16.04.2017 Views

MEDENİYET e.dergi NİSAN

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

iÇiNDEKiLER<br />

1. Allah’a Karşı Samimiyet - Halil PINAR ........................................................................................................................................ 05<br />

2. Allah’ın Kitabı’na Karşı Samimiyet - Erdem AKKOÇ ............................................................................................................ 06<br />

3. Müslümanların İmamına Samimiyet - İsMail AKYÜZ ........................................................................................................... 07<br />

4. Allah’ın Rasulü’ne Samimiyet - Salih ŞİRİN ............................................................................................................................. 09<br />

5. Müslümanlara Samimiyet - Ahmet TUĞLU.............................................................................................................................<br />

11<br />

6. Gündem DÜNYA - Hakan ÇİMEN..............................................................................................................................................<br />

12<br />

7. Kaybedilmiş Samimiyet - Ömer DOĞAN..................................................................................................................................<br />

13<br />

8. Tarihe de Geleceğe Sahip Çıkacağız - Mustafa Baki KAVURMACIOĞLU ...................................................................... 14<br />

9. Sünnet Alışkanlıktır Bir Bakıma - Ömer Tayyip ILICA ......................................................................................................... 15<br />

10. Bir Orman Uçsuz Bucaksız - Nurullah POSLU ..................................................................................................................... 16<br />

11. Bir Ayet - Esra ADAK........................................................................................................................................................................<br />

17<br />

12. Bir Hadis - Beyza ÖZDEMİR........................................................................................................................................................<br />

18<br />

13. Çanakkale Geçildi mi? - Mustafa GÜLDAĞI ......................................................................................................................... 19<br />

14. Birey Olmak Ya da Kul Olmak - İsa ARI .................................................................................................................................. 20<br />

15. Çocuk ve Dua - İdris GÖKALP....................................................................................................................................................<br />

21<br />

16. Aziz-i Vakt İdik -Mehmet KÜLAHLIOĞLU .............................................................................................................................. 22<br />

17. Kitap Tanıtımı -Yunus ÇİMEN........................................................................................................................................................<br />

24<br />

18. Sağlık - Ümit DURAN ...................................................................................................................................................................... 25


EDiTÖR’DEN<br />

BiHi<br />

Selamün Aleyküm Değerli Okuyucular.<br />

Mutlaka farkı göreceksiniz. Daha önce demiştik “Bu <strong>dergi</strong>ye müsaade etmelisiniz”<br />

diye. 4. sayımızla kendimizi farkettirdik.<br />

Dergimiz, gerek içeriğiyle gerekse görselliğiyle arzu ettiği kaliteyi yakalamış gözüküyor.<br />

Kontrollü bir şekilde büyüyecek ve dijital ortamda, her yerde okunabilen bir <strong>dergi</strong><br />

hüviyeti kazanacağız. Bu noktada sizlerin öneri ve eleştirileri bizler için çok önemli. Bu<br />

nedenle e.postamedeniyet@gmail.com adresini oluşturduk. Düşüncelerinizi bizlere<br />

yazabileceksiniz.<br />

Peki bu sayıda neler var?<br />

Dosyamız “samimiyet”. Halil PINAR “Allah’a karşı samimi olmak: Allah’a iman etmek<br />

ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamaktır” derken; Erdem AKKOÇ “Kur’an okurken sahip<br />

olduğumuz geleneksel “kutsal” algısı maalesef ki Kur’an’ın kendisi için tanımladığı asıl<br />

fonksiyonunu ortaya koyması, yani insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için<br />

yeterli değildir” diyor samimiyet köşesinde. Salih ŞİRİN “O’na samimiyet; Onun söz<br />

ve uygulaması olan sünnetine sıkı sıkıya bağlı olmanın insanların kendi tasavvurları<br />

neticesinde yapacağı amellerden daha faziletli olduğunu bilmektir” derken peygamber<br />

için; İsmail AKYÜZ “Halife aslında tüm ümmetin vücut bulmuş şekli olup, temsilcisidir.<br />

Müslümanlar halifenin şahsında kendilerini görürler” diyor halife ekseninde. Ahmet<br />

TUĞLU ise dosyasında “Müslümanlar birbirleriyle daima dayanışma içindedir” diyor<br />

Müslüman kardeşlerine…<br />

Ömer DOĞAN, Nurullah POSLU, Mustafa Baki KAVURMACIOĞLU ve Ömer Tayyip<br />

ILICALI deneme yazılarıyla güç verdiler bu sayıda <strong>dergi</strong>mize.<br />

Ve diğer tüm içeriğiyle <strong>NİSAN</strong> ayında da karşınızdayız alnımızın akıyla.<br />

Allah’a emanet olunuz.


ALLAH’A KARŞI<br />

SAMiMiYET<br />

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem:<br />

Allah’a, Kitabına, Rasûlüne, Müslümanların önderlerine ve bütün<br />

Müslümanlara karşı” buyurdu.<br />

Müslim, İman 23/95-55


DOSYA<br />

ALLAH’A KARŞI<br />

SAMİMİYET<br />

Halil PINAR<br />

Temim bin Evs ed-Dâri radıyallahu anh’ den<br />

rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah sallallahu<br />

aleyhi ve sellem:<br />

“Din, samimi olmaktır.” buyurdu. Biz kendisine:<br />

Kime karşı samimi olmaktır? diye sorduk.<br />

Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem:<br />

“Allah’a, Kitabına, Rasûlüne, Müslümanların<br />

önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı” buyurdu.<br />

Müslim, İman 23/95-55<br />

Hadis-i şeriften, insanları dünya ve ahiret saadetine<br />

ulaştıran imanî ve amelî hükümler içeren İslam dininin<br />

özünü, samimiyetin oluşturduğunu öğreniyoruz.<br />

Yani dinin kişiye yüklediği sorumluluk ve gerçek<br />

dindarlık samimiyetle başlamaktadır. Samimiyet,<br />

kişinin niyetiyle amellerinin aynı olmasıdır. Niyet<br />

amellerin esası olduğuna göre kişi, amellerinin<br />

zahirine aldanmamalıdır. İhlas ve samimiyeti bozan<br />

iç ve dış etkenlere karşı her zaman uyanık olmalıdır.<br />

Samimiyetin olmadığı yerde ikiyüzlülük, riya,<br />

bencillik, ihanet, yalan, aldatma vardır. Bundan dolayı<br />

Müslüman, sadece sözlü olarak “Ben samimiyim!”<br />

demenin yeterli olmadığını bilmeli ve Rabbine,<br />

kitabına, elçisine, Müslümanlara ve önderlerine karşı<br />

gerçek samimiyetini ortaya koymalıdır.<br />

Müslüman, ilk önce Allah’a karşı samimi olmalıdır.<br />

Allah’a karşı samimi olmak ise Allah’ın kendini<br />

Kur’an’da belirttiği, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve<br />

sellem’in sahih sünnetinde bize açıkladığı, isim<br />

ve sıfatlarını bilmek ve bu doğrultuda hayatını<br />

şekillendirmekle olur. Çünkü kişi, Allah’ın gücünü,<br />

kudretini, rubûbiyet ve ulûhiyetini gereği gibi anladığı<br />

oranda O’nu sever, O’na kulluk eder O’nun emir ve<br />

yasaklarına uyar.<br />

Allah’a karşı samimi olmak, Allah’a kulluk ve ibadette<br />

ihlas ve samimi olmaktır. Dilin, kalbin ve bedenin<br />

amelleri ve bu amellere olan niyet, sadece Allah<br />

için olmalıdır. Çünkü Allah’tan başkası adına yapılan<br />

amellerin, kıyamet günü kişiye hiçbir faydası<br />

olmayacaktır. Bunun için Müslüman kişi, namazı<br />

sadece Allah için kılmalı, sadakayı sadece Allah<br />

için vermeli, hastayı sadece Allah için ziyaret etmeli,<br />

akraba, komşu ve diğer insanlarla her türlü ilişkisini<br />

sadece Allah için yapmalıdır.<br />

Allah’a karşı samimi olmak, Allah’a iman etmek ve ona<br />

hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İslam dini, hem inançta,<br />

