Cinedergi 99
Binder99B
Binder99B
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
CINEVİZYON<br />
6 OCAK<br />
Anthropoid<br />
Ağ / The Net<br />
Sonsuzluk Ormanı / The Sea of Trees<br />
Çalgı Çengi İkimiz<br />
Hızlı ve Tüplü<br />
Snowden<br />
20 OCAK<br />
Perde Ayn-ı Cin<br />
Jackie<br />
Olanlar Oldu<br />
Kötü Çocuk<br />
Bu da Nereden Çıktı? / Why Him?<br />
Pepee<br />
Moana<br />
13 OCAK<br />
Bilal: A New Breed of Hero<br />
Queen of Katwe<br />
American Honey<br />
Gölge<br />
Hep Yek 2<br />
Uzay Yolcuları / Passengers<br />
The Bye Bye Man<br />
Sebastian Sevgili Dostum / Belle and Sebastian:<br />
The Adventure Continues<br />
27 OCAK<br />
Vezir Parmağı<br />
Satıcı / The Salesman<br />
Rafadan Tayfa<br />
Can Dostum / A Dog’s Purpose<br />
Yeni Nesil Ajan: Xander Cage’in Dönüşü / xXx:<br />
Return of Xander Cage<br />
İçeride / Shut In<br />
The Model<br />
Cesur Kahraman: Ejderha Büyüsü /<br />
The Dragon Spell
İÇİNDEKİLER<br />
10<br />
dosya<br />
2016’NIN EN İYİLERİ<br />
<strong>Cinedergi</strong> yazarları 2016’nın en iyi 10<br />
yabancı 5 Türk filmini seçti..<br />
38<br />
26<br />
42<br />
58<br />
MELTEM MİRALOĞLU<br />
RÖPORTAJ<br />
DENİZ UĞUR<br />
Deniz Uğur son filmi Hep Yek 2’nin<br />
çekim macerasını anlattı.<br />
BİLAL BABAOĞLU<br />
Babamın Kanatları filminin oyuncusu<br />
Musa Ekici ile söyleştik.<br />
YEŞİM USTAOĞLU<br />
Tereddüt filminin yönetmeni Yeşim<br />
Ustaoğlu, Banu ile konuştu.<br />
30KRALİÇEYE GÜLE GÜLE<br />
Star Wars’un kraliçesi Carry Fisher’a<br />
Masis elveda dedi.<br />
46 AVATAR 2 BİLİNMEZİ<br />
ABD’den Burak Yarkent Avatar 2 ile ilgili<br />
bilgileri bizle paylaştı.<br />
64 JUSTIN KURZEL<br />
Assassins Creed filminin yönetmeni<br />
Justin Kurzel İbrahim’in odağında.<br />
74 2016’NIN KORKULARI<br />
Murat Kızılca 2016 yılının en iyi<br />
korkularını seçti..<br />
78 HELL OR HIGH WATER<br />
Tuğçe Madayanti Hell Or High<br />
Water filmini yazdı..<br />
88 NERUDA<br />
Neruda filminin gizleri <strong>Cinedergi</strong>’de,<br />
Onur’un kaleminden.<br />
68<br />
AYDIN ORAK<br />
Siyah karga filminin oyuncusu Aydın Orak<br />
Gizem’in sorularını cevapladı.<br />
94<br />
2016’NIN FESTİVAL FİLMLERİ<br />
Başak 2016’nın festivallerde<br />
gösterilmiş en iyi filmlerini seçti.
34<br />
52<br />
82<br />
ÖZEL KÖŞE<br />
SUSMAYAN KÖŞE<br />
Tereddüt filminin yönetmeni Ustaoğlu<br />
Murat’ın odağında...<br />
AYŞE TEYZE<br />
Ayşe Teyze Forest Gump’a güldü mü?<br />
Cevabı sayfasında...<br />
106<br />
BELGESELCİ<br />
Semra Güzel Korver Ece Soydam ile doğa<br />
belgesellerinin peşinden gidiyor.<br />
92<br />
102<br />
108<br />
116<br />
112<br />
DİREN SİNEMA<br />
Banu Uşak Kısa Film Festivali’ne<br />
teşekkür ediyor.<br />
UZUN FİLMİN KISASI<br />
Kısa filmci Gökhan Öcal Fırat’ın<br />
sorularını yanıtladı.<br />
DİZİDERGİ<br />
DİZİFUN<br />
2017’nin yeni dizilerini<br />
Nergiz yazdı.<br />
ALİZE GÖRDÜM<br />
Gizem Merve Kaboğlu<br />
Alize Gördüm ile konuştu.<br />
SAMİ AKSU<br />
Sami Aksu sulandırmadan da komedi<br />
yapılabilir dedi.<br />
EPISODE<br />
Animal Kingdom Şenay<br />
Tanrıvermiş’in kaleminden.<br />
KORKU FİLMİ GİBİ<br />
BİR YILI GERİDE<br />
BIRAKTIK<br />
EDITO<br />
2016’yı kimse özlemeyecek sanırım.<br />
Neresinden bakarsanız felaket bir<br />
yıldı. Ülkenin siyaseten, ekonomik,<br />
güvenlik olarak gittiği yer belliyken herhalde<br />
sinemamızda bundan farklı olamazdı.<br />
Festivaller çöktü, filmler kalitesizlikte tavan<br />
yaptı, izleyici sinemadan kaçtı. Neyse<br />
bu çöl ortamı içinde yine de birşeyler<br />
yapıldı. En azından festivallere gidip bir<br />
iki dişe dokunur film seyrettik. 2016’nın<br />
bütün değerlendirmelerinin yapıldığı<br />
dosyaları bulacaksınız dergide. Öncelikle 16<br />
yazarımızın oylarıyla en iyi 10 yabancı listesi<br />
yaptık. Aynı zamanda en iyi 5 Türk filmi<br />
seçkisi de var. Yazarlarımızın teker teker film<br />
listeleri de emrinize amade. Bitmedi. 2016<br />
yılında festivallerde seyrettiğimiz Türk filmlerini<br />
Başak değerlendirdi ve size listeledi.<br />
Murat Kızılca ise en iyi korku filmleriyle<br />
bizi başbaşa bıraktı. Sanki bu yıl yeterince<br />
korkmamışız gibi. İki, Yedi ve dört sayısını<br />
severim. Sanki söyleyişleri sıcak gelir bana.<br />
2017 ismi gibi sıcacık olsun diliyorum. Hiç<br />
beklemediğimiz yönetmenler veya ilk filmini<br />
çekenler bizi şaşırtsın. Ülkenin her yanı film<br />
festivali dolsun. İyi yıllar olsun...
PEK YAKINDA<br />
Yönetmen: F. Javier Gutiérrez<br />
Oyuncular: Matilda Lutz, Alex Roe, Vincent D’Onofrio<br />
Konu: Sıradan bir lise öğrencisi olan Julia ve üniversiteye<br />
giden erkek arkadaşı Holt birbirlerinden giderek<br />
uzaklaşmaktadır. Ayrılacaklarından korkan genç<br />
kadın sevgilisini ziyarete gider ve Holt’un okuldaki<br />
arkadaşlarının 7 günün sonunda insanları öldüren<br />
bir videoyu Holt’a izlettiklerini öğrenir. Holt’un videoyu<br />
izlemesinin üstünden 6 buçuk gün geçmiştir ve<br />
günün sonunda hayatını kaybedecektir. Lanet sayesinde<br />
yeniden yakınlaşan ikili için artık hayatları adına<br />
verecekleri zamana karşı bir mücadele başlamıştır...
MANCHESTER BY<br />
THE SEA<br />
Yönetmen: Kenneth Lonergan<br />
Oyuncular: Casey Affleck, Michelle<br />
Williams, Kyle Chandler<br />
Konu: Lee Chandler, sıhhi<br />
tesisat, elektrik, kapıcılık gibi<br />
sıradan işler yaparak, tek göz<br />
bir evde yalnız başına yaşayan<br />
bir adamdır. Doğup büyüdüğü<br />
ama uzun zamandır uğramadığı<br />
kentten bir gün acil bir telefon<br />
alır. Kalp hastası abisi hastaneye<br />
kaldırılmıştır ve durum ciddidir.<br />
Lee kafasında endişeler<br />
ve soru işaretleri ile yola<br />
koyulur ama hastanede onu<br />
bekleyen haber hiç de iç açıcı<br />
değildir.<br />
SWISS ARMY MAN<br />
SNOWDEN<br />
Yönetmen: Daniel<br />
Kwan, Daniel Scheinert<br />
Oyuncular: Paul Dano,<br />
Daniel Radcliffe, Mary<br />
Elizabeth Winstead<br />
Konu: Küçük ıssız bir<br />
adada tek başına olan<br />
Hank’ın evinde olmak<br />
için hala umudu vardır.<br />
Fakat bir gün kıyaya<br />
vuran bir ceset her şeyi<br />
değiştirir. Hank çok<br />
geçmeden ölümden<br />
kaçmak için son şansı<br />
olduğunun farkına varır.<br />
Silahlı yeni “arkadaş”<br />
ve tuhaf bir çanta, bu<br />
ikili ile Hank’ın hayallerindeki<br />
kadını yeniden<br />
getirmek için destansı<br />
bir maceraya atılar.<br />
Yönetmen: Peter Berg<br />
Oyuncular: Mark Wahlberg,<br />
John Goodman,<br />
J.K. Simmons<br />
Konu: 2013 yılından<br />
Boston Maratonu<br />
bombalı saldırısına<br />
giden süreci anlatan<br />
yapım bombalamanın<br />
ardından bütün şehri<br />
kapsayan bir terörist<br />
avını ve o süreci konu<br />
alıyor. Gerçek olay,<br />
maraton koşusunun<br />
bitim noktasında,<br />
15 Nisan 2013 tarihinde<br />
yerel saatler<br />
14.49’u gösterirken<br />
gerçekleşmiş ve 3<br />
kişinin ölümü ve<br />
200’den fazla kişinin<br />
yaralanması ile<br />
sonuçlanmıştı.
PEK YAKINDA<br />
RESIDENT EVIL:<br />
THE FINAL CHAPTER<br />
Yönetmen: Paul W.S. Anderson<br />
Oyuncular: Milla Jovovich, Ali Larter, Iain Glen<br />
Konu: Resident Evil 5: İntikam filmindeki olayların hemen<br />
ardından, Alice insanlığın zombilere karşı verdiği<br />
savaştan sağ olarak kurtulan tek kişi olmuştır. Şimdi<br />
ise kabusun başladığı yer olan Racoon Şehri’ndeki<br />
Kovan’a geri dönmek zorundadır. Umbrella Şirketi<br />
ise, kıyametten kurtulan son kişileri de yok etmek<br />
amacıyla Racoon Şehri’nde güçlerini son kez<br />
toplamaktadır. Zamana karşı yarış içinde Alice, eski<br />
arkadaşları ile birlikte yeni mutant yaratıklara karşı da<br />
bir savaş verecektir. Bu Alice’in insanlığı kurtarmak<br />
için verdiği en zor mücadele olacaktır.
PARÇALANMIS<br />
Yönetmen: M. Night Shyamalan<br />
Oyuncular: James McAvoy,<br />
Anya Taylor-Joy, Haley Lu Richardson<br />
Konu: Çoklu Kişilik<br />
Bozukluğu’ndan müzdarip genç<br />
adam Kevin’ın 23 ayrı alter<br />
egosu vardır. Bu alter egoları<br />
arasında en baskın olanı da<br />
suça meyilli olan bir karakterdir.<br />
Market çıkışında 3 kız<br />
kardeşi kaçıran Kevin onları<br />
bodrumuna hapseder. Farklı<br />
alter egoları aracılığıyla kızlarla<br />
farklı ilişkiler kuran adam<br />
kızların varlığı ile yavaş yavaş<br />
dağılmaya başlar.<br />
GECENIN KANUNU<br />
Yönetmen: Ben Affleck<br />
Oyuncular: Ben Affleck,<br />
Zoe Saldana, Elle Fanning<br />
Konu: 1920’lilerin suç<br />
gezen Boston kentinde<br />
Joe Coughlin adında<br />
bir adam nam salmıştır.<br />
İçki yasağı halen devam<br />
etmekte ama illegal<br />
yollardan kırılmaktadır.<br />
Dürüst ve namuslu bir<br />
hayatı geride bırakan<br />
Joe kendisine kötü<br />
şöhreti gangster<br />
yaşamını seçer. Küçük<br />
yaştaki hırsızlık kariyerini<br />
geride bırakan<br />
adam artık şehrin en<br />
korkutucu gangsterlerine<br />
hizmet etmektedir.<br />
GOLD<br />
Yönetmen: Stephen<br />
Gaghan<br />
Oyuncular: Matthew<br />
McConaughey, Bryce<br />
Dallas Howard, Édgar<br />
Ramírez<br />
Konu: Şanssız adam<br />
olan Kenny Wells<br />
bir jeolog olanMichael<br />
Acosta ile ekip<br />
olup Endonezya’nın<br />
keşfedilmemiş<br />
ormanlarında altın aramaya<br />
koyulur. Altın bulmak<br />
zordur fakat altını<br />
Wall Street’in en güçlü<br />
kurumları arasında<br />
elinde tutmak daha da<br />
zor olacaktır.
2016’da o kadar kötü film vizyona girdi ki yazarlarımızdan kötü film<br />
kaç filmlik liste istersek isteyelim kötüler listesine giren filmlere h<br />
n <strong>Cinedergi</strong> her yıl başında geride kalan<br />
senenin en iyi filmlerini seçer. Bu yılda 16<br />
yazarımız 10 en iyi yabancı beş en iyi yerli<br />
filmi seçip listelerini hazırladılar. İlk kez bu yıl<br />
15 yazarımızın oylarının hepsini alan bir<br />
film çıkmadı. Açıkçası bunu seçilen<br />
filmler içinde bir başyapıt<br />
bulunmamasına<br />
bağlıyorum.<br />
Yani devrimsel<br />
bir<br />
film çikmedı.<br />
Yabancı filmlerde<br />
Gece<br />
Hayvanları ve Arrival<br />
13 oy alarak<br />
zirveye oturdular,<br />
yerli yapımlarda ise<br />
Babamın Kanatları<br />
ve Tereddüt 11 er oyla<br />
en iyi filmler seçildi.<br />
Normalde yerli filmlerde<br />
5 filmlik bir seçki<br />
yapacaktık ama 5’inci<br />
aday için üç filmde aynı<br />
oyu alınca diğer ikisini de<br />
listeye<br />
ekledik. 2016’nın ilk ve son aylarında<br />
biraz toplasa da sinema anlamında yetersiz<br />
yapımlarla bir yılı geride bıraktık. Hani 2015’in<br />
Oscar adayı filmleri biz de geç vizyon almasa<br />
yabancı filmlerden bile 10 yapım bulmak zor<br />
olacaktı. Hele Türk filmleri tam bir geri adım<br />
atmış durumda. Birçok filmin yetersiz rakipleri<br />
yüzünden bu listede yer aldığını söylemeliyim.<br />
Kalitesiz işler kısa bir süre için izleyicinin ilgisini<br />
çekse de uzun dönemde bıkkınlık yaratır<br />
ve sonunda salonlar boşalır. Aynı dediğimiz<br />
gibi bir süre korku filmleriyle izleyicinin ilgisini<br />
ayakta tutan sinemamız bunun da sonuna<br />
geldi, ilk işi kalitesiz komedilere sarılmak<br />
oldu. Ama onlar da hak ettiklerini aldılar ve<br />
gişe de çöktüler. İşin kötüsü göreceli olarak<br />
sinemamızı ayakta tutan ve bir elin parmağını<br />
geçmeyen elit sinemacılarımızın filmleri de<br />
beklenen kalitede değildi. Bu elit<br />
yönetmenlerin normalde hiç bir zaman<br />
gişe yapmayan filmleri festivallerle<br />
kendini gösteriyordu. En<br />
azından gişede kaybettiklerini<br />
festivallerin ödül paralarıyla<br />
bir yere kadar süspanse<br />
edebiliyorlardı. Ama artık festivaller<br />
de çökmüş durumda.<br />
Malatya, Edirne ve daha birçok<br />
festival iptal edildi. Antalya<br />
ödül parasını azalttı<br />
hatta hedefi kaldırmak.<br />
Bütün bunları altalta<br />
üstüste koyduğumuzda<br />
sinemamız büyük bir<br />
darboğaza girmiş<br />
durumda. Sanıyorum<br />
bir iki yıl içinde çekilen filmlerin<br />
sayısında da azalma olacak. Ve<br />
o zaman 1970’lerde yaşanan çöküşün bir<br />
benzeriyle karşı karşıya kalabiliriz. İnşallah<br />
böyle bir sonla karşılaşmayız. Bu karanlık<br />
tablo içinde biz yine de sizin için 2016 yılında<br />
vizyona giren filmler içinden 10 yabancı ve 5<br />
yerli film seçtik. İşte 2016’nın en iyi filmleri...<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Babamın Kanatları 11<br />
Tereddüt11<br />
Kalandar Soğuğu 9<br />
AlbümDağ 2 5<br />
Baskın 5<br />
Rüzgarda Salınan<br />
Nilüfer 5<br />
Filmlerin yanındaki<br />
sayılar yazar oylarıdır<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Nocturnal Animals 13<br />
Arrival 13<br />
Son Of Saul 10<br />
I Daniel Blake 9<br />
The Revenant 8<br />
Gençlik-Youth 8<br />
Spotlight 8<br />
La La Land 7<br />
Rogue One 6<br />
Deadpool 5
listesi istemedik. Çünkü<br />
aksızlık etmiş olurduk.<br />
<strong>Cinedergi</strong> yazarlarının listeleri<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Babamın Kanatları<br />
Ekşi Elmalar<br />
Albüm<br />
Dağ II<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Gece Hayvanları - Nocturnal<br />
Animals<br />
Arrival:Geliş - Arrival<br />
Diriliş-The Revenant<br />
Gençlik-Youth<br />
Spotlight<br />
Room: Gizli Dünya - Room<br />
Ben, Daniel Blake - I Daniel<br />
Blake<br />
The Hateful Eight<br />
İnatçılar - Hrútar<br />
A Perfect Day<br />
ALPER TURGUT<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Babamın Kanatları<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Kötü Kedi Şerafettin<br />
Kümes<br />
Mavi Bisiklet<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Spotlight<br />
Arrival<br />
Saul’un Oğlu<br />
Gece Hayvanları<br />
Annemle Geçen Yaz - Que<br />
Horas Ela Volta<br />
Rogue One<br />
Deadpool<br />
Diriliş<br />
Mükemmel Bir Gün<br />
Ben, Daniel Blake
FIRAT SAYICI<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />
Kötü Kedi Şerafettin<br />
Tereddüt<br />
Ve Panayır Köyden Gider<br />
Naciye<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Deadpool<br />
Don’t Breathe<br />
Zootropolis<br />
The Witch<br />
Muhammad:The Messenger<br />
of God<br />
Nerve<br />
The Revenant<br />
The Lobster<br />
Arrival<br />
MURAT TOLGA ŞEN<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
ANNEMİN YARASI<br />
DAĞ 2<br />
BASKIN: KARABASAN<br />
NACİYE<br />
BENİM ADIM FERİDUN<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
FRANTZ<br />
ARRIVAL<br />
NOCTURNAL ANIMALS<br />
YOUTH<br />
THE HATEFUL EIGHT<br />
JULIETA<br />
SON OF SAUL<br />
THE REVENANT<br />
A PERFECT DAY<br />
STAR WARS: ROGUE ONE<br />
MURAT KIZILCA<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Tereddüt<br />
Dağ 2<br />
Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />
Baskın: Karabasan<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Arrival (Geliş)<br />
Evolution (Evrim)<br />
The House on Pine Street<br />
Nocturnal Animals (Gece<br />
Hayvanları)<br />
Rogue One: Bir Star Wars<br />
Hikayesi<br />
Youth (Gençlik)<br />
The Corpse of Anna Fritz<br />
The Revenant (Diriliş)<br />
I, Daniel Blake<br />
El Club
BANU BOZDEMİR<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Ana Yurdu<br />
Babamın Kanatları<br />
Tereddüt<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Annemin Yarası<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Nocturnal Animals / Gece<br />
Hayavanları<br />
Kaptan Fantastik<br />
Mezuniyet - Bacalauerat<br />
Saul’un Oğlu<br />
Ben Daniel Blake<br />
Little Men<br />
Neon Şeytan<br />
Saraybosna’da Ölüm<br />
La La Land<br />
Evolution / Evrim
BAŞAK KILIÇ<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Baskın<br />
Dağ 2<br />
Annemin Yarası<br />
Siccin 3: Cürmü Aşk<br />
Babamın Kanatları<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Arrival<br />
La La Land<br />
Frantz<br />
Nocturnal Animals<br />
Le Tout Nouveau Testament<br />
Goodnight Mommy<br />
Youth<br />
Son of Saul<br />
Creed<br />
MASİS ÜŞENMEZ<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Tereddüt<br />
Baskın: Karabasan<br />
Naciye<br />
Yitik Kuşlar<br />
Dağ 2<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
The Hateful Eight<br />
Creed: Efsanenin Doğuşu<br />
Deadpool<br />
Diriliş The Revenant<br />
Gençlik<br />
Spotlight<br />
Carol<br />
Danimarkalı Kız<br />
Saul’un Oğlu<br />
Cloverfield Yolu No: 10<br />
HALİL İBRAHİM<br />
SAĞLAM<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Baskın<br />
Tereddüt<br />
Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />
Albüm<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Arrival<br />
Nocturnal Animals<br />
La La Land<br />
The Revenant<br />
Elle<br />
The Big Short<br />
The Assassin<br />
El Club<br />
Carol<br />
Son of Saul
MELİS ZARARSIZ<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />
Kötü Kedi Şerafettin<br />
İftarlık Gazoz<br />
Babamın Kanatları<br />
Tereddüt<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Spotlight<br />
Arrival<br />
Carol<br />
Deadpool<br />
Son of Saul<br />
Alice Through The Looking<br />
Glass<br />
Zootopia<br />
Doctor Strange<br />
Rogue One<br />
I, Daniel Blake
NERGİZ KARADAŞ<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Tereddüt<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Babamın Kanatları<br />
Rauf<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Ben Daniel Blake<br />
Arivval<br />
Gece Hayvanları<br />
Son of Soul<br />
The Club<br />
Dheepan<br />
Spotlight<br />
The Handmaıden<br />
(Hizmetçi)<br />
Yeni Ahit<br />
Kaptan Fantastik<br />
EGEMEN<br />
TOKATLIOĞLU<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Kalandar sogugu<br />
ıftarlık Gazoz<br />
Tereddüt<br />
Babamın Kanatları<br />
Albüm<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Elle<br />
Rogue One<br />
La La Land<br />
Captain Fantastic<br />
Nocturnal Animals<br />
Arrival<br />
I Daniel Blake<br />
Demolition<br />
Creed<br />
The Neon Demon<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Babamın Kanatları<br />
Albüm<br />
Tereddüt<br />
Ana Yurdu<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Frantz<br />
Spotlight<br />
Denizdeki Ateş<br />
Diriliş<br />
Gençlik<br />
Yalan Labirenti<br />
SEMRA GÜZEL<br />
KORVER
UTKU ÖGETÜRK<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Babamın Kanatları<br />
Tereddüt<br />
Albüm<br />
Rüzgarda Salınan Nilüfer<br />
Kalandar Soğuğu<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Nocturnal Animals<br />
Son of Saul<br />
La La Land<br />
Arrival<br />
Goodnight Mommy<br />
Spotlight<br />
El Club<br />
I, Daniel Blake<br />
Carol<br />
Hitchcock/Truffaut<br />
ONUR<br />
KIRŞAVOĞLU<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Çırak<br />
Albüm<br />
Kalandar Soğuğu<br />
Babamın Kanatları<br />
Kasap Havası<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Spotlight<br />
Arrival<br />
La La Land<br />
Nocturnal Animals<br />
El Club<br />
Hateful Eight<br />
Son of Saul<br />
Youth<br />
The Big Short<br />
Hitchcock/Truffaut<br />
GİZEM ERTÜRK<br />
2016 EN İYİ TÜRK<br />
Tereddüt<br />
Albüm<br />
Babamın Kanatları<br />
Rauf<br />
Saklı<br />
2016 EN İYİ YABANCI<br />
Youth<br />
Arrival<br />
Rogue One: A Star Wars<br />
Story<br />
I, Daniel Blake<br />
Captain Fantastic<br />
The Neon Demon<br />
Nocturnal Animals<br />
Where to Invade Next<br />
Deadpool<br />
La la land
CINEKRiTiK<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
DÜNYANIN EN BÜYÜK KORKU ANITI<br />
n Yaratıcılık gereği gerçek olayların<br />
manüpile edilmesine bir itirazım yok. Zaten<br />
sinema bu şekilde değer kazanıyor.<br />
Ama ucu bize dayandığında elimde<br />
olmadan rahatsız oluyorum. Merakla<br />
beklediğim Çin Seddi filminin de böyle bir<br />
durumu var. MS. 1100 civarında geçen<br />
hikayede Çin Seddi’nin yapılmasının<br />
asıl amacının kuzey dağlarından gelen<br />
vahşi yaratıklar olduğunu görüyoruz. Köpek<br />
ile kaplan karışımı bu yaratıkların tek amacı<br />
insanları yemek. O kadar aç gözlüler ki hem<br />
canlı hem ölü bütün insanları yiyip, Ana<br />
Kraliçe’ye sunuyorlar. Böylece Ana Kraliçe de<br />
ürüyor. Yani bu döngü içinde insanlar kurban<br />
oldukça insanları avlayanların da sayısı artıyor.<br />
Gerçek tarihe baktığımızda, genel görüşe<br />
göre Çin Seddi kuzeyden akın eden Türk ve<br />
Moğol kabilelerini durdurmak için yapılmıştır.<br />
MÖ. 200 yılından itibaren parça parça inşa<br />
edilen bu dev yapı dünyanın en büyük antik<br />
kalıntısı olarak kabul edilir. Aynı zamanda<br />
uzaydan görülen tek antik yapı olduğu da<br />
iddia edilir. Çinliler’in içindeki bu korkuyu,<br />
Türk-Moğol insanını canavara benzetmeleri<br />
çok da yaratıcılık gerektiren bir şey değil tabii.<br />
Aslında yüzyıllarca Türk ve Moğol akınları<br />
sadece Çin’de değil bütün dünyada aynı algıyı<br />
yarattı. Romalılar bile Moğollar’ı insan dışı<br />
varlık olarak kabul ettiler. Onların düşmanlarını<br />
öldürüp yanan şehirlerin etrafında ölü insan<br />
dağları oluşturmaları bu korkuları besledi.<br />
Ortada böyle bir gerçek varken Çin Seddi-The<br />
Big Wall’daki canavar hikayesi çok da yaratıcı<br />
bir anlam taşımıyor. Hadi buna takılmadık<br />
diyelim. En azından yaratılan canavarların<br />
görüntüsü daha başarılı olabilirdi. Gerçekten<br />
öyle insanı şaşırtacak veya içini ürpertecek<br />
bir görüntüye sahip değiller. Filmin belki de<br />
en önemli unsuru yönetmen Zhang Yimou.<br />
Raise the Red Lantern, Hero, House of Flying<br />
Daggers gibi esane filmleri yönetmiş olan<br />
Çinli yönetmenin filmin başında olması bizi<br />
heyecanlandırmıştı. O rengarenk görüntüler,<br />
kalabalık sahneler, şiir, resim ve birçok güzel<br />
sanatın perdeye yedirilmesindeki başarı beklentimizin<br />
artmasının sebebiydi. Doğu mistizmini<br />
perdeye çok iyi yansıtıyordu Yimou. Muhteşem<br />
kalabalıkların içindeki en küçük renkli ayrıntı<br />
bile Çinlilerin kültür zenginliğinin ifadesiydi. Bu<br />
filmde de Yimou kendini göstermeye çalışıyor.<br />
Ama Matt Damon, Willem Dafoe, Pedro Pascal<br />
gibi Batının ünlülerinin filmde olması, onların<br />
popüler espri ve diyaloglarıyla Doğunun mistizmi<br />
hiç uyuşmuyor. Bu yüzden yönetmenin yarattığı<br />
antik Çin algısı içi boşaltılmış bir değer olarak<br />
karşımızda duruyor. Sanki Batılı bir yönetmen<br />
Zhang Yimou filmlerinin kötü bir taklidini yapmış<br />
gibi. Bu etkileşim aslında Hollywood’un yıllarca<br />
başarısı kanıtlanmış sinema tarzını da bozuyor.<br />
İki ayrı kültürün birleştiği film iki tarafın güzelliklerini<br />
göstermekten çok birbirini değersizleştiren<br />
bir yapıya bürünmüş. Eğer Çin Seddi’nin bizim<br />
için ne ifade ettiğini görmezden gelsek, yönetmen<br />
Zhang Yimou’nun şiirsel, zerafet dolu sinemasını
ilmesek, bütün bu kıstasları göz ardı etsek<br />
o zaman elimizde eğlenceli bir film kalır der;<br />
belki bu kadar ciddiye almaz “Gidin eğlenin,<br />
bilimkurgu soslu iyi bir fantastik” bile diyebilirdik.<br />
Ama serde ne yazık ki başka beklentilerimiz<br />
var ve film bu beklentileri karşılayamıyor.<br />
Hazır elimize böyle bir film geçmişken şu<br />
Türk Moğol karmaşasına da kısa bir açıklık<br />
getirelim. O coğrafyada tarih sahnesine ilk<br />
çıkan millet Türklerdir. Sibirya’daki Yenisey<br />
ırmağından aşağıya göç eden Ön Türk kabileleri<br />
ilk devlet yapılanmasını oluşturmuşlar ve Çin<br />
imparatorluklarını yağmalamışlardır. Fakat<br />
kılıçla fethettikleri yerleri Çin kültürü karşısında<br />
dönüşüme uğrayarak kaybetmişlerdir. Sınırda<br />
bulunan birçok Türk devleti Çinlileşerek kuzeyden<br />
gelen Türk akınlarını durdurmuş sonunda<br />
da Çinlilerin içinde asimile olmuşlardır. Böyle<br />
bir yenilgi Türklerin Batı’ya göç etmesine sebep<br />
olmuş, onların boşalttığı yerlerde ise Moğol<br />
kabileleri yeni devletler kurmuş ve Çin akınlarına<br />
devam etmişlerdir. Kısacası Türkler ile Moğollar<br />
çok kısa bir süre içinde birbirini takip eden<br />
iki millettir. Bir de buna ilk Türk devletlerinin<br />
içinde yer alan bozkır milletleri olarak Moğolları<br />
eklersek dünyanın Türk-Moğol imparatorlukları<br />
diye kestirip attığı yapıyı anlamamız daha kolay<br />
olur. Bu kısa açıklamadan sonra filme dönüp konusunu<br />
kısaca anlatırsak, William Garin, İsimsiz<br />
Düzen adıyla bilinen seçkin savaşçılardan<br />
oluşan gizli bir ordu tarafından esir alınan usta<br />
bir okçu ve savaşta yaralanmış bir paralı askerdir.<br />
Kale Şehri denilen çok büyük bir askeri<br />
ileri karakolda, insanlığı bugüne kadar inşa<br />
edilmiş en büyük savunma yapılarından biri olan<br />
Çin Seddi’nin üstündeki doğaüstü güçlerden<br />
korumak üzere savaşır. Garin, dünyamızın<br />
harikalarından bir olan Çin Seddi’nin ardındaki<br />
sırrı keşfeder.
