01.01.2017 Views

Cinedergi 99

Binder99B

Binder99B

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

CINEVİZYON<br />

6 OCAK<br />

Anthropoid<br />

Ağ / The Net<br />

Sonsuzluk Ormanı / The Sea of Trees<br />

Çalgı Çengi İkimiz<br />

Hızlı ve Tüplü<br />

Snowden<br />

20 OCAK<br />

Perde Ayn-ı Cin<br />

Jackie<br />

Olanlar Oldu<br />

Kötü Çocuk<br />

Bu da Nereden Çıktı? / Why Him?<br />

Pepee<br />

Moana<br />

13 OCAK<br />

Bilal: A New Breed of Hero<br />

Queen of Katwe<br />

American Honey<br />

Gölge<br />

Hep Yek 2<br />

Uzay Yolcuları / Passengers<br />

The Bye Bye Man<br />

Sebastian Sevgili Dostum / Belle and Sebastian:<br />

The Adventure Continues<br />

27 OCAK<br />

Vezir Parmağı<br />

Satıcı / The Salesman<br />

Rafadan Tayfa<br />

Can Dostum / A Dog’s Purpose<br />

Yeni Nesil Ajan: Xander Cage’in Dönüşü / xXx:<br />

Return of Xander Cage<br />

İçeride / Shut In<br />

The Model<br />

Cesur Kahraman: Ejderha Büyüsü /<br />

The Dragon Spell


İÇİNDEKİLER<br />

10<br />

dosya<br />

2016’NIN EN İYİLERİ<br />

<strong>Cinedergi</strong> yazarları 2016’nın en iyi 10<br />

yabancı 5 Türk filmini seçti..<br />

38<br />

26<br />

42<br />

58<br />

MELTEM MİRALOĞLU<br />

RÖPORTAJ<br />

DENİZ UĞUR<br />

Deniz Uğur son filmi Hep Yek 2’nin<br />

çekim macerasını anlattı.<br />

BİLAL BABAOĞLU<br />

Babamın Kanatları filminin oyuncusu<br />

Musa Ekici ile söyleştik.<br />

YEŞİM USTAOĞLU<br />

Tereddüt filminin yönetmeni Yeşim<br />

Ustaoğlu, Banu ile konuştu.<br />

30KRALİÇEYE GÜLE GÜLE<br />

Star Wars’un kraliçesi Carry Fisher’a<br />

Masis elveda dedi.<br />

46 AVATAR 2 BİLİNMEZİ<br />

ABD’den Burak Yarkent Avatar 2 ile ilgili<br />

bilgileri bizle paylaştı.<br />

64 JUSTIN KURZEL<br />

Assassins Creed filminin yönetmeni<br />

Justin Kurzel İbrahim’in odağında.<br />

74 2016’NIN KORKULARI<br />

Murat Kızılca 2016 yılının en iyi<br />

korkularını seçti..<br />

78 HELL OR HIGH WATER<br />

Tuğçe Madayanti Hell Or High<br />

Water filmini yazdı..<br />

88 NERUDA<br />

Neruda filminin gizleri <strong>Cinedergi</strong>’de,<br />

Onur’un kaleminden.<br />

68<br />

AYDIN ORAK<br />

Siyah karga filminin oyuncusu Aydın Orak<br />

Gizem’in sorularını cevapladı.<br />

94<br />

2016’NIN FESTİVAL FİLMLERİ<br />

Başak 2016’nın festivallerde<br />

gösterilmiş en iyi filmlerini seçti.


34<br />

52<br />

82<br />

ÖZEL KÖŞE<br />

SUSMAYAN KÖŞE<br />

Tereddüt filminin yönetmeni Ustaoğlu<br />

Murat’ın odağında...<br />

AYŞE TEYZE<br />

Ayşe Teyze Forest Gump’a güldü mü?<br />

Cevabı sayfasında...<br />

106<br />

BELGESELCİ<br />

Semra Güzel Korver Ece Soydam ile doğa<br />

belgesellerinin peşinden gidiyor.<br />

92<br />

102<br />

108<br />

116<br />

112<br />

DİREN SİNEMA<br />

Banu Uşak Kısa Film Festivali’ne<br />

teşekkür ediyor.<br />

UZUN FİLMİN KISASI<br />

Kısa filmci Gökhan Öcal Fırat’ın<br />

sorularını yanıtladı.<br />

DİZİDERGİ<br />

DİZİFUN<br />

2017’nin yeni dizilerini<br />

Nergiz yazdı.<br />

ALİZE GÖRDÜM<br />

Gizem Merve Kaboğlu<br />

Alize Gördüm ile konuştu.<br />

SAMİ AKSU<br />

Sami Aksu sulandırmadan da komedi<br />

yapılabilir dedi.<br />

EPISODE<br />

Animal Kingdom Şenay<br />

Tanrıvermiş’in kaleminden.<br />

KORKU FİLMİ GİBİ<br />

BİR YILI GERİDE<br />

BIRAKTIK<br />

EDITO<br />

2016’yı kimse özlemeyecek sanırım.<br />

Neresinden bakarsanız felaket bir<br />

yıldı. Ülkenin siyaseten, ekonomik,<br />

güvenlik olarak gittiği yer belliyken herhalde<br />

sinemamızda bundan farklı olamazdı.<br />

Festivaller çöktü, filmler kalitesizlikte tavan<br />

yaptı, izleyici sinemadan kaçtı. Neyse<br />

bu çöl ortamı içinde yine de birşeyler<br />

yapıldı. En azından festivallere gidip bir<br />

iki dişe dokunur film seyrettik. 2016’nın<br />

bütün değerlendirmelerinin yapıldığı<br />

dosyaları bulacaksınız dergide. Öncelikle 16<br />

yazarımızın oylarıyla en iyi 10 yabancı listesi<br />

yaptık. Aynı zamanda en iyi 5 Türk filmi<br />

seçkisi de var. Yazarlarımızın teker teker film<br />

listeleri de emrinize amade. Bitmedi. 2016<br />

yılında festivallerde seyrettiğimiz Türk filmlerini<br />

Başak değerlendirdi ve size listeledi.<br />

Murat Kızılca ise en iyi korku filmleriyle<br />

bizi başbaşa bıraktı. Sanki bu yıl yeterince<br />

korkmamışız gibi. İki, Yedi ve dört sayısını<br />

severim. Sanki söyleyişleri sıcak gelir bana.<br />

2017 ismi gibi sıcacık olsun diliyorum. Hiç<br />

beklemediğimiz yönetmenler veya ilk filmini<br />

çekenler bizi şaşırtsın. Ülkenin her yanı film<br />

festivali dolsun. İyi yıllar olsun...


PEK YAKINDA<br />

Yönetmen: F. Javier Gutiérrez<br />

Oyuncular: Matilda Lutz, Alex Roe, Vincent D’Onofrio<br />

Konu: Sıradan bir lise öğrencisi olan Julia ve üniversiteye<br />

giden erkek arkadaşı Holt birbirlerinden giderek<br />

uzaklaşmaktadır. Ayrılacaklarından korkan genç<br />

kadın sevgilisini ziyarete gider ve Holt’un okuldaki<br />

arkadaşlarının 7 günün sonunda insanları öldüren<br />

bir videoyu Holt’a izlettiklerini öğrenir. Holt’un videoyu<br />

izlemesinin üstünden 6 buçuk gün geçmiştir ve<br />

günün sonunda hayatını kaybedecektir. Lanet sayesinde<br />

yeniden yakınlaşan ikili için artık hayatları adına<br />

verecekleri zamana karşı bir mücadele başlamıştır...


MANCHESTER BY<br />

THE SEA<br />

Yönetmen: Kenneth Lonergan<br />

Oyuncular: Casey Affleck, Michelle<br />

Williams, Kyle Chandler<br />

Konu: Lee Chandler, sıhhi<br />

tesisat, elektrik, kapıcılık gibi<br />

sıradan işler yaparak, tek göz<br />

bir evde yalnız başına yaşayan<br />

bir adamdır. Doğup büyüdüğü<br />

ama uzun zamandır uğramadığı<br />

kentten bir gün acil bir telefon<br />

alır. Kalp hastası abisi hastaneye<br />

kaldırılmıştır ve durum ciddidir.<br />

Lee kafasında endişeler<br />

ve soru işaretleri ile yola<br />

koyulur ama hastanede onu<br />

bekleyen haber hiç de iç açıcı<br />

değildir.<br />

SWISS ARMY MAN<br />

SNOWDEN<br />

Yönetmen: Daniel<br />

Kwan, Daniel Scheinert<br />

Oyuncular: Paul Dano,<br />

Daniel Radcliffe, Mary<br />

Elizabeth Winstead<br />

Konu: Küçük ıssız bir<br />

adada tek başına olan<br />

Hank’ın evinde olmak<br />

için hala umudu vardır.<br />

Fakat bir gün kıyaya<br />

vuran bir ceset her şeyi<br />

değiştirir. Hank çok<br />

geçmeden ölümden<br />

kaçmak için son şansı<br />

olduğunun farkına varır.<br />

Silahlı yeni “arkadaş”<br />

ve tuhaf bir çanta, bu<br />

ikili ile Hank’ın hayallerindeki<br />

kadını yeniden<br />

getirmek için destansı<br />

bir maceraya atılar.<br />

Yönetmen: Peter Berg<br />

Oyuncular: Mark Wahlberg,<br />

John Goodman,<br />

J.K. Simmons<br />

Konu: 2013 yılından<br />

Boston Maratonu<br />

bombalı saldırısına<br />

giden süreci anlatan<br />

yapım bombalamanın<br />

ardından bütün şehri<br />

kapsayan bir terörist<br />

avını ve o süreci konu<br />

alıyor. Gerçek olay,<br />

maraton koşusunun<br />

bitim noktasında,<br />

15 Nisan 2013 tarihinde<br />

yerel saatler<br />

14.49’u gösterirken<br />

gerçekleşmiş ve 3<br />

kişinin ölümü ve<br />

200’den fazla kişinin<br />

yaralanması ile<br />

sonuçlanmıştı.


PEK YAKINDA<br />

RESIDENT EVIL:<br />

THE FINAL CHAPTER<br />

Yönetmen: Paul W.S. Anderson<br />

Oyuncular: Milla Jovovich, Ali Larter, Iain Glen<br />

Konu: Resident Evil 5: İntikam filmindeki olayların hemen<br />

ardından, Alice insanlığın zombilere karşı verdiği<br />

savaştan sağ olarak kurtulan tek kişi olmuştır. Şimdi<br />

ise kabusun başladığı yer olan Racoon Şehri’ndeki<br />

Kovan’a geri dönmek zorundadır. Umbrella Şirketi<br />

ise, kıyametten kurtulan son kişileri de yok etmek<br />

amacıyla Racoon Şehri’nde güçlerini son kez<br />

toplamaktadır. Zamana karşı yarış içinde Alice, eski<br />

arkadaşları ile birlikte yeni mutant yaratıklara karşı da<br />

bir savaş verecektir. Bu Alice’in insanlığı kurtarmak<br />

için verdiği en zor mücadele olacaktır.


PARÇALANMIS<br />

Yönetmen: M. Night Shyamalan<br />

Oyuncular: James McAvoy,<br />

Anya Taylor-Joy, Haley Lu Richardson<br />

Konu: Çoklu Kişilik<br />

Bozukluğu’ndan müzdarip genç<br />

adam Kevin’ın 23 ayrı alter<br />

egosu vardır. Bu alter egoları<br />

arasında en baskın olanı da<br />

suça meyilli olan bir karakterdir.<br />

Market çıkışında 3 kız<br />

kardeşi kaçıran Kevin onları<br />

bodrumuna hapseder. Farklı<br />

alter egoları aracılığıyla kızlarla<br />

farklı ilişkiler kuran adam<br />

kızların varlığı ile yavaş yavaş<br />

dağılmaya başlar.<br />

GECENIN KANUNU<br />

Yönetmen: Ben Affleck<br />

Oyuncular: Ben Affleck,<br />

Zoe Saldana, Elle Fanning<br />

Konu: 1920’lilerin suç<br />

gezen Boston kentinde<br />

Joe Coughlin adında<br />

bir adam nam salmıştır.<br />

İçki yasağı halen devam<br />

etmekte ama illegal<br />

yollardan kırılmaktadır.<br />

Dürüst ve namuslu bir<br />

hayatı geride bırakan<br />

Joe kendisine kötü<br />

şöhreti gangster<br />

yaşamını seçer. Küçük<br />

yaştaki hırsızlık kariyerini<br />

geride bırakan<br />

adam artık şehrin en<br />

korkutucu gangsterlerine<br />

hizmet etmektedir.<br />

GOLD<br />

Yönetmen: Stephen<br />

Gaghan<br />

Oyuncular: Matthew<br />

McConaughey, Bryce<br />

Dallas Howard, Édgar<br />

Ramírez<br />

Konu: Şanssız adam<br />

olan Kenny Wells<br />

bir jeolog olanMichael<br />

Acosta ile ekip<br />

olup Endonezya’nın<br />

keşfedilmemiş<br />

ormanlarında altın aramaya<br />

koyulur. Altın bulmak<br />

zordur fakat altını<br />

Wall Street’in en güçlü<br />

kurumları arasında<br />

elinde tutmak daha da<br />

zor olacaktır.


2016’da o kadar kötü film vizyona girdi ki yazarlarımızdan kötü film<br />

kaç filmlik liste istersek isteyelim kötüler listesine giren filmlere h<br />

n <strong>Cinedergi</strong> her yıl başında geride kalan<br />

senenin en iyi filmlerini seçer. Bu yılda 16<br />

yazarımız 10 en iyi yabancı beş en iyi yerli<br />

filmi seçip listelerini hazırladılar. İlk kez bu yıl<br />

15 yazarımızın oylarının hepsini alan bir<br />

film çıkmadı. Açıkçası bunu seçilen<br />

filmler içinde bir başyapıt<br />

bulunmamasına<br />

bağlıyorum.<br />

Yani devrimsel<br />

bir<br />

film çikmedı.<br />

Yabancı filmlerde<br />

Gece<br />

Hayvanları ve Arrival<br />

13 oy alarak<br />

zirveye oturdular,<br />

yerli yapımlarda ise<br />

Babamın Kanatları<br />

ve Tereddüt 11 er oyla<br />

en iyi filmler seçildi.<br />

Normalde yerli filmlerde<br />

5 filmlik bir seçki<br />

yapacaktık ama 5’inci<br />

aday için üç filmde aynı<br />

oyu alınca diğer ikisini de<br />

listeye<br />

ekledik. 2016’nın ilk ve son aylarında<br />

biraz toplasa da sinema anlamında yetersiz<br />

yapımlarla bir yılı geride bıraktık. Hani 2015’in<br />

Oscar adayı filmleri biz de geç vizyon almasa<br />

yabancı filmlerden bile 10 yapım bulmak zor<br />

olacaktı. Hele Türk filmleri tam bir geri adım<br />

atmış durumda. Birçok filmin yetersiz rakipleri<br />

yüzünden bu listede yer aldığını söylemeliyim.<br />

Kalitesiz işler kısa bir süre için izleyicinin ilgisini<br />

çekse de uzun dönemde bıkkınlık yaratır<br />

ve sonunda salonlar boşalır. Aynı dediğimiz<br />

gibi bir süre korku filmleriyle izleyicinin ilgisini<br />

ayakta tutan sinemamız bunun da sonuna<br />

geldi, ilk işi kalitesiz komedilere sarılmak<br />

oldu. Ama onlar da hak ettiklerini aldılar ve<br />

gişe de çöktüler. İşin kötüsü göreceli olarak<br />

sinemamızı ayakta tutan ve bir elin parmağını<br />

geçmeyen elit sinemacılarımızın filmleri de<br />

beklenen kalitede değildi. Bu elit<br />

yönetmenlerin normalde hiç bir zaman<br />

gişe yapmayan filmleri festivallerle<br />

kendini gösteriyordu. En<br />

azından gişede kaybettiklerini<br />

festivallerin ödül paralarıyla<br />

bir yere kadar süspanse<br />

edebiliyorlardı. Ama artık festivaller<br />

de çökmüş durumda.<br />

Malatya, Edirne ve daha birçok<br />

festival iptal edildi. Antalya<br />

ödül parasını azalttı<br />

hatta hedefi kaldırmak.<br />

Bütün bunları altalta<br />

üstüste koyduğumuzda<br />

sinemamız büyük bir<br />

darboğaza girmiş<br />

durumda. Sanıyorum<br />

bir iki yıl içinde çekilen filmlerin<br />

sayısında da azalma olacak. Ve<br />

o zaman 1970’lerde yaşanan çöküşün bir<br />

benzeriyle karşı karşıya kalabiliriz. İnşallah<br />

böyle bir sonla karşılaşmayız. Bu karanlık<br />

tablo içinde biz yine de sizin için 2016 yılında<br />

vizyona giren filmler içinden 10 yabancı ve 5<br />

yerli film seçtik. İşte 2016’nın en iyi filmleri...<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları 11<br />

Tereddüt11<br />

Kalandar Soğuğu 9<br />

AlbümDağ 2 5<br />

Baskın 5<br />

Rüzgarda Salınan<br />

Nilüfer 5<br />

Filmlerin yanındaki<br />

sayılar yazar oylarıdır<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Nocturnal Animals 13<br />

Arrival 13<br />

Son Of Saul 10<br />

I Daniel Blake 9<br />

The Revenant 8<br />

Gençlik-Youth 8<br />

Spotlight 8<br />

La La Land 7<br />

Rogue One 6<br />

Deadpool 5


listesi istemedik. Çünkü<br />

aksızlık etmiş olurduk.<br />

<strong>Cinedergi</strong> yazarlarının listeleri<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Babamın Kanatları<br />

Ekşi Elmalar<br />

Albüm<br />

Dağ II<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Gece Hayvanları - Nocturnal<br />

Animals<br />

Arrival:Geliş - Arrival<br />

Diriliş-The Revenant<br />

Gençlik-Youth<br />

Spotlight<br />

Room: Gizli Dünya - Room<br />

Ben, Daniel Blake - I Daniel<br />

Blake<br />

The Hateful Eight<br />

İnatçılar - Hrútar<br />

A Perfect Day<br />

ALPER TURGUT<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Kötü Kedi Şerafettin<br />

Kümes<br />

Mavi Bisiklet<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Spotlight<br />

Arrival<br />

Saul’un Oğlu<br />

Gece Hayvanları<br />

Annemle Geçen Yaz - Que<br />

Horas Ela Volta<br />

Rogue One<br />

Deadpool<br />

Diriliş<br />

Mükemmel Bir Gün<br />

Ben, Daniel Blake


FIRAT SAYICI<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Kötü Kedi Şerafettin<br />

Tereddüt<br />

Ve Panayır Köyden Gider<br />

Naciye<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Deadpool<br />

Don’t Breathe<br />

Zootropolis<br />

The Witch<br />

Muhammad:The Messenger<br />

of God<br />

Nerve<br />

The Revenant<br />

The Lobster<br />

Arrival<br />

MURAT TOLGA ŞEN<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

ANNEMİN YARASI<br />

DAĞ 2<br />

BASKIN: KARABASAN<br />

NACİYE<br />

BENİM ADIM FERİDUN<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

FRANTZ<br />

ARRIVAL<br />

NOCTURNAL ANIMALS<br />

YOUTH<br />

THE HATEFUL EIGHT<br />

JULIETA<br />

SON OF SAUL<br />

THE REVENANT<br />

A PERFECT DAY<br />

STAR WARS: ROGUE ONE<br />

MURAT KIZILCA<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Tereddüt<br />

Dağ 2<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Baskın: Karabasan<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Arrival (Geliş)<br />

Evolution (Evrim)<br />

The House on Pine Street<br />

Nocturnal Animals (Gece<br />

Hayvanları)<br />

Rogue One: Bir Star Wars<br />

Hikayesi<br />

Youth (Gençlik)<br />

The Corpse of Anna Fritz<br />

The Revenant (Diriliş)<br />

I, Daniel Blake<br />

El Club


BANU BOZDEMİR<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Ana Yurdu<br />

Babamın Kanatları<br />

Tereddüt<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Annemin Yarası<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Nocturnal Animals / Gece<br />

Hayavanları<br />

Kaptan Fantastik<br />

Mezuniyet - Bacalauerat<br />

Saul’un Oğlu<br />

Ben Daniel Blake<br />

Little Men<br />

Neon Şeytan<br />

Saraybosna’da Ölüm<br />

La La Land<br />

Evolution / Evrim


BAŞAK KILIÇ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Baskın<br />

Dağ 2<br />

Annemin Yarası<br />

Siccin 3: Cürmü Aşk<br />

Babamın Kanatları<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Arrival<br />

La La Land<br />

Frantz<br />

Nocturnal Animals<br />

Le Tout Nouveau Testament<br />

Goodnight Mommy<br />

Youth<br />

Son of Saul<br />

Creed<br />

MASİS ÜŞENMEZ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Tereddüt<br />

Baskın: Karabasan<br />

Naciye<br />

Yitik Kuşlar<br />

Dağ 2<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

The Hateful Eight<br />

Creed: Efsanenin Doğuşu<br />

Deadpool<br />

Diriliş The Revenant<br />

Gençlik<br />

Spotlight<br />

Carol<br />

Danimarkalı Kız<br />

Saul’un Oğlu<br />

Cloverfield Yolu No: 10<br />

HALİL İBRAHİM<br />

SAĞLAM<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Baskın<br />

Tereddüt<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Albüm<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Arrival<br />

Nocturnal Animals<br />

La La Land<br />

The Revenant<br />

Elle<br />

The Big Short<br />

The Assassin<br />

El Club<br />

Carol<br />

Son of Saul


MELİS ZARARSIZ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Kötü Kedi Şerafettin<br />

İftarlık Gazoz<br />

Babamın Kanatları<br />

Tereddüt<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Spotlight<br />

Arrival<br />

Carol<br />

Deadpool<br />

Son of Saul<br />

Alice Through The Looking<br />

Glass<br />

Zootopia<br />

Doctor Strange<br />

Rogue One<br />

I, Daniel Blake


NERGİZ KARADAŞ<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Tereddüt<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Babamın Kanatları<br />

Rauf<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Ben Daniel Blake<br />

Arivval<br />

Gece Hayvanları<br />

Son of Soul<br />

The Club<br />

Dheepan<br />

Spotlight<br />

The Handmaıden<br />

(Hizmetçi)<br />

Yeni Ahit<br />

Kaptan Fantastik<br />

EGEMEN<br />

TOKATLIOĞLU<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Kalandar sogugu<br />

ıftarlık Gazoz<br />

Tereddüt<br />

Babamın Kanatları<br />

Albüm<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Elle<br />

Rogue One<br />

La La Land<br />

Captain Fantastic<br />

Nocturnal Animals<br />

Arrival<br />

I Daniel Blake<br />

Demolition<br />

Creed<br />

The Neon Demon<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları<br />

Albüm<br />

Tereddüt<br />

Ana Yurdu<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Frantz<br />

Spotlight<br />

Denizdeki Ateş<br />

Diriliş<br />

Gençlik<br />

Yalan Labirenti<br />

SEMRA GÜZEL<br />

KORVER


UTKU ÖGETÜRK<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Babamın Kanatları<br />

Tereddüt<br />

Albüm<br />

Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />

Kalandar Soğuğu<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Nocturnal Animals<br />

Son of Saul<br />

La La Land<br />

Arrival<br />

Goodnight Mommy<br />

Spotlight<br />

El Club<br />

I, Daniel Blake<br />

Carol<br />

Hitchcock/Truffaut<br />

ONUR<br />

KIRŞAVOĞLU<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Çırak<br />

Albüm<br />

Kalandar Soğuğu<br />

Babamın Kanatları<br />

Kasap Havası<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Spotlight<br />

Arrival<br />

La La Land<br />

Nocturnal Animals<br />

El Club<br />

Hateful Eight<br />

Son of Saul<br />

Youth<br />

The Big Short<br />

Hitchcock/Truffaut<br />

GİZEM ERTÜRK<br />

2016 EN İYİ TÜRK<br />

Tereddüt<br />

Albüm<br />

Babamın Kanatları<br />

Rauf<br />

Saklı<br />

2016 EN İYİ YABANCI<br />

Youth<br />

Arrival<br />

Rogue One: A Star Wars<br />

Story<br />

I, Daniel Blake<br />

Captain Fantastic<br />

The Neon Demon<br />

Nocturnal Animals<br />

Where to Invade Next<br />

Deadpool<br />

La la land


CINEKRiTiK<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

DÜNYANIN EN BÜYÜK KORKU ANITI<br />

n Yaratıcılık gereği gerçek olayların<br />

manüpile edilmesine bir itirazım yok. Zaten<br />

sinema bu şekilde değer kazanıyor.<br />

Ama ucu bize dayandığında elimde<br />

olmadan rahatsız oluyorum. Merakla<br />

beklediğim Çin Seddi filminin de böyle bir<br />

durumu var. MS. 1100 civarında geçen<br />

hikayede Çin Seddi’nin yapılmasının<br />

asıl amacının kuzey dağlarından gelen<br />

vahşi yaratıklar olduğunu görüyoruz. Köpek<br />

ile kaplan karışımı bu yaratıkların tek amacı<br />

insanları yemek. O kadar aç gözlüler ki hem<br />

canlı hem ölü bütün insanları yiyip, Ana<br />

Kraliçe’ye sunuyorlar. Böylece Ana Kraliçe de<br />

ürüyor. Yani bu döngü içinde insanlar kurban<br />

oldukça insanları avlayanların da sayısı artıyor.<br />

Gerçek tarihe baktığımızda, genel görüşe<br />

göre Çin Seddi kuzeyden akın eden Türk ve<br />

Moğol kabilelerini durdurmak için yapılmıştır.<br />

MÖ. 200 yılından itibaren parça parça inşa<br />

edilen bu dev yapı dünyanın en büyük antik<br />

kalıntısı olarak kabul edilir. Aynı zamanda<br />

uzaydan görülen tek antik yapı olduğu da<br />

iddia edilir. Çinliler’in içindeki bu korkuyu,<br />

Türk-Moğol insanını canavara benzetmeleri<br />

çok da yaratıcılık gerektiren bir şey değil tabii.<br />

Aslında yüzyıllarca Türk ve Moğol akınları<br />

sadece Çin’de değil bütün dünyada aynı algıyı<br />

yarattı. Romalılar bile Moğollar’ı insan dışı<br />

varlık olarak kabul ettiler. Onların düşmanlarını<br />

öldürüp yanan şehirlerin etrafında ölü insan<br />

dağları oluşturmaları bu korkuları besledi.<br />

Ortada böyle bir gerçek varken Çin Seddi-The<br />

Big Wall’daki canavar hikayesi çok da yaratıcı<br />

bir anlam taşımıyor. Hadi buna takılmadık<br />

diyelim. En azından yaratılan canavarların<br />

görüntüsü daha başarılı olabilirdi. Gerçekten<br />

öyle insanı şaşırtacak veya içini ürpertecek<br />

bir görüntüye sahip değiller. Filmin belki de<br />

en önemli unsuru yönetmen Zhang Yimou.<br />

Raise the Red Lantern, Hero, House of Flying<br />

Daggers gibi esane filmleri yönetmiş olan<br />

Çinli yönetmenin filmin başında olması bizi<br />

heyecanlandırmıştı. O rengarenk görüntüler,<br />

kalabalık sahneler, şiir, resim ve birçok güzel<br />

sanatın perdeye yedirilmesindeki başarı beklentimizin<br />

artmasının sebebiydi. Doğu mistizmini<br />

perdeye çok iyi yansıtıyordu Yimou. Muhteşem<br />

kalabalıkların içindeki en küçük renkli ayrıntı<br />

bile Çinlilerin kültür zenginliğinin ifadesiydi. Bu<br />

filmde de Yimou kendini göstermeye çalışıyor.<br />

Ama Matt Damon, Willem Dafoe, Pedro Pascal<br />

gibi Batının ünlülerinin filmde olması, onların<br />

popüler espri ve diyaloglarıyla Doğunun mistizmi<br />

hiç uyuşmuyor. Bu yüzden yönetmenin yarattığı<br />

antik Çin algısı içi boşaltılmış bir değer olarak<br />

karşımızda duruyor. Sanki Batılı bir yönetmen<br />

Zhang Yimou filmlerinin kötü bir taklidini yapmış<br />

gibi. Bu etkileşim aslında Hollywood’un yıllarca<br />

başarısı kanıtlanmış sinema tarzını da bozuyor.<br />

İki ayrı kültürün birleştiği film iki tarafın güzelliklerini<br />

göstermekten çok birbirini değersizleştiren<br />

bir yapıya bürünmüş. Eğer Çin Seddi’nin bizim<br />

için ne ifade ettiğini görmezden gelsek, yönetmen<br />

Zhang Yimou’nun şiirsel, zerafet dolu sinemasını


ilmesek, bütün bu kıstasları göz ardı etsek<br />

o zaman elimizde eğlenceli bir film kalır der;<br />

belki bu kadar ciddiye almaz “Gidin eğlenin,<br />

bilimkurgu soslu iyi bir fantastik” bile diyebilirdik.<br />

Ama serde ne yazık ki başka beklentilerimiz<br />

var ve film bu beklentileri karşılayamıyor.<br />

Hazır elimize böyle bir film geçmişken şu<br />

Türk Moğol karmaşasına da kısa bir açıklık<br />

getirelim. O coğrafyada tarih sahnesine ilk<br />

çıkan millet Türklerdir. Sibirya’daki Yenisey<br />

ırmağından aşağıya göç eden Ön Türk kabileleri<br />

ilk devlet yapılanmasını oluşturmuşlar ve Çin<br />

imparatorluklarını yağmalamışlardır. Fakat<br />

kılıçla fethettikleri yerleri Çin kültürü karşısında<br />

dönüşüme uğrayarak kaybetmişlerdir. Sınırda<br />

bulunan birçok Türk devleti Çinlileşerek kuzeyden<br />

gelen Türk akınlarını durdurmuş sonunda<br />

da Çinlilerin içinde asimile olmuşlardır. Böyle<br />

bir yenilgi Türklerin Batı’ya göç etmesine sebep<br />

olmuş, onların boşalttığı yerlerde ise Moğol<br />

kabileleri yeni devletler kurmuş ve Çin akınlarına<br />

devam etmişlerdir. Kısacası Türkler ile Moğollar<br />

çok kısa bir süre içinde birbirini takip eden<br />

iki millettir. Bir de buna ilk Türk devletlerinin<br />

içinde yer alan bozkır milletleri olarak Moğolları<br />

eklersek dünyanın Türk-Moğol imparatorlukları<br />

diye kestirip attığı yapıyı anlamamız daha kolay<br />

olur. Bu kısa açıklamadan sonra filme dönüp konusunu<br />

kısaca anlatırsak, William Garin, İsimsiz<br />

Düzen adıyla bilinen seçkin savaşçılardan<br />

oluşan gizli bir ordu tarafından esir alınan usta<br />

bir okçu ve savaşta yaralanmış bir paralı askerdir.<br />

Kale Şehri denilen çok büyük bir askeri<br />

ileri karakolda, insanlığı bugüne kadar inşa<br />

edilmiş en büyük savunma yapılarından biri olan<br />

Çin Seddi’nin üstündeki doğaüstü güçlerden<br />

korumak üzere savaşır. Garin, dünyamızın<br />

harikalarından bir olan Çin Seddi’nin ardındaki<br />

sırrı keşfeder.


