28.03.2017 Views

EDEBİYAT PROJE

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

---DİVAN <strong>EDEBİYAT</strong>I--<br />

Divan edebiyatı, Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra meydana gelen yazılı edebiyattır. Arap ve Fars<br />

edebiyatı tesiri altında gelişmiştir. Bu tesir, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçeye girmesinin yanı sıra,<br />

bu dillerin anlatım şekillerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu edebiyata Divan edebiyatı<br />

denmesinin sebebi, şairlerin şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır.<br />

Divan edebiyatında ilk eserlerin 13. yüzyılda verildiği kabul edilmektedir.[1] Bu edebiyatın ilk ürünlerini<br />

veren Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza ve Hoca Dehhani hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır.[2] 14.<br />

yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve<br />

yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Âşık Paşa'nın Garibnâme ve Ahmedi'nin<br />

İskendername eserleri bunlar arasında yer alır. 15. yüzyılda nesir ve nazımda önemli ilerlemeler yaşandı.<br />

Ahmet Paşa ve Necati, İran edebiyatında aldıkları örneklerle Divan şiirini geliştirmeye devam ederken,<br />

Muhakemetü'l-Lugateyn adlı eserinde Ali Şir Nevai, Türkçe ile Farsça'yı farklı açılardan karşılaştırdı.[3]<br />

Birçok araştırmacıya göre 16. yüzyıldan itibaren Divan edebiyatı zirveye ulaşmıştır.[4][5] Üç dilde divanı<br />

olan Fuzuli ve Sultan'üş-Şuara (Şairlerin Sultanı) olarak bilinen Bâkî başta olmak üzere birçok şair, kaleme<br />

aldıkları divanlarında bu şiirin en olgun örneklerini verdi. 17. yüzyılda Nâbi, oğluna nasihat vermek<br />

maksadıyla yazdığı Hayriyye isimli mesnevisi ile Divan edebiyatında didaktik şiir gelişti. Diğer taraftan<br />

kasideleri ile kendisinden sonrakiler üzerinde önemli bir tesire sahip olan Nef'i, devlet adamları başta<br />

olmak üzere toplumun farklı kesimlerini hedef alan [6] hicivlerinden dolayı idam edildi. Evliya Çelebi, 10<br />

ciltlik Seyahatnâmesi ile nesirde gezi türü zirveye ulaşırken, Kâtip Çelebi de tarih ve coğrafya başta olmak<br />

üzere sayısız konu hakkında yazdığı eserlerle Divan nesrine önemli katkılarda bulundu.<br />

18. yüzyılda Divan şiirinde hem dil hem de içerik bakımından birçok yenilik yapan [7] Nedim, Lale Devri<br />

İstanbul'unu anlattı. Sebk-i Hindi tarzının önemli bir temsilcisi sayılan Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk adlı eseriyle<br />

tasavvuf ve sembolizmi bir araya getirdi. Her iki şair de kendisinden öncekilerin aksine birer türkü<br />

yazdı.[8] Bu dönemden sonra Divan edebiyatı gittikçe zayıflamaya başladı. Büyük şair ve yazarların<br />

yetişmemesi, yetişen şaırlerin kendisinden öncekileri taklit etmesi ve son olarak Namık Kemal başta<br />

olmak üzere [9] Divan edebiyatının konusuna yönelen tenkitler bu edebiyatın gözden düşmesine yol açtı.<br />

Batı edebiyatının etkisindeki Tanzimat edebiyatı ile birlikte yeni biçimler ve konular ilk kez kullanıldı.<br />

Divan edebiyatında şairler, eserlerinde aruz ölçüsünü ve farklı nazım şekillerini kullandı. Gazel ve<br />

kasidenin Arap, mesnevi ve rubainin Fars edebiyatı kökenli olmasına karşılık daha az kullanılan tuyuğ ve<br />

şarkı Türklerin Divan edebiyatına kazandırdığı nazım şekilleri arasında yer alır.[10][11] Genellikle aşk<br />

temalı şiirler yazılırken, söz sanatına ve mazmunların kullanımına çok önem verildi.


--TARİHİ GELİŞİMŞ----<br />

Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Hoca<br />

Dehhani'dir. Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde<br />

şiirler kaleme almıştır.<br />

14. asır, eğitici ve dini yapıtlar oluşturmaktadır. Bu dönemde, İran edebiyatında işlenen konular, Türk<br />

edebiyatına girmeye başlamıştır. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdığı "Süheyl ü<br />

Nevbahar", Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı "Hurşidname"<br />

15. yüzyılda Süleyman Çelebi’nin (1351–1422) Vesiletü’n-Necât eseri bunlar arasında yer alır.<br />

Divan Edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu dönemde, Bâkî ve<br />

Fuzûlî, Divan şiirinin en iyi örneklerini vermiştir.<br />

17. yüzyıla girildiğinde, Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildir. Divan<br />

şairleri, şiirlerinde fahriye denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde, şiir ustalığının doruğuna<br />

çıkmışlardır. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef'i bu yüzyılın ünlü divan şairleridir.<br />

Divan Edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim'in ve Şeyh Galib'in ardından, 18. yüzyılda bir<br />

duraklama dönemine girmiştir. Daha sonraki şairler, özellikle bu iki şairi taklit etmiş ve özgün yapıtlar<br />

ortaya koyamamışlardır[kaynak belirtilmeli].<br />

19. yüzyılda, Batılılaşma sonucunda oluşan kompleks ve kendi değerlerine karşı yapılan eleştiri<br />

sonucunda Divan Edebiyatı artık gözden düşmüştür. Edebiyatı ilk eleştiren düşünür, Namık<br />

Kemal'dir[kaynak belirtilmeli]. Tanzimat'la birlikte, Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler,<br />

konular denenmeye başlanmıştır. Böylece, Divan Edebiyatı önemini yitirmiş; Cumhuriyet Dönemi'nde<br />

Yahya Kemal Beyatlı ve Arif Nihat Asya gibi şairler, Türk edebiyatında aruz ölçüsüyle (vezniyle) yazılan<br />

son şiirleri kaleme almıştır.[12] Divan edebiyatının "divan sahibi son şairi" ise Hamâmîzâde İhsan<br />

Bey'dir.[13]<br />

--GENEL ÖZELLİKLERİ---


1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.<br />

2. Nazım ölçüsü “aruz“dur.<br />

3. Dili Arapca, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca”dır.<br />

4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.<br />

5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.<br />

6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.<br />

7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.<br />

8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.<br />

9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.<br />

10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.<br />

11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.<br />

12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.<br />

13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.<br />

14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar),<br />

tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön<br />

plandadır.<br />

15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın<br />

sonlarına kadar sürmüştür.<br />

temsilciöneli olan<br />

HOCA DENHANİ:Hoca Dehhani, 13. yüzyıl ile 14. yüzyıl arasında yaşamıştır. Hoca Dehhani'nin yaşamı ile<br />

ilgili belgesel bilgi hemen hemen bulunmamaktadır. Dehhani'nin sözcük anlamı nakışçıdır. Bu lakabın<br />

nasil verildiği bilinmemektedir. Elde bulunan tek belgesel bilgi, bilinen tek kasidesi içinde Horasan'dan<br />

Anadolu'ya geldiğini ve yine oraya dönmek istediğini bildiren beyittir.[1]


Yüz urup tapuna geldi icâzet ver ana şâhâ<br />

Ki yine devletinde ben görem mülk-i Horâsânî<br />

Ey şah, yüz sürerek huzuruna geldi(m), ona (bana) izin ver saltanatın sırasında Horasan memleketini yine<br />

göreyim.<br />

13. yüzyılda yaşamış Hacı Bektâş-ı Velî (d. 1209 – ö. 1271)’nin makalelerini içeren Bahrü'l-Hakayik adlı<br />

eseri çeviren Habibe Hatiboğlu’na gore Hoca Dehhani diğer ünlü Türk şairleriyle birlikte anılmıştır. Hoca<br />

Dehhani'nin bir şiiri 14. yüzyıl başında hazırlanıp bitirilmiş olan Şeyhoğlu Mustafa'nın "Kenzü'l-Küberâ"<br />

adlı şair tezkeresi içinde bulunmaktadır. Ancak bu tezikerenin daha önce yazılmış tezikerelerden bir<br />

çeviri olduğu iddia edilmektedir. Böylece Hoca Dehhani'nin eserleri daha önceki tezikereciler tarafından<br />

biliniip anılması ve bazı şiirlerinin bulunması çok olasıdır.[2] 15. yüzyılda Ömer Bin Mezld'in şair tezikeresi<br />

olan Mecmuatü'n-nezair'de bulunur.[3]. 15. yüzyılda Eğridirli Hacı Kemal'in özellikle nazireler içeren şair<br />

tezkiresi "Camiu'n-nezair" tezkiresinde şiir örneği bulunmaktadır.[1][4]<br />

Hoca Dehhani'yi, modern çağlarda Türk edebiyat tarihine geri kazandıran Mehmet Fuat Köprülü<br />

olmuştur.[5][6] Mehmed Fuad Köprülü'ye göre şair, Horasan'dan Anadolu Selçuklu sultanı III. Alâeddin<br />

Keykubad döneminde (d. 1283 – 1302) Anadolu'ya gelip yerleşip ve bu devletin sarayına intisap etmiştir.<br />

Sarayda hükümdarın irfan ve eğlence meclislerine katılıp edebiyat katkıları yapmıştır. Karamannâme adlı<br />

bir tarih kitabını uyarlayarak hazırlayan ve 16. yüzyılda yayımlayan Sikari [7] Hoca Dehhani'nin II.<br />

Alâeddin Keykubad'ın isteğine uyarak Farsça olarak 20.000 beyitlik bir Selçuklu Şehnamesi hazırladığını<br />

yazdığını da bildirmiştir. Ancak bu eserin yazması günümüze kadar gelememiştir.<br />

Mehmet Fuat Köprülü'nün bu yazılarını Hikmet İlaydin yeniden kritik olarak gözden geçirmiş ve verilen<br />

bazı bilgileri eleştirmiştir. Hoca Dehhani'nin tek kasidesinde yapilan telmihlere dayanarak Hikmet İlaydın,<br />

Hoca Dehhani'nin intisap ettigi Anadolu Selçuklu sultanının I. Alâeddin Keykubad (d. 1188 – ö.1237)<br />

olduğunu iddia etmiştir. Tarihçi Şikârî'nin Hoca Dehhani'ye atfettiği ve güya elimize geçmeyen Selçuklu<br />

Şehnamesi bu tarihçinin yanılması ile gerçekte böyle bir şehname eseri hazırlamış olan şair Kanii-yi<br />

Tussi'nin eseri ile karıştırma nedeni ile ortaya atıldığını dikkati çekmiştir.[8][9]<br />

Modern edebiyat eleştirmeni Ömer Faruk Akun ise hem Mehmet Fuat Köprülü'nün hem de Hikmet<br />

İlaydın'ın Hoca Dehhani'nin yaşadığı dönem ile ilgili kasidesinden yanlış yorumlama faraziyeleri<br />

çıkardıklarını iddia ederek Hoca Dehhani'nin ölüm yılı olarak gösterdikleri 1351'de, Hoca Dehhani'nin


hala yaşamda olduğunu iddia etmiştir.[1]<br />

Hoca Dehhani bilinen ilk divan şairidir. Hoca Dehhani'nin günümüzde bilinen 9 gazeli ve 1 kasidesi<br />

bulunup toplam 74 beyitten oluşmaktadır. Mehmet Fuat Köprülü ilk kez, 2 gazeli ile kasidesinin bazı<br />

parçalarını yayımlamıştır. Bunlara sonra Omer bin Mezld'in nazirelerini içeren şair tezkiresinde bulunan 4<br />

gazel daha eklenmiştir. Mecdut Mansuroğlu'nun İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bir nazireler<br />

tezikeresinden bulmuş olduğu ve Hoca Dehhani'ye ait olduğunu iddia ettiği 3 ek gazelin ise Hoca<br />

Dehhani'ye ait olup olmadığı tartışma yaratmıştır. Bunların 1 tanesinin Resmi'ye ve 2 tanesinin<br />

Kemalpaşazade'ye ait olduğu iddia edilmiştir. Ancak tüm bu eleştirilere rağmen bu ek 3 gazel Hoca<br />

Dehhani adı ile bastırılıp yayımlanmıştır.[1]<br />

Mehmet Fuat Köprülü'nün işaret ettiğine göre Türk edebiyatında o zamana kadar dinsel ve tasavvufi<br />

konulara eğinilmesine ve tasavvuf şiirinin etkili olduğu bir coğrafyada yaşamasına karşın Hoca Dehhani<br />

şiirlerinde din dışı konulara yer vermiştir. Bu görüşe uygun olan nazım şekillerini Divan edebiyatına<br />

koymuş, gazel'in ve kaside'nin Türk edebiyatında ilk örneklerini vermiştir. Devrinin ve muhitinin sosyal<br />

yaşamını, yaşam, ahlâk, iman ve güzellik anlayışını anlatmıştır.<br />

Hoca Dehhani'nin başlattığı Divan edebiyatının son temsilcisi Şeyh Galip sayılır.<br />

Seçilmiş bir şiir[değiştir | kaynağı değiştir]<br />

Hoca Dehanni'nın şiirlerine örnek olarak "yok mi" mahlaslı su gazeli verilmektedir:<br />

Aceb bu derdümün dermânı yok mı<br />

Ya bu sabr itmegün oranı yok mı<br />

Yanaram mûmlayın başdan ayağa<br />

Nedür bu yanmağun pâyânı yok mı<br />

Güler düşmen benüm ağladığıma<br />

‘ Aceb şol kâfirün îmânı yok mı<br />

Delübdür ciğerümi gamzen okı<br />

Ara yürekde gör peykânı yok mı


Gözi hançerlerin boynuma çaldı<br />

‘ Aceb ol zâlimün im’ ânı yok mı<br />

Su gibi kanumı toprağa kardun<br />

Ne sanursın garîbün kanı yok mı<br />

Cemâl-i hüsnüne mağrûr olursın<br />

Kemâl-i hüsnünün noksânı yok mı<br />

Begüm Dehhânî ye ölmezdin öndin<br />

Tapuna irmeğe imkânı yok mı<br />

MEVLANA:Mevlânâ 30 Eylül 1207 tarihinde Horasan'ın Belh bölgesinde, Afganistan sınırları içinde kalan<br />

Vahş kasabasında doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi,<br />

Harezmşahlar hanedanından Fars Prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.[1]<br />

Babası, "alimlerin sultânı" unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed<br />

Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına Sultânü'l-Ulemâ unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri<br />

ile açıklamaktadır.[2] Etnik kökeni tartışmalı olup; Fars[3], Tacik[4] veya Türk[5] olduğu yönünde görüşler<br />

mevcuttur.<br />

Mevlânâ, dönemin İslâm kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema<br />

(Alîmlerin Sultânı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in<br />

ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına<br />

girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir. 1273 yılında vefat etmiştir.<br />

Mevlânâ, yazdığı Mesnevî adlı eserinde kendi adını Muhammed bin Muhammed bin Hüseyin el-Belhî<br />

şeklinde vermiştir.[6] Burada yer alan Muhammed isimleri baba ve dedesinin ismi, Belhî ise doğduğu<br />

şehir olan Belh'e nispettir.[6] Lakabı Celâleddin’dir. “Efendimiz” anlamındaki “Mevlânâ” unvanı onu<br />

yüceltmek maksadıyla söylenmiştir.[6] Bir diğer lakabı olan Hudâvendigâr ise Mevlânâ'ya babası<br />

tarafından takılmıştır ve "sultan" manasına gelmektedir.[6] Mevlânâ, doğduğu kente nispetle Belhî<br />

şeklinde anıldığı gibi hayatını sürdürdüğü Anadolu'ya nispetle kendisine Rûmî de denmektedir.[6] Ayrıca


müderrisliği nedeniyle Molla Hünkâr ve Mollâ-yı Rûm olarak da anılmaktaydı.[6]<br />

ALİ ŞİR NEVÂİ: Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır.<br />

Muhakemetü”l-Lugateyn adlı eserinde Türkçe“nin Farsça“dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur.<br />

Hamsesi vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir.<br />

ŞEYHİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak<br />

bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur.<br />

SÜLEYMAN ÇELEBİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı<br />

mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed”in hayatını anlatan eserlere SİYER<br />

denir).<br />

FUZÛLİ: Fuzuli 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir. Arapca, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir.<br />

Eserlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre<br />

yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte<br />

tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları<br />

şikayet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir.<br />

Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı<br />

Hadikat-üs-Süeda”sı Şah İsmail ile II:Bayezid”i karşılaştırdığı Beng ü Bâde”si ve tıp bilgisini sergilediği<br />

Sıhhat ve Maraz”ı en tanınmış eserleridir.<br />

BÂKİ: Baki,16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün<br />

olanaklarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir. Dünya nimetlerinin<br />

hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni”nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı<br />

vardır.<br />

NÂBİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul<br />

edilmektedir. Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir. Nâbi”nin Divan“ından başka Hayriye,<br />

Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn”i ve Münşeat adlı eserleri<br />

vardır.<br />

NEFİ: Nefi , 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki<br />

ve yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden olmuştur.


Hayal gücü çok zengin olan Nefi”nin somut benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir.<br />

Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi”nin ayrıca hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır.<br />

NEDİM: 18.yüzyıl şairlerinden olan Nedim, Lale Devri”nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve<br />

sefayı işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği bilinmektedir.<br />

Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır.<br />

Samimi ve içten bir söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri (mazmunları)<br />

bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan“ı vardır.<br />

ŞEYH GALİP: Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde<br />

şeyhlik yapmıştır. Nabi”nin “Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ”nın mesnevisinden etkilenerek<br />

yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya koyar. Bu<br />

eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal gücünden ve masal ögelerinden de<br />

yararlanmıştır.<br />

EVLİYA ÇELEBİ: (17.yy) Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli<br />

yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla<br />

birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.<br />

NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır:<br />

SİNAN PAŞA: (15.yy) Tazarrunâme adlı süslü nesri ile tanınır.<br />

MERCİMEK AHMET: (15.yy) Farsça“dan çevirdiği Kabusnâme adlı eseriyle tanınır.<br />

NAİMÂ: (17.yy) Kendi adıyla anılan (“Naima Tarihi”) adlı tarih eserinin yazarıdır.<br />

KATİP ÇELEBİ: (17.yy) Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapca, Farsça, Fransızca,<br />

Latine bilen yazarın tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır.


ŞİİR(kısa ara)AŞK NEDİR?<br />

Şarabım aşk ateşidir,hele onun eliyle sunulursa öyle bir ateşe odun kesilmezsen yaşamak haram olur<br />

sana.<br />

*Söz dalga dalga coşmada amma onu dudakla,dille değil,gönülle canla anlatman daha iyi.<br />

*Aşk nedir,bilmiyorsan gecelere sor,şu sapsarı yüzlere,şu kupkuru dudaklara sor.<br />

*Su nasıl yıldızı,ayı aksettirir,gösterirse bedenler de canı,aklı bildirir,gösterir.<br />

*Can,aşktan binlerce edep öğrenmede,öylesine edepler ki mekteplerde okunup öğrenilmesine imkan<br />

yok.<br />

*Gökyüzünde,yıldızlar arasında parlak ay nasıl görünürse aşık da yüzlerce kişi arasında öyle görünür,o<br />

göründümü herkesin parlaklığı söner.<br />

*Akıl bütün gidilecek yolları bilse bile,gene aşk yolunu bilemez,şaşırır kalır.<br />

Mevlana Celaleddin Rumi<br />

DİVAN EDEB NAZIM ŞEKİLLERİ<br />

Ölçüsü ve uyağı olan söz ya da yazıya “manzum” ya da “manzume” denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı,<br />

sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok<br />

nazım biçimi vardır, ama birkaçı daha yaygın olarak kullanılmıştır.<br />

Biçimlerine Göre: Uyak, beyit, mısra, bend, mesnevî, kasîde, gazel, rubaî, musammat, terkib-i bend,<br />

müsemmem, tuyuğ, tahmis, tardiye, taşdir, tesdis, teşbiye, taşir, tezmin, muaşşer, muhammes,<br />

murabba, müseddes, müstezat, şarkı<br />

Konularına Göre: Din dışı: Bahariye, Cevreviye, Fahriye, Mersiye, Mehdiye, Gazavatnâme, Sahilnâme,<br />

Sakînâme, Kıyafetnâme, Surnâme, Hamamnâme, Şehrengiz, Hicviye, Hezliyat, Tarih Düşürme, Muamma,<br />

Lûgaz, Dariye, Rahşiye


Dinî: Tevhid, Münacat, Na’at, Makte’l-İ Hüseyin, Miraciye, Hilye, Mevlid, Kırk Hadis, Menkıbe, Kıssa<br />

1.GAZEL:Gazel divan şiirinde en çok kullanılan nazım şekillerindendir. Gazelin beyit sayısı 5 ila 15 beyit<br />

arasında değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel gazel adı verilir. Gazelin<br />

ilk beyti matla, son beyti ise makta adını alır. Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra).<br />

Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle uyaklı olur. Birden fazla musarra beytin<br />

bulunduğu gazel zü’l-metali, her beyti musarra olan gazel ise müselsel gazel adıyla bilinir. İlk beyitten<br />

sonraki beyte “hüsn-i matla” (ilk beyitten güzel olması gerekir), son beyitten öncekine “hüsn-ü makta”<br />

(son beyitten güzel olması gerekir) denir.<br />

Gazelin en güzel beyti ise beytü’l-gazel ya da şah beyit adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası önemli<br />

değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi<br />

olarak yenilenmesine “redd’i-matla” denir. Şair mahlasını (şairin takma adı, ya da tanındığı ad) maktada<br />

ya da “hüsn-ü makta”da söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla mahlas beyti ya da mahlashane olarak<br />

anılır. Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına hüsn-ü tahallüs denir. Dize ortalarında uyak bulunan gazele<br />

musammat, sonu getirilmemiş ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de “natamam” gazel<br />

denir. Başka şairlerin birkaç dize ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere “tahmis”, “terbi” adı<br />

verilir.<br />

Bütün beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller “yek ahenk gazel”, her beyti öncekinden ustalıklı<br />

biçimde söylenmiş gazeller de “yek avaz gazel” olarak adlandırılır. Gazeller konularına göre de çeşitli<br />

isimlerle tanımlanır. Aşka ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller “aşıkane”, içki,<br />

yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma gibi konularda yazılanlara rindane denir. Aşıkane gazellere en<br />

iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadını, içkiyi ve ten<br />

zevklerini konu edinen gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, “şuhane”, öğretici nitelikli gazellere,<br />

örneğin Nâbî’nin gazelleri, hakimane gazel denir. Ayrıca felsefi konularda yazılmış gazeller de vardır.<br />

Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri<br />

makamla okuyan kişilere “gazelhan”, gazel yazan usta şairlere ise “gazelsera” adı verilir. Gazel, Türk<br />

müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.<br />

Gazelin kelime anlamı ahu, ceylan ve kuru yapraktır. Güzellikten, aşktan, onun yüzünden çekilen<br />

acılardan, şaraptan, eğlenceden söz eden Divan Edebiyatı nazım şeklidir.<br />

Gazelin Özellikleri:<br />

1- Beyit sayısı 5 ile 15 arasında değişir. ama genelde bu sayı 5, 7, 9 beyittir.


