06.06.2017 Views

Vecihi_Dergi_06_LR-1

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

BÜLTENİ<br />

2017 İLKBAHAR SAYI: 6 ÜCRETSİZDİR<br />

GÖLYAZI<br />

ÖMER HAYYAM<br />

MATEMATİĞİN TÜRK ADI<br />

cahİT ARF<br />

NESİN MATEMATİK KÖYÜ<br />

madrİD<br />

TİYATRO:<br />

ANTABUS<br />

LEFTER<br />

KÜÇÜKANDONYADİS


VENTILATION<br />

TECHNIC<br />

Kaliteli Mühendislik, Uzman Teknik Yapı,<br />

Üretici Firma, Global Satış Ağı, Son Teknoloji Üretim,<br />

Genç ve Dinamik Profesyonel Ekip<br />

www.cvsair.com.tr<br />

216<br />

417 12 48<br />

/cvsairtr


1<br />

Cvsair Bülteni <strong>Vecihi</strong><br />

Teoremlerin isimsiz<br />

kahramanı: Ömer Hayyam 4<br />

İçindekiler<br />

SAYI <strong>06</strong> - İLKBAHAR 2017<br />

SAHİBİ<br />

CVS HAVALANDIRMA SİSTEMLERİ<br />

SAN. TİC. A.Ş ADINA<br />

Tolga YOLCU<br />

YAYIN KURULU<br />

Leyla CİVELEK<br />

Alev KAHRAMAN<br />

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

Leyla CİVELEK<br />

pazarlama@cvsair.com.tr<br />

YÖNETİM YERİ<br />

Cumhuriyet Mah.<br />

Kartal Cad No: 101/1<br />

Kartal İstanbul<br />

Madrid<br />

38<br />

Matematiğin<br />

Türk adı: CAHİT ARF<br />

6<br />

Nesin<br />

Matematik<br />

Köyü<br />

10<br />

YAYINA HAZIRLIK<br />

SAFRAN YAYINCILIK A.Ş.<br />

ISISO San. Sit.<br />

3. Yol C Bl. No: 32<br />

Esenyurt – İstanbul<br />

Tel: 0212 623 <strong>06</strong> 14<br />

Gölyazı<br />

32<br />

BASKI YERİ<br />

ÖZGÜN OFSET<br />

Yeşilce Mh. Aytekin Sk. No: 21<br />

34418 4.Levent / İstanbul<br />

Tel: 0212 280 00 09<br />

<strong>Dergi</strong>de yer alan makalelerdeki fikirler<br />

yazarlarına aittir.<br />

Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.<br />

<strong>Vecihi</strong> Cvsair’in şirket içi bültenidir.<br />

Ücretsizdir, para ile satılmaz.<br />

Doğu<br />

dünyasının<br />

matematiğin<br />

gelişimine<br />

katkıları<br />

14<br />

20<br />

Lefter<br />

Küçükandonyadis<br />

İstanbul’a<br />

adlarını verenler<br />

18


ÇİZGİ DİLİ<br />

Mehmet Ören


3<br />

Önsöz<br />

“Kurban olduklarım ben hayal ettim ve gerçekleştirdim.<br />

Siz de hayal edip başarabilirsiniz.” *<br />

Bahar geldi yine. Doğanın uyanışını<br />

kutluyor insanlar. Doğu toplumları birçok<br />

hikâye üretmişler bu uyanışa. Canlılığın,<br />

hayata dönmenin mutluluğunu<br />

kutlamışlar. Çağdaş insan için ise biraz<br />

da rehavet demek sıcak… Okullarda öğrencilerin<br />

gözü dışarıdadır. Çalışanlar<br />

işten çok akşam gidilecek mekânları<br />

düşünmeye başlamışlardır çoktan. Çünkü<br />

sarı sıcak yine kapıdadır.<br />

Öğretmen, kendisinin de gözü dışarıdadır<br />

ama dersi de anlatmak durumundadır,<br />

öğrencilerine bağırıyor; “Çocuklar, dikkatinizi<br />

buraya verin!” Patronun direktiflerini<br />

alan fabrikadaki ustabaşı bağırıyor; “Yetiştirmemiz<br />

gereken siparişler var. Haydi!<br />

Haydi!” 30 katlı plazanın 20. Katında patron<br />

elemanlarının masalarının arasında<br />

dolaşıyor. Gözü çalışanlarının ekranlarında,<br />

kim soliter oynuyor, kim internette geziyor.<br />

O da bağırıyor; “İşinize bakın!”<br />

Biri hepimizi bu rehavetten kurtarmalı,<br />

yok yok, bıkmadık mı hala birilerinin arkasından<br />

gitmekten… ama bizi kendimize<br />

getirecek bir şeyler olmalı. Yine yaz göz<br />

kırpıyor. Çiğdemler açmış, laleler ha açtı,<br />

ha açacaklar. “Kahve uyku açar diyorlar.<br />

Yeşil elma daha çok uyku açıyormuş duydun<br />

mu?”<br />

O sırada televizyonda ekonomi haberleri<br />

vardır. Papyonlu, gözlüklü (şimdilerde<br />

ise pis sakallarının yanları kesilerek çene<br />

kısmından uzattığı haliyle…)bir profesör,<br />

“Ekonominin bu yıl gidişatı iyi değil,<br />

Euro-dolar endeksi fizibl değil. Sanayi<br />

üretim endeksindeki düşüşün durdurulması<br />

gerekiyor. Çünkü bizi çalışmak kurtarır.”<br />

gibi artık ezber hanemize yazılmış<br />

cümlelerini tekrar ediyor. Programı izleyen<br />

ve aslında sürekli izleyen patron, yine<br />

yeni bir gaza geliyor. Yardımcılarını çağırmasını<br />

istiyor, o gün kısa kestirdiği ve sarıya<br />

boyattığı saçları, kırmızı mini eteğiyle<br />

genç sekreterinden. Kırmızı rujunu sürmeyi<br />

henüz tamamlamış sekreter, “Peki efendim.”<br />

deyip, diğer telefona sarılıyor.<br />

Dışarıda yaz havası, çiçekler açmış. Sahil<br />

cıvıl cıvıl ve bölüm şefi zoraki taktığı kravatını<br />

düzelterek, söylene söylene toplantı<br />

odasının yolunu tutuyor. Toplantı odasındaki<br />

televizyonda bir reklam dönüyor.<br />

“Mersin’in Arslanköy köyünde kurduğu tiyatroyla<br />

sesini duyuran ve yönettiği ‘Yün<br />

Bebek’ filmiyle New York Avrasya Film<br />

Festivali’nde büyük ödüle layık görülen<br />

Ümmiye Koçak, Real Madridli dünya yıldızı<br />

futbolcu Cristiano Ronaldo’nun oynadığı<br />

reklam filminin yönetmeni oldu.”<br />

*Ümmiye Koçak’ın attığı tweet


BİLİM TARİHİ<br />

TEOREMLERİN İSİMSİZ KAHRAMANI<br />

ÖMER HAYYAM<br />

18 Mayıs 1048’de İran’ın Nişabur kentinde doğan Ömer Hayyam bir çadırcının oğludur. Tıp, fizik, astronomi,<br />

cebir, geometri ve yüksek matematik alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır. O herkesten farklı olarak yaptığı<br />

çalışmaların çoğunu kaleme almamıştır. Hayyam, ismini çokça duyduğumuz teoremlerin isimsiz kahramanıdır.<br />

ÖMER HAYYAM TAKVİMİ<br />

21 Mart 1079 yılında tamamladığı, halk arasında<br />

“Ömer Hayyam Takvimi” bugün ise “Celali Takvimi”<br />

olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmiştir.<br />

Eserleri arasında İbn-i Sina’nın Temcid (Yücelme)<br />

adlı eserinin yorum ve tercümesi de yer<br />

alır. Öğrenimi tamamlayan Ömer Hayyam kendisine<br />

bugünlere kadar uzanacak bir ün kazandıran<br />

‘Cebir Risaliyesi’ni ve ‘Rubaiyat’ı, Semerkant’ta<br />

kaleme almıştır.<br />

RUBAİLERİYLE ÜNLÜDÜR<br />

Hayyam, genelde şiirlerindeki eğlence düşkünlüğünün<br />

belirgin olmasından dolayı Rubâileri ile<br />

ünlenmiştir. Geçmişte yaşamış birçok ünlünün<br />

aksine Ömer Hayyam’ın doğum tarihi günü gününe<br />

bilinmektedir. Bunun sebebi, Ömer Hayyam’ın<br />

birçok konuda olduğu gibi takvim konusunda da<br />

uzman olması ve kendi doğum tarihini araştırıp<br />

tam olarak bulmasıdır.<br />

Rubailerinde, dünya, var oluş, Allah, devlet ve<br />

toplumsal örgütlenme biçimleri gibi hayata ve<br />

insana ilişkin konularda özgürce ve sınır tanımaz<br />

bir şekilde akıl yürüttüğü görülmektedir. Akıl yürütürken<br />

ne içinde yaşadığı toplumun ne de daha<br />

öncesi zamanlarda yaşamış toplumların kabul ettiği<br />

hiçbir kurala bağlı kalmamış, kendinden önce<br />

yaşayanların insan aklına koymuş olduğu sınırları<br />

kabullenmemiştir.<br />

Bir anlamda dünyayı, insanı, var oluşu kendi aklıyla<br />

baştan tanımlamış; bu nedenle de çağını<br />

aşarak “evrenselliğe” ulaşmıştır. Ancak unutmamak<br />

gerekir ki Hayyam’ın yaşadığı dönem, kendisi<br />

gibi çağları aşan ve tarihin gördüğü en büyük<br />

düşünürlerden birini yaratacak sosyo-kültürel<br />

altyapıya sahipti.<br />

Kendi tarihinin belki de en aydınlık dönemlerini<br />

yaşayan İslam dünyasında felsefenin<br />

hak ettiği ilgiyi gördüğü, Selçuklu<br />

saraylarında ise sentez bir Orta Doğu<br />

kültürü (Türk-Hint-Arap-Çin-Bizans)<br />

oluşmaya başladığı bir dönemde<br />

yaşayan düşünür, böylece<br />

nispeten yansız ve bilimsel<br />

bir öğrenim görmüş, Müslüman<br />

fakat felsefeyi<br />

günah saymayan bir<br />

toplum içinde özgürce<br />

felsefe ile<br />

ilgilenebilmiştir.


5<br />

BİLİMSEL ÇALIŞMALARI<br />

Hayyam, aynı zamanda dünya bilim tarihi için<br />

de önemli bir yerdedir. Dünyanın ilk rasathanesini<br />

kurmuştur. Günümüzde kullanılan<br />

Miladi ve Hicri Takvimlerden çok daha hassas<br />

olan Celali Takvimi’ni hazırlamıştır. Okullarda<br />

Pascal Üçgeni olarak öğretilen matematik kavramı<br />

aslında Ömer Hayyam tarafından oluşturulmuştur.<br />

Matematik, astronomi konularında<br />

dünyanın önde gelen bilim adamlarındandır.<br />

Birçok bilimsel çalışması olduğu bilinmektedir.<br />

Rubailerinin Türkçeye çevirisi farklı birçok<br />

çevirmen tarafından yapılmışsa da rubaileri<br />

Türk halkına sevdiren çeviri Sabahattin Eyüboğlu<br />

tarafından yapılmıştır. Ömer Hayyam, ilmini<br />

genişletmek için zamanın ilim merkezleri<br />

olan Semerkand, Buhara, İsfahan’a yolculuklar<br />

yapmıştır. 4 Aralık 1131’de doğduğu yer olan<br />

Nişabur’da vefat etmiştir.<br />

Fransız matematikçi Blaise<br />

Pascal’ın soyadıyla anılsa da<br />

Pascal’dan önce Hindistan,<br />

İran, Çin, Almanya ve İtalya’da<br />

matematikçiler<br />

tarafından çalışılmıştır.<br />

Ömer Hayyam tarafından<br />

oluşturulmuştur.<br />

Binom teoremini<br />

ve bu açılımdaki<br />

katsayıları bulan<br />

ilk kişi olduğu<br />

düşünülmektedir<br />

Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın çok<br />

ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle<br />

ilgili başarılı çalışmalar yapmıştır. Nitekim<br />

Hayyam 13 farklı 3. dereceden denklem tanımlamış<br />

ve denklemleri çoğunlukla geometrik<br />

metod kullanarak çözmüştür. Bu çözümler<br />

zekice seçilmiş konikler üzerine dayandırılmıştır.<br />

Bir kitabında iki koniğin arakesitini kullanarak<br />

3. dereceden her denklem tipi için<br />

köklerin bir geometrik çizimi bulunduğunu<br />

belirtir ve bu köklerin varlık koşullarını tartışır.<br />

Bunun yanısıra Hayyam, binom açılımını da<br />

bulmuştur. Binom teoerimini ve bu açılımdaki<br />

katsayıları bulan ilk kişi olduğu düşünülmektedir.<br />

Pascal üçgeni diye bildiğimiz şey aslında<br />

bir Hayyam üçgenidir. Bir kitabında da Öklit’in<br />

aksiyomlarıyla ilgili çalışmaları toplayan Hayyam,<br />

Öklit’in paralellik aksiyomunu başka bir<br />

önerme kümesiyle değiştirmiş, bunun sonucunda<br />

bugün öklit dışı geometride kullanılan<br />

“geniş, dar ve dik açı hipotezleri” ile ilgili biçimlere<br />

ulaşmıtır. Yani öklit dışı geometrinin<br />

temellerini atan Hayyam olmuştur. Öklit’in yapıtı<br />

üzerine yorumlarında, irrasyonel sayıların<br />

da tıpkı rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini<br />

kanıtlaması matematik tarihinde bir dönüm<br />

noktası oluşturup, İsfahan’da üç yıl çalışarak<br />

kurduğu rasathanede gökyüzünü inceleyip,<br />

bilimsel çalışmalar yapmıştır. Hükümdarın<br />

özel müneccimi olduktan sonra yıldız falına<br />

bakmıştır. Ömer Hayyam kendi doğum tarihini<br />

bu kadar net şekilde bir gökbilimci hassasiyetiyle<br />

kendisi bulmuştur.