CINEKRiTiK<br />
FIRAT SAYICI<br />
UNITED STATES OF ROUGHNECK!<br />
n BUsta yönetmen Oliver Stone Amerika<br />
yönetimi ve istihbaratın kirli yüzüne güçlü<br />
bir tokat attığı filmi ile seyircisine yine<br />
soluksuz bir yapım sunuyor. Yeni yılın<br />
ilk güçlü filmlerinden sayabileceğimiz<br />
“Snowden” yaşanmış bir olaya<br />
dayanmasıyla da izleyiciyi düşündürmeyi<br />
başarıyor.<br />
Edward Snowden’ın, CIA’e<br />
girmek istemesinin en büyük sebebi, ülkesinin<br />
dünyada bir fark yaratmasına yardımcı<br />
olmaktı. Amerikan hükümetinin güvenlik adı<br />
altında e-postalara, sosyal medya hesaplarına,<br />
cep telefonu mesajlarına, hard disklerinize,<br />
kredi kartı ekstelerinize ve hatta masanızın<br />
üzerinde duran bilgisayar kamerasına kadar<br />
erişebildiğini öğrendi. İnternetin hudutsuz<br />
dünyasında hükümetler için gizli hesap diye bir<br />
şeyin olmadığını ve tüm bunların gizli kanunlarla<br />
yasallaştırıldığını 2013 yılı Haziran ayında<br />
tüm dünyaya duyurduğu gün “Amerikan tarihinin<br />
gördüğü en büyük vatan haini” ilan edilirken<br />
aynı zamanda da bir kahramana dönüştü.<br />
Üzerine kitaplar yazılan, belgeseli Oscar Ödülü<br />
kazanan Edward Snowden’ın gerçek hikayesi,<br />
bu kez Oliver Stone yönetmenliğinde Joseph<br />
Gordon-Levitt, Shailene Woodley, Melissa<br />
Leo, Nicholas Cage, Zachary Quinto ve Tom<br />
Wilkinson’un bulunduğu ödüllü oyuncu kadrosuyla<br />
karşımıza çıkıyor.<br />
“Platoon”, “Nixon”, “Natural Born Killers”,<br />
“JFK”, “Born on the Fourth of July”, “Any<br />
Given Sunday” ve “Wall Street” gibi önemli<br />
filmleriyle tanıdığımız Oliver Stone, aynı zamanda<br />
-bu yönüyle ülkemizde pek bilinmese<br />
de- araştıran, doğru soruları soran ve kafa<br />
açan değerli bir belgeselci aynı zamanda. Yeri<br />
geldiğinde Michael Moore kadar tehditkar ve<br />
cesur, yeri geldiğinde Werner Herzog kadar<br />
cüretkar ve izlenimci… Ki, izlemediyseniz<br />
mutlaka şu belgesellerini bir şekilde izleyin<br />
derim; Hugo Chavez’i anlattığı “Mi Amigo<br />
Hugo”, Fidel Castro’yu anlattığı “Comandante”<br />
ve “Castro in Winter”, Güney Amerika’nın<br />
politik yüzünü samimi bir dille anlattığı “South<br />
of the Border”… Yaşlandıkça daha da cesurlaşan<br />
Stone, Amerika’nın dış politikalarını sorgulayan<br />
ve zaman zaman da Amerikan toplumunun körü<br />
körüne bağlandıkları önyargıları kırmaya çalışan<br />
biri olageldi. Filminin sonunda canlı kanlı bize<br />
gösterdiği Eric Snowden’in, toplumu ikiye bölen<br />
(Hain mi? Kahraman mı?) varlığını, kuşkuya yer<br />
bırakmadan, dinamik ve can alıcı bir yapımla<br />
aktarıyor izleyiciye. Takdire şayan…<br />
Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilmiş<br />
her filmin olduğu gibi olumlu ve olumsuz yanları<br />
var elbette “Snowden”in... Ağırlıklı olarak Joseph<br />
Gordon-Levitt’in (başarıyla taşıdığı) omuzlarındaki<br />
oyun yükü, zaman zaman sevgilisini canlandıran<br />
Shailene Woodley üzerinde geziniyor. Kanımca<br />
diğer rollerdeki hiç bir oyuncu onlar kadar öne<br />
çıkamıyor. Hele ki, Nicholas Cage’in gerek-
siz varlığı... Levitt öylesine sakin ve kaygısız<br />
oynamış ki rolü, sanırsınız gerçek Snowden’in<br />
ikiz kardeşi. Filmin enfes son jeneriğinde<br />
gördüğümüz gerçek Snowden, bu filmde<br />
Levitt’in ne kadar doğru bir seçim olduğunu<br />
kanıtlıyor. Malum, milletçe komplo teorilerini<br />
severiz. Ama yıllar geçtikçe bazı komple teorilerinin<br />
gerçeğe dönüşmesi bu merakımızı da boşa<br />
çıkarmıyor değil. Film boyunca ABD’nin kirli<br />
çamaşırlarının ortaya dökülüşünü izlerken bir<br />
yandan da medyanın sahte yüzünü, fırsatçılığını<br />
da tanıklıklarımız arasına ekliyoruz. Ama asıl<br />
mevzu Obama’nın coşkuyla başkanlığa gelişinin<br />
ardından yıllar içinde nasıl bir hayal kırıklığına<br />
dönüştüğünün mesajını da alttan alta yiyoruz Oliver<br />
Stone’un bakış açısıyla. İnsan düşünmeden<br />
edemiyor, bu film acaba Trump’ın başkanlığının<br />
ne kadar da doğru bir hamle olduğunun altını<br />
çizmek için bir fosforlu kalem görevi mi görüyor<br />
ya da görecek mi? En azından sinema alanında.<br />
Zaman gösterecek!<br />
Şu son zamanlarda içinden geçtiğimiz zor<br />
dönemler, darbe girişimi, FETÖ olayları…vs.’nin<br />
altında A.B.D.’nin parmağı olduğunu da artık<br />
ilk okul çocukları bile biliyor. Maalesef! Ve bizlere<br />
yeniden şunu sormak düşüyor; ABD, bu<br />
dünyanın baş belası külhanbeyi mi, her ülkeye<br />
istediğin zaman demokrasi! götürebilme hakkını<br />
kendinde gören, dilediği insanı dilediği zaman<br />
oyunlarına alet eden, öldüren, yakıp yıkan, iç<br />
savaşlar çıkaran, liderleri deviren, istediği adamı<br />
başa getiren, biraz güçlenmeyi başaran ülkeyi<br />
yine dibe batıran?
CINEKRiTiK<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
BiLGiSAYAR SUiKASTÇiLARi PERDENi<br />
n Hollywood son dönemlerde çok<br />
satan ve ünlü bilgisayar oyunlarının<br />
film uyarlamalarını yapıyor. Ama<br />
çoğunluğu başarısız işlerdi. Sanıyorum<br />
endüstri de bu tür uyarlamalara çok<br />
ciddi bakmıyordu çünkü daha piyasaya<br />
çıktığı anda bu tür filmleri B Türü film<br />
olarak adlandırıyorlardı. Ta ki Assassin’s<br />
Creed’e kadar. Çünkü Assassin’s<br />
Creed’in her yönüyle özel bir ihtimam gösterilen<br />
proje olduğu ortada. Herşeyden önce<br />
muhteşem bir oyuncu kadrosu var. Mesela son<br />
dönemlerin en iyi erkek oyuncusu olan Michael<br />
Fassbender. Hunger ile tanıdığımız Fassbender<br />
özellikle Shame filmindeki performansıyla<br />
benim için özel bir yere sahip oldu. Negatif<br />
kahraman tiplemesine cuk oturan oyuncu, rol<br />
aldığı her filmde karakterine derinlik ve kendine<br />
has bir karizma kattı. Assassin’s Creed’te<br />
filmin başrolünü üstlenen Fassbender’in<br />
canlandırdığı Aguilar karakteri de gerçekte<br />
suikastçi olan ve gölgelerde saklanan bir kimlik<br />
olarak negatif bir karakter sayılabilir. Yani<br />
Aguilar karakteri için Fassbender’den daha iyi<br />
bir seçim göremiyorum. Kötü karakter olarak<br />
Tapınakçıların başı Doktor Rikkin’i ise büyük<br />
oyuncu Jeremy Irons canlandırıyor. Onun<br />
isminin üstüne çok da bir şey söyleyemeyiz,<br />
kendi türünün son örneklerinden. Onun gibi<br />
karakter oyuncuları artık kalmadı. Filmin kadın<br />
karakteri ise Dr Rikkin’in kızını canlandıran<br />
Marion Cotillard. Kişisel olarak Hollywood ve<br />
dünya sinemasının ona biçtiği özel ve kabiliyetli<br />
oyuncu rütbesini ben pek kabul edemesem<br />
de isminin filme bir artı getirdiği gerçek.<br />
Gelelim bir film için herşeyden ve her isimden<br />
önemli olan yönetmene. Filmin yönetmeni de<br />
ilginç bir isim. Justin Kurzel yakın gelecekte<br />
ismini çok duyacağımız bir sinemacı. Gişe filmlerine<br />
yatkın ama bağımsız sinema diline sahip<br />
bir sinemacı Kurzel. Avustralyalı yönetmen bol<br />
ödüllü Snowtown ve Macbeth filmleriyle iyi bir<br />
başlangıç yaptı. Assassin’s Creed yönetmenin<br />
dördüncü filmi. Bilgisayar oyunlarından uyarlanan<br />
filmlerin başarısız olmasının ana sebebini<br />
biraz konuşmak gerekiyor. Herşeyden önce bilgisayar<br />
oyunları basit bir öykü üzerine kurulmuştur,<br />
senaryolarında dört başı mamur bir öykü olmadığı<br />
gibi karekter oluşumu da yoktur, karizmatik tiplemeler<br />
üzerine yoğunlaşırlar. Oyunseverlerin avatar<br />
olarak kullanmaktan haz alacağı tiplemeler söz<br />
konusudur. Hal böyle olunca bilgisayar oyunundan<br />
sinema yapmak tek boyutlu bir şeyi alıp her<br />
anlamda üç boyutlu hale getirmek anlamına gelir.<br />
Yani filmin çatısı olan senaryonun neredeyse<br />
yoktan var edilmesi gerekir. En iyi bilgisayar oyunu<br />
bile bir öykülendirmeye muhtaçtır. Zaten sinemada<br />
başarının anahtarı da bu değil midir? İlk önce iyi<br />
bir öykü... İşte bilgisayar oyunları bu anlamda<br />
zayıf olduğu için onları filme çekmek büyük ustalık<br />
gerektirir. Bir roman uyarlaması elde var olanın
N TAPINAK ŞÖVALYELERiNE KARŞI<br />
yönetmen tarafından aktarılmasıdır. Bilgisayar<br />
oyunlarında ise gerçekte yönetmenin elinde hiç<br />
bir şey yoktur. Ellerinde olan bir kaç karakter<br />
ismidir. Assassin’s Creed İspanya’da Emevi<br />
Krallığı döneminde Muhammed adlı sultanın<br />
Tapınak şövalyeleriyle verdiği mücadelede<br />
geçer. Suikastçılar sultanın özel adamlarıdır. Ve<br />
oyunda verilen görevleri yaparak level atlarlar.<br />
Filmde öykü oyunun tersine günümüzde başlar.<br />
Devrim yaratan yepyeni bir teknoloji ile genetik<br />
hafızası ortaya çıkarılan Callum Lynch, 15.<br />
yüzyıl İspanyasında atalarından olan Aguilar’ın<br />
maceralarını deneyimler. Callum Lynch,<br />
gizemli bir topluluk olan Suikastçi soyundan<br />
geldiğini keşfeder ve günümüzde de var olan<br />
güçlü Tapınak Şövalyeleri organizasyonunu<br />
alt etmek için geçmişindeki genetik bilgilerini ve<br />
soyundan gelen uzun yılların tecrübesini kullanır.<br />
Öykü ilerlerken Callum Suikastçi atasının karakterine<br />
dönüşmeye başlar. Diğer bilgisayar oyunu<br />
uyarlamalarından iyi ama sinema olarak çok da<br />
özellikli bir yapım değil. Özellikle aksiyon sahnelerine<br />
kötü bir eleştiri getiremem. Hollywood’ta<br />
bilgisayar teknolojisinin ve yaratıcı beyinlerin<br />
üstüne koyarak devam ettiğini her filmde görüyoruz.<br />
Ama filmin dilinin demin saydığımız o<br />
muhteşem oyuncuların performansını parlatmadığı<br />
da bir gerçek. Bunun dışında Batılıların Doğuya<br />
hala oryantalist bir gözle bakmaları can sıkıcı. Bir<br />
Berberi geleneği olan dövme sanatını her Doğu<br />
öyküsünde mistisizm katmak için kullanmaları ise<br />
artık klişeden de öte...
CINEKRiTiK<br />
BANU BOZDEMİR<br />
KARGALARIN iZiNDE VE SESiNDE!<br />
n İlk uzun metrajlı filmi İz/Reç filmini<br />
2011 yılında çeken M.Tayfur Aydın ikinci<br />
filmi Siyah Karga ile yine zorlu şartlarda<br />
geçen bir yol filmine imza atmış. 53. Antalya<br />
Film Festivali’nde karşımıza çıkan<br />
ve festivalden en iyi görüntü yönetimi<br />
ödülüyle ayrılan film birkaç toplumsal<br />
bileşeni birarada toplamaya çalışıyor.<br />
Fransa’da başlayan, Türkiye’de devam<br />
eden ve İran’da sonlanan hikaye gurbet, hasret<br />
temalarına parmak basarken asıl yurdunda,<br />
kendi topraklarında bile yurtsuz hissetme<br />
temasının altını acı bir<br />
anmayla çiziyor. 28 Aralık<br />
2011’de yaşanan Roboski<br />
katliamına ilişkin<br />
detaylar katırcılar ve<br />
onların yaşadıkları zorluklar<br />
üzerinden hikayeye<br />
dahi oluyor. Filmin birincil<br />
duygusu sınıra ulaşma<br />
ama bu kez katırların<br />
sırtında yük taşıyanların<br />
hikayesi değil, İran’a<br />
hasta babasına ulaşmaya<br />
çalışan Sara’nın çabası<br />
anlatılıyor.<br />
Filmden anlıyoruz ki<br />
İran yönetimi oyuncu olan Sara’ya karşı hiç<br />
hoşgörülü değil, hatta ülkeye girişi yasaklı. O<br />
da yasadışı yollardan Hakkari üzerinden ülkeye<br />
giriş yapmaya çalışıyor. Film aslında Sara’ya<br />
uygulanan baskıyla katırcılara uygulanan yasak<br />
arasında pek bir fark olmadığını vurgulamaya<br />
çalışıyor ve tam bu noktanın ortasından bakmaya<br />
çalışıyor. Yani görüldüğü yerde…<br />
Filmin genel anlamda gerçekçi bir atmosfer<br />
yakaladığını sadece Sara karakterinin biraz<br />
daha gerçek dışı ya da ortama düşen yabancı<br />
madde kıvamına sokulmak istendiği için sakil<br />
durduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.<br />
Ama filmin belgeselle kurmaca arasında akan<br />
çizgisiyle Sara’nın duygusuz inadı da başa<br />
çıkılabilir noktaya geliyor. Yine de o yol hikayesine<br />
arka planda daha güçlü bir hikaye<br />
eşlik edebilirdi. Daha inandırıcı, daha dirençli<br />
ve daha dobra.<br />
Tabii bir yandan da doğu kültürüyle büyümüş, batı<br />
kültürüyle bunu harmanlamış bir kadının tekrar<br />
baba ocağına dönmek için bu denli çabalaması,<br />
erkeklerle dolu bir ortamda gerilmesinin detaylarını<br />
iyi yakaladığını söylemek mümkün. Ama filmin<br />
en dikkat çeken yanlarından biri de bir masalla<br />
öyküsünü taçlandırması ki Kürt sinemacılar<br />
bu detayı atlamamaya özen gösteriyorlar diye<br />
düşünüyorum. Kısa, basit ama özlü bir öykünün bir<br />
anlatıcı tarafından filmi başlattığı detay karganın<br />
filmin çeşitli yerlerinde girip çıkmasıyla varlığını<br />
belli ediyor, adeta ben buralardayım siz devam<br />
edin diyor siyah karga. Zaten sonunda filmi<br />
başlatan ses filmi kapatıyor.<br />
Filme dair son olarak siyah tülbent ve kanatlarını<br />
açarak uzaklaşan siyah karga kalıyor. Yani filmin<br />
sonuna dair bir ipucu vermek gibi olacak ama Sara<br />
ve ona eşlik eden iki adam İran sınırındaki köye,<br />
Sara’nın babasının mezarına ulaşıyor. Film gitmeler,<br />
gelmeler, terk etmeler üzerine kısa bir sorgulama<br />
anı da yaratacak seyircide diye düşünüyorum.<br />
Karlarla bezeli, zorlu kış koşullarında çekilmiş film<br />
kesinlikle daha güçlü bir arka plan öyküsünü hak<br />
ediyordu. Öykünün tekrarlı ve sürekli askerlerden<br />
kaçmaya dönüşen hali zaman zaman bizi ana<br />
duygudan uzaklaştırıyor. Araya daha fazla detay,<br />
olay ya da vurgu sokulmalıydı. O zaman anlatılan<br />
hikayenin uçları daha fazla dokunur ve daha etkili<br />
olurdu kesinlikle.
DENİZ UĞUR<br />
YARAMAZLIK YAPIYOR
Hep Yek 2 filminin güzel<br />
yıldızı Deniz Uğur komedi<br />
filmlerinin daha çok erkekler<br />
üzerine kurulmasının sebebi<br />
olarak, “ Toplumumuzda<br />
hayatın içinde çatışma<br />
yaratan, yaramazlık yapan,<br />
pot kıran, sakarlık eden<br />
genellikle erkekler olduğu<br />
için belki de komedi filmlerine<br />
daha çok malzeme<br />
oluyorlardır” dedi...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Deniz Uğur sinemamızın ve dizilerin aranan<br />
oyuncusu. Uğur sadece bunla da yetinmiyor.<br />
Seslendirme, tiyatro, ve diğer meşguliyetlerini<br />
başarıyla beraber götürüyor. Son filmi Hep Yek<br />
2’de bir tetikçinin baskın eşini canlandıran yıldız<br />
“filmi çok sevdim. Özellikle senaryosu çok iyi<br />
yazılmıştı. İnsanlar bu kötü günlerde biraz gülmek<br />
istiyorlarsa buyursunlar bu filme gelsinler”<br />
dedi.<br />
Senaryo size geldiğinde sizi etkileyen şey ne<br />
oldu?<br />
Hikayenin sürükleyici ve eğlenceli olması. Renkli<br />
karakterler yaratılmıştı, diyalogları ustalıkla<br />
yazılmış, matematiği iyi kurulmuştu. Alışılmış<br />
kalıpların dışında bir rol oynayacağım için de<br />
cazip geldi bana.<br />
Rolünüzü biraz anlatabilir misiniz?<br />
Aslı, kocasının kendisini aldattığından<br />
şüphelenen kıskanç ve dominant bir kadın.<br />
Oysa iyi bir aile babası, hatta pısırık bir eş<br />
gibi görünen kocası Kerim, alemde “Manyak”<br />
lakabıyla tanınan, herkesin korktuğu bir kiralık<br />
katil. Aslı’nın hikayesinde komedi bu yanlış<br />
anlaşılmadan çıkıyor. Kerim, Aslı ve oğulları<br />
Ruhi, üçü birlikte tuhaf, sinir bozucu ve komik bir<br />
aile oluşturuyorlar.<br />
Dizilerdeki rollerinizden farklı olarak<br />
oynadığınız filmlerde komedi yapımlarının<br />
ağırlığı görünüyor. Bu bir tercih mi yoksa<br />
öyle mi rast geldi?<br />
Aslında en sevilen dizilerimden bazıları komedidramaydı.<br />
Sahte Prenses ve Umutsuz Ev<br />
Kadınları gibi. Bir süredir sinemalarda en çok<br />
talep gören filmler komedi filmleri oldu sanırım,<br />
bu yüzden gelen teklifler de çoğunlukla komedi<br />
türünde projeler oluyor. Toplumsal bir ihtiyaç<br />
olmalı bu, insanlar gülmek istiyor.<br />
Yeşilçam komedisi trajikomik bir yapıya<br />
sahiptir. Halbuki 2000 sonrası komediler<br />
daha çok absürt komedi. Siz hangisini tercih<br />
edersiniz? Filminizi hangi kategoriye koyuyorsunuz?<br />
Absürt komedi. Aynı zamanda da suç filmi tabii.<br />
Ben absürt komediyi çok seviyorum. İnsana<br />
özgürce beyin fırtınası yaptırıyor, çağrışımlarla<br />
ilham veriyor. Yeraltı dünyasında Kedi Arif diye<br />
çok tehlikeli bir baba olması ve bu adamın oğlu<br />
yerine koyduğu kedisi Hamdi’nin yanlışlıkla<br />
kurşunlanması üzerine intikam yemini etmesi,<br />
bütün mafya babalarının Arif’e ayıp olmasın diye<br />
mecburen kedinin cenaze törenine gitmesi... İşte<br />
tüm bunlara inanabildiğimiz bir dünya bana çok<br />
naif ve eğlenceli geliyor.<br />
Oynadığınız rolde bir mafya patronunun<br />
baskın eşini canlandırıyorsunuz. Role<br />
hazırlanırken nelerden yararlandınız.<br />
Aynen öyle. Aslında tehlikeli bir mafya tetikçisinin<br />
eşiyim ama bunun farkında değilim.<br />
Ben eşimi iş adamı sanıyorum. Ona gelen<br />
gizemli telefonlardan, zaman zaman ortalıktan<br />
kaybolmasından kuşkulanıyorum. Çapkınlık<br />
yapıyor sanıyorum. Aslında gerçekte, böyle bir<br />
durumda bir kadının verebileceği normal tepkileri<br />
veriyorum filmde. Ama o kadar ölçülü değilim.<br />
Filmin tarzı beni minimal davranmak zorunda<br />
LAR, POT KIRIYORLAR
ırakmadı, bu da keyifli bir değişiklik oldu benim için.<br />
Gözlük takan, saçını topuz yapan, jilet gibi giyinen,<br />
topuklu ayakkabıyla kendini yollara vurup kocasının<br />
peşinden giden ve akvaryumdan çıkıp kendini okyanusta<br />
bulmuş gibi şaşkın, ezberi bozulmuş bir karakter<br />
çıkarmayı düşündüm. Sinirlendiğimde soru cümlelerini<br />
tekrarlayarak pekiştiriyorum, altını çiziyorum. Jestlerim<br />
daha keskin. Başöğretmen gibiyim, biraz gıcığım yani.<br />
Filminizde erkek karakterler baskın. Özellikle<br />
komedi türünde kadın sanatçıların geri planda<br />
kaldığını düşünüyor musunuz?<br />
Bazı senaryolar da kadın karakterler üzerine kuruluyor.<br />
Toplumumuzda hayatın içinde çatışma yaratan,<br />
yaramazlık yapan, pot kıran, sakarlık eden, zaaflarına<br />
yenilen, yani çocuksu davranan genellikle erkekler<br />
olduğu için belki de komedi filmlerine daha çok malzeme<br />
oluyorlardır.<br />
Yeşilçamla aranız nasıl, eski Türk filmlerini sever<br />
misiniz?<br />
Severim tabii. Herkes gibi çocukluğumu ve ailemi,<br />
içimi ısıtarak hatırlatır bana.<br />
Türk sinemasında etkilendiğiniz kadın oyuncular<br />
kimlerdir?<br />
Güzel fiziği, asil vücut dili ve ölçülü oyunculuğla Hülya<br />
Koçyiğit hep favorim olmuştur.<br />
1980 ve 90’ların ikinci yarısına kadar sinemamızda<br />
feminizmin etkisi gözükür. Bunun faturasını ödeyen<br />
(Müjde Ar, Nur Sürer) oyuncularımız var. Fakat<br />
2000 sonrası bu anlamda sinemamızda bir geriye<br />
adım atıldığını düşünüyorum. Bir kadın oyuncu<br />
olarak buna katılıyor musunuz? Bu tür rolleri<br />
oynamanın risklerini göze alır mısınız?<br />
Toplumsal değişim süreklilik arz eder, yani yeni<br />
akımlar her zaman çıkar, sonra başka bir şeye doğru<br />
evrilir, yerine yeni akımlar gelir. Ben senaryonun hangi<br />
fikri savunduğundan çok dramaturji açısından başarılı<br />
olup olmamasıyla ilgilenirim. Nasıl bir rol oynarsanız<br />
oynayın, ortadaki tek risk onu inandırıcı kılamamak,<br />
yani başarısız olmaktır. Oyuncu, kendisine oyun<br />
imkanı veren, kırılma noktaları ve dönüşümü olan,<br />
yani iyi yazılmış her senaryoda oynamak ister bence.<br />
İyi yazılmış senaryo çok sık rastlayabildiğimiz bir şey<br />
değil.<br />
Artık oyuncular mesleğe sinema yerine dizi setlerinde<br />
başlıyor. Bunun genç bir oyuncu için yıpratıcı<br />
olduğunu düşünüyormusunuz? Bu anlamda bir<br />
sinema dili oluşturmak mümkün mü?<br />
Sinema dilini oluşturan yönetmendir diye<br />
düşünüyorum. Biz onun kurduğu dünyayı işletecek
olan çarklarız. Bugünün dizi setleriyse, eski<br />
Yeşilçam’ın devamı bence. Seri üretim yapılıyor,<br />
geniş kitlelere ulaşıyor, yeni yıldızlar yaratılıyor filan.<br />
Sinema filmleri, gişe filmi dahi olsa halkın bütününü<br />
değil, orta sınıf diyebileceğimiz belli bir kesimi ilgilendiriyor<br />
daha çok. Yani hiçbir şeyi eski referanslara<br />
dayanarak düşünemeyiz, şimdiki koşullar farklı.<br />
Sizin dizi ve sinema filmleri dışında seslendirme<br />
yaptığınızı da görüyoruz. Animasyon filmlerinde<br />
sesinizi kullanıyorsunuz. Bu farklı bir yetenek<br />
olarak algılanabilir mi?<br />
Dünya standartlarında oyunculuk eğitimi almış<br />
herkesin iyi bir kulağı olması gerekir ve seslendirme<br />
yapabilmelidir bence. Belki kimilerinin ses rengi<br />
daha özellikli oluyor ve seslendirmede bu tercih sebebi<br />
sayılıyordur. En çok Charlize Theron ve Angelina<br />
Jolie performanslarının Türkçe seslendirmesini<br />
yaptım, çok zevkli bir iş bu.<br />
Tiyatro çalışmalarını geriye bırakmadınız ve<br />
oyunlarınızı görüyoruz. Tiyatro, kariyeriniz için<br />
ne ifade ediyor?<br />
Tiyatro, bizi disipline sokar ve sürekli parlatır. Sahnede<br />
olmak, hiç bitmeyen bir eğitim gibi. Her oyunda<br />
farklı insanlardan canlı tepkiler alıyorsunuz, kendinizin<br />
daha çok farkında olduğunuz bir alan olamaz.<br />
Genç kalmak istiyorsak, sadece fiziksel açıdan<br />
değil, ruhumuzu ve zihnimizi de güncellemek istiyorsak<br />
tiyatrodan kopamayız.<br />
Bütün bu saydıklarımız dışında bir aileniz de<br />
var,çocuklar ve özel hayat. Bir oyuncu bütün<br />
hayatına etki eden böylesi bir meslekle nasıl<br />
başa çıkmalı? Genç oyunculara öneriniz var mı?<br />
Ailemle birlikte olmak benim en temel, insani<br />
hakkım olduğu için bunu oyunculukla birlikte<br />
sürdürülen ikinci bir iş gibi görmüyorum. İş programı<br />
vardır, görevin biter, özel hayatına geri dönersin.<br />
Belki aylaklık edecek boş zamanın kalmaz ama<br />
böyle bir şeye de ihtiyacımız yok zaten. Genç oyunculara<br />
ne önerebilirim, bilmiyorum. Biliyorsunuz biz<br />
“X” kuşağıyız. Bizden sonra gelen “Y kuşağı”nın<br />
hatta yetişmekte olan “Z kuşağı”nın çok daha<br />
farklı bir yapıları var ve belki de bu zamanda nasıl<br />
hareket edecekleri konusunda en doğrusunu şimdi<br />
onlar biliyorlar...<br />
İzleyiciler için filmle ilgili benim size sormadığım<br />
ama sizin söylemek istediğiniz birşey var mı?<br />
Bizi bunalıma sokmak isteyenlere inat, sinemaya gidin<br />
ve gülün. Moral motivasyon her şeyimiz. Ruhumuzu<br />
besleyip kendimizi iyi hissedemezsek biteriz.
GÜLE GÜLE<br />
PRENSES<br />
MASIS ÜŞENMEZ<br />
n “Yardım et Obi-<br />
Wan, sen benim tek<br />
umudumsun.” sözü<br />
ile bir diktatörlüğe<br />
karşı çıkan,<br />
karşısındaki babası<br />
bile olsa kötülüğe<br />
boyun eğmeyen, galaksinin<br />
en güzel ve güçlü kadını Prenses<br />
Leia rolü ile Star Wars sevdalılarının hep<br />
el üstünde tuttuğu bir büyük oyuncu Carrie<br />
Fisher’ı özlemle anıyoruz.<br />
Siz bu satırları okurken bu lanet 2016<br />
yılından da kurtulmuş olacağız. Bir<br />
değişiklik olacak mı bilmiyorum ancak<br />
hayatın pek iyiye gideceği konusunda da<br />
fazla beklentim yok. Aramızdan kimleri<br />
almadı ki 2016, ses sanatçıları, oyuncular,<br />
çocukluğumuzdan bize ne anı<br />
kaldıysa bir bir silip süpürdü. Yaşamının<br />
bir bölümünü Türkiye’de de geçirmiş<br />
dünyalar güzeli Zsa Zsa Gabor (1917<br />
- 2016)’dan seksenler müziğine yön<br />
vermiş George Michael (1963 - 2016)’a,<br />
şarkıları ile pek çoğumuza ilham vermiş<br />
efsane Leonard Cohen (1934 - 2016)’den<br />
ilk aşkımız Prenses Leia’ya can veren<br />
unutulmaz Carrie Fisher (1956 - 2016)’a<br />
pek çok rol modelimiz, kahramanımız,<br />
aşkımız, hayallerimizin kahramanları tek<br />
tek çekip gitti bu hayattan.
“Yardım et Obi-Wan, sen<br />
benim tek umudumsun.”<br />
sözü ile bir diktatörlüğe<br />
karşı çıkan, galaksinin<br />
en güzel ve güçlü kadını<br />
Prenses Leia rolü ile Star<br />
Wars sevdalılarının el<br />
üstünde tuttuğu oyuncu<br />
Carrie Fisher’ı anıyoruz.<br />
Carrie Frances Fisher şarkıcı Eddie Fisher<br />
ve aktrist Debbie Reynolds’ın kızıydı. Daha<br />
iki yaşına gelmeden babası annesinin yakın<br />
arkadaşı Elizabeth Taylor’la yaşamaya<br />
başlayacak ve boşanacaklardı. Küçük Carrie<br />
mutluluğu edebiyatta bulmuş ve dünya<br />
klasiklerinden kafasını kaldırmamıştı. Ailesi<br />
bu yüzden ona kitap kurdu derdi. 1973<br />
yılında Central School of Speech’de oyunculuk<br />
okumaya başladı. Böylece ilk filmi<br />
Shampoo (1975) ‘da Warren Beatty, Julie<br />
Christie ve Goldie Hawn gibi yıldızlar ile<br />
oynama şansı buldu. Asıl büyük çıkışını<br />
ise 1977 yılında Prenses Leia rolünde Star<br />
Wars ile yapacaktı.<br />
Daha 19 yaşındaki Fisher George Lucas’ın<br />
bilim kurgu filmi Star Wars(ya da sonraki<br />
adıyla Star Wars: Episode IV – A<br />
New Hope)’da Mark Hamill ve Harrison<br />
Ford ile müthiş bir sinerji yakalamıştı.<br />
Yaşamının sonlarında yayınladığı The<br />
Princess Diarist otobiyografisinde de Ford<br />
ile yakınlaşmalarını ayrıntıları ile anlattı.<br />
Böylece uzun yıllar hayranlarının merakla<br />
beklediği aralarında bir çekim olup<br />
olmadığı sorusu da cevap bulmuş oldu.<br />
Star Wars ilk üçleme ve geçtiğimiz yıl vizyona<br />
giren The Force Awakens’ın dışında<br />
Fisher The Blues Brothers, The Man with<br />
One Red Shoe, Hannah and Her Sisters,<br />
When Harry Met Sally gibi pek çok filmde<br />
karşımıza çıktı.<br />
Özel yaşamı da kariyeri gibi hızlı ilerliyordu,<br />
1983 yılında müzisyen Paul Simon<br />
ile evlendi. İkili uyuşturucu bağımlılığı gibi<br />
problemlerden inişli çıkışlı bir beraberlik<br />
yaşadılar. Yalnızca bir yıl süren evliliklerinden<br />
sonra da yıllar boyunca pek çok kez bir<br />
araya geldiler.<br />
13 yaşında marijuana ile tanıştığını söyleyen<br />
yıldız, yirmilerine geldiğinde kokain ve<br />
LSD kullanmaya başlamıştı. 1987 yılında<br />
yazdığı yarı otobiyografik romanı Postcards<br />
from the Edge’de bağımlılığını<br />
anlattı. Eser kısa zamanda çok satanlar<br />
listesine girmeyi başardı ve Fisher’a yazma<br />
konusunda şevk verdi. Daha sonra filme
de çekilen eserde Meryl Streep<br />
başrolde oynayacaktı.<br />
Bir röportajında uyuşturucu<br />
bağımlılığı ile ilgili “Alkol<br />
kullanamıyordum, alkole karşı alerjim<br />
var derdim. Ben de hissettiğim<br />
gibi hissetmemek için ne olsa kullanmaya<br />
başladım.” diyordu.<br />
1985 yılına gelindiğinde Fisher’a<br />
Bipolar teşhisi konmuştu. Bir akıl<br />
hastalığı olan bipolar bozukluk<br />
teşhisi Fisher’ın gel gitlerini de<br />
açıklıyordu. Fisher kendini kısa<br />
sürede akıl sağlığı hastalıkları ile<br />
ilgili insanları bilgilendirmeye verecekti.<br />
Doksanlar Fisher’ın kendini yazıya,<br />
senaryolara ve Bipolar farkındalığa<br />
adadığı yıllardı. Tek çocuğu üç yıl<br />
beraber olduğu Bryan Lourd’dan<br />
olan Billie Lourd’u 1<strong>99</strong>2 yılında<br />
doğurdu.<br />
The Force Awakens ile Fisher bir<br />
kez daha Leia rolüne girdiğinde<br />
gözler tekrar kendisine döndü.<br />
“Bu rolün hayatımı değiştireceğini<br />
düşünüyordum ama ne yönde<br />
olacağını hiç bilemedim” diyordu.<br />
2016 Saturn Ödüllerinde en iyi<br />
yardımcı kadın oyuncu ödülüne<br />
aday olan Fisher bu arada 2017’de<br />
vizyona girecek devam filminin de<br />
çekimlerini tamamlamıştı.<br />
Fisher 23 Aralık Cuma günü<br />
Londra’dan Los Angeles’a dönerken<br />
uçakta kalp krizi geçirmiş ve hastaneye<br />
kaldırılmıştı. Kızı Billie Lourd<br />
adına açıklamayı Simon Halls şu<br />
şekilde yaptı;<br />
“Büyük bir üzüntü ile kızı Billie<br />
Lourd sevgili annesi Carrie Fisher’ın
u sabah 8:55 sularında öldüğünü<br />
doğrulamaktadır. Kendisi tüm dünyaca<br />
sevildi ve her zaman özlenecektir.<br />
Tüm ailemiz adına destekleriniz<br />
ve dualarınız için teşekkürler.”<br />
Geçen ay Rolling Stones’a verdiği<br />
röportajda “Ölmekten korkuyor<br />
musunuz?” sorusuna Fisher “Hayır<br />
ölmekten değil ama ölüyor olmaktan<br />
korkarım. Ona bağlantılı olan<br />
acı beni korkutuyor. Ölmek üzere<br />
olan insanların yanında bulundum<br />
ve hiç eğlenceli görünmüyordu.<br />
Fakat bu olacaksa, yanımda beni<br />
seven birinin olmasını isterim.”<br />
diyordu.<br />
2008 yılında kaleme aldığı Wishful<br />
Drinking adlı kitabında “ Genç<br />
arkadaşlarıma nasıl gidersem<br />
gideyim benim ay ışığında kendi<br />
sütyenim tarafından boğulduğumu<br />
söyleyin.” demişti. Lucas sette<br />
beyaz kıyafetler içindeki Fisher’ı<br />
görünce “o sütyeni çıkarmalısın”<br />
der. Fisher nedenini sorunca Lucas<br />
“Çünkü uzayda iç çamaşırı yoktur.”<br />
diyecektir.<br />
Fisher’a göre Lucas bunu o kadar<br />
kendinden emin söylemiştir ki sanki<br />
uzayda uzun bir zaman geçirmiş ve<br />
orada iç çamaşırına rastlamamıştır.<br />
Lucas açıklamasına şöyle devam<br />
eder “Uzayda yer çekimi yoktur. bir<br />
süre sonra vücudun genişlemeye<br />
başlar ancak sütyenin genişlemez<br />
ve sen de kendi sütyenin yüzünden<br />
boğulursun.”<br />
Biz de onun anısına saygıyla ay<br />
ışığında kendi sütyeni yüzünden<br />
boğularak aramızdan ayrıldığını<br />
okurlarımıza iletmek istedik.<br />
Geçtiğin yeni galakside sonsuz<br />
mutluluklar prenses.