2- İlk beyit kendi arasında kafiyelidir. Gazelin kafiye düzeni (örgüsü) şöyledir; aa, ba, ca, da, ea, fa<br />

3- Gazelin ilk beytine matla(doğuş yeri) denir.<br />

4- Gazelin son beytine makta (bitiş, kesiliş yeri) denir.<br />

5- Şairin isminin geçtiği beyte taç beyit denir.<br />

6- Gazelin en güzel beytine beytü’l-gazel denir. Bu beyte Şah beyit de denir.<br />

7- Gazelde genelde anlam bütünlüğü aranmaz, anlam beyitte tamamlanır.<br />

8- Bir gazelin bütününde aynı konu işleniyorsa, böyle gazellere yek-ahenk gazel denir.<br />

9- Bütün bir şiirin aynı söyleyiş güzelliğine sahip olduğu gazellere yek-âvâz gazel denir.<br />

10- Divan edebiyatı şairleri bütün maharetlerini gazelde ortaya koyarlar. Büyük şair olmanın en büyük<br />

ölçütü gazellerdir.<br />

11- Gazelde konu aşk, şarap, güzellik ve aşkın ıstırabıdır.<br />

12- Bazı gazellerin matladan sonra gelen beyitlerinde mısralar ortalarından bölünebilir. Bu durumda<br />

gazele iç kafiye hakimdir. Böyle gazellere musammat gazel denir.<br />

13- Aruz vezniyle yazılır.<br />

14- Fuzûlî, Bâkî, Nedim, Şeyh Galip, Taşlıcalı Yahya Bey vb. gazelin önemli isimleridir.<br />

(KÜÇÜK KUTUCUK İÇİNDE EMOJILI)-----Not: Çağdaş edebiyatımızda Yahya Kemâl gazel nazım şeklini yeni<br />

bir anlayışla denemiştir.<br />

GAZEL ŞİİRİNC ÖRNEK<br />

Gazel Acep bu derdümün dermânı yok mu Ya bu sabr itmegün oranı yok mu Yanaram mumlayın başdan<br />

ayaga Nedür bu yanmagın pâyânı yok mu Güler düşmen benüm agladuguma Acep şol kâfirin imânı yok<br />

mu Delüpdür cigerümi gamzen oku Ara yürekte gör peykânı yok mu Su gibi kanumu topraga kardun Ne<br />

sanursın garibün kanı yok mu Cemâli-i hüsnüne mağrur olursın Kemal-i hüsnünün noksanı yok mu<br />

Begüm Dehhâni'ye ölmezden öndin Tapuna irmegün imkânı yok mu HOCA DEHHANİ Okuduğunuz<br />

ilahinin ahenk unsurlarını bulunuz. Aşağıdaki tabloya yazınız.<br />

Kafiye ve Redif Ölçüsü Ses ve Söyleyiş İlk beyitte “ı yok mu”lar redif, “an”lar tam kafiyedir. Şiirin ölçüsü<br />

aruz ölçüsüdür. Şiir beyitlerle ve aruz ölçüsüyle söylenmiştir. Her beyitte çağının özelliklerini gösteren<br />

sesler vardır.


Okuduğunuz gazeldeki imgeleri ve edebî sanatları bulunuz. Sonuçları maddeler hâlinde tahtaya yazınız<br />

. Dert-derman- tezat sanatı Yok mu-istifham sanatı Acep bu derdimin dermanı yok mu-Tecahül’ü Arif<br />

sanatı Yanaram mulayın baştan aşaga-mübalağa Güler-düşman-tezat sanatı Gamze oka<br />

benzetilmiş-teşbih …..<br />

b. Şiirin temasını belirleyip her biriminde neler anlatıldığını kısaca yazınız.<br />

1. Beyit: Şairin içinde bulunduğu sıkıntılarının çarelerinin aranması anlatılmaktadır.<br />

2. Beyit: Şairin içten içe derdinden yanması ve derdinin çokluğu dile getirilmiştir.<br />

3. Beyit: Derdimin çokluğundan düşman bana gülerken sevdiğim bu halimi görüp bana acımıyor. Şair<br />

derdinin nasıl hafifleyeceğini dile getirmektedir.<br />

4. Beyit: Sevgilisinin bakışının ciğerine yararlar açmasını anlatmaktadır.<br />

5. Beyit: Şair her şeyini sevgilisi uğruna feda etmesini anlatmaktadır<br />

. 6. Beyit: Sevgilisinin güzelliğini dile getirmiş, kusurunu söylemiştir.<br />

7. Beyit: Şair, sevgilinin kendisinin ölmeden öldürdüğünü dile getirmektedir.<br />

Şiirin teması: Mecaz-i aşk<br />

KASİDE<br />

Kasideler, genellikle birini övmek ve yermek amacıyla yazılan şiirlere denir, kasideler genellikle din ve<br />

devlet adamlarını övmek amacıyla yazılan divan edebiyatı şiirlerdir. Çok katı bir kalıpla yazılan kasideler,<br />

6 bölümden oluşur. Türk edebiyatında 13. yüzyılda kullanılmaya başlanır. Nazım birimi beyittir. Beyit<br />

sayısı 33-99 arasında değişir. Kasidenin ilk beyitine matla denir. Kasidenin son beyitine makta , şairin<br />

mahlasının bulunduğu beyite taç beyit denir. Kasidenin en güzel beyiti beyt-ül kasid olarak adlandırılır.<br />

Kasidenin Özellikleri:<br />

1- Beyitlerden oluşur. Kafiye düzeni gazelle aynıdır. Yani aa, ba, ca, da, ea, fa … Ancak gazelden daha<br />

uzun bir nazım şeklidir.<br />

2- Kaside en az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Ancak beyit sayısı 33’den az olan kasideler de vardır.<br />

3- Kasidenin ilk beytine matla denir. Ama şair, şiir içinde matlaı yenileyebilir.


4- Kasidenin son beytine makta denir.<br />

5- Şairin isminin geçtiği yere taç beyit denir. Sonlara doğrudur.<br />

6- Kasidenin en güzel beytine beytü’l-kasid denir.<br />

7- Aruz ölçüsüyle yazılır.<br />

8- Bu türün en meşhur ismi Nef’i’dir.<br />

9- Kasidenin kendi içinde belli bölümleri vardır.<br />

Kasidenin Bölümleri:<br />

1- Nesib (teşbib): Giriş bölümüdür. Kasidenin tasvir bölümüdür. Burada, asıl konuya geçilmeden önce<br />

ramazan, bayram, bahar, yaz, savaş gibi konular ele alınır.<br />

2- Girizgâh: Kasidenin ikinci bölümüdür. Asıl konuya giriş için uygun bir ortam hazırlama yani giriş<br />

bölümüdür.<br />

3- Medhiye: Bu bölümde şair kimi övecekse onun yüceliklerini, başarılarını, erdemlerini anlatır. Bu<br />

bölümde abartı ve ağır bir anlatım göze çarpar.<br />

O sultan ki cism-i cihân cânıdır<br />

Zamânın zamân-ı<br />

baharıdır.ü<br />

4- Fahriye: Şair bu bölümde kendini ve şiirini över. Abrtılı bir anlatım söz konusudur.<br />

5-Tegazzül: Şair zaman zaman monotonluğu kırmak için kasidenin içinde, aynı ölçü ve uyakla gazeller<br />

yazar. Bu gazelin yazıldığı yer, tegazzül bölümüdür.


6- Taç: Şair bu bölümde mahlasını ( Şiirdeki ad, takma ad) kullanır.<br />

7- Dua: En son bölümdür. Burada, övülen, kendisi için kaside yazılan kişi için dua edilir. Kişi için dua edilir.<br />

Kasidenin son bölümüdür.<br />

Hüdâ ömrünü ber-karâr eylesin<br />

Verip maksadın<br />

kâm-kâr eylesin<br />

(AYNISI)Not: Kaside, bir maksat için yazılmış şiirdir. Şairin bir isteği vardır. Bu bakımdan bir dilekçe olarak<br />

değerlendirilebilir. Çünkü şair, bu şekilde kompozisyona yer veren bir manzume ile hem isteğini<br />

söylemekte, hem de yeteneğini göstermektedir<br />

Kaside Çeşitleri:<br />

Kasideler şu ölçülere göre sınıflandırılırlar.<br />

1. Nesip (teşbip) bölümlerinde işlenen konulara göre:Bahariye (Bahar), Iydiye (Bayram), Şitaiye (Kış)<br />

Ramazaniye (Ramazan), Sayfiye (yaz)<br />

2. Rediflerine göre: Su Kasidesi, Sühân kasidesi, Gül kasidesi, Sünbül Kasidesi<br />

Not: Şehirleri konu edinen kasideler de vardır. İstanbul Kasidesi<br />

3-Konularına göre:<br />

Tevhid: Allah’ın varlığını ve birliğini anlatan kasidedir.<br />

Münacaat: Allah’a yalvarmak için yazılan kaside.


Naat: Hz. Muhammed(S.A.S)’i ve din büyüklerini anlatmak için yazılan kasidedir.<br />

Medhiye: Devrin ileri gelen kişilerini övmek için yazılan kaside çeşididir.<br />

Mersiye: Sevilen insanların ölümünden duyulan acıları anlatan kasidedir. Türk Edebiyatında bu kasidenin<br />

en güzel örneklerinden biri Baki’nin Kanuni Sultan Süleymân için yazdığı Kanuni Mersiyesi’dir.<br />

Hicviye: Herhangi bir kişiyi yermek amacıyla yazılan kasidelerdir. Acımasız ve abartılı bir dil kullanılır.<br />

Edebiyatımızda hicviyenin en güzel örneklerini Nef’i vermiştir. Onun Siham-ı Kaza’sı bu türün en güzel<br />

örneklerinden biridir.<br />

KASIDE ŞİİR<br />

HAYAT KISA<br />

Hiç hatırlatma diyorsun geçmiş geçmiştir<br />

Geçmişse bile içimizde derin yer etmiştir.<br />

Nasıl hatırlamazsın o sana bir gün hatırlatır<br />

Hatıratında kalan anılar seni del etmiştir<br />

KASİDE ŞİİR İNCLE ÖRNEK<br />

KASİDE'DEN<br />

Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır<br />

Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır


Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında<br />

Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır<br />

Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ<br />

El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdıR<br />

Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet<br />

Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır<br />

İnsaf değildir anı dünyâya değişmek<br />

Gül-zârların cennete teşbih hatâdır<br />

Hep halkın etvârı pesendîde vü makbul


Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefadır<br />

İstanbul'un evsâfını mümkün mü beyân hiç<br />

Maksûd heman Sadrı kerem-kâre senadır<br />

Ey Sadr-ı kerem-kâr ki dergâh-ı refîin<br />

Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır<br />

İdin ola ikbâl ü saadetle mübarek<br />

Günden güne ikbâlin ola gün gibi zahir<br />

Sadrında seni ey leye Hak dâmi ü sabit


Hep âlemin ettikleri şimdi bu duadır<br />

Ey Sadr-ı cihan-hân ede Hak devletin efzûn<br />

Kim devletin erbâb-ı dile Lûtf-ı Hudâdır<br />

Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı devrân<br />

Müstağrak-ı lûtf u kerem ü cûd u atadır<br />

Metin İncelemesi:<br />

Biçim Yönünden:<br />

Biçimi: Nazım.<br />

Nazım biçimi: Kaside.<br />

Nazım birimi : Beyit.


Ölçüsü : Aruz.<br />

Mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün<br />

Türü: Lirik şiir<br />

Konusu: İstanbul kenti, türlü güzellikleriyle anlatılıyor.<br />

Temi : Hayranlık, övgü.<br />

Dil özellikleri:<br />

a) Şiir, Arapça ve Farsça söz ve tamlamalarla yüklüdür, dil ağırdır.<br />

b) Anlatımda söz sanatlarına yer verilmiştir.<br />

c) Söyleyiş yalınlıktan uzak olmakla birlikte, daha önce okuduğumuz kasidelere oranla daha sade bir dil<br />

kullanılmıştır.<br />

d) Kimi sözcüklerin başında geçen "bî", Farsça olumsuzluk ekidir.


e)"u,ü", ve anlamında kullanılmıştır.<br />

f)Kenti daha canlı olarak anlatabilmek için sıfatlara çokça yer vermiştir.<br />

Söz Sanatları:<br />

Beyit: 2- İstanbul kenti bir "mücevhere" benzetilmiştir. Benzetme, öğelerden sadece kendisine<br />

benzetilen mücevhere yer verildiğinden "açık istiare"dir.<br />

Beyit: 3- İstanbul'un suyu ve havası cennetin suyuna ve havasına benzetilmiştir. Şair, bu yüzden cennetin<br />

kentin altında mı üstünde mi olduğunu bilmezlikten geliyor, bu yolla da "tecahül-i arif" sanatı yapıyor.<br />

Beyit: 4- İstanbul'un bahçeleri "güzellik çimenliğine; her yanı, tüm köşeleri de feyz ve eğlence dolu<br />

"meclis" e benzetiliyor.<br />

Beyit: 7- "Sadr" sözcüğü, "göğüs, yürek; başkan, önde gelen; sadrazam" anlamlarına gelir. Sözcük, hem<br />

sadrazam hem de baş anlamlarında kullanılarak "tevriye" sanatı yapılmıştır.<br />

Beyit: 8- Sadrazamlık makamı dilek kıblesi olarak, düşünülmüş, söz,mecazi anlamda kullanılmıştır.<br />

İçerik Yönünden:<br />

1-Bu İstanbul kenti değer biçilemeyecek kadar eşsizdir,<br />

Onun bir taşına tüm Acem ülkesi feda olsun.


2-O, iki deniz arasında tek parça bir mücevher gibidir,<br />

Dünyayı aydınlatan, ısıtan güneş ile bir tutulsa yeridir.<br />

3. Cennet altında mıdır üstünde inidir?<br />

Gerçekten bu ne haldir, bu ne hoş su ve havadır?<br />

4.Her bahçesi bir güzellik çimenliği gibidir,<br />

Her köşesi insana zevk ve yaşama isteği verir.<br />

5. O'nu dünya ile değişmek insafsızlık olur,<br />

Gülbahçesini cennete benzetmek yanlış olur.<br />

6.Tüm halkının davranışları seçkin ve kibardır,<br />

Yalnız güzelleri biraz vefasızdır derler.<br />

7. İstanbul'un niteliklerini anlatmak hiç mümkün müdür?<br />

Amaç, hemen o cömert sadrazamı övmektir.<br />

8. Ey cömert sadrazam! Senin bulunduğun yüce makam,


Gönül sahiplerinin ümit ve dilek kıblesi gibidir.<br />

9-Bayramın yücelik ve mutluluk içinde geçsin,<br />

Yüce tahtın gün geçtikçe bir güneş gibi aydınlık saçsa<br />

10-Tanrı, senin sadrazamlığını başımızda sürekli kılsın,<br />

Ülkemizde herkesin, duası şimdi budur.<br />

11-Ey dünyanın sahibi! Tanrı, senin devletini yüceltsin!<br />

Çünkü senin devletin gönül dostlarına Tanrı'nın bir bağışıdır.<br />

12-Ey dönemin büyük veziri! özetle diyeceğim şu ki,<br />

Sayende Nedim kulun, senin cömertliğine boğulmuştur.<br />

MESNEVİ<br />

mesnevi, özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz<br />

ölçüsüyle yazılan divan edebiyatı şiir biçimidir.<br />

Mesnevî, Mesnevî-i Şerif ya da Mesnevî-yi Manevî (Farsça: معنو ی مثنوی ), Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin<br />

altı ciltlik Farsça eseri. Mesnevî, doğu klasik edebiyatında, uyakça müstakil beyitlerinin, ikişer mısrası<br />

kafiyeli olan bir nazım türüdür ve muhtelif şairlerin neşrettikleri birer "Mesnevî" vardır. Yalnız, Mevlânâ<br />

Celâleddîn Rûmî'nin çağından beri, Mesnevî dendiği zaman bu kitap olduğu anlaşılıyor.[1]


Özelliği[değiştir | kaynağı değiştir]<br />

Her beytinin kendi arasında kafiyelenmesi hem yazma kolaylığı sağlar hem de daha uzun metinlerin bu<br />

şekle uygun olarak kaleme alınmasına imkan tanır. Diğer nazım şekillerindeki kafiye bulma zorluğu<br />

şairleri uzun metinlerde bu şekli kullanmaya teşvik etmiştir. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde,<br />

destanlarda mesnevî kullanılmıştır. Klasik düzende bir mesnevî; tevhid, münacat, naat, miraciye, eserin<br />

sunulacağı büyüğe övgü, mesnevînin niçin yazıldığını açıklayan sebeb-i nazm ve hikâyenin anlatımı<br />

(ağaz-ı destan) bölümlerinden oluşmuştur.Mesnevîde beyit sayısı sınırsızdır. Mesnevîlerde yer ve zaman<br />

kavramlarının tam belli olmaması, olay ve kahramanların olağanüstülükler taşıması mesnevînin masal ve<br />

destanla ortak özellikleridir.<br />

Konuları<br />

Mesnevide konu her ne olursa olsun, ilk dikkati çeken özellik olayın bir masal havasında anlatılmasıdır.<br />

Akıl ve mantık ölçülerini aşan bir sürü olay birbirini izler. Olayın geçtiği yer ve zaman belirsizdir. Konuda<br />

birlik sağlanamamıştır. Hikayenin bölümleri birbirine eklenmiş ilgisiz parçalar gibi görünür. Çevre<br />

tasvirleri gerçeğe uygun değildir, hikâye kahramanları doğaüstü davranışlarda bulunur. Hikayelerde<br />

cinler, periler, devler, cadılar, ejderhalar gibi masal motifleri sık sık işlenir.<br />

Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir. Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikâyelerin<br />

yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz. Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten<br />

oluşmuştur. Mevlana eserine ayrı bir isim koymamıştır; eser, nazım türü olan mesnevi adı ile bilinir.<br />

Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini<br />

anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikâye gibi türler olmadığı<br />

için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur. Aynı şair tarafından<br />

yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olmak bir itibar kaynağıdır. Hamse sahibi<br />

olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.<br />

Yazılması<br />

Ana maddeler: Hint mitolojisi, Pers mitolojisi, Yunan mitolojisi ve Roma mitolojisi<br />

Yazımına 656 yılından evvel başlanılan eser, Divan-ı Kebir ile birlikte Mevlânâ külliyatının ekseriyetini<br />

teşkil eder. Mevlânâ'nin "Birlik Dükkânı" addettiği Mesnevî, içinde Hint, İran, Yunan, Roma mitolojisi;


Yaradılış Destanı, erenlerin kıssaları, âşık masalları, halk öyküleri barındıran; "dünya cenneti"nde insan<br />

hürriyetinin anahtarlarını ardışık öyküler içinde vermeyi gaye edinmiş bir eserdir. Mesnevî 25.632<br />

beyitten oluşmakta olup 'Mağz-ı Kur'an yani Kur'an-ı Kerîm'in özü denmektedir. Çünkü Mevlânâ adeta<br />

Kur'an-ı Kerîm'in bizlere anlatmak istediğini hikayeler; kıssalar ve deyimler aracılığıyla anlatmıştır.<br />

Mesnevî'deki hikayelerin hiçbiri birbirini tamamlamaz bir hikaye anlatılırken başka bir hikayeye geçilir o<br />

hikaye başka bir hikayeyi başlatır ve böyle devam eder. İçinde ibretlik hikayeler de vardır.[2] Eser bizzat<br />

Mevlanâ tarafından kaleme alınmamıştır. Öğrencisi Hüsamettin Çelebi tarafından, Mevlana'nın muhtelif<br />

zamanlarda söylediği beyitlerin yazılmasıyla oluşmuştur.<br />

Edebî tarzı[değiştir | kaynağı değiştir]<br />

Mesnevî nâzım biçiminde her beyitin iki dizesi birbiri ile uyaklıdır. Mevlânâ, altı ciltlik Mesnevî'sinde<br />

tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine eklenmiş hikâyeler hâlinde anlatmaktadır.<br />

"Ömrümün özeti şu üç sözden ibarettir: Hamdım, piştim, yandım."<br />

-Mevlânâ<br />

Mesnevî adını, eserine bizzat Mevlânâ vermiştir. Aslında mesnevî, doğu edebiyatlarında; her beyti kendi<br />

arasında kafiyeli, aynı vezinle yazılmış manzumelere verilen ortak bir isimdir. Ancak Mevlânâ’nın ölümsüz<br />

eseri yazıldıktan sonra, mesnevî denilince; ilk olarak onun altı ciltlik bir hazine olan ve "Mesnevî-î Şerîf"<br />

veya "Mesnevî-î Manevî" gibi isimlerle anılan eseri hatırlanmaktadır.<br />

İlk 18 Beyit[değiştir | kaynağı değiştir]<br />

Mevlânâ tarafından bizzat söylendiği için, Mesnevî'nin ilk onsekiz beytine Mevlevîler pek büyük bir<br />

ehemmiyet verirler.[3] Aşağıdaki, Türkçede Mesnevî'nin önemli şarihlerinden biri sayılan Abdülbaki<br />

Gölpınarlı'nın tercümesiyle Mesnevî'nin Mevlevîlerce eserin bir tür özetini teşkil eden bu ilk dokuz<br />

beytidir:<br />

“<br />

Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl anlatıyor.<br />

Diyor ki: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımla erkek de ağlayıp inlemiştir, kadın da.<br />

Ayrılıktan parça parça olmuş bir gönül isterim ki iştiyak derdini anlatayım ona.<br />

Aslından uzak kalan kişi, buluşma zamanını arar durur.<br />

Ben her toplulukta ağladım, inledim; iyi hallilerle de eş oldum, kötü hallilerle de.