CAHİT ARF<br />

MATEMATİĞİN TÜRK ADI<br />

CAHİT ARF<br />

“Matematik esas olarak sabır olayıdır.<br />

Belleyerek değil keşfederek anlamak gerekir.”<br />

Ord. Prof. Dr. Cahit Arf, cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılmasında ortaya çıkan ve kendi adıyla anılan “Arf<br />

Sabiti“, “Arf Halkaları” ve “Arf Kapanışları” gibi terimleri bularak, matematik ve bilim dünyasına önemli katkılarda<br />

bulundu. Alman matematikçi Helmut Hesse ile birlikte, Hesse-Arf Kuramı’nı geliştirdi.<br />

1910’da Selanik’te doğan Cahit Arf’ın ailesi, Balkan savaşının başlamasıyla İstanbul’a göç etmiş. Daha çocukluk<br />

yıllarında kendini göstermeye başlayan Cahit Arf, çocukluğuna dair 13 Eylül 1980’de Karadeniz Teknik Üniversitesinde<br />

onu doktorasını aldığı törende yaptığı konuşmada şunları söyler; “Bir mahalle çocuğu kavramı vardı ailemde.<br />

Beni sokağa koyuvermezlerdi. Çünkü mahalle çocuğu olabilirdim ve bu da özenilecek bir şey değildi. Bu hava içinde<br />

bir çocuk kendi içine kapanıyor, oyununu kendi başına kuruyor. Çocukluğumda mütemadiyen kağıttan oyuncaklar<br />

yaparmışım. Bu bir bakıma faydalı olmuş. Oyuncak icad ediyor ve mütemadiyen etrafımı müşahede etmeye<br />

çalışıyordum. Ben ilkokulu hep liselerde, liselerin ilk kısmında okudum. O zaman liselerin adı Sultani idi. İlk gittiğim<br />

sultani, Beşiktaş Sultanisi. Evimiz de Beşiktaş’taydı o sıra. 1918’de ev yandı biz de başka yere gitmeye mecbur<br />

olduk. Bulduğumuz yer Süleymaniye’deydi. Oraya yakın okul İstanbul Sultanisi’ydi, ben de oraya gönderildim.”


7<br />

DİKKAT GÖZLERİNİZİN AYARIYLA OYNAMAYIN!<br />

Fotoğraflar özellikle flu olarak kullanıldı. Eğer TÜBİTAK MAM izin<br />

verseydi bu flu fotoğrafların yerinde Cahit Arf’ın çocukluk, gençlik,<br />

üniversite ve akademi hayatından fotoğraflar olacaktı. Telif sıkıntısından<br />

dolayı ülkemizin matematikteki gururu olan bilim adamımızın<br />

fotoğraflarını yayınlayamıyoruz.<br />

Bir süre daha bir şehirden diğerine taşındıktan sonra İzmir’e<br />

yerleşmiş Arf ailesi, Cahit Arf, İzmir Sultanisi’ne beşinci sınıfa<br />

gelmiş. Yine kendi sözleriyle devam edelim; “Beşinci sınıfta<br />

matematiğe pek hevesim yoktu. Güçlü tarafım gramerdi. Bu<br />

biraz da lojiğe eğilimini gösteriyor. O sıralar bir başka merakım<br />

da resim yapmak, Vatan-Millet-Sakarya yazıları okumak. o zaman<br />

İstiklal Harbi’ni yaşayan her genç çocuk böyleydi zannediyorum.<br />

Matematik olarak öğrendiğimiz şey aritmetikti: sayıları<br />

toplamak, çıkarmak, çarpmak. Hani öyle antika problemler<br />

vardır; lineer denklem sistemlerine karşılık gelir, fakat lineer<br />

denklem yazmadan onu muhakemeyle çözersiniz. Mesela adamın<br />

biri çarşıya gitmiş, şu kadar şundan bu kadar bundan almış...<br />

Bunlar aslında lineer denklem sistemleriyle, cebirle olur.<br />

Ama ilkokulda cebir yoktu tabii... Beşinci sınıfta bir öğretmene<br />

rastladım. Aslında öğretmen değildi. Liseyi bitirmiş, İstanbul’a<br />

gidip dişçi olacak, bunun için paraya ihtiyacı var; parayı biriktirmek<br />

için öğretmenlik yapıyor. Bu genç benimle ilgilendi, çünkü<br />

gramerim çok iyiydi, lineer sistemlerle icra edilen problemleri<br />

de çözebiliyordum. Bana Euclid geometrisinin ilk teoremlerini<br />

ispat ettirdi. En sonuncusu da Pisagor teoremiydi. Bunu beceremedim<br />

ve kendisine söyledim. Bunun üzerine bana o anlattı.<br />

Bu adam sayesinde ben matematikle ilgilenmeye başladım.<br />

Bilhassa geometriyle. Liseye geçtiğim zaman ben matematik<br />

dersine hiçbir kitaptan çalışmazdım. Dersi dinlerdim fakat not<br />

almazdım. Yine imtihanlarda hiç ders çalışmama lüzum yoktu,<br />

çünkü arkadaşlar hep gelip soru sorarlardı bana. Lisenin orta<br />

kısmını böylece arkadaşlarımın sorularına cevap vererek geçirdim<br />

ve ailem kabiliyetimi hocalardan duydu.”<br />

FRANSA’DA LİSE TAHSİLİ<br />

1926’da babası Cahit Arf’ı liseyi okumak üzere Fransa’ya<br />

gönderme olanağı bulmuş. Cahit Arf, Paris’te kaydolduğu St.<br />

Louis Lisesini üç yerine iki yılda bitirmiş ve<br />

Türkiye’ye dönmüş. O sıralarda Türk hükümeti<br />

yükseköğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya<br />

öğrenci gönderiyordur. İzmir Sultanisi<br />

de Cahit Arf’i aday göstermiş. Cahit Arf sınavı<br />

kazanarak tekrar Fransa’ya gitmiş, iki yıl ‘speciale’<br />

olarak nitelendirilen yüksekokullara<br />

hazırlık sınıflarına devam ettikten sonra, hem<br />

École Normale Supérieure, hem École Politéchnique’in<br />

sınavlarına girer. École Normale<br />

Supérieure, Fransa’daki birçok ünlü bilim adamının<br />

yetiştiği bir okul, École Politéchnique<br />

ise, sivilleri de alan bir askeri mühendislik<br />

okuludur. İkisinin de sınavını kazanır Cahit Arf.<br />

Fakat École Normale Supérieure’e kaydolur ve<br />

iki yılda da bitirir. Devam edelim Cahit Arf’ın o<br />

günlere dair sözleriyle, “Baktım Politéchniqué<br />

de hoşuma gider gibi oluyor. Hani bir acayip<br />

kuyruklu, külahlı şapkalar vardır ya Napoleon<br />

zamanında, öyle başlıklar vardı, kılıçları vardı.<br />

Sokakta kılıçla dolaşırlardı. Ben de ona heveslendim.” École<br />

Normale’e girdikten sonra yeni şeyler arama fikri gelişti bende.<br />

Daha öncesine dayanan bir problemim vardı. Cetvel ve<br />

pergelle yıldız çizmesini bir türlü beceremiyordum. Bu biraz<br />

hokkabazlık isteyen bir iş… Neden istediğim de malum; bizim<br />

bayrağımız ay yıldız. Çiziyordum fakat hep takribi olarak. Bunu<br />

da Fransa’da öğrendim.”<br />

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ<br />

ve ALMANYA YILLARI<br />

École Normale’i bitirdikten sonra Türkiye’ye<br />

döner Cahit Arf. Bir süre Galatasaray<br />

Lisesi’nde hocalık yaptıktan sonra doçent<br />

adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik<br />

Bölümü’ne geçer. 1937, Cahit Arf’ın<br />

doktora yapmak üzere Göttingen’e gittiği<br />

yıl. Göttingen Üniversitesi’nin Matematik<br />

Bölümü C. F. Gauss’la başlayan sonra<br />

B. Riemann ve D. Hilbert ile devam eden<br />

uzun ve görkemli bir geleneğin merkezi.<br />

Cebirsel Sayılar Teorisi burada doğmuş<br />

ve bu teoriden yine Göttingen’deki matematikçiler<br />

tarafından Class Field (Sınıf<br />

Cismi) Teorisi adı verilen dev teori geliştirilmiştir.


CAHİT ARF<br />

1930’lu yıllarda Almanya’da değişen politik ortam,<br />

30’lu yılların ortalarında Alman üniversitelerini<br />

de baskılamaya başlayınca Alman orijinli<br />

olmayan birçok büyük matematikçi ülkeyi terk<br />

etmek zorunda bırakılmıştır. Ancak içlerinde H.<br />

Hasse ve E. Witt’in de dahil olduğu birkaç matematik<br />

dehası Göttingen’de kalmaya devam etmişti. Cahit Arf,<br />

Hasse ile doktora çalışması yapmak üzere Göttingen’e gittiğinde<br />

durum budur.<br />

HASSE-ARF TEOREMİ<br />

Arf’ın Göttingen’de yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında<br />

tanınmasına yol açan bir odak noktası olmanın yanı sıra<br />

matematiğe yaklaşımının da iyi bir göstergesi. Prof. Gündüz<br />

İkeda bu çalışmanın önemini şu şekilde vurguluyor: “1920 ve<br />

1930 yılları arasında cebirsel sayılar teorisi olağanüstü şekilde<br />

gelişti. Büyük sıçramanın ana noktasını teşkil eden çalışmayı<br />

yapan kişi Takagi adında bir Japon. Takagi’nin çalışması<br />

içindeki boşluklar da Alman matematikçi Artin tarafından<br />

tamamlanmıştı. Takagi-Artin’in geliştirdiği Class Field Teorisi<br />

denilen bu teori, Abelian (komütatif) adı verilen durumlar için<br />

geçerliydi. Abelian olmayan (non-komütatif) durumda bu Class<br />

Field teorisine karşılık gelen şey hala yok. 1937’de Cahit Bey,<br />

Göttingen’e gittikten sonra Hasse ona hangi konuda çalışmak<br />

istediğini sorunca o da bu non-komütatif Class Field üzerine<br />

çalışmak istediğini dile getirmiş. Hasse ona bununn çok zor<br />

olduğunu, çok acele ettiğini söylemiş. Cahit Bey bunun üzerine<br />

tek başına çalışmış ve birbuçuk yıl sonra da doktorasını tamamlamış.”<br />

Cahit Arf’ın bu çalışmayla elde ettiği sonuçların bir<br />

kısmı ise şimdi literatürde “Hasse-Arf teoremi” diye geçiyor!<br />

Cahit Arf doktora tezini 1938’de bitirdikten sonra Hasse, ona<br />

bir yıl daha kalmasını teklif eder. Bu ise yeni bir çalışmanın dönemi<br />

olmuş onun için, Kuadratik Formlar. ‘Herhangi bir cisim<br />

üzerindeki kuadratik formlar’ teorisi nispeten yeni geliştirilmiş<br />

bir teori olup bu konudaki ilk adımı atan ve kuadratik formların<br />

sınıflamasını yapan matematikçi E. Witt idi. Cahit Arf’ın yaptığı<br />

çalışma da Witt’inkini tamamlayıcı nitelikte olup çalışmanın<br />

sonunda ‘karakteristiği 2 olan bir cismin üzerindeki<br />

kuadratik formların’ önemli bir invaryantını<br />

ortaya atmıştı. Bu şekilde dünya literatürüne<br />

‘Arf Inveryantı’ olarak geçen irvanyant, cebirsel ve<br />

diferansiyel topolojide büyük önem taşır. Dahası,<br />

Cahit Arf’ı da matematik dünyasına tanıtan bir buluş<br />

olur. 1938’in sonunda Türkiye’ye döner Cahit Arf ve İstanbul<br />

Üniversitesi’ndeki görevini sürdürür.<br />

ARF HALKALARI<br />

Savaş yılları sırasında Du Val adında bir İngiliz matematikçisi<br />

İstanbul Üniversitesine gelir. Du Val, “Bir cebrik eğrinin bir<br />

noktası civarındaki singularitelerin özelliklerini belirten teorisinden<br />

bahseder.” Dinleyicilerin arasında bulunan Cahit Arf bu<br />

geometrik argümanların arkasında etkin cebirsel kavramların<br />

varlığını iddia eder. Du Val ondan bu iddiasını açık bir biçimde<br />

ifade etmesini isteyince Cahit Arf bir hafta eve kapanır. O<br />

günleri Arf, “Hafta sonunda bir şeyler çıktı ortaya ve bu da<br />

dünyaya yayıldı. Bu işte birtakım halkalar vardı. O halkalara<br />

‘Arf Halkaları’ kapanışlara da ‘Arf Kapanışları’ deniyor. Yani bu<br />

şekilde bir başkasının yüzünden şöhret sahibi oldum. Fakat<br />

asıl yapmak istediğim işler beni hiçbir zaman pek tanıtmadı...”<br />

diye ifade edecektir.