SiNEMA<br />
SANATINDA<br />
TEREDDÜTE<br />
YER YOK!<br />
MURAT TOLGA ŞEN<br />
SUSMAYAN KÖŞE<br />
Murat Tolga Şen, Yeşim<br />
Ustaoğlu’nun son filmi<br />
Tereddüt’ün bizzat yönetmeni<br />
tarafından sevişme<br />
sahneleri yumuşatılarak<br />
vizyona sokulmasını ve<br />
bağımsız sinemacıların<br />
çaresizliğini yazı konusu<br />
yapıyor.<br />
Yazının başına not: Tereddüt’ü<br />
sevdim, Portakal’da ulusal<br />
yarışmada da ödül bu filmin<br />
hakkıydı, bunu defalarca yazdım ama<br />
mesele o değil. Filmin farklı bir kopya<br />
ile vizyona sokulacağını Antalya’da<br />
öğrenmiştim, diğer sinema yazarları da<br />
biliyordu. Kimse yazı konusu yapmadı,<br />
röportaja kadar ben de, anlayışlı olmak<br />
gerekir diye düşündüm ancak röportajdaki<br />
“Ben otosansürle yıllardır savaşan,<br />
hiçbir filminde otosansür uygulamayan<br />
bir yönetmenim” cümlesi ve<br />
sonrasındaki savunudan kaynaklanan<br />
bir ihtiyaç bu.<br />
Yeşim Ustaoğlu’nun, Altın Portakal’da<br />
gösterilenden farklı ( kendi tabiriyle,<br />
ince bir kısaltma yaparak) vizyona<br />
soktuğu filmi Tereddüt’ü konuşuyoruz<br />
ama bu tartışmanın da geleceği yer<br />
aynı, yıllardır sayfalarca yazdım; devlet<br />
fonlarıyla bağımsız sinema yapılamaz,<br />
yapılırsa da, yapan içine düştüğü durumu<br />
savunmak için işte böyle kırk takla<br />
atmak zorunda kalır.<br />
Filmin 18+ vizyona çıkınca bakanlık<br />
desteğini geri ödemek zorundasın,<br />
neyle ödeyeceksin, festival filminin<br />
seyircisi yok, bunun sebebinin de<br />
sırf bakanlıktan aldığı parayı geri<br />
ödemesin diye jürilerin kötü film çeken<br />
sinemacılara ‘kıyak çekerek’ ödüllendirmesinin<br />
sonucu olduğunu yazdım.<br />
Dinleyen var mı, yok!<br />
Herkes film çekmek için devletten<br />
destek almak zorunda mı, bunun başka<br />
yolu yok mu? Seyircinin parasıyla film<br />
çekmek neden kimsenin aklına gelmiyor?<br />
“Orada bir para var almalıyız<br />
ve geri ödememeliyiz” kafasına nasıl<br />
geldik? Bu destek Türk sinemasına<br />
ne kattı? Bu yıl vizyona çıkan festival<br />
filmlerinin gişesine bakıyorum. 20 filmin<br />
toplam gişesini 10 ile çarptığın zaman<br />
ancak Dağ 2’nin gişesini buluyorsun.<br />
Bu kadar seyirciden uzak düşmüş bir<br />
sinemayı hala desteklemeli miyiz? Burada<br />
yüksek sanat yapılıyor da sinema-
ya giden aptallar mı anlamıyor? Dürüst olalım;<br />
festivallerde afakanlar basıyor hepimizi, genellikle<br />
berbat filmler izliyoruz!<br />
Bazı sinemacılar ve sinema yazarları itiraz ediyorlar,<br />
“festival filmi diye bir şey yoktur”. Al işte,<br />
bal gibi de var. Aynı filmin festivalde gösterildiği<br />
hali başka vizyondaki hali başka. Festival versiyonu,<br />
vizyon versiyonu diye bir şey olmaz ama<br />
oluyor. Kesen kim, bakanlık mı? Hayır, filmin 18+<br />
sınıflandırması alarak sansürsüz gösterileceği<br />
belli, kimse “bu film gösterilemez” dememiş ama<br />
18+ ibaresi yüzünden bakanlık “ödül de kazansan<br />
umurumda değil ver paramı” diyecek. Bu<br />
durumda Yeşim Ustaoğlu mecburen alıyor eline<br />
makası. Daha yazarken filmin makaslanacağı<br />
belliymiş yani. İşte bunu kabul edemiyorum<br />
ben. O zaman otosansürü en başında beyninde<br />
başlat, işin ucu bir şekilde oraya çıkacaksa<br />
madem. Festival sinemacılarının yıllardır yaptığı<br />
şey zaten bu. Yoksa biz bu yıl birkaç tane<br />
Soma, birkaç tane de Gezi direnişi filmi izlerdik<br />
Adana’da, Antalya’da…<br />
Otosansürün en şahanesi bu, savunamazsın!<br />
Hâlbuki bunu yapmak yerine “evet, buna mecbur<br />
kaldım ve içim kan ağlıyor” dese daha samimi<br />
bir söylem olur ve bu konu tartışmaya açılır. Asıl<br />
tartışmamız gereken mesele bakanlığın neden<br />
18+ filmlere yardım yapmadığı olmalıyken…<br />
OTOSANSÜR NEDİR, NASIL YAPILIR?<br />
Otosansürün ne olduğunu iyi biliyorum, şu durumda<br />
yapılmadığını iddia etmek toplumun<br />
zekasına hakaret etmek demek. Yazı bunu<br />
açıklama gayretindedir.<br />
Milliyet gazetesine verdiği röportajın başında,<br />
“Ben otosansürle yıllardır savaşan, hiçbir filminde<br />
otosansür uygulamayan bir yönetmenim”<br />
diye iddialı bir giriş yapan Yeşim Ustaoğlu<br />
savunmasını verdikten sonra dayanamayıp –bilinçsiz<br />
bir şekilde de olsa- itiraf ediyor,<br />
“Şu anda mevcut iki kopyamız var, biri +15, diğeri<br />
+18. Bu bir vaka tabii, bir emsal belki. Bu tür bir<br />
durumla baş edebilme hali ki, yaptırımlarla mücadele<br />
etmek lazım aslında. Bu yönetmelik maddeleri<br />
herkesi başından itibaren zaten kıskacı<br />
altına alıyor, otosansür uygulamaya itekliyor.”<br />
Peki ama bu yaptırımlarla mücadele etmenin<br />
yolu tam olarak buradan geçmiyor mu? Yani<br />
filmi makaslamadan gösterime sokmak ve<br />
bakanlığın uygulamasına itiraz ederek kamuoyu<br />
oluşturmaktan… Y. Ustaoğlu böyle yaparsa genç
sinemacıları hiç tutamazsın. Bugün sevişme sahnesi<br />
kesilir yarın başka bir şey, kaç dakika kesildiği de<br />
önemli değil, sürekli değişen dönüşen filmler izlemeye<br />
başlarız ve zaten bakanlığın istediği de bu. “18+<br />
film çekersen yardımı geri ödersin” diyerek sansür<br />
takozunu baştan koymuş oluyor. Bu takoza hangi<br />
aşamada takıldığın çok mühim değil, bir şekilde sansüre<br />
uygun davranmış oluyorsun. Burada bakanlığın<br />
zekası, sinemacının eserinden taviz vermesi sayesinde<br />
işe yarıyor. Filmler devlet eliyle değil bizzat<br />
yaratıcısı tarafından sansürlenmiş oluyor. Eti kıyma<br />
makinesine bile sokmadan çekmek… Çok zahmetsiz<br />
ve işte bunun adı: OTOSANSÜR.<br />
Gölgeler gerçek değildir ama bizi daha fazla korkuturlar<br />
çünkü kocamandırlar. Türkiye’de gölgeler giderek<br />
büyüyor. Sanat yapanların iddialı söylemlerine<br />
kanmayın, kimsenin bu gölgelerle savaşmaya yetecek<br />
cesareti yok.<br />
Herkes gerektiği yerde taviz vermeye hazır çünkü<br />
devlet parasıyla film çekip devletin yaptırdığı festivallerden<br />
ödül toplayan ve bununla da övünen bir<br />
sinemacı nesli yetişti. Seyirciyle arası iyice açık bu<br />
sinemacılar devlet filmlerini fonlamayı keserse ya da<br />
festivaller hepten düzenlenemez hale gelirse ürün<br />
veremez hale gelecekler. Sinemanın sanat hali dahi<br />
seyirci tarafından takdir edilmelidir yoksa her geçen<br />
yıl daha da olmamış filmlerle, tuhaf söylemlerle<br />
karşılaşacağız.<br />
80’lerin sıkıyönetim zamanlarında bile yaşanmayan bir<br />
şey bu, ne acı değil mi? Sansür bir kıyma makinesidir.<br />
İktidarın hazmedebileceği leziz köfte için eti (filmi)<br />
tekrar çekmen gerekebilir belki ama herkes yutacak<br />
diye bir şart yok. Eleştiriler olacaktır, olmalı.<br />
Sinema sanatının sıradan insanı alıp dönüştürme<br />
gücü vardır. Eskiden böyle bir dert vardı ama artık<br />
yok. Çünkü nasıl olsa devlet filmleri fonluyor ve sonra<br />
da festivaller tertip edip bunları gösteriyor, ödüllendiriyor.<br />
Seyirci bağı koptu. Y. Ustaoğlu’nun derdi bu değil<br />
ama dert buna dönüştü.<br />
Bakanlık desteği hibe değil ama belli şartlar<br />
karşılanınca hibeye dönüşüyor. Bir sinemacı filmini<br />
buna uygun hale getiriyorsa kafasında sinemadan çok<br />
ticaret vardır. Bu iş artık çok sıkıntılı. Bakanlık destekli<br />
filmlerin festival serüveni sinemamızı kuruttu. The<br />
Wailing diye bir film izledim bu yıl, çok iyiydi. Gişesini<br />
merak edip baktım. 7 milyona yakın bilet satmış<br />
Kore’de… İşte sinema budur, bu filmdir, bu gişedir. Biz<br />
artık saçmalıyoruz, her şey ucuz ticaretten ibaret.
VEYSEL’E iYi BAKTIM,<br />
GÖZÜM ARKADA<br />
KALMADI<br />
Aşık filminde Aşık Veysel’in eşini canlandıran<br />
Meltem Miraloğlu filme hazırlanırken bir köy<br />
evinde yaşayıp tarla sürdüğünü söyledi. Gerçek<br />
hayatta Aşık Veysel’in eşine söylenen<br />
“Veysel’e iyi bakar, gözümüz arkada kalmaz”<br />
lafını hatırladığını belirtti.<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Türk sineması bu memleketin gerçek<br />
değerlerinin filmlerini yapmamakta<br />
ısrar eder. Ama sonunda Aşık Veysel gibi<br />
bir değerimizin hayat hikayesi perdeye<br />
çekildi. Kurmaca bir hikaye olan Aşık<br />
filminin yeterince gerçeklere dayandığını<br />
da söylemek gerekir. Biz de Veysel’in<br />
eşini canlandıran Meltem Miraloğlu ile<br />
konuştuk...<br />
Rolünüzden bahsedebilir misiniz?<br />
Değerli ozanımız Aşık Veysel’in “Anılmazdı<br />
Veysel adı o sana aşık olmasaydı “ dediği<br />
uzaktan akrabası olan ilk eşi Esma karakterini<br />
canlandırdım. Esma Köyün en<br />
güzel en cevval kız çocuğuymuş. Elinden<br />
her iş gelir biz ölürsek Veysel’e iyi bakar<br />
gözümüz arkada kalmaz mantığıyla aşık<br />
Veysel’le evlendirilmiş. Ben güçlü kadın<br />
karakterlerinin hayat hikayelerini merakla<br />
takip eder örnek almaya çalışırım. Esma da<br />
cesur bir kadın karakteri seyircinin keyifle<br />
hatırlayacağını düşünüyorum.<br />
Canlandırdığınız gerçek bir kişilik. Nasıl<br />
hazırlandınız? Rolünüzde gerçeklik dışında
MELTEM<br />
MİRALOĞLU<br />
kurgu ne kadar etkiliydi?<br />
İnsan vücudu, beyni, düşünce gücü, hayal<br />
gücü en önemlisi de inancımız Allah’ın insana<br />
verdiği en sihirli, en gizemli nimetlerden<br />
biridir. Okumanın ve araştırmanın yanı sıra<br />
gözlerini kapatıp iç sesine odaklandığında<br />
Allah bir çok sorunun cevabını bulmana ve<br />
resimler görmene sebep olur. Senaryoyu<br />
okuduktan sonra sorular çıkartırım senaryoya<br />
karaktere bunların cevaplarına<br />
yaptığım araştırmaları da dahil ederim.<br />
Hareket dilinde farkındalık yaratmak benim<br />
için en önemlisi, yönetmenimizin izniyle<br />
can verdiğim karakterin şu zamana kadar<br />
oynananlardan farklı olması benim için<br />
önemli. Diğer yandan şive atölye çalışmaları<br />
da oldu. Usta ellerde harmanlanmamız<br />
bilmediklerimizi öğrenmemiz ve onlara<br />
danışmamız. Biz bu proje için Hasan<br />
Şahintürk’le çalıştık. Bu çalışmalar bittikten<br />
sonra yönetmenimiz Aşık Veysel’i<br />
canlandıracak arkadaşımla beraber bir köy<br />
evine yerleşip orda köy hayatı yaşamamızı<br />
istedi. Sabah erken kalkıp tarlada çalıştım,<br />
çapa yapmayı öğrendim, bin sekizyüzlü<br />
yıllarda traktör yoktu ama ben elime<br />
geçmişken traktör kullanmayı öğrendim, at<br />
biniciliği eğitimi aldım. Aşık filmimizde Sivas<br />
şivesiyle türkü söylediğimi ve ata bindiğimi<br />
göreceksiniz.<br />
Aşık Veysel’in eşi onun sanatında da çok<br />
önemli bir kimlik. Bu canlandırmak için<br />
büyük sorumlukluk gerektiren bir karakter.<br />
Endişe ettiniz mi?<br />
Başlangıçta her projede yaşanır bu tarz<br />
endişeler. Söz konusu Aşık Veysel olunca<br />
bu endişeler ve sorumluluklar iki katına<br />
çıkarabiliyor. Senaryoyu okuduğumda güzel<br />
ve dokunaklıydı, kabul etmemde en büyük<br />
etken buydu, ben de ilk defa seyirciyle beraber<br />
galada izliyeceğim merak ediyorum<br />
umarım iyi bir iş olmuştur.<br />
Eğer yanlış bilmiyorsam kariyerinize Kılıç<br />
Günleri dizisiyle başlamışsınız. Genç bir<br />
oyuncunun sinema dilini oluşturmakta dizi<br />
sektörünün yıpratıcı şartları bir dezavantaj<br />
yaratır mı?
Hayır dezavantaj yaratmaz. Bence kişiye<br />
göre değişir, sonuçta sevmekle alakalı,<br />
bende mesleğimi seviyorum. Çok sevince<br />
bütün olumsuzluklara rağmen<br />
iyimser bakabiliyorsun. Başkasının<br />
adına konuşamam ama ben kendi adıma<br />
şunu söyleyebilirim sinema ve dizilerde<br />
yer almayı seviyorum ve ne kadar bir<br />
birine yakınsada bir o kadarda farklı.<br />
Sinema olunca ön hazırlık başta olmak<br />
üzere daha çök zamanın oluyor ama dizi<br />
bir haftada çekilmesi gerektiği için daha<br />
zor oluyor. Ben de dizide çalıştığımda<br />
mümkün oldukça zamanı en iyi şekilde<br />
değerlendiriyorum ve bu şekilde de mutlu<br />
oluyorum yaptığım işten. Hem sinema<br />
filmlerine hemde dizilere aynı titizlikle<br />
yaklaşıyorum. Geçmişteki çalışmalarıma<br />
bakıldığında gerek sinema olsun ya da<br />
dizi bunu görebiliyorsunuz.<br />
Perde güzel kadını sever. Ama oyuncu<br />
bu güzelliğine hem tecrübe hem de<br />
kabiliyetini katmalı. Bu anlamda nasıl bir<br />
yapılanma içindesiniz?<br />
Ara verdiğim eğitimlerim var onları<br />
hızlandırmayı düşünüyorum. Cem<br />
Başeskioğlu nun film okumalarını<br />
kaçırmamaya çalışıyorum ve yabancı dil<br />
eğitimleri devam ediyor.<br />
Dönem filmi çekmek zor. Sizinkisi hem<br />
dönem filmi hem de biyografi. Sette<br />
sinema ile dizinin arasında bir fark hissettiniz<br />
mi? Hissettiyseniz bunu bizle<br />
paylaşabilirmisiniz?<br />
Aşık filmimiz yönetmenimizin dediği gibi<br />
Aşık Veysel biyografisi değil çünkü aşık<br />
Veysel sadece Türkiye’ye değil dünyaya<br />
mal olmuş değerli bir ozanımız. Onu<br />
tanıtmak değil genç nesillere hatırlatmak<br />
bizim için önemli. Daha önceki soruda<br />
değinmiştim aslında. Düşünün Bir<br />
proje yıllarca senarist ve yönetmenin<br />
kafasında şekilleniyor, fon bulmak için<br />
yıllar bir o kadar geçiyor, büyük bir emek<br />
var ve senin karşına bu şekilde geliyor.<br />
Bu kadar emeğin bilincinde olmak<br />
çok önemli. Sen de ona göre hazırlık
yapıyorsun. Bazan bir karekteri iyi<br />
çıkartmak adına an gelir bir köye gidip<br />
yerleşirsin, an gelir entellektüel bir<br />
ressamı oynamak için günlerçe çizimle<br />
uğraşırsın. İşte o zaman çıkarttığın<br />
karakter artık senin olmaktan çıkar<br />
ve izleyiciye mal olur. Sinema filmleri<br />
uluslararası festivallerde yarışma<br />
şansını bulunca bu kariyer açısında da<br />
çok önemli bir yere sahip oluyor. Diziler<br />
ise güncel, her hafta izleyicinin gözü<br />
önündesin ama bitiğinde izleyici onu<br />
unutabiliyor. Sinemada yıllar sonra<br />
torunlarınla da oturup izleme şansını<br />
bulabilirsin. En büyük ortak yanları ise<br />
ikisinde de oyuncusun.<br />
Kadın oyuncularımızın önünde Türkan<br />
Şoray kanunları gibi bir örnek de var.<br />
Bu kuralları doğru buluyor musunuz?<br />
Doğru bulmuyorum yanlız bir kadın<br />
olarak anlayabiliyorum onu. Türkan<br />
Şoray kanunları deyince diğer<br />
yandan aklıma gelen bir oyuncunun<br />
hayır diyebilme yetkisinin kendisinde<br />
oluşu, özgürlüğü. Benim için hafife<br />
alınamayacak kadar önemli bir durum.<br />
Bir oyuncu hayır diyebilmeli ve buna<br />
saygı duyulmalıdır. Kendimden örnek<br />
vermek gerekirse Hayat Devam Ediyor<br />
dizisinde oynadığım Hayat karakteri<br />
15 yaşında dedesi yaşında bir adamla<br />
evlenmesini ele aldık. Gerdek gecesi<br />
sahnelerinde oynadım. Her oyuncunun<br />
kabul ettiği bir durum değildi. Ben<br />
bu durumu bir oyuncu olarak sosyal<br />
sorumluluğum ve görevim olduğunu<br />
düşündüğüm için kabul ettim ve projenin<br />
içerisinde seve seve büyük bir<br />
heyecan ve şükürle oynadım. Ancak<br />
sadece reyting amaçlı bu tarz<br />
öpüşme sevişme tekliflerini asla kabul<br />
etmem. Yeni evlendim ileri de bir<br />
gün çocuklarıma vicdan rahatlığıyla<br />
göstereceğim işlerim olsun isterim.<br />
Oyuncu olmayı ne zaman istediniz?<br />
Küçüklüğünüzde böyle bir özleminiz<br />
var mıydı?<br />
Şimdi düşünüyorum da ben kendimi<br />
bildim bileli her bulduğum yere sahne<br />
kurup oynuyormuşum. Temizlik<br />
yaparken müziğin sesini yükseltip<br />
dans ederek şarkılar söylemelerim,<br />
ilk okulda şiir yarışmasında kendi<br />
yazdığım şiirle aldığım ödülüm, yine<br />
ilkokulda öğretmenimiz Türkiye<br />
haritasını çizmemizi ödev vermişti<br />
kopya kağıdı kullanmadan onu birebir<br />
çizmişim ve öğretmenimin bu<br />
duruma inanmayıp kulağımı çekmesi<br />
ve elime kalem kağıt verip<br />
gözünün önünde çizmemi istemesi,<br />
çizdiğimde hayretler içinde izlemesi<br />
bunun üzerine benden özür dilemesi.<br />
Yine o dönemler ne zaman biriyle<br />
dertleşmek istesem elimde kalem<br />
defter yazılar yazmam bu şekilde<br />
teselli olmam, hayallerimi resim defterine<br />
çizmeye çalışmam, orta okul<br />
ve lise dönemlerimde ailemin haberi<br />
olmadan okulun tiyatro sahnesinde<br />
olma durumum, lise de adıma şiirler<br />
ve sözsüz şarkılarının yapılması, evin<br />
içinde sürekli birilerinin taklitlerini<br />
yapmam, zaten oyunculuk dışında<br />
hiç bir meslekte mutlu olamıycağımın<br />
göstergesiydi.<br />
Ailenizin bu tercihine karşı tutumu<br />
nasıl oldu? Mesleğe yeni başlayan<br />
genç oyunculara tavsiyeniz var mı?<br />
Annem okumak isterken o dönemin<br />
şartlarıyla 15 yaşında babamla<br />
evlendirilmiş. Çoluk çocuk<br />
derken hayallerinin bir çoğunu<br />
gerçekleştirememiş. Bu sebeple bizim<br />
önümüze engeller koymak yerine<br />
hayallerimizin peşinde koşmamız için<br />
sonuna kadar desteklediler. Babam<br />
ise 16 yaşında sahneye çıkmayı<br />
istediğimi söylediğimde oyunculuk<br />
mesleğine karşı ön yargılardan<br />
dolayı tedirgin oldu ve beni bu işi<br />
yapmamam için tedirgin olduğunu<br />
dile getirmeye başladı. Benim kararlı<br />
olduğumu görünce o da destek verdi.
MADEM SİZLER GÖRÜYOR<br />
ÖYLEYSE HOŞ GÖRÜN<br />
Senarist Bilal Babaoğlu’nun uzun uğraşlar ve emekler<br />
neticesinde çektiği ilk uzun metrajlı filmi “Âşık”, 30 Ocak<br />
itibariyle tüm Türkiye’de vizyona giriyor.<br />
GİZEM ERTÜRK<br />
n Bu toprakların en büyük halk ozanlarından<br />
Aşık Veysel’in hayat hikayesi bir filme ilham<br />
kaynağı oldu. Senarist Bilal Babaoğlu’nun<br />
uzun uğraşlar ve emekler neticesinde çektiği<br />
ilk uzun metrajlı filmi “Âşık”, 30 Ocak itibariyle<br />
tüm Türkiye’de vizyona giriyor. Babaoğlu<br />
filmi yapmaktaki en büyük amacının,<br />
hoşgörü, tevazu, naiflik gibi unuttuğumuz<br />
değerleri yeniden hatırlatmak olduğunu<br />
söylüyor. “Ya benimsin ya toprağınsın”<br />
bu toprakları ve bizi kirleten bir fikir. Oysa<br />
Veysel’i hatırlamalıyız, diyor.<br />
Merhaba Bilal Bey, öncelikle film için<br />
tebrikler. Sizi biraz tanıyarak başlayabilir<br />
miyiz?<br />
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik<br />
Bölümü mezunuyum. Bir süre Star,<br />
Sabah ve Akşam gazetelerinde muhabirlik<br />
ve foto muhabirliği yaptım. Daha sonra<br />
yazarlığına başladım. Asi, Kurşun Yarası,<br />
Aşka Sürgün, Genco, Kasaba gibi TV dizilerinin<br />
senaryo yazarlarındanım. Halen daha<br />
dizi senaristliği yapmaktayım. Âşık ilk sinema<br />
filmim.<br />
Bize sizin için Âşık Veysel’in ne anlam<br />
taşıdığını ve neden bu filmi yapmak<br />
istediğinizi anlatır mısınız?<br />
Âşık Veysel; âşık geleneğini çağdaş<br />
Türkiye’ye taşıyan, sözlü halk edebiyatını<br />
kayda geçiren bir köprü... Gelenek içinde de<br />
önemli bir yeri var. Benim için onu daha özel<br />
kılan ise hoşgörünün sesi olması. Yerelden<br />
evrensele ulaşmayı başarmış bir ozan. Aşkta<br />
hoşgörü konusunda çok cesur... Kendisini<br />
terk eden eşini hoş gördüğü gibi gittiği yerde<br />
zorluk yaşamasın diye gizlice çorabına para<br />
saklamış. Bugün hemen her gün kadınların<br />
erkeklik şiddetinin kurbanı olduğu trajik<br />
olaylara cinayetlere tanık oluyoruz. O nedenle<br />
bu hikâyeyi anlatmak, bu topraklarda böyle<br />
büyük, centilmence aşklar yaşandığını da<br />
göstermek ve hatırlatmak istedim. Veysel gibi<br />
âşık olmalı…<br />
Yapım süreci nasıl ilerledi? Âşık Veysel gibi<br />
hem ulusal hem de evrensel kıymette bir<br />
sanatçının hayatını anlatmak için çıktığınız<br />
yolda beklediğiniz destekleri alabildiniz mi?<br />
Kültür Bakanlığı’nın desteği ile film yapına<br />
başladık. Filmin dörtte biri bütçesini bakanlık<br />
vermişti. Bu nedenle çok zorlandık. Hatay<br />
Büyükşehir Belediye Başkanı sayın<br />
Lütfü Savaş projeye sahip çıktı. Film ekibini<br />
Hatay’da misafir etti ve böylece filmi tamamlayabildik.<br />
Ülkemizde film yapmak çileli<br />
bir yolculuk… Hele nitelikli, sözü, hikâyesi<br />
olan bir sinema eseri yapma amacıyla<br />
yola çıktıysanız sabırlı ve kararlı olmak<br />
zorundasınız. Çekimleri Sivas’ta yapmak<br />
istedik ama ne yazık ki bütçemiz sınırlı<br />
olduğundan ve Sivas’ta umduğumuz desteği<br />
bulamadığımızdan orada başlayamadık. Bir<br />
kısmını Eskişehir’de yaptık. Yaklaşık üç yıldır<br />
bu filmi hayata geçirmek için çalışıyorum.<br />
Ben de Veysel gibi maddi manevi bedeller<br />
ödedim. “...derdimi dökersem derin dereye<br />
korkarım yar benden yoz olur gider” deyip bu<br />
bahsi kapatalım bence.<br />
Aşık Veysel’i oynayacak kişiyi bulmanız zor<br />
oldu mu? Yalnızca oyunculuk değil iyi bir<br />
müzisyenlik de gerektiriyor çünkü…<br />
Hem çok iyi bağlama sanatçısı hem de iyi
SUNUZ,<br />
BİLAL<br />
BABAOĞLU
ir oyuncu o yaş aralığında bulmak<br />
oldukça zordu. Bir yıldan fazla bir süre<br />
Veysel aradım. Ünlü ünsüz yaklaşık yüz<br />
oyuncuyla görüştüm ve deneme çekimleri<br />
yaptım. Âşık Veysel’i canlandıracak<br />
kişi onun kültürünü de taşıyacak bir<br />
kişi olmalı, saz ustalığıyla tavrıyla ikna<br />
edici olmalı diye düşünüyordum. Kalan<br />
Müzik’ten Nilüfer Saltık’in önerisiyle<br />
Emirhan Kartal ile tanıştım. Oynama isteği<br />
ve kararlılığı beni etkiledi. Altı ay seni<br />
oyuncu koçuyla çalıştıracağım sonunda<br />
olup olmayacağına karar vereceğim dedim,<br />
kabul etti. Oyuncu koçu ve oyunculuk<br />
hocası Hasan Şahintürk altı ay çalıştırdı.<br />
Emirhan bu sürede defalarca görme engellilerle<br />
de çalıştı, onlarla zaman geçirdi.<br />
Sonunda rolü kaptı. Oyuncu olmayan<br />
birisiyle çalışmak büyük riskti ama bu<br />
riski göze aldık. Ben sonuçtan memnunum.<br />
Emirhan rolün hakkını verdi.<br />
Filmi yapmanızın temel amacının Veysel’i<br />
değil Aşık’ı anlatmak olduğunu söylüyorsunuz…<br />
Evet çünkü film bir Âşık Veysel biyografisi<br />
değil, daha çok kurmaca bir<br />
aşk hikayesi… Senarist olarak doğu<br />
edebiyatında çokça işlenen “Leyla’yı<br />
ararken Mevla’yı bulmak” şeklinde<br />
özetlenen temada bir film yapmaya Veysel<br />
hikâyesini bilmeden önce de karar<br />
vermiştim. Veysel de benzer temayı<br />
görünce onun üzerinden anlatmaya karar<br />
verdim. Veysel in sazından ziyade sözüyle<br />
ilgiliydim.<br />
Âşıklık bana kalırsa, kültürümüzün çok<br />
önemli bir parçası ve yeni nesle de mutlaka<br />
anlatılması gereken bir yaşam felsefesi…<br />
Siz Aşıklığı nasıl tanımlıyorsunuz?<br />
Evet âşıklık gelenek içinde bir yaşam<br />
felsefesi. Yaşamın kendisine aşkla<br />
bakmayı öneriyor. Aşık talep halinde olan<br />
arayan peşine pervane olan, kendinden<br />
vazgeçebilen, kendini egosunu maşuk<br />
için yakabilen, ötekinde kendini arayan<br />
kişi… Vuslat da bile hasret kalan hiç<br />
kavuşamayan kişi… Başka bir varoluş<br />
biçimi... Kapitalist toplumda, ilişkileri de<br />
tüketen bir toplumda âşık kişiyi anlamak<br />
öyle bir varoluş oluşturmak nerdeyse imkânsız.<br />
Ama öykünebilir, imrenebiliriz.<br />
Kötülüğün, kabalığın bu denli zirve yaptığı<br />
günümüzde, filminizdeki naif anlatım dilini çok<br />
kıymetli buldum. Siz hangi sözcük ile ifade<br />
edersiniz?<br />
Naiflik doğru tespit… Ben naif biri olmaya<br />
öykünüyorum “kavgaya değil muhabbete geldik”<br />
diyor Mevlana. Tevazu, naiflik gibi tavırlar<br />
değerlerimizdi şimdi eziklik diye aşağılanıyor.<br />
Ya da bu tavırları kazanmak için çeşitli atölyelere<br />
katılarak gurularından parayla satın
alıyoruz. Anlaşılır değil. Belki benim Âşık bir<br />
ağıttır geçmiş bir kültüre bilmiyorum. Rekabet<br />
insan ruhunu kirleten bir şey ama çocuklara<br />
sürekli rekabet aşılanıyor.<br />
Filmde seçtiğiniz Bektaşi Fıkraları’da çok<br />
anlamlı bana kalırsa… Mesela şu meşhur üzümlerin<br />
sirke mi yoksa şarap mı olacağı ile ilgili<br />
olan…<br />
Fıkra da türküler gibi sözlü kültür ürünü.<br />
Veysel’i mayalayan sosyal atmosferin sahnesidir<br />
o sahne. Evde ocak başında ailecek çalınıp<br />
söylenir gülüp eğlenilirdi. Fıkralar, masallar ve<br />
maniler anlatılırdı. Veysel’in babası saza<br />
söze meraklı bir adamdı. Veysel bir Alevi<br />
Bektaşi’dir. Bu nedenle hep muhalif<br />
olmuşlardır. O fıkra da siyasi otoriteyi tiye<br />
alan bir Bektaşi fıkrasıdır.<br />
Filmi yapmaktaki en büyük motivasyonunuz<br />
neydi?<br />
Benim sinemacı olarak meramım şu?<br />
Âşıklık güzel ve değerli bir yaşam biçimiydi.<br />
Yaşatamıyorsak bile unutmayalım<br />
öykünelim, imrenelim. Âşık olduğumuz<br />
kişiye sahip olmaya, ona hükmetmeye<br />
çalışmayalım. Anadolu’da dünyaya<br />
örnek olacak modern bir aşk hikâyesi<br />
yaşandı. “Ya benimsin ya toprağınsın” bu<br />
toprakları ve bizi kirleten bir fikir. Oysa<br />
Veysel’i hatırlamalıyız.<br />
Filminiz kaç kopya ve hangi şehirlerde<br />
vizyonda olacak? Okullarda öğrencilere<br />
ya da farklı topluluklara özel gösterimler<br />
yapmayı düşünüyor musunuz?<br />
Bildiğim kadarıyla yaklaşık 40 kopya<br />
ile bütün Türkiye’de vizyona gireceğiz.<br />
Sesli betimleme uygulamasıyla görme<br />
engellilere de filmimiz ulaşacak. Tabii<br />
filmimizin bütün ortaöğretim düzeyindeki<br />
gençlerimize ulaşmasını çok isterim. Asıl<br />
onların Âşık’ı tanıması daha önemli. Özel<br />
gösterim talebi olursa koşarak giderim.<br />
Mutlu olurum.<br />
Ülkemiz biyografik hikayeler için bir<br />
cennet ama bu konuda sinemamızın çok<br />
eksik kaldığını düşünüyorum. Bundan<br />
sonra bu tarz hikayeler çekmeye devam<br />
edecek misiniz?<br />
Eleştiri, özeleştiri, yüzleşme değerlerinin<br />
güçlü olmadığı toplumlardan biyografi<br />
hikayesi çıkması zor oluyor. Topluma<br />
mâl olmuş kişiler de olsalar birilerinin<br />
ailesi mahremi sayılıyor. Benim dedemi,<br />
atamı böyle anlatamazsınız denildiğinde<br />
sorun oluyor. Yine herkesin gönlünde<br />
yeri olan bir kişiyi anlatmak riskli kimseyi<br />
memnun edemezsin. Ayrıca telif vs<br />
bağlayıcı yanları var. Sabırlı kararlı olmak<br />
lazım ama sinemacılar da birçok engeli<br />
aşmaya çalışırken bir de bu engellerle<br />
uğraşmaktan kaçınıyor. Benim şuan için<br />
hazır başka bir biyografi projem yok.