hem amelde tevhit dinidir. Bunun için Müslüman,<br />

sadece Allah’a sığınmalı, ona tevekkül etmeli, yardım<br />

istenilecek yegâne merci olarak Allah’ı bilmeli, en<br />

çok Allah’ı sevmeli ve bu sevginin gereğini söz ve<br />

amellerle yerine getirmeli, O’nu yegâne hüküm<br />

koyan olarak kabul edip, hükmüne itaat etmelidir.<br />

Allah’a karşı samimi olmak, Allah’ı yegâne Rab<br />

kabul etmeyi gerektirir. Rab demek hayata<br />

program çizen ve bu yetkiyi elinde bulunduran<br />

varlık demektir. Allah’a karşı samimi olan Müslüman<br />

yemesinde, içmesinde, oturmasında, kalkmasında,<br />

kazanmasında, harcamasında, anne baba, akraba,<br />

komşu ve tüm insani ilişkilerinde, Allah’ın denetim<br />

ve gözetim altında olduğunun şuuruyla hareket<br />

etmelidir.<br />

Allah’a karşı samimi olmak: Her zaman ve zeminde<br />

Allah’ı hatırlayıp, gündemde tutmayı, Allah’ın<br />

rahmetinden ümit kesmeden korku ve ümit arasında<br />

bulunmayı, Allah’ın takdirine boyun eğip, Allah’tan<br />

gereğince hayâ etmeyi gerektirir.<br />

Allah’a karşı samimi olan Müslüman, Allah’ın<br />

sevdiklerini sevmeli. Onun buğzettiklerine<br />

buğzetmeli, dost edindiklerini dost edinmeli,<br />

düşmanlık ettiklerine düşmanlık etmelidir. O razı<br />

olduğu için o da razı olmalı, O gazaplanırsa ondan<br />

dolayı o da gazaplanmalıdır. O’nun emirlerini<br />

emretmeli, yasaklarını yasaklamalıdır. Kısacası her<br />

durumda, sevdiğine uygun tutum sergilemeli, dünya<br />

ve ahiretle ilgili bütün konularda, tek olan Allah’a<br />

kapsamlı bir şekilde boyun eğerek, Rabbiyle yaptığı<br />

kulluk sözleşmesine uymalıdır.<br />

5


DOSYA<br />

ALLAH’IN KİTABINA KARŞI<br />

SAMİMİYET<br />

Erdem AKKOÇ<br />

Allah Rasûlü, “Din samimiyettir.” buyurdu.“Kime<br />

Yâ Rasûlallah?” diye sorduk.<br />

O da “Allah’a, Kitabına, Peygamberine,<br />

Müslümanların yöneticilerine ve bütün<br />

Müslümanlara.” diye cevap verdi. - Müslim, İmân, 95<br />

İnsanın içinde olduğu her türlü ilişkide samimi ve<br />

doğal olanın daha doğru olduğunu düşünürüz.<br />

Samimiyet ve doğallık her durumda hem ilişkilerimizin<br />

uzun soluklu olmasını hem de tarafların birbirlerinden<br />

pozitif anlamda faydalanmalarını sağlar. Rasulullah’ın<br />

el-Kitab’a karşı samimi olunmasının dinin bir parçası<br />

olduğunu ifade etmesini de bu çerçeveden<br />

değerlendirmek hadisi anlamamızı kolaylaştıracaktır.<br />

Bir Müslümanın Kitab’a samimiyeti kişinin Kitap’la<br />

olan ilişkisinin şekliyle alakalıdır. Kur’an’ın indiriliş<br />

amacı dikkate alındığında kişinin Kitap’la ilişkisinin<br />

nasıl olması gerektiği de aslında ortaya çıkıyor. Ebu<br />

Abdurrahman es-Sulemî’nin dediğine göre Ashab,<br />

Kur’ân-ı Kerim’den on âyet-i kerime öğrendiler mi,<br />

o on âyetin helalini, haramını, emir ve nehiylerini<br />

öğrenmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye<br />

geçmezlermiş. İnsanları hidayete erdirmek, doğru<br />

yolu ve hak ile batılı ayırt eden hükümleri açıklamak,<br />

Allah’ın rızasını arayan insanları dosdoğru yola<br />

iletmek ve muttakilere yol göstermek üzere Allah<br />

tarafından indirildiğinde şüphe olmayan bir kitabın<br />

da ancak Ebu Abdurrahman’ın dediği tarzda<br />

okunması gerekmektedir. Ashabın bahsi geçen bu<br />

hassas yaklaşımı Kur’an’ın ne olduğunun farkında<br />

olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu farkındalık<br />

Ashabın Kitab’a karşı samimiyetlerinin de temelini<br />

oluşturmuş ve cahili bir toplumdan Rasulullah’ın<br />

insanların en hayırlıları olarak tanımladığı bir örnek<br />

nesle dönüşmelerini sağlamıştır.<br />

Yüzyıllardan beri İslam toplumlarının belki de en<br />

temel sorunu Kur’an’a yaklaşımlarıdır. Çok uzun<br />

zamanlardan beri Kur’an, çok okunan ama nedense<br />

ne dediği çok da önemsenmeyen bir kitap hâline<br />

gelmiştir. Tam da bu nedenle Kur’an’ın Ashab<br />

döneminde gördüğü işlev maalesef genel itibariyle<br />

kaybolmuştur. Abdullah b. Ömer’in Bakara Sûresi’ni<br />

sekiz yılda öğrendiği bir zamandan; günübirlik<br />

hatimlerin okunduğu, birçok gün ve gece için hatta<br />

çok özel durumlar için bile rezerve edilmiş sure ve<br />

ayetlerin olduğu ve hafızlık eğitimlerinin neredeyse<br />

aylarla ifade edildiği bir döneme evrilmiş durumdayız.<br />

Kur’an okurken sahip olduğumuz geleneksel “kutsal”<br />

algısı maalesef ki Kur’an’ın kendisi için tanımladığı<br />

asıl fonksiyonunu ortaya koyması, yani insanları<br />

karanlıklardan aydınlığa çıkarması için yeterli değildir.<br />

Kur’an okumanın kendi başına bir ibadet olduğunu<br />

göz ardı etmeksizin şunu ifade edelim ki Kur’an’ın<br />

temel amacı bireyin ve toplumun Allah’ın muradı<br />

çerçevesinde dönüşmesidir. Bu nedenle Kur’an’a<br />

karşı samimiyet; mutlak suretle Kur’an’ın, indiriliş<br />

misyonuna uygun olarak okunması ve elbette ki<br />

hayattaki temel rehber olarak kabul edilmesidir.<br />

Kur’an hiç şüphesiz Ebu Abdurrahman es-<br />

Sulemî’nin okuduğu kitabın aynısıdır ve yine o günkü<br />

toplumu dönüştürme potansiyelinden hiçbir şey<br />

kaybetmemiştir, yeter ki okuyan Ebu Abdurrahman<br />

gibi okuyabilsin.<br />

“Ya açar bakarız Nazm-ı Celil’in yaprağına,<br />

Ya da üfler geçeriz bir ölünün toprağına.<br />

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,<br />

Ne mezarda okunmak, ne de fal bakmak için.”<br />

Mehmet Akif ERSOY<br />

6


DOSYA<br />

MÜSLÜMANLARIN İMAMINA<br />

SAMİMİYET<br />

İsmail AKYÜZ<br />

GECE<br />

19. yüzyıl ile birlikte çözülmeye başlayan imam/<br />

halife, devlet ve siyaset sarmalımız 21. asra büyük<br />

bir enkaz devretti. Mağlubiyetin ve başarısızlıkların<br />

ortaya çıkardığı iç hesaplaşma, yerini taklide<br />

bıraktı. Zira mağlubiyetteki sefalet veya (bir başka<br />

açıdan) galibiyetteki keramet galibin kavuğunda<br />

aranmalıydı(!).<br />

Gariptir ki taklit etmek de ehliyet ister. Meczub gönüller<br />

taklidi “batının bilimini alıp, ahlakını reddetmek”<br />

şarkılarıyla gönüllerince eğlenerek yaşadılar.<br />

Necip Fazıl “Vatan Dostu Sultan Vahidüddin” adlı<br />

eserinde o günleri şöyle anlatır:<br />

“1255 sayılı yıl… İkinci Mahmut’un öldüğü,<br />

Abdülmecid’in tahta çıktığı ve Tanzimat Fermanı’nın<br />

Gülhane Meydanı’nda okunduğu netameli sene…<br />

Şairin:<br />

Bir, iki; iki delik<br />

Abdülmecid oldu melik<br />

diye tarih düşürdüğü, Türk tarihini ikiye bölücü<br />

meşhur 1839 yılı…<br />

Abdülmecid 16 yaşında, yeni büluğa ermiş bir<br />

delikanlıdır ve babasından miras, aynı ciğer<br />

yarasının narin ve nahif vücudunda istidadını<br />

taşımakta, fakat beyninde şuur ve ıstırabını<br />

duymamaktadır. İkinci Abdülhamid devrine kadar<br />

padişahlarca duyulmayacak, ondan sonra Sultan<br />

Reşad’da tam bir idrak kütlüğüne çarpacak,<br />

arkasından son Osmanlı padişahı Altıncı Sultan<br />

Mehmed Vahidüddin’in ruhunda en derin, fakat sesi<br />

çıkmaz ve eseri görülmez şekilde yuvalaşacak olan<br />

büyük acı…<br />

Abdülmecid bu acıya en yabancı mikyasta, kollarını<br />

Avrupalılık ve Alafrangalılığa açtı ve yirmi küsür<br />

yıl maddede ve manada, ciğerlerindeki oyukları<br />

derinleştirici bir hayat sürmekten ileriye geçemedi.”<br />

O dönemin genel fotoğrafı bu şekilde. Peki ya<br />

yapılanlar? Necip Fazıl’ı dinlemeye devam ediyoruz:<br />

“Sahte inkılapçıların dürtüsüyle getirdiği yeniliklerin<br />

başında Batı kasasına ilk defa el açmak ve yine ilk<br />

defa kağıt para çıkararak yerli iktisat nizamını altüst<br />

etmek vardır.”<br />

“…İstanbul ve Üsküdar sokaklarında İngiliz, Fransız<br />

ve İtalyan üniformalarının sırmalı cümbüşlerine<br />

meydan açtı ve (la belle epoque – güzel çığır)<br />

ikliminin bütün renk ve çizgilerine bürünmeye can<br />

attı.”<br />

“…Kız kardeşinin dillere destan ziyafetlerinde,<br />

kafes arkasından, yarı bellerinden yukarısı<br />

çırılçıplak sefarethane madamlarını seyretmeler…<br />