9<br />

ÇEKMECE NÜKLEER ARAŞTIRMA MERKEZİ<br />

Cahit Arf 1943’de profesör, 1955’te Ordinaryüs Profesör olan<br />

Cahit Arf 1962’ye kadar İstanbul Üniversitesi’ndeki görevini<br />

sürdürür. Arada bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland<br />

Üniversitesi’ne gider, ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine<br />

seçilir. İstanbul Üniversitesi’nden ayrıldıktan sonra da bir<br />

yıl kadar Robert Koleji’nde öğretim üyeliği yapar. 1960’da Çekmece<br />

Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen<br />

ve Göttingen’den yakın arkadaşı fizikçi Prof. Sait Akpınar,<br />

1963’te Cahit Arf’ı Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ne davet<br />

eder. Prof. Akpınar, Cahit Bey’in hayatının en iyi çalışmasını<br />

Çekmece’de yaptığını söyler.<br />

1964-1966 yılları Cahit Arf’ın Princeton’da Institute for Advanced<br />

Study (İleri Araştırmalar Enstitüsü) nde araştırmalarına<br />

devam ettiği dönemi kapsıyor. Daha sonra California Üniversitesi’nde<br />

misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de<br />

Türkiye’ye dönerek Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik<br />

Bölümü’nde çalışmaya başlar.<br />

CAHİT ARF’IN EZBER KARŞITLIĞI<br />

Onun ODTÜ’de bulunduğu dönemde öğrencisi olan Prof. Turgut<br />

Önder, Cahit Arf’ın sınıflarına girdiği ilk derste bile hayatını<br />

etkileyecek şeyler öğrendiğini ifade ediyor. “Cahit Bey’in her<br />

zaman anlatmaya çalıştığı şey, her ispatın arkasında bir fikir<br />

olduğudur. Tesadüflerle kurulmuş, sınama yanılmayla bulunmuş<br />

şeyleri pek sevmezdi. Ondan aldığım en önemli şeylerden<br />

biri buydu; bir şeyi önceden keşfetmeye çalışmak. Bu, başarılı<br />

matematikçilerin genelde benimsedikleri bir şey; ama ben bu<br />

fikri Cahit Bey’den almıştım. Ondan öğrendiğim ikinci şey de<br />

o sıralar pek meraklı olduğumuz soyut ispatların hayatla ilişkisini<br />

kurmaya çalışmak oldu. Somut üzerine eğilmemizi daha<br />

sonra soyutla birleştirmemizi isterdi. Nitekim, doktora için Berkeler’e<br />

gittiğinde bunun ne kadar önemli olduğunu anladım...<br />

Birisi bir seminer verdiğinde ilk sorusu şu olurdu: ‘Bunu neden<br />

yapıyorsun?’ En önemli şeylerden biri ‘belleme’ (ezber) karşı<br />

oluşuydu.”<br />

Cahit Arf, 1974’te TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada<br />

‘Bilim insanının amacı anlamaktır’ hemen ardından<br />

‘ama büyük harflerle anlamaktır’ sözüyle kendine göre bilim<br />

insanını açıklar. Eğitim hayatına ezberciliğe karşı çıkışını, farklı<br />

ortamlarda her zaman dile getirir. “Yayılmasını istediğim bir<br />

şey var: Çocuklarımızın bellemekten kurtarılması, anlamaya<br />

çalışmalarını sağlamak. Bazı gençlere böyle bir etki yapmış<br />

olduğumu ümit ediyorum. Bizde okullar hala böyle değil. Belletiyorlar.<br />

Şimdi önemli olan çabuk ve kolay kazanmak. Bizim<br />

memleketimizde insanlar bilgiyi satmak için kullanıyorlar; neşretme<br />

amacı da bu. Bilim bu değil. Bilim, algılarımızı tasnif edip<br />

kavramlar haline getirip bu kavramları neden-sonuç münasebetiyle<br />

organize etmek.”<br />

TÜBİTAK’IN KURCULARINDAN<br />

1963’te kurulan TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük<br />

emeği olan Cahit Arf, yıllarca bu kurumun Bilim Kurulu Başkanlığında<br />

da bulundu. 1985-1989 yılları arasında ise Türk Matematik<br />

Derneği Başkanlığı yaptı. 1974’te TÜBİTAK Bilim Ödülü,<br />

1980’de Karadeniz Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden,<br />

1981’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden aldığı<br />

onur doktoraları, Aralık 1993’te Türkiye Bilimler Akademisi<br />

Şeref Üyeliği ve 4 Şubat 1994’te Fransa’dan Commandeur des<br />

Palmes Academiques ödülleri aldı.<br />

“Matematik endüktif (tümevarımsal) bir bilimdir ve bu endüktif<br />

bilim sonsuz kümeler için geçerli. Bu sonsuzlukları endüktif<br />

bir şekilde kavrıyoruz ve kavradığımız zaman da o sonsuzluğu<br />

hissediyoruz. Sınırsızlığı. Ve bu bize mutluluk veriyor çünkü<br />

ölümü unutuyoruz... Herkes ölümsüz olduğunu hissettiği alanda<br />

çalışmak ister. Ben de matematikte kendimi ölümsüz hissettim.”<br />

diyen Cahit Arf, 26 Aralık 1997 tarihinde İstanbul’da<br />

yaşamını yitirmiştir.<br />

KAYNAKLAR<br />

1. https://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files//ozgecmis/CahitArf.pdf<br />

2. Cahit Arf’ın Çalışmalarının Kısa Bir Tanıtımı. 4 Ocak 20<strong>06</strong>. 13 Ekim 2010 tarihinde erişilmiştir.<br />

3. http://cabim.ulakbim.gov.tr/cahit-arf-kimdir/<br />

4. mam.tubitak.gov.tr/tr/content/cahit-arf-hakkinda


DOĞANIN MATEMATİK İLE BULUŞMASI<br />

NESİN MATEMATİK KÖYÜ<br />

Nesin Matematik Köyü birçoğumuzun<br />

bildiği gibi 2007 yılında, gençlere<br />

matematiği sevdirmek ve araştırma<br />

ruhunu geliştirmek için Ali Nesin’in<br />

öncülüğünde kurulmuş bir köy.<br />

Başlangıcı matematik ile olsa da daha<br />

sonra, felsefe ve sanat da dâhil edilerek<br />

sacayağın üçayağı tamamlanmış oldu.<br />

Ve halen, gönüllülerin maddi ve manevi<br />

desteğiyle büyümeye devam ediyor.<br />

1995’te yurda dönen Ali Nesin, eğitim verdiği üniversite<br />

öğrencilerinin yetersizliğini görerek, onları önce<br />

akşamları evinde, sonra hafta sonları Nesin Vakfı’nda<br />

ağırlamış, bu da yeterli olmayınca 10 yıl boyunca<br />

Türkiye’nin çeşitli yörelerinde her yaz 6-7 haftalık yaz<br />

okulları düzenlemiştir. Son üç yılında bütün Türkiye’ye<br />

açılan yaz okulları büyük rağbet görmüş ve son derece<br />

verimli geçmiştir. Zamanla her yaz konaklanacak,<br />

yemek yenilecek, ders yapılacak, çalışılacak, çamaşır<br />

yıkanılacak mekânların bulunmasının zorlukları ve<br />

maliyeti anlaşılmış ve sadece matematiğe ayrılmış bir<br />

mekân yaratmanın cazibesi üstün gelmiştir. Sonuçta<br />

Matematik Köyü projesi ortaya çıkmış, Nesin Vakfı’na<br />

ait olan Matematik Köyü tamamen halkın bağışlarıyla<br />

ve gençlerin gönüllü emeğiyle imece usulüyle kurulup,<br />

2007’den beri gençlere hizmet vermektedir.


11<br />

KÖYÜN AMACI<br />

Kuruluşunda sadece üniversite öğrencilerini hedefleyen<br />

Matematik Köyü, yoğun talebe dayanamayarak kuruluşundan<br />

bir yıl sonra kapılarını ilkokuldan lise ve üniversiteye<br />

kadar her seviyede öğrenciye açmıştır. Amacı araştırmacıların<br />

ilgi alanına giren (dolayısıyla araştırmaya yönelik)<br />

matematiği öğrencilere tanıtmak olan köyün eğitmenleri,<br />

ülkenin ve dünyanın dört bir yanından köye gönüllü gelen<br />

akademisyenleridir.<br />

Kâr amacı gütmeyen, yegâne amacı gençlere matematiği<br />

öğretmek olan köyün, matematiği sevdirmek için özel bir<br />

çaba harcaması gerekmez çünkü matematiğin öğrenilince<br />

mutlaka sevileceği düşüncesinde olan kurucuları; müfredata,<br />

üniversite giriş sınavlarına ya da herhangi bir eğitim<br />

ya da sınav sistemine bağlı değildir. Sadece profesyonel<br />

matematikçilerin anladığı anlamda matematiği gençlere<br />

öğretmeyi ve böylece gençleri matematiksel araştırmaya<br />

heveslendirmeyi amaçlar. Kurumsal destek almayan köy finansal<br />

sıkıntıları yüzünden 2015 yılında üniversiteye giriş<br />

sınavına yönelik programlar düzenlemek zorunda kalmışlar.<br />

FİZİKSEL KOŞULLAR<br />

İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı olan Şirince köyünün 1 kilometre<br />

uzağındaki Kayser dağının yamaçlarında kurulan Nesin<br />

Matematik Köyü, toplam 31 dönüm arazi üzerine yerleşik<br />

ve doğa ile içiçedir. İnşaat esnasında kaydadeğer bir ağaç<br />

kesimi olmadığı gibi, kuruluşundan bu yana Köy’e ve yakın<br />

çevreye 4000’den fazla ağaç ve büyük bitki dikilmiştir.<br />

Öğrenciler için toplam 161 yatak ve eğitmenler için ise 108<br />

yataklı 55 evi bulunan köy, 2 kapalı dersliği ve 200 kişilik konferans<br />

salonu ve 7000 kitabı ile bir sanat – felsefe ve matematik<br />

kütüphanesine sahiptir. Kadın ve erkek hamamları dışında<br />

ortak kullanıma açık banyo sayısı 10, tuvalet sayı ise 12’dir,.<br />

Koğuşların çoğunun içinde tuvalet ve banyo bulunmaktadır.<br />

Kışlık kapasitesi 110 ve 80 olan iki yemek salonu ve oldukça<br />

geniş bir mutfağı vardır. Bunların dışında 5 açıkhava dersliği,<br />

bir açıkhava alanı, uyku mevkii adını verilen bir başka açıkhava<br />

alanı ve korunaklı bir açık hava yemek alanı vardır. Tüm binalar<br />

taştan yapılmış olup, yazın öğrenciler çadırlarda da kalmaktadırlar.<br />

Köy’ün kuytu köşelerinde öğrencilerin yalnız kalarak<br />

çalışabilecekleri küçük ve sevimli alanlar olduğu gibi, kalabalık<br />

gruplar olarak buluşabilecekleri alanlar da mevcuttur.<br />

ETKİNLİKLER<br />

Programları doğal olarak okulların tatil olduğu dönemlere<br />

rastlar. En uzun ve en yoğun dönem 3 aydan fazla süren ve<br />

günde 250 ila 500 arasında lise ve üniversite öğrencisinin<br />

katıldığı yaz dönemidir. Yazları, matematik bölümü öğrencilerine<br />

yönelik dersler devam ederken, lise öğrencilerine<br />

yönelik her biri ikişer haftalık 6 ya da 7 program gerçekleştirilir.<br />

Ocak ve Şubat aylarına rastlayan ara tatilde de lise ve<br />

üniversite programları düzenlenir. Aynı anda en fazla 175<br />

kişinin konaklayabildiği bu programlar olabilecek en üst<br />

düzeydedir.<br />

Tüm millî ve dinî bayramlarda kısa da olsa mutlaka bir program<br />

düzenlenir.<br />

Matematik Köyü tatiller dışında da ziyaretçilere açıktır. Tatiller<br />

dışında ilkokuldan üniversiteye kadar her seviyede<br />

eğitim kurumu Köy’e günübirlik ya da bir haftaya kadar<br />

uzayabilen ziyaretler gerçekleştirebilir. 2015’te Matematik<br />

Köyü yazokulu ve kışokulu programlar dışında 4.926 gence<br />

hizmet vermiştir. Bu tür program dışı gezilerde genellikle Ali<br />

Nesin ders verir.