AVATAR 2 DÜNYASI<br />
ADIM ADIM GELİYOR<br />
Cameron’ın açıklamasına göre<br />
Avatar 2, ilk filmden tanıdığımız Jake,<br />
Neytiri ve bu ikilinin çocukları<br />
üzerinde şekillenece...<br />
BURAK YARKENT<br />
n James Gunn’in Guardians<br />
of the Galaxy filminden<br />
tutun da, Peyton<br />
Reed’in Ant-Man’ine,<br />
Zack Snyder’ın Man of<br />
Steel’ine, Hollywood’da iz<br />
bırakan, ve iyi gişe yapan<br />
filmler oldu.. Fakat<br />
hiçbiri James Cameron’ın<br />
Avatar’ının yanina bile yaklaşamadı. Görünen<br />
köy tabii ki de kılavuz istemez, sonuç olarak<br />
gerçek şu ki, Aralık 2009 yılında gösterime<br />
giren Avatar, dünya çapında $2.782 milyar<br />
ile hala en çok kazandıran film durumunda.<br />
Gösterime ilk girdiğinden beri merakla ikincisini<br />
beklediğimiz filmin sürücü koltuğunda<br />
oturanlar her ne kadar kendilerini ağırdan<br />
alıyormuş gibi gösterseler de ilersi için<br />
müthiş fikirlerinin olduğu da kulağımıza gelen<br />
duyumlar arasında.<br />
Sizi fazla merak içinde bırakmadan bana gelen<br />
duyumları sizlerle paylaşmaya başlıyorum;<br />
Avatar 2 ne zaman gösterime girecek?<br />
Film farklı sebeplerden dolayı, çeşitli etaplarda<br />
gecikmeye uğradı bunu biliyoruz, o<br />
yüzden size kesin gösterime giriş tarihini<br />
veremiyorum fakat planlar filmin 2018 Aralık<br />
ayında gösterime girecekmiş gibi yapılıyor.
Filmin klasmanı ne olacak?<br />
Gerçekçi olmak lazım, Avatar tarzı filmlerin<br />
asıl amacı, toplayabildiği kadar izleyiciyi<br />
sinema salonları toplamak. Bu sebepten<br />
dolayı, hikaye hakkında fazla birşey bilmememize<br />
rağmen, filmin R klasman alacağı<br />
bir gerçek. İlk Avatar PG-13 olduğundan<br />
diğerlerinin de aynı olacağı kesin.<br />
Filmin yönetmeni kim olacak?<br />
Bilindiği gibi ilk Avatar, James Cameron’ın<br />
tutkusuydu. Bunu her kulvarda dile getiren<br />
ünlü film adamı başta Avatar’ın senaryosu<br />
için, daha sonra da teknik detaylar üzerine<br />
yıllarını verdi. Bu sebeptendir ki filmin diğer<br />
bölümlerinin yönetmenliği için Cameron<br />
ismi çok çok ağır basıyor. Cameron ismi<br />
sadece Avatar 2 için değil, Avatar 3, 4 ve<br />
hatta 5 için bile tek adres durumunda.<br />
Cameron’un, filmin teknik tarafı için<br />
de bazı planları olduğu ağızdan ağıza<br />
dolaşıyor. Mesela filmin daha gerçekçi<br />
durması için bazı bölümlerinin su altında<br />
çekilmesi planlanıyor. Düşünülen ve uygulamaya<br />
konulan şu, Avatar 2 Cameron’un<br />
öncülüğünde sınırları sonuna kadar zorlanacak,<br />
bu sınırları aşacak ve tüm dünyada,<br />
modern film yapımında çığır açacak.<br />
Cameron’ın bir başka isteği ise, ilk filmdeki<br />
başarının tesadüfi olmadığını kanıtlamak,<br />
fakat sadece ilk film başarılı oldu diye daha<br />
sonrakilerinin başarısının otomatikman<br />
gelmeyeceğinin de farkında. Bu yüzden<br />
gece gündüz demeden yeni kurduğu ekibi<br />
ile bu filme kilitlenmiş durumda.<br />
Senaryo<br />
James Cameron, ilk filmin “tek” senaryo<br />
yazarı olarak öne çıkan isimdi. Fakat Cameron<br />
gelecekte düşünülen 4 film için, her biri<br />
birbirinden değerli isimlerden oluşan gerçek<br />
bir ekip yarattı.<br />
Spielberg’in War of the Worlds filminin<br />
senaristi ve televizyon için çekilen Terminatör:<br />
Sarah Connor Chronicles’da önemli<br />
görevler üstlenen Josh Friedman takıma<br />
katılan ilk isim oldu. Friedman’ı, Rise of<br />
the Planet of the Apes’ten hatırlayacağımız<br />
Rick Jaffa ve Amanda Silver, bu isimleri de
Armageddon’dan aklımızda kalan Shane<br />
Salerno takip etti ve bu 5 değerli isim fılm<br />
üzerinde omuz omuza çalışmaya başladılar.<br />
Film hakkında bildiğimiz en önemli detay,<br />
filme yeni dünyaların, yeni doğal ortamların,<br />
kültürlerin ve bunları takiben yeni yaratıkların<br />
ekleneceği yönünde.<br />
Cameron’u senaryo üzerinde en fazla zorlayan<br />
gerçek, bir hikaye üzerinde çalışıyorken,<br />
4 ayrı film yazıyor olması. Bu da şu anlama<br />
geliyor, Avatar 2, ilk filmi ve daha sonra gelecekleri<br />
birleştirici bir görev de üstlenecek.<br />
İşte daha önce bahsettiğim, filmin izleyici ile<br />
buluşmasını geciktiren faktörlerden bir tanesi,<br />
belki de en önemlisi bu.<br />
Cameron ve ekibinin bir başka baş ağrısı ise,<br />
4 filmi de aynı anda çekecek olmaları. Bu<br />
da öncelikli olarak tüm senaryonun bitmiş<br />
olması anlamına geliyor.<br />
Hakkında hergün yeni birşey öğrendiğimiz<br />
Avatar serisinin belki de kayda değer en<br />
önemli bilgisi James Cameron tarafından<br />
bize sunuldu. Cameron’ın açıklamasına göre<br />
film, ilk filmden tanıdığımız Jake, Neytiri ve<br />
bu ikilinin çocukları üzerinde şekillenece. Aile<br />
kavramı üzerinden, bu yaratıkların insanoğlu<br />
ile yaşadıkları zorluklar çerçevesinde devam<br />
edecek.<br />
Jake Sully<br />
Tabii ki de beklenildiği gibi ana karakter Jake<br />
Sully yeni bölümlerde de karşımızda olacak.<br />
Clash of the Titans, Man on a Ledge ve Sabotage<br />
gibi filmlerde çeşitli rollerde karşımıza<br />
çıkan Sam Worthington, hem maddi hem de<br />
manevi, geri çevrilmesi zor teklife beklenildiği<br />
gibi olumlu yanıt verdi, ve imzalar şimdiden<br />
atıldı. Öyle ki başarılı aktör Kasım 2013’teki<br />
demecinde “Jim bizi Pandora’ya götürecek<br />
gemi üzerinde çalışmalarını sürdürüyor”<br />
cümlesiyle James Cameron’un film üzerinde<br />
çalıştığını açık bir şekilde beyan etmişti.<br />
Neytiri<br />
Yeni filmde Jake Sully dönüyor ise, tabii ki<br />
onun büyük “yaratık” aşkı Neytiri’nin de dönmesi<br />
gerekiyor. Sam Worthington gibi Zoe<br />
Saldana ile de Avatar 2, 3, 4 ve 5 için anlaşma<br />
sağlanmış durumda. Öyle ki, Saldana vermiş
olduğu bor röportajda Cameron ile bazı<br />
sahneler üzerinde konuştuklarını ve duygulu<br />
anlar yaşadıklarını da çekinmeden söylüyor.<br />
Özellikle Saldana konusunda kafamdaki<br />
soru işaretini sizinle paylaşmadan<br />
geçemeyeceğim..<br />
Star Trek ve Marvel yapımı Guardians of the<br />
Galaxy filmlerinin de ana oyuncularından<br />
olan Saldana’nın Avatar 2’den başlayacak<br />
olan seride ne kadar aktif olacağını tam kestiremiyorum.<br />
Neytiri’den ayrılmak tabii ki kolay<br />
görünmüyor, fakat bir şekilde Star Trek<br />
ve Guardians of the Galaxy’nin gölgesinde<br />
kalma, veya bu yapımlara görsel olarak bu<br />
kadar yakınlaşma fikri beni bu konuda daha<br />
fazla düşünmeye zorluyor.<br />
Dr. Grace Augustine<br />
Çoğunuzun hatırlayacağı gibi Dr. Grace<br />
Augustine rolündeki Sigourney Weaver<br />
ilk Avatar’da ölmüştü. Fakat 2009 yılında<br />
Avatar filmi piyasaya çıktıktan 3 ay kadar<br />
sonra Dr. Grace Augustine’in Avatar 2’de<br />
olacağı açıklanmıştı. Bunun üzerine Ekim<br />
2010’da James Cameron bir röportajında<br />
“bilim kurgu filmlerinde kimse gerçekten<br />
ölmez” açıklaması ile Weaver’in yeni filmde<br />
olacağının sinyalini vermişti.<br />
Weaver ise bir roportajında Avatar 2’deki<br />
rolünden üstü kapalı bir şekilde bahsetmiş,<br />
ve Avatar 1’deki rolünden tamamen farklı<br />
bir karakterde karşımıza çıkacağından söz<br />
etmişti. Bu da kafalarda, acaba Dr. Grace<br />
Augustine gerçekten öldü de, Weaver<br />
karşımıza başka bir karakterde mi çıkacak<br />
sorusunu oluşturdu.<br />
Colonel Miles Quaritch<br />
James Cameron’un “bilim kurgu filmlerinde<br />
kimse gerçekten ölmez” cümlesi Colonel<br />
Miles Quaritch için de geçerli olmuş. İlk<br />
Avatar’da Neytiri tarafından öldürülen Colonel<br />
Miles Quaritch karakterindeki Stephen<br />
Lang, Avatar 2, 3, 4, ve 5’te de karşımıza<br />
çıkıyor, ve James Cameron’un açıklamasına<br />
göre de filmdeki en önemli karakterlerden<br />
biri konumuna dönüşüyor. Size tavsiyem<br />
ilerki bölümlerde bu karakteri yakından takip<br />
etmeniz.
Gösterim tarihi<br />
20th Century Fox film şirketi Avatar 2’yi Aralık<br />
2014 için düşünüyordu, sonrasındaki plan Avatar<br />
3 için Aralık 2016, 4 için Aralık 2017 ve 5 için<br />
ise Aralık 2018’di. Fakat Peter Jackson’un Lord<br />
of the Rings ve Hobbit serileri film şirketinin<br />
tarihlerde değişikliğe gitmelerine neden oldu.<br />
Bazıları daha önce verilen tarihlerin ve tarihlerdeki<br />
değişikliklerin James Cameron’un daha<br />
önceden kurguladığı bir plan olduğunu savunuyorlar.<br />
Neden olduğu daha sonra anlayacağımız<br />
bu durum neticesinde Avatar serilerinin çekimine<br />
başlanacağı tarih 2017 olarak değiştirildi ve<br />
gösterim tarihi de Aralık 2018 olarak fısıldandı.<br />
Buna göre de diğer serilerin gösterim tarihi 2020,<br />
2022 ve 2023 oldu.<br />
Yeni Teknolojiler<br />
James Cameron her zaman yeni teknolojiye<br />
olan aşkıyla tanınan bir film adamı oldu. Sürekli<br />
teknolojik yenilikleri filmlerinde kullanmaya özen<br />
gösterdi. Avatar 1’de özellikle yüzlerde kullanılan<br />
ve hala kullanılmakta olan 3D yöntemini hem<br />
sinemayla hem de izleyici ile buluşturdu, ve bunu<br />
sinemaya kabul ettirdi. Fakat bu en son 2009<br />
yılında oldu, acaba Cameron bu zaman zarfında ne<br />
ile meşguldü? Ne gibi yenilikleri denedi, denemeye<br />
karar verdi?<br />
Avatar yapımcılarından Jon Landau, Douglas<br />
Trumbull ile konuşmasında yüksek çözünürlükte<br />
olan ve 3D çekilen yeni bir film işleminden bahsetti.<br />
Bu konuşma her ne kadar Avatar hakkında<br />
olmasa da, benim aklıma Landau ile çalışan<br />
Cameron’u getirdi. Yüksek çözünürlükleri ve özllikle<br />
3D filmi seven Cameron’un konuya yabancı<br />
kalamayacağını düşündüm. Yanılmayacağımı<br />
garanti ederim..<br />
Cameron’un kafasındaki bir başka projenin, gözlüksüz<br />
görünebilecek bir 3D olduğunu daha önce<br />
duymuştum. Bu teknoloji şu anda mevcut, ve<br />
kullanılıyor, fakat onlarca hatta yüzlerce kişinin<br />
aynı anda girebildiği salonlarda, farklı farklı<br />
açılardan baktıkları devasa ekranda bu tür bir filmi<br />
yayınlamanın ve gözlüksüz izleyebilmenin zorluk<br />
derecesini düşündüğünüzde neden bahsettiğimi<br />
daha rahat anlayabilirsiniz. Teoride 3D bir<br />
yapımı büyütüp gözlüksüz izlemek mümkün,<br />
fakat bu daha önce büyük sinema salonlarında
denenmediğinden, nasıl bir sonuç alınabileceği de<br />
bilinmiyor. Belki de insanoğlu bu işlem için James<br />
Cameron’u bekliyordur..<br />
Yeni Bölümler<br />
Avatar 2’yi takiben en az 3 tane daha Avatar olacağı<br />
şimdilik kesin. Bu 4 film de aynı anda çekilip 2018,<br />
2020, 2022 ve 2023 yıllarında gösterime girecek.<br />
Peki ya bunlardan sonra yeni bölümler olacak mı?<br />
Avatar yazarlarından James Horner bundan birkaç<br />
yıl önce James Cameron’un kafasında, Avatar 2’den<br />
sonra 4 tane daha film senaryosu olduğundan<br />
bahsetmişti. Aynı dönemlerde Cameron, Avatar<br />
2’den sonraki planlamasının 3 artı 1 tane daha film<br />
çekmek üzerine olduğundan söz etmişti. Şimdi<br />
görüyoruz ki, Avatar 2’den sonraki film sayıları 3’e<br />
düşmüş durumda. Bu durum önce 2 bölüm olarak<br />
düşünülen Hobbit’te de karşımıza çıkmıştı. Orada da<br />
gördük ki, para basan bir makina durdurulamadı. Bu<br />
da şu anlama geliyor; sinema tarihinin en çok kazanan<br />
filmi olan Avatar bu başarısını devam ettirdiği<br />
sürece çekimlerine ara verdirilmeden devam edebilir.<br />
Hiçbir zaman “Avatar 5 son olur” diyemeyiz.<br />
Çok fazla, ve umulmadık problemlerden ötürü izleyici<br />
ile buluşması geciken filmin gösterim tarihi<br />
için Aralık 2018 demek ve bunu kesin teyit etmek<br />
doğru olur mu peki, tabii ki hayır. Amacı her zaman<br />
mükemmeli vermek olan Cameron’un açıklamarını<br />
direk kendi cümleleriyle sizinle paylaşıyorum;<br />
“Kafamızdaki gösterim tarihi Aralık 2018’i<br />
değiştirmedik. Fakat gerekirse değiştirebiliriz. İlk<br />
filmi gösterime almak problem değil, ama asıl önemli<br />
olan 3, 4, ve 5. filmlerin gösterim tarihlerini buna<br />
uydurmak. Bu 4 filmin gösterim tarihlerinin birbirlerine<br />
olan yakınlıkları bizim için çok önemli, ve bunun<br />
doğru olması için elimizden geleni yapacağız.”<br />
Görünen o ki Cameron’un kafasında mükemmel<br />
bir model var. Bu model içinde, fimleri bir<br />
an önce çekip ekrana atmaktansa aralarındaki<br />
zaman zarfından, hangi dinemlerde izleyici ile<br />
buluşacaklarına, kullanılacak en yeni hangi teknolojinin<br />
olduğundan, kimlerle çalışılacağına herşey<br />
mükemmel bir uyum içinde işliyor. Bize de sadece<br />
bu festivalin planlandığı gibi 2018’de başlayacağını<br />
umut etmek kalıyor.<br />
Benim gibi Avatar-sever biriyseniz, yazılarımı takip<br />
edin.. En son bilgileri sizlerle paylaşmaktan mutluluk<br />
duyacağım..
FOREST İLE<br />
TANIŞAN<br />
PİŞMAN OLMAZ<br />
BERİL ATEŞOĞLU<br />
n Filmimiz bir otobüs durağında<br />
başlar, Forrest Gump hiç tanımadığı<br />
zenci bir kadına hayat hikayesini anlatmaya<br />
başlar.<br />
A: zor tutmuş herhalde içinde, daha<br />
selam vermeden başladı anlatmaya.<br />
Hiç sevmem böyle tipleri olur olmaz<br />
yerlerde lafa tutarlar insanı.<br />
Ayşe teyzeden ilk yorum hemen geldi. Ama o kadar eminim<br />
ki Forrest’ı seveceğine hiç ses etmedim. Bir anda<br />
Forrest’ın çocukluğuna daldık. Eğri olan omurgası ve 75<br />
olan IQ su ile çok masum ve sevilesi görünüyordu. Annesi<br />
oğlu için her şeyi yapmaya hazırdı. Doktorlar, tedaviler..<br />
diğer çocuklarla beraber okuyabilmesi için okul<br />
müdürüyle nahoş bir ilişki bile yaşadı.<br />
A: delirdi kadın iyice yahu kaş yapayım derken göz<br />
çıkaracak. Tanımadığı adamı aldı vallaha evine cık cık cık.<br />
Bunlar kritik durumlar diye yine cevap vermedim. Annesi<br />
her şeyin en iyisi olsun istiyordu ama o okulda Forrest<br />
pek de rahat edemedi. Sürekli onunla dalga geçiyorlardı.<br />
Tek bir arkadaşı vardı oda Jenny. Önce arkadaşı<br />
sonrasında da platonik aşkı olmuştu.<br />
A: Çocuklar acımasızdır Beril, bir kusur gördülermi hemen<br />
saldırırlar. Çok zeki olmamak iyidir aslında. Biz hep
Ayşe teyzenin klasikler<br />
gezisi devam<br />
ediyor. Bu ayın filmi<br />
Forest Gump...<br />
kötü bir şey zannederiz, hele annelerin<br />
ödü kopar çocuklarında<br />
bir zeka problemi olacak diye,<br />
haksız da sayılmazlar tabi onlar<br />
diğer insanların yapabildiği bir<br />
çok şeyi yapamazlar. Mesela yalan<br />
söylemek, başkalarını kandırmak,<br />
arkalarından iş çevirmek.<br />
B: ne güzel söyledin ya! Bir de buradan<br />
bakmak lazım gerçekten.<br />
Filmimiz ilerledikçe Ayşe teyzenin<br />
tezinide doğruluyordu. Forrest<br />
içinde zerre kötülük beslemeden<br />
yaşıyordu hayatını. Onunla alay<br />
eden çocuklardan kaçabilmek<br />
için koşarken fark etmişti çok<br />
hızlı koşabildiğini ve tabi ki bu<br />
yeteneğini başkaları da keşfetmişti.<br />
O günden sonra Forrest’ın hayatı<br />
değişti. Amerikan futbolunda bir<br />
efsane olmuştu. Topu eline alıp<br />
durdurulamaz şekilde koşuyordu.<br />
A: hah bak işe yaradı koşması, Allah<br />
bir yerden alır bir yerden verir.<br />
Ama duramıyor bu galiba?<br />
Kıkırdamadan duramadım tabi<br />
Ayşe teyzenin sürekli değişen<br />
ruh hali karşısında. İşler iyice<br />
karışmaya başlamıştı. Jenny ile<br />
yolları ayrıldı, jenny artık yakışıklı<br />
ve popüler erkeklerle beraberdi bu<br />
durum Forrest’ın kalbini kırıyordu<br />
tabi.<br />
A: dünyanın dengesi böyle işte.<br />
Kadınlar zeki erkek ister, erkeler<br />
aptal kadın. Aman Beril dikkat et<br />
zeki kadından korkan erkek beş<br />
para etmez!<br />
Ayşe teyze şimdide erkek nüfusuna<br />
sesini duyuruyordu.<br />
Herkes üzerine düşeni alsın<br />
lütfen arkadaşlar Ayşe teyzeyi<br />
kızdırmayın.<br />
B: tamam Ayşe teyze dikkat ederim,<br />
çok zor olmaz herhalde ben de<br />
pek zeki sayılmam.<br />
A: olsun! Sen zekiymişsin gibi
davran.<br />
Oh ben de nasibimi aldıysam filme devam<br />
edebiliriz. Forrest askere gitti ve tabi ki<br />
orada da farkını belli etti. En gereksiz konularda<br />
değişik bir hızı ve kavrayışı vardı.<br />
En yakın arkadaşı ile orada tanıştılar Bubba!<br />
Bubba da Forrest gibi nev-i şahsına<br />
münhasır bir arkadaşımız.<br />
A: hah şimdi oldular vallaha, tencere<br />
kapak!<br />
Gerçekten de öylelerdi. Bubba’nın en<br />
büyük hayali karides teknesi almak ve<br />
kaptanı olmaktı, durmaksızın karisten<br />
bahsediyordu ve Forrest onu büyük bir<br />
sabırla dinliyordu hatta dinlemekle de<br />
kalmadı, tekneyi alacağı zaman ortak<br />
olmayı kabul etti. İki sıkı dostu beraberce<br />
Vietnam’a gönderdiler. Tüm bu olaylar<br />
olurken Forrest Jenny’i bir an bile unutmuyordu.<br />
Hiç cevap gelmesede ona her<br />
gün mektup yazıyordu. Jenny ise çoktan<br />
kötü yola düşmüştü ve bu Forrest için hiç<br />
önemli değildi.<br />
A: unutamadı şu hoppa kızı bir türlü. Bu<br />
çocuk ölürken de bu kıza aşık olur ben<br />
sana diyim! Ah ah kalbi temiz kalbi..<br />
Gözleri doldu Ayşe teyzemin, herhalde<br />
kocasını hatırladı. Canım benim. Bu sırada<br />
Forrest bir çatışma sonrasında Bubbayı<br />
bulmaya çalışırken bir çok insanın<br />
hayatını kurtarır bunlardan biri de teğmen<br />
Dan, o cephede şehit olmak isterken<br />
Forrest’ın hayatını kurtarmasıyla sakat<br />
bir gazi oldu, bacaklarını kaybetmişti ve<br />
Forrest’a öfkeliydi.<br />
A: bunlara yaranamazsın. Adam hayatını<br />
kurtardı bir teşekkür etmedi, neymiş cephede<br />
ölecekmiş. Şükret yahu şükret cık cık<br />
cık. Bobiye noldu Beril o çıkmadı.<br />
B: Bubbayı kurtaramadı, sen adama laf<br />
ederken kaçırdın. Onu buldu ama ellerinde<br />
öldü.<br />
Bir sessizlik oldu. Ayşe teyze Forrest için<br />
önemli olan 3 insana da saygı duyuyordu<br />
içten içe. Annesi, Bubba ve Jenny!<br />
Jenny kötü yola düşmüştü, Bubba ise<br />
ölmüştü. Bir iç çektik bereber. Forrest’ın
u seferde pinpon yeteneğinin ortaya<br />
çıkmasıyla biraz neşelendik. Forrest<br />
çok iyi bir pinpon oyuncusu oldu<br />
askeriye adına bütün dünyada maçlar<br />
yaptı ve bir gün evine dönme vakti<br />
gelmişti. Tabi ki Jenny yine karşına<br />
çıktı ve yine onu terk etti… bu sefer<br />
savaş karşıtı bir örgüt ile beraberdi<br />
ve yine ona kötü davranan bir erkek<br />
arkadaşı vardı. Ayşe teyze hiç yorum<br />
yapmadı ama nefesinden belliydi siniri.<br />
A: ay hele şükür iyi ki bir koştu çocuk,<br />
nerelere sürüklendi bir evine dönemedi<br />
gitsin artık yeter.<br />
Gitmesine gitti de pek uzun sürmedi,<br />
anneciğini görüp Bubbaya verdiği<br />
sözü yerine getirmek için onun<br />
yaşadığı yere gitti, ailesini buldu ve<br />
karides teknesini aldı.<br />
A: bu lafa bayıldım! “aptallık yapan<br />
aptaldır” hay ağzına sağlık Farıst.<br />
Forrest ona her aptal mısın diye<br />
sorana bu cevabı veriyordu! Tıpkı<br />
Bubba’nın annesine verdiği gibi. Forrest<br />
kimseye aldırmadan verdiği sözleri<br />
tutuyor ve sevdiklerini koşulsuzca<br />
sevmekten vazgeçmiyordu. Karides<br />
işine Teğmen Dan de ortak oldu ve<br />
gecikmiş teşekkürünü etti Forrest’a.<br />
A: bak bak ne dedi Forrest, “ tanrıyla<br />
arası düzeldi” yaaa başına gelenleri<br />
kabul etti artık sinirlenmek yerine. kadere<br />
isyan etmek mutsuz eder insanı,<br />
harekete geçeceksin. Aferin adama!<br />
Bir nefes aldık derken, Forrest annesini<br />
kaybetti. Bubba gibi yanı başında<br />
öldü… forrest teknesine geri dönmedi<br />
zaten artık milyoner olmuştu.. Forrest<br />
milyoner olmuştu ama paralelinde<br />
Jenny uyuşturucu bağımlısı.. Ayşe<br />
teyze yine sustu, ta ki Jenny çıkıp gelene<br />
kadar.<br />
A: şuraya yazıyorum 1 haftaya kalmaz<br />
yine gider bu kız! Çocuğa ümit verir<br />
sonra da yok olur. Yazık günah!<br />
B: böyle hikayeler çok var artık Ayşe<br />
teyze, kimse kimsenin üzülmesiyle pek
ilgilenmiyor.<br />
A: salaksınız da ondan.<br />
Tokat mı attı? Aynı anda Jenny de tokadını<br />
Forrest’a attı. Ayşe teyze haklı çıkmıştı jenny<br />
yine Forrest’ı terk etti. Demek ki bizde salağız,<br />
düz mantık! Ben sesimi çıkarmadan oturdum<br />
ama Forrest koşmaya başladı ve 3 sene durmadan<br />
koştu. Yine bir sansasyon yaratmıştı tabi.<br />
İnsanların meraklı sorularına bir cevabı yoktu.<br />
A: dedi işte verdi cevabı, sadece koşmak istedim<br />
dedi, öyle başladı bu koşma işi dedi. İzlemiyor<br />
musun sen? “İlerlemek için önce geçmişini arkana<br />
al” demiş ya annesi, ondan koştum anlıyorum<br />
dedi. Geçmişini arkasına aldığını anlayınca da<br />
durdu. Yok yok bu adam salak değil yani bu<br />
salaksa sen..? hah bak yine çıktı Ceni midir, Keni<br />
midir? Bir rahat vermedi adama.<br />
Resmen hakarete uğruyorum ayrıca yargısız<br />
insaf! Ben anlamadım demedimki neye kızdı<br />
şimdi durduk yere. Kafamda deli sorular???<br />
Forrest Jenny’in teklifini tabi ki geri çevirmez<br />
ve 3 senelik uzun bir maratondan sonra yanına<br />
gider ve Jenny’in çocuğu Forrest ile tanışır. Hatta<br />
Forrest’ın onun oğlu olduğunu o yüzden aynı<br />
ismi verdiğini söyler. Forrest allak bullak olur,<br />
Ayşe teyze başlar ağlamaya.<br />
A: Ah benim güzelim ah canım!! Hemen soruyor<br />
“zeki mi?” diye. nasıl korkuyor onun gibi<br />
olmasından. Yaa ben bile alerjim çocuğa geçer mi<br />
diye ne kadar endişelenmiştim o ne yapsın.. ama<br />
bak maşallahı var küçük Farıstın. Ay yerim onu..<br />
Neler oluyor ya, ben gideyim bana hiç ihtiyaç yok<br />
Forrest ve Ayşe teyze çok iyi anlaşıyorlar. Zaten<br />
salak olanda benmişim. Ayşe teyze durmadı…<br />
A:hah bak Jenny de öldü adamın kollarında. Beril<br />
ne derler biliyor musun?<br />
Güzel! Tahmin ettiğim kadar unutulmamışım!<br />
A: İnsanlar en rahat hissettikleri insanların<br />
yanında ölürlermiş. Bu garibimin bütün sevdikleri<br />
yanında öldü. Melek yahu adam melek.<br />
Ayşe teyze yine haklı! 2 Forrest baş başa kalırlar<br />
buruk bir mutlu son olur.. naçizane bana kalan<br />
kıssadan hisse ise; yeni bir yıldan ziyade yeni bir<br />
insan değiştirir hayatlarımızı, aşk, dostluk, sevgi<br />
değiştirir. İyi yıllar, iyi insanlar olsun herkese..<br />
Ve tabi ki Ayşe teyze her filmimde varsın…
ŞiDDET SADECE MARUZ K<br />
DEĞiL, UYGULAYANIN DA K<br />
Yeşim Ustaoğlu’yla son filmi Tereddüt üzerine detaylı bir<br />
söyleşi yaptık. Söyleşi yapmanın faydalarından biri de<br />
herkesin filmden aldığı algının farklı olduğunun ortaya<br />
çıkması ve yönetmenin buna son noktayı inceden çekmesi<br />
oluyor. Ve söyleşi huzurlarınızda!<br />
BANU BOZDEMİR<br />
Önce bir röportajınızda verdiğiniz bir demeçten<br />
bahsederek başlamak istiyorum.<br />
Sanatçı dediğin buram buram muhalefet<br />
kokmalı demişsiniz, hala aynı düşünceniz<br />
devam ediyor mu, en muhalefet edilmesi gereken<br />
süreçte biraz baskılar nedeniyle sesimiz<br />
kısılmış durumda…<br />
Siz filmi gördünüz, pek kısılmış gibi görünmüyor.<br />
Herkes adına zor zamanlar, evet. Sanat<br />
dediğimiz şey gerçekten de özgürce yapılabilen<br />
birşey. Düşüncenizi paylaşmak ve söylemek<br />
istersiniz. Bir şekilde zapturapt altına alınmayı<br />
ben düşünemem. O zaman yaratamazsınız,<br />
yaratım çok özgür bir şey. Zaten bir şey de kendi<br />
içinde muhalif olur. Bu tür baskıları, sıkıntıları<br />
yaşayan toplumlarda da fikir bir şekilde yaşamını<br />
sürdürebilmiştir. En baskıcı yerlerde en kalıcı, en<br />
yaratıcı eserler de oluşmuştur. Bu bizim bireysel<br />
olarak kendimizle kaldığımızda da baş etmek<br />
zorunda kaldığımız bir şey.<br />
Tereddüt gibi bir film çektiniz, çekebildiniz.<br />
Ama bunun sınırlarına yaklaştığımızı da<br />
hissediyor musunuz bir yandan!<br />
Bir belirsizlik ve muğlaklıktan söz edilebilir belki<br />
ama bir yandan da yaşayıp göreceğimiz bir<br />
süreç olduğunu da düşünüyorum. Muğlaklığın<br />
içinde yüzmek çok hoş bir durum değil. Böyle bir<br />
süreçten geçiyoruz ama yaşayıp göreceğiz…<br />
Tereddüt’deki bazı sahnelerin de bu tepkisellikten<br />
ve ayrıştırılmaya çalışılan bir toplumun<br />
kadın dayanışması üzerinden tekrar<br />
toparlanması ve yeniden yazılması üzerine bir<br />
öneri ürettiğini söyleyebilir miyiz?<br />
Bir ‘dayanışma’ demeyelim buna. Sonuçta bir<br />
hasta doktor ilişkisi karşımızdaki. Karşısındaki<br />
kim olursa olsun doktor profesyonel olmak<br />
zorunda, yoksa işini yapamaz. Tabii filmin asıl<br />
söylediği ilişkilerimizdeki değersizleşme, tahammülsüzlük,<br />
birinin diğerini tahakküm altına<br />
alması ve mahkûm etmesi. Hiçleştirme ve<br />
suistimal. Bütün bu kavramlar var. Bu iki kadının<br />
temasında gerçek bir empati görüyoruz gerçekten<br />
de. Bu empati ve kendi bireysel varlıklarını<br />
da yeniden değerli kılmaya çalışma ve önlerindeki<br />
yolu yeniden açma çabasını görüyoruz.<br />
Tabii ben daha okumuş etmiş ve kendi<br />
kararlarını verebilmiş gibi gözüken kadının<br />
daha küçük ve istemsiz bir hayata zorlanmış<br />
diğer kadına yardımı olarak algıladım…<br />
Hasta ve doktor arasında o empati kurulamazsa<br />
o tedavide sağlıklı olamaz bence. Tabii doktorlar<br />
adına da konuşmuş olmayayım ama empati<br />
gerçekten de çok önemli. Şehnaz’la Elmas<br />
arasında kurulan ilişki profesyonel bir ilişki.<br />
Oyuncu yönetimi konusunda başarılı<br />
olduğunuzu biliyoruz ama ilk defa bu kadar<br />
oyuncuyu ve seyirciyi zorlayan bir yöntem<br />
seçmiş gibisiniz. Özellikle Elmas’ın terapi<br />
sahnesinde seyirci olarak biz de sınandık ve<br />
zorlandık… Bu yöntem nasıl aklınıza geldi<br />
yoksa böyle bir yöntem var mı?<br />
Benim çok zevk alarak yazdığım, bir o kadar<br />
da haz alarak çektiğim bir sahneydi. Bir mono<br />
drama sahnesi bu. Bu aslında kullanılan bir<br />
yöntem. Benim bunu öğrenmem, kavramam<br />
psikodramanın tekil olarak kullanılması. Bir
ALANIN<br />
APANI<br />
YEŞİM USTAOĞLU
psikiyatristin aynı zamanda psikodramatist olması<br />
lazım. Bu yıllar süren bir eğitim süreci. Biz buradan<br />
anlıyoruz ki Şehnaz hempsikiyatr hem<br />
de psikodramatist. Rüyanın çözümlemesini bu<br />
şekilde yapıyor. Bu yöntemi öğrendik, ama tabi<br />
ki çok yoğun bir konsantrasyon isteyen bir sahneydi.<br />
Bir yandan da aslında filmde hiçbir karakter<br />
çok keskin anlamda kötü ve eleştirilesi değil.<br />
Özellikle de erkekler diyelim ama iki kadının<br />
tavrı biraz abartılı mı acaba? Bu bir tahammülsüzlük<br />
mü diyelim, nedir bu kırgınlığın<br />
sebebi?<br />
Aslında her an hayatın içinde<br />
karşılaşabileceğimiz olayların vahametini<br />
anlatmayı seviyorum. Burada psikolojik şiddet olgusu<br />
var. Bu tür bir şiddet sadece maruz kalanın<br />
değil, uygulayanın da işin içinden çıkılmaz bir<br />
kapana sıkışma durumunda olduğunu söyleyebilir<br />
bize. Bir çeşit tekerrür aslında. Sıradan bir durumun<br />
içine baktığımızdaki trajedi canımızı daha<br />
çok acıtıyor belki de. O tanıklık bile bizi eziyor,<br />
yoruyor. Bunun daha vahim hallerini düşünmeye<br />
zorluyor. Sıradan olan şiddet olgusunu kabullenirsek<br />
ötekine davetiye çıkarmış oluruz. O<br />
yüzden yoğun ve sıradan anlara bakmayı tercih<br />
ediyorum ki sonrasını görelim.<br />
Sonrasında Elmas’ın yaşadığı bir süreç var<br />
ve film çok dolaylı gitmeye çalışıyor. Elmas’ın<br />
sebep olup olmadığına dair bir olay yaşanıyor<br />
ve seyirci ikircikli bir durumda kalıyor. Hatta<br />
kendi aramızda da konuştuk Elmas’ın neler<br />
yapıp yapamayacağı konusunda. Biraz açıklık<br />
istiyoruz sizden bu konuya?<br />
Ailesinin koruması altında, güven içinde bir<br />
yaşama sahip olması ve bir eğitim sürecinden<br />
geçmesi gereken, çocukluğunu yaşaması gereken<br />
bir çocuk, başka bir yere evlendirilerek<br />
gönderilmiş ve karılık ve gelinlik görevi üstüne<br />
yıkılmış. Bütün bunların altında ezilen bir çocuktan<br />
bahsediyoruz. Sırtında karşılaması zor bir yük<br />
ve sorumluluk var. Bu sürecin akışı beklenmedik<br />
bir durumla kesiliyor. Bir gece yine yaşadığı<br />
bedensel bir travmadan sonra fırtına nedeniyle,<br />
kendisi banyoda abdest alırken kocası karbonmonoksit<br />
zehirlenmesinden ölüyor. Kocasının<br />
kıpkırmızı suratıyla, ölü suratıyla karşılaşınca<br />
yapacağı ilk iş birilerine haber vermek gibi bir<br />
beklenti içinde olmamız gerekirken, tabii ki çok<br />
korkuyor ve kendini balkona kilitliyor. Sabah<br />
kayınvalidesinin yanına gidemediği için de<br />
kadın insülin iğnesini kendisi yapıyor ve doz<br />
aşımından ölüyor. Bir çocuğa haddinden fazla<br />
şey yüklenmesi böyle bir sonuç doğuruyor.<br />
Aslında korkmaktan ve o gecenin vehametini<br />
kayıt edemeyecek kadar bir travma yaşamaktan<br />
başka bir şey yok ortada.<br />
Karakterleri oluştururken nasıl bir yol izlediniz?<br />
Bunların çok bariz bir cevabı yok aslında.<br />
Tezatlıklar ve komplikasyonlar, yazarken benim<br />
çok ilgimi çekiyor.
