18.12.2016 Views

ibtida son hali

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

09 Serdar Demirel 11 Rasim Özdenören 19 Dr. M. Şerafettin Kalay 25 M. Nureddin Shaban 35 M. Emin Yıldırım<br />

Gelecek, köklere<br />

bağlı gençlerdir.<br />

Üstat Rasim Özdenören<br />

ile hasbihal<br />

Günümüz gençlerinin sık<br />

karşılaştığı fıkhi meseleler<br />

ve çözümleri.<br />

Halep... Efendimiz dönminde<br />

genç olmak &<br />

Sahabe gençliği.


EDİTÖR’DEN<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

KÜÇÜK DÜNYAMIZ<br />

BÜYÜYOR<br />

ESSELAMU ALEYKUM VE RAHME-<br />

TULLAHI VE BEREKATUHU…<br />

ÇOK DEĞERLI OKURLARIMIZ;<br />

BUGÜN, dergimizin ikinci sayısıyla<br />

ilim ve fikir dünyanızın yeniden konuğu<br />

olabilmenin şükrünü yaşıyor ve belki de<br />

bu şükrü eda etmenin bir parçası olarak<br />

bu satırları kaleme alıyoruz. İlk sayımıza<br />

sizlerden gelen yoğun ilgiye ve dergimizin<br />

devamlılığı için olan teşviklerinize<br />

teşekkürlerimizi sunarken belirtmek istiyoruz<br />

ki sizlerin bu ilgisinin bizim küçücük<br />

çabalarımızdan hasıl olanlara değil<br />

de ilme karşı olan sevgi ve duyarlılığınıza<br />

ait olduğunun farkındalığı içerisindeyiz.<br />

Ve pek tabii dergimizin bu sayısını da bu<br />

farkındalığımıza bina ederek hazırladık.<br />

BU sayımızda da yine çok kıymetli<br />

hocalarımızın derin ilimlerinden ve<br />

değerli tecrübelerinden istifade etmeyi<br />

hem kendimiz hem de sizler için gaye<br />

edindik. İstedik ki okurlarımızın büyük<br />

kısmını oluşturan genç kardeşlerimizin<br />

şu içinde bulunduğumuz vakitlerde<br />

verdikleri şerefli nefis mücadelelerine<br />

destek olalım. Bu nedenledir ki dosya<br />

konumuzu ‘’Ahir Zamanda Genç Olmak’’<br />

olarak belirledik ve bildiğimiz, karşılaştığımız<br />

ilmi ve dini problemlere hocalarımızın<br />

ilimlerine başvurarak çözümler<br />

araya başladık. Netice itibariyle kalemle<br />

yazmayı öğreten Rabbimize hamdolsun<br />

ki elinizde tuttuğunuz bu çalışma zuhur<br />

etti. Şimdi ise duamız; burada yer alan<br />

her hangi bir satır veya kelimenin sizlerin<br />

kalbine dokunması, hayatına girmesi<br />

ve aradığı sorulara cevaplar bulabilmesine<br />

vesile olmasıdır.<br />

RABBIMIZ için çıktığımız bu yolda<br />

ikinci sayının bizlere nasib olması hiç<br />

şüphesizdir ki Rabbimizin bize bahşettiği<br />

yolunda işler yapabilme nimetinden<br />

hasıl olan bir şükürdür. Bizden değildir<br />

ancak ve ancak Allahtan lütuftur! Bizlerse,<br />

mübarek İslam aleminde Allah için<br />

yapılan hayırlar bütünündeki küçük bir<br />

zerrenin en küçük parçasına dahil olmak<br />

için çabalamış ama başarmış ama başaramamış<br />

ilmin henüz kapısının gölgesini<br />

üzerinde yeni hissedebilmiş ve o kapıya<br />

nihayet uzanabilecek olan <strong>son</strong> sınıf talebeleriyiz<br />

sadece. Ama Elhamdülillah ki<br />

Rabbimizin ikramıyla bizim küçük dünyamız<br />

büyüyor…<br />

Ve yavaş yavaş arkamızda bırakıyor<br />

5


ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

olduğumuz ilme ve ilmi faaliyetlere dair<br />

bu fakültede biriktirdiklerimiz, günden<br />

güne artarak tahayyül edebileceklerimizin<br />

çok üzerinde bir oranla bereketlenmiş<br />

bulunmakta ( Hamd ki ancak<br />

alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur).<br />

Mezuniyete yaklaşırken büyüyen dünyamızın<br />

güzellikleri etrafımızı sarmaya<br />

devam ediyor ve ardımızda bırakacaklarımıza<br />

bugün dergimizin bu sayısı da<br />

ekleniyor. Bizlerde Rabbimizin bize bu<br />

güzel ikramını sizlere sunuyoruz. Tek<br />

beklentimiz odur ki ; Allah yolunda ilim<br />

için hayır için dökülen mürekkebin <strong>son</strong>u<br />

hiç gelmesin! Allah Teala vaktinizi ayırdığınız<br />

her bir satırımız için sizlerden razı<br />

olsun…<br />

DERGI ekibi olarak; öncelikle bizi<br />

dergimiz hususunda desteleyen Sayın<br />

Rektörümüz Musa Duman’a ve Üniversitemiz<br />

SKS Birim Başkanı Kudret DO-<br />

ĞAN’a ve ardından her zaman olduğu<br />

gibi yanımızda olan kulübümüz Saygıdeğer<br />

Danışman Hocası Mahmud Nureddin<br />

SHABAN’a teşekkürlerimizi sunarız.<br />

AYRICA dergimize yazı gönderen ve<br />

bizleri bilhassa misafir ederek dergimize<br />

ilimleri ve kalemleriyle destek olan her<br />

bir hocamıza ayrı ayrı çok müteşekkiriz<br />

Allah kendilerinden ve ilimlerinden razı<br />

olsun.<br />

SON olarak bu dergiye emeği geçen<br />

herkesin Allah, cümlesinden razı olsun<br />

ve say’larını meşkur eylesin.<br />

BIR SONRAKI SAYIMIZDA YENIDEN<br />

BULUŞABILMEK DUASI ILE<br />

Allah’tan taatına yönelmek<br />

için hüsn-i tevfikini<br />

diliyoruz.<br />

6


iLMiHAL<br />

AIŞENUR YILMAZ<br />

MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

SOSYAL MEDYA<br />

İLMİHALİ<br />

*İki melek, insanın sağında ve solunda bulunarak<br />

yaptıklarını yazmaktadır. İnsanın hiç bir<br />

sözü yoktur ki yanında onu gözetleyen yaptıklarını<br />

yazmaya hazır bir melek bulunmasın<br />

(Kaf, 17-18)<br />

Sanal alemde bütün yapıp ettiklerimiz diğer<br />

bütün hal ve hareketlerimiz gibi meleklerin kayıt<br />

defterinde yer alacaktır. İşte bu yüzden gerçek<br />

hayatta da sanal hayatta da her anımızın gözetlendiği<br />

bilinciyle yaşamak zorundayız.<br />

*Yalan, münafıklık özelliğidir.<br />

(Buhari, İman / 164)<br />

Gerçek hayatta yapılmaya cesaret edilemeyen<br />

işlerin, söylenmeye cesaret edilemeyen sözlerin<br />

sahte isimlerle açılan profiller aracılığıyla çok rahat<br />

bir şekilde söylenmesi ve yapılması da insanları<br />

kandırarak yalan söylemektir.<br />

*Sizin en hayırlılarınız görüldüklerinde Allah’ı<br />

hatırlatan adamlardır.<br />

(İbn Mace, Zühd / 4)<br />

İnternette kullandığımız tüm uygulamalar ile<br />

İslam’ı temsil ederek, Allah’ı ve O’nun emirlerini<br />

hatırlatarak Efendimizin tarif ettiği hayırlı insanlardan<br />

olabiliriz.<br />

*İyilik ve takvada yardımlaşın.Günah ve düşmanlıkta<br />

yardımlaşmayın.<br />

(Maide,2)<br />

Sadece sosyal medyadaki paylaşımlarımız<br />

vesilesiyle bile bir haramdan uzak duran ya da bir<br />

farzı yerine getiren takipçilerimizin güzel amellerinden<br />

bir pay da bize yazılacaktır. Aynı şekilde hiç<br />

düşünmeden bir tıkla sebep olduğumuz günah<br />

belki de sınırları aşıp ömrümüz boyunca göremeyeceğimiz<br />

yerlere, ulaşamayacağımız insanlara<br />

ulaşacaktır.<br />

*Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’tan kork.<br />

(Tirmizi, Birr / 55)<br />

Sanal ortamda işlenen günahların normal<br />

hayatta işlenen günahlardan hiçbir farkı yoktur. Bu<br />

sebeple bir Müslüman llah’ın onu her an gözetlediğinin<br />

farkında olmalıdır<br />

*Ey Müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu<br />

alaya almasın.<br />

(Hucarat 11)<br />

Bir müslümanın diğer bir müslümanı korkutması<br />

helal olmaz.<br />

(Ebu Davud, Edeb / 93)<br />

Örneğin, insanların resimleri üzerinde çeşitli<br />

oynamalar yaparak komik duruma düşürmek,<br />

kişilerin zor ve utandırıcı anları ile ilgili fotoğraf ve<br />

videolar paylaşmak, korkutucu ve telaşlandırıcı<br />

mail ve mesajlar yollamak, sahte isim ve profiller<br />

kullanarak insanları korkutmak ve alaya almak gibi<br />

insanların onur ve şahsiyetlerini kırıcı, incitici, korkutucu<br />

şakalar İslam dini açısından uygun değildir.<br />

*Mü’min, insanları kötüleyen, lanetleyen,<br />

kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse<br />

değildir.<br />

(Tirmizi, Birr 48)<br />

7


AIŞENUR YILMAZ – MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

Sosyal medyada küfür ve hakaret içeren yazışmalardan<br />

ve konuşmalardan uzak durulmalıdır.<br />

‘’ Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir<br />

iş ve kötü bir yoldur. ‘’<br />

(İsra Suresi,32.)<br />

İnsan vücudunun sınır tanımadan sergilendiği,<br />

bütün ahlak ve edep kurallarının yerle bir edildiği<br />

görüntüler ve videolar maalesef bugün internet<br />

ortamında sınırsızca yayınlanmakta ve paylaşılmaktadır.<br />

Bu müstehcen görüntüler dinimizde<br />

fuhuş ve zina kavramlarına denk gelmektedir.<br />

‘’ Ey iman edenler, zandan çokça sakının.<br />

Çünkü zannın bir kısmı günahtır. ‘’<br />

(Hucurat Suresi,12)<br />

Sosyal medya aracılığı ile bazı insanlarla ilgili<br />

yayılan bir takım paylaşımlar ve yazılar, bizi gerçek<br />

bilgiye ulaşmadan o kimseler hakkında kötü zanna<br />

düşürebilir.<br />

‘’ Yalan münafıklık özelliğidir. ‘’<br />

İnternet, yalan konusunda insana inanılmaz bir<br />

güven vermektedir. Çünkü nasıl olsa beni bulamaz<br />

ve gerçek kimliğimi öğrenemez düşüncesi<br />

insanı ya eğlence için ya da beğenilme duygusu<br />

için yalana sevk etmektedir.<br />

‘’ Kim benim üstüme kasten yalan isnad<br />

ederse, cehennemde ki yerini hazırlasın. ‘’<br />

(Buhari, İlim / 38 )<br />

Günümüz internet ortamında yalan öyle bir<br />

hale gelmiştir ki Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile<br />

ilgili bile yalan hadisler üretilmeye başlanmıştır.<br />

Müslümanlar olarak bu konuda çok dikkatli olmak<br />

ve internetten bulduğumuz bir sözün altında<br />

yazan hadis ifadesini gerçek kaynaklara ulaşarak<br />

muhakkak araştırmalıyız.<br />

‘’ Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum<br />

şey, küçük şirk, yani riyadır. ‘’<br />

(Tirmizi, Hudut / 24)<br />

Riyakar insan için beğenilme duygusu hayati<br />

önem taşır. Bunun için günlük hayatı içerisinde<br />

yaptığı ve insanların beğeneceği düşündüğü her<br />

şeyi fotoğraflayarak internete atar. Bir müddet<br />

<strong>son</strong>rada bu durum bir hastalık <strong>hali</strong>ne dönüşür ve<br />

yaptığı her şeyi internete atmak için yapmaya<br />

başlar. Yediği yemeği, o gün ne giydiğini, şuan<br />

nerede olduğunu bile internet ortamında paylaşmaya<br />

başlar. Bir müddet <strong>son</strong>ra yediğini, içtiğini,<br />

giydiğini ve gittiği yeri sosyal medyada aldığı<br />

beğeni oranlarına göre belirlemeye başlar. Böylece<br />

bu insanın kişiliği durmadan poz veren garip<br />

bir karaktere dönüşür. Eğer hayatının bir anı sosyal<br />

medyada yayınlanmayacaksa bu zamanlarda tavır<br />

ve davranışlarına çok fazla önem vermez.<br />

‘’ Müslüman’ın kardeşini küçük görmesi ona<br />

günah olarak yeter. ‘’<br />

(Müslim, Birr / 32)<br />

Bugün sosyal medyada paylaşım ve izlenme<br />

rekorları kıran videoların daha çok şive farklılıkları,<br />

sakarlık ve kaza anları, düşme görüntüleri, beceriksizlik<br />

durumları gibi videolardan oluşması ve bu<br />

videoların ‘’ Koptum gülmekten ’’, ‘’ Şimdi çatlayacağım<br />

’’, ‘’ Allah kimseyi bu hale düşürmesin ’’ gibi<br />

başlıklarla çekici hale getirilmesi bu durumun en<br />

bariz göstergelerindendir.<br />

‘’ Mümin erkek ve kadınlara işlemedikleri bir<br />

günahla eziyet edenler (onlara iftira atanlar),<br />

doğrusu açık bir günah yüklenmişlerdir. ‘’<br />

(Ahzab Suresi / 38.Ayet)<br />

Sosyal medyada bazen kimi insanlar ilahi kontrol<br />

ve takip altında olduklarını unutarak yalan ve<br />

iftiraya başvurabilmektedirler. Hedefine ulaşmazsa<br />

bile ‘’ çamur at izi kalsın ’’ mukabilinden atılan iftiralar<br />

muhataba ciddi zararlar verebilmektedir.<br />

‘’ Hatasını anlayıp tartışmayı terk eden kimseye<br />

Allah Teala cennetin ortasında bir köşk ihsan<br />

eder. Haklı olduğu halde tartışmayı terk eden<br />

kimseye ise, cennetin en yükseğinde bir köşk<br />

ihsan eder. ‘’<br />

(Ebu Davud, Edep / 8)<br />

Ne kadar çok tartışma o kadar gündem demektir.<br />

İlme ve kesin bilgiye dayanmayan, Müslümanların<br />

pratik hayatlarına katkı sunmayan,<br />

şahsi egoları yüceltmekten başka işe yaramayan<br />

her tartışma, günah zincirine yeni bir halka daha<br />

eklemektedir. Günümüzde neyi, niçin tartıştığını<br />

bilmeyen yığınlar, çeşitli sosyal medya platformlarında<br />

dibi görünmeyen boş tartışmalarla vakit<br />

tüketmektedir.<br />

Tüm bunlara binaen diyebiliriz ki<br />

internet ve sosyal medyada da Allah’ın<br />

yasakladığı ve dinen suç sayılan şeyleri<br />

işlemek aynı <strong>son</strong>uçları doğurur.<br />

GÜNAH HER YERDE AYNIDIR.<br />

8<br />


MAKALE<br />

SERDAR DEMİREL<br />

GELECEK, KÖKLERE<br />

BAĞLI GENÇLERDİR<br />

Gelecek köklerdedir ve kök paradigmayı geleceğe<br />

taşıyacak olan da ancak gençler olacaktır.<br />

Bu yüzden gençlere yatırım yapmak<br />

geleceğe yatırım yapmaktır.<br />

Orta ve yaşlı sınıf kategorisine giren<br />

muhataplarıma, neden “ölçülü değişim”e<br />

açık olmaları gerektiğini izaha çalışıyorum.<br />

Her değişimin menfî ve gelenekte<br />

olan her öğretinin da müsbet olmayacağını<br />

tahlil ederek. Vahyin ışığında değişkenler<br />

ve sâbiteler dengesini kurmamız<br />

kimliğimizi korumak adına hayatidir de<br />

ondan.<br />

Genç muhataplarıma ise, geleneğe<br />

karşı katı olmamalarını, geleneği yeniliklere<br />

kolayca kurban vermemeleri gerektiğini<br />

hatırlatıyorum. “Hakikat geleneğin<br />

içindedir”, buna inanıyorum.<br />

Gençlere bunları neden hatırlatıyorum?<br />

Çünkü gençlik değişime en fazla açık<br />

olan kesimdir. Gözünü değişimin parlak<br />

dünyasında açtığından değişimden<br />

çabuk büyülenen, değişim büyüsünü<br />

tek hakikat sanan kırılgan kesimdir. Sâbit<br />

değerlerden çok değişimi önceleyen bir<br />

eğitim çarkından ve değişimin her türlüsünü<br />

kutsayan bir medya, sinema, tv<br />

dünyasının tılsımlı çemberinden geçtiği<br />

için.<br />

Söz gençler ve değişim olunca burada<br />

değişmeyenler bağlamında üç temel<br />

hakikate parmak basmak isterim. İlki;<br />

sosyal hayatta değişimin inkâr edilemeyeceği<br />

hakikati. İkincisi; gençlerin<br />

geleceğimiz olduğu hakikati. Üçüncüsü<br />

de geleceğe yön vermek için sahih bilgi<br />

sahibi olma gerekliliği.<br />

Geleceğimiz hakkında konuştuğumuzda<br />

kendimizi hemen gençler hakkında<br />

konuşurken buluruz. Nedeni gâyet<br />

basittir; gençler gelecektir. Bunu şöyle<br />

de söyleyebiliriz; gelecek gençlerdir. Bu<br />

yüzden bizi parlak mı, sönük mü, ne tür<br />

bir geleceğin beklediği sorusuna cevap<br />

verebilmek için genç nesillerin içinde<br />

bulunduğu yönelişlere bakmamızın kafi<br />

olacağı kanaatindeyim.<br />

Kuşkusuz özlenen bir geleceği, tasavvuru<br />

köklerinde olan gençler kuracaktır.<br />

9


SERDAR DEMİREL<br />

İstikbal köklere bağlı gençlerin kararlı<br />

iradesinde ve kabiliyetinde saklıdır.<br />

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde<br />

21 yaşındaydı, değil mi? Onun<br />

tasavvurunu şekillendiren dünya görüşü,<br />

bu tasavvurun beslediği ahlak anlayışı,<br />

bu ikisinin öngördüğü toplumsal kimlik<br />

Osmanlı medeniyetine hayat veren<br />

temel etmenlerdir. Osmanlıyı güçlü kılan<br />

köklerle kurduğu ilişki biçimi ve bunu<br />

değişen hayatta yeniden üretmesiydi.<br />

Fatih Sultan Mehmet Osmanlı’da<br />

bu tasavvurun kendisiyle sembolleştiği<br />

“genç” isimdir, evet ama yalnız da<br />

değildir. Ona bu tasavvuru kazandıran<br />

kadroların ve onunla beraber aynı rüyayı<br />

gören halkların topyekûn gördükleri<br />

rüyanın eseridir Osmanlı. İslâm dünya<br />

görüşü ortak bir ülküye dönüştürülerek<br />

Osmanlı İslâm medeniyetine vücut<br />

verilmiştir.<br />

Gençlerin köklerle ilişki kurması,<br />

tasavvuru belirleyen akidenin önemini<br />

kavraması, sabiteler ve değişkenler<br />

dengesini sahih bir tasavvur ve bilgiye<br />

dayanarak kurması kolay bir iş değildir<br />

elbette. Tam da burada gençlerde bu<br />

tasavvuru inşa edecek milli eğitim müfredatına<br />

ihtiyaç olduğunun altını çizelim.<br />

Köklere bağlı medyaya, köklerden<br />

utanmayan kanaat önderlerine, bu zeminde<br />

kitleleri heyecanlandıracak siyasilere<br />

ihtiyaç vardır. Değişkenlere de nüfuz<br />

etmek, onları sâbiteler perspektifinden<br />

okumak ve yönetmek tarihi yeniden<br />

yazmak için elzemdir.<br />

Bunun için özgüven, benlik şuuru ve<br />

derin bilgi gereklidir. Gençler büyüklerin<br />

bilgisine, hayat tecrübesine, onların<br />

kılavuzluğuna muhtaçtır. Çünkü tarihin<br />

akışında devamlılık esastır. Onlar hayatı<br />

sıfırdan kurmayacaklardır, dünden gelen<br />

bir sedanın taşıyıcıları, bir iddiayı hayata<br />

aktaran dünün devamı kadrolar olacaklardır.<br />

Gelecek köklerdedir ve kök paradigmayı<br />

geleceğe taşıyacak olan da ancak<br />

gençler olacaktır. Bu yüzden gençlere<br />

yatırım yapmak geleceğe yatırım yapmaktır.<br />

10


ROPÖRTAJ<br />

AİŞE CAN<br />

MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

ÜSTAT RASİM<br />

ÖZDENÖREN’LE<br />

HASBİHAL<br />

Bizi büyük bir tevazu ve misafirperverlikle evinde agırlayan edebiyat tarihimizin<br />

en kıymetli isimlerinden üstat Rasim ÖZDENÖREN’le güzel ve uzun soluklu<br />

bir hasbihâl etme fırsatı yakaladık. Bu, geçmis zaman gençligi ve günümüz gençliginin<br />

farkını ortaya koyan, aynı zamanda bizlere farklı bir tefekkür kapısı aralayan<br />

hasbihâlimizi sizlerle de paylasmak istedik. En az bizim kadar istifade etmeniz<br />

temennisiyle.. Üstadımıza ve çok kıymetli esi hanımefendiye bizleri agırladıkları için<br />

en kalbi duygularla sükranlarımızı sunarız…<br />

BİZ: Bize biraz gençlik yıllarınızdan bahsedebilir<br />

misiniz üstadım?<br />

Üstat: Bu söze şöyle başlanır; gençlik denince<br />

neyi ,kimi anlıyoruz? Resmi kayıtlara bakarsak 12-<br />

24 yaş arası genç sayılıyor. Ama benim tanımım<br />

bu değil! Genç adam… Kişi gününü izleyebilen<br />

gününe uyum sağlayabilen bir zihin yapısına sahipse<br />

işte o, genç adamdır. Eğer gününü izleyemiyorsa<br />

ister 12 yaşında olsun ister 13 yaşında, yine<br />

genç kategorisine girmez. O’nun yaşı gençtir de<br />

zihin itibariyle genç sayılmaz. Mesela Necip Fazıl<br />

79 yaşında rahmetli oldu, 79 yaşına kadar gençti.<br />

Gençlerle görüşürdü. Mesela bizlerle görüşürdü…<br />

Çok uyanık bir zihin yapısı vardı. Bazı şeyleri kabul<br />

eder veya etmeyebilir o ayrı bir şey! Mesela aya<br />

gidildiğini kabul etmezdi,bunun için kendine göre<br />

gerekçeleri vardı. O gerekçeleri bizde biliyoruz.<br />

Newton fiziğine göre düşündüğü için ‘’arzın cazibesini<br />

yani yer çekiminden kurtulduktan <strong>son</strong>ra<br />

fizikte hangi ivmeyle yer çekiminden kurtulduysan<br />

o ivmeyle <strong>son</strong>suza kadar gidersin’’ bu Newton’nun<br />

varsayımı. Şimdi o verilerle düşünürsen<br />

bu <strong>son</strong>uç gayet normaldir. O fizik verilerine göre<br />

de aya gitmek efendim fezaya gitmek fezada feza<br />

araçlarının kenetlenmesi buluşması söz konusu<br />

olmaz. Ayrı verilere tabi ama üstat bunu söylerken<br />

bizim dikkatimize verdiği şey şu; İZLİYOR !<br />

O olayı izliyor buna kayıtsız kalmıyor! Reddetsin<br />

veya kabul etsin bu önemli değil, ama buolayı ve<br />

gününün olayını izleyebiliyor aynı zamanda ona<br />

ilgi duyabiliyor. Ona tepkisi var ve o tepkisini dile<br />

getiriyor. Bunlar genç adamın tepkileridir veya<br />

genç adamın davranış kalıpları ya da formları…<br />

Ne dersen de! Dolasıyla gençliğinden<br />

bahseder misin deyince :’<br />

’Hangi dönemdeki gençliğimden?’’<br />

diye sormam lazım.<br />

11


Biz: Binaen aleyh haddimize değil fakat ;<br />

Belki de hala gençsiniz…<br />

Üstat: Son zamanlarınızdaki gençliğimizden mi<br />

yoksa lise dönemlerinden mi bahsedelim?<br />

Biz: Mümkünse bize yakın dönemlerden bahsedelim<br />

o halde hocam, Lise ve Üniversite gibi…<br />

Üstat: Liseye biz 1955 yılında başladık, bu da gerçekten<br />

kaderin bir sevkidir ki; Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu,<br />