İslam Halifesi ve Osmanlı Padişahı olarak ilk<br />

defa Frenklerin nişanlarını kabul etmeler ve<br />

göğsünde murassa (Lejyon donör) nişanı, Fransız<br />

sefarethanesinde baloya katılmalar… Hasılı, altında<br />

ve karanlığında vatan cüsseli bir hasta yatan<br />

semadan, güneş, ay ve yıldız yerine türlü suni ve<br />

havai Avrupa fişeklerinin sahte ve aldatıcı ışık<br />

serpintileri…”<br />

Ümmetin kalbi, hilafetin merkezi bu halde iken bu<br />

tabloyu Avrupalı bir gazeteci şöyle resmetmektedir:<br />

“Kilise ihtilaflarını o türlü himayelerle idare etti ki,<br />

Şark Meselesi muharriri Avrupalı, şöyle konuşmak<br />

zorunda kaldı:<br />

- Halifenin Hristiyan kiliselerinin banisi olduğunu<br />

görmek, doğrusu garip manzara!..”<br />

7. yüzyılı aydınlatan büyük nur, ziyaını kaybederek 20.<br />

yüzyılda bu şekilde hem son kalede hem de gönül<br />

coğrafyalarında etkisini kaybetti. Rasul’e itaat ile<br />

başlayan nizam son kalede hilafet adıyla, dirileceği<br />

güne kadar uykuya daldı.<br />

GÜNDÜZ<br />

İslam’ın hakimiyet paradigması ana hatlarıyla<br />

“uluhiyyet, rububiyyet, İslam, halife, ümmet, vatan,<br />

hüküm, fetih” kavramlarından oluşur. Yegane yaratıcı<br />

ve yarattığına hakim olan Allah Teala, kendi katında<br />

tek din olan İslam ile kullarını terbiye eder. Buna<br />

göre İslam ümmeti belli bir toprak parçası üzerinde,<br />

aralarından seçtiği lideri ile Allah Teala’nın hükümlerini<br />

uygular. Bunun böyle olmadığı yerlere de yine Din-i<br />

Mübin-i İslam’ı ulaştırmak için gayret eder.<br />

İslam, bireyi her zaman bir toplumun parçası olarak<br />

7


DOSYA<br />

görür. Bireysellik ve egoizm İslam’ın öngördüğü<br />

toplum yapısına terstir. Toplumu ayakta tutacak<br />

yapının kurulması da bu aşamada doğal süreç<br />

içerisinde lider vasıflı insanların öne çıkmasıyla<br />

mümkün olabilecektir. Bu bağlamda İslam ümmeti<br />

Hz. Peygamberden sonra asla halifesiz kalmamıştı.<br />

Ta ki 20. yüzyılın hemen başlarındaki yıkıcı etkisiyle<br />

Dünya Savaşı ve sonrası gelişmelerine kadar.<br />

Ümmet, adını koyduğu bir toprak parçası üzerinde,<br />

biat ettiği halifesiyle Allah’ın istediği hayatı yaşama<br />

gayreti içinde olmuştur. Bugün de, dünyanın dört<br />

bir köşesinde, tek bir liderin etrafında toplanacak<br />

ve kendisine biat ederek ilahi iradeyi yaşamaya<br />

çalışacak milyonlarca Müslüman bunun arzusunu<br />

çekmektedir.<br />

İmam tayin etmenin, belirlenen hedeflere ulaşmada<br />

büyük bir moral oluşturacağı inkar edilemez. Hatta<br />

lidersiz kalmanın İslam toplumu üzerindeki olumsuz<br />

etkisi de inkar edilemez. Bu nedenledir ki sahabe<br />

henüz Allah Rasulü’nün cenazesi ortadayken bir<br />

araya gelip Ebu Bekir’i kendilerine imam tayin<br />

etmişlerdir. Liderin toplum için önemini işte bu ruhta<br />

aramak gerekir.<br />

Halife aslında tüm ümmetin vücut bulmuş şekli<br />

olup, temsilcisidir. Müslümanlar halifenin şahsında<br />

kendilerini görürler. Liderin gücü, karizması ve<br />

becerisi kendisine tabi olan cemaatin bağlılıktaki<br />

samimiyetiyle doğru orantılıdır. Lider, cemaati kadar<br />

güçlüdür; cemaatinin samimiyeti oranında özgüvene<br />

sahiptir.<br />

Sağlam İslam toplumu, bey’at ettiği liderine sahip<br />

çıkar; onu asla yalnız bırakmaz. Din de budur.<br />

8


DOSYA<br />

ALLAH’IN RASULÜ’NE (SAV)<br />

SAMİMİYET<br />

Salih ŞİRİN<br />

Din nasihat, nasihat ise samimiyettir. Alimlerimiz<br />

tarafından Efendimizin (sav) bu sözü İslam’ın<br />

temeli, merkezi olarak kabul edilmiştir.<br />

Rehberimiz, örneğimiz (sav)’e samimiyet; O’nu<br />

“üsve-i hasene” kabul etmektir. Hayat verecek<br />

şeylere çağırdığı zaman O’na kayıtsız, şartsız itaat<br />

etmektir. Çünkü O’na itaat etmek bizzat Rabbimize<br />

itaat etmektir. Rabbimizin, Peygamberimize (sav)<br />

ve O’nun sünnetine teslimiyet gösterilmesini<br />

emretmesi, sünnetin temelinde ilahî iradenin<br />

olmasından kaynaklanmaktadır. O’nun her türlü<br />

tasavvuru ilahî iradenin kontrolünden geçmekte,<br />

böylece Allah’ın razı olmayacağı bir fiil O’ndan sadır<br />

olmamaktadır. İşte O’na itaat etmek Rabbimizin bizi<br />

sevmesine ve günahlarımızın bağışlanmasına, ilahi<br />

rahmete mazhar olmaya ve nihayetinde cennete<br />

girip sonsuz kurtuluşa ermeye, Allah’ın kendilerine<br />

nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle<br />

ve salih kimselerle birlikte olmaya sebeptir. O’na<br />

itaat etmemek, O’na karşı âsi olup sınırı aşmak ise,<br />

amellerin boşa gitmesine, ebediyen cehennem<br />

ateşine girmeye, birbirimizle çekişmeye, gevşemeye,<br />

rüzgarımızın, gücümüzün, devletimizin elden<br />

gitmesine sebeptir.<br />

O’na samimiyet; siyaset, ticaret, eğitim, hukuk, insani<br />

ilişkiler velhasıl hayatın her alanında O’nun sözlerine<br />

yer vermek, O’nun hayat tarzı olan sünnetinin<br />

önüne hiçbir siyasi ya da dini lideri, yazarı, kitabı<br />

geçirmemek, sünnetini Allah’ın insanlık için yazgısı<br />

olan Kitab’ından ayrı düşünmemek, herhangi bir<br />

konuda hüküm verdiğinde kalbimizden en küçük bir<br />

tereddüt geçirmeden uygulamaya geçirmek, O’nun<br />

verdiği hükümde seçme hakkımızın olmadığını,<br />

bunun bir iman meselesi olduğunu bilmek, O’nun<br />

verdiklerini almak, nehyettiklerinden kaçınmak, O’nu<br />

her platformda gündeme getirerek şanını yüceltmek,<br />

gündemde tutmaktır.<br />

O’na samimiyet, sözlerinin heva ve heves kaynaklı<br />

olmadığını, bilakis vahye dayandığını göz önünde<br />

bulundurarak sünnetini dünya görüşü, ideal bir yaşam<br />

biçimi olarak benimsemektir. Çünkü O’nun sünnetini<br />

teşkil eden sözleri ve uygulamaları Yüce Allah’ın<br />

şeriatının bir parçasıdır. İmanın varlığı ve yokluğu bu<br />

şeriata ittibanın varlığına ya da yokluğuna bağlıdır.<br />

O’na samimiyet, O’nun İslam’ı bütün dinlere, beşeri<br />

ideolojilere üstün kılmak için gönderildiğini kabul<br />

edip yeryüzüne Allah’ın dini hakim oluncaya kadar<br />

var gücümüzle çalışıp çabalamaktır.<br />

O’na samimiyet, O’nun kendisine gönderilen ayetleri<br />

duyurmak (tebliğ), açıklanması gerekli olanlarını<br />

insanlara açıklamak (tebyin) ve insanların ihtiyaç<br />

duyduğu Kitabımızda da çözümü sunulmamış<br />

meselelerde de hükümler beyan etmek (teşri)<br />

görevlerinin olduğunu tereddütsüz kabul etmektir.<br />

Çünkü problemlerin O’na götürülmesi çözümlerin en<br />

güzeli, sonuçların en hayırlısıdır.<br />

O’na samimiyet, O’na dost olanları dost bilmek<br />

düşmanlık edenlere düşmanlık beslemektir. Çünkü<br />

Allah’a ve ahiret gününe iman iddiasında bulunan bir<br />

toplum; babaları, oğulları, kardeşleri ya da soy sopları<br />

bile olsalar Allah’ın Rasulü’ne (sav) düşman olan<br />

kimselere asla sevgi beslemezler.<br />

O’na samimiyet, O’nun ahlâkını teşkil eden Kur’an<br />

ahlâkı ile ahlâklanmaktır.<br />

O’na samimiyet, Onun söz ve uygulaması olan<br />

sünnetine sıkı sıkıya bağlı olmanın insanların kendi<br />

tasavvurları neticesinde yapacağı amellerden daha<br />

faziletli olduğunu bilmektir.<br />

O’na samimiyet; O’nun söz ve uygulamalarına karşı<br />

“Kur’an’a dönüş”, “Kur’an İslam’ı”, “rivayet kültürü”<br />

ve de “indirilen din uydurulan din” gibi söylemler<br />

ortaya çıkaran ya da O’nu hayattan uzaklaştırırcasına<br />

yücelten hadsiz ve çapsızların bu tür hezeyanlarına,<br />

bid’atçi yaklaşımlarına karşı uyanık olmak,<br />

Müslümanları onlara karşı uyarmak, onlara maddi<br />

manevi hiçbir destekte bulunmamaktır.<br />

Hâsılı dün olduğu gibi bugün de bid’adlere, sapmaya,<br />

yozlaşmaya ve bozulmaya karşı İslam ümmetini<br />

koruyacak olan yegâne düstur O’na karşı samimi<br />

olup sünnetine sımsıkı sarılmaktır.<br />

9


MÜSLÜMANLARA<br />

SAMiMiYET<br />

“Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de<br />

istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhari ve Müslim)


