05.12.2016 Views

İLK YERLİ TÜRK OTOMOBİLİ

Zcx6306ObSR

Zcx6306ObSR

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BÜLTENİ<br />

2016 SONBAHAR SAYI: 4 ÜCRETSİZDİR<br />

DEKORASYON<br />

EL FEYLESOF ET TURKİ<br />

çİZGİ DİLİ MUALLİMİ SANİ FARABİ<br />

devrİM:<br />

<strong>İLK</strong> <strong>YERLİ</strong> <strong>TÜRK</strong><br />

<strong>OTOMOBİLİ</strong><br />

ENDÜLÜS NOTLARI<br />

PARALİMPİK<br />

SPORLAR


VENTILATION<br />

TECHNIC<br />

Kaliteli Mühendislik, Uzman Teknik Yapı,<br />

Üretici Firma, Global Satış Ağı, Son Teknoloji Üretim,<br />

Genç ve Dinamik Profesyonel Ekip<br />

www.cvsair.com.tr<br />

216<br />

417 12 48<br />

/cvsairtr


1<br />

Cvsair Bülteni Vecihi<br />

SAYI 04 - SONBAHAR<br />

SAHİBİ<br />

CVS HAVALANDIRMA SİSTEMLERİ<br />

SAN. TİC. A.Ş ADINA<br />

Tolga YOLCU<br />

YAYIN KURULU<br />

Leyla CİVELEK<br />

Alev KAHRAMAN<br />

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

Leyla CİVELEK<br />

pazarlama@cvsair.com.tr<br />

YÖNETİM YERİ<br />

Cumhuriyet Mah.<br />

Kartal Cad No: 101/1<br />

Kartal İstanbul<br />

YAYINA HAZIRLIK<br />

SAFRAN YAYINCILIK A.Ş.<br />

ISISO San. Sit.<br />

3. Yol C Bl. No: 32<br />

Esenyurt – İstanbul<br />

Tel: 0212 623 06 14<br />

BASKI YERİ<br />

ÖZGÜN OFSET<br />

Aytekin Sk. Yeşilce Mh. No: 21<br />

34418 4.Levent / İstanbul<br />

Tel: 0212 280 00 09<br />

Dergide yer alan makalelerdeki fikirler<br />

yazarlarına aittir.<br />

Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.<br />

İstanbul’a<br />

adlarını verenler<br />

15<br />

Devrim: İlk yerli Türk<br />

otomobili<br />

6<br />

El Feylesof Et Turki<br />

Muallimi Sani Farabi<br />

26<br />

İçindekiler<br />

Hipertansiyon nedir<br />

ve neden önemlidir?<br />

29<br />

Dekorasyon<br />

bir terapi<br />

yöntemi<br />

olabilir mi?<br />

31<br />

Endülüs<br />

notları<br />

34<br />

Vecihi Cvsair’in şirket içi bültenidir.<br />

Ücretsizdir, para ile satılmaz.<br />

4<br />

Her dilde<br />

sonbahar<br />

şarkısı;<br />

Autumn<br />

Leaves...<br />

“Evet evet<br />

o şanslı insan 44<br />

benim…”


ÇİZGİ DİLİ<br />

Mehmet Ören


3<br />

Önsöz<br />

Mevsim sonbahara döndüğünde doğada<br />

gözlemlediğimiz tüm renkler hayatlarımıza<br />

yansımaya başlıyor yavaş<br />

yavaş… Sonbahar bize sorarsanız mevsimlerin<br />

en kişiliklisi… Sarının, kızılın,<br />

kahverenginin, koyu bordonun kişilikli<br />

mevsimi. Yapraklarını döken ağaçların<br />

uğultusunu dolduruyor kulaklarımıza<br />

usul usul. Kaldırım taşlarına vuran yağmur<br />

taneleri ile bir müzikalin başkahramanı<br />

hissettiriyor kendinizi. “Ben böyleyim”<br />

diyor yavaştan ve kendinden emin.<br />

“Ben böyleyim, kahverengi ve yağmur<br />

kokusu şehrimin tüm sokaklarında.”<br />

Biz seviyoruz sonbaharı ve sonbahar<br />

gülümsüyor gün doğarken hayatımıza.<br />

Cvsair ailesi olarak bağrımıza basıyoruz<br />

tüm sorumluluklarıyla. Ellerimizi açıyoruz<br />

avuç içlerimize kavrulmuş yapraklarından<br />

bıraksın, içimize doğru yağdırsın<br />

sağanaklarını ve belki de bunca<br />

yazdan sonra ürpertsin bedenimizi tüm<br />

soğukluğuyla. Dost eli gibi değsin eli<br />

omzumuza. Bir sıcak kahve ve belki bir<br />

Türk sineması… Sonrasında kaldığımız<br />

yerden devam edebildiğimiz bir kitap…<br />

Belki de elinizde tuttuğunuz sımsıcak<br />

dergi VECİHİ.<br />

Sonbahar işte hep aynı mevsim farklı<br />

umutlar… Geçmiş yıllarımızın haklı gururunu<br />

göğüsleyip kaldığımız yerden<br />

devam ettiğimiz güzel mevsim. Gelecek<br />

yıllara dair umudumuzu canlı tutmak<br />

için elimizde çok neden var ve bu<br />

umudu yaşamak için de birçok hayal ve<br />

yapılacak çok fazla iş… “Biz buradayız”<br />

diyoruz aynı sonbaharın dediği gibi “Biz<br />

buradayız ve gelecekte de burada olacağız.<br />

Dost elleriniz omuzlarımızda yan<br />

yana omuz omuza burada olacağız. Yanı<br />

başınızda.”<br />

Kulağımıza fısıldananları getiriyor sonbahar,<br />

camımızın aralığından rüzgârın<br />

sırtında. “Para ile alınacak dergi Vecihi”<br />

diyor dost firmamız KMK Mekanik<br />

çalışanlarından Metin Bütün ve Ercan<br />

Selçuk. İçimizi ısıtmaya yetiyor öznesi<br />

sonunda olan bu cümle. Yüzümüzü aydınlatıyor<br />

ve tebessüm oluyor mahcup<br />

suratlarımızda. Sarıp sarmalıyoruz aynı<br />

sonbahar gibi dostları… Vecihi, sayfalarında<br />

ağırlıyor Ontek Teknolojik Tesisat<br />

Sistemleri ve Üçay Mühendisliği. Sonbahar<br />

gibi sarımtırak, Vecihi gibi sımsıcak.<br />

Çoğalıyoruz sonbaharın meşhur sağanakları<br />

gibi. Yan yana, omuz omuza ve<br />

dostça. Cvsair ailesi büyümeye devam<br />

ediyor. Bir aileye sahip çıkmanın yollarından<br />

biri de, onun zamanına özen ve<br />

saygı göstermek değil midir? Başta da<br />

söylediğimiz gibi mevsim sonbahara<br />

döndüğünde doğada gözlemlediğimiz<br />

tüm renkler hayatlarımıza yansımaya<br />

başlıyor. Sonbahar geliyor ve ailemiz<br />

büyümeye devam ediyor.<br />

Sonbahar… Şimdi zaman sıcak kahve,<br />

hafif bir 70’ler Sezen Aksu parçası ve<br />

sayfalarını karıştırırken keyif alacağınız<br />

sımsıcak bir dergi, VECİHİ.<br />

Önümüzdeki kış görüşmek üzere…


HER DİLDE SONBAHAR ŞARKISI;<br />

AUTUMN LEAVES...<br />

The falling leaves drift by my window<br />

The autumn leaves of red and gold<br />

I see your lips, the summer kisses<br />

The sunburned hands, I used to hold<br />

Since you went away, the days grow long<br />

And soon I’ll hear old winter’s song<br />

But I miss you most of all, my darling<br />

When autumn leaves start to fall<br />

Yes, I miss you most of all, my darling<br />

When autumn leaves start to fall<br />

Ölü yapraklar, penceremin önünde uçuşan<br />

Kızıl ve altın rengi ölü yapraklar<br />

Dudaklarını görüyorum, yaz öpücüklerini<br />

Alışık olduğum o güneş yanığı ellerini<br />

Sen gittiğinden beri uzaklara, günler geçmek bilmiyor<br />

Ve yakında duyacağım eski kış şarkılarını<br />

Ama her şeyden çok seni özlüyorum sevgilim<br />

Ölü yapraklar düşmeye düşmeye başladığında<br />

Evet, her şeyden çok seni özlüyorum sevgilim<br />

Ölü yapraklar düşmeye düşmeye başladığında


5<br />

Yves Montand<br />

Jo Stafford<br />

Nat King Cole<br />

Roger Williams<br />

Miles Davis<br />

Edith Piaf<br />

Chet Baker<br />

Frank Sinatra<br />

Lale Belkıs<br />

Eric Clapton<br />

Joan Baez<br />

Barbra Streisand<br />

Yazın sarı ve mavi rengi kahverengine<br />

evrildi. Güneş daha erken gitmeye başladı<br />

evine… İnsanlar omuzlarına kat kat<br />

kıyafetleri yüklendiler. Ağaçların boynu<br />

büküldü, süslerini döktüler. Ve duygu<br />

yoğunluğu başladı, filmler, resimler ve<br />

şarkılar… Ama sonbahar en çok şarkılarla<br />

anılır. O şarkılardan bir tanesi ise Autumn<br />

Leaves. En akılda kalanı, en eskisi, en çok<br />

yorumlananı... Gelin o şarkının öyküsüne<br />

bakalım birlikte.<br />

Autumn Leaves sonbahar günlerinde akla<br />

kazınan, yüzlerce farklı besteci ve şarkıcı<br />

tarafından yorumlanmış bir caz klasiği...<br />

Hem caz, hem de pop altyapılarıyla uyumlu<br />

tınısı ve dinginlik, özlem ve melankoliyi<br />

harmanlayan sözleri şarkının bu kadar<br />

geniş bir skalaya hitap etmesinin başlıca<br />

sebebi. Dünya çapında bir üne kavuşan bu<br />

parça yüzlerce sanatçı tarafından birçok<br />

türde ve dilde yeniden yorumlandı. Herkesin<br />

farkı bir favorisi olsa da, Nat King Cole,<br />

Frank Sinatra, Chet Baker, Eric Clapton, Miles<br />

Davis yeniden yorumlayanlar arasında<br />

en dikkat çekenlerden. Bu kadar farklı yorumu<br />

olan şarkı 1971 yılında Lale Belkıs<br />

tarafından Bizim Şarkımız adıyla tabii ki<br />

Türkçe’ye de çevrilmiş. Bir diğer enteresan<br />

versiyonu da Nat King Cole’un Kareha adlı<br />

Japonca yorumu...<br />

Orijinal halini, 1945 yılında Macar asıllı<br />

Fransız besteci Joseph Kosma “Les Feuilles<br />

Mortes” (Ölü Yapraklar) adıyla bestelemiş,<br />

sözlerini ise Fransız şair Jacques Prévert<br />

yazmış. Şarkıyı ilk yorumlayan ise 1946 yılında<br />

Marcel Carné’nin çektiği “Les Portes<br />

de la Nuit” filminde Yves Montand.<br />

1947 yılında Amerikan söz yazarı Johnny<br />

Mercer tarafından İngilizceye çevirisi<br />

yapılan parçayı, ilk olarak Jo Stafford<br />

yorumlamış. 1956 yılında ise ABD’de<br />

Robert Aldrich şarkı ile aynı adı taşıyan<br />

filmi çekmiş. Joan Crawford’un başrolünü<br />

oynadığı filmde ise şarkıyı Nat King Cole<br />

seslendirdi.<br />

Şarkıyı yorumlayan ünlü isimlerden bazıları:<br />

Louis Armstrong, Edith Piaf, Stan<br />

Getz, Diana Krall, Louis Armstrong, Paul<br />

Desmond, Barbra Streisand, Oscar Peterson,<br />

Mireille Mathieu, Wynton Marsalis,<br />

Lale Belkıs, Joe Pass, Andrea Bocelli., Harry<br />

James, Doris Day, Andy Williams, Roger<br />

Williams, Your Hit Parade, Gisele Mac-<br />

Kenzie, Jimmie Rodgers, Nat King Cole,<br />

Frank Sinatra, Miles Davis, Ahmad Jamal,<br />

Bill Evans, The Coasters, Patti Page, Serge<br />

Gainsbourg, The Temperance Seven, The<br />

Everly Brothers, Charles Lloyd, Al Hirt,<br />

Joan Baez, Ben Webster-Georges Arvanitas,<br />

Chet Baker, Patricia Routledge, Grace<br />

Jones, Nana Mouskouri, Dorothy Ashby,<br />

Chick Corea, Janis Alexander, Eliane Elias,<br />

The Tiger Lillies, Keith Jarrett Trio, Rickie<br />

Lee Jones, Eva Cassidy, Alexia Vassiliou,<br />

Raquel Bitton, Patricia Kaas, Jerry Lee<br />

Lewis, Iggy Pop, Eric Clapton, Jason Kouchak,<br />

Jermaine Jackson, Emmy Rossum,<br />

Mark Lanegan, Bob Dylan.


DEVRİM


7<br />

<strong>İLK</strong> <strong>YERLİ</strong> <strong>TÜRK</strong> <strong>OTOMOBİLİ</strong><br />

16 Haziran 1961 günü Devlet Demiryolları Fabrikaları<br />

ve Cer Dairelerinin yönetici ve mühendislerinden 20<br />

kadarı Ankara’da bir toplantıya çağrıldılar. Toplantıya<br />

başkanlık eden Genel Müdür Yardımcısı Emin Bozoğlu,<br />

Ulaştırma Bakanlığından alınan bir yazıyı okudu. Yazıda<br />

“Ordunun Cadde binek ihtiyacını karşılayacak bir otomobil<br />

tipinin geliştirilmesi” görevinin TCDD İşletmesine<br />

verildiği ve bu amaçla 1.400.000 TL ödenek ayrıldığı<br />

belirtiliyordu. Verilen termin 29 Ekim 1961, yani tanınan<br />

süre 4,5 aydı. Bu süre içinde bu çapta bir geliştirme<br />

çalışması yapılabilir miydi? Bırakınız geliştirmeyi, hiçten<br />

yola çıkarak, çalışabilecek bir otomobil yapılabilir,<br />

böyle bir mucize gerçekleştirilebilir miydi? Toplantıda<br />

söz alanların çoğu böyle bir projede seve seve çalışmaya<br />

hazır olduklarını, fakat böylesine kısa bir sürede<br />

sonuç alınabileceğini sanmadıklarını dile getirmeye<br />

çalışmış, bir kısmı da “ hayır “ demişlerdi. Tüm ülkede<br />

ise üniversitesinden, basınına, bir avuç sanayicisinden,<br />

politikacısına, sesini duyurabilen herkes Türkiye’de ne<br />

otomobil, ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel<br />

sohbetlerde, röportajlarda, hatta film gösterili konferanslarda<br />

bu görüş vurgulanıyordu. Fakat bu inanılmaz<br />

şey gerçekleşiyor ve 29 Ekim 1961 sabahı Türkiye’de<br />

yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da,<br />

kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye’de yapılan<br />

kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi binasının<br />

önüne götürülerek Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel<br />

Paşa’ya sunulabiliyor, bir ikincisi Paşa’yı Anıtkabir’e<br />

götürüyor, sonra da Hipodrom’daki geçit resmine katılıyordu.<br />

BU NASIL GERÇEKLEŞMİŞTİ?<br />

Projeyle başka bir kuruluşun değil de Demiryollarının<br />

görevlendirilmiş olması, bir yandan, o tarihlerde<br />

TCDD’nin onarım amacıyla kurulmuş fakat geniş ölçüde<br />

yedek parça imal eden Ankara, Eskişehir, Sivas ve Adapazarı’ndaki<br />

fabrikaları ile önemli bir teknik potansiyeli<br />

ve yetişmiş işçisinden mühendisine kadar güçlü bir teknik<br />

kadrosunun bulunması, öte yandan Genel Müdür<br />

Yardımcısı Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu’nun asker<br />

kökenli ve aynı zamanda Sıtkı Ulay Paşa’nın akrabası<br />

olması dolayısıyla Milli Birlik Komitesi ve çoğu kabine<br />

üyelerince yakından tanınıyor ve güveniliyor olmasının<br />

sonucu idi.<br />

Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu yönetim grubunun<br />

başı olarak, projenin yürütülmesi ve sonucuna ulaştırılmasında<br />

da gruptaki öteki yöneticiler gibi bütün<br />

bürokratik engelleri cesaretle aşarak her türlü imkânı<br />

sağlamak ve kimi kişisel sorunlar, kimi görevin çok yanlılığı<br />

ve ivediliği gibi nedenlerle büyük gerilim altında<br />

bulunan 20 mühendisin olağanüstü bir tempoyla fakat<br />

gönül rahatlığı içinde çalışmalarını sağlamak suretiyle<br />

de birinci derecede rol oynamıştı.