CINEKRiTiK<br />

FIRAT SAYICI<br />

UNITED STATES OF ROUGHNECK!<br />

n BUsta yönetmen Oliver Stone Amerika<br />

yönetimi ve istihbaratın kirli yüzüne güçlü<br />

bir tokat attığı filmi ile seyircisine yine<br />

soluksuz bir yapım sunuyor. Yeni yılın<br />

ilk güçlü filmlerinden sayabileceğimiz<br />

“Snowden” yaşanmış bir olaya<br />

dayanmasıyla da izleyiciyi düşündürmeyi<br />

başarıyor.<br />

Edward Snowden’ın, CIA’e<br />

girmek istemesinin en büyük sebebi, ülkesinin<br />

dünyada bir fark yaratmasına yardımcı<br />

olmaktı. Amerikan hükümetinin güvenlik adı<br />

altında e-postalara, sosyal medya hesaplarına,<br />

cep telefonu mesajlarına, hard disklerinize,<br />

kredi kartı ekstelerinize ve hatta masanızın<br />

üzerinde duran bilgisayar kamerasına kadar<br />

erişebildiğini öğrendi. İnternetin hudutsuz<br />

dünyasında hükümetler için gizli hesap diye bir<br />

şeyin olmadığını ve tüm bunların gizli kanunlarla<br />

yasallaştırıldığını 2013 yılı Haziran ayında<br />

tüm dünyaya duyurduğu gün “Amerikan tarihinin<br />

gördüğü en büyük vatan haini” ilan edilirken<br />

aynı zamanda da bir kahramana dönüştü.<br />

Üzerine kitaplar yazılan, belgeseli Oscar Ödülü<br />

kazanan Edward Snowden’ın gerçek hikayesi,<br />

bu kez Oliver Stone yönetmenliğinde Joseph<br />

Gordon-Levitt, Shailene Woodley, Melissa<br />

Leo, Nicholas Cage, Zachary Quinto ve Tom<br />

Wilkinson’un bulunduğu ödüllü oyuncu kadrosuyla<br />

karşımıza çıkıyor.<br />

“Platoon”, “Nixon”, “Natural Born Killers”,<br />

“JFK”, “Born on the Fourth of July”, “Any<br />

Given Sunday” ve “Wall Street” gibi önemli<br />

filmleriyle tanıdığımız Oliver Stone, aynı zamanda<br />

-bu yönüyle ülkemizde pek bilinmese<br />

de- araştıran, doğru soruları soran ve kafa<br />

açan değerli bir belgeselci aynı zamanda. Yeri<br />

geldiğinde Michael Moore kadar tehditkar ve<br />

cesur, yeri geldiğinde Werner Herzog kadar<br />

cüretkar ve izlenimci… Ki, izlemediyseniz<br />

mutlaka şu belgesellerini bir şekilde izleyin<br />

derim; Hugo Chavez’i anlattığı “Mi Amigo<br />

Hugo”, Fidel Castro’yu anlattığı “Comandante”<br />

ve “Castro in Winter”, Güney Amerika’nın<br />

politik yüzünü samimi bir dille anlattığı “South<br />

of the Border”… Yaşlandıkça daha da cesurlaşan<br />

Stone, Amerika’nın dış politikalarını sorgulayan<br />

ve zaman zaman da Amerikan toplumunun körü<br />

körüne bağlandıkları önyargıları kırmaya çalışan<br />

biri olageldi. Filminin sonunda canlı kanlı bize<br />

gösterdiği Eric Snowden’in, toplumu ikiye bölen<br />

(Hain mi? Kahraman mı?) varlığını, kuşkuya yer<br />

bırakmadan, dinamik ve can alıcı bir yapımla<br />

aktarıyor izleyiciye. Takdire şayan…<br />

Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilmiş<br />

her filmin olduğu gibi olumlu ve olumsuz yanları<br />

var elbette “Snowden”in... Ağırlıklı olarak Joseph<br />

Gordon-Levitt’in (başarıyla taşıdığı) omuzlarındaki<br />

oyun yükü, zaman zaman sevgilisini canlandıran<br />

Shailene Woodley üzerinde geziniyor. Kanımca<br />

diğer rollerdeki hiç bir oyuncu onlar kadar öne<br />

çıkamıyor. Hele ki, Nicholas Cage’in gerek-


siz varlığı... Levitt öylesine sakin ve kaygısız<br />

oynamış ki rolü, sanırsınız gerçek Snowden’in<br />

ikiz kardeşi. Filmin enfes son jeneriğinde<br />

gördüğümüz gerçek Snowden, bu filmde<br />

Levitt’in ne kadar doğru bir seçim olduğunu<br />

kanıtlıyor. Malum, milletçe komplo teorilerini<br />

severiz. Ama yıllar geçtikçe bazı komple teorilerinin<br />

gerçeğe dönüşmesi bu merakımızı da boşa<br />

çıkarmıyor değil. Film boyunca ABD’nin kirli<br />

çamaşırlarının ortaya dökülüşünü izlerken bir<br />

yandan da medyanın sahte yüzünü, fırsatçılığını<br />

da tanıklıklarımız arasına ekliyoruz. Ama asıl<br />

mevzu Obama’nın coşkuyla başkanlığa gelişinin<br />

ardından yıllar içinde nasıl bir hayal kırıklığına<br />

dönüştüğünün mesajını da alttan alta yiyoruz Oliver<br />

Stone’un bakış açısıyla. İnsan düşünmeden<br />

edemiyor, bu film acaba Trump’ın başkanlığının<br />

ne kadar da doğru bir hamle olduğunun altını<br />

çizmek için bir fosforlu kalem görevi mi görüyor<br />

ya da görecek mi? En azından sinema alanında.<br />

Zaman gösterecek!<br />

Şu son zamanlarda içinden geçtiğimiz zor<br />

dönemler, darbe girişimi, FETÖ olayları…vs.’nin<br />

altında A.B.D.’nin parmağı olduğunu da artık<br />

ilk okul çocukları bile biliyor. Maalesef! Ve bizlere<br />

yeniden şunu sormak düşüyor; ABD, bu<br />

dünyanın baş belası külhanbeyi mi, her ülkeye<br />

istediğin zaman demokrasi! götürebilme hakkını<br />

kendinde gören, dilediği insanı dilediği zaman<br />

oyunlarına alet eden, öldüren, yakıp yıkan, iç<br />

savaşlar çıkaran, liderleri deviren, istediği adamı<br />

başa getiren, biraz güçlenmeyi başaran ülkeyi<br />

yine dibe batıran?


CINEKRiTiK<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

BiLGiSAYAR SUiKASTÇiLARi PERDENi<br />

n Hollywood son dönemlerde çok<br />

satan ve ünlü bilgisayar oyunlarının<br />

film uyarlamalarını yapıyor. Ama<br />

çoğunluğu başarısız işlerdi. Sanıyorum<br />

endüstri de bu tür uyarlamalara çok<br />

ciddi bakmıyordu çünkü daha piyasaya<br />

çıktığı anda bu tür filmleri B Türü film<br />

olarak adlandırıyorlardı. Ta ki Assassin’s<br />

Creed’e kadar. Çünkü Assassin’s<br />

Creed’in her yönüyle özel bir ihtimam gösterilen<br />

proje olduğu ortada. Herşeyden önce<br />

muhteşem bir oyuncu kadrosu var. Mesela son<br />

dönemlerin en iyi erkek oyuncusu olan Michael<br />

Fassbender. Hunger ile tanıdığımız Fassbender<br />

özellikle Shame filmindeki performansıyla<br />

benim için özel bir yere sahip oldu. Negatif<br />

kahraman tiplemesine cuk oturan oyuncu, rol<br />

aldığı her filmde karakterine derinlik ve kendine<br />

has bir karizma kattı. Assassin’s Creed’te<br />

filmin başrolünü üstlenen Fassbender’in<br />

canlandırdığı Aguilar karakteri de gerçekte<br />

suikastçi olan ve gölgelerde saklanan bir kimlik<br />

olarak negatif bir karakter sayılabilir. Yani<br />

Aguilar karakteri için Fassbender’den daha iyi<br />

bir seçim göremiyorum. Kötü karakter olarak<br />

Tapınakçıların başı Doktor Rikkin’i ise büyük<br />

oyuncu Jeremy Irons canlandırıyor. Onun<br />

isminin üstüne çok da bir şey söyleyemeyiz,<br />

kendi türünün son örneklerinden. Onun gibi<br />

karakter oyuncuları artık kalmadı. Filmin kadın<br />

karakteri ise Dr Rikkin’in kızını canlandıran<br />

Marion Cotillard. Kişisel olarak Hollywood ve<br />

dünya sinemasının ona biçtiği özel ve kabiliyetli<br />

oyuncu rütbesini ben pek kabul edemesem<br />

de isminin filme bir artı getirdiği gerçek.<br />

Gelelim bir film için herşeyden ve her isimden<br />

önemli olan yönetmene. Filmin yönetmeni de<br />

ilginç bir isim. Justin Kurzel yakın gelecekte<br />

ismini çok duyacağımız bir sinemacı. Gişe filmlerine<br />

yatkın ama bağımsız sinema diline sahip<br />

bir sinemacı Kurzel. Avustralyalı yönetmen bol<br />

ödüllü Snowtown ve Macbeth filmleriyle iyi bir<br />

başlangıç yaptı. Assassin’s Creed yönetmenin<br />

dördüncü filmi. Bilgisayar oyunlarından uyarlanan<br />

filmlerin başarısız olmasının ana sebebini<br />

biraz konuşmak gerekiyor. Herşeyden önce bilgisayar<br />

oyunları basit bir öykü üzerine kurulmuştur,<br />

senaryolarında dört başı mamur bir öykü olmadığı<br />

gibi karekter oluşumu da yoktur, karizmatik tiplemeler<br />

üzerine yoğunlaşırlar. Oyunseverlerin avatar<br />

olarak kullanmaktan haz alacağı tiplemeler söz<br />

konusudur. Hal böyle olunca bilgisayar oyunundan<br />

sinema yapmak tek boyutlu bir şeyi alıp her<br />

anlamda üç boyutlu hale getirmek anlamına gelir.<br />

Yani filmin çatısı olan senaryonun neredeyse<br />

yoktan var edilmesi gerekir. En iyi bilgisayar oyunu<br />

bile bir öykülendirmeye muhtaçtır. Zaten sinemada<br />

başarının anahtarı da bu değil midir? İlk önce iyi<br />

bir öykü... İşte bilgisayar oyunları bu anlamda<br />

zayıf olduğu için onları filme çekmek büyük ustalık<br />

gerektirir. Bir roman uyarlaması elde var olanın


N TAPINAK ŞÖVALYELERiNE KARŞI<br />

yönetmen tarafından aktarılmasıdır. Bilgisayar<br />

oyunlarında ise gerçekte yönetmenin elinde hiç<br />

bir şey yoktur. Ellerinde olan bir kaç karakter<br />

ismidir. Assassin’s Creed İspanya’da Emevi<br />

Krallığı döneminde Muhammed adlı sultanın<br />

Tapınak şövalyeleriyle verdiği mücadelede<br />

geçer. Suikastçılar sultanın özel adamlarıdır. Ve<br />

oyunda verilen görevleri yaparak level atlarlar.<br />

Filmde öykü oyunun tersine günümüzde başlar.<br />

Devrim yaratan yepyeni bir teknoloji ile genetik<br />

hafızası ortaya çıkarılan Callum Lynch, 15.<br />

yüzyıl İspanyasında atalarından olan Aguilar’ın<br />

maceralarını deneyimler. Callum Lynch,<br />

gizemli bir topluluk olan Suikastçi soyundan<br />

geldiğini keşfeder ve günümüzde de var olan<br />

güçlü Tapınak Şövalyeleri organizasyonunu<br />

alt etmek için geçmişindeki genetik bilgilerini ve<br />

soyundan gelen uzun yılların tecrübesini kullanır.<br />

Öykü ilerlerken Callum Suikastçi atasının karakterine<br />

dönüşmeye başlar. Diğer bilgisayar oyunu<br />

uyarlamalarından iyi ama sinema olarak çok da<br />

özellikli bir yapım değil. Özellikle aksiyon sahnelerine<br />

kötü bir eleştiri getiremem. Hollywood’ta<br />

bilgisayar teknolojisinin ve yaratıcı beyinlerin<br />

üstüne koyarak devam ettiğini her filmde görüyoruz.<br />

Ama filmin dilinin demin saydığımız o<br />

muhteşem oyuncuların performansını parlatmadığı<br />

da bir gerçek. Bunun dışında Batılıların Doğuya<br />

hala oryantalist bir gözle bakmaları can sıkıcı. Bir<br />

Berberi geleneği olan dövme sanatını her Doğu<br />

öyküsünde mistisizm katmak için kullanmaları ise<br />

artık klişeden de öte...


CINEKRiTiK<br />

BANU BOZDEMİR<br />

KARGALARIN iZiNDE VE SESiNDE!<br />

n İlk uzun metrajlı filmi İz/Reç filmini<br />

2011 yılında çeken M.Tayfur Aydın ikinci<br />

filmi Siyah Karga ile yine zorlu şartlarda<br />

geçen bir yol filmine imza atmış. 53. Antalya<br />

Film Festivali’nde karşımıza çıkan<br />

ve festivalden en iyi görüntü yönetimi<br />

ödülüyle ayrılan film birkaç toplumsal<br />

bileşeni birarada toplamaya çalışıyor.<br />

Fransa’da başlayan, Türkiye’de devam<br />

eden ve İran’da sonlanan hikaye gurbet, hasret<br />

temalarına parmak basarken asıl yurdunda,<br />

kendi topraklarında bile yurtsuz hissetme<br />

temasının altını acı bir<br />

anmayla çiziyor. 28 Aralık<br />

2011’de yaşanan Roboski<br />

katliamına ilişkin<br />

detaylar katırcılar ve<br />

onların yaşadıkları zorluklar<br />

üzerinden hikayeye<br />

dahi oluyor. Filmin birincil<br />

duygusu sınıra ulaşma<br />

ama bu kez katırların<br />

sırtında yük taşıyanların<br />

hikayesi değil, İran’a<br />

hasta babasına ulaşmaya<br />

çalışan Sara’nın çabası<br />

anlatılıyor.<br />

Filmden anlıyoruz ki<br />

İran yönetimi oyuncu olan Sara’ya karşı hiç<br />

hoşgörülü değil, hatta ülkeye girişi yasaklı. O<br />

da yasadışı yollardan Hakkari üzerinden ülkeye<br />

giriş yapmaya çalışıyor. Film aslında Sara’ya<br />

uygulanan baskıyla katırcılara uygulanan yasak<br />

arasında pek bir fark olmadığını vurgulamaya<br />

çalışıyor ve tam bu noktanın ortasından bakmaya<br />

çalışıyor. Yani görüldüğü yerde…<br />

Filmin genel anlamda gerçekçi bir atmosfer<br />

yakaladığını sadece Sara karakterinin biraz<br />

daha gerçek dışı ya da ortama düşen yabancı<br />

madde kıvamına sokulmak istendiği için sakil<br />

durduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.<br />

Ama filmin belgeselle kurmaca arasında akan<br />

çizgisiyle Sara’nın duygusuz inadı da başa<br />

çıkılabilir noktaya geliyor. Yine de o yol hikayesine<br />

arka planda daha güçlü bir hikaye<br />

eşlik edebilirdi. Daha inandırıcı, daha dirençli<br />

ve daha dobra.<br />

Tabii bir yandan da doğu kültürüyle büyümüş, batı<br />

kültürüyle bunu harmanlamış bir kadının tekrar<br />

baba ocağına dönmek için bu denli çabalaması,<br />

erkeklerle dolu bir ortamda gerilmesinin detaylarını<br />

iyi yakaladığını söylemek mümkün. Ama filmin<br />

en dikkat çeken yanlarından biri de bir masalla<br />

öyküsünü taçlandırması ki Kürt sinemacılar<br />

bu detayı atlamamaya özen gösteriyorlar diye<br />

düşünüyorum. Kısa, basit ama özlü bir öykünün bir<br />

anlatıcı tarafından filmi başlattığı detay karganın<br />

filmin çeşitli yerlerinde girip çıkmasıyla varlığını<br />

belli ediyor, adeta ben buralardayım siz devam<br />

edin diyor siyah karga. Zaten sonunda filmi<br />

başlatan ses filmi kapatıyor.<br />

Filme dair son olarak siyah tülbent ve kanatlarını<br />

açarak uzaklaşan siyah karga kalıyor. Yani filmin<br />

sonuna dair bir ipucu vermek gibi olacak ama Sara<br />

ve ona eşlik eden iki adam İran sınırındaki köye,<br />

Sara’nın babasının mezarına ulaşıyor. Film gitmeler,<br />

gelmeler, terk etmeler üzerine kısa bir sorgulama<br />

anı da yaratacak seyircide diye düşünüyorum.<br />

Karlarla bezeli, zorlu kış koşullarında çekilmiş film<br />

kesinlikle daha güçlü bir arka plan öyküsünü hak<br />

ediyordu. Öykünün tekrarlı ve sürekli askerlerden<br />

kaçmaya dönüşen hali zaman zaman bizi ana<br />

duygudan uzaklaştırıyor. Araya daha fazla detay,<br />

olay ya da vurgu sokulmalıydı. O zaman anlatılan<br />

hikayenin uçları daha fazla dokunur ve daha etkili<br />

olurdu kesinlikle.


DENİZ UĞUR<br />

YARAMAZLIK YAPIYOR


Hep Yek 2 filminin güzel<br />

yıldızı Deniz Uğur komedi<br />

filmlerinin daha çok erkekler<br />

üzerine kurulmasının sebebi<br />

olarak, “ Toplumumuzda<br />

hayatın içinde çatışma<br />

yaratan, yaramazlık yapan,<br />

pot kıran, sakarlık eden<br />

genellikle erkekler olduğu<br />

için belki de komedi filmlerine<br />

daha çok malzeme<br />

oluyorlardır” dedi...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Deniz Uğur sinemamızın ve dizilerin aranan<br />

oyuncusu. Uğur sadece bunla da yetinmiyor.<br />

Seslendirme, tiyatro, ve diğer meşguliyetlerini<br />

başarıyla beraber götürüyor. Son filmi Hep Yek<br />

2’de bir tetikçinin baskın eşini canlandıran yıldız<br />

“filmi çok sevdim. Özellikle senaryosu çok iyi<br />

yazılmıştı. İnsanlar bu kötü günlerde biraz gülmek<br />

istiyorlarsa buyursunlar bu filme gelsinler”<br />

dedi.<br />

Senaryo size geldiğinde sizi etkileyen şey ne<br />

oldu?<br />

Hikayenin sürükleyici ve eğlenceli olması. Renkli<br />

karakterler yaratılmıştı, diyalogları ustalıkla<br />

yazılmış, matematiği iyi kurulmuştu. Alışılmış<br />

kalıpların dışında bir rol oynayacağım için de<br />

cazip geldi bana.<br />

Rolünüzü biraz anlatabilir misiniz?<br />

Aslı, kocasının kendisini aldattığından<br />

şüphelenen kıskanç ve dominant bir kadın.<br />

Oysa iyi bir aile babası, hatta pısırık bir eş<br />

gibi görünen kocası Kerim, alemde “Manyak”<br />

lakabıyla tanınan, herkesin korktuğu bir kiralık<br />

katil. Aslı’nın hikayesinde komedi bu yanlış<br />

anlaşılmadan çıkıyor. Kerim, Aslı ve oğulları<br />

Ruhi, üçü birlikte tuhaf, sinir bozucu ve komik bir<br />

aile oluşturuyorlar.<br />

Dizilerdeki rollerinizden farklı olarak<br />

oynadığınız filmlerde komedi yapımlarının<br />

ağırlığı görünüyor. Bu bir tercih mi yoksa<br />

öyle mi rast geldi?<br />

Aslında en sevilen dizilerimden bazıları komedidramaydı.<br />

Sahte Prenses ve Umutsuz Ev<br />

Kadınları gibi. Bir süredir sinemalarda en çok<br />

talep gören filmler komedi filmleri oldu sanırım,<br />

bu yüzden gelen teklifler de çoğunlukla komedi<br />

türünde projeler oluyor. Toplumsal bir ihtiyaç<br />

olmalı bu, insanlar gülmek istiyor.<br />

Yeşilçam komedisi trajikomik bir yapıya<br />

sahiptir. Halbuki 2000 sonrası komediler<br />

daha çok absürt komedi. Siz hangisini tercih<br />

edersiniz? Filminizi hangi kategoriye koyuyorsunuz?<br />

Absürt komedi. Aynı zamanda da suç filmi tabii.<br />

Ben absürt komediyi çok seviyorum. İnsana<br />

özgürce beyin fırtınası yaptırıyor, çağrışımlarla<br />

ilham veriyor. Yeraltı dünyasında Kedi Arif diye<br />

çok tehlikeli bir baba olması ve bu adamın oğlu<br />

yerine koyduğu kedisi Hamdi’nin yanlışlıkla<br />

kurşunlanması üzerine intikam yemini etmesi,<br />

bütün mafya babalarının Arif’e ayıp olmasın diye<br />

mecburen kedinin cenaze törenine gitmesi... İşte<br />

tüm bunlara inanabildiğimiz bir dünya bana çok<br />

naif ve eğlenceli geliyor.<br />

Oynadığınız rolde bir mafya patronunun<br />

baskın eşini canlandırıyorsunuz. Role<br />

hazırlanırken nelerden yararlandınız.<br />

Aynen öyle. Aslında tehlikeli bir mafya tetikçisinin<br />

eşiyim ama bunun farkında değilim.<br />

Ben eşimi iş adamı sanıyorum. Ona gelen<br />

gizemli telefonlardan, zaman zaman ortalıktan<br />

kaybolmasından kuşkulanıyorum. Çapkınlık<br />

yapıyor sanıyorum. Aslında gerçekte, böyle bir<br />

durumda bir kadının verebileceği normal tepkileri<br />

veriyorum filmde. Ama o kadar ölçülü değilim.<br />

Filmin tarzı beni minimal davranmak zorunda<br />

LAR, POT KIRIYORLAR


ırakmadı, bu da keyifli bir değişiklik oldu benim için.<br />

Gözlük takan, saçını topuz yapan, jilet gibi giyinen,<br />

topuklu ayakkabıyla kendini yollara vurup kocasının<br />

peşinden giden ve akvaryumdan çıkıp kendini okyanusta<br />

bulmuş gibi şaşkın, ezberi bozulmuş bir karakter<br />

çıkarmayı düşündüm. Sinirlendiğimde soru cümlelerini<br />

tekrarlayarak pekiştiriyorum, altını çiziyorum. Jestlerim<br />

daha keskin. Başöğretmen gibiyim, biraz gıcığım yani.<br />

Filminizde erkek karakterler baskın. Özellikle<br />

komedi türünde kadın sanatçıların geri planda<br />

kaldığını düşünüyor musunuz?<br />

Bazı senaryolar da kadın karakterler üzerine kuruluyor.<br />

Toplumumuzda hayatın içinde çatışma yaratan,<br />

yaramazlık yapan, pot kıran, sakarlık eden, zaaflarına<br />

yenilen, yani çocuksu davranan genellikle erkekler<br />

olduğu için belki de komedi filmlerine daha çok malzeme<br />

oluyorlardır.<br />

Yeşilçamla aranız nasıl, eski Türk filmlerini sever<br />

misiniz?<br />

Severim tabii. Herkes gibi çocukluğumu ve ailemi,<br />

içimi ısıtarak hatırlatır bana.<br />

Türk sinemasında etkilendiğiniz kadın oyuncular<br />

kimlerdir?<br />

Güzel fiziği, asil vücut dili ve ölçülü oyunculuğla Hülya<br />

Koçyiğit hep favorim olmuştur.<br />

1980 ve 90’ların ikinci yarısına kadar sinemamızda<br />

feminizmin etkisi gözükür. Bunun faturasını ödeyen<br />

(Müjde Ar, Nur Sürer) oyuncularımız var. Fakat<br />

2000 sonrası bu anlamda sinemamızda bir geriye<br />

adım atıldığını düşünüyorum. Bir kadın oyuncu<br />

olarak buna katılıyor musunuz? Bu tür rolleri<br />

oynamanın risklerini göze alır mısınız?<br />

Toplumsal değişim süreklilik arz eder, yani yeni<br />

akımlar her zaman çıkar, sonra başka bir şeye doğru<br />

evrilir, yerine yeni akımlar gelir. Ben senaryonun hangi<br />

fikri savunduğundan çok dramaturji açısından başarılı<br />

olup olmamasıyla ilgilenirim. Nasıl bir rol oynarsanız<br />

oynayın, ortadaki tek risk onu inandırıcı kılamamak,<br />

yani başarısız olmaktır. Oyuncu, kendisine oyun<br />

imkanı veren, kırılma noktaları ve dönüşümü olan,<br />

yani iyi yazılmış her senaryoda oynamak ister bence.<br />

İyi yazılmış senaryo çok sık rastlayabildiğimiz bir şey<br />

değil.<br />

Artık oyuncular mesleğe sinema yerine dizi setlerinde<br />

başlıyor. Bunun genç bir oyuncu için yıpratıcı<br />

olduğunu düşünüyormusunuz? Bu anlamda bir<br />

sinema dili oluşturmak mümkün mü?<br />

Sinema dilini oluşturan yönetmendir diye<br />

düşünüyorum. Biz onun kurduğu dünyayı işletecek


olan çarklarız. Bugünün dizi setleriyse, eski<br />

Yeşilçam’ın devamı bence. Seri üretim yapılıyor,<br />

geniş kitlelere ulaşıyor, yeni yıldızlar yaratılıyor filan.<br />

Sinema filmleri, gişe filmi dahi olsa halkın bütününü<br />

değil, orta sınıf diyebileceğimiz belli bir kesimi ilgilendiriyor<br />

daha çok. Yani hiçbir şeyi eski referanslara<br />

dayanarak düşünemeyiz, şimdiki koşullar farklı.<br />

Sizin dizi ve sinema filmleri dışında seslendirme<br />

yaptığınızı da görüyoruz. Animasyon filmlerinde<br />

sesinizi kullanıyorsunuz. Bu farklı bir yetenek<br />

olarak algılanabilir mi?<br />

Dünya standartlarında oyunculuk eğitimi almış<br />

herkesin iyi bir kulağı olması gerekir ve seslendirme<br />

yapabilmelidir bence. Belki kimilerinin ses rengi<br />

daha özellikli oluyor ve seslendirmede bu tercih sebebi<br />

sayılıyordur. En çok Charlize Theron ve Angelina<br />

Jolie performanslarının Türkçe seslendirmesini<br />

yaptım, çok zevkli bir iş bu.<br />

Tiyatro çalışmalarını geriye bırakmadınız ve<br />

oyunlarınızı görüyoruz. Tiyatro, kariyeriniz için<br />

ne ifade ediyor?<br />

Tiyatro, bizi disipline sokar ve sürekli parlatır. Sahnede<br />

olmak, hiç bitmeyen bir eğitim gibi. Her oyunda<br />

farklı insanlardan canlı tepkiler alıyorsunuz, kendinizin<br />

daha çok farkında olduğunuz bir alan olamaz.<br />

Genç kalmak istiyorsak, sadece fiziksel açıdan<br />

değil, ruhumuzu ve zihnimizi de güncellemek istiyorsak<br />

tiyatrodan kopamayız.<br />

Bütün bu saydıklarımız dışında bir aileniz de<br />

var,çocuklar ve özel hayat. Bir oyuncu bütün<br />

hayatına etki eden böylesi bir meslekle nasıl<br />

başa çıkmalı? Genç oyunculara öneriniz var mı?<br />

Ailemle birlikte olmak benim en temel, insani<br />

hakkım olduğu için bunu oyunculukla birlikte<br />

sürdürülen ikinci bir iş gibi görmüyorum. İş programı<br />

vardır, görevin biter, özel hayatına geri dönersin.<br />

Belki aylaklık edecek boş zamanın kalmaz ama<br />

böyle bir şeye de ihtiyacımız yok zaten. Genç oyunculara<br />

ne önerebilirim, bilmiyorum. Biliyorsunuz biz<br />

“X” kuşağıyız. Bizden sonra gelen “Y kuşağı”nın<br />

hatta yetişmekte olan “Z kuşağı”nın çok daha<br />

farklı bir yapıları var ve belki de bu zamanda nasıl<br />

hareket edecekleri konusunda en doğrusunu şimdi<br />

onlar biliyorlar...<br />

İzleyiciler için filmle ilgili benim size sormadığım<br />

ama sizin söylemek istediğiniz birşey var mı?<br />

Bizi bunalıma sokmak isteyenlere inat, sinemaya gidin<br />

ve gülün. Moral motivasyon her şeyimiz. Ruhumuzu<br />

besleyip kendimizi iyi hissedemezsek biteriz.


GÜLE GÜLE<br />

PRENSES<br />

MASIS ÜŞENMEZ<br />

n “Yardım et Obi-<br />

Wan, sen benim tek<br />

umudumsun.” sözü<br />

ile bir diktatörlüğe<br />

karşı çıkan,<br />

karşısındaki babası<br />

bile olsa kötülüğe<br />

boyun eğmeyen, galaksinin<br />

en güzel ve güçlü kadını Prenses<br />

Leia rolü ile Star Wars sevdalılarının hep<br />

el üstünde tuttuğu bir büyük oyuncu Carrie<br />

Fisher’ı özlemle anıyoruz.<br />

Siz bu satırları okurken bu lanet 2016<br />

yılından da kurtulmuş olacağız. Bir<br />

değişiklik olacak mı bilmiyorum ancak<br />

hayatın pek iyiye gideceği konusunda da<br />

fazla beklentim yok. Aramızdan kimleri<br />

almadı ki 2016, ses sanatçıları, oyuncular,<br />

çocukluğumuzdan bize ne anı<br />

kaldıysa bir bir silip süpürdü. Yaşamının<br />

bir bölümünü Türkiye’de de geçirmiş<br />

dünyalar güzeli Zsa Zsa Gabor (1917<br />

- 2016)’dan seksenler müziğine yön<br />

vermiş George Michael (1963 - 2016)’a,<br />

şarkıları ile pek çoğumuza ilham vermiş<br />

efsane Leonard Cohen (1934 - 2016)’den<br />

ilk aşkımız Prenses Leia’ya can veren<br />

unutulmaz Carrie Fisher (1956 - 2016)’a<br />

pek çok rol modelimiz, kahramanımız,<br />

aşkımız, hayallerimizin kahramanları tek<br />

tek çekip gitti bu hayattan.


“Yardım et Obi-Wan, sen<br />

benim tek umudumsun.”<br />

sözü ile bir diktatörlüğe<br />

karşı çıkan, galaksinin<br />

en güzel ve güçlü kadını<br />

Prenses Leia rolü ile Star<br />

Wars sevdalılarının el<br />

üstünde tuttuğu oyuncu<br />

Carrie Fisher’ı anıyoruz.<br />

Carrie Frances Fisher şarkıcı Eddie Fisher<br />

ve aktrist Debbie Reynolds’ın kızıydı. Daha<br />

iki yaşına gelmeden babası annesinin yakın<br />

arkadaşı Elizabeth Taylor’la yaşamaya<br />

başlayacak ve boşanacaklardı. Küçük Carrie<br />

mutluluğu edebiyatta bulmuş ve dünya<br />

klasiklerinden kafasını kaldırmamıştı. Ailesi<br />

bu yüzden ona kitap kurdu derdi. 1973<br />

yılında Central School of Speech’de oyunculuk<br />

okumaya başladı. Böylece ilk filmi<br />

Shampoo (1975) ‘da Warren Beatty, Julie<br />

Christie ve Goldie Hawn gibi yıldızlar ile<br />

oynama şansı buldu. Asıl büyük çıkışını<br />

ise 1977 yılında Prenses Leia rolünde Star<br />

Wars ile yapacaktı.<br />

Daha 19 yaşındaki Fisher George Lucas’ın<br />

bilim kurgu filmi Star Wars(ya da sonraki<br />

adıyla Star Wars: Episode IV – A<br />

New Hope)’da Mark Hamill ve Harrison<br />

Ford ile müthiş bir sinerji yakalamıştı.<br />

Yaşamının sonlarında yayınladığı The<br />

Princess Diarist otobiyografisinde de Ford<br />

ile yakınlaşmalarını ayrıntıları ile anlattı.<br />

Böylece uzun yıllar hayranlarının merakla<br />

beklediği aralarında bir çekim olup<br />

olmadığı sorusu da cevap bulmuş oldu.<br />

Star Wars ilk üçleme ve geçtiğimiz yıl vizyona<br />

giren The Force Awakens’ın dışında<br />

Fisher The Blues Brothers, The Man with<br />

One Red Shoe, Hannah and Her Sisters,<br />

When Harry Met Sally gibi pek çok filmde<br />

karşımıza çıktı.<br />

Özel yaşamı da kariyeri gibi hızlı ilerliyordu,<br />

1983 yılında müzisyen Paul Simon<br />

ile evlendi. İkili uyuşturucu bağımlılığı gibi<br />

problemlerden inişli çıkışlı bir beraberlik<br />

yaşadılar. Yalnızca bir yıl süren evliliklerinden<br />

sonra da yıllar boyunca pek çok kez bir<br />

araya geldiler.<br />

13 yaşında marijuana ile tanıştığını söyleyen<br />

yıldız, yirmilerine geldiğinde kokain ve<br />

LSD kullanmaya başlamıştı. 1987 yılında<br />

yazdığı yarı otobiyografik romanı Postcards<br />

from the Edge’de bağımlılığını<br />

anlattı. Eser kısa zamanda çok satanlar<br />

listesine girmeyi başardı ve Fisher’a yazma<br />

konusunda şevk verdi. Daha sonra filme


de çekilen eserde Meryl Streep<br />

başrolde oynayacaktı.<br />

Bir röportajında uyuşturucu<br />

bağımlılığı ile ilgili “Alkol<br />

kullanamıyordum, alkole karşı alerjim<br />

var derdim. Ben de hissettiğim<br />

gibi hissetmemek için ne olsa kullanmaya<br />

başladım.” diyordu.<br />

1985 yılına gelindiğinde Fisher’a<br />

Bipolar teşhisi konmuştu. Bir akıl<br />

hastalığı olan bipolar bozukluk<br />

teşhisi Fisher’ın gel gitlerini de<br />

açıklıyordu. Fisher kendini kısa<br />

sürede akıl sağlığı hastalıkları ile<br />

ilgili insanları bilgilendirmeye verecekti.<br />

Doksanlar Fisher’ın kendini yazıya,<br />

senaryolara ve Bipolar farkındalığa<br />

adadığı yıllardı. Tek çocuğu üç yıl<br />

beraber olduğu Bryan Lourd’dan<br />

olan Billie Lourd’u 1<strong>99</strong>2 yılında<br />

doğurdu.<br />

The Force Awakens ile Fisher bir<br />

kez daha Leia rolüne girdiğinde<br />

gözler tekrar kendisine döndü.<br />

“Bu rolün hayatımı değiştireceğini<br />

düşünüyordum ama ne yönde<br />

olacağını hiç bilemedim” diyordu.<br />

2016 Saturn Ödüllerinde en iyi<br />

yardımcı kadın oyuncu ödülüne<br />

aday olan Fisher bu arada 2017’de<br />

vizyona girecek devam filminin de<br />

çekimlerini tamamlamıştı.<br />

Fisher 23 Aralık Cuma günü<br />

Londra’dan Los Angeles’a dönerken<br />

uçakta kalp krizi geçirmiş ve hastaneye<br />

kaldırılmıştı. Kızı Billie Lourd<br />

adına açıklamayı Simon Halls şu<br />

şekilde yaptı;<br />

“Büyük bir üzüntü ile kızı Billie<br />

Lourd sevgili annesi Carrie Fisher’ın


u sabah 8:55 sularında öldüğünü<br />

doğrulamaktadır. Kendisi tüm dünyaca<br />

sevildi ve her zaman özlenecektir.<br />

Tüm ailemiz adına destekleriniz<br />

ve dualarınız için teşekkürler.”<br />

Geçen ay Rolling Stones’a verdiği<br />

röportajda “Ölmekten korkuyor<br />

musunuz?” sorusuna Fisher “Hayır<br />

ölmekten değil ama ölüyor olmaktan<br />

korkarım. Ona bağlantılı olan<br />

acı beni korkutuyor. Ölmek üzere<br />

olan insanların yanında bulundum<br />

ve hiç eğlenceli görünmüyordu.<br />

Fakat bu olacaksa, yanımda beni<br />

seven birinin olmasını isterim.”<br />

diyordu.<br />

2008 yılında kaleme aldığı Wishful<br />

Drinking adlı kitabında “ Genç<br />

arkadaşlarıma nasıl gidersem<br />

gideyim benim ay ışığında kendi<br />

sütyenim tarafından boğulduğumu<br />

söyleyin.” demişti. Lucas sette<br />

beyaz kıyafetler içindeki Fisher’ı<br />

görünce “o sütyeni çıkarmalısın”<br />

der. Fisher nedenini sorunca Lucas<br />

“Çünkü uzayda iç çamaşırı yoktur.”<br />

diyecektir.<br />

Fisher’a göre Lucas bunu o kadar<br />

kendinden emin söylemiştir ki sanki<br />

uzayda uzun bir zaman geçirmiş ve<br />

orada iç çamaşırına rastlamamıştır.<br />

Lucas açıklamasına şöyle devam<br />

eder “Uzayda yer çekimi yoktur. bir<br />

süre sonra vücudun genişlemeye<br />

başlar ancak sütyenin genişlemez<br />

ve sen de kendi sütyenin yüzünden<br />

boğulursun.”<br />

Biz de onun anısına saygıyla ay<br />

ışığında kendi sütyeni yüzünden<br />

boğularak aramızdan ayrıldığını<br />

okurlarımıza iletmek istedik.<br />

Geçtiğin yeni galakside sonsuz<br />

mutluluklar prenses.