Herkes kendi zannınca dost oldu bana; İçimdeki sırlarımı ise kimse aramadı.<br />

Benim sırrım, feryâdımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o ışık yok.<br />

Beden candan, can da bedenden gizli değil; fakat kimseye Cânı görmeye izin yok.<br />

Ateştir neyin bu sesi, yel değil. Kimde bu ateş yok ise, yok olsun o kişi.<br />

Aşk ateşidir ki neye düştü; aşk coşkunluğudur ki şaraba düştü.<br />

Ney, bir dosttan ayrılana eştir, dosttur; perdeleri, perdemizi yırttı-gitti.<br />

Ney, kanlarla dolu bir yolun sözünü etmede; Mecnûn'un aşk hikâyelerini anlatmada.<br />

Ney gibi bir zehri, ney gibi bir panzehri kim gördü? Ney gibi bir solukdaşı, bir iştiyâk çekeni kim gördü?<br />

Bu aklın mahremi, akılsızdan başkası değildir; dile de kulaktan başka müşteri yoktur.<br />

Gamımızla günler geçti, akşamlar oldu; günler yanışlarla yoldaş kesildi de yandı-gitti.<br />

Günler geçip gittiyse, de ki: Geçin gidin, pervamız yok. Sen kal ey dost, temizlikte sana benzer yok.<br />

Balıktan başka herkes suya kandı, rızkı olmayanın da günü uzadıkça uzadı.<br />

Ham, pişkin, olgun kişinin hâlini hiç mi, hiç anlayamaz; Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselâm<br />

ÖZELLİKLERİ<br />

Öğüt verici bir olayı anlatan uzun şiirlerdir. Her çeşit konu işlenebilir. Roman ve öykünün yerini tutan bir<br />

nazım şeklidir. Mesnevilerin genel özellikleri şunlardır:<br />

Kelime anlamı “ikili, ikişer ikişer”dir.<br />

İran edebiyatından alınmıştır. İran edebiyatında Firdevsî’nin Şehname’si ünlüdür.<br />

Klâsik halk hikâyeleri, destanî konular, aşk hikâyeleri, savaşlar, dinî ve felsefî konuları işlenir.<br />

Konu ne olursa olsun olaylar masal havası içinde anlatılır.<br />

Konularına göre sınıflandırılırlar: aşk, din ve tasavvuf, ahlâk ve öğreticilik, savaş ve kahramanlık, şehir ve<br />

güzelleri, mizah.<br />

İran edebiyatından alınmış nazım şeklidir.<br />

Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir (beyit sayısı sınırsızdır). 20-25 bine kadar çıkabilir.


Mesnevi de bölümlerden oluşur: Önsöz, tevhit, münacat, naat, miraciye, 4 halife için övgü, eserin<br />

sunulduğu kişiye övgü, yazış sebebi, asıl konu, sonsöz.<br />

Mesnevide her beyit kendi içinde kafiyelidir: aa bb cc dd ee …<br />

Divan şiirinde beş mesneviden oluşan eserler grubuna (bugünkü anlamıyla setine) “hamse” denir.<br />

Mevlânâ, Fuzulî, Şeyhî, Nabî ve Şeyh Galip (Hüsn ü Aşk) önemli hamse şairlerimizdir.<br />

Edebiyatımızda yazılmış ünlü mesneviler şunlardır:<br />

Ahmedi – İskendername<br />

Süleyman Çelebi – Mevlid<br />

Şeyhi – Harname, Hüsrev ü Şirin<br />

Nabi – Hayrabat<br />

Fuzuli – Leyla ile Mecnun<br />

Şeyh Galip – Hüsn ü Aşk<br />

Divan edebiyatının nazım şekillerinden birisi olan mesnevinin sözlük anlamı "ikişer, ikişerli" demektir.<br />

Edebiyat terimi olarak anlamı ise, her beyiti kendi arasında kafiyeli iki beyitten binlerce kadar uzanan bir<br />

nazım şeklidir. "aa bb cc dd vs." şeklinde kafiyelenir.<br />

Beyitlerin ayrı ayrı olması yanında, her beyitin anlamının kendi içinde tamamlanması ve öteki beyitlere<br />

geçmemesi mecburidir. Beyitler arasında yalnızca konu bütünlüğüne dikkat edilmiştir.<br />

Mesnevi aruzun kısa kalıplarıyla yazılır; daha çok şu kalıplar kullanılmıştır:<br />

mefâ'îlün mefâ'îlün fe'ûlün<br />

mef'ûlü mefâ'ilün fe'ûlün<br />

fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün<br />

Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilün<br />

Hamse<br />

Aynı şair tarafından kaleme alınmış beş mesneviye hamse denir.


Hamse geleneğini başlatan sanatçı Genceli Nizami'dir. Nizami; mesnevide İran edebiyatının en büyük<br />

şairidir.<br />

Nizami'nin hamsesini oluşturan beş mesnevi:<br />

Mahzenü'l-Esrâr<br />

Leylî vü Mecnûn<br />

Hüsrev ü Şirin<br />

Heft-peyker<br />

İskender-nâme<br />

Mesnevinin ana bölümler hâlinde kurgulanmış kendine özgü bir mimarisi vardır. İlk döneme ait Türkçe<br />

mesnevîlerde her şairin riayet ettiği bir mesnevî formundan söz etmek mümkün değildir. Nazım<br />

biçiminin kullanımı edebiyatta yaygınlaştıkça mesnevi formu da belli bir sistematik kazanmıştır.<br />

Klasik mesnevi formunun unsurları şu şekildedir:<br />

Besmele<br />

Dibâce (ön söz)<br />

Tevhîd<br />

Münâcât<br />

Mi'râciye (Mi'râc-ı Nebi)<br />

Medh-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn<br />

Sebeb-i te'lîf (eserin yazılış sebebi)<br />

Âgâz-ı Dâstân (konuya başlangıç),<br />

Hâtime (sonuç).<br />

Bu unsurlara dair bazı açıklamalar:<br />

Sebeb-i te'lîf: Eserin yazılış nedeninin anlatıldığı bölümdür. Bu bölüm için "sebeb-i nazm-ı kitâb" şeklinde<br />

adlandırmalar vardır.<br />

Âgâz-ı dâstân: Esas konunun işlendiği bölümdür. Mesnevinin en hacimli bölümüdür. Bu bölüm için âgâz-ı<br />

kitâb, âgâz-ı kıssa şeklinde adlandırmalar da vardır.<br />

Hâtime: Mesnevilerin bitiş bölümüdür. Bu bölümün edebiyat tarihi açısından en önemli yönü,<br />

mesnevinin adı, kaç beyit olduğu, nerede ve ne zaman yazıldığı gibi birçok birincil derecede önemli


ilgileri içermesidir.<br />

Konu ne olursa olsun bir mesnevide bu bölümlerin pek çoğu bulunur.<br />

Mesnevide olaylar bir masal anlatımı ile sürer. Anlatış ve tasvirler akıl ve mantık sınırından taşarlar. Yer<br />

ve zaman belirsizdir. Tasvirlerde aşırı abartmalar göze çarpar. Hikâye kahramanları olağanüstü<br />

davranışlarda bulunurlar. Ağırlık merkezi aşk olan mesnevilerde cin, peri, dev, cadı, ejderha gibi masal<br />

motifleri çok bulunur. Bazan bu aşk ve imajlar, tasavvufi veya alegorik-sembolik nitelikler gösterebilirler.<br />

Mesnevilerde konu değişik olabilir:<br />

Aşk (msl. Leyla ile Mecnun),<br />

din-tasavvuf (msl. Mevlid),<br />

didaktik-ahlaki (msl. Hayriyye-i Nabi),<br />

savaş ve kahramanlık (msl. Gazavatname),<br />

bir şehir ve güzel anlatımı (msl. Şehrengiz),<br />

mizah (msl. Harname),<br />

ilim (msl. kıyafetname),<br />

sözlük bilgisi (msl. Tuhfe-i Vehbi) ve<br />

tarih (msl. Muradname) bunlardan birkaçıdır.<br />

Mesnevilerde her beyitin ayrı kafiyeli olması nedeniyle büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu yüzden<br />

anlatım esasına dayanan, hikâye niteliği taşıyan destanlar, uzun aşk hikâyeleri, şehrengizler,<br />

didaktik(öğretici), dini-ahlaki konular mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Bunun yanında divan<br />

şairleri arasında mesneviye hiç iltifat etmeyenler de vardır (msl. Bakî, Nedim).<br />

Eski edabiyatımızda mesnevi asla gazel ve kaside gibi ön planda tutulmamış, hatta yalnızca mesnevi<br />

yazan şairlerin sanatı küçümsenmiştir.<br />

Mesnevilere Dair Bazı Notlar<br />

Türk edebiyatındaki ilk mesnevi örneği; Kutadgu Bilig adlı eserdir.<br />

Anadolu sahasında hamse sahibi ilk şair, Hamdullah Hamdi'dir.<br />

Tüm Türk edebiyatı genelinde bakıldığında hamse sahibi ilk şair; Ali Şir Nevai'dir.<br />

Fuzuli, hamse sahibi bir şair değildir.<br />

Baki ve Nedim mesnevi türünde herhangi bir eser kaleme almamıştır.


En çok mesnevi kaleme alan sanatçı Lamii Çelebi'dir.<br />

Aşık Paşa'nın Garip-name adlı eseri Türk edebiyatındaki ilk büyük teli'f Türkçe mesnevidir.<br />

Özellikle aşk konulu mesnevilerde sonuç hicran (ayrılık) ile biterken Nabi'nin Hayrabad adlı mesnevisi bir<br />

vuslatla (kavuşma, mutlu son) sonuçlanmaktadır.<br />

Yüzyıllara Göre önemli mesneviler ve müellifleri (Yazarları):<br />

Türk edabıyatıjnda ilk büyük mesnevi, Yusuf Has Hacip'in 12.yy.da kaleme aldığı, 6 bin beyitten oluşan<br />

"Kutadgu Bilig"dir. Sonra sırayı 13.yy.da Mevlana'nın 25618 beyitten oluşan "Mesnevi"si alır. Yine bu<br />

yüzyılda Şeyyad Hamza'nın 1500 beyitlik "Yusuf u Züleyha" adlı mesnevisi edabiyatımızda ilk manzum aşk<br />

hikâyesidir.<br />

14. Yüzyıl Mesnevileri:<br />

Kutb: Hüsrev ü Şirin<br />

Yunus Emre: Risaletüfn Nushiyye<br />

Gülşehri: Mantıkut-Tayr (Çeviridir.)<br />

Âşık Paşa: Garipname<br />

Hoca Mesud: Süheyl ü Nevbahar<br />

Erzurumlu Kadı Darir: Kıssa-i Yusuf<br />

Şeyhoğlu Mustafa: Hurşidname<br />

Ahmedi: İskendername<br />

Ahmed: Işkname<br />

15. Yüzyıl Mesnevileri:<br />

Ahmed Dai: Çengname<br />

Süleyman Çelebi: Vesiletü'n Necat (Mevlid olarak bilinir.)<br />

Şeyhi: Hüsrev ü Şirin, Harname<br />

Cem Sultan: Cemşid ü Hurşid<br />

Hamdullah Hamdi: Hamse<br />

Ali Şir Nevai: Lisanüt-Tayr, Hamse<br />

16. Yüzyıl Mesnevileri:


Mesihi: Edirne Şehrengizi<br />

Cafer Çelebi: Hevesname<br />

Revani: İşretname<br />

Lamiî: Camî'den çeviri hamse<br />

Kemalpaşazade: Yusuf u Züleyha<br />

Zati: Şem ü Pervane, Ahmed ü Mahmud, Şehrengiz<br />

Fuzuli: Leyla vü Mecnun, Beng ü Bade, Sohbetül-Esmar<br />

Kara Fazlı: Gül ü Bülbül, Hüma, Hümayun<br />

Taşlıcalı Yahya: Hamse<br />

Hakani: Hilye<br />

17. Yüzyıl Mesnevileri:<br />

Gânizade Nadiri: Hamse<br />

Nevizade Atai: Hamse<br />

Edirneli Güfti: Teşrifatü'ş-Şuara<br />

Nabi: Hayriyye, Hayrabat , Sûrname<br />

Sabit: Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername ,Derename, Amr u Leys<br />

18. Yüzyıl Mesnevileri:<br />

Nahifi: Mesnevi tercümesi<br />

Şeyh Galip: Hüsn ü Aşk<br />

Vehbi: Lütfiyye<br />

19. Yüzyıl Mesnevileri:<br />

Fazıl: Hubanname, Zenanname, Defter-i Aşk<br />

İzzet Molla: Mihnetkeşan, Gülşen-i Aşk<br />

Tanzimat döneminde ise Ziya Paşa'nın Harabat Mukaddimesi, Namık Kemal'in Tahrib-i Harabat'ının bir<br />

kısmı ve Abdülhak Hamid'in Manzum tiyatroları mesnevilerin en son örnekleri olmuştur.<br />

----------------------------------------------


Mesnevi (Açıklama-2)<br />

Mesnevî bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde ve her beyti diğer beyitlerden bağımsız olarak kendi<br />

arasında kafiyeli bir nazım biçiminin adıdır. Bu nazım biçimine mesnevî adının veriliş nedeni, her beytin<br />

mısralarının diğer beyitlerden bağımsız olarak kendi içinde ikişer ikişer kafiyelenmiş olmasıdır. Diğer<br />

nazım biçimleri için konulmuş olan beyit sayısı sınırlaması bu nazım biçiminde yoktu. Mesnevîde<br />

beyitlerin diğer beyitlerden bağımsız olarak kendi içinde kafiyelenmesi ve beyit sayısı için bir sınırlama<br />

konulmamış olması, diğer nazım şekillerinde olduğu gibi şairleri kafiye bulma ve sayısı önceden belli<br />

birkaç beyit ile düşüncelerini ifade etme sıkıntısından kurtarmış; bu nedenle de uzun, bazen binlerce<br />

beyit tutan manzumeler bu nazım biçimiyle yazılmıştır. Mesnevîlerde genellikle mefâ'îlün mefâ'îlün<br />

fe'ûlün; mef'ûlü mefâ'ilün fe'ûlün; fâ'ilâtün fâ'ilatün fâ'ilün; fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün gibi kısa vezinler<br />

kullanılmış; bu da şairler için anlatımı kolaylaştıran başka bir etken olmuştur. Divanlarda beyit sayısı en<br />

fazla otuza kadar çıkmış kısa mesnevîlere de rastlanmakla birlikte bu nazım biçimiyle genellikle "Leylâ ve<br />

Mecnun", "Husrev ve fiîrîn", Yûsuf ve Zelîhâ" gibi edebî değer taşıyan uzun aşk hikâyeleri, destânî<br />

konular ile öğretici yönü ağır basan dinî, tasavvufî, ahlakî eserler ve manzum sözlükler yazılmıştır.<br />

Aynı şair tarafından yazılmış beş mesnevîye hamse denir. İran edebiyatında ilk hamse sahibi şair Genceli<br />

Nizâmî (öl. 1214 ?)'dir. Genceli Nizamî, mesnevîde İran edebiyatının en büyük şairidir. Hamse'sindeki<br />

mesnevîler Mahzenü'l-Esrâr, Leylî vü Mecnûn, Husrev ü fiîrîn, Heft-peyker ve<br />

Mesnevînin bölümler hâlinde düzenlenmiş kendine özgü bir kompozisyonu vardır. İlk dönem Türkçe<br />

mesnevîlerde her şairin uyduğu bir mesnevî formundan söz etmek mümkün değildir. Ancak bu<br />

edebiyatın tarihî gelişimi içinde mesnevî formu da bir düzen kazanmış ve mesnevîler bu düzene uyularak<br />

yazılır olmuşlardır. Yaygın olarak uyulan bu düzene göre genellikle bir mesnevîde bulunması gereken<br />

bölümleri şu üç başlık altında toplamak mümkündür:<br />

1. Giriş:<br />

Mesnevî şairinin biçim gerekliliklerini yerine getirdiği kısımdır. Bu başlık altında sırasıyla tevhîd, münâcât<br />

ve na't gibi bölümler vardır. Bu üç bölümden sonra bazı mesnevîlerde mi'râciyye, mu'cizât-ı nebevî ve<br />

medh-i çehâr-yâr adlı kısımlar da yer alır. Mesnevî eğer bir devlet büyüğü ya da toplumda ileri gelen bir<br />

kişi adına yazılmış ve ona sunulmuşsa, bu kişi için yazılmış olan; onun cömertliği, cesareti ve<br />

erdemlerinden söz edilen bir övgü kısmı yer alır. Bunu sebeb-i te'lîf, sebeb-i nazm-ı kitâb gibi bir başlığın<br />

bulunduğu, eserin yazılış nedeninin anlatıldığı bir bölüm izler. Bu bölümde şairler genellikle eseri<br />

rüyalarında duydukları ya da sahibini görmedikleri bir sesle (=hâtif); yani, manevi bir işaretle ya da<br />

samimi bir dostlarının isteği üzerine kaleme aldıklarını söylerler. Bu kısımda aynı konuda daha önce eser<br />

yazmış mesnevî şairleri ve eserleri hakkında edebiyat tarihimiz açısından önemli olabilecek bilgiler de<br />

bulunabilir.<br />

2. Konunun İşlendiği Bölüm:<br />

Âğâz-ı dâstân, âğâz-ı kitâb, âğâz-ı kıssa gibi bir başlıkla başlayan bu bölüm, asıl konunun işlendiği<br />

bölümdür. Mesnevîlerde bu ana başlığa bağlı olarak çok sayıda alt başlık kullanılmıştır. Bu bölüm<br />

mesnevîlerin konusuna göre farklılık gösterir. Mesnevîlerde ana konu işlenirken bazen bir münasebetle


ana konuyla bir şekilde bağlantılı başka konular da kısaca anlatılır; sonra tekrar asıl konuya dönülür.<br />

Mesnevînin tekdüzeliğini kırmak için bu bölümde şairler kahramanların ağzından gazel, musammat vb.<br />

nazım şekilleriyle şiirler de söylemişlerdir. şairler bu manzumelerde çoğunlukla mahlas<br />

kullanmamışlardır. Bu, mesnevî içindeki diğer nazım şekilleriyle yazılmış manzumelerin bağımsız bir şiir<br />

olmaktan çok, o eserin bir parçası olarak değerlendirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Mesnevîlerde<br />

arasöz olarak kullanılmış olan bu manzumelerin bir kısmının bir mesnevînin parçası oldukları unutularak<br />

tek başlarına meşhur oldukları da görülür. Fuzulî'nin Leylâ vü Mecnun'undaki bazı gazeller bu nitelikteki<br />

şiirlerdendir.<br />

3. Bitiş Bölümü:<br />

Mesnevîlerin sonuna doğru ayrı bir başlık altında eser için bir bitiş bölümü yazılmıştır. Genellikle hâtime<br />

başlığını taşıyan bu bölümün başında tevhîd, münâcât ve fahriyye içerikli beyitlerin bulunduğu da<br />

görülür. Mesnevînin adı, bazen şairi, kaç beyit olduğu, nerede ve ne zaman yazıldığı gibi bizzat şairi<br />

tarafından verilmiş edebiyat tarihimiz açısından son derece önemli bilgiler de genellikle bu bölümlerde<br />

yer alır. Bu kısımlar, bazen şairlerin eser hakkındaki değerlendirmelerini de içerdiği için ayrı bir değer<br />

taşırlar.<br />

Kaynakça: Prof.Dr. M.A. Yekta SARAÇ, Eski Türk Edebiyatında biçim ve Ölçü, Açıköğretim Yay.<br />

Örnek 1.<br />

Kısa Mesnevî<br />

Dîbâce-i Eş'âr-ı Gül-i Sad-Berg<br />

1. Seherden seyre vardum murgzâra<br />

Hezârân murg gördüm geldi zara<br />

2. Gül ü lâleyle zeyn olmış çemenler<br />

Oyuna girdi gönlekcek semenler<br />

3. Çü gördüm nakş-ı Erjeng oldı sahra<br />

Edüp bir nice rengîn şi'r peyda<br />

4. Kadem basdum izâr-ı mihr ü mâha<br />

Ki tâ erdüm cenâb-ı Pâdişâha<br />

5. Yüzüm sürüp çemenler gibi hâke<br />

Du'âlar eyledüm ol zât-ı pâke<br />

6. Oluban bîd bergi gibi lerzân


Nihâl-i erguvan-veş derledüm kan<br />

7. Sunup bu nazmı dest-i Şehriyâra<br />

Gül-i sad-bergi irgürdüm bahara<br />

(Hayalî Bey)<br />

Örnek 2.<br />

Kısa Mesnevî. Küçük Hikâye<br />

Hikâyet-i Leylî vü Mecnûn<br />

1. Meğer bir gün ki âteş-i pâre-i Necd<br />

Şerer pervanesi Mecnûn-ı pür vecd<br />

2. Siyeh-mest-i şarâb-ı hayret olmış<br />

Kararmış gözleri Leylî'yle dolmış<br />

3. Dolaşdurmış perîşân seyr-i râha<br />

Tutulmış kendüsi çün dâm-ı mâha<br />

4. Dönüp ol şu'le-i cevvâle-i gam<br />

Yanup durmakda olmış şem'a hemdem<br />

5. Düşüp çün mûy-ı zengî pîş ii tâba<br />

Bozulmuş genc-i târ-ı ıztıraba<br />

6. Katup seyl-i sirişkin bahr-ı hûna<br />

Sükûn el vermiş ol cûy-ı cünûna<br />

7. Olup hoşnûd kendü âteşinden<br />

Şikâyet etmez olmış mâhveşinden<br />

8. Cefâdan nây gibi zâr etmez olmış<br />

Varup Leylîyi bîzâr etmez olmış<br />

9. Olup fariğ dil-i dîvânesinden<br />

Usanmış vaz'-ı küstâhânesinden<br />

10. Duyup ol berk-i sâmân ya'nî


Leylî Gazabnâk eylemiş Kays'a tecellî<br />

11. Demiş etdünse feryadı ferâmûş<br />

Gerekmez bana artık gûş u mengûş<br />

12. Perîşân olmağı edüp tahayyül<br />

Senün-çün şânelenmişdür bu kâkül<br />

13. Bu suretler senün-çün rû-nümâdur<br />

Nazar âyineye sanma sanadur<br />

14. Hemân yan ağla Mevlâyı seversen<br />

Koma feryadı Leylâyı seversen<br />

15. Meğer dîvâneye taş atdı Leylâ<br />

Komadı urmadık baş seng-i hârâ<br />

16. Olur ma'şûk dâğ u zahme tâlib<br />

Nişan lâzımdır âşıklarda Gâlib<br />

17. Mülevvendür hemîşe kâr-ı uşşak<br />

Meğer imdâd ede Hunhâr-ı uşşak<br />

18. Kerem-hâhum cenâb-ı mevlevîden<br />

Vere bir neş'e şûr-ı ma'nevîden<br />

(Şeyh Gâlib)<br />

MÜSTEZAT<br />

Gazelin her dizesine kısa bir dize eklenmesiyle oluşur; ancak bu kısa dizeler “ziyade” adını alır, yani “dize”<br />

kabul edilmez.<br />

Uyak düzeni genellikle gazel gibidir<br />

Ziyadeler, eklendikleri dizelerle uyaklı olur.<br />

Aruzun belirli bir kalıbıyla yazılır.<br />

Divan şiirinin sanatlı biçimlerindendir. Fakat seyrek kullanılmıştır.<br />

Müstezâd, kelime anlamı olarak çoğalması istenilen, artmış anlamına gelir; bir edebiyat terimi olarak ise


gazelden türemiş, her dizesine bir küçük dize eklenmiş, belli vezinlerde yazılmış Divan Edebiyatı nazım<br />

biçiminin adıdır.<br />

Genellikle mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü fe'ûlün vezniyle yazılmış olan gazellerden türetilmiş ve beyitlerin<br />

mısra aralarına mef'ûlü fe'ûlün cüzleriyle yazılan kısa mısralar eklenmiştir.<br />

