23.05.2017 Views

SEVİYE BİLİM KÜLTÜR SANAT DERGİSİ SON BASIM

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Ö<br />

Z<br />

E<br />

L<br />

YASAMKENT .<br />

BILIM<br />

<strong>KÜLTÜR</strong><br />

<strong>SANAT</strong><br />

DERGISI<br />

ANADOLU LISESI


EDİTÖRLER<br />

SELIN DEMIRTAŞ<br />

CANSIN DEFNE GÜNDOĞAN<br />

SEMA BABAYİĞİT<br />

CEREN ARSLANOĞLU<br />

MERVE NUR ÇALIK<br />

EDEBİYAT KULÜBÜ REHBER ÖĞRETMENLERI<br />

DUYGU AYDOĞAN<br />

BAŞAK YILMAZ<br />

KULÜBÜN DİĞER ÜYELERİ<br />

IŞIL KAYRA BARUN,ELİF TIPIRDAMAZ,TUĞÇE GEDİKLİ,<br />

BUSE ZARARSIZ<br />

2017© S.Ç. EGITIM KURUMLARI<br />

www.seviyekoleji.com


İÇİNDEKİLER<br />

İSTİKLÂL MARŞI……………………………1<br />

GENÇLİĞE HİTABE…………………………...2<br />

<strong>SEVİYE</strong> MARŞI………………………………3<br />

KURUCUMUZDAN…………………………….4<br />

OKUL MÜDÜRÜMÜZDEN………………………5<br />

OKULUMUZDAN KARELER…………………….6<br />

ULU ÖNDERİMİZDEN ANILAR………………....9<br />

YILDIZ TOZU: KAHVE…………………………11<br />

2018’ DE BİZİ HANGİ FİLMLER BEKLİYOR…….13<br />

MARDİN SAVUR’DAN NOBEL’E: AZİZ SANCAR...15<br />

ZAMAN YOLCUSU PARADOKSU……………….16<br />

NE DEMİŞ ÜNLÜ FİLOZOF………………….....19<br />

ZAMANIN ÖTESİNDE BİR DEHA NİKOLA TESLA..21<br />

İNCİLERDEN………………………………..23<br />

DÜNYA DIŞI AKILLI YAŞAM ARAŞTIRMASI……25<br />

BEN NE OLACAĞIM?.......................................................27<br />

MONA LİSA…………………………................28<br />

KELEBEK ETKİSİ……………………………..29<br />

İLGİNÇ BİLGİLER…………………………....31<br />

GERÇEK BİR IŞIN KILICI NASIL YAPILIR?................33<br />

YETİMHANEDEN ÇIKAN MODA DEVİ…………..35<br />

OKUL BAŞKANI KONUŞMASI…………………..36<br />

DÜNYANIN YEDİ HARİKASINDAN…………….37<br />

İDİL BİRET…………………………………38<br />

HAYVANLAR ALEMİNDEN HABERLER…………39<br />

KİTAP TANITIMI……………………………..40<br />

BURÇLAR…………………………………...41


İSTİKLÂL MARŞI<br />

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;<br />

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.<br />

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;<br />

O benimdir, o benim milletimindir ancak.<br />

Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!<br />

Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?<br />

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;<br />

Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.<br />

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.<br />

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!<br />

Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;<br />

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.<br />

Garb'ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;<br />

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.<br />

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,<br />

''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?<br />

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;<br />

Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.<br />

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...<br />

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.<br />

Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı!<br />

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.<br />

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:<br />

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.<br />

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?<br />

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!<br />

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,<br />

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.<br />

Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:<br />

Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli;<br />

Bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli –<br />

Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.<br />

O zaman vecd ile bin secde eder -- varsa -- taşım;<br />

Her cerihamda, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,<br />

Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım!<br />

O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.<br />

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!<br />

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.<br />

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:<br />

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;<br />

Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.<br />

1<br />

MEHMET AKİF ERSOY


Ey Türk Gençliği!<br />

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini,<br />

ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.<br />

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu<br />

temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni<br />

bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî<br />

bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti<br />

müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için,<br />

içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini<br />

düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir<br />

mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine<br />

kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş<br />

bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz<br />

vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine<br />

girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her<br />

köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha<br />

elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde,<br />

iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet<br />

içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî<br />

menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit<br />

edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap<br />

düşmüş olabilir.<br />

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde<br />

dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini<br />

kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki<br />

asil kanda mevcuttur!<br />

2


ÇAĞDAŞ UYGARLIĞIN YOLUNDA<br />

BİZ ATATÜRK’ÜN GENÇLERİYİZ<br />

AKLIN VE <strong>BİLİM</strong>İN IŞIĞINDA YARINLARI<br />

KURARAK BÜYÜYECEĞİZ<br />

<strong>SEVİYE</strong> KOLEJİ BİZİM SICAK EVİMİZ<br />

BAŞARI YOLUDUR İLK HEDEFİMİZ<br />

CUMHURİYETİN BEKÇİLERİYİZ<br />

ANKARA’NIN YÜKSELEN SESİYİZ<br />

<strong>SEVİYE</strong> KOLEJİ AZMİN NEFESİ<br />

SEVGİYLE SAYGIYLA HEP DAHA İLERİ<br />

SEN BİR IŞIKSIN YANAN GÜNEŞSİN<br />

ÖVÜNCÜM SEVİNCİM GELECEĞİMSİN<br />

3


K U R U C U M U Z D A N …<br />

Öncelikle bu sayfaları okuyarak bu çalışmayı<br />

irdeleyen herkesi sevgi, saygı ve en içten<br />

muhabbetle selamlıyorum.<br />

Aklın ve bilimin ışığında aydınlık yarınların savunucusu olarak başladığımız<br />

eğitim ve öğretim maratonumuzda sizleri bu düşüncenin paydaşları olarak<br />

görmek şahsımı çok memnun kılmıştır. Eğitim ki ürünleri çok geç ortaya çıkan,<br />

zorlu bir süreç ve emek ölçeği olmayan bir yoğunluktur .Ancak insanlığın olumlu<br />

boyutta seyretmesi ve medeniyet düzeyinin daha ileriye taşınmasında bir nebze<br />

de olsa katkımızın olması birçok zorluğu aşmamızda heyecan yaratıyor.<br />

Bu çalışmanızla gençlerimizi doğru yönlendirdiğinizi , gençlerimizin<br />

heyecanlarını ve buradan hareketle kişisel gelişimlerini ileriye doğru<br />

sürüklediğinizi ,hayatın olası engelleri ve zorluklarını aşmada onlara rehber<br />

olabildiğinizi görmek hepimizi mutlu edecektir.<br />

İnsani değerlerin önde tutulduğu bir kimlikle yetişen gençlerimiz devletimize ve<br />

devletimizin daimliğine her koşulda sahip çıkmalı ; düşünen, üreten ,sorgulayan , bilimsel<br />

ilkelerle hareket eden çizgilerin yeşermesi için çalışmalıyız. Çağdaşlığı bayrak ve vatan<br />

sevgisini her zaman önde tutmalıyız. Atatürk ilke ve inkılaplarının güçlü savunucusu ve<br />

geliştiricisi olmalıyız. Şekilci, taklitçi düşünen nesiller yerine her zaman birlik, bütünlük<br />

,beraberlik ,eşitlik gibi tarihsel ve kültürel değerlerimizi daha güçlendirerek hep daha<br />

güzel günlere koşmanın azim ve kararlılığında olmalıyız. İnsani, milli ve ahlaki erdem ve<br />

değerlerimizi öğretmen ,veli, öğrenci kısacası toplum olarak doğru algılamalıyız. Daha<br />

çok gayret etmeli ve hep daha güçlü ve güzel yarınlar için mücadele etmeliyiz. Bu duygu<br />

ve düşüncelerimle projemizin ilk ayağında gösterdiğiniz emeğe teşekkürlerimi sunar<br />

çalışmalarınızda başarılar dilerim.<br />

S E N E R Ç A K M A K<br />

4


5<br />

OKUL MÜDÜRÜMÜZDEN…<br />

Küresel olarak en çok ihtiyacımız olan bilgi ve bilgiye ulaşım yolları her gün<br />

genişlemektedir. Bu açıdan yazılı kaynaklar üretmenin gerekliliğinin bilincindeyiz. Öncelikle bu<br />

derginin hazırlık aşamalarında emek veren tüm öğrenci ve öğretmenlerimizi canıgönülden<br />

kutlarım.<br />

Teknolojinin çağımızın vazgeçilmezlerinden biri olduğunu artık tüm insanlık kabul etmiş<br />

durumdadır ancak teknolojiyi üretim amaçlı kullanan ülkeler ve şahıslar gelişme kelimesini<br />

doldurabilir. Teknolojiyi lehimize ya da aleyhimize kullanmak yine bizlerin elindedir. Bu açıdan<br />

baktığımızda bilgisayar başında kişinin özel hayatını kontrol eden nesil yine bilgisayar başında<br />

film üreten neslin kölesi olacaktır. Tarafların teknolojiyle ne kadar zaman geçirdikleri değil ne<br />

nitelikte zaman geçirdikleri hayattaki konumlarını belirleyecektir.<br />

Gelişen teknolojiye ayak uydurmak aynı hızda kişinin kendini geliştirmesi ile<br />

mümkündür ki aynı hızla gelişimi takip etmek sadece zamana uyumlu hareket sağlar. Üretim<br />

ise bir adım daha ilerisi, bir birim daha hızlı olmayı gerektirir. Amaca doğru yürürken yol<br />

haritasındaki kontrol noktaları iyi takip edilmelidir çünkü ancak hedefi olanlar, yılmayanlar ve<br />

meraklı olanlar hedefine ulaşabilir. Ampulün mucidinin maceracısı bunu bize net olarak<br />

göstermektedir. Durmadan çalışmak yüzünden Edison'un gözleri yanıyor, dayanılmaz sancılar<br />

veriyordu; ama o bunları kimseye söylemiyor, sadece hatıra defterine kaydediyordu. Peş peşe<br />

deneylerin sürdüğü bir gün asistanı: ‘’Artık bu işten vazgeçsek ; çünkü şu ana kadar 2000 deney<br />

yaptık ve hiçbir sonuç alamadık.’’ dedi. Edison hemen itiraz etti:’’ Bu doğru değil… Evet,<br />

amacımıza ulaşamadık ama hiçbir netice elde edemediğimiz doğru değildir; çünkü aradığımız<br />

şeyin yaptığımız bu 2000 deney içinde bulunmadığını öğrenmiş bulunuyoruz.’’ dedi.<br />

Edison'un bu hatırasından da anlaşıldığı üzere ancak azim, kararlılık ve çalışmak bizleri<br />

ileriye götürecektir. Amasya Genelgesi’nde de Paşa'nın söylediği gibi milletin istiklâlini yine<br />

milletin azim ve kararı kurtaracaktır.<br />

Aklın ve bilimin ışığında nice Mustafa Kemaller, Edisonlar yetiştirmek adına çıktığımız<br />

bu yolda bizlere yoldaşlık eden, desteklerini esirgemeyen ve her zaman yanımızda olan<br />

dostlarımıza teşekkürlerimi sunuyorum.<br />

DAĞHAN AYHAN


OKULUMUZDAN KARELER<br />

6


7


8


ULU ÖNDERİMİZDEN ANILAR<br />

''Yurdumun Toprağı Temizdir''<br />

Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir<br />

motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaşır.<br />

Atatürk de rıhtımda onu beklemektedir. Deniz<br />

dalgalı olduğundan kralın bindiği motor, sürekli inip<br />

çıkmaktadır. İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir<br />

sırada, eli yere değerek tozlanır.<br />

O sırada Atatürk elini uzatmış bulunduğundan kral<br />

da ona elini uzatmadan önce mendiline silmek ister.<br />

Ama Atatürk hemen devreye girer ve:<br />

''Yurdumun toprağı temizdir, o elinizi kirletmez.''<br />

diyerek kralı elinden tutup rıhtıma çıkarır.<br />

Ölümünden Sonra...<br />

Sene 1938, 10 Kasım... İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u<br />

5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir alman profesör<br />

var, Hukuk Fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse<br />

girsin mi girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. O sırada<br />

aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider.<br />

Aralarında şu konuşma geçer:<br />

''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam ? ''<br />

''Sizde büyük bir adam ölümce ne yaparlarsa, onu yapın.''<br />

İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:<br />

''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki....''der.<br />

Gerçek Asker!<br />

Atatürk, I. Dünya Savaşı’na girilmesinde acele edildiği<br />

görüşündeydi. Sofya’dan bütün cephelerdeki hareketleri<br />

dikkatle izliyor ve daha savaşın başlarındayken<br />

sonuçlarını tahmin ediyordu. Atatürk Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun savaşa katılmasından sonra vatan<br />