DEVRİM<br />

Zamana karşı yapılan yarışın kazanılmasında<br />

ikinci etken, görev alan mühendislerin<br />

proje süresince hafta sonları da dâhil<br />

her gün, en az 12’şer saat, gerektiğinde<br />

bazı geceleri sökülmüş bir otomobil sedirinin<br />

üzerinde birkaç saat kestirmek suretiyle<br />

işbaşında kalmaktan kaçınmayacak<br />

ölçüde davaya gönül vermiş olmalarıydı.<br />

16 Haziran 1961 günü yapılan toplantıda,<br />

çalışmalar için en uygun yerin, (bugünkü<br />

TÜLOMSAŞ) Eskişehir Demiryolu Fabrikalarında<br />

dökümhane olarak yapılıp kullanılmayan<br />

bir bina, en uygun yöntemin de<br />

elden geldiğince çeşitli tipten otomobil<br />

yapısını yakından inceleyerek fikir edindikten<br />

sonra, yapılacak tipin boyutları,<br />

motor, şanzıman vb. öteki grup ve parçalarının<br />

nasıl tasarlanıp imal edileceği<br />

üzerinde durulması olduğu sonucuna varıldı.<br />

İşyeri olarak seçilen atölyenin hazırlanması<br />

için Eskişehir’e talimat verildi ve<br />

otomobili olanların 19 Haziran’da Eskişehir’de<br />

bulunmaları istendi. Dökümhane<br />

binası zemini, lokomotif kazanlarında kullanılmak<br />

üzere alınan saç levhalarla döşendi.<br />

Kapının üzerine, kocaman rakamlarla<br />

kaç gün kaldığını gösteren bir levha<br />

asıldı. Projenin bitimine dek bu levha, her<br />

gün bir azalarak, sonuna kadar orada kaldı.<br />

Atölyede bir baş üstü gezer vinç, çeşitli<br />

bankolar ve bir toplantı masası vardı. Yakınında<br />

bir de çay ocağı bulunan bu masa;<br />

dört ay süreyle hem toplantılar, hem dinlenme,<br />

hem de gerektiğinde çalışma masası<br />

olarak kullanıldı.<br />

Atölyede yapılan ilk toplantıda “ Yönetim<br />

Grubu “ açıklandı. Genel Müdür Yardımcısı<br />

Emin Bozoğlu başkanlığında, Fabrikalar<br />

Dairesi Başkanı Orhan Alp, Cer Dairesi<br />

Başkanı Hakkı Tomsu, Cer Dairesi Başkan<br />

Yardımcısı Nurettin Erguvanlı, Eskişehir<br />

Demiryol Fabrikaları Müdürü Mustafa Ersoy,<br />

Adapazarı Demiryol Fabrikası Müdürü<br />

Celal Taner, Ankara Demiryol Fabrikası<br />

Müdürü Mehmet Nöker’den oluşan grupta<br />

iki de emekli subay vardı: Genel Müdürlük<br />

Müşaviri Hüsnü Kayaoğlu ve Necati<br />

Peköz. Ardından çalışma grupları belirlendi:<br />

Dizayn, motor-şanzıman, karoseri,<br />

süspansiyon ve fren, elektrik donanımı,<br />

döküm işleri, satın alma işleri ve maliyet<br />

hesapları grupları. Önce otomobilin ana<br />

hatları saptandı. Dört ila beş kişilik, toplam<br />

1000-1100 kg ağırlığında, orta boy<br />

denilebilecek bir tip üzerinde mutabık<br />

kalındı. Motor 4 zamanlı ve 4 silindirli olmalı,<br />

50-60 BG vermeliydi.


9<br />

Karoseri için hazırlanan 1:10 ölçekli maketlerden<br />

seçilen birinin 1:1 ölçekli alçı<br />

modeli yapıldı. Karoserin damı, kaput<br />

ve benzeri saçları, bu modelden alınan<br />

kalıplarla yapılmış beton bloklara çekilmek<br />

ve çekiçle düzeltilmek suretiyle<br />

tek tek imal edildi. Bir yandan da Willy’s<br />

Jeep, Warswa, Chevrolet, Ford Consul,<br />

Fiat 1400 ve 1100 motorlarının incelenmesinden<br />

sonra Warswa motoru örnek<br />

alınarak yandan supaplı bir 4 silindirli<br />

motorun gövde ve başlığı Sivas Demiryolu<br />

Fabrikasında dökülüp, Ankara<br />

Demiryolu Fabrikasında işlendi. Piston,<br />

segman ve kolları Eskişehir’de yapıldı.<br />

Motor Ankara Demiryolu Fabrikasında<br />

monte edildi. Frenlemede 40 BG’den<br />

fazla güç alınamayan bu motora alternatif<br />

olarak Ankara Fabrikası aynı gövde<br />

ve krank milinden yola çıkarak başka<br />

bir tip geliştirdi. B- motoru adı verilen<br />

üstten supaplı bir üçüncü motorda Eskişehir’de<br />

imal edildi. Süspansiyon grubu<br />

ön takımlar için “Mc Pearson” sistemini<br />

önerdi ve numuneye göre Eskişehir’de<br />

imal edildi. Eylül sonlarına doğru ön ve<br />

arka camları piyasada bulunabilenlere<br />

intibak ettirme zorunluluğu nedeniyle<br />

modele göre biraz değiştirilmiş, iki gövde<br />

çakılmış ve biri A, öteki B tipinden<br />

iki ayrı motor hazırlanmış bulunuyordu.<br />

Şanzımanlar, Ankara Fabrikasınca tümü<br />

yerli olarak yapılmıştı. Montaja geçildiğinde<br />

karşılaşılan en büyük sorun, gövde<br />

- motor uyumunu sağlamak, debriyaj,<br />

gaz ve fren kumanda mekanizmalarını<br />

yerleştirmek ve direksiyonun en uygun<br />

konumunu bulmaktı. Ayarlı direksiyon<br />

önerisi kabul edilmedi. İki yıl sonra Cadillac<br />

bunu bir yenilik olarak getiriyordu.<br />

Nihayet Ekim ortalarında Devrim<br />

otomobillerinden ilki tecrübeye hazır<br />

duruma gelebildi. Elektrik donanımı ile<br />

diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları<br />

ve motor yatakları ile cam ve lastikleri<br />

dışında tüm parçaları yerli idi.<br />

Bir yandan bu ilk otomobilin yol tecrübeleri<br />

sürdürülürken bir yandan da Cumhurbaşkanı’na<br />

sunulmak üzere B- motoru ile donatılan<br />

ikinci otomobilin yetiştirilmesine çalışılıyordu.<br />

Siyah renkteki bu 2 numaralı Devrim’in<br />

son kat boyası ancak 28 Ekim akşamı vurulabildi.<br />

Pasta ve cilası Ankara’ya sevk edilirken<br />

gece trende yapıldı. Buharlı lokomotiflerle<br />

çekilen trende bacadan sıçraması muhtemel<br />

kıvılcımlardan ötürü güvenlik önlemi olarak<br />

benzin depoları boşaltıldı.


DEVRİM<br />

Tren sabaha karşı Ankara’ya ulaştı. İki Devrim Otomobili<br />

o zamanlar Sıhhiye semtinde bulunan Ankara Demiryolu<br />

Fabrikası’na indirildi. Manevra imkânı sağlamak<br />

için depolarına yalnızca birkaç litre benzin kondu. Asıl<br />

ikmal sabahleyin Sıhhiye’deki Mobil Benzin İstasyonundan<br />

yapılacak, sonra da Meclis’e gidilecekti. 29<br />

Ekim sabahı, Devrimler motosikletli oldukça kalabalık<br />

bir trafik ekibinden oluşan eskortun arasında yola çıktı.<br />

Çıktı ama eskorttakiler, benzin alma işinden haberleri<br />

olmadığı için, Mobil’e uğramadan yola devam ettiler.<br />

Meclis’in önüne gelindiğinde durum anlaşıldı, acele<br />

getirilen benzin 1. Arabaya kondu. 2 numaraya konacağı<br />

sırada Cemal Paşa Meclis’in önüne gelmiş ve Anıtkabir’e<br />

gitmek üzere 2 numaralı Devrim Otomobiline<br />

binmişti. Yola çıkıldı. Fakat 100 m kadar sonra motor<br />

öksürerek durdu. Cemal Paşa’nın “Ne oluyor?” sorusuna<br />

direksiyondaki Yüksek Mühendis Rıfat Serdaroğlu<br />

“Paşam, benzin bitti.” cevabını verdi. Paşa’dan özür dilenerek<br />

1 numaralı Devrim’e geçmesi rica edildi. Buna<br />

uyan Cemal Paşa Anıtkabir’e bu otomobil ile gitti. İnerken<br />

ünlü “Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama doğu<br />

kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz” sözlerini söyledi.<br />

Ertesi gün bütün gazetelerin söz birliği etmişçesine<br />

“100 metre gidip bozuldu” başlığını attıkları 2 numaralı<br />

Devrim, aynı gün Hipodromdaki geçit törenine<br />

katılıyor, ne bundan, ne de Cemal Paşa’nın Anıtkabir’e<br />

bir başka Devrim otomobili ile gittiğinden söz ediliyor;<br />

yalnızca haberde, yorum ve fıkralarda harcanan bunca<br />

paranın boşa gittiğinden dem vuruluyordu. Oysa aynı<br />

yıl Tarım Bakanlığı bütçesine konmuş bulunan “At neslinin<br />

ıslahı” için 25 Milyon TL ödenek ve sonucundan<br />

kimse söz etmiyordu.<br />

Karoseri Grubundan Yüksek Mühendis Salih Kaya Sağın’ın<br />

yazısından derlenmiştir.<br />

NOT: * 1961 yılında 4 adet üretilen DEVRİM Otomobillerinden<br />

sadece birisi günümüze ulaşmıştır. Türkiye<br />

Lokomotif ve Motor Sanayi A.Ş. TÜLOMSAŞ/Eskişehir<br />

bahçesinde, özel olarak yapılan camlı garajda muhafaza<br />

edilen DEVRİM Otomobili halen çalışır durumdadır.<br />

TÜLOMSAŞ Basın Halkla İlişkiler Departmanına teşekkürler.


11<br />

TEKNİK ÖZELLİKLER<br />

<strong>OTOMOBİLİ</strong>N AĞIRLIĞI 1250 kg<br />

UZUNLUK / GENİŞLİK / YÜKSEKLİK<br />

4500 / 1800 / 1550 mm<br />

MOTOR TİPİ A4L<br />

MOTOR DEVRİ 3600 d / dk<br />

SİLİNDİR SAYISI 4<br />

SİLİNDİR ÇAPI 81 mm<br />

STROKE 100 mm<br />

SİLİNDİR HACMİ 2070 cm 3<br />

KOMPRESYON 6,8 / 1<br />

GÜÇ 50 HP<br />

KARAKTERİSTİK 4 Zamanlı, Su Soğutmalı<br />

Yandan Supaplı, Basınçlı Yağlama<br />

İMAL TARİHİ 1961<br />

İMAL YERİ ESKİŞEHİR DEMİRYOLU FAB.<br />

İMAL SÜRESİ 4,5 ay<br />

ÜRETİM SAYISI 4<br />

YAPIM EKİBİ<br />

YÖNETİM<br />

EMİN BOZOĞLU<br />

TCDD GEN.MD.YARD.<br />

ORHAN ALP<br />

TCDD FABRİKALAR DAİ. BŞK<br />

HAKKI TOMSU<br />

TCDD CER DAİ. BŞK.<br />

NURETTİN ERGUVANLI<br />

TCDD CER DAİ.. BŞK.. YRD.<br />

MUSTAFA ERSOY<br />

ESK. DEMİRYOL FAB. MÜD.<br />

CELAL TANER<br />

ADAPAZARI DEMİRYOL FAB.<br />

MÜD.<br />

MEHMET NÖKER<br />

ANKARA DEMİRYOL FAB. MÜD.<br />

HÜSNÜ KAYAOĞLU<br />

TCDD GEN. MÜD. MÜŞ.<br />

NECATİ PEKÖZ<br />

TCDD GEN. MÜD. MÜŞ.<br />

RIFAT SERDAROĞLU<br />

YÜK. MÜH.<br />

SECAATTİN SEVGEN<br />

YÜK. MÜH.<br />

KEMALETTİN VARDAR<br />

YÜK. MÜH.<br />

KAROSERİ<br />

CELAL TANER<br />

MAK. MÜH.<br />

FARUK AKYOL<br />

YÜK. MÜH.<br />

SAMİM ÖZGÜR<br />

YÜK. MÜH.<br />

SALİH KAYA SAĞIN<br />

YÜK. MÜH.<br />

HAMDİ TAHILLIOĞLU<br />

YÜK. MÜH.<br />

STYLING<br />

NURETTİN ERGUVANLI<br />

YÜK. MÜH.<br />

ERCAN TÜRER<br />

YÜK. MÜH.<br />

KEMAL ELAGÖZ<br />

YÜK. MİMAR<br />

MOTOR ŞANZUMAN<br />

MEHMET NÖKER<br />

YÜK. MÜH.<br />

GÜLTEKİN SABUNCUOĞLU<br />

YÜK. MÜH.<br />

SALİH KAYA SAĞIN<br />

YÜK. MÜH.<br />

SÜSPANSİYON<br />

VE FREN<br />

HAMİT İŞERİ<br />

MAK. MÜH.<br />

İSMET ÖZKAN<br />

YÜK. MÜH.<br />

MUSTAFA SEYREK<br />

YÜK. MÜH.<br />

ELEKTRİK DONANIMI<br />

HASAN DİNÇER<br />

YÜK. MÜH.<br />

DÖKÜM İŞLERİ<br />

İSMAİL SIDAL<br />

METALURJİST


ONLAR DENEDİ...<br />

BİZ BAŞARDIK...


13<br />

“<strong>YERLİ</strong> ÜRETİMİN GELİŞİMİ İÇİN<br />

HALA GEÇ KALINMIŞ DEĞİL”<br />

2016 Eylül…<br />

Bünyemiz içerisine aldığımız bu yeni işin gerek sevinci<br />

gerek başaracağımıza olan inancımız sayesinde toplantımız<br />

büyük umutlarla başladı. Zaman kısa inancımız ise<br />

büyüktü. Üstesinden gelinecek çok fazla pürüz olmasına<br />

rağmen verilen termin 2,5 hafta gibi bir süreydi. Bu süre<br />

içerisinde birbirimize güvenebilir miydik? Ar-ge çalışmalarımızı<br />

yetişir miydi? Bırakınız geliştirmeyi yoktan<br />

var etmeye olan inancımızı sınamak için bu süre yeterli<br />

miydi? Toplantıda söz alanların birçoğu projede olmaktan<br />

dolayı heyecanlarından söz ederken süre konusundaki<br />

endişelerini de dile getirmekten geri kalmamışlardı.<br />

Sonuç herkesi endişelendiriyor bir o kadar da başarma<br />

dürtüsüyle kamçılıyordu.<br />

Tüm ülkede yerli imalat sanayiinin oluşturulmasının ülkenin<br />

ekonomik bağımsızlığı ve teknolojisi bakımından<br />

önemi vurgulanıyordu. Proje, zamana karşı yapılan bir<br />

yarışın kazanılmasıyla sonuçlanmalıydı ki mühendislerimizin<br />

ve bize inanan aynı zamanda yanımızda omuz<br />

omuza duran genç ekibimizin emeklerinin karşılığı olmalıydı.<br />

Gerektiğinde gece yarıları işbirlikçi firmalarımızın<br />

kapılarını çalacak işyerlerini açtıracaktık. Durmak<br />

bilmeden sökecektik parçalarını, kontrollerin ardı arkası<br />

gelmeyecekti, uykusuzluktan yıkılacak duruma gelecektik<br />

fakat menteşelerinin birbirini sıkı tuttuğu gibi tutacaktık<br />

inancımızı.<br />

Gece gündüz demeden hafta sonları dâhil her gün 12’şer<br />

saat, bazı geceler uyku nedir bilmeden sandalye üzerinde<br />

birkaç saat kestirmek kaydıyla işbaşında kalmaktan<br />

çekinmeyecek bir ekipti bizimkisi. Başarmanın ve dahası<br />

birlikte inanarak başarmanın vermiş olduğu kuvvetle<br />

gönül vermiştik davamıza. Zaman sancılı ve hızlı bir şekilde<br />

akıyordu artık bizim için. Psikolojik baskı yüzünden<br />

geriliyor fakat peşini bırakmayı düşünmüyorduk. Olmayacak<br />

korkusu nedir bilmeksizin başarma odaklı ilerliyor<br />

ve baskıyı gitgide fazlaca hissediyorduk. Baskı, tüm<br />

umutlarımızı elimizden alacağı vakit yine sarılıyorduk<br />

projemize. Çünkü biz inanmaktan hiç vazgeçmeyecektik.<br />

Kaç gün kaldığını birbirimizden kaçınarak baktığımız<br />

takvimlerimiz korkulu rüyamızdı. Gerektiğinde toplantı<br />

masası gerektiğinde yemek masası olarak kullandığımız<br />

masa çekti kahrımızı. 11 kişilik mühendis kadromuz dâhil<br />

olmak üzere 35 kişilik dev bir başarı hikâyesiydi bu<br />

süreç. Her birimiz birbirimize inanan gözlerle baktık. Dâhil<br />

olmaktan kaçmadık, inanmayı asla bırakmadık. Umut<br />

etmeyi, güçlü durmayı birbirimizden aldığımız destek<br />

sayesinde körükleyerek ilerledik.<br />

…<br />

2,5 haftalık süreç bittiğinde, öncesinde binlerce kez<br />

kalite kontrolden geçen cihazımız kontrolör karşısında<br />

menteşelerini kırmıştı. Herkes gittikten sonra yeniden<br />

çalıştırmayı denediğimizde hiç sorun çıkarmamışçasına<br />

çalışan cihazımızın karşısında şaşkınlıkla karışık<br />

kızgınlığımızı saklamak için birbirimizin suratlarına bakmıyorduk.<br />

Üzerimizde hissettiğimiz baskı, öfke olarak<br />

taşıyordu bedenimizden. Yorgunduk… Hala inancımızı<br />

perçinleyerek devam ediyorduk yolumuza… Maliyette<br />

finansın önemli olduğunu düşünmedik hiç. İnandığımız<br />

bu proje için 1 alınması gereken parça 5 alınıyor ve bu<br />

bizi sadece sonuca götüren yolda verdiğimiz zayi olarak<br />

ilgilendiriyordu. “Biz inandık. Herkes denedi fakat biz<br />

başardık.” Kalite kontrollerini başarılı bir şekilde geçip<br />

seri üretim sürecine başarı ile giren CVS MRF Motorize<br />

Çatı Fanı. Kısa zaman baskılı bir süreç sonrasında bize<br />

inanan herkesle birlikte büyük başarımızın kısa ismi.<br />

…<br />

Bu ekibe inanan ve yürekleriyle yanımızda olan herkesle<br />

birlikte paylaşmak ve paylaştıkça büyümesini sağlamak<br />

istiyoruz bu hikâyeyi. Ve “ONLAR DENEDİ, BİZ BAŞAR-<br />

DIK” derken tüm emeği geçen ekibimizle imza atıyoruz<br />

bu başarıya, saygıyla.


we are cleaning<br />

your<br />

future<br />

www.cvsair.com.tr<br />

216<br />

417 12 48<br />

/cvsairtr<br />

JETFAN<br />

SYSTEMS<br />

All indoor parking spaces on the design the optimal<br />

system for which the dirty gas and evacuation of<br />

dangerous fumes from the vehicle in case of a fire.