Sayıları az da olsa başka vezinlerle yazılmış müstezâdlar da vardır. Bu vezinler şunlardır:<br />

mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü mefâ'îlü mef'ûlü mefâ'îlü<br />

müfte'ilün müfte'ilün müfte'ilün fâ' müfte'ilün fâ'<br />

mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün<br />

Son vezinle yazılmış olan müstezadlar mefâ'ilün vezni altı defa tekrarlanmış olduğu için müstezâd-ı<br />

südâsiyye (=altılı müstezâd) olarak adlandırılmıştır.<br />

Eklenen kısa mısralar ziyâde (=fazla) adını alırlar. Bu kısa mısraların vezinleri uzun mısraların vezinlerinin<br />

ilk ve son tef'ilelerinin bir araya getirilmesiyle elde edilmiştir . Müstezâdlar dört ayrı kafiye düzeninde<br />

yazılmışlardır:<br />

1. a(a) a(a); b(b) a(a); c(c) a(a) . . . 2. a(a) a(a); x(x) a(a); x(x) a(a) . . .<br />

3. a(b) a(b); c(c) a(b); d(d) a(b) . . . 4. a(b) a(b); x(x) a(b); x(x) a(b). . .<br />

Harflerle sembolleştirilen kafiye düzeninde ilk harfler uzun mısraları, ayraç içine alınan ikinci harfler de<br />

kısa mısraları göstermektedir.<br />

Ziyâdeleri ya da uzun mısraları tekrarlanan müstezâdlara mütekerrir müstezâd, ziyâde mısraı uzun<br />

mısraların başında tekrarlanan müstezâdlara da müdevver müstezâd denilir.<br />

Müstezâdlar en fazla gazelden türetilmiş olmakla birlikte, az sayıda da olsa; rübâ'î, kıt'a ve kasîdeden<br />

türetilmiş olanları da vardır.<br />

Müstezâdların konuları gazel ile benzerlik gösterir. Aşk, şarap, ayrılık, tabiat gibi konular bu şiirlerde sıkça<br />

işlenmiştir.<br />

Bunların dışında dinî, tasavvufî konularda yazılmış olanlarına da rastlanır.<br />

Müstezâdlar, anlam bütünlüğü bakımından diğer nazım şekillerinden farklı bir özelliğe sahiptir. Bir<br />

müstezâdda ziyade mısralar çıkarıldığı zaman şiirde anlamın bozulmaması gerekir.<br />

Bilindiği kadarıyla Anadolu'da yazılmış ilk müstezâd örnekleri XIV. yüzyıl şairlerinden Seyyid Nesîmî (öl.<br />

1404 ?)'ye aittir. Yeni edebiyat anlayışı çerçevesinde de müstezada önem verilmiş, Servet-i Fünûn şairleri<br />

bu nazım biçiminin bilinen vezin ve kafiye sisteminde birtakım değişiklikler yaparak serbest müstezâd adı<br />

verilen yeni bir şekil denemişlerdir. Müstezâd halk edebiyatında yedekli, ayaklı adlarıyla çok kullanılmış<br />

bir nazım biçimidir.


Müstezat Nazım Şekli Özellikleri<br />

Her beyitte uzun mısraların sonuna eklenen ve ziyâde mısra da denilen kısa mısralar yer alır.<br />

Gazelden türemiştir.<br />

Genellikle divanların gazelleri ve kasideleri arasında yer alır..<br />

Müstezatta gazelde olduğu gibi aşk, şarap, güzellik ve aşkın ıstırabı gibi konular işlenir.<br />

Divan şiirinin sanatlı ve artistik şekillerindendir. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı bir<br />

bütünlük oluşturur.<br />

Örnek 1<br />

Aşağıdaki müstezâd XVIII. yüzyıl Divan şairlerinden Nedîm (öl. 1730)'e aittir.<br />

Müstezâdın uzun mısralarının vezni mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü fe'ûlün, ziyadelerinin vezni de mef'ûlü<br />

fe'ûlün'dür. Kafiye düzeni şöyledir: a(b) a(b), x(x) a(b), x(x) a(b). .<br />

1 Ey şûh-ı kerem-pîşe dil-i zâr senindir<br />

V'ey kân-ı güher anda ne kim var senindir<br />

Yok minnetin aslâ<br />

2 Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz<br />

Gül goncesisin gûşe-i destâr senindir<br />

3 N'eylersen edip bir iki gün bâr-ı cefâya<br />

Peymâne senin hâne senin yâr senindir<br />

4 Bir bûse-i can-bahşına ver nakd-i hayâtı<br />

Senden yanadır söz yine bâzâr senindir<br />

Pinhân ü hüveydâ<br />

Baş üzre yerin var<br />

Gel ey gül-i ra'nâ<br />

Sabreyle de sonra<br />

Ey dil tek ü tenhâ<br />

Ger ka - 'il olursa


Ey âşık-ı şeydâ<br />

5 Çeşmânı siyeh-mest-i sitem kâkülü pür-ham<br />

Benzer ki bu dildâr-ı cefakâr senindir<br />

Günümüz Türkçesiyle:<br />

Ebrûları pür-çîn<br />

Bî-şübhe Nedîmâ<br />

1 Ey âlicenap şuh, zavallı gönlüm senindir; hiç minnet etme ve ey mücevher madeni, bu gönüldeki gizli<br />

açık ne varsa, hepsi senindir.<br />

2 Sen meclise gelirsin de bir yer mi bulunmaz; yerin baş üzerindedir; çünkü, gül goncasısın, senin yerin<br />

sarığın köşesidir, gel ey ra'nâ gül!<br />

Açıklama: Gül-i ra'nâ yaprakları sarı ve kırmızı olan iki renkli güldür.<br />

3 Ey gönül, ne yaparsan yap, bir iki gün cefa yüküne sabret; sonra kadeh de ev de sevgili de senindir;<br />

hem de yalnız senin!<br />

4 Ey çılgın âşık, eğer o güzel razı olursa, ölülere can veren bir öpücüğü karşılığında bütün ömrünü ver; bu<br />

sözüm sana, ama yine de sen bilirsin.<br />

5 Ey Nedîm, gözleri zilzurna zulüm sarhoşu, kâkülü kıvrım kıvrım, kaşları çatık bu güzelin senin zalim<br />

sevgilin olduğu anlaşılıyor; bunda hiç şüphe yok.<br />

Örnek- 2<br />

Bülbül yetişir bağrımı hûn etti figânın<br />

Hançer gibi deldi yüreğim tîg-i zebânın<br />

Örnek- 3<br />

Ab Ab Cc Ab Dd Ab<br />

Zabt eyle dehânın<br />

Te'sîr-i lisânın<br />

Müfte'ilün müfte'ilün müfte'ilün fa' Müfte'ilün fa'<br />

1. Çehre-i zîbâsı anun gülşen-i cândur<br />

Halk-ı cihâna


Mâ'î ridâsı sanasın âb-ı revândur<br />

Bâğ-ı cinâna<br />

2. Mutrib-ı devrân ile cânânun elinden<br />

Nây gibi ben<br />

Nâle vü feryâd iderin hayli zamândur<br />

Kevn ü mekâna<br />

3. Cevr ider ol yâr bana hey meded Allah<br />

Neyleyeyin âh<br />

Kime şikâyet ideyin şâh-ı clhândur<br />

Devr-i zamana<br />

4. Bağrumı hûn itdi benüm firkat-i cânân<br />

Mihnet-i hicran<br />

Sevgüli yâr ayrılığı ne yamandur<br />

Âşık olana<br />

5. Nâz ile Yahya kulınun gönlini aldı<br />

Odlara saldı<br />

6. Kûyına varup garazum âh u figândur<br />

Olsa bahane<br />

Yahya Bey<br />

Serbest Müstezat: 19. Yüzyıl sonlarında özellikle Servet-i Fünun'cuların geliştirdikleri bir nazım biçimi.<br />

Divan şiirindeki müstezat'tan şu özellikleriyle ayrılır:<br />

* Serbest müstezat, hem aruz, hem de hecenin çeşitli kalıplarıyla yazılabilir.<br />

* Temel olarak alınan kalıbın çeşitli parçaları çeşitli düzenlerle bir arada kullanılabileceği gibi aynı nazım<br />

içinde yalnız bir kalıp değil, başka kalıplar ve bunların parçaları da kullanılabilir.<br />

* Uzun ve kısa mısralar kimi zaman belli bir düzen içinde sıralanır, kimi zaman da herhangi bir düzene


ağlı kalınmaz.<br />

* Kafiye örgüsünün düzenlenişi de kurala değil, şairin isteğine bağlıdır.<br />

* Müstezat'ın daha özgürce kullanılmış biçimdir.<br />

* Sembolizmin yaygın olduğu bir dönemde Fransa'da ortaya çıkan bir şiir şeklidir.<br />

* Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şairlerince kullanılmıştır.<br />

* Serbest müstezatta nazım nesre yaklaştırılmıştır.<br />

Bu özellikleriyle serbest müstezat, Divan şiirindeki müstezat'ın geliştirilmesiyle oluşturulmamış,<br />

doğrudan Batı şiirinden alınmıştır. Klasik nazım biçimlerinden ve tek ölçünün bir örnekliliğinden kurtuluş<br />

yeni biçimler ve ahenkler yaratmak düşüncesiyle oluşturulan bu biçim, serbest nazıma geçişte bir aşama<br />

olmuştur.<br />

Serbest müstezatın başarılı örneklerini Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin ve Ahmet Haşim vermiştir.<br />

Serbest Müstezat Örnekleri:<br />

KIŞ<br />

Yine kış,<br />

Yine şems-i mesâda (akşam güneşi), ah o bakış,<br />

Yine yollarda serseri dolaşan<br />

Âşiyânsız tuyur-ı pür-nâliş( inleyen yuvasız kuşlar)Tehi kalan ovalar<br />

Sükût eder sanılır mevsimin gumûmuyla<br />

Harab olan sarı yollarda kalmamış ne gelen,<br />

Ne giden,<br />

Şimdi yalnız kavafil-i evrâk (yaprak yığını)<br />

Mütemadî sürüklenir bir uzak<br />

Ufk-ı pür-ıztırab u nermide.Yine kış, yine kış<br />

Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış (Ahmet Hâşim)<br />

ÖMR-İ MUHAYYEL<br />

Bir ömr-i muhayyel...Hani gülbünler içinde<br />

Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;


Bir ömr-i muhayyel...Hani göllerde,yeşil,boş<br />

Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde<br />

Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel<br />

Bir ömr-i muhayyel!<br />

Yalnız ikimiz,bir de o:Ma'bûde-i şi'rim;<br />

Yalnız ikimiz,bir de onun zıll-ı cenâhı;<br />

Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı<br />

Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.<br />

Her sahn-ı hakîkatten uzak,herkese mechûl;<br />

Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde,<br />

Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde<br />

Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul.<br />

Savtındaki eş'ar-ı pür-âhenk ile mâlî,<br />

Şİ'rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz,<br />

Ah istiyorum,göklere âmâde-i pervâz<br />

Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî...<br />

Bir ömr-i hayâlî...Hani gülbünler içinde<br />

Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;<br />

Bir ömr-i hayâlî...Hani göllerde,yeşil,boş<br />

Göllerde,o sâfiyet-i vecd-âver içinde<br />

Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî<br />

Bir ömr-i hayâlî! ( Tevfik Fikret )<br />

MENSUR ŞİİR<br />

Mensur şiir, 19. yüzyılın yarısında Fransa'da doğmuştur. Fransız edebiyatı şairlerinden C. Baudlaire ve S.<br />

Mallerme'in mensur şiirleri vardır.<br />

Türk Edebiyatında Şinasi'nin Fransız edebiyatından yaptığı çeviriler, mensur şiirin ilk örnekleridir.


Mehmet Rauf'un "Siyah İnciler"i, Yakup Kadri'nin "Okun Ucunda, Erenlerin Bağından" adlı yapıtları<br />

mensur şiir türünden ürünlerdir.<br />

Tanzimat Edebiyatı döneminde Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit'in de mensur şiir<br />

denemeleri olmuştur.<br />

Mensur şiirin isim babası ve bu türün Türk edebiyatındaki ilk temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil'dir. Tercüman-ı<br />

Hakikat gazetesinde yayımlanan "Aşkımın Mezarı" adlı yazısı mensur şiirdir. 1891'de "Mensur Şiirler" ve<br />

"Mezardan Sesler" başlığıyla mensur şiirlerini yayımlamıştır.<br />

Servet-i Fünun döneminde mensur şiir türü yaygınlaşır. Halit Ziya'yı Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet<br />

Hikmet, Celal Sahir, Faik Ali gibi isimler izler.<br />

Duygu ve hayallerin düzyazı biçimiyle şiirsel anlatılmasıdır.<br />

Bu yazılarda iç ahenk önemlidir. Servet-i Fununcular tarafından kullanılmış, fazla yaygınlaşmamıştır.<br />

"Mensure" olarak da bilinir.<br />

"Mensur şiir" düz yazı ile şiirsel, şairane söyleyişin amaçlandığı bir düz yazı türüdür.<br />

Mensur şiirler başlıkları olan, bağımsız, kısa ve yoğun yazılardır.<br />

Mensur şiir, şiirdeki arayıştan doğmuştur; ama öncelikle düz yazıdır. Bu metinler bireysel<br />

duygulanmaların ortaya konduğu şairane ürünlerdir.<br />

Mensur şiirlerde iç ahenk vardır.<br />

Tasvir ve çözümlemelere önem verildiği için uzun cümleler tercih edilir.<br />

Ünlemlere ve seslenişlere yer verilir.<br />

Mensur şiirde şairane konular, şairane bir üslupla işlenir.<br />

"Mensur Şiir" ile "Şiir" arasındaki benzerlik ya da farklılıklar nelerdir?<br />

Mensur şiirin, şiirle birtakım benzer yönleri vardır. Her iki türde de ahenk önemlidir. Kelimeler bir ahenk<br />

oluşturacak biçimde seçilir ve dizilir.<br />

Her iki türde de şairane, duygusal konular işlenir; temalar benzerdir. Dil ve üslup yönünden benzerlik<br />

vardır; dilin doğru ve güzel kullanımı iki türde de önemlidir. Edebi sanatlar her iki türde de kullanılabilir.<br />

Şiirde kafiye vardır, mensur şiirde de iç kafiyeler olabilir.<br />

Mensur şiirle şiirin farklı yönleri de vardır. Mensur şiirde vezin (ölçü), kafiye, dize (mısra) yoktur. Şiirde<br />

dörtlük, beyit, bent gibi nazım birimleri vardır; mensur şiirde böyle birimler yoktur.<br />

Mensur Şiir Örnekleri


Erenlerin Bağından / Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU<br />

Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler<br />

günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler<br />

çizgileri doğuruyor. Kadere boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı? Heyhat, aziz dost,<br />

onu döndüren kara bahtın kasırgası...<br />

"Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu." Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi<br />

kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri... Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit<br />

güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik,<br />

düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler<br />

beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken "Geçme! Dur!" diye haykırdık?<br />

Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin,<br />

birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir "Eyvah!" ile kimi bir esnemeyle, kimi<br />

yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?<br />

Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var; tatsız bir içki sersemliği<br />

içindeyiz. Ve artık yolun ortasını geçtik ve saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri<br />

doğuruyor. Ve ellerimiz, dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor. Söyle,<br />

gençliğini ne yaptın? SöYle, gençliğimi ne yaptım?<br />

KITA<br />

Kıt'a bir edebiyat terimi olarak genellikle iki veya iki beyitten uzun, matla ve mahlas beyti olmayan bir<br />

nazım biçiminin adıdır. Bir başka ifadeyle kıt'alar kasîde ve gazel gibi musarra bir beyitle başlamayan ve<br />

mahlas kullanılmamış manzumelerdir. Kıt'ada beyitlerin ilk mısra'ları serbest, ikinci mısraları birbiriyle<br />

kafiyelidir. Kafiye düzeni şöyledir: xa, xa, xa, xa . . .<br />

Divan şiirinde daha çok iki beyitli kıt'alar yazılmışsa da bu nazım biçimiyle yazılmış manzumelerin beyit<br />

sayısının otuza kadar çıktığı görülür. İki beyitten uzun olan böyle kıt'alara kıt'a-i kebîre (=büyük kıt'a)<br />

denilir. Uzun kıt'aları kasîdeden ayıran en önemli özellik, bu manzumelerde matla ve mahlas beyitlerinin<br />

bulunmamasıdır.<br />

Kıt'alarda her türlü konunun işlendiği görülmektedir. Çeşitli olaylara ebcedle tarih düşürmede en fazla bu<br />

nazım biçimi kullanılmıştır. Beyitleri arasında konu birliğinin ve anlam bütünlüğünün bulunması bu nazım<br />

şeklinin başka bir özelliğidir.<br />

Kıt'a, az ya da çok her şairin divanında yer alan bir nazım şeklidir. Övgüler ve tarihlerde kullanılan<br />

kıt'alarla, kıt'a-i kebireler divanlarda genellikle kasidelerden sonra, öteki kısa kıt'alar ise divan sonlarında<br />

"mukatta'ât" adı altında toplanmışlardır.