DOĞANIN MATEMATİK İLE BULUŞMASI<br />

YAZOKULUNDA YAŞAM<br />

Lise öğrencileri, her biri ikişer saat olan dört derse katılarak,<br />

günde en az 8 saatlerini sınıfta geçirmek zorundadır.<br />

Ayrıca lise öğrencileri için haftada en az üç gün iki saatlik<br />

etüt vardır. Üniversite öğrencileri ise günde en az 4 saatlerini<br />

sınıfta geçirmek zorundadır. Haftada 6 gün ders<br />

yapılır. Haftanın en az üç günü gece seminerleri düzenlenir.<br />

Tatil günlerinde isteyen öğrencilerle bir geziye gidilir.<br />

Yemekten sonra ya da ender olarak öğle arasında program<br />

dışı konuşmaların, gösterilerin, tartışmaların, müzik dinletilerinin<br />

ve konserlerin de olduğu olur. Köy’de televizyon,<br />

radyo, genel müzik yayını gibi yoğunlaşmayı engelleyecek<br />

öğeler yoktur.<br />

Öğrenciler bulaşık, temizlik, yemeğe yardım, bahçe sulama<br />

gibi Köy’ün günlük işlerine, dönüşümlü olarak günde bir-iki<br />

saat ayırmakla mükelleftirler.<br />

Dersler ve günlük işler dışındaki zamanlarını öğrenciler istedikleri<br />

gibi geçirebilirler. Üniversitelilerin büyük çoğunluğu<br />

ve liselilerin üçte biri kadarı bu boş zamanlarında da<br />

toplu olarak ya da tek başlarına matematik çalışırlar.<br />

Bilenin bilmeyene anlattığı, kardeşliğin ve paylaşımcılığın<br />

hüküm sürdüğü, herkesin inancını dilediği gibi yaşayabildiği,<br />

kimsenin hayata bakışını sergilemekten kaçınmayacağı,<br />

“mahalle baskısı”ndan uzak özgür bir ortam yaratılan köyde<br />

yazokulu sonunda öğrencilere diploma, berat gibi bir belge<br />

verilmez. Genellikle sınav yoktur, olduğunda da not verilmez.<br />

FİNANSAL DURUM<br />

Matematik Köyü, TÜBİTAK gibi ülkede bilimi desteklemek<br />

amacıyla kurulmuş olan resmî kurumlar tarafından desteklenmeliydi.<br />

Dünyanın her yerinde bu böyledir, çünkü temel bilim<br />

okumak isteyen gençler genellikle memur ya da öğretmen gibi<br />

dar gelirli ailelerden yetişir. Ne yazık ki 2008 yılından sonra<br />

TÜBİTAK Matematik Köyü’ne desteğini çekmiştir. Son altı buçuk<br />

yıldır lise ve lisans programlarını hiçbir biçimde desteklememektedir.<br />

Lisansüstü programları ise maliyetin altında kalan<br />

minimum bir meblağ ile ve arada sırada desteklemektedir.<br />

Bir öğrencinin 2014-2015 yılında bir günlük maliyeti (yıllık<br />

gideri Matematik Köyü’nde konaklama sayısına bölündüğü<br />

zaman elde edilen sayı) yaklaşık 60 TL’dir. Oysa bizim hazırladığımız<br />

programlara katılan öğrencilerden aldığımız ortalama<br />

ücret, günübirlik ziyaretlerde kişi başına ortalama 45 TL’dir.<br />

Aradaki fark bağışlarla karşılanmaktadır.<br />

BAĞIŞLARINIZ İÇİN HESAP NUMARALARI<br />

Nesin Vakfı<br />

İş Bankası, Parmakkapı Şubesi<br />

Şube kodu: 1042<br />

Hesap numarası: <strong>06</strong>87054<br />

IBAN: TR1700<strong>06</strong>40000011042<strong>06</strong>87054<br />

Nesin Vakfı<br />

Vakıf Bank, Çatalca Şubesi<br />

Şube kodu: 00237<br />

Hesap numarası: 00158007272<strong>06</strong>8355<br />

IBAN: TR730001500158007272<strong>06</strong>8355


13


MATEMATİK<br />

DOĞU DÜNYASININ MATEMATİĞİN<br />

GELİŞİMİNE KATKILARI<br />

Modern matematik tarihinin temelerinin 8. yy da atıldığı söylense yanlış olmayacaktır.<br />

Bu temelleri atan matematikçilerin çoğu Darülhikme kademsine bağlıydılar. Cebirde ilk<br />

adımları atan Harizmi’nin çalışmalarıyla başladığını söylemek mümkündür. O döneme kadar<br />

Yunanlıların geometriye dayanan matematik anlayışı hakimdir.<br />

Cebir, rasyonel ve irrasyonel sayılarla geometrik büyüklüklere “cebirsel nesne” olarak<br />

yaklaşılmasına imkan sağlayan birleştirici bir teoriydi. Matematiğe yepyeni bir boyut ve<br />

gelişme yönü kazandıran cebir, matematiği çok daha geniş bir<br />

konu haline getirmiş ve bu alanda geleceğe dönük gelişimi de mümkün kıldı.<br />

Hârizminin cebir meşalesini, 953 yılında doğan halefi<br />

Kereci devraldı. Kereci, birçok kişi tarafından cebiri<br />

geometrik işlemlerden tamamen bağımsızlaştıran<br />

ve bunların yerine bugün cebirin temelini oluşturan<br />

aritmetik işlemleri koyan kişi olarak tanınır. x, x 2 , x 3 ...<br />

ve l /x, 1 /x 2 , 1 /x 3 tek terimli sayılarını ilk kez tanımlayarak<br />

bunlardan herhangi ikisinin çarpımına ilişkin kuralları o<br />

belirlemiştir. Kurduğu cebir okulu, birkaç yüzyıl boyunca<br />

gelişerek hayatını devam ettirecekti.<br />

Kereci’den iki yüz yıl sonra, 12. yüzyıl bilim insanlarından<br />

Semavel, Kereci okulunun önemli üyelerinden biri haline<br />

gelmişti. Cebir için “... aritmetiğin, bilinen değerler<br />

üzerinde işlem yaptığı gibi, tüm aritmetik araçları<br />

kullanarak bilinmeyen değerler üzerinde işlem yapmak”<br />

şeklindeki sarih tanımı ilk kez o yapmıştır.<br />

Bir sonraki önemli adım 1048 yılında doğan ve bugün<br />

şair olarak tanınan Ömer Hayyam tarafından atıldı.<br />

Hayyam, kübik denklemleri tamamen sınıflandırdı ve<br />

konik alanları kesiştirmek suretiyle geometrik çözümler<br />

elde etti. Kübik denklemlerin cebirsel çözümünü<br />

tamamen açıklamayı umuyor ve şöyle diyordu: “Allah<br />

(c.c.) izin verirse ve muvaffak olursam bu on dört formun<br />

tamamını dalları ve örnekleriyle açıklayacağım ve neyin<br />

mümkün olduğunu ve neyin imkansız olduğunu ortaya<br />

koyacağım. Böylece bu sanatta son derece faydalı bir<br />

eser ortaya çıkacaktır.”


15<br />

12. yüzyılın ortalarında, Şerafeddin Tûsî cebiri geometriye<br />

uyarlayan Havyam’ın izinden gitmekteydi. Kübik<br />

denklemler hakkında bir eser yazan Tûsi bu eserde cebirin<br />

“...denklemleri kullanarak eğrileri incelemeyi amaçlayan<br />

başka bir alana önemli katkılarda bulunduğunu” söyleyerek<br />

cebirsel geometri alanını başlatmıştır.<br />

836 yılında doğan Sabit bin Kurra sayı teorisine yaptığı<br />

katkılarla tanındı. Bağdaşık savı çiftlerinin bulunmasına<br />

imkân sağlayan güzel teoremi keşfetti. Bağdaşık sayı çifti,<br />

her biri diğerinin kalansız toplamına eşit olan iki sayıyı<br />

ifade eden bir terimdir.<br />

13. yüzyılda Sabit bin Kurranın teoremine ilişkin yeni<br />

deliller sunan Farisi, çarpanlara ayırma ve katışımsal<br />

yöntemler hakkında önemli fikirler ortaya attı. Ayrıca<br />

İsviçreli 18. yüzyıl matematikçisi Euler’e izafe edilen, 17,<br />

296 ve 18, 416 bağdaşık sayı çiftini buldu. Euler’den uzun<br />

yıllar önce, diğer matematikçi olan Muhammed Bakır Yezdi<br />

17. yüzyılda 9,363,584 ve 9,437.056 bağdaşık sayı çiftini<br />

bulmuştu.<br />

İbnü’l-Heysem’in tarihte ilk kez tüm çift mükemmel sayılan<br />

(tam bölenlerinin toplamına denk olan sayılar) sınıflandırma<br />

girişiminde bulunmasıyla matematikçiler 10. yüzyılda<br />

başka bir alanda daha büyük başarı elde etmiş oldular;<br />

“2 k -l’in asal sayı olduğu durumlarda 2 k-1 (2 k-1 ) formunda<br />

olan sayılar” biçimindeki sınıflandırma gibi. Heysem aynı<br />

zamanda “p asalsa l+(p-1)! p’ye bölünebilir”şeklindeki<br />

Wilson teoremini dile getirdiği bilinen ilk kişidir, ancak<br />

bu sonucun nasıl ispatlanacağını bilip bilmediği çok net<br />

değildir. Bu teoreme, çalışmalarını 1770’lerde Cambridge’de<br />

yapan matematikçi John Wilson tarafından “keşfedilmesi”<br />

sebebiyle Wilson teoremi denmektedir, ancak Wilson bu<br />

teoremi ispatlamış mıdır yoksa sadece tahmin mi etmiştir,<br />

bilinmemektedir. Wilsondan tam bir yıl sonra, Lagrange<br />

adında bir matematikçi, “ilk kez keşfedilmesinden” yedi<br />

yüz yıl sonra teoremin ilk ispatını bulmuştur.<br />

Matematiğe hayatın her alanında ihtiyaç duyuluyor,<br />

özellikle sayma sistemleri büyük önem taşıyordu. Bugün<br />

birçoğumuz sıfırla başlayıp trilyonlara kadar uzanan tek bir<br />

sayma sisteminden haberdarız. Ancak 10. yüzyılda üç farklı<br />

tip aritmetik kullanılıyordu ve yüzyılın sonuna gelindiğinde<br />

Bağdadi gibi müellifler bu sayma sistemlerini karşılaştıran<br />

yazılar kaleme almaktaydılar. Bu üç sistem parmak hesabı<br />

aritmetiği, altmışlı sistem ve Arap sayısal sistemiydi.<br />

Parmak hesabı aritmetiği, yazıyla yazılan rakamların<br />

parmakla sayılması esasına dayalı olup ticaret çevrelerinde<br />

kullanılıyordu. 10. yüzyılda Bağdat’ta yaşayan Ebü’l-Vefâ<br />

gibi matematikçiler bu sistemi kullanarak birkaç eser<br />

yazmıştır. Arap sayılarının kullanımında hakiki bir uzman<br />

olan Ebü’l- Vefâ “...bu sayıların ticaret çevrelerinde ve Doğu<br />

Halifeliği’nde uzun süre uygulama alanı bulamadığından”<br />

bahseder.<br />

Altmışlı sistemde Arap alfabesindeki harflerle<br />

ilişkilendirilmiş sayılar bulunuyordu. Babil kökenli olan<br />

bu sistem Arap matematikçiler tarafından astronomi<br />

çalışmalarında sıklıkla kullanılmaktaydı.<br />

SAYILARIN ŞEKLİ<br />

Arap sayılarının ve kesirlerinin ondalık yer-değer sistemine<br />

sahip aritmetik altyapısı Hint sistemi geliştirilerek elde<br />

edilmiştir. Müslüman matematikçiler Hint sayılarını bugün<br />

kullanılan 1 ila 9 arasındaki modern sayılara uyarladılar.<br />

Arap sayıları olarak da bilinen bu sayıların her bir sayının<br />

yazılışında kullanılan açı sayısından ortaya çıktığına inanılır,<br />

ancak 7 sayısı bu teoriye ters düşmektedir, zira 7 sayısının<br />

ortasına çizilen yatay çizgi 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır.