Hasan Seyithanoğlu, Alâeddin- benim ikiz kardeşim<br />

onun bir sene kaybı vardı ortaokulda ama aynı dönemdeydik-<br />

hepimiz aynı okuldaydık. Başka arkadaşlarımız<br />

da vardı, çok ilginç bir sınıftık; şiirler yazan yazılar yazan!<br />

Sonra onların bir kısmı yazmaktan vazgeçti… Ama bugüne<br />

yazısıyla şiiriyle kalan o adını şimdi andığım arkadaşlar<br />

o gün bu gündür birlikteliklerini devam ettirdiler. Rahmetli<br />

olanlarda ayrı tabii… Onlar zorunlu olarak aradan çekildiler.<br />

Bu arkadaşlar bilerek aynı sınıfta toplanmış değil,<br />

hiçbirimiz birbirimizi o sınıfa gelinceye kadar tanımadık .<br />

Ama o sınıfta herkes kendi istikametinde bir şeyler yazıp<br />

çizerken -şuanda belli bir olayda hatırlamıyorum- kendimle<br />

ilgili olayı hatırlıyorum da diğerleri ile nasıl bir buluşmamız<br />

oldu, ortak noktada buluştuk münferit bir olay<br />

hatırlamıyorum. Münferit olarak hatırladığım olaylar işin<br />

başlangıcı değil daha <strong>son</strong>raki dönemlerle ilgili. Ali diye bir<br />