SiNEMA<br />

SANATINDA<br />

TEREDDÜTE<br />

YER YOK!<br />

MURAT TOLGA ŞEN<br />

SUSMAYAN KÖŞE<br />

Murat Tolga Şen, Yeşim<br />

Ustaoğlu’nun son filmi<br />

Tereddüt’ün bizzat yönetmeni<br />

tarafından sevişme<br />

sahneleri yumuşatılarak<br />

vizyona sokulmasını ve<br />

bağımsız sinemacıların<br />

çaresizliğini yazı konusu<br />

yapıyor.<br />

Yazının başına not: Tereddüt’ü<br />

sevdim, Portakal’da ulusal<br />

yarışmada da ödül bu filmin<br />

hakkıydı, bunu defalarca yazdım ama<br />

mesele o değil. Filmin farklı bir kopya<br />

ile vizyona sokulacağını Antalya’da<br />

öğrenmiştim, diğer sinema yazarları da<br />

biliyordu. Kimse yazı konusu yapmadı,<br />

röportaja kadar ben de, anlayışlı olmak<br />

gerekir diye düşündüm ancak röportajdaki<br />

“Ben otosansürle yıllardır savaşan,<br />

hiçbir filminde otosansür uygulamayan<br />

bir yönetmenim” cümlesi ve<br />

sonrasındaki savunudan kaynaklanan<br />

bir ihtiyaç bu.<br />

Yeşim Ustaoğlu’nun, Altın Portakal’da<br />

gösterilenden farklı ( kendi tabiriyle,<br />

ince bir kısaltma yaparak) vizyona<br />

soktuğu filmi Tereddüt’ü konuşuyoruz<br />

ama bu tartışmanın da geleceği yer<br />

aynı, yıllardır sayfalarca yazdım; devlet<br />

fonlarıyla bağımsız sinema yapılamaz,<br />

yapılırsa da, yapan içine düştüğü durumu<br />

savunmak için işte böyle kırk takla<br />

atmak zorunda kalır.<br />

Filmin 18+ vizyona çıkınca bakanlık<br />

desteğini geri ödemek zorundasın,<br />

neyle ödeyeceksin, festival filminin<br />

seyircisi yok, bunun sebebinin de<br />

sırf bakanlıktan aldığı parayı geri<br />

ödemesin diye jürilerin kötü film çeken<br />

sinemacılara ‘kıyak çekerek’ ödüllendirmesinin<br />

sonucu olduğunu yazdım.<br />

Dinleyen var mı, yok!<br />

Herkes film çekmek için devletten<br />

destek almak zorunda mı, bunun başka<br />

yolu yok mu? Seyircinin parasıyla film<br />

çekmek neden kimsenin aklına gelmiyor?<br />

“Orada bir para var almalıyız<br />

ve geri ödememeliyiz” kafasına nasıl<br />

geldik? Bu destek Türk sinemasına<br />

ne kattı? Bu yıl vizyona çıkan festival<br />

filmlerinin gişesine bakıyorum. 20 filmin<br />

toplam gişesini 10 ile çarptığın zaman<br />

ancak Dağ 2’nin gişesini buluyorsun.<br />

Bu kadar seyirciden uzak düşmüş bir<br />

sinemayı hala desteklemeli miyiz? Burada<br />

yüksek sanat yapılıyor da sinema-


ya giden aptallar mı anlamıyor? Dürüst olalım;<br />

festivallerde afakanlar basıyor hepimizi, genellikle<br />

berbat filmler izliyoruz!<br />

Bazı sinemacılar ve sinema yazarları itiraz ediyorlar,<br />

“festival filmi diye bir şey yoktur”. Al işte,<br />

bal gibi de var. Aynı filmin festivalde gösterildiği<br />

hali başka vizyondaki hali başka. Festival versiyonu,<br />

vizyon versiyonu diye bir şey olmaz ama<br />

oluyor. Kesen kim, bakanlık mı? Hayır, filmin 18+<br />

sınıflandırması alarak sansürsüz gösterileceği<br />

belli, kimse “bu film gösterilemez” dememiş ama<br />

18+ ibaresi yüzünden bakanlık “ödül de kazansan<br />

umurumda değil ver paramı” diyecek. Bu<br />

durumda Yeşim Ustaoğlu mecburen alıyor eline<br />

makası. Daha yazarken filmin makaslanacağı<br />

belliymiş yani. İşte bunu kabul edemiyorum<br />

ben. O zaman otosansürü en başında beyninde<br />

başlat, işin ucu bir şekilde oraya çıkacaksa<br />

madem. Festival sinemacılarının yıllardır yaptığı<br />

şey zaten bu. Yoksa biz bu yıl birkaç tane<br />

Soma, birkaç tane de Gezi direnişi filmi izlerdik<br />

Adana’da, Antalya’da…<br />

Otosansürün en şahanesi bu, savunamazsın!<br />

Hâlbuki bunu yapmak yerine “evet, buna mecbur<br />

kaldım ve içim kan ağlıyor” dese daha samimi<br />

bir söylem olur ve bu konu tartışmaya açılır. Asıl<br />

tartışmamız gereken mesele bakanlığın neden<br />

18+ filmlere yardım yapmadığı olmalıyken…<br />

OTOSANSÜR NEDİR, NASIL YAPILIR?<br />

Otosansürün ne olduğunu iyi biliyorum, şu durumda<br />

yapılmadığını iddia etmek toplumun<br />

zekasına hakaret etmek demek. Yazı bunu<br />

açıklama gayretindedir.<br />

Milliyet gazetesine verdiği röportajın başında,<br />

“Ben otosansürle yıllardır savaşan, hiçbir filminde<br />

otosansür uygulamayan bir yönetmenim”<br />

diye iddialı bir giriş yapan Yeşim Ustaoğlu<br />

savunmasını verdikten sonra dayanamayıp –bilinçsiz<br />

bir şekilde de olsa- itiraf ediyor,<br />

“Şu anda mevcut iki kopyamız var, biri +15, diğeri<br />

+18. Bu bir vaka tabii, bir emsal belki. Bu tür bir<br />

durumla baş edebilme hali ki, yaptırımlarla mücadele<br />

etmek lazım aslında. Bu yönetmelik maddeleri<br />

herkesi başından itibaren zaten kıskacı<br />

altına alıyor, otosansür uygulamaya itekliyor.”<br />

Peki ama bu yaptırımlarla mücadele etmenin<br />

yolu tam olarak buradan geçmiyor mu? Yani<br />

filmi makaslamadan gösterime sokmak ve<br />

bakanlığın uygulamasına itiraz ederek kamuoyu<br />

oluşturmaktan… Y. Ustaoğlu böyle yaparsa genç


sinemacıları hiç tutamazsın. Bugün sevişme sahnesi<br />

kesilir yarın başka bir şey, kaç dakika kesildiği de<br />

önemli değil, sürekli değişen dönüşen filmler izlemeye<br />

başlarız ve zaten bakanlığın istediği de bu. “18+<br />

film çekersen yardımı geri ödersin” diyerek sansür<br />

takozunu baştan koymuş oluyor. Bu takoza hangi<br />

aşamada takıldığın çok mühim değil, bir şekilde sansüre<br />

uygun davranmış oluyorsun. Burada bakanlığın<br />

zekası, sinemacının eserinden taviz vermesi sayesinde<br />

işe yarıyor. Filmler devlet eliyle değil bizzat<br />

yaratıcısı tarafından sansürlenmiş oluyor. Eti kıyma<br />

makinesine bile sokmadan çekmek… Çok zahmetsiz<br />

ve işte bunun adı: OTOSANSÜR.<br />

Gölgeler gerçek değildir ama bizi daha fazla korkuturlar<br />

çünkü kocamandırlar. Türkiye’de gölgeler giderek<br />

büyüyor. Sanat yapanların iddialı söylemlerine<br />

kanmayın, kimsenin bu gölgelerle savaşmaya yetecek<br />

cesareti yok.<br />

Herkes gerektiği yerde taviz vermeye hazır çünkü<br />

devlet parasıyla film çekip devletin yaptırdığı festivallerden<br />

ödül toplayan ve bununla da övünen bir<br />

sinemacı nesli yetişti. Seyirciyle arası iyice açık bu<br />

sinemacılar devlet filmlerini fonlamayı keserse ya da<br />

festivaller hepten düzenlenemez hale gelirse ürün<br />

veremez hale gelecekler. Sinemanın sanat hali dahi<br />

seyirci tarafından takdir edilmelidir yoksa her geçen<br />

yıl daha da olmamış filmlerle, tuhaf söylemlerle<br />

karşılaşacağız.<br />

80’lerin sıkıyönetim zamanlarında bile yaşanmayan bir<br />

şey bu, ne acı değil mi? Sansür bir kıyma makinesidir.<br />

İktidarın hazmedebileceği leziz köfte için eti (filmi)<br />

tekrar çekmen gerekebilir belki ama herkes yutacak<br />

diye bir şart yok. Eleştiriler olacaktır, olmalı.<br />

Sinema sanatının sıradan insanı alıp dönüştürme<br />

gücü vardır. Eskiden böyle bir dert vardı ama artık<br />

yok. Çünkü nasıl olsa devlet filmleri fonluyor ve sonra<br />

da festivaller tertip edip bunları gösteriyor, ödüllendiriyor.<br />

Seyirci bağı koptu. Y. Ustaoğlu’nun derdi bu değil<br />

ama dert buna dönüştü.<br />

Bakanlık desteği hibe değil ama belli şartlar<br />

karşılanınca hibeye dönüşüyor. Bir sinemacı filmini<br />

buna uygun hale getiriyorsa kafasında sinemadan çok<br />

ticaret vardır. Bu iş artık çok sıkıntılı. Bakanlık destekli<br />

filmlerin festival serüveni sinemamızı kuruttu. The<br />

Wailing diye bir film izledim bu yıl, çok iyiydi. Gişesini<br />

merak edip baktım. 7 milyona yakın bilet satmış<br />

Kore’de… İşte sinema budur, bu filmdir, bu gişedir. Biz<br />

artık saçmalıyoruz, her şey ucuz ticaretten ibaret.


VEYSEL’E iYi BAKTIM,<br />

GÖZÜM ARKADA<br />

KALMADI<br />

Aşık filminde Aşık Veysel’in eşini canlandıran<br />

Meltem Miraloğlu filme hazırlanırken bir köy<br />

evinde yaşayıp tarla sürdüğünü söyledi. Gerçek<br />

hayatta Aşık Veysel’in eşine söylenen<br />

“Veysel’e iyi bakar, gözümüz arkada kalmaz”<br />

lafını hatırladığını belirtti.<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Türk sineması bu memleketin gerçek<br />

değerlerinin filmlerini yapmamakta<br />

ısrar eder. Ama sonunda Aşık Veysel gibi<br />

bir değerimizin hayat hikayesi perdeye<br />

çekildi. Kurmaca bir hikaye olan Aşık<br />

filminin yeterince gerçeklere dayandığını<br />

da söylemek gerekir. Biz de Veysel’in<br />

eşini canlandıran Meltem Miraloğlu ile<br />

konuştuk...<br />

Rolünüzden bahsedebilir misiniz?<br />

Değerli ozanımız Aşık Veysel’in “Anılmazdı<br />

Veysel adı o sana aşık olmasaydı “ dediği<br />

uzaktan akrabası olan ilk eşi Esma karakterini<br />

canlandırdım. Esma Köyün en<br />

güzel en cevval kız çocuğuymuş. Elinden<br />

her iş gelir biz ölürsek Veysel’e iyi bakar<br />

gözümüz arkada kalmaz mantığıyla aşık<br />

Veysel’le evlendirilmiş. Ben güçlü kadın<br />

karakterlerinin hayat hikayelerini merakla<br />

takip eder örnek almaya çalışırım. Esma da<br />

cesur bir kadın karakteri seyircinin keyifle<br />

hatırlayacağını düşünüyorum.<br />

Canlandırdığınız gerçek bir kişilik. Nasıl<br />

hazırlandınız? Rolünüzde gerçeklik dışında


MELTEM<br />

MİRALOĞLU<br />

kurgu ne kadar etkiliydi?<br />

İnsan vücudu, beyni, düşünce gücü, hayal<br />

gücü en önemlisi de inancımız Allah’ın insana<br />

verdiği en sihirli, en gizemli nimetlerden<br />

biridir. Okumanın ve araştırmanın yanı sıra<br />

gözlerini kapatıp iç sesine odaklandığında<br />

Allah bir çok sorunun cevabını bulmana ve<br />

resimler görmene sebep olur. Senaryoyu<br />

okuduktan sonra sorular çıkartırım senaryoya<br />

karaktere bunların cevaplarına<br />

yaptığım araştırmaları da dahil ederim.<br />

Hareket dilinde farkındalık yaratmak benim<br />

için en önemlisi, yönetmenimizin izniyle<br />

can verdiğim karakterin şu zamana kadar<br />

oynananlardan farklı olması benim için<br />

önemli. Diğer yandan şive atölye çalışmaları<br />

da oldu. Usta ellerde harmanlanmamız<br />

bilmediklerimizi öğrenmemiz ve onlara<br />

danışmamız. Biz bu proje için Hasan<br />

Şahintürk’le çalıştık. Bu çalışmalar bittikten<br />

sonra yönetmenimiz Aşık Veysel’i<br />

canlandıracak arkadaşımla beraber bir köy<br />

evine yerleşip orda köy hayatı yaşamamızı<br />

istedi. Sabah erken kalkıp tarlada çalıştım,<br />

çapa yapmayı öğrendim, bin sekizyüzlü<br />

yıllarda traktör yoktu ama ben elime<br />

geçmişken traktör kullanmayı öğrendim, at<br />

biniciliği eğitimi aldım. Aşık filmimizde Sivas<br />

şivesiyle türkü söylediğimi ve ata bindiğimi<br />

göreceksiniz.<br />

Aşık Veysel’in eşi onun sanatında da çok<br />

önemli bir kimlik. Bu canlandırmak için<br />

büyük sorumlukluk gerektiren bir karakter.<br />

Endişe ettiniz mi?<br />

Başlangıçta her projede yaşanır bu tarz<br />

endişeler. Söz konusu Aşık Veysel olunca<br />

bu endişeler ve sorumluluklar iki katına<br />

çıkarabiliyor. Senaryoyu okuduğumda güzel<br />

ve dokunaklıydı, kabul etmemde en büyük<br />

etken buydu, ben de ilk defa seyirciyle beraber<br />

galada izliyeceğim merak ediyorum<br />

umarım iyi bir iş olmuştur.<br />

Eğer yanlış bilmiyorsam kariyerinize Kılıç<br />

Günleri dizisiyle başlamışsınız. Genç bir<br />

oyuncunun sinema dilini oluşturmakta dizi<br />

sektörünün yıpratıcı şartları bir dezavantaj<br />

yaratır mı?


Hayır dezavantaj yaratmaz. Bence kişiye<br />

göre değişir, sonuçta sevmekle alakalı,<br />

bende mesleğimi seviyorum. Çok sevince<br />

bütün olumsuzluklara rağmen<br />

iyimser bakabiliyorsun. Başkasının<br />

adına konuşamam ama ben kendi adıma<br />

şunu söyleyebilirim sinema ve dizilerde<br />

yer almayı seviyorum ve ne kadar bir<br />

birine yakınsada bir o kadarda farklı.<br />

Sinema olunca ön hazırlık başta olmak<br />

üzere daha çök zamanın oluyor ama dizi<br />

bir haftada çekilmesi gerektiği için daha<br />

zor oluyor. Ben de dizide çalıştığımda<br />

mümkün oldukça zamanı en iyi şekilde<br />

değerlendiriyorum ve bu şekilde de mutlu<br />

oluyorum yaptığım işten. Hem sinema<br />

filmlerine hemde dizilere aynı titizlikle<br />

yaklaşıyorum. Geçmişteki çalışmalarıma<br />

bakıldığında gerek sinema olsun ya da<br />

dizi bunu görebiliyorsunuz.<br />

Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu<br />

bu güzelliğine hem tecrübe hem de<br />

kabiliyetini katmalı. Bu anlamda nasıl bir<br />

yapılanma içindesiniz?<br />

Ara verdiğim eğitimlerim var onları<br />

hızlandırmayı düşünüyorum. Cem<br />

Başeskioğlu nun film okumalarını<br />

kaçırmamaya çalışıyorum ve yabancı dil<br />

eğitimleri devam ediyor.<br />

Dönem filmi çekmek zor. Sizinkisi hem<br />

dönem filmi hem de biyografi. Sette<br />

sinema ile dizinin arasında bir fark hissettiniz<br />

mi? Hissettiyseniz bunu bizle<br />

paylaşabilirmisiniz?<br />

Aşık filmimiz yönetmenimizin dediği gibi<br />

Aşık Veysel biyografisi değil çünkü aşık<br />

Veysel sadece Türkiye’ye değil dünyaya<br />

mal olmuş değerli bir ozanımız. Onu<br />

tanıtmak değil genç nesillere hatırlatmak<br />

bizim için önemli. Daha önceki soruda<br />

değinmiştim aslında. Düşünün Bir<br />

proje yıllarca senarist ve yönetmenin<br />

kafasında şekilleniyor, fon bulmak için<br />

yıllar bir o kadar geçiyor, büyük bir emek<br />

var ve senin karşına bu şekilde geliyor.<br />

Bu kadar emeğin bilincinde olmak<br />

çok önemli. Sen de ona göre hazırlık


yapıyorsun. Bazan bir karekteri iyi<br />

çıkartmak adına an gelir bir köye gidip<br />

yerleşirsin, an gelir entellektüel bir<br />

ressamı oynamak için günlerçe çizimle<br />

uğraşırsın. İşte o zaman çıkarttığın<br />

karakter artık senin olmaktan çıkar<br />

ve izleyiciye mal olur. Sinema filmleri<br />

uluslararası festivallerde yarışma<br />

şansını bulunca bu kariyer açısında da<br />

çok önemli bir yere sahip oluyor. Diziler<br />

ise güncel, her hafta izleyicinin gözü<br />

önündesin ama bitiğinde izleyici onu<br />

unutabiliyor. Sinemada yıllar sonra<br />

torunlarınla da oturup izleme şansını<br />

bulabilirsin. En büyük ortak yanları ise<br />

ikisinde de oyuncusun.<br />

Kadın oyuncularımızın önünde Türkan<br />

Şoray kanunları gibi bir örnek de var.<br />

Bu kuralları doğru buluyor musunuz?<br />

Doğru bulmuyorum yanlız bir kadın<br />

olarak anlayabiliyorum onu. Türkan<br />

Şoray kanunları deyince diğer<br />

yandan aklıma gelen bir oyuncunun<br />

hayır diyebilme yetkisinin kendisinde<br />

oluşu, özgürlüğü. Benim için hafife<br />

alınamayacak kadar önemli bir durum.<br />

Bir oyuncu hayır diyebilmeli ve buna<br />

saygı duyulmalıdır. Kendimden örnek<br />

vermek gerekirse Hayat Devam Ediyor<br />

dizisinde oynadığım Hayat karakteri<br />

15 yaşında dedesi yaşında bir adamla<br />

evlenmesini ele aldık. Gerdek gecesi<br />

sahnelerinde oynadım. Her oyuncunun<br />

kabul ettiği bir durum değildi. Ben<br />

bu durumu bir oyuncu olarak sosyal<br />

sorumluluğum ve görevim olduğunu<br />

düşündüğüm için kabul ettim ve projenin<br />

içerisinde seve seve büyük bir<br />

heyecan ve şükürle oynadım. Ancak<br />

sadece reyting amaçlı bu tarz<br />

öpüşme sevişme tekliflerini asla kabul<br />

etmem. Yeni evlendim ileri de bir<br />

gün çocuklarıma vicdan rahatlığıyla<br />

göstereceğim işlerim olsun isterim.<br />

Oyuncu olmayı ne zaman istediniz?<br />

Küçüklüğünüzde böyle bir özleminiz<br />

var mıydı?<br />

Şimdi düşünüyorum da ben kendimi<br />

bildim bileli her bulduğum yere sahne<br />

kurup oynuyormuşum. Temizlik<br />

yaparken müziğin sesini yükseltip<br />

dans ederek şarkılar söylemelerim,<br />

ilk okulda şiir yarışmasında kendi<br />

yazdığım şiirle aldığım ödülüm, yine<br />

ilkokulda öğretmenimiz Türkiye<br />

haritasını çizmemizi ödev vermişti<br />

kopya kağıdı kullanmadan onu birebir<br />

çizmişim ve öğretmenimin bu<br />

duruma inanmayıp kulağımı çekmesi<br />

ve elime kalem kağıt verip<br />

gözünün önünde çizmemi istemesi,<br />

çizdiğimde hayretler içinde izlemesi<br />

bunun üzerine benden özür dilemesi.<br />

Yine o dönemler ne zaman biriyle<br />

dertleşmek istesem elimde kalem<br />

defter yazılar yazmam bu şekilde<br />

teselli olmam, hayallerimi resim defterine<br />

çizmeye çalışmam, orta okul<br />

ve lise dönemlerimde ailemin haberi<br />

olmadan okulun tiyatro sahnesinde<br />

olma durumum, lise de adıma şiirler<br />

ve sözsüz şarkılarının yapılması, evin<br />

içinde sürekli birilerinin taklitlerini<br />

yapmam, zaten oyunculuk dışında<br />

hiç bir meslekte mutlu olamıycağımın<br />

göstergesiydi.<br />

Ailenizin bu tercihine karşı tutumu<br />

nasıl oldu? Mesleğe yeni başlayan<br />

genç oyunculara tavsiyeniz var mı?<br />

Annem okumak isterken o dönemin<br />

şartlarıyla 15 yaşında babamla<br />

evlendirilmiş. Çoluk çocuk<br />

derken hayallerinin bir çoğunu<br />

gerçekleştirememiş. Bu sebeple bizim<br />

önümüze engeller koymak yerine<br />

hayallerimizin peşinde koşmamız için<br />

sonuna kadar desteklediler. Babam<br />

ise 16 yaşında sahneye çıkmayı<br />

istediğimi söylediğimde oyunculuk<br />

mesleğine karşı ön yargılardan<br />

dolayı tedirgin oldu ve beni bu işi<br />

yapmamam için tedirgin olduğunu<br />

dile getirmeye başladı. Benim kararlı<br />

olduğumu görünce o da destek verdi.


MADEM SİZLER GÖRÜYOR<br />

ÖYLEYSE HOŞ GÖRÜN<br />

Senarist Bilal Babaoğlu’nun uzun uğraşlar ve emekler<br />

neticesinde çektiği ilk uzun metrajlı filmi “Âşık”, 30 Ocak<br />

itibariyle tüm Türkiye’de vizyona giriyor.<br />

GİZEM ERTÜRK<br />

n Bu toprakların en büyük halk ozanlarından<br />

Aşık Veysel’in hayat hikayesi bir filme ilham<br />

kaynağı oldu. Senarist Bilal Babaoğlu’nun<br />

uzun uğraşlar ve emekler neticesinde çektiği<br />

ilk uzun metrajlı filmi “Âşık”, 30 Ocak itibariyle<br />

tüm Türkiye’de vizyona giriyor. Babaoğlu<br />

filmi yapmaktaki en büyük amacının,<br />

hoşgörü, tevazu, naiflik gibi unuttuğumuz<br />

değerleri yeniden hatırlatmak olduğunu<br />

söylüyor. “Ya benimsin ya toprağınsın”<br />

bu toprakları ve bizi kirleten bir fikir. Oysa<br />

Veysel’i hatırlamalıyız, diyor.<br />

Merhaba Bilal Bey, öncelikle film için<br />

tebrikler. Sizi biraz tanıyarak başlayabilir<br />

miyiz?<br />

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik<br />

Bölümü mezunuyum. Bir süre Star,<br />

Sabah ve Akşam gazetelerinde muhabirlik<br />

ve foto muhabirliği yaptım. Daha sonra<br />

yazarlığına başladım. Asi, Kurşun Yarası,<br />

Aşka Sürgün, Genco, Kasaba gibi TV dizilerinin<br />

senaryo yazarlarındanım. Halen daha<br />

dizi senaristliği yapmaktayım. Âşık ilk sinema<br />

filmim.<br />

Bize sizin için Âşık Veysel’in ne anlam<br />

taşıdığını ve neden bu filmi yapmak<br />

istediğinizi anlatır mısınız?<br />

Âşık Veysel; âşık geleneğini çağdaş<br />

Türkiye’ye taşıyan, sözlü halk edebiyatını<br />

kayda geçiren bir köprü... Gelenek içinde de<br />

önemli bir yeri var. Benim için onu daha özel<br />

kılan ise hoşgörünün sesi olması. Yerelden<br />

evrensele ulaşmayı başarmış bir ozan. Aşkta<br />

hoşgörü konusunda çok cesur... Kendisini<br />

terk eden eşini hoş gördüğü gibi gittiği yerde<br />

zorluk yaşamasın diye gizlice çorabına para<br />

saklamış. Bugün hemen her gün kadınların<br />

erkeklik şiddetinin kurbanı olduğu trajik<br />

olaylara cinayetlere tanık oluyoruz. O nedenle<br />

bu hikâyeyi anlatmak, bu topraklarda böyle<br />

büyük, centilmence aşklar yaşandığını da<br />

göstermek ve hatırlatmak istedim. Veysel gibi<br />

âşık olmalı…<br />

Yapım süreci nasıl ilerledi? Âşık Veysel gibi<br />

hem ulusal hem de evrensel kıymette bir<br />

sanatçının hayatını anlatmak için çıktığınız<br />

yolda beklediğiniz destekleri alabildiniz mi?<br />

Kültür Bakanlığı’nın desteği ile film yapına<br />

başladık. Filmin dörtte biri bütçesini bakanlık<br />

vermişti. Bu nedenle çok zorlandık. Hatay<br />

Büyükşehir Belediye Başkanı sayın<br />

Lütfü Savaş projeye sahip çıktı. Film ekibini<br />

Hatay’da misafir etti ve böylece filmi tamamlayabildik.<br />

Ülkemizde film yapmak çileli<br />

bir yolculuk… Hele nitelikli, sözü, hikâyesi<br />

olan bir sinema eseri yapma amacıyla<br />

yola çıktıysanız sabırlı ve kararlı olmak<br />

zorundasınız. Çekimleri Sivas’ta yapmak<br />

istedik ama ne yazık ki bütçemiz sınırlı<br />

olduğundan ve Sivas’ta umduğumuz desteği<br />

bulamadığımızdan orada başlayamadık. Bir<br />

kısmını Eskişehir’de yaptık. Yaklaşık üç yıldır<br />

bu filmi hayata geçirmek için çalışıyorum.<br />

Ben de Veysel gibi maddi manevi bedeller<br />

ödedim. “...derdimi dökersem derin dereye<br />

korkarım yar benden yoz olur gider” deyip bu<br />

bahsi kapatalım bence.<br />

Aşık Veysel’i oynayacak kişiyi bulmanız zor<br />

oldu mu? Yalnızca oyunculuk değil iyi bir<br />

müzisyenlik de gerektiriyor çünkü…<br />

Hem çok iyi bağlama sanatçısı hem de iyi


SUNUZ,<br />

BİLAL<br />

BABAOĞLU


ir oyuncu o yaş aralığında bulmak<br />

oldukça zordu. Bir yıldan fazla bir süre<br />

Veysel aradım. Ünlü ünsüz yaklaşık yüz<br />

oyuncuyla görüştüm ve deneme çekimleri<br />

yaptım. Âşık Veysel’i canlandıracak<br />

kişi onun kültürünü de taşıyacak bir<br />

kişi olmalı, saz ustalığıyla tavrıyla ikna<br />

edici olmalı diye düşünüyordum. Kalan<br />

Müzik’ten Nilüfer Saltık’in önerisiyle<br />

Emirhan Kartal ile tanıştım. Oynama isteği<br />

ve kararlılığı beni etkiledi. Altı ay seni<br />

oyuncu koçuyla çalıştıracağım sonunda<br />

olup olmayacağına karar vereceğim dedim,<br />

kabul etti. Oyuncu koçu ve oyunculuk<br />

hocası Hasan Şahintürk altı ay çalıştırdı.<br />

Emirhan bu sürede defalarca görme engellilerle<br />

de çalıştı, onlarla zaman geçirdi.<br />

Sonunda rolü kaptı. Oyuncu olmayan<br />

birisiyle çalışmak büyük riskti ama bu<br />

riski göze aldık. Ben sonuçtan memnunum.<br />

Emirhan rolün hakkını verdi.<br />

Filmi yapmanızın temel amacının Veysel’i<br />

değil Aşık’ı anlatmak olduğunu söylüyorsunuz…<br />

Evet çünkü film bir Âşık Veysel biyografisi<br />

değil, daha çok kurmaca bir<br />

aşk hikayesi… Senarist olarak doğu<br />

edebiyatında çokça işlenen “Leyla’yı<br />

ararken Mevla’yı bulmak” şeklinde<br />

özetlenen temada bir film yapmaya Veysel<br />

hikâyesini bilmeden önce de karar<br />

vermiştim. Veysel de benzer temayı<br />

görünce onun üzerinden anlatmaya karar<br />

verdim. Veysel in sazından ziyade sözüyle<br />

ilgiliydim.<br />

Âşıklık bana kalırsa, kültürümüzün çok<br />

önemli bir parçası ve yeni nesle de mutlaka<br />

anlatılması gereken bir yaşam felsefesi…<br />

Siz Aşıklığı nasıl tanımlıyorsunuz?<br />

Evet âşıklık gelenek içinde bir yaşam<br />

felsefesi. Yaşamın kendisine aşkla<br />

bakmayı öneriyor. Aşık talep halinde olan<br />

arayan peşine pervane olan, kendinden<br />

vazgeçebilen, kendini egosunu maşuk<br />

için yakabilen, ötekinde kendini arayan<br />

kişi… Vuslat da bile hasret kalan hiç<br />

kavuşamayan kişi… Başka bir varoluş<br />

biçimi... Kapitalist toplumda, ilişkileri de<br />

tüketen bir toplumda âşık kişiyi anlamak<br />

öyle bir varoluş oluşturmak nerdeyse imkânsız.<br />

Ama öykünebilir, imrenebiliriz.<br />

Kötülüğün, kabalığın bu denli zirve yaptığı<br />

günümüzde, filminizdeki naif anlatım dilini çok<br />

kıymetli buldum. Siz hangi sözcük ile ifade<br />

edersiniz?<br />

Naiflik doğru tespit… Ben naif biri olmaya<br />

öykünüyorum “kavgaya değil muhabbete geldik”<br />

diyor Mevlana. Tevazu, naiflik gibi tavırlar<br />

değerlerimizdi şimdi eziklik diye aşağılanıyor.<br />

Ya da bu tavırları kazanmak için çeşitli atölyelere<br />

katılarak gurularından parayla satın


alıyoruz. Anlaşılır değil. Belki benim Âşık bir<br />

ağıttır geçmiş bir kültüre bilmiyorum. Rekabet<br />

insan ruhunu kirleten bir şey ama çocuklara<br />

sürekli rekabet aşılanıyor.<br />

Filmde seçtiğiniz Bektaşi Fıkraları’da çok<br />

anlamlı bana kalırsa… Mesela şu meşhur üzümlerin<br />

sirke mi yoksa şarap mı olacağı ile ilgili<br />

olan…<br />

Fıkra da türküler gibi sözlü kültür ürünü.<br />

Veysel’i mayalayan sosyal atmosferin sahnesidir<br />

o sahne. Evde ocak başında ailecek çalınıp<br />

söylenir gülüp eğlenilirdi. Fıkralar, masallar ve<br />

maniler anlatılırdı. Veysel’in babası saza<br />

söze meraklı bir adamdı. Veysel bir Alevi<br />

Bektaşi’dir. Bu nedenle hep muhalif<br />

olmuşlardır. O fıkra da siyasi otoriteyi tiye<br />

alan bir Bektaşi fıkrasıdır.<br />

Filmi yapmaktaki en büyük motivasyonunuz<br />

neydi?<br />

Benim sinemacı olarak meramım şu?<br />

Âşıklık güzel ve değerli bir yaşam biçimiydi.<br />

Yaşatamıyorsak bile unutmayalım<br />

öykünelim, imrenelim. Âşık olduğumuz<br />

kişiye sahip olmaya, ona hükmetmeye<br />

çalışmayalım. Anadolu’da dünyaya<br />

örnek olacak modern bir aşk hikâyesi<br />

yaşandı. “Ya benimsin ya toprağınsın” bu<br />

toprakları ve bizi kirleten bir fikir. Oysa<br />

Veysel’i hatırlamalıyız.<br />

Filminiz kaç kopya ve hangi şehirlerde<br />

vizyonda olacak? Okullarda öğrencilere<br />

ya da farklı topluluklara özel gösterimler<br />

yapmayı düşünüyor musunuz?<br />

Bildiğim kadarıyla yaklaşık 40 kopya<br />

ile bütün Türkiye’de vizyona gireceğiz.<br />

Sesli betimleme uygulamasıyla görme<br />

engellilere de filmimiz ulaşacak. Tabii<br />

filmimizin bütün ortaöğretim düzeyindeki<br />

gençlerimize ulaşmasını çok isterim. Asıl<br />

onların Âşık’ı tanıması daha önemli. Özel<br />

gösterim talebi olursa koşarak giderim.<br />

Mutlu olurum.<br />

Ülkemiz biyografik hikayeler için bir<br />

cennet ama bu konuda sinemamızın çok<br />

eksik kaldığını düşünüyorum. Bundan<br />

sonra bu tarz hikayeler çekmeye devam<br />

edecek misiniz?<br />

Eleştiri, özeleştiri, yüzleşme değerlerinin<br />

güçlü olmadığı toplumlardan biyografi<br />

hikayesi çıkması zor oluyor. Topluma<br />

mâl olmuş kişiler de olsalar birilerinin<br />

ailesi mahremi sayılıyor. Benim dedemi,<br />

atamı böyle anlatamazsınız denildiğinde<br />

sorun oluyor. Yine herkesin gönlünde<br />

yeri olan bir kişiyi anlatmak riskli kimseyi<br />

memnun edemezsin. Ayrıca telif vs<br />

bağlayıcı yanları var. Sabırlı kararlı olmak<br />

lazım ama sinemacılar da birçok engeli<br />

aşmaya çalışırken bir de bu engellerle<br />

uğraşmaktan kaçınıyor. Benim şuan için<br />

hazır başka bir biyografi projem yok.


