırları aşıldı. Başımızı<br />

öne eğmenin adı eziklik oldu, edep değil!<br />

Efendim, bak gör halimizi.<br />

Herkes konuşuyor ama anlatılanlar<br />

inmiyor boğazdan aşağıya! Menfaatlerimiz<br />

için virgüller kadar eğildik, sahi biz<br />

kendimizde miydik?<br />

Kul hakkı, ekmek arası gibi yenilir<br />

oldu kolayca.<br />

Komşumuzdan haberimiz yok ki<br />

Efendim, aç mı tok mu bilelim?!Bacımızın<br />

örtüsü Sana inanmayanların diline<br />

pelesenk oldu. Onlara kaldı sanki bunu<br />

tartışmak. Alıp gözlerine sokmak istiyorum<br />

ilahi ayetleri,<br />

<strong>17</strong><br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


ENES BAŞ<br />

- Al kör adam, al da şuna bir bak!<br />

Nisyanımız ne kadar bol, hiç hatırımızda<br />

kalan yok. Biz her şeyi unuttuk<br />

vefasızca.<br />

O kadar çok unuttuk ki, hiç unutulmayacağız<br />

sandık! Yamalı bir bohça gibi<br />

amellerimiz, toplamaya çalıştıkça saçılıyor<br />

etrafa.<br />

Belkıs’ın tahtına kurulmuş olan nefsimiz,<br />

ifrit’in oyunlarıyla cirit atıyor dünya’da!<br />

Hepimiz bir kalıba yerleştik.<br />

Hayatımız marka oldu.<br />

Vitrin camlarını süsleyen birer pırlanta<br />

gibiyiz, parlak ama sahte göz alan<br />

fakat can yakan!<br />

İftarı bekleyen oruçlar gibi, aç gözlerimiz.<br />

Ateşten gül derleyen İbrahim Peygamber<br />

uzak bir siluettir, Yusuf Peygamber<br />

uzaktır bize.<br />

İbret almak da neyimize?!<br />

‘Müslüman’ın vatanı inancının yaşadığı<br />

yerdir’ ya hani<br />

Efendim, inancımızı yaşatacak vatan<br />

mı yok? İnancımızı yaşatmaya müsaade<br />

mi yok, yoksa inancımızı yaşatmaya<br />

gücümüz mü yok?!<br />

Dedim ya Efendim, biz bıraktığın<br />

yerden çok uzaktayız..<br />

Gidiyoruz Efendim, yolu yeri belli<br />

olmayan yerlere.<br />

Gidiyoruz, peki ama Fe EyneTezhebun?..<br />

Selam ve Dua ile..<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

18


MAKALE<br />

HÜSNÜ KANBER<br />

GEÇMIŞTEN BİR MİRAS:<br />

GÖNÜL<br />

COĞRAFYAMIZ<br />

Geçtiğimiz sene, Birleşik Krallıklar’a bağlı<br />

özerk bir ülke olan Kuzey İrlanda’nın başkenti<br />

Belfast’ta, İslamiyet ile tanışıp Müslüman<br />

olmuş genç bir arkadaş ile tanışıp<br />

muhabbet ederken Yasser Bey adında<br />

Müslüman bir beyefendi de bizim muhabbetimize<br />

dahil olmuştu. Yeni tanışmamıza<br />

rağmen gönülden gelen muhabbet ile sohbet<br />

ederken Yasser Bey hiç beklemediğim<br />

bir anda bana Osmanlı’nın geri gelmesi için<br />

dua ettiğini söyledi. Birkaç kelimeden ibaret<br />

olan bu cümle beni hala derinden etkiliyor.<br />

Yasser Bey’in bu ifadesi aslındagönül coğrafyamızın<br />

enginliğini ve gönül coğrafyamızdayaşayan<br />

bireylerin de geçmişe olan<br />

özlemini bizlere gösteriyor. Müslüman ülkelerde<br />

birçok sorunun yaşandığı şu zaman<br />

diliminde Yasser Bey sözlerinin devamında<br />

ise Osmanlı’nın geri gelmesi durumunda<br />

sorunların biteceğini söyledi. Aslında o gün<br />

o mecliste yaptığımız muhabbet, bize engin<br />

bir gönül coğrafyasından kalan manevi mirası<br />

gösteriyordu. Bir başka ifadeyle, gönül<br />

coğrafyamızın engin sınırları içerisinde yer<br />

alan bir mecliste, safi düşüncelerle gönülden<br />

gelen özlem ve muhabbetin o cihan<br />

imparatorluğunun varisi olan ülkeden gelen<br />

bir misafire sohbet esnasında aktarılmasıydı.<br />

Osmanlı’nın manevi mirasçısı olan Türkiye,<br />

tarihte olduğu gibi bugün de birçok coğrafyada<br />

bir umut ve geçmişin mirasını üzerine<br />

almış bir ülke olarak görülüyor.<br />

Gönül coğrafyamız dediğimizde hiç kuşkusuz<br />

akla gelen ilk ülkelerden birisi de<br />

Bosna Hersek oluyor. 1 Mart 1992 yılında<br />

bağımsızlığını ilan eden Bosna’mızın bağımsızlığının<br />

25.yıl dönümündeyiz. İçerisinde<br />

bulunduğumuz <strong>mart</strong> ayında bağımsızlığının<br />

yıldönümünde Bosna’mızı hatırlatmaya<br />

çalışacağım.<br />

1992 yılında başlayıp üç yıldan fazla süren<br />

ve içerisinde hepimizi derinden sarsan<br />

birçok hadiseyi barındıran Bosna Savaşı<br />

esnasında Türkiye’nin Bosna konusunda ki<br />

tutumu, iki ülkenin geçmişten gelen ortak<br />

mirasına bir örnektir. 1463 yılında Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun kontrolü altına giren<br />