savunmasında aktif görev almak için, Harbiye Nazırı<br />

Enver Paşa’ya başvurup görev istemiştir.<br />

“Arkadaşlarım savaş cephelerinde ateş hattında<br />

bulunurken ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam.”<br />

diyen Atatürk’e, Tekirdağ’da kuruluş aşamasında olan 19.<br />

Tümen komutanlığı verilmiştir.<br />

9


Zübeyde Hanım’ın Nasihati<br />

Annesine, elini öpüp vedalaşırken bir çay ziyafetine<br />

gittiğini söylemişti. Zübeyde Hanım onun üniformasına,<br />

çizmelerine bir göz attıktan sonra: “Bu çay ziyafeti değil.”<br />

demiştir. Mustafa Kemal onu yatıştırarak yanından<br />

ayrılmıştı. Annesi daha sonda bölge komutanına telefon<br />

ederek nerede olduğunu sormuş ve kendisine çay<br />

ziyafetinde olduğu söylenmiştir.<br />

Zübeyde Hanım “Hayır, biliyorum savaşa gitti. ” demiş ve<br />

oğluna bir mektup yazmıştır. “Oğlum seni bekledim.<br />

Gelmedin. Çaya gittiğini söylemiştin bana. Ama cepheye<br />

gittiğini biliyorum. Senin için dua ettiğimi bilmeni isterim.<br />

Savaşı kazanmadan sakın gelme.”<br />

Düşmanı Denize Dökmek!<br />

Mustafa Kemal o gece, yakınlarından birkaç kişiyle<br />

Ankara dışında bir yerde yemek yemişti. Ayrılırken<br />

ellerini omuzlarına atarak: “Saldırıya başlamak için şimdi<br />

doğru cepheye gidiyorum.” demiştir. İçlerinden biri<br />

şaşkınlıkla “Paşam ya başaramazsanız ?” diye sormuştur.<br />

Bunun üzerine Mustafa Kemal “Ne demek istiyorsun?<br />

Saldırının başlangıcından on dört gün sonra Yunanlıları<br />

denize dökmüş olacağım.” demiştir.<br />

Atatürk ve Din Adamları<br />

Milli Mücadele'nin en buhranlı günleriydi. İstanbul ile<br />

Ankara arasında fetva kavgası tüm şiddetiyle devam<br />

ediyordu. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi<br />

bünyesi içindeki din adamlarından seçtiği İrşad<br />

(Aydınlatma) Heyetleri'ni vatanın köyüne-kentine<br />

göndermek ve gerçekleri vatandaşa anlatmakla<br />

görevlendirildi. Milli Eğitim Bakanı Türk Ocakları Genel<br />

Başkanı olan rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver'di.<br />

Mustafa Kemal'e geldi.<br />

Paşam... Bunlar çoğunlukla Arapça konuşacaklar. Halk ne<br />

anlayacak?"<br />

Atatürk gülümsedi.<br />

"Sen üzülme Hamdullah... Onlar Arapça konuşsalar bile<br />

Türkçe düşünürler" dedi.<br />

10


Yıldız Tozu:<br />

KAHVE<br />

Bir beyin stimulanı*<br />

Kahve modern kültürün milli içeceği haline gelen ve<br />

dünya ortalamalarına bakıldığında günde yaklaşık üç<br />

kupa tüketilen bir içecek olarak karşımıza çıkıyor.<br />

Kahvenin bu popülariteyi elde etmesinde sosyoekonomik<br />

faktörlerden globalleşmeye kadar birçok<br />

etkeni sıralayabiliriz ;ancak biyolojik etkileri bizi daha<br />

farklı bir yöne götürüyor. Eğer kahveleriniz de hazırsa<br />

fizyolojik yönden kahveyi incelediğimizde neler<br />

göreceğiz, kahve beynin nasıl etkiliyor bir bakalım…<br />

Kahveyle ilgili yapılan çoğu araştırma kahvenin en temel<br />

etken maddesi olan kafein üzerinden yürütülüyor ve<br />

kahvenin vücut üzerindeki çoğu etkisinin kafeinden<br />

geldiği düşünülüyor. Haklılar mı? Aslında evet. Çünkü<br />

kafeinle ilgili literatürleri taradığınızda farklı kafein<br />

kaynaklarından ulaşılan benzer sonuçlara rastlıyoruz.<br />

Bu da aksi ispatlanana kadar kafeinin uyaran bir madde<br />

olduğu konusunda bizi ikna ediyor. Kahve ağza<br />

alındıktan sonra 5-10 dakika içinde emilmeye başlıyor<br />

ve bu emilim yaklaşık 45 dakika içinde tamamlanıyor.<br />

En geç 120 dakika içinde kafein miktarının kandaki en<br />

yüksek düzeye ulaştığını görüyoruz. Hücrelere geçişi<br />

sırasında herhangi bir bariyer olmadığı için kafeinin,<br />

beyin, testis ve hamilelerde fetüs de dahil olmak üzere<br />

(bu nedenle hamilelerde kafein alımı normal bireylere<br />

göre daha sınırlıdır.) vücuttaki tüm hücrelere ve<br />

dokulara hızlı bir şekilde yayıldığını görüyoruz. Bu<br />

dağılımda kafeinin %80' inin beyne ulaştırıldığını<br />

belirtelim. Bunun sebebini kafeinin en bilinen ve<br />

üzerine konuşulan etkisinin beyinde olmasına<br />

bağlayabiliriz elbette.<br />

* stimulan: uyarıcı madde<br />

Kafein azlığı değil<br />

adenozin çokluğu<br />

Kahve içtiğimizde neden uyku hali ve yorgunluk hissimizin<br />

azaldığını ve kafeinin beynimizde gösterdiği uyarıcı etkiyi<br />

anlayabilmemiz için öncelikle beynimizde bu hislerini nasıl<br />

oluştuğunu incelememiz gerekiyor. Adenozin merkezi sinir<br />

sisteminde bulunan, uyku-uyanıklık döngülerinde de rolü olan<br />

ve günün yorgunluğu ile beyinde biriken kimyasal bir<br />

nörotransmitter madde. Bu molekül belirli bir konsantrasyona<br />

ulaştığında beyindeki bazı hücrelerin "adenozin reseptörlerine"<br />

bağlanarak yorgunluk hissetmemize neden oluyor ve uyuma<br />

isteği duyuyoruz. Uyku sırasında tekrar beyindeki miktarları<br />

azalıyor ve uyandığımızda eğer yeterince uykumuzu almışsak<br />

kendimizi tekrar dinç hissediyoruz. İşte tam burada kafein<br />

molekülü aslında küçük bir benzerlik sonucu bu mekanizmanın<br />

içine giriyor. Adenozin ve kafein moleküllerinin yapılarına<br />

bakıldığında birbirleriyle benzerlik gösterdiklerini görebiliriz.<br />

Kafein ve adenozin molekülleri, ksantin olarak da bilinen bir<br />

kimyasal nörotransmitter grubuna ait ve benzerlikleri de buradan<br />

geliyor. Beynimizdeki reseptörler kafein varlığında, kafein ile<br />

adenozin arasındaki farkı ayırt edemiyor ve kafein, adenozin<br />

yerine bu reseptörlere bağlanarak yorgunluk ve uyku halinin<br />

oluşmasını engelliyor. Adenozin bağlandığında yavaşlayan<br />

sinirsel aktiviteler ve uyuşukluk hali yerine kafein bağlanması ile<br />

vücudun enerjik ve aktif hale geri dönmesi sağlanıyor. Aynı<br />

zamanda adenozinin bu şekilde bloke edilmesi ile vücut doğal<br />

olarak doğal tepkisini artırarak hipofiz bezini uyarıyor. Vücutta<br />

artan bir aktivite olması sebebiyle böbrek üstü bezlerden<br />

adrenalin salgılanması da sağlanıyor. Adrenalin ise adeta<br />

uyanıklığımıza uyanıklık katıp kalp atım hızını, solunum hızını,<br />

karaciğer ve kan arasındaki şeker sirkülasyonunu artırıyor.<br />

Adrenalin bu etkilerin yanında uzun süre yüksek dozda da<br />

vücutta bulunmasının fiziksel ve ruhsal sağlık açısından olumsuz<br />

etkileri beraberinde getirebileceğini belirtmekte fayda var. Bu<br />

nedenle vücudun normal fizyolojik süreçlerinden birtakım uyarıcı<br />

maddeler ile uzaklaştırmak uzun vadede sağlık açısından risk<br />

oluşturur.<br />

11


Kafein yalnızca adenozin reseptörlerini bloke<br />

ederek uyanıklık hissini sağlamaz, aynı zamanda<br />

uyku ve uyanıklık sistemini düzenleyici<br />

hormonlarından biri olan melatonin seviyelerini<br />

de etkileyebilir. Katılımcılara öğleden sonra ve<br />

akşam saatlerinde 130 mg kafein ortalama (bir<br />

kupa filtre kahve) verilen bir çalışmada,<br />

katılımcılarda melatonin hormonların<br />

salgılanmasında azalmalar olduğu belirtilmiş.<br />

Melatonin azalması ile geciken uykuya dalma<br />

süresi ve uyku kalitesinin azalması,<br />

gözlenebilecek olası sonuçlar olarak karşımıza<br />

çıkıyor. Uyku durumunu etkilememesi için gün<br />

içindeki son kahvenin yatmadan 8 saat<br />

öncesine kadar içilebilir.<br />

Kafein her ne kadar yorgunluk ve uyku haliyle<br />

verdiğimiz savaşta bizi desteklese de fazla<br />

miktarda tüketilmesi ile psikolojik açıdan<br />

olumsuz etkilerinin oluşabileceğini belirtmek<br />

gerek. Özellikle kişiyi strese sokan işler sırasında<br />

fazla miktarda kahve tüketilmesi kişilere daha<br />

fazla stres ve anksiyete gibi davranışsal<br />

değişiklikler oluşturabiliyor. Nitekim düşük (100<br />

mg/gün) veya orta düzeyde (200/300 mg)<br />

tüketilmesiyle psikolojiyi destekleyici etkilerinin<br />

olduğu da belirtilmiş. Bu etkisi, kafeinin keyif<br />

verme, sosyaliteyi artırma ve enerjik<br />

hissettirmesinden kaynaklanıyor.<br />

Ne kadar tüketelim?<br />

Kahvenin vücudumuzda olumlu veya olumsuz etkileri<br />

ile ilgili yapılan yüzlerce çalışma var. Bir yandan<br />

alzheimer, parkinson, Tip 2 diyabet, bazı kanser<br />

türleri, astım atakları gibi birçok farklı sağlık<br />

problemine karşı koruyucu etkiye sahip olduğu<br />

gösterilirken bir yandan da mide asiditesini arttırma<br />

(bununla bağlantılı olarak gastrit, reflü gibi şikayetler),<br />

vitamin-mineral emiliminin engellenmesine bağlı<br />

görülen mikro besin öğeleri eksikliği ve buna bağlı<br />

olarak osteoporoz, anemi gibi sağlık sorunlarını ya da<br />

merkezi sinir sistemindeki baskın uyarıcı etkisi ile<br />

bozulan uyku düzeni, anksiyete, stres gibi doğrudan<br />

ya da dolaylı olumsuz etkilerini gözlüyoruz. Bu<br />

nedenle günlük 300 mg kafein üzerine çıkmamamız<br />

gerektiğini belirtelim. Bir kupa filtre kahve de<br />

ortalama 130 mg bir bardak çayda ise 30 mg kafein<br />

olduğunu düşünürsek günde iki kupa kahve ve 1-2<br />

bardak çay ile 300 mg'a ulaşmış oluyoruz.<br />

Sanırım bu yazının sonuna gelirken 130 mg'a tüketmiş<br />

olduk bile…<br />

12


Beyaz<br />

perdenin<br />

Beyaz perdede çizgi roman filmlerinin popülerliği vizyona giren her filmle<br />

artarken bir diğer kulvarda da franchise (ortak evren/seri) filmleri çıkışını<br />

sürdürüyor. Çizgi roman filmleri derken Marvel Studios, Warner Bros. ve<br />

20th Century FOX'tan bahsediyorum tabii ki. FOX'ın 2000 yılında başlattığı<br />

sinematik evren temasının getirisi devasa oldu. Marvel Sinematik Evreni<br />

bütün filmleriyle 10 milyar dolar hasılatı geçti ve sinema tarihinin en çok<br />

kazanç sağlayan franchise serisi oldu. Peşinde Harry Potter ve James Bond<br />

var.<br />

korkulan<br />

yılı: 2018<br />

Bir türlü istikrar sağlayamayan filmleriyle FOX'ı her daim buraya<br />

ekleyemesek de Marvel Studios ve Warner Bros.'un vizyona giren filmleri<br />

en son Suicide Squad olmakla birlikte Dünya'da birinci sıraya yerleşiyor.<br />

Çizgi roman filmlerinin popülerliği arttıkça stüdyolar da daha çok reklam,<br />

tanıtım ve pazarlamayla kazancına kazanç katıyor ve yeni filmler duyurarak<br />

evrenleri genişletmenin yollarını arıyorlar. Kazanılan parayı gören diğer<br />

stüdyolar da ''Aa bu işte para varmış.'' deyip apar topar yeni seriler<br />

çıkarmaya, bu sene ki Ghostbusters ve Tarzan gibi eski filmlere reboot<br />

atmaya veya birbiriyle alakası olmayan iki karakteri tek bir filmde bir araya<br />

getirmek gibi çılgınca girişimler yapıyor. Bu son verdiğim örnek gerçekten<br />

oldu; Warner Bros.'ın King Kong'ı ve Legendary Studios'ın Godzilla'sı<br />

2020'de çıkacak filmde karşı karşıya gelecek. Bu olay tek bir filmde<br />

olmayacak, önce iki karaktere de birer solo film çekilecek daha sonra ortak<br />

film yapılacak. King Kong'ın filmi 2017'de, Godzilla'nın ki ise<br />

2019'da çıkacak.<br />

Peki ne bu 2018'in özelliği ve neden bu<br />

kadar korkuluyor? Sinema endüstrisinin<br />

iki devi George Lucas ve Steven Spielberg<br />

2013 yılında franchise filmi balonunun<br />

patlayacağına dair bir söylem ortaya attı.<br />

Dediklerine göre 2018'de o kadar çok dev<br />

bütçeli franchise filmi vizyona girecek ki<br />

stüdyoların hasılatları kısıtlanacak.<br />

MCU'dan DCEU'ya, Star Wars'tan FOX'a,<br />

Disney'den Warner Bros.'a aşağıdaki<br />

filmler 2018 yılında vizyona girecek.<br />

13


OCAK:<br />

Deadpool 2 - 12 Ocak<br />

Maze Runner: The Death Cure - 12 Ocak<br />

ŞUBAT:<br />

The Predator - 9 Şubat<br />

Fifty Shades Freed - 9 Şubat<br />

Black Panther - 16 Şubat<br />

Pacific Rim 2 - 23 Şubat<br />

MART:<br />

Wreck-It Ralph 2 - 9 Mart<br />

The Flash - 16 Mart<br />

Tomb Raider - 16 Mart<br />

Ready Player One - 30 Mart<br />

MAYIS:<br />

Avengers: Infinity War - 4 Mayıs<br />

How to Train Your Dragon 3 - 18 Mayıs<br />

Star Wars: Han Solo spin-off - 25 Mayıs<br />

HAZİRAN:<br />

2018 sinema takvimi o kadar sıkışık ki filmlerin nefes<br />

almaya vakti yok. İzleyicilerin çoğu ''Ben sinemaya bu<br />

kadar para veremem/vermem.'' düşüncesinde olacağı<br />

için bu 35 film arasından beklediklerini seçip<br />

diğerlerinin internete düşmesini bekleyecektir. İlk<br />

filmiyle 2 milyar 787 milyon dolar hasılat toplayan<br />

Avatar 2 bile film ne kadar iyi olursa olsun diğerleri<br />

kadar olmasa da mutlaka bu yoğunluktan ve<br />

sıkışıklıktan etkilenir. Bu durum hem izleyiciyi yorar<br />

hem de stüdyo ve yapımcıları vurur.<br />

Bu hasılat düşüşü stüdyoları gelecek filmler ve<br />

planlanan filmler için temkinli olmaya veya riskli<br />

kararlar almamaya itebilir. Maddi olarak etki edince de<br />

hayallerini kurduğumuz Marvel'ın<br />

X-Men haklarını geri alması gibi devasa anlaşmalar da<br />

riske giriyor. Çizgi roman filmleri popülerliğini daha ne<br />

koruyabilecek? Bu biraz önce dediğim Marvel'ın X-Men<br />

haklarını alması gibi yeniliklere bağlı. İzleyiciler artık altı<br />

kere izlediğimiz Robert Downey Jr veya sekiz kere<br />

izlediğimiz Hugh Jackman yerine yeni yüzler ve<br />

karakterler görmek istiyor. Deadpool, Guardians of the<br />

Galaxy ve Suicide Squad alışılmışın dışında oldukları için<br />

en güzel örnekler ve alışılmışın dışında oldukları için<br />

hem film olarak hem de gişede çok tuttu. Çizgi<br />

romanlardan ilham alınacak binlerce konu, karakter ve<br />

hikaye var. Eğer stüdyolar izleyiciye her seferinde bir<br />

farklılık ve yenilik sunabilirse çizgi roman filmlerinin<br />

modasının geçmesi gibi bir durum olmaz.<br />

Kaynak: www.cizgikafe.com<br />

14<br />

Transformers: Bumblebee spin-off - 8 Haziran<br />

Toy Story 4 - 15 Haziran<br />

Jurassic World 2 - 22 Haziran<br />

TEMMUZ:<br />

Ant-Man and the Wasp - 6 Temmuz<br />

The Secret Life of Pets 2 - 13 Temmuz<br />

Alita: Battle Angel - 20 Temmuz<br />

Aquaman - 27 Temmuz<br />

EYLÜL:<br />

Hotel Transylvania 3 - 21 Eylül<br />

EKİM:<br />

Jungle Book: Origins - 19 Ekim<br />

KASIM:<br />

How the Grinch Stole Christmas - 9 Kasım<br />

Fantastic Beasts and Where to Find Them 2 - 16 Kasım<br />

Gigantic - 21 Kasım<br />

ARALIK:<br />

Animasyon Spider-Man filmi - 21 Aralık<br />

Mary Poppins Returns - 25 Aralık<br />

VİZYON TARİHİ BELİRSİZLER:<br />

Avatar 2<br />

Gambit<br />

Independence Day 3<br />

Madagascar 4<br />

Mission Impossible 6<br />

The Invisible Man<br />

The Wolf Man<br />

Venom


MARDIN-<br />

SAVUR’<br />

DAN<br />

NOBEL’E<br />

Aziz Sancar 1946<br />

yılında Mardin’in Savur ilçesinde sekiz<br />

çocuklu bir ailenin yedinci çocuğu olarak<br />

dünyaya geldi. Anne ve babası okuma<br />

yazma bilmiyordu. Ancak eğitime çok önem<br />

verdiklerinden oğullarını okula gönderdiler.<br />

Aziz Sancar önce memleketinde ilk ve orta<br />

öğrenimini tamamladı, ardından tıp eğitimi<br />

almak üzere İstanbul’a gitti. Yeniden<br />

Savur’a dönerek iki yıl boyunca doktor<br />

olarak görev yaptı. Daha sonra doktora<br />

çalışması yapmak üzere Amerika Birleşik<br />

Devletleri’ne gitti. Doçentliğini yine bu<br />

ülkedeki Yale Üniversitesinde DNA onarımı<br />

üzerine yaptığı tezle aldı. Bunun yanı<br />

sıra hücre dizilimi, kanser<br />

tedavisi ve biyolojik saat gibi alanlarda<br />

çalışmalar yürüttü. Başarılarla dolu bu<br />

meslek yaşantısına rağmen Aziz Sancar’ın<br />

ABD’deki ilk yılları hayli zorlu geçmişti.<br />

Kendisine çok güvenemiyor, laboratuvar<br />

çalışmalarında diğer öğrenciler kadar<br />

başarılı olamayacağını düşünüyordu. O da<br />

tek çarenin çok çalışmak olduğuna karar<br />

verdi. Üzerinde çalıştığı problemlerle ilgili<br />

basit deneyler hazırlayacak, konusunu en<br />

ince ayrıntılarına kadar öğrenecekti. Ama<br />

ilk başlarda işler pek de planladığı gibi<br />

gitmedi. Deneylerde istediği sonuçları bir<br />

türlü alamıyordu. Hatta bir arkadaşı onun<br />

bilimsel araştırmadan pek de<br />

anlamadığını, yeniden başarılı olduğu<br />

doktorluk mesleğine dönmesi gerektiğini<br />

söylemişti. Ama o yılmadı ve azimle<br />

çalışmalarına devam etti. 30 yıl süren<br />

gayretli çalışmalarının karşılığını da Nobel<br />

Kimya Odülü’nü 2015’te kazanarak aldı. 15<br />

DNA onarımı, kanser tedavisi ve hücre<br />

dizilimi konularında çalışan Sancar’ın 33<br />

kitabı ve 415 makalesi vardır. Çalıştığı<br />

konulardan kanser tedavisi ile ilgili birçok<br />

ödül almıştır. 2001 yılında Amerika Kimya<br />

Cemiyeti tarafından verilen North Carolina<br />

Distinguished Chemist Award’a ( Kuzey<br />

Carolina Seçkin Kimyager Ödülü) layık<br />

görülmüştür. 2005 yılında ise bilim<br />

dünyasının en önemli üyelikleri arasında<br />

bulunan “ABD Ulusal Bilim Akademisi” ne<br />

seçilen ilk ABD’li Türk olmuştur.<br />

Amerika’da Aziz ve Gwen Sancar Vakfını<br />

kurarak orada öğrenim gören Türk<br />

öğrencilerinin kullanımına Carolina Turkish<br />

House (Karolina Türk Evi) adlı misafirhaneyi<br />

sunmuştur. 2006 yılında ise Türkiye<br />

Bilimler Akademisine asil üye olarak<br />

seçilmiştir. Nobel Ödülü Alan İkinci<br />

Türk Aziz Sancar, 2006 yılında Edebiyat<br />

dalında Nobel Ödülü alan Orhan<br />

PAMUK’tan sonra 2015 yılında Kimya<br />

dalında Nobel Ödülü alan ikinci Türk<br />

isimdir. Aziz Sancar bu ödülü DNA’nın<br />

onarılması alanında bilime yaptığı<br />

katkılardan dolayı ABD’li Paul Modrich ve<br />

İsveçli bilim adamı Tomas Lindahl ile<br />

paylaşmıştır.<br />

Ama yine de Aziz Sancar daha<br />

çok çalışmak gerektiğini, henüz<br />

kansere çare bulunduğunu<br />

söylemek için erken olduğunu<br />

hatırlatıyor. Ülkemizin gençlerinin<br />

Nobel ödülü kazanabilecekleri çok<br />

sayıda çalışma alanı olduğunu<br />

söylüyor.