15<br />

İSTANBUL’A<br />

ADLARINI VERENLER<br />

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan ve birçok devlete başkentlik yapan İstanbul’un,<br />

şimdilerde kullandığımız semt isimlerinin hikâyeleri o zamanlara dayanıyor.<br />

HALASKARGAZİ<br />

İstanbul’un işgal altında<br />

olduğu yıllarda Mustafa Kemal<br />

Atatürk bu caddede bir ev<br />

tutmuş, annesi ve kız kardeşiyle<br />

birlikte buraya yerleşmiştir. Bu<br />

tarihlerde Atatürk’ün buradaki<br />

evi çok hareketli günler<br />

yaşamıştır. O dönemlerde Şişli<br />

Caddesi adını taşıyan caddenin<br />

ismi 1927 yılında ‘Kurtarıcı’<br />

anlamına gelen ‘Halâskâr’ ve<br />

‘gazi’ kelimelerinin birleşimiyle<br />

Atatürk’e atfen Halaskârgazi<br />

olarak değiştirilmiştir.<br />

GAZİOSMANPAŞA<br />

İstanbul’un geç dönem<br />

yerleşimlerinden olan ve<br />

daha önce Taşlıtarla ve<br />

Küçükköy mevkii olarak<br />

bilinen Gaziosmanpaşa,<br />

1950’li yıllardan<br />

sonra gelişmiş, 1963<br />

yılında da ilçe yapılmış.<br />

Gaziosmanpaşa’nın<br />

merkezine eskiden Taşlıtarla<br />

denirmiş. Yeni kurulan bu<br />

ilçeye Plevne komutanı Gazi<br />

Osman Paşa’nın ismi, bir<br />

bağlantısı olmadan verilmiş


GEDİKPAŞA<br />

Beyazıt’ın güneyinde sahile doğru inen semt,<br />

1482 yılında ölen Fatih Sultan Mehmet in<br />

sadrazamlarından Gedik Ahmet Paşa’nın Türbesinin<br />

de bulunduğu cami ve külliye ismini almıştır. Gedik<br />

Ahmed Paşa, Fatih Sultan Mehmed zamanında kısa<br />

bir süre Rum beylerbeyliği yaptı. 1462’de Anadolu<br />

beylerbeyi oldu. Koyulhisar, Karaman Ereğlisi,<br />

Akhisar, Alaiye, İçel, Karaman’da Silifke, Mokan,<br />

Gorigos, Gülek ve Lülye’yi fethetti. 1474’te vezir-i<br />

azam oldu. Kaptan-ı Deryalığa ve aynı zamanda<br />

Avlonya sancakbeyliğine getirildi. 1479’da Ege’de<br />

Kefelonya, Zanta ve Ayamavra’yı zaptetti. Fatih Sultan<br />

Mehmed, bir donanma ile 1480 yılında Gedik Ahmed Paşa’yı Otranto’ya gönderdi.<br />

Otranto’yu Ağustos 1480’de fetheden Gedik Ahmed Paşa, İtalya’da yeni fetihler<br />

için hazırlanırken Fatih Sultan Mehmed’in ölüm haberini aldı.<br />

GÜMÜŞPALA<br />

Avcılar ilçesinin mahallesi olan semt ismini Ragıp<br />

Gümüşpala’dan bağlantısı olmadan almıştır. Gümüşpala,1.<br />

Dünya Savaşı’nda, Galiçya ve Filistin Cephelerinde<br />

çarpışmış, İngilizlere esir düşmüş, yurda dönünce Kurtuluş<br />

Savaşı‘na katılmış, Cumhuriyetin ilânından sonra Şeyh<br />

Said ve Tunceli ayaklanmalarının bastırılmasında vazife<br />

almıştır. Genel Kurmay Başkanı olmuş, 1960’da emekliye<br />

sevk edilmiş, 1961 tarihinde kurulan Adalet Partisi’nin<br />

genel başkanlığına getirilmiştir. 1961 Partisi, iktidar ortağı<br />

olmasına rağmen kabine dışında kalmayı tercih etmiştir.<br />

HACIMİMİ<br />

GÜLFEMHATUN<br />

Üsküdar’da Kanuni’nin<br />

hasekisi Gülfem<br />

Hatun’un mezarı ve<br />

yaptırdığı caminin<br />

isminden alan bir<br />

mahalledir. Rivayete<br />

göre Kanuni’nin<br />

Hürrem’in ölümünden<br />

sonraki gözdesi olmuş<br />

fakat harçlıkları ile<br />

yaptırdığı cami için<br />

sırasını başkasına<br />

vermiştir. Bu sebeple Kanuni tarafından öldürtülmüştür. Olayın aslını öğrenen<br />

Kanuni yarım kalan camiyi tamamlatmış, Gülfem Hatun’un mezarını da caminin<br />

yanına yaptırmıştır.<br />

El Hac Mehmet Çelebi ismindeki zatın 16. yüzyılda yaptırdığı camiden ismini alan<br />

Beyoğlu ilçesine bağlı bir mahalledir. Muhtemeldir ki Hacı Mehmet halk söylemi ile<br />

Hacı Mimi’ye dönüşmüştür.


17<br />

HADIMKÖY<br />

HASEKİ<br />

HAYDARPAŞA<br />

Bir iddia Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan<br />

Selim’in, diğer bir iddiaya göre ise III. Selim’in<br />

vezirlerinden Haydar Paşa’dan dolayı bu isimle anılıyor.<br />

Semte yapılan kışla Haydarpaşa olarak anılır. Bina bir<br />

dönem hastane olarak da kullanılmış. Gar binası ise semt<br />

adından dolayı Haydarpaşa ismiyle anılıyor.<br />

İstanbul’un Fatih ilçesindeki en eski semtlerinden biridir. 16. yüzyılın ortalarına kadar bu<br />

semt kadınlar için kurulan bir pazar dolayısıyla Avrat Pazarı (bugün de Kadınlar Pazarı)<br />

adıyla biliniyor. 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan tarafından<br />

bu semtte yapılan Haseki Darüşşifası (Haseki Hastanesi), Haseki Sultan Camii ve Haseki<br />

Külliyesi nedeniyle semtin ismi Haseki haline gelmiş.<br />

Hadımköy çevresinde<br />

ki fazla miktarda<br />

Rum köyüne karşılık<br />

Padişah Fatih Sultan<br />

Mehmet’in buyruğu<br />

ile o dönemde<br />

yaşamış olan Hadım<br />

Ağalarından “ Hadim<br />

Baba” adındaki bir<br />

zatın bağışladığı<br />

topraklar üzerine<br />

kurulmuş bir meskûn<br />

mahaldir. İlk nüfusu<br />

civar yerleşim<br />

yerlerinden ve<br />

Anadolu’dan getirilen<br />

Türkler teşkil eder.<br />

Bucağın Hadımköy adını buradan aldığı bilinmektedir.<br />

Hadım Baba; Hadımköy’de kendi adını taşıyan caminin<br />

avlusundaki türbesinde yatmaktadır.


KÜLTÜR SANAT<br />

KONSER<br />

BUZUKİNİN EFSANESİ THANASIS OLYKANDRIOTIS<br />

VE CAFE AMAN SOLİSTLERİ<br />

05 KASIM 2016 21:00<br />

<strong>TÜRK</strong>ER İNANOĞLU<br />

MASLAK SHOW CENTER, İSTANBUL<br />

İstanbul doğumlu besteci ve<br />

buzuki ustası Yorgos Mitsakis’e<br />

ithaf edilen konser, 5 Kasım’da<br />

TİM Show Center’da...<br />

Buzukinin en önemli virtüözlerinden<br />

Thanasis Polykandriotis ve Buzuki Orkestrası,<br />

Café Aman İstanbul grubunun<br />

solistleri Stelyo Berber ve Pelin Süer<br />

ilebirlik te 5 Kasım 2016 Cumartesi gecesi<br />

TİM Show Center’da seyirciyle buluşuyor.<br />

33 kişilik dev bir kadronun, Yunanlı<br />

dansçıların sergileyeceği dönem<br />

dansları eşliğinde sahne alacağı gecede<br />

günümüzün en önemli buzuki virtüözlerinden<br />

biri olan ve buzuki sazının sihirli<br />

tınısını tüm dünyaya taşıyan Polykandriotis,<br />

bu geceye özel orkestrasyonu ile<br />

ilk defa Türk seyircisi karşısına çıkıyor.<br />

Buzukinin dünden bugüne müzikal yolculuğu<br />

olarak tasarlanan konserde, Türk<br />

ve Yunan müziğinin ortak ezgileri de<br />

seslendirilecek. Yunanistan’ın billur sesi<br />

Katerina Kouka farklı yorumuyla geceye<br />

renk katacak. Buzuki üstadı Thanasis<br />

Polykandriotis’in, “Epomoni” (Gelecek<br />

Nesil) adını verdiği, 16 buzuki ve 4 müzisyenden<br />

oluşan buzuki orkestrası ve<br />

gecenin solistleri eşliğinde vereceği<br />

“Buzukinin Efsanesi” konserinin ilk bölümünde<br />

eski dönem repertuarının en<br />

seçkin ve dinamik örnekleri sunulacaktır.<br />

İkinci bölümde ise Polykandriotis’in kendi<br />

bestelerinin yanı sıra, günümüz Yunan<br />

müziğinin en önemli bestecileri arasında<br />

yer alan Hacidakis, Teodorakis, Ksarhakos<br />

gibi isimlerin eserleriyle dinleyenler<br />

kendilerini Yunan ezgilerinin büyüsüne<br />

kaptıracaklar. Buzukinin Efsanesi TİM<br />

Show Center ve Malou International<br />

ortaklığıyla gerçekleştirilecek ve buzukinin<br />

eşsiz tınısının damgasını vuracağı<br />

bu muhteşem konserde Türk dinleyicisi,<br />

dünyaya mal olmuş bir repertuarı, daha<br />

önce karşılaşmadıkları bir lezzette, adeta<br />

bir müzikal tadında ilk defa dinleme fırsatını<br />

bulacak.


19<br />

TİYATRO<br />

ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ<br />

Tiyatro Kedi N.H. Kleinbaum’un romanından Gökçe Biçer’in tiyatroya uyarladığı ve<br />

Hakan Altıner’in yönettiği Ölü Ozanlar Derneği tiyatro severlerle buluşuyor.<br />

Tarihler:<br />

03 Kasım 2016 Perşembe 20:30<br />

Yer: Trump Kültür ve<br />

Gösteri Merkezi<br />

Biletler: - Tam 56.00 TL<br />

Öğrenci 46.00 TL<br />

Adres: Karkuyusu Sok. Kuştepe<br />

Mecidiyeköy Şişli İstanbul<br />

“Ergenlik çağındaki birkaç<br />

gencin aşırı disiplinli bir yatılı<br />

okulda geçen bu hikâyesinde,<br />

okul ve aileler tarafından<br />

üstlerine yüklenen başarılı olma<br />

sorumluluğu, ailelerinin onlar<br />

için seçtiği geleceği yaşamakla<br />

kendi istediklerini yapabilmenin<br />

önündeki engeller ve bunlarla<br />

başa çıkma yöntemleri<br />

anlatılıyor. Okula yeni atanan<br />

John Keating, önlerine yeni<br />

bakış açıları sunarak, şiir<br />

dünyasına girmelerini, günü en<br />

iyi şekilde değerlendirebilmeleri<br />

ve Walt Whitman’ın dediği<br />

gibi hayata “kendi dizeleri<br />

ile katılabilmeleri” için<br />

farkındalıklarını artırmaya<br />

çalışmaktadır.” Ölü Ozanlar<br />

Derneği, N.H. Kleinbaum’un<br />

roman olarak yazdığı ve Gökçe<br />

Biçer tarafından tiyatro oyunu<br />

haline getirilen bir klasik eserdir.<br />

Bu eserde Can Gürzap Edebiyat<br />

Öğretmeni John Keating<br />

karakterini canlandırıyor.<br />

Oyuncular:<br />

Tayfun Yılmaz, Sadi Özen,<br />

Efe Yeşilay, Metin Hasgül,<br />

Berkay Şanveren, Can<br />

Türkdoğan, Emre Çoldur,<br />

Mekin Sezer, Enes Daniş, Onur<br />

Yaldız, Alev Sezer, Gökhan Dost,<br />

Hande Djavadi, İrem Uğural,<br />

Banu Batur<br />

Yönetmen: Hakan Altıner<br />

Yönetmen Yardımcısı:<br />

Damla Cercisioğlu<br />

Dekor ve Kostüm Tasarımı:<br />

Tülin Pural<br />

Ses ve Işık Tasarımcısı:<br />

Özgür Kaan Pural


KÜLTÜR SANAT<br />

SERGİ<br />

HORASAN | YÜZ HER ŞEYDİR<br />

Tarihler: 08 Ekim 2016 Cumartesi<br />

19 Kasım 2016 Cumartesi<br />

Yer: Art On İstanbul<br />

Adres: Meşrutiyet Cad. Bilsar Binası No:<br />

90A, Şişhane Beyoğlu İstanbul<br />

Telefon: 0212 259 1543<br />

Ziyaret saatleri:<br />

Salı-Cumartesi | 10.00-19.00<br />

Horasan’ın kâğıt yüzeyler ve tuval üzerine<br />

çalışmalarının bir arada görülebileceği<br />

sergide, sanatçı insan duygularının<br />

gözlemlenebildiği yüze dair ifadelerin<br />

temsilinden hareket ederek bir tema<br />

oluşturuyor. Bu bağlamda sanatçının bir<br />

araya getirdiği kâğıt işler ve tuval çalışmaları,<br />

yüz ifadelerinin merkezde olduğu<br />

bir biçimde “anlatılar” oluşturuyor.<br />

Sanatçı için resme başlangıç noktası, çocukluk<br />

yıllarından itibaren kendisine poz<br />

veren insanların yüzlerini çizdiği kara<br />

kalem portrelerdir, yani yüzdür. Horasan,<br />

yüz çizerken insanları tanımaya, onları<br />

daha derinden anlamaya çalışır. Sanatçının<br />

kendi ifadesiyle “yüz çizmek, biraz<br />

da dünyayı tanımlamaktır”. Geleneksel<br />

sınırlarının ötesinde bir yaklaşımla “yüz”<br />

olgusunu ele alan Horasan’ın çalışmaları,<br />

konu nesneleri olan karakterlerden ve<br />

onların ifadelerinden ziyade, hem Horasan’ın<br />

kendisine, hem de izleyicisine<br />

açılan bir pencere olarak düşünülebilir.<br />

İnsan yüzünün belirgin, alışılmadık, sembolik<br />

ve ifadesel unsurlarını yakalayan<br />

ve sunan bir yapıya sahip bu “yüzler”in<br />

hiçbiri, direkt olarak belirgin bir figüre<br />

referans vermemektedir.<br />

Fazlasıyla imgeleme dayalı ve bu haliyle<br />

bir yandan kavranması zor; öte yandan<br />

tamda bu niteliğiyle yeni ve farklı okumalara<br />

açık çalışmaları ile Horasan, ezberlenmiş<br />

ve bilindik “suretlere” değil,<br />

bir tür duyguların portrelerini çizmeye<br />

odaklanmaktadır. Horasan’ın kompozisyonlarının<br />

referans noktası, zaman içinde<br />

deftere çizdiği ve yeniden yorumladığı<br />

desenlerden oluşur. Bugünden yarına<br />

uzanacak üretim yönelimine dair ipuçları<br />

da taşıyan “Yüz Her Şeydir” sergisinde<br />

Horasan, tanıdık gibi geleni yabancılaştırarak<br />

sunmakta, hiç kavranamaz ve<br />

tanımlanamaz gibi görüneni ise tam da<br />

iyice bakılarak tanıdık hale getirmektedir.<br />

Horasan’ın “Yüz Her Şeydir” sergisi<br />

19 Kasım Cumartesi gününe kadar Art<br />

On İstanbul’da görülebilecek.<br />

Fotoğraflar: Kayhan Kaygusuz<br />

Art On İstanbul, 8 Ekim - 19 Kasım 2016 tarihleri arasında Horasan’ın<br />

“yüzü” merkeze alan çoklu bölünmüş kompozisyonlarının yanında,<br />

20 yıllık üretiminden seçilen 25 parçalık bir portre yerleştirmesinin<br />

görüleceği “Yüz Her Şeydir” isimli sergisine yer veriyor.