Boşnaklar, Osmanlı döneminde hızlı bir şekilde<br />

Müslümanlaştılar. Bosna’nın fethinden<br />

sonra Fatih Sultan Mehmed’in yayımladığı<br />

İnsan Hakları odaklı ferman ile Bogomil<br />

mezhebine bağlı Boşnaklar’a hoşgörülü<br />

davranıp onlara devlet hizmetinde yer<br />

vermesi Bosnalıların Müslüman olmasını<br />

hızlandıran önemli bir etken oldu. Bosna’nın<br />

fetih tarihi olan 1463 yılından 1878 Berlin<br />

Antlaşması sonucu bu toprakların Avusturya-Macaristan<br />

yönetimine bırakıldığı süre<br />

zarfına kadar Osmanlılar, Bosna’nın kültürü<br />

ve gelenekleri üzerinde de etkili olmuştur.<br />

Türkiye ve Bosna-Hersek arasında geçmişten<br />

bir miras olarak gelen ortak kültür,<br />

gelenek ve tarih Bosna Savaşı esnasında da<br />

etkisini açık bir şekilde Türkiye’nin safını ve<br />

dış politikadaki etkisini göstermiştir.<br />

6 Federe Cumhuriyetten oluşan Yugoslavya’da<br />

(Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya,<br />

Karadağ, Sırbistan, Slovenya) 1989’da<br />

görülen ekonomik ve siyasi bunalım , Hırvatistan<br />

ve Slovenya Cumhuriyetleri arasındaki<br />

ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Aynı yıl<br />

Doğu Bloku’nda görülen yenileşme hareketleri<br />

Yugoslavya’ya da yansıdı ve 1990’da<br />

çok partili düzene geçildi. Tito’nun ölümünden<br />

sonra bir türlü toparlanamayan ülke,<br />

1991’de başlayan cumhuriyetler arasındaki iç<br />

savaş sonucu aynı yılın sonucunda parçalandı.<br />

(Bozkurt, 2010:54) Yugoslavya Sosyalist<br />

Federal Cumhuriyeti’nden Hırvatistan ve<br />

19<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


HÜSNÜ KANBER<br />

Slovenya’nın 1991 yılında bağımsızlık kararı almasının<br />

ardından 1992 yılında bağımsızlık kararı alan Bosna<br />

Hersek, uygar Avrupa’nın gözü önünde hafızalardan<br />

hiçbir zaman silinemeyecek bir vahşete maruz kaldı.<br />

Bosna-Hersek’te, 1992-1995 tarihleri arasındaki işgal<br />

döneminde 250 bin kişi öldü, 150 bine yakın kişi yaralandı,<br />

40 bin kadına tecavüz edildi ve 1.5 milyon insan<br />

topraklarından göç etmek zorunda kaldı. (Gündüz,<br />

2012) Bosna-Hersek’in işgali esnasında en dehşetli<br />

katliamlardan birisi de, içerisinde kadın ve çocuklarında<br />

olduğu 8372 kişinin, 11 Temmuz 1995 tarihinde<br />

Srebrenitsa’da katledildiği soykırımdı. Srebrenitsa<br />

Katliamı esnasında katliamın sorumlularından biri olan<br />

dönemin Sırp Ordusu Başkomutanı Ratko Mladiç, 11<br />

Temmuz 1995 tarihinde şu açıklamayı yapmıştı : ‘’11<br />

Temmuz 1995’de, bugün, Sırplar için kutsal bir günün<br />

yıl dönümünü kutlamadan önce Sırp Srebrenitsa’dayız.<br />

Bu kenti Sırp milletine armağan ediyoruz. Türklere<br />

(Osmanlı’ya) karşı gerçekleştirdiğimiz ayaklanmanın<br />

anısına Müslümanlardan intikam alma zamanı gelmiştir<br />

‘’.<br />

Avrupa’nın ve dünyanın gözü önünde Bosna’nın<br />

karşı karşıya kaldığı bu soykırım Türkiye’de de birbirinden<br />

farklı ideolojilere sahip kişiler tarafından da<br />

hissedilmişti. 8.Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal<br />

vefatından 2 ay evvel Şubat 1993’te Taksim’de yaptığı<br />

mitingde yaptığı kullandığı ifadeler Türkiye’nin<br />

dış politikadaki atacağı adımları gösteren önemli bir<br />

belgeydi. Merhum Cumhurbaşkanı Özal mitingde<br />

şu ifadeleri kullanmıştır: Türkiye ve Türk milleti, Bosna-Hersek’in<br />

ikinci bir Endülüs trajedisinin yaşanmasına<br />

asla izin vermeyecektir. Bundan kimsenin şüphesi<br />

olmasın. Tarihin yüz seneden sonra getirip önümüze<br />

bıraktığı bu yadigara sahip çıkmak bizim için insani,<br />

tarihi, milli ve dini bir borçtur. Bir namus borcudur. Bu<br />

borcu ödeyeceğiz.<br />

Evet, bu mesele bizim için hem mesuliyet ve vebaldir,<br />

hem de büyük bir şanstır. Türkiye ne bu vebalden<br />

kaçabilir, ne de bu şerefi reddedebilir. Çünkü biz<br />

Türkiyeyiz, çünkü bugün Bosna-Hersek Türkiye’nin<br />

ta kendisidir. Ve bugün bütün bir Türkiye boydan<br />

boya Bosna-Hersek olmuştur. (Çandar, t.y.) Turgut<br />

Özal’ın yanı sıra 1992’yi 1993’e bağlayan günlerde<br />

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve beraberindeki<br />

bir heyet savaşın yaşandığı Bosna’ya gitmişti. Milliyet<br />

Gazetesi’nin haberine göre, Bosna-Hersek’in ikinci<br />

büyük kenti Tuzla’da yılbaşı gecesini geçiren Baykal,<br />

kuşatma altındaki bu kentte cepheye giderek savaşı<br />

izledi. Bosnalı Müslüman askerlere moral veren<br />

Baykal, Sırpların vahşi tecavüzüne uğrayan kadın ve<br />

genç kızlara da Türkiye’deki Boşnak genç kızlardan<br />

toplanarak götürülen namus ve iffetin simgesi sayılan<br />

yaşmaklar taktı. Bunun yanında, savaşın yaşandığı o<br />

dönemde Başbakan Tansu Çiller, Pakistan Başbakanı<br />

merhume Benazir Butto ile bombardıman altındaki<br />

Saraybosna’yı ziyaret etmişti. Amerikan New York<br />

Times Gazetesi 3 Şubat 1994 tarihli haberinde bu<br />

ziyareti ‘‘İslami Liderler Bosna Hükümeti’ni Desteklemek<br />

İçin Saraybosna’yı Ziyaret Etti’’ başlıklı haber ile<br />

duyurdu. Tansu Çiller ayrıca 2000 yılında rahmetli<br />

Aliya İzzetbegoviç’in davetlisi olarak gittiği Bosna<br />

Hersek’te Boşnak halkına seslenirken konuşmasında<br />

“ Boşnak milletine sıkılan kurşun, aslında bizim ortak<br />

tarihimize sıkılmıştır. İnsanlığa sıkılmıştır. Yüzyıl önce<br />

yüreğimiz yana yana bu toprakları terk ederken ve<br />

sizleri kaderlerinizle baş başa bırakırken, koyun koyuna<br />

yatan şehitlerin kemiklerini sızlatmıştık. Şimdi<br />

onlar mezarlarında rahat uyuyabilirler. Çünkü Hilalin<br />

askerleri, barışı korumak için Bosna’ya geri döndüler<br />

“ ifadesini kullanmıştı. 2003 yılında Bosna’nın efsane<br />

lideri rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in vefatından çok<br />

kısa bir süre önce, zamanın başbakanı Recep Tayyip<br />

Erdoğan, Aliya İzzetbegoviç’i tedavi gördüğü hastanede<br />

ziyaret etmişti. Rahmetli Aliya, o ziyaret esnasında<br />

Erdoğan’a vasiyet olarak şunları söylemişti: Dualarımız<br />

sizinle. Bu topraklar Osmanlı bakiyesidir. Bosna’mı koruyun,<br />

Bosna’ma sahip çıkın. O size emanet. Merhum<br />

Aliya’nın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a<br />

bu vasiyeti, hiç şüphesiz geçmişten bir miras olarak<br />

gelen ortak kültürümüzün, geleneğimizin, tarihimizin<br />

ve inancımızın en önemli göstergelerinden birisidir.<br />

Kuzey İrlanda’da Osmanlı için dua eden Yasser Abi’nin<br />

duası,merhum Aliya’nın vasiyetindeki dualarımız sizinle<br />

şeklindeki ifadesi, 15 Temmuz karanlığını yaşadığımız<br />

o gecede bizim için tek yürek olan ümmetin<br />

duası bizim gönül coğrafyamızın enginliğini ve buna<br />

bağlı olarak bizim sorumluluklarımızı bize göstermektedir.<br />

Bugün birçok sıkıntıların yaşandığı, gözyaşlarının<br />

aktığı ve zulümlerin yaşandığı gönül coğrafyamızın<br />

kaderi hiç şüphe olmasın ki bizim kaderimizdir.<br />

Bugün Suriyeli muhacir kardeşlerimize ensar olabilme<br />

gayretidir bizim gayretimiz. Şam’ın, Bağdat’ın,<br />

Kahire’nin, Kudüs’ün, Saraybosna’nın, Semerkand’ın,<br />

Doğu Türkistan’ın, Myammar’ın, Bişkek’in, Bingazi’nin,<br />

İslamabad’ın, İstanbul’un ve daha nice yerlerin birbirine<br />

tam manasıylagönül bağıyla bağlandığı günleredir<br />

özlemimiz.<br />

Tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de sorumluluklarımızın<br />