arkadaşımız vardı. Ali kurtlar… O, bir hikaye yazmış bana<br />

da okutmak istiyor. Daha doğrusu Erdem Bayazıt bana<br />

haber verdi:’’ Ali hikaye yazmış!’’ diye. Bende okumak<br />

istedim; o da nazlandı. Hem vermek istiyor hem nazlanıyor<br />

göstermem diyor. Neticede ısrar ettik. ‘’Sen’’ dedi’’<br />

Bir hikaye yazarsan sana hikayeyi okuturum!’’. ‘’Olur!’’<br />

dedik. O şartla hikayesini aldım okudum. Eve gelince de<br />

ben ona verdiğim sözü yerine getireyim diye hikayemizi<br />

yazdık verdik. bende ona verirken :’’Yeni bir hikaye<br />

yazman şartıyla okutacağım!’’ dedim. Böylece aylarca<br />

aynı şartlarla birbirimize verdik. Aylarca bir gün o bir<br />

hikaye yazıyordu bir gün ben yazıyordum. Sonra Ali dedi<br />

ki: ‘’ Gel, bu hikayelerimizi dergilere gönderelim oralar da<br />

yayımlatalım.’’ . ‘’Olur’’ dedik. Ben bütün dergilere aboneydim<br />

İstanbul’da ki , Ankara’da ki hatta bazı taşra şehirlerindeki<br />

–Adana, Gaziantep- orada da aylık edebiyat<br />

dergileri çıkıyordu. Bizde sanat sayfası, edebiyat sayfası<br />

hazırlıyorduk Maraş’ ta gençlik gazetesinde… Bizden <strong>son</strong>ra<br />

Erdem Bayazıt, Alâeddin, Cahit, onlarda başka gazetelerde<br />

sanat, edebiyat sayfaları hazırladılar. O sayfalarımızla<br />

işte Adana’da ki,Antep’te ki başka yerlerdeki dergilerle<br />

(vekayiş) ediyorduk, onlarda bize gönderiyordu. O arada<br />

Cahit’in şiir yazdığı kulağımıza geldi.’’ Cahit’’ dedim ‘’Sen<br />

niye şiirlerini dergilere göndermiyorsun?’’ . Ben onun<br />

şiirlerini aldım. Cahit konuşmazdı, hayalet gibi bir şeydi<br />

Cahit… Mesela bir defasında dar bir yolda Maraş’ta- Maraş’ın<br />

sokakları daracık odanın yarısı genişliğinde sokaklar<br />

vardır- öyle dar bir sokakta karşılaştık. Geçerken Cahit’ e<br />

selam verdim hiç oralı olmadı,yanımdan geçip gitti. Cahit,<br />

duymadı ! veyahut duydu da selam vermeye ihtiyaç hissetmedi<br />

. Cahit kendi şahsına münhasır birisiydi, sadece<br />

kendini düşünürdü demem yanlış yanındaki arkadaşlardan<br />

kayıtsız yalnız hareket ederdi ilgilenmezdi . Beraber<br />

AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

12


ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />

diyelim ki yola çıkmışım, şurada herhangi bir şey<br />

dikkatini çekince oraya yönelir sizi unutur bir<br />

süre <strong>son</strong>ra arkamızdan yetişir bu defada o hızını<br />

kesmez o hızla devam eder giderdi. Dalgınlık değil<br />

bu başka bir şey. Dalgın olan Alâeddin’di, benim<br />

ikizim. O fiilen dalgındı doğuştan dalgın birisiydi.<br />

Yani oralara dalarsak onun dalgınlıklarıyla ilgili…<br />

Efsane çapında dalgınlıkları var onunki dalgınlıktı,<br />

Cahit’in ki vurdumduymazlık bir bakıma…<br />

Biz: O, kendi dünyasında gibiydi yani öyle<br />

diyebilir miyiz? Hani,sizlerle beraber bulunuyor<br />

aslında ama …<br />

Üstat: E bulunuyor da… Mesela ‘’ Cahit niye<br />

dergilere yazı göndermiyorsun yahut şiirini?’’<br />

Onun yerine şiirlerini ben aldım, ben Türk sanatı<br />

dergisine gönderdim. O dergide tükenmiş. Bende<br />

bu ikisinin tam tersine, kaç kişi yola çıktıksa sayarım.<br />

Kaç kişiyiz diyelim şuanda hepimiz dışarıya<br />

çıktık hep beraber yürüyerek bir yere gidiyoruz, 5<br />

kişiyiz bir de ben 6. Önde olanlara arkada kalanlar<br />

kızar biraz yavaş olun arkada kalanlar var! Arkadakileri<br />

uyarırım, biraz adımlarınızı hızlı atın… Menzile<br />

ulaşıncaya kadar onları güderim ben. Ama<br />

onlar farkına varmaz bunun. Çünkü hiç birinin<br />

umurunda değil. Benim bu dikkat ettiğim şey hiçbirinin<br />

umuruna gelmez, umurunda değil! Bir tek<br />

ben umursarım bunu. 3 kişi 5 kişi onların hepsinin<br />

sorumluluğunu, yani bana verilmiş bir sorumluluk<br />

değil bu; kimsenin bana resmen, hukuken yada<br />

ahlaken verdiği bir sorumluluk değil! Ben, kendim<br />

rahat edemem sağıma soluma dikkat etmeksizin<br />

yürüyemem veya etrafımdaki adamlar, mesela<br />

Alaaddinle ikiz olduğumuz için çocukluğumuzun<br />

bütün o dönemleri de beraber geçmiştir, Alâeddin<br />

yoldan giderken diyelim ki birileri top oynuyor<br />

ve top ayağına geldi, o topu süre süre gider beni<br />

unutur o top nereye giderse onun arkasından<br />

koşar gider, birisine rastlar Alâeddin nereye gidiyorsun?<br />

Alâeddin şaşırır bir yere mi gidiyorum<br />

bir yere gitmiyorum, bir yere gitmiyorsan hadi<br />

şuraya gidelim der onun arkasına takılır oraya gider.<br />

Onunla beraberken bir başkası Alâeddin hadi<br />

gel seninle sinemaya gidelim der onun arkasına<br />

takılır. Onunla sinemaya gider. Yolda bir başkasına<br />

rastlasa ya sinemada ne yapacaksın hadi top<br />

oynamaya gidelim dese onunla topa gider.<br />

Topa giderken bir başkası hadi tiyatroya gidelim<br />

der oraya; birisi okula gidelim der… Yani o saat<br />

okul saatimi o saatte okulda ne işimiz var demez<br />

olur gidelim bize gidelim der onun arkasına takılır<br />

gider… Öyle enteresan bir adamdı o da. Bense<br />

şey yapmam yani o topa bile ayağımı vurmam!<br />

Ben sadece eğer top tehlikeye girecekse ayağımla<br />

tutmadığım takdirde oradan duvardan aşağıya<br />

düşecekse yahut düşmeyecekse onu kollarım<br />

top tehlikeye girmesin diye ayağımla tutar bir<br />

tekme falanda atmam. Topu sahiplerine bırakır<br />

etrafa da hep dikkat ederim. Cahit’le bir gün şu<br />

masada çalışıyoruz, Mavera dergisini çıkarttığımız<br />

dönemlerde . Belli bir saatte de büroda olmamız<br />

gerekiyor.Vakit yaklaşınca buradan ayrıldık ama<br />

sohbetimiz bitmedi bu sokağın adı Dede Efendi<br />

Sokak o zaman gene buradayız bunun aşağıya<br />

doğru uzantısı Yüksel Caddesine çıkar üst geçidi<br />

geçtikten <strong>son</strong>ra Yüksel Caddesine çıkıyoruz ben<br />

kaldığımız yerden devam ettim anlatmaya, Yüksel<br />

Caddesini de Ziya Gökalp Caddesi kesiyor o<br />

caddede arabaların trafiğinin kesilmesini bekledik.<br />

Beklerken Cahit’in elini tuttum dedim ‘’Cahit hiç<br />

sesini çıkarmıyorsun deminden beri ‘’ Maverayla<br />

ilgili işte şu sayıda şunu yapalım bu sayıda bunu<br />

yapalım diye projeleri anlatıyorum daha önce şey<br />

yapıyordu olur mu olur ha hı gibi sesler çıkarıyordu<br />

bir süre <strong>son</strong>ra sesi de çıkmıyor. Dedim’’ Sesini<br />

çıkartmıyorsun’’ elinden tuttum baktım yabancı<br />

birisi dedim ya arkadaş kusura bakma yanımda bir<br />

arkadaş vardı dedi ki senin o arkadaşın iki sokak<br />

önce seni bıraktı gitti o arada dedi ben yanından<br />

geçiyordum bana takıldın, daha doğrusu kendisi<br />

bana takılmış. Sen dedi bir şey anlatıyordun<br />

13


AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

anlatmaya devam ettin bende dikkat etmemişim<br />

demek yanımda sadece siluetini görüyorum onla<br />

beraber uzun uzadıya anlatmışız dedim; ya niye<br />

söylemedin dedi ki öyle iştahla anlatıyordun ki kıyamadım.<br />

Neyse adamla helalleştik gittik. Adam<br />

yanımdan ayrılıyor, Cahit… Ama haber vermeye<br />

üşeniyor ve yahut ihtiyaç hissetmiyor. Böyle bir<br />

enteresan arkadaş topluluğu… Ali de enteresan bir<br />

arkadaştı . O da hiçbir şeyi beğenmezdi mesela<br />

yazdığım hikayelerin hiçbirini beğenmezdi mutlaka<br />

bir kusur bulurdu. hiç kusurumu bulmadığı bir<br />

şeyi hatırlamam. Bense onun en ufak bir kusurunu<br />

dahi bulamazdım, hikayeleri mükemmel gelirdi<br />

beğenmesem bile Ali çok güzel olmuş ,iyi olmuş<br />

falan derdim. O, beğense bile mutlaka bir kusur<br />

bulurdu. Şurası böyle olsa daha iyi olur falan kabilinden<br />

bazılarını dikkate alırdım bazılarını almaya<br />

değmezdi. Mesela ilk yazdığım öyküde 8 - 10 yaşlarında<br />

soğuktan üşümüş bir çocuğun hikayesini<br />

anlatıyordum .Ali dedi ki ‘’Bu hikayenin <strong>son</strong>unda<br />

çocuk ölse daha etkili olur bu hikaye’’ bende<br />

dedim ki bu hikayenin kurgusu bu çocuğu öldürmeye<br />

götürmüyor bizi ,onu yapabilmemiz için<br />

bu kurguyu değiştirmem lazım eğer bu çocuğun<br />

illa hikayenin <strong>son</strong>unda ölmesi gerekiyorsa olayları<br />

ona göre tanzim etmemiz lazım dedim ve ikinci<br />

hikaye olarak da öyle bir hikaye yazdım. Bu neyi<br />

gösteriyor ; bizim bir başka özelliğimizi ortaya<br />

koyuyor! Ya, teorisini bilmeden bile ki teori falan<br />

bildiğimiz yok… lise 1 öğrencisi ne teorisi bilecek<br />

okullarda öğrettikleri öğrendiğimiz ortaokulda işte<br />

lise birinci sınıfta zaten henüz ortaokul bilgisiyle<br />

oraya gelmişiz okuma birikimimiz fena değildi,<br />

Ömer Seyfettin’i hatmetmişim onun dışında bir<br />

sürü başka hikayeler, romanlar, düzyazılar okumuşuz<br />

onların hepsi bize belli bir fikir veriyor. Nitekim<br />

benden başka da bu işin teorisine merak salan<br />

kimse olmadı aramızda. Ne Cahit sardı, ne Alâeddin’in<br />

merakı vardı ama Alâeddin’de kökende<br />

felsefeci olduğu için bu işlere ilgisi vardı. Fakat her<br />

şeye rağmen diğer arkadaşlara göre Alâeddin’in<br />

eleştirileri vardı Cemal Süreyya’nın Üvercinka * ilk<br />

yayınlanan şiir kitabı, onun hakkındaki ilk yazıyı da<br />

Alâeddin yazdı Üvercinka değişik güzel veya değişik<br />

yeni başlıklı bir yazıydı. Diğer arkadaşların öyle<br />

teorik merakları yoktu. Cahit hudayinabitti… Mesela<br />

edebiyat öğretmeni Mustafa Ata tanır Cahit’i<br />

3 sene lise <strong>son</strong>da edebiyat dersinden sınıfta bıraktı<br />

.O da bize ziyarete geldiğinde hocam dedim ‘’Ya<br />

Cahit gibi bir adam 3 sene yani Allahtan korkmadın<br />

3 sene bu adamı edebiyat dersinde süründürdün’’<br />

dedi ki’’E öyle diyorsun ama boş kağıt<br />

verirdi!’’ bende dedim ki hocam boş kağıt verse<br />

bile ya sen dolduraydın yahut kendisini çağırıp ne<br />

doldurulması lazım geliyorsa Cahit şuraya şunları<br />

yaz dersin olur biterdi bu iş, yok dedi o kadarını<br />

da yapamazdık yapmamış yani Cahit’in de böyle<br />

bir teorik merakı yoktu. kafasızlığından mı haşa ilgi<br />

duymuyor fakülte bitirme tezi… Rilke üzerine bir<br />

arkadaş onun şiirlerini Rilke’ye benzetmiş ondan<br />

<strong>son</strong>ra Rilke’ye ilgi duyuyor kendisi ile yapılan bir<br />

mülakatta da en çok hangi şairi okudunuz en çok<br />

hangisinden etkilendiniz diye sorduklarında en<br />

çok diyor Rilke’yi okudum <strong>son</strong>ra onun arkasından<br />

en çok derken diyor dördü beşi geçmez okuduğum<br />

şiir ama bitirme tezi de Rilke üzerine o tez<br />

şimdi yayımlandı yanılmıyorsam beyan yayınlarından<br />

çıktı .<br />

Bir gün, Cahit’i üzgün bir şekilde gördüm…<br />

Ne oldu Cahit hayırdır dedim tezim dedi , reddedilmiş<br />

peki gerekçesi ne? bilimsel bulmadılar<br />

bilimsel görmediler tezimi bunda benim bilimsel<br />

yapacak bir şeyim yok ki ben Rilke hakkında kendim<br />

ne düşündümse onu yazdım sağdan soldan<br />

kitap fln kurcalamadım… Cahit dedim işin kolayı<br />

var -Alman filolojisinde okuyor Cahit- sizin nasıl<br />

olsa fakülte yahut bölüm kütüphanesinde Rilke ile<br />

ilgili tonlarca kitap var onları al eline iki satırda üç<br />

satırda bir o kitaplardan birine atıfta bulun sayfasını<br />

kitabın künyesini yaz sayfası da şudur de hoca<br />

gitsin kendisi bulsun araştırsın o kadar tahammülü<br />

14


ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />

varsa’’ ya olur mu?’’ dedi bence dedim böyle yap…<br />

Nitekim yapmış verdiğinde işte demişler çalışırsan<br />

oluyor o tezi kabul edildi aynı tez halbuki …<br />

Velhasıl gençlik dedik ama gençlik mençlik ordan<br />

oraya savrulduk…<br />

Biz: Bizce çok güzeldi…Allah razı olsun sizden.<br />

Siz Cahit ZARİFOĞLU’ndan ve ikiziniz Alâeddin<br />

ÖZDENÖREN’den bu kadar bahsetmişken sormak<br />

isteriz: Özellikle biz yeni nesil için yitip gitmekte<br />

olan dostluk kavramına ne gibi anlamlar yüklüyorsunuz?<br />

Şimdi sizden dostlarınızı dinlerken merak<br />

ediyoruz o dönemde nasıldı dostluklar? Buna dair<br />

bize o dönem dostluklarını anlatabilir misiniz?<br />

Üstat : Evet, dostluk karşılıklı bir ilişki …Aşk<br />

ilişkisi gibi değil, aşk tek taraflıda olabilir bizim<br />

o aşkın diyalektiğine bir göz atarsanız<br />

orda bunları uzun uzadıya anlattık.<br />

Aşk tek taraflıda olabilir nitekim<br />

işte Erdem’in Cahit’in bu lise<br />

dönemindeki dizide Zehra<br />

diye geçen- Mutlu aslında<br />

kızcağızın adı- işte o Maraşlı<br />

değildi. Maraşlı olmayınca<br />

da çok rağbet görüyordu.<br />

Fakat kızın bütün bunlardan<br />

haberi yoktu. Dostluğu<br />

anlatmak için anlatıyorum<br />

bunu… Maraşlı olmayınca<br />

Cahit’de efendim Erdem’de<br />

o kıza ilgi duyuyorlardı.<br />

Artı lisenin neredeyse<br />

yarısı ilgi duyardı. Sırf<br />

yabancı Maraş’a yabancı diye<br />

… Bir memur kızı olarak gelmiş<br />

oradan öyle bir avantajı vardı. Fakat<br />

o kızcağızın haberi yok olan bitenlerden<br />

o da kendi <strong>hali</strong>nde gözlüklü ufak tefek minyon bir<br />

tipti. Yani hanım hanımcık kendi <strong>hali</strong>nde bir kızcağız…<br />

Okulla ev arasında gidip gelir, öyle hani ne<br />

bir şımarıklığı görülmüş ne sağda solda konuşması.<br />

Bir sömestr veya iki sömestr Maraş’ta babasının<br />

memuriyet döneminde kaldı ondan <strong>son</strong>ra çekip<br />

gittiler. Sonradan da halen de nerededir hayatta<br />

mıdır değil midir onu bile bilemiyoruz. Diyelim ki<br />

bu filmi hasbel tesadüf izliyor ise oradaki Zehra<br />

denilen tipin kendisi olduğunu bilmesi mümkün<br />

değil . Hem isim olarak tanımaz hem de o ilişki<br />

öyle bir ilişki değil onu şunun için anlatıyorum<br />

yani aşk tek taraflı olabilir kızdan erkeğe veya erkekten<br />

kıza yönelmiş tek taraflı bir ilişki mümkündür<br />

aşkta fakat dostlukta karşı tarafın bilmemesi<br />

mümkün değil… Bilmediği takdirde o ilişki kurulmaz.<br />

Halbuki aşk ilişkisinde bu tek taraflı, yatay<br />

düzlemde tek taraflı olabilir, dikey düzlemde yani<br />

insan tarzı düzleminde orda zaten tek taraflıdır.<br />

Onun seni sevip sevmediğini bilemiyorsun sadece<br />

kabullerden hareket ediyorsun. Raziye ve Marziye<br />

makamına ulaşmış ise Raziye Allahtan razı Marziye<br />

Allahın kendisinden razı olduğu bir ilişki biçimi<br />

onunda bir matematik olarak kesinliği yok sadece<br />

hipotezler söz konusu . İnsan tanrı ilişkisinde de<br />

insan insan ilişkisinde de, aşk tek taraflı olabilir<br />

ama dostlukta bir şeyi paylaşma söz konusu. Nnedir<br />

o paylaştığın şey mahremiyetin; mahrem yani<br />

kimseye söylemediğin anana babana hiç kimseye<br />

söylemediğin söyleyemediğin itiraflarını dostuna<br />

söyleyebilirsin dostluk ilişkisinin en önemli özelliğinden<br />

birisi bu. Bir diğer özellik sırtını dönebilirsin<br />

çekinmeksizin sırtını dönmek küsme manasında<br />

değil sırtını döndüğün zaman arkandan bıçaklanmayacağından<br />

emin olursun. Ondan arkandan<br />

sana kötülük yapmayacağından emin olduğun<br />

birine sırtını dönersin seni bıçaklayacak birine<br />

sırtını dönmezsin istesen de dönemezsin ama söz<br />

konusu dostun olduğunda böyle bir şey hiç aklına<br />

bile gelmez. Büyük bir güven içinde sırtını<br />

dönebilirsin ondan sana ihanet gelmeyeceğini<br />

bilirsin ihanete uğramayacağını…<br />

Emniyet vardır dost ilişkisinde.<br />

Fedakarlık ve feragat vardır .Fedakarlık<br />

ona gelecek zararı önlemek için<br />

kendini ona saplanacak bıçağın<br />

önüne attırır. Fedakarlık budur<br />

yani kendini onun uğruna feda<br />

edebilirsin. Feragat sende olandan<br />

vazgeçebilirsin arkadaşın dostun<br />

üşüyorsa tereddüt etmeden<br />

sırtındakini çıkarıp ona<br />

verebilirsin, her ne ihtiyacı<br />

varsa karşılarsın bu fedakarlık,<br />

yani onun uğruna kendini<br />

feda etmek demektir. Kendinde<br />

olandan vazgeçmek bu da<br />

feragattır.<br />

Biz: Zor olan Feragat etmek midir sizce?<br />

Üstat: İkisi de zor ikisi de kolay değil !Yani ona<br />

gelecek olan zararı önlemek için kendini riske<br />

atıyorsun belki ne deriz seninde o paraya ihtiyacın<br />

vardır o elbiseye ihtiyacın vardır o zamana<br />

ihtiyacın vardır her neyse, o maddi olabilir manevi<br />

olabilir. Mesela; benim ders çalışmam lazım çalışıyorum<br />

bir gün <strong>son</strong>ra imtihana gireceğim Erdem<br />

bana diyor ki ‘’Hadi sinemaya gidelim!’’ bende<br />

ona diyorum ki’’ Erdem derse çalışıyorum. Erdem<br />

bir 3- 5 dakika dolaştı tekrar geldi işte sinemada<br />

dedi beyaz geceler oynuyor . Baktım ki çok istiyor,<br />

canı cehenneme imtihanın dedik… Kağıdı kalemi<br />

kitabı okuma odasına bıraktık gece saat 11 de falan<br />

kapanıyor oralar kapanırsa kitabımızda orda kalır<br />

kaybolma ihtimalide var ama bütün bunları dikkate<br />

almaksızın dersinde canı cehenneme imtihanın<br />

da canı cehenneme dedik madem Erdem bu<br />

kadar çok istiyor beraber gittik sinemaya. Dönüşte<br />

aklımda orda bıraktığım kitap var fakat Erdem<br />

dedi ki İstanbul’da Beyazıt’ta oynuyor film Marmara<br />

sinemasına gittik hadi dedi İstiklal Cadde-<br />

15


AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

sine gidelim Beyoğlu’na. Olur dedik. Oraya gittik<br />

falan işte bu benim için bir yanıyla fedakarlıkta<br />

var fedakarlıkta var ama bu temelde feragat kendi<br />

haklarından kitabımı efendim sınıf geçmeyi dersi<br />

falan onlar benimle ilgili şeyler onlardan feragat<br />

ediyorum yani kendimde bulunan bir şeylerden<br />

ben vazgeçiyorum. Kendi haklarımdan vazgeçiyorum<br />

mesela Ali’de kesinlikle ne fedakarlık<br />

vardı, ne feragat vardı. Ali kendini düşünürdü.<br />

Diyelim ki hasbel kader seninle beraber pikniğe<br />

gitti sinemaya gitti, Ali tekrar eski <strong>hali</strong>ne dönünceye<br />

kadar senin canını çıkartır saate bakar şimdi<br />

derse çalışıyor olsaydım 10 sayfa daha okumuş<br />

olurdum şimdi derse çalışıyor olsaydım 15 sayfa<br />

daha okumuş olurdum 3 dakikada bir bunu söyler<br />

hatırlatır gına getirir keşke gelmeseydim dedirtinceye<br />

kadar bunu insanın başına kakardı. Aliyle de<br />

benden başka dost olan kimse yoktu. Dost diyorum<br />

ama bu da dostluğun tek taraflı bir ilişkisiydi…<br />

Ali benden başka herkesle mesela Erdemle kavgalı<br />

Cahit’le kavgalı ve bana derlerdi ki :’’Ya sen bu<br />

adamla nasıl geçiniyorsun ?’’ . Tahammül ediyordum<br />

ben onunla geçinmiyor ona tahammül<br />

ediyordum… Benden başkada tahammül eden<br />

olmazdı . Mesela Erdem çok tahammüllü olmasına<br />

rağmen defalarca kavga etmişlerdir Aliyle.<br />

Şimdi dostluk velhasıl nasıl bir şeydi bizim aramızdaki<br />

dostluk? Ali bizimle lise döneminde beraber<br />

oldu ondan <strong>son</strong>ra zaten yazıdan çiziden vazgeçti<br />

ondan <strong>son</strong>rada tamamen ayrı bir moda girdi.<br />

Ali’nin öyle hayatının <strong>son</strong>una kadarda bizlerle çok<br />

fazla irtibatı kalmadı . Geriye kalan bu arkadaşlar<br />

işte; Erdem, Alaeddin, Cahit onların arasındaki<br />

asıl tutkal görevini gören Alaeddin’i de bir nebze<br />

hesaba katsam bile zannediyorum bendim tutkal<br />

işlevini gören, hepsiyle irtibatım vardı. Zaman<br />

zaman hepsi birbiri ile kavga ederler ama neticede<br />

hepsinin arasını bulan bendim efendim tekrar<br />

öyle küslüğe falan varmamıştır bu irtibatlar ama<br />

neticede bir irtibat <strong>hali</strong>ndesin diyelim ki burada 3<br />

gün beş gün beraber olsak ikinci günden itibaren<br />

birbirimizle nizalaşmaya başlarız. Çayı sen getirdin<br />

de ben götürmedim de ben boşları götüreyim<br />

sen doluları getir biçiminde bunlar söz konusu<br />

edilmeye başlar. Geçici sürelerde bunun farkına<br />

varılmayabilir ama ilişkiler devam ederse kopukluklar<br />

veya sürtüşmelerde bir yerden <strong>son</strong>ra başlar.<br />

Ama bizim aramızda günü birlik sürtüşmeler olabilir<br />

o her zaman mümkün. Mesela demin anlattığım<br />

Cahit bırakıp gitmiş falan beni sükut-ı hayale<br />

uğrattı yani hiç olmazsa yani parmağı ile dokunsa<br />

gitse ben onun gittiğini görürüm tamam dokunmasa<br />

da bile bir izin almalıdır diye düşünürüm<br />

… Mesela büroya gittikten <strong>son</strong>ra Cahit geldikten<br />

<strong>son</strong>rada bunu ben hiç konuşmadım kendisiyle, o<br />

belki farkında bile değil bu olayın söylediğimizin<br />

bırakıp gitme olayının, mesela arkasını hatırlamıyorum<br />

hatırlamadığıma göre demek ki hiç mevzu<br />

bahis etmemişiz bunu Cahit’le. başka olaylarda<br />

var onlarda ayrı Cahit’in bana yaptıkları ,tırnak<br />

içinde ‘’kötülükler’’… Evet, dostluk böyle… Birbirimizle<br />

yani böyle hiç belli başlı bir takışmamız<br />

olmadı tam tersine dayanışma içindeydik birimiz<br />

herhangi bir konuda ısrarcı olursa şunu şöyle<br />

yapalım dediğinde herkes reddetmek istiyorsa<br />

gerekçesini söyler ama buna rağmen o arkadaş<br />

illa bunu yapalım illa yapmayalım diyorsa ısrar<br />

edenin yanında yer alırız hepimiz. Ama fikrimizi<br />

de söyler o öyle olmaz ama madem istiyorsun<br />

öyle yapalım deriz bununda örnekleri çoktur…<br />

Biz: Bu dostluğun önemli parçalarından bir<br />

tanesi midir peki? Yani gönül yapmak ,gönlü hoş<br />

tutmak?<br />

Üstat: Evet ya birbirimizin hatırını sayardık.<br />

Mesela hiç yüksek sesle birbirimize bağırarak<br />

konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Kızarak öfkeyle<br />

…Mesela beni bir gün denizin ortasında bıraktı<br />

Cahit onun uzun bir hikayesi var neticede ben bir<br />

biçimde kıyıya çıktım, gecenin bir yarısı deniz kıyafeti<br />

gecenin ortasında denizde üşüyorum beni<br />

orda kayıkla bir yerde bıraktı ayrıldı gitti …Cahit<br />

işte demin söylediğim olayda olduğu gibi bırakıp<br />

gitti ben orda kaldım ha geldi ha gelecek derken<br />

gelmedi neticede bir başka arkadaş geldi çıktık.<br />

Dedim ki ‘’ Niye gelmediniz ?’’ ‘’Ya Cahit dedi ki<br />

‘’ diyor o bana gelen arkadaş Ahmet ‘’ Nasıl olsa<br />

gelir’’ kıyıya çıktıktan <strong>son</strong>ra ‘’ Cahit!’’ dedim ‘’Nasıl<br />

olsa gelir diyorsun nasıl gelirdim ben denizin<br />

ortasında Suadiye’deyiz ya Bağdat Caddesine<br />

çıkmam lazım mayoyla mümkün değil, ayağımızda<br />

bir şey yok yalın ayak. Nasıl gelirdim?’’<br />

Biz: Aslında size şunu sormak istiyoruz üstat<br />

dışarı çıktığınızda ,etrafınıza baktığınızda bizim<br />

zamanımızda bunlar yoktu bu böyle değildi<br />

dediğiniz oluyor mu ?<br />

Üstat: Yadırgama anlamında yadırgamamız<br />

olmuyordu yeri geldiğinde şunu söylüyoruz<br />

telefon etmemiz gerekiyor diyelim ki : cep<br />

telefonunuzu kullanırken eskiden cep telefonu<br />

olmadığı için siz cep telefonu olmayan bir<br />

dönemi bilmiyorsunuz değil mi, cep telefonuna<br />

doğmuşsunuz halbuki bizim zamanımızda<br />

telefonda bir problemdi evlere telefon almak için<br />

insanlar 5 sene 10 sene 15 sene sıra beklerlerdi<br />

bugün bunu tahayyül etmek mümkün değil.<br />

Mesela seyahatlerde şimdi herkes istediği yere<br />

uçakla gidip geliyor ama karayolu bile yoktu<br />

bizim zamanımızda çocukluğumuzda ve gençliğimizde<br />

karayolu stabilize yollar vardı,stabilize<br />

yol duydun mu sen? (yok duymadım) belki<br />

hocanda duymamıştır…Çakılı kumla karıştırırlar<br />

üzerine su serpilir .silindir geçer stabilize yol o<br />

ama kısa sürede dağılır o yeniden işte greyderle<br />

tefsiye edilir falan en lüks yollar stabilize yollardı<br />

onun dışında toprak yol vardı. Otobüs bugünkü<br />

mesela otobüsler yok kamyon kasaları kaldırılır<br />

16


ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />

kamyon kasasının yerine el yapma otobüs karoserleri<br />

konur o karoserlerinde altında delikler olur<br />

onları bir türlü kapatmazlar veya kapatamazlar<br />

toprak yolda bir iki kilometre yol kat ettikten <strong>son</strong>ra<br />

üstün başın bembeyaz toza bürünmüş olur<br />

gözün kaşın saçların hep tozlu olur otobüs yokuşa<br />

geldiği zaman yolcular iner yokuşu tepeye<br />

kadar otobüsü arkadan iterler bugün hiç tahayyül<br />

edemeyeceğiniz şeyler… velhasıl netameli<br />

yolculuklar netameli seyahatler şimdi bunları<br />

hatırlamıyoruz şuanda 3 gidiş 3 dönüş veya yerine<br />

göre 4 gidiş 4 dönüş otobanlar var bunlar bile<br />

az geliyor ve bunları da küçümsüyoruz.<br />

Biz: Bunlar o zamanda olan zor şartlar. Şuan<br />

baktığımızda rahat şartlardayız Elhamdülillah<br />

binaen aleyh bu rahat şartlarda ve imkanlarda<br />

gençlerin tutumları ve tavırlarıyla o zamanki<br />

gençlerin kıymet bilmesi veya zorluklarla mücadelesi<br />

arasındaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

Üstat: Şimdi bu arkadaşlar bu yeni gençler o<br />

dönemi bilmediği için onlar kendi içinde bulundukları<br />

zorluklarla baş başa… O, şunun sıkıntısında<br />

bu internet niye 3 saniye gecikiyor(gülüyoruz)onun<br />

sıkıntısı o! Niye bağlandığım zaman<br />

hemen gelmedi şimdi bunun cevabını arıyoruz<br />

öteki gelmiş gitmiş onu tahayyül etmesi bile söz<br />

konusu değil .şimdi bunu biz bu değişimi gül<br />

yetiştiren adamda anlatmaya çalıştık adam 40<br />

sene 50 sene Cumhuriyet dönemindeki değişiklikleri<br />

kabul edemediği için protesto etme adına<br />

kendini evine kapatıyor 40 sene 50 sene evinde<br />

kapalı kalıyor torunu ile beraber dışarı çıktığında<br />

o kaldırım taşları kendi zamanındaki Arnavut kaldırımlarının<br />

parke taşlarıydı, -parke taşını biliyor<br />

musunuz? Parke taşı siyaha yakın çok koyu gri<br />

renkte aşağı yukarı yüzeyi şu büyüklükte (gösteriyor)<br />

derinliği de aşağı yukarı şöyle 15 cm kadar<br />

yan yana dizilir şehir içi caddeler bu kaldırım<br />

taşıyla yapılırdı- mesela bunu görüyor bu dikkatini<br />

çekiyor . Vitrin, bugün şimdi vitrini görüp<br />

de şaşıran var mı? Mağaza vitrini söylediğim…<br />

Şimdi Gül Yetiştiren Adam vitrinleri görüyor<br />

torunu yanında bu nedir diye vitrini soruyor ne<br />

işe yarıyor o da diyor ki insanlar sattıkları eşyayı<br />

teşhir ediyorlar, kumaşsa kumaş efendim zücaciye,billuriye<br />

her neyse. Nasıl diyor teşhir ediyor<br />

yani? benim sattığım mal işte bu kadar güzel<br />

diyor. Buna çok şaşırıyor Gül Yetiştiren Adam,<br />

anlayamıyor bunu daha doğrusu, çünkü niye anlayamıyor<br />

biliyor musunuz? Bizim zamanımızda<br />

diyor, eşyasını övmezdi tüccar esnaf tam tersine<br />

sattığı malın kusurlarını söylerdi. İslami gelenekte<br />

malın kusurlarını söyleyeceksin benim sattığım<br />

mal herkesten iyidir demeyeceksin. Halbuki bu<br />

günün anlayışı modern batı anlayışı … değil mi<br />

ki kimse kendi kusurunu söylemez tam tersine<br />

kusurları söylendiğinde rahatsız olur insanlar.<br />

Halbuki İslami gelenekte kusura bakmak-demin<br />

dostluktan bahsettik kusurunu söyleyip uyaran<br />

kimsedir dost- ama bugün birbirimize çok bariz<br />

kusurlarımızı bile söylesek alınganlık gösteriyoruz.<br />

Yani bugün ki modern yaşam tarzımız İslami<br />

gelenek tarzının bize telkin ettiği tarzdan farklı<br />

bizim geleneksel tarzımız kusurları öne çıkarmak<br />

ama kendi kusurlarını çevrenin kusurlarını<br />

değil çevrenin kusurlarını söyleyeceksen onu<br />

da dikkatli bir dille söyleyeceksin. Meşhurdur ki<br />

Fatih Sultan zamanında esnafın birinden alışveriş<br />

yapılmış ikinci müşteride aynı esnaftan alışveriş<br />

yapmaya geldiğinde esnaf diyor ki ben siftah<br />

ettim komşum siftah etmedi aynı mal ondada<br />

var ondan al . Bu bir dayanışma komşuluk ilişkisi<br />

esnaf, ahlak anlayışı ama bugün çığırtkanlar<br />

otobüs şirketleri gittiğimizde şehirler arası adam<br />

seni kandırmaya kalkışıyor ve sende kanıyorsun.<br />

Her türlü yeniliğe de çabuk alışıyoruz. Onsuz bir<br />

hayatı aklımızdan geçirmiyoruz geçiremiyoruz<br />

gelen her yeniliği de anında benimsiyoruz.<br />

Biz: Galiba çok çabuk alışıyoruz.<br />

Üstat: Evet çok çabuk alışıyoruz her gelen<br />

yenilikle değişen düzene çok çabuk alışıyoruz…<br />

Biz: Gençliğe dair bilhassa geçmişe dair bize<br />

rehber olup bizi çıkarttığınız bu yolculuk için<br />

çok teşekkür ederiz. Sizler gibi dostluk kavramını<br />

feragatle doldurabilmeyi ve düşünceleri hiç<br />

yaşlanmayan gençlerinden olabilmeyi Rabbim<br />

bizlere nasib etsin. Allah sizleri başımızdan eksik<br />

etmesin kaybettiğimiz üstatlarımıza rahmetiyle<br />

muamele etsin. Misafirperverliğiniz ve bizlere vakit<br />

ayırdığınız için yeniden çok teşekkür ederiz.<br />

Bir başka sefere görüşmek duası ile. İstanbul’a da<br />

muhakkak bekliyoruz. :)<br />

17


19


ROPÖRTAJ<br />

DR. MUHAMMED ŞERAFETTİN KALAY<br />

GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN<br />

SIK KARŞILAŞTIĞI<br />

FIKHİ MESELELER<br />

VE HÜKÜMLERİ<br />

Bizleri büyük bir nezaketle karsılayarak yönelttigimiz fıkhi sorularımıza tüm<br />

ilgisi ile cevap veren bizlerle vaktini ve ilmini paylasan hocamıza çok tesekkür<br />

ediyoruz Allah kendilerinden razı olsun ve ilimlerinden<br />

yararlanmayı bizlere nasib etsin.Amin!<br />

BİZ: Esselamu Aleykum Hocam, günümüz<br />

gençlerinde sık sık rastladığımız bir alışkanlık olan<br />

sigara içmenin hükmünü, israf ve sağlık boyutlarını<br />

da ele alarak bizlere açıklayabilir misiniz?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Rabbimize <strong>son</strong>suz<br />

hamd ü senâ, Rasûlüne salâtü selam eyleriz.<br />

Sigara hakkında en çok konuşulan maddelerden<br />

biridir. Bu konuşmaların kimi aleyhte, kimi lehte,<br />

kimi ciddî, kimi de gayr-ı ciddîdir… Ancak ciddî<br />

sayılabilecek konuşmalar, daha çok zararları<br />

üzerinde değil hükmü üzerindedir. Çünkü zararları<br />

artık itiraz kabul etmez bir çerçeveye ulaşmıştır.<br />

Hükmü konusunda ise zihinlerin oturaklaşmadığı<br />

bir gerçektir. Zihin hazırlayıcı olur arzusuyla söze<br />

konuşulanlardan farklı birkaç kelimeyle başlamayı<br />

arzu ederiz.<br />

Tabiatın içinde karşılaşılan otlar, ağaçlar, mantarlar,<br />

sular, maden suları, su altı ürünleri, hayvanlar<br />

ve diğer varlıklar ile ilgili bir kaide vardır. Bu<br />

kaide kısaca şöyle ifadesini bulur: “Eşyada asıl olan<br />

ibâhadır.” Bunun manası şudur: Tabiatta karşılaştığınız<br />

bu maddelerden meşru çerçevede istifade<br />

edebilir, onları yiyebilir, içebilirsiniz.<br />

Bunun için dağ da, kır da bulunan ısırgan,<br />

madımak, ekşi pancar, nane, kekik, papatya, devetabanı,<br />

salep gibi nebatlardan istifade edebilir,<br />

yiyebilir, ahududu, çalı çilek, yer çileği, böğürtlen,<br />

koca yemiş, taflan, alıç, kuşburnu gibi yabanî<br />

meyvelerden yiyebilirsiniz. Derelerden balık tutabilir,<br />

ormanlarda av avlayabilir, yerden kaynayan<br />

pınarlardan, maden sularından içebilirsiniz.<br />

Bu konuda asıl olan diğer prensip de şudur: Bu<br />

maddeler zehirli olmamalı, akla, bedene, vücut<br />

direncine, sinir veya sindirim sistemine zarar vermemeli<br />

zararı faydasından çok olmamalı, üzerinde<br />

başkasının hukuku bulunmamalıdır.<br />

“Üzerinde başkasının hukuku bulunmamalı”<br />

ifadesinden murat, mülkiyetinde olmamalı, arazisi<br />

içinde bulunmamalıdır. Bunların çok detaylı ayrı<br />

bir hukuku vardır.<br />

Bu ön kısa bilgiden <strong>son</strong>ra yeniden sigaraya<br />

dönüyoruz. Sigara, İslâm yaklaşık bir buçuk asırdır<br />

19


AIŞE CAN - MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

kendini göstermiştir. Bu yüzden eski kaynaklarda<br />

hakkında söz ve hüküm bulmak mümkün değildir.<br />

Sonradan ortaya çıkan bir şey hakkında hüküm<br />

söylemek için de onu bütünüyle İslâm’ın bize<br />

sunduğu ölçülere vurmak gerekir.<br />

Güneyde bir Yahudî ve Lübnan’da bir Rum<br />

tarafından İslâm topraklarına sokulan sigara el altı<br />

gayretlerle yayılmaya başlayınca devrin ilim ehline<br />

sorulmuş, onlar da her ilim ehlinin yaklaşması<br />

gereken bir üslupta meseleye yaklaşmışlardır.<br />

Bunun en açık örneğini <strong>son</strong> devrin en iyi âlimlerinden<br />

İbn Âbidîn sergilemiştir. Kısaca ifade etmek<br />

gerekirse önce “eşyada asıl olanın ibaha olduğunu”<br />

dile getirmiş, <strong>son</strong>ra da aklına gelen zarar ihtimallerini<br />

sıralamış, bu tür zararları yoksa aynı kaidenin<br />

onun için de geçerli olduğunu söylemiştir. Onun<br />

bu cümleleri ne yazık ki <strong>son</strong>raki yıllarda kulp bulmaya<br />

çalışanlar, sigarayı da kahve ve çay sınıfına<br />

sokarak tiryakiliğini savunmaya çalışanlar tarafından<br />

silah olarak kullanılmıştır.<br />

İbn Âbidin’in sözlerinde iki ana nokta vardır.<br />

Birincisi bu konudaki ana kaidenin uygulanışı.<br />

Bunda yanlış bir taraf yoktur. İkincisi, onun sigarayı<br />

yeterince tanımadığı ve bu yüzden ihtiyatlı<br />

hareket ettiği…<br />

Günümüzde açığa çıkan bir gerçek vardır. İbn<br />

Âbidîn’in saydığı bütün zararlar ve tehlikeler sigarada<br />

olduğu gibi çok daha fazlası da vardır. Esasen<br />

sigaraya haram demek için bütün şartlar neredeyse<br />

hazırdır. Bunun içindir ki diğer birçok mezhep<br />

âlimi sigara için açık bir şekilde “haram” ifadesini<br />

kullanmışlardır.<br />

Ancak bir şey hakkındaki haram veya farz<br />

hükmü oldukça ağır bir hükümdür ve Hanefîlere<br />

göre böyle bir hüküm ya âyetle sabit olmalı ya da<br />

mütevâtir bir hadisle bize ulaşmalıdır. Bir başka<br />

ifade ile yakîn (kesin) bilgi ifade eden bir yolla<br />

bize gelmelidir. Çünkü haram ve farz oluş, sadece<br />

fıkhî boyutta kalmaz, akîdevî bir boyuta da taşınır.<br />

Mesela şarabın haram oluşu âyetle sabittir. Bir insanın<br />

şaraba “helal” demesi Allah’a isyan, ayeti ret<br />

manası taşıdığı için o insanı küfre götürür.<br />

Akıl almaz boyutlarda yayılan ve salgın dünya<br />

musibetleri arasında sayılması gereken sigara<br />

alışkanlığı ile ilgili söylenebilecek elbette ki çok<br />

söz var. Sağlığa ve şahsiyete tesiri, sebep olduğu<br />

israf, en yakınlardan başlayarak çevrede yer alan<br />

insanların haklarının çiğnenmesi, irade zayıflığı ve<br />

daha nice konuda…<br />

Evlerde sigara içilmesi ise musibete musibet<br />

katan bir hata. Evin havasını kirletmesiyle, eve<br />

sinen kokuyla, ailenin nafakasına tesiriyle, fertlerin<br />

hukukunun çiğnenmesiyle, onları da alışkanlığa<br />

sürüklemesiyle, annelerin hamile iken içtiği<br />

sigaranın cenin üzerindeki etkileriyle ve daha nice<br />

olumsuzlukları ile… Eve bir kilo yiyecek alamayan<br />

nice insanın sigaraya para bulduğu, “Ekmek param<br />

bile yok!” diyerek insanlardan para dilenenlerin<br />

yaka ceplerinde sigara paketi görülmesi garabetleri<br />

hep bilinen gerçeklerdendir.<br />

Şu söylediklerimizin çoğu da bilinen ve giderek<br />

daha sıkça dile getirilen sözler. Bu sözlerin yanında<br />

giderek olumlu yönde canlanan gayretleri de<br />

görüyoruz. Bu gayretlerin, olumsuz yönde sürdürülen<br />

çalışmaları bastırması ümidini taşıyoruz.<br />

Mücadele daha ciddî ve şuurlu olarak sürdürülmelidir.<br />

Yuvalar ise bu musibetten bütünüyle arındırılmalıdır…<br />

BİZ: Yine gençler olarak hemen hepimizin<br />

yaşadığı bir süreç olan nişanlılık dönemi hakkında<br />

ölçülere dair bilgi almak istiyoruz. İslam, nişanlanmış<br />

iki gencin görüşme haddini nasıl belirliyor?<br />

Buna telefonla görüşmeyi de dâhil edersek nasıl<br />

bir sınır ortaya çıkıyor?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Allah Rasûlü(sav)<br />

evlenilmesi düşünülen kızın görülmesini tavsiye<br />

ediyor ve bunun evliliğin devamı için daha doğru<br />

olduğunu vurguluyor. İslâm’ın istediği evlilik hayatının<br />

istikrarlı oluşudur. Bunun için de tarafların<br />

birbirini görmesi doğru olandır. Bu fıtratın fıtratı<br />

20


GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN SIK KARŞILAŞTIĞI<br />

FIKHİ MESELELER VE HÜKÜMLERİ<br />

kabul etmesi içindir. Görülmesi gereken yüzdür.<br />

Ne derece bahane bulunursa bulunsun bundan<br />

öte görüşmeler faydalı değil, zararlıdır. “Daha<br />

yakından tanımak istiyorum, nelerden hoşlanıyor<br />

bilmek istiyorum veya o beni daha iyi tanısın” gibi<br />

bahaneler, bu bahanelere sığınarak sık sık görüşmeler<br />

yanlıştır. Bu devrede taraflar birbirleri doğru<br />

yönleriyle tanıyamazlar, tanıdıklarını zannedişleri<br />

de yanıltıcıdır.<br />

Kız veya erken olsun evlenmeyi düşünen<br />

kimseler bir birleri hakkındaki bilgiyi buluşup<br />

görüşerek değil, okul, iş veya mahaller çevrelerinden<br />

öğrenmelidirler. Bu bilgiler daha doğru ve<br />

istikrarlıdır. Flörtlük diye adlandırılan üslupla birlikte<br />

olunduğu anlarda konuşulanlar, yaşananlar evlilik<br />

hayatı içinde daha <strong>son</strong>raları karşıya silah olarak<br />

kullanılırlar. Evliliğin gerçekleşmemesi durumunda<br />

da leke bırakıcıdır. Bundan daha çok da kız tarafı<br />

zarar görür, itibar kaybı ve hayal kırıklıkları yaşanır.<br />

Elzem durumlar dışında telefonla görüşme de<br />

doğru değildir. Söz olmadık yerlere, <strong>son</strong>unda da<br />

vesveselere kadar uzanır. Eğer telefon görüşmeleri<br />

oluyorsa bu konuşmalar bitip tükenmez, telefonlar<br />

da kapanmaz. Her hangi bir sebeple telefon<br />

edilememişse bekleyişler de bitmez; “Bak telefon<br />

etmedi, demek ki yeterince sevmiyor,” kanaatlerine<br />

de dönüşür.<br />

BİZ : Müslüman gençler olarak yediklerimiz ve<br />

içtiklerimiz hususunda hassas davranmaya çabalıyoruz<br />

fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki neler<br />

sakıncalıdır neler değildir ayırt etmekte zorlanıyoruz,<br />

ilim ve cihat ehli kardeşlerimizin ellerinde kola<br />

ve türevi içecekler görebiliyoruz. Bunlara binaen<br />

sormak istiyoruz ki: Piyasadaki şüpheli yiyeceklere<br />

ve gazlı içeceklere karşı duruşumuz nasıl<br />

olmalıdır? Birtakım gıdaların içerisinde bulunan<br />

jelatin maddesini tüketebilir miyiz? Bunlar caiz<br />

midir değil midir?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Coca-Cola gibi<br />

içeceklerden iki açıdan uzak durulmalıdır:<br />

1 – BEDENE VERDIĞI ZARARLAR, IÇINDE TAŞI-<br />

DIĞI ŞÜPHELI MADDELER.<br />

2 – SAHIPLERININ İSLÂM’A DÜŞMEZ OLUŞU VE<br />

SIYONIST ZIHNIYET TAŞIMALARI.<br />

Esasen sıhhî açıdan bütün asitli içeceklerden<br />

uzak durmakta fayda vardır. Yerine meyve suyu,<br />

ayran, su veya diğer tabiî şeyleri içmeyi alışkanlık<br />

<strong>hali</strong>ne getirip, bu gün gazlı içecekler diye adlandırılan<br />

asitli içeceklerden ve enerji verdiği iddia edilenlerden<br />

uzak durulmalıdır. Karşımızdaki insanların<br />

bu nevi içeceklerle bize karşı hem maddi, hem<br />

de sıhhî savaş sürdürdükleri unutulmamalıdır.<br />

Bu içeceklerin asıl zarar veren yanı içindeki karbondioksit<br />

gazı değil, taşıdığı kimyevi maddeler,<br />

şüpheli ve karanlık olanlar, bağımlılık yapanlar ve<br />

asitlerdir.<br />

Genlerimiz kendilerini farklı bir köleliğe<br />

mahkûm ettirtmeyecek kadar iradeli olmalıdırlar.<br />

Jelatine gelince; gıda maddelerinde kullanılan<br />

jelatinin kemikten yapıldığı bilinen bir gerçektir. Bu<br />

jelatin eti yenen hayvanların kemiğinden yapılıyorsa<br />

bunda sıkıntı yoktur. Çünkü kemik temiz<br />

kabul edilir. Ancak domuz gibi her yünü ve her<br />

parçası necis kabul edilen hayvanların kemiğinin<br />

jelatin yapımı için kullanılması haramdır, ondan<br />

yapılan jelatinin kullanıldığı mamulü yemek de<br />

caiz değildir.<br />

BİZ: Talebeler olarak çok sık yaşadığımız fakat<br />

sorgulamak dahi kimi zaman aklımıza gelmeyen<br />

bir hususun hükmünü danışmak istiyoruz. Piyasada<br />

orijinali bulunan bir kitabın fotokopisi çekilebilir<br />

mi? Müellifin hayatta olup olmaması durumu<br />

etkiler mi?<br />

21


DR. MUHAMMED ŞERAFETTIN KALAY<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Yazarı ister hayatta<br />