DOSYA<br />

MÜSLÜMANLARA<br />

SAMİMİYET<br />

Ahmet TUĞLU<br />

Samimiyet için dışa, imanın amele, özün<br />

söze uyumluluğudur. Samimi olmak, karşılık<br />

beklememektir. Samimiyet, fedakârlıktır.<br />

Hucûrat Suresi’nde Rabbimiz Mü’minler’in ancak<br />

kardeş olduğunu ifade etmiştir.<br />

Bununla beraber Rabbimiz ve onun sevgili elçisi<br />

Müslümanlara bu kardeşlikte samimiyeti test edecek<br />

ölçüler bildirmiştir. Müslüman, kardeşini Allah için<br />

sever.<br />

“Şu üç şey kimde bulunursa o imanın tadını alır.<br />

Kendisine Allah ve Rasûlü her şeyden daha sevgili<br />

olmak, sevdiğini yalnızca Allah için sevmek, Allah<br />

kendisine iman nasip ettikten sonra tekrar küfre<br />

düşmekten ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi<br />

hoşlanmamak.” (Buhari ve Müslim)<br />

Müslüman, kendisi için istediğini Müslüman kardeşi<br />

için de ister, onun ayıbını örter ve sıkıntılarını giderir.<br />

“Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman<br />

kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”<br />

(Buhari ve Müslim)<br />

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez<br />

ve onu zalime teslim etmez. Kim kardeşinin<br />

yardımına koşarsa Allah da ona yardım eder. Kim<br />

bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse Allah da ahiret<br />

gününde onun sıkıntısını giderir. Kim bir Müslüman’ın<br />

ayıbını örterse Allah da ahiret gününde onun ayıbını<br />

örter.” (Buhari ve Müslim)<br />

Kardeşleriyle irtibatı koparmaz.<br />

“Nefsim (kudret) elinde olan (Allah)a yemin<br />

ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz.<br />

Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız.<br />

Size yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey<br />

göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim)<br />

Onlara karşı affedici ve hoşgörülüdür.<br />

“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar,<br />

öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah,<br />

iyilik edenleri sever.”<br />

(Ali İmran/134)<br />

Birbirlerini hakka, doğruya ve iyiliğe teşvik ederler.<br />

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan<br />

içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller<br />

işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler,<br />

birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar<br />

ziyanda değillerdir). (Asr Suresi)<br />

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin<br />

dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.<br />

Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve<br />

Rasûlüne itaat ederler…” (Tevbe/71)<br />

Müslümanlar birbirleriyle daima dayanışma içindedir.<br />

“Birbirinizi çekememezlik etmeyin, satın<br />

alamayacağınız malın fiyatını artırmayın, birbirinize<br />

buğzetmeyin, birbirinize küsmeyin. Birbirinizin<br />

satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları<br />

kardeş olun! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir.<br />

Ona zulmetmez, ona yardımdan elini çekmez<br />

ve onu küçük görmez. Takva iste buradadır.<br />

(Üç defa göğsünü işaret eder.) Kişiye şer olarak<br />

Müslüman kardeşini hakir ve küçük görmesi yeter.<br />

Müslüman’ın üç şeyi Müslüman’a haramdır: Kanı,<br />

malı ve namusu.” (Müslim)<br />

Kardeşine karşı güler yüzlüdür.<br />

“Kardeşini güler yüzle karşılamak dahi olsa iyilikten<br />

hiçbir şeyi küçük görme!” (Müslim)<br />

11


GÜNDEM<br />

DÜNYA<br />

Hakan ÇİMEN<br />

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence,<br />

bir süs, aranızda karşılıklı övünme, çok mal ve evlat<br />

sahibi olma yarışından ibarettir (Nihayet hepsi yok<br />

olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki<br />

çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da<br />

sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp<br />

olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre) çetin bir<br />

azap ve (ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya<br />

hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir<br />

[Hadid:20]<br />

ALLAH KATINDAKİ DEĞERİ:<br />

Sehl ibn-i es-Sâidi’den (ra) rivayet olunduğuna göre<br />

şöyle dedi: ‘’ Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: Eğer<br />

dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir<br />

değere sahip olsaydı , Allah hiçbir kafire dünyadan<br />

bir yudum su bile içirmezdi’’ [Tirmizi rivayet etti].<br />

ALLAH RASULÜNÜN(SAV) BU KONUDAKİ ZÜHDÜ:<br />

Abdullah ibn-i Mes’ud’dan (ra) rivayet olunduğuna<br />

göre şöyle dedi: Allah Resulü (sav) bir hasır üzerinde<br />

yatıp uyumuştu. Uyandığında hasır vücuduna iz<br />

bırakmıştı. Bunun üzerine biz: Ey Allah’ın Resulü! Sizin<br />

için bir yatak edinsek dedik. Bunun üzerine Allah<br />

Resulü (sav):’’Benim dünya ile işim ve ilgim ne? Ben<br />

bu dünyada bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp<br />

giden bir yolcu gibiyim’’[Tirmizi rivayet etti]<br />

MÜSLÜMANLARIN CEMAATİNE YÖNELİK<br />

TEHLİKESİ:<br />

Amr İbn-i Avftan (ra) rivayet olunduğuna göre, Allah<br />

Resulü şöyle buyurdu : ‘’ … Allah’a yemin ederim<br />

ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben,<br />

sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın<br />

sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için<br />

yarıştıkları gibi sizinde yarışa girmenizden, dünyanın<br />

onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden<br />

korkuyorum’’[Müslim rivayet etti]<br />

SEVME KONUSUNDA DİKKATLİ OLMAK:<br />

Sevbân’dan (ra) rivayet olunduğuna göre, Allah<br />

Resulü şöyle dedi: ‘’ … Ve sizin kalbinize de vehn<br />

atacaktır. Birisi dedi ki ; Vehn nedir , ey Allah’ın<br />

Rasulü?’’ Dedi ki; Dünyayı sevmek ve ölümü kerih<br />

(çirkin) görmektir.’’[Ebu Davud rivayet etti]<br />

MÜSLÜMANIN DÜNYAYA KARŞI TUTUMU:<br />

Abdullah bin Ömer’den (ra) rivayet olunduğuna göre<br />

şöyle dedi : ‘’ Allah Resulü (sav) omuzumu tutarak<br />

şöyle buyurdu: Dünyada tıpkı bir garip hatta bir<br />

yolcu gibi davran! İbni Ömer(ra) şöyle derdi: Akşamı<br />

ettiğinde, sabahı bekleme! Sabaha çıktığında,<br />

akşamı bekleme! Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın<br />

vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için<br />

tedbir al!’’ [Buhari rivayet etti]<br />

12


DENEME<br />

KAYBEDİLMİŞ<br />

SAMİMİYET<br />

Ömer DOĞAN<br />

Allah Teala:<br />

“Onlar cehennemde, ‘Ey Rabbimiz! Bizi<br />

buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte<br />

olduğumuzdan başka ameller, salih ameller<br />

işleyelim.” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:)<br />

“Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt<br />

alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da<br />

gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için<br />

hiçbir yardımcı yoktur.” (Fatır,37) buyuruyor!<br />

Düşünelim!<br />

Kendi yaşamımızdaki işleyişe bakalım. Sadece,<br />

“samimiyetsizliğimiz” konusunda “samimiyiz”! Diğer<br />

bütün konularda davranışlarımız çelişiyor. Tek tutarlı<br />

olduğumuz nokta samimiyetsiz oluşumuz. Örneğin<br />

İslam’ın dayandığı temel esas, yani “La İlahe İllallah”<br />

hükmüne şahitlik yapmak zorundayız. Dilimiz ile<br />

bu samimiyeti sağlıyoruz ama fiillerimizde? Her<br />

işte hakimiyetin Allah’a ait olduğunu kabul etmek<br />

zorundayız. Peki bu samimiyetsizlikle nereye<br />

varacağız?<br />

Dışarıya çıkmadan önce gerekli hazırlıkları yapıp,<br />

kokular sürerek, en iyi elbiseleri giyerek “Allah’ın<br />

yarattığı kulun” yanına gidiyoruz. Peki, bizi “yaratan”<br />

Allah’ın yanına-huzuruna nasıl çıkıyoruz?<br />

Allah Teala düşünmemizi emrediyor! Düşünelim!<br />

“Hangimiz uyumadan önce Kur’an okuyup uyuyor?<br />

Ama sosyal medyaya bakmadan uyuyamıyoruz öyle<br />

değil mi?”<br />

İbadete, iyiliğe, yardımlaşmaya vaktimizin olmadığını<br />

söylerken zamanımızı kahvelerde, günlerde, evlilik<br />

programlarında heba ettik…<br />

İnfak edecek kadar paramızın olmadığını söylerken<br />

giyime, kuşama, süse ve sigaraya harcadık paramızı.<br />

Hatta yardımlaşmadan bahsederken Suriyelilerin<br />

sığınmasından şikayetçi olduk. Hicret edenlere<br />

Medineliler de mi şikayetçi oldu acaba bizim gibi?<br />

Allah Teala:<br />

“Kişiyi ve onu şekillendirene sonra da ona iyilik ve<br />

kötülük kabiliyeti verene and olsun ki, kendini arıtan<br />

saadete ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse<br />

de zarara uğramıştır.” (Şems, 7-10) buyuruyor. Bizler,<br />

düşünmeyi bir kenara bırakıp kendimizi arıtmayı<br />

unuttuk.<br />

Samimiyetin bilerek, isteyerek ve farkında olarak<br />

yapmak olduğunu unuttuk. Vücudumuzda çok<br />

çetin bir kavga var. Dilimiz bir şey söylerken diğer<br />

uzuvlarımız başka bir şey yaptı. Kendimize küstük,<br />

samimiyetimizi kaybettik. Samimiyetini kaybeden<br />

insan ahlakını da kaybetti…<br />

İnsanlık kendini kaybetti…<br />

13


DENEME<br />

TARİHE DE GELECEĞE DE<br />

SAHİP ÇIKACAĞIZ<br />

Mustafa Baki KAVURMACIOĞLU<br />

İmam Şafii’ye sorarlar:<br />

- Fitne zamanı Hak ehlini nasıl bulabiliriz?<br />

Cevap verir:<br />

- Düşman oklarını takip edin, sizi Hak ehline<br />

götürecektir.<br />

İmam Şafii, bulunduğu ortamda yanlışları eleyerek<br />

doğruya ulaşmaya değiniyor bu sözünde. Hak tek<br />

olduğu için (dolayısıyla) batıl çoktur. Batıl karanlık, Hak<br />

ise aydınlıktır. Hakk’a giden yol yorucu, zor, dikenlidir<br />

ama sonucundaki mükafatlar çekilen her sıkıntıya<br />

değerdir. Bizde Allah için Allah’ın izniyle Hakk’a<br />

yürüyenlerden olalım inşallah. (Amin.)<br />

Tıpkı Abdülhamit Han’ın yaptığı gibi...<br />

Bir devlet işini yapacağı zaman onu herkesle paylaşır<br />

ve herkesin görüşünü beklerdi. Bu işe karşı çıkanlar<br />

Yahudiler, Hristiyanlar, siyonistler olursa hemen o işi<br />

yapmaya koyulurdu. Bilirdi ki İslam düşmanlarının<br />

kabul edemeyeceği işlerin sonu hayra çıkardı Allah’ın<br />

izniyle. Abdülhamit Han, zekası ve liyakatıyla İslam<br />

düşmanlarına birçok yenilgiler yaşattı...<br />

Geçmişimizle övünürüz ama yaşayamayız. Adaleti<br />