21<br />

KONSER - CAZ<br />

LENA CHAMAMYAN<br />

Ermeni asıllı Suriyeli<br />

müzisyen Lena<br />

Chamamyan; caz, folk,<br />

oryental, fado, sufi,<br />

Afrika ve Latin müziğinin<br />

ahenkli birleşmesiyle<br />

oluşan müziğini 22<br />

Ekim’de Zorlu PSM’ye<br />

getiriyor.<br />

22 EKİM CUMARTESİ 21:00<br />

Şam’da doğan Chamamyan, ilk konserini 5<br />

yaşında verdi. Şam Üniversitesi Ekonomi<br />

Yönetimi Bölümü’nden 2002’de mezun<br />

olduktan sonra Yüksek Müzik Enstitüsü’nde<br />

okumaya başladı ve 2007’de eğitimini<br />

tamamladı. Bunun dışında Gloria Scalchi ve<br />

Carmen Villata’yla klasik müzik, Meredith<br />

Monk ve Manfred Leuchter gibi efsanevi<br />

isimlerle dünya müziği ve caz, Arax<br />

Tchekidjian’la da Ermeni klasik müziği icrası<br />

üzerine çalıştı. İlk albümü Asmar Ellon’u<br />

2006 yılında çıkardıktan sonra hayranlarını<br />

fazla bekletmeyen sanatçı 2007’de ikinci<br />

albümü Shamat’ı çıkardı. Üçüncü albümü<br />

Road of the Sun’ı da yakında yayınlayacak<br />

olan Chamamyan, solo albümlerinin yanı<br />

sıra Alman akordeoncu Manfred Leuchter’in<br />

çıkardığı Zina (2006) ve Suriyeli saksafoncu<br />

Basel Rajoub’un çıkardığı Khamir (2010)<br />

gibi albümlere katkıda bulundu.<br />

Suriye’de yayınlanan diziler ile Arap ve<br />

Ermeni filmleri için müzikler yaparak<br />

dinleyici kitlesini gözle görülür şekilde<br />

genişleten Lena Chamamyan dünya<br />

çapında önemli mekanlarda sahne aldı ve<br />

hem performansları hem de yarattığı etki<br />

sayesinde birçok ödül kazandı. 2010’da<br />

Arabian Business Journal tarafından Arap<br />

dünyasının en etkili 500 figüründen biri<br />

seçildi ve Avusturya’da beş yıldızlık bir<br />

dünya müziği sanatçısı olarak addedildi.<br />

Suriye’de yayımlanan kültür-sanat dergileri<br />

için dünya bağımsız müziği hakkında<br />

makaleler yazan Chamamyan, Avrupa’daki<br />

farklı eğitim kurumlarında Doğu ve Batı<br />

müziklerinin ilişkisi üzerine dersler verdi.<br />

Zorlu PSM, 22 Ekim’de Lena Chamamyan’ı<br />

ve oryantal caz melodilerini ağırlayacak!


KÜLTÜR SANAT<br />

SERGİ<br />

SANATÇI VE ZAMANI<br />

İstanbul Modern “Sanatçı ve Zamanı” adlı koleksiyon<br />

sergisi ile sanatçıların zaman fikri etrafında<br />

birey olarak kendilerini ve çalışmalarını<br />

nasıl konumlandırdıklarına odaklanıyor. Sergi,<br />

sanatçının zamanı ile toplumun, kültürün,<br />

doğanın ve evrenin zamanı arasında kurulan<br />

bağa ve hesaplaşmaya dair bir düşünce alanı<br />

öneriyor. Geçmişten geleceğe farklı zamanları,<br />

belirli ortak temalar çerçevesinde bir araya<br />

getiriyor.<br />

İstanbul<br />

Dervishes -<br />

Sema Ayini<br />

Tarih: 25 Ekim 2016 Salı<br />

Saat: 19:00<br />

Yer: Hodjapasha Gösteri ve<br />

Etkinlik Merkezi<br />

Bilet Satış: Biletix Satış Noktaları ve<br />

Mekan gişe<br />

Adres: Ankara Cad. Hocapaşa<br />

Hamam Sok. No: 3.B<br />

Sirkeci Fatih İstanbul<br />

Web: http://www.hodjapasha.com/<br />

Sergi, sanatçıların kendi zamanlarını nasıl deneyimlediklerine,<br />

geçmişten gelip geleceğe<br />

akan zaman karşısında duydukları endişe ve<br />

hayal kırıklıklarına, iç zamanları ile başkalarının<br />

zamanları arasında kurdukları derin yakınlıklara<br />

işaret ediyor. Aynı zamanda sanat yapıtının,<br />

gelip geçicilik ve değişim karşısındaki yerine<br />

ve dönüşümüne karşı da bir tartışma zemini<br />

sunuyor. Sanat yapıtları hangi zamanların içinden<br />

geçerek şimdi, şu an izlediğimiz zamanın<br />

parçası olurlar? Başka yapıtlarla kurdukları zamansal<br />

ilişkinin anlamı nedir? Sanat yapıtları<br />

hangi koşullara direnerek veya parçası olarak<br />

gelecek zamana kalırlar?<br />

“Sanatçı ve Zamanı”, Türkiye’nin mihenktaşı<br />

düşünür ve edebiyatçılarından Ahmet Hamdi<br />

Tanpınar’ın (1901-1962) “ne içindeyim zamanın<br />

ne de büsbütün dışında” sözlerini de bir çıkış<br />

noktası olarak belirliyor. Tanpınar’ın zaman<br />

fikri etrafında farklı coğrafyalardan sanatçıların<br />

geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki hesaplaşmalarına<br />

dair bir görünürlük sunuyor. Soyut<br />

sanatın farklı zamanlardaki karşılıklarını, sanat<br />

üretiminde malzeme ve atölyenin rolünü, peyzaj<br />

ve natürmort geleneğinden bugünün doğa<br />

algısına olan dönüşümü, kimlik arayışlarını,<br />

yüce ve tinsel olana karşı ilgiyi, varoluş sorgulamalarını,<br />

beden politikalarını, feminist yaklaşımları,<br />

yeni kent kültürünün dayattığı karmaşık<br />

sorunları, savaş, ölüm ve yıkım karşısında<br />

verilen mücadeleyi, su kültürü ve bir boğaz<br />

kenti olan İstanbul etrafında gelişen hayat hikayelerini<br />

ve Anadolu insanını tanıma çabalarını<br />

ortak duygular etrafında yan yana getiriyor.<br />

Tanpınar üzerinden sanatçıların zamanlararası<br />

varoluş serüvenlerine dair bir yol haritası sunan<br />

sergi, aynı anda farklı zamanları hayal edebildiğimiz<br />

bir çağda, Tanpınar’ın görüşlerinin<br />

kuşatıcı zenginliğini de hatırlatmak istiyor.<br />

31 Aralık 2016 tarihine kadar gezilebilir.


23<br />

FESTİVAL<br />

İSTANBULDA<br />

ÇİKOLATA FESTİVALİ<br />

Yer: Beşiktaş Meydan<br />

Tüm zamanların en tatlı festivali İstanbul<br />

Çikolata Festivalinin 30 Ekim 4<br />

Kasım tarihleri arasında Beşiktaş Meydanda<br />

gerçekleşmesi için çalışmalar<br />

başladı. Dünyanın birçok ülkesinde<br />

gerçekleşen ‘’Çikolata Festivali’’ Türkiye’de<br />

ilk kez Medyadoktoru Yapım<br />

firması tarafından İstanbul’da çikolata<br />

severleri buluşturmak ve onlara çikolata<br />

kültürünü anlatmak için 30 Ekim 4<br />

Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek.<br />

Medyadoktoru Yapım firması tarafından<br />

gerçekleşecek olan ‘’İstanbul Çikolata<br />

Festivali” Türkiye’de bir ilk olma özelliği<br />

taşıyor. İstanbul Çikolata Festivali<br />

kapsamında birçok Türk ve yabancı<br />

çikolata firması Beşiktaş Meydanın da<br />

stantlar kurarak daha geniş kitlelere<br />

ulaşma imkânı bulacak. İstanbul Çikolata<br />

Festivali ile milyonlarca insanın sevgi<br />

ile kucaklaşmasını hedeflediklerini belirten<br />

Medyadoktoru Yapım firma yetkilisi<br />

yapımcısı Savaş Uğurlu, “Her dilden<br />

ve dinden insanı buluşma noktası olan<br />

ve herkesin hangi kültürden olursa olsun<br />

kucaklaştığı İstanbul bu kez sevgi<br />

kokusu Çikolata ile tüm dünyaya yayılacak.<br />

İçinde Çikolata sergilerin, söyleşilerin,<br />

konserlerin, çocuklara yönelik<br />

etkinliklerin olacağı festival kapsamında<br />

ayrıca eğlenceler, tiyatro gösterileri,<br />

çikolatadan defileler, güzel sanatlar<br />

fakültesinden hocalarımızın çikolatan<br />

yaptıkları heykeltıraşlar, workshoplar<br />

ve daha birçok etkinlik ile tüm İstanbulluları<br />

çikolata ile buluşturacağız. Ayrıca<br />

İstanbul’daki değerlerimiz ile alakalı bir<br />

çikolata müzesi sergisi de gerçekleştireceğiz.”<br />

Dedi.<br />

ÇİKOLATADAN<br />

DEFİLELER YAPILACAK<br />

İstanbul Çikolata Festivali kapsamında<br />

farklı etkinlikler dışında moda tasarımcılarının<br />

da ilginç tasarımlarına yer verileceğini<br />

belirten Uğurlu, ‘’Festivalin<br />

5 günlük süresinde alanında başarılı<br />

moda tasarımcıları çikolatadan ve çikolata<br />

konseptinden<br />

yaptıkları<br />

tasarımları<br />

festival kapsamında<br />

görücüye<br />

çıkartacaklar. Festivalde<br />

birçok farklı sürpriz<br />

de olacak’’ dedi.<br />

UĞURLU; ‘FESTİVALİN<br />

<strong>İLK</strong> TEMASI SEVGİ’<br />

İstanbul’un sevgi ve hoşgörü ile buluşma<br />

noktası olduğunu belirten Yapımcı<br />

Savaş Uğurlu, “Bizler değer verdiğimiz<br />

kişilere özel günlerde sevgimizi pekiştirmek<br />

ve sevgimizi göstermek adına<br />

çikolata hediye ederiz. Bu sebeple ‘’İstanbul<br />

Çikolata Festivali’nin’’ temasını<br />

Sevgi olarak belirledik. Beşiktaş Meydan<br />

da çikolatayla sevginin buluşabildiğini,<br />

festival kapsamında binlerce<br />

kişiyi bir araya getirerek anlatacağız.’’<br />

diyen Uğurlu; ‘İstanbul Çikolata Festivali’ni<br />

her sene geleneksel hale getirmeyi<br />

hedefliyoruz” dedi. İstanbul’un en<br />

büyük festivali olma özelliği taşıması<br />

ve her sene gelenekselleşmesi için çalışmalarına<br />

aralıksız devam edildiğini<br />

belirten yapımcı Savaş Uğurlu, İstanbul<br />

Çikolata Festivalinin 5 gün boyunca sokaklarda<br />

çikolata stantları, workshoplar,<br />

yarışmalar ve dev çikolata heykelleri<br />

ile İstanbulluyu da buluşturacaklarını<br />

söyledi. Uğurlu, “Ayrıca 5 gün boyunca<br />

usta aşçılar tarafından hazırlanan çikolatalar<br />

usta heykeltıraşlar tarafından<br />

tıraşlanacak. Çikolatadan oluşturulmuş<br />

heykeller festival alanını süsleyecek.<br />

Festivalin son günü ise heykeller görücüye<br />

çıkarak kesilerek tekrar çikolata<br />

severlere dağıtılacak“ dedi.


SİNEMA<br />

SİNEMA VİZYON<br />

Jack Reacher:<br />

SEN BENİM<br />

Julieta Asla Gerİ Dönme MORGAN HERŞEYİMSİN<br />

Passengers<br />

Vizyon: 14 Ekim 2016<br />

Yapımı: 2016 - İspanya<br />

Tür: Dram<br />

Süre: 99 Dak.<br />

Yönetmen: Pedro Almodóvar<br />

Oyuncular: Emma Suárez, Adriana Ugarte,<br />

Daniel Grao, Inma Cuesta<br />

Senaryo: Pedro Almodóvar<br />

Yapımcı: Pedro Almodóvar,<br />

Agustin Almodovar<br />

50’li yaşlarına gelmiş Julieta (Emma<br />

Suarez) erkek arkadaşı Lorenzo ile birlikte<br />

Madrid’den Portekiz’e taşınma planları<br />

yapmaktadır. Bu sırada en son 18 yaşında<br />

gördüğü ve 12 yıldır hiçbir haber alamadığı<br />

kızı Antía’nın bir zamanlar en yakın arkadaşı<br />

olan Beatriz (Michelle Jenner) ile karşılaşır.<br />

Onunla yaptığı konuşmayla birlikte unutmaya<br />

çalıştığı acıları depreşir ve Portekiz’e<br />

gitmek yerine eskiden kızıyla birlikte yaşadığı<br />

eve geri döner. Kızından bir haber<br />

alabilmeyi umutsuzca bekleyerek günlerini<br />

geçirmeye başlayan kadın, bu sırada geçmişini<br />

tekrar gözden geçirerek anılarını kağıda<br />

aktarmaya başlar.<br />

Vizyon: 21 Ekim 2016<br />

Yapımı: 2016 - ABD<br />

Tür: Aksiyon, Dram, Gerilim, Suç<br />

Yönetmen: Edward Zwick<br />

Oyuncular: Tom Cruise, Robert Knepper,<br />

Cobie Smulders, Aldis Hodge,<br />

Holt McCallany<br />

Senaryo: Edward Zwick, Marshall Herskovitz,<br />

Richard Wenk<br />

Yapımcı: Tom Cruise, David Ellison<br />

Jack Reacher (Tom Cruise) eskiden<br />

çalıştığı birimin merkezine geldiğinde hiç<br />

beklemediği bir suçlamayla karşılaşır, 16<br />

yıl önce gerçekleşmiş bir cinayetin bir<br />

numaralı şüphelisi olarak görülmektedir.<br />

Reacher adını temize çıkarıp hayatta kalabilmek<br />

için mücadele edecektir.<br />

Jack Reacher serisinin 2. filminin<br />

2016’nın Ekim ayında gösterime girmesi<br />

bekleniyor.<br />

Vizyon: 25 Kasım 2016<br />

Yapımı: 2016 - ABD<br />

Tür: Bilim Kurgu, Gerilim<br />

Süre: 92 Dak.<br />

Yönetmen: Luke Scott<br />

Oyuncular: Kate Mara, Anya Taylor-Joy,<br />

Toby Jones, Rose Leslie,<br />

Jennifer Jason Leigh<br />

Senaryo: Luke Scott<br />

Yapımcı: Ridley Scott, Luke Scott<br />

Çok büyük bir şirketin gizli laboratuarlarda<br />

yaptığı çalışmalar sonucunda “yetiştirilen”,<br />

yapay DNA’lara ve doğa üstü güçlere<br />

sahip Morgan (Anya Taylor-Joy), son derece<br />

hızlı bir gelişim süreci göstermetedir. 1 ayda<br />

konuşmayı öğrenmiş, 6 ayda kendi kendine<br />

yetebilmeye başlamıştır. Bu hızlı büyüme<br />

süreci tüm beklentileri aşmıştır. Ancak öfke<br />

nöbetine tutulduğu bir anda bilim adamlarından<br />

birini ciddi şekilde yaralamasının<br />

ardından şirket, durumun potansiyel risklerini<br />

gözlemlemek adına danışman Lee<br />

Weathers’ı (Kate Mara) bu gözlerden uzak<br />

laboratuara gönderir.<br />

Vizyon: 9 Aralık 2016<br />

Yönetmen: Tolga Örnek<br />

Oyuncular: Tolga Çevik, Tuna Çevik,<br />

Cengiz Bozkurt<br />

Tür: Dram, Komedi<br />

Ülke: Türkiye<br />

Çok küçük yaştayken öksüz kalan<br />

Sedat, babasının ona öğrettiği en önemli<br />

dersi, “korkunun gözünün içine bakmadığın<br />

sürece onu yenemezsin” mottosunu<br />

beynine kazır. Çıralı’da yenemediği korkuları<br />

ve babasından hatıra hayat tavsiyesi<br />

ile günübirlik ilişkiler ve işlerle hayatını<br />

geçirir. Ancak bir gün bu sakin hayatı bir<br />

anda değişiverir. Günü birlik ilişkierinden<br />

biri olan Pınar Sedat’ın kucağına bir bebek<br />

bırakıp aynı hızla ortadan kaybolur. İstanbul’a<br />

gelip Birol sayesinde iş bulan Sedat’ın<br />

hayatı artık kızının etrafında dönmektedir.<br />

Baba-kızın masal gibi geçen eğlenceli hayatları<br />

annenin tekrar ortaya çıkmasıyla bir<br />

kez daha kaos haline döner.<br />

Vizyon: 30 Aralık 2016<br />

Yapımı: 2016 - ABD<br />

Tür: Bilim Kurgu, Gerilim, Macera<br />

Yönetmen: Morten Tyldum<br />

Oyuncular: Chris Pratt, Jennifer Lawrence,<br />

Michael Sheen, Laurence<br />

Fishburne, Aurora Perrineau<br />

Senaryo: Jon Spaihts<br />

Yapımcı: Neal H. Moritz, Stephen Hamel<br />

Starship Avalon adlı uzay gemisi, Homestead<br />

II adında çok uzak bir koloniye<br />

5000’den fazla kişiyi götürmek üzere,<br />

120 yıl sürecek bir yolculuk yapmaktadır.<br />

Giden kişiler bu yolculuk sonunda sağlıklı<br />

bir şekilde hayatlarına devam edebilmek<br />

için özel tasarlanmış “uyku kapsüllerinde”<br />

uyutulmaktadırlar. Ancak yaşanan teknik<br />

bir sorun nedeniyle 2 kapsül vaktinden<br />

önce açılır, birinde tamirci Jim Preston (Chris<br />

Pratt), diğerinde ise yazar Aurora Dunn<br />

(Jennifer Lawrence) bulunmaktadır. Gemide<br />

bir başlarına kalan ikilinin önünde, hala<br />

90 yıllık bir yol bulunmaktadır.