Bir taşra sıkışması hali mi var filmde, bir<br />
yandan daraldıkça gidilen bol dalgalı deniz<br />
kenarları var ki, aslında asıl sıkışmışlığın yine<br />
şehirde olduğuna bir küçük tokat çarpıyor<br />
gibi. Mekan araştırması da gayet iyi ve filme<br />
çok iyi eşlik ediyor. Sakarya Araf’tan bir keşif<br />
mi?<br />
Ben de yolculuklar vardır. İnsanın yolculukları,<br />
yolları ama bugünle ilgili şeyler anlatırım genelde.<br />
En sıradan gibi görünen yerlerin cazibesi<br />
beni çok çeker. Karasu ya da Karabük, içinden<br />
geçerken çok da yaşamayı düşünmediğimiz yerlerin<br />
cazibesi ve içine girdiğimizdeki büyüsü de<br />
beni çeker.<br />
Dalga ve kadın duygusu gayet iyi oturuyor<br />
filme. Dalgalar bana çok iyi geldi, filmin<br />
algısını çok iyi yerlere götürmüş. Görülmüş<br />
yerler mi, yoksa yazdıktan sonra keşfedilen<br />
yerler mi oralar?<br />
Ben Karadeniz çocuğuyum. O dalgalara bakarak<br />
büyüdüm. Yazmak bir imgenin peşinden<br />
koşmak aslında. Böyle bir imge hep vardı ben<br />
de yazarken. Sadece dalga değil tabii, kadınların<br />
içindeki yoğunluk hali de. Genellikle çok not<br />
tutan, onlarla yaşayan biri değilim ben. Benim<br />
notlarım, dipnotlarım hep zihnimdedir. Onların<br />
yoğunluğu ben de kalır ve sonra geri gelir. Çok<br />
uzun zaman yerimde durmayı da sevmem.<br />
Hareket etmek, gitmek, içinde yaşamak, o yerlere<br />
dokunmak benim çok ilgimi çeker. Karasu’ya<br />
da yolum düşmüştü bir zaman. Bir fırtına gecesi<br />
beni tekrar çağırdı yazarken. Bütün bunlar bir<br />
serüven aslında bir çeşit yolculuk…<br />
Kadın oyuncuları seçerken neler<br />
düşündünüz, tam nokta atışı yaptığınız belli<br />
oluyor ya da çok çalışma yapılmış herkes<br />
birbirinin reaksiyonuna girmiş gibi, neler söylersiniz?<br />
Her zaman oyuncuma çok güvenirim. Bir çok<br />
ilişki kurduktan sonra bulursunuz olması gereken<br />
kişiyi. Süreci içinde yaşayarak, sonuna kadar<br />
giderek karar veririm. Yazma sürecinde kimlerin<br />
bu rolün altından kalkabileceğini hayal etmek.<br />
Bazen hiç ortada olmayan birini keşfetmeyle<br />
de sonuçlanır. Yeter ki o ve doğru kişi olduğunu<br />
keşfedeyim.<br />
İki başarılı oyuncudan sadece birinin ödül<br />
alması konusundaki düşünceleriniz?<br />
Bence her iki rol de çok zorluydu. Her ikisinin<br />
de hem beraber hem ayrı sahneleri zordu ve<br />
birbirleriyle oluşturdukları kimya çok iyiydi. Her iki<br />
karakter de birbiriyle var oldu, dolayısıyla benim<br />
için çok zor ayrışması.<br />
Biraz kısaltılarak ve 15+ alarak vizyona girecek<br />
sanırım öyle değil mi? Bir de kadına<br />
bakış olarak en cesur filmlerinizden diyebilir<br />
miyiz?<br />
Evet bir takım kısaltmalar olacak. Filmin hem<br />
Yönetmen Kurgusu hem de Vizyon Kurgusu<br />
olacak. Evet Türkiye’nin görebileceği cesur ve<br />
dünya sineması içinde önemli bir yere sahip bir<br />
film diyebiliriz. Mahremiyet çok konuşabildiğimiz
ir alan değil çünkü. Buradaki insanlar ne hissediyorsa<br />
Hindistan, Toronto ve Varşova’daki insanlarda<br />
aynı duygular ve karınlarında bir yumruyla<br />
çıktılar ve günlerce etkisinde kaldıklarını söylediler.<br />
Bu önemli. Bir şekilde herkese değiyor ve<br />
herkesin derdi var ilişkilerimizde, varoluşumuzda.<br />
Bunu tartışabilmeye açmayı önemli buluyorum<br />
ben.<br />
Şehnaz’ın başlangıç hikayesi çok net değil<br />
mesela, ama klasik modern bir ilişinin<br />
açmazları, saklanmışlığı var. Daha zor girdik…<br />
Elmas’ın ki ise daha net bir karşı koyuş.<br />
Çünkü Şehnazda öyle yaşıyor. Şehnazda kendi<br />
komplikasyonunun içine çok zorlanarak giriyor.<br />
Rüyaları, baskıladığı bütün duygularıyla kendisinin<br />
yüzleşmesi çok kolay olmuyor. Çünkü<br />
seçilmiş bir hayatın içindeki sızı daha büyük oluyor.<br />
İteklenmiş bir şeyin kurbanı değil o. Sevdiği,<br />
özlediğini düşündüğü bir hayatı, aşık olduğunu<br />
düşündüğü bir adamı yaşayamaması… İçindeki<br />
sızı bir kağıdın eli kestiğinde içimize oturan bir<br />
sızı vardır ya, öyle. Büyük sözler söylemediği,<br />
bize bunları yaşattırdığı ve hissettirdiği için komplikasyonla<br />
baş başa bırakıyor. Bunun fark edilmesi<br />
de çok zor demek istiyorum.<br />
Doğa ve taşra dediğimiz şey biraz da insanın<br />
içindeki özün ortaya saçılmasına olanak da<br />
tanıyor gibi…<br />
Evet yalnızlık, kendinle kalma hali. Orası bir<br />
kenarda kalmış, karamsar, içinde yaşanılmaz bir<br />
kasaba gibi algılanabilir. İğreti bir bağ kurabilirsiniz<br />
orayla. Ama aynı yer siz de çok başka yoğun<br />
duygular da yaratabilir. Söylüyor zaten, onu<br />
çocukluğuna götürüyor, birtakım bağlar yaratıyor.<br />
Hayat ya algılanarak ya içinde yaşanarak<br />
hissedilen bir şeydir ya da bunu ıskalayarak<br />
varoluşunuzu sürdürebilirsiniz. Bir rutinin içinde.<br />
O rutinden çıkıyor aslında. Yeniden çocukluğunu<br />
hissettiğini söyleyerek, yeniden nefes almayı<br />
hissederek, içindeki coşkuyu patlatmayı<br />
yaşayarak…<br />
Son olarak neler söylersiniz…<br />
Filmler, eserler böyle. Bir sürü şeyi bize söylüyor.<br />
Ama seyirci kendi dünyasından bakma<br />
özgürlüğüne de sahip. Her söylediğimi kafasına<br />
dikte ederek yapmam. O algısını kendi yaratır,<br />
bazen bana kızar, bazen benle örtüşür. Çok da<br />
kafasını yönlendirmek istemem yani buradan bir<br />
yönetmen olarak…
JUSTIN KURZEL<br />
HOLLYWOOD’TA<br />
YÜKSELiŞTE<br />
HALİL İBRAHİM SAĞLAM<br />
n 3 Ağustos 1974’te<br />
Avustralya’da doğan<br />
yönetmen Justin Kurzel,<br />
2005’te 6 dakikalık Blue<br />
Tongue adlı kısa filmiyle<br />
dikkat çektikten tam<br />
6 yıl sonra 2011’de ilk<br />
uzun metrajı Snowtown’a imza attı. Oldukça<br />
sert, kanlı, sinir bozucu ve tartışmalı<br />
bir seri katil filmine imza attıktan sonra<br />
dikkatleri üzerine çeken Kurzel, önce Macbeth,<br />
ardından Assassin’s Creed filmleriyle<br />
Hollywood dünyasının içine giren vizyon<br />
sahibi bir yönetmen olacaktı. Son iki filminde<br />
de Michael Fassbender ve Marion<br />
Cotillard’la birlikte çalışan Kurzel, kendi gibi<br />
Avustralyalı olan ve The Babadook filmiyle<br />
çıkış yapan oyuncu eşi Essie Davis’le de<br />
Assassin’s Creed’te beraber çalıştı. Kurzel,<br />
ayrıca üç filminde de görüntü yönetmeni<br />
Adam Arkapaw ve müzisyen kardeşi Jed<br />
Kurzel ile çalışarak biçimi ön plana çıkaran<br />
sinemasında takım oyununu devam ettirdi.
Son iki filminde de Michael Fassbender<br />
ve Marion Cotillard’la birlikte<br />
çalışan Justin Kurzel, oyuncu<br />
eşi Essie Davis’le de Assassin’s<br />
Creed’te beraber çalıştı.<br />
Video oyun hayranlarının yıllardır merakla<br />
bekledikleri Assassin’s Creed’in<br />
film uyarlaması 23 Aralık 2016’da ülkemizde<br />
vizyona girdi. Dünya çapında genel<br />
olarak olumsuz eleştiriler alan film,<br />
beyazperdede hem hayranlarını hem<br />
eleştirmenlerini tatmin edemeyen oyun<br />
uyarlamalarına yeni bir halka olarak<br />
eklenmiş gözüküyor. Gelin, Kurzel’in<br />
tüm filmografisine beraber göz atalım.<br />
Snowtown (2011)<br />
Avustralya’nın Snowtown kasabasında<br />
1<strong>99</strong>2-1<strong>99</strong>9 yılları arasında işlenen ve<br />
tarihe “Bodies in Barrels” ya da “Snowtown<br />
Murders” olarak geçen seri cinayetleri<br />
konu alan film, yalın ve soğukkanlı<br />
bir şekilde içerdiği şiddet ve vahşet<br />
sahneleriyle ses getirmişti. Kurbanlarını<br />
pedofili ve eşcinsellerden seçen seri<br />
katil John Bunting’in baba figürü<br />
eksikliği çeken, cinsel tacize ve tecavüz<br />
girişimine uğrayan 16 yaşındaki Jamie<br />
Vlassakis’in aklını manipüle ederek onu<br />
cinayetlere ortak edişini işlerken ses ve<br />
imge kullanımıyla tedirgin edici<br />
bir gerçeklik hissi yaratıyordu.<br />
Kurzel, 2 milyon dolar bütçeyle<br />
kotardığı ilk filminde ilk defa<br />
oyunculuk yapan ve yüz olarak<br />
Heath Ledger’ı andıran Lucas<br />
Pittaway’i sinemaya kazandırırken<br />
Cannes’da “FIPRESCI özel ödülü”<br />
başta olmak üzere toplamda 22<br />
ödül kazanarak dikkatleri üzerine<br />
çeken bir çıkış yaptı.
Macbeth (2015)<br />
Justin Kurzel’in Hollywood’a ve yüksek<br />
bütçeli filmlere geçecek kariyerinin<br />
ilk alıştırması olan Macbeth,<br />
esasında sadece 15 milyon dolar<br />
bütçeye sahipti ve 68. Cannes Film<br />
Festivali’nin ana yarışma filmleri<br />
arasında yer aldı. Yeni Macbeth, senaryo<br />
açısından Orson Welles’in 1948<br />
tarihli klasik uyarlamasına daha sadık<br />
olmakla birlikte biçimsel olarak Roman<br />
Polanski’nin 1971 yapımı<br />
kanlı ve ürpertici yorumunun<br />
peşinden gidiyordu.<br />
Görüntü yönetmeni<br />
Adam Arkapaw’ın<br />
sinematografik bir şova<br />
döndürdüğü görsel<br />
tercihleriyle ve Chris<br />
Dickens’ın izleyiciye<br />
nefes aldırmayan kurgu<br />
stiliyle öne çıkan film<br />
kuşkusuz en iyi Macbeth<br />
uyarlaması olmasa<br />
da görsel açıdan en cezbedicisiydi.<br />
Snowtown gibi sert ve ses getiren bir<br />
filmle kariyerine başlayan Kurzel’in en<br />
karanlık Macbeth uyarlamasına imza<br />
atması şaşırtıcı bir durum değildi. Bunun<br />
üzerine filmin kurgusu da seyirciyi<br />
tamamen filmin içerisine hapsederek<br />
ve nefes alması bile engellenecek<br />
şekilde kurulunca kasvetli ve izleyiciyi<br />
zorlayıcı bir atmosfer ortaya çıkıyordu.<br />
Michael Fassbender, Macbeth’in<br />
dönüşümünü, hırslarını, delirmişliğini<br />
oldukça inandırıcı ve izleyiciye hissettirecek<br />
bir yoğunlukta vermeyi<br />
başarırken, Marion Cotillard’ın Lady<br />
Macbeth performansı yetersiz ve edilgen<br />
kalıyordu.<br />
Assassin’s Creed (2016)<br />
Macbeth’in vizyoner başarısının<br />
ardından blockbuster filmler arenasına<br />
geçiş yapan Kurzel, Ubisoft’un popüler<br />
aksiyon / macera video oyunu serisi
Assassin’s Creed’i 130 milyon dolar<br />
bütçeyle ve yine Fassbender ve Cotillard<br />
birlikteliğiyle beyazperdeye<br />
aktarıyor. Assassin’s Creed<br />
oyunlarında bir ameliyat<br />
masası şeklinde tasvir edilen<br />
ve karakterin içindeyken<br />
baygın halde olduğu “Animus”,<br />
filmde güncellenerek daha<br />
aksiyonel bir tasarım halini alıp<br />
Real Steel’de robotların içinde<br />
senkronize şekilde dövüşen<br />
insanları hatırlatıyor. Alternatif<br />
tarih kurgusuyla bir nevi Dan<br />
Brown uyarlamalarına öykünen<br />
film, Da Vinci Şifresi’nde bahsedilen<br />
Tapınak Şövalyeleri ile Melekler ve<br />
Şeytanlar’da yer alan Haşhaşiler’i karşı<br />
karşıya getirerek Robert Langdon’un<br />
“Kutsal Kâse” arayışı gibi Callum<br />
Lynch’i “Cennet Elması” yolculuğuna<br />
çıkarıyor. Görüntü yönetmeni Arkapaw,<br />
bilimkurgu kısımlarında mavi, tarihi<br />
bölümlerinde ise gri ve sarı tonlara<br />
imza atarak Macbeth’teki üç rengi yine<br />
kullansa da onun kadar güçlü bir atmosfer<br />
yaratamıyor. Gerek 1492’nin<br />
İspanya’sında gerekse günümüzdeki<br />
Madrid ve Londra sahnelerinde görseller,<br />
karanlık ve yoğun bir şekilde<br />
sis ya da duman altında kalıyor. Bu<br />
durumda 130 milyon dolar bütçeli<br />
filmin görsel efektlerinin başarısının<br />
gölgelendiğini veya yetersizliğinin üzerinin<br />
örtüldüğünü düşünmek mümkün<br />
hale geliyor. Aksiyonu ve müzikleriyle<br />
sürükleyici bir seyirlik olsa da diğer<br />
kısımlarında yavan senaryosuyla göze<br />
batan, vizyon sahibi yönetmenini ve<br />
görüntü yönetmenini memuriyete<br />
düşüren, Fassbender – Cotillard ikilisinin<br />
kimyasını yine tutturamayan,<br />
iddiasının ve yarattığı beklentinin<br />
altında kalan, oyun uyarlamalarının<br />
makus talihini değiştiremeyen bir yapım<br />
olarak hafızalara geçiyor.
POLİTİK KAOSLARIN TEK<br />
PANZEHİRİ SANAT!<br />
Tayfur Aydın’ın yurtsuzluk, hasret temalarına odaklı 2. filmi<br />
Siyah Karga’da Kaçakçı Sait rolünü üstlenen Aydın Orak,<br />
politik kaosların tek panzehirinin sanat olduğunu düşünüyor.<br />
GİZEM ERTÜRK<br />
n 2016’nın son yerli yapımlarından Siyah Karga,<br />
uzun süre festival yolculuğunun ardından<br />
aralık ayının sonunda seyirciyle buluştu. Dünya<br />
prömiyerini İstanbul Film Festivali’nin Ulusal<br />
Altın Lale Yarışması’nda yapan film son olarak<br />
4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nden En<br />
İyi Görüntü Yönetimi ödülüyle ayrıldı. Tayfur<br />
Aydın’ın yurtsuzluk, gurbet ve hasret temalarına<br />
odaklı ikinci filmi Siyah Karga’da Kaçakçı Sait<br />
rolünü üstlenen Aydın Orak, politik kaosların tek<br />
panzehirinin sanat olduğunu düşünüyor.<br />
Siyah Karga uzun süren festival<br />
yolculuğunun ardından nihayet vizyona girdi.<br />
Nasıl gidiyor her şey?<br />
Şu sıralar ülke gündemi durulmuyor. Ya da<br />
aslında hep mi gündem yoğun? Artık sağlıklı bir<br />
değerlendirme yapmak sanırım mümkün değil.<br />
Bu tür politik kaosların tek panzehiri sanat. Şu<br />
sıra Siyah Karga filminin vizyon yoğunluğu var.<br />
Vizyon da söyleşiler, seyirciyle buluşmalar,<br />
sohbetler, filmle ilgili olumlu olumsuz eleştirilerle<br />
gidiyor.<br />
Filmde yalnızca oyuncu değil, yapım şirketin<br />
Orak Film ile dağıtımcı olarak da yer aldığın<br />
için bize filmin yapım sürecinden de biraz<br />
söz edebilir misin?<br />
Tayfur(Aydın) benim çok eski arkadaşım. Filmin<br />
her sürecinde beraberdik neredeyse. Bana<br />
Sait karakterini önerince başta biraz mesafeli<br />
yaklaştım. Sonra olabileceğini söyledim. Ve<br />
nihayetinde bu karakteri oynadım. Orak Film<br />
zaman zaman bazı filmlerin dağıtımını da<br />
yapıyor. Bunu bir zorunluluktan yapıyoruz desem<br />
yeridir. Türkiye’deki dağıtım durumu malum…<br />
Filmler dağıtımcı bulamıyor. Dağıtımcılar ticari<br />
filmlere öncelik tanıyor. Bu tür bağımsız filmlere<br />
neredeyse vizyonda hiç şans verilmiyor. İlk<br />
Asasız Musa filmimde bu sorunla karşılaşınca<br />
kendi filmimizi kendimiz dağıtalım dedik ve<br />
dağıtıma da başladık. Şu ana kadar 7-8 film<br />
dağıttık.<br />
Film katıldığı festivallerde beğeni<br />
toplamasına rağmen (İstanbul, Antalya gibi)<br />
ödülsüz dönmesini nasıl yorumluyorsun?<br />
Festivallerdeki ödüller filmler için ne kadar<br />
önemli sence?<br />
Bence ödül için ya da festival için film yapılmaz.<br />
Bir filmin olması gerektiği yaratıcılıkta perdeye<br />
aktarılır. Gerisi festival, ödül, gişe başarısı sonra<br />
gelirse gelir. Her film kendi kaderini yaşar diye bir<br />
söz var. Bu bir yere kadar doğru. Bir film çektiniz<br />
ve kaderine bıraktınız. Bu da doğru değil.<br />
Filmlerin kaderleri yönetmen, yapımcı ya da<br />
dağıtımcının elinde… Bu kader kısmen de olsa<br />
değiştirilebilir. Ödüllerin motive edici bir gücü<br />
var. Bunu göz ardı edemeyiz. Fakat ödül için film<br />
yapılmaz. Film seyirci için yapılır. Bir derdiniz ya<br />
da anlatmak istediğiniz var. Bunu kamera diliyle<br />
seyirciye sunarsınız.<br />
Bu arada 4. Boğaziçi Film Festivali’nde<br />
aldığınız En İyi Görüntü Yönetimi ödülünü<br />
tebrik ederim. Filmin çok iyi kurulmuş bir atmosferi<br />
var. Ancak bu görsel anlatının zaman<br />
zaman filmin meselesinin önüne geçtiğini<br />
düşünüyor musun?<br />
Bu filmin yönetmen filmi olduğunu düşünüyorum.<br />
Karakter sineması değil, yönetmen sineması.<br />
Bunun çeşitli kodları, yaklaşımları var. Filmin<br />
görsel dili ön planda... Karakterler derinlikli<br />
çizilmemiş, atmosferin içinde birer figür olarak<br />
çizilmiş. Hikayenin bir parçasılar. Fakat her şeyi
AYDIN<br />
ORAK
değiller. Birçok karakter var. Bunların neredeyse<br />
hiçbirinin gizil, derinlikli, etraflı bir anlatımı yok.<br />
Yönetmen-senarist bunu farkında ve bilerek<br />
yaptığını düşünüyorum. Bundan dolayı Siyah<br />
Karga bir karakter filmi değil, yönetmen filmidir.<br />
Filmde “Kaçakçı” rolünü üstlendin. Senin<br />
için yabancısı olmadığın bir durum olduğunu<br />
okumuştum. Senin hayatından nasıl izler<br />
taşıyor karakter?<br />
Evet. Ben de sınır bir ilçede doğup büyüdüm.<br />
Çok da tanıdığım kaçakçı oldu. Çok hikayelerini<br />
dinledim. Film fikir aşamasındayken de Tayfur<br />
ile mekan bakmak ve araştırma yapmak için<br />
kaçakçılarla röportajlar yaptık, gerçek hikayeler<br />
dinledik. Benim doğup büyüdüğüm yerler düz bir<br />
coğrafya ve katırlarla kaçakçılık yapılmıyor. Fakat<br />
filmdeki mekanlar dağlık ve katırlar var. Buna<br />
alışmam biraz zor oldu. Bir kere dağlar, yamaçlar,<br />
uçurumlar, kar, kış var. En önemlisi de sürekli<br />
beraber oynadığınız katırlar var. Her tekrarda<br />
katırlar da aynısını yapmak zorunda. Bu tekrarı<br />
siz yaparken katıra da yaptırmak zorundasınız.<br />
Tiyatro kökenli olmanın etkilerini sinemadaki<br />
oyunculuğuna da aktardığını söyleyebilir<br />
miyiz?<br />
Sonuç itibarıyla oyunculuğu tiyatroyla öğrendim.<br />
Fakat bu oyunculuk klasik tiyatro oyunculuğu<br />
değil, türüne göre değişim gösteren bir biçim.<br />
Yönetmenin sizden istediğini yapıyorsunuz. Size<br />
içe dönük, dışa dönük, büyük oyna, küçük oyna<br />
der siz de onu yaparsınız. Fakat öncesinde sizin<br />
o karakter için yaptığınız bir çalışma var. Yönetmen<br />
sizden tüm çalıştıklarınızı çöpe atmanızı<br />
da isteyebilir. Onun için öncesinden Tayfur ile bu<br />
karakterin biçim olarak nasıl bir devinim, oyunculuk,<br />
hareket, gestus yapması gerektiğini çalıştık,<br />
tartıştık. Ve böyle bir karakter çıktı.<br />
Filmin gerçeğe çok yakın bir anlatım dili var.<br />
Hatta yer yer belgesel ve kurmaca arasında<br />
olarak yorumlanıyor. Böyle bir anlatım dili<br />
seçilmesinin nedeni ne?<br />
Aslında tamamen kurmaca olan bir filmin yer yer<br />
belgesel gibi duruyor yorumu iyi bir şey sanırım.<br />
Çünkü toplumsal gerçekçi bir konuyu, gerçeğe<br />
en yakın çekebilmek önemli bir detay. Nasıl ki<br />
sinemada hayattaki gerçek ışığa ulaşmak için<br />
ışık kullanılıyorsa, oyuncu gerçek bir karakteri<br />
rol yapmadan doğala en yakın oynayabiliyorsa,<br />
sinema da hayatın gerçekliğine en yakınını<br />
yakalamak için çaba sarf ediyordur. Şayet<br />
kurduğunuz hikaye fantastik değilse.<br />
Film özünde bir kaçış hikayesi… Ana ve yan<br />
hikayelerdeki trajedilere rağmen filmin naif<br />
bir anlatım dili kullanması da gerçeklerden bir<br />
kaçış mı?<br />
İşte tam da demin söylediğim gerçekliğe en<br />
yakınını yakalamak cümlesine “naif, estetik” de<br />
dahil olduğunda sanat yada sinema sanatı olma<br />
potansiyelini taşır. Böyle yorumlanabilir.<br />
Sınırlarda geçen bir film olduğu için film<br />
derdi de aslında sınırlarla… Oldukça politik<br />
bir film olabilecekken daha mistik, masalsı ve<br />
naif bir dil kullanılması neden sana göre?<br />
Bu yönetmenin tercihi bence... Daha politik, sert<br />
bir hikaye olabilecekken bir masalın merkeze<br />
alınması kurulan bir yapı. Bu yapının tek sahibi<br />
de yönetmen ve senarist. Tayfur’un önceki filminde<br />
de böyle bir dil vardı. Hikayelerini böyle<br />
kurmayı seviyor. Bu belki de kendince kurmak<br />
istediği bir dil. Başka şekilde de yorumlanabilir.<br />
Ama ben böyle okuyorum.
Tiyatro, sinema ya da dizi oyunculuğunun farkı<br />
var mı ya da olmalı mı?<br />
Tümünün ortak odak noktası oyun. Oyun<br />
geleneğinin sonucunda oyunculuk tür ve biçimleri<br />
olagelmiştir. Tiyatroda birçok oyunculuk<br />
biçimi var; Klasik, epiki absürd, grotesk... Bu<br />
türler günümüzde dillendirilmeden ve kategorize<br />
edilmeden gerek sinemada gerekse dizilerde<br />
yer alıyor. Sinemadaki oyunculuk biçimleri de<br />
ayrıştırılabilir. Dizilerdeki de. Fakat sonuç itibarıyla<br />
senaryonun üslubu, yönetmenin istediği, hikayenin<br />
getirdikleri size ne tür oyunculuk yapmanız<br />
gerektiğini dayatıyor. Siz de ona göre rolünüzü<br />
yapıyorsunuz. Fakat çoğu zaman sinemada da<br />
dizilerde de oyunculuk tür karmaşası yaşanıyor.<br />
Her oyuncu bir oyunculuk biçimine yatkındır.<br />
Biri epik, rolü ve kendisi arasında bir mesafe<br />
koyarak oynar. Aynı filmdeki diğer oyuncu absürt<br />
oyunculuğu benimsemiştir. Bir diğeri ise grotesk<br />
oynar. Aynı ailedeki karakterlerin ayrı oyunculuk<br />
biçimleri sergilemesi bir tutarsızlıktır. Şayet bu bir<br />
tercih değilse, yönetmenin dikkatsizliğidir. Yine<br />
dillerin kendine ait bir oyunculuk biçimi var.<br />
Her dilin bir ağırlığı, artikülasyonu, derinliği<br />
var. Bazı dillerde yapamayacağınız yada gerek<br />
duymayacağınız, olursa fazla olur, yanlış<br />
olur denilen bir takım gestus, devinim, el kol,<br />
jest ve mimikler var. İngilizce oynadığınızda<br />
Türkçedeki bazı oyunculuk alışkanlıklarını<br />
unutmanız gerekebilir.<br />
Bildiğim kadarıyla tek kişilik şovlar da<br />
yapıyorsun, biraz neler yaptığından söz<br />
eder misin?<br />
20 yıldır tiyatro yapıyorum. Hakkari’den İzmir’e<br />
İsveç’ten Avustralya’ya kadar bu süre zarfında<br />
turneler yaptım. Daha çok tek kişilik oyunlar<br />
sahneledim. En son Actor adında anlatım<br />
tiyatrosu formunda kısmen şov denebilen bir<br />
oyun sahneledim. Bu oyunu önümüzdeki<br />
süreçte sahnelemeye devam edeceğim<br />
sanırım.<br />
Hem yönetmenlik hem de oyunculuk yapan<br />
birisi olarak, öncelikle hangisiyle anılmak<br />
ya da yapmak seni daha çok mutlu ediyor?