dairesi çok geniştir. 1 Mart 1992’de bağımsızlığını<br />

elde eden ve akabinde 3 yıldan fazla zulme<br />

maruz kalan kardeş Bosna-Hersek halkının bağımsızlığının<br />

25.yılını yürekten kutluyorum. Elindeki kısıtlı imkanlarla<br />

İslam Bayrağı’nı düşürmeyen efsane komutan<br />

ve lider Aliya İzzetbegoviç’i ve bu savaş esnasında<br />

şehit düşen ve Bosna’nın bağımsızlığı için mücadele<br />

edip ahirete irtihal edenleri saygı ve rahmetle yad<br />

ediyorum. Unutulmasın ki ‘‘Evlatlarım! Evlatlarım! Bak<br />

Mladiç çocuklarıma ne yapmış’’ diye ağlayan annenin<br />

acısı bizim acımızdır ve birçok acıdan sonra istikbalini<br />

kazanan Bosna’nın istikbali de yine bizim<br />

istikbalimizdir<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

20


MAKALE<br />

ÖMER BAKKALOĞLU<br />

İÇIMIZDEKI<br />

JHOSEPLER<br />

“Yeter bu kadar” dedi ve ani bir<br />

manevrayla ayağa kalktı Joseph,<br />

bugün cuma. Mesai bitmişti, fazlasıyla<br />

yorgundu ama haftasonu gelmişti.<br />

Kendisi için o kadar değerliydi ki bu iki<br />

gün, içi içine sığmıyordu. Plan yapacak<br />

vakti bile olmamıştı yoğun mesai<br />

rutininden. Aldı ceketini ve “halinize<br />

acıyorum” gülüşü ata ata mesaisi yeni<br />

başlayacak olan arkadaşlarını selamladı.<br />

Kapıdan çıktı arabasına doğru<br />

yürürken aklından planlar yapmaya<br />

başlamıştı bile. Ne olursa olsun; en<br />

azından bu iki gün onu yatağından<br />

zıplatan o huysuz, aksi, lanet telefon<br />

alarmını duymayacaktı. Arabasına<br />

bindi ve eve dönüş yolunu tuttu. Çok<br />

geçmedi ki ileride trafik ışığına yakalandı.<br />

Yolun karşı tarafına doğru başını<br />

çevirdi o boşlukta veee içindeki<br />

mutluluk aniden yerini korkuya teslim<br />

etmeye başlamıştı.Karşı şerit iş yerine<br />

giden yoldu ve bir anda pazartesinin<br />

er yada geç geleceği aklına giriş<br />

yapmış bulunmaktaydı. Sadece 2 gün<br />

sonra sabah güneş doğmadan kalkıp<br />

o yoldan geçerek koca bir haftayı<br />

tekrar omuzlayacağını hayal etti. Artık<br />

haftasonu tatili çileye dönüşmeye<br />

başlamıştı. Sonu vardı çünkü ve Joseph<br />

mutluluklarını korkuya teslim<br />

etmeyi çok severdi. Pazartesi sendromunu<br />

cumadan yaşamaya başlayacak<br />

kadar çok. Bırakın haftasonu tatilini, 1<br />

aylık izine ayrılmıştı ve havaalanında<br />

tatil yapacağı yere uçarken geliş terminalindeki<br />

yolcular takılmıştı aniden<br />

gözüne. Sonrasında ise içindeki mutlulukla<br />

helalleşip korku imparatorluğunun<br />

muhafızlarına teslim olmuştu<br />

bizim Joseph. Tatili boyunca o terminalde<br />

hayal etti kendini ve nitekim<br />

ziyan da etti kendine o günleri.<br />

YILIN ILK TIŞÖRTÜNÜN GIYIL-<br />

DIĞI BIR ÇARŞAMBA GÜNÜNDEYIZ<br />

VE KAMERALARIMIZIN KARŞISINDA<br />

KAHRAMANIMIZ JOSEPH SELAM-<br />

LIYOR BIZLERI TEKRARDAN. Sana<br />

da merhaba Joseph, iyisin inşallah?<br />

Tamı tamına 54 dakika konuştu sevdiceğiyle<br />

telefonda. 3 4 aydır sürü-<br />

21<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


ÖMER BAKKALOĞLU<br />

yordu ilişkileri ve birlikteliklerini soran magazin<br />

mikrofonlarına “her şey rüya gibi gidiyor çok<br />

mutluyuz” diyecek kıvamdaydı. Gerçekten de<br />

her şey yolundaydı ancak her şeyin yolunda<br />

gitmesi dahi Joseph’in karamsarlık trenine tek<br />

gidişlik bilet almasına engel değildi. “Çok güldük<br />

başımıza bir şey gelecek” diyen ceddin<br />

torunuydu ne de olsa bizim aslan parçası. Ama<br />

bir dakika Joseph İtalyan değil miyd....neyse.<br />

Daha önce de bunun gibi sorunsuz giden bir<br />

çok ilişkisi olmuştu Joseph the Casanova’nın<br />

ama hepsi bir şekilde son bulmuştu. Neden<br />

bu farklı olsun ki? Nihayetinde Joseph aynı<br />

Joseph’ti sonuç nasıl farklı olabilirdi ki? Mevcut<br />

mutluluğun, bir bahar gibi gelip; yerini kasvetli<br />

havalara bırakacağından emindi. Hiçbir şeyden<br />

keyif alamamaya başlamıştı, Fethi Paşa’da karşılıklı<br />

içilen 1 liralık çaydan bile. Bu sefer de her<br />

şeyden çok sevdiği potansiyel hayat arkadaşını<br />

peşkeş çekmişti korku imparatorluğunun paralı<br />

askerlerine.<br />

JOSEPH YALNIZ DEĞIL ASLINDA, milyonlarca<br />

Joseph yaşıyor günlük hayatımızda bizlerle,<br />

mesela ben de o Josephlerden birisiyim<br />

itiraf etmek gerekirse. Mutluluk ve korku her ne<br />

kadar farklı her ne kadar birbirine zıt kavramlar<br />

gibi gözükse de aslında iç içe geçmiştirler. Her<br />

mutluluk içinde mevcut durumun sona erme<br />

kaygısıyla beraber geliyor aslında. Bu kaygı Josephlerde<br />

o kadar ağır basıyor ki somut hiçbir<br />

nedenleri olmamasına rağmen, hiçbir mutluluğu<br />

tam anlamıyla yaşayamıyorlar. Oysaki işin<br />

iyi tarafından bakılırsa mutsuzluk da içinde bu<br />

durumun sona ereceği beklentisi barındırıyor.<br />

Yeryüzündeki her mutluluğun zamanı geldiğinde<br />

sona ereceğini düşüncesiyle karamsar<br />

oluyorlarsa her mutsuzluğun da sonsuz bir<br />

girdap olmadığı bilincinde olmaları gerekmiyor<br />

mu bu Josephlerin? Mevcut durumun değişeceği<br />

hissi bu kez düşmanları değil aksine can<br />

ciğer kuzu sarmaları olmaya başlıyor. Ancak<br />

Josephler bunu göz ardı etme konsunda da<br />

oldukça başarılıdırlar. Mutsuzluğun kör kuyularında<br />

debelendikçe debelenirler çıkış yollarına<br />

tutunmak yerine.<br />

JOSEPHLER YAĞMUR YAĞSA DA YAĞMASA<br />

DA ŞEMSIYE TAŞIR ÇÜNKÜ ALLAH, JOSEPH-<br />

LERI BÖYLE YARATMIŞ.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

22


MAKALE<br />

ZEYNEP HANDE BURAKÇI<br />

SERPiNTi<br />

Uzaklardan gelsem,<br />

gelecek uzun sürecek bir yanımız<br />