olsun isterse olmasın fotokopi çektirerek nüsha<br />

elde etmenin caiz olacağı, çoğaltılarak satılmanın,<br />

diğer ifade ile ticaretinin yapılmasının ise caiz<br />

olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bir insan eliyle<br />

yazarak da kendine bir nüsha edinebilir.<br />

Yazarlar da bu gerçeği bilerek buna göre niyet<br />

taşımalı ve hareket etmelidir. Neticede ilmin<br />

asıl hedefi dünyalık kazanmak değil, rıza-yı Barî<br />

kazanmaktır. Yazan insanların da dünyevî ihtiyaçlarının<br />

olduğu unutulmamalıdır.<br />

BİZ: Gündemimize yakın zamanda oturmuş<br />

olan ve bir çok tartışma ve fikir ayrılığına sebep<br />

olmuş bir hususu size de sormak istiyoruz. Efendimiz<br />

(Aleyhissalatu vesselam)’ın canlandırılmasının<br />

hükmü nedir? Bizim Bu canlandırmaya karşı<br />

tutumumuz nasıl olmalıdır?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Peygamber Efendimizin<br />

rol yapan herhangi bir insanla canlandırılmasının<br />

doğru olmadığına, bunun sıradan bir hata<br />

olmayacağına, bunu yapan ve destekleyenlerin<br />

büyük vebal kazanacağına, yapılanın Rasûlullah’ın<br />

hürmetine, heybetine, hayallere yerleşen onunla,<br />

ilgili duygulara zarar vereceğine, künyesiyle künyelenmesine<br />

bile izin vermeyen Rasûlullah’ın asla<br />

buna rızasının olmayacağına inanıyorum.<br />

Ayrıca bu nevi teşebbüste bulunan insanların<br />

kendi yapılarına, inanışlarına, hedeflerine, özentilerine<br />

de dikkat edilmelidir. Bu dikkatler ortaya<br />

ibretli neticeler çıkaracaktır.<br />

Misali gözler önündedir. Bu filmi yöneten şahıs<br />

şiîdir, batı özentilidir, filmin gişe hasılatı onun için<br />

en önemli şıklardandır. İster istemez bütün bunların<br />

eseri filimde kendisini gösterecektir. Zaten<br />

yeteri kadar zihin bulandırıcı unsurla karşı karşıya<br />

olduğumuz günlerde yeni bir bulanıklık gelip duygularımızı<br />

sarsmaya, bulandırmaya çalışıyor.<br />

İleri gelen sahabîlerin de rol yapanlara teslimini<br />

doğru bulmuyorum… Tebliğ için Asr-ı Saadet’e<br />

uzanmak isteniyorsa bunun ustaca farklı yolları<br />

vardır. Emek sarf edilmeli, zihinler çalıştırılmalı ve<br />

fayda getirecek, zarar vermeyecek, takdir edilecek<br />

yollar bulunmalıdır.<br />

Diğer açıdan gençlerimiz de sinemanın bizimle<br />

çok uyumlu olmayan dünyasına sürüklenmemelidir.<br />

Zaten evlerin içinde yeterince filmin<br />

oynamaya başladığı bir zaman diliminde havasında<br />

kir olan salonlara ihtiyaç duyulmamalıdır…<br />

BİZ: Hemen her fakültede ve dahi liselerde<br />

karşımıza çıkan bir konu olan kopyayı ve bunun<br />

hükmünü özellikle sormak istiyoruz. Ve açık bir<br />

şekilde tarafınıza soruyoruz; Sınavlarda kopya<br />

çekmenin hükmü nedir? Kopya çekme durumu<br />

fakülteden fakülteye değişir mi?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Bu sorunun cevabını<br />

hepinizin bildiğine inanıyorum. Ancak sigaranın<br />

hükmüyle ilgili cevapların çoğunun gayr-ı ciddi<br />

oluşu gibi buna verilen cevapların çoğunun da<br />

gayr-ı ciddi olduğu kanaatindeyim.<br />

Kopya bir aldatma, bilmeden bilir görünme, hak<br />

edilmeyeni elde etmeye çalışma, başkalarının<br />

hukukunu çiğneme, öğrenilmesi gerekeni öğrenmeme,<br />

giderek derslerde gevşekliğe sebep olma,<br />

insanın kendi onuruna da zarar verişidir. Şahsiyetli<br />

gençlerimizin şahsiyetine yakışır davranması<br />

tercih edilmelidir.<br />

Evet, bazı dersler var, manasız, faydasız, hatta<br />

zararlı. Bu, ne yazık ki ülkemizde bir eğitim hayatı<br />

gerçeği. Yine de mü’min gönüller onurlu davranmalı,<br />

kötü zihniyetin seviyesine inmemeli, eğriyi<br />

doğrultmak, eğriliğin derecesini örnek göstere-<br />

22


GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN SIK KARŞILAŞTIĞI<br />

FIKHİ MESELELER VE HÜKÜMLERİ<br />

bilmek için öğrenmeli, eğriyle beraber eğrilmemeli,<br />

yanlışla beraber yanlışa düşmemelidir.<br />

BİZ: Gelişen teknoloji ve çağımızın getirdiği bolluklara<br />

binaen sormak istiyoruz ki Müslümanlara açık<br />

şekilde zulmeden ülkelerin mallarını kullanmak caiz<br />

olur mu?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Bütünüyle kullanılmaz<br />

veya satın almak caiz değildir diyemeyiz. Çünkü bu<br />

mallara ihtiyacımız ciddi boyutlarda olabilir. Peygamber<br />

efendimiz de ahlâkî çöküntülerine rağmen Yahudilerle<br />

alış-veriş yapmıştır. Kervanlar Asr-ı Saadette<br />

de Bizans, Pers topraklarına gitmiş, gelmiş, oralarda<br />

alış-veriş yapmıştır. Ancak iktisadî mücadelenin<br />

günümüzde neredeyse silahlı mücadelenin önüne<br />

geçtiği bir gerçektir. Hristiyan ve Yahudi dünyasının<br />

bize karşı ciddi bir ekonomik savaş içinde olduğu, bizi<br />

iktisaden çökertmek ve kendilerine bağımlı, sürünen<br />

ve sık sık kapılarına varıp yardım dilenen bir devlet<br />

<strong>hali</strong>ne getirmeye çalıştıkları, zaman da bu emellerine<br />

ulaştıkları bir gerçektir.<br />

Hem elimizdeki parayı alıp, hem de kendi paramızla<br />

bize zarar verecek eşya pazarladıkları da bir<br />

gerçektir. Daha önce sorduğunuz Coca-cola bunun<br />

örneklerindendir. Gıda maddelerinin içine neler karıştırdıkları,<br />

kendi diyarlarında yasakladıkları nice malı ve<br />

maddeyi bize sattıkları da artık saklanılamayacak bir<br />

durumdadır.<br />

Mü’min basiretli olmalı, kendi ihtiyaçlarını iyi tespit<br />

etmeli, hayati ehemmiyet taşıyan malları kendisinin<br />

üretmesi gerektiğini anlamalı ve bunun için el ele<br />

verip çalışmalı, zarar verecek, bağımlı hale getirecek<br />

veya savunma sanayiinde olduğu gibi en muhtaç<br />

olduğu anda ambargo ile karşı karşıya kalıp çaresizlikten<br />

kıvranmayacağı bir siyaseti takip etmelidir.<br />

Zalimden merhamet beklemek veya zalimin eline<br />

düşmek acizliktir ve biz bu acizliği çok yaşadık.<br />

İslam âlemi hiç de az bir nüfusa sahip değildir.<br />

İçlerinde alım gücü çok yüksek olanlar var. Ellerinde<br />

can alıcı maddeler var. Allah’ın lütfu büyük nimetler<br />

bahşetmiş. Batıda Fas ile Atlas Okyanusuna dayanan,<br />

doğuda adalarıyla Pasifik Okyanusunun ortalarına<br />

doğrulduğu zaman muazzam bir coğrafyaya sahiptir.<br />

Akdeniz’in çoğu elindedir. Çanakkale, İstanbul Boğazı<br />

elindedir. Cebel-i Tarık Boğazını kontrol edebilmesi<br />

mümkündür. Süveyş Kanalı elindedir. Karadeniz’in<br />

neredeyse yarısı, Ege’nin bir kısmı, Basra Körfezi,<br />

Kızıl Deniz, Hint Okyanusunun büyük kısmı elindedir.<br />

Nice madenler, petrol, doğal gaz sahibidir… Bu<br />

coğrafyaya ve imkâna sahip olan Müslümanların bir<br />

de yeterli şuura sahip olduğunu hayal ediniz. Dünya<br />

titreyecek, zulümler duracak, insanlık tarihi farklı<br />

mecrada akacaktır.<br />

Bu imkânlar mümkün iken iktisadi gücün durmadan<br />

bizleri hançerleyen zalimlere karşı kullanılmaması<br />

ciddi bir hatadır.<br />

Sorunuzla daha çok dünyayı fesada boğan ve<br />

Filistin’deki kardeşlerimize zulmeden Siyonist zihniyetin<br />

İsrail içinde veya dışında ürettiği malları kastettiğiniz<br />

kanaatindeyim. Onların boykot edilmesini<br />

arzuladığınızı umuyorum. Evet, boykot edilmeli ama<br />

günümüzde yapılan boykot şeklinden daha zekice<br />

olmalıdır….<br />

Misal anlamaya yardımcıdır. Biz, Filistin’de kan<br />

aktığı, canımız yandığı veya Fransızlar, İtalyanlar<br />

ülkemize, inancımıza dil uzattığı günlerde Yahudi,<br />

Fransız veya İtalyan mallarını boykot ilan ediyoruz.<br />

Hemen bir boykot listesi hazırlıyor ve bunu paylaşıyoruz.<br />

Listede yaklaşık 500 civarında ürün yer alıyor.<br />

Bunlardan uzak durulması isteniyor… Bunlar içinde<br />

ciddi derecede ihtiyaç duyulan, mallar da var. Bunların<br />

muadilini de ne yazık ki üretemedik. Acılar taze<br />

olunca, listeler de yayınlanınca şuurlu kardeşlerimiz<br />

bir müddet ihtiyaç duysalar da bu mallara yaklaşmıyorlar.<br />

Zaman ilerledikçe, duygular yatıştıkça boykot<br />

da gevşiyor…<br />

Böyle yapmak yerine içlerinden 3 veya 5 adet en<br />

şerlileri (meselâ Coca-Cola, Danone, Algida, Kinder<br />

gibi ürünler) seçilse büyük bir titizlikle bunlardan uzak<br />

durulması için kampanya yürütülse, hem ülkemizdeki,<br />

hem de İslâm âlemindeki duygular canlı tutulsa,<br />

bu hamle çökertilinceye kadar devam etse, arkasında<br />

yeni bir beş madde seçilerek onlara yüklenilse daha<br />

tesirli olacağı ve verim vereceği kanaatindeyim. Böyle<br />

bir çalışmada zaten ilk çökenler <strong>son</strong>rakilere ibret<br />

olacak, iktisadî mücadelenin tesiri de daha derinden<br />

hissedilecektir.<br />

BİZ : Hanım kardeşlerimizde sık sık karşılaştığımız<br />

bir mevzu olan makyaj yapmakla alakalı iki önemli<br />

hususu sormak istiyoruz. Müslüman kadının tesettüründe<br />

makyaj olabilir mi? Sünnet olan göze sürme<br />

çekme amelini dışarıda da yapmak caiz midir?<br />

Dr. M. Şerafettin KALAY: Kadının fıtratında ziynet<br />

düşkünlüğü vardır. Makyaj da bu çerçevede değerlendirilmelidir.<br />

Ziynet nasıl beğenilme arzusuyla takılıyorsa,<br />

makyaj da bu arzunun neredeyse zirvesidir.<br />

Ancak insanın fıtratında iştah, arzu, şehvet, kazanma<br />

duygusu da vardır. İslâm bu nevi duyguları<br />

inkâr etmez. İnsana bahşedilen irade ile kontrol altına<br />

alınmasını ve helal ölçüleri geçmemesini, Allah’ın<br />

gazabını, laneti çekecek dereceye ulaşmamasını, hak<br />

gasplarına yol açmamasını, fitne yaymaya sebep<br />

olmamasını, kaynaklık etmemesini, kişinin vakar ve<br />

onurunu yaralamamasını, onu hafifleştirecek dereceye<br />

varmamasını emreder.<br />

Bu emirlere riayet insana değer kazandırır. Garip<br />

bir durumdur; biz çok defa ayna karşısındaki görünüşümüze<br />

bakarız, buradaki görünüşün bize güzellik<br />

23


DR. MUHAMMED ŞERAFETTIN KALAY<br />

kattığını zannederiz de insanı insan yapan değerlerin<br />

insana neler kazandırdığına, yokluğunun neler kaybettirdiğine<br />

çok dikkat etmeyiz.<br />

Allah Rasûlü(sav); “Kıyamet gününde mü’min kulun<br />

mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur.<br />

Allah, rezil, kaba, çirkin ve çirkef tavırlı insanları sevmez,”<br />

buyurur.<br />

Âişe Vâlidemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte<br />

de; “Bir mü’min güzel ahlâkıyla, namaz ve oruca tutkun<br />

olup devamlı ibadet eden insanların derecesine<br />

ulaşır,” buyrulur.<br />

Bunun sebebi ahlâkın bütün hayatımızı kuşatışı,<br />

hayatımızın her nefes alış-verişinde var oluşudur.<br />

İbadetler belli bir zaman çerçevesi ile çerçevelidir.<br />

Güzel ahlâk ise hayatın her anında artık onu taşıyan<br />

kişinin vasfı olarak bulunur ve her an o kişiye ecir<br />

kazandırmaya devam eder.<br />

İşaret ettiğimiz gibi, her gün, -belki bir kaç kere- aynaya<br />

bakıp dış görünüşümüze çeki düzen veriyoruz.<br />

Hiç davranışlarımıza, edep ve terbiyemize, konuşma<br />

üslubumuza, duygu ve düşüncelerimizi dış dünyaya<br />

aksettiriş tarzımıza; bizi gören, bizimle komşuluk, arkadaşlık,<br />

iş arkadaşlığı yapan, yolculuk eden, bizimle<br />

alış-verişte bulunan, sohbet eden insanların gözüyle<br />

bakıyor muyuz? Kendimize bu konuda çeki düzen<br />

veriyor muyuz? Dıştan bakarak kendimizi bütünüyle<br />

değerlendiriyor muyuz?<br />

Ahlâkî açıdan görünüşümüzün, iç dünyamızın dış<br />

dünyaya aksedişinin güzelliği, selim fıtratla uyumluluğu,<br />

kılık kıyafetimizin güzelliği, uyumluluğu kadar<br />

değer taşımıyor, bizi ilgilendirmiyor mu!?<br />

Güzel görünmek için pahalı, markalı elbiseler<br />

alan, dış elbiselerle gömleklerin, kazakların, elbiselerle<br />

ayakkabıların, çorapların, kravatın renk uyumuna<br />

kadar dikkat eden insanları görüyoruz. Hanımlarda<br />

elbiselere, renklere dikkat de yetmiyor, bütüne ziynetler<br />

de ekleniyor, çantaların uyumu hesap ediliyor,<br />

özene bezene giyiniliyor, takınılıyor…<br />

Saçlar taranıyor, elbisenin kıvrık yerleri, görünüşü<br />

zedeleyen yanları düzeltiliyor. Başörtülere şekiller<br />

veriliyor, gerekirse çıkarılıp tekrar tekrar ayarlanıyor.<br />

Yandan, önden bakışlarla ayna karşısında dakikalar<br />

harcanıyor… Kısaca güzel görünüşle, çirkin görünüşler<br />

engellenilmeye çalışılıyor.<br />

Aşırı olmamak şartıyla bunları yadırgamadığımıza<br />

da vurgu yaptık. Bu sözleri de yadırgadığımızı ifade<br />

etmek için dile getirmiyoruz. Dile getirmek istediğimiz<br />

şudur: Acaba kıyafetlerimiz kadar kaba, edep<br />

dışı veya çiğ bir sözün, bencil, yersiz veya hafif bir<br />

davranışın bizi ne kadar çirkin göstereceğine de<br />

dikkat ediyor muyuz? Onların yakışıksızlığı da elbise<br />

yakışıksızlığı kadar dikkatimizi çekiyor mu? Ahlâkımızın<br />

değeri kıyafetimiz kadar yok mu?..<br />

İsterseniz soruyu şöyle soralım: Kaba veya edep<br />

dışı bir söz ve davranışın, yersiz veya hafif bir hareketin<br />

verdiği çirkin görüntü, ceketin yakasının<br />

kalkık, saçlardan bir bölümünün dağınık olmasından,<br />

çorabın renginin elbiseye uymamasından daha mı<br />

önemsizdir?!. Elbisesi güzel olanın çirkin davranışına<br />

dikkat edilmez mi? Güzel görünen ve markalı bir<br />

kravat kabalığı, bencilliği, sinsiliği, hilekârlığı, düzenbazlığı,<br />

kibir ve gururu örter mi?... Yüksek topuklu bir<br />

ayakkabı, boyunuzu yüksek gösterdiği gibi, edep ve<br />

terbiyenizi, insanî değerlerinizi de yüksek gösterir<br />

mi?..<br />

Siz karşınızdaki insanda hangisini görmek istersiniz<br />

veya hangisini daha çirkin görürsünüz?!.<br />

Düşününce şu gerçeği hep teslim ediyoruz: Edep,<br />

terbiye, ahlâk dünyevî hiçbir malla kıyaslanmayacak<br />

kadar güzel ve değerlidirler. Ancak aklı ve insafı olan<br />

herkes tarafından kabul edilen bu gerçek, zihinlerden<br />

asla uzak tutulmamalıdır; kadri bilinmeli, hayata ona<br />

göre yön verilmelidir.<br />

Bu sözlerden <strong>son</strong>ra dönüp kendi kendimize soruyoruz.<br />

Makyaj bunun neresinde? Bize ne kazandırıyor,<br />

ne kaybettiriyor? Bizi güzel mi gösteriyor, hafif meşrep<br />

veya özentili, şahsiyeti oturaksız mı gösteriyor?..<br />

Bunun cevabını takdirlerinize bırakıyorum.<br />

Makyaj maddelerinin içinde ne var? Tenimize,<br />

sıhhatimize, dinimize, ahlâkımıza ne yönde tesir<br />

ediyor?. Bu da ayrı bir soru.<br />

Kızlarımıza bir soru daha sormak istiyorum:<br />

Siz erkek olsaydınız nasıl biriyle yuva kurmak,<br />

hayatınızı paylaşmak için, yavrularınızın yetişmesi<br />

için, eğer hedefiniz iki cihan saadetini<br />

elde etmek ise bunun için nasıl biriyle evlenmek<br />

isterdiniz?..<br />

Sürmeye gelince, sürme hem caiz, hem de göz<br />

için faydalıdır. Ayette de “ancak kendiliğinden görünenler”<br />

içinde sürme de zikredilir.<br />

Ancak kimsenin sürme sürmediği, gözlerin<br />

sürmeye alışık olmadığı bir ortamda sürme sürmek<br />

ve bu şekilde dolaşmak doğru değildir. Belli oranda<br />

böyle bir davranış kişiyi hafif gösterir. Sırf kadınların<br />

olduğu yerde veya ev ortamında sürülmesinde bir<br />

mani yoktur.<br />

Ruj, hem içindeki maddeler, hem sağlık, oje, hem<br />

tırnak yüzeyini kaplaması, hem sağlık, her ikisi de<br />

kullananı hafifleştirdiği için mahzurludur. Sentetik saç<br />

boyaları da, oje kalınlığında olmasa da saç yüzeyini<br />

kapladığı için mahzurludur. Ümmü Seleme Validemizin<br />

naklettiği kadınların örgülü saçlarını çözmeme<br />

ruhsatı, kadınların örgülü saçıyla sınırlıdır, hem<br />

erkeklerin örgülü saçı buna kıyas edilemeyeceği gibi,<br />

boyaların da kıyası doğru değildir. Nitekim bir kadının<br />

saçı örgülü olmayıp belini geçecek derecede uzun<br />

olsa dibini yıkayarak bırakamaz, gusülde bütününü<br />

yıkamak zorundadır. Aksine fetvalar ihtiyatsızdır…<br />

24


MAKALE<br />

HALEPLI MAHMUD NUREDDIN SHABAN<br />

Halep...<br />

BUGÜN DOĞUNUN VE BATININ DILINDEN<br />

DÜŞMEYEN KELIME...<br />

Tarih yazmış ve bugünde tarih yazan şehir...<br />

İzzetin ve kararlılığın şehri... Sabrın ve sebatın şehri...<br />

Halep… Halep ‘in ne olduğunu<br />

nerden bilebilirsin ??!!<br />

Yeryüzün de kurulmuş en eski şehir, başlangıç<br />

tarihi bilinmemekte ancak üstünden hayat dolu çok<br />

zamanlar geçmiştir...<br />

Eski ve yeni dünya medeniyetini birleştiren İpek<br />

yolu üzerinde kurulmuş bir şehirdir...<br />

Gezgin tacirlerin ve devlet büyüklerinin uğradığı <strong>son</strong><br />

duraktır...<br />

İLMIN VE AMELIN MERKEZIDIR...<br />

Üzerinden toprağına ve kültürüne derin izler nakşetmiş<br />

(yanaklarına nakış işlenmiş)<br />

nice medeniyetler gelip geçmiştir.<br />

Kokusu misk’tir ve güzel görünüşü Allah’ın kılıcı<br />

Halid bin Velid’in Miladi 7.Yy’ da Anadolu kapısından<br />

girmesiyle başlayan İslam medeniyetinin örtüsüdür\<br />

elbisesidir (libasıdır).<br />

Bu büyük fetihle beraber Halep bugün bildiğimiz<br />

Halep olmuştur. İslam’ın Haleb’i olmuştur. Fetihlerin<br />

ve zaferin Halebi olmuştur. Bu zaferlerden biri de<br />

İslam ordusunun Anadolu’da, Horasan’da ve birçok<br />

İslam ülkesinde kulları kula kulluktan, Allah’a kulluğa<br />

döndürmesidir...<br />

Halep’te 5.Halife olan Ömer ibni Abdulaziz’in<br />

yapımını üstlendiği en büyük ve eski Emevi Camii<br />

inşa edilmiştir.<br />

Halep İslam nimetine sahip olma hususunda<br />

kararlığına devam etmiş, İslam’ı kalkındırmış ve onun,<br />

Hamdâni Devleti’nin kılıcı Ebu Firas zamanında ilmi<br />

ve edebi yönden parlamasını sağlamıştır. Halep adil<br />

sultan Şehid Mahmud Nureddin Zengi’nin eliyle<br />

Rum gazvesinden <strong>son</strong>ra yeniden doğmuş ve Halep,<br />

zamanında Haçlı birliklerine karşı koyma ve Allah’ın<br />

düşmanlarıyla savaşta layık olduğu yeri almıştır.<br />

Nureddin Zengi’den <strong>son</strong>ra Selahaddin Eyyubi gelmiş<br />

ve büyük bir ordu Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın pis<br />