ZAMAN YOLCUSU PARADOKSU<br />

Geçmişe gidip dedenizi öldürmeniz hiç doğmayacağınız anlamına gelir<br />

Zamanda geçmişe gidip dedenizi öldürürseniz, anneniz asla doğmazdı ,tabii siz de doğmazdınız. Ama siz doğmazsanız, dedenizi<br />

öldüremezsiniz ve böylece dedeniz anneannenizle tanışabilir, o zaman da siz doğarsınız, zamanda geri giderek dedenizi öldürürsünüz, vs. Bu<br />

sav kendisiyle çelişen bir kısırdöngü içinde sonsuza kadar gider. Görünüşe bakılırsa dedenizi öldürmezseniz, çünkü böyle bir işe kalkışmak<br />

için var olmanız gerekir<br />

Bu klasik zaman yolculuğu paradoksunın bir sürü başka versiyonu daha var. Ayrıca neden anne veya babamızı değil de dedemizi<br />

öldürdüğümüze dair hiçbir fikrim yok -belki de araya bir kuşak koymak olayı daha az korkunç yapıyordur. Bu kadar acımasız olması<br />

gerekmez aslında; sadece paradoksun geleneksel ifadesi böyle olmuş. Örneğin çok daha merhametli versiyonu şu şekilde: bir<br />

zaman makinesi yapıyoruz ve kendi geçmişimize gidip makineyi daha kullanmadan imha ediyoruz. Böylece artık geçmişe gidip<br />

zaman makinesini imha edemiyoruz.<br />

Paradoksu farklı bir yoldan daha ifade edebiliriz. Bir bilim insanı laboratuvarında bir rafta zaman makinesi yapma talimatları buluyor.<br />

Bunları takip ederek bir ay sonra bir zaman makinesi yapıyor. Talimatları da yanına alıp makineyi çalıştırıyor ve bir ay öncesine<br />

dönüyor. Bir ay önceki hali bulsun diye laboratuvarındaki bir rafa koyuyor. Açıkça belli ki dede paradoksunda olduğu gibi burada da<br />

gelecek önceden belirlenmiş ve eylemlerimizde hiçbir özgür seçim yok. İlk paradoksta dedenizi öldüremezsiniz çünkü her şeyden önce<br />

sizin varolabilmeniz için dedenizin her türlü öldürme girişiminden sağ olarak kurtulması gerekir. İkinci örnekte bilim insanının zaman<br />

makinesi yapması gerekir çünkü yapmıştı/yapıyor/yapacak (zaman yolculuğundan bahsederken zaman kipleri biraz kafa karıştırıcı<br />

olabiliyor). Peki ya talimatla iliştirilmiş bir notta bu talimatları gelecekten kendisinin bıraktığı yazsa ve zaman makinesi yapmak yerine<br />

talimatları imha etse?<br />

Bu öyküde gözden kolaylıkla kaçabilecek bir paradoks daha<br />

var. Zaman makinesi talimatlarını ilk olarak yazan biri<br />

yok:Bulunuyor, uygulanıyor ve geri getiriliyorlar-sürekli bir<br />

zaman döngüsüne sıkışmış durumdalar. Bu bilgiler nereden<br />

geldi? Mürekkep atomları kendilerini kağıdın üstünde böyle<br />

dikkatlice yerleştirilmiş olarak nasıl buldu?.<br />

Bu talimatları yazmak için zeka ve bilgi<br />

gerekir, ancak mantıksal tutarlılığı olan<br />

bir döngü içinde zamanda ileri gidip<br />

sonra zaman makinesine geri<br />

getiriliyorlar ,hiçbir çıkış yolu olmadan ve<br />

daha da önemlisi ,hiçbir ilk giriş yolu ve<br />

yaratılış kökeni olmadan. Günümüzde<br />

gerek bilim kurgu kitaplarından olsun,<br />

gerek filmlerinden zamanda yolculuk<br />

kavramına hepimiz aşinayız. Terminatör<br />

ve Geleceğe Dönüş gibi kapalı gişe<br />

oynayan filmleri düşünün örneğin.<br />

Seyrederken zaman yolculuğu<br />

konusundaki şüphelerimizi bir süre<br />

süreliğine rafa kaldırıp filmlerin tadını<br />

çıkarıyoruz, fakat mantık düğümleri<br />

aramak gibi bir niyetimiz varsa bu hiç de<br />

zor değil.<br />

Değinmemiz gereken üçüncü ve son bir paradoks daha var: zaman makinesi kullanmak, kütle ve enerjinin<br />

korunumu yasasını çiğner. Diyelim ki zaman makinesi de 5 dakika öncesine gittiniz. Bu durumda<br />

kendinizden aynı anda iki tane olur. O anda, bedeniniz birden beliriverdi ve Evren’e fazladan kütle<br />

eklenmiş oldu. Dikkat edin; atomaltı parçacık fiziğinde "çift oluşumu" diye adlandırılan olguya<br />

benzemiyor burada bahsettiğimiz şey. Çift oluşumunda bir parçacık ve anti-madde eşi (bir bakıma<br />

aynadaki görüntüsü) saf enerjiden oluşturulabilir. Buradaysa sizin varışınızdan önce orada<br />

bulunan,aniden ortaya çıkışınızın bedelini ödeyebilecek fazladan bir enerji yok. Fiziğin temel<br />

öğretilerinden biri olan ," yoktan bir şey var edilemez " diyen termodinamiğin birinci yasasını gerçekten<br />

çiğniyoruz burada. Bazıları bu tutarsızlıkların içinden sıyrılmak için zaman yolcusunun geçmişteki olaylara<br />

müdahale edemeyeceği, sadece gözlemci olarak bulunabileceği fikrini önerdiler. Bu görüşe göre geçmişe<br />

giderek, bir filmi içine girip de seyredermişçesine diğerlerine görünmeden olayları seyredebiliriz.<br />

16


Her ne kadar paradokslardan sıyrılmış izlenimini uyandırsa<br />

da, bu tür bir edilgen zaman yolculuğu ne yazık ki daha bile<br />

olanaksızdır. Neden derseniz, geçmişe gittiğinizde olayları<br />

seyrederken yapacağınız üzere bir şey görebilmeniz için,<br />

fotonların ışık parçacıklarının gözlemlenen cisimden<br />

gözünüze ulaşması gerekir. Ardından bu fotonların üretim<br />

üzerine düşerek yorumlanması için beyne gönderilen sinir<br />

sinyallerini tetikleyen bir dizi kimyasal ve elektriksel olayı<br />

başlatabilmeleri gerekir. Bu fotonlar zaten gözlemcinin<br />

baktığı şeylerle son derece gerçek bir şekilde etkileşim<br />

halinde bulunmuş ve gözlemcinin gözlerine bilgi taşımış<br />

olur. Hatta mikroskobik boyutta bakacak olursak<br />

gözlemcinin bir şeye dokunabilmesi, hissedebilmesi ve<br />

geçmişte etkileşebilmesi için çevresiyle foton alışverişinde<br />

bulunması gerekir, çünkü gerçek dünyada iki cisim<br />

arasındaki hemen her türlü temas temel düzeyde, foton<br />

değişimi içeren bir elektromanyetik etkileşimde gerçekleşir.<br />

Çok teknik ayrıntılara girmek istemiyorum fakat özetle şunu<br />

söyleyebiliriz: eğer bir şeyi görebiliyorsak o şeye<br />

dokunabilmemiz de mümkün demektir. Dolayısıyla eğer<br />

geçmişe gidip gözlem yapabiliyorsak her türlü etkileşimde<br />

bulunabilmemiz, olaylara tamamen dahil olabilmemiz<br />

gerekir. Geçmişe burnunuzu sokmaktan kaynaklanan<br />

paradokslardan sakınmak istiyorsak başka bir yöntem<br />

bulmamız gerekiyor.<br />

Zaman yolculuğunun imkansızlığını savunan pek çok kişinin sorduğu bir sorudur bu. Eğer, diyorlar, geçmişe<br />

zaman yolculuğu mümkünse bazı zaman yolcularının da bizim zamanımıza gelip aramıza katılmış olması<br />

gerekir. Gelgelelim şimdiye kadar böyle biriyle hiç karşılaşmadık. Zaman makinelerinin asla yapılmayacak<br />

olduğunun kanıtı değil mi bu?<br />

Günün birinde geçmişe zaman yolculuğunun imkansız olduğu ortaya çıkabilir gerçekten. Belki paralel<br />

evrenler veya solucan delikleri yoktur, belki Einstein 'in görelilik kuramını daha da geliştiririz ve geçmişe<br />

yolculuk olasılığının dışladığını görürüz ama bu zaman yolcularının yokluğu argümanın hatalı olduğu gerçeğini<br />

değiştirmez. Hata, solucan deliği ile veya başka bir şekilde iki farklı zaman arasındaki bağın, zaman yolcuları<br />

geçmişe yolculuklarına başladıklarında kurulduğunu sanmakta yatıyor. Hayır, o zaman kurulmuyor. Zaman<br />

makinesi yayılıp (veya çalıştırılıp) da zaman yolculuğu olasılığı mümkün hale geldiği anda bu bağ kuruluyor.<br />

Eğer zaman makinesini diyelim ki 22. yüzyılda yapmayı başarırsak, artık ondan sonra ilk çalıştırıldı ana geri<br />

dönmek için kullanabiliriz, fakat 21. yüzyıla geri dönemeyiz. Neden derseniz, zaman makinesi yapmak demek,<br />

çoklu evrende farklı zamanları birbirine bağlamak demektir. Bundan önceki zamanların hepsi kaybolmuştur,<br />

onlara dönme seçeneği yoktur. Tarih öncesi zamanlara gitme olasılığı da böylece ortadan kalkmış oluyor, tabii<br />

zamanın bir yerinde örneğin çok eski bir solucan deliği gibi doğal yollardan oluşmuş bir zaman makinesi ile<br />

karşılaşmasak.<br />

Dolayısıyla aramızda hiç zaman yolcusu bulunmamasının basit bir nedeni var: zaman makinesi daha icat<br />

edilmedi de ondan.<br />

Aslında zaman yolcusu olmamasının daha pek çok nedeni var. Diyelim ki çoklu evren kuramı doğru-ki zaman<br />

yolculuğu onun olabilmesi için doğru olması gerektiğini savunuyorum-ve paralel evrenlerden birinde zaman<br />

makinesi icat edildi, fakat bu zaman yolcularının illa bizim evrenimizi ziyaret edeceği anlamına gelmez. Belki<br />

de bizim evrenimiz ziyaret edilen şanslı evrenlerden biri değildir, bu kadar basit. Başka bir neden olarak,<br />

geçmişe zaman yolculuğu henüz bilemediğimiz bir fizik yasası yüzünden de yasak olabilir. Veya belki alelade<br />

bir nedeni vardır: aramızda o zaman yolcularını görmeyi bekliyorsak bizi ziyaret etmek istediklerini baştan<br />

varsaymış oluruz. Ama onların ziyaret etmeleri için çok daha güzel ve güvenli dönemler vardır belki. Veya<br />

belki zaman yolcuları aramızdadır ama kendilerini açık etmek istemiyorlardır.<br />

17


Fiziksel kuramların öngörülerini sınamakta zorluklarla karşılaştıklarında, bazen düşünce deneyi denilen yönteme<br />

başvururlar. Düşünce deneyleri fizik kurallarını çiğnemeyen; fakat laboratuvarda gerçek deneyimi yapmanın çok güç<br />

veya fazla varsayımlara dayalı olduğu durumlarda kullanılan idealize edilmiş hayali senaryolardır. Bilardo masası zaman<br />

makinesi bunlardan biridir. Bunun sayesinde, eğer bir şey zamanda geçmişe gidip kendisiyle karşılaşsaydı ne olurdu<br />

sorusuna cevap arayabiliriz. Matematiğin böyle bir durum için öngörüsü nedir?<br />

Deney şu: Bir bilardo ,topu bir yerde masanın cebine giriyor. Cep ,bir zaman makinesi aracılığıyla fırlatma mekanizması<br />

olan bir başka cebe bağlı. Top ilk deliğe girdiğinde ikinci delikten, daha önceki zamanda masaya geri fırlatıyor. Bu<br />

durumda topun, deliğe girmeden önceki hali ile çarpışması olasılığı doğuyor. Bu düşünce deneyinde en baştan sadece<br />

paradoks yaratmayan durumlara izin vererek belirli bazı paradoksları kolayca önleyebiliriz. Fizikçiler bunlara "tutarlı<br />

çözüm"diyorlar. Örneğin bir top geçmişe gidip, diğer cepten fırlayıp, kendisinin eski haline çarparak onu deliğe sokabilir<br />

ve böylece zamanda geri gitmesine neden olacak olayı başlatabilir. Ancak örneğin, topun cepten fırlayıp önceki haliyle<br />

çarpıştığı, ama eski halini tekrar cebe sokamadığı duruma izin verilmez, çünkü bu durum paradoksa yol açar.<br />

Tüm zaman yolculuğu paradokslarının altında yatan fikir şudur: Bizim evrenimizde geçmişin tek bir versiyonu vardır. Bu<br />

geçmiş zaten olmuştur ve artık değiştirilemez. İlke olarak, geçmişe yolculuk edebilir ve tarihi dilediğimiz kadar müdahale<br />

edebiliriz, yeter ki yaptığımız şeyler olayların eskiden sonuçlanmış olduğu şekilde sonuçlanmasına neden olsun. Evren’in<br />

ayrılmaz bir parçası olduğumuz ve geçmişimizde olayların nasıl meydana geldiği ile ilgili anılar taşıdığımız için tarihin<br />

akışını asla değiştiremeyiz. Özetle, olan olmuştur. Hatta tıpkı bilardo masası zaman makinesinde olduğu gibi ,zaman<br />

yolcusu geçmişe gidip de olaylara müdahale ettiği için olayların bu şekilde sonuçlandığı senaryolar bile üretmekte<br />

serbestiz. Peki yalnızca "tutarlı çözümler"e izin vermekte diretince tüm zaman yolculuğu paradoksları çözümlemiş olduk<br />

mu? Cevap su götürmez bir hayır yüzeysel bakınca cazibeli görünüyor: Geçmişe gidip kendinizin genç haliyle<br />

karşılaşabilirsiniz; fakat yalnızca kendi geçmişiniz de yaşlı hani zaman yolculuğu yapıp sizinle karşılaşmışsa. Eğer<br />

karşılaşmadıysanız, o zaman asla karşılaşamayacaksınız demektir. Benzer şekilde daha vahşi olan dede paradoksundaki<br />

örnekte de denize öldüremezsiniz çünkü nedeni her ne olursa olsun başarısız olacağınız, doğup zaman yolcusu<br />

olmanızdan belli. Fakat bahsettiğimiz diğer paradokslardan kurtulmuş değiliz hala;Örneğin hiç yazılmamış olduğu halde<br />

zaman döngüsüne takılmış olan zaman makinesi talimatları. Bu örnekteki tek çıkış yolu şu olabilir: bir bilim insanının<br />

genç hali talimatları bulur, hiç incelemeden imha eder, sonra zaman makinası yapmanın yolunu kendi kendine bulup<br />

talimatlar halinde bir kağıda yazar, zaman makinesine binip geçmişe gider ve rafa koyar . Dikkat edin, bilim insanı<br />

kağıttaki talimatlara bakıp sonra imha ederse yine olmaz ,çünkü kağıttaki talimatların bilgisi zaman döngüsüne yine<br />

sıkışmış olur. Son bir nokta olarak, tutarlı çözümler argümanı termodinamiğin birinci yasasının çiğnenmesine yine<br />

açıklayamıyor. Zaman makinesi ve içindekiler geçmişe gittiklerinde, gelecekten ödünç alınmış olsalar bile sonuçta<br />

evrenin kütle ve enerjisini o anda ekleniveriyorlar.<br />

18


"Umut her daİm vardIr! "<br />

‘’Eğitimin pahaIı oIduğunu düşünüyorsanız, cehaIetin bedeIini hesapIayın.’’<br />

‘’CahiI insan kendinin biIe düşmanı iken, başkasına dost oIması nasıI bekIenir.’’<br />

‘’YeşiIIikIer toprağın çirkinIikIerini kapattığı gibi, tatIı söz de insanIarın kusurIarını örter...’’<br />

‘’Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, işe önce kendisinden başlamalıdır.’’<br />

‘’Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.’’<br />

"DüŞünüyorum, öyleyse varIm! "<br />

‘’Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan, yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe<br />

et.’’<br />

‘’Kesin olan bir şey var. Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek. Şüphe etmek düşünmektir.<br />

Düşünmekse var olmaktır Öyleyse var olduğum şüphesizdir’’.<br />

‘’Unutma, sana ışık tutanIara sırtını dönersen göreceğin tek şey kendi karanIığındır.’’<br />

"DüSünmek, ruhun kendi kendine<br />

konuSmasIdIr."<br />

‘’Bilge insanlar konuşurlar çünkü söyleyecek bir şeyleri vardır. Aptal insanlar konuşurlar<br />

çünkü bir şey söylemek zorundadırlar.’’<br />

‘’Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.’’<br />

‘’Devlet işleri içten gelen bir sevgi, edep ve kamil akıl ile yürütülmezse onun sonu çöküş ve<br />

yok oluştur.’’<br />

‘’Boş bir kafa, şeytanın çalışma odasıdır.’’<br />

19


"Unutkanlar Şanslidir; çünkü<br />

hatalarInIn derdİnİ çekmezler."<br />

''İnsanları sevdiğinizi söylüyorsunuz! Ama daha derine indiğinizde sevdiğinizin onlar olmadığını<br />

göreceksiniz. Siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz..''<br />

"Bir derin kuyuya benzer yalnız. Taş atmak kolaydır içine; ama bu taş dibe inecek olursa,<br />

söyleyin bana, kim çıkarabilir? Yalnızı incitmekten sakının. Ama incitecek olursanız, eh, artık<br />

öldürün de."<br />

"Biz en çok, görünmeyen ellerce bükülür ve eziyet görürüz."<br />

"İki temel sorunu var insanlığın. Adaletsizlik ve anlamsızlık. Birine karşı hukuku bulduk,<br />

diğerine karşı sanatı. Ama insanlar hukuka ulaşamadı. Ve sanat insanlara."<br />

"Biz arzulanana değil, arzulamanın kendisine aşığızdır."<br />

"Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını<br />

zanneder. Cahil toplumda seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır!<br />

Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!"<br />

"Cehenneme giden yoIIar iyi niyet taşIarıyIa döşeIidir. "<br />

"Zİncİrlerİmİzden baŞka kaybedecek<br />

neyİmİz var?"<br />

"Hayvan oImak istiyorsan oIabiIirsin eIbette. Bunun için insanIığın acıIarına sırt çevirme. Ve yaInız kendi<br />

postuna özen göstermen yeterIidir. "<br />

"Katı oIan her şey buharIaşıyor, kutsaI oIan her şey dünyeviIeşiyor ve en sonunda insanIar yaşamın<br />

gerçek koşuIIarıyIa ve diğer insanIarIa iIişkiIeriyIe yüzIeşmeye zorIanıyor. Modern burjuva topIumu,<br />

böyIesine kudretIi üretim ve mübadeIe araçIarının bir araya getirmiş oIan bu topIum, yer aItı güçIerini<br />

kontroI edemez bir büyücüye benziyor. "<br />

"CehaIet, ayrıcaIıkIı sınıfın ustaca kuIIandığı bir siIahtir. "<br />

"Din, bunaImiş mahIukun iç çekişi, merhametsiz bir dünyanın ruhu ve aynı zamanda akıIsız bir çağın akIıdır. Din haIkın afyonudur. "<br />

"İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler. "<br />

20


Zamanının<br />

Çok Ötesinde<br />

Bir Deha:<br />

NIKOLA<br />

TESLA<br />

Dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam<br />

anlamıyla ‘kökünden’ değiştirebilecek birçok<br />

‘kullanılan ve kullanılmayan’ deneye/buluşa imza<br />

atmasına rağmen ders kitaplarında adı nadiren<br />

geçer.<br />

Nikola Tesla Sırp asıllı Amerikalı mucit,<br />

fizikçi ve elektrofizik uzmanıdır. 1856'da<br />

Hırvatistan'daki Smijlan'da doğar. Sıra dışı<br />

bir hafızası vardır ve 6 dil öğrenir. Gratz'taki<br />

Politeknik Enstitüsü’nde matematik, fizik ve<br />

mekanik çalışarak 4 yıl geçirir.<br />

Özellikle ‘elektriğin kablosuz taşınabilmesi’ gibi bir buluşu ve bunu<br />

kanıtlaması onun ne kadar benzersiz bir mucit olduğunu açıklar.<br />

Radyoyu Marconi icat etti sanılır, X ışınlarını Röntgen'in keşfettiği,<br />

vakum tüp amplifikatörünü de Forest'in. Ayrıca Floresan lambayı, neon<br />

ışıklarını, hızölçeri, otomobillerdeki ateşleme sistemini, radarın<br />

temellerini, elektron mikroskobunu ve mikrodalga fırını da Nikola<br />

Tesla'nın icat ettiğini bilen sayısı sınırlıdır.<br />

AC akım jeneratörleri ve motorları, MRI , lazer teknolojisi, robot<br />

teknolojisi, deprem makinesi de Nikola Tesla'nın teorileri kaynaklık<br />

edinilerek yaratılmış projelerdir.<br />

Nikola Tesla, ilk defa elektriğin bir kaynaktan çevreye<br />

yayılarak kablosuz ve çok yüksek miktarlarda<br />

iletilebileceğini söylemiştir. Daha sonra yaptığı<br />

deneylerle de bunu göstermiştir.<br />

Kendisinin elinde kablosuz yanan bir ampul tutan<br />

fotoğrafı bulunmaktadır.<br />

Tesla'nın rüyası, dünyaya bedava enerji sağlamak idi. 1900<br />

yılında, yatırımcı J.P. Morgan'ın sağladığı 150 bin dolarla Tesla<br />

Telsiz Yayın Sistemi/Wardenclyffe adındaki kulenin yapımına<br />

Long Island, New York'ta başladı.<br />

Bu yayın kulesi, dünyanın telefon ve telgraf servislerini<br />

bağlayacaktı. Aynı zamanda resimleri, borsa verilerini, ve hava<br />

durumu bilgisini dünya çapında aktaracaktı. Maalesef, Morgan<br />

bunun dünyaya bedava enerji anlamına geldiğini fark ettiğinde bu<br />

işe para yatırmayı kesti.<br />

Tesla, 1884'te Birleşik Devletler’e ilk defa geldiğinde, Thomas<br />

Edison için çalışır. Edison henüz ampulün patentini almıştır ve<br />

elektriğin dağıtımı için bir sisteme ihtiyaç duymaktadır.<br />

Edison akkor telli ampulü yeni icat etmişti ve elektriğin aktarılması<br />

konusunda bir sistem geliştirmeye çalışıyordu ve Tesla’ dan bu<br />

konuda yardım istemiş, eğer sistemdeki sorunu çözebilirse büyük<br />

miktarda para vereceğini söylemiştir. Tesla sistemdeki sorunları<br />

çözerek Edison’u belki de milyon dolarlık bir masraftan kurtarmış<br />

ancak vaat edilen parayı hiçbir zaman alamamıştır.<br />

Edison ölüm döşeğindeyken Tesla’yı af dilemek için yanına<br />

çağırtmış fakat Tesla vaktimi boş laflar dinleyerek geçireceğime,<br />

insanlık adına gerekli icatları bularak geçiririm diyerek Edison‘un<br />

son arzusunu yerine getirmemiş ve yanına gitmemiştir.<br />

Dünya, henüz duyulmamış olan sesin ve resmin iletiminden sonra<br />

onun bir kaçık olduğunu düşündü.<br />

Eğer destek o gün kesilmeseydi, günümüzde insanlar elektriği<br />

ücretsiz bir şekilde kablosuz olarak kullanabilecekti.<br />

Tesla’nın en önemli projesi kablosuz enerji iletimi idi. 20 adet ampulü kablo<br />

olmadan 25 mil uzaktan yakabildiği kayıtlara geçmiştir.<br />

Tesla alternatif akım ile ilgili olarak şu sözleri söylemiştir:<br />

"…Kendi alternatif akım ve yüksek frekans ile ilgili “frekans yüksek olduğu<br />

müddetçe yüksek voltajlardaki alternatif akımlar derinin yüzeyinde,<br />

herhangi bir yaralanmaya neden olmadan salınırlar. Ama bu amatörlerin<br />

becerebileceği bir şey değildir. Sinir dokularına nüfuz edebilecek<br />

miliamperler öldürücü bir etki yaratabilir ama derinin üzerindeki amperler<br />

kısa süreler için zarar vermez. Derinin altına sızabilecek düşük akımlarsa,<br />

ister alternatif ister doğru akım olsunlar, ölüme yol açabilir."<br />

21<br />

Endüstrinin floresan lambayı "icat etmesi"nden 40 yıl kadar önce kendi<br />

laboratuvarında floresan lamba kullanıyordu.


Ford ilk motorlu aracı ile gösteriş yaparken yanına giden Tesla bu kadar<br />

büyük bir motora gerek olmadığını anlatmış fakat Ford kendini fazla<br />

üstün gördüğü için Tesla’yı dinlememiş; bunun üzerine Tesla, ateşleme<br />

sistemini icat etmiş ve Ford’a bunu göstermek zorunda kalmıştır. Fakat<br />

her zaman olduğu gibi şanssızlığı burada da kendini göstermiş ve Ford,<br />

ateşleme sistemini kullanmak için patentini kendine almıştır.<br />

1898'de, Madison Square Garden'da dünyaya ilk uzaktan kumandalı<br />

model botunu gösterir. Yani Tesla'ya uzaktan kumandalı uçaklar,<br />

arabalar ve botlar (ve hatta televizyonlar) için de teşekkür edebiliriz.<br />

Nikola Tesla'nın uzaktan kumandası temel<br />

alınarak günümüzde uzaktan kumanda ile<br />

kontrol edilebilen uzay mekikleri, uydular,<br />

cihazlar geliştirilmiştir.<br />

Amerikalılar savaş zamanında<br />

Alman denizaltılarını bulabilmek<br />

için Edison’dan yardım istemiş ve<br />

Tesla’nın önerisi olan "enerji<br />

dalgalarını kullanalım" fikrine<br />

Edison'un şiddetle karşı çıkması<br />

sebebiyle bugün "radar" dediğimiz<br />

aygıt 25 yıl geç keşfedilmiştir.<br />

Nikola Tesla uzaydaki<br />

hayatın varlığı ile de<br />

yakından ilgilenmiş.<br />

Dünya’da ilk defa 1899<br />

yılının Mart ayında<br />

kendi<br />

laboratuvarından<br />

uzaya ses dalgaları<br />

göndermiştir.<br />

Uzaydan kozmik ses dalgalarının<br />

kaydını yapmıştır. Bunun<br />

duyurusunu yaptığında bilim<br />

çevresinden ilgi ve destek<br />

görememesinin sebebi o yıllarda<br />

kozmik radyo dalgalarının bilim<br />

camiasında yeri olmamasıdır.<br />

Tesla, Mars'tan ve Venüs'ten radyo<br />

sinyalleri aldığını belirtmişti. Bugün<br />

onun aslında sinyalleri uzaklardaki<br />

yıldızlardan aldığını biliyoruz fakat o<br />

zamanlar evren hakkında çok az şey<br />

biliniyordu. Basın ise onun "rezil"<br />

iddialarıyla eğlendi.<br />

Tesla, Marconi'nin<br />

kabul edilen radyonun<br />

icadından 10 yıl önce<br />

radyo ilkelerini zaten<br />

göstermişti.<br />

Aslında (Tesla'nın öldüğü yıl olan)<br />

1943'te yüksek mahkeme Tesla'nın<br />

daha önceki açıklamalarından<br />

dolayı Marconi'nin patentlerinin<br />

geçersiz olduğuna hükmetmişti.<br />

Hala pek çok referans kaynak<br />

radyonun icadıyla ilgili olarak<br />

Tesla'nın ismini zikretmiyor. (Ayrıca<br />

Marconi'nin radyosu sesi<br />

iletmiyordu, sadece sinyal<br />

iletiyordu, halbuki Tesla yıllar<br />

öncesinde ses iletimini göstermişti.)<br />

Tesla'nın tabiatın işleyişini bizim göremediğimiz bir yetenekle görebildiği<br />

ortadaydı. Kilometrelerce öteden elektrik ampullerini yakabilmesi,<br />

depremler, şimşekler gibi doğayı kökten yok edebilecek güçleri kontrol<br />

edebilmesi bunu açıkça gösteriyor.<br />

22<br />

Tesla, dünyanın ilk<br />

hidroelektrik santralini<br />

Niagara şelalerinde<br />

gerçekleştirmiştir.<br />

Tesla’nın bulduğu şeyleri silaha dönüştürecek<br />

olan bir ülkenin diğer ülkelere üstün olacağı<br />

bariz ortadadır. Bugün ABD, Tesla’nın<br />

fikirleriyle deprem jeneratörü yapmıştır.<br />

HAARP (High Frequency Active Auroral<br />

Research Program/Yüksek Frekenslı Aktif<br />

Auroral Araştırma Programı) olarak<br />

nitelendirilen projenin kapsamında yapılan<br />

denemelerin, 17 Ağustos depremi gibi dünya<br />

üzerindeki yıkıcı depremlerin tetiklenmesine<br />

sebep olduğu dedikoduları ortalarda<br />

dolaşmıştı. Depreme şahit olanların ışık<br />

kümeleri-parlamaları görmeleri de ilginç<br />

gelmişti.<br />

Tesla’nın başarıları<br />

karşısında elde ettiği<br />

ödül neydi dersiniz?<br />

Edison Madalyası!..<br />

Edison tarafından<br />

sürekli eleştirilen<br />

birine bundan daha<br />

kötü bir ödül<br />

olamazdı.<br />

Elektrik üzerine yaptığı<br />

sayısız deneyler ve<br />

buluşlar vardır. 7 Ocak<br />

1943 tarihinde<br />

kendisine ait patent<br />

aldığı 700 buluşla en<br />

çok patent sahibi kişi<br />

olarak dünya tarihine<br />

geçmiştir.<br />

Modern dünyayı icat eden<br />

insan, milyarder<br />

olabilecekken neredeyse<br />

meteliksiz bir şekilde 86<br />

yaşında 7 Ocak 1943'te<br />

New Yorker otelinde ölü<br />

bulundu.<br />

Tesla’nın bütün dokümanlarına ABD<br />

hükumeti tarafından el konuldu. Tesla’dan<br />

geride kalanlar üzerinde çalışmalara<br />

devam edildiği ve geliştirilen teknolojiler<br />

olduğu söylentileri bulunmaktadır.<br />

Bilim adamları bugün onun notlarını<br />

satır satır taramaya devam ediyor.<br />

Uçuk teorilerinin çoğu bugünün ünlü<br />

bilim adamları tarafından<br />

ispatlanıyor.<br />

Teşekkürler Tesla...


INCILERDEN…<br />

23


24


Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması<br />

SETI<br />

SETI, Dünya dışı sinyalleri aktif bir şekilde aramak için, yıllar boyu dünyanın çeşitli yerlerinde<br />

gerçekleştirilmiş projelerin ortak adıdır. Uzayda elektromanyetik dalgalar ile gönderilmiş potansiyel<br />

mesajları duyabilmek için uzayı dinlemek, bilim insanları bu tür sinyalleri alıp vermeyi öğrendiğinden<br />

beri yaptığımız bir şey.<br />

Bunun ilk örnekleri 19. yüzyılın sonlarına kadar geçmişe<br />

gidiyor. Sırp kökenli elektrik mühendisi ve mucit Nikola Tesla,<br />

1899'da Colarado Springs deki laboratuvarında yeni<br />

geliştirdiği, oldukça hassas Radyo Frekans alıcısını kullanarak<br />

fırtınalarda oluşan atmosferik elektriği araştırıyordu.<br />

Kümeler halinde gelen ve art arda bir, iki, üç ve dört kere<br />

"bip sesi"nden oluşmuşa benzeyen zayıf sinyaller saptadı. Bu<br />

sinyallerin Mars'tan geldiği kanısına vardı. 1901'de verdiği bir<br />

dergi röportajında heyecanlı şöyle anımsıyor:<br />

İnsanlık için hayal edilemez sonuçları olabilecek bir şeyi<br />

gözlemlemiş olduğum kafana dank ettiğinde hissettiğim o ilk<br />

duyguları asla unutamam… İlk gözlemlerim beni kesinlikle<br />

korkutmuştu çünkü sinyallerde doğaüstü demeyelim ama<br />

gizemli bir şeyler vardı. Üstelik gece laboratuvarımda<br />

yalnızdım… Elektrik sinyallerinin varışı periyodikti ,sayısal<br />

düzenlerini bildiğim hiçbir nedene bağlayamıyordum…<br />

Aradan bir gün süre geçtikten sonra, gözlem dediğim garip<br />

olayın zeki bir kontroldan dolayı olabileceği düşüncesi birden<br />

aklında belirliverdi.*<br />

Her ne kadar Tesla iddialarından dolayı sert bir<br />

şekilde eleştirildiyse de saptadığı sinyaller gizemini<br />

koruyor. Zeki uzaylılardan gelebilecek olası radyo<br />

sinyalleri için ilk ciddi araştırma 1924'te Amerika'da<br />

yapılan kısa soluklu bir projeydi. O zamanlar hala<br />

dünya-dışı uygarlıklar için en olası gezegenin<br />

komşumuz Mars olduğu düşünülüyordu. Ayrıca<br />

Marslılar bizimle iletişime geçecekse iki gezegen<br />

birbirlerine en yakın olduğu zamanda bunu yapacak<br />

olmalıydılar. "Karşı konum" denilen bu durum Dünya<br />

Mars ile Güneş arasından geçerken yaşanır. Böyle bir<br />

karşı konum 21 ila 23 Ağustos 1924 tarihleri arasında<br />

Mars Dünya' ya son 1000 yılda en çok yaklaştığı<br />

sırada yaşandı. (Bu rekor Ağustos 2003'te kırıldı<br />

2287'de tekrar kırılacak) Eğer Marslılar varsa bu<br />

fırsatı Dünya'ya sinyaller göndermek için<br />

kullanacakları kanaat getirilmişti. Amerika Birleşik<br />

Devletleri Donanması, "Ulusal Radyo Sessizlik Günü"<br />

düzenleyecek kadar işi ciddiye bindirdi.<br />

25


Mars'ın yanımızdan geçeceği 36 saat boyunca ülkedeki tüm radyolar her saat başı beş dakikalığına kapatılacaktı.<br />

Başkent Washington’daki Amerikan Donanma Gözlemevi’nde bir radyo alıcısı, uçakla 3000 metre yüksekliğe<br />

çıkarılmış; ülke çapındaki tüm donanma istasyonlarına, sıra dışı bir şey saptayabilmek için havada algılarını<br />

gözlemlemeleri konusunda talimat verilmişti. Fakat statik gürültü aşamasında tek duydukları saat başı<br />

sessizliğe uymayan özel istasyonlar oldu.<br />

SETI hareketinin asıl yükselişe geçişi Frank Drake 'in ilk projesiyle araştırmaları güneş sisteminin<br />

çok daha ötesine taşıması ile oldu. Radyo teleskoplarının dinlenme menzilimizi ne kadar arttırdığı<br />

hakkında bir fikir vermesi açısından, 1960'ta Drake' in odaklandığı iki yıldız yaklaşık on ışık yılı<br />

uzaktaydı, yani Mars'ın 2 milyon katı daha uzak. Bir bakıma komşunun konuşmalarını dinlemek<br />

için duvara bardak dayamıştık, bir şey duyamayınca Londra'da otururken New York ‘taki bir<br />

konuşmayı dinlemeye çalışmaya karar verdik. Asıl meselenin radyo teleskoplarının çanaklarını<br />

nereye doğrultacağımız olduğu açıktı. Kaliforniya'daki SETI Enstitüsü 1984'te kuruldu. Yıllar sonra<br />

gök bilimci Jill Tarter yönetiminde "Phoenix Projesi" başlatıldı. Jill Tarter aynı zamanda Carl<br />

Sagan’ın Contact romanının başkarakterine ilham veren kişidir. 1995 ile 2004 yılları arasında<br />