hep yanık kokusu<br />

Yangına göz yaşlarımızla<br />

müdahale<br />

etmesek<br />

Ateş belki biraz erken sönecek<br />

Şiir, memleketin bereket toprakları<br />

Ben mayınlı arazileriyim güneyden<br />

Burnumda sıcak tandır ekmeğinin<br />

dumanı hacı anamın göz bebekleri<br />

grileşmiş kederden<br />

Gurbetçi tır şoförünün sigaraya<br />

ne parası kalmış, ne ciğeri<br />

Boğulmaya ramak kalmış<br />

bebesinin kirpik uçlarından<br />

Şehrin bir ucunda tıklım<br />

tıklım otobüslerinde<br />

Karın tokluğuna gurbet<br />

etmişiz bir kere<br />

Üstü kalsın yutkunamadığımız<br />

hasretlerin<br />

23<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


ZEYNEP HANDE BURAKÇI<br />

Gökyüzündeki bir kar tanesi bedenimiz<br />

Yere inemeden savrulup duran<br />

Tek emelimiz ulaşmak Adem’in<br />

geldiği toprağa<br />

Ve yağmura benzemek<br />

en büyük özentimiz<br />

Çizerken yolumuzu nar<br />

çiçeklerinde kırağılaşmak<br />

Temiz kalabilmek için<br />

tüm bu çabamız,<br />

Bir bardak suya serinlik<br />

verebilmek için<br />

Ve buharlaşmak<br />

Derdimizi dinlemiş yorgun<br />

bulutları ağlatabilmek<br />

Başka yüreklere<br />

serpilebilmek uğruna<br />

İstanbul, durmuyor boğazın<br />

bu sene bile<br />

Ve ruhumu kemiriyor Ayasofya<br />

Ümidin sesi düşündükçe<br />

hoş geliyor kulağa<br />

Notaları kusurluca yazılmış<br />

Yitirilmiş imparatorluklar bestelerinde<br />

Gün batımı romantikleşirken<br />

Kuzguncuk’ta aşıklara<br />

Ben yine gölgemi sultan belliyorum<br />

-Kavrulan öğle vakitleri<br />

dahil olmak üzere<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

24


RÖPORTAJ<br />

YAKUP ÖKSÜZ<br />

iLE RÖPORTAJ<br />

Üsküdar Belediyesi Gençlik ve Spor Hizmetleri Müdürü ve<br />

gençliğin ağabeyi kıymetli büyüğümüz Yakup Öksüz ile<br />

gençlik ve gelecek hakkında konuştuk...<br />

BAŞKANIM BIZE KENDINIZDEN<br />

BAHSEDER MISINIZ?<br />

Yakup Öksüz : Ben, Amasya İmam<br />

Hatip Lisesinden mezun oldum. Marmara<br />

İlahiyat Fakültesi 2003 mezunuyum.<br />

Bu dönemde; Milli Gençlik Vakfı,<br />

Anadolu Gençlik ve İHH gibi birçok STK,<br />

vakıf ve derneklerde aktif olarak görev<br />

aldım. Ülke o dönemde başörtü yasağı<br />

sebebiyle zor bir süreç geçiriyordu. Bu<br />

dönem hem yurt dışında hem yurt içinde<br />

farklı STK’lar kurduk; İLAMDER, MİM-<br />

DER, MAZLUMDER ve farklı pozisyonlarda<br />

görev aldık. O dönemde yaşanan<br />

sıkıntıları okulumuzda, bütün illerde<br />

ve yurt dışında çözmeye çalıştık. Üç<br />

yıldan beri Üsküdar Gençlik Merkezinde<br />

gençlere hizmet ediyorum. Evliyim ve 3<br />

çocuk babasıyım.<br />

ÜÜSKÜDAR GENÇLIK MERKEZI<br />

YAPMIŞ OLDUĞU FAALIYETLER ILE<br />

ADINI DUYURMUŞ BIR YER. BURANIN<br />

BU KADAR BÜYÜMESININ NEDENI<br />

NEDIR? NE TÜR ÇALIŞMALAR YAPI-<br />

YORSUNUZ?<br />

Yakup Öksüz : YYapmış olduğumuz<br />

çalışmalar Üsküdar’a yakışır nitelikte çalışmalar,<br />

Üsküdar’ın tarihi ile kültürü ile<br />

eşdeğer çalışmalar. İlk gençlik merkezi<br />

Üsküdar’da kuruldu, YÖK onaylı çocuk<br />

üniversitesi ilk defa Üsküdar Belediyesi<br />

tarafından faaliyete geçirildi. Yaptığımız<br />

çalışmaların diğer belediyelere örnek<br />

olduğunu düşünüyorum. Biz buraya<br />

Kâbe toprağı diyoruz. İstanbul’un<br />

fethinden 101 sene önce fethedilmiş bir<br />

toprak, Kâbe’nin örtüsü buradan gönderildiği<br />

için Harem toprağı diyoruz.<br />

Birçok medeniyete beşiklik yapmış bir<br />

ilçeyiz. Eğer bir yere yatırım yapmak<br />

istiyorsanız öncelikle insana yatırım<br />

25<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


YAKUP ÖKSÜZ İLE RÖPORTAJ<br />

yapmanız gerekiyor. Özellikle ve öncelikle gençliğine.<br />

Gençliğini iyi yetiştirmiş bir şehir geleceğini<br />

inşa etmiştir. Bizim de yapmak istediğimiz budur.<br />

Gençliğimizin hizmetinde 25 merkez var ve sınırsız<br />

imkânlarımız mevcut.<br />

Temel gayemiz milli ve manevi değerlerini bilen<br />

ve bunu içselleştirmiş, çağımızın da gereksinimlerini<br />

bilen ve o düsturda yaşayan bir gençlik oluşturmak.<br />

PEK ÇOK SIVIL TOPLUM KURULUŞUNA DES-<br />

TEK VERIYORSUNUZ, SIZIN IÇIN STK’LARIN<br />

ÖNEMI NEDIR?<br />

Yakup Öksüz : Biraz önce bahsetmiş olduğum<br />

çalışmaları yapacak olan STK’lardır. Belediyeler ve<br />

resmi kurumlar belli bir yere kadar bu misyonu<br />

üstlenebilir. STK’lar toplumsallık anlamında, topluma<br />

yayılması anlamında STK’lar çalışması olmazsa<br />

olmazlardandır. STK’lar ne kadar güçlü hareket<br />

ederse tesiri de o oranda etkili olur. Bu nedenle<br />

bizlerin sivil toplum kuruluşlarına kapımız sonuna<br />

kadar açık.<br />

TEŞEKKÜR EDERIZ. BAHSETMIŞ OLDUĞUNUZ<br />

BU STK RUHLU GENÇLERE NE ÖNERIRSINIZ VE<br />

ONLARDAN BEKLENTILERINIZ NELERDIR?<br />

Yakup Öksüz : 28 Şubat, toplumsal baskı, devletin<br />

son 15 yılı tenzih ediyorum, devletin baskıcı<br />

tutumu STK’ları da hem kendi içlerinde boğdu<br />

hem de taassuba sevk etti. Bana göre STK’larda<br />

görev alan gençler öncelikle kendi şahsiyetlerini iyi<br />

kurmaları gerekmekte. Bir genç öncelikle niye var<br />

olduğunun ve niye yaratıldığının farkında olmalı.<br />

Bizlerin STK’larda ki en büyük sorunu STK’ları bir<br />

din gibi görüyoruz ya da bizden başka yokmuş<br />

gibi düşünüyoruz. Bizler şefkat, merhamet toplumu<br />

oluşturma derdinde olan insanlarız. Eğer<br />

bunu başarmak istiyorsak önce şahsiyetlerimizi<br />

oluşturacağız sonrasında ise bu işi ne kadar çok<br />

insanla yaparsak o kadar başarılı oluruz diye düşünmeliyiz.<br />

Bizler enaniyeti, taassubu yenersek<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