ve liyakatı yeniden devlet yönetimimizde uygularsak,<br />

gelecekte geçmişimize ulaşabiliriz...<br />

Günümüze geldiğimiz zaman da durum farklı değil.<br />

Bütün dünya üzerinde oluşturulmaya çalışılan bir<br />

İslamofobi hareketi var. İslam’ın dünyaya yanlış<br />

anlatılmaya çalışıldığı bir hareket var.<br />

İslam’ın son kalesi olan bu güzel ülkemiz karşısında<br />

birleşiyor tüm kafir orduları. Yeniden Haçlı birliği<br />

oluşturuluyor. Ama biz Türkiye’miz liderliğinde bir<br />

İslam birliği oluşturduğumuz zaman Haçlılar ne<br />

yapsalar boş.<br />

Osmanlı’nın kurduğu İslam birliğinin dünyaya<br />

hükmetmesi gibi, Allah’ın izniyle, biz de Türkiye olarak<br />

vazifemizi yerine getireceğiz. Onların bıraktığı mirasa<br />

sahip çıkacağız. Atalarımıza olan vefa borcumuzu<br />

ancak böyle ödeyebiliriz.<br />

İslam için çalışarak, çabalayarak...<br />

14


DENEME<br />

SÜNNET ALIŞKANLIKTIR<br />

BİR BAKIMA<br />

Ömer Tayyip ILICA<br />

Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Mal, mülk ve çocuklar<br />

dünya hayatının çekici süsüdür. Sürekli olan salih<br />

davranışlar ise Rabbinin katında sevap bakımından<br />

daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha<br />

hayırlıdır.” ( Kehf 46 )<br />

Ziynet, insanoğlunun onunla süslendiği, güzelleştiği<br />

veya bir yerleri süsleyip güzelleştirdiği eşyaya<br />

(şeylere) verdiği isimdir. Kişi bu süsle kendini daha<br />

özel ve daha güzel hisseder. Rabbimizin buyurduğu<br />

üzere evladu ıyalimizin durumu da bizim için böyledir.<br />

Çoluk çocuğumuz, mal ve evladımız dünya hayatında<br />

bizim için bir süs ve övünç vesilesi olmakla birlikte aynı<br />

zamanda bir imtihan vesilesidir. Rabbimiz tarafından<br />

verilen bu nimetlerin şükrü kolay olmamakla birlikte,<br />

bunu başarabilmek de biz kullara verilmiş büyük bir<br />

lütuftur.<br />

Bu nimetlerin salih amellere dönüştürülmesi ise<br />

Rabbimizin üzerimizdeki en büyük haklarından biridir.<br />

İşte bu sebepledir ki Ashab-ı Kiram ve sonraki hayırlı<br />

nesiller yaşam tarzlarının odağına sünnete ittibayı<br />

yerleştirmişler ve çocuklarının yetiştirilmesinde,<br />

pratiği ve doğasıyla en güzel şekilde anlaşılan ve<br />

ayrıntılı bir şekilde hayatı yönetebilen bir eğitim<br />

sistemini uygulamışlardır.<br />

Hayatımızın vazgeçilmezi olarak tanımladığımız dünya<br />

nimetlerinin bizi Rabbimizden uzaklaştırdığı bir gerçek<br />

olmakla birlikte “Acaba hayatımızın vazgeçilmezi<br />

nedir?” sorusu herkesin cevabını araması gereken<br />

bir soru olsa gerektir. Evet, hayatımızın vazgeçilmezi<br />

nedir? Her insanın kendi kimlik ve kişiliğine göre<br />

cevaplar verebileceği bu sorunun tek yanıtı<br />

“alışkanlıklarımız” olmalıdır kanımca. Yani insanlar<br />

hayatlarında rutine bağladıkları şeylerden kolay<br />

kolay vazgeçemezler. Özellikle çocukluk edinimleri<br />

insanların bir ömür boyu bırakamadıkları alışkanlıkları<br />

arasında olabilmektedir. Bu sebeptendir ki ağaç<br />

yaşken eğilir… Ve bu sebeptendir ki İslâm toplumunda<br />

namaza başlama yaşı buluğa erme yaşı değil bilakis<br />

çocukluk dönemidir. Peygamber Efendimiz (sav) en<br />

fazla on yaşına kadar özel bir terbiye ile çocuklarımızı<br />

namaz kılar hâle getirmemizi istemiştir bizden. Bu<br />

biz müslümanlar için itaat edilmesi gereken kesin<br />

bir emirdir. Az da olsa devamlı olan ameller teşvik<br />

edilmiştir hep. Çok ve devamsız olanı değil.<br />

Bu mânâda sünnet, alışkanlıklarımızı Allah’ın<br />

dinine ve Peygamber Efendimizin (sav) yaşantısına<br />

uydurmamızdan başka bir şey değildir. Yani günün<br />

tamamını Allah için, Allah rızası için yaşamaktır<br />

sünnet. Hayata renk katmak ve hayatı tatlandırmaktır<br />

sünnet… Kuran’ı yaşama biçimidir sünnet… Ve<br />

dinin salih amelleridir, yaşamın hikmetidir sünnet…<br />

Kişi Rabbinin mağfiretini umarak ve salih amellere<br />

tutunarak cennete gidebilir ancak. Çünkü Müslüman,<br />

sünneti uygulayarak hem dünya huzurunu hem de<br />

ahiret mutluluğunu arayan kişidir. Ve bir yaşam tarzı,<br />

bir duruş çıkar ortaya. Zaten herkes kendi yapısına<br />

‘şakile’sine uygun iş yapmayacak mıdır dünyada<br />

ve bu işlerle gitmeyecek midir cennete veya<br />

cehenneme? Bizleri ebedi mutluluğa veya sonsuz<br />

bedbahtlığa götüren de zaten bu yaşam tarzımız ve<br />

vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımız değil midir?<br />

Ne dersiniz durup şöyle bir düşünsek ve bunu<br />

alışkanlık hâline getirsek mi?<br />

15


DENEME<br />

BİR ORMAN,<br />

UÇSUZ BUCAKSIZ<br />

Nurullah POSLU<br />

Bir orman, uçsuz bucaksız. Kime göre uçsuz, neye<br />

göre bucaksız?<br />

Genç, bakışlarını gökyüzüne yöneltiyor. Gençliği bile<br />

anlamsızken, havanın anlamsızlığı daha da karıştırıyor<br />

kafasını.<br />

Güneş var havada, ısıtmak için mi? Bulutlar da sıralı,<br />

yoksa ışığı kesmek için mi?<br />

Genç biraz daha bakınıyor etrafına. Tuhaf, orman<br />

sanki bir koridor. Sağı, solu birbirine kenetlenmiş<br />

ağaçlarla dolu. Birden düşünüyor genç. Her başarının<br />

bir planı, her binanın bir temeli olmalı. Elbette bir<br />

koridora bir kapı...<br />

Genç arkasını dönüyor. Yanılmıyor, devasa bir kapı<br />

fakat kapının kolu yok. Kolsuz kapı ne işe yarar?<br />

Genç düşünmek istiyor. Düşünülecek , düşünülmesi<br />

gerekecek o kadar mesele var ki... Bir yandan<br />

düşünmeye devam etmek istiyor, diğer yandan<br />

ormanı keşfetmek. Bir seçim yapmalı.<br />

Boğuluyor genç, düşüncelerinde boğuluyor.<br />

Tutunacak bir sayfa arıyor, boğuşanları kurtarabilmek<br />

için. Bir dakika! Yüzmeyi biliyor muydu acaba? Aklına<br />

geliyor, her doğan bebek, konuşmayı denemek için<br />

ağzını açmalı. Bir kulaç atıyor...<br />

Düşüncelerinden sıyrılıp yürümeye başlıyor, nedensiz<br />

bir tuhaflık var ormanda.<br />

Bir serçe acı içinde ötüyor, kanadı ağacın dalına<br />

sıkışmış. Genç uzanıp kırıyor ağacın dalını. Dal kırılıyor,<br />

serçe uçuyor...<br />

Devam ediyor. Üç kurt birleşmiş, bir yavru aslana<br />

saldırıyor. Bu esnada gencin gözü arkadaki çalılıklara<br />

takılıyor. Orada, ayrı ayrı duran aslanlara bakıyor.<br />

Devam ediyor...<br />

Bir sincap görüyor, yorgun ve bitkin. Ağzında onlarca<br />

fındık var. Bir çukur kazıp, fındıkları gömmeye çalışıyor.<br />

Son kez toprak attığında, gözleri kararıyor, bacakları<br />

titriyor, takati kalmadı. Açlıktan ölüyor...<br />

Acı içinde gülümsüyor genç, bir nebze olsun acı<br />

çekmese de... Ormanın sonuna geliyor. Tıpkı ilk<br />

baştaki gibi bir kapı çıkıyor karşısına. Hızlanıyor,<br />

koşmaya başlıyor, besbelli, kurtulmak istiyor bu<br />

ormandan. Kapıya ulaşıp kapının kolunu sıkıca<br />

kavrıyor, bir kez bulamamıştı o kolu, bu kez<br />

kaybetmekten korktuğundan daha da sıkıyor.<br />

Bu esnada gökyüzüne bakıyor. “O” serçe neşe<br />

içinde uçuyor. Elini koldan çekiyor, kollarını sıvıyor.<br />

Genç, geri dönüyor.<br />

Genç ormana dönüyor, daha nice ağaçları kırmak,<br />

sayısız serçeyi kurtarabilmek umudu ile...<br />

16


BİR AYET<br />

A’RÂF SÛRESİ<br />

79. ÂYET<br />

Esra ADAK<br />

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…<br />

“O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey<br />

kavmim! And olsun size Rabbimin risâletini<br />

tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz öğüt<br />

verenleri sevmiyorsunuz.” (A’râf Sûresi 79. âyet)<br />

Bu ayette bahsedilen Hz. Salih’tir. Ubeyt’in oğlu olan<br />

Hz. Salih Semud kavmine mensuptur. Semud kavmi;<br />

Ad kavminin de helak olduğu Hicr (Günümüzde: Suudi<br />

Arabistan’ın Hicaz bölgesi ile Suriye’nin Şam kenti<br />

arasında yer alır.) bölgesinde yaşamıştır. Burada uzun<br />

bir müddet ve zenginlik içinde yaşamışlar. Görkemli<br />

binalar yapmışlardır. Zamanla hak dinlerinden<br />

uzaklaşan Semud kavmi putlara tapmaya başlamış.<br />

Fesat çıkarmaya çalışmışlardı. Allahu Tealâ Semud<br />

kavmi tarafından güzel ahlakıyla bilinen Hz. Salih’e<br />

peygamberlik görevini verdi. Kavmi, Hz. Salih’teki<br />

fazileti gördüğü için Hz. Salih’in putlara tapmamasına<br />

karışmıyordu.<br />

Hz. Salih ayette de geçtiği üzere hak dine tebliğe<br />

başladı ve onlara öğütler verdi. Onlara içinde<br />

bulundukları zenginliğin geçici olduğunu, bu<br />

dünyada ebedi hayatın olmadığını, kendilerini<br />

isyana düşürenlerin onları ahiretteki azaptan<br />

kurtaramayacağını, kendisine tâbi olup doğru yola<br />

gelmeleri gerektiğini anlattı onlara. Ancak Semud<br />

kavminden pek az insan anlatılanlara inanmış, çoğu<br />

muhalefete devam etmiştir. Hz. Salih’i müminlerin<br />

önünde küçük düşürmek için bahaneler arıyorlar,<br />

çeşitli iddialarda bulunuyorlardı.<br />

Allahu Tealâ Semud kavminin sularını keserek onları<br />

cezalandırdı. Sadece bir kaynaktan su geliyordu. Bu<br />

kaynak içmek için yeterli olsa da bağ ve bahçeler için<br />

yeterli olmuyordu. Kavmi de Hz. Salih’in kendilerine<br />

bela getirdiğini düşündü. Bu yüzden onu eleştirmeye<br />

başladılar ve buna devam ettiler. Onun peygamber<br />

olduğuna inanmadıklarını, bir insanın peygamber<br />

olamayacağını söylediler. Peygamberliğini kanıtlaması<br />

için kayadan kızıl tüylü ve on aylık hamile bir deve<br />

çıkarmasını istediler. Bu takdirde ona inanacaklardı.<br />

Hz. Salih Allah’a dua etti ve iki rekat namaz kıldı.<br />

Ardından Allah’ın izniyle kayadan istedikleri gibi bir<br />

deve çıktı. Ancak bu mucizeyi görenlerden pek azı<br />

iman etti. Diğerleri muhalefete devam ettiler. Hz. Salih<br />

Semud kavmine sularının bir gün devenin bir gün bir<br />

onların nöbetinde olacağını, bu devenin içmesine<br />

ve kırlarda otlamasına mani olmamalarını, ona zarar<br />

verdikleri takdirde felakete uğrayacaklarını söyledi.<br />

Semud kavmi ayette de geçtiği üzere kendilerine<br />

öğüt verilmesini sevmiyordu çünkü Hz. Salih’in<br />

tebliğini ve öğütlerini kabullenince hayatlarının<br />

değişmesinden korkuyorlardı. Bu yüzden bu<br />

mucizeye, kendileri için acı olan bu gerçeğe,<br />

öfkelenip, Hz. Salih’in bu öğüdünü de dinlemeyerek<br />