AVATAR 2 DÜNYASI<br />

ADIM ADIM GELİYOR<br />

Cameron’ın açıklamasına göre<br />

Avatar 2, ilk filmden tanıdığımız Jake,<br />

Neytiri ve bu ikilinin çocukları<br />

üzerinde şekillenece...<br />

BURAK YARKENT<br />

n James Gunn’in Guardians<br />

of the Galaxy filminden<br />

tutun da, Peyton<br />

Reed’in Ant-Man’ine,<br />

Zack Snyder’ın Man of<br />

Steel’ine, Hollywood’da iz<br />

bırakan, ve iyi gişe yapan<br />

filmler oldu.. Fakat<br />

hiçbiri James Cameron’ın<br />

Avatar’ının yanina bile yaklaşamadı. Görünen<br />

köy tabii ki de kılavuz istemez, sonuç olarak<br />

gerçek şu ki, Aralık 2009 yılında gösterime<br />

giren Avatar, dünya çapında $2.782 milyar<br />

ile hala en çok kazandıran film durumunda.<br />

Gösterime ilk girdiğinden beri merakla ikincisini<br />

beklediğimiz filmin sürücü koltuğunda<br />

oturanlar her ne kadar kendilerini ağırdan<br />

alıyormuş gibi gösterseler de ilersi için<br />

müthiş fikirlerinin olduğu da kulağımıza gelen<br />

duyumlar arasında.<br />

Sizi fazla merak içinde bırakmadan bana gelen<br />

duyumları sizlerle paylaşmaya başlıyorum;<br />

Avatar 2 ne zaman gösterime girecek?<br />

Film farklı sebeplerden dolayı, çeşitli etaplarda<br />

gecikmeye uğradı bunu biliyoruz, o<br />

yüzden size kesin gösterime giriş tarihini<br />

veremiyorum fakat planlar filmin 2018 Aralık<br />

ayında gösterime girecekmiş gibi yapılıyor.


Filmin klasmanı ne olacak?<br />

Gerçekçi olmak lazım, Avatar tarzı filmlerin<br />

asıl amacı, toplayabildiği kadar izleyiciyi<br />

sinema salonları toplamak. Bu sebepten<br />

dolayı, hikaye hakkında fazla birşey bilmememize<br />

rağmen, filmin R klasman alacağı<br />

bir gerçek. İlk Avatar PG-13 olduğundan<br />

diğerlerinin de aynı olacağı kesin.<br />

Filmin yönetmeni kim olacak?<br />

Bilindiği gibi ilk Avatar, James Cameron’ın<br />

tutkusuydu. Bunu her kulvarda dile getiren<br />

ünlü film adamı başta Avatar’ın senaryosu<br />

için, daha sonra da teknik detaylar üzerine<br />

yıllarını verdi. Bu sebeptendir ki filmin diğer<br />

bölümlerinin yönetmenliği için Cameron<br />

ismi çok çok ağır basıyor. Cameron ismi<br />

sadece Avatar 2 için değil, Avatar 3, 4 ve<br />

hatta 5 için bile tek adres durumunda.<br />

Cameron’un, filmin teknik tarafı için<br />

de bazı planları olduğu ağızdan ağıza<br />

dolaşıyor. Mesela filmin daha gerçekçi<br />

durması için bazı bölümlerinin su altında<br />

çekilmesi planlanıyor. Düşünülen ve uygulamaya<br />

konulan şu, Avatar 2 Cameron’un<br />

öncülüğünde sınırları sonuna kadar zorlanacak,<br />

bu sınırları aşacak ve tüm dünyada,<br />

modern film yapımında çığır açacak.<br />

Cameron’ın bir başka isteği ise, ilk filmdeki<br />

başarının tesadüfi olmadığını kanıtlamak,<br />

fakat sadece ilk film başarılı oldu diye daha<br />

sonrakilerinin başarısının otomatikman<br />

gelmeyeceğinin de farkında. Bu yüzden<br />

gece gündüz demeden yeni kurduğu ekibi<br />

ile bu filme kilitlenmiş durumda.<br />

Senaryo<br />

James Cameron, ilk filmin “tek” senaryo<br />

yazarı olarak öne çıkan isimdi. Fakat Cameron<br />

gelecekte düşünülen 4 film için, her biri<br />

birbirinden değerli isimlerden oluşan gerçek<br />

bir ekip yarattı.<br />

Spielberg’in War of the Worlds filminin<br />

senaristi ve televizyon için çekilen Terminatör:<br />

Sarah Connor Chronicles’da önemli<br />

görevler üstlenen Josh Friedman takıma<br />

katılan ilk isim oldu. Friedman’ı, Rise of<br />

the Planet of the Apes’ten hatırlayacağımız<br />

Rick Jaffa ve Amanda Silver, bu isimleri de


Armageddon’dan aklımızda kalan Shane<br />

Salerno takip etti ve bu 5 değerli isim fılm<br />

üzerinde omuz omuza çalışmaya başladılar.<br />

Film hakkında bildiğimiz en önemli detay,<br />

filme yeni dünyaların, yeni doğal ortamların,<br />

kültürlerin ve bunları takiben yeni yaratıkların<br />

ekleneceği yönünde.<br />

Cameron’u senaryo üzerinde en fazla zorlayan<br />

gerçek, bir hikaye üzerinde çalışıyorken,<br />

4 ayrı film yazıyor olması. Bu da şu anlama<br />

geliyor, Avatar 2, ilk filmi ve daha sonra gelecekleri<br />

birleştirici bir görev de üstlenecek.<br />

İşte daha önce bahsettiğim, filmin izleyici ile<br />

buluşmasını geciktiren faktörlerden bir tanesi,<br />

belki de en önemlisi bu.<br />

Cameron ve ekibinin bir başka baş ağrısı ise,<br />

4 filmi de aynı anda çekecek olmaları. Bu<br />

da öncelikli olarak tüm senaryonun bitmiş<br />

olması anlamına geliyor.<br />

Hakkında hergün yeni birşey öğrendiğimiz<br />

Avatar serisinin belki de kayda değer en<br />

önemli bilgisi James Cameron tarafından<br />

bize sunuldu. Cameron’ın açıklamasına göre<br />

film, ilk filmden tanıdığımız Jake, Neytiri ve<br />

bu ikilinin çocukları üzerinde şekillenece. Aile<br />

kavramı üzerinden, bu yaratıkların insanoğlu<br />

ile yaşadıkları zorluklar çerçevesinde devam<br />

edecek.<br />

Jake Sully<br />

Tabii ki de beklenildiği gibi ana karakter Jake<br />

Sully yeni bölümlerde de karşımızda olacak.<br />

Clash of the Titans, Man on a Ledge ve Sabotage<br />

gibi filmlerde çeşitli rollerde karşımıza<br />

çıkan Sam Worthington, hem maddi hem de<br />

manevi, geri çevrilmesi zor teklife beklenildiği<br />

gibi olumlu yanıt verdi, ve imzalar şimdiden<br />

atıldı. Öyle ki başarılı aktör Kasım 2013’teki<br />

demecinde “Jim bizi Pandora’ya götürecek<br />

gemi üzerinde çalışmalarını sürdürüyor”<br />

cümlesiyle James Cameron’un film üzerinde<br />

çalıştığını açık bir şekilde beyan etmişti.<br />

Neytiri<br />

Yeni filmde Jake Sully dönüyor ise, tabii ki<br />

onun büyük “yaratık” aşkı Neytiri’nin de dönmesi<br />

gerekiyor. Sam Worthington gibi Zoe<br />

Saldana ile de Avatar 2, 3, 4 ve 5 için anlaşma<br />

sağlanmış durumda. Öyle ki, Saldana vermiş


olduğu bor röportajda Cameron ile bazı<br />

sahneler üzerinde konuştuklarını ve duygulu<br />

anlar yaşadıklarını da çekinmeden söylüyor.<br />

Özellikle Saldana konusunda kafamdaki<br />

soru işaretini sizinle paylaşmadan<br />

geçemeyeceğim..<br />

Star Trek ve Marvel yapımı Guardians of the<br />

Galaxy filmlerinin de ana oyuncularından<br />

olan Saldana’nın Avatar 2’den başlayacak<br />

olan seride ne kadar aktif olacağını tam kestiremiyorum.<br />

Neytiri’den ayrılmak tabii ki kolay<br />

görünmüyor, fakat bir şekilde Star Trek<br />

ve Guardians of the Galaxy’nin gölgesinde<br />

kalma, veya bu yapımlara görsel olarak bu<br />

kadar yakınlaşma fikri beni bu konuda daha<br />

fazla düşünmeye zorluyor.<br />

Dr. Grace Augustine<br />

Çoğunuzun hatırlayacağı gibi Dr. Grace<br />

Augustine rolündeki Sigourney Weaver<br />

ilk Avatar’da ölmüştü. Fakat 2009 yılında<br />

Avatar filmi piyasaya çıktıktan 3 ay kadar<br />

sonra Dr. Grace Augustine’in Avatar 2’de<br />

olacağı açıklanmıştı. Bunun üzerine Ekim<br />

2010’da James Cameron bir röportajında<br />

“bilim kurgu filmlerinde kimse gerçekten<br />

ölmez” açıklaması ile Weaver’in yeni filmde<br />

olacağının sinyalini vermişti.<br />

Weaver ise bir roportajında Avatar 2’deki<br />

rolünden üstü kapalı bir şekilde bahsetmiş,<br />

ve Avatar 1’deki rolünden tamamen farklı<br />

bir karakterde karşımıza çıkacağından söz<br />

etmişti. Bu da kafalarda, acaba Dr. Grace<br />

Augustine gerçekten öldü de, Weaver<br />

karşımıza başka bir karakterde mi çıkacak<br />

sorusunu oluşturdu.<br />

Colonel Miles Quaritch<br />

James Cameron’un “bilim kurgu filmlerinde<br />

kimse gerçekten ölmez” cümlesi Colonel<br />

Miles Quaritch için de geçerli olmuş. İlk<br />

Avatar’da Neytiri tarafından öldürülen Colonel<br />

Miles Quaritch karakterindeki Stephen<br />

Lang, Avatar 2, 3, 4, ve 5’te de karşımıza<br />

çıkıyor, ve James Cameron’un açıklamasına<br />

göre de filmdeki en önemli karakterlerden<br />

biri konumuna dönüşüyor. Size tavsiyem<br />

ilerki bölümlerde bu karakteri yakından takip<br />

etmeniz.


Gösterim tarihi<br />

20th Century Fox film şirketi Avatar 2’yi Aralık<br />

2014 için düşünüyordu, sonrasındaki plan Avatar<br />

3 için Aralık 2016, 4 için Aralık 2017 ve 5 için<br />

ise Aralık 2018’di. Fakat Peter Jackson’un Lord<br />

of the Rings ve Hobbit serileri film şirketinin<br />

tarihlerde değişikliğe gitmelerine neden oldu.<br />

Bazıları daha önce verilen tarihlerin ve tarihlerdeki<br />

değişikliklerin James Cameron’un daha<br />

önceden kurguladığı bir plan olduğunu savunuyorlar.<br />

Neden olduğu daha sonra anlayacağımız<br />

bu durum neticesinde Avatar serilerinin çekimine<br />

başlanacağı tarih 2017 olarak değiştirildi ve<br />

gösterim tarihi de Aralık 2018 olarak fısıldandı.<br />

Buna göre de diğer serilerin gösterim tarihi 2020,<br />

2022 ve 2023 oldu.<br />

Yeni Teknolojiler<br />

James Cameron her zaman yeni teknolojiye<br />

olan aşkıyla tanınan bir film adamı oldu. Sürekli<br />

teknolojik yenilikleri filmlerinde kullanmaya özen<br />

gösterdi. Avatar 1’de özellikle yüzlerde kullanılan<br />

ve hala kullanılmakta olan 3D yöntemini hem<br />

sinemayla hem de izleyici ile buluşturdu, ve bunu<br />

sinemaya kabul ettirdi. Fakat bu en son 2009<br />

yılında oldu, acaba Cameron bu zaman zarfında ne<br />

ile meşguldü? Ne gibi yenilikleri denedi, denemeye<br />

karar verdi?<br />

Avatar yapımcılarından Jon Landau, Douglas<br />

Trumbull ile konuşmasında yüksek çözünürlükte<br />

olan ve 3D çekilen yeni bir film işleminden bahsetti.<br />

Bu konuşma her ne kadar Avatar hakkında<br />

olmasa da, benim aklıma Landau ile çalışan<br />

Cameron’u getirdi. Yüksek çözünürlükleri ve özllikle<br />

3D filmi seven Cameron’un konuya yabancı<br />

kalamayacağını düşündüm. Yanılmayacağımı<br />

garanti ederim..<br />

Cameron’un kafasındaki bir başka projenin, gözlüksüz<br />

görünebilecek bir 3D olduğunu daha önce<br />

duymuştum. Bu teknoloji şu anda mevcut, ve<br />

kullanılıyor, fakat onlarca hatta yüzlerce kişinin<br />

aynı anda girebildiği salonlarda, farklı farklı<br />

açılardan baktıkları devasa ekranda bu tür bir filmi<br />

yayınlamanın ve gözlüksüz izleyebilmenin zorluk<br />

derecesini düşündüğünüzde neden bahsettiğimi<br />

daha rahat anlayabilirsiniz. Teoride 3D bir<br />

yapımı büyütüp gözlüksüz izlemek mümkün,<br />

fakat bu daha önce büyük sinema salonlarında


denenmediğinden, nasıl bir sonuç alınabileceği de<br />

bilinmiyor. Belki de insanoğlu bu işlem için James<br />

Cameron’u bekliyordur..<br />

Yeni Bölümler<br />

Avatar 2’yi takiben en az 3 tane daha Avatar olacağı<br />

şimdilik kesin. Bu 4 film de aynı anda çekilip 2018,<br />

2020, 2022 ve 2023 yıllarında gösterime girecek.<br />

Peki ya bunlardan sonra yeni bölümler olacak mı?<br />

Avatar yazarlarından James Horner bundan birkaç<br />

yıl önce James Cameron’un kafasında, Avatar 2’den<br />

sonra 4 tane daha film senaryosu olduğundan<br />

bahsetmişti. Aynı dönemlerde Cameron, Avatar<br />

2’den sonraki planlamasının 3 artı 1 tane daha film<br />

çekmek üzerine olduğundan söz etmişti. Şimdi<br />

görüyoruz ki, Avatar 2’den sonraki film sayıları 3’e<br />

düşmüş durumda. Bu durum önce 2 bölüm olarak<br />

düşünülen Hobbit’te de karşımıza çıkmıştı. Orada da<br />

gördük ki, para basan bir makina durdurulamadı. Bu<br />

da şu anlama geliyor; sinema tarihinin en çok kazanan<br />

filmi olan Avatar bu başarısını devam ettirdiği<br />

sürece çekimlerine ara verdirilmeden devam edebilir.<br />

Hiçbir zaman “Avatar 5 son olur” diyemeyiz.<br />

Çok fazla, ve umulmadık problemlerden ötürü izleyici<br />

ile buluşması geciken filmin gösterim tarihi<br />

için Aralık 2018 demek ve bunu kesin teyit etmek<br />

doğru olur mu peki, tabii ki hayır. Amacı her zaman<br />

mükemmeli vermek olan Cameron’un açıklamarını<br />

direk kendi cümleleriyle sizinle paylaşıyorum;<br />

“Kafamızdaki gösterim tarihi Aralık 2018’i<br />

değiştirmedik. Fakat gerekirse değiştirebiliriz. İlk<br />

filmi gösterime almak problem değil, ama asıl önemli<br />

olan 3, 4, ve 5. filmlerin gösterim tarihlerini buna<br />

uydurmak. Bu 4 filmin gösterim tarihlerinin birbirlerine<br />

olan yakınlıkları bizim için çok önemli, ve bunun<br />

doğru olması için elimizden geleni yapacağız.”<br />

Görünen o ki Cameron’un kafasında mükemmel<br />

bir model var. Bu model içinde, fimleri bir<br />

an önce çekip ekrana atmaktansa aralarındaki<br />

zaman zarfından, hangi dinemlerde izleyici ile<br />

buluşacaklarına, kullanılacak en yeni hangi teknolojinin<br />

olduğundan, kimlerle çalışılacağına herşey<br />

mükemmel bir uyum içinde işliyor. Bize de sadece<br />

bu festivalin planlandığı gibi 2018’de başlayacağını<br />

umut etmek kalıyor.<br />

Benim gibi Avatar-sever biriyseniz, yazılarımı takip<br />

edin.. En son bilgileri sizlerle paylaşmaktan mutluluk<br />

duyacağım..