En çok kıt'ası olan şairler arasında 69 kıt'a ile Necâti Bey (ölm. 1508-09), 42 kıt'a ile Fuzûlî (ölm. 1556), 64<br />

kıt'a ile Nev'î Yahyâ (ölm. 1599), 27 kıt'a ile Bâkî (ölm. 1600), 33 kıt'a ile Rûhî-i Bağdâdî (ölm.1605)<br />

sayılabilir.<br />

XVII. yüzyıl sonlarında Nâbî (ölm. 1712), bir kısmı tarih ve kıt'a-i kebire olmak üzere 150'den çok, Sabit<br />

(ölm. 1712), 70 ve Beylikçi Abdülbaki Ârif (ölm. 1713)(68), 68 kıt'a yazmışlardır.<br />

XVIII. yüzyılda Nedîm (ölm. 1730)'in 26 kıt'ası ile pek çok tarih kıt'ası, Mehmet Emin Belîğ (ölm. 1758)'in<br />

58, dördü kıt'a-i kebîre olmak üzere Galib Dede (ölm. 1798-11-1799)'in 49 ve Enderunlu Fâzıl (ölm.<br />

1810)'ın 31 kıt'ası vardır.<br />

Kıta Özellikleri (Özet)<br />

Genelde 2-12 beyitten oluşur. Beyit sayısı ikiden fazla olan kıt'alara kıt'a-ı kebir (büyük kıt'a) denir.<br />

Matla beyti olmayan bir nazım şeklidir.<br />

Kafiye düzeni xa, xa, xa, xa . . .<br />

Mahlasız şiirlerdir.<br />

Mısralar arasında anlam bütünlüğü bulunur.<br />

Kıt'alarda her türlü konu işlenmiştir.<br />

Kıta Örnekleri<br />

Örnek 1.<br />

Aşağıdaki iki beyitli felsefî şiir Fuzulî'nin ünlü bir kıt'asıdır. Kıt'anın vezni fe'ilâtün (fâ'ilâtün), mefâ'ilün,<br />

fe'ilün (fa'lün); kafiye düzeni de "xa xa"dır.<br />

İlm kesbiyle pâye-i rif'at<br />

Ârzû-yı muhâl imiş ancak<br />

Aşk imiş her ne var âlemde<br />

ilm bir kîl ü kâl imiş ancak (Fuzulî)<br />

Kıt'anın düz yazıyla dil içi çevirisi: İlim yoluyla yücelmek, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir arzuymuş;<br />

bu dünyada her ne var ise aşk; ilim de yalnızca boş bir lafmış.<br />

Örnek 2.<br />

Aşağıdaki felsefî şiir Fuzulî'ye ait dört beyitlik bir kıt'adır. Kıt'anın vezni fe'ilâtün (fâ'ilâtün), fe'ilâtün ,<br />

fe'ilâtün, fe'ilün (fa'lün), kafiyesi düzeni de "xa xa xa xa"dır. Kıt'a, matla ve mahlassız bir gazel gibidir.<br />

1 Her kimün var ise zâtında şerâret küfri


Istılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz<br />

2 Ger kara taşı kızıl kan ile rengîn itsen<br />

Tab'a tağyîr virüp la'l-i Bedahşân olmaz<br />

3 Eylesen tûtîye ta'lîm-i edâ-yı kelimât<br />

Nutkı insân olur ammâ özi insân olmaz<br />

4 Her uzun boylu şecâ'at idebilmez da'vî<br />

Her ağaç kim boy atar serv-i hırâmân olmaz (Fuzulî)<br />

Kıt'anın düz yazıyla dil içi çevirisi:<br />

Karakterinde kötülük küfrü bulunan kişi birtakım dinî terimleri kullanmakla Müslüman olmaz.<br />

Kara taşı kızıl kanla boyasan; bu, doğasını değiştirip onu Bedahşan yakutu yapmaz.<br />

Papağana konuşmayı öğretsen, sözü insan sözü olur ama, özü insan olmaz.<br />

Her uzun ağacın salınan servi olmadığı gibi, her uzun boylu da cesaret davasına kalkışamaz.<br />

Örnek 3.<br />

Aşağıdaki nazım XVIII. yüzyıl Divan şairlerinden fieyh Gâlib'e aittir. Konusu aşk olan bu nazmın vezni<br />

fe'ilâtün (fâ'ilâtün), fe'ilâtün, fe'ilâtün, fe'ilün (fa'lün), kafiye düzeni de "aa xa"dır.<br />

Ey felek maksadun ülfet mi adâvet mi nedür<br />

Yoksa ol mâh ile uşşâka felâket mi nedür<br />

irmeden vuslata hicrâna irişdük ammâ<br />

Anlasam bari bidâyet mi nihâyet mi nedür (Şeyh Gâlib)<br />

Nazımın düz yazıyla dil içi çevirisi: Ey felek, senin maksadın dostluk mudur, düşmanlık mıdır? Yoksa o ay<br />

parçası gibi güzel ile âşıklara felâket getirmek midir? Sevgiliye kavuşamadan, ondan ayrıldı k; bari, şu<br />

kadarını anlasam, bu işin başlangıcı mı; yoksa sonu mudur?<br />

Örnek 4.<br />

Dün elin yumuş dilerdi kim rakîb<br />

Yaş eliyle duta zülfün dilberin<br />

Âh edip eydür uzaktan Hâtifî<br />

Dutma bir zaman kurusun ellerin (Hâtifî)


Örnek Kıt'a 5. -> Fuzûlî<br />

(Kıt'a-i kebîre)<br />

1. Ey vücûd-ı kâmilün âyinedâr-ı feyz-i Hak<br />

Âsitânun kıble-i hâcât-ı erbâb-ı yakîn<br />

2. Ey kemâl-i re'fetün sermâye-i emn ü emân<br />

V'ey cemâl-i şevkettin pîrâye-i dünye vü dîn<br />

3. Hüsn-i re'yün âfıtâb-ı âlem-i sıdk u safâ<br />

Hâk-i pâyün menşe'-i cem'iyyet-i rûy-ı zemîn<br />

4. Gelmemiş bir sen kimi pâkîze-tıynet âleme<br />

Tâ binâ-yı âlem etmiş nakş-bend-i mâ u tîn<br />

5. Mesned-i Nûşirevândur buk'a-i Dârü's-selâm<br />

Sensen istihkak ile Nûşirevâna câ-nişîn<br />

6. Cismdür ma'nîde burc-ı evliya sen rûh-ı pâk<br />

Bî-nigîndür hıtta-i Bağdad sen nakş-ı nigîn<br />

7. Serverâ yüz şükr kim feyz-i kemâl-i re'fetün<br />

Evliya burcını kılmış reşk-i fırdevs-i berîn<br />

8. Hâs u âm olmış nevâl-i ni'metünden behre-mend<br />

Aferin ey şehriyâr-ı mülk-perver âferîn<br />

9. Men ki bir kemter du'â-gûyem nazar saldım mana<br />

Koymadım hâk-i mezelletde kalam zâr u hazîn<br />

10. Zayi' iken kadrümi bildürdün ehl-i âleme<br />

Tîre iken eyledün hâk-i vücûdum anberîn<br />

11. Ebr-i lutfun kıldı hâr-ı huşkumı gülbergi ter<br />

Feyz-i cûdun kıldı eşk-i hârumı dürr-i semîn<br />

12. Ni'metün şükri mana farz kıldı ızhâr-ı sena


Şefkatün tavkı meni kıldı gulâm-ı kemterîn<br />

13. Gam degül ehl-i garaz eylerse menden men'-i hayr<br />

Gam degül ehl-i hased men miskîne bağlarsa kîn<br />

14. Rüzgâr ile menüm maksûdumı hâsıl kılup<br />

Ol ki men' eyler olur bedhâh-ı Rabbü'l-âlemîn<br />

15. Hîç şek yok kim yeter maksûda kalmaz nâ-ümîd<br />

Hırmen-i eltâfun etrafında olan hûşe-çîn<br />

16. Var ümîdüm mihr ü mâh etdükçe devrân olasan<br />

Kâmyâb u kâmrân u kâmbahş u kâmbîn. ( Fuzûlî )<br />

Nazm Nedir?<br />

Nazm, Kıt’aya benzer bir nazım biçimidir.<br />

Nazm, sözlüklerde “dizmek, düzeltmek, ipliğe inci dizmek” anlamlarındadır. Edebiyat terimi olarak da,<br />

kelimenin genel anlamında vezinli, kafiyeli söylenen sözlere “Nazm, Manzum, Manzume” adları verildiği<br />

gibi, özel anlamıyla bir nazım şekline de Nazm denmiştir.<br />

Bir edebiyat terimi olarak nazm, musarra (aynı kafiyede olan) bir beyitle başlayan kıt’aya verilen isimdir.<br />

Dolayısıyla nazmın kıt’adan ayrıldığı tek yön ilk beytin musarra olmasıdır. Bu nedenle nazım, kıt’anın bir<br />

türü olarak da değerlendirilebilir.<br />

Kafiye düzeni şu şekildedir: aa, xa . . .


Nazmı mahlas beyti olmayan bir gazele benzetmek de mümkündür. Uzunlukları 2-15 beyit arasındadır.<br />

Ancak uzun nazmlar kıt’a-i kebîre gibi farklı bir adla anılmamıştır. iki beyitli nazmlar beyit sayısı ikiden<br />

fazla olan nazımlara oranla daha azdır. İkiden fazla beyitle yazılan nazmların daha çok çeşitli olaylara<br />

tarih düşürmede, övgü ve yergide kullanıldığı görülmektedir.<br />

Kıt’a ve nazmı birbirinden ayıran tek özellik, nazmın ilk beytinin kıt’anın aksine musarra (kafiyeli)<br />

olmasıdır. Bu nedenle nazm ve kıt’a-i kebîreyi, ayrı birer nazım biçimi olarak değerlendirmek yerine<br />

kıt’anın iki ayrı türü olarak kabul etmek daha doğru olur.<br />

Birbirine çok benzemeleri yüzünden nazm, kıt’a ve rubâ’î çok yerde birbirine karıştırılmış; divan<br />

tertiblerinde bir ayırım yapılmadan Mukatta’ât hatta Rubaiyât adı altında birarada toplanmışlardır. Nazm<br />

adına edebî bilgiler veren kitapların dışında çok az rastlanmıştır.<br />

Nazm Örnekleri<br />

Örnek 1.<br />

Kafiye düzeni: aa xa xa<br />

1. Meh-i burc-ı şeref tutuldı dirler<br />

Gül-i bâğ-ı sa’âdet soldı dirler<br />

2. Bahâr-ı hüsn iken bâğ-ı ruhında<br />

Benefşe bitmedin bozuldı dirler<br />

3. Hazânın işidüp ol nevbahârun<br />

Ciğer kanıyla gonce toldı dirler


4. Çeküp çâk etdi gamdan cübbesin gül<br />

Benefşe saçlarını yoldı dirler<br />

5. Gereklü genc idi ol serv-i sîmîn<br />

Anun çün toprağa defn oldı dirler (Ahmed Paşa)<br />

Örnek 2.<br />

Rûz-ı mihnetde görenler dediler İskenderi<br />

Hey dirîgâ dâr-ı dünyâdan dürüldi defteri<br />

Haşre-dek araşan bulmak anı mümkin degül<br />

Hayf kim toprag arasında yitürdük cevheri (Yahyâ Bey)<br />

Bâdenün te’sîrini meclisde yâr olsun da gör<br />

Gülsitânun revnakın subh-ı bahâr olsun da gör<br />

Bak ne çenberlerden eylermiş güzer cânbâz-ı aşk<br />

Halka halka bend-i zülfi târmâr olsun da gör (Şeyh Gâlib)<br />

Örnek 3.<br />

Kafiye düzeni: aa aa<br />

Bütün mısraları kafiyeli nazm<br />

Tonadup serv-i kabâ-pûşı kızıl güllerle


Cem’ idüp dilleri ayş eyledi bülbüllerle<br />

Gördüğümde sanuram hâlüni kâküllerle<br />

Hind bağı tonanupdur yine fülfüllerle (Ahmed Paşa)<br />

Nice yıllar izz ü ikbâl ile oldun kâmrân<br />

Ser-figende emrüne me’mûr idi halk-ı cihân<br />

Gamm-ı dil tagyîr eylerse eğer devr-i zamân<br />

Her kişi dünyâda geh mahzûn olur geh şâdmân (Bâkî)<br />

2.BENTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ<br />

A.) TEK DÖRTLÜK<br />

Rubai'nin Özellikleri:<br />

Kafiye düzeni aaxa ya da aaaa biçimindedir.<br />

Rubailerde aşk, şarap, dünyanın türlü nimetlerinden yararlanma, hayatın anlamı ve hayat felsefesi,<br />

tasavvuf veölüm gibi konular işlenir.<br />

Rubai diğer nazım şekillerinden farklı olarak özel bir ölçüyle yazılır. 24 kalıbı vardır.<br />

Rubaide ilk iki dize fikrin hazırlayıcısıdır. Asıl söylenmek istenen düşünce 3. veya 4. dizede ortaya çıkar.<br />

Genelde mahlasız şiirlerdir.<br />

Rubai Edebiyatımıza İran Edebiyatından geçmiştir.<br />

Rubai'nin en büyük şairi İranlı Öme0r Hayyâm (XII. yy)'dır. Türk edebiyatının en usta şairleri Kara Fazlî,


Azmizâde Haletî, Nâbî ve son dönemde de Yahya Kemâlir.<br />

Rubai bir edebiyat terimi olarak özel vezinlerle yazılmış dört mısralı bir nazım biçiminin adıdır. Bu nazım<br />

biçimi İran edebiyatında doğmuş; Türk edebiyatına da bu edebiyattan geçmiştir.<br />

Rubainin kafiye düzeni iki beyitlik nazımlarda olduğu gibi genellikle "a a x a"dır. Bunun yanında kıt'a gibi<br />

"x a x a" şeklinde kafiyelenmiş ve dört mısraı da birbiriyle kafiyeli "a a a a" şeklinde Rubailer de vardır.<br />

Dört mısraı birbiriyle kafiyeli Rubailere rubâ'-i musarra veya terâne adı verilmiştir.<br />

Rubai, bu nazım biçimine özgü ahreb ve ahrem adları verilmiş iki grup vezinle yazılır. Aslında Rubaiyi<br />

nazım ve kıt'adan ayıran da budur. Rubai vezinlerinin sayısı 24'e kadar ulaşır. Bunlardan mefûlü ile<br />

başlayan 12 vezin kalıbına ahreb, mefûlün ile başlayan 12 vezin kalıbına da ahrem adı verilmiştir.<br />

Türk şairlerinin Fars şiirinde diğer nazım biçimleri için kullanılmış olan bütün vezinleri kullanmadıkları ve<br />

bunlar arasında bir seçme yaptıkları bilinmektedir. Bu şairler Rubai vezinlerinde de aynı yola<br />

başvurmuşlar ve Fars şiirinde kullanılmış Rubai vezinleri arasında da bir seçme yapmışlardır.<br />

Ahrem kalıplarında açık hece sayısı daha az olduğu; dolayısıyla bu gruptaki vezinler Türkçenin ses<br />

sistemine uygun olmadığı için Türk şairler Rubaide daha âhenkli olan ahreb kalıplarını kullanmayı tercih<br />

etmişlerdir.<br />

Rubainin kendine özgü vezinlerle yazılmak dışında bir başka özelliği de bu nazım biçiminde her mısrada<br />

farklı bir veznin kullanılabilmesidir. Ancak bir Rubaide kullanılan farklı vezinler aynı gruptan olmak<br />

zorundadır. Bu zorunluluktan dolayı bir Rubaide ahrem grubundan bir vezin kullanılmışsa, dört mısrada<br />

da ahrem, ahreb grubundan bir vezin kullanılmışsa dört mısrada da ahreb grubundan vezinler<br />

kullanılmıştır.<br />

Türk edebiyatında en çok kullanılmış Rubai vezinleri (kalıpları) şunlardır:<br />

Ahreb<br />

1. mefûlü mefâ'îlü mefâ'îlün fâ'<br />

2. mefûlü mefâ'îlü mefâ'îlü fe'ûl<br />

3. mefûlü mefâ'ilün mefâ'îlün fâ'<br />

4. mefûlü mefâ'ilün mefâ'îlü fe'ûl<br />

5. mefûlü mefâ'îlün mefûlün fâ'<br />

6. mefûlü mefâ'îlün mefûlü feûl<br />

Ahrem


1. mefûlün fâ'îlün mefâ'îlün fâ'<br />

2. mefûlün fâ'îlün mefâ'îlü fe'ûl<br />

Rubai dört kısa mısradan ibaret bir nazım biçimi olduğu için şair, söyleyeceği sözü bu dört kısa mısra<br />

içinde söyleyip bitirmek zorundadır. Bu nedenle de Rubai nazım biçimiyle daha çok felsefî düşünceler<br />

ifade edilmiştir. Rubailerde farklı konular da işlenmiş olmakla birlikte gazelde olduğu gibi, sanat ve üslup<br />

kaygısı bu nazım biçiminde ifade edilmek istenen düşüncenin önüne geçemez. Bu dörtlüklerde genellikle<br />

ilk üç mısrada okuyucu söylenmek istenen düşünceye hazırlanmış; son mısrada da bu düşünce etkileyici<br />

bir şekilde ifade edilmiştir.<br />

Divan edebiyatının yetiştirdiği en ünlü Rubai şairi Azmîzâde Hâletî (öl. 1631)'dir. Türk edebiyatı Batı<br />

edebiyatının etkisi altına girdikten sonra Türk şairleri ünlü İranlı Rubai şairi Ömer Hayyam (öl. 1123)'ın<br />

Rubailerini manzum olarak Türkçeye aktarmak dışında bu tarza fazla ilgi göstermemişlerdir. Bu dönem<br />

Türk şairleri içinde Rubai tarzının en önemli şairi Yahya Kemal (öl. 1958)'dir.<br />

Rubailerde genellikle mahlas kullanılmamıştır. Bir şairin yazmış olduğu Rubai sayısı fazla ise, bunlar<br />

divanların sonunda kafiyelerinin son harflerine göre sıralanmıştır.<br />

Rubai Örnekleri<br />

Örnek:<br />

Aşağıdaki dört mısraı da birbiriyle kafiyeli Rubai, rubâ'î-i musarra' ya da terâne olarak adlandırılmış olan<br />

Rubailerdendir. Ayrıca bu Rubainin her mısra'ı ahreb grubundan farklı bir vezinle yazılmıştır. Mısraların<br />

vezinleri sırasıyla mefûlü mefâ 'ilün mefâ'îlün fâ' / mefûlü mefâ'îlü mefâ'îlünfâ' / mefûlü mefâ'ilü<br />

mefâ'îlün fâ' / mefûlü mefâ 'ilün mefâ 'îlün fâ dır.<br />

Gördüm seni elden ihtiyârum gitdi<br />

Bakdum kadüne sabr u karârum gitdi<br />

Hâk oldum ü her yana gubârum gitdi<br />

El-kıssa kapunda i'tibârum gitdi(Fuzulî)<br />

Rubâ'înin düz yazıyla dil içi çevirisi: Seni görünce elimden iradem; boyuna bakınca da sabrım kararım<br />

gitti. Sonunda toprak oldum ve zerrelerim her yana dağıldı; kısacası kapında itibarım gitti.<br />

Örnek:<br />

Aşağıdaki Rubai Azmîzâde Hâletî'ye aittir. Bu Rubainin kafiye düzeni bir önceki Rubaiden farklıdır.<br />

Rubaide üçüncü mısra dışındaki mısralar kendi aralarında kafiyeli, üçüncü mısra' ise serbesttir. Birinci,<br />

ikinci ve dördüncü mısralar mef'ûlü mefâ'ilün mefâ'îlüfe'ûl, üçüncü mısraı ise mefûlü mefâ'ilün<br />

mefâ'îlünfâ'vezinlerindedir.<br />

Esrârını dil zamân zamân söyler imiş


Hengâme-i gamda dâstân söyler imiş<br />

Aşk ehli olup da mihnet-i hicrâna<br />

Ben sabr iderin diyen yalan söyler imiş (Azmîzâde Hâletî)<br />

Rubâ'înin düz yazıyla dil içi çevirisi: Gönül sakladığı sırları zaman zaman söylenmiş; üzgün zamanlarında<br />

ise destan gibi söylenmiş; âşık olup da ayrılık çilesine "sabrederim" diyen yalan söyler imiş.<br />

Diğer Örnekler:<br />

Rubai<br />

Ahvâl-i cihânı her zaman söyleşelim<br />

Amma gam-ı aşkımız nihân söyleşelim<br />

Ey vâkıf-ı râz-ı aşk olan ârif-i cân<br />

Ney gibi seninle bî-zebân söyleşelim (Azmizâde Haleti)<br />

Rubai<br />

Ya Rab dilimi sehv ü hatâdan sakla<br />

Endişemi tezvîr ü riyâdan sakla<br />

Basdım reh-i vâdî-i rubâîye kadem<br />

Ta'n-ı har-ı nâdân-ı dü-pâdan sakla<br />

(Nef'i)<br />

Rubai<br />

Ol göz ki yüzün görmeye göz dime ana<br />

Şol yüz ki tozun silmeye yüz dime ana<br />

Şol söz ki içinde sanemâ vasfun yoh<br />

Sen bâd-ı hevâ dut anı söz dime ana<br />

(Kadı Burhanettin)<br />

Ömer Hayyam'dan Rubailer<br />

1.<br />

Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;<br />

Suçumuza, duamıza önem vermeyen;<br />

Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;


Umudumu rahmetine bağlamışım ben.<br />

2.<br />

Büyükse de isyanım, kötülüklerim,<br />

Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;<br />

Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın<br />

Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.<br />

3.<br />

Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;<br />

Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana;<br />

Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni<br />

Haberim olmasın gelen dertten başıma.<br />

4.<br />

Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;<br />

Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;<br />

Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm<br />

Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.<br />

5.<br />

Derde gama yatkın yüreğime acı;<br />

Bu tutsak cana, garip gönlüme acı;<br />

Bağışla meyhaneye giden ayağımı,<br />

Kızıl kadehi tutan elime acı.<br />

6.<br />

Akıl bu kadehi övdükçe över;<br />

Alnından sevgiyle öptükçe öper;<br />

Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi


Hem yapar hem kırıp bin parça eder.<br />

7.<br />

Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?<br />

Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.<br />

Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:<br />

Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.<br />

8.<br />

Her sabah yeni bir gün doğarken,<br />

Bir gün de eksilir ömürden;<br />

Her şafak bir hırsız gibidir<br />

Elinde bir fenerle gelen.<br />

9.<br />

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;<br />

Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim;<br />

Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,<br />

Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.<br />

10.<br />

Yaşamanın sırlarını bileydin<br />

Ölümün sırlarını da çözerdin;<br />

Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:<br />

Yarın, akılsız, neyi bileceksin?<br />

11.<br />

İçin temiz olmadıksan sonra<br />

Hacı hoca olmuşsun, kaç para!<br />

Hırka, tespih, post, seccade güzel;


Ama Tanrı kanar mı bunlara?<br />

12.<br />

Var mı dünyada günah işlemeyen söyle:<br />

Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;<br />

Bana kötü deyip kötülük edeceksen,<br />

Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.<br />

13.<br />

Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!<br />

Han hamam, dolap değirmen, hep onlara.<br />

Kendini satmıyan adama akmek yok:<br />

Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!<br />

14.<br />

Bilgenin yüreğinde her dilek,<br />

Anka kuşu gibi gizli gerek.<br />

Damla nasıl inci olur denizde:<br />

Sedefler içinde gizlenerek.<br />

15.<br />

Ovada her kızıl lalenin teni<br />

Bir padişahın kanıyla beslendi.<br />

Yerden biten şu mor menekşe yok mu?<br />

Bir güzelin yanağındaki bendi.<br />

Tuyuğ Divan Edebiyatı Nazım Şekli ve Özellikleri


Tuyuğ, edebiyat terimi olarak dört mısralı bir nazım biçiminin adıdır. Eski Türk şiirinin dörtlüklerinden<br />

doğmuştur. Tuyuğun Oğuz Türklerinin Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Irak'a yerleşmeleriyle kendi<br />

edebiyatlarında kullandıkları dört mısralık halk şiirlerinin bu bölgede aruzla yazılan ve Fehleviyyât denilen<br />

bestelenmiş rübâ'îlerden etkilenmesiyle ortaya çıktığını ileri sürenler de vardır.<br />

Kafiyelenişi rübâ'îde yaygın olarak görülen "a a x a" düzenindedir. Bunun dışında "x a x a" şeklinde; yani,<br />

kıt'a biçiminde kafiyelenmiş olanları ve bütün mısraları birbiriyle kafiyeli tuyuğlar da vardır. Tuyuğlar<br />

cinaslı kafiyelerin çok kullanıldığı bir nazım biçimidir. Ancak çok sayıda cinassız tuyuğlara da<br />

rastlanmakta; bu örnekler de tuyuğda cinaslı kafiye kullanmanın genel bir kural olmadığını<br />

göstermektedir. Dolayısıyla cinaslı olma özelliğinin tuyuğun tanımına eklenmesi doğru değildir.<br />

Tuyuğ, genellikle fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün vezniyle yazılır. Az sayıda da olsa bu vezin dışındaki vezinlerle<br />

de yazılmış tuyuğ örnekleri vardır.<br />

Tuyuğ daha çok Çağatay ve Azerî edebiyatlarında görülür. Anadolu'da ilk tuyuğ örneklerini Kadı<br />