Benim asıl mesleğim oyunculuk. 20 yıldır hep<br />
oyunculuk yaptım. Atölyeler açtım zaman zaman.<br />
Workshoplar yaptım. Gerek tiyatro gerek<br />
sinema oyunculuğu hep yaptığım şeydir. Fakat<br />
kafamda bazı fikirler beliriyor. Yazıyorum. Bana<br />
ait olan bir duygu bir hikaye. İlla ki anlatacağım<br />
dediğim şeyi kendim çekiyorum. Yani asıl<br />
mesleğim oyunculuk. Ama yönetmenlik ve diğer<br />
şeyler zaman zaman yapmak istediğim şeyler<br />
olabiliyor.<br />
Bu yıl ne yazık ki kötü geçen Antakya Film<br />
Festivali’nde hem jürilik hem de çeşitli atölyeler<br />
yaptın. Kendi adına nasıl bir deneyimdi?<br />
Her festivalin kendine göre sorunları oluyor.<br />
Antakya’nın da sıkıntıları, eksiklikleri çok vardı.<br />
Antalya film festivaline giderken festivalin<br />
uçağıyla gidiyorsunuz. Ama Antakya’da otogardan<br />
alacakları bir servis aracı bile olamayabilir.<br />
Ve siz durakta bavullarınızla durağa gidip, minibüse<br />
binip sinema salonuna yada otelinize gidebilirsiniz.<br />
Bunları yaşadım. Aynı koşulları beklemek<br />
doğru değil. Bana göre festival bir şekilde<br />
kotarılması gerekiyordu. Ben festival boyunca<br />
neredeyse her gün sabahları kolejde workshop<br />
yaptım. Akşamları ise sinema atölyesinde gençlerle<br />
pratik sinema atölyeleri yaptım. Benim<br />
açımdan çok verimli geçti. Benim için pratikte bir<br />
şeyler yapmak her zaman daha doğru gelmiştir.<br />
Eylem alanını bırakmak, gitmek bana göre<br />
şeyler değildir. Ben eksikler, sorunlar var diye bir<br />
alanı terk etmem. Çelişkilerin giderildiği yer eylem<br />
alanıdır. Evde oturarak çelişkiler, eksiklikler,<br />
sorunlar giderilmez. Dolu dolu bir hafta geçirdim.<br />
Kendi filminiz dışında yerli yapımlardan sana<br />
göre 2016’nın En İyi Filmi neydi?<br />
2016’da çok iyi yerli film olduğunu<br />
düşünmüyorum. Bana göre bir yığın kötü filmle<br />
kapatıyoruz yılı. Yerli olarak film ismi söyleyemiyorum.<br />
Ama 2016’da izlediğim en iyi filmin<br />
Ashkar Farhadi’nin Satıcı filmi olduğunu söyleyebilirim.<br />
Dünya sinemasında oyunculuğuna hayran<br />
olduğun isimler kimler?<br />
Benim hiçbir zaman “hayran” ve “en iyi”<br />
kavramım olmadı. İyi performans sergileyen<br />
oyuncular var. Ve iyi filmler var.<br />
Başucu filmlerin hangileri?<br />
Angelopulos, Kislowsky, Paradjonov, Abbas Kirostami,<br />
Ashkar Farhadi şimdi aklıma gelen yönetmenler<br />
ve tüm filmleri diyebilirim.<br />
Ve son olarak 2017 planlarını öğrenebilir<br />
miyim?<br />
Şimdi kurguda olduğum bir filmim var. Onu bitirmeye<br />
çalışıyorum. Oyunculuk olarak da belli olan<br />
bir sinema filmi var. Ama daha tarih belli değil.<br />
Bir-iki televizyon işi var. Onların görüşmeleri devam<br />
ediyor. Actor tiyatro oyunu var.
2016 KORKU FİLMİ<br />
GİBİ GEÇTİ BUNLAR DA<br />
EN İYİ KORKU FİLMLERİ<br />
Türkiye’de 2016 yılı içerisinde<br />
gösterime giren korku filmleri<br />
arasından bir en iyiler listesi yaptık.<br />
Bakalım korku sineması açısından<br />
nasıl bir vizyon senesi geçirmişiz?”<br />
MURAT KIZILCA<br />
n Geçtiğimiz sene<br />
yerli korkuları tiye alan<br />
bir korku-komedi ile<br />
yerli ortak yapımcı ile<br />
çekilen bir ‘çöp’ filmi<br />
de sayarsak toplam<br />
28 tane yerli korku<br />
filmi gösterime girdi.<br />
Yabancı korku filmlerine batığımızda ise<br />
toplam sayının 31 olduğunu görüyoruz.<br />
Ağırlık her zaman olduğu gibi ABD yapımı<br />
filmlerde; gösterime giren yabancı korku<br />
filmlerinin 13 tanesi ABD yapımı, ortak<br />
yapımları da eklersek bu rakam 24’e<br />
çıkıyor. Yani ABD’nin eli değmeyen sadece<br />
7 korku filmi izleyebilmişiz. Bu durumda<br />
2016 vizyonunun toplam korku filmi<br />
sayısı ise 28’i yerli, 31’i yabancı olmak<br />
üzere 59 ediyor. Vizyona, yabancı korku<br />
filmleri penceresinden şöyle bir genel<br />
olarak baktığımızda, senenin ses getiren<br />
iyi filmlerinin değil de daha çok ABD’deki<br />
büyük stüdyoların desteğini almış filmlerin
tercih edildiğini görüyoruz. Bunda tabii ki<br />
ABD’nin yaygın dağıtım ağının ellerinin<br />
fazlasıyla uzun olmasının etkisi bariz.<br />
Araya sıkışan birkaç düşük bütçeli korku<br />
filmi de hem fazla salon bulamadığı, hem<br />
de yeterince tanıtımı yapılamadığı için<br />
tatmin edici seyirci sayısına ulaşamamış.<br />
Aşağıdaki listede Türkiye’de gösterime<br />
giren 59 film arasından seçtiklerimizden<br />
oluşan, öne çıkan korku filmlerini bir<br />
araya getirdik.<br />
Evolution / Evrim<br />
Evolution, geçen sene Türkiye’de<br />
gösterime giren korku filmleri<br />
arasında tartışmasız en iyisiydi.<br />
Lucile Hadzihalilovic, sadece<br />
yetişkin kadınlar ile erkek<br />
çocukların bulunduğu, çürümeye<br />
yüz tutmuş hastanesi ve az<br />
eşyalı basit köy evleriyle sanki<br />
başka bir dünyaya ya da zamana<br />
aitmiş izlenimi veren bir adayı mekân<br />
olarak seçerek tedirgin edici bir atmosfer<br />
yaratıyor. Nicolas isimli çocuğun denizin<br />
dibinde bir erkek çocuk cesedi görmesiyle<br />
fitili ateşlenen gizemli olaylar silsilesi,<br />
seyirciyi hiç ummadığı yerlere götürüyor.<br />
The House on Pine Street / Lanetli Ev<br />
Perili ev ve hayalet filmlerine<br />
getirdiği yeni bakış açısı ile dikkat<br />
çeken The House On Pine<br />
Street, ezberbozan yapısına<br />
rağmen alt türün klişelerine<br />
sadık kalmaya devam ediyor.<br />
Anne (ya da baba) olma<br />
endişesini merkezine alarak her<br />
anıyla etkili olmayı başaran bir<br />
anlatı sergiliyor.<br />
The Corpse of Anna Fritz / Ölüm ve Ötesi<br />
İspanya’dan ucuz, ama her yönüyle dört<br />
dörtlük bir korku-gerilim. İnsanoğlunun<br />
karanlık yönlerine göz atan The Corpse<br />
of Anna Fritz’in hazmı zor sahnelerle<br />
süslü anlatısı her izleyiciye göre değil.<br />
Nekrofili ve kadın düşmanlığı gibi hassas<br />
mevzuları böylesi heyecanlı bir öyküye<br />
yedirmek gerçekten beceri istiyor.
Goodnight Mommy / Ölümcül Oyun<br />
Yaklaşık iki sene süren festival yolculuğu<br />
sonrasında nihayet geçtiğimiz<br />
sene gösterime girebilen Goodnight<br />
Mommy, müziğe sırtını<br />
dayamadan seyirciyi germeyi<br />
başarabilen ender filmlerden<br />
biri. Kim Jee-woon şahikası A<br />
Tale of Two Sisters sosuna fazlaca<br />
bulanmış olsa da, Haneke<br />
sinemasına yakın dursa da kendi<br />
ayakları üzerinde durmayı biliyor. Çok ama<br />
çok sinir bozucu bir deneyim.<br />
The Shallows / Karanlık Sular<br />
Blake Lively’nin canlandırdığı Nancy’nin<br />
tek başına sörf yaparken köpekbalığı<br />
saldırısına uğrayarak, kıyıya çok yakın bir<br />
yerde mahsur kalmasını konu alan The<br />
Shallows, tıkır tıkır işleyen bir katil hayvan<br />
filmi. Jaws sonrası belli aralıklarla popüler<br />
olan bir dolu ‘çöp’ köpekbalığı filmi içinde<br />
ışıl ışıl parlayan bir avuç filmden biri<br />
olarak hatırlanacak.<br />
Ouija: Origin of Evil / Ölüm Alfabesi:<br />
Kötülüğün Başlangıcı<br />
Berbat bir ilk filmin sürpriz gişe başarısı<br />
sonrasında projelenen Ouija:<br />
Origin of Evil, herhangi bir ‘işçi’<br />
yönetmenin ellerinde sıradan bir<br />
korku filmi olabilirdi ama Mike<br />
Flanagan’ın yerinde tercihleriyle<br />
bambaşka bir hale bürünüyor.<br />
Aslında ortada öyle ahım şahım<br />
bir senaryo yok, klasik bir perili<br />
ev hikâyesi anlatılıyor. Ama doğru<br />
oyuncu tercihleri (ve yönetimi), tadında ve<br />
etkili koltuktan zıplatan sahneler (jumpscares),<br />
ilk film ile kurulan çok doğru<br />
bağlantılar ve olası bir devam filmine<br />
doğru atılan şık köprü ile Ouija: Origin of<br />
Evil, bir devam filminde olması gereken<br />
bütün özelliklere eksiksiz sahip. Flanagan,<br />
son dönem ana akım korku sinemasının<br />
en etkili yönetmenlerinin belki de başında<br />
geliyor.<br />
The Neon Demon / Neon Şeytan<br />
Pusher üçlemesi, Bronson, Drive ve Only<br />
God Forgives ile müthiş bir filmografi<br />
oluşturma yolunda emin adımlarla ilerleyen<br />
Nicolas Winding Refn’in son filmi The<br />
Neon Demon, yıldız olma hedefiyle büyük<br />
şehre gelen ve büyüleyici güzelliğinin<br />
de yardımıyla kariyer basamaklarını<br />
hızla tırmanmaya başlayan genç bir kızın<br />
yaşadıklarını anlatıyor. The Neon Demon,<br />
cafcaflı ama içi boş moda dergileri<br />
gibi rengârenk. Işıltısı ile bile gözlerinizi<br />
alacak birçok sahneye ev sahipliği<br />
yapıyor. Evet, çok da ağırlığı olan farklı<br />
bir şey anlatmıyor ama biçimsel tercihleriyle<br />
fark yaratıyor.<br />
Don’t Breathe / Nefesini Tut<br />
Evil Dead yeniden çevrimiyle<br />
birçok tartışmaya maruz kalan<br />
Fede Alvarez’in özgün denemesi<br />
için tersyüz edilmiş, bol sürprizli<br />
bir ev istilası (home invasion)<br />
diyebiliriz. Müthiş temposuyla<br />
neredeyse nefes almanıza bile<br />
izin vermeyen, adıyla uyumlu Don’t<br />
Breathe, önceki senenin yıldızı It Follows<br />
gibi Detroit’in terkedilmiş banliyölerinde<br />
geçiyor. Filmin hayranlarına önümüzdeki<br />
yıllarda çekilmesi planlanan bir devam<br />
filminin onaylandığı müjdesini de verelim.<br />
Baskın: Karabasan<br />
Can Evrenol’un uzun süredir<br />
beklenen ilk uzun metrajlı<br />
filmi Baskın, galasını Toronto<br />
Uluslararası Film Festivali’nin<br />
ünlü Midnight Madness<br />
seçkisinde gerçekleştirdikten<br />
sonra birçok önemli festivale<br />
konuk oldu. Yurtdışında aldığı<br />
olumlu tepkilerle göğsümüzü<br />
kabartan film, Türk Korku Sineması için<br />
yol gösterici bir öneme sahip ama ne<br />
kadar takipçisi olur bilinmez. 1 Ocak<br />
2016’da genel gösterime giren Baskın,<br />
beş polisin gizemli bir kâbus ağının içine<br />
düştüğü geceyi anlatıyor. Silent Hill ve<br />
Hellraiser kırması bir cehennem tasvirinin<br />
başköşeye yerleştiği final bölümünü<br />
(eğer hala görmediyseniz) muhakkak<br />
görmelisiniz.
HELL OR HIGH WATER<br />
MELANKOLiK<br />
SERT BiR AĞIT<br />
Hell or High Water son<br />
zamanlarda izlediğimiz Slow<br />
West ve True Grit gibi Western<br />
enerjisi olan bir suç dram filmi.<br />
TUĞÇE MADAYANTİ<br />
n Bu sene en iyi filmler<br />
listesini farklı duygularla<br />
beni en çok etkileyen filmlere<br />
göre yaptım. İlk sırada<br />
yer alan The Childhood of A<br />
Leader güçlü atmosferi ve<br />
müziğiyle ilk saniyesinden<br />
itibaren kişiyi koltuğa mıhlayan bir film. Bir<br />
çocuğun dünyanın başına tarih boyunca musallat<br />
olan faşist liderlerden biri olmaya doğru<br />
adım adım nasıl yaklaştığını gösteren bir film.<br />
İlk filmi ile genç yaşından bu denli çarpıcı bir<br />
filme imza atan yönetmen Brady Corbet müthiş<br />
müzik kullanımı ve yakaladığı atmosfer ile<br />
beni adeta koltuğa mıhlamayı başardı. Listede<br />
ikinci sırada yer alan Hell or High Water ise<br />
benim için tam bir sürpriz film. Taylor Sheridan<br />
(Sciaro) tarafından kaleme alınan senaryonun<br />
İskoç yönetmeni David MacKenzie (nedense<br />
yerli kaynaklarda hatalı bir şekilde İngiliz deniliyor).<br />
Sadece hikaye penceresinden bakınca
elki yeni bir şey yok ama bu filmde<br />
kesinlikle yeni bir şeyler var.<br />
Hell or High Water son zamanlarda<br />
izlediğimiz Slow West ve Trur Grit<br />
gibi Western enerjisi olan bir suç<br />
dram filmi. İki erkek kardeş rolünde<br />
Chris Pine (Toby) ve Ben Foster’ın<br />
(Tanner) kimyasının tutmuş olması<br />
ikilinin ilişkisinin son derece gerçek<br />
ve anlaşılır olmasını sağlamış. Film<br />
başlar başlamaz kısa bir süre içinde<br />
bu iki karakteri adeta senelerdir<br />
tanıyormuş gibi hissediyorsunuz ve<br />
diyalogsuz anlarında bile akıllarından<br />
neler geçtiğini, neler hissettiklerini<br />
anlıyorsunuz. Banka soygunu yapan<br />
bu iki kardeşin peşindeki Texas<br />
polisleri rolündeki ikili ise eşsiz tarzı<br />
olan usta Jeff Bridges (Marcus) ve<br />
gerçekte de Komançi olan Gil Birmingham<br />
(Alberto). İkisinin dostane ilişkisi<br />
ve uyumunu izlemek çok keyifliydi.<br />
Marcus’un Alberto’ya film boyunca<br />
söylediği ırkçı espriler ve tarihsel<br />
iğnelemeler aralarındaki sıkı ilişkiyi<br />
ters köşe yaparak ortaya koyması<br />
açısından da çok başarılıydı.<br />
Filmdeki tüm oyunculuklar unutulmaz.<br />
Yan roller bile. Örneğin filmde toplasan<br />
en fazla 80 saniye bir rolü olan garson<br />
kız ile bile seyirci bağ kuruyor. Onu<br />
bu kadar kısa izlememize rağmen onu<br />
tanıyor, anlıyoruz ve onun için üzülüyoruz.<br />
Zaten filmin en büyük artısı karakterlerin<br />
seyirci ile bağ kurması. Bunun<br />
başarılı oyuncu performanslarından<br />
önce senaryonun başarısı olduğunun<br />
altını çizmek gerek. Tam bir usta kalemi.<br />
Hikaye her nasıl beceriyorsa aynı<br />
zamanda yavaş ve seri ilerleyebiliyor.<br />
Zamanlamalar, olayların gelişme<br />
anlarının temposu muazzam.<br />
Ve müzik... Filmin müzikleri Western<br />
filmi olan The Proposition’da (2005)<br />
ve The Assassination of Jesse James<br />
by the Coward Robert Ford (2007)
eraber çalışan Nick Cave ve<br />
Warren Ellis’e ait. Bu tarz filmlerdeki<br />
sinematografi/senaryo/<br />
müzik hakimiyetleri çok güçlü<br />
olan bu ikili bir kez daha harikalar<br />
yaratmış. İnanılmaz bir önsezi<br />
eşliğinde filmle beraber senkronize<br />
olan müzik, filmin çok önemli<br />
bir ayağı. Kötü bir şey olmak<br />
üzere hissini veren, tansiyon<br />
yaratan ve çaresiz anları vurgulayan<br />
o melodileri yaratma ve kullanma<br />
ustalığı karşısında saygıyla<br />
eğiliyorum.<br />
Ekonomik gerileme içindeki çorak<br />
arazili Teksas’ta çaresizlik içindeki<br />
iki erkek kardeşin banka soygunu<br />
girişmelerini izlerken dönemin<br />
yerel halka ve çevreye yıkıcı<br />
etkilerini de gözlemliyoruz. Ve<br />
sinematografi... Filmin sinematografisi<br />
bu ekonomik gerilemeyi,<br />
verimsiz arazileri, etki yaratan<br />
bir görsellikle bizlere sunuyor.<br />
Toprak kurumuş, çiftçilik bitmiş,<br />
sığırlar otlayamıyor ve tüm bu<br />
olumsuzluklar sonucu, normal<br />
insanların banka soygunu gibi<br />
olağanüstü şeylere kalkışmasına<br />
sebebiyet veriyor. Yönetmenin<br />
uzun yıllardır arkadaşı olan Giles<br />
Nuttgens’in mükemmel sinematografisi<br />
ile hikayenin alt metni de<br />
ortaya çıkıyor.<br />
Bana kalırsa senenin en iyi<br />
senaryolarından biri Hell or High<br />
Waters filmine ait. Akademi’de<br />
birkaç adaylık alacağını<br />
düşündüğüm film, bu kompleks<br />
senaryosu ile En İyi Orijinal<br />
Senaryo adaylığı alacaktır. Bu<br />
melankolik sert ağıt benim için<br />
tartışmasız senenin en iyi filmlerinden.
HANGİ<br />
HAYVAN<br />
BELGESELLERİ !?<br />
SEMRA GÜZEL KORVER<br />
BELGESELCİ<br />
Kan, aksiyon, şiddet, bir<br />
şekilde rating yapıyor.<br />
İçinde doğa olan ama<br />
aslında çok yapay bir<br />
heyecan yaratan,<br />
belgeselden çok<br />
magazine dönüşen<br />
programlar var.<br />
Hemen hemen kime sorsan en çok<br />
belgesel izlemeyi tercih ediyor.<br />
Kitap okurum, müzik dinlerim belgesel<br />
seyrederim şeklinde yani… “Peki<br />
hangi belgeselleri izlersiniz?” “Hayvan<br />
belgeselleri.” Bir keresinde, bir belgesel<br />
söyleşisinde seyirciye sormuştum:<br />
“Belgesel denince aklınıza ne geliyor?”<br />
diye. Salonun bir bölümü neredeyse<br />
hep bir ağızdan “hayvanlar” demişti.<br />
Bu hayvan belgesellerine düşkünlüğü<br />
neye bağlamak lazım, belgesel denince<br />
akla hemen hayvanlar neden geliyor?<br />
Doğayı, hayvanları çok sevmek mi,<br />
yoksa hayvanlar alemine ciddi bir özel<br />
ilgi mi, yoksa hayvan belgeselleri adı<br />
altında yapılan programların dayanılmaz<br />
cazibesi mi, yoksa yoksa günlük hayatın<br />
betonlarından kaçıp ekranlardaki doğaya<br />
sarılmak mı? D şıkkı hepsi, E şıkkı hiç<br />
biri mi?<br />
Yıllarca gerek yerli gerek yabancı kanallarda,<br />
başka diyarlarda çekilmiş doğa<br />
filmleri izledik. Memleket coğrafyasındaki<br />
yaban hayatı nasıldı acaba? Bu kaygı<br />
ve merakla eline kamerasını alıp bizim<br />
elleri çekmeye gidenlerin sayısı oldukça<br />
kısıtlıydı. Son yıllarda bu alanda üretim<br />
yapmak isteyen, objektifini bu topraklardaki<br />
yaban hayatına çevirenlerin sayısı<br />
hızla artıyor. İşte Ece Soydam bu işi<br />
profesyonelce yapan, çok ödüllü, çok<br />
filmli, doğa tutkunu belgeselcilerden biri.<br />
Anadolu Yaban Koyunu, Kara Akbaba,<br />
Ayı ve İnsan, Oturan Boğanın İzinde,<br />
Kuşlar Çakallar ve Diğerleri, Kurt yönetmenin<br />
yurt içi ve yurt dışında seyirci ile<br />
buluşmuş, ödüller almış yapımları.<br />
Ece sence nedir bu seyircinin hayvan<br />
belgesellerine yoğun ilgisi? Hayvan belgeselleri<br />
derken tırnak içinde söylüyorum<br />
elbette. Sen anladın zaten yüzündeki<br />
gülüşten belli.<br />
Aslında bu durumda garip bir tezat var.<br />
Türkiye’de bu kadar az yaban hayatı<br />
belgeseli üretilirken neden belgesel<br />
denince ilk akla gelen hayvan belgeseli<br />
oluyor ben de anlamıyorum. Tabii<br />
ki yıllardır Türkiye’de de yayın yapan
National Geographic gibi kanalların bunda büyük<br />
etkisi var. Ama bunun yanında yerli ve yabancı,<br />
yüzlerce kültür, tarih, kısaca “insan” belgeseli de<br />
yayınlanıyor. TRT Belgesel’de, İz TV’de, National<br />
Geographic People, History gibi birçok kanalda<br />
bunların örnekleri var. Aslında bu konuda ciddi<br />
bir araştırma yapılsa ne güzel olur. Çünkü ben<br />
bir yandan da birçok kişinin hiç hayvan belgeseli<br />
izlemeyip yalnızca bu tür belgeselleri izlediğini<br />
düşünüyorum.<br />
Bence de ne güzel olur böyle bir araştırma. Ayrıca<br />
azda olsa Türkiye’deki festivallerde de belgeseller<br />
seyircisiyle buluşuyor. Son yıllarda bir de internet<br />
ortamı söz konusu. Çektiği filmi internete<br />
yükleyen pek çok yapımcı ve yönetmen var.<br />
Neyse konumuza dönersek bu ilgiyi sen nasıl<br />
yorumluyorsun?<br />
Hayvan belgesellerinin bu kadar ilgi çekmesinin<br />
nedeni tabii ki öncelikle doğa sevgisi ve merak.<br />
Belki doğadan çok kopuk yaşamamızın da bunda<br />
bir payı vardır Doğa o kadar inanılmaz ki ve<br />
aslında o kadar az şey biliyoruz ki, farklı türlerin<br />
davranış özellikleri, insanlardan çok farklı olan<br />
özellikleri, hiç bitmeyen bir merak…<br />
Hayvan bizim değimimizle yaban hayatı belgesellerinin<br />
fakat gerçek anlamda belgesellerinin
takip ediliyor olması sevindirici. Doğayı ne<br />
kadar anlar vey yakın olursak kendimizi de o<br />
kadar anlar, barış ve huzur içinde yaşarız belki.<br />
Beğendiğin takip ettiğin yaban hayatı belgeselcileri<br />
ve yayın kanalları var mı? Discovery,<br />
National Geographic gibi kanalların yayınladığı<br />
yapımları nasıl buluyorsun? Maalesef seyirci<br />
hala neyin belgesel, neyin magazin, neyin<br />
sadece bir bilim ve kültür programı olduğunu<br />
ayırd edemiyor. Tabii sürekli bu tür programlara<br />
maruz kalınca nasıl farkı fark edecek.<br />
Benim en beğendiğim yaban hayatı belgeselleri<br />
BBC yapımı olanlar. Yalnızca milyon dolarlık,<br />
muhteşem görüntülerin olduğu yapımlardan<br />
bahsetmiyorum. Tek bölümlük, Türkiye’deki<br />
televizyonlarda çok görmediğimiz belgeseller<br />
bunlar. National Geographic’in de çok iyi belgeselleri<br />
var ama onlar zaman zaman magazine<br />
dönüyor, aksiyon ağırlıklı, içinde doğa olan<br />
ama aslında çok yapay bir heyecan yaratan<br />
programlar yayınlıyor. Discovery’de bu tür programlardan<br />
bol bol var. Bunları da seven çok<br />
insan var tabii ki ama bana göre bu programlar<br />
belgesel olmadığı gibi, doğayı ve hayvanları<br />
da çok yanlış yansıtıyor. Yaban hayatı belgeseli<br />
festivallerinde de çok eleştirilen programlar<br />
bunlar. Ama kan, aksiyon, şiddet, bir şekilde rating<br />
yapıyor ve bu yüzden de hayvanların “ölüm<br />
makinası” olanları makbul oluyor, ya da insanlar<br />
doğaya gidip zorla timsahlara ya da yılanlara<br />
musallat oluyor.<br />
Sana göre bir yaban hayatı belgeseli nasıl<br />
olmalı?<br />
Bana göre gerçek yaban hayatı belgeselleri,<br />
sürekli olarak aksiyon, av, kavga, kan revan<br />
peşinde olmayan, belgeselin konusu olan<br />
hayvanları olabildiğince gerçekçi anlatan filmler<br />
olmalı.<br />
Bir de görüntülü zeoloji kitabı olmamalı değil mi,<br />
bir öyküsü, bir duygsu, ruhu olmalı.<br />
Elbette ders kitabı niteliğinde, didaktik bir<br />
anlatım, bir eğitim-ders programı olmamalı.<br />
Bunu söylemeye gerek bile var mı?<br />
Evet öyle ama öte yandan böyle o kadar çok<br />
program var ki belgesel adı altında. Gerçi her<br />
türde belgesel için geçerli bu ya… Neyse biz<br />
devam edelim.<br />
Yaban hayatı belgeselciliğinin olmazsa olmaz<br />
evrensel prensipleri neler?<br />
Tek kelimeyle, etik. Çekimlerde, öykü<br />
oluşturmada, metinde… Güvenilir olmak, yapılan<br />
çekimlerde hayvanlara zarar verebilecek hiçbir<br />
şey yapmamak, doğaya müdahele etmemek,<br />
bilgileri doğru vermek, hayvanları canavarlar ya<br />
da ölüm makinaları gibi yansıtmamak, yanlış<br />
anlaşılabilecek hiçbir şey söylememek. Bunlar<br />
dikkat edilmesi gereken en önemli evrensel prensipler.
Türkiye’de yaban hayatını çeken çok az belgeselci<br />
var. Sen de bunlardan birisin belki de tek<br />
kadınsın? Nedir sizin ortak özellikleriniz? Bir<br />
insan neden bu kadar zor süreçlere katlanarak<br />
bu işi yapar,<br />
Bunu yine ancak doğa sevgisiyle açıklayabilirim<br />
sanırım. Bize aslında çekim için gittiğimiz<br />
köylerde, ilçelerde yaşayanlar da bu soruyu<br />
çok soruyor. Sıcak soğuk demeden saatlerce<br />
beklediğimizi ve bazen çekim alanlarına ulaşmak<br />
için bile büyük çaba harcadığımızı görünce, “Siz<br />
ya bu işten çok para kazanıyorsunuz, ya da<br />
delisiniz” diyorlar. Sonra bizim devlet memuru<br />
olduğumuzu, TRT yapımı olduğunu öğrenince,<br />
ikinci seçenekte karar kılıyorlar! Ben bu kadar<br />
çaba harcamanın çok da delilik olduğunu<br />
düşünmüyorum tabii ki. Doğada olmak, saatlerce<br />
gözlemlediğiniz araziyi artık taşına kadar ezberlemek,<br />
beklediğiniz ya da hiç beklemediğiniz hayvanlar<br />
geldiğinde onları doğal ortamlarında uzun<br />
uzun izlemek, ve tabii bunları kaydederek öyküsü<br />
olan bir belgesel haline getirmek, katlandığınız<br />
tüm zorluklara değiyor.<br />
Çekimler sırasında ne tür tepkilerle<br />
karşılaşıyorsun?<br />
Bir önceki soruda anlattığım delilik durumundan<br />
başka, öncelikle kadın olarak bu işi yapmama çok<br />
şaşırıyorlar. Ben de sürekli bunun garip olmadığını<br />
anlatmaya çalışıyorum, yurt dışındaki yaban<br />
hayatı belgeselcilerinin neredeyse yarısının kadın<br />
olduğunu söylüyorum. Ama tabii Türkiye’de yine<br />
de hâlâ bir kadın olarak bu işi yaptığım için gereksiz<br />
bir saygı görüyorum. Bunun dışında, çekimle<br />
ilgili çok benzer tepkilerle karşılaşıyoruz. Örneğin<br />
araştırma için bir yere gidiyoruz, diyelim ki ayılarla<br />
ilgili bilgi almaya çalışıyoruz, ilk duyduğumuz şey<br />
“göremezsiniz ki, çekemezsiniz ki” gibi sözler<br />
oluyor. Uzun uzun anlatmak zorunda kalıyoruz,<br />
biz sonra geleceğiz, saatlerce bekleyeceğiz diye.<br />
Bir de “Buradan her zaman ayı geçer” diyen<br />
birine orada en son ne zaman ayı gördüğünü<br />
sorduğumuzda “3 yıl önce” gibi cevaplar alabiliyoruz!<br />
Bunlar istisnasız her yerde karşılaştığımız<br />
şeyler. Ama neyse ki bizim ne istediğimizi çok iyi<br />
anlayan, bölgeyi ve hayvan trafiğini çok iyi bilen<br />
kişiler de oluyor. Zaten onların çekimlere katkısı<br />
çok büyük oluyor.<br />
Çekimlerde ya da filmlerin gösteriminden sonar en<br />
çok hangi sorularlarla karşılaşıyorsun?<br />
Bize en çok sorulan sorulardan biri özellikle<br />
yabancı belgesellerdeki bazı sahnelerin nasıl<br />
çekildiği. Aslında çoğu kişi, bazı belgesellerdeki<br />
çekimlerin doğada değil, kapalı alanlarda,<br />
parklarda, hatta stüdyoda çekildiğini, ya da<br />
eğitimli hayvanların kullanıldığını anlamıyor. Bunu<br />
anlamamaları çok doğal tabii ki. Bunu söylemek,<br />
aslında belgeselcinin görevi. Daha birkaç yıl önce<br />
bile BBC’nin milyon dolarlık işlerinden olan Frozen
Planet belgeselinde bir kutup ayısının doğum<br />
sahnesi vardı. Doğada gibi gösterilmiş, ama<br />
sonra hayvanat bahçesinde çekildiği ortaya<br />
çıkmıştı. Kendini çok kandırılmış hisseden<br />
izleyiciler isyan etti, tam bir skandal oldu. Artık<br />
bu tür şeylere daha fazla dikkat edilmeye<br />
başlandı. Hatta yaban hayatı belgeselcilerinin<br />
“itiraf” kitapları yayınlanıyor. Bu tür görüntüler<br />
aslında bizim gibi yalnızca doğada çekim yapan<br />
belgeselcileri çok zorluyor. Çünkü onlar çekmiş<br />
de biz çekememişiz gibi bir algı oluşuyor. Biz<br />
bugüne kadar yalnızca “Kurt” belgeselinde<br />
inlerin içindeki sahneleri hayvanat bahçesinde<br />
çektik çünkü böyle bir şeyi doğada çekmek<br />
imkansız. Bunu da belgesel metninde söyledik<br />
zaten.<br />
Türkiye’de yaban hayatı belgeselleri çekmenin<br />
ayrıca bir zorluğu ya da kolaylığı var mı?<br />
Bölgeden bölgeye farklılık gösteren durumlar<br />
var. Örneğin Afrika’da arslanlar, çitalar, çekim<br />
ekiplerinin neredeyse birkaç metre uzağında<br />
duruyor, hatta araçlarının altında dinleniyor.<br />
Böyle olunca hem çok yakın plan çekimler<br />
alınabiliyor, hem de aynı hayvanı bazen yıllarca<br />
takip etmek mümkün oluyor. Türkiye’de ise<br />
insandan kaçmayan hayvan yok gibi bir şey!<br />
Hayvanları yakından çekmek bir yana, sadece<br />
görebilmek için bile çok iyi kamufle olmak, koku,<br />
ses gibi hayvanları kaçırabilecek şeylere çok dikkat<br />
etmek gerekiyor.<br />
Ayrıca bizde 30-40 yıldır tek bir hayvan türünü<br />
çalışan bilim insanları da yok. Yurt dışında genellikle<br />
danışmanlar belgesel ekibini nokta atışı<br />
hayvanların olduğu yerlere yönlendiriyor. Bizdeyse<br />
bu tür çalışmalar daha çok yeni olduğu için, biz<br />
danışman, avcı, köylü, doğa korumacı, mümkün<br />
olduğu kadar fazla kişiyle iletişime geçip o şekilde<br />
çekim yerlerini belirlemeye çalışıyoruz.<br />
Şu anda yaklaşık 15 yıllık deneyime sahibiz<br />
ama daha önümüzde çok uzun bir yol var. Tek<br />
tesellimiz, bu işte nispeten yeni olsak da, belgesellerimizin<br />
yurt dışı festivallerde de ilgi görmesi,<br />
ödüller alması, yurt dışına satılması. Umarım<br />
Türkiye’de zamanla bu alanda güzel ve doğru işler<br />
yapacak daha fazla belgeselci de olur.<br />
Umarım ve şiddetle dilerim olur. En azından<br />
Türkiye’nin yaban hayatı öyküsünün bir bölümü<br />
anlatılmış, aynı zamanda görsel ve işitsel belge,<br />
bilgi ve envanter de oluşturulmuş olur.