26


RÖPORTAJ<br />

bizim önümüzdeki toplumları geçme çabasında<br />

olursak başarılı oluruz.. Geçmiş yaşamlardan ders<br />

almalıyız. Bir Endülüs, bir Kudüs bunları iyi öğrenmeliyiz.<br />

Mevlana’nın pergel metaforu gibi bir<br />

ayağımız kendi kültürümüzde bir ayağımız ile<br />

dünyayı dolaşacağız. Aslında Amerika’yı keşfeden<br />

Kristof Kolomb değil İbn-i Rüşd’ün çalışmaları<br />

oldu. Onlar bir yeri işgal etiğinde yaptıkları ilk iş<br />

kütüphaneleri yıkmak olmuş. İngilizler İstanbul’u<br />

işgal ettiklerinde kütüphanemizi kendi ülkelerine<br />

götürmüşlerdir, şuan bizler ise Osmanlı’ya<br />

ait bilgileri İngilizceden Türkçeye çeviriyoruz.<br />

Biz bugün neden üretemiyoruz? Neden birlik ve<br />

beraberliğimizi oluşturamıyoruz? Bunun için ne<br />

gibi çabalar içerisindeyiz? Bir Fatih Sultan Mehmet’i<br />

bir Selahaddin Eyyübi’yi örnek alıp onları<br />

geçecek projeler üretmeliyiz. İnsanların duasını<br />

almak için neler yapmalıyız? Endişemiz bu olmalı.<br />

Batı medeniyeti bilimi, temizliği bizden öğrenmiş<br />

oysa ki, şimdi biz onlardan kopyalıyoruz.<br />

Osmanlı Devletini yıkmakla kalmayıp tarihimizle<br />

aramızdaki bağı kopardılar, bunun bir sonucu da<br />

Osmanlıca eserler okuyamamamızdır. Bizler gittiğimiz<br />

her şehrin kültürünü korumuş ve oralarda<br />

yaşam alanları oluşturmuş bir milletiz.<br />

BAZI BÜYÜKLERIMIZ GÜNÜMÜZ GENÇLI-<br />

ĞINDEN ÇOK ŞIKÂYETÇI, TV VE AKILLI TE-<br />

LEFONLARDAN BAŞKA ILGILENDIKLERI BIR<br />

ŞEYIN OLMADIĞINI DÜŞÜNMEKTEDIRLER,<br />

FAKAT GENÇLIĞIN GÜÇLÜ BIR IRADEYE SAHIP<br />

OLDUĞU, VATAN VE MILLET ŞUURU TAŞIDIĞI<br />

VE BUNUN KANITI OLAN 15 TEMMUZ DARBE<br />

BAŞARISIZLIĞI GENÇLERE OLAN INANCIMIZI<br />

TAZELEDI. SIZIN GENÇLIKTEN UMUDUNUZ<br />

NEDIR?<br />

Yakup Öksüz : Ben gençliğe olan inancımı<br />

27<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


YAKUP ÖKSÜZ İLE RÖPORTAJ<br />

hiçbir zaman yitirmedim. Gençliğe şekil<br />

verme çabamızdan onları , küçümsemekten<br />

kaçınmamız lazım. Dinimizi araştırarak<br />

yaşaması için önlerini açmalıyız. Kendilerini<br />

ifade etmelerini sağlamalıyız. Hz. Ali:<br />

“Çocuklarınızı onun yaşayacağı ortama<br />

göre yetiştirin kendi yaşayacağınız ortama<br />

göre değil” diye buyurmuştur. Gençliğimize<br />

bu doğrultuda görev ve sorumluluklar<br />

vermeliyiz. Projelerine destek vermeliyiz.<br />

Bizim Üsküdar Çocuk Akademi’sinde bir<br />

öğrencimiz dron icat etti ve Romanya’da<br />

dereceye girdi. Biz bundan çok gururlandık<br />

ve öğrencimize destek vermeye<br />

devam ettik şimdi ise başka bir proje<br />

üzerinde çalışmaktayız. Üsküdar’da 135<br />

bin öğrenci var ve biz bunların her birini<br />

başkanımız ile tanıştırmak istiyoruz. ‘Sanat<br />

Okulu’ adı ile okullarda eğitimler veriyoruz.<br />

Bilgi evlerimiz sayesinde okullarda<br />

eğitimler vermekteyiz .<br />

GENÇLIKTEN ÇOK BAHSETTIK .. PEKI<br />

ORTA YAŞ IÇIN PROJELERINIZ VAR MI?<br />

Yakup Öksüz : Üsküdar halkımız burada<br />

ki birçok faaliyetten yararlanabiliyor.<br />

Mahallelerimize yönelik projelerimizde<br />

mevcut. Okuma-yazma eğitimleri, bilgisayar<br />

eğitimleri, el işi eğitimleri de düzenliyoruz.<br />

Çay ,kahve içip muhabbet edecekleri<br />

bir ortam da mevcuttur. Her yaşa her<br />

seviyeye uygun eğitimlerimiz var.<br />

ÜSKÜDAR’I BIZE NASIL<br />

ANLATIRSINIZ ?<br />

Yakup Öksüz : Üsküdar’ı anlatmak ona<br />

zarar verir diye düşünüyorum, yaşamak<br />

gerek. Bütün medeniyetlere beşiklik etmiş<br />

bir ilçeyiz. Toprak altındaki ve toprak üstündekilerle<br />

yaşayan bir değer.<br />

İstanbul’un merkezi.<br />

YAKUP BEY<br />

BIZLERE VAKIT AYIRDIĞINIZ<br />

IÇIN TEŞEKKÜR EDERIZ.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

28


MAKALE<br />

FURKAN GÜR<br />

HAK İLE BATIL<br />

MÜCADELESİ<br />

İlk insan ve ilk peygamber Adem<br />

(a.s)’ın oğulları Habil ve Kabil arasında<br />

yaşanan Hak ve Batıl mücadelesi bu<br />

süreçten sonra her dönemde yaşanmaya<br />

devam ederek günümüze kadar gelmektedir.<br />

Habil hak adına mücadele verirken,<br />

Kabil batıl adına mücadelesesini vermiştir.<br />

Medeniyetler tarihine baktığımızda, İbrahim<br />

(a.s) öncülüğünde ‘Hakkı üstün tutan’<br />

bir medeniyet kurulmuş, bu medeniyet<br />

Mısır’ı etkilemiş fakat ne yazık ki Mısır’da<br />

Firavunlar bu medeniyeti dejenere etmiş<br />

ve yerine kuvveti üstün tutan Bir Mısır<br />

Medeniyeti kurmuşlardır. Daha sonra<br />

Mısır’da yeniden Musa (a.s) öncülüğünde<br />

‘’Hakkı üstün tutan’’ bir medeniyetin kurulduğunu<br />

görüyoruz. Bu süreç böyle devam<br />

etmiştir ve daha sonra batılın hüküm<br />

sürdüğü bir zamanda Alemlere Rahmet<br />

olarak gönderilen Peygamberimiz Hz.<br />

Muhammed (s.a.v)’in öncülüğünde tekrar<br />

‘Hakkı üstün tutan’ İslam Medeniyeti kuruldu.<br />

Bu medeniyet yüzyıllarca yeryüzüne<br />

hakim olarak Adaleti ve huzuru getirdi.<br />

Bugün yeryüzünde Hak ve Batıl’ın<br />

mücadelesi, Hakka hizmet eden Müslümanlarla<br />

Hakkı kabul etmeyip nefis ve<br />

şeytana esir olan Batıla hizmet edenlerin<br />

mücadelesi yaşanmaya devam etmektedir.<br />

Bir yandan hak tarafında olup İslam<br />

sancağı için mücadele eden, insanca<br />

yaşamak isteyen, ezilenlerin yanında<br />

olan, fakire ve mazluma arka çıkan, insanları<br />

köle olarak görmeyip sadece insan<br />

kimliğiyle yaklaşan, insanların haklarını<br />

koruyan ve bunun için çaba sarfeden Hak<br />

tarafı ve bunun tam tersini yapmak için<br />

mücadele veren batıl tarafı var.<br />

Son yüzyılda ise yeryüzünde kaba<br />

kuvvete dayanarak üstünlük yapmaya<br />

çalışan Batı Medeniyeti gerçekte ‘’ kuvveti<br />

üstün tutan’’ bir zihniyetin medeniyetidir.<br />

İnsanlığa huzur, adalet ve barış getirebilmesi<br />

mümkün değildir. Çünkü batı Medeniyeti<br />

Ülkeleri sömürerek belirli sermaye<br />

sahipleri tarafından insanlığın yönetilmesi<br />

politikasını benimsemiştir.<br />

Batılın temsilcileri kutsal kitaplarının<br />

gerçekliliğini bozarak, dinin emir, yasak<br />

ve doğrularını kendilerine göre dizayn<br />

ederek Dünya’yı ele geçirmek için çalışmalar<br />

yapmaktadırlar. Bugün Filistin,<br />

Afganistan, Irak, Suriye gibi ülkeler’ de<br />

29<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


FURKAN GÜR<br />

batılın temsilcilerinin zulmü altında müslümanlar<br />

eziyet görmektedir. Bizler bu yaşanan zulümlere<br />

dur demezsek, engel olmasak, bu zulmü yapanlara<br />

destek verirsek mahşerde batıl taraftarları arasında<br />

yer alırız. Unutmayalım ki batıl kendini ne kadar<br />

güçlü gösterirse göstersin, aslında zayıftır. Çünkü<br />

en büyük kuvvet olan İman’dan ve en büyük destekçi<br />

olan Yüce Allah’ın yardımından yoksundurlar.<br />

Dolayısıyla İslam’ın Batıl karşısında hakim olabilmesi<br />

için çalışmakta vazifeliyiz. Bizlerin gayretleri<br />

ve Allah Tealanın inayet ve keremiyle yeryüzünde<br />

Adalet ve Hak üstün olsun ve batıl silinip gitsin.<br />

İsra suresinin 81. ayet-i kerimesinde Allah Teala<br />

buyuruyor ki; ‘’ HAK GELDI, BATIL YIKILIP GIT-<br />

TI. ZATEN BATIL YIKILMAYA MAHKÜMDÜR.’’<br />

Ayettende anladığımız gibi hakkın bütün anlamlarını<br />

karşılayan İslam; batılın bütün manalarını<br />

kapsayan küfür karşısında üstündür.<br />

Yaşadığımız her olayda, yaşantımızın her anında<br />

hak ve batıl terazisi ile sürekli karşı karşıya kalacağız.<br />

Ya aklımızı kullanıp hak terazisinde yer alacağız<br />

yada nefsimizee uyup şeytanın batıl terazisinde<br />

ezilip gideceğiz.<br />

BIR YANDA MERHAMET, ADALET, VICDAN,<br />

TEVAZU VE SAĞDUYU...<br />

BIR YANDA DA NEFRET, KIN, ŞIDDET, NIFAK<br />

GIBI KÖTÜ HUYLAR...<br />

Bu tutumlar ta Adem (a.s)’dan günümüze kadar<br />

böyle gelmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir.Bizler<br />

bu dengeyi doğru sağladığımız sürece<br />

Hak her zaman Batıla üstün gelecektir. Nasıl ki<br />

tarihte Habil hakkın şahidi olarak yoluna devam etti<br />

ve davasını sürdürdü ise aynı şekilde Kabil’de batıl<br />

yoluna giderek sonunda hüsrana uğrayanlardan olmuştur.<br />

Bizlerde geçmişte yaşananlardan ders alıp<br />

ve İslam dininin bizlere emrettiği gibi vazifelerimizi<br />

yerine getirirsek, her daim doğruluğu ve hakikati<br />

savunursak Hakkın mücadelesinde kazananlardan<br />

oluruz. Ya nifak tohumları eken şeytanın yanında<br />

olacağız yada adalet ve hoşgörü sahibi Peygamberimizin<br />

yanında..<br />

MÜSLÜMANLAR UYANIK OLMAK<br />

ZORUNDADIR.<br />

Gaflete dalmak yok olup gitmektir. Sarsılmaz bir<br />

inanç ve kararlılıkla hak üzere daim olmak, Mevla’mızın<br />

inayet ve nusretini celp eder. Batılın hile ve<br />

oyunlarını bozmak, karşı hamlelerle onları çaresiz<br />

bırakmak hakkın galip gelmesinde önemlidir. Burada<br />

hangi safta olduğumuz, mücadelemizin kim<br />

için olduğu, hakkın tarafında yer alıp almadığımız<br />

önemlidir.<br />

BIZLERE DÜŞEN GÖREV; TARAFIMIZI BELIR-<br />

LEYIP ONA GÖRE HAREKET ETMEKTIR.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

30


MAKALE<br />

FURKAN ÇOLAK<br />

KARINCA<br />

KARARINCA<br />

“Fıtratımız gereği doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen<br />

süre zarfında, topluma adaptasyon, içtimai mükellefiyet, beşeri<br />

,,münasebet gibi sorumluluklarımız vardır.<br />

TARIH BOYU, BU SORUMLULUKLARA ZEMIN HAZIRLAYAN, HAZIRLA-<br />

DIKLARI ZEMINI SOSYOLOJIK USULLERE OTURTAN, KEYFI DOĞRULARLA<br />

BATAN, MUTLAK DOĞRULARLA SEMAYA DAL ATAN UYGARLIK VE MEDE-<br />

NIYETLER VAR/YOK OLMUŞTUR. Zahiren varlığını yok edip bâtınen var olan<br />

Tuba Medeniyetleri, bâtınen var olmayıp zahirini kullanan Zakkum Uygarlıkları<br />

ve bunun ataları olan İbrahim A.S ile nemrut, su ile ateş, cennet ile cehennem…<br />

NEMRUT, ATEŞI (HELÂKINI) HAZIRLATIR. Öyle bir ateş ki tam da cehennemde<br />

yanacağı cinsten ucu bucağı olmayan eşsiz bir volkan,İbrahim A.S ı<br />

mancınık ile ateşe atmakta ısrarlı. Bu hadiseleri seyreden karınca o esnada ateşi<br />

söndürmek için su taşıyor. Öyle ki onu gören diğer karınca; ‘’ Koskoca ateşe<br />

senin taşıdığın su ne yapar ’’ diyerek kahkaha atıyor. İnanç, rahmet, azim, merhamet<br />

taşıyan o karıncanın sözü ise tüyler ürperten cinsten;<br />

‘’ HIÇ OLMAZ ISE TARAFIM BELLI OLSUN ‘’<br />

MILLETI-İBRAHIM OLAN BIZLER YAŞADIĞIMIZ TOPRAKLARDA BIR ME-<br />

DENIYET TOHUMLARI EKMEK ISTIYORSAK, SAMIMI BIR ŞEKILDE EKSIKLERI-<br />

MIZI GÖRMEK VE SORUMLULUKLARIMIZIN FARKINA VARMAK MECBURIYE-<br />

TINDEYIZ.<br />

31<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


FURKAN ÇOLAK<br />

• İslam’a sımsıkı sarılıp, kusurlarımızı düzeltmeli<br />

• Dilimizi düzeltip, kiyl-ü kal’ı terk etmeli<br />

• Ayrıştırıcılık- kutuplaştırıcılıktan feragat edip, özümüze, birliğimize dönmeli<br />