Burhaneddin (öl. 1399) ve Seyyid Nesimî (öl. 1404)'de görüyoruz. Kadı Burhaneddin'in Divan'ında<br />

100'den, Hurûfî bir şair olan Nesimî'nin Divan'ında da 350'den fazla tuyuğ vardır. Kadı Burhaneddin<br />

tuyuğlarında dikkati çekecek kadar çok cinaslı kafiye kullanmıştır. Bu iki şair Azerî edebiyatının<br />

Anadolu'da yetişmiş iki temsilcisi olduğu için tuyuğa oldukça fazla ilgi gösterdikleri anlaşılmaktadır. Divan<br />

şairleri ise, bu nazım biçimine pek ilgi göstermemişlerdir.<br />

Tuyuğ Nazım Şekli ve Özellikleri<br />

Divan Edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.<br />

Kafiye düzeni aaxa ya da aaaa şeklindedir. (manide de öyle)<br />

Dört dizeden oluşur.<br />

Tuyuğlarda genellikle cinaslı kafiye kullanılır.<br />

Tuyuğda, mani ve rubaide olduğu gibi önemli bir fikir söylenmeye çalışılır. Bu nedenle zor söylenen<br />

şiirlerden sayılır.<br />

Mahlassız bir şiirdir.<br />

Kadı Burhaneddin ve Nesimî bu türün ustalarıdır.<br />

Not: Halk Edebiyatındaki maninin karşılığıdır.<br />

Tuyuğ örnekleri:<br />

Örnek 1:


Aşağıdaki tuyuğ Kadı Burhaneddin'e aittir. Tuyuğun vezni fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilündür; kafiye düzeni de "a<br />

a x a"dır.<br />

Dilberün işi itâb u nâz olur<br />

Çeşmi câdû gamzesi gammâz olur<br />

Ey gönül sabr it tahammül kıl ona<br />

Yâra irişmek işi az az olur<br />

Kadı Burhaneddin<br />

Tuyuğun düz yazıyla dil içi çevirisi:<br />

Güzelin işi azarlama ve nazdır; gözü cadı, gamzesi fitne çıkarıcıdır; ey gönül, sabret, onun yaptıklarına<br />

tahammül et; sevgiliye kavuşma yavaş yavaş, zamanla olur.<br />

Örnek 2:<br />

Aşağıdaki tuyuğ Seyyid Nesimî'ye aittir. Tuyuğun vezni fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilündür, kafiye düzeni de "a a<br />

a a"dır.<br />

Dalmışam şol bahre kim pâyânı yok<br />

Batmışam şol gence kim hüsrânı yok<br />

Bulmuşam şol bedri kim noksânı yok<br />

Girmişem ol şehre kim vîrânı yok<br />

(Seyyid Nesimî)<br />

Tuyuğun düz yazıyla dil içi çevirisi<br />

Uçsuz bucaksız bir denize dalmış; tükenmeyecek bir hazineye gömülmüş; hiçbir zaman eksilmeyecek bir<br />

dolunay bulmuş; asla viran olmayacak bir şehre girmişim. Açıklama: Ay yalnızca bir gün dolunay hâlinde<br />

kalır; diğer günler eksiktir.<br />

Örnek 3:<br />

Aşağıdaki tuyuğ XIV. yüzyıl şairlerinden Nesimî'ye aittir. Tuyuğun vezni fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün'dür.<br />

Nesimî bu tuyuğunda cinaslı kafiye kullanmıştır. Cinaslar 1 ve 2. mısralardaki "pervânedür" ile "pervâ<br />

nedür" ve 3 ve 4. mısralardaki "yanadur" ile "ya nedür" arasında yapılmıştır.<br />

Işkın odına gönül pervânedür<br />

Tâkatüm yoh bilmezem pervâ nedür


Fursat olınca gönül sen yanadur<br />

Âşıkun âyîni budur ya nedür (Seyyid Nesimî)<br />

Tuyuğun düz yazıyla dil içi çevirisi: Gönül senin aşk ateşinin pervanesidir; gücüm kalmadı, bilmiyorum<br />

çekinecek ne var? Gönül sen fırsat buldukça yanıp yakılmaya devam et; âşıkın âdeti bundan başka ne<br />

olabilir?<br />

Açıklama: Pervâne geceleri mumun etrafında dönerek uçan küçük kelebektir. Divan şiirinde pervane<br />

âşığın, şem' (=mum) de ma'şûk (=sevgili)un sembolü olarak kullanılmıştır.<br />

BENDLERDEN Oluşan Nazım Biçimleri: Musammatlar<br />

Musammat sözcüğünün asıl anlamı "ipliğe dizilmiş inci"dir. Bendlerden oluşan nazım biçimleri genel bir<br />

adlandırma ile "Musammatlar" olarak adlandırılmaktadır.<br />

Bend, edebiyat terimi olarak en az üç mısradan oluşan bir nazım biriminin adıdır. Bend kelimesinin "bağ,<br />

boğum, rabıta" gibi sözlük anlamları vardır.<br />

Divan şiirinde bendlerden oluşan nazım biçimleri:<br />

müselles,<br />

murabba',<br />

terbî',<br />

muhammes,<br />

tahmîs,<br />

müseddes,<br />

tesdîs,<br />

müsebba',<br />

tesbî',<br />

müsemmen,<br />

tesmîn,<br />

mütessa',<br />

mu'aşşer,


ta'şîr,<br />

terkîb-i bend (=terkîb-bend) ve<br />

tercî'-i bend (=tercî'-bend)dir.<br />

Bu nazım biçimlerinin ortak özellikleri birden fazla bendden meydana gelmeleri ve bütün bendlerinin<br />

aynı vezinle yazılmış olmasıdır. Terkîb-i bend ve tercî'-i bend dışındaki musammatlar bendlerindeki mısra<br />

sayısının değişkenliği dışında benzer özelliklere sahiptir. Bu nazım biçimlerinin bir bendindeki mısra sayısı<br />

en az "üç", en fazla "on" olabilir ve her bendindeki mısra sayısı birbirine eşittir; yani, bir musammatın ilk<br />

bendinde üç mısra varsa, diğer bendlerinde de üç; beş mısra varsa, diğer bendlerinde de beş mısra<br />

vardır. Aynı gruptaki musammatların nazım biçimini belirleyen de bu musammatların bendlerindeki<br />

birbirine eşit olan mısra sayılarıdır. Buna bağlı olarak söz konusu nazım şekillerinin adlandırılmasında da<br />

Arapça sayılardan türemiş sözler kullanılmıştır: Müselles "üçlü", murabba' "dörtlü", terbî' "dörtlü<br />

yapma"; muhammes "beşli", tahmîs "beşli yapma"; müseddes "altılı", tesdîs "altılı yapma"; müsebba'<br />

"yedili", tesbî' "yedili yapma"; müsemmen "sekizli", tesmîn "sekizli yapma"; mütessa' "dokuzlu";<br />

mu'aşşer "onlu", ta'şîr "onlu yapma" demektir.<br />

Musammatlarda genellikle ilk bend kendi içinde, diğer bendlerin son ya da son iki mısra dışında kalan<br />

mısraları yine kendi içinde, son ya da son iki mısra ise ilk bendle kafiyelidir. Ancak, az sayıda da olsa bu<br />

genellemeden farklı kafiye düzenleriyle yazılmış musammatlara da rastlanmaktadır. Bazı<br />

musammatlarda ilk bendin son ya da son iki mısraı her bendin sonunda aynen tekrarlanmıştır. Eğer bir<br />

musammatın ilk bendinin son ya da son iki mısraı her bendin sonunda aynen tekrarlanmışsa, bu<br />

musammat mütekerrir; tekrarlanmamışsa, müzdevic olarak nitelenir.<br />

Terkîb-i bend ve tercî'-i bend ise, kafiye düzeninde ve bu düzene bağlı olarak bendleri oluşturan nazım<br />

biriminde gösterdikleri farklılık nedeniyle diğer musammatlardan ayrılırlar. Bu iki nazım biçiminde her<br />

bend son beyitler dışında diğer musammatlar gibi değil, kaside ya da gazel gibi kafiyelenmiştir.<br />

Dolayısıyla bu gruptaki musammatlarda bendler; mısralardan değil, beyitlerden oluşur. Terkîb-i bend ve<br />

tercî'-i bendlerde her bendin sonunda birbirinden farklı vâsıta ya da bendiyye denilen kendi içinde<br />

kafiyeli bir beyit bulunur. Bu beytin kafiyesinin genellikle ilk bend de dahil olmak üzere terkîb-i bendin ya<br />

da tercî'-i bendin kafiyesiyle bir ilgisi yoktur. Terkîb-i bend ve tercî'-i bend arasındaki en önemli fark ise<br />

vâsıta beytinin terkîb-i bendlerde her bendin sonunda değişmesi; tercî'-i bendlerde ise aynen<br />

tekrarlanmasıdır.<br />

Musammatlar hemen her konudaki şiirlerin yazıldığı nazım biçimleridir. Ancak bu nazım biçimlerinde<br />

bendlerde anlam bütünlüğü, şiirin tamamında da konu birliği bulunmasına büyük özen gösterilmiştir.<br />

Şairler musammatlarda mahlaslarını genellikle son bendde kullanmışlardır.<br />

Divan şiirinde 4 mefâ'îlün ya da 4 müstef'ilün gibi tef'ileleri aynen tekrarlanan vezinlerle yazılan ve<br />

genellikle birinci beyit dışındaki beyitlerin her mısraında bir iç kafiye bulunan gazel ve kasideler de<br />

musammat olarak nitelenmiştir.<br />

Örnek:


Aşağıdaki 2 bend Bakî'nin 5 bendlik bir tahmîsinin ilk ve son bendleridir. Tahmis, şiirlerinde Muhibbî<br />

(öl.1566) mahlasını kullanmış olan Kanunî Sultan Süleyman'ın ünlü bir gazeli üzerinde yapılmıştır.<br />

Tahmîsin vezni fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün'dür. Metinde koyu dizilmiş olan beyitler Muhibbî'nin<br />

gazeline aittir.<br />

Tahmis<br />

1 Câme-i sıhhat Hudâ'dan halka bir hil'at gibi<br />

Bir libâs-ı fâhir olmaz cisme ol kisvet gibi<br />

Var iken baht u sa'âdet kuvvet ü kudret gibi<br />

Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi<br />

Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi<br />

...<br />

5 Menzil-i âsâyiş-i ukbâya istersen vusûl<br />

Hubb-ı dünyâdan ferâgat gibi olmaz doğru yol<br />

Şâdmân erbâb-ı uzletdür hemân Bâkî melûl<br />

Ger huzûr itmek dilersen ey Muhibbî fârig ol<br />

Olmaya devlet makamı gûşe-i uzlet gibi<br />

Bâkî<br />

Tahmisin düz yazıyla dil içi çevirisi<br />

1 Sağlık, Tanrı'nın insanlara giydirdiği güzel bir giysi gibidir; beden için o elbiseden daha güzel ve değerli<br />

bir kıyafet bulmak mümkün değildir; güç ve kudret gibi bir talih ve mutluluk varken, yine de "insanlar<br />

arasında devlet makamı kadar değer verilen bir şey yoktur; oysa, bu dünyada bir anlık sağlıktan daha<br />

değerli bir şey bulmak mümkün değildir.<br />

5 Ahiretin huzur dolu konağına erişmek istersen dünya sevgisinden vazgeçmekten daha doğru bir yol<br />

yoktur; bu dünyada bir köşeye çekilip ibadetle meşgul olanlar mutlu, diğerleri ya da Bakî ise sıkıntı ve<br />

keder içindedir; "ey Muhibbî, eğer huzur ve mutluluk içinde yaşamak istiyorsan, dünya işlerinden vaz<br />

geç; çünkü, bir köşeye çekilip ibadetle meşgul olmak, devlet makamından yeğdir."<br />

Açıklama: Son bendde geçen "bâkî" sözü şairin mahlası olmakla birlikte asıl anlamını da çağrıştıracak<br />

biçimde kullanılmıştır. Divan şiirinde mahlası bu şekilde kullanmaya hüsn-i tahallus denir.<br />

Terkib-i Bend Nazım Biçimi ve Özellikleri


Terkib-i Bend, bentlerle kurulan uzun bir nazım biçimidir. Yaşamdan, talihten şikayet; felsefi düşünceler,<br />

dini, tasavvufi konular ve toplumsal yergilerin işlendiği şiirlerdir.<br />

En az üç en fazla on bentten oluşur. Her bent genellikle 6 ila 10 beyitten oluşur. Bentlerin kafiye düzeni<br />

gazele benzer. Her bendin (terkib-hane, kıta) sonunda vasıta beyti denen bir beyit vardır.<br />

Her bendin sonunda farklı vasıta beyitleri kullanılır. Bunlar bentlerden ayrı olarak kendi aralarında<br />

uyaklanır.<br />

Bentlerin kafiyelenişi gazeldeki gibidir. aa xa xa xa xa xa bb cc xc xc xc xc xc dd . (aa aa aa aa aa aa bb cc<br />

cc cc cc cc cc dd) Edebiyatımızda Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa bu türün iki önemli şairidir. ikisi de toplumsal<br />

konularda yazmıştır.<br />

Terkib-i Bent Özellikleri<br />

1. Terkib-i bend, bentlerden oluşmuş bir nazım şeklidir.<br />

2. Her bent 6 ile 10 arasında beyitten oluşur.<br />

3. Bentlerin sayısı 3 ile 12 arasındadır.<br />

4. Bentlerin kafiye düzeni gazeldeki gibidir.<br />

5. Her bentin sonunda "vasıta beyti" adı verilen bir beyit bulunur. Vasıta beyti her hanenin sonunda<br />

değişir. Eğer değişmiyorsa terci-i bend olur.<br />

I. Bend: aa ba ca da ea . vv<br />

II. Bend: bb cb db eb fb . yy<br />

6. Hemen her türlü konunun ele alınabildiği terkibi bend edebiyatımızda çok kullanılmıştır.<br />

7. Özellikle naat, mehdiye, hicviye vb. nazım türleri, sosyal konular, din, tasavvuf ve felsefe konuları,<br />

terkib-i bend nazım şekli ile rahatlıkla anlatılmıştır. Ancak terkib-i bendin başlıca konusu mersiyedir.<br />

(Bâkî'nin Kanunî Mersiyesi, Şeyh Gâlib'in Esrâr Dede Mersiyesi)<br />

8. Aruzla yazılır.<br />

9. En önemli terkib-i bend üstadı Bağdatlı Ruhi'dir. Tanzimat şairi Ziya Paşa da önemli bir isimdir.<br />

Terkib-i Bend 10 (Ziya Paşa)<br />

İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı<br />

Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı


(Yükselmek, iyi bir mevkiye gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği<br />

bilmezdik, bu da yeni çıktı)<br />

Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı<br />

Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı<br />

(Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı)<br />

Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zerafet<br />

Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı<br />

(Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikayet yeni çıktı)<br />

Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu<br />

Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı<br />

(Sâdık kişileri aşağılama, reddetme benimsenir oldu; hırsızlara ikram ve yardım yeni çıktı)<br />

Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi<br />

Hainlere amma ki riayet yeni çıktı<br />

(Her ne kadar doğruyu söyleyenler de önceleri nefretle karşılanmışsa da ancak hainlere uyma yeni çıktı)<br />

Evrak ile ilân olunur cümle nizâmât<br />

Elfâz ile terfîh-i ra'iyyet yeni çıktı<br />

(Bütün düzenlemeler bazı kâğıtlar ile ilan olunur, söz ile halkın refaha eriştirilmesi ise yeni çıktı)<br />

Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi<br />

Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı<br />

(Güçsüz olanın en belirgin hakkı saklı tutulur, himaye görenleri her yerde korumak yeni çıktı)<br />

İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayûra<br />

Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı<br />

(Gayretli kişiler taassubla suçlanırken dinsizlere özgü derin düşünce yeni çıktı)<br />

İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki<br />

Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı<br />

(Devletin yükselmesine engel olan İslamiyet imiş, önceleri yoktu, bu rivayet yeni çıktı)


Milliyyeti nisyan ederek her işimizde<br />

Efkâr-ı Firenge tebaiyyet yeni çıktı<br />

(Her işimizde millî benliğimizi unutarak Batı düşüncesine körü körüne bağlılık yeni çıktı)<br />

Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık<br />

Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık<br />

(Eyvah bu oyunda bizler yine yandık, çünkü zarar ortada bu konuda bilmem biz ne kazandık). (Ziya Paşa)<br />

Terkib-i Bend / Bağdatlı Ruhi<br />

1. bent<br />

Sanman bizi kim şîre-i engûr ile mestiz<br />

Biz ehli harâbâtdanız mest-i Elest'iz<br />

Ter-dâmen olanlar bizi âlûde sanır lîk<br />

Bizi mâil-i bûs-ı leb-i câm ü kef-i destiz<br />

Sadrın gözedüp neyliyelim bezm-i cihânın<br />

Pây-ı hum-ı meydir yerimiz bâde-perestiz<br />

Mâil değiliz kimsenin âzârına ammâ<br />

Hâtır-şirken-i zâhid-i peymane-şikestiz<br />

Erbâb-ı garaz bizden irâğ olduğu yeğdir<br />

Düşmez yere zîrâ okumuz sâhib-i şastız<br />

Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyız<br />

Âlâlara âlâlanırız pest ile pestiz<br />

Hem-kâse-i erbâb-ı diliz arbedemiz yok<br />

Meyhânedeyiz gerçi velî aşk ile mestiz<br />

Biz mest-i mey-i meygede-i âlem-i cânız<br />

Ser-halka-i cem'iyyet-i peymâne-keşânız<br />

6. bent


Vardım seher-i taât içün mescide nagâh<br />

Gördüm oturu halka olup bir nica gümrâh<br />

Girmiş kimisi vahdete almış ele tesbih<br />

Her birisinün vir-i zebânı çil ü pencâh<br />

Didüm ne sayarsız ne alırsuz ne satarsız<br />

K'asla dilinüzde ne nebi var ne hod Allah<br />

Didi biri kim şehrimizün hâkim-i vakti<br />

Hayretmek için halka gelür mescide her gâh<br />

İhsânı ya pencâh u ya çildür fukarâya<br />

Sabreyle ki demdür gele ol mir-i felek-câh<br />

Geldiklerini mescide bildüm ne içündür<br />

Yüz döndürüb andan dedüm ey kavm olun âgâh<br />

Sizden kim ırağ oldı ise Hakk'a yakındur<br />

Zira ki dalâlet yoludur tuttuğunuz râh<br />

Tahkik bu kim hep işimiz zerk ü riyâdır<br />

Taklide siz taâtiniz cümle hebâdır<br />

1. bent<br />

Bizi şarapla sarhoş olmuş sanmayın. Biz elest sarhoşuyuz. Meyhaneye devam edenlerdeniz. Tasavvufun<br />

eylemli yönü, dergâhlarda gerçekleşir. Kendisi mutasavvıf bir şair olan Bağdatlı Ruhi de "harabat,<br />

meyhane" kelimelerini bu anlamda kullanmaktadır. Şair biz içki sarhoşu değil, bezm-i eletsin (aşk)<br />

sarhoşuyuz demektedir. Şair bu hanede hep "biz" sözünü kullanacaktır ki, tasavvuf ustaları (uzman)<br />

anlamındadır. İffetsiz olanlar, bizi namussuzlukla vasıflandırırlar. Oysa biz avuç ve kadehin kenarına<br />

öpmek isteyenleriz. Şair harabati bir görünüş içinde kendisini ayıplayanlara cevap vermektedir. Biz aşk<br />

kadehinden çekenler ve kadehi sunanların avuçlarını öpen rintleriz demektedir. (Eskiden töre gereği elle<br />

ikramda bulunanların avucu öpülürdü.) Kadeh aşk olduğuna göre, saki de mürşid-i kâmildir. Dünya<br />

meclisinin başköşesine bakıp da neyleyeyim? Yerimiz içki küpünün dibidir, biz onu sevenlerdeniz.<br />

Şair bu beyitte gözümüz sadarette değil, harabattadır demektedir. Biz aşka kul oluruz, ona diz çökeriz.<br />

"Sadr" ile "pây" (baş ve ayak) arasında "Tezat" sanatı vardır. Biz kimseyi incitmeyi sevmeyiz ama kadehi<br />

kıran zahidin gönlünü de kırarız. Sert yaptırımları olan zühdi inanışa karşı, şair aşkı savunuyor. Hiç kimseyi<br />

incitmeyen bir kişi de olsa, aşkı küçümsediği zaman karşısında şairi görüyor. Bu beyit, "hane"nin hemen


hepsine baskın, mağrur bir eda göstermektedir. Şaire bu duyguyu veren, aşktır. Kötü niyetli kişilerin<br />

bizden uzak olması iyidir. Zira parmağımızda şast (yatkınlık, ustalık) vardır, okumuz yere düşmez<br />

(hedefine varır). Şair kötü niyetli kimselerin kendisinden uzakta kalmasını hem onlar, hem de kendi<br />

namına daha hayırlı buluyor. Çünkü onun attığı oklar, şast sayesinde isabet kaydedecektir. Okun yere<br />

düşmemesi, şair için bir üstünlük olarak ele alınmaktadır. Bu ölümlü dünyada biz ne fakiriz, ne zenginiz.<br />

Yalnız bize yükseklik taslayanlara biz de yüksekten bakarız, alçak gönüllerle alçak gönüllü oluruz. Şair<br />

burada dünyevi bir iddiasının olmadığını ortaya koyarken, her şeyin karşılıklı olduğunu da ileri sürüyor.<br />