NERUDA: HÜZÜNLÜ<br />
BİR ŞİİR GİBİ<br />
Film, anlaşılacağı üzere Pablo<br />
Neruda’nın hayatından kesit içeriyor.<br />
Siyasetçi olduğu dönemden<br />
ülkeden kaçtığı dönemlere<br />
dek süren ve peşinde bir polisin<br />
kedi fare oyunun aktörü olduğu<br />
zamanın hikayesi.<br />
ONUR KIRŞAVOĞLU<br />
n İki Pablo... Biri Larrain.<br />
Şili’nin, hatta<br />
dünya sinemasının<br />
son yıllarda adını çok<br />
duyurduğu ve 2000’li<br />
yıllara damga vuran<br />
en başarılı yönetmenlerinden<br />
biri. Pinochet<br />
döneminde büyümüş ve acılarını yaşamış,<br />
siyasetçi bir anne babanın oğlu. Bir<br />
üçleme ile dönemi sert biçimde anlatmış<br />
ve bu yıl çektiği iki filmle artık sahneye<br />
iyice yerleşmiş. Diğer Pablo’muz ise herkesin<br />
iyi bildiği Neruda. Aslında hakkında<br />
çok şey yazmaya gerek yok ama biraz<br />
deneyelim. Komünist, siyasetçi, şair, humanist<br />
ve mücadele adamı. Sanırım ilk kelimeler<br />
bunlar olabilir. Kendi dönemi için<br />
en önemli birkaç isimden biri. Tabii şiirleri<br />
ile de ölümsüz. İşte, bu iki farklı kuşağın<br />
iki büyük sanatçısı sinemanın büyüsü ile<br />
bir arada...NERUDA
Film, anlaşılacağı üzere Pablo Neruda’nın<br />
hayatından kesit içeriyor. Siyasetçi<br />
olduğu dönemden ülkeden kaçtığı dönemlere<br />
dek süren ve peşinde bir polisin<br />
kedi fare oyunun aktörü olduğu zamanın<br />
hikayesi. Neruda, hiç bir şekilde sözünü<br />
sakınmayan ve derdini anlatan bir büyüleyici<br />
şair. Sabah politika yapan, akşam<br />
özel organizasyonlarda kostümünü giyip<br />
şiirlerini sergileyen çok yönlü bir adam.<br />
Komünizme inanan ve bu yolda adımlarını<br />
atan bir mücadele insanı. Pablo Larrain,<br />
evvela Neruda’yı hala tanımayanlar varsa<br />
ufak bir girizgah ile bu yönlerini bize<br />
sunuyor. Tarafını belli etmiyor, etmesi de<br />
gerekmiyor ve objektif bir şekilde hikayeyi<br />
aktarıyor. Hatta Neruda’yı, onu kovalayan,<br />
yakalamak için varını yoğunu ortaya<br />
koyan dedektif Peluchonneau’nun sesinden<br />
ve fikrinden veriyor. Dedektifin tek<br />
amacı onu yakalamak ama içten içe ona<br />
hayranlık duyuyor. Her adımda, her elinden<br />
kaçırdığından daha çok etkileniyor ve<br />
daha çok bağlanıyor. Artık bir bütün gibi,<br />
hayal ile gerçek gibi Neruda’yı benliğinde<br />
taşıyor ve çok yakın hissediyor. Aynı<br />
şekilde Neruda’da kendisinin peşinde<br />
olan bu adamı içselleştiriyor. Hiç görmeden<br />
bile kendisini iyi tanıyor, hissediyor<br />
ve adımlarını onun gibi düşünerek<br />
atabildiği için kurtulmayı başarıyor.<br />
Artık gelinen son noktada hayal, gerçek<br />
birbirine karışıyor.<br />
Pablo Larrain, yenilikçi denemeleri<br />
her filminde uygulayan,<br />
karakterleri ve diyaloglarını her<br />
filminde yeni bir şekilde bize sunan<br />
, her filmindeki bu yeniliklere<br />
atmosfer yaratımı ve sinematografi<br />
alanlarında da bir şeyler<br />
eklemeyi başaran bir yönetmen.<br />
Mercek kullanımı, ışığın farklı bir<br />
şekilde hikayelere eşlik edilişi, tonların<br />
anlatıya göre değişip vals yapması ve<br />
kurulan şahane atmosfer. Larrain her filminde<br />
farklı olmayı ve büyüleyici bir şekilde<br />
bunları kullanmayı çok iyi biliyor. Bu
Bu filmde ise tüm bunların artık<br />
zirvesinde bir iş kotarıyor. Diyaloglar,<br />
tıpkı hikaye gibi hem<br />
oldukç gerçek, hem de geçişler<br />
ile hayal kadar büyüleyici. Yine<br />
yepyeni bir şey deneyen Larrain,<br />
atmosfer kurma açısından<br />
da şairane bir işe imza atıyor. O<br />
dönemin renkleri ve atmosferini<br />
başarı ile kurarken kullandığı<br />
tonlar ile tam da Neruda’ya<br />
yakışan bir görsellik sunuyor.<br />
Politikacı Neruda ile şair ve<br />
komünist Neruda’yı anlatırken<br />
farklılaşan atmosfer büyüsünü<br />
hiç kaybetmiyor ve etkileyicilikte<br />
sınıf atlıyor. Bir şaire<br />
yakışır şiirsel bir anlatım perdeye<br />
yansıyor ve etklenmemek<br />
neredeyse imkansız oluyor.<br />
Larrain karakterleri oluşturmada<br />
da usta işi bir performans ortaya<br />
koyuyor. Empati kurmak,<br />
bir sonraki adımı sezmek ya<br />
da içselleştirmek böylesi zor<br />
bir dönemin insanını izlerken<br />
bile zor olmuyor. Bizi meselenin<br />
ortasına oturtuyor Larrain<br />
ve kadrajları ile de bunu<br />
destekliyor. Dedektif, bir cinayet<br />
romanındaki kadar soğuk, idealist<br />
ve özenle yaratılmış. Neruda<br />
ise tam da olması gerektiği gibi<br />
adeta çizilmiş. Tabii burada<br />
oyunculuk performanslarının<br />
gayet yerinde olduğunu ve<br />
bu anlamda müthiş bir destek<br />
verdiğini de söylemek gerek.<br />
Gael Garcia Bernal zaten<br />
bildiğimiz ve başarılı bir<br />
oyuncu. Dedektif Peluchonneau<br />
rolünde her zamanki gibi<br />
ışıl ışıl parlıyor ama daha az<br />
bilinen ve dizilerde boy göstermesi<br />
ile çok tanınmayan Luis<br />
Gnecco bilmeyenler için harika<br />
bir keşif. Neruda’nın değişimleri
ve gelişimlerinden farklı<br />
mimikleri ve vücut dili kullanımı<br />
usta işi. Bu filmi izledikten<br />
sonra bir köşeye not alıp diğer<br />
performanslarına göz atmamak<br />
neredeyse imkansı hale geliyor.<br />
Neruda filmi, Larrain’in sinemayı<br />
sinema yapan bütün özellikleri<br />
bir arada kullandığı bir başyapıt.<br />
Anlatımının muhteşemliği, sinematografisinin<br />
kusursuzluğu,<br />
deneyselliğin en üst çıtasının<br />
sergilenişliği ve elbette kurgunun<br />
büyüleyici yanı. Neruda,<br />
şiirsel anlatım ile teknik becerinin<br />
unutulmaz bir uyumu olarak<br />
hafızalara yerleşiyor. Salondan<br />
ayrılınca etkisi uzun bir süre<br />
geçmeyecek olan film, Larrain’in<br />
ayak izlerinin de artık iyice duyulmaya<br />
başladığının ve tüm dünyaya<br />
yayıldığının da bir ispatı. Tıpkı<br />
bir Malick ya da Sorrentino gibi<br />
etkileyici ve şiirsel tadı üst düzey<br />
olan yönetmen, her türden filmi<br />
de başarı ile kotarabileceğinin<br />
izlerini sergiliyor. Larrain, önümüzdeki<br />
ay, yine bir biyografi<br />
olan Jackie filmi ile karşımıza<br />
çıkmaya hazırlanıyor. Neruda<br />
sonrası yükselen çıta avantaj mı<br />
dezavantaj mı tekrar göreceğiz<br />
ama büyük bir film olacağından<br />
zerre şüphemiz yok. Arkamıza<br />
yaslanıp, önümüzdeki 20 seneye<br />
damgasını vuracak bu genç<br />
yönetmenin keyfine varmaya<br />
devam...<br />
“Bilmek acı çekmektir. Ve bildik;<br />
Karanlıktan çıkıp gelen her haber<br />
Gereken acıyı verdi bize: Gerçeklere<br />
dönüştü bu dedikodu,<br />
Karanlık kapıyı tuttu aydınlık,<br />
Değişime uğradı acılar. Gerçek<br />
bu ölümde yaşam oldu. Ağırdı<br />
sessizliğin çuvalı.” Pablo Neruda
YALANSIZ<br />
DOLANSIZ,<br />
SAMiMi VE<br />
AYDINLIK<br />
FESTiVALLER…<br />
BANU BOZDEMİR<br />
DİREN SİNEMA<br />
Festvallerin ardı<br />
arkasına iptal edildiği,<br />
ertelendiği günlerde<br />
hakkıyla ve adil bir<br />
şekilde devam eden<br />
festivaller candır!<br />
Festvallerin ardı arkasına iptal<br />
edildiği, ertelendiği günlerde<br />
hakkıyla ve adil bir şekilde devam<br />
eden festivaller candır! Hani bazen olur<br />
ya biri size perdeyi aralar ve aydınlığı<br />
sunar. Belki uç bir örnek oldu ama<br />
3.Uşak Kanatlı Kısa Film Festivali böyle<br />
bir duygu yarattı bende. Festival yönetmeni<br />
Araştırma Görevlisi Onur Keşaplı<br />
beni arayıp bu sene festivalin jürisinde<br />
olmamı istediğinde koşulsuz şartsız<br />
kabul ettim. Hem kısa filme hem de üniversitelilerin<br />
çabasına destek olmak her<br />
zaman iyi hissettiriyor insana. İşlerimi<br />
yoluna koymak, üç günlük festivale<br />
gitmek için uygun günü yaratmak biraz<br />
zorlu olsa da beni bekleyen üniversitelilerin<br />
arasına karışmak bir hayli iyi<br />
geldi bana. Uşak gibi küçük şehirlerde<br />
hem bir şeylere tutunmak daha anlam<br />
kazanıyor hem de daha zorlu bir hale<br />
geliyor. Ortada güzel bir çaba olduğu<br />
ise aşikar.<br />
Festivali bir yerinden yakalamak,<br />
ucundan tutunmak isteyen üniver-
siteli çocukların mükemmele yakın bir program<br />
yaptıkları festivalde her şey tıkır tıkır işledi,<br />
aksaklıklar olduysa da biz fark etmedik. Filmleri<br />
önceden izlediğimiz için bir jüri toplantısıyla sonuca<br />
ulaştık. Diğer jüri üyeleri Dilek Tunalı ve<br />
Ufuk Aksoy ve ben alanlarımızla ilgili atölye ve<br />
söyleşiler yaparak gençlere bir nebzede olsun<br />
destek çıkmaya çalıştık.<br />
Tabii büyük bir kadro değişikliğine gidilen üniversitelerde<br />
bu tarz etkinlikleri yapabilmek için büyük<br />
bir uğraş verildiğini öğreniyoruz. Onur Keşaplı’nın<br />
Festival Başkanı Doç. Dr Murat Sezgin’in<br />
desteğini de alarak (başka hocaların neredeyse<br />
desteği yok) bu yıl üçüncüsünü yaptığı festivalde<br />
etkileşim mükemmeldi. Diğer jüri üyeleri Tamer<br />
Levent ve Gökçe Pehlivanoğlu’nun katılamadığı<br />
festival, onlar da olsa bayağı ivme kazanacaktı.<br />
Zaten festival ortamıda olmak festivale destek<br />
ve yapılmasına olanak sağlayıcı şeylerden biri.<br />
En azından bu bize öğrencilerin ilgisiyle fazlaca<br />
hissettirildi. O yüzden orada bulunduğum<br />
ve ekibe destek olduğum için ayrıca mutluluk<br />
hissettim. Elimden geldiğince de desteğe devam<br />
edeceğim. Açık, şeffaf, özverili, yalansız<br />
dolansız, samimi ve aydınlık festivaller her zaman<br />
yapılsın, en büyük destek benden onlara!
BATAN FESTİVALLERİN<br />
MALLARI BUNLAR<br />
AMA EN İYİLERİ<br />
Yılın yurtiçi<br />
festivallerinde<br />
yarışan en iyi<br />
filmlerini<br />
listeledim…<br />
Keyifli okumalar!<br />
BAŞAK BIÇAK<br />
Kasap Havası<br />
Toplumsal normlar, mahalle<br />
baskısı, kadın algısı ve<br />
bunca kuralın içinde birlikte<br />
olmaya çalışan iki karakter…<br />
Evet, Kasap Havası genç<br />
adam ve ondan yaşça büyük<br />
“kötü” kadını bir araya getiren<br />
öyküsüyle daha önce<br />
izlediğimiz pek çok filme benziyor;<br />
fakat İnanç Konukçu ve Şenay Gürler<br />
yarattıkları karakterlerle,<br />
Çiğdem Sezin ise<br />
köşesine kıyısına eklediği<br />
mesajlarıyla Kasap<br />
Havası’nı, muadillerinin<br />
ötesine taşıyor. Pür bir<br />
Yeşilçam nostaljisi, dikkat<br />
edilmesi gereken bir ilk<br />
yönetmenlik denemesi…
Rauf<br />
Bir çocuğun gözünden<br />
Türkiye’nin doğusunda<br />
yaşananlara tanıklık edebilir,<br />
acılara ortak olabilirsiniz. Ve<br />
bunu, kuvvetle muhtemel<br />
politik, yer yer popülizme<br />
kayan bir anlatım diliyle izlersiniz.<br />
Fakat Rauf bu tuzağa<br />
düşmeden meramını anlatan,<br />
acısını gözünüze sokmadan paylaşan,<br />
derdi salt sinema olan filmlerden…<br />
Naif anlatımını göz kamaştıran bir<br />
görüntü yönetmenliğiyle katmerleyip<br />
seyircisinin önüne koyanlardan…<br />
Hikâyeyi bir kenara bırakıp,<br />
etkileyici birkaç görüntüyü arka<br />
arkaya kurgulayınca film yapıldığını<br />
düşünenlere de sağlam bir ders veriyor.<br />
Rüya<br />
Derviş Zaim, Anadolu<br />
mitlerini, ülke meseleleriyle<br />
birleştiren hikâyesi ve<br />
kendine özgü tarzıyla yine<br />
farklılaşmayı başarıyor.<br />
Rüya, mimar bir kadının<br />
tasarladığı cami projesi<br />
üzerinden yedi uyuyanlar<br />
öyküsünü anlatırken,<br />
kentleşme problemlerine<br />
değinmeyi ihmal etmiyor. Durağan<br />
yaqpısına rağmen meselesiyle öne<br />
çıkan filmlerden…<br />
Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta<br />
Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var<br />
Rıza Sönmez Kars’ın kimliğini<br />
oluşturan şeylerin peşine tıpkı filmde<br />
gösterdiği kazın peşine düşen çocuk<br />
gibi düşüyor. Orhan Pamuk’un Kars<br />
şehriyle romanı üzerinden kurduğu<br />
ilişkiyi anlatma biçimi fevkalade.<br />
Kültürün ve folklorun direnirken bizim<br />
değerlerimize sahip çıkmayışlığımızı<br />
ise buruk bir finalde seyircinin yüzüne<br />
fırlatıyor. Yılın en naif ve başarılı döküdrama<br />
(kurmaca belgesel) çalışması.
Kalandar Soğuğu<br />
Yönetmeni Mustafa Kara<br />
tarafından beş yılda ilmek ilmek<br />
dokunmuş, yansıttığı coğrafyayı<br />
özümsemiş, el emeği göz nuru bir<br />
film; Kalandar Soğuğu… Doğanın<br />
insana, insanın doğaya yaklaşımı<br />
üzerine yaptığı sarsıcı gözlemleri,<br />
muhteşem kareler eşliğinde sunan<br />
yapımın tek sıkıntısı ise yer yer<br />
hikâyesinin önüne geçen yorgun<br />
anlatım dili…<br />
Albüm<br />
Mehmet Can Mertoğlu, ilk<br />
filmini çeken bir yönetmenden<br />
beklenmeyecek<br />
ölçüde olgun bir sinema<br />
diliyle karşımıza çıkıyor ve<br />
kamerasını Anadolu’nun<br />
orta sınıfına çeviriyor.<br />
Çocuk sahibi olamayan bir<br />
çiftin evlat edinme meselesi<br />
üzerinden topluma ve genel ahlaka<br />
dair çarpıcı tespitlerde bulunan ve<br />
bunu ustalıklı bir mizahla yapan Albüm,<br />
Şebnem Bozoklu ile Murat Kılıç’ın<br />
performanslarıyla da övgüyü hak ediyor.<br />
Rüzgârda Salınan Nilüfer<br />
Rüzgârda Salınan Nilüfer de tıpkı Albüm<br />
gibi, eleştirdiği ya da yorumladığı<br />
sınıfı dışarıdan değil; o sınıfın<br />
bağrından kopup gelen<br />
bir dille anlatıyor ve bu<br />
sayede başarıya ulaşıyor.<br />
Seren Yüce, Çoğunluk’tan<br />
altı yıl sonra çektiği filmiyle<br />
giderek daha yetkin<br />
bir sinemacı olacağını<br />
kanıtlıyor. Rüzgârda Salınan<br />
Nilüfer, oyuncularının kusursuz<br />
performanslarının<br />
bile önüne geçecek derece etkileyici<br />
üst-orta sınıf portresi çiziyor.<br />
Tereddüt<br />
Erkek egemen bir toplum ve kadın<br />
olmanın dayanılmaz ağırlığı… Yeşim
Ustaoğlu, toplumun farklı<br />
kesimlerinden ve kültürlerinden<br />
gelen iki kadının hayatını<br />
en cesur haliyle ekrana<br />
yansıtıyor ve karakterlerinin<br />
yaşadıkları kadar çarpıcı bir<br />
film koyuyor önümüze… Tek<br />
eleştirim, böylesine güçlü bir<br />
filmin, kendisi kadar güçlü<br />
bir finali hak ettiği yönünde<br />
fakat yine de etkisinden bir şey<br />
kaybetmediğini de söylemek gerek.<br />
Babamın Kanatları<br />
Ve nihayet sinemamızda az rastlanır<br />
hale gelen iş sınıfı olgusuna dair<br />
gerçekçi bir yorum…<br />
Hikâye anlatımında büyük<br />
trajediler yaratmanın illa<br />
adam kaçırma, mafyaya<br />
bulaşma vb. durumlardan<br />
ibaret olmadığını, sıradan<br />
bir insanın hayatının da<br />
sırf o sıradanlığın getirdiği<br />
çaresizlik içerisinde<br />
kahredici bir hikayeye<br />
dönüştürebileceğinin en güzel<br />
örneklerinden… Kıvanç Sezer, ilk filmiyle<br />
beklentileri çok ama çok yükseğe<br />
taşıyor.<br />
Koca Dünya<br />
Koca Dünya… İki küçük çocuğu<br />
içine sığdıramayan koskoca dünya…<br />
Kucaklayamayan,<br />
anne-babadan bile mahrum<br />
bırakan, o kutsal<br />
medeniyetine kabul<br />
edemeyen dünya… Reha<br />
Erdem, bu kez yalnızca<br />
o meşhur sembolik<br />
anlatımıyla değil, midenize<br />
oturacak öyküsüyle,<br />
kulaklarınızdan gitmeyecek<br />
melodisiyle ve<br />
hafızalarınıza kazınacak planlarıyla bir<br />
şahesere imza atıyor. Yılın en görkemli<br />
işlerinden…
Holywood’un yeni yıldızı Shailene Woodley. Birçok güzel genç yıldızı bu<br />
sayfaya konuk ettik. Ama 23 yaşında bu kadar hayatı çözdüğüne inanan<br />
bir yıldızla ilk kez karşılaştık. Bu ay Snowden filminde izleyeceğimiz<br />
yıldız yoluna emin adımlarla devam ediyor...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Shailene Diann Woodley, ABD’li aktris. Woodley,<br />
The Secret Life of the American Teenager<br />
dizisindeki Amy Juergens rolüyle ünlendi.<br />
1<strong>99</strong>1’de Simi Valley, California’da dünyaya<br />
geldi. Woodley’nin anne ve babası eğitimciydi,<br />
15 yaşında anne-babasının ayrıldığı dönemde<br />
skolyoz (omurga eğriliği) teşhisi kondu ve<br />
uzun bir süre sırt desteği kullanmak zorunda<br />
kaldı. Sinema dünyasına adım atmadan önce iç<br />
mimarlık okuma hayalleri kuran Woodley, TV’de<br />
küçük rollerle oyunculuğa adım attı. İlk önemli<br />
rolünde, 2003’te The O.C. dizisinde Marissa<br />
Cooper’ın kardeşi Kaitlin rolünde izleyicilerle<br />
buluştu. Woodley çeşitli dizi ve filmlerde oynamaya<br />
devam ettikten sonra 2008’de The<br />
Secret Life of the American Teenager<br />
dizisinde oynamaya başladı. Tam<br />
5 sezon bu dizide oynayıp Amy<br />
Juergens karakterine hayat<br />
verdi. 2013’ten itibaren<br />
sinema kariyerine daha<br />
fazla odaklanan<br />
Woodley, The Spectacular Now, The Fault<br />
in Our Stars gibi filmlerde başrolde oynadı.<br />
2014 yılında gösterime giren Veronica Roth’un<br />
romanından uyarlanan Uyumsuz (Divergent)<br />
filminde ana karakter Tris’i canlandırdı. Woodley<br />
ayrıca 2014’te gösterime giren İnanılmaz<br />
Örümcek Adam 2 filminde Mary Jane Watson<br />
karakterini canlandırmak üzere seçilmişti, ancak<br />
yapımcıların filmin senaryosunu değiştirip<br />
Mary Jane yerine Gwen Stacy’nin yer almasına<br />
karar vermeleri üzerine bu projede yer alamadı.<br />
Sıkıştırılmış bir dönemde birçok filmde<br />
karşımıza çıkan yıldızın aslında kaptırdığı roller<br />
de var. Bunlardan biri de Açlık Oyunları’nda<br />
Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı Katniss<br />
rolü. Shailene izleyiciler tarafından Jennifer<br />
Lawrence’a benzetiliyor. Güzel yıldız ise buna<br />
tepki koyuyor. Bir röportajında Jennifer ile<br />
tek benzerliğimiz kısa saçlarımız ve vajinamız<br />
diyerek bu olaya ne kadar kafayı taktığını<br />
belli etmiş. Shailene’yi daha birçok filmde<br />
seyredeceğiz sanıyorum.
COOPER iYiSi SEN<br />
n 15 Ocak 1975 Philadelphia<br />
doğumlu Bradley Cooper<br />
tiyatro, dizi ve sinema<br />
oyuncusu. Cooper oyunculuk<br />
serüvenine 1<strong>99</strong>9 yılında<br />
Sex And The City dizisiyle<br />
başladı. Büyük başarı<br />
yakaladığı Alias dizisinde<br />
oynamadan önce ise 2001<br />
yılında Wet Hot American<br />
Summer filminde oynadı. Cooper başrol olarak<br />
2005 yılında Fox da yayınlanan Kitchen Confidential<br />
dizisinde Anthony Bourdain karakterini<br />
canladırdı. Dizi olumlu eleştiriler almasına<br />
rağmen kanal dizinin yayından kaldırıldığını<br />
açıkladı.<br />
2007-2009 yılları arasında Nip/Tuck dizisinin<br />
5. sezonunun 6 bölümünde Aidan Stone karakterini<br />
canlandırdı. Aynı yıl Jim Carrey ‘le beraber<br />
Yes Man filminde yer aldı. 2009 yılında<br />
The Hangover filminde yer aldı. Film bütçesi 35<br />
milyonken gişede 467 milyon hasılat yaptı. Cooper<br />
13. Hollywood Film Festivali ve Hollywood<br />
Awards da Hollywood komedi ödülünü kazandı.<br />
2010 yılında Garry Marshall ‘ın yönettiği Valentine’s<br />
Day filminde Ashton Kutcher, Jessica<br />
Alba, Jessica Biel, Anne Hathaway, Julia<br />
Roberts ve Jennifer Garner ile birlikte rol<br />
aldı. Film büyük bir başarı elde etti. Yine aynı<br />
BANU BOZDEMİR
BiZi UÇUR!<br />
yıl efsane dizi A Takımı ‘nın beyazperde<br />
uyarlamasında Templeton “Faceman” Peck<br />
karakterini canlandırdı.<br />
2011 yılında Alan Glynn ‘ın 2001 de<br />
yayımlanan The Dark Field kitabından uyarlanan<br />
Limitless filminde Robert De Niro ‘yla<br />
başrolde yer aldı. Yine aynı yıl Hangover<br />
filminin devamı olan The Hangover Part<br />
II de yeraldı. Eylül 2011’de GQ İngiltere<br />
Cooper’a “Yılın uluslararası erkeği” ödülünü<br />
verdi. Kasım 2011’de ise People dergisi<br />
Cooper’ı yaşayan en seksi erkek seçti.<br />
2012 yılında Brian Klugman ‘ın yönettiği The<br />
Words filminde yer aldı. Yine aynı yıl Matthew<br />
Quick ‘in romanından uyarlanan Silver<br />
Linings Playbook filminde Robert De Niro<br />
ve Jennifer Lawrence ile başrolleri paylaştı.<br />
Cooper aynı zamanda 1<strong>99</strong>0’lı yıllarda geçen<br />
Ryan Gosling ve Eva Mendes ‘in başrollerini<br />
paylaştığı The Place Beyond The Pines filminde<br />
bir polis memurunu canlandırdı.<br />
Oyuncu Serena, Joy, Çok Pişmiş, Aloha,<br />
Cloverfield Yolu No:10, Vurguncular filminde<br />
rol alan oyuncu önümüzdeki yıl Galaksinin<br />
Koruyucuları ve Avengers: Infinity War<br />
filmleriyle karşımıza çıkacak. Kendisini bu<br />
ay A Dog’s Purpose / Can Dostum filmiyle<br />
izleyeceğiz.
FESTiVALLER<br />
KISA FiLMCiLERE<br />
DAHA DUYARLI<br />
OLMALI!<br />
FIRAT SAYICI<br />
UZUN FİLMİN KISASI<br />
Yeni yılın ilk köşesinde<br />
beni derinden<br />
etkileyen<br />
bir belgeselin<br />
yönetmeni<br />
Gökhan Öcal var.<br />
Yeni yılın ilk köşesinde beni derinden<br />
etkileyen bir belgeselin<br />
yönetmeni Gökhan Öcal var.<br />
Seyircisine görme engelli bir kadının<br />
yaşama azmiyle yoğrulmuş okuma<br />
sevdasını ajitasyona başvurmadan<br />
aktarmayı başarabilmiş bir belgesel<br />
“Süheyla”... Umarım bu belgeselle<br />
yolunuz kesişir ve yüreği aydınlık<br />
Süheyla’nın hayatına siz de tanık olursunuz...<br />
Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />
misin?<br />
1<strong>99</strong>1 yılında Ankara’da doğdum. 2011<br />
yılında Karabük Üniversitesi Radyo ve<br />
Televizyon Programcılığı bölümüne<br />
başladım. 2014 yılında mezun oldum ve<br />
dikey geçiş sınavı ile Selçuk Üniversitesi<br />
İletişim Fakültesi Radyo Televizyon<br />
ve Sinema bölümüne geçiş yaptım.<br />
Burada son sınıf öğrencisi olarak<br />
eğitimime devam etmekteyim. 3 yıldır<br />
Süha Arın Kısa-Ca Film Atölyesinde<br />
belgesel ve kısa film çalışmalarıma devam<br />
ediyorum. Karabük Üniversitesinde<br />
eğitimime devam ederken, bir yandan<br />
da üniversite televizyonunda çalışmaya<br />
gayret gösteriyordum. Bu sırada zorunlu<br />
bir dersimiz vardı ve onun için<br />
belgesel çekmemiz gerekiyordu. Bir<br />
ekip oluşturduk ve ilk belgesel çekimimiz<br />
için Kırıkkale’ye gittik. Tabii ki her<br />
acemi öğrenci gibi gayet güzel bir film<br />
çektiğimizi düşünerek hocamıza projemizi<br />
gösterdiğimizde bunun olmadığını<br />
ve yeniden çekim yapmamız gerektiğini<br />
söyledi. Bu benim hayatımdaki önemli<br />
dönüm noktalarından biri oldu. Bana<br />
bu işi sevdiren ve beni her zaman<br />
destekleyen Karabük Üniversitesi’ndeki<br />
değerli hocam Musa Ak olmuştur. Eğer<br />
o beni teşvik etmese belki de şu an<br />
sıradan bir iletişim fakültesi öğrencisi<br />
olacaktım.<br />
Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />
Kısa ve öz şekilde anlatmak...<br />
Biraz Süheyla’dan ve onu çekme<br />
nedenlerinden bahseder misin?<br />
Süheyla,doğuştan görme engelli
ir kadındır. Küçük yaştan beri içinde okuma<br />
özlemini biriktirmiş ve 36 yaşında babasının da<br />
desteğiyle okumaya karar vermiştir. İlk orta ve<br />
lise eğitimini başarıyla ve hiç takılmadan bitirmiş,<br />
bu eğitimi sırasında karşısına çıkan zorluklara<br />
rağmen, yılmadan ve bıkmadan<br />
çalışmıştır. Babası kitaplarını okuyarak<br />
ona en büyük desteği vermiştir. Bu<br />
azmi sayesinde, günümüzde tembellik<br />
yaparak ellerindeki fırsatları<br />
değerlendirmeyen bir çok gence<br />
örnek teşkil edecek bir yaşama sahiptir.<br />
Şu an Atatürk Üniversitesi Halkla<br />
İlişkiler Bölümü 3.sınıfta eğitimine<br />
devam ediyor. Okumasının yanı sıra<br />
ev işlerini de tek başına yapan Süheyla,<br />
babasının ve görme engelli olan<br />
abisi Kemal’in de bütün bakımlarını<br />
yapmaktadır. Süheyla’nın hikayesini<br />
ilk okuduğumda gözlerim doldu. Böyle<br />
başarılı ve görme engelli bir kadının<br />
büyük başarı hikayesini insanların<br />
izlemesini, duymasını ve bundan ders<br />
çıkarmalarını amaçlayarak böyle bir<br />
projeye başladım. Artvin’e mayıs ve<br />
ekim aylarında olmak üzere 2 kez<br />
gittik ve toplamda 12 günlük bir çekim<br />
gerçekleştirdik. Filmi yaklaşık 6-7<br />
aylık bir süreç sonunda tamamladık.<br />
Filmimiz bir çok festivalde finalist<br />
oldu ve gösterime girdi.Şuan ikisi<br />
en iyi film olmak üzere 4 tane ödülü<br />
bulunmaktadır.<br />
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa<br />
filme ne gibi katkıları olabilir? Neler<br />
götürür?<br />
Hızla gelişen teknolojinin en çok<br />
etkilediği sanat dallarından biri<br />
kuşkusuz ki sinema. Eski tip kameralarda<br />
kasetlerden capture alınır,<br />
analog kurgu yapılırdı. Ama günümüze<br />
baktığımızda bunları daha<br />
gelişmiş yöntemler ile eskiye göre<br />
daha kolay bir şekilde yapıyoruz.<br />
Daha az zamanda daha çok iş<br />
yapılabiliyor. Daha ağır kameraların<br />
yerlerine daha hafif DSLR kameralar<br />
kullanabiliyoruz. Bu özellikle<br />
düşük bütçe ile film çeken kısa film<br />
ve uzun metraj film yönetmenleri için avantajlar<br />
oluşturuyor. Sinematografi alanında da bizi<br />
çok ileriye taşımıştır. Bu avantajların dışında<br />
dezavantajları da çok olmuştur. Özellikle güzel<br />
görüntüleri ardı ardına sıralayarak güzel bir
film ortaya çıktığını zanneden yönetmen<br />
arkadaşlarımız var. Bunlarla bir çok yerde<br />
karşılaşma imkanımız oluyor. Görüntü istediği<br />
kadar güzel olsun senaryosu kuvvetli olmadan<br />
hiçbir şey ifade etmiyor. Bana göre<br />
bir filme istediğiniz kadar görsel efekt ekleyin,<br />
isterseniz o<br />
filmi 10 boyutlu<br />
yapın, benim<br />
için önemli<br />
olan o filmin<br />
senaryosudur.<br />
Sinemada son<br />
10 yıla şöyle bir<br />
göz gezdirirsek<br />
eğer bu kadar<br />
teknolojik<br />
imkanımız<br />
olmasına<br />
rağmen İmdb<br />
listesinde kaç<br />
film ilk 10 sırada<br />
yer alabilmiş bir<br />
bakalım.<br />
Örnek aldığın,<br />
sinemasını<br />
sevdiğin, yerli ve<br />
yabancı yönetmenler<br />
kimler?<br />
Zeki Demirkubuz<br />
ve Nuri Bilge<br />
Ceylan kendime<br />
örnek aldığım<br />
ve sinemasını<br />
beğendiğim<br />
yerli yönetmelerimizden.<br />
Tabii ki belgesel<br />
alanında<br />
Ertuğrul<br />
Karslıoğlu hocamı söylemeden<br />
geçemeyeceğim. Yabancı yönetmenlerden<br />
ise Quentin Tarantino ve Stanley Kubrick<br />
diyebilirim.<br />
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere<br />
yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?<br />
Ülkemizde bir çok film festivali var fakat<br />
bunların çoğunun sadece adı film festivali. Bir<br />
kaç prestijli festival dışında filmlerimizi gösteremiyoruz.<br />
Bir yönetmeni en mutlu eden şey filminin<br />
izlenmesi ve izleyiciden gelen tepkileri görmek,<br />
görüşlerini almaktır. Fakat festivallerin neredeyse<br />
tamamına yakını filmlerimiz gösterime alınsa<br />
bile bırakın yönetmenleri festivale davet etmeyi<br />
haber bile vermiyor.<br />
Bu konuda festival<br />
yönetimlerinin daha<br />
duyarlı olması gerekiyor.<br />
Değinmek<br />
istediğim bir diğer<br />
konu ise kısa filmcilerin<br />
festivallerde<br />
ikinci sınıf muamele<br />
görmesi ve her zaman<br />
uzun metraj filmlerin<br />
arkasında kalması.<br />
Sinema salonlarından<br />
filmlerden önce<br />
reklamlar yerine 1-2<br />
tane kısa film izlesek<br />
daha güzel olmaz<br />
mı? Umarım gelecek<br />
yıllarda bu böyle<br />
devam etmez, kısa<br />
filmler ve kısa filmciler<br />
gerektiği değeri ve<br />
saygıyı görür.<br />
Son olarak gelecek<br />
planlarından bahsedelim…<br />
İlerleyen yıllar ne<br />
gösterir tabii ki kestirmek<br />
pek mümkün<br />
olmuyor. 5 yıldır kısa<br />
film ile uğraşıyorum<br />
ve 3 filmim var. Şubat<br />
ayı ortalarında bir<br />
projem daha var ve<br />
onun planlaması üzerinde çalışıyorum. Gelecek<br />
planlarım arasında şimdilik akademik bir kariyer<br />
düşünüyorum. Yurtdışına çıkarak farklı deneyimler<br />
kazanmak, farklı kültürler görmek, bu kültür ve<br />
deneyimlerimi yeni filmlerime yansıtmak istiyorum.<br />
Önümüzdeki yıllarda uzun metraj bir film çekmek<br />
istiyorum. Eğer uygun şartlar oluşursa böyle bir<br />
düşüncem var.