Phoenix projesi, Avustralya, ABD ve Porto Riko'daki teleskopları kullanarak dünyaya 200 ışık yılına<br />

kadar uzaklıktaki 800 güneş-benzeri yıldızı dinledi. Hiçbir şey bulamadılar fakat proje olası uzaylı<br />

yaşamı ile ilgili değerli bir bilgi kaynağı oluşturdu. Jill Tarter meslektaşı Margaret Turnbull 'la,<br />

yaşam barındırma kapasitesindeki gezegen sistemlerini barındırabilecek yakındaki yıldızların<br />

kataloğunu derledi. Katalog şu an itibariyle, dünya benzeri gezegenleri barındırmak için gerekli<br />

özelliklere sahip olan çoğu birkaç 100 ışık yılı uzaklıktaki 17.000'den fazla yıldız içeriyor. 2001<br />

yılında Microsoft'un kurucu ortaklarından Paul Allen SETI' ya adanmış yeni bir radyo teleskobunun<br />

yapımının başlangıç aşamasını finanse etmeyi kabul etti. "Allen Telescope Array" (veya ATA) adı<br />

verilen bu proje, San Francisco'nun birkaç 100 km kuzeydoğusunda halen yapım aşamasında.<br />

Tamamlandığında her biri 6 metre çapında 350 radyo çanağı birlikte çalışacak. 2007'de antenlerin<br />

43 tanesi işlevsel hale gelince birinci aşama tamamlandı; fakat 2011'in başında hükümetin<br />

araştırma bütçesini kesmesi ile proje geçici olarak durdu. Çok geçmeden, projeyi kurtarmak için<br />

yardım etmek isteyen herkesten bağış toplayan bir grup kuruldu. Bağış yapmak için binlerce kişi<br />

başvurdu. Bunlardan biri de Carl Sagan' ın Contact romanının Hollywood sineması uyarlamasında<br />

Jill Tarter rolünü oynayan film yıldızı Jodie Foster' dı.<br />

O zaman pes etmek şöyle dursun, uzaylar için<br />

araştırma ciddi anlamda daha yeni başlıyor.<br />

Bugüne kadar tüm elektromanyetik spektrumun<br />

sınırlı bir frekans aralığında, yalnızca birkaç 1000<br />

yıldıza dikkatlice baktık. ATA'nın amacı 1000 ışık<br />

yılı uzaklığa kadar olan 1 milyon yıldızı taramak.<br />

Ayrıca aramanın frekans aralığını da genişletiyor.<br />

Drake' in ilk seçtiği yıldızlararası hidrojenin<br />

frekans olan 1,42 GHz mantıklı bir seçimdi.<br />

Gökyüzü çok gürültülü bir yerdir-galaktik gülünç<br />

ve dünyanın manyetik alanında hareket eden<br />

yüklü parçacıkların gürültüsü de dahil olmak<br />

üzere her türlü kaynaktan gelen radyo dalgaları<br />

vardır. Fakat ATA tarafından taranacak olan,<br />

"mikrodalga aralığı" diye bilinen 1 ile 10 GHz<br />

arasındaki frekanslar, elektromanyetik<br />

spektrumun özellikle sakin bir bölgesidir, bu<br />

açıdan Dünya dışı sinyaller aramak için idealdir.<br />

Daha ciddi akademik araştırmalar ise zeki yaşamın<br />

izlerini değil, zeki yaşama barındırabilecek Dünya<br />

benzeri gezegenleri arıyor. Kısaca "öte gezegen"<br />

dediğimiz güneş sistemimiz dışındaki<br />

gezegenlerin avı, bilimsel araştırmanın<br />

günümüzdeki en gözde alanlarından birini<br />

oluşturuyor.<br />

26<br />

JIM AL KHALILI THE NINE GREATEST ENIGMAS IN PHYSICS<br />

ÇEVİRİ: Cem Duran


BEN NE OLACAGIM?<br />

Meslek, bireyin yaşamını sürdürebilmesi için yaptığı iştir. Meslek ,kişiye maddi ve<br />

manevi bir doyum sağlar. Kişinin toplum içerisindeki statüsünü belirler. Hayatımızdaki önemi çok<br />

büyük olan bu mesleğin seçimi tüm yaşamımızı etkiler. Kişi mesleğini seçmekle yaşayacağı<br />

çevreyi, bir anlamda ekonomik durumunu ve ilişkide bulunacağı insanları da seçmiş olmaktadır.<br />

Ergenlik dönemindeki birey, bir sonraki okulunu ve mesleğini belirlemek<br />

durumundadır. Bu dönem fiziksel, psikolojik ve sosyolojik açıdan çok önemli bir yaş dilimidir. Bu<br />

dönemin en önemli sorularından biri de ‘’ Ben Ne Olacağım? ‘’ sorusudur.<br />

Bireylerin meslek seçimi birçok faktörden etkilenmektedir. Birçok faktörün etkilediği<br />

meslek tercihini yaparken sağlıklı karar verebilmek için izlenecek basamaklar vardır.<br />

HANGİ ALANLARDA YETENEKLİYİM?<br />

Yeteneğe göre meslek seçmek için öncelikle gencin kendisini iyi tanıması<br />

gerekmektedir. Kişinin kendini tanıması, meslek seçiminde rol oynayan kişilik özellikleri<br />

yönünden kendini değerlendirebilmesidir. Meslek seçiminde etkili olan kişilik özellikleri<br />

ise ilgiler, yetenekler ve değerlerdir. Yetenek, mesleki başarıyı etkileyen en önemli<br />

etkenlerden biridir ve temel gerekliliktir.<br />

Kendini ve içinde bulunduğu durumu doğru algılayan, kişisel değerleri ile<br />

toplumsal beklentileri arasında denge kurabilen birey, kişisel yeterliliğe ulaşabilir. Kendini<br />

tanıyan birey ise seçim işlemlerinde daha tutarlı olacaktır.<br />

NELERİ YAPMAKTAN HOŞLANIRIM?<br />

İlgi duyulan bir faaliyet alanı, aynı zamanda yetenekli olunan bir alandır. Doğal<br />

olarak sadece yetenekli olunan alanlarda başarılı çalışmalar yapılabilir. O halde, ilgi<br />

alanını belirlemek, meslek seçimini kolaylaştıracak bir etken olmaktadır.<br />

KİŞİSEL ÖZELLİKLERİM SEÇEĞİM MESLEĞE UYGUN MU?<br />

Meslek seçerken kişisel özelliklerimizin seçeceğimiz mesleğe uygunluğu da<br />

oldukça önemlidir. Örneğin: çekingen,ikna gücü düşük birisi için hukuk ve politika gibi<br />

meslekler pek uygun olmayacaktır.<br />

MESLEKLERİ TANIYOR MUYUM?<br />

Meslek seçme aşamasında karar verirken gençlerimiz bocalamakta ve çoğu zaman<br />

seçimler tesadüflere bırakılmaktadır. Bu da ileride hayal kırıklığına neden olmaktadır.<br />

Meslekler hakkında doğru ve ayrıntılı bilgi sahibi olmak, seçtiğimiz meslekte mutlu ve<br />

başarılı olabilmemizin temel koşuludur. Gencin seçmek istediği meslekte çalışan kişilerin<br />

çalışma süreleri içinde neleri gerçekleştirdikleri ve yaptıkları işin arkasında yapmakla<br />

yükümlü olduğu faaliyetlerin neler olduğu, çalışma saatleri, çalışma ortamları vb. konular<br />

gençler tarafından iyi araştırılmalıdır.<br />

Yukarıda saydığımız başlıklar dışında elbette gençlerimizi meslek seçerken daha<br />

farklı faktörler de (mesleğin sosyoekonomik getirisi, çevrenin etkisi, ailelerin beklentisi<br />

vb.) etkilemektedir. Bizler bu süreçte her zaman gençlerimizin yanındayız…<br />

Dilek ÖZKAN<br />

Seviye Koleji<br />

Lise Rehber Öğretmeni<br />

27


28<br />

LEONARDO DA VINCI’ NİN EN ÜNLÜ<br />

ESERİ<br />

MONA LİSA,İtalya'nın Floransa şehrindeki<br />

Rönesans sırasında Leonardo Da Vinci tarafından kavak bir<br />

pano üzerine Sfumato tekniği ile resmedilmiş 16. yüzyıl<br />

yağlıboya portresidir. Resim halen Paris'teki Louvre<br />

Müzesi'nde Francesco del Giocondo'nun karısı, Lisa<br />

Gherardini Portresi başlığı altında sergilenmektedir.<br />

Tabloda oturmuş bir kadın resmedilmiştir, kadının yüzünün<br />

kime ait olduğu hala gizemini korumaktadır.<br />

Yüz ifadesindeki belirsizlik, kompozisyonundaki anıtsallık,<br />

atmosferdeki ilginçlikler, tablo hakkındaki çalışmaları<br />

devam ettirmektedir. Bu tablo, geniş ölçüde tanındı;<br />

karikatürleri yapıldı, araştırıldı ve Louvre Müzesi'nin en<br />

önemli eserlerinden olarak düşünüldü.<br />

Mona Lisa ile ilgili sıkça yeni bir şeyler çıkıyor . Bilmece gibi bir<br />

tablo. Uzun yıllar yüzünün bir tarafa gülüyor bir tarafı ağlıyor<br />

diye konuşuldu sonra Leonardo Da Vinci kendi resmini yapmış<br />

denildi. Bir başka zamanda bir kontesin resmi ama Leonardo ile<br />

yasak aşk yaşayan biri denildi. Sonra da Da Vinci’nin eşcinsel<br />

olduğu, kendini kadın giysileri içinde resmettiği anlatıldı.<br />

Tablodaki kadının gülümsemesinin yanı sıra Mona Lisa<br />

hakkındaki benzersiz bir şey de kaş ve kirpiklerinin<br />

bulunmamasıdır.Bu nedenle bazı tarihçiler Leonardo Da<br />

Vinci’nin bir nedenle boyama işlemini tamamlayamamış<br />

olduğunu düşünmektedir.


Bu tekrarlanabilirlik Newton dünyasının özünü oluşturur ve her yerde<br />

kendini gösterir. Fakat başlangıç koşullarına duyarlılık da yine bu<br />

dünyanın özünde yer alır. Sabah işe giderken belli bir karar verirseniz,<br />

örneğin karşıdan karşıya geçmeden önce bir saniyeliğine duraksarsanız,<br />

eski bir arkadaşınıza rastlama fırsatını kaçırmış olabilirsiniz, o<br />

arkadaşınızın size yeni bir iş başvurusu yapmanıza neden olacak bir<br />

bilgi verebilir, o iş hayatınızı değiştirebilir. Bir saniye daha<br />

duraksarsanız belki otobüs çarpabilir. Deterministik bir evrende<br />

yazgımız önceden belirlenmiş olabilir fakat öngörülemez.<br />

29<br />

KELE<br />

BEK<br />

ETKI<br />

SI<br />

Her türlü hesaplamaya gücü yeten bilgisayarımıza çok daha<br />

mütevazi bir görev verelim:<br />

Bilardo masasında ilk atıştan sonra topların nasıl dağılacaklarını<br />

öngörmeye çalışsın. Masadaki her top ayrı bir yana gidecek, çoğu<br />

birden fazla kez diğerleriyle ve masa kenarıyla çarpışarak sekecek.<br />

Tabii bilgisayarın ilk topa hangi hızla vurulduğunu çarptığı ilk<br />

topa hangi açıyla çarptığını bilmesi gerekir ama bu yeterli mi?<br />

Sonunda topların hepsi durduğunda bilgisayarın tahmini<br />

gerçekteki dağılıma ne derece yakın olur? Yalnızca iki topun<br />

çarpışması söz konusu olduğunda sonucu öngörmek kuramsal<br />

açıdan mümkün olsa da pek çok topun çarpışması gibi karmaşık bir<br />

durumun sonunda ne olacağını hesaplayabilmek neredeyse<br />

imkansızdır. Toplardan bir tanesi azıcık farklı bir açıyla hareket<br />

ederse daha önce yanından geçtiği bir topla çarpışabilir, böylece<br />

her iki topun izleyecekleri yollar tamamen değişebilir, son durum<br />

bir anda bambaşka bir hale gelir. Bu yüzden sadece gönderdiğimiz<br />

topun değil, masadaki her topun tam konumunu bilgisayara<br />

girmemiz gerekir: Birbirlerine dokunuyorlar mı, masanın<br />

kenarlarına olan mesafeleri ne kadar vs. Bu bile yeterli olmaz.<br />

Toplardan birinin üstündeki küçücük bir toz parçası, milimetrik<br />

oranda rotasını değiştirmeye ya da hızını azaltmaya yeter zaten<br />

bunun sonucunda top bir sonraki topa farklı bir şekilde çarpar.<br />

Ayrıca bilgisayara masanın yüzeyinin durumuyla ilgili kesin bilgi<br />

vermemiz gerekir: neresi biraz daha tozlu, neresi biraz daha<br />

aşınmış ki bilgisayar topların maruz kalacak sürtünmeyi daha iyi<br />

hesaplayabilsin.<br />

Yine de bu iş imkansız değil diye düşünebilirsiniz. İlkesel olarak, başlangıç koşulları ile ilgili tüm bilgilere<br />

sahipsek ve hareket yasalarını ve formüllerini tam olarak biliyorsak yapılabilir. Topların nereye gideceği<br />

raslantısal değil hepsi fizik yazılarına uyuyor ve her an, tamamen deterministik bir şekilde, üzerlerine etki<br />

eden kuvvetlere göre hareket ediyorlar. Sorun şu ki uygulamada asla güvenilir bir öngörüde bulunamayız<br />

çünkü bütün başlangıç koşullarını inanılmaz bir kesinlik derecesinde bilmemiz ; her topun üzerindeki her toz<br />

parçasının, masanın üzerindeki kumaşın her ipliğini hesaba katmamız gerekir. Eğer masayla toplar arasında<br />

sürtünme yoksa tabii çok daha uzun süre çarpışmaya ve saçılmaya devam ederler, sonunda durduklarında ise<br />

tam nerede olduklarını kestirebilmek için ilk andaki koşullarını daha da kesin olarak bilmemiz gerekir. Diğer<br />

tüm etkilerin yanında başlangıç koşullarını sonsuz bir kesinlik derecesinde bilemeyişimiz ve kontrol<br />

edemeyişimiz, çok daha basit gözüken sistemlerde de kendini belli eder.<br />

Örneğin yazı-tura atarken parayı ilkiyle tamamen aynı şekilde atıp tekrar<br />

tekrar aynı sonucu elde etmenin gerçekçi bir beklenti olmadığını biliriz.<br />

Diyelim ki parayı attık ve tura geldi, bir daha aynı şekilde atıp havada aynı<br />

sayıda dönmesini sağlayarak tekrar tura gelmesini sağlamak aşırı zordur.<br />

Hem bilardo masası, hem de yazı-tura örneğinde, eğer her şeyi bilebilseydik<br />

tam olarak aynı hareketi yapıp aynı sonucu elde edebilirdik.


Bu fikirleri ilk ortaya atan ve yeni bir kaos kavramı oluşturan kişi Amerikalı Matematikçi ve Meteoroloji<br />

Uzmanı Edward Lorenz 'tir.<br />

Lorenz bu keşfini, 1960'ların başında hava durumu modelleri üzerinde çalışırken bir yanlışlık sonucu yapmıştır.<br />

Simülasyonu için erken dönen bilgisayarlardan bir LGP-30 kullanıyordu. Bir noktada simülasyonu tekrar çalıştırması<br />

gerekti. Bunun için bilgisayarın kullandığı sayıların çıktısını aldı ve geri geldiğinde bu şeyleri tekrar kağıttan<br />

bilgisayara girdi. Bilgisayar geride olarak aynı sayıları kullandığı için, ilk seferkiyle aynı sonuçlara varması gerekirdi.<br />

Fakat öyle olmadı. Bilgisayar hesaplamalarında bilgiden sonra altı basamak hesaplıyor fakat çıktıyı basarken üç<br />

basamak kadar yuvarlıyordu.<br />

Örneğin belleğindeki sayı 0,506127 ise çıktıda 0,506 yazıyordu. Lorenz de bu<br />

yuvarlatılmış sayıları girmişti. Bu iki değer arasındaki ufacık bir farkın (0,000127)<br />

simülasyonun sonunda ufacık bir farka yol açtığını tahmin ediyordu. Fakat öyle<br />

olmadı. Çok büyük bir sürprizle karşılaştı. Lorenz ufacık değişimlerin çok büyük<br />

etkilere yol açabileceğini keşfetmişti. Bu simülasyon bugün "doğrusal olmayan<br />

davranış" diye adlandırdığımız şeyin bir örneğiydi. Uzun vadeli hava tahmini<br />

yapmanın zorluğu burdadır: gerçek hava durumunu etkileyen değişkenleri asla<br />

sonsuz kesinlikte bilemeyiz. Bilardo masası örneğiyle aynı durum,sadece çok daha<br />

karmaşığı. Günümüzde birkaç gün içinde yağmur yağıp yağmayacağını makul bir<br />

güvenilirlikte söyleyebiliyoruz fakat önümüzdeki yılın aynı günü yağıp<br />

yağmayacağını asla bilemeyiz.<br />

Lorenz bu önemli keşfini kelebek etkisi" olarak adlandırdı. Bir kelebeğin kanat çırpmasının, sonraki olaylar<br />

üzerinde dalgalar gibi gittikçe yayılan etkilere yol açması fikrine ilk olarak Ray Bradbury'nin 1952'de yazdığı ‘’A<br />

Sound of Thunder’’ adlı kısa öyküde rastlıyoruz. Lorenz bu fikri ondan ödünç alarak popülerleştirdi. "Bir<br />

kelebeğin kanat çırpması, aylar sonra dünyanın diğer ucunda kasırga kopmasına neden olabilir." sözü tanıdık<br />

bir ifade haline geldi. Tabii bu demek değil ki kasırganın çıkmasına kelebeğin kanat çırpması neden oldu, daha<br />

ziyade dünyanın pek çok yerindeki trilyonlarca ufak olayın bileşke etkisi sonucu kasırga meydana geldiherhangi<br />

biri farklı olsaydı kasırga hiç olmayabilirdi.<br />

30


İLGİNÇ BİLGİLER<br />

Bir insan hayatı boyunca ortalama 22<br />

kilogram deri kaybediyor.<br />

Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi<br />

bambu, bir günde 90 cm kadar uzuyor..<br />

Dünyada çıkan savaşların çoğu doğal<br />

kaynakları ele geçirme amacı nedeniyle<br />

çıkmaktadır…<br />

Sıcak su soğuk sudan daha<br />

ağırdır..<br />

Hapşırdığınız zaman, kalbiniz de dâhi<br />

olmak üzere bütün vücut<br />

fonksiyonlarınız bir an için durur..<br />

Google Earth programıyla<br />

Dünya'nın her yerini<br />

görüntüleyerek gezebilirsiniz.<br />

Ancak insanların % 95'i sadece<br />

kendi evine bakıyor.<br />

Cep telefonuyla konuşurken<br />

yürüyorsanız yanınızdan biri<br />

geçtiğinde yere bakma eğilimine<br />

girersiniz.<br />

Türkiye'de Barış ismini ilk<br />

olarak Barış Manço almıştır.<br />

Yorgunluk sadece<br />

fiziksel değil<br />

duygusal olarak da<br />

yaşanır..<br />

Psikologlara göre yalnızlık<br />

hissi, kimse sizi<br />

takmadığında değil ilgisini<br />

beklediğiniz kişi sizi hiç<br />

takmadığında oluşur.<br />

Erkekler duygusuz, odun, aşktan<br />

anlamaz dense de kadın şair sayısı<br />

yok denilecek kadar azdır.<br />

Hafıza kaybı yaşayan insanlara müzik<br />

dinletilmesi önerilir; çünkü beyin<br />

şarkıların içine bir çok anıyı<br />

kaydeder.<br />

31<br />

Bulunduğunuz yerde kuşlar uçuş<br />

yüksekliğini azalttıysa şiddetli<br />

soğuk veya fırtına yakın demektir.<br />

Mutluyken ani bir ruh<br />

değişimiyle mutsuz oluyorsanız<br />

bilinçaltında özlediğiniz biri<br />

vardır.