Burada "mîr" ile "âlâ" ve "gedâ" ile "pest" arasında leff ü neşir sanatı vardır. Gönül ehli kişilerle<br />

arkadaşlık ediyoruz, kavgamız yok. Gerçi meyhanedeyiz fakat aşk ile sarhoşuz. Meyhane içki içilen yerdir<br />

ve arbedesi eksik olmaz. Biz aynı meyhanede, aynı aşk kadehini paylaşan, gönül arkadaşlarıyız. Biz can<br />

alemi meyhanesinin içkisiyle sarhoş olmuşuz. Kadeh çekenler topluluğunun da baş halkasıyız. Şair bir<br />

halkanın etrafında oturup da elden ele kadeh devretme durumunu, bütün dünyayı içine alan bir zincire,<br />

kendisini de bu zincirinin baş halkasına benzetmektedir. Şair aynı zamanda bu devri (elden ele dolaşma)<br />

ilk başlatan biri olmanın zevk ve gururu içindedir. Bu şiir 17 benttir. İlk hane ve vasıtasında şair ilâhi aşkı<br />

konu olarak ele almakta, diğer hanelerde de başka konuları anlatarak uzun manzume örneği<br />

vermektedir.<br />

6. bent<br />

Bir sabah vakti ansızın ibadet etmek için mescide gittim. Yoldan çıkmış kimselerin halka şeklinde<br />

oturduklarını gördüm. (Bu beyit bir hikâyenin başlangıcıdır.) Bu topluluktan kimisi vahdete dalmış, eline<br />

tespih almış, hepsinin dilinde kırk veya elli sözü var. "Ne alıyorsunuz, ne satıyorsunuz, ne sayıyorsunuz?<br />

Dilinizde ne nebi, ne Allah var." dedim. Biri; "Şehrimizin valisi her zaman hayırda bulunmak üzere<br />

mescide gelir." dedi. "O ikbali gökyüzü kadar yüksek olan mürüvvetli kişinin lütufları kırk veya elli<br />

akçedir. Bekle, şimdi onun gelme zamanıdır." Buraya kadar olan mısralarda şair, mescidi dolduran ve asıl<br />

amaçtan sapmış olan kişiler topluluğunu kınamakta, onları komik ve zavallı bir tablo içinde<br />

anlatmaktadır. Kırk elli sözünün ne anlama geldiğini anladıktan sonra: "Mescide gelişlerinin amaçlarını<br />

anladım. Onlardan yüz çevirerek, ey cemaat biliniz ki dedim." "Sizden kim uzak olduysa o, Hakk'a<br />

yakındır. Sizin tuttuğunuz yol yanlıştır. Sizler dalâlet yolundasınız." "Doğrusu bu ki bütün işimiz<br />

ikiyüzlülüktür. İbadetlerimizin hepsi (böyle yapınca) boşunadır."<br />

İki örneği verilen bu 17 bentten oluşan terkib-i bent'in baskın fikri; din namına yapılan safsata, riya gibi<br />

ikiyüzlülüklere ait yergilerdir. Şair bu yergi fikrinden hemen hiç ayrılamamış, daha çok aşk konusunun<br />

işlendiği gazellerinde bile toplumun her türlü aksayan yönlerini kınamıştır.<br />

Terci-i Bent Nazım Biçimi ve Özellikleri


Her bendindeki beyit sayısı genellikle 4 ile 10 arasında olan ve en az üç bendden meydana gelen bir<br />

nazım biçimidir. Tercî'-i bendde de terkîb-i bendde olduğu gibi bendlere hâne ya da tercî'-hâne, bendleri<br />

birleştiren beyitlere de vâsıta yahut bendiyye denir. Bu terimlerin yerine yalnızca bendin kullanıldığı da<br />

görülmektedir.<br />

Bu nazım biçiminde vasıta beyitleri dışında her bend kendi içinde diğer bendlerden bağımsız olarak<br />

kaside ya da gazel gibi kafiyelenmiştir. Vasıta beyti ise bendlerden bağımsız olarak kendi içinde kafiyelidir<br />

ve her bendin sonunda aynen tekrarlanır.<br />

Kafiye düzeni şöyledir: aa, xa, xa, xa, xa... ZZ; bb, xb, xb, xb, xb... ZZ, ...<br />

Tercî-i bendde bendlerdeki beyit sayıları genellikle birbirine eşittir. Ancak beyit sayıları birbirinden farklı<br />

bendlerden oluşmuş tercî'-i bendlere de rastlanmaktadır. Terkîb-i benden tek farkı vasıta beytinin bend<br />

sonlarında aynen tekrarlanması dır. Tercî'-i bendler mersiye, övgü, yergi, sosyal eleştiri gibi çok farklı<br />

konularda yazılmıştır.<br />

Tercî-i bend, Türk edebiyatında XIV. yüzyıldan itibaren görülen bir nazım biçimidir. Ziya Paşa'nın tercî'-i<br />

bendi bu nazım şeklinin edebiyatımızdaki en başarılı örneklerindendir. (Prof.Dr.M.A. Yekta SARAÇ, Eski<br />

Türk Edebiyatında Biçim ve Ölçü)<br />

Terci-i Bent Özellikleri:<br />

1. Bentlerden oluşmuş bir nazım şeklidir.<br />

2. Her bent 4 ile 10 arasında beyitten oluşur.<br />

3. Bentlerin sayısı 5 ile 12 arasındadır.<br />

4. Bentlerin kafiye düzeni gazeldeki gibidir.<br />

5. Her bentin sonunda "vasıta beyti" adı verilen bir beyit bulunur, bu beyit hiç değişmez; eğer değişirse<br />

terkib-i bent olur.<br />

I. Bend: aa ba ca da ea . vv<br />

II. Bend: bb cb db eb fb . vv<br />

6. Terci-i bentlerde vasıta beyti her bendin sonunda aynen tekrarlandığı için, aynı fikir çerçevesinde<br />

toplanan bir konu bütünlüğü vardır. Vasıta beyti şiire monotonluk vermeyecek şekilde güzel olmalıdır. Bu<br />

sebeple zor yazılan bir şiirdir.<br />

7. Terci-i bendin konuları arasında felek, Allah'ın kudreti, kainatın sonsuzluğu, hayatın zorlukları,<br />

dünyadan şikayet vb. soyut konular ile mersiye, mehdiye, tevhid gibi nazım türleri ilk sırayı alır.<br />

8. Aruzla yazılır.<br />

En önemli terci-i bent sanatçıları:


Ziya Paşa ve Şeyh Galip'tir.<br />

Tercî'-i Bend Örneği<br />

1<br />

Kabul eyler mi yâ Rab zahm-ı pür-nâsûrumuz bih-bûd<br />

Kalır mı yoksa bu âteşle dâğ-ı dil gibi pür-dûd<br />

Alırsa pençeye yasak beni 'bu baht-ı nâ-mes'ûd<br />

Kıyamet kopsa gevher «tutsa âlem olmayam hoşnûd<br />

Ferah nâmın dahi yâd edemez bu cân-ı zehr-âlûd<br />

Rızâdır çâresi her ne dilerse hazret-i Ma'bûd<br />

Belâ mevc-âver-i gird-âb-ı hayret nâ-hudâ nâ-bûd<br />

Adem sahillerin tuttu dirîgâ bang-i nâ-mevcûd<br />

2<br />

Düşüp dâm-ı hevâya nasret-i gül-zâr kaldım ben<br />

Gidip nefh-i Mesîhâ-veş sabâ bîmâr kaldım ben<br />

Gül-i ümmîd soldu mübtelâ-yı hâr kaldım ben<br />

Bu gül-şen külhan oldu çeşmime nâ-çâr kaldım ben<br />

Şarâb-ı ye'se düştüm teşneni dîdâr kaldım ben<br />

Başımdan aştı seyl-âb-ı keder bîzâr kaldım ben<br />

Belâ mevc-âver-i gird-âb-ı hayret nâ-hudâ nâ-bûd<br />

Adem sahillerin tuttu dirîgâ bang-i nâ-mevcûd<br />

3<br />

Aceb ey Hızr-ı ma'nâ bî-nevâya himmet olmaz mı<br />

Şefaat yoksa da bir tesliyet-gûn sohbet olmaz mı<br />

Demem hâşâ bu nâ-kama ümîd-i vuslat olmaz mı<br />

Sezâ-vâr-ı hitâb olmak gibi bir ruhsat olmaz mı


Ya ehliyyet mi lâzım bahşiş-i ehliyyet olmaz mı<br />

Esîr-i derd ü firkat lâ-cerem ye's-ülfet olmaz mı<br />

Belâ mevc-âver-i gird-âb-ı hayret nâ-hudâ nâ-bûd<br />

Adem sahillerin tuttu dirigâ bang-i nânmevcûd<br />

4<br />

Eğer küstah isem de çâre ne bî-çâreliktendir<br />

Hezâran kayd u bende düştüğüm avareliktendir<br />

Gönül cem'iyyeti sevmezse de sad-pâreliktendir<br />

Devadan şekvemiz var ise de bir pâreliktendir<br />

Sirişkin bî-sebebdir memba'ı gam-hâreliktendir<br />

Mahâldir gark-ı eşk olsa gözüm hun-bâreliktendir<br />

Belâ mevc-âver-i gird-âb-ı hayret nâ-hudâ nâ-bûd<br />

Adem sâhillerin tuttu dirîgâ bang-i nâ-mevcûd<br />

5<br />

Belâ bu kim dahi suret miyim ma'nâ mıyım bilmem<br />

Sezâ-vâr-ı meges yâ lokma-i Ankâ mıyım bilmem<br />

Esîr-i piç-tâb-ı zülf-i müşk-efzâ mıyım bilmem<br />

Perîşânâ-i gam menşuruna tuğra mıyım bilmem<br />

Gam-ı Yûsuf la dolmuş Mısr-ı istiğna mıyun bilmem<br />

Garîk-ı Nîl-i hasret Gâlib-i rüsvâ mıyım bilmem<br />

Belâ mevc-âver-i gird-âb-ı hayret nâ-budâ nâ-bûd<br />

Adem sahillerin- tuttu dirigâ bang-i nâ-mevcûd<br />

(Şeyh Galip)<br />

Terci-i Bent Örneği-2<br />

Terci-i benci der-sitâyiş-i Sultân Murâd ibn-i Süleyman Hân / Baki<br />

aa xa xa ... VV bb xb xb ... VV


1<br />

Tâli' oldı neyyir-i ikbâl-i devlet subhdem<br />

Şu'le saldı âleme necm-i hidâyet subhdem<br />

Kâ'inâtı kıldı mir'ât-ı cemâl-i şâhdan<br />

Gark-ı envâr-ı hidâyet Rabb-ı izzet subhdem<br />

Çokdan eylerdi cemâl-i bâ-kemâlin arzu<br />

Ber-murâd oldı hele tâc-ı sa'âdet subhdem<br />

Şeş cihâtı rûşen itdi taT atından gün gibi<br />

Buldı ziynet çârsû-yı mülk ü millet subhdem<br />

Nâgehân bir toz kopardı bâd-ı pây-ı devleti<br />

Rûşen oldı dîde-i a'yân-ı hazret subhdem<br />

Nevbet ol şâh-ı cevân-baht-ı cinânundur deyu<br />

Çaldılar eflâkden kûs-ı beşaret subhdem<br />

Âfitâb-ı âlem-ârâ gibi zerrin tâc ile<br />

Taht-ı sîmîn üzre saldı ferr-i devlet subhdem<br />

Sâye-i Yezdan penâh-ı dîn ü devlet Hân Murad<br />

Dâver-i devrân mu'izz-i saltanat Sultân Murâd<br />

5<br />

Gül gibi halkı nesîm-i hulkı handan eylesün<br />

Nevbahâr-ı adli âfâkı gülistan eylesün<br />

Âsumânun gâşe-i bâm-ı zümürrüd-fâmına<br />

Kadri tâvûsı çıkup gün gibi cevlân eylesün<br />

Kârgâh-ı dîn ü devletde düşen duşvâr işin<br />

Hak Te'âlâ hazreti lutfından âsân eylesün<br />

Târ-ı zülfü turra-i hûbân-ı müşgîn-mû gibi


Sâl-i ikbâlin Huda bî-hadd ü pâyân eylesün<br />

Karşusında ayagun tursun mülûk el baglasun<br />

Kendü çıksun bârgâh-ı adle dîvân eylesün<br />

Şevket-i Iskenderi dârât-ı Dârâ bî-kusûr<br />

Mesnedün şimdengeru taht-ı Süleyman eylesün<br />

Mülk-i Mısra nitekim bir bendesin sultân ider<br />

Bir kulın salsun diyâr-ı Çine hâkân eylesün<br />

Sâye-i Yezdan penâh-ı dîn ü devlet Hân Murâd<br />

Dâver-i devrân mu'izz-i saltanat Sultân Murâd<br />

(5 bend)<br />

a..)DÖRTLÜKLER<br />

Murabba Nazım Şekli Özellikleri, Örnekleri<br />

Murabba, bent adı verilen dört dizelik kıt'alardan oluşan şiir türüdür. Kelime anlamı "dörtlük" demektir.<br />

Aynı ölçüde dörder dizelik bentlerden oluşan nazım şeklidir. Uyak düzeni genelde<br />

aaaa/bbba/ccca/ddda/. şeklinde olmakla beraber, ilk bendi kafiyeli olmayan ya da sonraki bentlerde<br />

kafiyesi tekrarlanmayan murabbalar da vardır.<br />

Çoğu zaman üç ila yedi bentten oluşur. Divan edebiyatında 15. yüzyılda sultanü'ş-şuara (şairler sultanı)<br />

unvanlı Ahmed Paşa tarafından kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatında da Namık Kemal bu türün başarılı<br />

örneklerini vermiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şarkı şeklinde bestelenen eserlerin büyük bir<br />

kısmı murabba tarzında yazılmıştır.<br />

Murabba'nın Özellikleri<br />

1. Nazım birimi dörtlük olan nazım şekillerinden biridir.


2. Kafiye düzeni aaaa, bbba, ccca<br />

3. Genellikle 4 ile 8 dörtlükten oluşur.<br />

4. Her konuda murabba yazılabilir. Ancak dini ve didaktik konular ile övgü, yergi, manzum mektup,<br />

mersiye vs. türlerde murabba nazım şekli daha çok kullanılmıştır.<br />

5. Aruz kalıbıyla yazılır.<br />

6. Önemli murabba şairleri Aşki, Muhubbi, Hayreti, Taşlıcalı Yahya Bey, Fuzuli sayılabilir.<br />

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül<br />

Kuru seydâya yiler bî-ser u bî-pây gönül<br />

Demedim ben sana dolaşma an hây gönül<br />

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül<br />

Örnek Murabba:<br />

Geçti cânânın firâkı cânıma<br />

Tîr-i cevri gibi girdi kanıma<br />

Nâleden bir kimse gelmez yanıma<br />

Söyle ey bâd-ı sabâ cânânıma<br />

Bahr-i aşkına olal'dan âşinâ<br />

Yad oluptur cümle-i âlem bana<br />

Yalınız kaldım garîb ü mübtelâ<br />

Söyle ey bâd-ı sabâ cânânıma<br />

Yaktı yandırdı beni nâr-ı firâk<br />

İşidenlerden ırak olsun ırak<br />

Hey ne müşkil derd olur bu iştiyâk<br />

Söyle ey bâd-ı sabâ cânânıma<br />

Derd-i mendine şefâat eylesin<br />

Hâtırım sorsun inâyet eylesin<br />

Bî-vefâlıktan ferâgat eylesin


Söyle ey bâd-ı sabâ cânânıma<br />

Âşık olal'dan ana leyl ü nehâr<br />

Aşkım artar eksilir sabr u karâr<br />

Olmasın Yahyâ gibi mahzûn u zâr<br />

Söyle ey bâd-ı sabâ cânânıma<br />

(YAHYA BEY)<br />

Aruz Kalıbı: Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün<br />

Kelimeler:<br />

âhu: Ceylan.<br />

âşinâ: Bildik, tanıdık; bilen, tanıyan.<br />

bâd-ı sabâ: Sabah yeli.<br />

cânân: Sevgili.<br />

derdmend: Dertli.<br />

feragat: Vazgeçme, el çekme; istirahat, dinlenme; vazgeçecek kadar zengin olma.<br />

firâk: Ayrılık, ayrılık acısı.<br />

inâyet etmek: Yardım etmek.<br />

iştiyâk: Özlem, arzu, istek.<br />

leyl ü nehâr: Gece ve gündüz.<br />

mahzun: Hüzünlü.<br />

mihnet: Eziyet, sıkıntı.<br />

nâle: İnleme, feryat.<br />

nâr-ı firâk: Ayrılık ateşi.<br />

şefaat: Birinin suçundan geçilmesi veya dileğinin yerine getirilmesi için edilen aracılık.<br />

tîr-i cevr: Eziyet oku.<br />

yad: Yabancı.<br />

zâr: Ağlayan.


Günümüz Türkçesiyle Söylenişi<br />

Sevgiliden ayrılığım canıma yetti. Eziyet okları kanıma girdi. İnlememden kimse yanıma gelmez. Ey sabah<br />

rüzgârı sevgilime bunları söyle.<br />

Aşk deniziyle tanıştığım zamandan beri bütün insanlar bana yabancı olmuştur. Garip ve tutkulu bir<br />

şekilde yalnız kaldım. Ey sabah rüzgarı sevgilime bunları söyle.<br />

Beni ayrılık ateşi yaktı, yandırdı. Bu arzu çok zor bir derttir. Duyanlardan bu uzak olsun. Ey sabah rüzgarı<br />

sevgilime bunları söyle.<br />

Sevgili ben dertliye şefaat eylesin. Hatırımı sorsun, bana yardım etsin. Vefasızlıktan vazgeçsin. Ey sabah<br />

rüzgarı sevgilime bunları söyle.<br />

Ona âşık olduğum zamandan beri gece gündüz aşkım artar, fakat sabrım ve kararlılığım azalır. O sevgili<br />

Yahya gibi hüzünlü ve feryat dolu olmasın. Ey sabah rüzgarı sevgilime bunları söyle.<br />

Metin Üzerine Araştırmalar<br />

1- Şiirin teması nedir?<br />

Şiirin teması ayrılıktır. Şair sevgiliden ayrı olduğu için eziyet oklarının kanına girdiğini ve devamlı<br />

inlemesinden dolayı kimsenin yanına gelmediği söylüyor.<br />

2- Şiirde, halk şiiriyle benzerlik gösteren yönler nelerdir?<br />

Şiir nazım biriminin dörtlük olması, sabah rüzgarından sevgiliye haber gönderilmesi, kafiye şemasının<br />

aaaa, bbba, ccca, ddda, eeea şeklinde yani koşma gibi olması, şairin mahlasının son dörtlükte geçmesi<br />

bakımından halk şiirine benzemektedir.<br />

3- "Bâd-ı sabâ"nın şiirdeki görevi nedir? Halk şiirinde buna benzer söyleyişler var mıdır? Araştırınız.<br />

"Bâd" kelimesi "yel" anlamıyla Divan şiirinde oldukça geniş bir kullanım bulmuştur. Sevgilinin saçlarındaki<br />

koku rüzgârda daima mevcuttur. Sabah vakti esen rüzgârda bu özellik daha belirgindir. Bazen bu şiirde<br />

de olduğu gibi rüzgarı bir postacı, bir ulak olarak görürüz. Bu durumda sevgiliden âşıka koku, âşıktan<br />

sevgiliye özleyiş, niyaz, ah u feryat getirip götürür.<br />

Şair sevgiliye kendisine şefaat etmesini, vefasızca davranmaktan vazgeçmesini, âşık olduğundan beri<br />

gece gündüz aşkının arttığını fakat sabrının ve kararlığının azaldığını söylemesini istiyor.<br />

Şarkı Divan Edebiyatı Nazım Şekli


Şarkı, Divan şiirinde bestelenmek için yazılan uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve çoğunlukla 4 dizelik<br />

bendlerden oluşan nazım birimidir. Kafiye düzeni; x: değişken aa xa şeklindedir. Türk Edebiyatında<br />

bestelenmek amacıyla yazılan milli bir nazım biçimidir. Halk edebiyatındaki türkünün karşılığıdır.<br />

Aruz ölçüsünün her kalıbı ile kullanılır.Dörtlüklerden kurulan musammat da denebilir. Murabbaya<br />

benzer. 5 ya da 6 dizelik bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan, dördüncü dizeye nakarat denir.<br />

Aşk, sevgili, ayrılık, içki ve eğlence konularında yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Nail-i Kadim'dir.<br />

Lale Devrinde ise en önemli temsilcisi Nedim dir.<br />

En çok şarkıyı Enderunlu Vasıf yazmıştır. Müzikte, türkünün karşıtı olarak, Şarktan gelen, batılı anlamında<br />

kullanılır.<br />

Şarkı çeşitli ses sanatçıları tarafından söylenerek Türk toplumunun musikisinde önemli bir yer<br />

tutmaktadır. Şarkıda şair son bendde mahlasını söyler. Şarkıda her bentin üçüncü mısrası<br />

miyan(orta)miyanhanedir. Miyan daha çok şarkının en güzel ve dokunaklı bölümüdür.Bestenin en önemli<br />

bölümüdür. Şarkıların konusu genellikle aşk,sevgilinin güzelliği ,eğlence ve içkidir. Halk edebiyatında<br />

türkü türünün divan edebiyatına yansıması gibidir.<br />

Divan şiirine Türkler'in kazandırdığı bir nazım şeklidir. Şarkıda ilk bendin dördüncü mısraı bütün<br />

bentlerde tekrarlanmaktadır. Nazım birimi, kafiye şeması bakımından koşmaya benzer. Ölçü, beste, dil<br />

ve anlatım yönünden koşmadan ayrılır. Buna nakarat denir. Şarkılar bestelenmek üzere yazılır. Bu<br />

sahanın ustası Nedim'dir.<br />

Şarkı Nazım Şekli Özellikleri:<br />

1. Halk edebiyatındaki türkünün karşılığıdır.<br />

2. Kuruluşu ve kafiye düzeni yönüyle murabbaya benzer. aaaa, bbba, ccca.<br />

3. Bestelenmek için yazıldığından fazla uzun değildir.<br />

4. Dörtlüklerden oluşur ve dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir.<br />

5. Şarkının konusu genellikle aşk, sevgili, ayrılık, içki ve eğlencedir.<br />

6. Geniş halk kitlelerine hitap ettiğinden dili genelde sadedir.<br />

7. Şarkının en önemli isimleri Nedim, Enderunlu Vasıf'tır. Yakın dönem şairlerinden olan Yahya Kemâl'in<br />

de pek çok şarkısı vardır.<br />

8. Günlük dile ait söyleyişler ve halk deyişleri vardır.<br />

Örnek Şarkı-1 (Nedim)<br />

Kimlerüñ çeşmine ol sîne bu şeb nûr oldı<br />

Nereye gitdi o her-câyî o meh-pâre 'aceb


Kimlerüñ yâresine merhem-i kâfûr oldı<br />

Kandedür kande o zâlim o sitem-kâre 'aceb<br />

(O sine, acaba bu gece kimlerin gözüne nur oldu? Acaba, o sebatsız, o ay parçası nereye gitti? O, kimlerin<br />

yarasına kafur merhemi oldu? O zalim, o sitemkâr neredelerdedir?)<br />

Meclis-i Cem kurulaldan olagelmiş elbet<br />

Câmdan sonra birer bûse verilmek âdet<br />

Bari sen ey nigeh-i hasret edip bir cür'et<br />

Şunı bir söylesen olmaz mı kadeh-kâre acep?<br />

(İçki meclisi kurulduğundan beri elbet Kadehten sonra birer öpücük vermek olmuştur adet.Ey hasretli<br />

bakış! Bari sen edip cüret Sakiye şunu söylesen olmaz mı acaba?)<br />

Varup ol derd-şinas-ı dil ü cânı görsem<br />

Hâk-i pâyine Nedîmâ yine yüzler sürsem<br />

Gizlice arasam ağzın lebin emsem sorsam<br />

Hiç bir çâre bilür mi dil-i bîmâre aceb<br />

Örnek Şarkı-2 (Enderunlu Vasıf)<br />

Sevdigüm bir hûb sadâdur<br />

Mâ'il-i zevk u safâdur<br />

Kârı uşşâka vefâdur<br />

Meşrebümce dilrübâdur<br />

Firkati kesdi amânum<br />

Göklere çıkdı figânum<br />

Nola sevdümse a cânum<br />

Çeşm-i mahmûrı elâdur<br />

Sen gücenme dilpesendüm<br />

Ben seni gayet begendüm<br />

Kim demiş sevmez efendüm


Vâsıfa bu iftirâdur<br />

Örnek Şarkı-3 (Yahya Kemal)<br />

Kalbim yine üzgün seni andım derinden<br />

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden<br />

Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden<br />

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden<br />

Sendin boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş<br />

Gördüm ki yazın bastığımız otlar solmuş<br />

Son demde bu mevsim gibi benzim<br />

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden (Yahya Kemâl)<br />

TERBİ<br />

Sözlük anlamı “dörtleme, dörtlü duruma getirme” demektir. Bir gazelin beyitlerinin üstüne başka bir şair<br />

tarafından aynı ölçü ve uyakta ikişer dize ekleyerek yazılan murabba’ya denir.<br />