Portfolyomuzu gördünüz mü?<br />

25


TARİH<br />

EL FEYLESOF ET TURKİ MUALLİMİ SANİ<br />

FARABİ (870-950)<br />

YAZI | MÜNÜR KUNDURACI<br />

İslam felsefesinin en önemli kurucu filozoflarından<br />

Farabi, özellikle mantık,<br />

metafizik, politika felsefesi üzerindeki<br />

çalışmalarıyla klasik siyaset felsefesini İslam’la<br />

olabildiğince uyumlu hale getirmeye<br />

yönelik çalışmalarıyla seçkinleşmiştir.<br />

Tam adı Ebu Nasr Muhammed İbn Uzluğ<br />

Tarhan al-Farabiyat Türki olan Farabi’nin<br />

hedefi; dini, felsefi, siyasi ve toplumsal<br />

bakış açısının tekleşmesi, şüphenin ortadan<br />

kalkması, muhtelif fertler ve gruplar<br />

arsında karşılıklı yardımlaşmanın sağlanmasıydı.<br />

Türkistan’ın Farab bölgesinde<br />

dünyaya gelen Farabi’nin büyük babası<br />

Türk ordusunda bir komutandır. Bağdat’ta<br />

hukuk okumuş ve memleketinde kadılık<br />

yapmıştır. Kendisi Şam’da yetişmiş,<br />

gündüzleri bahçıvanlık yapmış, gece ise<br />

bekçi fenerinin ışığında felsefe kitapları<br />

okumuştur.<br />

Metta ve Yuhanna gibi zamanının önde<br />

gelen üstatlarıyla tanışıp, onlarla birlikte<br />

Bağdat’a giderek mantık öğrenimine başlar.<br />

Musiki teorisine dair temel bir eser<br />

yazmış olup aynı zamanda icracı olarak<br />

yoluna devam eder. Türkçe, Arapça, Farsça<br />

ve Süryanice bilen Farabi, Mısır’a yaptığı<br />

bir seyahatten sonra, tekrar Halep’e<br />

dönmüş, kısa bir müddet sonra Şam’da<br />

950 yılında seksen yaşında iken hayata<br />

gözlerini kapamıştır.<br />

Farabi’nin Hamadani emiri (Başkenti Halep<br />

idi) Seyf El-Devle ile olan dostluğu çok<br />

kuvvetli idi. Devle’nin Farabi’ye çok büyük<br />

saygısı vardı onun acayip kıyafetlerine ve<br />

hoyrat tavırlarına kızar ama ses çıkarmazdı.<br />

Farabi zühd ve tevazu sahibi olmasına<br />

rağmen emirin huzurunda gösterişçiliğe<br />

kaçardı. Farabi’nin zamanında öğretimin<br />

durumu Metta, Kuveyri ve Yuhanna gibi,<br />

Nesturi ve Yakubi âlimlerinin elindeydi.<br />

Mantık alanındaki çalışmalarıyla Müslüman<br />

bir filozof olarak hocalarını dahi geçerek<br />

ününü duyurmasını bilen Farabi, batı’da<br />

Alfarabius veya Avennasar ismiyle tanınır.<br />

Aristoteles mantığı üzerine şerhleri ve<br />

bağımsız araştırmalarıyla tanınan, Yunan<br />

mantığı ve felsefesini kendisine bütünüyle<br />

yabancı bir kültürel atmosfere mutlak bir<br />

başarıyla monte etmiş olan filozof, bundan<br />

ötürü birincisinin Aristoteles olduğu “ikinci<br />

öğretmen ya da Üstad” anlamında “Muallimi<br />

Sani” unvanına layık görülmüştür. Farabi<br />

eserlerinde Allah’ın varlığı ve sıfatları üzerinde<br />

durmuş, birçok düşünür gibi o da kâinattaki<br />

düzenin tesadüfî olamayacağını ve<br />

bu sebeple Allah’ın varlığını kabul etmek<br />

gerektiğini yazmıştır.<br />

Bazı eserleri Ortaçağ’da Latinceye tercüme<br />

edilmiş olup Saint Thomas ve Albertus<br />

Magnus üzerine tesir ettiği bilinmektedir.<br />

Netice olarak Farabi’nin Türk İslam tefekkür<br />

tarihinde büyük bir yeri olduğunu kabul<br />

etmek gerekir.


27<br />

KADIZADELİLER<br />

Toplumdaki kişiler ya da zümreler arasındaki<br />

karşıtlık olarak tanımlanan çatışma;<br />

“aynı şeyi elde etmek için farklı<br />

birey ya da zümrelerin birbirlerini devre<br />

dışı bırakmak veya zayıflatmak amacına<br />

yönelik olarak yaptıkları bilinçli<br />

mücadeleye” denmiştir.<br />

IV. Murad, Sultan İbrahim ve IV. Mehmed<br />

devirlerinde ortaya çıkmış olan<br />

Kadızâdeliler hareketi, adını IV. Murad<br />

döneminin vaizlerinden Kadızâde Mehmed<br />

Efendi’den (öl.1045/1635) almıştır.<br />

Mehmed Efendi ile dönemin tanınmış<br />

Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî<br />

arasında önce fikrî seviyede başlayan<br />

tartışmalar, toplumun sosyal ve dinî<br />

hayatı yanında devlet yöneticilerini de<br />

etkisi altına almıştır. İlimleri de emredilen,<br />

yasaklanan ve mendup olan ilimler<br />

olarak 3’e ayırmıştır. ‘Emredilenler’ kesinlikle<br />

öğrenilmelidir. Kelam ve yıldız<br />

ilmini ‘yasaklanan ilimler’ olarak göstermiş<br />

fakat bunların hasmını yenmek için<br />

öğrenilebileceğini belirtmiştir. Mendup<br />

olan ilimler ise ibadetler için öğrenilmelidir.<br />

Tıp ilmi de mendup ilimlerin<br />

içindedir. Kadızâdeli Mehmet Efendi’nin<br />

tartıştığı konular çeşitli başlıklar altında<br />

toplanabilir. Bunlar; akla dayanan ilimlerin<br />

meşru olup olmadığı, Hızır Aleyhisselam’ın<br />

hayatta olup olmadığı, Ezanın,<br />

Kuran’ın ve Mevlit’in makamla okunup<br />

okunamayacağı, sema ve devranın caiz<br />

olup olmadığı, Tasliye (Hz. Muhammed’e<br />

salâvat) ve tarziye (sahabeye Radiyallahu<br />

anh demek)’nin caiz olup olmadığı,<br />

tütün içmenin caiz olup olmadığı, Hz.<br />

Muhammed’in ebeveyninin imanla ölüp<br />

ölmediği, Firavunun imanının caiz olup<br />

olmadığı, İbn-i Arabî’nin kâfir sayılıp<br />

sayılmayacağı, Yezid’e lanet edilip edilemeyeceği,<br />

Hz. Muhammed’in ölümünden<br />

sonraki örf ve adetlerin terkinin şart<br />

olup olmadığı, kabirve türbe ziyaretlerinin<br />

caiz olup olmadığı, Regaib, Kadir ve<br />

Berat gibi gecelerde cemaatle namaz kılınıp<br />

kılınamayacağı, büyüklerin eteklerinin<br />

öpülmesinin doğru olup olmadığı,<br />

el sıkışmanın, kahve içmenin caiz olup<br />

olmadığı, emr-i maruf ve nehy-i ani’l<br />

münker meselesi gibi konulardır. Bu konular<br />

aynı zamanda Kadızâdeli Mehmet<br />

Efendi ve Abdülmecid Sivasî arasındaki<br />

tartışmaların odak noktasını oluşturur.<br />

Mehmet Efendi sema ve devran, akli<br />

ilimlerin tahsili, ezan, mevlid ve Kuran’ın<br />

makamlı okunması, Tasliye ve tarziye,<br />

türbe ve kabir ziyareti, cemaatle nafile<br />

namazları kılma tütün ve sigara içilmesi,<br />

inhina(eğilmek) ve usâfaha (el sıkışmak,<br />

tokalaşmak) konularının hepsinin haram<br />

olduğunu belirtmiş, Abdülmecid Sivasî<br />

ise genel olarak bunun tersini söylemiştir.<br />

Kadızâdeliler hareketinin ilk safhaları<br />

camilerde ve padişah meclislerinde ortaya<br />

çıkmıştır.<br />

Genel olarak Kadızâdeliler’in padişah<br />

üzerinde etkili olduğu görülür. IV. Murat<br />

1633’te İstanbul’da Cibali’de çıkanbir<br />

yangın sonrası Kadızâdeli Mehmet Efendi’nin<br />

etkisiyle İstanbul’daki bütün kahvehaneleri<br />

yıktırmış, tütün içme yasağına<br />

uymayanları katletmiştir. Ancak IV.<br />

Murat’ın tarikat ve şeriat ehlini dengede<br />

tutma politikasının olduğunu, Sivasîlere<br />

ve ona bağlı dervişlere müdahale etmeyeceğine<br />

dair teminat verdiğini Naima<br />

kaydeder. Haram ve şeriata göre yasak<br />

olduğu kesin olmayan bazı uygulamaların<br />

haramlığını ve yasaklığını iddia etmişler<br />

ve bunları yapanları kâfir olarak<br />

nitelendirmişlerdir. Tasavvuf ehlinin<br />

ibadetlerine, sema ve devrana, cemaatle<br />

nafile namazı kılanlara karşı çıkmışlardır.<br />

Sadrazam Melek Paşa’dan bir buyruldu<br />

alarak Halveti tekkelerini basmışlar ve<br />

dervişleri dağıtmışlardır. Kadızâdeliler,<br />

Üstüvânî Mehmet Efendi’nin önderliğinde<br />

Şeyhülislam Bahaî Mehmet Efendi’den<br />

sema ve devranın haram olduğuna<br />

dair fetva alıp, Abdülmecid Sivasi’nin<br />

halifelerinden Abdülkerim Çelebi’nin<br />

tekkesini basıp takipçilerini öldüreceğini,<br />

bu tekkenin “temelini kazıp toprağını<br />

denize dökmedikçe” orada namaz kılmanın<br />

caiz olmadığını bildirmişlerdir.


Enerji<br />

tasarrufunun<br />

geleceği...<br />

5500/3 Sk. No: 6/A Irmak Plaza Tuna Mh. Bornova / İZMİR<br />

T: +90 (232) 469 79 33/34 F: +90 (232) 449 80 20<br />

www.ontekteknoloji.com info@ontekteknoloji.com


29<br />

HİPERTANSİYON NEDİR<br />

VE NEDEN ÖNEMLİDİR?<br />

Vücuttaki kan dolaşımının sağlanabilmesi için<br />

bir basınç gereklidir. Tansiyon ya da kan basıncı,<br />

kalbin kanı pompalarken damar duvarında<br />

oluşturduğu basınçtır. Bu basıncın normalden<br />

fazla olmasına hipertansiyon (yüksek tansiyon)<br />

denir. Kan basıncı ölçülürken iki kan basıncı değerine<br />

bakılır. Bunlar; büyük tansiyon (sistolik<br />

kan basıncı) ve küçük tansiyondur (diyastolik<br />

kan basıncı). Kalbin kasılması sırasında ölçülen<br />

kan basıncı büyük tansiyon, kalbin gevşemesi<br />

esnasında ölçülen kan basıncı ise küçük tansiyondur.<br />

Hipertansiyon tanısı için büyük ve<br />

küçük tansiyondan birisinin normalden yüksek<br />

olması yeterlidir. Hipertansiyon çok yaygın bir<br />

hastalıktır. Türkiye’de 18 yaş üstü grupta her 3<br />

kişiden 1’i, ekonomik anlamda en üretken grup<br />

olarak kabul edilen 35-64 yaş arası grupta<br />

ise her 100 kişiden 42’si hipertansiftir. Hipertansiyonu<br />

olan her 100 kişiden ancak 40’ı bu<br />

durumun farkındadır ve yaklaşık 1/3’ü tedavi<br />

almaktadır. Tedavi altında olan hastaların ise<br />

ancak %20’sinin kan basıncı kontrol altındadır.<br />

Hipertansiyon, kalıcı sakatlık ve ölüm nedeni<br />

olan toplumsal bir sorundur. Hastaların azımsanmayacak<br />

bir kısmının kan basıncı yüksekliğinin<br />

farkında olmaması, hipertansiyonun önemini<br />

artırmaktadır. Hipertansiyon, böbrek, kalp,<br />

damar hastalıklarına, felçlere ve görme kaybına<br />

yol açabilir.<br />

Hipertansiyon vakalarının yaklaşık %90’ının<br />

nedeni bilinmemektedir. Geriye kalan %10’luk<br />

oran ise, böbrek hastalıkları, hormonal hastalıklar,<br />

bazı ilaçlar, gebelik ve yapısal nedenlerden<br />

kaynaklanmaktadır.<br />

Hipertansiyon gelişimi açısından bazı kişiler<br />

daha fazla risk taşırlar. Bu risk faktörleri aşağıdaki<br />

gibi sıralanabilir.<br />

• Şişmanlık<br />

• Hareketsizlik<br />

• Sigara kullanımı<br />

• Aşırı tuz kullanımı<br />

• Aşırı alkol tüketimi<br />

• Stres<br />

• Yaşın artışı<br />

• Ailede hipertansiyon öyküsü<br />

• Diyabet


KAN BASINCI İÇİN SINIR DEĞERLER NEDİR?<br />

Kan basıncının NORMAL kabul edilebilmesi için; sistolik kan<br />

basıncının 120 mmHg’nin altında, diastolik kan basıncının<br />

80mmHg’nin altında olması gerekir. Sistolik kan basıncının<br />

120-139 mmHg arası ve-veya diastolik kan basıncının 80-89<br />

mmHg arasında olması ön hipertansiyon olarak ifade edilir ve<br />

zamanla bu kişilerin büyük bir kısmında hipertansiyon gelişir.<br />

Sistolik kan basıncının 140 mmHg ve üstünde ve/veya diastolik<br />

kan basıncının 90 mmHg ve üstünde olması durumu<br />

HİPERTANSİYON olarak kabul edilir. Diyabeti olan kişilerde bu<br />

değerler 130/80 mmHg’dır. Hipertansiyonun sinsi bir hastalık<br />

olması ve belirti vermeden yıllarca sürmesi nedeni ile belli<br />

aralıklarla kan basıncı ölçümü yaptırmakta yarar vardır. (6 ay<br />

uygun bir zamanlamadır)<br />

DOĞRU KAN BASINCI ÖLÇÜMÜ NASIL YAPILIR?<br />

ÖLÇÜM ÖNCESİ;<br />

• Kısa süre önce sigara, çay, kahve içilmemiş olmalı<br />

• Ölçümden yarım saat önce egzersiz yapılmamalı, heyecan<br />

ve yorucu konuşma olmamalı<br />

• Kişi idrarını yapmış olmalı<br />

• Ölçüm yapılacak ortam çok soğuk ya da sıcak olmamalı<br />

• Ölçüm 5 dakika dinlendikten sonra yapılmalıdır.<br />

ÖLÇÜM SIRASINDA;<br />

• Ölçüm oturur pozisyonda ve sırt desteklenmiş olarak<br />

yapılmalı<br />

• Ölçüm yapılacak kol kalp hizasında olmalı ve mutlaka alttan<br />

desteklenmeli<br />

• Kolu sıkan giysiler olmamalı varsa çıkartılmalı ya da iyice<br />

gevşetilmelidir.<br />

HİPERTANSİYONDA ERKEN TEŞHİSİN ÖNEMİ<br />

Hipertansiyonda erken teşhiş çok önemlidir, çünkü bu hastalık<br />

pek çok organa zarar verir ve çok uzun yıllar hiçbir belirti<br />

vermeden sinsi bir şekilde sürebilir. Kişiler uzun süre kan<br />

basınçları yüksek olduğu halde hiçbir rahatsızlık hissetmeyebilir<br />

veya çok hafif şikayetleri olabilir. Kan basıncı yükseldiğinde<br />

en sık görülen belirtiler baş ağrısı (özellikle ensede),<br />

kulaklarda çınlama ve uğultu, baş dönmesi, çarpıntı, çabuk<br />

yorulma, halsizlik ve göğüs ağrısıdır. Genellikle bu şikayetler<br />

pek önemsenmez ve geçiştirilir. Hipertansiyon çoğu zaman<br />

tesadüfen yapılan tansiyon ölçümleri ile ortaya çıkar.<br />

HANGİ ORGANLARA ZARAR VERİR?<br />

Tansiyonun ani yükselmesi veya uzun süre yüksek seyretmesi<br />

başta beyin ve kalp olmak üzere böbreklere ve göze<br />

zarar verir. Bu zarar kan basıncının yüksekliği ve süresiyle<br />

ilgilidir. Yüksek olan kan basıncı ne kadar uzun süre tedavi<br />

edilmezse vücuda o kadar çok zarar verir. Hipertansiyon<br />

beyindeki damarları bozarak felçle sonuçlanan beyin olaylarına,<br />

gözlerde körlüğe kadar giden görme sorunlarına yol<br />

açarken kalpteki önemli etkisi koroner arter hastalığı sonucu<br />

gelişen kalp krizi ve kalp kasının yetersizliği sonucu gelişen<br />

kalp yetersizliğidir. Uzun süreli yüksek basınç altında<br />

çalışan kalp kası giderek gücünü ve kasılma kapasitesini<br />

kaybeder ve sonunda kalp yetmezliği ortaya çıkar. Bunun<br />

yanısıra hipertansiyon sonucu kalbi besleyen damarların<br />

daralmasına bağlı olarak kalp krizi gelişir.<br />

HİPERTANSİYON NASIL TEDAVİ EDİLİR?<br />

Hipertansiyonun tedavisinde birbirini tamamlayan iki temel<br />

yaklaşım vardır. Bunlardan ilki ilaç tedavisi, diğeri ise yaşam<br />

tarzı değişiklikleridir. Tedavide hangi ilacın, hangi dozda kullanılacağına<br />

kesinlikle bir hekim karar vermelidir, hastalar<br />

kendi başlarına ilaca başlamamalı ya da kullandıkları ilacı<br />

bırakmamalıdır. İlaç tedavisinde en önemli nokta sürekliliktir.<br />

Yani tansiyon ilaçları düzenli olarak saatinde ve dozunda<br />

alınmalıdır. Yaşam tarzı değişiklikleri de hipertansiyon tedavisinin<br />

diğer bileşenidir. Yaşam tarzı değişiklikleri şu şekilde<br />

sıralanabilir;<br />

• Sigaranın bırakılması (İçilen her sigara 15-30 dakika kan basıncının<br />

yüksek kalmasına neden olur),<br />

• Kilo verme (Fazla kilolu kişilerde kilo vermenin kan basıncında<br />

düşme sağladığı kanıtlanmıştır),<br />

• Egzersiz yapma (düzenli fizik aktivite kan basıncında anlamlı<br />

oranda düşme sağlar),<br />

• Diyette tuz (sodyum) kısıtlaması (Besinlerle birlikte alınan<br />

sodyum miktarının azaltılması kan basıncını düşürür. Günde<br />

5-6 gramdan fazla tuz tüketilmemelidir. Diyetle alınan sodyumun<br />

önemli bir kısmı işlenmiş gıdalardan gelmektedir ve<br />

bunların içindeki tuz miktarını belirlemek oldukça güçtür.<br />

Bu nedenle hazır gıdalardan (fastfood ürünleri, konserveler,<br />

şarküteri ürünleri, turşu, salamura, tuzlu kuruyemişler vb)<br />

kaçınılmalı, yemekler az tuzlu hazırlanmalı ve sofrada tuzluk<br />

kullanılmamalıdır,<br />

• Alkol tüketimini sınırlandırma (Alkolün kan basıncını yükseltici<br />

etkisinin yanısıra tansiyon ilaçlarının etkisini azaltıcı<br />

özelliği de vardır. Alkol tüketiliyorsa günlük 60 ml viski, 300<br />

ml şarap veya yaklaşık 700 ml birayla sınırlandırılmalıdır.),<br />

• Diyette lif, sebze ve meyve tüketimini artırma,<br />

• Stresle başetmeyi öğrenme.<br />

KAN BASINCINIZI KONTROL ETTİRMEYİ UNUTMAYIN!!