Haçlılardan kurtulması ve özgür olması için Halep’ten<br />

çıkmıştır.<br />

Halep, 1.Sultan Selim’in fethettiği gün gelip de asıl<br />

mevkiine dönünceye kadar Moğol saldırılarına maruz<br />

kalmış, fetihten <strong>son</strong>ra, Osmanlı Devletinin ilk Arap<br />

vilayeti aynı zamanda başta Şam olmak üzere bütün<br />

Arap ülkelerinin de anahtarı olmuştur.<br />

Halep, sanayisi, ilmi ve tecrübeleriyle gelişip, İstanbul<br />

ve Kahire’den <strong>son</strong>ra en önemli 3. şehir sayılmıştır.<br />

20.yy’ın başlarında Fransız ihtilali belasına uğramıştır.<br />

Halkı, üzerlerinde hain planlar yapanları oradan<br />

çıkarana kadar cihattan geri durmamış. Halep, en<br />

kötü günlerini onların yönetimleri altında yaşamış,<br />

heyecanlı gençlerinden birçoğunu kaybetmiştir.<br />

Halkın çoğu evini barkını bırakıp dünyanın dört bir<br />

tarafına dağılmak zorunda kalmıştır.<br />

Ve böylece mübarek Suriye devrimi tam 5 yıl<br />

önce başlamış oldu.<br />

İşkencenin, kuşatmanın, tahribatın, yıkımın, en şiddetlisine<br />

gebe kaldı. Halkından binlerce kişi öldürüldü,<br />

mahsur edildi, ülkelerini terk etmek zorunda bırakıldı.<br />

Ama onlar, sabrettiler ve direndiler.. Zulme ve bu<br />

verdikleri mücadeleden dönmeye asla razı olmadılar.<br />

Halep kuşatıldı… Halep viran oldu… Halep aç bırakıldı…<br />

Ama Halep bu enkaz altında sabrı bırakmadı…<br />

Mücahitler, alçak ve hain düşmanlara karşı Ümmet’in<br />

dini ve şerefini korudular hala da koruyorlar…<br />

ÜMMET, HALEP’TIR!!<br />

Kendi çabalarıyla Zafer’e ulaşamasalar bile dualarla<br />

ulaşacaklar…<br />

VE BIZLER, ŞAM VE HALEP HALKI OLARAK,<br />

‘RABBIMIZ, SEN’DEN BAŞKA NEYIMIZ VAR KI!’’<br />

SLOGANINI ATMAYA DEVAM EDECEĞIZ…<br />

25


TERCÜME: MERVE MAHİTAPOĞLU - AIŞENUR YILMAZ<br />

حلب...‏<br />

كلمة على لسان أ اهل الشرق والغرب اليوم مدينة<br />

صنعت التاريخ وتصنعه اليوم مدينة العز والصمود ...<br />

مدينة الصبر والثبات<br />

‏!!حلب وما أ ادراك ما حلب؟؟<br />

اقدم مدينة مسكونة على وجه أ اال رض ال يعرف التاريخ بدايتها<br />

أ<br />

ولكن يعرف أ انها على مر أ االيام مليئة بالحياة<br />

مدينة واقعة على طريق الحرير تربط بين حضارات العالم القديم<br />

والجديد<br />

محط الرحالة التجار والقادة...‏ مركز العلم والعمل..‏ مرت عليها<br />

حضارات كثيرة نقشت على خدودها آ اثارًا عظيمة تبدو في قسمات<br />

ا رضها وثقافتها<br />

أ<br />

وكان أ اعبقها ر ائحة أ وا زهاها حلة الحضارة اإلسالمية التي أ بدات<br />

بدخول سيف هللا المسلول خالد بن الوليد من باب أ انطاكية في<br />

القرن السابع الميالدي،‏ بهذا الفتح العظيم صارت حلب التي<br />

نعرفها اليوم،‏ صارت حلب اإلسالم وحلب الفتوحات وحلب<br />

النصر،‏ منها انطلقت جيوش اإلسالم لتحرر العباد من عبادة<br />

العباد إلى عبادة رب العباد في أ االناضول وخراسان وغيرها من<br />

بالد المسلمين اليوم<br />

فيها بُ‏ ني المسجد أ االموي من أ اكبر أ واقدم المساجد الذي أ اشرف<br />

على بنائه الخليفة الراشدي الخامس عمر بن عبد العزيز<br />

واستمرت حلب تتقلب في نعم اإلسالم وزاد ازدهارها أ وتال<br />

العلمي أ واالدبي في زمن سيف الدولة الحمداني أ وابي فراس<br />

الشاعر،‏ ثم ولدت حلب من جديد بعد غزو الروم لها على يد<br />

السلطان العادل نور الدين محمود الشهيد الزنكي وعادت حلب<br />

ّ ً قها<br />

في زمانه إلى مكانتها في صدّ‏ الزحف الصليبي ومقارعة أ اعداء هللا<br />

واإلنسانية على كل الجبهات،‏ ثم جاء من بعده صالح الدين<br />

االيوبي فخرجت منها جحافل الجيوش لتشارك في تحرير القدس<br />

أ<br />

والمسجد أ االقصى من رجس الصليبين<br />

ثم مرت على حلب أ اعاصير من الغزو المغولي حتى عادت إلى<br />

مكانتها يوم دخلها السلطان سليم أ االول أ واصبحت حلب الوالية<br />

العربية أ االولى في الدولة العثمانية وصارت مفتاح بالد الشام<br />

‏.والبالد العربية عامة<br />

وكانت حلب المدينة الثالثة في أ االهمية بعد اسطنبول والقاهرة..‏<br />

‏..وترقت صناعتها وعلمها وتجارتها<br />

حتى انتكبت حلب باحتالل الفرنسيين في بداية القرن العشرين<br />

ولم يتوقف أ اهلها عن جهادهم حتى خرجوا مكرهين ولكن تركوا<br />

خلفهم منافقين أ ا أ سوا منهم يتحكمون في مصير البالد الطاهرة،‏<br />

فعاشت حلب تحت حكمهم أ اشد أ ايامها وفقدت الكثير من<br />

شبابها النشيط المثقف،‏ وتشرد الكثير من أ اهلها في أ اصقاع<br />

اال رض<br />

أ<br />

حتى هبت الثورة السورية المباركة قبل خمس سنوات..‏ أ تاخرت<br />

حلب قليال ولكن كان أ لتاخرها في اللحاق بركب الثورة حكمة<br />

ا رادها هللا...‏ فتحولت حلب بعد ذلك إلى حاضنة الثورة وقائدة<br />

أ<br />

لها،‏ وتلقت أ اشد أ انواع العذاب أ واشد أ انواع القصف والدمار وقتل<br />

اهلها آ باالالف وحوصروا وشردوا...‏ ولكنهم بقوا صابرين ثابتين<br />

أ<br />

ال يرضون بالظالم وعودته،‏ تداعى على هذه المدينة الصابرة أ امم<br />

الشرق والغرب كما تتداعى أ االكلة على قصعتها،‏ وخذلها القريب<br />

والبعيد ولكن هللا لم يخذلها<br />

حوصرت حلب ... دمرت حلب...‏ ِ جوّ‏ عت حلب...‏ ولكن أ اهلها<br />

من تحت الركام صابرون وعائدون ومن خالل الخراب مجاهدون<br />

يدافعون عن دين أ امة وشرفها ضد عدو طائفي حاقد لئيم<br />

فانى هذه أ االمة من حلب..؟؟<br />

أ<br />

إن لم ينصروها أ بانفسهم فلينصروها بدعائه<br />

ونستمر نحن أ اهل الشام وحلب بهتافنا يا هللا ما لنا غيرك يا هللا<br />

محمود نور الدين شعبان الحلبي<br />

26


MAKALE<br />

YRD.DOÇ. DR. ALI AL OMARI<br />

İLİM TALEP ETMENİN<br />

YÖNTEMLERİ<br />

Vaktin uğruna harcandığı yılların onu elde etmede yetersiz kaldığı<br />

rahmet bulutlarından bereket elde edilmeye çalışılan eylemlerin<br />

“en faziletlilerinden biri de FAYDALI ILIM TALEP ETMEKTIR.<br />

Eskiden denilirdi ki:<br />

“İLME KENDINI VERIRSEN O DA SANA BIR<br />

KISMINI VERIR.”<br />

Oysa günümüzde bir çok genç vaktin bereketsizliğinden<br />

yakınmakta. Yıllar ardı sıra gelir ve<br />

geçer ancak ilimden elde edilen paye aslında kişinin<br />

istediği oranla sınırlı kalır. Bunun sebebi açık,<br />

disiplinli bir planın olmamasıdır.<br />

Talebe, kendisini güçlendirecek bir takım<br />

dersler ve kitaplar seçer . Ama gayretli olan talebe,<br />

zamanla bir ilme tam vakıf olamadan kendini<br />

birden fazla ilmin kapısında buluverir. İşte bu<br />

yüzden Alimlerimiz; ilim tahsilinin başlangıcında<br />

açık, sınırları belli olan ayrıca sarf ettiği çabaya<br />

ve vakte uygun bir yöntem ortaya koymuşlardır.<br />

Bütün bunlardan daha da önemlisi öğrencinin ilmi<br />

bir melekeye sahip olmasıdır.Tıpkı İbn Haldun’un<br />

mukaddimesinde bahsettiği gibi.<br />

Mesela Akaidde Tahaviyi, Fıkıhta Kuduriyi gibi...<br />

Bu seviyedeki talebe kafası karışmasın diye ihtilaflı<br />

meselelerden uzak durmayı tercih eder. Zaten bu<br />

seviyenin hedefi delilleri öğrenmeksizin meseleleri<br />

öğrenmektir .Meseleleri delilleriyle öğrenmek ise<br />

ikinci seviyenin işidir.<br />

İKINCI SEVIYE:<br />

Bu seviyede ise Talebe önemli meseleleri öğrendikten<br />

<strong>son</strong>ra bu meselelerin delillerini araştırmaya<br />

geçer. İhtilaflı meseleleri anlamaya yönelik<br />

delillerin kuvvet yönünü araştırır.<br />

ÜÇÜNCÜ SEVIYE:<br />

Bu seviyeye varan öğrenci artık farklı mezheplerdeki<br />

görüşleri araştırma yetisi kazanır hatta<br />

içlerinden birisini tercih edebilecek seviyeye kadar<br />

gelir. O yüzden bu seviyenin kitapları ihtilaflı meselelerle<br />

dolu kitaplardır.<br />

Toparlarsak bahsini ettiğimiz bu, ‘’Yöntem’’ ilmi<br />

3 seviyeye ayırır ve her seviyenin ayrı bir yolu ayrı<br />

ayrı kaynakları vardır. Bu seviyelere şöyle bir göz<br />

atalım :<br />

BIRINCI SEVIYE:<br />

Bu seviye başlangıç seviyesidir. Talebe bu<br />

seviyedeyken henüz bilimsel konuları bilmez ve<br />

başlangıç seviyesindeki konulara vakıf olmaya<br />

çalışır. Konuları kapsayan küçük metinler ezberler.<br />

Bu yolda devam edilen ‘’ilim talebi’’ öğrenciye<br />

ilmi bir meleke kazandırır. Bunun yanında başlangıç<br />

seviyesindeki talebe eğer üçüncü seviyeden<br />

tahsile başlarsa ihtilaflı meselelerde kaybolur ve<br />

hiçbir ilim tahsil edemez. Görüp duyarak veya<br />

bizzat şahit olduğumuz bir çok örnekte de olduğu<br />

gibi, öğrenciler okumaya kelam ilmindeki bir takım<br />

kitaplardan başladıkları ve hiç bir şey anlayamadıkları<br />

için bu ilimin tahsilini bırakıyorlar. Ancak<br />

bahsini ettiğimiz bu üç seviyeyle ilerleyenler<br />

talebe veya hoca olabilir ve Allah’a karşı hareketlerinde<br />

takva sahibi olurlar.<br />

27


ّ<br />

TERCÜME: AIŞE CAN - MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />

منهجطلبالعلم<br />

د.‏ علي العمري<br />

إن من أ اجل ما تبذل له أ االوقات،‏ و تهون في طلب تحصيله<br />

السنوات و تستسقى به سحائب الرحمات<br />

طلب العلم النافع ...<br />

‏”و قد قيل سابقا:”‏ إن العلم إذا أ اعطيته كلك.‏ اعطاك بعضه<br />

إال أ ان الشباب في هذه أ االيام كثيرا ما يعاني عدم البركة في أ االوقات ،<br />

فتمضيعليهالسنواتتلو<br />

السنوات و لمّ‏ ا يحصّ‏ ل من العلم ذلك القدر الذي كان يتمناه.‏ و<br />

لعل السبب الرئيس لذلك هوعدم وجود الخطة المنهجية الواضحة<br />

لطلب العلمليهتدي بهاالشباب في هذا الطريق،فتجد الطالب<br />

يختار<br />

الدروس التي يحضرها ، و الكتب التي يقرءهابعشوائية . و هكذا<br />

تمضي أ االيام و يجد ذلك الشاب المتحمّ‏ س لطلب العلم أ انه أ اصبح<br />

على أ ابواب الثالثينيات أ او أ االربعينيات دون أ ان يتقن علما<br />

و لذلك فقد وضع علماؤنا قديماً‏ منهجا ً يعين الشاب<br />

في بداية طلبه للعلم على اختصار<br />

االوقات و الجهد ‏،و أ االهم من ذلك أ ان تحصل له الملكة العلمية.‏<br />

أ<br />

‏.كما نص على ذلك العالمة إبن خلدون في مقدمته<br />

و حاصل هذه المنهجية هي تقسيم العلم إلى ثالثة مستويات ،<br />

واحدا<br />

ً ً<br />

ً ً محددا واضحا<br />

ولكل مستوى و أ االهم من ذلك أ ان تحصل له الملكة العلمية كما<br />

‏.نص على ذلك العالمة إبن خلدون في مقدمته<br />

حاصل هذه المنهجية في تقسيم العلم إلى ثالثة<br />

مستويات و لكل مستوى كتب معينة و طريق خاصة في الدراسة<br />

فالمستوىاالوليكونللمبتدئ<br />

أ<br />

و هو الذي ال يعرف مسائل الفن بعد،‏ فيدرس في هذا المستوى ،<br />

المسائل فقط،‏ و يفضل أ ان يحفظ متنا<br />

مسائل الفن،‏ كالطحاوية في العقائد،‏ و ُ الزبَد في الفقه<br />

الشافعي<br />

القدوري في الفقه الحنفي و هكذاو يراعي في هذا المستوى .<br />

ان يبتعد الطالب عن<br />

أ<br />

المسائل الخالفية،‏ حتى ال يشوش ذهنه في بداية طلبه<br />

للعلم ‏.كما أ ان هدف هذاالمستوى هو معرفة<br />

المسائل فقط دون أ االدلة ، فإن البحث في أ االدلة هي من<br />

شان المستوى الثاني<br />

أ<br />

المستوى الثاني بعد أ ان يعرف الطالب أ اهم مسائل العلم<br />

الذي يُ‏ بحث فيه ينتقل في بحثه إلى أ ادلة هذه المسائل التي<br />

عرفها في المستوى أ االو ل<br />

فيُ‏ بحث في وجه الداللة<br />

و مدى قوة او ضعف أ االدلة ، مع اإلطالع على أ اهم ،<br />

المسائل الخالفية<br />

المستوى الثالث:‏ و في هذا المستوى يصبح الطالب قادرً‏ ا<br />

على البحث في المسائل بين المذاهب و الفرق المختلفة ،<br />

و رُ‏ بّ‏ ما يصل إلى القدرة على الترجيح.‏ و لذلك تكون كتب<br />

هذا المستوى مليئة بالمسائل الخالفية.‏ مع توجيه أ لالقوال<br />

و ترجيح لها<br />

إن التدرج بهذه الطريقة في طلب العلميعطي الطالب<br />

الملكة العلميةويختصرعليه كثيرا من الوقت<br />

في المقابل إذا أ بدا الطالب المبتدئ مثال بكتب المستوى<br />

الثالث،‏ سيضيع في الخالفيات دون أ ان يحصل شيائ<br />

و كثيرا ما سمعنا عن البعض من أ انهم أ اطلعوا على كتاب في<br />

الكالم مثال.‏ فما فهموا منه شيائ.‏ فتركوا اإلشتغال بهذا العلم<br />

‏.و في هذه الرحلة بين المستويات الثالثة على<br />

طالب العلم أ ان يصحب معل ‏ّمً‏ ا متقنا.‏ و يتق هللا في حركاته.‏<br />

و سكناته<br />

.<br />

ً ً صغيرا يجمع<br />

.<br />

28


MAKALE<br />

ÖNCELIKLE İslami ilimler fakültesinin<br />

kıymetli öğrencileri olan sizler, üniversitemizin<br />

verdiği müstesna Arapça eğitimi<br />

sayesinde İslami ilimlerin ana kaynaklarından<br />

tercüme ve tercüman engeline<br />

takılmadan doğrudan algılayabilme<br />

hedefinde ilerliyorsunuz. Bu gerçekten<br />

çok büyük bir ayrıcalıktır. İslami ilimler<br />

deyince akla bütün ilimlerin başı ve<br />

kaynağı Kur’an-ı Kerim gelmekte.. İslam<br />

tarihinde Rasulullah (s.a.v.)’ dan itibaren<br />

Kur’an-ı Kerim eğitim ve öğretimi hep ilk<br />

sıraya konmuş. İlim denince Kur’an akla<br />

gelmiş. Selefi Salihin’den bize ulaşan pek<br />

çok rivayette de bu önceliğin korunduğunu<br />

görmekteyiz. Mesela şu rivayeti<br />

birlikte okuyalım, Velid bin Müslim der<br />

ki ; ‘’ Evzai’nin meclisine yeni gelen bir<br />

öğrenci olursa, hocamız genellikle onu<br />

Nisa suresinin miras ayetlerini sormak<br />

suretiyle bir sınava tabii tutardı. Eğer<br />

okuyamazsa – yavrum sen hadis talep<br />

etmeden önce Kur’anı Kerimi bir öğrensen<br />

– derdi.” Bu ve bunun gibi pek<br />

çok örneği incelediğimizde bu fakülteye<br />

ilk adımımızı attığımız günden itibaren<br />

Kur’an-ı Kerim’e vermemiz gereken<br />

29<br />

YASEMIN MISIRLI<br />

Darusselam<br />

.<br />

Vakfı<br />

Kuran-ı Kerım Programları<br />

Sevgili Arkadaşlar ,<br />

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinin<br />

kıymetli öğrencileri; Hepinize başarı dileklerimi iletir,<br />

Allah (c.c.)’nin selamıyla selamlarım,<br />

önem daha iyi anlaşılır. Program itibariyle<br />

kısıtlı olan Kur’an-ı Kerim saatleri<br />

özellikle alt yapısı zayıf olan öğrenciye<br />

yeterli gelmeyebilir. Kaldı ki üniversite<br />

öğrencileri eğitimlerine takviye olarak<br />

pek çok vakıf programına katılmakta, pek<br />

çok seminer ve aktiviteyi yürütebilmektedirler.<br />

İşte bu noktada önceliğin Kur’anı<br />

Kerim’e verilmesi ne kadar isabetli bir<br />

karardır. Sürekli ertelenen planlar ileriki<br />

yıllarda esef edeceğimiz bir pişmanlığa<br />

dönüşmeden ilk yılımızdan itibaren bu<br />

konuda sorumlu davranıp, tercihimizi<br />

‘’ Önce Kur’an ‘’ şeklinde kullanmalıyız<br />

tavsiyesinde bulunmak isterim.<br />

BU HUSUSTA SIZLERE YARDIMCI<br />

OLABILECEK KURUMLARDAN BIRI<br />

OLAN DARUSSELAM VAKFI KUR’AN-I<br />

KERIM PROGRAMLARINDAN BAHSET-<br />

MEK ISTERIM.<br />

DARUSSELAM VAKFI Kur’an-ı Kerim<br />

seminerleri her yıl ekim ayından haziran<br />

ayına kadar devam eden, bu hususta<br />

ehliyet sahibi, ‘’ sizin en hayırlınız Kur’an<br />

öğrenen ve öğretendir. ‘’ hadis-i şerifi-


YASEMIN MISIRLI<br />

ni şiar edinmiş seksen kişilik öğretmen<br />

kadrosu eliyle icra edilir. Bu seminerlerden<br />

yılda kayıtlı bine yakın öğrenci<br />

istifade imkanı bulur. Seminerler haftada<br />

5 gün devam etmekle birlikte öğrenciden<br />

istenen haftada sadece bir gün yani<br />

iki buçuk saatini ayırmasıdır.<br />

SEMINERLERE katılacak öğrencinin<br />

öncelikle mülakatla seviyesi belirlenir.<br />

Mülakat <strong>son</strong>rası başlangıç sınıfları ; hafız,<br />

iyi, orta ve zayıf olarak dört seviyede açılır.<br />

Başlangıç sınıfları sene boyunca mahreç<br />

ve sıfat eğitimi görerek bu dilin fonetiğine<br />

uygun biçimde, Osmanlıca tabirle<br />

‘’ talim ‘’ dersi alırlar. Aynı zamanda zayıf<br />

sınıflar, okuyuşu serileştirmek<br />

ve hatadan arındırmak için<br />

alt yapı kuvvetlendirici çalışmalar<br />

yaparlar.<br />

BAŞLANGIÇ sınıflarımızın<br />

ezberi ‘’ Duha – Nas<br />

‘’ arası surelerdir. Ayrıca<br />

bu surelerin özlü tefsiri<br />

de verilerek , arapça<br />

ezberi ile birlikte<br />

mealinin de bilinmesi<br />

istenir.<br />

BAŞLANGIÇ sınıflarımızdan<br />

itibaren tecvit ve talimle bir hatim başlanarak<br />

bu hatmin itkan sınıflarının <strong>son</strong>unda<br />

tamamlanması hedeflenir.<br />

Daha <strong>son</strong>ra hazırlık sınıfları gelir. Bu sınıflar<br />

amme cüzününün tamamını ezberlerler.<br />

Bir üst sınıf olan tahsin sınıflarında<br />

ise ezber programı ; amme cüzünün<br />

tekrarı ile birlikte Yasin, Fetih, Mülk, Vakia<br />

ve Rahman sureleridir. İlk baştan beri<br />

bütün ezberler tane tane, harflerin hakkı<br />

verilerek talim ve tecvitle icra edilir. Bu<br />

aşamayı tamamlayan öğrenci ‘’ tahsin<br />

belgesi ‘’ almaya hak kazanır ve itkan<br />

sınıflarına geçiş yapar. Bu sınıflarda bu<br />

zamana kadar alınanlarla birlikte beş cüz<br />

ezberin tamamlanması hedeflenir. İtkan<br />

sınıflarındaki öğrenci, okuyuş açısından<br />

mükemmele oldukça yaklaşmış bir seviyededir.<br />

ÖĞRENCI, uygulama sınıflarında bu<br />

seviyeleri geçe dursun bir taraftan da<br />

ilk günden itibaren akademik anlamda<br />

tecvit dersi alır. Tecvit 1, tecvit 2 ve Cezeriye<br />

şerhi şeklinde ayrılmış sınıflarda<br />

bu seminerlere katılarak yazılı sınavlara<br />

girer. İlk günden itibaren ‘’ Kur’an öğrenmek<br />

‘’ ile beraber, ‘’ Kur’an öğretmek<br />

‘’ hedefine hazırlanan öğrenci ,’’ Kur’anı<br />

Kerim’i nasıl öğretebiliriz ‘’ isimli, dört<br />

hafta devam eden formasyon niteliğinde<br />

bir seminer çalışmasına da katılır. Artık<br />

öğrenci ‘’ itkan belgesine’’ sahip olmuş<br />

aynı zamanda mütkin bir Kur’an<br />

öğreticisidir. Bu seviyeye gelen<br />

arkadaşları Darusselam<br />

vakfı kendi bünyesinde veya<br />

başka kurumlarda Kur’an<br />

öğreticisi olarak görevlendirebilir.<br />

HAFIZLIK müssesesine<br />

dahil olmak isteyen<br />

arkadaşlar tahsin seviyesinden<br />

itibaren hafızlığı<br />

seçip, düzenli ezber yapabilirler.<br />

Hafızlık ; Altı yılda,<br />

dört yılda, iki yılda ve bir yılda hafızlık<br />

şeklinde icra edilir. Her arkadaş bu programlardan<br />

hayatına uygun olanı seçebilir.<br />

Hafızlık programlarının tamamı yazılı,<br />

öğrencinin ve öğretmenin izleyeceği yolun<br />

<strong>son</strong> derece net olduğu hayata uygun<br />

programlardır. Bu programlara da öğrenci<br />

sadece haftada bir gününü vakfa gelmek<br />

suretiyle ayırır. Her hafızlık sınıfının<br />

öğretmeni tarafından kurulmuş programın<br />

ciddi takibinin yapıldığı, öğrencilerin<br />

günlük çalışmaya teşvik edildiği bir iletişim<br />

grubu vardır. Darusselam vakfında<br />

hafızlığını bitiren veya başlangıçta hafız<br />

olarak vakfımıza başvurup itkan belgesi<br />

alan ve bu şekilde hafızlığını tekrar eden<br />

öğrenciler için bu noktadan <strong>son</strong>ra artık “<br />

icazet ” denilen çok özel bir çalışma söz<br />

30


DARUSSELAM VAKFI KURAN’I KERİM PORGRAMLARI<br />

konusudur. İcazet, bir hafızın Kur’an-ı<br />

Kerim’in tamamını ezberinden, icazet<br />

sahibi hocasına arz etmesi ve günümüzden<br />

Resulullah (sav)’a kadar uzanan bir<br />

peygamber silsilesine iltihak etmesidir.<br />

İcazet bu dünyada elde edilebilecek<br />

diplomaların tartışmasız en şereflisidir.<br />

Resulullah (sav), sahabe-i kiram, tabiin<br />

ve her devirde Kur’an ehliyle kurulan çok<br />

özel bir ilişkidir. Darusselam vakfında<br />

icazetin başlangıcından bitimine kadar<br />

bütün aşamaları icazet meclisinin gözetiminde<br />

devam eder. Asım kiraatinin<br />

Hafs rivayetinden icazet alan öğrenci<br />

dilerse başka kiraatlere geçip farklı kıraatlerin<br />

güzelliğini tadabilir. Mesela Verş<br />

veya Kalun veya farklı rivayetleri infirad<br />

usulüyle okuyabilir. Bu konuda birkaç<br />

rivayeti tamamladıktan <strong>son</strong>ra “Şatıbıyye<br />

Şerhi” programına devam edererek kıraatleri<br />

cem etme yolunu seçebilir. Özellikle<br />

icazet ve itkan almış, Kur’an okuma ve<br />

okutma konusunda ehliyet sahibi olmuş<br />

arkadaşların katıldığı Kur’an-ı Kerim’in<br />

tamamının özlü tefsir ve mealini içeren<br />

çalışmalar da mevcuttur. Bu arkadaşların<br />

bu programı tamamlayıp meal yarışmalarına<br />

katılmaları teşvik edilir.<br />

GÖRÜLDÜĞÜ gibi Darusselam Vakfı’ndaki<br />

bu süreç öğrenciyi ilk seviyeden<br />

alarak çok ileri seviyelere taşıyan bir eğitim<br />

sürecidir. Kur’an öğretmekle birlikte<br />

Kur’an’ı gönüllere nakşedip sevdirmenin<br />

hedeflendiği bir çalışmadır. En güzeli de<br />

bu programların haftada sadece bir gün<br />

ile hayata yayılmış olmasıdır. Bugün Darusselam<br />

Vakfı’nın öğrenci kitlesinin çok<br />

büyük bir bölümünü üniversite gençliğinin<br />

teşkil etmesinin de en büyük sebebi<br />

budur.<br />

EVET SEVGILI ÜNIVERSITELI KAR-<br />

DEŞIM, RESULULLAH (SAV)’IN BUYUR-<br />

31


YASEMIN MISIRLI<br />

DUĞU GIBI “ (KIYAMET GÜNÜ) OKU<br />

VE YÜKSEL, CENNETTEKI SEVIYEN<br />

KUR’AN’DAN OKUYABILDIĞIN SON<br />

AYET OLACAKTIR.”<br />

Bugün Fatih Sultan Mehmet Vakıf<br />

Üniversitesi’nde üç hafızlık grubu, bir hafızlık<br />

tekrar grubu sadece haftada bir gün<br />

devam ederek, fakat bütün hafta ciddi<br />

bir şekilde çalışarak faaliyetlerine devam<br />

ediyor. Sen de onlardan biri neden<br />

olmayasın? Hafızlık olmasa bile Kur’an-ı<br />

Kerim’den beş cüzün ezberini bitirip,<br />

itkan belgesine sahip olup, fakülteden<br />

mezun olduğun zaman aynı zamanda<br />

da ehliyetli bir Kur’an eğitimcisi neden<br />

olmayasın? En azından fakültenin ezberlerinin<br />

tamamını tekrar etmiş hiçbirini<br />

unutmamış şekliyle mezun olma hassasiyetini<br />

gösterebilirsin.<br />

BIR ÇAĞRIM DA İSLAMI İLIMLER DI-<br />

ŞINDAKI, DIĞER FAKÜLTELERDE OKU-<br />

YAN KARDEŞLERIME :<br />

BUGÜN Darusselam Vakfı’ndaki üniversite<br />

öğrencilerinin ciddi bir kısmını<br />

İslami İlimler dışındaki fakülteler teşkil<br />

ediyor. Kur’an hazinesi hepimize ait..<br />

SIZLER DE haftada bir gününüzü<br />

düzenli ayırıp bu hazineden payınızı<br />

alıp belki hiç düşünmediğiniz seviyelere<br />

ulaşabilirsiniz. Sizleri de özellikle davet<br />

etmek isteriz.<br />

Son olarak İslami İlimler Fakültesi’nin<br />

Arapça Mesleki Uygulama Kulü-<br />

“<br />

bü’ne bu güzel çalışmalarından dolayı<br />

özel olarak teşekkür eder, hepinizi<br />

Allah’a (cc) emanet ederim.<br />

Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi Öğretim görevlisi,<br />

Darüsselam Vakfı Eğitim Koordinatörü<br />

F. Yasemin MISIRLI<br />

32


AHİDNAME<br />

MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

İnsanlığın<br />

.<br />

Ortak Mirası…<br />

HER MEDENIYET ÇOĞULCULUĞA DEĞER VERIP FARKLILIKLARI GELIŞTIRDIĞI VE<br />

CANLANDIRDIĞI ÖLÇÜDE ÖMRÜNÜ UZUN EYLEMIŞTIR. Şüphesiz ki insanlığı ortak<br />

nokta da buluşturacak olan şey birlikte yaşayabilecekleri bir dünyadır. Çoğulculuk ve birlikte<br />

yaşama tecrübesi medeniyetleri ayakta tutan en önemli unsur olmuştur. Rasulullah<br />