Danimarkalı oyuncak firması LEGO'nun ismi,<br />

Danca dilinde 'iyi oyunlar' manasına gelen<br />

"LEG GODT"ın kısaltmasıdır.<br />

Dünya üzerindeki ilk canlılık örneklerine<br />

günümüzden 3.5 milyar yıl öncesine ait<br />

tabakalarda, Avusturalya’da<br />

rastlanmaktadır. Bu o kadar uzun bir<br />

süredir ki o dönemde atmosferde oksijen<br />

bile bulunmamaktadır.<br />

Okyanuslarda ortalama 1.000.000 adet tür<br />

yaşadığı düşünülmektedir. Üstelik tüm<br />

okyanus türlerinin sadece%33’ünün<br />

keşfedildiği düşünülmektedir.<br />

Her yıl ortalama olarak 8-12 adet<br />

insan, köpekbalığı saldırıları<br />

sebebiyle ölmektedir. Her yıl<br />

100.000.000 civarında köpekbalığı,<br />

insan saldırıları sebebiyle<br />

ölmektedir.<br />

Rusya yeryüzü üzerinde<br />

Pluto’dan daha büyük bir yüz<br />

ölçümüne sahip olmaktadır.<br />

19. yüzyılın teknoloji açısından<br />

tam olarak gelişmemiş olması<br />

şimdiki zamandaki insanların iki<br />

dakika içerisinde çektikleri<br />

resimleri hayatları boyunca<br />

çekememelerine neden olmuştur.<br />

Gökyüzünde sayısı bilinmeyecek kadar<br />

çok yıldız bulunmaktadır. Dünya<br />

üzerinde yer alan plajlarda ne kadar<br />

kum tanesi varsa gökyüzünde olan<br />

yıldızlar bundan daha fazla olmaktadır<br />

Mavi balinaların kalpleri akılların<br />

almayacağı kadar büyüktür. Kalbin<br />

içerisinde yer alan bir atar damarda<br />

insanlar rahatlık ile yüzebilecekleri<br />

kadar büyük olmaktadır.<br />

32


Ama kolunuzu kaybetmemeye<br />

çalışın, tamam mı?<br />

Geçici Star Wars hayranlarının bile<br />

bileceği üzere ışın kılıçları,<br />

muhtemelen şimdiye kadar beyaz<br />

perdede görünmüş en havalı silahtır.<br />

Işın kılıcı dövüşleri öyle zariftir ki<br />

neredeyse hipnotize edicidirler ve<br />

hepimizin damarlarından geçen<br />

yeterince kuvvetli bir güç akışı<br />

olmayabilse de sağ elde duran bir ışın<br />

kılıcı, büyük bir farkla, evrende<br />

bulunabilecek en ölümcül silahtır.<br />

Bir ışın kılıcının ardındaki fikir, sade<br />

bir dehadır: çok hafif ve son derece<br />

güçlü bir araç, sadece karanlık tarafın<br />

müritlerini tek darbede dilimlemek<br />

için değil aynı zamanda lazer<br />

patlamalarına karşı da etkili bir kalkan<br />

olarak da kullanılmak amacıyla bir<br />

enerji kılıcı kullanır. Peki neden gerçek<br />

hayatta çalışan ışın kılıçlarına sahip<br />

değiliz? Muhakkak ki fizikçiler, bu<br />

inanılmaz nesnelerden birini<br />

üretebilecek kadar zeki (ve yeterince<br />

büyük Star Wars hayranları) olmalılar.<br />

Bir ışın kılıcı yapmanın aşikar yolu,<br />

özellikle parlak ve yönlü bir ışık atışı<br />

olarak görülebilen bir lazer kullanmak<br />

olacaktır. Fakat lazer teknolojisi sürekli<br />

daha verimli ve kullanışlı makinelere<br />

doğru ilerlese bile, çalışan bir ışın<br />

kılıcından hâlâ kilometrelerce uzakta<br />

bulunuyoruz. Niçin olduğuna birlikte<br />

bakalım.<br />

GERÇEK BIR ISIN KILICI<br />

NASIL YAPILIR?<br />

Karşılaştığımız ilk zorluk, ışın kılıcınızın bıçağını uygun bir boyutta yapmaktır. Yaklaşık bir metre filan<br />

diyelim. Bunu yapmak için, lazer ışınını belli bir noktada durdurmak zorundasınız. Lazerin, herhangi bir<br />

engelle karşılaşmazsa seyahat etmeye devam etme konusunda oldukça doğal ve güçlü bir eğilimi<br />

olduğu için, bunu yapmak kolay olmayacaktır.<br />

Bir çözüm ise, kılıcın ucuna küçük bir ayna koymak olurdu. Fakat savaş alanında, ucundaki küçük bir<br />

ayna için bütün bir destekleme yapısıyla çevrelenmiş bir ışın kılıcıyla ortaya çıkmanın ne kadar can<br />

sıkıcı olacağını hayal edebilir misiniz? Gerçekten kolay kırılabilir olmasından başka, böyle bir kılıç hiç<br />

kimseye zarar veremeyecektir.<br />

İkinci sorun ise, kılıcın maddeleri keserek geçebilmesi için pek çok güce ihtiyaç duyacağıdır. Sanayide<br />

kullanılan kaynak lazerleri bunu yapabilir fakat genelde birkaç kilo watt güç gerektirirler. Bu lazerler<br />

için gereken güç kaynağı kocamandır ve kuşkusuz bir ışın kılıcının küçük sapına sığmayacaktır. Üstelik,<br />

sapın akkor haline gelip elinizi eritmesini istemiyorsanız hatırı sayılır bir soğutma düzeneğine<br />

ihtiyacınız olacaktır.<br />

33


Bu daha uygulanabilir noktaların dışında, ışın kılıcı dövüşlerinin şaşırtıcı etkileri imkânsız olacaktır. Lazere<br />

dayalı iki ışın kılıcı asla birbirine çarpmaz. Hiçbir etki olmadan basitçe birbirinin içinden geçeceklerdir. Dahası,<br />

bir lazer, doğrudan ekseninden aşağı bakmadığınız müddetçe göremeyeceğinİz şekilde ışığı tek yönde çok<br />

keskin bir şekilde odaklar. Bu yüzden kulüplerde kullanılan lazerleri görmek için duman veya sise ihtiyaç<br />

duyulur. Duman parçacıkları, lazer ışığını serpiştiren ve ışınların görünmesini sağlayan küçük dağıtıcılar olarak<br />

davranır.<br />

Henüz hiçbir şey bitmedi. Kimse bir ışın kılıcının lazer teknolojisine dayanması gerektiğini söylemedi.<br />

Plazma halinde bir seçenek hâlâ bulunuyor. Plazma, etkili bir şekilde çok sıcak olan ve bu yüzden atomlarının<br />

daha temel bileşenlerine, yani elektronlara ve çekirdeklere ayrıldığı gazdır. Bir gaza güçlü elektriksel akımlar<br />

uygulanarak üretilebilirler (örneğin şimşek) ve milyonlarca derece Celcius kadar yüksek olan sıcaklıklarda<br />

yanmaya devam edebilirler.<br />

En ilginç olanı, sıcak plazmaların kendilerini<br />

oluşturan gaza bağlı olarak farklı renkler<br />

yaymaya eğilimli olmalarıdır. Örneğin bir neon<br />

ışığı, plazma halindeki bir neon gazıyla<br />

doldurulmuş bir tüpten başkası değildir. Jedi<br />

savaşçılarının yeşil ışın kılıçları, ağırlıklı olarak<br />

yeşil ışık yayan klorin plazmasından yapılmış<br />

olabilirken kötü Sith’lerin kırmızı ışın kılıçları,<br />

çoğunlukla tayfın kırmızıdan mora kadar olan<br />

bölgesinde ışık yayan helyumdan yapılmış<br />

olabilir.<br />

Her şeyi küçültmek (ince telden dışarı sürekli<br />

olarak üflenen gazı nerede saklayacaksınız?) ve<br />

bir diğer ışın kılıcının darbesine direnecek kadar<br />

sağlam yapmak konusunda hâlâ bir veya iki<br />

sorununuz olabilir fakat bu güzel bir başlangıçtır.<br />

Sonuçta Galaktik İmparatorluk bir günde<br />

kurulmadı.<br />

Bir plazma ışın kılıcı gerçekte nasıl<br />

çalışabilir? Kılıcın sapında gizli halde bulunan<br />

küçük fakat kuvvetli bir güç kaynağı, elektrik<br />

akımı taşıyan uzun ve küçük bir ince tele<br />

bağlanabilir ve bunun etrafına biraz gaz üfler.<br />

Onu açtığınız zaman, ince tel akkor haline<br />

gelecektir ve çevresinde bulunan gaz plazmaya<br />

dönüşerek rengini her yönde yayacaktır.<br />

Plazmanın kavurucu ısısı, dokunduğu her nesneyi<br />

hemen eritip bir kılıç gibi kusursuz şekilde<br />

kesecektir.<br />

Belfast Queen’s University’den Matematik ve Fizik Okutmanı<br />

Gianluca Sarri, The Conversation’da yazdı.<br />

34


COCO CHANEL<br />

YETıMHANEdEN ÇIKAN<br />

MODA DEVI<br />

‘’5’’ in uğuruna hep inanırdı…<br />

Coco Chanel 1921’ de ilk parfümü , efsanevi No:5 ‘i üretti.<br />

Chanel’in bu parfüme No: 5 ismini vermesinin sebebi 5<br />

rakamının uğuruna inanıyor olmasıydı. Hatta koleksiyonlarını<br />

da 5 şubat ve 5 ağustosta görücüye çıkarırdı. Öyleki bugün<br />

bile Chanel modaevinin defileleri ayın 5 ‘inde yapılıyor. 1939<br />

da ikinci dünya savaşı patlak verince Chanel, modaevini<br />

kapattı. 5 şubat 1954 te 70 yaşındayken yeni koleksiyonunu<br />

sergileyen Chanel’in defilesini Amerikan Vogue ve Harpers<br />

Bazaar dergisinden editörler izledi. Coco Chanel 1971 ‘de 87<br />

yaşında Paris’te hayat gözlerini yumdu ama efsaneleri yıllar<br />

boyu sürecek.<br />

Atatürk istedi, o tasarladı…<br />

Chanel sadece dünya kadınlarını değil Türk askerlerini de<br />

giydirdi. 1930’ lu yıllarda Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin<br />

üniformalarını Coco Chanel’e tasarlattı. Türk ordusu<br />

1980’lere dek onun imzasını taşıyan üniformalar giydi. Üç yıl<br />

önce TSK kıyafetlerinin son tasarımını yapan Arzu Kaprol de<br />

kıyafetlerde beğendiği ve değiştirmek istemediği kısımların<br />

hep Chanel tarafından tasarlananlar olduğunu söylemişti.<br />

C<br />

35<br />

oco Chaneli efsane yapan en önemli nedenlerden<br />

biri, kimsenin yapmaya cesaret edemediği şeyleri<br />

hayata geçirmesiydi. Kadınlara ilk kez pantolon<br />

giydiren, küçük elbisenin tasarımcısı ünlü<br />

modacının hayat hikayesi filmlere konu oldu.<br />

Kadınlara ilk pantolonu o giydirdi. Matem rengi<br />

sayılan ,cenaze törenlerinde giyilen siyahı,<br />

modanın vazgeçilmez renklerinden biri yaptı.<br />

Aristokrat İngiliz erkeklerinin giydiği tüvit<br />

kumaştan kendi adını taşıyan ve eskimeyen ceketi<br />

de o tasarladı. Audrey Hepburn’ün Tiffany ‘de<br />

Kahvaltı filmindeki siyah elbiseli, inci kolyeli hali de<br />

onun eseri… No: 5 parfümü, zincir saplı çantası,<br />

babetleri hep vazgeçilmez oldu. O moda<br />

dünyasının efsane ismi: COCO CHANEL. Hayatını<br />

anlatan ‘’Coco Chanel’den Önce ‘’ve ‘’Büyük Aşk’’<br />

filmleriyle adından söz ettiren efsane modacının<br />

hayatına gelin birlikte göz atalım…<br />

19 Ağustos 1883 ‘te Fransa’da doğdu. Annesi<br />

tüberkülozdan hayatını kaybettiğinde o henüz 12<br />

yaşındaydı. Ardından babası onu ve kardeşlerini<br />

yetimhaneye bırakıp, bir daha geri dönmedi. 18<br />

yaşına geldiğinde bir terzinin yanında çıraklığa<br />

başladı. Ancak bir yandan da kabarelerde şarkıcılık<br />

yapıyordu. Coco ismi de bu dönemde söylediği “Ko<br />

Ko Ri Ko” ve “Qui qua vu Coco” adlı şarkılar<br />

nedeniyle izleyiciler tarafından takıldı. 1910 yılında<br />

Chanel ilk dükkanını açtı. Burası yetimhane<br />

yıllarından beri çok beğenilen şapkalarını yapıp<br />

sattığı yerdi. 1. Dünya Savaşı sırasında eşlerini<br />

askere göndermiş, özgürlük arayışı içinde olan<br />

kadınları korselerden kurtarıp farklı kıyafetler<br />

tasarladı. 1916 da haute couture butiğini açtı. 1917<br />

yılına gelindiğinde Chanel’in ünü o kadar çok<br />

yayılmıştı ki yanında 300’ den fazla terzi<br />

çalıştırıyordu. 1919 ‘da Paris’te Chanel modaevini<br />

açtı.1920 ‘li yılların başında Chanel’in hayatına<br />

‘’Büyük Aşk’’ filmine de ilham kaynağı olan Rus<br />

besteci Igor Stravinsky girdi. Stravinsky<br />

tüberkülozlu eşi ve dört çocuğuyla Paris’te sürgün<br />

hayatı yaşayan bir müzisyendi. Chanel önce<br />

Stravinsky ‘nin yeteneğine sonra da kendisine aşık<br />

oldu.