31<br />

DEKORASYON TERAPİSİ<br />

DEKORASYON BİR TERAPİ<br />

YÖNTEMİ OLABİLİR Mİ?<br />

Ruh haliniz kötü mü? Belki de sorun yaşadığınız yerdedir. Belki de evinize<br />

küçük bir çeki düzen verme ruh halinizi onarmada faydalı olacaktır. Yaşam<br />

alanının ruh ve sağlık üzerindeki etkilerine dikkati çeken Mimar Funda Varlık<br />

ve İç Mimar Oya Çavdar, bizi destekleyici, besleyici ve enerji artırıcı bir ortamda<br />

olduğumuzda kendimizi çok daha iyi hissedeceğimizi ve daha iyi hissettiğimizde,<br />

hüznümüzün azalacağını, yaşama sevincimizin artacağını söylüyorlar.


Renklerin ve ışığın depresyonla baş etmek için kullanılan<br />

organik bir yol olduğunu vurgulayan Mimar Funda Varlık ve<br />

İç Mimar Oya Çavdar, düşük ruh halleriniz için dekorasyon<br />

terapisi öneriyor.<br />

Mimar Varlık ve İç Mimar Çavdar, evinizin daha dengeli ve<br />

rahat olabilmesini sağlayacak iç dizayn fikirlerini sizler için<br />

anlattı.<br />

YEŞİL, MAVİ KASVETİNİZİ<br />

AZALTIR; KIRMIZI, MOR...<br />

Antik çağlardan beri uygulanan renk terapisi depresyonu<br />

tedavi etmekte sonra derece faydalı. Hatta fiziksel rahatsızlıkların<br />

tedavisinde de sık sık başvuruluyor.<br />

Evinizin mevcut renklerine bir göz atın. Modası geçmiş hatta<br />

solmuş mu? Evinizde yaratıcı renkler kullanmak; zihninizi<br />

tazelemek için mükemmel ve pahalı olmayan bir yöntem<br />

olabilir. Duvarlarınızı örten renkler sizi iyi hissettirmeli. Bunalımdaki<br />

bireyler, kendi favori renklerini kullanarak ruh<br />

hallerini iyileştirmede yol alabilirler.<br />

Boya, duvarlar üzerinde güneş ışığının etkisini çoğaltır. Duvarlarınızı<br />

boyamak için açık mavi ve yeşillerden oluşan rahatlatıcı<br />

yumuşak renkler seçebilirsiniz. Yeşiller, yumuşak<br />

morlar ve derin mavilerin alanınızı genişlettiği ve kasvetinizi<br />

azalttığı kanıtlanmıştır. Mavi ışık sinirlerinizi yatıştırır,<br />

dinlendirir ve huzur verir. Kırmızı ve turuncunun iştah açıcı<br />

etkisi vardır, enerjiyi ve gücü arttırır. Açık mor tonları ise beyinsel<br />

faaliyeti ve sanatsal düşünceyi arttırarak ilham verir.<br />

Fakat dikkatle kullanılması gerekli olan bir renktir. Koyu tonlarının<br />

hüzün ve depresyonu çağrıştıran etkileri vardır.<br />

Duvarları boyamanın ötesinde, yatak örtünüzde, mobilyalarınızda<br />

ya da dekoratif yastıklarınızda da sevdiğiniz renkleri<br />

seçebilirsiniz.<br />

PERDELERİNİZİ AÇIN, IŞIK TERAPİSİ YAPIN<br />

Bilimsel araştırmalara göre, direkt güneş ışığı bireyin ruh<br />

halini ve enerjisini pozitif anlamda arttırıyor. Daha çok güneş<br />

ışığı alabilmek depresyonla mücadelede ruh halinizi<br />

yükseltecek etkili ve basit bir yöntemdir. Doğal ışığın ruh<br />

halinizi iyileştirmesinin en önemli nedeni vücudunuzdaki<br />

endorfin ve serotonin (vücudu iyi hissettiren kimyasallar)<br />

hormonlarını arttırmasıdır. Yeteri kadar doğal güneş ışığı<br />

almak mümkün değilse, kontrol edilebilir yapay ışık da<br />

kullanabilirsiniz. Yatak odanız, oturma odanız veya mutfağınız<br />

kadar ışık almak zorunda değildir, çünkü bu odaları<br />

daha çok yaşam alanı olarak, yatak odasını ise uyumak için<br />

kullanırız. Ve doğal güneş ışığının bir başka artısı; sabahları<br />

güneş ışığını daha çok aldığınızda, vücudunuz melatonin<br />

hormonunu üretmeyi durdurması için bir sinyal alır (bu hormon<br />

uyuma ve uyanma döngünüzü düzenler) ve bu sizin<br />

kolay uyanmanıza yardımcı olur. Bu nedenle perdelerinizi<br />

ve güneşliklerinizi açık tutun.<br />

Işık enerjisinin mikroorganizmalar üzerindeki etkisinden yola<br />

çıkan ışık terapisi; 1877’de ultraviyole ışınlarının raşitizm<br />

hastalığının tedavisinde kullanılmaya başlaması ile daha popüler<br />

hale geldi. Ayrıca, karanlık kış aylarında görünen bir çeşit<br />

depresyonun (mevsimsel duygusal bozukluk) suni güneş


33<br />

ışığı tatbik edilmesi ile ortadan kaldırılabildiği görülmüştür.<br />

Böylece, ışığın bireyin sağlığını ve iyi olmasını geliştirebileceği<br />

fikrinin bilimsel temellere dayandığını söyleyebiliriz. Bu<br />

nedenle ışığa ve renklere dikkatli bir iç dekorasyonun depresyonla<br />

mücadelede katkısı olabileceği gerçektir.<br />

BİTKİLER EVE ENERJİ VE HAYAT VERİR<br />

Mekanlarınızı düzenlerken bitkileri unutmayın. Bitkiler doğayı<br />

içeri getirir. Eve enerji ve hayat verir. Endişelerinizi, bitkinliğinizi<br />

azaltır; ruh halinizin düzelmesini sağlar. Özellikle<br />

ruh halini düzeltmek isteyenler evlerinde sonbahar ve kış<br />

yerine, ilkbahar ve yaz gibi hissetmelidir. Cam kenarlarına<br />

Kroton gibi canlı yeşil bitkiler koyabilirsiniz. Bu bitkinin<br />

yaprakları başta sarı damarlı yeşildir fakat güneşin etkisi ile<br />

renklenip güzelleşir.<br />

Bahçe işleri ile uğraşmanın da tedavi edici olduğu kanıtlanmıştır.<br />

İlham almak için bitkileri içeriye taşıyın ya da<br />

balkonunuzda, bahçenizde kendinize huzur veren bir alan<br />

yaratın. Bitkilerinize günde bir kaç dakikanızı adayabilirseniz<br />

daha canlı, enerjik ve dolayısıyla belki daha mutlu olduğunuzu<br />

hissedeceksiniz.<br />

KAPI GİRİŞİNİZİ BOŞALTIN<br />

Evinizin girişi pozitif enerjinin geçiş yoludur. Bu yüzden kapınızın<br />

önü ve girişiniz pozitif enerji akışına uygun şekilde<br />

ferah olmalı. Temiz, aydınlık ve görmek istemediğiniz şeylerden<br />

arınmış olması gerekiyor. Kapının arkasında tam olarak<br />

açılmasını engelleyecek bir şey bulunmamalı.<br />

MEKANINIZI<br />

AYNALARLA GENİŞLETİN<br />

Aynalar, alanınızı daha geniş göstermek için ve odanızda<br />

başka bir ışık kaynağı görevi yaptıkları için çok önemlidir.<br />

Feng Shui uzmanlarına göre aynalar odadaki enerjiyi arttırır.<br />

Bu yüzden yatak odasında aynaya yer verip vermemeyi dikkatli<br />

düşünmek gerekir. Rahatsız uyumanıza ve kötü hissetmenize<br />

neden olabilir. Evinizdeki mobilyaların tamamının<br />

yüksek ve ağır parçalar olmamasına özen gösterin. Alçak,<br />

hafif ve renkli mobilyalara da yer verin, mekanın daha ferah<br />

ve aydınlık göründüğünü fark edeceksiniz. Böylece evinizde<br />

pozitif enerji akışı da kesintisiz sağlanacaktır.<br />

EVİNİZ DÜZENLİ OLSUN<br />

Akıllı binalara dayalı bir çalışmaya göre düz yalın çizgiler,<br />

açık alanlar ve karışık olmayan boşluklar rahatlamayı arttırıyor.<br />

Evinizi düzenli tutmaya özen gösterin. Eviniz temiz<br />

ve düzenli gözüktüğünde boş alanların organizasyonu için<br />

daha az endişe etmenizi sağlayacaktır.<br />

ELEKTRONİK EŞYALARI<br />

YATAK ODANIZA SOKMAYIN<br />

Elektronik ürünleri yatak odanızda en aza indirmek hatta<br />

hiç bulundurmamak daha dinlendirici uyumanıza yardımcı<br />

olacaktır. Bu da depresyona karşı çok gereklidir. Özellikle<br />

başucunuzda cep telefonu ile yatmamanız gerektiğini unutmamalısınız.<br />

Mimar Funda VARLIK - İç Mimar Oya ÇAVDAR<br />

Design Of Tasarım Proje danışmanlık


ENDÜLÜS NOTLARI<br />

YAZI YUSUF BULANIK<br />

Belki İspanya kelimesini ilk duyduğunuzda futbol, boğa güreşleri,<br />

Barselona ya da Madrid aklınıza gelir… Uçak biletimizde Madrid-İspanya<br />

yazıyordu ama bizim için Endülüs’e yolculuk başlamıştı.


35<br />

Endülüs notlarına Mehmet Özdemir Hoca’nın<br />

tespitlerine kulak vererek okumak<br />

bize ve gelecek nesillere hem bilinç<br />

hem de ufuk katacaktır. “En basitinden<br />

şunu hatırlatalım ki, bugün Kıbrıs, Batı<br />

Trakya, Bosna-Hersek ve Karabağ’da<br />

verilen kimlik ve varlık mücadelesini,<br />

Endülüs Müslümanları, bundan yüzlerce<br />

sene önce İspanya’ya ve arkasındaki<br />

tabii müttefiki Hristiyan Avrupa’ya karşı<br />

vermişler ve maalesef, sonunda mağlup<br />

düşüp, bir kısmı vatanlarını, bir kısmı ise<br />

kimliklerini kaybetmişlerdir. Güç ve ihtiyatı<br />

ideallerle birleştiren toplumların er<br />

ya da geç hedeflerine ulaştıkları nazarı<br />

dikkate alındığında Endülüs Müslümanları<br />

güç sahibi olmuşlarsa da uyanık olamamışlardır.<br />

Tarih Tekerrür etmez ancak<br />

birbir ine benzer hadiselerle doludur.”<br />

Modern şehir Granada’ya ilerlerken,<br />

tarihe yolculuğunuzun başladığını gözlemliyorsunuz.<br />

Balkon altlarındaki güzel<br />

seramikler, ip gibi dizilmiş klasik güzel<br />

kiremitler ve mimari size, ben buradayım<br />

diyor. Şehrin birçok bölümünde tarih<br />

sizi bir kapı, bir kale, bir kule ya da<br />

bir kilise olarak karşılıyor. Endülüs İslam<br />

sanatını, Müslüman İspanya tarihinden<br />

ayrı düşünmek imkânsızdır… Elhamra<br />

inşa edilirken hiçbir şey tesadüfe bırakılmamış,<br />

her detay itina ile hesaplanmıştır.<br />

Kavislerin bölünüşünde, tek ve<br />

çift sütunların hoşa geden bir tarzda<br />

yerleştirilmelerinde, kapı ve pencere<br />

yerlerinin tespitinde bunu anlamak<br />

mümkündür. İşte bu sayede harikulâde<br />

perspektifler ortaya çıkmış, avlular ile<br />

açık salonlar arasında güneş ışığı, suların<br />

akışı ve gölgelerin oyunu buluşturularak,<br />

dış âlemle inanılmaz bir uyum ve<br />

zarafet sağlanmıştır. Bu, sanki el değince<br />

kırılıp dökülecek hissi veren yüksek<br />

bir zarafettir.


37<br />

Elhamra’yı gerçekten anlamak için, sarayın<br />

içindeki pek çok kitabeyi anlayarak<br />

okumak gerekir. Kuran’dan alınan ayetlerin<br />

ve İbn-i Zamrak’la diğer Müslüman<br />

şairlerin mısralarının kazınmış olduğu<br />

bu kitabeler bazı duvarları tamamen<br />

kaplamakta, kemerler, kapı çerçeveleri<br />

ve sütun tekneleri boyunca uzayıp gitmektedir.<br />

Öyle ki, bu yazıları süsleme<br />

motiflerinden ayırmak neredeyse imkânsız<br />

haldedir.<br />

İspanya’da çok sayıda medrese ve kütüphane<br />

kurulmuştur. Kurtuba, Gırnata,<br />

Tuleytula (bugün Toledo) İşbiliye (bugün<br />

Sevilla) bilim ve kültür merkezleri<br />

oldular. İbn Cebirol (11. yy), İbn Bacce<br />

(1032- 1138), İbn Tufeyl (?-1185) ve İbn<br />

Rüşd (1126-1198) gibi önemli ilim ve<br />

sanat insanları Endülüs’te yetişmiştir…<br />

Emevîler İspanya’da tam bir İslam egemenliği<br />

kurmalarına rağmen zamanla,<br />

başa geçen hükümdarlar cihadı bıraktı<br />

ve saraylarda sefa sürmeye başladılar.<br />

Taht kavgaları ve sevdaları, kardeşkanının<br />

dökülmesi sebebiyle yıkım dönemi<br />

başladı. Ülke çevresinde gelişen Hıristiyan<br />

birlikler zamanla daha fazla güçlendi.<br />

Aragon Kralı Ferdinand ile Kastilya<br />

kraliçesi I.Isabel’in evlenmesi ve ordularını<br />

birleştirmesi ile Hristiyanlar daha da<br />

güçlenmiş ve Yahudilerle Müslümanları<br />

Endülüs’ten çıkarmışlardır. Cordoba-Ulu<br />

Cami, Granada-El Hamra ve Sevilla-Alkazar<br />

Endüslüs’de bu üç şehirdeki<br />

şaheserler size 780 yıldır İspanya’daki<br />

İslam Hâkimiyeti hakkında her şeyi detayları<br />

ile açıklamaya yetecektir… Burada<br />

sessiz, buruk bir hüzün var… Ben öyle<br />

hissettim Sevilla Katedrali dönemin en<br />

büyük Ulu Camisidir. Engizisyonda alınan<br />

kanlı ve acımasız kararlar yapılan<br />

zulümlerin sessiz tanıkları olan saraylar,<br />

katedrallerin suskunluğu ve utançlarının<br />

yansıması Endülüs’te hissediliyor…<br />

2 Ocak 1481 yılında tarihe korkunç Engizisyon<br />

mahkemelerinin merkezi olan,<br />

Sevilla’da insanlık tarihinin görmüş olduğu<br />

en korkunç ve en kanlı kararlar<br />

alınmıştır (Seville Katedrali dönemin<br />

Ulu Camisi). Bu mahkemeler sonucu Yahudi<br />

ve Müslümanlar maalesef diri diri<br />

yakılmıştır. Sevilla Katedrali kompleksinde<br />

yer alan Giralda Katedral Kulesi<br />

şehrin simgesi haline gelmiş İslam dönemi<br />

eserlerinden birisidir. Minare ise<br />

ezan okumak ve astronomik gözlemler<br />

için kullanılmış. İspanyolların kuleye<br />

Giralda ismini vermeleri ise, kulenin<br />

üzerinde bulunan Müslümanlara karşı<br />

Hıristiyanların zaferini anlatan heykelden<br />

aldığı söylenmektedir. Amerika’yı<br />

keşfe(!) Sevilla’dan çıktığı için Kristof<br />

Kolomb’un mezarıda bu katedralin içinde<br />

yer almaktadır. Kolomb kendisini<br />

keşfe gönderen Kralice Isabella ile anlaşmazlığa<br />

düşer ve İspanyol topraklarına<br />

gömülmemek istediğini belirtir.<br />

Bu yüzden tabut toprağa değmeyecek<br />

şekilde dört heykelin omuzları üzerine<br />

yerleştirilmiştir. Bağnaz Katolik yönetimler<br />

Endülüs’te İslam ve Müslümanlara<br />

ait kubbeli minareli ne kadar cami,<br />

kütüphane, medrese ve hamam varsa<br />

hemen hepsi yıkıldı. Bazı kentlerde<br />

eski Müslüman Mezarlığı şimdi otopark<br />

olarak kullanılıyor. Granada da olduğu<br />

gibi Müslüman mezar taşlarından istinat<br />

duvarları örülmüş, çoğu da kırılıp<br />

tahrip edilmiş. Günümüzde Endülüs’ten<br />

kalan sadece müzeye çevrilmiş camiler<br />

ve saraylar, katedrale çevrilmiş camiler,<br />

saraylar, kitabeler… Nihayetin de ‘siesta’<br />

yani öğlen uykusu ve derin bir hüzün...