(s.a.v.)’in Medine Vesikası ile temellerini attığı ve kurduğu bu düzen, kendisinden <strong>son</strong>ra<br />

gelen Müslümanların bu mirası gelecek nesillere taşıma çabası ile sürüp gitmiştir.<br />

FATIH SULTAN MEHMET HAN’IN 1463’TE BOSNA HERSEK’I FETHETMESI ÜZERINE<br />

YAYIMLAMIŞ OLDUĞU AHIDNAME INSAN HAKLARI BILDIRGESI ÖZELLIĞI BAKIMIN-<br />

DAN MEDINE VESIKASI’NDAN SONRA DÜNYA DA ILAN EDILMIŞ IKINCI BELGEDIR.<br />

Ecdadımızın din seçme ve onu yaşama özgürlüğüne verdikleri önemin bir yansımasıdır<br />

aynı zamanda. 1776 yılında yazılmış, günümüz de insanlık tarihinde ilk insan hakları<br />

bildirgesi olarak kabul edilen ABD Anayasası’ndan 313 yıl önce yazılmıştır. 550 yıl önce<br />

Bosna’nın Fojnica kasabasında, Bosnalı Fransisken papazlar için yayımlanmış olan bildiri<br />

Fojnica’nın tepelerinde kurulmuş olan Fransisken Manastırı’nda halen muhafaza edilmektedir.<br />

KANLI BALKAN COĞRAFSININ TARIHINDE ‘’ RAHIPLERE ÖZGÜRLÜK BAHŞEDEN<br />

FERMAN ‘’ OLARAK BILINEN BU AHIDNAME ILE FRANSISKEN PAPAZLARI YÜZ YIL-<br />

LARDIR BÖLGE DE VARLIKLARINI MUHAFAZA EDEBILMIŞLERDIR.<br />

ARAPÇA MESLEKI UYGULAMA KULÜBÜ OLARAK FOJNICA BELDESINI ZIYARET<br />

EDIP AHIDNAME’YI YERINDE MÜŞAHEDE EDEBILME FIRSATI BULDUK HAMD OL-<br />

SUN. Fojnica, Bosna savaşının izlerini hala omuzlarında taşıyan bir belde… Ecdadımızın<br />

basireti ve ferasetiyle yüzyıllarca huzur ve adalet içinde yaşayabilmiş Bosna halkına, bu<br />

vesile ile de günümüz insan hakları bildirgesinin de neler vaad edip neler verebildiklerini<br />

de görmüş olduk…<br />

SON OLARAK DA ŞUNU DIYEBILIRIZ KI FATIH SULTAN MEHMET HAN’IN BU BIL-<br />

DIRGESI, BIRLIKTE YAŞAMA VE FARKLILIKLARI GÖZETME KÜLTÜRÜNE ÇOKÇA IHTI-<br />

YAÇ DUYDUĞUMUZ ŞU GÜNLERE DE HALEN IŞIK TUTABILMEKTEDIR…<br />

33


MERVE MAHİTAPOĞLU<br />

34


ROPÖRTAJ<br />

BEYZA NUR GÜLER<br />

AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

MUHAMMED EMİN<br />

YILDIRIM HOCAMIZLA<br />

EFENDİMİZ DÖNEMİNDE<br />

GENÇ OLMAK &<br />

SAHABE GENÇLİĞİ<br />

1438\SİYER ARAŞTIRMALARI VAKFI<br />

Çok Saygı Deger Hocamız Muhammed Emin YILDIRIM<br />

büyük bir misafirperverlikle kendisine yönelttigimiz sorulara açıklayıcı ve<br />