SEVGİLİ OKUR,<br />

Bu okul açıldığından beri çoğunuzla beraberiz.<br />

Yollarımız bir şekilde Seviye Koleji'nde kesişti. Okulumuz<br />

Yaşamkent‘ in ilk ve tek okuluydu. 4 senede çok değişti<br />

ve gelişti. İlk seneler burada benimle okuyan<br />

arkadaşlarım bilirler ;eğitimimize iki keçi, birçok tavuk,<br />

horoz ve tavşanla başlamıştık :). Sabah ilk derslerde<br />

öten horozların sesi ve ders sırasında meleyen keçilerin<br />

sesleri günümüze neşe katardı. Yıllar içinde değiştik,<br />

geliştik ve büyüdük. Değişmeyen tek şey hiçbir okulda<br />

bulamayacağımız ve bizi Seviye Koleji'ne bağlayan,<br />

Seviyeli yapan o sıcacık samimiyet. Öğretmelerimizle,<br />

idaremizle, velilerimizle ve hizmetlilerimizle hep iç içe<br />

olmamız...<br />

Bizler Seviye'yi Seviye yapan en önemli etkeniz.<br />

Seviye Koleji olarak her şeyin ilkini gerçekleştiriyoruz.<br />

Yaşamkent‘ e açılan en aktif okuluz. Bando<br />

yürüyüşlerimiz ve yıl içerisinde gerçekleştirdiğimiz<br />

çeşitli etkinliklerimizle okulumuzda hem geçmişi hem<br />

de geleceği yaşatıyoruz. Başöğretmen Mustafa Kemal<br />

Atatürk'ün izinde, aklın ve bilimin ışığında, değerleri<br />

yaşayan ve yaşatan Seviye Koleji öğrencileri olarak bu<br />

sene emeği geçen herkese teşekkür ederiz.<br />

Hepinize bol kahkahalı, bol eğlenceli, iyi dinleneceğiniz<br />

bir yaz tatili dilerim... :)<br />

İDİL EKİN TEMİZ<br />

<strong>SEVİYE</strong> ANADOLU LİSESİ ÖĞRENCİ<br />

TEMSİLCİSİ<br />

36


Dünyanın Yedi Harikasından İkisi Türkiye’de<br />

Kral Mausollos’un Mezarı<br />

(Halikarnas Mozolesi)<br />

Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen bu baş yapıt<br />

Kral Mausollos’un Mezarı, karısı ve kardeşi tarafından Halikarnas’ta<br />

büyük bir devasal mezarlık yaptırılmıştır. Mimari açıdan hem Yunan<br />

mimarisi kullanılmış hem de piramit olmasından Mısır mimarisi de<br />

birleştirip ortaya iki medeniyetin birleşmesi sonucu bu anıt ortaya<br />

çıkmıştır. O dönemde bu Kral Mausollos’un Mezarı, halk mozole<br />

olarak adlandırılmış ve günümüze kadar bu isimle birlikte<br />

gelmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen bu<br />

mimari ise yanlarında açık alanlar olmasından açık hava müzesi<br />

olarak da kullanılmıştır. Yapının üzerinden çok iyi bir mimarlık<br />

gerektiren ince çizgiler ve motifler bulunurken günümüzde bu yapıt<br />

maketler ile sergilenmektedir.<br />

Kral Mausollos’ un Mezarını tam olarak anlamak isteyenlere ilk<br />

olarak müzesini ziyaret etmeleri tavsiye edilir. Böylece büyük bir<br />

.<br />

çukur içerisinde bulunan dünyanın yedi harikasından biri olan bu<br />

esere biraz daha yakın olabilirler.<br />

Yüksekliği açısından bir çukur halinde bulunan mozole 242 metre<br />

yüksekliğinde bulunurken taban ölçüleri ise 32 x 38 cm arasında idi.<br />

Kral Mausollos’un Mezarı üst kısmına doğru yavaş yavaş piramit<br />

şeklini alırken 24 adet basamağı ile en zirve şeklinde<br />

bulunmaktaydı. Çatısından ayrı bir güzellik bulunurken dört atın<br />

çektiği olarak tahmin edilen Mausolos ve Artemisia heykelleri ile<br />

dünyanın yedi harikası olan daha güzel bir mimariye kavuşturulmak<br />

istenmiştir.<br />

ARTEMIS TAPINAGI<br />

Türkiye' de İzmir'in 50 km uzağındaki Efes antik şehrinde bulunan Artemis<br />

Tapınağı aynı zamanda Diana Tapınağı olarak da bilinir. Dünyanın yedi<br />

harikasından biridir. Tapınağın yapılışı hakkında değişik görüşler vardır.<br />

Bu görüşlerden en yaygın olanı M.Ö' den 550 yılında Lidya kralı Croesus'un<br />

emri ile bereket tanrısı Artemis için yapılmış olup yüz yirmi senelik bir<br />

projenin eseri oluşudur. Bu görüşe göre tapınak MÖ 550 yıllarında Giritli<br />

mimarlar tarafından inşa edilmiştir. İnşaatı Lidya'nın zengin kralı Kroisos<br />

finanse ederek yaptırmıştır.<br />

37<br />

Tapınak, dönemin en ünlü sanatçılarının bronz ve mermer<br />

heykelleri ile süslenmiş olup doksan metre yükseklikte ve kırk beş<br />

metre genişlikte devasa bir yapıymış. Yüz kadar sütünü olduğu<br />

söylenmektedir. Tamamen mermerden yapılmıştır Artemis Tapınağı<br />

içinde birçok sanat eseri vardı. Tapınak, Ünlü Yunan heykeltıraşları<br />

tarafından yapılmış heykellerle, tablolarla ve altın ve gümüşle<br />

bezenmiş kolonlarla donatılmıştı. Sanatçıların en güzel heykeli<br />

yaratmak için birbirleri ile yarıştıkları kaynaklardan öğrenilmiştir.<br />

Bu heykellerin büyük bir çoğunluğu Efes şehrini kurduğu söylenen<br />

Amazonların heykelleridir.


İDİL BİRET<br />

Çocukluğu ve<br />

müzik eğitimi<br />

21 Kasım 1941 tarihinde Ankara'da<br />

doğdu.<br />

Müziğe olan ilgisi iki yaşında<br />

başlayan İdil Biret, dört yaşında<br />

Bach'ın prelüdlerini çalmaya<br />

başladı. İlk derslerini Mithat<br />

Fenmen'den aldı. 1948 yılında,<br />

henüz yedi yaşındayken, İkinci<br />

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü,<br />

Biret'in yurt dışında eğitim<br />

gereksinimlerinin karşılanması için<br />

TBMM'ye bir teklif sundu. Bu teklif<br />

sonucunda İdil Biret için özel olarak<br />

çıkartılan kanun, "Harika Çocuklar<br />

Yasası" olarak bilinir. Bu kanun<br />

çerçevesinde eğitimi için ailesiyle<br />

birlikte Paris Konservatuarı'na<br />

gönderilen Biret, burada 20.<br />

yüzyılın önemli pedagoglarından<br />

Nadia Boulanger ile çalıştı. Sekiz<br />

yaşında Paris Radyosu'nda ilk<br />

konserini verdi. Fransız piyanist<br />

Alfred Cortot'dan dersler aldı. İdil<br />

Biret'ten ömrü boyunca "en değerli<br />

öğrencim" olarak söz eden hocası<br />

Alman piyanist Wilhelm Kempff,<br />

onunla müzikal ilişkisini hayat boyu<br />

sürdürdü. Biret, 11 yaşındayken<br />

Kempff ile Mozart'ın ‘’İki Piyano İçin<br />

Konçerto’’sunu Paris Champs-<br />

Elysees Tiyatrosu'nda çaldı. Zaman<br />

zaman Kempff'in Positano'da<br />

verdiği usta sınıflara katıldı.<br />

Kempff'in 90. yaşı için düzenlenen<br />

konserde çaldı.<br />

.<br />

38<br />

Sanat yaşamı<br />

Biret, Paris Ulusal Konservatuarı’nı<br />

yüksek piyano, eşlikçilik ve oda<br />

müziği dallarında birinci olarak<br />

bitirdiğinde 15 yaşındaydı. 16<br />

yaşından itibaren çeşitli dünya<br />

sahnelerinde yer aldı. Amerika<br />

Birleşik Devletleri’ndeki ilk konserini<br />

21 yaşında, Rachmaninoff’un<br />

Üçüncü Piyano Konçertosu’nu<br />

çalarak Erich Leinsdorf<br />

yönetimindeki Boston Filharmoni<br />

Orkestrası ile gerçekleştirdi. İlk<br />

Rusya turnesini piyanist Emil<br />

Gilels’in çağrısı üzerine yaptı ve bu<br />

ülkede büyük başarı kazandı. Yıllar<br />

içinde bu ülkede yüze yakın konser<br />

verdi. Biret beş kıtayı kapsayan<br />

konserlerinde Atzmon, Copland,<br />

Kempe, Keilberth, Sargent,<br />

Monteux, Fournat, Leinsdorf,<br />

Pritchard, Scherchen,<br />

Rozhdestvensky, Mackerras gibi<br />

ünlü şeflerle çaldı; Montreal, Berlin,<br />

Montpellier, Nohant, Royan,<br />

Dubrovnik, Atina, Ankara ve İstanbul<br />

festivallerine katıldı. Boston<br />

Symphony, Orchestre National de<br />

France, Orchestre Suisse Romande,<br />

London Symphony, Leningrad<br />

Philarmonic, Leipzig Gewandhaus,<br />

Dresden Staatcapelle, Tokyo<br />

Philarmonic, Sydney Symphony ve<br />

Cumhurbaşkanlığı Senfoni<br />

Orkestrası eşliğinde dünyanın her<br />

yerinde konserler verdi.<br />

Kraliçe Elisabeth (Belçika), Van<br />

Cliburn (ABD), Busoni (İtalya), Liszt<br />

(Almanya) gibi birçok uluslararası<br />

piyano yarışmasında jüri üyeliği<br />

yapan İdil Biret'in aldığı ödüller<br />

arasında "Lili-Boulanger" (Boston),<br />

"Harriet Cohen/Dinu Lipatti"<br />

(Londra), Polonya hükümetinin<br />

"kültür liyâkat" ve Fransız<br />

hükümetinin "Chevalier de I'Ordre<br />

National de Merite" nişanları da<br />

bulunmaktadır. İdil Biret, 1971<br />

yılından beri devlet sanatçısıdır.


Hayvanlar<br />

Aleminden<br />

Haberler<br />

Atlar, insanlar ve<br />

şempanzelerle<br />

benzer yüz<br />

ifadeleri<br />

gösteriyor.<br />

Memeli Canlılar İletişimi araştırmacıları, insanlar gibi atların da sosyal<br />

durumlara uyumlulaştırabilmek adına çeşitli yüz ifadeleri için kaslarını<br />

kullandıklarını gösteriyor. Bu mimikleri genellikle burun delikleri,<br />

dudaklar ve gözler oluşturuyor.<br />

PLOS ONE adlı dergide yayımlanan bu bulgular; yüz ifadelerini bir<br />

iletişim aracı olarak kullanan farklı türler arasındaki gelişimsel paralelliği<br />

ortaya koyduğunu iddia ediyor.<br />

Çalışma, atlar için iletişim kurmakta yüz ifadelerinin önemli bir ipucu<br />

olduğunu gösteren önceki araştırmalar üzerine inşa edilmiş; bu<br />

araştırmalar içinde temel kas hareketlerinin altında yatan yüz<br />

ifadelerini belirleyici bir kodlama sistemi kurulmuş.<br />

Postmouth ve Duquesne Üniversiteleri Araştırmacılarının işbirliği ile<br />

gerçekleştirilen ve Sussex ekibi tarafından tasarlanan Atların Yüz Eylem<br />

Kodlama Sistemi “The Equine Facial Action Coding System”<br />

(EquiFACS)17 eylem birimi, yani 17 birbirinden ayrı yüz hareketi tespit<br />

etmiş. Bu veriler insanlardaki 27, şempanzelerdeki 13 ve köpeklerdeki<br />

16 farklı yüz hareketiyle karşılaştırılmış.<br />

Araştırmanın yazarlarından Jennifer Wathan, atların, evcil kedi ve<br />

köpeklere göre daha iyi olan görüş açılarıyla baskın olarak görsel<br />

hayvanlar olduğunu ancak yüz ifadeleri kullanımının büyük ölçüde<br />

gözden kaçırıldığını belirtiyor. Çalışmada şaşırtıcı nokta, atlardaki farklı<br />

ve karmaşık yüz ifadelerinin zengin repertuarı ve bu ifadelerin<br />

insanların yüz ifadelerine olan benzerliği.<br />

İnsanlar ile atlar arasındaki yüz yapısının farklılıklarına rağmen dudak<br />

ve göz hareketleri ile ilgili benzerlikleri tespit ettiklerini belirten<br />

Wathan, güncel amaçlarının ise bu ifadeler ile duygusal durumlarını<br />

ilişkilendirmek olduğunu ekliyor.<br />

Araştırmacılar, atların yüzü ile yapmalarının mümkün olduğu tüm farklı<br />

hareketleri tanımlamak için doğal olarak oluşan davranışlarını geniş bir<br />

yelpazede video kaydına alarak ayrıntılandırmış; aynı zamanda bu<br />

hareketlerin altında yatan yüz kaslarının anatomisi ile ilgili de derin bir<br />

inceleme yapmışlar. Belirlenen her bir yüz hareketine, bir kod verilmiş.<br />

Bal peteklerinin<br />

şaşırtıcı sırrı<br />

aydınlanıyor<br />

Bir zamanlar matematikçi böceklerin akıl almaz bir başarısı olarak<br />

görülen bal peteklerindeki düzenli altıgen yapı oldukça basit bir<br />

mekanizmayla aydınlatıldı.<br />

Bilim insanları yıllar yılı bal peteklerindeki açısal mükemmelliğe<br />

hayretle bakmış ancak hiçbiri tam olarak bu mekanizmayı<br />

açıklayamamıştır. İngiltere ve Çin’deki mühendisler bu gizemi çözme<br />

yolunda ilk ve önemli bazı adımlar atmış durumdalar. Ekip, bal<br />

peteklerinde göze hoş gelen bu altıgen şeklin aslında başlarda<br />

dairesel bir yapıda olduğunu ve saniyeler içerisinde altıgen bir yapı<br />

aldıklarını ortaya koydu. Araştırmacılar çalışmalarının bulgularını 16<br />

Temmuz’da Journal of the Royal Society Interface adlı dergide<br />

yayınladılar.<br />

Cardiff Üniversitesinden mühendis ve çalışmanın yazarlarından<br />

Bhushan Karihaloo; Galileo Galilei ve Johannes Kepler gibi iki büyük<br />

dehanın da bu fenomenle büyülendiklerini hatırlatarak bal arılarının<br />

peteklerini nasıl yaptıklarıyla ilgili insanların pek çok spekülasyon<br />

ortaya attıklarını söylüyor. Pek çok ilginç, hatta arıların matematik<br />

kullandıklarını temel alan yer yer komik açıklamaların olduğunu da<br />

ekledikten sonra, aslında sanılanın aksine açıklamanın çok daha basit<br />

olduğunu belirtiyor Karihaloo.<br />

Bir bukalemun, mikroskop<br />

altında nasıl görünür?<br />

Eline nadir bulunan bir organizmayı görüntüleme şansı geçen<br />

fotoğrafçı Elizabeth Marchiondo, durumunu “Ben ,mikroskop<br />

aracılığıyla akvaryum pisliği temizlemeye ya da lagün örneği<br />

çekebilmek için çamurlarda yürümeye alışığım. “ diyerek<br />

belirtmiş.<br />

Zoolojist Andrew Gillis’in, Marhiondo’nun mikroskopi stajyeri<br />

olarak çalıştığı laboratuvara ölü bir yaratık bağışlaması sonucu,<br />

fotoğrafçı oldukça büyük bir fırsatı ele geçirmiş oldu.<br />

Bukalemun; eti sindiren bir enzim kullanılarak, kemik ve<br />

kıkırdağı boyanarak ve cilt ile kasları şeffaf hale getiren<br />

kimyasallar kullanılarak hazırlanmış.<br />

Marchiondo üç boyutlu bir mekanizma üzerinde çalıştığından<br />

makinesini bukalemunun bedenindeki farklı düzlemlere<br />

odaklamış; tek ve net bir fotoğraf oluşturabilmek adına, 32<br />

fotoğrafı bir araya getirmiş.<br />

Araştırmanın diğer yazarları bu sonuçları oldukça ilgi çekici ve şaşırtıcı<br />

buluyor ve atların, karmaşık ve akıcı sosyal sistemleri ile oldukça geniş<br />

bir aralıkta yüz hareketleri olduğunu ve bu ifadeleri pek çok diğer<br />

hayvan ve insanla paylaştıklarını belirtiyor. Bu noktada yüz ifadelerinin<br />

gelişiminde sosyal etkenlerin belirgin bir etkisi olduğu üzerinde de<br />

dikkatle duruluyor.<br />

39


2017’ DE HANGI<br />

KITAPLAR ÇIKTI?<br />

ÖLÜ BİR KIZ.<br />

İZ ÜSTÜNDE PSİKOPAT BİR KATİL.<br />

YALNIZCA İKİ SÖZCÜKTEN OLUŞAN BİR İPUCU:<br />

BENİ BUL<br />

Annesi intihar etmiş, babası ise azılı bir suçlu olan Wick, yalnızca eşlerini<br />

aldatan erkeklerin bilgisayarlarına sızan gözü pek bir bilgisayar korsanıdır.<br />

Bir gün kapısının önünde, çocukluk arkadaşı Tessa’nın günlüğünü ve<br />

üzerine bırakılan notu bulur: “Beni Bul.”<br />

Tessa’nın da tıpkı annesi gibi intihar ettiğini öğrenen Wick, kardeşi Lily ve<br />

koruyucu ailesiyle yepyeni bir hayata başlamak üzereyken, babasının<br />

hapisten kaçtığını öğrenir. Üstelik babasını yakalamakla görevli dedektif<br />

Carson, babalarının onlarla iletişime geçeceğini düşündüğü için sürekli<br />

kızların etrafındadır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi gizemli notlar bırakan<br />

biri, Wick’inTessa’nın intiharının ardında yatan gerçekleri ortaya<br />

çıkarmasını ister. Yeterince sorunu olan Wick, intihar vakasının peşine<br />

düşmeye yanaşmasa da arkadaşını ölüme sürükleyen sapığın sıradaki<br />

kurbanının, kardeşi Lily olduğunu öğrenince işler çığırından çıkar. Wick<br />

ile babası, dedektif Carson ve katil arasında amansız bir kovalamaca<br />

başlar. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.<br />

Görmeye talip olan kişi kendini merkeze alır. Bu yüzden birlikte görmek geçici bir<br />

uzlaşmadır. Çünkü iki kişinin baktıklarını aynı görmeye dayalı diyaloğu öznel kalır ve<br />

daima o defaya özgüdür. Buna göre gördüğü şey konusunda söz alan kişi kendine<br />

rağmen görünen’e muhayyel bir biçim atfeder. Ötekinin daha sonra görmeye aday<br />

olduğu bu form, olası birlikte görme beklentisinin itici gücüdür. Yoksa paylaşılma<br />

arzusundan yoksun kalan görülen, âdemoğlu için hiçbir şey ifade etmez. Körlük, belli<br />

bir bağlam içinde dile gelmeye direnen sözcüklerle başlar. Sonunda kendimizi<br />

göremediğimiz şey, yıkıcı bir kayıtsızlığın zırhıyla bizi tersler. Mehmet Ergüven<br />

Bakışlar’da resim sanatımızda özgünlükleriyle öne çıkan dört kadın ressamın, Neş’e<br />

Erdok, Nevhiz Tanyeli, Feriha Tuğran ve Emel Şahinkaya’nın dünyalarını, onların<br />

birer resminden çıkarak irdeliyor. Baktığını iyi gören, usta bir yazarın yaratıcı<br />

düşüncesinden çıkmış dört metin.<br />

“Kitabımın ismi Güle Güle Dünya Ben Burda Kalıyorum... ‘Burda’nın<br />

ortasındaki ‘a’ harfi konuşma dilinde düşüyor ya, o nedenle konuşur gibi<br />

olsun istedim bu kitap... Ama dünyaya, ‘Hoşça kal,’ demek istemediğimi<br />

de anlatmaya çalıştım.” Müjdat Gezen yeni kitabı Güle Güle Dünya Ben<br />

Burda Kalıyorum’u dünden bugüne, çocukluğundan şimdisine, ülkenin<br />

hallerinden sanata kadar anılarıyla, düşünceleriyle dokuyor. Keyifli bir<br />

sohbet ortamında okurunu kâh güldürüyor, kâh hüzünlendiriyor.<br />

40


1994 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Japon yazar KenzaburoOe’nin, “Ben<br />