FOREST İLE<br />

TANIŞAN<br />

PİŞMAN OLMAZ<br />

BERİL ATEŞOĞLU<br />

n Filmimiz bir otobüs durağında<br />

başlar, Forrest Gump hiç tanımadığı<br />

zenci bir kadına hayat hikayesini anlatmaya<br />

başlar.<br />

A: zor tutmuş herhalde içinde, daha<br />

selam vermeden başladı anlatmaya.<br />

Hiç sevmem böyle tipleri olur olmaz<br />

yerlerde lafa tutarlar insanı.<br />

Ayşe teyzeden ilk yorum hemen geldi. Ama o kadar eminim<br />

ki Forrest’ı seveceğine hiç ses etmedim. Bir anda<br />

Forrest’ın çocukluğuna daldık. Eğri olan omurgası ve 75<br />

olan IQ su ile çok masum ve sevilesi görünüyordu. Annesi<br />

oğlu için her şeyi yapmaya hazırdı. Doktorlar, tedaviler..<br />

diğer çocuklarla beraber okuyabilmesi için okul<br />

müdürüyle nahoş bir ilişki bile yaşadı.<br />

A: delirdi kadın iyice yahu kaş yapayım derken göz<br />

çıkaracak. Tanımadığı adamı aldı vallaha evine cık cık cık.<br />

Bunlar kritik durumlar diye yine cevap vermedim. Annesi<br />

her şeyin en iyisi olsun istiyordu ama o okulda Forrest<br />

pek de rahat edemedi. Sürekli onunla dalga geçiyorlardı.<br />

Tek bir arkadaşı vardı oda Jenny. Önce arkadaşı<br />

sonrasında da platonik aşkı olmuştu.<br />

A: Çocuklar acımasızdır Beril, bir kusur gördülermi hemen<br />

saldırırlar. Çok zeki olmamak iyidir aslında. Biz hep


Ayşe teyzenin klasikler<br />

gezisi devam<br />

ediyor. Bu ayın filmi<br />

Forest Gump...<br />

kötü bir şey zannederiz, hele annelerin<br />

ödü kopar çocuklarında<br />

bir zeka problemi olacak diye,<br />

haksız da sayılmazlar tabi onlar<br />

diğer insanların yapabildiği bir<br />

çok şeyi yapamazlar. Mesela yalan<br />

söylemek, başkalarını kandırmak,<br />

arkalarından iş çevirmek.<br />

B: ne güzel söyledin ya! Bir de buradan<br />

bakmak lazım gerçekten.<br />

Filmimiz ilerledikçe Ayşe teyzenin<br />

tezinide doğruluyordu. Forrest<br />

içinde zerre kötülük beslemeden<br />

yaşıyordu hayatını. Onunla alay<br />

eden çocuklardan kaçabilmek<br />

için koşarken fark etmişti çok<br />

hızlı koşabildiğini ve tabi ki bu<br />

yeteneğini başkaları da keşfetmişti.<br />

O günden sonra Forrest’ın hayatı<br />

değişti. Amerikan futbolunda bir<br />

efsane olmuştu. Topu eline alıp<br />

durdurulamaz şekilde koşuyordu.<br />

A: hah bak işe yaradı koşması, Allah<br />

bir yerden alır bir yerden verir.<br />

Ama duramıyor bu galiba?<br />

Kıkırdamadan duramadım tabi<br />

Ayşe teyzenin sürekli değişen<br />

ruh hali karşısında. İşler iyice<br />

karışmaya başlamıştı. Jenny ile<br />

yolları ayrıldı, jenny artık yakışıklı<br />

ve popüler erkeklerle beraberdi bu<br />

durum Forrest’ın kalbini kırıyordu<br />

tabi.<br />

A: dünyanın dengesi böyle işte.<br />

Kadınlar zeki erkek ister, erkeler<br />

aptal kadın. Aman Beril dikkat et<br />

zeki kadından korkan erkek beş<br />

para etmez!<br />

Ayşe teyze şimdide erkek nüfusuna<br />

sesini duyuruyordu.<br />

Herkes üzerine düşeni alsın<br />

lütfen arkadaşlar Ayşe teyzeyi<br />

kızdırmayın.<br />

B: tamam Ayşe teyze dikkat ederim,<br />

çok zor olmaz herhalde ben de<br />

pek zeki sayılmam.<br />

A: olsun! Sen zekiymişsin gibi


davran.<br />

Oh ben de nasibimi aldıysam filme devam<br />

edebiliriz. Forrest askere gitti ve tabi ki<br />

orada da farkını belli etti. En gereksiz konularda<br />

değişik bir hızı ve kavrayışı vardı.<br />

En yakın arkadaşı ile orada tanıştılar Bubba!<br />

Bubba da Forrest gibi nev-i şahsına<br />

münhasır bir arkadaşımız.<br />

A: hah şimdi oldular vallaha, tencere<br />

kapak!<br />

Gerçekten de öylelerdi. Bubba’nın en<br />

büyük hayali karides teknesi almak ve<br />

kaptanı olmaktı, durmaksızın karisten<br />

bahsediyordu ve Forrest onu büyük bir<br />

sabırla dinliyordu hatta dinlemekle de<br />

kalmadı, tekneyi alacağı zaman ortak<br />

olmayı kabul etti. İki sıkı dostu beraberce<br />

Vietnam’a gönderdiler. Tüm bu olaylar<br />

olurken Forrest Jenny’i bir an bile unutmuyordu.<br />

Hiç cevap gelmesede ona her<br />

gün mektup yazıyordu. Jenny ise çoktan<br />

kötü yola düşmüştü ve bu Forrest için hiç<br />

önemli değildi.<br />

A: unutamadı şu hoppa kızı bir türlü. Bu<br />

çocuk ölürken de bu kıza aşık olur ben<br />

sana diyim! Ah ah kalbi temiz kalbi..<br />

Gözleri doldu Ayşe teyzemin, herhalde<br />

kocasını hatırladı. Canım benim. Bu sırada<br />

Forrest bir çatışma sonrasında Bubbayı<br />

bulmaya çalışırken bir çok insanın<br />

hayatını kurtarır bunlardan biri de teğmen<br />

Dan, o cephede şehit olmak isterken<br />

Forrest’ın hayatını kurtarmasıyla sakat<br />

bir gazi oldu, bacaklarını kaybetmişti ve<br />

Forrest’a öfkeliydi.<br />

A: bunlara yaranamazsın. Adam hayatını<br />

kurtardı bir teşekkür etmedi, neymiş cephede<br />

ölecekmiş. Şükret yahu şükret cık cık<br />

cık. Bobiye noldu Beril o çıkmadı.<br />

B: Bubbayı kurtaramadı, sen adama laf<br />

ederken kaçırdın. Onu buldu ama ellerinde<br />

öldü.<br />

Bir sessizlik oldu. Ayşe teyze Forrest için<br />

önemli olan 3 insana da saygı duyuyordu<br />

içten içe. Annesi, Bubba ve Jenny!<br />

Jenny kötü yola düşmüştü, Bubba ise<br />

ölmüştü. Bir iç çektik bereber. Forrest’ın


u seferde pinpon yeteneğinin ortaya<br />

çıkmasıyla biraz neşelendik. Forrest<br />

çok iyi bir pinpon oyuncusu oldu<br />

askeriye adına bütün dünyada maçlar<br />

yaptı ve bir gün evine dönme vakti<br />

gelmişti. Tabi ki Jenny yine karşına<br />

çıktı ve yine onu terk etti… bu sefer<br />

savaş karşıtı bir örgüt ile beraberdi<br />

ve yine ona kötü davranan bir erkek<br />

arkadaşı vardı. Ayşe teyze hiç yorum<br />

yapmadı ama nefesinden belliydi siniri.<br />

A: ay hele şükür iyi ki bir koştu çocuk,<br />

nerelere sürüklendi bir evine dönemedi<br />

gitsin artık yeter.<br />

Gitmesine gitti de pek uzun sürmedi,<br />

anneciğini görüp Bubbaya verdiği<br />

sözü yerine getirmek için onun<br />

yaşadığı yere gitti, ailesini buldu ve<br />

karides teknesini aldı.<br />

A: bu lafa bayıldım! “aptallık yapan<br />

aptaldır” hay ağzına sağlık Farıst.<br />

Forrest ona her aptal mısın diye<br />

sorana bu cevabı veriyordu! Tıpkı<br />

Bubba’nın annesine verdiği gibi. Forrest<br />

kimseye aldırmadan verdiği sözleri<br />

tutuyor ve sevdiklerini koşulsuzca<br />

sevmekten vazgeçmiyordu. Karides<br />

işine Teğmen Dan de ortak oldu ve<br />

gecikmiş teşekkürünü etti Forrest’a.<br />

A: bak bak ne dedi Forrest, “ tanrıyla<br />

arası düzeldi” yaaa başına gelenleri<br />

kabul etti artık sinirlenmek yerine. kadere<br />

isyan etmek mutsuz eder insanı,<br />

harekete geçeceksin. Aferin adama!<br />

Bir nefes aldık derken, Forrest annesini<br />

kaybetti. Bubba gibi yanı başında<br />

öldü… forrest teknesine geri dönmedi<br />

zaten artık milyoner olmuştu.. Forrest<br />

milyoner olmuştu ama paralelinde<br />

Jenny uyuşturucu bağımlısı.. Ayşe<br />

teyze yine sustu, ta ki Jenny çıkıp gelene<br />

kadar.<br />

A: şuraya yazıyorum 1 haftaya kalmaz<br />

yine gider bu kız! Çocuğa ümit verir<br />

sonra da yok olur. Yazık günah!<br />

B: böyle hikayeler çok var artık Ayşe<br />

teyze, kimse kimsenin üzülmesiyle pek


ilgilenmiyor.<br />

A: salaksınız da ondan.<br />

Tokat mı attı? Aynı anda Jenny de tokadını<br />

Forrest’a attı. Ayşe teyze haklı çıkmıştı jenny<br />

yine Forrest’ı terk etti. Demek ki bizde salağız,<br />

düz mantık! Ben sesimi çıkarmadan oturdum<br />

ama Forrest koşmaya başladı ve 3 sene durmadan<br />

koştu. Yine bir sansasyon yaratmıştı tabi.<br />

İnsanların meraklı sorularına bir cevabı yoktu.<br />

A: dedi işte verdi cevabı, sadece koşmak istedim<br />

dedi, öyle başladı bu koşma işi dedi. İzlemiyor<br />

musun sen? “İlerlemek için önce geçmişini arkana<br />

al” demiş ya annesi, ondan koştum anlıyorum<br />

dedi. Geçmişini arkasına aldığını anlayınca da<br />

durdu. Yok yok bu adam salak değil yani bu<br />

salaksa sen..? hah bak yine çıktı Ceni midir, Keni<br />

midir? Bir rahat vermedi adama.<br />

Resmen hakarete uğruyorum ayrıca yargısız<br />

insaf! Ben anlamadım demedimki neye kızdı<br />

şimdi durduk yere. Kafamda deli sorular???<br />

Forrest Jenny’in teklifini tabi ki geri çevirmez<br />

ve 3 senelik uzun bir maratondan sonra yanına<br />

gider ve Jenny’in çocuğu Forrest ile tanışır. Hatta<br />

Forrest’ın onun oğlu olduğunu o yüzden aynı<br />

ismi verdiğini söyler. Forrest allak bullak olur,<br />

Ayşe teyze başlar ağlamaya.<br />

A: Ah benim güzelim ah canım!! Hemen soruyor<br />

“zeki mi?” diye. nasıl korkuyor onun gibi<br />

olmasından. Yaa ben bile alerjim çocuğa geçer mi<br />

diye ne kadar endişelenmiştim o ne yapsın.. ama<br />

bak maşallahı var küçük Farıstın. Ay yerim onu..<br />

Neler oluyor ya, ben gideyim bana hiç ihtiyaç yok<br />

Forrest ve Ayşe teyze çok iyi anlaşıyorlar. Zaten<br />

salak olanda benmişim. Ayşe teyze durmadı…<br />

A:hah bak Jenny de öldü adamın kollarında. Beril<br />

ne derler biliyor musun?<br />

Güzel! Tahmin ettiğim kadar unutulmamışım!<br />

A: İnsanlar en rahat hissettikleri insanların<br />

yanında ölürlermiş. Bu garibimin bütün sevdikleri<br />

yanında öldü. Melek yahu adam melek.<br />

Ayşe teyze yine haklı! 2 Forrest baş başa kalırlar<br />

buruk bir mutlu son olur.. naçizane bana kalan<br />

kıssadan hisse ise; yeni bir yıldan ziyade yeni bir<br />

insan değiştirir hayatlarımızı, aşk, dostluk, sevgi<br />

değiştirir. İyi yıllar, iyi insanlar olsun herkese..<br />

Ve tabi ki Ayşe teyze her filmimde varsın…


ŞiDDET SADECE MARUZ K<br />

DEĞiL, UYGULAYANIN DA K<br />

Yeşim Ustaoğlu’yla son filmi Tereddüt üzerine detaylı bir<br />

söyleşi yaptık. Söyleşi yapmanın faydalarından biri de<br />

herkesin filmden aldığı algının farklı olduğunun ortaya<br />

çıkması ve yönetmenin buna son noktayı inceden çekmesi<br />

oluyor. Ve söyleşi huzurlarınızda!<br />

BANU BOZDEMİR<br />

Önce bir röportajınızda verdiğiniz bir demeçten<br />

bahsederek başlamak istiyorum.<br />

Sanatçı dediğin buram buram muhalefet<br />

kokmalı demişsiniz, hala aynı düşünceniz<br />

devam ediyor mu, en muhalefet edilmesi gereken<br />

süreçte biraz baskılar nedeniyle sesimiz<br />

kısılmış durumda…<br />

Siz filmi gördünüz, pek kısılmış gibi görünmüyor.<br />

Herkes adına zor zamanlar, evet. Sanat<br />

dediğimiz şey gerçekten de özgürce yapılabilen<br />

birşey. Düşüncenizi paylaşmak ve söylemek<br />

istersiniz. Bir şekilde zapturapt altına alınmayı<br />

ben düşünemem. O zaman yaratamazsınız,<br />

yaratım çok özgür bir şey. Zaten bir şey de kendi<br />

içinde muhalif olur. Bu tür baskıları, sıkıntıları<br />

yaşayan toplumlarda da fikir bir şekilde yaşamını<br />

sürdürebilmiştir. En baskıcı yerlerde en kalıcı, en<br />

yaratıcı eserler de oluşmuştur. Bu bizim bireysel<br />

olarak kendimizle kaldığımızda da baş etmek<br />

zorunda kaldığımız bir şey.<br />

Tereddüt gibi bir film çektiniz, çekebildiniz.<br />

Ama bunun sınırlarına yaklaştığımızı da<br />

hissediyor musunuz bir yandan!<br />

Bir belirsizlik ve muğlaklıktan söz edilebilir belki<br />

ama bir yandan da yaşayıp göreceğimiz bir<br />

süreç olduğunu da düşünüyorum. Muğlaklığın<br />

içinde yüzmek çok hoş bir durum değil. Böyle bir<br />

süreçten geçiyoruz ama yaşayıp göreceğiz…<br />

Tereddüt’deki bazı sahnelerin de bu tepkisellikten<br />

ve ayrıştırılmaya çalışılan bir toplumun<br />

kadın dayanışması üzerinden tekrar<br />

toparlanması ve yeniden yazılması üzerine bir<br />

öneri ürettiğini söyleyebilir miyiz?<br />

Bir ‘dayanışma’ demeyelim buna. Sonuçta bir<br />

hasta doktor ilişkisi karşımızdaki. Karşısındaki<br />

kim olursa olsun doktor profesyonel olmak<br />

zorunda, yoksa işini yapamaz. Tabii filmin asıl<br />

söylediği ilişkilerimizdeki değersizleşme, tahammülsüzlük,<br />

birinin diğerini tahakküm altına<br />

alması ve mahkûm etmesi. Hiçleştirme ve<br />

suistimal. Bütün bu kavramlar var. Bu iki kadının<br />

temasında gerçek bir empati görüyoruz gerçekten<br />

de. Bu empati ve kendi bireysel varlıklarını<br />

da yeniden değerli kılmaya çalışma ve önlerindeki<br />

yolu yeniden açma çabasını görüyoruz.<br />

Tabii ben daha okumuş etmiş ve kendi<br />

kararlarını verebilmiş gibi gözüken kadının<br />

daha küçük ve istemsiz bir hayata zorlanmış<br />

diğer kadına yardımı olarak algıladım…<br />

Hasta ve doktor arasında o empati kurulamazsa<br />

o tedavide sağlıklı olamaz bence. Tabii doktorlar<br />

adına da konuşmuş olmayayım ama empati<br />

gerçekten de çok önemli. Şehnaz’la Elmas<br />

arasında kurulan ilişki profesyonel bir ilişki.<br />

Oyuncu yönetimi konusunda başarılı<br />

olduğunuzu biliyoruz ama ilk defa bu kadar<br />

oyuncuyu ve seyirciyi zorlayan bir yöntem<br />

seçmiş gibisiniz. Özellikle Elmas’ın terapi<br />

sahnesinde seyirci olarak biz de sınandık ve<br />

zorlandık… Bu yöntem nasıl aklınıza geldi<br />

yoksa böyle bir yöntem var mı?<br />

Benim çok zevk alarak yazdığım, bir o kadar<br />

da haz alarak çektiğim bir sahneydi. Bir mono<br />

drama sahnesi bu. Bu aslında kullanılan bir<br />

yöntem. Benim bunu öğrenmem, kavramam<br />

psikodramanın tekil olarak kullanılması. Bir


ALANIN<br />

APANI<br />

YEŞİM USTAOĞLU


psikiyatristin aynı zamanda psikodramatist olması<br />

lazım. Bu yıllar süren bir eğitim süreci. Biz buradan<br />

anlıyoruz ki Şehnaz hempsikiyatr hem<br />

de psikodramatist. Rüyanın çözümlemesini bu<br />

şekilde yapıyor. Bu yöntemi öğrendik, ama tabi<br />

ki çok yoğun bir konsantrasyon isteyen bir sahneydi.<br />

Bir yandan da aslında filmde hiçbir karakter<br />

çok keskin anlamda kötü ve eleştirilesi değil.<br />

Özellikle de erkekler diyelim ama iki kadının<br />

tavrı biraz abartılı mı acaba? Bu bir tahammülsüzlük<br />

mü diyelim, nedir bu kırgınlığın<br />

sebebi?<br />

Aslında her an hayatın içinde<br />

karşılaşabileceğimiz olayların vahametini<br />

anlatmayı seviyorum. Burada psikolojik şiddet olgusu<br />

var. Bu tür bir şiddet sadece maruz kalanın<br />

değil, uygulayanın da işin içinden çıkılmaz bir<br />

kapana sıkışma durumunda olduğunu söyleyebilir<br />

bize. Bir çeşit tekerrür aslında. Sıradan bir durumun<br />

içine baktığımızdaki trajedi canımızı daha<br />

çok acıtıyor belki de. O tanıklık bile bizi eziyor,<br />

yoruyor. Bunun daha vahim hallerini düşünmeye<br />

zorluyor. Sıradan olan şiddet olgusunu kabullenirsek<br />

ötekine davetiye çıkarmış oluruz. O<br />

yüzden yoğun ve sıradan anlara bakmayı tercih<br />

ediyorum ki sonrasını görelim.<br />

Sonrasında Elmas’ın yaşadığı bir süreç var<br />

ve film çok dolaylı gitmeye çalışıyor. Elmas’ın<br />

sebep olup olmadığına dair bir olay yaşanıyor<br />

ve seyirci ikircikli bir durumda kalıyor. Hatta<br />

kendi aramızda da konuştuk Elmas’ın neler<br />

yapıp yapamayacağı konusunda. Biraz açıklık<br />

istiyoruz sizden bu konuya?<br />

Ailesinin koruması altında, güven içinde bir<br />

yaşama sahip olması ve bir eğitim sürecinden<br />

geçmesi gereken, çocukluğunu yaşaması gereken<br />

bir çocuk, başka bir yere evlendirilerek<br />

gönderilmiş ve karılık ve gelinlik görevi üstüne<br />

yıkılmış. Bütün bunların altında ezilen bir çocuktan<br />

bahsediyoruz. Sırtında karşılaması zor bir yük<br />

ve sorumluluk var. Bu sürecin akışı beklenmedik<br />

bir durumla kesiliyor. Bir gece yine yaşadığı<br />

bedensel bir travmadan sonra fırtına nedeniyle,<br />

kendisi banyoda abdest alırken kocası karbonmonoksit<br />

zehirlenmesinden ölüyor. Kocasının<br />

kıpkırmızı suratıyla, ölü suratıyla karşılaşınca<br />

yapacağı ilk iş birilerine haber vermek gibi bir<br />

beklenti içinde olmamız gerekirken, tabii ki çok<br />

korkuyor ve kendini balkona kilitliyor. Sabah<br />

kayınvalidesinin yanına gidemediği için de<br />

kadın insülin iğnesini kendisi yapıyor ve doz<br />

aşımından ölüyor. Bir çocuğa haddinden fazla<br />

şey yüklenmesi böyle bir sonuç doğuruyor.<br />

Aslında korkmaktan ve o gecenin vehametini<br />

kayıt edemeyecek kadar bir travma yaşamaktan<br />

başka bir şey yok ortada.<br />

Karakterleri oluştururken nasıl bir yol izlediniz?<br />

Bunların çok bariz bir cevabı yok aslında.<br />

Tezatlıklar ve komplikasyonlar, yazarken benim<br />

çok ilgimi çekiyor.


Bir taşra sıkışması hali mi var filmde, bir<br />

yandan daraldıkça gidilen bol dalgalı deniz<br />

kenarları var ki, aslında asıl sıkışmışlığın yine<br />

şehirde olduğuna bir küçük tokat çarpıyor<br />

gibi. Mekan araştırması da gayet iyi ve filme<br />

çok iyi eşlik ediyor. Sakarya Araf’tan bir keşif<br />

mi?<br />

Ben de yolculuklar vardır. İnsanın yolculukları,<br />

yolları ama bugünle ilgili şeyler anlatırım genelde.<br />

En sıradan gibi görünen yerlerin cazibesi<br />

beni çok çeker. Karasu ya da Karabük, içinden<br />

geçerken çok da yaşamayı düşünmediğimiz yerlerin<br />

cazibesi ve içine girdiğimizdeki büyüsü de<br />

beni çeker.<br />

Dalga ve kadın duygusu gayet iyi oturuyor<br />

filme. Dalgalar bana çok iyi geldi, filmin<br />

algısını çok iyi yerlere götürmüş. Görülmüş<br />

yerler mi, yoksa yazdıktan sonra keşfedilen<br />

yerler mi oralar?<br />

Ben Karadeniz çocuğuyum. O dalgalara bakarak<br />

büyüdüm. Yazmak bir imgenin peşinden<br />

koşmak aslında. Böyle bir imge hep vardı ben<br />

de yazarken. Sadece dalga değil tabii, kadınların<br />

içindeki yoğunluk hali de. Genellikle çok not<br />

tutan, onlarla yaşayan biri değilim ben. Benim<br />

notlarım, dipnotlarım hep zihnimdedir. Onların<br />

yoğunluğu ben de kalır ve sonra geri gelir. Çok<br />

uzun zaman yerimde durmayı da sevmem.<br />

Hareket etmek, gitmek, içinde yaşamak, o yerlere<br />

dokunmak benim çok ilgimi çeker. Karasu’ya<br />

da yolum düşmüştü bir zaman. Bir fırtına gecesi<br />

beni tekrar çağırdı yazarken. Bütün bunlar bir<br />

serüven aslında bir çeşit yolculuk…<br />

Kadın oyuncuları seçerken neler<br />

düşündünüz, tam nokta atışı yaptığınız belli<br />

oluyor ya da çok çalışma yapılmış herkes<br />

birbirinin reaksiyonuna girmiş gibi, neler söylersiniz?<br />

Her zaman oyuncuma çok güvenirim. Bir çok<br />

ilişki kurduktan sonra bulursunuz olması gereken<br />

kişiyi. Süreci içinde yaşayarak, sonuna kadar<br />

giderek karar veririm. Yazma sürecinde kimlerin<br />

bu rolün altından kalkabileceğini hayal etmek.<br />

Bazen hiç ortada olmayan birini keşfetmeyle<br />

de sonuçlanır. Yeter ki o ve doğru kişi olduğunu<br />

keşfedeyim.<br />

İki başarılı oyuncudan sadece birinin ödül<br />

alması konusundaki düşünceleriniz?<br />

Bence her iki rol de çok zorluydu. Her ikisinin<br />

de hem beraber hem ayrı sahneleri zordu ve<br />

birbirleriyle oluşturdukları kimya çok iyiydi. Her iki<br />

karakter de birbiriyle var oldu, dolayısıyla benim<br />

için çok zor ayrışması.<br />

Biraz kısaltılarak ve 15+ alarak vizyona girecek<br />

sanırım öyle değil mi? Bir de kadına<br />

bakış olarak en cesur filmlerinizden diyebilir<br />

miyiz?<br />

Evet bir takım kısaltmalar olacak. Filmin hem<br />

Yönetmen Kurgusu hem de Vizyon Kurgusu<br />

olacak. Evet Türkiye’nin görebileceği cesur ve<br />

dünya sineması içinde önemli bir yere sahip bir<br />

film diyebiliriz. Mahremiyet çok konuşabildiğimiz


ir alan değil çünkü. Buradaki insanlar ne hissediyorsa<br />

Hindistan, Toronto ve Varşova’daki insanlarda<br />

aynı duygular ve karınlarında bir yumruyla<br />

çıktılar ve günlerce etkisinde kaldıklarını söylediler.<br />

Bu önemli. Bir şekilde herkese değiyor ve<br />

herkesin derdi var ilişkilerimizde, varoluşumuzda.<br />

Bunu tartışabilmeye açmayı önemli buluyorum<br />

ben.<br />

Şehnaz’ın başlangıç hikayesi çok net değil<br />

mesela, ama klasik modern bir ilişinin<br />

açmazları, saklanmışlığı var. Daha zor girdik…<br />

Elmas’ın ki ise daha net bir karşı koyuş.<br />

Çünkü Şehnazda öyle yaşıyor. Şehnazda kendi<br />

komplikasyonunun içine çok zorlanarak giriyor.<br />

Rüyaları, baskıladığı bütün duygularıyla kendisinin<br />

yüzleşmesi çok kolay olmuyor. Çünkü<br />

seçilmiş bir hayatın içindeki sızı daha büyük oluyor.<br />

İteklenmiş bir şeyin kurbanı değil o. Sevdiği,<br />

özlediğini düşündüğü bir hayatı, aşık olduğunu<br />

düşündüğü bir adamı yaşayamaması… İçindeki<br />

sızı bir kağıdın eli kestiğinde içimize oturan bir<br />

sızı vardır ya, öyle. Büyük sözler söylemediği,<br />

bize bunları yaşattırdığı ve hissettirdiği için komplikasyonla<br />

baş başa bırakıyor. Bunun fark edilmesi<br />

de çok zor demek istiyorum.<br />

Doğa ve taşra dediğimiz şey biraz da insanın<br />

içindeki özün ortaya saçılmasına olanak da<br />

tanıyor gibi…<br />

Evet yalnızlık, kendinle kalma hali. Orası bir<br />

kenarda kalmış, karamsar, içinde yaşanılmaz bir<br />

kasaba gibi algılanabilir. İğreti bir bağ kurabilirsiniz<br />

orayla. Ama aynı yer siz de çok başka yoğun<br />

duygular da yaratabilir. Söylüyor zaten, onu<br />

çocukluğuna götürüyor, birtakım bağlar yaratıyor.<br />

Hayat ya algılanarak ya içinde yaşanarak<br />

hissedilen bir şeydir ya da bunu ıskalayarak<br />

varoluşunuzu sürdürebilirsiniz. Bir rutinin içinde.<br />

O rutinden çıkıyor aslında. Yeniden çocukluğunu<br />

hissettiğini söyleyerek, yeniden nefes almayı<br />

hissederek, içindeki coşkuyu patlatmayı<br />

yaşayarak…<br />

Son olarak neler söylersiniz…<br />

Filmler, eserler böyle. Bir sürü şeyi bize söylüyor.<br />

Ama seyirci kendi dünyasından bakma<br />

özgürlüğüne de sahip. Her söylediğimi kafasına<br />

dikte ederek yapmam. O algısını kendi yaratır,<br />

bazen bana kızar, bazen benle örtüşür. Çok da<br />

kafasını yönlendirmek istemem yani buradan bir<br />

yönetmen olarak…


JUSTIN KURZEL<br />

HOLLYWOOD’TA<br />

YÜKSELiŞTE<br />

HALİL İBRAHİM SAĞLAM<br />

n 3 Ağustos 1974’te<br />

Avustralya’da doğan<br />

yönetmen Justin Kurzel,<br />

2005’te 6 dakikalık Blue<br />

Tongue adlı kısa filmiyle<br />

dikkat çektikten tam<br />

6 yıl sonra 2011’de ilk<br />

uzun metrajı Snowtown’a imza attı. Oldukça<br />

sert, kanlı, sinir bozucu ve tartışmalı<br />

bir seri katil filmine imza attıktan sonra<br />

dikkatleri üzerine çeken Kurzel, önce Macbeth,<br />

ardından Assassin’s Creed filmleriyle<br />

Hollywood dünyasının içine giren vizyon<br />

sahibi bir yönetmen olacaktı. Son iki filminde<br />

de Michael Fassbender ve Marion<br />

Cotillard’la birlikte çalışan Kurzel, kendi gibi<br />

Avustralyalı olan ve The Babadook filmiyle<br />

çıkış yapan oyuncu eşi Essie Davis’le de<br />

Assassin’s Creed’te beraber çalıştı. Kurzel,<br />

ayrıca üç filminde de görüntü yönetmeni<br />

Adam Arkapaw ve müzisyen kardeşi Jed<br />

Kurzel ile çalışarak biçimi ön plana çıkaran<br />

sinemasında takım oyununu devam ettirdi.


Son iki filminde de Michael Fassbender<br />

ve Marion Cotillard’la birlikte<br />

çalışan Justin Kurzel, oyuncu<br />

eşi Essie Davis’le de Assassin’s<br />

Creed’te beraber çalıştı.<br />

Video oyun hayranlarının yıllardır merakla<br />

bekledikleri Assassin’s Creed’in<br />

film uyarlaması 23 Aralık 2016’da ülkemizde<br />

vizyona girdi. Dünya çapında genel<br />

olarak olumsuz eleştiriler alan film,<br />

beyazperdede hem hayranlarını hem<br />

eleştirmenlerini tatmin edemeyen oyun<br />

uyarlamalarına yeni bir halka olarak<br />

eklenmiş gözüküyor. Gelin, Kurzel’in<br />

tüm filmografisine beraber göz atalım.<br />

Snowtown (2011)<br />

Avustralya’nın Snowtown kasabasında<br />

1<strong>99</strong>2-1<strong>99</strong>9 yılları arasında işlenen ve<br />

tarihe “Bodies in Barrels” ya da “Snowtown<br />

Murders” olarak geçen seri cinayetleri<br />

konu alan film, yalın ve soğukkanlı<br />

bir şekilde içerdiği şiddet ve vahşet<br />

sahneleriyle ses getirmişti. Kurbanlarını<br />

pedofili ve eşcinsellerden seçen seri<br />

katil John Bunting’in baba figürü<br />

eksikliği çeken, cinsel tacize ve tecavüz<br />

girişimine uğrayan 16 yaşındaki Jamie<br />

Vlassakis’in aklını manipüle ederek onu<br />

cinayetlere ortak edişini işlerken ses ve<br />

imge kullanımıyla tedirgin edici<br />

bir gerçeklik hissi yaratıyordu.<br />

Kurzel, 2 milyon dolar bütçeyle<br />

kotardığı ilk filminde ilk defa<br />

oyunculuk yapan ve yüz olarak<br />

Heath Ledger’ı andıran Lucas<br />

Pittaway’i sinemaya kazandırırken<br />

Cannes’da “FIPRESCI özel ödülü”<br />

başta olmak üzere toplamda 22<br />

ödül kazanarak dikkatleri üzerine<br />

çeken bir çıkış yaptı.


Macbeth (2015)<br />

Justin Kurzel’in Hollywood’a ve yüksek<br />

bütçeli filmlere geçecek kariyerinin<br />

ilk alıştırması olan Macbeth,<br />

esasında sadece 15 milyon dolar<br />

bütçeye sahipti ve 68. Cannes Film<br />

Festivali’nin ana yarışma filmleri<br />

arasında yer aldı. Yeni Macbeth, senaryo<br />

açısından Orson Welles’in 1948<br />

tarihli klasik uyarlamasına daha sadık<br />

olmakla birlikte biçimsel olarak Roman<br />

Polanski’nin 1971 yapımı<br />

kanlı ve ürpertici yorumunun<br />

peşinden gidiyordu.<br />

Görüntü yönetmeni<br />

Adam Arkapaw’ın<br />

sinematografik bir şova<br />

döndürdüğü görsel<br />

tercihleriyle ve Chris<br />

Dickens’ın izleyiciye<br />

nefes aldırmayan kurgu<br />

stiliyle öne çıkan film<br />

kuşkusuz en iyi Macbeth<br />

uyarlaması olmasa<br />

da görsel açıdan en cezbedicisiydi.<br />

Snowtown gibi sert ve ses getiren bir<br />

filmle kariyerine başlayan Kurzel’in en<br />

karanlık Macbeth uyarlamasına imza<br />

atması şaşırtıcı bir durum değildi. Bunun<br />

üzerine filmin kurgusu da seyirciyi<br />

tamamen filmin içerisine hapsederek<br />

ve nefes alması bile engellenecek<br />

şekilde kurulunca kasvetli ve izleyiciyi<br />

zorlayıcı bir atmosfer ortaya çıkıyordu.<br />

Michael Fassbender, Macbeth’in<br />

dönüşümünü, hırslarını, delirmişliğini<br />

oldukça inandırıcı ve izleyiciye hissettirecek<br />

bir yoğunlukta vermeyi<br />

başarırken, Marion Cotillard’ın Lady<br />

Macbeth performansı yetersiz ve edilgen<br />

kalıyordu.<br />

Assassin’s Creed (2016)<br />

Macbeth’in vizyoner başarısının<br />

ardından blockbuster filmler arenasına<br />

geçiş yapan Kurzel, Ubisoft’un popüler<br />

aksiyon / macera video oyunu serisi


Assassin’s Creed’i 130 milyon dolar<br />

bütçeyle ve yine Fassbender ve Cotillard<br />

birlikteliğiyle beyazperdeye<br />

aktarıyor. Assassin’s Creed<br />

oyunlarında bir ameliyat<br />

masası şeklinde tasvir edilen<br />

ve karakterin içindeyken<br />

baygın halde olduğu “Animus”,<br />

filmde güncellenerek daha<br />

aksiyonel bir tasarım halini alıp<br />

Real Steel’de robotların içinde<br />

senkronize şekilde dövüşen<br />

insanları hatırlatıyor. Alternatif<br />

tarih kurgusuyla bir nevi Dan<br />

Brown uyarlamalarına öykünen<br />

film, Da Vinci Şifresi’nde bahsedilen<br />

Tapınak Şövalyeleri ile Melekler ve<br />

Şeytanlar’da yer alan Haşhaşiler’i karşı<br />

karşıya getirerek Robert Langdon’un<br />

“Kutsal Kâse” arayışı gibi Callum<br />

Lynch’i “Cennet Elması” yolculuğuna<br />

çıkarıyor. Görüntü yönetmeni Arkapaw,<br />

bilimkurgu kısımlarında mavi, tarihi<br />

bölümlerinde ise gri ve sarı tonlara<br />

imza atarak Macbeth’teki üç rengi yine<br />

kullansa da onun kadar güçlü bir atmosfer<br />

yaratamıyor. Gerek 1492’nin<br />

İspanya’sında gerekse günümüzdeki<br />

Madrid ve Londra sahnelerinde görseller,<br />

karanlık ve yoğun bir şekilde<br />

sis ya da duman altında kalıyor. Bu<br />

durumda 130 milyon dolar bütçeli<br />

filmin görsel efektlerinin başarısının<br />

gölgelendiğini veya yetersizliğinin üzerinin<br />

örtüldüğünü düşünmek mümkün<br />

hale geliyor. Aksiyonu ve müzikleriyle<br />

sürükleyici bir seyirlik olsa da diğer<br />

kısımlarında yavan senaryosuyla göze<br />

batan, vizyon sahibi yönetmenini ve<br />

görüntü yönetmenini memuriyete<br />

düşüren, Fassbender – Cotillard ikilisinin<br />

kimyasını yine tutturamayan,<br />

iddiasının ve yarattığı beklentinin<br />

altında kalan, oyun uyarlamalarının<br />

makus talihini değiştiremeyen bir yapım<br />

olarak hafızalara geçiyor.


POLİTİK KAOSLARIN TEK<br />

PANZEHİRİ SANAT!<br />

Tayfur Aydın’ın yurtsuzluk, hasret temalarına odaklı 2. filmi<br />

Siyah Karga’da Kaçakçı Sait rolünü üstlenen Aydın Orak,<br />

politik kaosların tek panzehirinin sanat olduğunu düşünüyor.<br />

GİZEM ERTÜRK<br />

n 2016’nın son yerli yapımlarından Siyah Karga,<br />

uzun süre festival yolculuğunun ardından<br />

aralık ayının sonunda seyirciyle buluştu. Dünya<br />

prömiyerini İstanbul Film Festivali’nin Ulusal<br />

Altın Lale Yarışması’nda yapan film son olarak<br />

4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nden En<br />

İyi Görüntü Yönetimi ödülüyle ayrıldı. Tayfur<br />

Aydın’ın yurtsuzluk, gurbet ve hasret temalarına<br />

odaklı ikinci filmi Siyah Karga’da Kaçakçı Sait<br />

rolünü üstlenen Aydın Orak, politik kaosların tek<br />

panzehirinin sanat olduğunu düşünüyor.<br />

Siyah Karga uzun süren festival<br />

yolculuğunun ardından nihayet vizyona girdi.<br />

Nasıl gidiyor her şey?<br />

Şu sıralar ülke gündemi durulmuyor. Ya da<br />

aslında hep mi gündem yoğun? Artık sağlıklı bir<br />

değerlendirme yapmak sanırım mümkün değil.<br />

Bu tür politik kaosların tek panzehiri sanat. Şu<br />

sıra Siyah Karga filminin vizyon yoğunluğu var.<br />

Vizyon da söyleşiler, seyirciyle buluşmalar,<br />

sohbetler, filmle ilgili olumlu olumsuz eleştirilerle<br />

gidiyor.<br />

Filmde yalnızca oyuncu değil, yapım şirketin<br />

Orak Film ile dağıtımcı olarak da yer aldığın<br />

için bize filmin yapım sürecinden de biraz<br />

söz edebilir misin?<br />

Tayfur(Aydın) benim çok eski arkadaşım. Filmin<br />

her sürecinde beraberdik neredeyse. Bana<br />

Sait karakterini önerince başta biraz mesafeli<br />

yaklaştım. Sonra olabileceğini söyledim. Ve<br />

nihayetinde bu karakteri oynadım. Orak Film<br />

zaman zaman bazı filmlerin dağıtımını da<br />

yapıyor. Bunu bir zorunluluktan yapıyoruz desem<br />

yeridir. Türkiye’deki dağıtım durumu malum…<br />

Filmler dağıtımcı bulamıyor. Dağıtımcılar ticari<br />

filmlere öncelik tanıyor. Bu tür bağımsız filmlere<br />

neredeyse vizyonda hiç şans verilmiyor. İlk<br />

Asasız Musa filmimde bu sorunla karşılaşınca<br />

kendi filmimizi kendimiz dağıtalım dedik ve<br />

dağıtıma da başladık. Şu ana kadar 7-8 film<br />

dağıttık.<br />

Film katıldığı festivallerde beğeni<br />

toplamasına rağmen (İstanbul, Antalya gibi)<br />

ödülsüz dönmesini nasıl yorumluyorsun?<br />

Festivallerdeki ödüller filmler için ne kadar<br />

önemli sence?<br />

Bence ödül için ya da festival için film yapılmaz.<br />

Bir filmin olması gerektiği yaratıcılıkta perdeye<br />

aktarılır. Gerisi festival, ödül, gişe başarısı sonra<br />

gelirse gelir. Her film kendi kaderini yaşar diye bir<br />

söz var. Bu bir yere kadar doğru. Bir film çektiniz<br />

ve kaderine bıraktınız. Bu da doğru değil.<br />

Filmlerin kaderleri yönetmen, yapımcı ya da<br />

dağıtımcının elinde… Bu kader kısmen de olsa<br />

değiştirilebilir. Ödüllerin motive edici bir gücü<br />

var. Bunu göz ardı edemeyiz. Fakat ödül için film<br />

yapılmaz. Film seyirci için yapılır. Bir derdiniz ya<br />

da anlatmak istediğiniz var. Bunu kamera diliyle<br />

seyirciye sunarsınız.<br />

Bu arada 4. Boğaziçi Film Festivali’nde<br />

aldığınız En İyi Görüntü Yönetimi ödülünü<br />

tebrik ederim. Filmin çok iyi kurulmuş bir atmosferi<br />

var. Ancak bu görsel anlatının zaman<br />

zaman filmin meselesinin önüne geçtiğini<br />

düşünüyor musun?<br />

Bu filmin yönetmen filmi olduğunu düşünüyorum.<br />

Karakter sineması değil, yönetmen sineması.<br />

Bunun çeşitli kodları, yaklaşımları var. Filmin<br />

görsel dili ön planda... Karakterler derinlikli<br />

çizilmemiş, atmosferin içinde birer figür olarak<br />

çizilmiş. Hikayenin bir parçasılar. Fakat her şeyi


AYDIN<br />

ORAK


değiller. Birçok karakter var. Bunların neredeyse<br />

hiçbirinin gizil, derinlikli, etraflı bir anlatımı yok.<br />

Yönetmen-senarist bunu farkında ve bilerek<br />

yaptığını düşünüyorum. Bundan dolayı Siyah<br />

Karga bir karakter filmi değil, yönetmen filmidir.<br />

Filmde “Kaçakçı” rolünü üstlendin. Senin<br />

için yabancısı olmadığın bir durum olduğunu<br />

okumuştum. Senin hayatından nasıl izler<br />

taşıyor karakter?<br />

Evet. Ben de sınır bir ilçede doğup büyüdüm.<br />

Çok da tanıdığım kaçakçı oldu. Çok hikayelerini<br />

dinledim. Film fikir aşamasındayken de Tayfur<br />

ile mekan bakmak ve araştırma yapmak için<br />

kaçakçılarla röportajlar yaptık, gerçek hikayeler<br />

dinledik. Benim doğup büyüdüğüm yerler düz bir<br />

coğrafya ve katırlarla kaçakçılık yapılmıyor. Fakat<br />

filmdeki mekanlar dağlık ve katırlar var. Buna<br />

alışmam biraz zor oldu. Bir kere dağlar, yamaçlar,<br />

uçurumlar, kar, kış var. En önemlisi de sürekli<br />

beraber oynadığınız katırlar var. Her tekrarda<br />

katırlar da aynısını yapmak zorunda. Bu tekrarı<br />

siz yaparken katıra da yaptırmak zorundasınız.<br />

Tiyatro kökenli olmanın etkilerini sinemadaki<br />

oyunculuğuna da aktardığını söyleyebilir<br />

miyiz?<br />

Sonuç itibarıyla oyunculuğu tiyatroyla öğrendim.<br />

Fakat bu oyunculuk klasik tiyatro oyunculuğu<br />

değil, türüne göre değişim gösteren bir biçim.<br />

Yönetmenin sizden istediğini yapıyorsunuz. Size<br />

içe dönük, dışa dönük, büyük oyna, küçük oyna<br />

der siz de onu yaparsınız. Fakat öncesinde sizin<br />

o karakter için yaptığınız bir çalışma var. Yönetmen<br />

sizden tüm çalıştıklarınızı çöpe atmanızı<br />

da isteyebilir. Onun için öncesinden Tayfur ile bu<br />

karakterin biçim olarak nasıl bir devinim, oyunculuk,<br />

hareket, gestus yapması gerektiğini çalıştık,<br />

tartıştık. Ve böyle bir karakter çıktı.<br />

Filmin gerçeğe çok yakın bir anlatım dili var.<br />

Hatta yer yer belgesel ve kurmaca arasında<br />

olarak yorumlanıyor. Böyle bir anlatım dili<br />

seçilmesinin nedeni ne?<br />

Aslında tamamen kurmaca olan bir filmin yer yer<br />

belgesel gibi duruyor yorumu iyi bir şey sanırım.<br />

Çünkü toplumsal gerçekçi bir konuyu, gerçeğe<br />

en yakın çekebilmek önemli bir detay. Nasıl ki<br />

sinemada hayattaki gerçek ışığa ulaşmak için<br />

ışık kullanılıyorsa, oyuncu gerçek bir karakteri<br />

rol yapmadan doğala en yakın oynayabiliyorsa,<br />

sinema da hayatın gerçekliğine en yakınını<br />

yakalamak için çaba sarf ediyordur. Şayet<br />

kurduğunuz hikaye fantastik değilse.<br />

Film özünde bir kaçış hikayesi… Ana ve yan<br />

hikayelerdeki trajedilere rağmen filmin naif<br />

bir anlatım dili kullanması da gerçeklerden bir<br />

kaçış mı?<br />

İşte tam da demin söylediğim gerçekliğe en<br />

yakınını yakalamak cümlesine “naif, estetik” de<br />

dahil olduğunda sanat yada sinema sanatı olma<br />

potansiyelini taşır. Böyle yorumlanabilir.<br />

Sınırlarda geçen bir film olduğu için film<br />

derdi de aslında sınırlarla… Oldukça politik<br />

bir film olabilecekken daha mistik, masalsı ve<br />

naif bir dil kullanılması neden sana göre?<br />

Bu yönetmenin tercihi bence... Daha politik, sert<br />

bir hikaye olabilecekken bir masalın merkeze<br />

alınması kurulan bir yapı. Bu yapının tek sahibi<br />

de yönetmen ve senarist. Tayfur’un önceki filminde<br />

de böyle bir dil vardı. Hikayelerini böyle<br />

kurmayı seviyor. Bu belki de kendince kurmak<br />

istediği bir dil. Başka şekilde de yorumlanabilir.<br />

Ama ben böyle okuyorum.


Tiyatro, sinema ya da dizi oyunculuğunun farkı<br />

var mı ya da olmalı mı?<br />

Tümünün ortak odak noktası oyun. Oyun<br />

geleneğinin sonucunda oyunculuk tür ve biçimleri<br />

olagelmiştir. Tiyatroda birçok oyunculuk<br />

biçimi var; Klasik, epiki absürd, grotesk... Bu<br />

türler günümüzde dillendirilmeden ve kategorize<br />

edilmeden gerek sinemada gerekse dizilerde<br />

yer alıyor. Sinemadaki oyunculuk biçimleri de<br />

ayrıştırılabilir. Dizilerdeki de. Fakat sonuç itibarıyla<br />

senaryonun üslubu, yönetmenin istediği, hikayenin<br />

getirdikleri size ne tür oyunculuk yapmanız<br />

gerektiğini dayatıyor. Siz de ona göre rolünüzü<br />

yapıyorsunuz. Fakat çoğu zaman sinemada da<br />

dizilerde de oyunculuk tür karmaşası yaşanıyor.<br />

Her oyuncu bir oyunculuk biçimine yatkındır.<br />

Biri epik, rolü ve kendisi arasında bir mesafe<br />

koyarak oynar. Aynı filmdeki diğer oyuncu absürt<br />

oyunculuğu benimsemiştir. Bir diğeri ise grotesk<br />

oynar. Aynı ailedeki karakterlerin ayrı oyunculuk<br />

biçimleri sergilemesi bir tutarsızlıktır. Şayet bu bir<br />

tercih değilse, yönetmenin dikkatsizliğidir. Yine<br />

dillerin kendine ait bir oyunculuk biçimi var.<br />

Her dilin bir ağırlığı, artikülasyonu, derinliği<br />

var. Bazı dillerde yapamayacağınız yada gerek<br />

duymayacağınız, olursa fazla olur, yanlış<br />

olur denilen bir takım gestus, devinim, el kol,<br />

jest ve mimikler var. İngilizce oynadığınızda<br />

Türkçedeki bazı oyunculuk alışkanlıklarını<br />

unutmanız gerekebilir.<br />

Bildiğim kadarıyla tek kişilik şovlar da<br />

yapıyorsun, biraz neler yaptığından söz<br />

eder misin?<br />

20 yıldır tiyatro yapıyorum. Hakkari’den İzmir’e<br />

İsveç’ten Avustralya’ya kadar bu süre zarfında<br />

turneler yaptım. Daha çok tek kişilik oyunlar<br />

sahneledim. En son Actor adında anlatım<br />

tiyatrosu formunda kısmen şov denebilen bir<br />

oyun sahneledim. Bu oyunu önümüzdeki<br />

süreçte sahnelemeye devam edeceğim<br />

sanırım.<br />

Hem yönetmenlik hem de oyunculuk yapan<br />

birisi olarak, öncelikle hangisiyle anılmak<br />

ya da yapmak seni daha çok mutlu ediyor?