Gazelin kafiye düzeni aa, ba, ca, da, ea… olduğuna göre üstüne konulacak iki dizenin murabba’<br />

oluşturması için gazelin 1. dizeleriyle kafiyeli olması gerekir. Eklenen bu iki dizeye zamîme denir. O<br />

zaman terbi’nin uyak düzeni şöyle olur: aaaa, bbba, ccca, ddda…<br />

Koyu-kırmızı yazılmış harfler sonradan eklenen dizelerdir. Bu zamîmelerin, eklendiği beyitlerle anlam<br />

bakımından kaynaşması gerekir. Edebiyatımızda az kullanılmış bir nazım şeklidir.<br />

b..)BEŞLİLER<br />

MUHAMMES<br />

Muhammes Nedir? Özellikleri, Örnekleri


Muhammes Nedir? Muhammes Özellikleri, Örnekleri<br />

Beşer mısralık bendlerle kurulan nazım şeklidir. En az 4, en çok 7 bend olurlar. İki çeşidi vardır. Birinci<br />

bendin mısraları kendi aralarında, diğer bendlerin ilk dört mısraı, hepsi ayrı ayrı kendi içinde, beşinci<br />

mısraları da birinci bend ile kafiyeli olan muhammeslere müzdevic muhammes denir<br />

(aaaaa-bbbba-cccca-…).<br />

İlk bendin dört ve beşinci ya da yalnız beşinci mısraının öteki bendlerin sonunda tekrarlanması ile yapılan<br />

muhammeslere de mütekerrir muhammes adı verilir. (aaaan-bbban-cccan-dddan-…)<br />

aaaan-bbban-cccan-…dddan-…)<br />

Bu nazım şekli her konu için kullanılır.<br />

Beş dizelik bentlerden oluşan bir nazım<br />

biçimidir.<br />

Bent sayısı 4 ile 8 arasında<br />

değişmektedir.<br />

Muhammes nazım biçimiyle her konu ele<br />

alınır.<br />

alınabilir; çoğunlukla felsefî düşünceler, tasavvuf konuları ele<br />

Uyak düzeni “aaaaa / bbbba / cccca…” şeklindedir.<br />

Bu türde en çok Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) eser vermiştir.<br />

Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen tekrarlanıyorsa bu muhammese “muhammes-i<br />

mütekerrir“, bu dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise “muhammes-i<br />

müzdeviç” adı verilir.<br />

Örnek 1:<br />

Muhammes-i müzdevic<br />

aaaaa / bbbba / cccca


Ten bozuldu eşk-i çeşm-i hûn-feşânumdan menüm<br />

Köydi can gönlümdeki sûz-ı nihânumdan menüm<br />

Tâ eser var cism ü cân-ı nâtüvânumdan menüm<br />

Gâm kem etmez göz ü gönlüm cism ü canumdan menüm<br />

Bu başumdan savulup ol gitse yanumdan menüm.<br />

Meyl-i vasi eğmiş kadümi çeng-i bezm-i yâr tek<br />

Reglerüm sızlar el ursam çeng üzre târ tek<br />

Çeng ne mümkin kim ide zârlıg men zâr tek<br />

Bes ki memlûyem hevâ-yı aşka mûsikâr tek<br />

Min figân her dem çıkar her üstühânumdan menüm.<br />

Ey hayâlün halveti nakd-ı revânum mahzeni<br />

Gözyaşı olur revân her dem hayâl itsem seni<br />

Lutf umup senden ser-i kuyunda tutdum meskeni<br />

Gel gözüm nûru Fuzulî tek çok ağlatma meni<br />

İncimez mi hâtırun munca figânımdan menüm.<br />

(Fuzûlî)<br />

Örnek 2:<br />

Muhammes-i mütekerrir<br />

aaaaa / bbbba / ccccaŞâdmân olsun ki sultan oglı sultândur gelen<br />

Bahr u berrün pâdişâhı Al-i Osmândur gelen


Nâlb-i şer-i Muhammed zıll-ı Yezdândur gelen<br />

Şark u garbı seyr iden hurşîd-i rahşândur gelen<br />

Alemün sâhibkırânı Hân Süleymândur gelen<br />

Bir kemîne bendesini Mısra sultân eyleyen<br />

Kerbelâ seyrini her dervişe âsân eyleyen<br />

Sâyeveş düşmenlerin hâk ile yeksan eyleyen<br />

Dembedem bağnn Kızılbaşun kızıl kan eyleyen<br />

Âlemün sâhibkırânı Hân Süleymândur gelen<br />

Sâhib-i seyf ü kalem şâh-ı ulu’l-elbâb olan<br />

Âlemi feth eylemekde mihr-i âlem-tâb olan<br />

Evliyâullah içinde zübde-i aktâb olan<br />

Rûy-ı ma’nâda bugün ser-leşker-i ashâb olan<br />

Alemün sâhibkırânı Hân Süleymândur gelen<br />

(Yahya Bey)<br />

Tardiyye kafiyeli<br />

aaaaa / bbbaa / cccaa<br />

Son iki mısrası nakarat olan muhammeslere edebiyatımızda çok az rastlanmıştır.<br />

Bu kafiye şekilleri dışında, daha çok Tanzimattan sonra görülen değişik kafiye düzenlerinde:


“aaaaa / b b b a a / c c c a “ kafiyeli,<br />

“aaaav / b b b b v / ccccv” tardiyye kafiyeli ya da murabbâlarda da olduğu gibi “aaaaa bbbbb ccccc”<br />

şeklinde de her bendi ayrı kafiyeli muhammesler de yazılmıştır.<br />

Örnek 3:<br />

aaaaa / bbbaa / cccaa<br />

Eyler ise sana bu çarh-ı felek gaddarlık<br />

Kuşanup gaddâreni göster ana cebbârlık<br />

Hatm olupdur mushaf-ı hüsnünde meh-ruhsârlık<br />

Pâdişehlerde müsellemdür sana hünkârlık<br />

Gelmedi mislün cihâna feyz olaldan varlık.<br />

Kullanın saf saf turup şol dem ki şöhret göstere<br />

Atılup top u tufeng ftTAka lıcybet göstere<br />

Erlik oldur bekleye yirin şecâ’at göstere<br />

Pâdişehlerde müsellemdür sana hünkârlık<br />

Gelmedi mislün cihâna feyz olaldan varlık.<br />

Bir nefesde cem-i küffârı perîşân eyledün<br />

Ceng-i tâbûrun selâtin içre destân eyledün<br />

Rûhını Sultan Murâdun şâd u handân eyledün<br />

Pâdişehlerde müsellemdür sana hünkârlık<br />

Gelmedi misliin cihâna feyz olaldan varlık.


(Nev’i)<br />

————————————————————–<br />

Uyarı: Beş dizeli bentlerden oluşan<br />

“tardiyye, tahmis, taştir” adlı nazım biçimleri de vardır:<br />

Tardiyye: Muhammesten farkı, başka bir aruz kalıbıyla yazılması ve<br />

“aaaab/ccccb/ddddb…” şeklinde uyaklanır.<br />

uyak düzenidir. Tardiyeler<br />

Tahmis: Bir gazelin beyitleri önüne üçer mısra ilave edilerek<br />

“aaaAA/bbbBA/cccCA…” şeklindedir.<br />

oluşturulan nazım biçimidir. Uyak düzeni<br />

Taştir: Genellikle bir gazelin beyitlerinde mısralar arasına üç dize getirilerek oluşturulan nazım<br />

biçimidir. Uyak düzeni “AaaaA/BbbbA/CcccA…” şeklindedir.<br />

MÜSEDDES: Bentleri altı mısradan oluşan nazım biçimidir.<br />

MÜSEBBA: Bentleri yedi mısradan oluşan nazım biçimidir.<br />

MÜSEMMEN: Bentleri sekiz mısradan<br />

oluşan nazım biçimidir.<br />

MÜTESSA: Bentleri<br />

dokuz mısradan oluşan nazım biçimidir.<br />

MU’AŞŞER: Bentleri on mısradan oluşan<br />

nazım biçimidir<br />

TARDİYE<br />

Tardiyye de muhammes cinsinden bir nazım şeklidir. Tardiyyede beşinci mısralar birbirleriyle kafiyelidir.<br />

İlk beşliğin ilk dört mısraı da dâhil olmak üzere her beşliğin ilk dört mısraı esas kafiyeye bağlanmaksızın<br />

kendi aralarında özel surette kafiyelenir. Yani her beşliğin baştaki dört mısraı, öteki bölümlerin<br />

dörtlükleriyle kafiye bakımından bağlı değildir.


Tardiyyeler Mef'ûlü mefâîlün feûlün ölçüleriyle yazılır.<br />

Tardiyye yazmakta XVIII. yüzyıl şairlerimizden Şeyh Galip önde gelmektedir. Abdülhak Hâmit gibi Tanzimat<br />

şairlerimiz de Şeyh Galip'in etkisinde kalarak tardiyyeler yazmışlardır .<br />

ÖRNEK<br />

Hoş geldin eyâ beridi cânân<br />

Gel ver bana bir nüvidi cânân<br />

Can ola fedâ-yı id-i cânân<br />

Bisûd olamı ümidi cânân<br />

Yârın bize bir selâmı yok mu<br />

Ey hızr-i fütâdegân söyle<br />

Bu sırrı edüp ıyân söyle<br />

Ol sen bana tercüman söyle<br />

Ketmetme yegân yegân söyle<br />

Gam defterinin tamamı yok mu<br />

Yârap ne İntizardır bu<br />

Esmez nice rüzgârdır bu<br />

Hep gussa vü hârhârdır bu<br />

Duysam ki ne şivekârdır bu<br />

Vuslat gibi bir meramı yok mu<br />

ŞEYH GALİP<br />

TAHMİS


"Beşleme" anlamında olan tahmis aslında bir muhammestir. Bir gazelin ya da bir kasidenin her beyitinin<br />

önüne aynı vezin ve kafiyede üç mısra' eklenerek muhammes haline getirmeğe "tahmîs etme" ve ortaya<br />

çıkan muhammese de tahmis denir.<br />

Tahmîs kafiyeleri şu şekilde gösterilebilir: aaa (aa) bbb (ba) ccc (ca) (Örnek 1)<br />

Tahmîs'de de terbî'de olduğu gibi tahmîs edilen beyitle eklenen mısra'lar arasında bir anlam kaynaşması<br />

olması zorunludur. Yoksa yapıhan tahmîs başarılı sayılmaz.<br />

Tahmîs edebiyatımızda çok kullanılmıştır. İlk yüzyıllardan başlayarak hemen her şairin divanında bir ya da<br />

birkaç tahmîs bulunur.<br />

Şairler, devlet büyüklerinin ya da beğendikleri şairlerin gazellerine, bazan da kendi gazellerine pek çok<br />

tahmîs söylemişlerdir.<br />

Fuzûlî (ölm. 1566)'nin Lutfî ve Habîbi'ye",<br />

Hayalî Bey (ölm. 1577)'in Zatî, Ca'fer Çelebi ve Muhibbî'ye,<br />

Nev'i (ölm. 1599)'nin kendi gazeline,<br />

Bakî (ölm. 1600)'nin Necâtî Bey, Muhibbî, Sultan Selim, Sultan Murad ve kendi gazeline,<br />

Rûhî-i Bağdadi (ölm. 1605-06)'nin Nev'î, Abdî, Ulvî, Rahmî, Hükmî, Hâletî ve Sultan Murad'a,<br />

Hayretî (ölm. 1534)'nin Nesîmî ve Ahmet Paşa'ya,<br />

Cevrî (ölm. 1654-55)'nin Nâdirî, Yahya Efendi, Fuzûlî, Makâlî, Nev'î ve Arif Çelebi'ye<br />

tahmîsleri vardır.<br />

Şeyhülislâm Yahya (ölm. 1644), Nâ'ilî birer, Nâbî (ölm. 1712) 3, Nedîm (ölm. 1730) 3, Esrar Dede (ölm.<br />

1797), Pertev Paşa (ölm. 1837) tahmîs söylemişlerdir.<br />

En çok tahmîsi olan şairler Beylikci Arif, Şeyh Galib, İzzet Molla, Leylâ Hanım ve Şeref Hanım'dır.<br />

Beylikci Abdülbâkî Arif (ölm. 1713)'in 13, Galib (ölm. 1798-99)'in Mevlânâ'dan başlayarak Fuzûlî, Hayalî<br />

Bey, Nef'î, Râşid ve Pertev Paşa'ya kadar 17 tahmîsi vardır. İzzet Molla (ölm. 1829-30) 12, Leylâ Hanım<br />

(ölm. 1848) 12 ve Şeref Hanım (ölm. 1861) 15 tahmîs yazmışlardır.<br />

Tahmis Örnekleri<br />

Örnek<br />

Nâ'ilî'nin Şeyhülislâm Bahâyî'yi tahmisi<br />

1


Hirâs-ı fitne saldun dehre ey bîdâd neylersün<br />

Kopardun yer yer âşub-ı kıyâmet-zâd neylersün<br />

Perişanlıklar etdün nev-be-nev îcâd neylesün<br />

"Tağıtdun hâb-ı nâz-ı yârı ey feryâd neylersün"<br />

"Edüp fitneyle dünyayı harâb-âbâd neylersün"<br />

2<br />

Bulup pervâza ruhsat rüzgâra işveler satdun<br />

Perişan etmeğe cem'iyyet-i uşşâkı cân atdun<br />

Ne âl etdünse etdün murg-ı canı dama uğratdun<br />

"Varup giysû-yı zülf-i yârı biribirine katdun"<br />

"Yine bir fitne tahrik eyledün ey bâd neylersün"<br />

7<br />

Olursun Nâ'ilî-veş gördüğün mahbûba efgende<br />

Metâ'-ı sabrunı tâlân eder her tıfl-ı nâzende<br />

Mahabbet gam-fezâ esbâb-ı cem'iyyet perakende<br />

"Bahâyî-veş degülsün kâbil-i feyz-i safa sen de"<br />

"Tekellüf ber-taraf ey hâtır-ı nâşâd neylersün"<br />

(7 bend)<br />

Nâ'ilî<br />

TAŞTİR<br />

Bir gazeldeki beyitlerin mısraları arasına başka bir şair tarafından üç dize yazılmasıyla oluşan nazım<br />

biçimidir. Eklemeler, asıl gazelin ölçü ve uyağıyla uyuşmalıdır. Ayrıca konu bakımından da asıl gazele<br />

uymalıdır. Uyak düzeni şöyledir: (Eklenen dizeler koyu harflerle gösterilmiştir)


aaaaa-bbbba-cccca-dddda-eeeea<br />

Edebiyatımızda XVIII. yüzyıldan sonra örnekleri görülen taştir çok az kullanılan bir şekildir.<br />

Örnek Taştir:<br />

Aşağıda Yahya Kemal Beyatlı Baki'nin gazeline taştir yapmıştır. Koyu yazılı yerler Yahya Kemal'e aittir.<br />

BAKÎ'NİN GAZELİNE TAŞTİR<br />

Ferman-ı aşk can iledir inkıyadımız<br />

Pürdür hayâl-i yar ile her lahza yadımız.<br />

Mevkûfdur o mâha samîm-i fuâdımız<br />

Âhir varınca haddine hestî-i şâdımız<br />

Hükm-i kazâya zerre kadar yok inâdımız<br />

Baş eğmeziz adâniye dünyâ-yı dûn içün<br />

Ettik fedâ zevâhiri şevk-ı derûn içün<br />

Sattık metâ-ı ömörü mey-i la'l-gûn içün<br />

Nevbet çalınca rıhlet-i milk-i sükûn içün<br />

Allah'adır tevekkülümüz i'timâdımız<br />

………………..<br />

Minnet Hudâ'ya devlet-i dünyâ fenâ bulur<br />

El-hak gazelde neşve-i Bakî bekâ bulur<br />

Ahlaf o nazma gûş tutarken safâ bulur


Taştîrimiz bu sayede az çok bahâ bulur<br />

Bâki kalır sahîfe-i âlemde adımız<br />

c..)ALTILILAR<br />

Müseddes (Altılı): ÜSEDDES<br />

Bentlerin sayısı altı olan nazım biçimine müseddes denir. Altı dize de aynı vezinle oluşturulur. İlk bendin<br />

tüm dizeleri birbiriyle uyaklı sonraki bentlerin ise son bir veyahut iki dizesi ilk bentle uyaklıdır.<br />

Müseddes'te son bir ya da iki dize her bendin sonunda tekrarlanıyorsa mütekerrir müseddes; yalnızca<br />

kafiye yönünden ilk bent ile benzeşiyorsa müzdeviç müseddes olarak adlandırılır.<br />

Müseddes Nazım Şeklinin Özellikleri<br />

Müseddesler hemen her konuda yazılabilir.<br />

Uzunlukları beş ile sekiz bent arasında değişir.<br />

Uyak düzeni: "aaaaaa /bbbbba /ccccca /ddddda" şeklindedir.<br />

Her konuda yazılmakla beraber müseddeslerde daha çok tasavvufi ve felsefi konular işlenir.<br />

Genel anlamda bir musammat çeşididir.<br />

Murabba ve muhammes nazım şekillerinden sonra edebiyatımızda en çok kullanılan musammattır.<br />

Bazı müseddeslerde beşinci ve altıncı mısranın birlikte olduğu gibi tekrar edildiğini ya da uyak açısından<br />

benzeştiğini görmek mümkündür.<br />

Müseddesler, mütekerrir ve müzdeviç olmak üzere ikiye ayrılır.<br />

Müseddes Nazım Şekli ile İlgili Örnekler


Örnek 1<br />

Firâşım seng-i hârâ pûşişim şevk-ı kıtad olsun<br />

Yerim beytü'l-hazen kârım figân-ı girye-zâd olsun<br />

Ten-i mecrûhuma ta'n-ı adû zahm-ı ziyâd olsun<br />

Edenler gönlümü âzürde mesrûrü'l-fuâd olsun<br />

Yıkanlar hâtır-ı nâ-şâdımı yâ Rabbi şâd olsun<br />

Benimçün<br />

nâ-murâd olsun diyenler ber-murâd olsun<br />

…<br />

Ne mümkündür bula ey Nâilî hükm-i kazâ tağyîr<br />

Bozulmak mümteni'dir ser-nüvist-i hâme-i takdir<br />

Bu ma'nâda derûn-şâdım ki bir dem etmeyip te'hîr<br />

Edip ser-tîz ü bürrân tîşe-i âzârı bî-taksîr<br />

Yıkanlar hâtır-ı nâ-şâdımı yâ Rabbi şâd olsun<br />

Benimçün<br />

nâ-murâd olsun diyenler ber-murâd olsun<br />

Nailî<br />

Örnek 2<br />

Muhabbet ehline yârun cefâsı imtihânıdur<br />

Ölümlü âşıka cevr okları devlet nişânıdur


Bana Yahyâ gibi ölmek hayât-ı câvidânîdür<br />

Bekâ bilme fenâ âyînesini cümle fânidür<br />

Begüm hayr işi te'hîr etme billahi zamânıdur<br />

Beni öldür vücûdumdan ne nâm u ne nişân olsun<br />

Yahyâ Bey<br />

Örnek 3<br />

Gam-ı hicrimle genc-i aşk miskiyyü'l-hıtâm olsun<br />

Nigîn-i la'lüni yâd etmeyen âlemde nâm olsun<br />

Dile câm-ı emel enduh u mihnetsüz harâm olsun<br />

Gamun eksilmesün peymâne-i ömrüm tamâm olsun<br />

Beni mahrum-ı vasl eden mest-i müdâm olsun<br />

Dil-i mecrûhumun kanın içenler şâdgâm olsun<br />

Nedim<br />

TESDİS NEDİR, TESDİSİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?<br />

İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine dört dize daha ekleyerek altılı beyitler haline getirilmiş<br />

gazel türüdür. Tahmis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.<br />

Uyak düzeni şöyledir:<br />

aaaaaa-bbbbba-ccccca-ddddda-eeeeea...


C.)NAZIM TÜRLERİ,,,,,,

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!