deveyi boğazladılar. Deveyi boğazlamalarıyla Semud<br />

kavmine felaketler gelmeye başladı. Hz. Salih ve<br />

iman edenler Allah’ın verdiği emir üzerine o kentten<br />

ayrıldılar. Onlar kentten ayrıldıktan sonra gökten pek<br />

müthiş bir ses geldi. Bunun etkisiyle bu münkir kavim<br />

kalpleri parçalanarak helak olup gitti.<br />

Hz. Salih Semud kavmine tebliğ etmiş, hak yola<br />

gelmeleri için öğütler vermiş. Semud kavmi tüm bu<br />

tebliğ ve öğütlere rağmen sapıklıktan vazgeçmeyip<br />

Hz. Salih’in Allah’a olan davetine icabet etmemiştir.<br />

Bu sapık kavim kayadan deve çıkmasına rağmen Hz.<br />

Salih’i sihir yapmakla suçlayıp mucizeyi inkar etmiştir.<br />

Deveyi boğazlayarak felaketin gelmesine sebep<br />

olmuştur. Deveyi boğazlayan bir kişi de olsa diğerleri<br />

onun arkasında oldukları için helak tüm kavme<br />

gelmiştir. Hz. Salih de tebliğ görevinin gereği olarak<br />

onlara yüzünü çevirmiş, onları terk etmiştir.<br />

17


BİR HADİS<br />

MÜ’MİNİN<br />

MÜ’MİN ÜZERİNDEKİ HAKLARI<br />

Beyza ÖZDEMİR<br />

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mü’minin<br />

mü’min üzerinde altı hakkı vardır:<br />

Hastalandığında ziyaret eder, öldüğünde<br />

cenazesinde bulunur, çağrıldığında davetine icabet<br />

eder, karşılaştığında ona selam verir, aksırdığında<br />

‘elhamdülillah’ derse ‘yerhamükallah’ der,<br />

varlığında ve yokluğunda onun hakkında samimi<br />

olur ve nasihate devam eder.” (Nesai)<br />

Geçen cumadan beri aklını kemiren kelimeler onu<br />

harekete geçirememişti. Kendini sorgulamaktan<br />

yorgun düştü. Sorgusunu da tamamlayamıyordu<br />

aslında. Vicdanı rahat değildi. Mü’minin mü’min<br />

üzerinde altı hakkı olduğunu duymuştu hutbede.<br />

Kendisini mü’min olarak nitelendiriyordu. Altı tane<br />

iman esasını çocukluğundan beri bilirdi. Allah’a,<br />

meleklerine iman etmişti. Bunlar tam bir mü’min<br />

olmak için yeterli miydi? Hastalandığında onu<br />

(hastayı) ziyaret etmek, demişti imam. Amcasının<br />

hasta olduğunu, durumunun kötü olduğunu<br />

duyduğunda onu ziyaret etmek niye zor gelmişti ki,<br />

belki de gereksiz görmüştü. Yine geçenlerde bir<br />

komşusu vefat ettiğinde babasına “Senin gitmen<br />

yeterli olur herhalde.” demişti. Ama hadiste öyle<br />

demiyordu. “Öldüğünde cenazesinde bulunur.”<br />

diyordu. Sağlığında, hastalığında yanında olduğumuz<br />

kişiye karşı son görevimiz de cenazesinde bulunmak,<br />

ona olan saygımızın ve sevgimizin göstergesidir, diye<br />

anlatılmıştı hutbede.<br />

Cumaya gittiği gün liseden bir arkadaşıyla karşılaştı.<br />

Düğünüm var dedi, eline bir davetiye tutuştururken.<br />

Gelirim müsait olursam diye karşılık verdi. Düğün<br />

günü geldiğinde kendini çok yorgun hissettiği için<br />

düğüne katılamadı. Hadiste ise davete icabet etmek<br />

gerekir buyruluyordu. Mü’min miydi gerçekten,<br />

hangisini yapmıştı hadiste belirtilen özelliklerden?<br />

Günde kaç kişiyle karşılaşıyordu anıdık, yabancı?<br />

Niye hiç konuşmadan geçip gidiyorlardı? Sadece<br />

bir saniyemizi alan selam vermek… Hem karşılığında<br />

birçok sevap, hem de kardeşine bir dua… Mü’min<br />

kardeşinle arada oluşacak sıcaklık, sevgi, merhamet<br />

bir selam ve tebessüm ile olacak şeyler değil mi?<br />

Bunları yapmadığını düşünürken bir şeyin de farkına<br />

vardı. Dinimiz merhametli, kardeşine karşı düşünceli,<br />

saygılı insanlar olmamızı istiyordu. Ki aksırdığında bile<br />

ona dua etmemizi istemişti.<br />

Dinimiz aynı zamanda mü’minler arasında<br />

güven duygusu oluşturmayı da amaçlıyordu. Hz.<br />

Peygamber’in “Varlığında ve yokluğunda onun<br />

hakkında samimi olur.” buyurması bunun göstergesi<br />

olmalıydı. İki yüzlülükten, gıybetten de sakındıran bir<br />

ifadeydi bu. Varlığında da yokluğunda da… Sevmediği<br />

bir iş arkadaşı vardı. Annesine anlatırdı hep bazı<br />

huylarını. Ertesi gün işe gidince de konuşurdu tüm<br />

samimiyetiyle (!) yapmacık samimiyetiyle… Oysa<br />

Müslüman Müslümanın samimiyetine inanmalıydı.<br />

Kendini ve davranışlarını düzeltmesi gerekiyordu.<br />

Mü’min kardeşlerine karşı görevleri vardı. Gözünde<br />

büyüttüğü bu vazifeler ne kadar zor olabilirdi ki?<br />

İşe giderken gördüğü insanlara selam vermişti. Bir<br />

huzur hissetmişti sanki. Akşam da arkadaşını aramıştı,<br />

davetine katılamadığı için üzgün olduğunu belirtmiş,<br />

ziyaretine geleceğini söylemişti. Bir haftadır sıkışan<br />

vicdanında biraz gevşeme olmuştu.<br />

18


TARiH<br />

ÇANAKKALE<br />

GEÇİLDİ Mİ?<br />

Mustafa GÜLDAĞI<br />

-Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Müslümanları birlik içinde<br />

tutan “Hilafet ”1924’te İngilizlerin baskısı ile kaldırıldı.<br />

-1925’te “Şapka Kanunu” çıkarılarak İngiliz şapkasını<br />

giymeyen asıldı, gerici, yobaz ilan edildi.<br />

-1925’te kabul edilen yasa ile Hicri Takvim kaldırıldı<br />

ve yerine Hristiyanların takvimi olan “Miladi Takvim”<br />

kabul edildi. Her takvimin bir kültürü vardır. Takvim<br />

kültürünü de beraberinde getirir. Miladi takvimin<br />

kabulü ile Noel Bayramı kutlama geleneği oluştu.<br />

Bir takvim değişikliği bu geleneğin bizde oluşmasını<br />

sağladı. Hicri Takvim’in ayları unutulmasın diye<br />

halkımız yeni doğan çocuklarına Ramazan, Şaban,<br />

Recep isimlerini verdi.<br />

- Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kendi inanç ve<br />

kültürümüze uygun kanun ve yasaları bırakıp<br />

İsviçre’den Medeni Kanunu, Almanya’dan Ticaret<br />

Kanunu’nu İtalya’dan Ceza Kanunu’nu aldık.<br />

-1928’de Osmanlı Alfabesi kaldırılarak yerine “Latin<br />

Alfabesi” konuldu. Kültür ve mazi katledildi. Yüz yıl<br />

önce yazılan eserleri okuyamaz hâle geldik.<br />

- 1932’de ezanın aslını yasaklandı, “Tanrı Uludur…”<br />

şeklinde güya Türkçesi okutuldu.<br />

- Atatürk’ün teşviki ile 1932’de dünya güzellik<br />

yarışması için Belçika’ya Keriman Halis adında<br />

bir kız gönderdik. Sütyen ve mayo ile Avrupalı<br />

jürinin karşısına çıkınca, jüri bir Türk kızını bu halde<br />

karşılarında gördükleri için Avrupa’nın zaferidir diye<br />

sevinip kızı birinci seçtiler. Atatürk de buna sevinip<br />

Keriman Halis’e ECE soyadını verdi. Keriman Halis<br />

ECE oldu. ECE kraliçe demektir.<br />

- İlerleyen yıllarda dini neşriyat, elifba ve Kur’an<br />

yasaklandı. Millet bunları gizli saklı yerlerde öğrenmek<br />

zorunda kaldı.<br />

-Ülkemizdeki vergi rekortmenlerinden bir tanesi<br />

birçok genelevin sahibi olan “Matild Manukyan’dır.”<br />

Şu an hayatta olmayan Ermeni kökenli Türk genelev<br />

patroniçesi, işlettiği genelev sayısını 37’ye çıkarmıştı.<br />

Genelevlerden kazandığı paraları gayrimenkule<br />

dönüştürerek ailesinden kalan gayrimenkul sayısını<br />

artıran Manukyan altı kez vergi rekortmeni olarak<br />

çeşitli ödüller aldı.<br />

- Faizli bankalar, alkol satan dükkan ve mağazalar,<br />

resmi ve gayrı resmi fuhuş arttı. Şu anda Türkiye’de<br />

60 genelev bulunmaktadır.<br />

SONUÇ: Çanakkale Geçilmez geçilmedi de!<br />

Ah “duygusallık” sen yok musun? Bir asırdır bizi esir<br />

eden sensin ey duygusallık! Ve sen ey esir edici!<br />

Seninle de hesabımız bitmedi.<br />

19


BiREY VE TOPLUM<br />

BİREY OLMAK YA DA<br />

KUL OLMAK – 3<br />

İsa ARI<br />

Önceki yazılarımızda İslam, insana üç yönlü<br />

üstünlük tanımıştır:<br />

1. İsmet ve Himayede Üstünlük:<br />

Bu üstünlük üstünlüklerin en genişi, en eskisi, en<br />

kapsayıcısı ve en devamlısıdır. İnsan bu üstünlüğü<br />

doğuştan, hatta ana rahminde cenin hâlinde iken<br />

kazanmıştır. Bu öyle bir üstünlük ki, onun kazanılması<br />

için ne maddi ne de manevi bir karşılık ödenmez. O,<br />

kuluna Allah tarafından bir bağıştır.<br />

2. İzzet ve Efendilikte Üstünlük:<br />

İslam’ın insana tanıdığı, bu ikinci mertebe üstünlük<br />

de, birinci üstünlük gibi insanda fıtraten/doğuştan<br />

mevcuttur, umumi ve doğuştandır. İnsanın<br />

yeryüzündeki ve yer altındaki tüm varlıklardan üstün<br />

olma şerefi, ona ne bir cin, ne de bir melek, ne de<br />

bir peygamber tarafından verilmiştir. Bu ancak Allah<br />

tarafından verilen bir nimet ve ikramdır. Ancak bu<br />

üstünlüğün kadri kıymetini herkes takdir edemez.<br />

Allah’ı gereği gibi tanıyamayan insanlar, Allah’ın<br />

kendilerini üstün kılmasının farkına varamazlar.”<br />

demiştik. Bu yazımızda da İslam’ın insana kazandırdığı<br />

üstünlüklerin 3. yönünü izah etmeye çalışacağız.<br />

3. İstihkak/Kazanılan ve Kazançta Üstünlük:<br />

“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir<br />

şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir.<br />

Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm,<br />

39-40-41) İslam’ın insana tanıdığı üçüncü mertebe<br />

üstünlük, insanın kendi çalışma ve başarısının<br />

karşılığı olarak verilmiş bir üstünlüktür. İnsan kendi<br />

kişisel kudretlerini kullanarak, plan ve programlarını<br />

gerçekleştirmedeki ciddiyet ve gayreti ölçüsünde,<br />

dünyevi güç ve isteklere karşı direnerek, Rabbinin<br />

emirleri ve hidayeti doğrultusunda, şeytanın aldatma<br />

ve vesvesesine karşı uyanık bulunarak yüksek insani<br />

mertebelere erişecektir.<br />

İnsanın ancak çalıştığı çabaladığı ve yaptığı şeyler<br />

hesaplanır. Bunun dışında başkasının amelinden<br />

onun payına hiçbir şey işlenmez. Başkasına verilmek<br />

üzere onun amelinden hiçbir şey de eksiltilmez.<br />

Ancak üç amel müstesna: kendisi için dua eden<br />

salih bir evlattan, ardında kalan devamlı hayırdan,<br />

faydalanılan ilimden. Bu üç amel kişinin kendi eliyle<br />

yaptığı amelleridir. Hiçbir çalışma, amel ve kazanç<br />

kaybolmaz.<br />

Kuran-ı Kerim’de Rabbimizin bizi uyarıp hatırlattığı,<br />

insanı/bireyi, mü’minleri uyanık kılan amellerden<br />

bazıları:<br />

İman edip, salih amellerde bulunurlar.<br />

(Bakara Suresi, 25)<br />

Allah’tan korkup sakınırlar. (Al-i İmran Suresi, 15)<br />

Bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar.<br />

(Al-i İmran Suresi, 134)<br />

Öfkelerini yenenler. (Al-i İmran Suresi, 134)<br />

İnsanları affedenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 134)<br />