Benim asıl mesleğim oyunculuk. 20 yıldır hep<br />

oyunculuk yaptım. Atölyeler açtım zaman zaman.<br />

Workshoplar yaptım. Gerek tiyatro gerek<br />

sinema oyunculuğu hep yaptığım şeydir. Fakat<br />

kafamda bazı fikirler beliriyor. Yazıyorum. Bana<br />

ait olan bir duygu bir hikaye. İlla ki anlatacağım<br />

dediğim şeyi kendim çekiyorum. Yani asıl<br />

mesleğim oyunculuk. Ama yönetmenlik ve diğer<br />

şeyler zaman zaman yapmak istediğim şeyler<br />

olabiliyor.<br />

Bu yıl ne yazık ki kötü geçen Antakya Film<br />

Festivali’nde hem jürilik hem de çeşitli atölyeler<br />

yaptın. Kendi adına nasıl bir deneyimdi?<br />

Her festivalin kendine göre sorunları oluyor.<br />

Antakya’nın da sıkıntıları, eksiklikleri çok vardı.<br />

Antalya film festivaline giderken festivalin<br />

uçağıyla gidiyorsunuz. Ama Antakya’da otogardan<br />

alacakları bir servis aracı bile olamayabilir.<br />

Ve siz durakta bavullarınızla durağa gidip, minibüse<br />

binip sinema salonuna yada otelinize gidebilirsiniz.<br />

Bunları yaşadım. Aynı koşulları beklemek<br />

doğru değil. Bana göre festival bir şekilde<br />

kotarılması gerekiyordu. Ben festival boyunca<br />

neredeyse her gün sabahları kolejde workshop<br />

yaptım. Akşamları ise sinema atölyesinde gençlerle<br />

pratik sinema atölyeleri yaptım. Benim<br />

açımdan çok verimli geçti. Benim için pratikte bir<br />

şeyler yapmak her zaman daha doğru gelmiştir.<br />

Eylem alanını bırakmak, gitmek bana göre<br />

şeyler değildir. Ben eksikler, sorunlar var diye bir<br />

alanı terk etmem. Çelişkilerin giderildiği yer eylem<br />

alanıdır. Evde oturarak çelişkiler, eksiklikler,<br />

sorunlar giderilmez. Dolu dolu bir hafta geçirdim.<br />

Kendi filminiz dışında yerli yapımlardan sana<br />

göre 2016’nın En İyi Filmi neydi?<br />

2016’da çok iyi yerli film olduğunu<br />

düşünmüyorum. Bana göre bir yığın kötü filmle<br />

kapatıyoruz yılı. Yerli olarak film ismi söyleyemiyorum.<br />

Ama 2016’da izlediğim en iyi filmin<br />

Ashkar Farhadi’nin Satıcı filmi olduğunu söyleyebilirim.<br />

Dünya sinemasında oyunculuğuna hayran<br />

olduğun isimler kimler?<br />

Benim hiçbir zaman “hayran” ve “en iyi”<br />

kavramım olmadı. İyi performans sergileyen<br />

oyuncular var. Ve iyi filmler var.<br />

Başucu filmlerin hangileri?<br />

Angelopulos, Kislowsky, Paradjonov, Abbas Kirostami,<br />

Ashkar Farhadi şimdi aklıma gelen yönetmenler<br />

ve tüm filmleri diyebilirim.<br />

Ve son olarak 2017 planlarını öğrenebilir<br />

miyim?<br />

Şimdi kurguda olduğum bir filmim var. Onu bitirmeye<br />

çalışıyorum. Oyunculuk olarak da belli olan<br />

bir sinema filmi var. Ama daha tarih belli değil.<br />

Bir-iki televizyon işi var. Onların görüşmeleri devam<br />

ediyor. Actor tiyatro oyunu var.


2016 KORKU FİLMİ<br />

GİBİ GEÇTİ BUNLAR DA<br />

EN İYİ KORKU FİLMLERİ<br />

Türkiye’de 2016 yılı içerisinde<br />

gösterime giren korku filmleri<br />

arasından bir en iyiler listesi yaptık.<br />

Bakalım korku sineması açısından<br />

nasıl bir vizyon senesi geçirmişiz?”<br />

MURAT KIZILCA<br />

n Geçtiğimiz sene<br />

yerli korkuları tiye alan<br />

bir korku-komedi ile<br />

yerli ortak yapımcı ile<br />

çekilen bir ‘çöp’ filmi<br />

de sayarsak toplam<br />

28 tane yerli korku<br />

filmi gösterime girdi.<br />

Yabancı korku filmlerine batığımızda ise<br />

toplam sayının 31 olduğunu görüyoruz.<br />

Ağırlık her zaman olduğu gibi ABD yapımı<br />

filmlerde; gösterime giren yabancı korku<br />

filmlerinin 13 tanesi ABD yapımı, ortak<br />

yapımları da eklersek bu rakam 24’e<br />

çıkıyor. Yani ABD’nin eli değmeyen sadece<br />

7 korku filmi izleyebilmişiz. Bu durumda<br />

2016 vizyonunun toplam korku filmi<br />

sayısı ise 28’i yerli, 31’i yabancı olmak<br />

üzere 59 ediyor. Vizyona, yabancı korku<br />

filmleri penceresinden şöyle bir genel<br />

olarak baktığımızda, senenin ses getiren<br />

iyi filmlerinin değil de daha çok ABD’deki<br />

büyük stüdyoların desteğini almış filmlerin


tercih edildiğini görüyoruz. Bunda tabii ki<br />

ABD’nin yaygın dağıtım ağının ellerinin<br />

fazlasıyla uzun olmasının etkisi bariz.<br />

Araya sıkışan birkaç düşük bütçeli korku<br />

filmi de hem fazla salon bulamadığı, hem<br />

de yeterince tanıtımı yapılamadığı için<br />

tatmin edici seyirci sayısına ulaşamamış.<br />

Aşağıdaki listede Türkiye’de gösterime<br />

giren 59 film arasından seçtiklerimizden<br />

oluşan, öne çıkan korku filmlerini bir<br />

araya getirdik.<br />

Evolution / Evrim<br />

Evolution, geçen sene Türkiye’de<br />

gösterime giren korku filmleri<br />

arasında tartışmasız en iyisiydi.<br />

Lucile Hadzihalilovic, sadece<br />

yetişkin kadınlar ile erkek<br />

çocukların bulunduğu, çürümeye<br />

yüz tutmuş hastanesi ve az<br />

eşyalı basit köy evleriyle sanki<br />

başka bir dünyaya ya da zamana<br />

aitmiş izlenimi veren bir adayı mekân<br />

olarak seçerek tedirgin edici bir atmosfer<br />

yaratıyor. Nicolas isimli çocuğun denizin<br />

dibinde bir erkek çocuk cesedi görmesiyle<br />

fitili ateşlenen gizemli olaylar silsilesi,<br />

seyirciyi hiç ummadığı yerlere götürüyor.<br />

The House on Pine Street / Lanetli Ev<br />

Perili ev ve hayalet filmlerine<br />

getirdiği yeni bakış açısı ile dikkat<br />

çeken The House On Pine<br />

Street, ezberbozan yapısına<br />

rağmen alt türün klişelerine<br />

sadık kalmaya devam ediyor.<br />

Anne (ya da baba) olma<br />

endişesini merkezine alarak her<br />

anıyla etkili olmayı başaran bir<br />

anlatı sergiliyor.<br />

The Corpse of Anna Fritz / Ölüm ve Ötesi<br />

İspanya’dan ucuz, ama her yönüyle dört<br />

dörtlük bir korku-gerilim. İnsanoğlunun<br />

karanlık yönlerine göz atan The Corpse<br />

of Anna Fritz’in hazmı zor sahnelerle<br />

süslü anlatısı her izleyiciye göre değil.<br />

Nekrofili ve kadın düşmanlığı gibi hassas<br />

mevzuları böylesi heyecanlı bir öyküye<br />

yedirmek gerçekten beceri istiyor.


Goodnight Mommy / Ölümcül Oyun<br />

Yaklaşık iki sene süren festival yolculuğu<br />

sonrasında nihayet geçtiğimiz<br />

sene gösterime girebilen Goodnight<br />

Mommy, müziğe sırtını<br />

dayamadan seyirciyi germeyi<br />

başarabilen ender filmlerden<br />

biri. Kim Jee-woon şahikası A<br />

Tale of Two Sisters sosuna fazlaca<br />

bulanmış olsa da, Haneke<br />

sinemasına yakın dursa da kendi<br />

ayakları üzerinde durmayı biliyor. Çok ama<br />

çok sinir bozucu bir deneyim.<br />

The Shallows / Karanlık Sular<br />

Blake Lively’nin canlandırdığı Nancy’nin<br />

tek başına sörf yaparken köpekbalığı<br />

saldırısına uğrayarak, kıyıya çok yakın bir<br />

yerde mahsur kalmasını konu alan The<br />

Shallows, tıkır tıkır işleyen bir katil hayvan<br />

filmi. Jaws sonrası belli aralıklarla popüler<br />

olan bir dolu ‘çöp’ köpekbalığı filmi içinde<br />

ışıl ışıl parlayan bir avuç filmden biri<br />

olarak hatırlanacak.<br />

Ouija: Origin of Evil / Ölüm Alfabesi:<br />

Kötülüğün Başlangıcı<br />

Berbat bir ilk filmin sürpriz gişe başarısı<br />

sonrasında projelenen Ouija:<br />

Origin of Evil, herhangi bir ‘işçi’<br />

yönetmenin ellerinde sıradan bir<br />

korku filmi olabilirdi ama Mike<br />

Flanagan’ın yerinde tercihleriyle<br />

bambaşka bir hale bürünüyor.<br />

Aslında ortada öyle ahım şahım<br />

bir senaryo yok, klasik bir perili<br />

ev hikâyesi anlatılıyor. Ama doğru<br />

oyuncu tercihleri (ve yönetimi), tadında ve<br />

etkili koltuktan zıplatan sahneler (jumpscares),<br />

ilk film ile kurulan çok doğru<br />

bağlantılar ve olası bir devam filmine<br />

doğru atılan şık köprü ile Ouija: Origin of<br />

Evil, bir devam filminde olması gereken<br />

bütün özelliklere eksiksiz sahip. Flanagan,<br />

son dönem ana akım korku sinemasının<br />

en etkili yönetmenlerinin belki de başında<br />

geliyor.<br />

The Neon Demon / Neon Şeytan<br />

Pusher üçlemesi, Bronson, Drive ve Only<br />

God Forgives ile müthiş bir filmografi<br />

oluşturma yolunda emin adımlarla ilerleyen<br />

Nicolas Winding Refn’in son filmi The<br />

Neon Demon, yıldız olma hedefiyle büyük<br />

şehre gelen ve büyüleyici güzelliğinin<br />

de yardımıyla kariyer basamaklarını<br />

hızla tırmanmaya başlayan genç bir kızın<br />

yaşadıklarını anlatıyor. The Neon Demon,<br />

cafcaflı ama içi boş moda dergileri<br />

gibi rengârenk. Işıltısı ile bile gözlerinizi<br />

alacak birçok sahneye ev sahipliği<br />

yapıyor. Evet, çok da ağırlığı olan farklı<br />

bir şey anlatmıyor ama biçimsel tercihleriyle<br />

fark yaratıyor.<br />

Don’t Breathe / Nefesini Tut<br />

Evil Dead yeniden çevrimiyle<br />

birçok tartışmaya maruz kalan<br />

Fede Alvarez’in özgün denemesi<br />

için tersyüz edilmiş, bol sürprizli<br />

bir ev istilası (home invasion)<br />

diyebiliriz. Müthiş temposuyla<br />

neredeyse nefes almanıza bile<br />

izin vermeyen, adıyla uyumlu Don’t<br />

Breathe, önceki senenin yıldızı It Follows<br />

gibi Detroit’in terkedilmiş banliyölerinde<br />

geçiyor. Filmin hayranlarına önümüzdeki<br />

yıllarda çekilmesi planlanan bir devam<br />

filminin onaylandığı müjdesini de verelim.<br />

Baskın: Karabasan<br />

Can Evrenol’un uzun süredir<br />

beklenen ilk uzun metrajlı<br />

filmi Baskın, galasını Toronto<br />

Uluslararası Film Festivali’nin<br />

ünlü Midnight Madness<br />

seçkisinde gerçekleştirdikten<br />

sonra birçok önemli festivale<br />

konuk oldu. Yurtdışında aldığı<br />

olumlu tepkilerle göğsümüzü<br />

kabartan film, Türk Korku Sineması için<br />

yol gösterici bir öneme sahip ama ne<br />

kadar takipçisi olur bilinmez. 1 Ocak<br />

2016’da genel gösterime giren Baskın,<br />

beş polisin gizemli bir kâbus ağının içine<br />

düştüğü geceyi anlatıyor. Silent Hill ve<br />

Hellraiser kırması bir cehennem tasvirinin<br />

başköşeye yerleştiği final bölümünü<br />

(eğer hala görmediyseniz) muhakkak<br />

görmelisiniz.


HELL OR HIGH WATER<br />

MELANKOLiK<br />

SERT BiR AĞIT<br />

Hell or High Water son<br />

zamanlarda izlediğimiz Slow<br />

West ve True Grit gibi Western<br />

enerjisi olan bir suç dram filmi.<br />

TUĞÇE MADAYANTİ<br />

n Bu sene en iyi filmler<br />

listesini farklı duygularla<br />

beni en çok etkileyen filmlere<br />

göre yaptım. İlk sırada<br />

yer alan The Childhood of A<br />

Leader güçlü atmosferi ve<br />

müziğiyle ilk saniyesinden<br />

itibaren kişiyi koltuğa mıhlayan bir film. Bir<br />

çocuğun dünyanın başına tarih boyunca musallat<br />

olan faşist liderlerden biri olmaya doğru<br />

adım adım nasıl yaklaştığını gösteren bir film.<br />

İlk filmi ile genç yaşından bu denli çarpıcı bir<br />

filme imza atan yönetmen Brady Corbet müthiş<br />

müzik kullanımı ve yakaladığı atmosfer ile<br />

beni adeta koltuğa mıhlamayı başardı. Listede<br />

ikinci sırada yer alan Hell or High Water ise<br />

benim için tam bir sürpriz film. Taylor Sheridan<br />

(Sciaro) tarafından kaleme alınan senaryonun<br />

İskoç yönetmeni David MacKenzie (nedense<br />

yerli kaynaklarda hatalı bir şekilde İngiliz deniliyor).<br />

Sadece hikaye penceresinden bakınca


elki yeni bir şey yok ama bu filmde<br />

kesinlikle yeni bir şeyler var.<br />

Hell or High Water son zamanlarda<br />

izlediğimiz Slow West ve Trur Grit<br />

gibi Western enerjisi olan bir suç<br />

dram filmi. İki erkek kardeş rolünde<br />

Chris Pine (Toby) ve Ben Foster’ın<br />

(Tanner) kimyasının tutmuş olması<br />

ikilinin ilişkisinin son derece gerçek<br />

ve anlaşılır olmasını sağlamış. Film<br />

başlar başlamaz kısa bir süre içinde<br />

bu iki karakteri adeta senelerdir<br />

tanıyormuş gibi hissediyorsunuz ve<br />

diyalogsuz anlarında bile akıllarından<br />

neler geçtiğini, neler hissettiklerini<br />

anlıyorsunuz. Banka soygunu yapan<br />

bu iki kardeşin peşindeki Texas<br />

polisleri rolündeki ikili ise eşsiz tarzı<br />

olan usta Jeff Bridges (Marcus) ve<br />

gerçekte de Komançi olan Gil Birmingham<br />

(Alberto). İkisinin dostane ilişkisi<br />

ve uyumunu izlemek çok keyifliydi.<br />

Marcus’un Alberto’ya film boyunca<br />

söylediği ırkçı espriler ve tarihsel<br />

iğnelemeler aralarındaki sıkı ilişkiyi<br />

ters köşe yaparak ortaya koyması<br />

açısından da çok başarılıydı.<br />

Filmdeki tüm oyunculuklar unutulmaz.<br />

Yan roller bile. Örneğin filmde toplasan<br />

en fazla 80 saniye bir rolü olan garson<br />

kız ile bile seyirci bağ kuruyor. Onu<br />

bu kadar kısa izlememize rağmen onu<br />

tanıyor, anlıyoruz ve onun için üzülüyoruz.<br />

Zaten filmin en büyük artısı karakterlerin<br />

seyirci ile bağ kurması. Bunun<br />

başarılı oyuncu performanslarından<br />

önce senaryonun başarısı olduğunun<br />

altını çizmek gerek. Tam bir usta kalemi.<br />

Hikaye her nasıl beceriyorsa aynı<br />

zamanda yavaş ve seri ilerleyebiliyor.<br />

Zamanlamalar, olayların gelişme<br />

anlarının temposu muazzam.<br />

Ve müzik... Filmin müzikleri Western<br />

filmi olan The Proposition’da (2005)<br />

ve The Assassination of Jesse James<br />

by the Coward Robert Ford (2007)


eraber çalışan Nick Cave ve<br />

Warren Ellis’e ait. Bu tarz filmlerdeki<br />

sinematografi/senaryo/<br />

müzik hakimiyetleri çok güçlü<br />

olan bu ikili bir kez daha harikalar<br />

yaratmış. İnanılmaz bir önsezi<br />

eşliğinde filmle beraber senkronize<br />

olan müzik, filmin çok önemli<br />

bir ayağı. Kötü bir şey olmak<br />

üzere hissini veren, tansiyon<br />

yaratan ve çaresiz anları vurgulayan<br />

o melodileri yaratma ve kullanma<br />

ustalığı karşısında saygıyla<br />

eğiliyorum.<br />

Ekonomik gerileme içindeki çorak<br />

arazili Teksas’ta çaresizlik içindeki<br />

iki erkek kardeşin banka soygunu<br />

girişmelerini izlerken dönemin<br />

yerel halka ve çevreye yıkıcı<br />

etkilerini de gözlemliyoruz. Ve<br />

sinematografi... Filmin sinematografisi<br />

bu ekonomik gerilemeyi,<br />

verimsiz arazileri, etki yaratan<br />

bir görsellikle bizlere sunuyor.<br />

Toprak kurumuş, çiftçilik bitmiş,<br />

sığırlar otlayamıyor ve tüm bu<br />

olumsuzluklar sonucu, normal<br />

insanların banka soygunu gibi<br />

olağanüstü şeylere kalkışmasına<br />

sebebiyet veriyor. Yönetmenin<br />

uzun yıllardır arkadaşı olan Giles<br />

Nuttgens’in mükemmel sinematografisi<br />

ile hikayenin alt metni de<br />

ortaya çıkıyor.<br />

Bana kalırsa senenin en iyi<br />

senaryolarından biri Hell or High<br />

Waters filmine ait. Akademi’de<br />

birkaç adaylık alacağını<br />

düşündüğüm film, bu kompleks<br />

senaryosu ile En İyi Orijinal<br />

Senaryo adaylığı alacaktır. Bu<br />

melankolik sert ağıt benim için<br />

tartışmasız senenin en iyi filmlerinden.


HANGİ<br />

HAYVAN<br />

BELGESELLERİ !?<br />

SEMRA GÜZEL KORVER<br />

BELGESELCİ<br />

Kan, aksiyon, şiddet, bir<br />

şekilde rating yapıyor.<br />

İçinde doğa olan ama<br />

aslında çok yapay bir<br />

heyecan yaratan,<br />

belgeselden çok<br />

magazine dönüşen<br />

programlar var.<br />

Hemen hemen kime sorsan en çok<br />

belgesel izlemeyi tercih ediyor.<br />

Kitap okurum, müzik dinlerim belgesel<br />

seyrederim şeklinde yani… “Peki<br />

hangi belgeselleri izlersiniz?” “Hayvan<br />

belgeselleri.” Bir keresinde, bir belgesel<br />

söyleşisinde seyirciye sormuştum:<br />

“Belgesel denince aklınıza ne geliyor?”<br />

diye. Salonun bir bölümü neredeyse<br />

hep bir ağızdan “hayvanlar” demişti.<br />

Bu hayvan belgesellerine düşkünlüğü<br />

neye bağlamak lazım, belgesel denince<br />

akla hemen hayvanlar neden geliyor?<br />

Doğayı, hayvanları çok sevmek mi,<br />

yoksa hayvanlar alemine ciddi bir özel<br />

ilgi mi, yoksa hayvan belgeselleri adı<br />

altında yapılan programların dayanılmaz<br />

cazibesi mi, yoksa yoksa günlük hayatın<br />

betonlarından kaçıp ekranlardaki doğaya<br />

sarılmak mı? D şıkkı hepsi, E şıkkı hiç<br />

biri mi?<br />

Yıllarca gerek yerli gerek yabancı kanallarda,<br />

başka diyarlarda çekilmiş doğa<br />

filmleri izledik. Memleket coğrafyasındaki<br />

yaban hayatı nasıldı acaba? Bu kaygı<br />

ve merakla eline kamerasını alıp bizim<br />

elleri çekmeye gidenlerin sayısı oldukça<br />

kısıtlıydı. Son yıllarda bu alanda üretim<br />

yapmak isteyen, objektifini bu topraklardaki<br />

yaban hayatına çevirenlerin sayısı<br />

hızla artıyor. İşte Ece Soydam bu işi<br />

profesyonelce yapan, çok ödüllü, çok<br />

filmli, doğa tutkunu belgeselcilerden biri.<br />

Anadolu Yaban Koyunu, Kara Akbaba,<br />

Ayı ve İnsan, Oturan Boğanın İzinde,<br />

Kuşlar Çakallar ve Diğerleri, Kurt yönetmenin<br />

yurt içi ve yurt dışında seyirci ile<br />

buluşmuş, ödüller almış yapımları.<br />

Ece sence nedir bu seyircinin hayvan<br />

belgesellerine yoğun ilgisi? Hayvan belgeselleri<br />

derken tırnak içinde söylüyorum<br />

elbette. Sen anladın zaten yüzündeki<br />

gülüşten belli.<br />

Aslında bu durumda garip bir tezat var.<br />

Türkiye’de bu kadar az yaban hayatı<br />

belgeseli üretilirken neden belgesel<br />

denince ilk akla gelen hayvan belgeseli<br />

oluyor ben de anlamıyorum. Tabii<br />

ki yıllardır Türkiye’de de yayın yapan


National Geographic gibi kanalların bunda büyük<br />

etkisi var. Ama bunun yanında yerli ve yabancı,<br />

yüzlerce kültür, tarih, kısaca “insan” belgeseli de<br />

yayınlanıyor. TRT Belgesel’de, İz TV’de, National<br />

Geographic People, History gibi birçok kanalda<br />

bunların örnekleri var. Aslında bu konuda ciddi<br />

bir araştırma yapılsa ne güzel olur. Çünkü ben<br />

bir yandan da birçok kişinin hiç hayvan belgeseli<br />

izlemeyip yalnızca bu tür belgeselleri izlediğini<br />

düşünüyorum.<br />

Bence de ne güzel olur böyle bir araştırma. Ayrıca<br />

azda olsa Türkiye’deki festivallerde de belgeseller<br />

seyircisiyle buluşuyor. Son yıllarda bir de internet<br />

ortamı söz konusu. Çektiği filmi internete<br />

yükleyen pek çok yapımcı ve yönetmen var.<br />

Neyse konumuza dönersek bu ilgiyi sen nasıl<br />

yorumluyorsun?<br />

Hayvan belgesellerinin bu kadar ilgi çekmesinin<br />

nedeni tabii ki öncelikle doğa sevgisi ve merak.<br />

Belki doğadan çok kopuk yaşamamızın da bunda<br />

bir payı vardır Doğa o kadar inanılmaz ki ve<br />

aslında o kadar az şey biliyoruz ki, farklı türlerin<br />

davranış özellikleri, insanlardan çok farklı olan<br />

özellikleri, hiç bitmeyen bir merak…<br />

Hayvan bizim değimimizle yaban hayatı belgesellerinin<br />

fakat gerçek anlamda belgesellerinin


takip ediliyor olması sevindirici. Doğayı ne<br />

kadar anlar vey yakın olursak kendimizi de o<br />

kadar anlar, barış ve huzur içinde yaşarız belki.<br />

Beğendiğin takip ettiğin yaban hayatı belgeselcileri<br />

ve yayın kanalları var mı? Discovery,<br />

National Geographic gibi kanalların yayınladığı<br />

yapımları nasıl buluyorsun? Maalesef seyirci<br />

hala neyin belgesel, neyin magazin, neyin<br />

sadece bir bilim ve kültür programı olduğunu<br />

ayırd edemiyor. Tabii sürekli bu tür programlara<br />

maruz kalınca nasıl farkı fark edecek.<br />

Benim en beğendiğim yaban hayatı belgeselleri<br />

BBC yapımı olanlar. Yalnızca milyon dolarlık,<br />

muhteşem görüntülerin olduğu yapımlardan<br />

bahsetmiyorum. Tek bölümlük, Türkiye’deki<br />

televizyonlarda çok görmediğimiz belgeseller<br />

bunlar. National Geographic’in de çok iyi belgeselleri<br />

var ama onlar zaman zaman magazine<br />

dönüyor, aksiyon ağırlıklı, içinde doğa olan<br />

ama aslında çok yapay bir heyecan yaratan<br />

programlar yayınlıyor. Discovery’de bu tür programlardan<br />

bol bol var. Bunları da seven çok<br />

insan var tabii ki ama bana göre bu programlar<br />

belgesel olmadığı gibi, doğayı ve hayvanları<br />

da çok yanlış yansıtıyor. Yaban hayatı belgeseli<br />

festivallerinde de çok eleştirilen programlar<br />

bunlar. Ama kan, aksiyon, şiddet, bir şekilde rating<br />

yapıyor ve bu yüzden de hayvanların “ölüm<br />

makinası” olanları makbul oluyor, ya da insanlar<br />

doğaya gidip zorla timsahlara ya da yılanlara<br />

musallat oluyor.<br />

Sana göre bir yaban hayatı belgeseli nasıl<br />

olmalı?<br />

Bana göre gerçek yaban hayatı belgeselleri,<br />

sürekli olarak aksiyon, av, kavga, kan revan<br />

peşinde olmayan, belgeselin konusu olan<br />

hayvanları olabildiğince gerçekçi anlatan filmler<br />

olmalı.<br />

Bir de görüntülü zeoloji kitabı olmamalı değil mi,<br />

bir öyküsü, bir duygsu, ruhu olmalı.<br />

Elbette ders kitabı niteliğinde, didaktik bir<br />

anlatım, bir eğitim-ders programı olmamalı.<br />

Bunu söylemeye gerek bile var mı?<br />

Evet öyle ama öte yandan böyle o kadar çok<br />

program var ki belgesel adı altında. Gerçi her<br />

türde belgesel için geçerli bu ya… Neyse biz<br />

devam edelim.<br />

Yaban hayatı belgeselciliğinin olmazsa olmaz<br />

evrensel prensipleri neler?<br />

Tek kelimeyle, etik. Çekimlerde, öykü<br />

oluşturmada, metinde… Güvenilir olmak, yapılan<br />

çekimlerde hayvanlara zarar verebilecek hiçbir<br />

şey yapmamak, doğaya müdahele etmemek,<br />

bilgileri doğru vermek, hayvanları canavarlar ya<br />

da ölüm makinaları gibi yansıtmamak, yanlış<br />

anlaşılabilecek hiçbir şey söylememek. Bunlar<br />

dikkat edilmesi gereken en önemli evrensel prensipler.


Türkiye’de yaban hayatını çeken çok az belgeselci<br />

var. Sen de bunlardan birisin belki de tek<br />

kadınsın? Nedir sizin ortak özellikleriniz? Bir<br />

insan neden bu kadar zor süreçlere katlanarak<br />

bu işi yapar,<br />

Bunu yine ancak doğa sevgisiyle açıklayabilirim<br />

sanırım. Bize aslında çekim için gittiğimiz<br />

köylerde, ilçelerde yaşayanlar da bu soruyu<br />

çok soruyor. Sıcak soğuk demeden saatlerce<br />

beklediğimizi ve bazen çekim alanlarına ulaşmak<br />

için bile büyük çaba harcadığımızı görünce, “Siz<br />

ya bu işten çok para kazanıyorsunuz, ya da<br />

delisiniz” diyorlar. Sonra bizim devlet memuru<br />

olduğumuzu, TRT yapımı olduğunu öğrenince,<br />

ikinci seçenekte karar kılıyorlar! Ben bu kadar<br />

çaba harcamanın çok da delilik olduğunu<br />

düşünmüyorum tabii ki. Doğada olmak, saatlerce<br />

gözlemlediğiniz araziyi artık taşına kadar ezberlemek,<br />

beklediğiniz ya da hiç beklemediğiniz hayvanlar<br />

geldiğinde onları doğal ortamlarında uzun<br />

uzun izlemek, ve tabii bunları kaydederek öyküsü<br />

olan bir belgesel haline getirmek, katlandığınız<br />

tüm zorluklara değiyor.<br />

Çekimler sırasında ne tür tepkilerle<br />

karşılaşıyorsun?<br />

Bir önceki soruda anlattığım delilik durumundan<br />

başka, öncelikle kadın olarak bu işi yapmama çok<br />

şaşırıyorlar. Ben de sürekli bunun garip olmadığını<br />

anlatmaya çalışıyorum, yurt dışındaki yaban<br />

hayatı belgeselcilerinin neredeyse yarısının kadın<br />

olduğunu söylüyorum. Ama tabii Türkiye’de yine<br />

de hâlâ bir kadın olarak bu işi yaptığım için gereksiz<br />

bir saygı görüyorum. Bunun dışında, çekimle<br />

ilgili çok benzer tepkilerle karşılaşıyoruz. Örneğin<br />

araştırma için bir yere gidiyoruz, diyelim ki ayılarla<br />

ilgili bilgi almaya çalışıyoruz, ilk duyduğumuz şey<br />

“göremezsiniz ki, çekemezsiniz ki” gibi sözler<br />

oluyor. Uzun uzun anlatmak zorunda kalıyoruz,<br />

biz sonra geleceğiz, saatlerce bekleyeceğiz diye.<br />

Bir de “Buradan her zaman ayı geçer” diyen<br />

birine orada en son ne zaman ayı gördüğünü<br />

sorduğumuzda “3 yıl önce” gibi cevaplar alabiliyoruz!<br />

Bunlar istisnasız her yerde karşılaştığımız<br />

şeyler. Ama neyse ki bizim ne istediğimizi çok iyi<br />

anlayan, bölgeyi ve hayvan trafiğini çok iyi bilen<br />

kişiler de oluyor. Zaten onların çekimlere katkısı<br />

çok büyük oluyor.<br />

Çekimlerde ya da filmlerin gösteriminden sonar en<br />

çok hangi sorularlarla karşılaşıyorsun?<br />

Bize en çok sorulan sorulardan biri özellikle<br />

yabancı belgesellerdeki bazı sahnelerin nasıl<br />

çekildiği. Aslında çoğu kişi, bazı belgesellerdeki<br />

çekimlerin doğada değil, kapalı alanlarda,<br />

parklarda, hatta stüdyoda çekildiğini, ya da<br />

eğitimli hayvanların kullanıldığını anlamıyor. Bunu<br />

anlamamaları çok doğal tabii ki. Bunu söylemek,<br />

aslında belgeselcinin görevi. Daha birkaç yıl önce<br />

bile BBC’nin milyon dolarlık işlerinden olan Frozen


Planet belgeselinde bir kutup ayısının doğum<br />

sahnesi vardı. Doğada gibi gösterilmiş, ama<br />

sonra hayvanat bahçesinde çekildiği ortaya<br />

çıkmıştı. Kendini çok kandırılmış hisseden<br />

izleyiciler isyan etti, tam bir skandal oldu. Artık<br />

bu tür şeylere daha fazla dikkat edilmeye<br />

başlandı. Hatta yaban hayatı belgeselcilerinin<br />

“itiraf” kitapları yayınlanıyor. Bu tür görüntüler<br />

aslında bizim gibi yalnızca doğada çekim yapan<br />

belgeselcileri çok zorluyor. Çünkü onlar çekmiş<br />

de biz çekememişiz gibi bir algı oluşuyor. Biz<br />

bugüne kadar yalnızca “Kurt” belgeselinde<br />

inlerin içindeki sahneleri hayvanat bahçesinde<br />

çektik çünkü böyle bir şeyi doğada çekmek<br />

imkansız. Bunu da belgesel metninde söyledik<br />

zaten.<br />

Türkiye’de yaban hayatı belgeselleri çekmenin<br />

ayrıca bir zorluğu ya da kolaylığı var mı?<br />

Bölgeden bölgeye farklılık gösteren durumlar<br />

var. Örneğin Afrika’da arslanlar, çitalar, çekim<br />

ekiplerinin neredeyse birkaç metre uzağında<br />

duruyor, hatta araçlarının altında dinleniyor.<br />

Böyle olunca hem çok yakın plan çekimler<br />

alınabiliyor, hem de aynı hayvanı bazen yıllarca<br />

takip etmek mümkün oluyor. Türkiye’de ise<br />

insandan kaçmayan hayvan yok gibi bir şey!<br />

Hayvanları yakından çekmek bir yana, sadece<br />

görebilmek için bile çok iyi kamufle olmak, koku,<br />

ses gibi hayvanları kaçırabilecek şeylere çok dikkat<br />

etmek gerekiyor.<br />

Ayrıca bizde 30-40 yıldır tek bir hayvan türünü<br />

çalışan bilim insanları da yok. Yurt dışında genellikle<br />

danışmanlar belgesel ekibini nokta atışı<br />

hayvanların olduğu yerlere yönlendiriyor. Bizdeyse<br />

bu tür çalışmalar daha çok yeni olduğu için, biz<br />

danışman, avcı, köylü, doğa korumacı, mümkün<br />

olduğu kadar fazla kişiyle iletişime geçip o şekilde<br />

çekim yerlerini belirlemeye çalışıyoruz.<br />

Şu anda yaklaşık 15 yıllık deneyime sahibiz<br />

ama daha önümüzde çok uzun bir yol var. Tek<br />

tesellimiz, bu işte nispeten yeni olsak da, belgesellerimizin<br />

yurt dışı festivallerde de ilgi görmesi,<br />

ödüller alması, yurt dışına satılması. Umarım<br />

Türkiye’de zamanla bu alanda güzel ve doğru işler<br />

yapacak daha fazla belgeselci de olur.<br />

Umarım ve şiddetle dilerim olur. En azından<br />

Türkiye’nin yaban hayatı öyküsünün bir bölümü<br />

anlatılmış, aynı zamanda görsel ve işitsel belge,<br />

bilgi ve envanter de oluşturulmuş olur.