Nobel Ödülü’nü vermek için birini seçecek olsam Mo Yan’ı seçerdim,”<br />

sözleriyle değerlendirdiği Mo Yan, 2012’de bu değerlendirmeyi gerçeğe<br />

dönüştürerek Nobel Edebiyat Ödülü kazanan ilk Çinli yazar oldu.<br />

Kimi eleştirmenlerin, dilini Gorki ve Soljenitsin’in şiirsel ve çarpıcı<br />

anlatımlarına benzettiği Mo Yan, Çin taşrasını anlatan yapıtlarında fanteziyle<br />

lirizmi kaynaştırırken bürokrasiyi taşlama ortamında irdeliyor, kara mizaha,<br />

hatta yer yer doğaüstü unsurlara yer veriyor. Buğday ve darı başaklarının<br />

arasından bir halkın acıları ve sevinçleri yükseliyor. Mo Yan, taşra yaşamını<br />

aktarmanın yanı sıra modern Çin’in kısa zamanda köşeyi dönen görgüsüz yeni<br />

zenginleriyle de okurlarını tanıştırıyor.<br />

Mo Yan, Saydam Turp’un kahramanlarından Kara Çocuk’u ve kendi<br />

yapıtlarını şöyle tanımlıyor: “İnsanüstü bir yetenekle acıya katlanabilen ve<br />

insanüstü bir duyarlılığa sahip olan o kara tenli çocuk, bütün yazdıklarımın<br />

ruhunu simgeliyor.”<br />

HURDA KÖŞKÜ<br />

Iremonger Serisi 1. Kitap<br />

Londra’nın dışındaki hurdalıkların<br />

sahibi olan Iremonger Ailesi,<br />

Hurda Köşkü adını verdikleri<br />

tuhaf evlerinde hep birlikte yaşıyorlardı.<br />

Her üyesi garip alışkanlıklara sahip olan<br />

bu aileden Clod Iremonger’ın,<br />

onu diğerlerinden ayıran bir özelliği vardı:<br />

o, nesnelerin konuştuğunu duyabiliyordu.<br />

Bir kapı kolunun, bir kibrit kutusunun,<br />

hatta bir kovanın...<br />

Ancak Lucy Pennant isminde bir kızın<br />

eve gelişiyle birlikte evdekilerin huzuru kaçacak, bütün düzen değişecek<br />

ve Clod çok önemli bir karar vermek zorunda kalacaktı.<br />

Kirkus Reviews tarafından 2014 yılının<br />

en iyi gençlik kitabı seçilen, New York Times’ın “Kayda Değer<br />

Kitaplar” listesine giren kitaptır.<br />

Roller değişiyor. Artık onlar kurban, ben zorbayım. Hayatımın<br />

dönüm noktasına geldim ve kendime acımaktan vazgeçtim. Kara<br />

kara düşünmek yerine eyleme geçmeyi seçtim. Kum saati hızla<br />

akıyor ve intikam vakti yaklaşıyor.<br />

41


BURÇLAR<br />

KOÇ BURCU (21 MART-20 NİSAN)<br />

Koç burcu ateş grubundandır. Oldukça açık sözlü ve hareketli<br />

olan bu burcun insanları diğer insanları mutlu etmenin yolunu<br />

bilirler. Hesap vermekten hiç hoşlanmazlar. Oldukça yaratıcı bir<br />

ruha sahip olan koç burcu insanı, aynı zamanda bulundukları<br />

ortamdaki en popüler insan olmak isterler. Paraya pek fazla<br />

önem vermezler. Onun yerine insanları kişiliklerine göre<br />

tartarlar. Dünya’ya pozitif bir enerji katarlar ve bunu yapmayı<br />

da çok iyi bilirler. Bulundukları ortamın bir anda havasını<br />

değiştirmek isterler ve başarırlar da. Biriyle ters düştüğü anda<br />

son derece inatçı olabilirler. Biriyle laf dalaşına girdiklerinde<br />

çok çabuk pes etmezler. Mücadeleci bir yapıları vardır. Aşk<br />

hayatlarında ise karşı tarafı etkilemeyi bilirler. Karşı taraftaki<br />

insanı elde etmenin yollarını da çok iyi bilirler.<br />

-İkizler, Yay ve Kova ile anlaşırlar.<br />

-Koç, Başak ve Oğlak ile anlaşamazlar.<br />

BOĞA BURCU (21 NİSAN-21 MAYIS)<br />

Boğa burcu toprak grubundandır. Huzurdan yana ve oldukça<br />

çekingen olan boğa burcu insanları doğayla iç içe olmayı çok<br />

severler. Paylaşmayı bilen vefalı insanlardır. Aynı zamanda<br />

boğa burcu insanları çoğunlukla kendi bildiklerini okurlar.<br />

Aşırı derecede kendilerini düşünürler. Ufak tefek şeylerle bile<br />

mutlu olabilirler. Zaten sevgi ve ilgiye açtırlar. Herhangi bir<br />

şeyi alışkanlık haline getirmezler. Çünkü alışkanlıkları onlar<br />

için fazlasıyla önemlidir. Her şeye mantıkla yaklaşırlar. Aşk<br />

hayatlarında ara sıra kıskanç olabilecek bir yapıya sahiplerdir.<br />

İlişkilerinde pek fazla ihtiraslı değillerdir.<br />

-Başak ve Akrep ile anlaşırlar.<br />

-Terazi, Aslan ve Boğa ile anlaşamazlar.<br />

İKİZLER BURCU (22 Mayıs - 22 Haziran)<br />

İkizler burcu hava grubundandır. Espri yetenekleri<br />

oldukça gelişmiştir. Sevimli, yerinde duramayan ve şirin<br />

bir yapıya sahiplerdir. Ciddi yönlerini samimi olduğu<br />

insanlara karşı çok nadir gösterirler. Daima çocuksu bir<br />

saflıkları vardır. Bir şeye bağlı kalmayı sevmezler. Bu<br />

nedenle tek bir konuyla ilgilenmekten çok fazla<br />

sıkılırlar. Bir ikizler burcu insanıyla konuşurken bir<br />

konudan başka bir konuya ani bir geçiş yaparsanız pek<br />

fazla şaşırmayın. Öyle herkesle arkadaş olmazlar.<br />

Arkadaşlarının dengeli ve oldukça da kültürlü olmasına<br />

önem verirler. Özel duygularıyla ilgili konuşmayı pek<br />

fazla sevmezler. Özgürlüklerine düşkün olmaları<br />

ilişkilerine de yansır. İlişkilerinde kısıtlanmaktan pek<br />

fazla hoşlanmazlar. Bir ikizler burcu insanının kimi<br />

sevdiğini anlamak oldukça zordur. Çünkü duygularını<br />

gizlerler.<br />

-Aslan ve Kova ile anlaşırlar.<br />

-Akrep ve Balık ile anlaşamazlar.<br />

YENGEÇ BURCU (23 HAZİRAN-22 TEMMUZ)<br />

Yengeç burcu su grubundandır. Gülmeyi aşırı<br />

derecede severler. Sürekli değişken bir yapıya<br />

sahiplerdir. Aynı zamanda da çok çabuk kırılırlar.<br />

Kırıldıkları veya küstükleri kişiyi kolay affetmez,<br />

affedemezler. Herhangi bir duruma ani tepki<br />

verirler. Olay her ne olursa olsun. Arkadaşlık ve<br />

dostluk ilişkilerine oldukça önem verirler. Her<br />

alanda ilgi merkezi olmayı çok severler. Kıskanç bir<br />

yapıları vardır. Tüm burçlar arasında ki en gizemli<br />

burçtur. Yengeçler aşka âşık insanlardır ve tüm<br />

enerjilerini aşk hayatları için kullanırlar.<br />

-Boğa, Aslan ve Başak ile anlaşırlar.<br />

-Yengeç, Yay ve Terazi ile anlaşamazlar<br />

ASLAN BURCU (23 TEMMUZ-22 AĞUSTOS)<br />

Aslan burcu ateş grubundandır. Genellikle herkesi<br />

yönetebilecek bir yapıya sahiplerdir. Gösterişi ve<br />

canlılığı severler. Son derece çalışkandırlar. Sürpriz<br />

yapmayı çok severler. Hem sosyal hayatlarına, hem<br />

de aile hayatlarına çok önem verirler. Aslan burcu<br />

insanları, daha iyisi bulunamayacak bir dosttur.<br />

Çünkü karşısındaki kişi her kim olursa olsun, o kişiye<br />

karşı nasıl davranılması gerektiğini en iyi bilen<br />

burçtur. Ama kimi zaman da kaba ve kırıcı olabilirler.<br />

Açık sözlü insanlardır bu nedenle de pek fazla<br />

yapmacık hareket sergilemezler. Kendini beğenmiş<br />

bir ruha sahiplerdir. Ama sevme yetenekleri de bir<br />

hayli gelişmiştir. Aşk hayatlarında sahiplenici bir<br />

ruhu benimsemişlerdir. Âşık oldukları kişiyi elde<br />

etmek için elinden geleni yaparlar.<br />

-Terazi ve Yengeç ile anlaşırlar.<br />

Başak ve Oğlak ile anlaşamazlar.<br />

BAŞAK BURCU (23 AĞUSTOS-22 EYLÜL)<br />

Başak burcu toprak grubundandır. Renk uyumuna, düzene<br />

ve titizliğe aşırı derecede önem verirler. Planlıdırlar ve<br />

yaptıkları her planı ileriye yönelik yaparlar. Her şeyi<br />

değerlendirirler. Genellikle her şeyi. Hayat felsefeleri ‘Ne<br />

Ekersen Onu Biçersin!’ şeklindedir. Emir almaktan hiç<br />

hoşlanmazlar. Aşırı hırslı bir yapıları vardır. Çoğu zaman<br />

negatif düşünürler. Kendilerine karşı güvenleri pek fazla<br />

yoktur ama yenilgiyi de hazmedemezler. Aşk hayatlarında ise<br />

oldukça utangaçlardır. Ama her ne olursa olsun daima ciddi<br />

ve uzun süreli beraberliğin tarafındadırlar. Hayatına giren<br />

kişinin her açıdan kendilerini tamamlamalarını arzu ederler.<br />

-Boğa ve Başak ile anlaşırlar.<br />

-Yay ve Balık ile anlaşamazlar.<br />

42


TERAZİ BURCU (23 EYLÜL-22 EKİM)<br />

Terazi burcu hava grubundandır. Zarif ve kibardır.<br />

Adalet duygusu oldukça gelişmiş bir burçtur. Hem<br />

duygusal hem de eğlencelidir. Aile ve dostluk<br />

ilişkilerine önem verirler. Üzüntülerini çok derinden<br />

hissederler. Telaş etmekten hiç hoşlanmazlar. Bu<br />

nedenle de rahatına en düşkün ve oldukça tembel bir<br />

burçtur, terazi burcu. Kısıtlanmaktan hoşlanmaz ama<br />

insanları kısıtlamayı severler. Bir terazi burcunun en<br />

nefret ettiği şey eleştirilmektir. Eleştiriye tamamen<br />

kapalıdırlar. Romantizmin burcudur. Sonsuz aşkı<br />

sunabilecek kişilerdir. Aşk hayatlarında oldukça<br />

sadıklardır. Ama kolay da âşık olmazlar.<br />

-İkizler ve Kova ile anlaşırlar.<br />

-Oğlak ve Yay ile anlaşamazlar.<br />

AKREP BURCU (23 EKİM-21 KASIM)<br />

Akrep burcu su grubundandır. İntikam almaya bayılırlar.<br />

Güvenmekte aşırı zorluk çekerler. İnsanların planlarını<br />

bozmaya severler. Duygularını kontrol etmeyi bilirler.<br />

Sadece gözlerine bakarak sevgisini veya nefretini anlamak<br />

mümkündür. Kendileri de aynı şekilde insanların<br />

duygularını sadece gözlerine bakarak anlayabilirler. Bir işi<br />

olumlu sonuçlandırmayı herkes ister. Ama bir akrep burcu<br />

insanı bir işi hem olumlu hem de tek başına bitirmek ister.<br />

Zaferi paylaşamazlar. Bir kişiden hoşlandıkları zaman<br />

bunu ya tamamen belli ederler yada zerre belli etmezler.<br />

Karşıdaki insanın aklında hiçbir zaman ‘acaba beni mi<br />

seviyor?’ sorusu oluşmaz. Ama sevdikleri kişi tarafından<br />

sevildiklerini hissettikleri an çok güçlü bir aşık olurlar.<br />

-Başak ve Balık ile anlaşırlar.<br />

-Koç ve Boğa ile anlaşamazlar.<br />

YAY BURCU (22 KASIM-21 ARALIK)<br />

Yay burcu ateş grubundandır. Özgürlüklerine aşırı<br />

derecede bağlıdırlar. Dostlarına fazlasıyla önem verirler<br />

ve yalnızlıktan nefret ederler. Yalnızca dostlarıyla değil<br />

herkesle konuşmayı çok severler. Çok konuşkan bir<br />

yapıları vardır. Her daim hareket halinde olan yay burcu<br />

insanı spor yapmayı da sever. İyimser bir yapısı vardır.<br />

Genellikle 30 yaşından sonra tam olgunluğa erişirler.<br />

Aynı zamanda da eleştirmen bir yapıya sahiplerdir.<br />

Kuşkucudurlar. Sevdikleri insanı paylaşmayı hiçbir<br />

zaman sevmezler. Kıskançtırlar ve bu kimi zaman da<br />

başlarını derde sokar. Aşk hayatlarında doğru kişiyi<br />

bulmaları uzun uğraşlar sonucu gerçekleşir. Aşk<br />

hayatlarında oldukça sadıktırlar.<br />

-İkizler ve Yay ile anlaşırlar.<br />

-Boğa ve Başak ile anlaşamazlar.<br />

OĞLAK BURCU (22 ARALIK-21 OCAK)<br />

Oğlak burcu toprak grubundandır. Özgüvenleri oldukça<br />

yüksek olan oğlak burcu insanları maddiyata da aşırı<br />

derecede önem verirler. Çoğu zaman mantıklarıyla<br />

hareket ederler. Sabırlı ve azimlilerdir. Hassas bir yapıya<br />

sahiplerdir. Zamanı çok iyi kullanabilirler. Zamanla ilgili<br />

sorun yaşamazlar. Ellerinden geleni fazlasıyla yaparlar.<br />

Aşk hayatlarında değişmesi teklif bile edilemez altın<br />

kural, güvendir. Onlar için güvenin olmadığı yerde kalmak<br />

veya bulunmak tam bir işkencedir. Aşk hayatlarında<br />

hediyeleşmeye çok önem verirler.<br />

-Boğa ve Başak ile anlaşırlar.<br />

-Terazi ve Koç ile anlaşamazlar.<br />

BALIK BURCU (20 ŞUBAT-20 MART)<br />

Balık burcu su grubundandır. Oldukça duygusal bir<br />

yapıları vardır. Duygularını açığa vurmayı pek fazla<br />

sevmeyen balık burcu insanı bunu kimi zaman başaramaz.<br />

Mantıklarıyla pek fazla hareket etmezler. Çok kolay<br />

ağlayabilen bir yapıya sahiplerdir. Balık burcu insanlarını<br />

her an her yerde ağlarken görebilirsiniz. Bu onlar için<br />

gayet normaldir. Dışarıdan fazlasıyla soğukkanlı ve<br />

umursamaz görünseler bile öyle değillerdir. Kendilerine<br />

zaman ayırmayı severler. Birine gıcık olduğu zaman<br />

bunun geri dönüşü yoktur. Çok kırılgan bir yapıya sahip<br />

olan balık burcu tüm burçlar arasındaki en kırılgan, en<br />

duygusal, en alıngan burçtur. Kolay bir şekilde sinirlenip<br />

kızamazlar. Uyumayı çok severler. Aşık oldukları kişiye<br />

aşırı derecede bağlanırlar. Ciddi bir yapısı olan kişiyle<br />

beraber olmayı pek fazla tercih etmezler.<br />

-Akrep ve Boğa ile anlaşırlar.<br />

-Başak ve Yay ile anlaşamazlar.<br />

43<br />

KOVA BURCU (22 OCAK-19 ŞUBAT)<br />

Kova burcu hava grubundandır. Hayatlarına her açıdan<br />

fazlasıyla değer verirler. İnsanların dış görünüşlerine pek<br />

fazla takılmazlar. Ama kendi fiziksel özelliklerini her<br />

açıdan ölçüp biçerler. İnsanları mutlu etmenin yollarını<br />

bilirler. Ama hayatlarını merkezlerinde hep kendileri<br />

vardır. Duygularını pek fazla açığa vurmazlar. Sempatik<br />

bir yapıya sahiplerdir. Bazen kırıcı olabilirler. Sosyal<br />

etkinlik yapmayı severler. Sorgulamayı sevmeseler de<br />

bazen bunu yapabilirler. Paraya her daim değil de yeri<br />

geldiğinde önem verirler. Aşk hayatında yönlendirilmeyi<br />

severler. Sevdikleri kişi para, güzellik vb. şeylerle<br />

etkilememesi gerektiğini bilirler.<br />

-Terazi ve İkizler ile anlaşırlar.<br />

-Aslan, Boğa ve Akrep ile anlaşamazlar.


2017© S.Ç. EGITIM KURUMLARI<br />

www.seviyekoleji.com


"AKLIN VE BILIMIN ISIGINDA"<br />

<strong>SEVİYE</strong>NİZ<br />

H I Z L A<br />

YÜKSELECEK<br />

Yaşamkent Mah. 3262. Sk Çankaya / ANKARA<br />

Tel: 0(312) 217 22 05 - 0(312) 217 05 22<br />

Fax: 0(312) 217 11 99<br />

www.seviyekolejleri.com<br />

www.facebook.com/yasamkentseviyekoleji

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!