Allah iyilik edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 134)<br />

Çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da nefislerine<br />

zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp, hemen<br />

Günahlarından dolayı bağışlanma isterler.<br />

(Al-i İmran Suresi, 135)<br />

Yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmezler. (Al-i<br />

İmran Suresi, 135)<br />

Allah’a ve elçisine itaat ederler. (Nisa Suresi, 13)<br />

Namazı kılarlar, zekâtı verirler, elçilere inanır, onları<br />

savunup desteklerler. (Maide Suresi, 12)<br />

Doğru sözlüdürler. (Maide Suresi, 119)<br />

İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda<br />

mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe<br />

bakımından Allah katında daha üstündürler.<br />

Kurtuluşa erenler de işte onlardır. (Tevbe Suresi, 20)<br />

Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir. (Necm, 42)<br />

Son varışın Rabbimize olduğu bilinci ile yaşamamız<br />

duası ile….<br />

20


EĞiTiM TERBiYE<br />

ÇOCUK VE<br />

DUA<br />

İdris GÖKALP<br />

Dua, bir ibadettir, dua kulluğun özüdür, dua Rabb’e<br />

dönüş ve yönelişin adıdır. Kulluktan bahsedilen<br />

bir yerde, duadan bahsetmemek mümkün<br />

değildir. Zaten, Allah (cc) da “Duanız olmazsa ne<br />

ehemmiyetiniz var!” (Furkan, 77) buyurmuyor mu?<br />

Ve “Dua edin kabul edeyim.” (Mü’min, 60) diyen de<br />

bizzat Kendisi değil mi?<br />

İnsan için fıtri bir kaynak olan dua, çocuğun iç ve dış<br />

dünyasında ona farklı bakış açıları kazandırabilecek<br />

olan bir ritüeldir. Dua etmek çocuğun dini bilincini<br />

besler ve onu din eğitimine hazır hâle getirir. Dua<br />

eden çocukta, Allah inancı ve dine dair soyut<br />

kavramlar aklında belirmeye başlamıştır.<br />

Çocuk eğitimi dua ile başlar. Dua eğitimine, Yüce<br />

Allah’ın (cc) çocuklara tanıtılması ve sevdirilmesi ile<br />

başlanabilir. Allah’a imanın temel bir tezahürü olarak<br />

dua etmenin önemi üzerinde durulabilir. İnsanın<br />

isteklerine cevap verebilecek yegâne güç ve kudret<br />

sahibinin Allah olduğu, yetişmekte olan çocuklara<br />

ve gençlere güzel bir şekilde verilmelidir. Bir çocuk,<br />

yöneldiği kapının yüce, kendinin de oldukça zayıf<br />

olduğunun farkında olursa, duanın mahiyetini daha<br />

iyi idrak eder. Dua eğitiminin vazgeçilmez temel şartı<br />

Allah’a imandır.<br />

Çocuklara ezberletilen çeşitli dualar onların Allah’a<br />

yaklaşımını sağlayacaktır INCLUDEPICTURE “http://<br />

www.mumsema.org/images/smilies/nokta.gif”\*<br />

MERGEFORMATINET İnanmanın temelini sağlam<br />

atmak ve çocukta dini kavramları oluşturmak açısından<br />

dua çok önemli bir yer tutar INCLUDEPICTURE<br />

“http://www.mumsema.org/images/smilies/nokta.gif”<br />

\* MERGEFORMATINET<br />

Bilinçli bir dua eğitimi, çocuklarımızda tevhidî bir<br />

anlayışın oluşmasını sağlayacaktır. Fatiha Suresi’ni<br />

anlamıyla öğrenen bir çocuk, Allah’tan başka<br />

kimseden yardım istenmeyeceğini ve sadece O’na<br />

dua edileceğini bilir. Duada tevhid önemli bir konudur.<br />

Kur’an-ı Kerim’de “Rabbini, içinden yalvararak ve<br />

korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah aksam<br />

zikret ve gafillerden olma.” (Araf 205) ayetinde<br />

samimiyetle ve sesini yükseltmeden dua edilmesi<br />

tavsiye edilmektedir.<br />

Çocukların küçük yaştan itibaren başkaları için de dua<br />

etmeye yönlendirilmesi gereklidir. Anne-babaları,<br />

arkadaşları, sevdiği insanlar ve tüm insanlar için dua<br />

etmeye yönlendirilmeleri onların sosyal gelişimlerine<br />

katkıda bulanacaktır.<br />

Sonuç olarak çocuğumuzun eğitiminde ve manevi<br />

terbiyesinde önemli bir öneme sahip olan duanın ilahi<br />

bereketinden kendimizi ve çocuklarımızı mahrum<br />

etmemeliyiz. Ne mutlu Bize şahdamarımızdan<br />

daha yakın olan Allah’a her daim samimi dua ile<br />

yaklaşanlara…<br />

Çocuğumuza dua etmenin adabını öğretmeliyiz.<br />

21


EDEBiYAT<br />

AZİZ-İ VAKT İDİK<br />

A’DÂ ZELİL KILDI BİZİ<br />

Mehmet KÜLAHLIOĞLU<br />

Yıkılıpdur bu cihan sanma ki bizde düzele<br />

Devlet-i çerh-i denî verdi kamu müptezele<br />

Şimdi ebvâb-ı saâdette gezen hep hezele<br />

İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem Yezel’e<br />

Adı: III. Mustafa<br />

Babası: Üçüncü Ahmed<br />

Annesi: Mihrimah Sultan<br />

Doğumu: 28 Ocak 1717<br />

Vefatı: 21 Ocak 1774<br />

Saltanatı: 1757 - 1774 (17 Sene)<br />

III. Mustafa’nın yukarıdaki dörtükte söylediği şudur:<br />

Osmanlı devlet düzeni (Cihan dediği Osmanlı<br />

Devleti olmalı!) iyice bozuldu, benim zamanımda da<br />

(benim yönetimim altında da) bunun düzeleceğini<br />

sanmıyorum. Çünkü:<br />

Felek, memleket işlerini ehil olmayan, değersiz<br />

insanların eline verdi.<br />

Şimdi saadet kapısında gezenler (devlet işlerinde<br />

çalışanlar) hep o yüzsüzlerdir.<br />

İşimiz Allah’ın merhametine kaldı.<br />

III. Mustafa’ya yukarıdaki mısraları yazdıran<br />

sebepleri çok düşünmüşümdür. Devletin geriye<br />

gittiğinin farkındadır. Olayların Müslümanların lehine<br />

gelişmediğinin farkındadır. Etrafında güvenebileceği<br />

insanların az oluşunun farkındadır. Bir çaresizlik<br />

içinde kıvranmaktadır.<br />

Peki Osmanlı’yı bu duruma düşüren nedenleri<br />

müsteşrik gözüyle yorumlamak zorunda mıyız?<br />

Osmanlı Batı’daki gelişmeleri iyi izleyememiş<br />

geri kalmış ve yıkılmıştır. Bu ifade, içinde Batı’ya<br />

köleliği barındıran bir anlam içermekten öteye<br />

geçmez. Görünen o ki toplumda samimiyet azalmış,<br />

İslam’ın ancak adı kalmış, toplumun bir kısmı<br />

Yahudileşme temayülü ile dünyevileşmiş bir kısmı<br />

da dünyadan el etek çekerek Hristiyanlaşmıştır.<br />

İfadeler ağır olabilir. Ama doğrudur. III. Mustafa’nın<br />

anlattıkları De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız,<br />

kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız<br />

mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir<br />

ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan,<br />

peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha<br />

sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar<br />

bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”<br />

(Tevbe, 24) âyetinin mücessem hâlidir<br />

III. Mustafa’nın vefatından yaklaşık on yıl sonra<br />

dünyaya gelen Keçecizâde İzzet Molla<br />

“Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin<br />

Bülbül hamûş havz tehî gülistan harâp”<br />

“Artık dünyanın öyle bir bahar mevsimine vardık ki:<br />

Bülbül susmuş, havuz tenha, gül bahçesi harap<br />

olmuş.”<br />

diye feryat edecektir. Sonrası mâlum. Osmanlı<br />

Devleti’ne 1923’te kendi ellerimizle son verdik.<br />

Amacımız dünyaya cenneti getirmek değil. Dünyada<br />

bir cennet kurmak değil. Kötüler ve kötülük her<br />

zaman var olacak, imtihan da sürüp gidecek. Ancak<br />

bu dünyada kötülüğü en aza indirmek, adaleti tesis<br />

etmek de Müslümanın vazifesi: “Baskı ve şiddet<br />

kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya<br />

kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse,<br />

şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir.<br />

(Enfal, 39)<br />

Bu duruma düşmemek için ne yapmalı? Cevap belli.<br />

Hayallerimize bile Kur’an (İslam) libasını giydirmeliyiz.<br />

Hayatımız, günlük yaşamımız, hayallerimiz,<br />

imgelerimiz İslam libasını giymeli. Ölçümüz, ölçütümüz<br />

öncelikle J. J. Rousseau, Voltaire, Dostoyevski, Van<br />

Gogh, Shakespeare… olmamalı.<br />

Andelîb-i zârı berg-i gülle tekfîn ettiler,<br />

Bir Gülistân beytini üstüne telkîn ettiler.<br />

İzzet Molla<br />

Son söz:<br />

Allah’a dayan sa’ye sarı hikmete râm ol,<br />

Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol!<br />

Mehmet Âkif Ersoy<br />

22


UYANDIRMA SERViSi<br />

Abdullah bin Ömer (r.a) diyor ki :<br />

“Bizlere Kur’an verilmeden önce iman verildi.<br />

Size ise iman verilmeden önce Kur’an verildi.<br />

Bu sebeple sizler bu Kur’an’ı değersiz hurma taneleri gibi<br />

saçıp duruyorsunuz.”<br />

(Hakim, Müstedrek, I, 91.)<br />

23


KiTAP TANITIM<br />

ŞAHSİYET<br />

MESELESİ<br />

Yunus ÇİMEN<br />

Değerli okurlar bu ay size Müslümanların<br />

şahsiyetini âyet ve hadislerle anlatan<br />

“MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİ” adlı kitabı<br />

tanıtacağım.<br />

“İlim talep etmek her Müslümana<br />

farzdır.”<br />

(İbn-i Mace)<br />

Safvan b. Assal el-Muradi (r.a.), Peygamber (s.a.)<br />