NERUDA: HÜZÜNLÜ<br />

BİR ŞİİR GİBİ<br />

Film, anlaşılacağı üzere Pablo<br />

Neruda’nın hayatından kesit içeriyor.<br />

Siyasetçi olduğu dönemden<br />

ülkeden kaçtığı dönemlere<br />

dek süren ve peşinde bir polisin<br />

kedi fare oyunun aktörü olduğu<br />

zamanın hikayesi.<br />

ONUR KIRŞAVOĞLU<br />

n İki Pablo... Biri Larrain.<br />

Şili’nin, hatta<br />

dünya sinemasının<br />

son yıllarda adını çok<br />

duyurduğu ve 2000’li<br />

yıllara damga vuran<br />

en başarılı yönetmenlerinden<br />

biri. Pinochet<br />

döneminde büyümüş ve acılarını yaşamış,<br />

siyasetçi bir anne babanın oğlu. Bir<br />

üçleme ile dönemi sert biçimde anlatmış<br />

ve bu yıl çektiği iki filmle artık sahneye<br />

iyice yerleşmiş. Diğer Pablo’muz ise herkesin<br />

iyi bildiği Neruda. Aslında hakkında<br />

çok şey yazmaya gerek yok ama biraz<br />

deneyelim. Komünist, siyasetçi, şair, humanist<br />

ve mücadele adamı. Sanırım ilk kelimeler<br />

bunlar olabilir. Kendi dönemi için<br />

en önemli birkaç isimden biri. Tabii şiirleri<br />

ile de ölümsüz. İşte, bu iki farklı kuşağın<br />

iki büyük sanatçısı sinemanın büyüsü ile<br />

bir arada...NERUDA


Film, anlaşılacağı üzere Pablo Neruda’nın<br />

hayatından kesit içeriyor. Siyasetçi<br />

olduğu dönemden ülkeden kaçtığı dönemlere<br />

dek süren ve peşinde bir polisin<br />

kedi fare oyunun aktörü olduğu zamanın<br />

hikayesi. Neruda, hiç bir şekilde sözünü<br />

sakınmayan ve derdini anlatan bir büyüleyici<br />

şair. Sabah politika yapan, akşam<br />

özel organizasyonlarda kostümünü giyip<br />

şiirlerini sergileyen çok yönlü bir adam.<br />

Komünizme inanan ve bu yolda adımlarını<br />

atan bir mücadele insanı. Pablo Larrain,<br />

evvela Neruda’yı hala tanımayanlar varsa<br />

ufak bir girizgah ile bu yönlerini bize<br />

sunuyor. Tarafını belli etmiyor, etmesi de<br />

gerekmiyor ve objektif bir şekilde hikayeyi<br />

aktarıyor. Hatta Neruda’yı, onu kovalayan,<br />

yakalamak için varını yoğunu ortaya<br />

koyan dedektif Peluchonneau’nun sesinden<br />

ve fikrinden veriyor. Dedektifin tek<br />

amacı onu yakalamak ama içten içe ona<br />

hayranlık duyuyor. Her adımda, her elinden<br />

kaçırdığından daha çok etkileniyor ve<br />

daha çok bağlanıyor. Artık bir bütün gibi,<br />

hayal ile gerçek gibi Neruda’yı benliğinde<br />

taşıyor ve çok yakın hissediyor. Aynı<br />

şekilde Neruda’da kendisinin peşinde<br />

olan bu adamı içselleştiriyor. Hiç görmeden<br />

bile kendisini iyi tanıyor, hissediyor<br />

ve adımlarını onun gibi düşünerek<br />

atabildiği için kurtulmayı başarıyor.<br />

Artık gelinen son noktada hayal, gerçek<br />

birbirine karışıyor.<br />

Pablo Larrain, yenilikçi denemeleri<br />

her filminde uygulayan,<br />

karakterleri ve diyaloglarını her<br />

filminde yeni bir şekilde bize sunan<br />

, her filmindeki bu yeniliklere<br />

atmosfer yaratımı ve sinematografi<br />

alanlarında da bir şeyler<br />

eklemeyi başaran bir yönetmen.<br />

Mercek kullanımı, ışığın farklı bir<br />

şekilde hikayelere eşlik edilişi, tonların<br />

anlatıya göre değişip vals yapması ve<br />

kurulan şahane atmosfer. Larrain her filminde<br />

farklı olmayı ve büyüleyici bir şekilde<br />

bunları kullanmayı çok iyi biliyor. Bu


Bu filmde ise tüm bunların artık<br />

zirvesinde bir iş kotarıyor. Diyaloglar,<br />

tıpkı hikaye gibi hem<br />

oldukç gerçek, hem de geçişler<br />

ile hayal kadar büyüleyici. Yine<br />

yepyeni bir şey deneyen Larrain,<br />

atmosfer kurma açısından<br />

da şairane bir işe imza atıyor. O<br />

dönemin renkleri ve atmosferini<br />

başarı ile kurarken kullandığı<br />

tonlar ile tam da Neruda’ya<br />

yakışan bir görsellik sunuyor.<br />

Politikacı Neruda ile şair ve<br />

komünist Neruda’yı anlatırken<br />

farklılaşan atmosfer büyüsünü<br />

hiç kaybetmiyor ve etkileyicilikte<br />

sınıf atlıyor. Bir şaire<br />

yakışır şiirsel bir anlatım perdeye<br />

yansıyor ve etklenmemek<br />

neredeyse imkansız oluyor.<br />

Larrain karakterleri oluşturmada<br />

da usta işi bir performans ortaya<br />

koyuyor. Empati kurmak,<br />

bir sonraki adımı sezmek ya<br />

da içselleştirmek böylesi zor<br />

bir dönemin insanını izlerken<br />

bile zor olmuyor. Bizi meselenin<br />

ortasına oturtuyor Larrain<br />

ve kadrajları ile de bunu<br />

destekliyor. Dedektif, bir cinayet<br />

romanındaki kadar soğuk, idealist<br />

ve özenle yaratılmış. Neruda<br />

ise tam da olması gerektiği gibi<br />

adeta çizilmiş. Tabii burada<br />

oyunculuk performanslarının<br />

gayet yerinde olduğunu ve<br />

bu anlamda müthiş bir destek<br />

verdiğini de söylemek gerek.<br />

Gael Garcia Bernal zaten<br />

bildiğimiz ve başarılı bir<br />

oyuncu. Dedektif Peluchonneau<br />

rolünde her zamanki gibi<br />

ışıl ışıl parlıyor ama daha az<br />

bilinen ve dizilerde boy göstermesi<br />

ile çok tanınmayan Luis<br />

Gnecco bilmeyenler için harika<br />

bir keşif. Neruda’nın değişimleri


ve gelişimlerinden farklı<br />

mimikleri ve vücut dili kullanımı<br />

usta işi. Bu filmi izledikten<br />

sonra bir köşeye not alıp diğer<br />

performanslarına göz atmamak<br />

neredeyse imkansı hale geliyor.<br />

Neruda filmi, Larrain’in sinemayı<br />

sinema yapan bütün özellikleri<br />

bir arada kullandığı bir başyapıt.<br />

Anlatımının muhteşemliği, sinematografisinin<br />

kusursuzluğu,<br />

deneyselliğin en üst çıtasının<br />

sergilenişliği ve elbette kurgunun<br />

büyüleyici yanı. Neruda,<br />

şiirsel anlatım ile teknik becerinin<br />

unutulmaz bir uyumu olarak<br />

hafızalara yerleşiyor. Salondan<br />

ayrılınca etkisi uzun bir süre<br />

geçmeyecek olan film, Larrain’in<br />

ayak izlerinin de artık iyice duyulmaya<br />

başladığının ve tüm dünyaya<br />

yayıldığının da bir ispatı. Tıpkı<br />

bir Malick ya da Sorrentino gibi<br />

etkileyici ve şiirsel tadı üst düzey<br />

olan yönetmen, her türden filmi<br />

de başarı ile kotarabileceğinin<br />

izlerini sergiliyor. Larrain, önümüzdeki<br />

ay, yine bir biyografi<br />

olan Jackie filmi ile karşımıza<br />

çıkmaya hazırlanıyor. Neruda<br />

sonrası yükselen çıta avantaj mı<br />

dezavantaj mı tekrar göreceğiz<br />

ama büyük bir film olacağından<br />

zerre şüphemiz yok. Arkamıza<br />

yaslanıp, önümüzdeki 20 seneye<br />

damgasını vuracak bu genç<br />

yönetmenin keyfine varmaya<br />

devam...<br />

“Bilmek acı çekmektir. Ve bildik;<br />

Karanlıktan çıkıp gelen her haber<br />

Gereken acıyı verdi bize: Gerçeklere<br />

dönüştü bu dedikodu,<br />

Karanlık kapıyı tuttu aydınlık,<br />

Değişime uğradı acılar. Gerçek<br />

bu ölümde yaşam oldu. Ağırdı<br />

sessizliğin çuvalı.” Pablo Neruda


YALANSIZ<br />

DOLANSIZ,<br />

SAMiMi VE<br />

AYDINLIK<br />

FESTiVALLER…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

DİREN SİNEMA<br />

Festvallerin ardı<br />

arkasına iptal edildiği,<br />

ertelendiği günlerde<br />

hakkıyla ve adil bir<br />

şekilde devam eden<br />

festivaller candır!<br />

Festvallerin ardı arkasına iptal<br />

edildiği, ertelendiği günlerde<br />

hakkıyla ve adil bir şekilde devam<br />

eden festivaller candır! Hani bazen olur<br />

ya biri size perdeyi aralar ve aydınlığı<br />

sunar. Belki uç bir örnek oldu ama<br />

3.Uşak Kanatlı Kısa Film Festivali böyle<br />

bir duygu yarattı bende. Festival yönetmeni<br />

Araştırma Görevlisi Onur Keşaplı<br />

beni arayıp bu sene festivalin jürisinde<br />

olmamı istediğinde koşulsuz şartsız<br />

kabul ettim. Hem kısa filme hem de üniversitelilerin<br />

çabasına destek olmak her<br />

zaman iyi hissettiriyor insana. İşlerimi<br />

yoluna koymak, üç günlük festivale<br />

gitmek için uygun günü yaratmak biraz<br />

zorlu olsa da beni bekleyen üniversitelilerin<br />

arasına karışmak bir hayli iyi<br />

geldi bana. Uşak gibi küçük şehirlerde<br />

hem bir şeylere tutunmak daha anlam<br />

kazanıyor hem de daha zorlu bir hale<br />

geliyor. Ortada güzel bir çaba olduğu<br />

ise aşikar.<br />

Festivali bir yerinden yakalamak,<br />

ucundan tutunmak isteyen üniver-


siteli çocukların mükemmele yakın bir program<br />

yaptıkları festivalde her şey tıkır tıkır işledi,<br />

aksaklıklar olduysa da biz fark etmedik. Filmleri<br />

önceden izlediğimiz için bir jüri toplantısıyla sonuca<br />

ulaştık. Diğer jüri üyeleri Dilek Tunalı ve<br />

Ufuk Aksoy ve ben alanlarımızla ilgili atölye ve<br />

söyleşiler yaparak gençlere bir nebzede olsun<br />

destek çıkmaya çalıştık.<br />

Tabii büyük bir kadro değişikliğine gidilen üniversitelerde<br />

bu tarz etkinlikleri yapabilmek için büyük<br />

bir uğraş verildiğini öğreniyoruz. Onur Keşaplı’nın<br />

Festival Başkanı Doç. Dr Murat Sezgin’in<br />

desteğini de alarak (başka hocaların neredeyse<br />

desteği yok) bu yıl üçüncüsünü yaptığı festivalde<br />

etkileşim mükemmeldi. Diğer jüri üyeleri Tamer<br />

Levent ve Gökçe Pehlivanoğlu’nun katılamadığı<br />

festival, onlar da olsa bayağı ivme kazanacaktı.<br />

Zaten festival ortamıda olmak festivale destek<br />

ve yapılmasına olanak sağlayıcı şeylerden biri.<br />

En azından bu bize öğrencilerin ilgisiyle fazlaca<br />

hissettirildi. O yüzden orada bulunduğum<br />

ve ekibe destek olduğum için ayrıca mutluluk<br />

hissettim. Elimden geldiğince de desteğe devam<br />

edeceğim. Açık, şeffaf, özverili, yalansız<br />

dolansız, samimi ve aydınlık festivaller her zaman<br />

yapılsın, en büyük destek benden onlara!


BATAN FESTİVALLERİN<br />

MALLARI BUNLAR<br />

AMA EN İYİLERİ<br />

Yılın yurtiçi<br />

festivallerinde<br />

yarışan en iyi<br />

filmlerini<br />

listeledim…<br />

Keyifli okumalar!<br />

BAŞAK BIÇAK<br />

Kasap Havası<br />

Toplumsal normlar, mahalle<br />

baskısı, kadın algısı ve<br />

bunca kuralın içinde birlikte<br />

olmaya çalışan iki karakter…<br />

Evet, Kasap Havası genç<br />

adam ve ondan yaşça büyük<br />

“kötü” kadını bir araya getiren<br />

öyküsüyle daha önce<br />

izlediğimiz pek çok filme benziyor;<br />

fakat İnanç Konukçu ve Şenay Gürler<br />

yarattıkları karakterlerle,<br />

Çiğdem Sezin ise<br />

köşesine kıyısına eklediği<br />

mesajlarıyla Kasap<br />

Havası’nı, muadillerinin<br />

ötesine taşıyor. Pür bir<br />

Yeşilçam nostaljisi, dikkat<br />

edilmesi gereken bir ilk<br />

yönetmenlik denemesi…


Rauf<br />

Bir çocuğun gözünden<br />

Türkiye’nin doğusunda<br />

yaşananlara tanıklık edebilir,<br />

acılara ortak olabilirsiniz. Ve<br />

bunu, kuvvetle muhtemel<br />

politik, yer yer popülizme<br />

kayan bir anlatım diliyle izlersiniz.<br />

Fakat Rauf bu tuzağa<br />

düşmeden meramını anlatan,<br />

acısını gözünüze sokmadan paylaşan,<br />

derdi salt sinema olan filmlerden…<br />

Naif anlatımını göz kamaştıran bir<br />

görüntü yönetmenliğiyle katmerleyip<br />

seyircisinin önüne koyanlardan…<br />

Hikâyeyi bir kenara bırakıp,<br />

etkileyici birkaç görüntüyü arka<br />

arkaya kurgulayınca film yapıldığını<br />

düşünenlere de sağlam bir ders veriyor.<br />

Rüya<br />

Derviş Zaim, Anadolu<br />

mitlerini, ülke meseleleriyle<br />

birleştiren hikâyesi ve<br />

kendine özgü tarzıyla yine<br />

farklılaşmayı başarıyor.<br />

Rüya, mimar bir kadının<br />

tasarladığı cami projesi<br />

üzerinden yedi uyuyanlar<br />

öyküsünü anlatırken,<br />

kentleşme problemlerine<br />

değinmeyi ihmal etmiyor. Durağan<br />

yaqpısına rağmen meselesiyle öne<br />

çıkan filmlerden…<br />

Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta<br />

Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var<br />

Rıza Sönmez Kars’ın kimliğini<br />

oluşturan şeylerin peşine tıpkı filmde<br />

gösterdiği kazın peşine düşen çocuk<br />

gibi düşüyor. Orhan Pamuk’un Kars<br />

şehriyle romanı üzerinden kurduğu<br />

ilişkiyi anlatma biçimi fevkalade.<br />

Kültürün ve folklorun direnirken bizim<br />

değerlerimize sahip çıkmayışlığımızı<br />

ise buruk bir finalde seyircinin yüzüne<br />

fırlatıyor. Yılın en naif ve başarılı döküdrama<br />

(kurmaca belgesel) çalışması.


Kalandar Soğuğu<br />

Yönetmeni Mustafa Kara<br />

tarafından beş yılda ilmek ilmek<br />

dokunmuş, yansıttığı coğrafyayı<br />

özümsemiş, el emeği göz nuru bir<br />

film; Kalandar Soğuğu… Doğanın<br />

insana, insanın doğaya yaklaşımı<br />

üzerine yaptığı sarsıcı gözlemleri,<br />

muhteşem kareler eşliğinde sunan<br />

yapımın tek sıkıntısı ise yer yer<br />

hikâyesinin önüne geçen yorgun<br />

anlatım dili…<br />

Albüm<br />

Mehmet Can Mertoğlu, ilk<br />

filmini çeken bir yönetmenden<br />

beklenmeyecek<br />

ölçüde olgun bir sinema<br />

diliyle karşımıza çıkıyor ve<br />

kamerasını Anadolu’nun<br />

orta sınıfına çeviriyor.<br />

Çocuk sahibi olamayan bir<br />

çiftin evlat edinme meselesi<br />

üzerinden topluma ve genel ahlaka<br />

dair çarpıcı tespitlerde bulunan ve<br />

bunu ustalıklı bir mizahla yapan Albüm,<br />

Şebnem Bozoklu ile Murat Kılıç’ın<br />

performanslarıyla da övgüyü hak ediyor.<br />

Rüzgârda Salınan Nilüfer<br />

Rüzgârda Salınan Nilüfer de tıpkı Albüm<br />

gibi, eleştirdiği ya da yorumladığı<br />

sınıfı dışarıdan değil; o sınıfın<br />

bağrından kopup gelen<br />

bir dille anlatıyor ve bu<br />

sayede başarıya ulaşıyor.<br />

Seren Yüce, Çoğunluk’tan<br />

altı yıl sonra çektiği filmiyle<br />

giderek daha yetkin<br />

bir sinemacı olacağını<br />

kanıtlıyor. Rüzgârda Salınan<br />

Nilüfer, oyuncularının kusursuz<br />

performanslarının<br />

bile önüne geçecek derece etkileyici<br />

üst-orta sınıf portresi çiziyor.<br />

Tereddüt<br />

Erkek egemen bir toplum ve kadın<br />

olmanın dayanılmaz ağırlığı… Yeşim


Ustaoğlu, toplumun farklı<br />

kesimlerinden ve kültürlerinden<br />

gelen iki kadının hayatını<br />

en cesur haliyle ekrana<br />

yansıtıyor ve karakterlerinin<br />

yaşadıkları kadar çarpıcı bir<br />

film koyuyor önümüze… Tek<br />

eleştirim, böylesine güçlü bir<br />

filmin, kendisi kadar güçlü<br />

bir finali hak ettiği yönünde<br />

fakat yine de etkisinden bir şey<br />

kaybetmediğini de söylemek gerek.<br />

Babamın Kanatları<br />

Ve nihayet sinemamızda az rastlanır<br />

hale gelen iş sınıfı olgusuna dair<br />

gerçekçi bir yorum…<br />

Hikâye anlatımında büyük<br />

trajediler yaratmanın illa<br />

adam kaçırma, mafyaya<br />

bulaşma vb. durumlardan<br />

ibaret olmadığını, sıradan<br />

bir insanın hayatının da<br />

sırf o sıradanlığın getirdiği<br />

çaresizlik içerisinde<br />

kahredici bir hikayeye<br />

dönüştürebileceğinin en güzel<br />

örneklerinden… Kıvanç Sezer, ilk filmiyle<br />

beklentileri çok ama çok yükseğe<br />

taşıyor.<br />

Koca Dünya<br />

Koca Dünya… İki küçük çocuğu<br />

içine sığdıramayan koskoca dünya…<br />

Kucaklayamayan,<br />

anne-babadan bile mahrum<br />

bırakan, o kutsal<br />

medeniyetine kabul<br />

edemeyen dünya… Reha<br />

Erdem, bu kez yalnızca<br />

o meşhur sembolik<br />

anlatımıyla değil, midenize<br />

oturacak öyküsüyle,<br />

kulaklarınızdan gitmeyecek<br />

melodisiyle ve<br />

hafızalarınıza kazınacak planlarıyla bir<br />

şahesere imza atıyor. Yılın en görkemli<br />

işlerinden…


Holywood’un yeni yıldızı Shailene Woodley. Birçok güzel genç yıldızı bu<br />

sayfaya konuk ettik. Ama 23 yaşında bu kadar hayatı çözdüğüne inanan<br />

bir yıldızla ilk kez karşılaştık. Bu ay Snowden filminde izleyeceğimiz<br />

yıldız yoluna emin adımlarla devam ediyor...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Shailene Diann Woodley, ABD’li aktris. Woodley,<br />

The Secret Life of the American Teenager<br />

dizisindeki Amy Juergens rolüyle ünlendi.<br />

1<strong>99</strong>1’de Simi Valley, California’da dünyaya<br />

geldi. Woodley’nin anne ve babası eğitimciydi,<br />

15 yaşında anne-babasının ayrıldığı dönemde<br />

skolyoz (omurga eğriliği) teşhisi kondu ve<br />

uzun bir süre sırt desteği kullanmak zorunda<br />

kaldı. Sinema dünyasına adım atmadan önce iç<br />

mimarlık okuma hayalleri kuran Woodley, TV’de<br />

küçük rollerle oyunculuğa adım attı. İlk önemli<br />

rolünde, 2003’te The O.C. dizisinde Marissa<br />

Cooper’ın kardeşi Kaitlin rolünde izleyicilerle<br />

buluştu. Woodley çeşitli dizi ve filmlerde oynamaya<br />

devam ettikten sonra 2008’de The<br />

Secret Life of the American Teenager<br />

dizisinde oynamaya başladı. Tam<br />

5 sezon bu dizide oynayıp Amy<br />

Juergens karakterine hayat<br />

verdi. 2013’ten itibaren<br />

sinema kariyerine daha<br />

fazla odaklanan<br />

Woodley, The Spectacular Now, The Fault<br />

in Our Stars gibi filmlerde başrolde oynadı.<br />

2014 yılında gösterime giren Veronica Roth’un<br />

romanından uyarlanan Uyumsuz (Divergent)<br />

filminde ana karakter Tris’i canlandırdı. Woodley<br />

ayrıca 2014’te gösterime giren İnanılmaz<br />

Örümcek Adam 2 filminde Mary Jane Watson<br />

karakterini canlandırmak üzere seçilmişti, ancak<br />

yapımcıların filmin senaryosunu değiştirip<br />

Mary Jane yerine Gwen Stacy’nin yer almasına<br />

karar vermeleri üzerine bu projede yer alamadı.<br />

Sıkıştırılmış bir dönemde birçok filmde<br />

karşımıza çıkan yıldızın aslında kaptırdığı roller<br />

de var. Bunlardan biri de Açlık Oyunları’nda<br />

Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı Katniss<br />

rolü. Shailene izleyiciler tarafından Jennifer<br />

Lawrence’a benzetiliyor. Güzel yıldız ise buna<br />

tepki koyuyor. Bir röportajında Jennifer ile<br />

tek benzerliğimiz kısa saçlarımız ve vajinamız<br />

diyerek bu olaya ne kadar kafayı taktığını<br />

belli etmiş. Shailene’yi daha birçok filmde<br />

seyredeceğiz sanıyorum.


COOPER iYiSi SEN<br />

n 15 Ocak 1975 Philadelphia<br />

doğumlu Bradley Cooper<br />

tiyatro, dizi ve sinema<br />

oyuncusu. Cooper oyunculuk<br />

serüvenine 1<strong>99</strong>9 yılında<br />

Sex And The City dizisiyle<br />

başladı. Büyük başarı<br />

yakaladığı Alias dizisinde<br />

oynamadan önce ise 2001<br />

yılında Wet Hot American<br />

Summer filminde oynadı. Cooper başrol olarak<br />

2005 yılında Fox da yayınlanan Kitchen Confidential<br />

dizisinde Anthony Bourdain karakterini<br />

canladırdı. Dizi olumlu eleştiriler almasına<br />

rağmen kanal dizinin yayından kaldırıldığını<br />

açıkladı.<br />

2007-2009 yılları arasında Nip/Tuck dizisinin<br />

5. sezonunun 6 bölümünde Aidan Stone karakterini<br />

canlandırdı. Aynı yıl Jim Carrey ‘le beraber<br />

Yes Man filminde yer aldı. 2009 yılında<br />

The Hangover filminde yer aldı. Film bütçesi 35<br />

milyonken gişede 467 milyon hasılat yaptı. Cooper<br />

13. Hollywood Film Festivali ve Hollywood<br />

Awards da Hollywood komedi ödülünü kazandı.<br />

2010 yılında Garry Marshall ‘ın yönettiği Valentine’s<br />

Day filminde Ashton Kutcher, Jessica<br />

Alba, Jessica Biel, Anne Hathaway, Julia<br />

Roberts ve Jennifer Garner ile birlikte rol<br />

aldı. Film büyük bir başarı elde etti. Yine aynı<br />

BANU BOZDEMİR


BiZi UÇUR!<br />

yıl efsane dizi A Takımı ‘nın beyazperde<br />

uyarlamasında Templeton “Faceman” Peck<br />

karakterini canlandırdı.<br />

2011 yılında Alan Glynn ‘ın 2001 de<br />

yayımlanan The Dark Field kitabından uyarlanan<br />

Limitless filminde Robert De Niro ‘yla<br />

başrolde yer aldı. Yine aynı yıl Hangover<br />

filminin devamı olan The Hangover Part<br />

II de yeraldı. Eylül 2011’de GQ İngiltere<br />

Cooper’a “Yılın uluslararası erkeği” ödülünü<br />

verdi. Kasım 2011’de ise People dergisi<br />

Cooper’ı yaşayan en seksi erkek seçti.<br />

2012 yılında Brian Klugman ‘ın yönettiği The<br />

Words filminde yer aldı. Yine aynı yıl Matthew<br />

Quick ‘in romanından uyarlanan Silver<br />

Linings Playbook filminde Robert De Niro<br />

ve Jennifer Lawrence ile başrolleri paylaştı.<br />

Cooper aynı zamanda 1<strong>99</strong>0’lı yıllarda geçen<br />

Ryan Gosling ve Eva Mendes ‘in başrollerini<br />

paylaştığı The Place Beyond The Pines filminde<br />

bir polis memurunu canlandırdı.<br />

Oyuncu Serena, Joy, Çok Pişmiş, Aloha,<br />

Cloverfield Yolu No:10, Vurguncular filminde<br />

rol alan oyuncu önümüzdeki yıl Galaksinin<br />

Koruyucuları ve Avengers: Infinity War<br />

filmleriyle karşımıza çıkacak. Kendisini bu<br />

ay A Dog’s Purpose / Can Dostum filmiyle<br />

izleyeceğiz.


FESTiVALLER<br />

KISA FiLMCiLERE<br />

DAHA DUYARLI<br />

OLMALI!<br />

FIRAT SAYICI<br />

UZUN FİLMİN KISASI<br />

Yeni yılın ilk köşesinde<br />

beni derinden<br />

etkileyen<br />

bir belgeselin<br />

yönetmeni<br />

Gökhan Öcal var.<br />

Yeni yılın ilk köşesinde beni derinden<br />

etkileyen bir belgeselin<br />

yönetmeni Gökhan Öcal var.<br />

Seyircisine görme engelli bir kadının<br />

yaşama azmiyle yoğrulmuş okuma<br />

sevdasını ajitasyona başvurmadan<br />

aktarmayı başarabilmiş bir belgesel<br />

“Süheyla”... Umarım bu belgeselle<br />

yolunuz kesişir ve yüreği aydınlık<br />

Süheyla’nın hayatına siz de tanık olursunuz...<br />

Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />

misin?<br />

1<strong>99</strong>1 yılında Ankara’da doğdum. 2011<br />

yılında Karabük Üniversitesi Radyo ve<br />

Televizyon Programcılığı bölümüne<br />

başladım. 2014 yılında mezun oldum ve<br />

dikey geçiş sınavı ile Selçuk Üniversitesi<br />

İletişim Fakültesi Radyo Televizyon<br />

ve Sinema bölümüne geçiş yaptım.<br />

Burada son sınıf öğrencisi olarak<br />

eğitimime devam etmekteyim. 3 yıldır<br />

Süha Arın Kısa-Ca Film Atölyesinde<br />

belgesel ve kısa film çalışmalarıma devam<br />

ediyorum. Karabük Üniversitesinde<br />

eğitimime devam ederken, bir yandan<br />

da üniversite televizyonunda çalışmaya<br />

gayret gösteriyordum. Bu sırada zorunlu<br />

bir dersimiz vardı ve onun için<br />

belgesel çekmemiz gerekiyordu. Bir<br />

ekip oluşturduk ve ilk belgesel çekimimiz<br />

için Kırıkkale’ye gittik. Tabii ki her<br />

acemi öğrenci gibi gayet güzel bir film<br />

çektiğimizi düşünerek hocamıza projemizi<br />

gösterdiğimizde bunun olmadığını<br />

ve yeniden çekim yapmamız gerektiğini<br />

söyledi. Bu benim hayatımdaki önemli<br />

dönüm noktalarından biri oldu. Bana<br />

bu işi sevdiren ve beni her zaman<br />

destekleyen Karabük Üniversitesi’ndeki<br />

değerli hocam Musa Ak olmuştur. Eğer<br />

o beni teşvik etmese belki de şu an<br />

sıradan bir iletişim fakültesi öğrencisi<br />

olacaktım.<br />

Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />

Kısa ve öz şekilde anlatmak...<br />

Biraz Süheyla’dan ve onu çekme<br />

nedenlerinden bahseder misin?<br />

Süheyla,doğuştan görme engelli


ir kadındır. Küçük yaştan beri içinde okuma<br />

özlemini biriktirmiş ve 36 yaşında babasının da<br />

desteğiyle okumaya karar vermiştir. İlk orta ve<br />

lise eğitimini başarıyla ve hiç takılmadan bitirmiş,<br />

bu eğitimi sırasında karşısına çıkan zorluklara<br />

rağmen, yılmadan ve bıkmadan<br />

çalışmıştır. Babası kitaplarını okuyarak<br />

ona en büyük desteği vermiştir. Bu<br />

azmi sayesinde, günümüzde tembellik<br />

yaparak ellerindeki fırsatları<br />

değerlendirmeyen bir çok gence<br />

örnek teşkil edecek bir yaşama sahiptir.<br />

Şu an Atatürk Üniversitesi Halkla<br />

İlişkiler Bölümü 3.sınıfta eğitimine<br />

devam ediyor. Okumasının yanı sıra<br />

ev işlerini de tek başına yapan Süheyla,<br />

babasının ve görme engelli olan<br />

abisi Kemal’in de bütün bakımlarını<br />

yapmaktadır. Süheyla’nın hikayesini<br />

ilk okuduğumda gözlerim doldu. Böyle<br />

başarılı ve görme engelli bir kadının<br />

büyük başarı hikayesini insanların<br />

izlemesini, duymasını ve bundan ders<br />

çıkarmalarını amaçlayarak böyle bir<br />

projeye başladım. Artvin’e mayıs ve<br />

ekim aylarında olmak üzere 2 kez<br />

gittik ve toplamda 12 günlük bir çekim<br />

gerçekleştirdik. Filmi yaklaşık 6-7<br />

aylık bir süreç sonunda tamamladık.<br />

Filmimiz bir çok festivalde finalist<br />

oldu ve gösterime girdi.Şuan ikisi<br />

en iyi film olmak üzere 4 tane ödülü<br />

bulunmaktadır.<br />

Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa<br />

filme ne gibi katkıları olabilir? Neler<br />

götürür?<br />

Hızla gelişen teknolojinin en çok<br />

etkilediği sanat dallarından biri<br />

kuşkusuz ki sinema. Eski tip kameralarda<br />

kasetlerden capture alınır,<br />

analog kurgu yapılırdı. Ama günümüze<br />

baktığımızda bunları daha<br />

gelişmiş yöntemler ile eskiye göre<br />

daha kolay bir şekilde yapıyoruz.<br />

Daha az zamanda daha çok iş<br />

yapılabiliyor. Daha ağır kameraların<br />

yerlerine daha hafif DSLR kameralar<br />

kullanabiliyoruz. Bu özellikle<br />

düşük bütçe ile film çeken kısa film<br />

ve uzun metraj film yönetmenleri için avantajlar<br />

oluşturuyor. Sinematografi alanında da bizi<br />

çok ileriye taşımıştır. Bu avantajların dışında<br />

dezavantajları da çok olmuştur. Özellikle güzel<br />

görüntüleri ardı ardına sıralayarak güzel bir


film ortaya çıktığını zanneden yönetmen<br />

arkadaşlarımız var. Bunlarla bir çok yerde<br />

karşılaşma imkanımız oluyor. Görüntü istediği<br />

kadar güzel olsun senaryosu kuvvetli olmadan<br />

hiçbir şey ifade etmiyor. Bana göre<br />

bir filme istediğiniz kadar görsel efekt ekleyin,<br />

isterseniz o<br />

filmi 10 boyutlu<br />

yapın, benim<br />

için önemli<br />

olan o filmin<br />

senaryosudur.<br />

Sinemada son<br />

10 yıla şöyle bir<br />

göz gezdirirsek<br />

eğer bu kadar<br />

teknolojik<br />

imkanımız<br />

olmasına<br />

rağmen İmdb<br />

listesinde kaç<br />

film ilk 10 sırada<br />

yer alabilmiş bir<br />

bakalım.<br />

Örnek aldığın,<br />

sinemasını<br />

sevdiğin, yerli ve<br />

yabancı yönetmenler<br />

kimler?<br />

Zeki Demirkubuz<br />

ve Nuri Bilge<br />

Ceylan kendime<br />

örnek aldığım<br />

ve sinemasını<br />

beğendiğim<br />

yerli yönetmelerimizden.<br />

Tabii ki belgesel<br />

alanında<br />

Ertuğrul<br />

Karslıoğlu hocamı söylemeden<br />

geçemeyeceğim. Yabancı yönetmenlerden<br />

ise Quentin Tarantino ve Stanley Kubrick<br />

diyebilirim.<br />

Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere<br />

yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?<br />

Ülkemizde bir çok film festivali var fakat<br />

bunların çoğunun sadece adı film festivali. Bir<br />

kaç prestijli festival dışında filmlerimizi gösteremiyoruz.<br />

Bir yönetmeni en mutlu eden şey filminin<br />

izlenmesi ve izleyiciden gelen tepkileri görmek,<br />

görüşlerini almaktır. Fakat festivallerin neredeyse<br />

tamamına yakını filmlerimiz gösterime alınsa<br />

bile bırakın yönetmenleri festivale davet etmeyi<br />

haber bile vermiyor.<br />

Bu konuda festival<br />

yönetimlerinin daha<br />

duyarlı olması gerekiyor.<br />

Değinmek<br />

istediğim bir diğer<br />

konu ise kısa filmcilerin<br />

festivallerde<br />

ikinci sınıf muamele<br />

görmesi ve her zaman<br />

uzun metraj filmlerin<br />

arkasında kalması.<br />

Sinema salonlarından<br />

filmlerden önce<br />

reklamlar yerine 1-2<br />

tane kısa film izlesek<br />

daha güzel olmaz<br />

mı? Umarım gelecek<br />

yıllarda bu böyle<br />

devam etmez, kısa<br />

filmler ve kısa filmciler<br />

gerektiği değeri ve<br />

saygıyı görür.<br />

Son olarak gelecek<br />

planlarından bahsedelim…<br />

İlerleyen yıllar ne<br />

gösterir tabii ki kestirmek<br />

pek mümkün<br />

olmuyor. 5 yıldır kısa<br />

film ile uğraşıyorum<br />

ve 3 filmim var. Şubat<br />

ayı ortalarında bir<br />

projem daha var ve<br />

onun planlaması üzerinde çalışıyorum. Gelecek<br />

planlarım arasında şimdilik akademik bir kariyer<br />

düşünüyorum. Yurtdışına çıkarak farklı deneyimler<br />

kazanmak, farklı kültürler görmek, bu kültür ve<br />

deneyimlerimi yeni filmlerime yansıtmak istiyorum.<br />

Önümüzdeki yıllarda uzun metraj bir film çekmek<br />

istiyorum. Eğer uygun şartlar oluşursa böyle bir<br />

düşüncem var.