MATEMATİK<br />

Soldan sağa: Babil kökenli atmışlı sayı sisteminin<br />

424,000 örnek rakamı ile açıklanması; Arap<br />

sayılarının 10. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar<br />

doğru kaydettiği gelişim. Müslümanlar Latin<br />

alfabesinde 1 ve 9 arasındaki modern sayıları<br />

rakamın yazılışında kullanılan açı sayısına göre<br />

geliştirmiştir. Mesela bir sayısında bir açı, 2<br />

sayısında 2 açı, 3 sayısında 3 açı bulunmaktadır.<br />

Bu sayılar bugün Avrupa ve Kuzey Afrika’da kullanılırken,<br />

daha farklı olan Hint sayıları İslam dünyasının doğusuna<br />

düşen bazı bölgelerde kullanılmaya devam etmektedir.<br />

Mesela 1 sayısında bir açı, 2 sayısında iki açı, 3 sayısında üç<br />

açı vardı vs. Bu sayıların kullanılmaya başlamasıyla birlikte, o<br />

zaman kullanılan Latin sayılarında yaşanan bazı, problemlerin<br />

de önüne geçilmiş oldu. Arap sayılarına, Müslümanların<br />

matematik hesaplamalarında abaküs yerine toz (gubar)<br />

tahtası kullanması sebebiyle “gubar” sayıları deniyordu.<br />

Müslüman matematikçiler tarafından Hint sisteminde yapılan<br />

en önemli iyileştirme sıfırıı daha geniş bir şekilde tanımlanması<br />

ve kullanılmasıdır. Müslüman matematikçiler sıfıra herhangi<br />

bir sayının onunla çarpımının sonucunun yine sıfır olduğu<br />

matematiksel bir özellik verdiler. Bunun öncesinde sıfıra bir<br />

boşluk yahut da “hiçlik muamelesi yapılıyordu. Müslüman<br />

matematikçiler sıfırı, sayıları ondalık sisteme çevirmek için<br />

de kullandılar ve böylece mesela 23 yazıldığında bunun 230<br />

mu, 23 mü yoksa 2300 mü olduğunu bilmek mümkün hale<br />

geldi. Sıfırı bir altıgenin içerisine yerleştirmemiz durumunda,<br />

dairenin çapının altıgenin kenarına oranının “altın oran”a<br />

denk gelmesi son derece ilginçtir.<br />

Arap sayıları Avrupa’ya üç kaynaktan gelmiştir: 10. yüzyılın<br />

sonlarında Kurtuba’da eğitim gördükten sonra Roma’ya<br />

dönen Gerbert (Papa Sylvester I’)den; Hârizmi’nin (ikinci<br />

gubari Arap sayılarını içeren) ikinci kitabından; 12. yüzyılda<br />

kitabı tercüme eden Chesterli Robert’ten. Arap sayılarının<br />

Avrupa’ya gelirken izlediği bu güzergâhtan Sayı Sözcükleri ve<br />

Sayı Simgeleri adlı eserinde dönem tarihçisi Kari Menniger<br />

ve ayrıca 13. yüzyılda bu sayıları öğrenerek Avrupalı<br />

kitlelere ulaştıran Fibonacci bahsetmektedir. Fibonacci bu<br />

sayıları, Bağdat ve Musul’daki okullarda (cebir ve eşzamanlı<br />

denklemler dâhil) matematik dersleri veren Sidi Ömer adlı<br />

bir hocadan ders almak üzere babası tarafından gönderildiği<br />

Cezayir’in Bougie şehrinde öğrenmiştir.<br />

Liber Abaci adlı ünlü Latince eserini yazmadan önce İskenderiye,<br />

Kahire ve Şam kütüphanelerini de ziyaret eden Fibonacci, bu<br />

eserinin ilk bölümünde Arap sayılarına değiniyordu. Fibonacci,<br />

bu yeni sayıları şu şekilde takdim ediyordu: “Hintlilere ait<br />

dokuz sayı şunlardır (soldan sağa): 987654321. Bu sayılarla ve<br />

Arapların ‘cephirum’ (şifre) adını verdiği ‘0’ sayısı kullanılarak<br />

arzu edilen her rakam yazılabilmektedir.”<br />

Müslüman matematikçilerin sayısal yöntemlerle kaydettiği<br />

gelişmelerin çoğu Arap sayılarıyla uygulanan bu hesaplama<br />

sistemi sayesinde mümkün olmuştur. Artık Ebul-Vefâ ve<br />

Ömer Hayyam gibi matematikçiler sayesinde, sayıları kök<br />

içerisinden çıkarabilmek mümkündü.<br />

Kereci’nin üslü sayılara yönelik binom teoremini<br />

keşfetmesi, ondalık sisteme dayalı sayısal analizin<br />

geliştirilmesinde önemli bir faktör oldu. 14. yüzyılda Kâşî,<br />

hem cebirsel sayıların yakmsanmasmda, hem de pi sayısı<br />

gibi gerçek sayılarda kullanılmak üzere, ondalık kesirlerin<br />

geliştirilmesine katkıda bulundu. Ondalık kesirlere o kadar<br />

önemli katkılarda bulundu ki yıllar boyunca bu insanlar<br />

ondalık kesirlerin mucidi olarak anılmıştır. Bu alanda<br />

ilk olmamakla beraber Kâşi, sayıların ..ncı, ..nci kökünü<br />

hesaplamak için bir algoritma geliştirdi; bu algoritma,<br />

yüzyıllar sonra İtalyan ve İngiliz matematikçiler Ruffini<br />

ve Horner tarafından bulunan yöntemlerin özellikli bir<br />

uygulamasına tekabül ediyordu.


17<br />

ATATÜRK’ÜN GEOMETRİ KİTABI<br />

Atatürk bu kitabı ölümünden bir buçuk yıl önce III. Türk Dil<br />

Kurultayından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında<br />

Dolmabahçe Sarayı’nda kendi eliyle yazmıştır.<br />

Öner Kol anlatıyor: “Atatürk, Sivas Kongresi’nin toplandığı Sivas<br />

Lisesi’ne, Lise Müdürü ve Matematik öğretmeni Ömer Beygo ve<br />

Başyardımcısı Felsefe öğretmeni Faik Dranaz ve öteki ilgililerle<br />

Kongre salonuna geldiler. Burada önce, 4 Eylül 1919’da tarihî<br />

kongrenin toplandığı Kongre salonunu ve özel odasını gezdi ve<br />

o günkü dekoru aynen korunan bu oda ve salonda o güne ait<br />

hatıralarını anlattı. Sonra topluluk halinde Lisenin 9/A sınıfında<br />

programdaki Hendese (Geometri) dersine girdi. Bu derste bir<br />

kız öğrenciyi tahtaya kaldırdı. Öğrenci tahtada çizdiği koşut iki<br />

çizginin başka iki koşut çizginin kesişmesinden oluşan açıların<br />

Arapça adlarını söylemekte zorluk çekiyor ve yanlışlıklar<br />

yapıyordu. Bu durumdan etkilenen Atatürk, tepkisini, “Bu<br />

anlaşılmaz Arapça terimlerle, öğrencilere bilgi verilemez.<br />

Dersler, Türkçe, yeni terimlerle anlatılmalıdır.” dedi ve tebeşiri<br />

eline alıp, tahtada çizimlerle “zaviye”nin karşılığı olarak “açı”,<br />

“dılı” nın karşılığı olarak “kenar”, “müselles”in karşılığı olarak<br />

da “üçgen” gibi Türkçe yeni terimler kullanarak, bir takım<br />

Geometri konularını ve bu arada Pythagoras teoremini anlattı.<br />

Atatürk, dilimize karşılığı “koşut” olan “muvazi” kelimesinin<br />

yerine kullandığı “paralel” teriminin kökenini açıklarken<br />

Orta Asya’daki Türklerin, kağnının iki tekerleğinin bir<br />

dingile bağlı olarak duruş biçimine “para” adını verdiklerini<br />

anlattı. Atatürk, bu derste aynı zamanda ders kitaplarının<br />

birkaç ay içinde Türkçe terimlerle yazdırılıp bütün okullara<br />

ulaştırılmasını emir buyurdu.<br />

Atatürk’ün Türkçe’mize kazandırdığı geometri terimleri; açı,<br />

açıortay, alan, artı, beşgen, boyut, bölü, çap, çarpı, çekül,<br />

çember, dış ters açı, dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi,<br />

eşit, eşkenar, gerekçe, iç ters açı, ikizkenar, kesit, konum,<br />

köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, teğet, toplam, türev,<br />

uzam, uzay, üçgen, varsayı, yamuk, yatay, yöndeş’tir.”<br />

Agop Dilaçar Anlatıyor: “Geometri kitabını Atatürk, ölümünden<br />

bir buçuk yıl kadar önce Üçüncü Türk Dil Kurultayı (24-<br />

31 Ağustos 1936)’ından hemen sonra 1936-1937 yılı kış<br />

aylarında Dolmabahçe Sarayı’nda kendi eliyle yazmıştır.<br />

1936 Sonbaharında bir gün Atatürk beni, Özel Kalem Müdürü<br />

Süreyya Anderiman’ın yanına katarak Beyoğlu’ndaki Haşet<br />

Kitabevi’ne gönderip uygun gördüğümüz Fransızca Geometri<br />

kitaplarından bir tane aldırttı. Bunlar Atatürk’le birlikte gözden<br />

geçirildikten sonra, yazılacak Geometri kitabının genel tasarısı<br />

çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu<br />

eser üzerinde çalıştı. Geometri kitabı bu emeğin ürünüdür.<br />

Kaynak:<br />

“Tarihsel Bir Anı”, Bilim ve Teknik, Öner Kol Kasım 1981, Sayı: 180, sayfa:16.<br />

Agop Dilâçar, “Geometri” kitabının “Önsöz”ü, Türk Dil Kurumu Yayını, 1981, s.V


İSTANBUL’UN TARİHİ SEMTLERİ<br />

.<br />

Istanbul’a adlarını verenler<br />

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan ve birçok devlete başkentlik yapan İstanbul’un, şimdilerde kullandığımız semt isimlerinin hikâyeleri...<br />

Mahmut Bey<br />

Mahmut Bey<br />

bir Osmanlı<br />

yüzbaşısıdır, o<br />

zaman ki ismi ile<br />

Mülazım Mahmut<br />

Bey 1915 - 1917<br />

yıllarında bu<br />

bölgede mangası<br />

ile birlikte bölgenin<br />

korumasını<br />

sağlamakla<br />

görevlidir. Mülazım<br />

Mahmut Rum<br />

çeteciler tarafından<br />

şehit edilince ismi<br />

bölgeye verilmiş.<br />

Mahmutbey’in yerli halkı olan Rumlar Türkiye-<br />

Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile Yunanistan’a<br />

gönderilirken, yerlerine yine Yunanistan’ın Kavala,<br />

Naipli ve Sarışaban’ın Köseler köylerinden getirilen<br />

Türkler yerleştirildi. Mahmutbey’den gönderilen<br />

Rumlar ise Yunanistan’ın Drama vilayetinin<br />

Kalambaka beldesine yerleştirilir.<br />

Mahmut Paşa<br />

Mahmutpaşa, Kapalıçarşı ve<br />

Mısır Çarşısı gibi iki önemli<br />

tarihi ve ticari merkezin<br />

arasında yer alır. Adını Fatih<br />

Sultan Mehmed’in uzun<br />

yıllar sadrazamlığını yapmış<br />

olan Mahmud Paşa’nın<br />

yaptırdığı külliyeden alan bir<br />

alışveriş semtidir. Doğum<br />

yeri ve tarihi kesin olarak bilinmeyen Mahmud Paşa’nın Rum<br />

veya Hırvat kökenli yahut da Rum-Hırvat melezi olduğu yolunda<br />

çeşitli rivayetler vardır. Rumeli Hisarı’nın yapımı esnasında<br />

Anadolu Hisarı’nın tamirinde yararlılığı görüldüğünden ikinci<br />

vezirliği yükselen Mahmud Paşa (1452), İstanbul’un fethi sırasında<br />

padişahın yanında bulundu ve kuşatmanın ilk günlerinde şehrin<br />

teslimi için Bizans’a elçi olarak gönderildi.<br />

Kasımpaşa<br />

Mahmut Şevket Paşa<br />

Gürcü olan Mahmud Şevket Paşa,<br />

zamanının en tanınmış askerlerindendi.<br />

1856’da Bağdat’ta doğmuş, askerî<br />

kitapların yanı sıra bir de roman tercüme<br />

etmiş, valilikler ve ordu kumandanlıkları<br />

yapmıştı. Mahmud Şevket Paşa, asıl<br />

şöhretini 1909’daki 31 Mart isyanının<br />

bastıran Hareket Ordusu’nun kumandanı<br />

olarak İstanbul’a girmesi üzerine<br />

sağladı. 23 Ocak 1913’te yaşanan Bâbıâlî<br />

baskınından sonra sadrazamlığa, Mahmud Şevket Paşa aynı<br />

zamanda harbiye nâzırlığını da üzerine aldı. 4 ay 19 gün<br />

sadrazamlık yaptı. 11 Haziran 1913’te bir suikastle öldürüldü.<br />

Cinayetin ardından İttihad ve Terakki Partisi tek başına<br />

memlekete hâkim oldu. Mahmut Şevket Paşa’nın ismi Şişli<br />

ilçesinin en batısındaki mahalleye verilmiştir.<br />

Kasımpaşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Güzelce Kasım Paşa’nın,<br />

Padişah tarafından burada oturmayla görevlendirilmesi sayesinde bu adı almıştır.<br />

Güzelce Kasım Paşa, semte yaptırdığı cami (Cami-i Kebir), medrese ve diğer<br />

eserlerle yöreyi kalkındırmıştır. Kasımpaşa’nın bir diğer adı da Pegai’dir.