mescitteyken ona geldi ve dedi ki:<br />

-Ben ilim öğrenmeye geldim.<br />

Rasulullah:<br />

Merhaba ilim talebesi, hiç şüphe yok ki melekler ilim<br />

talep edeni kanatlarıyla örterler. Sonra da onun talep<br />

ettiğine (ilmi) sevgilerinden üzerine dünya semasına<br />

ulaşıncaya kadar birbirlerinin üzerine yığılırlar.<br />

(Ahmed, Taberani) İlmin faziletine ve teşvikine işaret<br />

eden birçok deliller vardır. Bu yüzden de gerçek<br />

Müslüman ya öğreten ya da öğrenendir.. (kitaptan<br />

bir bölüm)<br />

Kuran ve sünnette insanın Rabbi kendisi ve yaşadığı<br />

topluma yönelik bütün ilişkilerini ve yaşam tarzını<br />

kuşatan temel prensipler bulunmaktadır. İslam’ın bu<br />

hükümler ile şekillendirdiği Müslüman şahsiyeti eşsiz<br />

ve örnek bir insan tipidir. Bu değerler ile donanan<br />

Müslüman, toplum içinde üstün değerlere sahip bir<br />

birey olarak seçkin bir konuma sahip olur….<br />

Bu eser bir Müslümanın Rabbine, kendisine, ailesine,<br />

yakın çevresine ve içinde yaşadığı topluma karşı<br />

olan sorumluluklarını dile getirmekte, diğer insanlara<br />

sevgi ve saygıya dayalı ilişkiler kuran bir şahsiyete<br />

sahip olması için gerekli hususları kuran ve sünnetten<br />

hareket ederek açık ve yalın bir şekilde sunmaktadır…<br />

Prof. Dr. M.Ali Haşimi’ye ait olan eser Risale<br />

Yayınları’ndan çıkmış ve 300 sayfa, çevirisini Resul<br />

Tosun’un yaptığı bu eseri keyfle okuyacağınızdan<br />

eminim.<br />

İlmiyle ilimlenmeniz temennisiyle…<br />

Kitabın bir çeviri ancak çeviri eserlerde görülen<br />

bunaltıcı dil bu kitapta hiç hissedilmiyor. Ayrıca bu<br />

eserin İngilizceye de çevrilmiş olması kitabın değerini<br />

gösteriyor…<br />

24


SAĞLIK<br />

BEL<br />

FITIĞI<br />

Ümit DURAN<br />

Fıtık, iç organlardan bir parçanın, genellikle<br />

bağırsak bölümünün karın çeperlerini geçip<br />

deri altında ur gibi bir şişkinlik yapması, kavlıç,<br />

yarımlık olarak adlandırılır. Bel fıtığı ise omurganın bel<br />

kısmında bulunan beş adet omur ve dişten oluşur. Bu<br />

kısım vücut ağırlığının en fazla yük taşıyan bölgesidir.<br />

Omurların arasında bulunan disklerin herhangi birinin<br />

zorlanması sonucu diskin dış kısmının yırtılarak iç<br />

kısımda bulunan çekirdeğin dışarı doğru çıkarak<br />

buradan bacaklara doğru giden sinirlere bası yapması<br />

sonucunda belde kalçada ve bacakta karıncalanma,<br />

uyuşukluk, halsizlik ve ağrı oluşturmasıdır.<br />

Nedenleri<br />

1.Obezite<br />

2.Hareketsizlik<br />

3.Sigara Kullanımı<br />

4.Günlük Yaşamda Omurga Fizyolojisine Uygun<br />

Şekilde Hareket Etmemek<br />

5.Meslekle İlgili Faktörler<br />

- Masa başında iş yapan kişilerin öne doğru veya<br />

yana doğru sürekli olarak eğik durmaları<br />

- Otobüs, kamyon, tır gibi uzun yol şoförlerinin<br />

sürekli direksiyon başında durdukları için bel<br />

bölgesine aşırı derecede yük binmesi sonucu vücut<br />

postürlerinin bozulması<br />

- Ağır iş yükü olan meslek alanları<br />

- Futbol, halter, kürek ve güreş gibi spor dalları<br />

Bel Fıtığına Yol açabilecek Pozisyonlar<br />

• Yerdeki cisimleri dizleri kırmadan eğilerek<br />

kaldırmak<br />

• Dizleri kırmadan eğilerek ağır cisimleri itmek,<br />

çekmek<br />

• Masa başında bel desteği olmadan uzun süre<br />

oturmak<br />

• Elde uzun süre ağır yük taşımak<br />

Korunmak İçin<br />

• Günlük egzersiz<br />

• Kilo vermek<br />

• Uzun süre oturuyorsak eğer belirli aralıklarla<br />

kalkılarak gezinerek hafif kuvvet egzersizleri<br />

yapılmalı<br />

• Bel korsesi kullanılmalı<br />

• Ağır işlerden kaçınılmalıdır.<br />

25


iKTiBAS<br />

Osmanlı’nın son dönem aydınları ve hatta<br />

âlimleri Devlet-i Aliyye’yi kurtarmak adına<br />

sahip oldukları zihni birikim ve zenginlikleri<br />

küçümsemekten, hatta reddetmekten kaçınmamışlar,<br />

buna mukabil Avrupa pazarında fikir adına tedavüle<br />

sokulan değerli – değersiz ne varsa (ulaşabildikleri<br />

kadarıyla) onları önemseyip öne geçirmeyi ihmal<br />

etmemişlerdi. Mehmet Akif merhumun, devrinin klasik<br />

Arapçayı çok iyi bilen dört kişiden biri olduğu, hatta bu<br />

hakikatı o bildik bütün tevazuuna rağmen bizzat itiraf<br />

ettiği hâlde, kendisinin bu meziyetinin neredeyse<br />

bir hiç mesabesinde görüp sırf gündelik Arapçayı<br />

konuşmadığı için klasik eğitimi Birgivi Arapçası deyu<br />

hafife alması gibi, o dönem münevveranı da mensubu<br />

bulundukları ilim ve kültür geleneğinin kendilerine<br />

kazandırdığı vasıflarla öğünmek yerine, kazandır(a)<br />

madığı vasıfların mahrumiyeti ile dövünüyorlardı.<br />

O en çetin Arapça klasikleri kolaylıkla okumayı<br />

mümkün kılan Emsile-Bina-Avamil külliyatı suçlu idi;<br />

zira imparatorluğu kurtarmak isteyenlerin hiçbir işine<br />

yaramıyordu. Onların işine yarayacak olan mesela bir<br />

lügat-ı Fransevi idi.<br />

Bir müessese iflas ettiğinde, herhalde o müessesenin<br />

akl-ı selimini yitirmiş hâlde bulunan sahibini çileden<br />

çıkaracak yegâne tavsiye, kendisinden namuslu ve<br />

ahlaklı olmaya devam etmesini istemek olacaktır.<br />

Çünkü lafı hazırdır:<br />

“Bugüne kadar namuslu olduk da ne oldu sanki?”<br />

Dücane CÜNDİOĞLU / Keşf-i Kadim<br />

26


ACI<br />

seni de vururlar bir gün ey acı<br />

uçuşup durduğun kanatlarından<br />

sazın, sözün, türkülerin tükenir<br />

ellerin koynunda kalakalırsın<br />

şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı<br />

gül açan yüzlerimizde<br />

göğeriyor rengin senin de<br />

biz seni<br />

tâ eskiden tanırız<br />

hani göğüslerimize taş olur inerdin<br />

avuçlarımızda hira dağıydın<br />

al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde<br />

akdeniz rüzgarlarına karışan sendin<br />

biliyorum<br />

hiçbir tarih yazmayacak ve bir<br />

sır gibi kalacak yakılan kitaplarda<br />

göbek bağı anasından henüz çözülmemiş<br />

bebelerimize<br />

mitralyözlerin washingtondan ayarlandığını<br />

seni de yakarlar bir gün ey acı<br />

bir taptuk kul gözlerinden vurursa<br />

parmakların eğri ağaç tutmaz<br />

çığlıkların çağlar aşar duymazsın<br />

ve ben biliyorum<br />

örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı<br />

ve ibrahim’in baltasını<br />

biliyorum<br />

nereden başladı bu kesik dans<br />

ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü<br />

insanlar kim<br />

kim kimin yanında<br />

kim kimin karşısında<br />

meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim<br />

üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız<br />

çantasında kimin fotoğrafını taşıyor<br />

kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar<br />

neden gülüyorlar ki<br />

seni de vururlar bir gün ey acı<br />

filistin’de sapan taşlı çocuklar<br />

dalın, kolun, fidelerin budanır<br />

kuru bir kütükle kalakalırsın<br />

öyle bakmayın balkonlarınızdan<br />

fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,<br />

damarlarımızı yırtıyor<br />

tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları<br />

pompalıyor yüreğimize<br />

pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,<br />

çeçenyada yiğitler<br />

inancın emeğin / ve aşkın<br />

kılcal damarlarına ulanıp sustular...<br />

ve ne bağdattan<br />

ne şamdan<br />

ne mekkeden<br />

ne diyarıbekirden<br />

ne istanbuldan<br />

ne buharadan<br />

bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi<br />

duymuyor<br />

seni de vururlar bir gün ey acı<br />

halepçede soldurulmuş gül gibi<br />

bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın<br />

suskun, sıcak, uzun yaz geceleri<br />

ve siz<br />

ey analar,<br />

hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler<br />

söylerdiniz<br />

hani siz, fatihler doğururdunuz...<br />

gelin kızların giysileri kirletildi<br />

çocuklar hep yetim kaldı<br />

‘elem yecidke yetimen feava’<br />

ve ben biliyorum<br />

ben biliyorum<br />

istanbulun<br />

bağdatın<br />

diyarıbekirin<br />

mekkenin<br />

buharanın<br />

birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü; sonra<br />

ey insan<br />

ey insanlık<br />

ayağa kalk<br />

kolları ve bacakları budanmış delikanlıları<br />

boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları<br />

gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu<br />

çocukları<br />

gelişmiş laboratuvarlarınızda dikkatle inceleyin<br />

ve bir gün<br />

bu dünya<br />

gül bahçesine dönecek<br />

bunu böyle bilin; ve<br />

unutmayın…<br />

Ferhat KARAÇAM

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!