detaylı cevaplar vererek Siyer Arastırmaları Vakıfı’nda tüm yogunluguna<br />

ragmen bizleri agırladı. Sorularımıza verdigi cevaplarla adeta bizlere en<br />

güzel ve en iyi örnek olan Efendimiz Aleyhisselatu vesselam’ın ve Selefi<br />

Salihin’in (Allah onlardan razı olsun) gençliklerini anlattı. Degindigimiz<br />

sorular ve hocamızın sorularımıza verdigi cevaplar bir bütün olarak ele<br />

alındıgında bu dünyada yasanmıs ve bir daha yasanması mümkün olmayan<br />

en güzel gençligin tasvir edilmis oldugunu görüyoruz. Hocamıza; bizlere<br />

gösterdigi ihtimam için tesekkürlerimizi sunarken ortaya çıkmıs olan<br />

bu harika örneklerden hep birlikte istifade edebilmeyi temenni ediyoruz…<br />

35


BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

BİZ: Efendimizin gençliğe verdiği önemle<br />

alakalı erdemlere değinmek istiyoruz.İlk<br />

olarak cahiliye devri gibi korkunç bir zaman<br />

diliminde yaşamış, henüz peygamber olmadan<br />

tertemiz kalmış bir genç olan efendimizi<br />

tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Kendilerinin(as)<br />

o dönemdeki ahvalini bize özetleyebilir<br />

misiniz?<br />

HOCAMIZ : Bismillahirahmanirahim…<br />

Tabii çok geniş bir mevzu bu, bahsettiğimiz<br />

dönem ( A.S.) nübüvvet öncesi kırk<br />

yıllık dönemin tamamını kapsar. Malumunuz<br />

olduğu üzere İslam Fıkhı’nda üç önemli devre<br />

vardır: yaşla alakalı,( 0-14) çocukluk devresi,<br />

(15-40) gençlik devresi, 40’tan <strong>son</strong>rası artık<br />

yaşlılık ve olgunluk devresi. Dolayısıyla biz<br />

Peygamber (A.S.) gençliği dediğimiz zaman<br />

on beş yaş ile kırk yaş arasındaki bu yirmibeş<br />

yıllık zaman diliminin tamamını kast etmiş<br />

oluruz ve aslında tamamını incelememiz<br />

gerekir. Elbette Nübüvvet öncesi döneme ait<br />

rivayetler Medine dönemine kıyas edildiği<br />

zaman azdır ancak yinede gerçek ciddi nüktesebat<br />

var elimizde gerek (A.S.) efendimizin<br />

kendisine sorulan çeşitli sorular çerçevesinde<br />

verdiği cevaplar gerek ortaya çıkan hadiseler<br />

üzerine efendimizin söylediği beyanlar o yirmi<br />

beş yıllık hayatın ciddi bir biçimde bilgisini<br />

bize verir. Ben temel bir kaç şeyden bahsedeyim,<br />

yani özellikle bu günün gençlerine örnek<br />

olsun diye! Mesela on beş yaşında (A.S.)<br />

efendimiz amcası Ebu talibin yanında kalan<br />

bir gençtir ve o günlerde çobanlık yapmaktadır.<br />

İbn sad tabaka da bize bu bilgiyi verir.<br />

Efendimiz daha erken vakitlerde amcasının<br />

yanına aileye bir katkı sağlama amacıyla gelir.<br />

Amcası Ebu Talip, her ne kadar izin vermek<br />

istemese de (A.S.) efendimiz zorla izni koparır.<br />

Ardından yıllarca süren çobanlık dönemi<br />

başlar. Bu da aslında gençlerin sorumluluk<br />

alması noktasında büyük bir mesajı beraberinde<br />

taşır. Mesela bu gün gençliğin en büyük<br />

problemlerinden biri büyüyememe problemi,<br />

olgunlaşamama problemidir. Gençlerimizin<br />

yıllar geçmesine rağmen içinde bulundukları<br />

topluma ve ailelerine hala bir katkı sağlamayıp,<br />

baba parası yiyip, ondan bundan bir<br />

şeyler alıp hayatlarını devam ettiren bir hal<br />

üzerine yürümeleri bu mesajı bizim için biraz<br />

daha önemli kılıyor. 16 yaşında (A.S.) hazretlerimiz<br />

ficar savaşına katılıyor mesela o zaman<br />

o savaşlar da amcalarının yanında onlara destek<br />

olmak, atılan okları toplayıp onlara vermek<br />

hatta bir diğer rivayete göre direkt sıcak<br />

bir çatışmanın içerisine girerek olayın dışında<br />

kalmama gibi bir adımını görüyoruz. Yaş 20-<br />

21 civarında olduğu zaman artık efendimiz<br />

(A.S.) ticari kimliği ile bilinir Mekke de ve 23<br />

yaşında malumunuz olduğu üzere Hz. Hatice<br />

anamızın kervanı ile busraya gider o kervanı<br />

da yine İbn Sad bize kıyasla verir. Hatice anamızın<br />

o gün busraya çıkardığı kervan Mekke<br />

halkının toplamının çıkardığı kervana denk<br />

bir kervan, yani oldukça büyük bir kervandır<br />

oldukça fazla bir malla busraya gidip gelinecektir<br />

efendimiz (A.S.) da o kervanın başında<br />

genç bir tüccar olarak bulunacaktır. Sermaye<br />

iş ortaklılığı çerçevesinde bazı adımlar atacaktır<br />

ve ciddi bir kar elde ederek dönecektir.<br />

Ondan <strong>son</strong>rada Hatice anamızın gönlünde<br />

36


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

daha farklı bir yer edinecektir.25 yaşında<br />

gençliğinin zirvesinde kendisinden 15 yaş büyük<br />

Hatice anamızla ki Hatice anamız 2 evlilik<br />

yapmıştır 3 tane çocuğu vardır böyle bir halde<br />

iken efendimiz (A.S.) onunla evlenecektir.<br />

25 yıl süren bir evlilik devam edecektir. Bunları<br />

anlatmak belki kolaydır ama insan üzerinde<br />

biraz durup düşündüğü zaman çok önemli<br />

şeyler bunlar (A.S.) efendimiz 25 yıl boyunca<br />

Mekke de işte sizinde sorunuzda belirttiğiniz<br />

gibi her türlü çizginin ihlal edildiği Cahiliye’nin<br />

zifiri karanlığının yaşandığı bir dönemde en<br />

ufak ahlakına, iffetine leke sürmeden bu işi<br />

devam ettirmesi daha <strong>son</strong>ra sadece dostlarının<br />

değil düşmanlarının bile taktirine mazhar<br />

olmuştur zaten fazilet odur ki sadece dostlar<br />

değil düşmanlar bile bir insanı takdir edebilsin<br />

ki (S.A.V.) efendimiz bunu ziyadesiyle ortaya<br />

koymuş birisidir. O yirmi beş yıllık hayatı yani<br />

15 yaşından 40 yaşına olan kadar olan hayatı<br />

biz şöyle bir kaç cümle ile özetlemek istersek<br />

inanılmaz bir iffet, derinlemesine bir irade,<br />

toplumdan kopmadan toplumun hassasiyetleriyle<br />

alakadar olan bir sorumluluk duygusuyla<br />

ve hiç bir şekilde ve gençliğin o hararetli,<br />

rüzgarlı zamanlarında bile sarsılmayan bir<br />

adalet düşüncesini biz efendimizin hayatında<br />

görürüz ve aslında ideal bir gencin kimliğine<br />

aitte çok önemli şeyler çıkarabiliriz burada..<br />

bu iş uzar da bu kadar söyleyeyim…<br />

BİZ: Efendimizin gençliğinde Hılfıl Fudul<br />

ve bu oluşumun toplum hayrına ve toplum<br />

sorunlarına çözüm bulmak için ortaya<br />

çıktığını biliyoruz. Bizler de gençler olarak<br />

efendimizin bu davranışına binaen toplumun<br />

sorunlarıyla ne ölçüde iç içe olmalıyız.<br />

Efendimizin çizgisinde bu bağlamda durduğu<br />

nokta nasıldır?<br />

HOCAMIZ: Çok güzel yani burada hılfılfıdül<br />

(Erdemliler cemiyeti) diye türkçeye<br />

tercüme edeceğimiz bir cemiyet aslında<br />

yani bu gün ki ifadesiyle bir vakıf ve dernek<br />

çalışması aslında her ne kadar birebir aynı<br />

olmasa da o gün yemenden gelen bir tüccarın<br />

mallarını gasb eden (As bin vail ) ‘e karşı<br />

daha <strong>son</strong>rada o olay Ebu Cehil’e karşı yaşanıyor.<br />

O tüccarın talebine karşı oluşturulan<br />

bir pakt bir birlik, o birliğin en temel meselesi<br />

kim olursa olsun o zalime karşı, kim olursa<br />

olsun mazlumdan yana biraz önce söyledik<br />

ya adalet meselesi işte adalet burada ortaya<br />

çıkmış oluyor ve aleyhisselatü vesselam<br />

efendimiz 18 yaşındayken bir diğer rivayete<br />

göre 20 yaşında iken Hz. Ebu Bekir’in amcası<br />

sayılan Abdullah İbn Cüda’nın evinde ki Hz.<br />

Ebu Bekir de olayın içindedir.Orada verilen o<br />

söze iştirak ediyor ve gerçekten de o günden<br />

<strong>son</strong>ra Mekke de kim olursa olsun (çünkü<br />

orası ticaretin çok yoğun yaşandığı dışarıdan<br />

çok gelip gidenler var hem hac için hem<br />

ticaret için kim olursa olsun) zulme uğrayan<br />

insanların yanında onların hakkını alıncaya<br />

kadar bir kametine, duruşuna şahit oluyoruz.<br />

Burada aslında Müslümanların yaşadıkları<br />

dünyada sosyal sorumlulukları noktasında<br />

büyük bir mesaj alınması gerektiği noktada<br />

ip uçları var. Bizim biraz ne yazık ki Müslümanlar<br />

olarak bu konuda sıkıntılarımız var.<br />

Biraz kendimizi dış dünyadan soyutluyoruz<br />

dış dünyanın sorunları ile çok fazla ilgilenmi-<br />

37


BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

yoruz. Aslında hılfılfudul dediğimiz denilen<br />

hareket Müslümanların özellikle de Müslüman<br />

gençlerin bu meselelerde nasıl aktif<br />

bir biçimde yer almaları gerektiği konusun<br />

da bize bir mesaj veriyor. Eğer biz sosyal bir<br />

varlık isek ve sosyal sorumluluklarımız varsa<br />

yaşadığımız toplumun sorunlarıyla ilgilenme<br />

ve bunları çözme ile alakalı bir mükellefiyetle<br />

karşı karşıyayız. Mesela bu memlekette bir<br />

kürt meselesi, bir alevi meselesi var, bugün<br />

özellikle kadınlarla alakalı çok ciddi sıkıntılar<br />

var. Bunların her birisi aslında sosyal manada<br />

bize sorumluluklar yükler. Elbette bunların<br />

hepsini yapacak gücümüz yok. Yani insan<br />

yeterli sınırlı noktada bir güce sahiptir ama<br />

Müslümanlar olarak bir iş bölümü yapabiliriz<br />

yani herkes bu manada bir alanla ilgilenir ve<br />

o alanın hakkını verme adına bazı gayretler<br />

ortaya koyabilir. Dolayısıyla güncel hılfılfudullar’a<br />

ihtiyaç var şuan da.Hele hele adaletin<br />

ayaklar altına alındığı, tamamen adaletin<br />

devre dışı bırakıldığı bir dünyada yaşayan<br />

Müslümanların buna çok daha fazla ihtiyacı<br />

var. Biz farkındayız ya da değiliz, tam anlamıyla<br />

bu mana da sorumluluğumuzun ne<br />

kadar bilincindeyiz onu bilmiyorum ama<br />

şu bir hakikat; adaleti dünya Müslümanların<br />

eliyle tanıdı. Adalet mülkün temelidir serlevhası<br />

ilkesi bu gün mahkemelerin arkalarında<br />

yazar ama o sözün uygulamasını Hz. Ömer<br />

ortaya koymuştur. Şimdi yeniden bu adaletsiz<br />

dünyaya adaleti taşıyacak olan Müslümanlardır.<br />

Eğer Müslümanlar bu sorumluluklarını<br />

tam anlamıyla fark edip yerine getirmezlerse<br />

bu konuda dünya istenilen oranda bir adaletle<br />

ne yazık ki tanışmayacaktır. İşte hılfılfudul<br />

Peygamber efendimizin gençliğinde yaptığı<br />

bu işler bize bu sorumlulukları hatırlatmalıdır.<br />

BİZ: Efendimizin gençliğinde yaptığı meslekleri<br />

düşündüğümüz de -mesela çobanlık<br />

ve ticaret gibi -bundan genç insanlar olarak<br />

nasıl bir ders çıkartmalıyız? Kendi meslek<br />

ve çalışma hayatımızı hayatlarımızda nasıl<br />

konumlandırmalıyız? Genç yaş da çobanlık<br />

yapmış olan efendimiz (S.A.V) çalışmaya ve<br />

rızık için çaba sarf etmeye bir genç olarak<br />

kıymet veriyordu diyebilir miyiz?<br />

HOCAMIZ: Elbette ki, onu kısmen söyledim<br />

ama soru önemli olduğu için biraz<br />

daha açmakta fayda var. Tabii burada erkek<br />

ve kadınların ayrı ayrı sorumlulukları var.<br />

Bizim meseleye şu çerçeveden bakmamız<br />

lazım aslında; netice itibariyle biz belli bir<br />

yaşa geldikten <strong>son</strong>ra kendi ayaklarımızın<br />

üzerinde durmalıyız.Yıllar yılı birilerine yaslanarak<br />

yürümek Müslüman’ın aslında tercih<br />

edebileceği bir hayat düşüncesi değil. Çünkü<br />

aleyhisselatu vesselam Efendimiz ; devenin<br />

üstünde olsanız ,elinizden asanız düşse ,<br />

yanı başınızda tanıdığınız biri bile olsa ondan<br />

asanızı istememelisiniz devenizi çökertip<br />

asanızı kendiniz almalısınız diyor, bu önemli<br />

bir uyarıdır. Efendimiz aleyhisselatuvesselam<br />

hiçbir zaman yapmadığı bir şeyi istemedi<br />

insanlardan hatta on tane yaptı bir tane istedi<br />

her zaman için azametin zirvesindeydi ama<br />

insanlardan bir şey istediği zaman ruhsatları<br />

istedi en azından ve bunu da bize tavsiye<br />

etti. Bu konuda da öyledir yani efendimiz (as)<br />

yetim olarak başladığı yolculuğuna amca-<br />

38


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

sının yanında kaldığı dönemde ondan önce<br />

artık 6-8 yaş arası dedesinin yanında kaldığı<br />

dönemde bile her zaman için kendi ayakları<br />

üzerinde durma gibi bir gayret içerinde oldu.<br />

Bu günün gençlerinde de bu olmalı. Belki<br />

hanımlar bu konuda ne yaparlarsa yapsınlar<br />

evdeki işlerde annelerine yardımcı olarak bu<br />

manada farklı bir konumdaysalar toplumdaki<br />

bir yarayı sarma adına bir adımla, erkekler ise<br />

ilim yolumda ilerlerken bile bu manada ilmin<br />

izzetini şerefini namusunu koruma adına<br />

insanlardan bir şey beklememe el açmama<br />

adına kendi ayakları üzerinde durma noktasında<br />

bazı şeyleri almalılar ki (as) efendimizin<br />

gençlik dönemindeki o uygulamalarının<br />

bizim dünyamıza da söylediği bazı sözler<br />

olmuş olsun..<br />

BIZ: Efendimizin gençliğinden günümüz<br />

gençliğinin örnek alması gereken en temel<br />

unsurlar nelerdir?<br />

HOCAMIZ: Bunları da aslında aşağı yukarı<br />

biraz söyledik ama biraz daha dikkat çekelim<br />

(A.S.) efendimiz hayatındaki o iffet meselesi<br />

çok önemli bir şey iffet kavramına bazı İslami<br />

kavramlara zulüm ettiğimiz gibi zulüm<br />

ediyoruz.Ve iffetin sadece kadınlarla alakalı<br />

bir kavram olduğunu zannediyoruz.Toplumda<br />

böyle yanlış bir algı var.Erkek ne yaparsa<br />

meşru ama kadın en ufak bir yanlış yaparsa<br />

o bunun cezasını çekmeli gibi bir anlayış var,<br />

böyle bir anlayış İslami bir anlayış değil..Netice<br />

itibariyle iffetin tanımı şudur,hududullah’a<br />

ve hukukullah’a riayet ederek yaşamaktır.Eğer<br />

biz iffet meselesini (A.S.)efendimizden bu<br />

tanım çerçevesinden öğrenirsek hududullah,<br />

yani Allahın sınırları belli zaten kuranda,hadislerde<br />

bize söyleniyor.Hukukullah da Allahın<br />

hakkıdır ki o hukukullahın en önemli ayağı<br />

hukuku nefs ve hukuku ibadttır. Yani insanın<br />

hem kendi nefsi ile olan hukuku hemde<br />

başka kullarla olan hukuku aslında hukukullah<br />

dediğimiz şeyin altında bütün bunlarda<br />

yatıyor. Dolayısıyla bunlara riayet ederek<br />

yaşayan bir insan Allahın istediği ve isimlendirdiği<br />

gerçek bir Müslüman olur. Zaten<br />

bizim bütün derdimizde kulluk için yaratılmış<br />

olmanın sorumluluğu çerçevesinde bunu<br />

yerine getirebilmek halbuki hal böyle olunca<br />

efendimizin dünyasından sadece ve sadece<br />

iffet meselesini işte bunu sadece namusa<br />

indirgemeden hayatın sadece bir bölümüne<br />

indirgemeden tamamına yayarak ve gerçekten<br />

biraz önce söylediğim şekliyle hududullah<br />

ve hukukullah çerçevesinde ele aldığımız<br />

zaman aslında insanı kamil olma yolunda bir<br />

yürüyüşten bahsetmiş oluruz. Zaten insan,<br />

İnsan-ı Kamil olamaz. İnsan-ı Kamil yolunda<br />

yürümeye çalışır. Bizim önümüzde de İnsan-ı<br />

Kamil olan tek varlıkta var ki sav efendimizdir.<br />

Biz o hedefi kendi önümüze koyup yürüme<br />

adına bir gayret gösterdiğimiz zaman inşallah<br />

o istenilen seviyeye gelmiş olacağız.<br />

BİZ: Bir genç olarak efendimizi tanıdıktan<br />

<strong>son</strong>ra efendimizin gençlere bakış açısını ve<br />

gençlere verdiği önemle ilgili sorular sormak<br />

istiyoruz. İlk olarak efendimizin genç sahabelere<br />

verdiği önem ve ciddi sorumluluklara değinmek<br />

istiyoruz. Misalen efendimizin genç<br />

yaşlardaki Usame İbn Zeyd’i onca sahabe<br />

varken , genç yaşına rağmen komutan olarak<br />

ataması ve yine Muaz İbn Cebel’i vali olarak<br />

görevlendirmesi gibi örneklendirebileceğimiz<br />

bir çok olay var. Genç yaşlarına rağmen efendimizin<br />

bunu yapmasının altında yatan fazilet<br />

nedir? Efendimiz (S.A.V) neden bu kadar büyük<br />

görevlerin altına gençleri soktu?<br />

HOCAMIZ: Hay Maşallah, ne güzel sorular<br />

böyle …<br />

VALLA GENÇ KAVRA-<br />

MI (A.S.) EFENDIMIZIN O<br />

MÜBAREK ISMI ILE YAN<br />

YANA GELDIĞI ZAMAN O<br />

KADAR GÜZEL BIRBIRLE-<br />

RINE YAKIŞIYORLAR KI…<br />

YANI GENÇLIK VE EFEN-<br />

DIMIZ DEDIĞINIZ ZAMAN<br />

IKI GÜZEL KAVRAMI IKI<br />

GÜZEL ISMI ASLINDA YAN<br />

YANA GETIRMIŞ OLURSU-<br />

NUZ..<br />

Çünkü biraz siyeri bilen bir ağabeyiniz<br />

hocanız olarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim<br />

ki (A.S) efendimizin dünyasında gençlerin<br />

çok farklı bir yeri vardı. O şunu çok iyi<br />

39


ٌ<br />

BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

biliyordu: bir insanın hidayetine vesile olmak<br />

güneşin doğup battığı tüm toprakların fethinden<br />

daha kıymetli ya da Hz. Ali’ye Hayber<br />

de söylenildiği üzere 100 kızıl tüylü deveye<br />

denk gelen bir şey ama iki tane insan gelse<br />

huzuru nebiye bunlardan birisi biraz yaşlı<br />

birisi genç olsa bunların bir çok siyerde ve<br />

hadis kitaplarında karşılığı olduğu için rahat<br />

rahat söyleyebiliriz. Gelen insan gençse<br />

eğer Allah Rasulu (A.S.)’ ın sevinci heyecanı<br />

çok çok daha fazladır. Çünkü çok iyi biliyor<br />

ki efendimiz, gençliğin kendisine özgü bir<br />

heyecanı var bir enerjisi var. İslamda heyecan<br />

isteyen bir dindir. Çünkü ancak heyecanla<br />

yaşanır heyecanla belirli bir yerlere taşınır<br />

bunlar örtüştüğü zaman o islamın o güzelliği<br />

gençliğin üzerinde daha farklı bir biçimde<br />

tezahür edecektir, ortaya çıkacaktır. Böyle<br />

olduğu içinde (S.A.V.) efendimiz risalet davasını<br />

gençler üzerinde oluşturmuş ve onların<br />

üzerinden yürütmüştür. Darul Erkam dediğimiz<br />

peygamber mektebinin ilk talebeleri 25-<br />

28 yaşlardan oluşuyordu aralarında parmakla<br />

sayılacak kadar yaşı kırkın üzerinde insan<br />

vardı. Efendimiz (A.S.) 18 yaşındaki Erkam<br />

İbn Erkam’ın evinde bu işi başlattı. Bu bizim<br />

için çok önemli bir mesajdır <strong>son</strong>ra Mekke’nin<br />

o zorlu yollarında hep efendimizin sağında<br />

solunda önünde arkasında hep gençler vardır.<br />

Bunlar hep o günün ilk gençleri ve bu işi<br />

omuzlama noktasında Sabikuna Evvelin olan<br />

o ilk halkanın Saffı Evvelin mensuplarıydılar.<br />

Akabede Efendimiz (s.a.v) çadırları dolaştığı<br />

zaman en <strong>son</strong> uğradığı çadır Esad ibn Zülade<br />

ve 5 arkadaşının çadırı yine gençlerin çadırıydı<br />

ve o gençlerin üzerinden Yesribe iman<br />

tohumu ulaştı. Allah Rasulu (a.s) onlarla bu işi<br />

başlattığı zaman bir yıl <strong>son</strong>ra onlara yine bir<br />

genç olan Musab bin Umeyri muallim olarak<br />

verdi. Ve Musab bin Umeyr’in gidip orada<br />

gençlerle beraber oluşturduğu o iman hamlesiyle<br />

beraber 1 yıl boyunca Medinede o gün<br />

ki adıyla Yesrib de imanın nurunun girmediği<br />

ev kalmadı. Onun arkasından gelen <strong>son</strong> Akabe<br />

Biatında gelen 75 kişi ki 2si hanım 73 erkek<br />

hepsi gençlerden oluşuyordu. Sallallahu aleyhi<br />

ve sellem Efendimiz işini hep böyle yürüttü.<br />

Bedir Ashabına bakın 313 tane Ashab’dan<br />

bahsediyoruz ki sahabenin onlar Serlevhası<br />

Sayılır onlarda gençlerdi. Sonraki süreçlerde<br />

de Efendimiz (a.s) ne kadar zorlu görev varsa<br />

hep gençlere o görevleri verdi. İşte sizin dediğiniz<br />

gibi en <strong>son</strong> Usame ibn Zeyde sancağı<br />

teslim ettiği zaman Usamenin yaşı sadece<br />

17ydi. Ondan 2 yıl önce Mekke fethedildiği<br />

zaman Hicretin 8. Yılında herkes ‘’Acaba Mekkenin<br />

ilk müslüman valisi kim olacak? Acaba<br />

Allah Rasulu Haşimoğullarından birine mi verecek?<br />

Acaba amcası Abbasa mı verecek?’’ ki<br />

hak sahibi odur görünüşte Hz. Abbas o gün<br />

Haşimoğullarının en ileri geleni ve yaş olarak<br />

en olgun olanıdır ama Efendimiz (a.s) 18<br />

yaşındaki bir delikanlı olan Hattab İbn Esid’e<br />

veriyor o sancağı. Sallallahu aleyhi ve sellem<br />

Efendimizin orduya dahil ederken o yaşı<br />

16 dan gün almış olanları orduya almasıda<br />

aslında bir yönüyle gençlere verdiği değerdir.<br />

Ve bunlar gibi daha neler neler söyleyebilirsiniz.<br />

Çünkü Efendimiz bunu çok iyi biliyordu<br />

ki onların elleriyle bu iş hakkıyla temsil edilir<br />

hakkıyla daha farklı yerlere taşınır hakkıyla bu<br />

manada İslamın o aziz sancağı mahrum olan<br />

yüreklere kazınmış olur, ulaştırılmış olur.<br />

BİZ: EFENDİMİZ (S.A.V) TALHA İBN UBEY-<br />

DULLAH (R.A) YAŞAYAN ŞEHİT GİBİ BİR Hİ-<br />

TABININ OLDUĞUNU BİLİYORUZ. BÖYLE BİR<br />

MAKAMI TALHA BİN UBEYDULLAH O GENÇ<br />

YAŞINDA NASIL HAKETTİ SİZDEN DİNLEYE-<br />

BİLİR MİYİZ?<br />

HOCAMIZ: TABI AHZAB SURESININ 23.<br />

ُ وا)‏ AYETI<br />

HAREBESIN’DEN SONRA NAZIL OLUYOR.<br />

ORDA CENAB-I HAK 2 ZÜMREDEN BAH-<br />

SEDIYOR. BIR ZÜMRE ALLAHA VERDIKLERI<br />

AHDI MISAKI YERINE GETIRIP CANLARINI<br />

ALLAH YOLUNDA KURBAN EDENLER, DIĞER<br />

BIR ZÜMRE DE SÖZLERINI DEĞIŞTIRMEDEN<br />

‏ُوا)‏ BEKLEYENLER<br />

) HIÇ BIR ŞEKILDE ت<br />

SÖZLERINE AYKIRI DAVRANMAYANLAR.<br />

MU- AYETI UHUD ‏(مِ‏ نَ‏ الْمُ‏ ْ ؤ مِ‏ نينَ‏ رِجَ‏ ال صَ‏ دَ‏ ق<br />

وَ‏ مَ‏ ا بَدَّ‏ ل<br />

‏َبْ‏ د۪‏ يالً‏<br />

Aleyhissalatu ve esselam Efendimiz bu<br />

ayeti okuyor bir gün Mescidi Nebevi’nin minberinde.<br />

Daha yeni gelmiş o işe dahil olmuş<br />

müslümanlardan bazıları burada sözlerini<br />

değiştirmeden hiç bir şekilde sözlerine aykırı<br />

davranmadan duranların kimler olduklarını<br />

merak ediyorlar. İçlerinden birisi ayağı kalkıyor:<br />

’’ Ya Rasullallah diyor, ayette söylenen<br />

Allaha vermiş oldukları ahitleri yerine getirip<br />

hayatlarını imanlarına şahit kılıp şehit olanlar<br />

belli, Hamza onlardan birisiydi (r.a). Musab<br />

onlardan birisiydi. Abdullah İbn Caş onlardan<br />

biriydi. Enes Bin Nadr onlardan biriydi. Ama<br />

burada sözlerini değiştirmeden duranlar o<br />

ilk gün ki Allaha vermiş oldukları sözü yerine<br />

getirme noktasında hassasiyet içerisinde<br />

olanlar kimler?’’ Soruyu duyunca Efendimiz<br />

birşey söylemiyor. Zat, o soruyu soran Sa-<br />

40


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

habe Efendimiz acaba soru anlaşılmadı mı<br />

diyor. Biraz <strong>son</strong>ra bir daha soruyor, Efendimiz<br />

sanki sahabe içerisinden birini arıyor gibi ama<br />

cevap vermiyor. Üçüncü kez soruyor Sahabe<br />

Efendimiz soruyu. Efendimiz yine cevap<br />

vermiyor. Sözünü bitiriyor, minberden iniyor.<br />

Mescidi Nebeviden Hücre-i Saadete doğru<br />

yürüyeceği anda Talha bin Ubeydullah yeşil<br />

elbiseler içerisinde Mescidi Nebeviye giriyor.<br />

Efendimiz Talha ibn Ubeydullahı görür görmez<br />

‘’Nerede biraz önceki sorunun sahibi?’’<br />

diyerek o soru sahibini çağırıyor. Eliyle işaret<br />

ederek ‘’İşte sorunun cevabı burada ’’ diyor.<br />

‘’Her kim bu dünyada yaşayan bir şehit görmek<br />

istiyorsa Talha İbn Ubeydullaha baksın.’’<br />

diyerek Talha İbn Ubeydulllah’a “Şehidul<br />

Hayy” diyerek bir kavramı onun üzerinden<br />

aslında Müslümanların gündemine koyuyor.<br />

Malumunuz Kuran-ı Kerim de ‘’Allah yolunda<br />

öldürülenlere ölüler demeyiniz ‘’ diyor. Şehit<br />

öldükten <strong>son</strong>ra dirilendir. Şehidul Hayy ölmeden<br />

dirilendir. Bu kavramlar önemli. Allah<br />

Rasulu (a.s) bunları bir yönüyle başka şeylere<br />

dikkat çekmek içinde nazarımıza veriyor. Şehidul<br />

Hayy kavramını kullandığı 2.isim Efendimizin<br />

bir hanım sahabedir. Ümmü Varaka<br />

(r.a) diye bildiğimiz ve şehadet adına yanıp<br />

tutuşan bir anamızdır, validemizdir. Efendimiz<br />

ona da o müjdeyi verirken ‘Sen şehit olacaksın,<br />

hem de evinde olacaksın, evinde olurken<br />

bunu tadacaksın ve sen Şehidull Hayysın’<br />

diyerek bu ödülü bu mükafatı ona taçlandırırkende<br />

aslında onun üzerindende bize bir<br />

mesaj veriyor. Demekki nedir o zaman Şehidul<br />

Hayy, zaten şehadet aslında odur. Şehadet<br />

bir yönüyle imanın hayata şahit kılınmasıdır.<br />

Allah bunu birilerine nasib eder birilerine<br />

etmez ama bir insan eğer şehadet arzusunu<br />

yüreğinde tutarsa, ve bir şehit gibi yaşarsa<br />

sözünü nasıl anlamamız lazım burada bir parantez<br />

açıp söylememiz lazım. Aslında şehit<br />

Allah yolunda kurban olmaktır. Nasıl ki Kurban<br />

Bayramında biz Allah yolunda kurbanlıkları<br />

seçerken Fıkhın bize belirlediği bazı şeyler var,<br />

onlara uygun bir biçimde seçiyoruz. Kusurlu<br />

olmayacak, herhangi bir arızası olmayacak,<br />

Allah da kendi yolunda kurbanlarını böyle<br />

seçiyor. Dolayısıyla Şehidul Hayy olabilmesi<br />

içinde bi kere o şehadeti hakedecek bir <strong>hali</strong><br />

olması lazım. İşte bu hak ediş eğer olurda<br />

<strong>son</strong>unda olmazsa Sallallahu aleyhi ve sellem<br />

müjdeyi veriyor. Bir insan samimiyetle eğer<br />

şehadeti ister ve bu manada Allahtan dua<br />

dua bunu talep ederse yatağında bile ölse<br />

şehittir. İşte (s.a.v) Efendimiz Talha İbn Ubeydullah’ın<br />

üzerinden Ümmü Varaka anamızın<br />

üzerinden bunu veriyor bize ama bunun<br />

yanında onlarında <strong>son</strong>radan yine şehadet<br />

şerbetini içeceklerine dair bir müjde veriyor<br />

bize.Bütün gençlerimizin hedefleri arasında<br />

böyle birşey de olmalı. Şehadet ölümlerin<br />

en güzelidir, ölümlerin taçlı gelinidir, Allaha<br />

kavuşmanın en güzel ve en önemli zeminidir.<br />

Ama şehadet asla bile bile ölüme yürümek<br />

demek değildir. Şehadet ölümü öldürerek yürümektir.<br />

Bunu yapan insan işte Şehidul Hayy<br />

olma adına bir ödülü haketmiş olur.<br />

BİZ: Yine Esma b. Yezit’in efendimize sorduğu<br />

soruların ne kadar nitelikli ve nicelikli<br />

olduğunu biliyoruz… Hatta efendimizin ona :<br />

HATIBETUL NISA dediğini ve onu övdüğünü<br />

biliyoruz. Dine dair, İslam’a dair soru sormayı<br />

övdüğünü buradan çıkartarak Üniversite’de<br />

okuyan talebeler olarak bu soru sorma etkinliğinin<br />

sünneten usuldeki yerini öğrenmek<br />

istiyoruz. Edeb riayeti ve ölçüsü nasıl olmalı<br />

bir gencin bu mevzuda ?<br />

HOCAMIZ : Eyvallah. Soru sormak aslında<br />

ilim noktasında çok önemli bişeydir. Zaten<br />

soru sormayı bilen adam ilim talep edebilir.<br />

Onun için bizim ilim geleneğimizde soru<br />

cevabın çok özel bir yeri vardır. Bütün alimlerimiz<br />

meclislerinde belli bir şeyden <strong>son</strong>ra yani<br />

kendi anlatacaklarını anlattıktan <strong>son</strong>ra bir soru<br />

cevap faslı oluştururlar ki bu aslında o ilim<br />

geleneğinin işte kazandırdığı bir şeydir. Allah<br />

Rasulü (A.S.) da talim görevinin bir gereği olarak<br />

dönem dönem Sahabeyi böyle bir alanda<br />

istihdam ediyor tabiri caizse. Efendimiz istiyor<br />

ki sahabe sorular sorsun bazen sahabe bu<br />

konuda sormazsa eğer Efendimiz soruyor<br />

onlara. Onlardan cevap almaya çalışıyor. Bazen<br />

bu soru cevap faslı uzayıp gidiyor. Bunun<br />

hadis kitaplarımızda epey örneklerini bulmak<br />

mümkün. Dikkat çektiğiniz isim Esma binti<br />

Yezid ise bu işin gerçekten sembol isimlerinden<br />

biridir. Hatibetunnisa ifadesini kazanması<br />

da bundan Allah Rasulü (A.S.) onda bu özelliği<br />

farkettiği zaman Medineli kadınlarda çok<br />

rahat konuştuğu için hakkını hukukunu rahat<br />

istediği için soru sormaktan çekinmeyip bu<br />

konuda vakarla çok güzel bunu yansıttığı için<br />

Efendimize (A.S.) sormak istedikleri soruları<br />

Esma Validemizin üzerinden soruyorlar.<br />

Onun için aslında bazı hadislerde şöyle bir<br />