• Benimki benim seninki senin anlayışından, benimki senin seninki benim kardeşliğine geçmeli<br />

• Başkalarını tenkit ederken, kendimizde de bu kusur var mı diyerek nefsi sigaya çekmeliyiz.<br />

TENKIT, TEKLIF GETIRMEZ ISE TAHRIP EDER.<br />

İNSANLIĞA SAADET GETIRMEK ISTEYEN INSAN, HIÇ KUŞKUSUZ DOĞRU OLMALI, MUT-<br />

LAK DOĞRUYA UYMALIDIR.<br />

KARINCA MISALI, HIÇ OLMAZSA TARAFIMIZI BELLI EDIP, BABIL KULESI YAPMA AHMAK-<br />

LIĞINDAN VAZGEÇMEK MECBURIYETINDEYIZ.<br />

VE BILLAHI-T TEVFIK....<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

32


MAKALE<br />

NİDA URMUÇ<br />

SEN TO CHİHİRO<br />

NO KAMİKAUSHİ<br />

Gün geçtikçe daha da olgunlaştığını<br />

düşünen, karakterini kendi sistemi içeresinde<br />

oturtmaya çalışan biz gençler için,<br />

bir başka sistemin çarkına boyun eğmek<br />

yaşamda planladığımız en son şeydir<br />

belki de. Her ne kadar kendi düzenimizi<br />

kurmaya çalışsak da bunu zaten kurulu<br />

bir düzende gerçekleştirdiğimin farkına<br />

varamayız. Zaman bizi dünyanın gerçekleriyle<br />

karşılaştırdığında ise ruhumuzun<br />

istediği yerlere nasıl kaçtığını seyrederiz<br />

çoğu zaman.<br />

Günümüz modernitesinde<br />

herkes kendi ruhuyla meşgul<br />

iken kameramızı; tüm dünyaya<br />

ortak bir ruhta buluşturmaya niyetlenmiş<br />

ünlü anime ve manga<br />

ustası Hayao Miyazaki’nin Ruhların<br />

Kaçışı adlı filmine çevirelim.<br />

Japon yönetmenin kaleminden çıkan<br />

2001 yapımı bu film Miyazaki’ye hem<br />

kendi rekorunu kırdırtmış hem de Berlin<br />

Film Festivali’ndeki büyük ödülün bir<br />

animasyon filmine verilmesiyle tarihte<br />

bir ilke imza attırmıştır. Hemen ardından<br />

Amerikan Sinema Akademisi tarafından<br />

“En İyi Animasyon Oscarı”nı alan film<br />

Japon animelerinin namını gişeleri kırarak<br />

duyurmuştur dünyaya.<br />

Ödüllerini saymakla bitiremeyeceğimiz<br />

filmin içeriği tıpkı Lewis Carroll’ın<br />

“Alice Harikalar Diyarında”sı gibi on yaşlarındaki<br />

bir kız çocuğu olan Cahihiro’nun<br />

tek başına yaptığu macera dolu yolculuk<br />

anlatılmaktadır. Ne var ki bizim kızımızın<br />

Alice gibi macera sever bir yanı yoktur.<br />

Üstüne üstlük anne ve babasından daha<br />

olgun davranan ve ona verilen öğütleri<br />

asla unutmayan bir çocuktur Cahihiro.<br />

Film ilerledikçe maceranın dozu da<br />

aşama aşama ilerliyor. İlk bakışta Miyazaki’nin<br />

de belirttiği gibi on yaşındaki bir çocuğun<br />

izlerken keyif alabileceği eğlenceli<br />

bir yapıt. Fakat izleyen kitleyi çocuklardan<br />

arındırdığımızda bunun aslında eğitici bir<br />

hiciv niteliği taşıdığını görürüz.<br />

Miyazaki bu eserinde yetişkinlerin<br />

dünyasına, çalışma hayatına adım atmalarını,<br />

tasavvufi tabirle söylersek insanların<br />

dünyaya nasıl kök saldıklarının yanında,<br />

öze hitap etme, kültür, geçmiş ve kimliğine<br />

sahip kalmanın avantajlarını da<br />

gözler önüne sermiştir. Fakat geçmişte<br />

Marksist düşüncelere sahip olan yönetmenin<br />

filminin her karesinde üstü kapalı<br />

bir şekilde aşağılayıp eleştirdiği asıl unsur<br />

33<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


NİDA URMUÇ<br />

ise kapitalizmin ta kendisidir. Kapitalizmin eleştirisini<br />

olay örgüsünden ziyade karakter çözümlemesi ve bu<br />

karakterlerin taşıdığı mesajlara gizlemiştir yönetmen.<br />

Bu sanatsal yapıtın arka bahçelerine ancak bu çözümlemeler<br />

doğrultusunda ulaşmak mümkündür.<br />

Cahihiro anne ve babasıyla taşınacakları eve doğru<br />

giderken yolda terk edilmiş bir lunapark görüyorlar.<br />

Gariptir ki lunaparkı keşfetmek isteyen Cahihiro değil<br />

ailesi oluyor. Parktaki nefis yemek kokularının peşine<br />

düşen anne-baba, bu sahipsiz lokantada “nasıl olsa<br />

kredi kartımız var” diyerek doymak bilmeyen bir ziyafete<br />

dalıyorlar. Cahihiro ise etrafa bakınıp tekrar ailesinin<br />

yanına vardığında onları birer domuza dönüşmüş<br />

vaziyette buluyor.<br />

Kredi kartı ve paraya olan güvenin, doymak bilmeyen<br />

tüketim çılgınlığının insanı nasıl bir hayvan kılığına<br />

soktuğunun mesajıdır bu-ki hayvanlar doyduklarında<br />

yemeyi bırakırlar-<br />

beri yardım eden bu ruh geçmişte gerçek kimliğini<br />

hatırlamadığı için buraya hapsolmuştur. Haku küçük<br />

kıza gerçek kimliğini unutmaması için yardım ediyor.<br />

Bununla birlikte o da Haku’nun gerçek ismini anımsamasını<br />

sağlıyor. Ayrıca Cahihiro’nun yok olmaması<br />

için bu dünyaya ait olan yiyeceklerden yemesini<br />

sağlamasının bize verdiği mesaj da açıktır; çevreyle<br />

iş birliğiyle bireysel varoluşum için ön koşul olarak<br />

sunmuştur. Haku, bu sistemden kurtulmanın temel<br />

yolu olarak sisteme adapte olup onun inceliklerini,<br />

işleyişini ve sihirlerini bilmek olduğunu gösterir. Fakat<br />

arkadaş ilişkilerinin dışında, hamamın içindeyken<br />

ast-üst ilişkilerinin korunması gerektiğini çok iyi ifade<br />

eder.<br />

İnsanların girmesinin yasak olduğu, birçok tanrının,<br />

cadıların ve büyücülerin yaşadığı bu dünyada<br />

hapsolduklarını gören Cahihiro’nun artık tek amacı<br />

vardır: “Anne ve babasını insana dönüştürüp evlerine<br />

dönmek”<br />

Cahihiro bu görev için ona yardımcı olacak birkaç<br />

arkadaş ediniyor. Cahihiro’nun insan olduğunu anlamalarını<br />

engelleyen Haku, ona; büyüleriyle herkesi<br />

yönetimi altında tutan cadı Yubaba’nın Japon banyo<br />

evinde bir iş bulmasını istiyor.<br />

YUBABA<br />

Cahihiro’nun çalıştığı hamamın yöneticisidir. Yubaba’nın<br />

hamamında her şey çok planlı bir iş bölümü<br />

içinde, tıpkı fordist üretim tarzıyla yapılmaktadır.<br />

Çalışanlardan hiçbiri bu hamamdan çıkıp kendisine<br />

başka bir düzen oluşturmayı aklına getiremez.<br />

HAKU<br />

Cahihiro’nun çalıştığı şirketin yöneticisi olan<br />

Yubaba’nın hizmetkârıdır. Cahihiro’ya başından<br />

Bu hamam aslında üzerlerindeki kirleri temizlemek<br />

için her gece gelen sekiz bin tanrı için kuruludur.<br />

Küresel gelirden en büyük payı alan sekiz bin<br />

kişiyi temsil eden bu tanrılar, meşruiyetlerini de, sahip<br />

oldukları dünyada kendileri için çalışan milyonlarca<br />

işçinin hizmetinden alırlar. Kirlerini temizletip karşılığında<br />

ise yemek ve para verip onları memnun kılarlar.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