19<br />

Mecidiye- Mecidiyeköy<br />

Mecidiye, Sultan<br />

Abdülmecid döneminde<br />

inşa ettirilen yapılar,<br />

yerleşim birimleri ve birçok<br />

yeniliğe verilen ortak addır.<br />

Mecidiye, Beşiktaş ve<br />

Sultanbeyli ilçesine bağlı<br />

birer mahalle olduğu gibi<br />

Şişliye bağlı Mecidiyeköy<br />

dahil birçok ilde daha<br />

Mecidiye isimli yerleşim<br />

yeri mevcuttur. Sadece<br />

yerleşim yerlerine değil,<br />

kıyafet, para, nüfus cüzdanı, firkateyn, vapur şirketi<br />

gibi birçok farklı varlığa isim olmuştur.<br />

Mehmet Akif Ersoy<br />

Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey<br />

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin<br />

ulusal marşı olan İstiklâl<br />

Marşı’nın yazarıdır.<br />

“Vatan Şairi” ve “Milli<br />

Şair” unvanları ile anılır.<br />

İstiklal Marşı’nın yanı<br />

sıra Çanakkale Destanı,<br />

Bülbül ve 1911-1933<br />

yılları arasında yayımladığı<br />

yedi şiir kitabındaki<br />

şiirleri bir araya getiren<br />

Safahat en önemli eseridir.<br />

Ümraniye, Küçükçekmece,<br />

Başakşehir’de Mehmet Akif, Kağıthane’de ise Mehmet<br />

Akif Ersoy ismiyle mahallelere ad olmuştur.<br />

Mimar Sinan<br />

Asıl adı, Sinaneddin Yusuf - Abdulmennan oğlu Sinan olan Mimar Sinan, Kayseri’nin Ağırnas köyünde Ermeni veya Rum olarak<br />

doğmuştur. 1511’de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a gelmiş yeniçeri ocağına alınmıştır. 1538 yılında<br />

Hassa başmimarı olan Sinan, baş mimarlık görevini I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat zamanında 49 yıl süre ile yapmıştır. Eserleri<br />

İstanbul’un birçok semtine ad olan Mimar Sinan, Büyükçekmece, Esenyurt ve Esenler İlçesinde ki mahallelere ad olmuştur.<br />

Mithat Paşa<br />

Midhat Paşa padişah Abdülaziz (1861-1876) döneminde savunduğu reform politikalarıyla tanınmış<br />

ve iki kez sadrazamlık yapmıştır. İlk Osmanlı anayasası olan Kanun-i Esasi’yi hazırlayan kurulun<br />

başkanıdır. Mithat Paşa, yaptığı hizmetler sebebiyle, yaşadığı dönemde de, sonrasında da saygıyla<br />

anılmıştır. Bunlar arasında; birçok bölgede iş istihdamı sağlaması, Çeşme, Urla ve Seferihisar yollarını<br />

yaptırması gibi hizmetler bulunmaktadır. İstanbul’da çeşitli okullara, caddelere de ismi verilen Mithat<br />

Paşa Eyüp ilçesinin bir mahallesinin de ismidir.


LEFTER KÜÇÜKANDONYADİS


21<br />

BİR FENERBAHÇE EFSANESİ<br />

LEFTER KÜÇÜKANDONYADİS<br />

Lefter Küçükandonyadis, futbola Büyükada’da başladı. Taksim<br />

Spor Kulübü’nün alt yapısından yetişti. Taksim Kulübü yöneticileri<br />

kendisine lisans çıkartabilmek için 1941’de mahkeme<br />

kararıyla yaşını büyüttüler. Ancak bu sayede takımda oynayabildi.<br />

2 yıl Taksim Spor Kulubü’nde ter döktü. 1943’te askere<br />

gitti. 4 yıl süren askerlik döneminde de futboldan kapmadı.<br />

Diyarbakır karmasında futbol oynamaya devam etti. 1947’de<br />

dönüşüyle birlikte Fenerbahçe’ye transfer oldu. 1947 yılından<br />

1964’e kadar Fenerbahçe forması giydi ve ‘sarı-lacivert çubuklunun’<br />

en büyük efsanelerinden biri oldu. Belki de ‘Fenerbahçe’<br />

denince akla gelen ilk isim oydu. Lefter, İstanbul Ligi’nde<br />

1953-54 sezonunda gol kralı oldu.<br />

LEFTER’İN FENERBAHÇE’YE TRANSFERİ<br />

Tarih 1942… Fenerbahçe’nin efsane kalecisi Cihat Arman askerliğini<br />

yapmak üzere orduya katılır. Bu sırada yedek kaleci<br />

Erdal’da sakattır. Bu yüzden Fenerbahçe İstanbul Ligi ekiplerinden<br />

Taksimspor’un kalecisi Şalabi’yi almak ister. Yönetici Rüştü<br />

Dağlaroğlu, Taksimspor başkanının kapısını çalar ve başkandan<br />

bir ricada bulunur.<br />

Şalabi’yi bize verin...<br />

Taksimspor’un Rum başkanı ‘’Napacaksın Şalabi’yi ben size bir<br />

oyuncu vereceğim leblebi gibi gol atacak’’ der...<br />

‘’Bizim golcümüz var sen bize Şalabi’yi ver’’<br />

Taksimspor başkanı ısrar eder. Bir kaç ay kaldı askerliğinin bitmesine<br />

ve şu anda ordu takımında oynuyor git izle beğenmezsen<br />

yine alma!<br />

Yönetici Dağlaroğlu Diyarbakır’a O’nu izlemeye gider ve stadyumda<br />

misafir edilir. O sırada tribünde Beşiktaş yöneticilerini<br />

de görür Profesör Dağlaroğlu.<br />

Maç başlar ancak O çocuk sahada yoktur. Devre arasında teknik<br />

direktöre haber yollanır. ‘’Bu çocuğu izlemeye geldiler oynat!’’<br />

Son 25 dakika oyuna girer ve 4 gol birden atar. Sonradan oyuna<br />

giren bu çocuk karşı takımın yarısını çalımlayarak, kaleciyi<br />

de geçerek çok şık goller atar. Maç bittiği an zaten Beşiktaş’lı<br />

yöneticilerin de orda olduğunu bilen Prof. Dağlaroğlu hemen<br />

aşağı yanına gitmek ister. Ancak bir haber alır, çocuk gitmiştir.<br />

“Olur mu, nasıl gider, maç daha yeni bitti diğer çocuklar yeni<br />

giriyorlar soyunma odasına…”<br />

Daha sonra bölüğünde bulur genci. Karşısına alır der ki gence.<br />

“Bak yavrum ben Prof. Dağlaroğlu Fenerbahçe adına seninle<br />

konuşuyorum. Seni Fenerbahçe’ye almak istiyoruz, gelir misin<br />

bize?”<br />

Genç kafasını öne eğer cevap vermez.<br />

“Evladım cevap versene. Bak maçtan da kaçtın seni bulamadım<br />

zaten. Benden mi kaçıyorsun yoksa?” Yok der genç içine<br />

çekerek nefesini.<br />

“Efendim, ben biraz utandım. Karşı takımda oynayan herkes<br />

benden büyük, bir de kaleci Hüsnü Abi Milli Takım kalecisidir.<br />

O’na 4 gol birden atmaktan utandım, duramadım maçta!”<br />

Yeteneği kadar kalbinin de güzel olduğunu anlar Dağlaroğlu<br />

ve der ki;<br />

“Evladım sen tam da Fenerbahçe’ye yakışan bir futbolcusun.<br />

Bak burada Beşiktaşlı yöneticileri de gördüm. Acaba onlar seni<br />

kandırırlar mı diye de telaştayım. Fenerbahçe’ye gelmek ister<br />

misin ne dersin?”<br />

“Merak etmeyin efendim, ben Beşiktaş’a gidemem’’<br />

“Hayırdır?”<br />

“Orda Baba Hakkı var. Onun heybetinden, onun görkeminden<br />

benim elim ayağıma dolaşır. Gidemem Beşiktaş’a lakin Fenerbahçe’yi<br />

çok severim. Gelmek isterim lakin…” Söyle şartını der<br />

Profesör, ne istersin?<br />

“Ben İstanbulluyum, bir balıkçının oğluyum. Babam gariban<br />

bir balıkçı, çok hasta ilaçları var alamıyorum ilaçlarını 200 lira<br />

tutuyor diyorlar. Ben Fenerbahçe’ye geleceğimi söz verirsem<br />

babamın ilaçlarını alır mısınız?”