ifadeyi okumak mümkün Esma binti Yezid<br />

Peygamber (S.A.V.) in huzuruna yürümeye<br />

başladığında ‘İşte bakın, gelen Esmadır, şimdi<br />

41


BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

gelecek öyle bir soru soracak ki siz erkek<br />

<strong>hali</strong>nizle o soruları soramazsınız.’ Ve bunları<br />

biz okuyoruz hadis kitaplarımızda. İşte buradan<br />

kadın erkek farketmez ilmin talebinin<br />

ne kadar önemli çıkardığımız gibi, burda<br />

soru cevap meselesininde ne kadar önemli<br />

olduğunu çok rahat bir biçimde anlayabiliyoruz.<br />

Kaldı ki (A.S.) Efendimizin sahabeye<br />

bu alanı açmasıda önemli bişeydir. Bediüzzamanın<br />

ifadesiyle merak ilmin hocasıysa<br />

bu merakıda en iyi ortaya koyacak ve bu<br />

arada giderecek vesilede soru sorup cevap<br />

almaksa ilim yolunda her talibenin, talibin<br />

bu alanı en üst düzeyde kullanması gerekir.<br />

Ve bu konuda daha farklı bir biçimde<br />

istifadelerini çoğaltacak yollara tevessül<br />

etmek gerekir.Ancak soru iş olsun diye<br />

sorulmaz. Yani bir insan cevabını kendisinin<br />

bulmadığı ya da cevabından kesinlikle<br />

emin olmadığı soruları sorar. Eğer bir insan<br />

yani ilim yolunda birinden bahsediyoruz,<br />

kendisi ilme ulaşabilecek yolu menheci<br />

bulmuşsa bir çok sorusuna cevap bulabilir<br />

zaten. Ama yine buna rağmen elde ettiği<br />

cevap gerçekten isabetli mi bunu tespit<br />

etmek için de ehil olanları zayi etmeden<br />

ehliyet sahibi insanlara sorarak sorularının<br />

cevaplarını alır. Biz bunun uygulamasını<br />

işte dediğim gibi peygamberimizin hayatında<br />

görüyoruz.<br />

BİZ: Efendimizin Zeyd Bin Sabit’e İbranice<br />

öğrenmesini söylemesi gibi dil ve farklı<br />

alanlarda gençlerin kendini geliştirmesini<br />

efendimiz destekliyordu diyebilir miyiz? Bu<br />

yönde efendimizin bakış açısı nasıldı?<br />

HOCAMIZ : Kesinlikle diyebiliriz. Efendimiz<br />

(A.S.) Yesribe geldiği zaman yani<br />

Hicretten <strong>son</strong>ra Musab Bin Umeyrden ve<br />

Zeyd bin Sabitin annesinden onun kabiliyetini<br />

fark ettiği zaman ona bu görevi verdi.<br />

Ama <strong>son</strong>raki süreçte özellikle davet mektuplarını<br />

gönderirken Efendimizin her davet<br />

mektubunu malumunuz Arabça yazıyordu.<br />

Ama gönderilen kralın dilini bilen bir elçiyle<br />

gönderiyordu. Buda Efendimiz (S.A.V.) in dil<br />

eğitimi konusunda aslında nasıl bu mesleye<br />

ehemmiyet verdiğine dair bir işaret taşır<br />

içerisinde. Burada Efendimiz o gençleri<br />

yetiştirirken özellikle Suffa da kabiliyetlerine<br />

ve mizaçlarına göre bir istihdam alanı<br />

açtığına şahit oluyoruz. Zeyd Bin Sabit<br />

bilinen en temel örnek olduğu için o aklımıza<br />

geliyor. Mesela Abdullah İbn Zübeyr<br />

42


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

içinde aynı şey geçerli. Abdullah İbn Zübeyr<br />

Peygamber (A.S.)’ın bu konuda ki ciddiyetini<br />

fark ettiği zaman bir dönem kendi etrafında<br />

yaklaşık o gün dünya dillerinin bir çoğunu<br />

konuşan hizmetliler oluşturdu. Bunu yaparkende<br />

Efendimizin aslında sünnetine binaen<br />

yapmaya çalıştı. Dolayısıyla diğer zamanlarda<br />

ki süreçlerde de sahabe efendilerimizin o<br />

uygulamaları Efendimizim (A.S.) bu konuda ki<br />

önemine bu konuda ki ehemmiyetine binaen<br />

yapılmıştı.Dolayısıyla buradan biz şu net tespiti<br />

çıkarabiliyoruz yani, yaşadığımız dünyada<br />

gerçekten hayatın devam etmesi noktasında<br />

şeriatimizle çatışmayacak olan herhangi<br />

şeyler varsa bunların öğrenilmesi de bir<br />

yönüyle Peygamber teveccühüne ve taltifini<br />

kazanmış şeylerdir. İşte o dönemde atıcılık,<br />

yüzme, binicilik bu tarz şeyler önemliydi.<br />

Bunları çocukların öğrenmesini tavsiye etti.<br />

Ama bugün bu aletler değişti. Bu aletler şimdi<br />

yerini başka şeylere terketti. Biz bu hadiste<br />

ki söylenen şeylerle sınırlı tutamayız. Evet<br />

onlar önemlidir ama Efendimiz söylerken o<br />

günün dünyasında bunlar ihtiyaç olduğu için<br />

söylendi. Bunu bugünün dünyasında ihtiyaç<br />

neyse aynı şekilde onlara gösterilen aslında<br />

ehemmiyet, bir yönüyle sünnetin ihyasıdır.<br />

Bizim bunu bu şekilde anlamamız gerekir. İşte<br />

böyle anladığımız zaman da dünyadan kopuk<br />

bir biçimde yaşayamayız. Yaşamama gibi bir<br />

noktaya geliriz. Ve dünyanın bizi sevk etmesine<br />

değil, Müslümanlar olarak dünyaya yön<br />

verme noktasında bir sorumluluğumuzun<br />

olduğu bilincinde hareket ederiz. Böyle bir<br />

sorumlulukta dünyaya İslamın mesajlarını duyurma<br />

noktasında bizim asıl görevimize bizi<br />

getireceği içinde ayrıca önem ve ehemmiyet<br />

arz ettiğini unutmamamız gerekir.<br />

BİZ: Musab Bin Umeyr’in genç yaşta en<br />

önde sancak taşırken şehit olmasını genç sahabelerin<br />

şehadete olan düşkünlüklerini anlamamız<br />

açısından bize açıklayabilir misiniz?<br />

HOCAMIZ: Evet, onu da söyledim aslında<br />

şehadetle alakalı yine buna ait birkaç şey<br />

söyliyim mesela özellikle Bedir Gazvesi’nden<br />

<strong>son</strong>ra yani biliyorsunuz hicretin ikinci yılında<br />

oluyor ve 14 şehit veriyorlar Müslümanlar.<br />

O büyük gazvede şahadetle alakalı ayetler<br />

gazve öncesinde nazil oluyor Bakara suresinde<br />

<strong>son</strong>ra dönüş yolunda da bu manada bazı<br />

43


BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

ayetler nazil oluyor. Alehissalatu vesselam<br />

Efendimiz şehadet meselesinde artık çok<br />

önemli beyanlarda bulunuyor,duaların başına<br />

şehadet konuluyor.Bütün bunları gören genç<br />

sahabelerde inanılmaz derecede bir şehadet<br />

arzusuna kapı açıyorlar.Bugün hayatlarını<br />

şöyle ya da böyle bildiğimiz sahabe efendilerimizin<br />

hiçbir tanesi yoktur ki onların şehadetle<br />

bir hatıraları olmuş olmasın yani kendilerine<br />

nasip olmuştur olmamıştır o ayrı bir<br />

mesele ama bu arzu vardır mesela Bera İbn-i<br />

Malik,Enes Bin Malik’in abisi ben onu anlatırken<br />

Rezzak olan Allah’tan rızık olarak şehadet<br />

isteyen sahabe diye anlattım.Gerçekten böyle<br />

Rezzak olan Allah’tan rızık olarak şehadet<br />

isteyen bir zümre sahabi nesli ve dualarının<br />

başında hep bu var,Hubeb İbn-i Adi’de o var<br />

Zeyd İbn-i Desin’e de o var Abdullah İbn-i<br />

Tarık’da o var Asım İbn-i Sabit’de o var ila ahir<br />

hangisini sayarsanız sayın.Hz.Ebubekir’de o<br />

vardı yani biz mesela dualarına bakıyoruz şehadet<br />

arzusu var.Hz.Ömer’de yine öyle yani<br />

Arafat’da <strong>son</strong> işte şehadetine günler kala dua<br />

dua yakardığına şahit oluyor Selmani Farisi<br />

bir yaklaşıyor ne diyor nasıl şeyler istiyor diye<br />

merak ediyor,bakıyor ki şehadet istiyor.’’Allahummeerzugnuşehadeten<br />

fi sebilik ve mevteten<br />

fi beledi rasuluk’’ diyor yani ‘’Allah’ım<br />

beni peygamberin şehrinde öldür ve bana<br />

şehadet nasip et’’bu duayı kızı Hafsa anamız<br />

duyunca davetunibnikebşe diyor İbniKebşenin<br />

duası yani bunun Türkçe karşılığı şu;-<br />

kabul olmayacak duaya amin istemek hem<br />

Peygamber şehrinde öleceksin hemde şehit<br />

olacaksın kızım diyor ben Sallalahu Aleyhi ve<br />

Sellem Efendimizden duydum biz birgünUhud<br />

dağının üzerindeyken Uhud dağı titredi<br />

ve Allah Rasulualeyhissalatu vesselam dağa<br />

hitap et uskut ya uhud ve innemaaleykenebiyyun<br />

ve sıddıkun ve şehidan dedi o nebi<br />

sıddık işte bu kabirde olan Ebubekir şehidan<br />

dediği iki şehitten biri ben biri de Osman bu<br />

sözü söyleyen Sallalahu aleyhi ve sellemdir<br />

eğer O dediyse şehadet ulaşacaktır bana ve<br />

ulaştıda.Bir sabah namazında Peygamber<br />

mescidinde mihraptayken o kutlu cemaate<br />

namaz kıldırıyorken arkadan yediği hançerle<br />

şehadet şerbetini içti.Hz.Osman zaten öyleydi<br />

ki biliyorsunuz o da şehit oldu.Hz.Ali zaten<br />

bir ömür şehadet arzusuyla yandı tutuştu<br />

hatta Hendek Gazvesi sırasında şehadet<br />

şehadet deyince,AllahRasuluAleyhissalatu<br />

44


EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />

& SAHABE GENÇLİĞİ<br />

vesselam Ali dedi şimdi değil bir gün gelecek<br />

başından akan kanlar sakalını boyayacak o<br />

gün göreyim senin sabrını dedi yıllar <strong>son</strong>raki<br />

şehadetine aslında bir vurguda bulundu.Hangisini<br />

söyleyelim ki yani Ammar Bin Yasir hakeza<br />

öyle Ebu Dücane öyle hepsinde bu var<br />

yani dolayısıyla bugün aslında gençlerimizin<br />

belkide rüyalarına girebilecek bir şey olmalı<br />

şehadet ama bu öyle meclislerde sadece öyle<br />

salonlarda şurda burda bağırıp çağırılarak elde<br />

edilecek bir şey değil.Gerçekten Allah bunu<br />

yaşayana nasip ediyor kusurlu olanı almadığı<br />

gibi katına kusurlu olanı da bu manada kabul<br />

etmiyor,onun için şehadet arzusu bizi şehit<br />

gibi yaşamaya sevk etmeli.Bu manada eğer<br />

biz bazı adımlar atarsak Cenab-ı Hak İnşallah<br />

bizlere de nasip edecektir.<br />

BİZ : İlk Müslümanların çoğunluğunun 30<br />

yaşın altında olduğunu ve yine Efendimizin<br />

müşriklerden özellikle gençlerin öldürülmemesini<br />

emrettiğine dair bilgilere ulaştık.Bunlar<br />

doğru mu?Şayet doğruysa altında yatan stratejiyi<br />

ve gençlerin onun gözündeki değerini<br />

açıklayabilir misiniz?<br />

Hocamız: Efendimiz Aleyhissalatu vesselam<br />

gençlere verdiği o değere verdiği bir<br />

işareti bu yani mesela bir seriyye sırasında<br />

yanlışlıkla sahabi birkaç tane müşrik çocuk<br />

öldürmüş olay Efendimiz as.e ulaştığı zaman<br />

Efendimiz çok bundan müteessir olmuş<br />

demek siz çocukları öldürdünüz demek siz<br />

çocukları öldürdünüz defaatle bunu söylüyor<br />

dayanamıyor bir sahabe efendimiz ya Rasullallah<br />

onlar müşriklerin çocuklarıydı zaten<br />

bu kadar kendini harap etmene gerek yok ki<br />

Efendimiz dönüp o sahabe efendimize diyor<br />

ki;siz neydiniz?Sizde dün öyleydiniz düne<br />

kadar sizde müşriktiniz müşriklerin çocuklarıydınız<br />

işte bu seninde sorunda belirttiğin<br />

gibi yaşasınlar belki Allah hidayet nasip eder<br />

mesela sav.in askeri noktada ortaya koyduğu<br />

stratejilerden en önemlilerden bir tanesi<br />

şudur,kendisi ordusunu konuşlandıracaksa<br />

arkasını dağa alır,ama müşriklerin arkasının<br />

açık olmasına önem verir ehemmiyet gösterir.Sebebi<br />

de şudur eğer müşrikler bize<br />

saldırırsa biz dağa kaçar onların elinden<br />

kurtuluruz ama eğer onlara galibiyet sağlarsak<br />

onların önü açık olsun kaçıp gitsinler<br />

zaten İslamdaki savaş hukukunun en temel<br />

meselelerinden bir tanesi de kaçanın arkasına<br />

düşmemektir kaçan gitmiştir atık burda o<br />

insanlara bir hayat hakkı tanınmakta neticede<br />

islam bir iktidar için ya da bir güç için değil<br />

insanların hidayeti içindir.Onların yaşayıp<br />

bir yönüyle islami önyargılarından arınarak<br />

anlayabilmeleri için Sallallahu aleyhi ve selem<br />

Efendimiz bunu yapıyor dolayısıyla bu açıdan<br />

da çok önemli bugünün dünyasına da aslında<br />

mesajlar taşımamız gerekir.Bugün gençliğimizin<br />

<strong>hali</strong> ortada bizim aslında buradan elde<br />

edeceğimiz ilhamla bu gençliğin kurtulması<br />

adına çok ciddi projeler üretip çok ciddi<br />

çalışmalar yapmamız gerekir ki o sünnetin<br />

bizim dünyamızda bir karşılığı ve bir ihyası<br />

olmuş olsun.<br />

BIZ: Her gencin kendisine örnek alması<br />

gereken bir sahabe vardır diyebilir miyiz?Bu<br />

örnek almanın nasıl bir getirisi olur kişiye?Ve<br />

sizin gençken örnek aldığınız bir sahabe var<br />

mıydı?Varsa kimdi?<br />

HOCAMIZ: Kesinlikle alması gerekir çünkü<br />

neticede insan örnek alarak yürür yani biz ne<br />

yaparsak yapalım belki birileri biraz bu kavrama<br />

soğuk bakıyor ama taklit eden varlıklarız<br />

sevdiğimiz bir insanı taklit ederiz yani onun<br />

gibi konuşuruz onun gibi yürürüz onun gibi<br />

davranırız onun sevdiklerini severiz insanız<br />

çünkü bu manada birbirimizden etkileniriz.<br />

Bizim için iman kahramanları sahabe nesli<br />

öyleyse eğer herbirimizin dünyasında bir yıldız<br />

olmalı ve her birimizin bir sahabe kardeşi<br />

olmalı,bu kardeşlik de aynen ensar muhacir<br />

kardeşliği gibi birbirimize sorumluluk yükleyerek<br />

onların hayata bıraktığı o güzellikleri<br />

hayatlarımıza taşıma noktasında da bize bir<br />

sorumluluk yüklemeli.Hal böyle olunca işte<br />

biz sahabi efendimizle böyle bir kardeşleştirme<br />

meselesinde daha canlı bir bağ kurmuş<br />

oluruz. aslında onun için yapmamız gereken<br />

önemli bir şeydir bu.Ben medresede okumuşum<br />

küçüklüğümde yani ortaokul yıllarında<br />

bizim medrese ilimlerinde alet ilimleri fazladır<br />

ve sıkıcıdır yani insan ezberde falan ruhu<br />

böyle daralır nereden geldik buraya nereye<br />

düştük buraya diye baya bir sıkıntı çeker<br />

Allah selamet versin o günlerde o dersleri<br />

bize okutan bir seydamız böyle ara ara bizim<br />

sıkıldığımızı gördüğü zaman dizine vururdu<br />

Muhammed Emin getir bir hayatussahabi<br />

okuyalım imanımız kavi olsun güçlensin derdi<br />

bende getirirdim o da okur bize anlatırdı o<br />

zaman biz o Arapçayı çok rahat çözemiyorduk<br />

ama o bize Türkçe anlatıyordu.O günlerde<br />

ben işte sahabe efendilerimizin ne kadar<br />

gerçekten büyük insanlar olduğunu o kitap ve<br />

45


BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />

ZEYNEB RABİA GENÇ<br />

o anlatılar sayesinde tanışmış oldum o dediğim<br />

zamanlarda ben 12-13 yaşında çocuğum<br />

tabi bir müddet <strong>son</strong>ra kendimiz okumaya<br />

başladık ve Hz.Ali biraz daha farklı bir halde<br />

benim gözümde oldu belki de yetiştiğimiz<br />

zemininde bunda etkisi var bizim odalarımızda<br />

eskiden Hz. Ali’nin Cenknameler’ i okunurdu.Ben<br />

onlarla yetiştim mesela işte bilen<br />

birisi alır cenknameyi bazen normal bazen<br />

nağmeli bir şekilde okurdu ve Hz.Ali’nin kahramanlıklarını<br />

dinleyerek büyüdük o günlerde<br />

belki de onun etkisiyle Hz.Ali’nin çok daha<br />

farklı bir etkisi vardı gençlik zamanlarımda ki<br />

hala öyle ama daha <strong>son</strong>raki süreçlerde şöyle<br />

bir şey yaptım her sene değiştirdim kardeşimi<br />

yani dedim ki sahabe efendilerimizle yakınlığım<br />

biraz daha farklı olsun onun için böyle<br />

o sene ruh <strong>hali</strong>m ortam artık ihtiyaçlar neyse<br />

biraz da beni o manada motive edecek beni<br />

biraz daha o manada farklı bir iklime sokacak<br />

olan isimleri seçerek öylece bugüne kadar<br />

getirdik bakalım.<br />

Biz : Şu anda hocam??<br />

Hocamız : Şu anda Uhve İbn-i Nafi Afrika’nın<br />

Fatih’i o büyük insan.<br />

BİZ: Hocam <strong>son</strong> olarak uzun süredir sizin<br />

ümmetin hayrı için ileri gelen hocalarımızın,<br />

alimlerimizin birlik olup beraber bir şeyler<br />

yapması gerektiğine dair mesajlarınıza şahit<br />

oluyoruz, nitekim katıldığınız diriliş buluşmaları,düzenlediğiniz<br />

Eyüp buluşmaları da<br />

buna güzel örneklerden biri.Röportajımıza<br />

<strong>son</strong> verirken bizimle bu konudaki fikirlerinizi<br />

paylaşmanızı rica etsek?<br />

HOCAMIZ: Valla ümmetin birliğinden<br />

başka hiçbir yolu yok ümmet demek zaten<br />

bir demektir biz tevhidin etrafında vahdet<br />

etmediğimiz müddetçe de ümmet olamayacağız<br />

aslında onun için farklılıklarımızı bir<br />

zenginlik olarak kabul edip ortak paydada<br />

Müslümanların birleşmesi için gayret etmemiz<br />

lazım.Allah bu kardeşinize <strong>son</strong> bir nefes<br />

verse de o <strong>son</strong> nefesini ümmetin birliği için<br />

kullanacak.Mecburen gideceğiz geleceğiz<br />

yalavaracağız yakaracağız bu ümmetimizin<br />

büyüklerini hocalarını farklı cemaat mensuplarını<br />

ortak bir potada ortak düşmana karşı<br />

ortak bir güç oluşturma noktasında gayrete<br />

devam edeceğiz bundan başka yolumuz<br />

yok bizim.Vahdet demek herkes işini gücünü<br />

bıraksın ortak bir noktada birleşsin demek<br />

değildir.Vahdet demek herkes işine baksın<br />

ama ortak düşmana karşı ortak bir ses olunsun<br />

demektir.Biz bunu yapabildiğimiz zaman<br />

ancak vahdeti ortaya koymuş oluruz onun<br />

için hepimizin özellikle şu günlerde ümmetin<br />

paramparça olduğu Suriye’de Irak’da Çeçenistan’da<br />

Kudüs’te Mescid-i Aksa’da ve bu<br />

memlekette Müslümanların <strong>hali</strong> hepimizin<br />

malumu bu hallerin yaşandığı bir zeminde<br />

biz şahsi arzularımızı şahsi isteklerimizi<br />

mensubiyetlerimizi aidiyetlerimizi ümmetin<br />

önüne geçirirsek vallahi bunun hesabını Allah’a<br />

çok zor veririz onun için ne yapıp yapıp<br />

bunları ayaklar altına almayı bilmeliyiz ve bu<br />

manada da gayret etmeliyiz.Şu günlerde hepimizin<br />

Hz.Hasan’ı çok iyi öğrenmesi gerekir.<br />

Hz.Hasan bir vahdet kahramanıdır ve Hz.Hasan<br />

üzerinden bizim aldığımız vahdet mesajı<br />

da şudur;yüzde yüz hakkın olan şeylerden<br />

bile vazgeçeceksin ümmetin birliği ve vahdeti<br />

için.Bunu yaptığın zaman gerçek manada<br />

vahdeti yapmış olursun bazen bazı kardeşlerimiz<br />

vahdeti şöyle anlıyor diyor ki gelin<br />

birleşelim böyle bir söz yok gelin birleşelim<br />

demek vahdetin önündeki en büyük engeldir.<br />

Ben geliyorum birleşelim demektir aslolan<br />

Hz. Hasan’ın da yaptığı budur yüzde yüz<br />

hilafet kendi hakkı olmasına rağmen ümmetin<br />

birliği için hilafeti Hz.Muaviye’ye devrettiği<br />

zaman aslında vahdet için bir adım atmıştır,-<br />

düşmanlar alay etmiş,dostları kınamıştır ama<br />

buna rağmen o iki İslam cemaatini kendisini<br />

feda ederek ortaya koymuştur.Bugün aynısını<br />

yapmak zorundayız yapmazsak eğer düşman<br />

zaten bugün bizim parçalanmışlığımızın<br />

üstünde ne yapıyorsa yapıyor eğer bugün<br />

Suriye’de bu kadar kan dökülüyorsa inanın bu<br />

Müslümanların tefrikalarının neticesindendir<br />

dolayısıyla yapmamız gereken budur hepimizin<br />

bu konuda çok ciddi bir mesuliyeti var bu<br />

iş sadece hocaların işi de değildir hocalardan<br />

daha fazla aslında bu işin memuru alttaki insanlardır<br />

çünkü alttaki insanlar bu işi istedikleri<br />

zaman ve bazı şeylere takılmadan bu işi<br />

devam ettirdikleri zaman yukarıdaki hocalar<br />

buna daha fazla mecbur kalacaklardır.<br />

O’nun için hepimizin hiçbir zaman farklılıklarımıza<br />

takılmadan vahdet adına bir<br />

gayret içerisinde olmamız gerekir bunun bu<br />

ümmetin selameti için hepimizin üzerine bir<br />

yükümlülük olduğunu unutmadan hareket<br />

etmemiz gerekir.<br />

46


MAKALE<br />

ENES YALMAN<br />

فيالشباباملنا<br />

أ<br />

فيكونون مثلهم كمثل العطشان في صحراء قاحلة يعرض<br />

عطشاً‏ بدال من إروائه،‏ فعلينا أ ان<br />

الشباب هم براعم الربيع لشجرة المجتمع،‏ هم كالبذور“‏<br />

المخفية في الزهور والنوى التي تحملها الثمار،‏ وإن الحياة عليه ماء البحر فيزيد<br />

نبعد الشباب عن هذه الغرائز والمسكنات الدنيوية الفانية<br />

‏.المشرقة والمزدهرة سوف تولد من هذه البذور والنوى أ الن تدهور أ اوضاع الشباب<br />

كما نبعد النار عن البارود،‏<br />

أ اخالقهم ال يدمرهم وحدهم وحسب،‏ بل<br />

الشباب يعني المستقبل،‏ ومستقبل أ اي أ امة بدونهم<br />

وانحطاط<br />

‏.يسببانحطاطاال أ مةباكملها<br />

يعتبر منعدماً.‏ واذا كان نقل قيم أ االمة اإلنسانية إلى أ<br />

االجيال القادمة عبائ،‏ فالحامل المقدس لهذا العبء هم أ االكثر أ اهمية في تنمية<br />

أ<br />

الشباب.‏ وعلى إثره يجب ضمان وجود شباب أ اقوياء من إن التربية والتعليم هما العنصران<br />

الشباب المثالي.‏ وإذا لم تتبن مؤسسات التعليم منهج<br />

كل الجوانب.‏ شباب ذي أ اخالق نبيلة،‏ وقلوب شجاعة،‏ أ االخالقية والشعور أ باالمة الواحدة<br />

اإلرشاد الى القيم<br />

وعقول واعية ومشرقة.‏ يقول الراوي المعروف جورج<br />

فسيكون الشباب الناشىء في هذه الصروح التعليمية في<br />

أ ان يفتح الدائرة الكهربائية<br />

دونالد:“‏ تنتهي وظيفتنا في الحياة عندما نتوقف عن<br />

عداد المفقودين.‏ فالذي يريد<br />

أ ان أ ياخذ مصابيح عقول<br />

فهم الشباب”.‏ أ اي أ ان الشباب هو المجهول الذي يجب<br />

لتنوير المجتمع،‏ يجب عليه<br />

أ اولوياته،‏ حيث أ ان تطور المجتمع وازدهاره<br />

‏.معرفته،‏ وكلمة السر لباب المستقبل التي يجب ايجادها<br />

الشباب ضمن<br />

إذا قارنا هذا الزمان بالشجرة،‏ فإن ماضيها هي الجذور،‏ أ واالفكار الشبابية التي تنتمي<br />

ال تتحققان إال بتلك العقول<br />

أ امتها<br />

ومستقبلها هو الثمرة،‏ وللحصول على ثمار ناضجة من<br />

شجرة هذه أ االمة يجب أ ان نوجه الشباب الى شمس الحق ‏.إلى ثقافة<br />

وبناء عليه فإن الثقل الكبير يقع على عاتق المربين<br />

أ ان يكونوا مثل الطير الذي<br />

والحقيقة.‏ يقول المؤرخ المعروف ويليام سنلمان:‏ ‏“التخلي<br />

والمعلمين،‏ إذ يجب عليهم<br />

اطلق جناحه لضم الشباب وتعزيزهم أ باالمل والمثابرة،‏<br />

عن الشباب كترك الحقل لوحده دون اهتمام،‏ فينمو فيه أ<br />

أ ان الشباب بحاجة الى من يخاطب قلوبهم<br />

الشوك والنبات الطفيلي”،‏ أ اي أ ان روح الشباب يحتاج<br />

الى عناية خاصة،ومشاعرهم،‏ أ وافكارهم،‏ أ واحاسيسهم فال يخفى علينا<br />

‏.قبلعقولهم<br />

آ امالنا التي نريد تحقيقها في المستقبل تعتمد<br />

‏.تحتاج الى اهتمام ومراقبة<br />

إذن،‏<br />

ً على كيفية بنائنا للشباب،‏ وتوجيه سلوكهم<br />

إن أ االمة أ تبدا بفقدان هويتها عندما ينحرف شبابها عن<br />

اعتمادا<br />

اال أ خالقوالسلوكياتاالصيلة،فتملؤهمالشهوات<br />

أ<br />

وطريقة تفكيرهم ، فالشمس لن تشرق على مستقبل<br />

الهابطة،‏ ظنا منهم أ ان هذه الشهوات تشبع أ ظماهم<br />

47<br />

Çok saygı değer Enes YALMAN’a ait Arap dünyasında en çok okunan makale vasfına<br />

sahip bu yazıyı siz değerli okuyucularımıza bu sayıda sunmak istedik. Yazının<br />

orijinal metnini bu sayımızda tarafımızca yapılan tercümesi çalışmamızı da gelecek<br />

sayımızda sizlere sunmak niyetindeyiz. Bu önemli çalışma için kendisi tebrik ediyor<br />

sizlerin de istifade etmenizi temenni ediyoruz<br />

ً كليا


ً<br />

ً<br />

ً<br />

ENES YALMAN<br />

القواعد اللغوية،‏ واالستفادة من الكتب التي كتبت حول<br />

هذا الموضوع.‏ وال يخفى ايضا الفائدة الكبيرة من الممارسة<br />

عن طريق إلقاء خطب قصيرة في أ االماكن،‏ أ واال زمنة<br />

‏.المناسبة وبدون تردد أ او خوف<br />

ً سابعا : تجنب الدخول في المناقشات والجدل مع أ اناس<br />

في مواضيع غير الزمة،‏ أ الن مناقشات من هذا النوع<br />

تؤدي إلى هدر الطاقات،‏ وتتحول في الغالب إلى مبارزات<br />

كالمية هدفها التغلب في معركة الخطابة مما يسوق<br />

المناقشين أ احيانا إلى إبداء آ ا راء في مواضيع ليس لهم فيها<br />

‏.علمبتاتا<br />

ثامناً:‏ تجربة السفر والسياحة وذلك حسب االمكانيات<br />

المتاحة.‏ فهذه التجربة تعلم الشباب الكثير من المهارات<br />

الحياتية،‏ وذلك من خالل التعرف على ثقافات العالم<br />

المختلفة،‏ ورؤية أ االماكن التاريخية التي تفتح القلب<br />

والعقل،‏ كما تساعد على توسيع الدائرة االجتماعية حيث<br />

يمكن للشباب االلتقاء بالعديد من الناس الجدد،‏ وكسب<br />

العديد من أ االصدقاء،‏ واالستفادة من خبراتهم،‏ فتساعد<br />

‏.بذلك في بناء الثقة بالنفس وتعزيز االستقالل<br />

تاسعاً:‏ االبتعاد عن الغضب الذي يمهد الطريق الى<br />

االستعجال في أ اخذ القرارات المصيرية،‏ فعليه يجب تربية<br />

النفس بحيث يكون الحب،‏ وروح التسامح،‏ وحسن<br />

‏.الظن من أ اساسيات تعامل الشباب مع آ االخرين<br />

ً: تقييد العالقات مع الجنس آ االخر،‏ فالميول إلى<br />

عاشرا<br />

الجنس آ االخر أ امر طبيعي وفطري،‏ ويتطلب التحكم بها،‏<br />

وحفظها في دائرة الحالل،‏ أ النه بعكس ذلك – وإضافة<br />

للحرمان من التوفيق الرباني - فإن هذا أ االمر سوف يشغل<br />

حيزا ً في حياة الشباب اليومي،‏ ويصبح سدا<br />

‏.امامتنميتهمتنميةصحيحة<br />

أ<br />

حادية عشر:‏ الدعاء المستمر إلى هللا،والشكر،‏ والتوبة<br />

الدائمة من أ االمور التي يجب أ ان تدخل حياة الشباب<br />

اليومية،‏ والحرص على استخدام ساعات اليوم بصورة<br />

‏.سليمة،‏ أ واالخذ بنظر االعتبار الراحة الكاملة عند النوم<br />

واخيرا وليس آ اخرا،‏ أ فانه على الشباب مع مراعاة كل ما<br />

أ<br />

سبق عدم نسيان حقيقة أ انهم طالب في مدرسة تسمى<br />

الدنيا،‏ وهم يسيرون في طريق اسمه الحياة،‏ فالشباب<br />

الذين يعيشون كل لحظة من لحظات هذه الحياة أ وكانها<br />

اال خيرة،‏ وبصورة هادفة وذات مغزى ومعنى،‏ ومؤمنين<br />

أ<br />

بانهم أ اصحاب رسالة يخدمون بها دينهم ووطنهم أ وامتهم،‏<br />

وان هناك حياة خالدة سرمدية بانتظارهم فسوف يزيد<br />

أ<br />

نشاطهم وعزمهم وتغمرهم السعادة التي توحي بالسعادة<br />

االبدية،‏ وسيكون لهم حتما جواباً‏ غير جواب الظالمين<br />

أ<br />

‏”انفسهم عندما أ تسالهم المالئكة:“‏ فيم كنتم؟<br />

أ<br />

ً منيعاً‏<br />

ً كبيرا<br />

امة فقد شبابها أ االمل،والعزم،‏ والغيرة والهوية،‏ إذن<br />

أ فقهم،ويريهمالمستقبلغامضاً‏<br />

أ<br />

سيعمالضباب،ويعميا<br />

‏.ومظلما<br />

اما الثقل أ االكبر فيقع على عاتق الشباب أ انفسهم،‏ حيث<br />

أ<br />

إن تثقيف وتطوير الذات عندهم أ امر حتمي البد منه والتي<br />

تترتب عليه أ امور مطلوبة يجب أ ان يتم مراعاتها وتحديدها.‏<br />

فعلى كل شاب وشابة أ ان يقوموا بالتحليل الذاتي،‏ واثبات<br />

ما يمكنهم القيام به،‏ أ النه مع تقدم العمر يجب التركيز على<br />

المجاالت الذي سيتم التعمق بها،‏ وبالتالي تكثيف الجهود<br />

عليها.‏ وفي نفس الوقت تشخيص أ االسباب التي تشكل<br />

عائقاً‏ أ امام نموه،وترقيته،‏ وايجاد السبل التي يمكن من<br />

‏.خاللها التخلص من تلك الموانع بصورة تدريجية<br />

إن تقرير ما يهدف إلى تحقيقه الشباب على المدى القصير<br />

والطويل لهو أ امر في غاية أ االهمية،‏ وال يتم ذلك إال بتمحور<br />

التعليم حول أ اسلوب الحياة بحيث يكون التعليم الثانوي<br />

‏.والمسلكيوالترفيهيموازياًللتعليمالدينيوالثقافي<br />

وينصحلتلكالشخصيةالمتعلمةالطامحةللنجاح<br />

والمتحركة نحو الهدف المنشود مراعاة بعض أ االسس<br />

‏:المؤهلة التي تجعله محافظا على مساره<br />

اوالً:‏ دفع الطاقات الدراسية والبحثية باتجاه المسار<br />

المختار والمحدد،‏ أ الن التعامل مع شيء مختلف يوميا<br />

‏.يكون مساوياً‏ لعدم القدرة على القيام أ باي شيء<br />

ثانياً:‏ تدوين مختصرات ما يطالعه الطالب للبحوث مع<br />

مصادره في دفتر مالحظاته اليومية بصورة مستمرة،‏<br />

حيث إن هذه الملخصات تساعده على التطلع إلى آ ا راء<br />

الباحثين المختلفة في المجال الواحد وعدم االكتفاء<br />

بما يصلون اليه من نتائج فحسب،‏ بل يمكن للطالب<br />

استنتاج أ افكار جديدة في ذلك المجال،‏ والذي لم<br />

‏.يتوصلإليهالباحثونانفسهم<br />

أ<br />

ثالثاً:‏ التعمق في مواضيع المجال الذي يتعامل معه،‏<br />

وذلك له طريقان : إما تدريس الموضوع،‏ أ او الكتابة<br />

‏.حولها<br />

ً رابعا : التعاون مع من لديه مجاالت متشابهة،‏ وذلك<br />

بتكوين مجموعات دراسية يقوم فيها الشباب بقراءات<br />

مسبقةلمواضيعمحددةثماالجتماعومناقشتها،فتساهم<br />

‏.هذه الدراسة في خلق جو من االهتمام المشترك<br />

خامساً:‏ االستماع إلى أ االشخاص الذين لديهم أ تاثيرا<br />

أ عمالهم،ومحاولةاخذالنصائح<br />

علىالمجتمعبحياتهموا<br />

أ<br />

‏.منهم في المسائل الالزمة<br />

سادساً:‏ التدريب على اكتساب أ اسلوب الخطابة الصحيح<br />

والدقيق والمؤثر،‏ فالكالم هو أ افضل وسيلة للتواصل<br />

مع الناس،‏ ويراعى في ذلك الفصاحة التي تتطلب معرفة<br />

ً ايجابياً‏<br />

48


49


١٤٣٨<br />

٣٥<br />

٠٩<br />

سردار دميرل<br />

المستقبلللشبابالمتسمكينبالجذور<br />

راسم أ ا أ وزدنا ورن<br />

االمسية أ االدبية مع أ االستاذ راسم أ ا أ وزدنا ورن<br />

أ<br />

محمد شراف الدين كاالي<br />

المشاكل الفقهية التي يعاني منها الشباب حلب ...<br />

اليومومعالجتها<br />

محمود نور الدين شعبان<br />

محمد أ امين يلدرم<br />

شباب الصحابة في عهد الرسول صلى هللا<br />

عليه و سلم<br />

٢٥<br />

١٩<br />

١١

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!