34


Sen to Chihiro no Kamikaushi - Ruhların Kaçışı<br />

Yubaba küçük kızı sisteme almasının ilk şartı olarak<br />

az önce bahsettiğimiz gibi onun ismini değiştirmesidir.<br />

Geçmişiyle, kültürel aidiyetiyle bağlantısı<br />

koparmaktır amacı. Birbirinden farklı binlerce yaratığın<br />

çalıştığı bu hamamdaki herkesin ismi Yubaba<br />

tarafından belirlenmiştir.<br />

Bu da modern dünyada küreselleşmeyle yüceltilip<br />

zenginleştirildiği söylenen etnik kimliklerin<br />

aslında var olan baskın, hegemon kültür tarafından<br />

ve onun çıkarları doğrultusunda nasıl kullanılıp<br />

dayatıldığının bir kanıtıdır. Bana kalırsa filmin en kilit<br />

noktası da budur.<br />

Eğer Cahihiro yeni adıyla “Sen” gerçek ismini<br />

unutursa bu dünyaya hapsolur. Fakat Cahihiro<br />

kendisine sürekli yardımcı olan iyi kalpli arkadaşı<br />

Haku ve onunla olan dayanışması sayesinde kişisel<br />

kimliğini unutmuyor. Yani kültürlerimizin ömrünü,<br />

birbirimize vereceğimiz destek ve sevgiyle uzatabileceğimizi<br />

vurguluyor yönetmen.<br />

Ayrıca Bou’n görüntüsü ve şımarıklığı normal<br />

bir bebek olsa da, boyutu bir bebeğin onlarca kat<br />

fazlasıdır. Bu da kapitalizmin patronlarının ürettiği<br />

ürünlerin uzantılarının, ne kadar sağlıklı görünürse<br />

görünsün, bir şekilde suni, hormonlu olduğu mesajını<br />

taşır.<br />

Bou’nun şımarıklığının sebebi ise annesinin dış<br />

dünyayı ne kadar iğrenç bir yer olduğunu bilmesi<br />

ve çocuğunu el üstünde tutup mikroplardan<br />

arındırmak isteyişiyle alakalıdır. Oysa Bou Cahihiro<br />

ile yaptığı gezinti sonrası kendi ayakları üzerinde<br />

yürüyerek gelir annesinin karşısına. Ailelerin gözünde<br />

çocuklar hep çocuk olsa da büyüyüp gelişmelerini<br />

sağlamak için onları sınırlandırmamak gerekir<br />

zannımca.<br />

KAMAJİ VE İŞÇİLERİ<br />

BOU<br />

Bir de Yubaba’nın bebeği Bou’u unutmamak gerekir.<br />

Herkese karşı sert ve agresif tavırlar sergileyen<br />

bu cadı bir tek bebeğine karşı çok nazik davranması<br />

seyirciye ilk başta “ay canım! Ana yüreği işte”<br />

dedirtse de filmin ilerisinde bir fareye dönüştürülen<br />

Bou’u annesi tanıyamaz ve “zavallıya bak ne kadar<br />

da iğrenç” deyip öldürmekten son anda vaz geçer.<br />

Bu da Yubaba’nın sevdiği şeyin bebeğin görüntüsü<br />

olduğunu açıklar. Modern dünyada bireylerin önem<br />

verdiği şeyin asla öz ve içerik olmadığını, şekil ve<br />

ambalaj olduğunu gösterir. Günümüzde bir şeyin<br />

görüntüsü güzel değil ise özünün güzelliğini aramak<br />

akla bile gelmez.<br />

Bir de kazan dairesini işleten sekiz kollu bir<br />

yaratık Kamaji vardır. Bu karakter de belli birimlerin<br />

başında bulunan, lider, vasıflı herkesin mutlak kötü<br />

olmayacağını vurgular. Film boyunca yönetmenin<br />

karakterlerde ani değişimleriyle aktarmak istediği<br />

duygu “kimsenin tamamen iyi ya da tamamen<br />

kötü olmayacağıdır” Kapitalist dünyanın en önemli<br />

özelliği çaba gösterip kendisini kanıtlayana hak ettiği<br />

ödülü verme eğilimde olmak en azından bunun<br />

sözünü vermesidir.<br />

Kamaji’nin emri altında çalışan küçük kurum<br />

parçaları da sadece kol gücüne dayanan işleri yapan<br />

modern toplum işçilerini simgeleyen birer metafordur.<br />

Kazan dairesine yakıt taşıyan bu yaratıklar<br />

karşılaştıkları en ufak sorunu bile kendi başlarına<br />

çözemezler. Örneğin Cahihiro’nun ayakkabılarına<br />

35<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


NİDA URMUÇ<br />

takıldıklarında yönlerini değiştirmeyi düşünemiyorlar.<br />

Özünde saf ve iyi birer yaratık olmaları bu sistemi<br />

anlamalarına yetmez, sadece söyleneni yaparlar.<br />

Karşılığında aldıkları yıldız şeklindeki yiyecekler modern<br />

toplumdaki TV starları ve şarkıcılarla tatmin olan<br />

sıradan vatandaşların durumuna bir göndermedir.<br />

Buradaki mesaj pek anlaşılmasa da, özetle; kapitalist<br />

sistemde birer asalak olarak yaşayan, onun yayılma<br />

hırsı sayesinde büyüyen sinik ama uyanık bireylerin<br />

bir yansımasını görebiliriz. Siteme dahil edilmeyen<br />

bu yaratık büyüme ve zenginleşme yeteneğine sahip<br />

olmasına rağmen bir sebeple dışlanmışları, mesela<br />

taşralı, sonradan görme zenginleri temsil ediyor<br />

mesela. Film bunların bir kurtuluş ihtimalinin var<br />

olduğunu, çünkü saf olana besledikleri doğal merak<br />

yüzünden, “devrimci” liderleri izleyebilecekleri sinyalini<br />

veriyor.<br />

OKUTERASAMA / NEHİR TANRISI<br />

Son olarak hamama gelen nehir tanrısı Okuterasama’yı<br />

aktarmak gerekir. Cahihiro hamama gelen<br />

bu nehir tanrısına içindeki sanayi atıkları ve çöpten<br />

oluşan pisliği temizleyerek tıpkı bir ejderha ruhunun<br />

hafifliğine kavuşmasını sağlar. Kapitalizm açısından<br />

bakıldığında bu sistemin kendi pisliğiyle kendisini<br />

hantallaştırdığına vurgu yapılır. Sadece dünyayı kirletmekle<br />

kalmayıp kendi varlığını ve devamını tehlikeye<br />

atıyor.<br />

Evet, dünyadaki her kaynak, ister doğal unsurlar<br />

olsun, ister insani, kapitalizmin çıkarları doğrultusunda<br />

kullanılabilir; ama sırf kapitalizmi çökertmek adına bu<br />

kaynakların daha hızlı tükenmesine göz yummamalı,<br />

aksine bu kaynaklar ne amaçla kullanılırsa kullanılsın,<br />

onları geri kazanmak için çaba sarf etmeliyiz.<br />

KAONASHİ/ YÜZSÜZ<br />

Analizini yapacağımız en garip karakter ise Kaonashi/<br />

Yüzsüzdür. Kapitalizmin bir yan ürününü temsil<br />

ediyor. Yalnız ve mutsuz bir yaratık. Film boyunca<br />

sürekli bir yerlerde anlamsızca karşılaştığımız bu<br />

karakterin kimse farkına varamıyor. Görünmez bir<br />

hayalet gibi… Cahihiro onun hamama girmesine izin<br />

verdiğinde yüzsüzün kendiliğinden altın üretebildiğini<br />

öğreniyoruz. Bu altınlarla çalışanları etrafına toplayıp<br />

alışık olmadığı bu fazla ilgi karşısında değişiyor ve<br />

kendine hizmet edenleri tek tek midesine indiriyor.<br />

Sonunda devasa bir boyuta ulaşınca onu bu durumdan<br />

kurtaran bizim minik kızımız oluyor. Aslında<br />

yüzsüzün amacı saf ve masum olan bu küçük kızın<br />

ne istediğini öğrenmektir ama yardımları sonrası Cahihiro’nun<br />

arkadaşı olmayı başarıyor.<br />

Yönetmen Miyazaki’ye bir röportajında bu nehir<br />

tanrısının neyi ifade ettiği soruluyor ve Miyazaki; bir<br />

nehrin temizliği sırasında orada bulunduğunu, dibinden<br />

çıkan pislikleri gördüğünü söyleyip bu izlenimlerini<br />

sanatına malzeme yaptığını anlatıyor.<br />

Ekolojik sorunlara bir de Haku’nun geçmişini<br />

anımsadığı sahnelerde rastlıyoruz. Geçmişte bir nehir<br />

tanrısıymış fakat sonra yaşadığı nehir kurutulup üzerine<br />

apartmanlar yapılmış. Bu yüzden Haku, evinin<br />