LEFTER KÜÇÜKANDONYADİS<br />

Gülümser Profesör. “Bak yavrum hem şahsım hem de Fenerbahçe<br />

kulübü adına söz veriyorum. Babanın bütün tedavisini<br />

biz üstleneceğiz. Bırak ilaçları her şeyi ben hallederim sen merak<br />

etme. Bize gelecek misin?”<br />

Babasının tedavisinin üstlenileceğine emin olan genç gülümser<br />

ve elbette bundan sonra sadece Fenerbahçe için yaşayacağım.<br />

İşte O genç o gün Fenerbahçe formasını giymeye söz verir<br />

ve Fenerbahçe efsanesi olur.<br />

“Şu sol ayağımı görüyor musunuz? Onunla Galatasaray’a 17<br />

tane gol attım. Sağ ayağımla da 10 gol. Bir tane de kafayla attım<br />

ama ayıp olmasın diye onu söylemiyorum”<br />

3 Ekim 1951’de 17.500 liralık transfer ücretiyle İtalya’nın ACF<br />

Fiorentina takımına transfer oldu. 1 yıl da Fransa’nın OGC Nice<br />

takımında oynayan Lefter, 1953-1954 sezonundan itibaren<br />

yeniden Fenerbahçe’de top koşturmaya başladı. Aynı sezon,<br />

İstanbul Ligi’nde gol kralı olan Lefter, 1964’e kadar toplamda<br />

17 yıl giydiği Fenerbahçe forması altında 400’ün üzerinde gol<br />

kaydederek erişilmesi güç bir rekora imza attı. Bu süre zarfında,<br />

Türk futbolunun efsaneleşen isimlerinden biri olarak tanındı.<br />

Golcülüğünden ötürü Ver Lefter’e, yaz deftere! sloganı<br />

onun için yaygın olarak kullanıldı. Futboldaki ustalığından,<br />

çalımlarından ve gollerinden ötürü Ordinaryüs sıfatıyla anıldı.<br />

Futbol yaşamında toplam 50 kez millî formayı giydi (46 kez A,<br />

1 kez B, 3 kez 21 yaş altı). 1954 FIFA Dünya Kupası’nda forma<br />

giyen Lefter turnuvada 2 de gol attı. Türk futbolunda 50. Millî<br />

Maç altın madalyasını alan ilk futbolcu oldu. Millî takım formasıyla<br />

attığı 21 golle en çok gol atan millî oyuncu unvanını 33<br />

yıl boyunca elinde tuttu, 9 kez de millî takımda kaptanlık yaptı.<br />

6-7 EYLÜL OLAYLARI VE LEFTER...<br />

Lefter 17 yaşındayken gayrimüslimlere karşı Varlık Vergisi<br />

yasası çıkarıldı. Vergiyi ödeyemeyenler toplama kamplarına<br />

gönderildi. Lefter’in babası yoksul olduğu için sürgüne<br />

gitmekten kurtuldu, ama bütün akrabaları Türkiye’yi terk etmek<br />

zorunda kaldı.<br />

6-7 Eylül Olayları’nda ise Büyükada’daki evini basan çapulcular<br />

taşlayıp “Vurun şu gâvura” diye bağırdılar, Lefter sabaha<br />

dek elde silah kapıda bekledi. Lefter’in evinin basıldığını<br />

duyan Fenerbahçeliler Kartal’dan motorlara binip Ada’ya koştular,<br />

Lefter’in evinin önüne barikat kurdular. “Sana bunu kim<br />

yaptıysa söyle, haddini bildirelim” diyerek saldırganların isimlerini<br />

öğrenmek istediler. Lefter saldıranların hepsini tanıdığı<br />

halde kimseyi ihbar etmedi, şikâyetçi de olmadı.<br />

1957 yılında Atletico de Rio adlı Brezilya takımı ile yapılan<br />

özel maçta, santradan topu alarak kaleci de dahil herkesi çalımlayınca,<br />

tüm Brezilyalılar ve de hakemler teker teker gelir,<br />

Lefter’in elini sıkarlar. Maçı Fener 5-2 kazanır.<br />

“Tribünler inledi binlerce kere<br />

Ver Leftere yaz deftere<br />

Bitti kalem, doldu defter<br />

Bu alemde kral Lefter”<br />

Ordinaryüs lakaplı Türk futbolcu. Tüm zamanların en iyi golcüsü<br />

seçildi, Türk futbolunun gelmiş gecmiş en iyi futbolcusu<br />

olarak gösterilir. Lefter, Fenerbahçe marşında da adı geçen<br />

sembol oyunculardandır. Fenerbahçe ile İstanbul Profesyonel<br />

liginde 2, Türkiye Şampiyonasında 3 kere şampiyonluk yaşadı.<br />

Kariyeri boyunca toplam da 832 gol atarak rekor kırmıştır. Lefter<br />

çok sevilen bir futbolcuydu. Kişiliğiyle de öne çıkmış bir insandı.<br />

Üç büyük kulüp taraftarı tarafından da sevilen bir kişiliği<br />

vardı. 50 kez milli formayı giydi (46 kez A, 1 kez B, 3 kez 21 yaş<br />

altı). 1954 FIFA Dünya Kupası’nda forma giyen Lefter turnuvada<br />

2 de gol attı. Türk futbolunda 50. Milli Maç altın madalyasını<br />

alan ilk futbolcu oldu. Milli takım formasıyla attığı 21 golle en<br />

çok gol atan milli oyuncu unvanını uzun yıllar elinde tuttu, 9<br />

kez de milli takım kaptanlığını yaptı. Fenerbahçe forması altında<br />

615 maç oynadı, 423 gol attı.<br />

1964’te futbolu bıraktıktan sonra Yunanistan’ın Egaleo, Güney<br />

Afrika’nın Johannesburg takımlarında futbolcu ve antrenör olarak<br />

yer aldı. Daha sonra Samsunspor, Orduspor, Mersin İdman<br />

Yurdu ve Boluspor’da teknik direktörlük yaptı. Antrenörlük kariyerinden<br />

sonra da bir süre spor yazarlığı yaptı. Efsanevi futbolcu,<br />

87 yaşında 13.01.2012 tarihinde hayata gözlerini kapadı.<br />

Rekorları: Fenerbahçe formasıyla 615 maçta 423 gol attı.<br />

Türkiye Millî Futbol Takımı formalarıyla toplam 50 maçta 22<br />

gol attı. Türkiye Futbol Federasyonu’nun “50. Maç Altın Şeref<br />

Madalyası”nı alan ilk futbolcu oldu. Süper Lig’de penaltı atan<br />

ilk futbolcu oldu. Lefter kulübü tarafından bonservis ücreti<br />

alınmak suretiyle yurtdışına transferi yapılan ilk Türk futbolcusudur.<br />

Kariyeri boyunca toplam 832 gol atmayı başardı.


23<br />

we are cleaning<br />

your<br />

future<br />

www.cvsair.com.tr<br />

216<br />

417 12 48<br />

/cvsairtr<br />

JETFAN<br />

SYSTEMS<br />

All indoor parking spaces on the design the optimal<br />

system for which the dirty gas and evacuation of<br />

dangerous fumes from the vehicle in case of a fire.


MÜZİK<br />

SILA DİNLERKEN<br />

İÇİMDEN AKAN SESLER…


25<br />

Sıla Gençoğlu kimdir?<br />

1980 yılında Denizli dünyaya gelen Sıla Gençoğlu aslen<br />

Denizlilidir. 36 yaşında olan Sıla Gençoğlu Türk şarkıcı, söz<br />

yazarı ve besteci. İlkokulu yıllarını Denizli’de geçiren Sıla<br />

lise eğitimini ananesinin yanında İzmir’de almıştır. Sahne<br />

çalışmalarına ilk olarak İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi’nde<br />

başladı ve Türk Halk Müziği ile Türk Sanat Müziği korolarında<br />

korist ve solist olarak görev aldı. İzmir Devlet Opera<br />

ve Balesi sanatçılarından Sabahat Tekebaş ile şan ve ses<br />

eğitimi uzerine çalışmıştır.<br />

Sıla’nın zaman içinde yaptığı besteler ve yazdığı şarkı sözleri<br />

Ferhat Göçer, Kenan Doğulu, Emel Müftüoğlu gibi değerli<br />

sanatçıların albümlerinde yer alırken, ilk solo albümü<br />

olan “SILA” nın oluşumuna zemin hazırladı. Geniş kitleler<br />

onun sesiyle ilk kez Sezen Aksu ile yaptıkları ve “Sıla” dizisinin<br />

şarkısı olan ortak besteleri “Sıla / Töre” sayesinde<br />

tanışmıştır. Sıla’nın hemen ardından ‘Yaban Gülü’ dizisinin<br />

jenerik müziğini yapmıştır.<br />

YAZI: KEMAL SAKARYALI<br />

Bir pazartesi aksamı izledim sizi sahnede. Çok yorulmuştum.<br />

Uzun yolculuklardan tükenerek gelmiştim İstanbul’a…<br />

Sizi dinledim sahnede, kalabalık içinde dimdiktiniz. İçim<br />

yenilendi. Ne kadar paslanmışım, ne kadar kirlenmişim…<br />

Anladım.<br />

Bir çocuk düşünün, bir gülüşün sarıya en çok yakıştığı, bir<br />

kadın düşünün omuz boşluğunun gölgesinin yüzüne en<br />

yakıştığı… İkisi de diğeri olmadan eksik. “Benzerini kaybetti<br />

diğeri…”<br />

Sessiz iki koltuk sahnede; sakin sakin, gürültülü akmaya<br />

başlayan sesler. Sessiz salonda çıplak bir ses, arkadan gelen<br />

bir gitar solosu...<br />

Serkan var, bir de bence dostluğunu özlediğiniz; Sizi tanıyan,<br />

tanıtan ve kendini bulan bir gerçek. Bir Sabahattin<br />

Ali öyküsü!<br />

Sonra şarkılar aktı. “Aşkıydı, işiydi, ihtirası, düşüydü, yere<br />

batsın.” diyordu. “Koyarız iki kadeh, kafa nereye biz oraya...”<br />

hep iki kadeh içtiğimden midir, hep iki kadehli içilen<br />

masaları sevdiğimden midir? Bilmem ama beni anlattı.<br />

“Azmedeceksin hazmedeceksin” dediği sözlerde tüm salon<br />

sessiz sessiz eşlik etti. Kimsenin tanıdığı yoktu yukarılardan.<br />

Hepimizin hakkı yenilmişti biraz. Hiçbirimiz mutlu<br />

değiliz gibi geldi o an. İçerisi bir an bomboş kaldı!<br />

Sonra bir nehir çağladı, sanki herkes birden söyledi. “İki<br />

satırlık adamları musallat ettik ömrümüze bundandır böyle<br />

dibe vuruşumuz.” söz sustu, müzik sustu, bateri gitar<br />

darbuka sustu. Kalabalık konuştu. Tek nefes tek yürek...<br />

Ağladım sağ gözümün yanından süzüldü yaşlar. Kendimi<br />

buldum.<br />

Sonra bir hikâyenin parçası yaptınız herkesi “İnşallah unutursun,<br />

unutursun sen de, kendimi avuturum uyuturum<br />

ben de, zamanla unuturum ben de…” son zamanlarda bu<br />

kadar içten tanrıya yakarmamıştı duyduğum hiçbir ses.<br />

Gece ve hırka yapışınca üstümüze gitme zamanı geldi.<br />

Gece oldu. Sabaha koşarken üç saatimi hiç bu kadar değerli<br />

geçirmemiştim.<br />

Teşekkürler, Efe Bahadır… Teşekkürler Sıla Gençoğlu…


KÜLTÜR SANAT // TİYATRO<br />

ANTABUS


27<br />

YAZI | LEYLA CİVELEK<br />

“Ben, Leyla Taşçı... Bir kamyonetin arkasında tanıştım İstanbul’la.<br />

Derme çatma bir evde yaşadım, küçük yaşta çalışmaya<br />

başladım. Evlat oldum, kardeş oldum, eş oldum,<br />

anne oldum. Kendimden başka her şey oldum. Ben, gazetelerin<br />

üçüncü sayfa haberlerinde denk geldiğiniz binlerce<br />

kadından biriyim... ‘hayatımı yazsam roman olur’ derler<br />

ya, öyle… Valla...”<br />

Seray Şahiner’in aynı adlı romanından tiyatroya uyarlanan<br />

“Antabus”ta, İstanbul’a göç eden bir ailenin genç kızı Leyla<br />

Taşçı’nın yaşadıkları konu ediliyor.<br />

Seray Şahiner’in kitabı zaten çok başarılı, kitabın oyuna<br />

uyarlanışı da gerçekten çok iyi. Oyun da kitap gibi Antabus<br />

adını taşıyor ve Leyla’yı Nihal Yalçın oynuyor. 1,5 saat<br />

boyunca tüyler ürperten performans, tükenmek bilmeyen<br />

bir enerji…Nihal Yalçın sahnede devleşiyor. Tek kişilik<br />

oyunda, konu edilen bütün karakterleri kanlı canlı sanki<br />

sahnedeymiş gibi hissediyor, izliyorsunuz. Bir oyuncu<br />

için bunu başarmak gerçekten inanılmaz bir iş. Geçtiğimiz<br />

sene Antabus’daki performansı ile Yapı Kredi Afife Tiyatro<br />

Ödülleri “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülünü alması<br />