SPOR<br />

PARALİMPİK SPORLAR VE RİO 2016


39<br />

PARALYZED (engelli) ve Olympic kelimelerinin birleşmesinden<br />

oluşan paralimpik kelimesi engelli sporcuların katıldığı<br />

bir spor olimpiyatlarıdır. Sir Ludwig Guttmann’ın, 1948’de<br />

İngiltere Stoke Mandeville’de, II. Dünya Savaşı’na katılmış<br />

olan omurilik zedelenmesinden muzdarip gaziler için düzenlediği<br />

spor karşılaşmalarından dört yıl sonra, Hollandalı<br />

sporcuların katılımıyla, bugün ‘Paralimpik Oyunları’ adıyla<br />

bilinen uluslararası hareket doğmuştur. Zaman içinde hızla<br />

gelişen bu hareketi daha etkin ve verimli bir biçimde yönetmek<br />

ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne (IOC) tek vücut<br />

olarak seslenebilmek için 1982’de “Uluslararası Dünya<br />

Engelliler Spor Organizasyonları Koordinasyon Komitesi”<br />

(ICC) kurulmuş ve sadece beş yıl sonra bu komitenin yerini<br />

Uluslararası Paralimpik Komitesi (IPC) almıştır.<br />

Türkiye Paralimpik Oyunlarında ilk altın madalyasını 2004<br />

Atina Paralimpik Oyunlarında atıcılık dalında kazanmıştır.<br />

2012 Londra Paralimpik Oyunları’na 69 sporcuyla katılan<br />

ve bir altın, beş gümüş, dört bronz olmak üzere toplam 10<br />

madalya kazanmıştır. 2016 Paralimpik Olimpiyatları Brezilya’nın<br />

Rio kentinte 8-18 Eylül tarihleri arasında düzenlendi.<br />

160 ülkeden engelli sporcuların katıldığı 2016 Rio’da ülkemizi<br />

toplam 79 sporcu temsil etti.<br />

Yaz Oyunları sporları<br />

Ağırlık kaldırma, Atletizm, Atıcılık, Tekerlekli sandalye basketbol,<br />

Binicilik, Bisiklet, Boccia, Çim bowlingi, Dalış, Eskrim,<br />

Futbol, Goalball, Halter, Judo, Masa tenisi, Tenis, Okçuluk,<br />

Tekerlekli sandalye rugby, Voleybol, Yelken, Yüzme<br />

Kış Oyunları sporları<br />

Alp disiplini, Biatlon, Kayaklı koşu, Tekerlekli sandalye körlingi,<br />

Kızak, Buz hokey<br />

Ağırlık kaldırma: Ağırlık kaldırma dünyanın<br />

en süratli gelişen Paralimpik spor<br />

dalıdır. İlk defa 1964te yapılan ikinci Paralimpik<br />

Oyunlarda programa alınan ağırlık kaldırma yarışmalarına,<br />

sadece omurgası zedelenmiş sporcular katılabiliyordu.<br />

Zaman içinde diğer engelli gruplarının da katılımının ve<br />

engelsiz sporculara uygulanan kuralların geçerli olmasının<br />

sağlanmasıyla, bu dalda kritik değişiklikler ve gelişmeler<br />

oldu. 1992 Barselona Paralimpik Oyunlarında, ağırlık kaldırma<br />

yarışmalarında 25 ülkenin sporcuları yarıştılar. 1996<br />

Atlanta Oyunlarına gelindiğinde bu sayı 2 katından çok<br />

artmıştı; 58 ülkenin sporcularının yarıştığı 96 Paralimpik<br />

Oyunlarında bu dalda yarışmak üzere 68 ülke kayıt olmuş,<br />

yalnız bütçe yetersizliği nedeniyle on ülke yarışamamıştı.<br />

2000 Sydney Olimpiyatlarında, ilk defa bayanlar da ağırlık<br />

kaldırma yarışmalarına katılmışlardır. Paraplejik, ampüte,<br />

çocuk felci ve beyin felci olan sporcuların yaptığı bu spor<br />

sadece bench press dalını içerir.<br />

Atıcılık: Sporcular bu dalda 2 kategoride<br />

yarışırlar; tekerlekli sandalyede ve ayakta.<br />

Bayan ve erkek sporcular tabanca ve tüfek<br />

atışlarında mücadele ederler. Havalı tüfek<br />

ve 22 kalibre atışları da yarışmalarda mekân alır. Atıcılık yarışmaları<br />

havalı ve 22 kalibrelik silahlar dalında yapılır. Yarışmaların<br />

kuralları uluslararası Engelliler Atıcılık Komitesi<br />

tarafından belirlenir ve kurallar herhangi 1 engeli olmayanlar<br />

birlikte engelli sporcular arasındaki farkları dikkate alır.<br />

Atıcılık yarışmalarında, farklı engelli sınıflarına ile birlikte,<br />

yalnız eşdeğer yetilere sahip sporcuların ile bireysel veya<br />

takım halinde yarışmalarını sağlayacak fonksiyonel 1 sınıflandırma<br />

sistemi kullanılır.<br />

Atletizm: En çok faaliyet ve katılıma sahip<br />

bu dal Paralimpik Oyunların gelişimini<br />

de yansıtmaktadır. Gülle, disk atma, cirit, ve<br />

sopa atma (beyin felçli sporcular için) da ile<br />

birlikte olmak üzere dokuz alan yarışması<br />

gerçekleştirilir. Diğer etkinlikler; uzun, yüksek, 3 adım<br />

atlama, pentatlon ve maratonu içermektedir. Atletizmde<br />

bütün kategoriden engelli sporcu yarışmaktadır. Atletizm<br />

1960’tan beri Paralimpik Oyunların kapsamındadır. Atletizm<br />

yarışmaları bütün engelli kategorilerindeki sporculara<br />

açıktır. Birtakım sporcular tekerlekli sandalyeyle, çoğu protezle,<br />

görme engelliler de görme yetisi olan eşlikçileriyle<br />

beraber yarışırlar. Yarışmalar koşma, atma, atlama, pentatlon<br />

ve maraton dallarında yapılır. Sporcular işlevsel sınıflandırmalarına<br />

göre yarışırlar ve olabilir olan en çok sayıda<br />

sporcunun katılımını sağlamak amacıyla bu müsabaka tanımları<br />

devamlı yenilenir.<br />

Basketbol: En popüler sporlardan biri<br />

olan basketbol, tekerlekli sandalyeli sporcular<br />

tarafından oynanmaktadır. Pota yüksekliği<br />

ve saha boyutları uluslararası Basketbol<br />

Federasyonu (FIBA) yönetmeliğine<br />

uygundur. Her uluslararası basketbol karşılaşmaları 40 dakika<br />

sürmektedir.<br />

Binicilik: Her gruptan engelli sporcular bu dalda eşdeğer<br />

kategorideki sporcularla dresaj etkinliklerinde yarışır. Paralimpik<br />

binicilik yarışları beyin felci kategorisine ve fiziksel,<br />

görme ve zihinsel engelli sınıflarına giren bütün sporculara<br />

açıktır. Dresaj yarışmalarında bireysel bi şekilde yarışan binicilerin,<br />

yürüyüş ve yön değişiklikleri kapsayan 1 atik tamamlamaları<br />

zorunludur. Paralimpik Oyunlarda bütün biniciler<br />

işlevsel profillerine göre gruplanır ve atlarını denetim<br />

etme ve yönlendirme yeteneğine göre değerlendirmeye<br />

tabi tutulurlar.<br />

Bisiklet: Bisiklet yarışları engelli sporcular<br />

sebebiyle görece yeni birspor dalıdır.<br />

1980’lerin başında ilk defa görme engelliler<br />

bisiklet dalında yarışmaya başladılar.<br />

Beyin felci ve ampute kategorileri ise 1984 Uluslararası<br />

Engelli Oyunlarında yarışmalarına katıldı. 1992 Paralimpik<br />

Oyunlarına kadar ayrı yarışan bu 3 engelli grubu, 1992de


SPOR<br />

hem pist, hem de yol yarışlarında olağanüstü başarı gösterdiler.<br />

Bisiklet yarışları tekler ve takım yarışları şeklinde<br />

yapılır. Beyin felci kategorisinde standart yarış bisikletleri<br />

ve birtakım sınıflarda 3 tekerlekli bisiklet kullanılır. Görme<br />

engelli sporcular, görme yetisine sahip 1 takım arkadaşlarıyla<br />

2 karakter bisikletlerde yol ve vakit yarışlarına katılırlar.<br />

Ampute ve kalıcı devinim bozuklukları olan sporcular<br />

ise ihtiyaçlarına göre yapılmış, hususi bisikletlerle bireysel<br />

yol yarışlarına katılırlar. Pist ve yol bisiklet yarışları, rahatsızlıklara<br />