yolunu bulamadığından yakınıyor.<br />

Yukarıda analiz etmeye çalıştığım karakterlerin<br />

temsili değerlerini, neyi ifade ettiklerini bildiğinizde bu<br />

filmi tekrardan izlemenizi tavsiye ederim. Gün geçtikçe<br />

kapitalizme daha da boyun eğen ülkemizin nasıl bir<br />

hengâmede kaldığını iki saatlik çekimlerle tümden görmeniz,<br />

davranışlarınıza eski-yeni kavramlarını ekleyecektir<br />

mutlaka.<br />

Ülkemizde yaşayan herkesin farklı<br />

oranlarda olsa da aynı ruhta toplanması<br />

ve ruhumuzun kaçacak başka güzel ülke<br />

aramaması dileğiyle…<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

36


BİYOGRAFİ<br />

RESUL ORMAN<br />

NIZAMA ADANMIŞ,<br />

TAM TESLIMIYETÇI<br />

BIR HAK SEVDALISININ<br />

ÖYKÜSÜ<br />

ÇOBAN MUSTAFA PAŞA<br />

“Çoban Mustafa Paşa büyük hayrat sahibi<br />

ve günümüz Gebze’sinin baş mimarıdır.<br />

Aslen Boşnak olan Çoban Mustafa Paşa,<br />

İkinci Beyazıd Han, Yavuz Sultan Selim Han<br />

ve Kanuni Sultan Süleyman Han dönemlerinde<br />

önemli devlet görevlerde bulunmuş<br />

kıymetli devlet ve dava adamıdır.<br />

Yeniçeri ocağında yetişmiş olan Mustafa<br />

Paşa, kapıcıbaşlılık, beylerbeyilik, Rumeli<br />

Beylerbeyliği, üçüncü vezirlik, serdarlık,<br />

valilik ve ikinci vezirlik görevlerinde bulunmuştur.<br />

Beylerbeyliği görevinde sırasında<br />

kendisinin yetişmesinde büyük katkısı olan<br />

Sadrazam Pîrî Paşa’yı yakından tanıma ve<br />

çalışma imkânı bulmuş ve onun teşvikleri<br />

ile Yavuz Sultan Selim tarafından üçüncü<br />

vezirlik görevine getirilmiştir ve Kanuni<br />

Sultan Süleyman döneminde de bu görevi,<br />

başka görevlerle birlikte başarılı bir şekilde<br />

yürütmüştür.<br />

1514’te Çaldıran Meydan Muharebesinde<br />

katılan Çoban Mustafa Paşa ordunun<br />

hemen hareket edip Şah İsmail’e saldırıp<br />

onları beklemedikleri bir saldırıyla yenebilecekleri<br />

aksi halde Ordu içinde ikilik çıkıp<br />

sıkıntı yaşayabileceği fikrini ilk sunan kişi<br />

olup, savaşın seyrini değiştirmiştir. 1516<br />

yılında Memlüklülerle yapılan Mercidabık<br />

savaşına katılmıştır.<br />

15<strong>17</strong> Ridaniye savaşına katılmış savaş<br />

sırasında kaçan Tomambay’ı yakalayan<br />

birliğin öncüsüydü. Kutsal Emanetlerin<br />

İstanbula getirmekle sorumlu kişiydi. Yavuz<br />

Sultan Selim’in vefatı sırasında Pîrî Paşa<br />

tarafından Hazine-i Hümâyûn anahtarı<br />

ve hazineyi koruma görevi Çoban Mustafa<br />

Paşa’ya verilmiştir. Belgrat Seferi’nde<br />

Tuna boyundaki askerî kuvvetleri komuta<br />

etmiştir. 1522 yılında ise donanmanın<br />

başına serdar tayin edilerek Rodos Seferi’ne<br />

çıkmıştır. Bu kuşatma sırasında Mısır valisi<br />

Hayr-bay’ın vefatı üzerine geri çağrılarak<br />

14 Aralık 1522 yılında Mısır valiliğine tayin<br />

edilmiştir. Bu görevi 6 ay kadar sürdüren<br />

Mustafa Paşa, daha sonra geri çağrılarak<br />

ikinci kez vezirlik görevine devam etmiştir.<br />

Mohaç Meydan Muharebesinde görev<br />

alan Çoban Mustafa Paşa Viyana kuşatması<br />

hazırlıkları sırasında rahatsızlanıp 27<br />

Nisan 1529 yılında İstanbul’da vefat eder.<br />

Gebze’de kendi ismini taşıyan külliyedeki<br />

türbeye defnolunmuştur. Makedonya’da<br />

kendi adına yaptırdığı külliyede temsili bir<br />

türbesi bulunmaktadır burada da kızı mef-<br />

37<br />

<strong>mart</strong> ‘<strong>17</strong>


RESUL ORMAN<br />

tundur. Oğullarından Mehmed ise Konya’da meftundur.<br />

Çoban Mustafa Paşa, Eskişehir’de Kurşunlu Külliyesi<br />

adında bir külliyede ve Makedonya’da Cisrl Mustafa<br />

Paşa adında bir külliye yaptırmıştır. Bununla birlikte<br />

Balkan bölgesinde birçok hayrat eseri bulunmaktadır.<br />

Kendi adını vererek yaptırdığı külliyede Ebu Suud Efendi<br />

ve Şeyhülislam Hamid Efendi gibi dönemin en büyük<br />

müderrisleri görev yapmıştır. Ayrıca bu iki büyük müderris<br />

Osmanlı’nın yükseliş döneminde şeyhülislamlık<br />

görevlerinde bulunmuşlardır. Bu da külliyenin eğitimde<br />

ne kadar ileride olduğunu gösteriyor. Ayrıca külliyede<br />

ders veren alimlerden biri de dönemin en büyük ilim<br />

deryalarından biri olarak kabul edilen Tebrizli Mehmed<br />

Karamanî’dir. Çoban Mustafa Paşa, 1522 yılında<br />

bir sohbete katılmış, sohbeti yapan Tebrizli Mehmed<br />

Karamanî’nin sohbetinden etkilenmiş ve Karamanî’yi<br />

külliyede ders vermeye ikna etmiştir. Böylece külliyenin<br />

ünü artar, yurtiçinden ve yurt dışından birçok öğrenci<br />

külliyeye ders almaya gelir. Külliyeden elde edilen<br />

gelirlerle şehre büyük yatırımlar yapılır yeni hayratlar<br />

yanında dükkanlar alınır. Bu dükkânlardan alınan kira<br />

gelirlerinin bir kısmı Mekke ve Medine’ye kutsal beldelerin<br />

eksiklerinin giderilmesi için gönderilir. O dönemde<br />

Gebze’de birçok âlim yetişmiş ve şehir, yeni bir kimliğe<br />

bürünmüş, âdeta ilim merkezi olmuştur. Bu külliyenin<br />

mimari yapısı ve verilen eğitim şekli daha sonra Nevşehirli<br />

Damat İbrahim Paşa’nın <strong>17</strong>26 yılında adını taşıyan<br />

külliye için de ilham kaynağı olmuştur. Hatta Şeyhülislam<br />

Hamid Efendi, İstanbul’da adını taşıyan, büyük<br />

bir medrese yaptırmıştır. Bu medresede yetişen devrin<br />

önemli âlimlerinden biri de Evliya Çelebi’dir. Evliya<br />

Çelebi, vefa göstererek yetişmesinde rolü olan Şeyhülislam<br />

Hamid Efendi’nin müderrislik yaptığı Çoban<br />

Mustafa Paşa Medresesi’ne Seyahatname’sinde geniş<br />

yer vermiştir. Öyle ki külliyede kullanılan mermerlerin,<br />

Mısır’dan nasıl geldiğini, ne tür çalışmalarda kullanıldığını<br />

uzun uzadıya anlatmıştır. Çoban Mustafa Paşa,<br />

“Boşnak, Damat, Gazi, Melek Mustafa Paşa, Mısırlı Paşa’’<br />

gibi birçok lakapla anılsa da en meşhuru ‘’Çoban’’dır. Bu<br />

lakabın çobanlık yaparken kendisini keşfeden Osmanlı<br />

âlimleri tarafından verildiğini yaptığımız derin araştırmalar<br />

neticesinden öğreniyoruz. Çoban Mustafa Paşa,<br />

Yavuz Sultan Selim’in kızı Hanım Hatun ile evlenmiştir.<br />

Bu evlilikten Muhyiddin Mehmet Efendi ve Ahmet<br />

Bey adlarında iki oğlu ve Hanım Hatun adında bir kızı<br />

dünyaya gelmiştir.<br />

“Unutmayalım ki nereye gittiğini bilenler, nereden<br />

geldiğini bilenlerdir.’<br />

İbrahim Habib SEVÜK<br />

Yaptırdığı hayrat Eserleri<br />

Baş hayrat eseri olan Çoban Mustafa Paşa Külliyesi,<br />

Eskişehir’de Kurşunlu Külliyesi, Cesri Mustafa Paşa<br />

Külliyesi, Galata, Rodos, Edirne, Boğazken ve Seyidgazi<br />

Sibyan Mektepleri, Svilegrand’da Mustafa Paşa Köprüsü,<br />

Edirne’de iki kapılı han, Yeşilce, Tahmis, Prevadi ve<br />

Silistre’de birer hamam yaptırmıştır.<br />

<strong>kusva</strong>.org<br />

38

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!