BU ŞEHİR ARKANDAN<br />

GELECEK<br />

Alışıla gelmişin aksine<br />

artık yeni yayın<br />

dönemi ya da yaz<br />

sezonu dışında ara<br />

dönemde de birçok<br />

dizi izleyiciye merhaba<br />

diyor ya da<br />

daha hikâyeyi anlamadan<br />

ekranlara<br />

veda ediyor.<br />

YENİ YILIN YENİ DİZİLERİ<br />

DİZİFUN<br />

Alışıla gelmişin aksine artık yeni yayın dönemi<br />

ya da yaz sezonu dışında ara dönemde de<br />

birçok dizi izleyiciye merhaba diyor ya da daha<br />

hikâyeyi anlamadan ekranlara veda ediyor. Konuları,<br />

aşkları, çatışmaları çoğu zaman birbirine benzer olan<br />

dizilerimize yeni yılla birlikte yenileri ekleniyor. Bu<br />

sayıda sizler için yeni başlayacak dizilere ufak bir merhaba<br />

demek istedik.<br />

NERGİZ KARADAŞ<br />

Bu Şehir Arkandan Gelecek<br />

Ocak ayının ilk çarşambası ATV ekranlarından izleyicilere<br />

merhaba diyecek olan “Bu Şehir Arkandan<br />

Gelecek” adlı dizinin başrollerinde geniş bir hayran<br />

kitlesi olan Kerem Bürsin (Ali) ve Leyla Lydla Tuğutlu<br />

(Derin) yer alıyor. Adından da anlaşılacağı üzere<br />

İstanbul’un dizinin öznelerinden bir tanesi olacağı Bu


Şehir Arkandan Gelecek adlı dizi tanıtımından<br />

anlaşıldığı üzere Ali ve Derin’in hikâyesi/hikâyeleri<br />

çerçevesinde şekillenecek, şehre küskün Ali<br />

yaşayacakları aşkla birlikte İstanbul’la barışacak<br />

görünüyor.<br />

Dizinin esas oğlanı Ali küçük yaşta annesinin<br />

ölümüne tanıklık etmesinin ardından<br />

yaşadığı travmanın etkisiyle kentten nefret<br />

eden ve hayatını gemilerde çalışarak geçiren<br />

genç yakışıklı bir delikanlıdır. Ali’nin yıllar<br />

sonra istemeyerekte olsa İstanbul’a dönmesi<br />

ile bir başkasıyla nişanlı olan Derin ile yolları<br />

kesişir. Oyuncuların<br />

popülerliği ve hikâyenin<br />

daha başlangıçtan bir<br />

çatışma, yasak aşk,<br />

engel ile başlaması bu<br />

kesişmenin bu sezonun<br />

çok konuşulacak aşk<br />

hikâyelerinden bir tanesinin<br />

habercisi olduğunu<br />

gösteriyor aslında. Ali’nin<br />

diğer yandan kendi<br />

geçmişi yolculuğu dizinin<br />

heyecan yaratacak<br />

diğer bir unsuru olarak<br />

karşımıza çıkıyor. Henüz<br />

bir şey söylemek için<br />

erken olmakla birlikte<br />

diziye ilişkin ilk izlenimim<br />

kısa sürede izleyicinin<br />

beğenisini kazanacağı<br />

yönünde. Bu noktada tek<br />

sıkıntı yayın günü itibariyle<br />

karşısında Poyraz<br />

Karayel gibi güçlü bir<br />

rakibin bulunması. Neler<br />

olacak bekleyip hep<br />

birlikte göreceğiz.<br />

Ölene Kadar<br />

Yeni yıla ATV oldukça<br />

iddialı giriyor ve kadrosu<br />

oldukça güçlü olan bir<br />

diğer dizi Ölene Kadar<br />

izleyiciyle buluşmak için<br />

gün sayıyor. 12 Ocak<br />

Perşembe izleyiciye merhaba<br />

diyecek olan dizinin başrollerinde Engin<br />

Akyürek (Dağhan) ve Fahriye (Selvi) Evcen<br />

yer alıyor. Tanıtımlarından anlaşıldığı üzere<br />

Ölene Kadar adlı bu yeni dizi aşk, ihanet ve<br />

intikam çerçevesinde hayatları birden kesişen<br />

ve değişen insanların hikâyelerini anlatmak için<br />

geliyor. Dizi 11 yıl önce hüküm giymiş müebbet<br />

mahkûmu Dağhan ile onun müebbedine son<br />

veren avukat Selvi’nin hikâyesini anlatmaya<br />

hazırlanan dizi izleyiciye bol bol “adalet nedir?”<br />

sorusunu sorduracağa benziyor.<br />

ÖLENE KADAR


ANNE DİZİSİNDE ROL<br />

ALMAKTAN GURUR<br />

DUYUYORUM<br />

Çalışkan ve istekli bir<br />

oyuncu olduğu her<br />

halinden belli olan Alize<br />

Gördüm, içinde yer<br />

almaktan gurur duyduğu<br />

Anne dizisi ile izleyicilerle<br />

buluşmaya devam ediyor.<br />

GİZEM MERVE<br />

KABOĞLU<br />

Anne dizisinin Gamze’si Alize<br />

Gördüm ile Cine Dergi için<br />

söyleştik. İki başarılı oyuncunun,<br />

Vahide Perçin ve Altan<br />

Gördüm’ün kızları olan Alize Gördüm,<br />

oyunculuk tecrübesinden kulislerde<br />

geçen çocukluğuna kadar uzanan<br />

sohbetimizde güler yüzüyle sempati<br />

kazandı. Çalışkan ve istekli bir<br />

oyuncu olduğu her halinden belli olan<br />

Gördüm, içinde yer almaktan gurur<br />

duyduğu Anne dizisi ile izleyicilerle<br />

buluşmaya devam ediyor.<br />

Oyuncu olmak istediğinizi nasıl fark<br />

ettiniz?<br />

Her zaman oyuncu olmak istedim zaten.<br />

Hatta kendimi bildim bileli böyleyim<br />

diyebilim. Armut dibine düşer durumu<br />

da var tabii burada biraz, anneden<br />

babadan böyle bir hayat görüyorsun,<br />

aşık oluyorsun, hayallerini ve planlarını<br />

bunun üzerine kuruyorsun. Bir istekten<br />

ziyade daha çok bir yol gibi geliyor<br />

oyunculuk bana… Aşkın peşinden<br />

gidiyorsun, o karşına neler çıkarırsa<br />

çıkarsın, seni ne kadar yorarsa yorsun<br />

yine de devam ediyorsun, seviyorsun<br />

çünkü, çok seviyorsun.


ALİZE<br />

GÖRDÜM<br />

İlk zamanlarda oyunculuk kararınıza<br />

ailenizin verdiği tepki ne oldu?<br />

Sanatçılar genellikle yaşadıkları zorluklar<br />

nedeniyle çocuklarını sektörden<br />

uzak tutmaya çalışır malum.<br />

Evet pek sıcak yaklaştıklarını söyleyemem.<br />

Başka bir meslek seçmem için<br />

çok ısrarcı oldular uzun süre. Bu yol çok<br />

yıpratıcı dediler. Hayatlarında yaşadıkları<br />

zor dönemleri örnek gösterdiler bana.<br />

Ben de bu mesleğin getirilerinin farkında<br />

olduğumu söyledim onlara. Sonuç olarak<br />

siz tüm o zorlukları yaşarken ben de<br />

oradaydım! Sanırım önceleri yaşımın<br />

küçük olmasından dolayı beni pek ciddiye<br />

almadılar haklı olarak ama sonra<br />

büyüdükçe, istediğim mesleğe dair<br />

attığım adımlar onları ikna etti.<br />

Oyuncu bir anne babanın kızı olmak<br />

size neler kazandırdı, neleri<br />

zorlaştırdı?<br />

Bir ömür boyu sürecek olan bir okulun<br />

içindeyim. Her sohbet, her tartışma her<br />

konuşma bir ders. İçinde edebiyat , tarih,<br />

sanat ve kültür sohbetleri yapılan bir<br />

evde büyüdüm ben. Sanatçı bir anne<br />

babanın çocuğu olmak ilginç bir durum<br />

açıkçası. Hele hele aynı mesleği yapıyor<br />

olmamız durumu iyice tuhaflaştırıyor. Ne<br />

kadar anlatmaya çalışsam boş aslında.<br />

Tek söyleyebileceğim özel ve güzel bir<br />

durum olmakla birlikte bir o kadar da zor.<br />

Zorlu sahneler sonrası anne ve<br />

babanızdan görüş alıyor musunuz?<br />

Evde de eğitim sürüyor mu?<br />

Sadece zorlu sahneler sonrası değil ki!<br />

Her sahne sonrası mutlaka bir yorum<br />

oluyor. Eğitim evde devam etmekle<br />

kalmayıp, telefonda , dolmuşta, sinemada,<br />

kafede… ve aklınıza gelebilecek<br />

her yerde devam ediyor. ‘’Aklıma<br />

gelmişken şu sahnede şöyle şöyle<br />

yapmalıydın...’’ diye başlayan sohbetler!<br />

(Gülüyor)<br />

Anne dizisi reyting karnesiyle rakiplerini<br />

kıskandırıyor. Bu başarının<br />

sebebi sizce nedir?<br />

Evet, çok başarılı bir işin içindeyim ve<br />

bununla gurur duyuyorum! Aslında bir


gün sete gelip misafirimiz olsaydınız bu soruyu sormazdınız<br />

bana. (Gülüyor) Herkes öyle güzel bir uyum içinde çalışıyor ve<br />

öyle emek veriyor ki... Karşılığında da güzel ve başarılı bir iş<br />

çıkıyor ortaya. Bu işin bir takım çalışması olduğunu unutmamak<br />

gerek, insanlar birbirlerine saygı duyar, işlerini hakkıyla ve<br />

severek yaparlarsa günün sonunda hepimiz evlerimize mutluluk<br />

ve huzurla döneriz. Öyle de oluyor zaten.<br />

Kötücül karakterleri oynamak istediğinizi dile getirmiştiniz.<br />

Anne’deki rolünüz de safi iyi bir kadından uzak, bu anlamda<br />

rol sizi tatmin ediyor mu?<br />

Kötü oynamak her zaman keyiflidir, çünkü oyuncunun yaratıp<br />

köpürtebileceği daha çok alan var bence. İyi olmanın evrensel<br />

bir karşılığı vardır ve onun üzerine fazla bir oynama yapamazsın.<br />

İyi bir karakterden belli şeyler beklenir ama kötü bir karakterden<br />

her şey beklenebilir! Kötüyü lezzetli yapan budur. Gamze<br />

kötü bir karakter değil, sadece hepimiz gibi yaraları olan ve bu<br />

yaraları henüz sarmayı öğrenememiş biri. Güneş ailesinin ortanca<br />

ve aksi çocuğu. Babasını çok küçük yaştayken kaybetmiş,<br />

annesinin ablası Zeynep’e olan ilgisini hep kıskanarak büyümüş<br />

, ortanca çocuk sendromunu çok yoğun yaşayan genç bir kadın.<br />

Hayatın ona getirdiği yükün altında ezilmemek için dişlerini<br />

göstererek yaşamayı öğrenmiş hepsi bu. Gamze bu kadar sesli<br />

yaşamasaydı, annesi , ablası ve kardeşi onu bu kadar dinler<br />

miydi sizce?<br />

Önyargılara maruz kaldığınızı daha önceki röportajlarınızda<br />

açıklamıştınız. Ailenizin kariyerinize katkısına dair<br />

önyargıların nasıl üstesinden geliyorsunuz?<br />

Gelmiyorum . Bu tarz önyargıları engellemek adına bir çabam<br />

yok. İstesem da yapamam zaten, insanların zihinlerine girip<br />

onların düşüncelerini şekillendiremem. Bu benim mesleğim,<br />

bunun okulunu okuyorum, çalışıyorum, çabalıyorum ve hayatımı<br />

buna göre şekillendiriyorum.<br />

Alize Gördüm adını andığımızda nasıl bahsedilmek isterdiniz?<br />

Çok utanırım ben böyle şeyleri cevaplarken. Her şeyi bir köşeye<br />

koyduğumuzda , İyi bir insan olarak bahsedilmek isterim .<br />

Meslektir, başarıdır falan bunların belli bir yerden sonra anlamı<br />

var . Önce iyi insan olmayı becerebilmek istiyorum. Hatta annemin<br />

çok güzel bir sözü vardır.’’ İyi bir aktör olmak istiyorsan ,<br />

önce insan gibi insan olacaksın.’’<br />

Sizi ilk olarak hangi sıfatlarla tanımlamalıyız?<br />

Tuhaf. Meraklı. Dışardan bakıldığında ‘’cool’’ duran ama aslında<br />

sadece utangaç olduğu için öyle görünen kız. Tuhaf demiş miydim?<br />

Dizilerden aşinayız peki tiyatro ve sinema hayatınızın neresinde<br />

duruyor?<br />

Tiyatronun hayatımdaki yeri bambaşka. Ben kulislerde büyüdüm,<br />

oralarda ödev yaptım , oyun oynadım. Annemin babamın beni<br />

bırakacak kimsesi yoktu tabii, alıyorlardı beni yanlarına . Hatta


o zamanlar daha küçük bir bebekken hakkımda çıkan<br />

bir haber var, minik Alize kulislerde büyüyor diye. Annem<br />

hala saklar. Kamera denilen olaya yeni yeni alışıyorum,<br />

dizinin ilk birkaç bölümünde çok bocaladım zaten, işler<br />

sahnedeki gibi işlemiyor ya... Aldığım eğitim de sahne<br />

sanatları üzerine olduğu için, kamera adına öğrenmem<br />

gereken çok şey var. Şimdi ufak ufak alıştım da, ilk hallerimi<br />

görseniz çok gülerdiniz .<br />

Alize Gördüm’ün oyunculuğunu izliyoruz, ailenizden<br />

haberdarız ancak sizi tanımıyoruz aslında. Neler<br />

yaparsınız, ilginç hobileriniz, takıntılarınız, özellikleriniz<br />

var mı bizimle paylaşabileceğiniz?<br />

Oyuncu olmamın dışında yoga eğitmeniyim. Bana her<br />

gün yeni yeni şeyler öğreten bir sürü öğrencim var ve<br />

hepsinin yeri benim için çok ayrı. Aynı zamanda bas gitar<br />

çalıyorum. Setten boş bulabildiğim dönemlerde İrlanda’ya<br />

gidip geliyorum çünkü okulum orada. Hayatta çok<br />

sevdiğim iki şey var; biri annemle pazar kahvaltısı yapmak,<br />

öbürü babamla aşka dair sohbet etmek. Sevdiğim<br />

insanlarla sürekli uğraşırım , hatta onları delirtebilirim.<br />

Niye diye sorma , sadece çok hoşuma gidiyor. (Gülüyor)<br />

Neler okur, neler dinlersiniz mesela? Bize mutlaka<br />

okumamız ve dinlememiz gereken önerileriniz var<br />

mı?<br />

Ben çok büyük bir Beatles hayranıyım. Hatta basçıları<br />

Paul’e olan hayranlığımı bütün arkadaşlarım bilir. Bana<br />

hediye falan almak çok kolaydır o yüzden , Beatles ile<br />

ilgili ne alırsan al mutlaka çok beğenirim .İyi olduğumda<br />

, kötü olduğumda , her türlü ruh halinde onları dinlerim<br />

.Size de tavsiye ediyorum , canınız sıkkınsa , sevdiğiniz<br />

biriyle kavga ettiyseniz ‘’We can work it out ‘’ dinleyin ,<br />

bakın bakalım kalıyor mu bir şeyiniz! Şiir okumayı da çok<br />

seviyorum (ama içimden). En sevdiğim şair Turgut Uyar.<br />

Babanız sizden bahsederken “ne yaptığını bilen bir<br />

çocuk” olarak anılıyorsunuz. Ne yapacaksınız peki,<br />

bir sonraki adımda neler var kişisel yol haritanızda,<br />

hayallerinizde?<br />

Öyle mi demiş? Sağ olsun babam. Ama aslında hiç de<br />

ne yaptığını bilen biri değilimdir. Sadece bir şeye aşık<br />

olursam onun peşinden giderim, sonuna kadar takip<br />

ederim onu. Öyle öyle bir şeyler öğrenmiş olurum hayattan.<br />

Hedeflerim var tabii ama öyle büyük büyük laflar<br />

söylemeyi sevmem. Geleceğe dair en büyük isteğim<br />

sevdiğim mesleği yaparken sevdiğim insanları ihmal<br />

etmemek. Bir şeyler başaracağım diye yaşadığım hayatı<br />

ıskalamak en çok çekindiğim şeylerden biri. İçinde<br />

bulunduğum hayatı severek yaşamak en büyük hayalim…


ANIMAL KINGDOM<br />

VE TERSYÜZ EDiLMiŞ<br />

KUTSAL AiLE MiTi


ŞENAY TANRIVERMİŞ<br />

EPISODE<br />

Animal Kingdom ne olursa,<br />

nasıl olursa ve içinde ne<br />

yaşanırsa yaşansın bireyin ait<br />

olma arzu ve ihtiyacını anlatan çok<br />

ilginç bir dizi. Tersten çalışan bir<br />

melodram içine yerleştirilmiş macera<br />

öğeleri ise anlatının hem sürükleyici<br />

hem de şok edici olmasını<br />

sağlıyor. Çünkü merkezde annesi<br />

aşırı doz eroinden ölen Joshua’nın<br />

büyükannesinin evine sığınması<br />

ve birbirinden deli, tehlikeli ve kötü<br />

alışkanlıkları olan dayılarının hikayesi<br />

veriliyor. Böylece bir çatı<br />

altında beraber yaşayan aile bireylerinin<br />

melodramları erki temsil eden<br />

babanın hiyerarşik yönetiminde değil<br />

büyükannenin idaresinde gelişiyor.<br />

Annesini kaybettiği için kendisine<br />

yuva ve aile arayan Joshua denize<br />

düşüyor ve yılana sarılmak durumunda<br />

kalıyor. Tamamen boşlukta asılı<br />

kalmaktansa bir yılana da olsa tutunma,<br />

bağlı olma ve aidiyet ihtiyacının<br />

acınası insanlık halleri pek çok<br />

zaaflar ve temel ihtiyaçlar açısından<br />

değerli sorulara yanıt veriyor.<br />

Büyükanne Smurf besleyen,<br />

barındıran, seven ve kollayan ‘anne’<br />

rollerinin hepsini tüm bu eylemleri<br />

inkar ederek değil bizatihi yaparak<br />

zehirliyor. Bir yandan anneye atfedilen<br />

yemek pişirme, temizlik, çamaşır<br />

yıkama ve her birinin başını okşama<br />

gibi tüm sevecen cinsiyet rollerin<br />

gereğini fazlasıyla yaptığı halde öte<br />

yandan oğullarını hırsızlık yapmaları<br />

için piyasa oluşturması, yollaması,<br />

uyuşturucu satması, sattırması ve<br />

kazandıklarının hepsini getirmelerini zorunlu<br />

tutması çelişkili, kirli, karanlık ve<br />

tehditkar bir anne modeli oluşturuyor.<br />

Smurf bir annenin yapması gereken ve<br />

yapmaması gereken her şeyi yaparak<br />

kutsala dair ne varsa paramparça<br />

ediyor ve yine de dimdik ayakta ve<br />

sağlam duruyor, ailesini sağlam tutuyor.<br />

Kurumlarını sağlam tutanların<br />

örneği olarak karanlık dünyasından<br />

nefret ettiriyor ve yine de hayranlık<br />

uyandırıyor. Bu haliyle kısmen Oliver<br />

Twist’in anaerkil sisteme ve günümüz<br />

dizi estetiğine uyarlanmış versiyonu da<br />

denilebilir.<br />

Oğullarının etinden, sütünden ve<br />

kanından beslenen sevgi dolu vampir<br />

anne çocuklarını en güven dolu yerde<br />

yani evde aralıksız olarak tüketiyor,<br />

sömürüyor ve ölmelerine asla izin<br />

vermiyor böylece öte yandan koruyan,<br />

kollayan ve sarmalayan kucak olmayı<br />

da başarıyor. Birbirinden yakışıklı,<br />

sert, psikopat, yalnız ve hatta sahipsiz<br />

oğullar bir aile yapısı içinde anne<br />

kucağına bağlı yaşama arzusuyla<br />

Smurf’ün onayı için yarışıyorlar. Tekinsiz<br />

bir annenin himayesi için canlarını<br />

tehlikeye atan, öldüren, saldıran, çalan<br />

oğullar ordusu aslında aile miti<br />

aracılığıyla topluma farklı bir perspektif<br />

sunuyor… Belki de Smurf köleye<br />

çevirdiği evlatlarına yaptıkları ve<br />

yaptırdıklarıyla sistemin ve özellikle de<br />

aile, ev ve anne mitlerinin ipliğini pazara<br />

çıkarıyor.<br />

Hırsızlık, uyuşturucu ticareti, cinayet,<br />

şiddet ve aldatma gibi aksiyonlar ‘ev’de<br />

geçtiği için aile mitinin kutsallığını


sadece annelikle değil mekanla<br />

yani ‘yuva’ olarak<br />

değerlendirdiğimiz sığınakla<br />

da sınıyor, zorluyor ya da zaten<br />

bozuk olan kutsal miti açığa<br />

çıkarıyor. Evin temsil ettiği güven,<br />

huzur ve mahreme dair ne varsa<br />

yerini tehdit, korku ve aksiyona<br />

bırakıyor. Aile mitinin kutsanmış<br />

bağlarıyla evin dışındaki herkesten<br />

çalmak olağanken birbirinden<br />

çalmaya asla taviz verilmiyor.<br />

Bu arada para hariç her şeyin<br />

paylaşılır olması ise gayet olağan<br />

karşılanıyor ancak eşcinselliğe<br />

asla geçit verilmiyor. Örneğin<br />

kardeşlerin birbirinin sevgilisine<br />

göz koymaları, hatta ilişkiye<br />

girmeleri dahi olağanken eşcinsel<br />

birlikteliğe olan korkunç mesafeleri<br />

yine sistemin en güçlü ve<br />

kutsal birimi olan aile yasalarıyla<br />

elbette örtüşüyor. Bu haliyle belki<br />

de en başta en kutsal ilan edilenin<br />

en acımasız yasakları koyduğu<br />

‘aile’, ‘anne’ ve ‘aile’ kodlarıyla<br />

deşifre oluyor.<br />

Tipik bir melodramı tersyüz<br />

ederek işleyen Animal Kingdom<br />

tüm kutsalları da al aşağı ederek<br />

seyirciyi dumura uğratıyor, kırdığı<br />

normlar ve klişeler eşliğinde çok<br />

zor sorular soruyor. Anne kimdir?<br />

Aile nedir? Birbirine hiç benzemeyen<br />

fertlerden aile olur mu?<br />

Sadece kendi çıkarlarını düşünen<br />

ve diğerlerini her türlü çıkmaza,<br />

ölüme, felakete sürükleyen bir<br />

grup insan birbirini gerçekten<br />

sever mi? Yoksa aile denen kutsal<br />

mit birbirinin çıkarına hizmet<br />

eden bir şirket midir zaten?<br />

En kutsal bildiğimiz kurum olan<br />

aile de işler böyle yürütülüyorsa<br />

diğer kutsallar ne kadar temiz olabilirler?


SULANDIRMADAN DA<br />

KOMEDİ YAPILABİLİR<br />

Altınsoylar ile karşımıza çıkan<br />

Sami Aksu ile Cine Dergi için<br />

konuştuk. Ali Kundilli serisi ile<br />

beyazperde seyircisi tarafından<br />

tanınan Aksu, Altınsoylar’ın kısa<br />

ekran macerasında bile dikkatleri<br />

üzerine çekmeyi başardı.<br />

GİZEM MERVE<br />

KABOĞLU<br />

Altınsoylar ile karşımıza çıkan<br />

Sami Aksu ile Cine Dergi için<br />

konuştuk. Ali Kundilli serisi<br />

ile beyazperde seyircisi tarafından<br />

tanınan Aksu, Altınsoylar’ın kısa ekran<br />

macerasında bile dikkatleri üzerine<br />

çekmeyi başardı. Komedideki iddiası<br />

yer aldığı projelerle tasdiklenen<br />

Sami Aksu’nun kariyer hedefinde ise<br />

sadece komedi yok, drama da göz<br />

kırpıyor. Başarılı oyuncu, oyunculuğun<br />

yanı sıra fotoğrafçılıkta da adından<br />

söz ettireceğe benziyor.<br />

Daha çok komedi projelerinde<br />

gördük sizi, bilinçli bir tercih mi?<br />

Evet daha çok komedi projelerinde yer<br />

aldım ama bu demek değil ki sadece<br />

komedi yapabiliyorum oyunculuk<br />

çok büyük bir okyanus ve derinlikleri<br />

var komedi, dram, oyuncunun beş<br />

parmağında beş marifet olmalı.<br />

Komediye daha teşne bir oyuncu<br />

olduğunuza katılır mısınız?<br />

Tiyatro yaptığım yıllarda son derece<br />

ciddi oyunlar ve ciddi rollerde de roller<br />

aldım ama TV sektöründe insanlar sizi<br />

hangi rol ile tanırsa, artık rolün adamı<br />

oluyorsunuz.<br />

Bundan şikayetçi misiniz?<br />

Tabii ki komedi yapmayı çok seviyorum<br />

insanları güldürebilmek çok güzel bu


SAMİ AKSU<br />

durumdan hiç şikayetçi değilim.<br />

Drama da komediye de kapıları<br />

kapatmıyorsunuz yani?<br />

Benim de tipim yapım ve yeteneğim<br />

daha çok komediye yatkın ama gelecek<br />

olan herhangi bir dram işinin de altından<br />

başarı ile kalkabileceğimi iyi biliyorum.<br />

Ali Kundilli serisi hayatınıza neler<br />

kattı?<br />

Pek çok projede yer almama rağmen<br />

insanlar beni Ali Kundilli’deki Vedat karakteri<br />

ile tanıdı. Benim çıkış noktalarımdan<br />

biri oldu, filmin bende ayrı bir yeri var.<br />

Ayrıca canlandırdığım Vedat karakteri<br />

neredeyse filmin tamamında tekerlekli<br />

sandalyedeydi bu durum beni engelilere<br />

karşı daha duyarlı bir hale getirdi,<br />

yaklaşık iki ay süren çekimlerde empati<br />

kurmamı sağladı.<br />

Filmin 3.’sü gelecek mi?<br />

Olabilir, seyirci filmi ve karakterleri sevdi,<br />

devamı gelebilir.<br />

Türkiye izleyicisinin komediden<br />

beklentisi ne sizce, nelere gülüyoruz,<br />

ne istiyoruz?<br />

Artık çok daha bilinçli bir izleyici var,<br />

yaptığınız iş sıcacık, içten, doğal ve samimi<br />

olmalı. Seyirci durum komedisi ve<br />

zekice yapılan esprilere gülüyor artık.<br />

Altınsoylar neden beklenen ilgiyi görmedi?<br />

Mükemmel kadrosu olan ve işini severek<br />

yapan insanları buluşturan bir projeydi.<br />

Günümüzde pek çok dizi başlıyor, pek<br />

çok dizi bitirme kararı alıyor bu gayet normal<br />

işleyen bir süreç ve bittiğine üzülen<br />

seyircisi de vardı ama izleyici sayımız<br />

yeterli değildi. Ne dersek diyelim son<br />

sözü seyirci söyler.<br />

Oyunculuk sizin kişiliğinize neler<br />

kazandırdı? Meslek seçiminizin artıları<br />

neler oldu?<br />

Oyunculuğun en büyük artısı<br />

farkındalığınızın artması ve empatinizin<br />

güçlenmesi, hiç tanımadığınız bir insanla<br />

bile çok rahat iletişim kurabiliyorsunuz.<br />

Oyuncuğun benim hayatımda<br />

çok fazla artısı oldu mesela ilk ve<br />

orta okul, lise yıllarım dahil çok aso-


asosyal bir çocuktum, oyunculuk ilk<br />

başta iletişimimi kuvvetlendirdi, sonra<br />

kendimi daha iyi ifade edebilmemi.<br />

Sürekli bir şeyler öğreniyorum<br />

hem de her meslek hakkında, çünkü<br />

bir sonraki projede hangi rolde<br />

olacağınızı bilemiyorsunuz belki polis,<br />

belki pilot, belki de işportacı, bu<br />

durumda bilgilerinizi sürekli güncel<br />

tutuyorsunuz ve öğrenmeye açık<br />

oluyorsunuz.<br />

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?<br />

Hayatımın ilk rolü, rahmetli Turgut<br />

Özakman’ın yazdığı “Bir şehnaz<br />

oyun” adlı tiyatro eserinde Müştak<br />

karakterini canlandırmıştım.<br />

2006 senesiydi İzmir’de üniversite<br />

öğrencisiydim, oyunu<br />

sergileyeceğimiz salon 500 kişilikti<br />

ama salonda yaklaşık 650 kişi<br />

vardı, tıklım tıklım doluydu. Heyecandan<br />

ölüyordum neredeyse, Her<br />

şeye rağmen mükemmel bir oyun<br />

geçmişti ve izleyen herkes çok<br />

gülmüştü, eğlenmişti sonunda çok<br />

güzel alkış almıştık ve işte o gün<br />

solondaki her bir izleyicinin alkışı<br />

benim oyuncu olmaya, karar vermeme<br />

sebep olmuştu.<br />

Fotoğrafa ve yönetmenliğe de<br />

merakınız var diye duydum. Kariyer<br />

hedefinizde kendinizi nerede<br />

görüyorsunuz?<br />

Oyunculuk gibi fotoğrafçılığın da<br />

bende ayrı bir önemi var, hatta B<br />

planım bile diyebilirim, ilk başlarda<br />

hobi olarak başlayıp önünü<br />

alamadığım bir tutku ve ardından<br />

kendimi içinde bulduğum bir meslek<br />

haline geldi. Oyunculuk, fikirlerimi<br />

geliştirdi, fotoğrafçılık ise bakış<br />

açımı bu iki etki beni yönetmenliğe<br />

karşı tetikledi. Kendi çapımda<br />

kısa filmler, skeçler ve şarkıcı<br />

arkadaşlarıma klipler çektim, ama<br />

tabi ki yönetmenlik de yapıyorum<br />

diyemem, demem de. Kariyer<br />

planımda öncelik oyunculuk ve


fotoğrafçılıkta.<br />

Komedide köşe başlarının<br />

tutulduğu ve yer edinmenin<br />

daha zor olduğu görüşüne katılır<br />

mısınız?<br />

Bence herkes dönemini yaşar, artık<br />

her şeyi fazlasıyla tüketir bir hale geldik,<br />

insanlar aynı espriye iki defa gülmüyor<br />

ve artık o köşeler çok kalmadı<br />

her geçen gün yeni komedyenler<br />

türüyor ama çok çabuk tükeniyorlar.<br />

Her yerde görüyoruz diziler, filmler,<br />

reklamlar ve sonrasında insanlar artık<br />

görmekten sıkılıyor ve yeni komedyenler<br />

keşfediyor.<br />

Oyuncu olarak fark yaratmak için<br />

sizin yol haritanız nedir?<br />

Fark yaratmak gibi bir iddiam yok<br />

ama komedi sulandırılmadan<br />

abartıdan uzak doğal oyunculukla da<br />

yapılabileceğini göstermek en büyük<br />

amacım ve her projede yer almak yerine<br />

seçici olup kaliteli projelerde yer<br />

almak beni doğru yola götüreceğini<br />

düşünüyorum.<br />

Mesleki idolünüz var mı? Kim,<br />

neden?<br />

İdol olarak gördüğüm bir oyuncu<br />

var diyemem ama oyunculuklarına<br />

hayranlık duyduğum oyuncular var<br />

ülkemizde, başlıca Şener Şen, Fikret<br />

Kuşkan, Halit Ergenç, Cengiz Bozkurt,<br />

Ertan Saban gibi isimler ve aklıma<br />

gelmen birkaç kişi daha…<br />

“Şöyle bir rol oynamak isterim”<br />

dediğiniz bir karakter tarif edebilir<br />

misiniz?<br />

Şehrin kalabalığı içinde kaybolmuş,<br />

saygı ve sevgisinden dolayı<br />

eşine ve çocuklarına karşı otorite<br />

sağlayamamış, iş yerinde popülaritesi<br />

olmayan dürüst ve namuslu bir adamı<br />

canlandırmak isterdim, bu sadece biri<br />

daha birçok derinliği olan roller de oynamak<br />

isterdim dram ya da komedi.<br />

Yeni projeler var mı?<br />

Tabii ki birçok yeni projeler ve<br />

görüşmeler var ama sürpriz.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!