göre 3 sınıfa ayrılmaktadır; beyin felci, görme<br />

bozukluğu ve devinim bozukluğu.<br />

Boccia: İlk defa 1992 Barcelona Oyunlarında<br />

programa alınmışsa da kökleri<br />

epey eskilere dayanan bir spordur. Bu<br />

spor, toplarla oynanır ve oyundaki amaç<br />

topu en uygun yere göndermek ve de topun rakibin atmış<br />

bulunduğu topun saf dışı kalmasını sağlamaktır. Bu oyun,<br />

iki takım halinde oynanmaktadır. Oyunun hemen başlangıcında,<br />

ufak çaptaki bir top, oyun alanının herhangi bir<br />

bölgesine atılır. Bu topun gittiği bölge, oyun içinde atılması<br />

gereken topların gitmesi gereken bölge özelliğini<br />

taşımaktadır. Sporcular tek veya takım halinde yarışırlar.<br />

Müsabaka zemini düz ve pürüzsüzdür. Bir dikkat oyunu<br />

olan boccia, Paralimpik Oyunlardaki çıkışını Barcelonada<br />

gerçekleştirdi. Bu oyun, boyun felçli sporcuların uzun, kısa<br />

1 oyun alanında deri topları ak 1 erek topun olabildiğince<br />

yakınına atmaları birlikte gerçekleştirilir. Bayanlar ve<br />

erkekler takım ve fert etkinliklerinde yarışır. Boccia İtalya<br />

kökenli 1 oyundur.<br />

Eskrim: Bu spora tekerlekli sandalyeli,<br />

ampüte ve beyin felçli oyuncular<br />

katılır. Her sporcular yere bağlantılı<br />

tekerlekli sandalye üzerinde yarışır.<br />

Böylelikle bedenin üst kısmının rahatça devinim etmesi<br />

sağlanmış olur. Seyirci gözüyle bakıldığında, Paralimpik<br />

Oyunlardaki eskrim yarışmalarının en dikkat çekici<br />

özelliği bütün sporcuların yere sabitlenmiş tekerlekli<br />

sandalyelerle yarışmasıdır. Bununla ile bu tekerlekli<br />

sandalyeler eskrimcilere devinim özgürlüğü sağlar ve<br />

sporcular geleneksel eskrim yarışlarındaki kadar süratli<br />

devinim edebilirler. Tekerlekli sandalyedeki sporcular<br />

sebebiyle eskrim ilk bir şekilde Sir Ludwig Guttmann tarafından,<br />

1953te tanıtılmış ve 1960ta Roma Paralimpik<br />

Oyunlarının programına alınmıştır. Müsabaka kuralları o<br />

zamandan günümüze, tekerlekli sandalyeyi yere sabitleme<br />

tekniklerindeki gelişmeler doğrultusunda kademeli<br />

bir şekilde değiştirilmektedir. Tekerlekli sandalye<br />

kullanan, ampute olan veya beyin felci engellisi olan<br />

bayan ve erkek eskrimciler yıllardan beri uluslararası<br />

yarışmalarda epey kritik başarılar elde etmektedirler.<br />

Tekler ve takım halinde yapılan karşılaşmalar flöre, epe<br />

(erkek ve bayan) ve kılıç (erkek) dallarını kapsar.<br />

Futbol: Kurallar, birtakım değişiklikler<br />

dışında olimpik futbolla aynıdır.<br />

Bütün takımda 11 yerine 7 oyuncu<br />

vardır. Saha daha küçüktür ve maçlar<br />

20’şer dakikalık 2 devre halinde oynanır.<br />

Futbolun uluslararası popülaritesi,<br />

bu sporun Paralimpik Oyunlarda da<br />

oynanması ve yaygınlaşması sonucunu<br />

getirmiştir. Birtakım ufak değişikliklerle FIFA kuralları<br />

uygulanır. Bu değişiklikler oyunun heyecanını arttırmak<br />

ve oyunu, sporcuların engellerini dikkate alarak düzenlemek<br />

amacına yöneliktir. Ofsayt kuralının olmaması,<br />

sahanın ve kalenin daha ufak olması, taç atışlarının tek<br />

kolla da yapılabilmesi değişikliklere verilebilecek misaller<br />

arasındadır. Bir takım en az 11 oyuncudan oluşur.<br />

Golbol (Goalball): Topla oynanan<br />

bir takım sporudur. Sadece görme engelli<br />

bayan ve erkek sporcular tarafından<br />

oynanır. Bütün takımın sahada 3<br />

oyuncusu bulunur ve amaç topu karşı<br />

tarafın kalesine atmaktır. Maçlar toplam<br />

14 dk sürer ve iki denk yarıdan oluşur. Goalballu görme<br />

engeli olmayan sporcularca oynanan diğer toplu, takım<br />

oyunlarından 3 unsur ayırır. İçindeki ziller nedeniyle devinim<br />

halindeyken çıngırak gibi ses veren topla oynanır<br />

ve böylelikle topun pozisyonu ve yeri dinleme yoluyla<br />

belirlenebilir. Kabartma işaretleri olan sahada oynanır; bu<br />

kabartma işaretlere ayakları veya elleriyle dokunan oyuncu,<br />

sahadaki yerini ve yüzünü döndüğü yönü anlayabilir.<br />

Bütün oyuncular gözlerine kara maskeler takarlar ve böylelikle<br />

tümünün denk koşullara sahip olması sağlanarak,<br />

asla görmeyen veya epey az görenlerin dezavantajları<br />

ortadan kaldırılır. Topun içindeki zillerin oyuncuları yönlendirmesine,<br />

sporcuların iyi konsantre olabilmelerine ve<br />

topa anında tepki verebilmelerine imkân vermek sebebiyle,<br />

oyun sırasında salon tamamen sessiz olmalıdır. Kazanılan<br />

bütün sayıdan sonraları yükselen tezahüratları izleyen<br />

sessizlik tekrar oyuna dönüldüğünün işaretidir. Amaç,<br />

topu rakip savunmayı aşarak kaleye atmaktır. İki yedi dakikalık<br />

devre sonunda yüksek skoru alan taraf kazanır.<br />

Judo: Judodaki dokunma, denge ve<br />

duyarlılık unsurları bütünüyle veya<br />

kısmen görme özürlü oyuncuların gelişmiş<br />

becerilerini sergilemelerine fırsat<br />

verir. Sporcular ufak değişikliklerle<br />

ile milletler arası Judo Federasyonu<br />

kurallarına elverişli bir şekilde yarışırlar. Her faaliyetler<br />

nakavt karşılaşmalarıdır. Paralimpik Oyunlardaki judo<br />

karşılaşmalarının diğeri judo karşılaşmalarından tek far-


41<br />

kı, minderin müsabaka alanını ve bölgeleri gösteren bir<br />

dokuya sahip olmasıdır. Görme engelli erkek sporcuların<br />

katılabildiği karşılaşmalar Uluslararası Judo Federasyonunun<br />

koyduğu kurallara göre yapılır. Judo Paralimpik Oyunların<br />

programına 1988 Seoul Oyunlarında alınmıştır.<br />

Masa Tenisi: Birey ve takım karşılaşmaları<br />

oynanır. Tekerlekli sandalyedeki<br />

sporcular sebebiyle ayarlamalar<br />

gerçekleştirilir. Paralimpik Oyunlarda<br />

masa tenisi karşılaşmaları 2 biçimde<br />

yapılır: ayakta ve tekerlekli sandalyeyle.<br />

Yazılım kapsamında tekler, takım, açık erkekler ve<br />

bayanlar karşılaşmaları vardır. Sporcunun engeline göre<br />

10 sınıf belirlenir ve sporcular bu 10 sınıftan biri kapsamında<br />

yarışırlar. Paralimpik Masa Tenisi karşılaşmaları,<br />

tekerlekli sandalyeyle yarışan sporcular sebebiyle yapılan<br />

küçük tefek değişiklikler dışında, temel bir şekilde<br />

Uluslararası Masa Tenisi Federasyonunun belirlediği<br />

kurallara göre yapılır.<br />

Okçuluk: 1948de İngiltere’de düzenlenen<br />

Stoke Mandeville Oyunlarından<br />

beri Bayanlar ve Erkekler kategorilerinde<br />

ayakta ve tekerlekli sandalyede<br />

yarışan okçular gücün ve keskin nişancılığın<br />

en güzel örneklerini vermektedirler. Paralimpik<br />

Oyunlar programı tekler, çiftler ve takım yarışmalarını<br />

içerir. Müsabaka ve değerlendirme usulleri Olimpiyat<br />

Oyunlarındakinin aynıdır.<br />

Rugby: İleri derecede omurga hasarı<br />

görülen sporcuların oynadığı<br />

rugby, Sydney 2000’de ilk defa paralimpik<br />

şekilde oynandı.<br />

Tekerlekli Sandalye Basketbol:<br />

Tekerlekli sandalye basketbol karşılaşmaları,<br />

Uluslararası Tekerlekli Sandalye<br />

Basketbol Federasyonu (IWBF)<br />

tarafından belirlenen kurallar ve sınıflandırmalar<br />

çerçevesinde yapılır. Bu<br />

düzenlemeler, ayakta oynanan basketboldakine eş saha<br />

büyüklüğü ve pota yüksekliği gibi konuları da içerir. Tekerlekli<br />

sandalye basketbol karşılaşmaları ayakta oynanan<br />

basketbol karşılaşmalarıyla kritik ortak özelliklere<br />

sahip olmakla beraber, kendine özgü, benzersiz stiliyle<br />

değişik ve ayrı bir yere sahiptir. Yardımlaşma esasına dayalı<br />

alan savunması ve adam adama savunma epey sık<br />

kullanılır. Sporcuların tekerlekli sandalyedeki hareketlerini<br />

ayarlamak sebebiyle geliştirilen değişik top saydırma<br />

kuralı ve yüksek yoğunluğu olan bu spor, kendi atak<br />

sistemini yaratmıştır. Sahadaki hareketi arttırmak sebebiyle,<br />

takım çoğunlukla 3 defans oyuncusu ve 2 pivottan<br />

oluşur. Topu alıp yuvarlama en etken saldırı taktiğidir.<br />

Tekerlekli Sandalye Rugby: Tekerlekli<br />

sandalye rugby karşılaşmalarına<br />

kol ve bacak felci engellisi olan erkek<br />

ve bayan sporcular katılır. 1972’de<br />

Kanada’da doğan bu spor, hızla yaygınlaşmaktadır.<br />

Tekerlekli sandalye<br />

rugby; basketbol, futbol ve buz hokeyinin karışımıdır ve<br />

basketbol sahasında oynanır. Takımlar dört asıl ve sayıları<br />

sekize kadar çıkabilen yedek oyunculardan oluşur. Sporcular<br />

yeterliliklerine göre sınıflandırılır. Bu sınıflandırma<br />

sonucunda 0,5 ve 3,5 arasında değişen puanlar alırlar.<br />

Sahadaki dört oyuncunun toplam puanları 8,0’i geçemez.<br />

Sporcular topu karşı tarafın kale çizgisinden ileri taşımak<br />

suretiyle sayı yapmaya çalışırlar. Tekerlekli sandalye rugby<br />

karşılaşmaları 8’er dakikalık 4 bölümden oluşur.<br />

Tekerlekli Sandalye Tenis:<br />

Tekerlekli sandalye tenis karşılaşmaları<br />

Paralimpik Oyunlar programına 1992’de<br />

alındı. Karşılaşmalarda geleneksel tenis<br />

kuralları uygulanır. Tek fark topun yerde iki<br />

kere sektirilmesine müsaade verilmesidir.<br />

Karşılaşmalara tıbbi şekilde tespit edilmiş, hareketle alakadar<br />

engeli olan sporcular katılabilir. Paralimpik Oyunlar<br />

programında tekerlekli sandalye tenis karşılaşmaları, tekler<br />

ve çiftler sınıflarında yapılmaktadır.<br />

Voleybol: Ampüte ve Les Autres kategorisindeki<br />

sporcular tarafından oynanan voleybol,<br />

oturarak ve ayakta olmak üzere iki ayrı<br />

biçimde oynanır. Oturarak oynayan sporcular<br />

daha ufak sahada, daha alçak filede<br />

mücadele eder. Paralimpik Oyunlardaki voleybol<br />

karşılaşmaları ayakta voleybol ve oturarak voleybol<br />

olmak üzere ikiye ayrılır. Böylece karşılaşmalara her engelli<br />

kategorileri katılabilir. Geleneksel voleybol ve oturarak<br />

voleybol arasındaki tek fark, oturarak oynanan voleybolda<br />

file boyunun daha alçak ve sahanın daha ufak olmasıdır.<br />

Yelken: 1996 Atlanta Paralimpik Oyunlarında gösteri sporu<br />

olan yelken, 2000 Sydney’de madalyalı spor<br />

olarak kabul edilmiştir. Bütün engelli kategorilerinden<br />

sporcuların katılabildiği yelken<br />

yarışlarının sınıflandırma sistemi beş faktöre<br />

göre belirlenmektedir: dayanıklılık, el fonksiyonu,<br />

manevra kabiliyeti, görme ve duyma.<br />

Paralimpik Oyunlarda kullanılan yatlar mavnalıdır. Puanlar<br />

yatların yarışı bitirme durumlarına göre hesaplanır. Uluslararası<br />

Engelli Yatçılar Federasyonu bu alandaki resmi mesul ve<br />

yetkili federasyondur. Engelli sporcular yelken aktivitelerine<br />

birtakım ekipman değişiklikleriyle katılabilirler.


SPOR<br />

Yüzme: Eski zamanlardan bu<br />

yana kadar yüzme, engelliler için<br />

fizyoterapi ve rehabilitasyon yöntemi<br />

olmuştur. Yüzme yarışları,<br />

Paralimpik Oyunlar kapsamındaki<br />

en popüler ve geniş katılımlı spor karşılaşmaları<br />

arasındadır. Yüzme yarışlarına her engelli kategorilerindeki<br />

sporcular katılabilirler ve yarışırken hiçbir<br />

protez veya herhangi 1 yardımcı alet kullanamazlar.<br />

Yüzme yarışları tüm sporculara açıktır. Faaliyetler 2<br />

gruba ayrılır; görme engelli sporcular ve diğerleri.<br />

Atlanta’da ilk defa zihinsel engelli sporcular da<br />

yüzme dalında yarıştılar. Yüzme, seçkin paralimpik<br />

sporcuların başarılarının dikkat çekmesinde rol oynamıştır.<br />

2016 RİO’YA <strong>TÜRK</strong>İYE’DEN KATILAN<br />

SPORCULAR VE BRANŞLARI<br />

Atıcılık (8):<br />

Muharrem Korhan Yamaç, Cevat Karagöl, Savaş<br />

Üstün, Hakan Çevik, Murat Oğuz, Çağla Atakal,<br />

Ayşegül Pehlivanlar, Aysel Özgan, Suzan Çevik<br />

Masa tenisi (9):<br />

Neslihan Kavas, Ümran Ertiş, Kübra Korkut, Abdullah<br />

Öztürk, Ali Öztürk, Nesim Turan, Hatice Duman,<br />

Nergiz Altıntaş, Süleyman Vural<br />

Okçuluk (8):<br />

Handan Biroğlu, Erdoğan Aygan, Bülent Korkmaz,<br />

Zehra Özbey Torun, Merve Nur Eroğlu, Naci Yenier,<br />

Ömer Aşık, Sadık Savaş<br />

Atletizm (4):<br />

Hamide Kurt, Zübeyde Süpürgeci, Zeynep Acet,<br />

Nurşah Usta<br />

Halter (4):<br />

Nazmiye Muratlı, Sibel Çam, Dilfiroz Kuzdağı<br />

Yüzme (3):<br />

Beytullah Eroğlu, Özlem Kaya, Sevilay Öztürk<br />

Tekerlekli sandalye basketbol (12 sporcu):<br />

Özgür Gürbulak, İbrahim Yavuz, Kaan Dalay,<br />

İsmail Ar, Deniz Acar, Cem Gezinci, Fikri Gündoğdu,<br />

Ferit Gümüş, Yasin Cırgaoğlu, Uğur Toprak, Selim<br />

Sayak, Kemal Kaan Şafak<br />

Tekerlekli sandalye tenis (1):<br />

Büşra Ün<br />

B1 Futbol (8):<br />

Emrah Öcal, Kahraman Kurbetoğlu, Celal Çoban,<br />

Ercan Bayraktar, İbrahim Üzüm, Abdullah Sümer,<br />

Recep Aydeniz, Ali Aktaş<br />

Kadınlar golbol (6):<br />

Sümeyye Özcan, Buket Atalay, Gülşah Düzgün, Seda<br />

Yıldız, Sevda Altınoluk, Neşe Mercan<br />

Erkekler golbol (6):<br />

Hüseyin Alkan, Tuncay Karakaya, Ekrem Gündoğdu,<br />

Sercan Kaya, Abdullah Aydoğdu, Yunus Emre Akyüz<br />

Judo (4):<br />

Dursun Hayran, İbrahim Bölükbaşı, Ecem Taşın,<br />

Mesme Taşbağ<br />

Atletizm (5):<br />

Semih Deniz, Hasan Hüseyin Kaçar, Büşranur Tırıklı,<br />

Öznur Alamur, Mehmet Tunç<br />

RİO 2016 PARALİMPİK<br />

OYUNLARINDA<br />

KAZANDIĞIMIZ MADALYALAR<br />

Milliler Rio 2016 oyunlarını 3 altın, 1 gümüş, 5<br />

bronz toplam 9 madalya ile tamamladı.<br />

NAZMİYE MURATLI<br />

HALTER<br />

ABDULLAH ÖZ<strong>TÜRK</strong><br />

MASA TENİSİ<br />

GOLBOL<br />

KADIN MİLLİ TAKIMI<br />

MASA TENİSİ<br />

KÜBRA KORKUT<br />

JUDO<br />

MESME TAŞBAĞ<br />

JUDO<br />

ECEM TAŞIN<br />

ATLETİZM<br />

SEMİH DENİZ<br />

ATICILIK<br />

AYŞEGÜL PEHLİVANLAR<br />

MASA TENİSİ<br />

ALİ ÖZ<strong>TÜRK</strong><br />

ABDULLAH ÖZ<strong>TÜRK</strong>


43<br />

Osmangazi Mah. Yıldırım Beyazıt Cad.<br />

444 82 29 No: 5 Sancaktepe / İSTANBUL / Türkiye<br />

ÜCRETSİZ KEŞİF<br />

www.ucay.com.tr<br />

T: 444 82 29 F: 0216 311 46 65<br />

info@ucay.com.tr


GEZİ YAZISI<br />

“EVET EVET<br />

O ŞANSLI İNSAN BENİM…”<br />

YAZI | FOTOĞRAFLAR İREM GÜMÜŞ<br />

Herkesin bildiği gibi şirketimizin bir önceki sayısında<br />

paylaştığı Avrupa Kupası tahmin tablosunda söylemiş<br />

olduğum Portekiz ile bu geziyi gönderildim. Cuma günü<br />

tüm hazırlıklarımızı tamamlayıp yola çıktık. Yolculuğumuzun<br />

ilk durağı Adatepe Köyü idi. Güne temiz hava ile<br />

başlamak herkese iyi geldi. Yapmış olduğumuz kısa gezi<br />

sonrası burada bulunan ve manzaranın yatlar altında<br />

bulunduğu Zeus Altarına doğru yol aldık. Bu muhteşem<br />

manzara insanın içine huzur dolduruyor. E tabi buraya<br />

gelmişken dilek dilememek olmaz. Mis gibi deniz havası<br />

iştahımızı açarken güzel bir kahvaltı sonrasında gezimize<br />

devam etmek için yola çıkıyoruz. Feribot ile Bozcaada’ya<br />

geçiyoruz ve şiir gibi bir hava eşliğinde. Adaya yaklaşırken<br />

bizi heybetli bir kale karşılıyor dimdik… Küçük bir kasaba<br />

havasında ki merkezin bu kadar büyük bir kalesinin<br />

olması sizi şaşırtmasın. Kale üzerinde yaşayan medeniyetlerin<br />

kendilerini istiladan korumak amacı ile yapılmış


45


olan kalenin iç bölümünde tarihi eserlerin sergilendiği<br />

bir oda bulunuyor. Kale 10:00 - 20:00 saatleri arasında<br />

ziyarete açık.<br />

Bozcaada’da bulunan Ayazma plajında üç saatlik bir deniz<br />

molası veriyoruz. Suyu çok temiz ve serin olmasına<br />

rağmen gidilebilecek en iyi plajlardan birisi. Molamız<br />

bitiyor ve günün yorgunluğunu atmak için Sarımsaklı’da<br />

bulunan otelimize doğru yola çıkıyoruz. Güzel bir uyku<br />

ve gün sonu…<br />

Sabah kahvaltımızı meşhur Ayvalık tostu ile yaptık tan<br />

sonra burada bulunan ve tarihi bir geçmişe dayanan Şeytan<br />

Sofrası’na doğru ilerliyoruz. Buranın hikâyesi 1500’lü<br />

yıllara dayanıyor. Osmanlı egemenliğinde Ayvalık yöresinde<br />

yaşayan Rumlarla ilgili. Kilise tarafından kovulan<br />

Penolepe adında bir Rum buraya yerleşir. Bir sene yaşanan<br />

ağır bir kuraklık sonucu halk bunun kiliseye karşı<br />

gelen Penolepe yüzünden olduğunu sanarak onu öldürmek<br />

için toplanarak tepeye gelirler. Penolepe halka çok<br />

zengin bir sofra hazırlar. Kuraklık yüzünden aç olan halk<br />

sofrayı görünce Penolepe’yi unutup yiyeceklere hücum<br />

eder. Penolepe kaçarak kurtulur. Şeytan Sofrasında bulunan<br />

ayak izinin mitolojideki hikâyesi de şöyle geçmektedir.<br />

Zeus’un sütannesi İda Zeus’a zarar vereceği gerekçesi<br />

ile Şeytanı kovar. Üçayaklı olduğuna inanılan Şeytanın bir<br />

ayağı İda Dağı eteklerinde, bir ayağı Midilli adasında, bir<br />

ayağı da Şeytan Sofrasındadır. Kafes içine alınan ayak izine<br />

kâğıt para atılırsa kısmet, bozuk para atılırsa mülk sahibi<br />

olunacağına inanılır. Bu bilgileri de edindikten sonra<br />

Şeytan Sofrasından ayrılıyoruz.


47<br />

Türkiye’nin ilk Boğaz Köprüsü olarak adlandırılan<br />

köprüden geçerek Cunda Adasına varıyoruz.<br />

Burada ilk durağımız, tarihi 1873 yılına dayanan<br />

Taksiyarhis Kilisesi. Eski temelleri üzerine<br />

Anakent Kilisesi olarak inşa edilmiş, tek kubbeli<br />

bazilika tipinde, dikdörtgen planlı yapı, döneminde<br />

yaygın olarak kullanılan Neo Klasik mimari<br />

örneklerinden. 2011 yılında Rahmi M. Koç<br />

Müzecilik ve Kültür Vakfına tahsis edilen kilise<br />

binasının restorasyonu ARK İnşaat tarafından<br />

yapılmıştır. Bu Müzede birçok tarihi eşya ve maket<br />

bulunuyor.<br />

Güzel bir akşam yemeği ve tarih kokan hikâyelerle<br />

bezeli bir gezi… Bir daha buluşmak üzere<br />

anılarımızı bu güzel adanın sokaklarında bırakıp<br />

İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz. Gezdik, gördük,<br />

eğlendik… :)<br />

* İddaa’dan kupon yapacaklara yardım edebilirim. :)


Cvsair FABRİKASINDA<br />

BOYAMA ETKİNLİĞİ<br />

Tshirt sahibi olmak isteyenler pazarlama@cvsair.com.tr<br />

adresimize mail atabilirler.<br />

Satış ekibimiz eğitimden de geri<br />

kalmıyor. Ankara ekibimiz saha<br />

montaj eğitiminde.


Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;<br />

evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.


OTOPARKLAR<br />

ARTIK NEFES<br />

ALACAK...<br />

Cvsair, tüm kapalı otopark alanları için<br />

araçlardan çıkan kirli gazları ve olası bir yangın<br />

durumunda oluşan tehlikeli dumanı tahliye eden<br />

optimum sistemleri dizayn eder, bu tasarımlara<br />

uygun ürünlerin üretim ve satışını yapar.<br />

www.cvsair.com.tr +90 216 417 12 48<br />

ARMADA ALIŞVERİŞ VE İŞ MERKEZİ, CROWNE PLAZA, ÖNAY GARDEN RECIDENCE, SİNPAŞ İSTANBUL SARAYLARI, ACIBADEM BODRUM HASTANESİ, AIRPORT<br />

PLAZA OFİS MERKEZİ, ARMADA AVM OTOPARK, ASTAY 16/9 REZİDANS, SİNPAŞ BOSPHORUS CITY, MERİNOS ÇARŞAMBA OTOPARK, TRİO ÖĞRENCİ YURDU,<br />

HANE PLUS REZİDANS, ANADOLU ADLİYE SARAYA, FER YAPI İSTWEST REZİDANS, KENT PLUS CENTRIUM REZIDANS, METROCITY AVM OTOPARK<br />

BLUE BOUTIQUE KONUTLARI REZIDANS, ÖNAY GARDEN REZIDANS, RADISSON BLU HOTEL, SELÇUKLU KONGRE MERKEZİ, SİNPAŞ LİVA REZİDANS,<br />

SİNPAŞ AQUACITY 2010, TERRACITY AVM, HAN PLUS, UMA PRESTİJ KONUTLARI, UMİ PLAZA İŞ MERKEZİ, VELEDROM SPOR<br />

SALONU, YTÜ TEKNOPARK OTOPARK, KENT PLUS NEWPORT REZİDANS, BÜYÜK ARENA SPOR SALONU, MAR G PLUS REZIDANS

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!