BU ŞEHİR ARKANDAN<br />
GELECEK<br />
Alışıla gelmişin aksine<br />
artık yeni yayın<br />
dönemi ya da yaz<br />
sezonu dışında ara<br />
dönemde de birçok<br />
dizi izleyiciye merhaba<br />
diyor ya da<br />
daha hikâyeyi anlamadan<br />
ekranlara<br />
veda ediyor.<br />
YENİ YILIN YENİ DİZİLERİ<br />
DİZİFUN<br />
Alışıla gelmişin aksine artık yeni yayın dönemi<br />
ya da yaz sezonu dışında ara dönemde de<br />
birçok dizi izleyiciye merhaba diyor ya da daha<br />
hikâyeyi anlamadan ekranlara veda ediyor. Konuları,<br />
aşkları, çatışmaları çoğu zaman birbirine benzer olan<br />
dizilerimize yeni yılla birlikte yenileri ekleniyor. Bu<br />
sayıda sizler için yeni başlayacak dizilere ufak bir merhaba<br />
demek istedik.<br />
NERGİZ KARADAŞ<br />
Bu Şehir Arkandan Gelecek<br />
Ocak ayının ilk çarşambası ATV ekranlarından izleyicilere<br />
merhaba diyecek olan “Bu Şehir Arkandan<br />
Gelecek” adlı dizinin başrollerinde geniş bir hayran<br />
kitlesi olan Kerem Bürsin (Ali) ve Leyla Lydla Tuğutlu<br />
(Derin) yer alıyor. Adından da anlaşılacağı üzere<br />
İstanbul’un dizinin öznelerinden bir tanesi olacağı Bu
Şehir Arkandan Gelecek adlı dizi tanıtımından<br />
anlaşıldığı üzere Ali ve Derin’in hikâyesi/hikâyeleri<br />
çerçevesinde şekillenecek, şehre küskün Ali<br />
yaşayacakları aşkla birlikte İstanbul’la barışacak<br />
görünüyor.<br />
Dizinin esas oğlanı Ali küçük yaşta annesinin<br />
ölümüne tanıklık etmesinin ardından<br />
yaşadığı travmanın etkisiyle kentten nefret<br />
eden ve hayatını gemilerde çalışarak geçiren<br />
genç yakışıklı bir delikanlıdır. Ali’nin yıllar<br />
sonra istemeyerekte olsa İstanbul’a dönmesi<br />
ile bir başkasıyla nişanlı olan Derin ile yolları<br />
kesişir. Oyuncuların<br />
popülerliği ve hikâyenin<br />
daha başlangıçtan bir<br />
çatışma, yasak aşk,<br />
engel ile başlaması bu<br />
kesişmenin bu sezonun<br />
çok konuşulacak aşk<br />
hikâyelerinden bir tanesinin<br />
habercisi olduğunu<br />
gösteriyor aslında. Ali’nin<br />
diğer yandan kendi<br />
geçmişi yolculuğu dizinin<br />
heyecan yaratacak<br />
diğer bir unsuru olarak<br />
karşımıza çıkıyor. Henüz<br />
bir şey söylemek için<br />
erken olmakla birlikte<br />
diziye ilişkin ilk izlenimim<br />
kısa sürede izleyicinin<br />
beğenisini kazanacağı<br />
yönünde. Bu noktada tek<br />
sıkıntı yayın günü itibariyle<br />
karşısında Poyraz<br />
Karayel gibi güçlü bir<br />
rakibin bulunması. Neler<br />
olacak bekleyip hep<br />
birlikte göreceğiz.<br />
Ölene Kadar<br />
Yeni yıla ATV oldukça<br />
iddialı giriyor ve kadrosu<br />
oldukça güçlü olan bir<br />
diğer dizi Ölene Kadar<br />
izleyiciyle buluşmak için<br />
gün sayıyor. 12 Ocak<br />
Perşembe izleyiciye merhaba<br />
diyecek olan dizinin başrollerinde Engin<br />
Akyürek (Dağhan) ve Fahriye (Selvi) Evcen<br />
yer alıyor. Tanıtımlarından anlaşıldığı üzere<br />
Ölene Kadar adlı bu yeni dizi aşk, ihanet ve<br />
intikam çerçevesinde hayatları birden kesişen<br />
ve değişen insanların hikâyelerini anlatmak için<br />
geliyor. Dizi 11 yıl önce hüküm giymiş müebbet<br />
mahkûmu Dağhan ile onun müebbedine son<br />
veren avukat Selvi’nin hikâyesini anlatmaya<br />
hazırlanan dizi izleyiciye bol bol “adalet nedir?”<br />
sorusunu sorduracağa benziyor.<br />
ÖLENE KADAR
ANNE DİZİSİNDE ROL<br />
ALMAKTAN GURUR<br />
DUYUYORUM<br />
Çalışkan ve istekli bir<br />
oyuncu olduğu her<br />
halinden belli olan Alize<br />
Gördüm, içinde yer<br />
almaktan gurur duyduğu<br />
Anne dizisi ile izleyicilerle<br />
buluşmaya devam ediyor.<br />
GİZEM MERVE<br />
KABOĞLU<br />
Anne dizisinin Gamze’si Alize<br />
Gördüm ile Cine Dergi için<br />
söyleştik. İki başarılı oyuncunun,<br />
Vahide Perçin ve Altan<br />
Gördüm’ün kızları olan Alize Gördüm,<br />
oyunculuk tecrübesinden kulislerde<br />
geçen çocukluğuna kadar uzanan<br />
sohbetimizde güler yüzüyle sempati<br />
kazandı. Çalışkan ve istekli bir<br />
oyuncu olduğu her halinden belli olan<br />
Gördüm, içinde yer almaktan gurur<br />
duyduğu Anne dizisi ile izleyicilerle<br />
buluşmaya devam ediyor.<br />
Oyuncu olmak istediğinizi nasıl fark<br />
ettiniz?<br />
Her zaman oyuncu olmak istedim zaten.<br />
Hatta kendimi bildim bileli böyleyim<br />
diyebilim. Armut dibine düşer durumu<br />
da var tabii burada biraz, anneden<br />
babadan böyle bir hayat görüyorsun,<br />
aşık oluyorsun, hayallerini ve planlarını<br />
bunun üzerine kuruyorsun. Bir istekten<br />
ziyade daha çok bir yol gibi geliyor<br />
oyunculuk bana… Aşkın peşinden<br />
gidiyorsun, o karşına neler çıkarırsa<br />
çıkarsın, seni ne kadar yorarsa yorsun<br />
yine de devam ediyorsun, seviyorsun<br />
çünkü, çok seviyorsun.
ALİZE<br />
GÖRDÜM<br />
İlk zamanlarda oyunculuk kararınıza<br />
ailenizin verdiği tepki ne oldu?<br />
Sanatçılar genellikle yaşadıkları zorluklar<br />
nedeniyle çocuklarını sektörden<br />
uzak tutmaya çalışır malum.<br />
Evet pek sıcak yaklaştıklarını söyleyemem.<br />
Başka bir meslek seçmem için<br />
çok ısrarcı oldular uzun süre. Bu yol çok<br />
yıpratıcı dediler. Hayatlarında yaşadıkları<br />
zor dönemleri örnek gösterdiler bana.<br />
Ben de bu mesleğin getirilerinin farkında<br />
olduğumu söyledim onlara. Sonuç olarak<br />
siz tüm o zorlukları yaşarken ben de<br />
oradaydım! Sanırım önceleri yaşımın<br />
küçük olmasından dolayı beni pek ciddiye<br />
almadılar haklı olarak ama sonra<br />
büyüdükçe, istediğim mesleğe dair<br />
attığım adımlar onları ikna etti.<br />
Oyuncu bir anne babanın kızı olmak<br />
size neler kazandırdı, neleri<br />
zorlaştırdı?<br />
Bir ömür boyu sürecek olan bir okulun<br />
içindeyim. Her sohbet, her tartışma her<br />
konuşma bir ders. İçinde edebiyat , tarih,<br />
sanat ve kültür sohbetleri yapılan bir<br />
evde büyüdüm ben. Sanatçı bir anne<br />
babanın çocuğu olmak ilginç bir durum<br />
açıkçası. Hele hele aynı mesleği yapıyor<br />
olmamız durumu iyice tuhaflaştırıyor. Ne<br />
kadar anlatmaya çalışsam boş aslında.<br />
Tek söyleyebileceğim özel ve güzel bir<br />
durum olmakla birlikte bir o kadar da zor.<br />
Zorlu sahneler sonrası anne ve<br />
babanızdan görüş alıyor musunuz?<br />
Evde de eğitim sürüyor mu?<br />
Sadece zorlu sahneler sonrası değil ki!<br />
Her sahne sonrası mutlaka bir yorum<br />
oluyor. Eğitim evde devam etmekle<br />
kalmayıp, telefonda , dolmuşta, sinemada,<br />
kafede… ve aklınıza gelebilecek<br />
her yerde devam ediyor. ‘’Aklıma<br />
gelmişken şu sahnede şöyle şöyle<br />
yapmalıydın...’’ diye başlayan sohbetler!<br />
(Gülüyor)<br />
Anne dizisi reyting karnesiyle rakiplerini<br />
kıskandırıyor. Bu başarının<br />
sebebi sizce nedir?<br />
Evet, çok başarılı bir işin içindeyim ve<br />
bununla gurur duyuyorum! Aslında bir
gün sete gelip misafirimiz olsaydınız bu soruyu sormazdınız<br />
bana. (Gülüyor) Herkes öyle güzel bir uyum içinde çalışıyor ve<br />
öyle emek veriyor ki... Karşılığında da güzel ve başarılı bir iş<br />
çıkıyor ortaya. Bu işin bir takım çalışması olduğunu unutmamak<br />
gerek, insanlar birbirlerine saygı duyar, işlerini hakkıyla ve<br />
severek yaparlarsa günün sonunda hepimiz evlerimize mutluluk<br />
ve huzurla döneriz. Öyle de oluyor zaten.<br />
Kötücül karakterleri oynamak istediğinizi dile getirmiştiniz.<br />
Anne’deki rolünüz de safi iyi bir kadından uzak, bu anlamda<br />
rol sizi tatmin ediyor mu?<br />
Kötü oynamak her zaman keyiflidir, çünkü oyuncunun yaratıp<br />
köpürtebileceği daha çok alan var bence. İyi olmanın evrensel<br />
bir karşılığı vardır ve onun üzerine fazla bir oynama yapamazsın.<br />
İyi bir karakterden belli şeyler beklenir ama kötü bir karakterden<br />
her şey beklenebilir! Kötüyü lezzetli yapan budur. Gamze<br />
kötü bir karakter değil, sadece hepimiz gibi yaraları olan ve bu<br />
yaraları henüz sarmayı öğrenememiş biri. Güneş ailesinin ortanca<br />
ve aksi çocuğu. Babasını çok küçük yaştayken kaybetmiş,<br />
annesinin ablası Zeynep’e olan ilgisini hep kıskanarak büyümüş<br />
, ortanca çocuk sendromunu çok yoğun yaşayan genç bir kadın.<br />
Hayatın ona getirdiği yükün altında ezilmemek için dişlerini<br />
göstererek yaşamayı öğrenmiş hepsi bu. Gamze bu kadar sesli<br />
yaşamasaydı, annesi , ablası ve kardeşi onu bu kadar dinler<br />
miydi sizce?<br />
Önyargılara maruz kaldığınızı daha önceki röportajlarınızda<br />
açıklamıştınız. Ailenizin kariyerinize katkısına dair<br />
önyargıların nasıl üstesinden geliyorsunuz?<br />
Gelmiyorum . Bu tarz önyargıları engellemek adına bir çabam<br />
yok. İstesem da yapamam zaten, insanların zihinlerine girip<br />
onların düşüncelerini şekillendiremem. Bu benim mesleğim,<br />
bunun okulunu okuyorum, çalışıyorum, çabalıyorum ve hayatımı<br />
buna göre şekillendiriyorum.<br />
Alize Gördüm adını andığımızda nasıl bahsedilmek isterdiniz?<br />
Çok utanırım ben böyle şeyleri cevaplarken. Her şeyi bir köşeye<br />
koyduğumuzda , İyi bir insan olarak bahsedilmek isterim .<br />
Meslektir, başarıdır falan bunların belli bir yerden sonra anlamı<br />
var . Önce iyi insan olmayı becerebilmek istiyorum. Hatta annemin<br />
çok güzel bir sözü vardır.’’ İyi bir aktör olmak istiyorsan ,<br />
önce insan gibi insan olacaksın.’’<br />
Sizi ilk olarak hangi sıfatlarla tanımlamalıyız?<br />
Tuhaf. Meraklı. Dışardan bakıldığında ‘’cool’’ duran ama aslında<br />
sadece utangaç olduğu için öyle görünen kız. Tuhaf demiş miydim?<br />
Dizilerden aşinayız peki tiyatro ve sinema hayatınızın neresinde<br />
duruyor?<br />
Tiyatronun hayatımdaki yeri bambaşka. Ben kulislerde büyüdüm,<br />
oralarda ödev yaptım , oyun oynadım. Annemin babamın beni<br />
bırakacak kimsesi yoktu tabii, alıyorlardı beni yanlarına . Hatta
o zamanlar daha küçük bir bebekken hakkımda çıkan<br />
bir haber var, minik Alize kulislerde büyüyor diye. Annem<br />
hala saklar. Kamera denilen olaya yeni yeni alışıyorum,<br />
dizinin ilk birkaç bölümünde çok bocaladım zaten, işler<br />
sahnedeki gibi işlemiyor ya... Aldığım eğitim de sahne<br />
sanatları üzerine olduğu için, kamera adına öğrenmem<br />
gereken çok şey var. Şimdi ufak ufak alıştım da, ilk hallerimi<br />
görseniz çok gülerdiniz .<br />
Alize Gördüm’ün oyunculuğunu izliyoruz, ailenizden<br />
haberdarız ancak sizi tanımıyoruz aslında. Neler<br />
yaparsınız, ilginç hobileriniz, takıntılarınız, özellikleriniz<br />
var mı bizimle paylaşabileceğiniz?<br />
Oyuncu olmamın dışında yoga eğitmeniyim. Bana her<br />
gün yeni yeni şeyler öğreten bir sürü öğrencim var ve<br />
hepsinin yeri benim için çok ayrı. Aynı zamanda bas gitar<br />
çalıyorum. Setten boş bulabildiğim dönemlerde İrlanda’ya<br />
gidip geliyorum çünkü okulum orada. Hayatta çok<br />
sevdiğim iki şey var; biri annemle pazar kahvaltısı yapmak,<br />
öbürü babamla aşka dair sohbet etmek. Sevdiğim<br />
insanlarla sürekli uğraşırım , hatta onları delirtebilirim.<br />
Niye diye sorma , sadece çok hoşuma gidiyor. (Gülüyor)<br />
Neler okur, neler dinlersiniz mesela? Bize mutlaka<br />
okumamız ve dinlememiz gereken önerileriniz var<br />
mı?<br />
Ben çok büyük bir Beatles hayranıyım. Hatta basçıları<br />
Paul’e olan hayranlığımı bütün arkadaşlarım bilir. Bana<br />
hediye falan almak çok kolaydır o yüzden , Beatles ile<br />
ilgili ne alırsan al mutlaka çok beğenirim .İyi olduğumda<br />
, kötü olduğumda , her türlü ruh halinde onları dinlerim<br />
.Size de tavsiye ediyorum , canınız sıkkınsa , sevdiğiniz<br />
biriyle kavga ettiyseniz ‘’We can work it out ‘’ dinleyin ,<br />
bakın bakalım kalıyor mu bir şeyiniz! Şiir okumayı da çok<br />
seviyorum (ama içimden). En sevdiğim şair Turgut Uyar.<br />
Babanız sizden bahsederken “ne yaptığını bilen bir<br />
çocuk” olarak anılıyorsunuz. Ne yapacaksınız peki,<br />
bir sonraki adımda neler var kişisel yol haritanızda,<br />
hayallerinizde?<br />
Öyle mi demiş? Sağ olsun babam. Ama aslında hiç de<br />
ne yaptığını bilen biri değilimdir. Sadece bir şeye aşık<br />
olursam onun peşinden giderim, sonuna kadar takip<br />
ederim onu. Öyle öyle bir şeyler öğrenmiş olurum hayattan.<br />
Hedeflerim var tabii ama öyle büyük büyük laflar<br />
söylemeyi sevmem. Geleceğe dair en büyük isteğim<br />
sevdiğim mesleği yaparken sevdiğim insanları ihmal<br />
etmemek. Bir şeyler başaracağım diye yaşadığım hayatı<br />
ıskalamak en çok çekindiğim şeylerden biri. İçinde<br />
bulunduğum hayatı severek yaşamak en büyük hayalim…
ANIMAL KINGDOM<br />
VE TERSYÜZ EDiLMiŞ<br />
KUTSAL AiLE MiTi
ŞENAY TANRIVERMİŞ<br />
EPISODE<br />
Animal Kingdom ne olursa,<br />
nasıl olursa ve içinde ne<br />
yaşanırsa yaşansın bireyin ait<br />
olma arzu ve ihtiyacını anlatan çok<br />
ilginç bir dizi. Tersten çalışan bir<br />
melodram içine yerleştirilmiş macera<br />
öğeleri ise anlatının hem sürükleyici<br />
hem de şok edici olmasını<br />
sağlıyor. Çünkü merkezde annesi<br />
aşırı doz eroinden ölen Joshua’nın<br />
büyükannesinin evine sığınması<br />
ve birbirinden deli, tehlikeli ve kötü<br />
alışkanlıkları olan dayılarının hikayesi<br />
veriliyor. Böylece bir çatı<br />
altında beraber yaşayan aile bireylerinin<br />
melodramları erki temsil eden<br />
babanın hiyerarşik yönetiminde değil<br />
büyükannenin idaresinde gelişiyor.<br />
Annesini kaybettiği için kendisine<br />
yuva ve aile arayan Joshua denize<br />
düşüyor ve yılana sarılmak durumunda<br />
kalıyor. Tamamen boşlukta asılı<br />
kalmaktansa bir yılana da olsa tutunma,<br />
bağlı olma ve aidiyet ihtiyacının<br />
acınası insanlık halleri pek çok<br />
zaaflar ve temel ihtiyaçlar açısından<br />
değerli sorulara yanıt veriyor.<br />
Büyükanne Smurf besleyen,<br />
barındıran, seven ve kollayan ‘anne’<br />
rollerinin hepsini tüm bu eylemleri<br />
inkar ederek değil bizatihi yaparak<br />
zehirliyor. Bir yandan anneye atfedilen<br />
yemek pişirme, temizlik, çamaşır<br />
yıkama ve her birinin başını okşama<br />
gibi tüm sevecen cinsiyet rollerin<br />
gereğini fazlasıyla yaptığı halde öte<br />
yandan oğullarını hırsızlık yapmaları<br />
için piyasa oluşturması, yollaması,<br />
uyuşturucu satması, sattırması ve<br />
kazandıklarının hepsini getirmelerini zorunlu<br />
tutması çelişkili, kirli, karanlık ve<br />
tehditkar bir anne modeli oluşturuyor.<br />
Smurf bir annenin yapması gereken ve<br />
yapmaması gereken her şeyi yaparak<br />
kutsala dair ne varsa paramparça<br />
ediyor ve yine de dimdik ayakta ve<br />
sağlam duruyor, ailesini sağlam tutuyor.<br />
Kurumlarını sağlam tutanların<br />
örneği olarak karanlık dünyasından<br />
nefret ettiriyor ve yine de hayranlık<br />
uyandırıyor. Bu haliyle kısmen Oliver<br />
Twist’in anaerkil sisteme ve günümüz<br />
dizi estetiğine uyarlanmış versiyonu da<br />
denilebilir.<br />
Oğullarının etinden, sütünden ve<br />
kanından beslenen sevgi dolu vampir<br />
anne çocuklarını en güven dolu yerde<br />
yani evde aralıksız olarak tüketiyor,<br />
sömürüyor ve ölmelerine asla izin<br />
vermiyor böylece öte yandan koruyan,<br />
kollayan ve sarmalayan kucak olmayı<br />
da başarıyor. Birbirinden yakışıklı,<br />
sert, psikopat, yalnız ve hatta sahipsiz<br />
oğullar bir aile yapısı içinde anne<br />
kucağına bağlı yaşama arzusuyla<br />
Smurf’ün onayı için yarışıyorlar. Tekinsiz<br />
bir annenin himayesi için canlarını<br />
tehlikeye atan, öldüren, saldıran, çalan<br />
oğullar ordusu aslında aile miti<br />
aracılığıyla topluma farklı bir perspektif<br />
sunuyor… Belki de Smurf köleye<br />
çevirdiği evlatlarına yaptıkları ve<br />
yaptırdıklarıyla sistemin ve özellikle de<br />
aile, ev ve anne mitlerinin ipliğini pazara<br />
çıkarıyor.<br />
Hırsızlık, uyuşturucu ticareti, cinayet,<br />
şiddet ve aldatma gibi aksiyonlar ‘ev’de<br />
geçtiği için aile mitinin kutsallığını
sadece annelikle değil mekanla<br />
yani ‘yuva’ olarak<br />
değerlendirdiğimiz sığınakla<br />
da sınıyor, zorluyor ya da zaten<br />
bozuk olan kutsal miti açığa<br />
çıkarıyor. Evin temsil ettiği güven,<br />
huzur ve mahreme dair ne varsa<br />
yerini tehdit, korku ve aksiyona<br />
bırakıyor. Aile mitinin kutsanmış<br />
bağlarıyla evin dışındaki herkesten<br />
çalmak olağanken birbirinden<br />
çalmaya asla taviz verilmiyor.<br />
Bu arada para hariç her şeyin<br />
paylaşılır olması ise gayet olağan<br />
karşılanıyor ancak eşcinselliğe<br />
asla geçit verilmiyor. Örneğin<br />
kardeşlerin birbirinin sevgilisine<br />
göz koymaları, hatta ilişkiye<br />
girmeleri dahi olağanken eşcinsel<br />
birlikteliğe olan korkunç mesafeleri<br />
yine sistemin en güçlü ve<br />
kutsal birimi olan aile yasalarıyla<br />
elbette örtüşüyor. Bu haliyle belki<br />
de en başta en kutsal ilan edilenin<br />
en acımasız yasakları koyduğu<br />
‘aile’, ‘anne’ ve ‘aile’ kodlarıyla<br />
deşifre oluyor.<br />
Tipik bir melodramı tersyüz<br />
ederek işleyen Animal Kingdom<br />
tüm kutsalları da al aşağı ederek<br />
seyirciyi dumura uğratıyor, kırdığı<br />
normlar ve klişeler eşliğinde çok<br />
zor sorular soruyor. Anne kimdir?<br />
Aile nedir? Birbirine hiç benzemeyen<br />
fertlerden aile olur mu?<br />
Sadece kendi çıkarlarını düşünen<br />
ve diğerlerini her türlü çıkmaza,<br />
ölüme, felakete sürükleyen bir<br />
grup insan birbirini gerçekten<br />
sever mi? Yoksa aile denen kutsal<br />
mit birbirinin çıkarına hizmet<br />
eden bir şirket midir zaten?<br />
En kutsal bildiğimiz kurum olan<br />
aile de işler böyle yürütülüyorsa<br />
diğer kutsallar ne kadar temiz olabilirler?
SULANDIRMADAN DA<br />
KOMEDİ YAPILABİLİR<br />
Altınsoylar ile karşımıza çıkan<br />
Sami Aksu ile Cine Dergi için<br />
konuştuk. Ali Kundilli serisi ile<br />
beyazperde seyircisi tarafından<br />
tanınan Aksu, Altınsoylar’ın kısa<br />
ekran macerasında bile dikkatleri<br />
üzerine çekmeyi başardı.<br />
GİZEM MERVE<br />
KABOĞLU<br />
Altınsoylar ile karşımıza çıkan<br />
Sami Aksu ile Cine Dergi için<br />
konuştuk. Ali Kundilli serisi<br />
ile beyazperde seyircisi tarafından<br />
tanınan Aksu, Altınsoylar’ın kısa ekran<br />
macerasında bile dikkatleri üzerine<br />
çekmeyi başardı. Komedideki iddiası<br />
yer aldığı projelerle tasdiklenen<br />
Sami Aksu’nun kariyer hedefinde ise<br />
sadece komedi yok, drama da göz<br />
kırpıyor. Başarılı oyuncu, oyunculuğun<br />
yanı sıra fotoğrafçılıkta da adından<br />
söz ettireceğe benziyor.<br />
Daha çok komedi projelerinde<br />
gördük sizi, bilinçli bir tercih mi?<br />
Evet daha çok komedi projelerinde yer<br />
aldım ama bu demek değil ki sadece<br />
komedi yapabiliyorum oyunculuk<br />
çok büyük bir okyanus ve derinlikleri<br />
var komedi, dram, oyuncunun beş<br />
parmağında beş marifet olmalı.<br />
Komediye daha teşne bir oyuncu<br />
olduğunuza katılır mısınız?<br />
Tiyatro yaptığım yıllarda son derece<br />
ciddi oyunlar ve ciddi rollerde de roller<br />
aldım ama TV sektöründe insanlar sizi<br />
hangi rol ile tanırsa, artık rolün adamı<br />
oluyorsunuz.<br />
Bundan şikayetçi misiniz?<br />
Tabii ki komedi yapmayı çok seviyorum<br />
insanları güldürebilmek çok güzel bu
SAMİ AKSU<br />
durumdan hiç şikayetçi değilim.<br />
Drama da komediye de kapıları<br />
kapatmıyorsunuz yani?<br />
Benim de tipim yapım ve yeteneğim<br />
daha çok komediye yatkın ama gelecek<br />
olan herhangi bir dram işinin de altından<br />
başarı ile kalkabileceğimi iyi biliyorum.<br />
Ali Kundilli serisi hayatınıza neler<br />
kattı?<br />
Pek çok projede yer almama rağmen<br />
insanlar beni Ali Kundilli’deki Vedat karakteri<br />
ile tanıdı. Benim çıkış noktalarımdan<br />
biri oldu, filmin bende ayrı bir yeri var.<br />
Ayrıca canlandırdığım Vedat karakteri<br />
neredeyse filmin tamamında tekerlekli<br />
sandalyedeydi bu durum beni engelilere<br />
karşı daha duyarlı bir hale getirdi,<br />
yaklaşık iki ay süren çekimlerde empati<br />
kurmamı sağladı.<br />
Filmin 3.’sü gelecek mi?<br />
Olabilir, seyirci filmi ve karakterleri sevdi,<br />
devamı gelebilir.<br />
Türkiye izleyicisinin komediden<br />
beklentisi ne sizce, nelere gülüyoruz,<br />
ne istiyoruz?<br />
Artık çok daha bilinçli bir izleyici var,<br />
yaptığınız iş sıcacık, içten, doğal ve samimi<br />
olmalı. Seyirci durum komedisi ve<br />
zekice yapılan esprilere gülüyor artık.<br />
Altınsoylar neden beklenen ilgiyi görmedi?<br />
Mükemmel kadrosu olan ve işini severek<br />
yapan insanları buluşturan bir projeydi.<br />
Günümüzde pek çok dizi başlıyor, pek<br />
çok dizi bitirme kararı alıyor bu gayet normal<br />
işleyen bir süreç ve bittiğine üzülen<br />
seyircisi de vardı ama izleyici sayımız<br />
yeterli değildi. Ne dersek diyelim son<br />
sözü seyirci söyler.<br />
Oyunculuk sizin kişiliğinize neler<br />
kazandırdı? Meslek seçiminizin artıları<br />
neler oldu?<br />
Oyunculuğun en büyük artısı<br />
farkındalığınızın artması ve empatinizin<br />
güçlenmesi, hiç tanımadığınız bir insanla<br />
bile çok rahat iletişim kurabiliyorsunuz.<br />
Oyuncuğun benim hayatımda<br />
çok fazla artısı oldu mesela ilk ve<br />
orta okul, lise yıllarım dahil çok aso-
asosyal bir çocuktum, oyunculuk ilk<br />
başta iletişimimi kuvvetlendirdi, sonra<br />
kendimi daha iyi ifade edebilmemi.<br />
Sürekli bir şeyler öğreniyorum<br />
hem de her meslek hakkında, çünkü<br />
bir sonraki projede hangi rolde<br />
olacağınızı bilemiyorsunuz belki polis,<br />
belki pilot, belki de işportacı, bu<br />
durumda bilgilerinizi sürekli güncel<br />
tutuyorsunuz ve öğrenmeye açık<br />
oluyorsunuz.<br />
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?<br />
Hayatımın ilk rolü, rahmetli Turgut<br />
Özakman’ın yazdığı “Bir şehnaz<br />
oyun” adlı tiyatro eserinde Müştak<br />
karakterini canlandırmıştım.<br />
2006 senesiydi İzmir’de üniversite<br />
öğrencisiydim, oyunu<br />
sergileyeceğimiz salon 500 kişilikti<br />
ama salonda yaklaşık 650 kişi<br />
vardı, tıklım tıklım doluydu. Heyecandan<br />
ölüyordum neredeyse, Her<br />
şeye rağmen mükemmel bir oyun<br />
geçmişti ve izleyen herkes çok<br />
gülmüştü, eğlenmişti sonunda çok<br />
güzel alkış almıştık ve işte o gün<br />
solondaki her bir izleyicinin alkışı<br />
benim oyuncu olmaya, karar vermeme<br />
sebep olmuştu.<br />
Fotoğrafa ve yönetmenliğe de<br />
merakınız var diye duydum. Kariyer<br />
hedefinizde kendinizi nerede<br />
görüyorsunuz?<br />
Oyunculuk gibi fotoğrafçılığın da<br />
bende ayrı bir önemi var, hatta B<br />
planım bile diyebilirim, ilk başlarda<br />
hobi olarak başlayıp önünü<br />
alamadığım bir tutku ve ardından<br />
kendimi içinde bulduğum bir meslek<br />
haline geldi. Oyunculuk, fikirlerimi<br />
geliştirdi, fotoğrafçılık ise bakış<br />
açımı bu iki etki beni yönetmenliğe<br />
karşı tetikledi. Kendi çapımda<br />
kısa filmler, skeçler ve şarkıcı<br />
arkadaşlarıma klipler çektim, ama<br />
tabi ki yönetmenlik de yapıyorum<br />
diyemem, demem de. Kariyer<br />
planımda öncelik oyunculuk ve
fotoğrafçılıkta.<br />
Komedide köşe başlarının<br />
tutulduğu ve yer edinmenin<br />
daha zor olduğu görüşüne katılır<br />
mısınız?<br />
Bence herkes dönemini yaşar, artık<br />
her şeyi fazlasıyla tüketir bir hale geldik,<br />
insanlar aynı espriye iki defa gülmüyor<br />
ve artık o köşeler çok kalmadı<br />
her geçen gün yeni komedyenler<br />
türüyor ama çok çabuk tükeniyorlar.<br />
Her yerde görüyoruz diziler, filmler,<br />
reklamlar ve sonrasında insanlar artık<br />
görmekten sıkılıyor ve yeni komedyenler<br />
keşfediyor.<br />
Oyuncu olarak fark yaratmak için<br />
sizin yol haritanız nedir?<br />
Fark yaratmak gibi bir iddiam yok<br />
ama komedi sulandırılmadan<br />
abartıdan uzak doğal oyunculukla da<br />
yapılabileceğini göstermek en büyük<br />
amacım ve her projede yer almak yerine<br />
seçici olup kaliteli projelerde yer<br />
almak beni doğru yola götüreceğini<br />
düşünüyorum.<br />
Mesleki idolünüz var mı? Kim,<br />
neden?<br />
İdol olarak gördüğüm bir oyuncu<br />
var diyemem ama oyunculuklarına<br />
hayranlık duyduğum oyuncular var<br />
ülkemizde, başlıca Şener Şen, Fikret<br />
Kuşkan, Halit Ergenç, Cengiz Bozkurt,<br />
Ertan Saban gibi isimler ve aklıma<br />
gelmen birkaç kişi daha…<br />
“Şöyle bir rol oynamak isterim”<br />
dediğiniz bir karakter tarif edebilir<br />
misiniz?<br />
Şehrin kalabalığı içinde kaybolmuş,<br />
saygı ve sevgisinden dolayı<br />
eşine ve çocuklarına karşı otorite<br />
sağlayamamış, iş yerinde popülaritesi<br />
olmayan dürüst ve namuslu bir adamı<br />
canlandırmak isterdim, bu sadece biri<br />
daha birçok derinliği olan roller de oynamak<br />
isterdim dram ya da komedi.<br />
Yeni projeler var mı?<br />
Tabii ki birçok yeni projeler ve<br />
görüşmeler var ama sürpriz.