bu övgüleri ne kadar hak ettiğinin bir kanıtı.<br />

Bir kamyonetin arkasında İstanbul’a gelen Leyla’nın yaşadıkları<br />

anlatılıyor oyunda. Gazetelerde 3. sayfa haberlerinden<br />

aşina olduğumuz öznelerden biri Leyla. Sayfayı<br />

hemen çevirmeyin diyor, kulaklarınızı alt kattan gelen<br />

seslere tıkamayın ve gözlerinizi kaçırmayın bedenimdeki<br />

morluklardan.<br />

Oyunda Leyla yaşadıklarıyla dalga geçiyor. Kendisine kapanan<br />

kapıların arkasından bakan komşularıyla, karakola<br />

şikâyete gittiğinde; ‘kocandır’ diyerek eve gönderen polisle,<br />

bir nevi kadına şiddete karşı susan herkesle dalga<br />

geçiyor. Metin zaten muhteşem, ancak duygu geçişlerinin<br />

bu denli etkileyici olmasına özellikle bayıldım. Seyrederken<br />

acı acı güldüğüm, yer yer ağladığım oldu. Yanımdaki<br />

hanımefendi ağlarken ona peçete uzattım. Oyun resmen<br />

bizi içine aldı.<br />

Aslında sahnede biz vardık. Biz kadınların bu hayatta yaşadıkları<br />

vardı. Hak etmediğimiz muameleler (bu muameleleri<br />

değil kadınlar hiçbir canlı hak etmez) vardı. Antabus,<br />

kadına şiddet konusunda klişeye düşmeden iyi bir iş nasıl<br />

yapılır gösteriyor.<br />

Seray Şahiner kitabında bize Leylayı anlatırken inanılmaz<br />

akıcı bir dil kullanmış, akıp gidiyor. Dil akıyor da, oyunda<br />

anlatılanlar akmıyor, tıkanıp kalıyor boğazınıza.<br />

Bu kadar güzel bir eser, bu kadar harika bir yönetmen ve<br />

oyuncu ile birleşince ortaya böyle inanılmaz bir şey çıkıyor.<br />

Alkışlar muhteşem oyunculuğu için Nihal Yalçın’a ve<br />

oyunda emeği geçen herkese. Oyun Semaver Kumpanya’da.<br />

Onların deyimiyle Haliç’in Öte Yanında Tiyatro’da…<br />

Tiyatro severlere şiddetle tavsiyemizdir.<br />

Yer: Semaver Kumpanya Çevre Tiyatrosu<br />

Adres: Silivrikapı Mahallesi, Çevre Tiyatrosu Sk. No:5,<br />

34107 Fatih/İstanbul


KÜLTÜR SANAT // KONSER TAKVİMİ<br />

Nazan Öncel<br />

02 Mayıs 2017 Salı 21:00<br />

Zorlu PSM - Ana Tiyatro<br />

Türk pop müziğinin divası Nazan Öncel, Atlantis<br />

Yapım iş birliğiyle gerçekleştirilen<br />

Vestel #gururlayerli konserleri kapsamında<br />

2 Mayıs’ta Zorlu PSM Ana Tiyatro’da müzikseverlerle<br />

buluşuyor!<br />

Brazzaville<br />

05 Mayıs 2017 Cuma 21:00<br />

Zorlu PSM - STUDIO<br />

Ülkemizde büyük bir hayran kitlesi bulunan<br />

ABD’li indie/chamber pop ve bossa nova grubu<br />

Brazzaville, Zorlu PSM Caz Festivali kapsamında<br />

5 Mayıs’ta #studio’da müzikseverlerle<br />

buluşuyor!<br />

Banu Güven Trio<br />

07 Mayıs 2017 Pazar 10:30<br />

Sait Halim Paşa Yalısı<br />

Boğaz’ın en güzel yapılarından Sait Halim<br />

Paşa Yalısı pazar sabahları caz konserleriyle<br />

hareketleniyor. 7 Mayıs sabahının konuğu<br />

Banu Güven Trio...<br />

Saygun Quartet<br />

23 Mayıs 2017 Salı 20:30<br />

Erimtan Müzesi Konser Salonu<br />

Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası (KODA)<br />

grup şeflerinden oluşan Saygun Quartet (Deniz<br />

Toygür Conus,Özge Özerbek Keman, Yağmur<br />

Tekin Viyola, Yusuf Çelik Viyolonsel) 23<br />

Mayıs’ta Erimtan Müzesi’nde...<br />

Kalben<br />

03 Mayıs 2017 Salı 20:30<br />

Babylon<br />

Yeni nesil şarkıcı/söz yazarı ekolünün ülkemizdeki<br />

en başarılı temsilcilerinden Kalben,<br />

akustik performanslarıyla 3 Mayıs Çarşamba<br />

akşamı Babylon’da!<br />

Jehan Barbur<br />

05 Mayıs 2017 Cuma 22:30<br />

KadıköySahne<br />

Dingin vokali, hikâyesi bol şarkılarıyla Türkiye’nin<br />

en başarılı caz vokallerinden Jehan<br />

Barbur, 5 Mayıs’ta KadıköySahne’de sizlerle...<br />

Bülent Ortaçgil<br />

12 Mayıs 2017 Cuma 22:00<br />

KadıköySahne<br />

Türkiye modern müzik tarihinin önemli isimlerinden<br />

Bülent Ortaçgil, 12 Mayıs’ta KadıköySahne’de...<br />

Hüsnü Arkan<br />

26 Mayıs 2017 Cuma 22:00<br />

KadıköySahne<br />

Müzik eleştirmenleri tarafından Türkiye’nin<br />

en iyi yorumcularından biri olarak gösterilen<br />

Hüsnü Arkan, sevilen şarkılarıyla 26 Mayıst’ta<br />

KadıköySahne’de...


29<br />

MERSAD BERBER<br />

BİR BOSNA ALEGORİSİ<br />

Bosna-Hersek sanatının 20. yüzyılın ikinci<br />

yarısındaki en önemli temsilcilerinden<br />

biri olan Mersad Berber (1940-2012), ifade<br />

gücü ve eşsiz yeteneği sayesinde yerel<br />

sanat çevresini çağdaş Avrupa ve dünya<br />

sanatının bir parçası haline getirmiştir.<br />

Berber, Bosna-Hersek’in çağdaş kültür<br />

tarihinde son derece dinamik bir döneminde<br />

yaşamış, yerel sanat ortamını<br />

dünyadaki eğilimlere açan genç grafik sanatçıları<br />

neslinin öncülüğünü yapmıştır.<br />

Sanatsal yeteneği ve ustalığı sayesinde<br />

en saygın müze ve galerilerde eserleri<br />

sergilenen bu kuşaktan az sayıda sanatçıdan<br />

biridir.<br />

Berber’in Rönesans’tan Art Nouveau’ya,<br />

Avrupa güzel sanatlarının ustalarından<br />

ilham alan ve büyük boyutlarda, karışık<br />

tekniklerle üretilen eserlerinde hem<br />

postmodern duyarlığın, hem de sanatçıya<br />

özgü tematik ve kompozisyon yenilikçiliğinin<br />

örnekleriyle bezenmiş hatırlama<br />

kültürünün izleri görülür.<br />

Erken dönem eserlerindeki altın renk yelpazesinden;<br />

Piero della Francesco, Guercino,<br />

Velasquez, Gericault, David, Ingres,<br />

Ivan Kramskoi, Klimt ve Yugoslav ressamlar<br />

Bukovac ve Jurkić ile kurduğu diyalogdan;<br />

Bosna’nın masalsı manzaralarına<br />

yaptığı seyahatlerden devşirdiği derin,<br />

mat beyazlardan Srebrenitsa’nın karanlık,<br />

korkunç çukurlarına kadar Berber her<br />

zaman Bosna’nın vakanüvisi gibi çalışmış,<br />

ülkesinin çok katmanlı kültürel tarihini ve<br />

tarihsel deneyiminin tüm karmaşıklığını<br />

yansıtan tek bir tablonun parçalarını yorulmak<br />

bilmeden resmetmiştir.<br />

İKASD iş birliğiyle Pera Müzesi’nde düzenlenen<br />

sergiyi 07 Mayıs 2017 tarihine<br />

kadar ziyaret edebilirsiniz.<br />

Daha fazla bilgi bilgi için:<br />

http://www.peramuzesi.org.tr


SİNEMA<br />

SİNEMA VİZYON<br />

Yaratık: Covenant DEHA ESKİ SEVGİLİ Umudun Kıyısında<br />

Karayip Korsanları 5:<br />

Salazar’ın İntikamı<br />

Vizyon: 12 Mayıs 2017<br />

Yapımı: 2017 - ABD<br />

Tür: Bilim Kurgu - Korku<br />

Yönetmen: Ridley Scott<br />

Oyuncular: Katherine Waterston, Michael<br />

Fassbender, Danny McBride<br />

Senaryo : Jack Paglen<br />

Yapımcı : David Giler<br />

80’li yaşlarına gelmiş 3 emekli arkadaş, Willie<br />

(Morgan Freeman), Joe (Michael Caine)<br />

ve Albert (Alan Arkin) emekli maaşları ve<br />

sosyal yardımlarla zar zor ayakta kalmaya<br />

çalışmaktadır. Bunun üzerine emeklilik ödemelerinin<br />

kesilmesiyle iyice zor durumda<br />

kalırlar. Çaresiz kalan yaşlı adamlar, sadece<br />

kendi hakları kadar parayı almak üzere banka<br />

soymaya karar verirler. Ancak hem yaşları,<br />

hem de bu işteki tecrübesizlikleri başlarına<br />

enteresan işlerin gelmesine neden olacaktır.<br />

Vizyon Tarihi: 26 Mayıs 2017<br />

Yapımı: 2017 - ABD<br />

Tür: Bilim Kurgu , Aksiyon<br />

Yönetmen: Marc Webb<br />

Oyuncular: Chris Evans, Octavia<br />

Spencer, Mckenna Grace<br />

Senaryo: Tom Flynn<br />

Yapımcı: Karen Lunder<br />

Hayatı başarısızlıklarla dolu olan Frank<br />

Adler karakterini canlandıracak olan Chris<br />

Evans, Florida kırsalında yeğeni Mary’yi<br />

büyütürken, Mary’nin okula başlamasıyla<br />

birlikte hemen yetenekli olarak yaftalanması<br />

sebebiyle Mary’nin annesi Evelyn<br />

ile kızı büyütme konusunda bir savaşa<br />

girecek. Film, mücadelenin yasal sürecine<br />

odaklanacak. Yönetmenliğini Marc Webb’in<br />

üstlendiği yapım aile için dramaya ağırlık<br />

verecek.<br />

Vizyon: 5 Mayıs 2017<br />

Yapımı: 2017 - Türkiye<br />

Tür: Dram , Komedi<br />

Yönetmen: Emir Khalilzadeh<br />

Oyuncular: Tolgahan Sayışman, Bade İşçil<br />

Senaryo: Emir Khalilzadeh<br />

Bade İşçil ve Tolgahan Sayışman’ın başrollerini<br />

üstlendiği Eski Sevgili filmi, 63 kez ayrılıp<br />

barışan bir çifti temel alıyor. 14 Şubat günü<br />

yolları tekrar kesişen çift için macera yeniden<br />

başlıyor! Filmin yönetmen koltuğunda Emir<br />

Khalilzadeh otururken, filmin yapımcıları ise<br />

Zekayi Kavrazlı ve Avni Sezen...<br />

Vizyon: 5 Mayıs 2017<br />

Yapımı: 2017 - Türkiye<br />

Tür: Dram - Romantik<br />

Yönetmen: Haydar Işık<br />

Oyuncular: Ahmet Erbay, Eren Körler,<br />

Levent Sülün<br />

Senaryo: Zeynip Yılmaz<br />

Yapımcı: Haydar Işık, İsmail Çağlar<br />

Ufuk İstanbul’da yaşayan bir fotoğraf sanatçısıdır.<br />

Hayatı hoyratça yaşayan adamın tek<br />

önemsediği konular gerçeklik, fotoğraflarına<br />

da konu ettiği küresel ısınma ve yenilenebilir<br />

enerji konularıdır. Ancak bunların hepsi<br />

değişmektedir. Tam aşık olduğu bir kadınla<br />

mutlu olduğu sırada annesinin hastalığını<br />

öğrenir. Bu süreçte kendisinde de bir şeylerin<br />

ters gittiğini fark eder. Bir gün ani bir baygınlık<br />

geçirmesiyle gözlerini hastanede açar.<br />

Hastane odasını Umut isimli bir delikanlıyla<br />

paylaşmaktadır ve Umut, Ufuk’un tam tersidir.<br />

Hayat doludur, neşelidir ve iyimserdir.<br />

Kısa süre sonra ikisinin de beyninde tümör<br />

olduğu ortaya çıkar.<br />

Vizyon: 26 Mayıs 2017<br />

Yapımı: 2017 - ABD<br />

Tür: Aksiyon, Fantastik<br />

Yönetmen: Joachim Rønning,<br />

Espen Sandberg<br />

Oyuncular: Johnny Depp, Javier Bardem,<br />

Brenton Thwaites, Kaya<br />

Scodelario, Orlando Bloom<br />

Kaptan Jack Sparrow (Johnny Depp), denizde<br />

yıllar boyu yaşadığı tehlikeli maceraların<br />

ardından bir kez daha zor duruma düşmüştür.<br />

Gaddar Kaptan Salazar (Javier Bardem),<br />

hayaletli gemisiyle birlikte sonunda şeytan<br />

üçgeninden kurtulmuş, karşısına çıkan tüm<br />

korsanları yok etmeye ant içmiştir. Jack<br />

Sparrow’un tek kurtuluş umudu, sahibine<br />

denizlerin mutlak kontrolünü veren Poseidon<br />

Asası’nı bulmaktır. Bu zorlu yolculukta<br />

ona güzel astronom Carina Smyth (Kaya<br />

Scodelario) ve dik kafalı denizci Henry<br />

(Brenton Thwaites) eşlik edecektir.


Portfolyomuzu gördünüz mü?<br />

31


GÖLYAZI<br />

GÖL İÇİNDE HAYAT:<br />

GÖLYAZI<br />

YAZI | AHMET RASİM AKDAĞ<br />

FOTOĞRAF | MERVE BAĞCI<br />

Bursa’nın en çok ziyaret edilen,<br />

görülmesi gereken yerlerinden<br />

biridir Gölyazı. Cumalıkızık’tan<br />

sonra görme fırsatı yakaladığım<br />

ve çok beğendiğim yerler arasına<br />

aldım. Günümüz tabiriyle<br />

‘Instagirl’ ve ‘Instaboy’ların<br />

uğrak yeridir Gölyazı.


33<br />

ÖZELLİKLE Instagram fenomenlerinin yüklediği<br />

ve binlerce beğeni alan fotoğrafların etkisiyle<br />

gençlerin gördüğü, tanıdığı, beğendiği, gidip de<br />

fotoğraf çektiği bir yer haline geldi. Ayrıca Gölyazı’ya<br />

fotoğraf turları da bol miktarda yapılmakta.<br />

Ada halkı zaman zaman bunalıyordur bence ama<br />

yaşlı amcalar, teyzeler kameralara alışmış. Fotoğraf<br />

çekmek istediğinizde poz veriyorlar veya habersiz<br />

çekmek istediğinizi anladıklarında işlerine<br />

devam ediyorlar.<br />

Gölyazı, anakaraya bir köprü ile bağlanmış durumda.<br />

Ada halkının anakarayla tek bağlantı noktası<br />

bu köprü. Tabii neredeyse herkesin bir teknesi,<br />

sandalı var. Zaten ada halkının büyük kısmı<br />

balıkçılık yapıyor. Özel aracınızla gittiyseniz ve<br />

aracınızda seyyar, bagaj tipi buzdolabı varsa bir<br />

miktar balık da alabilirsiniz.<br />

ESKİ BİR YERLEŞİM YERİ<br />

Söylenenlere göre Gölyazı’nın tarihi milattan<br />

önceki yıllara kadar dayanıyor. Mübadele öncesinde<br />

Rumların ağırlıkta (hatta neredeyse adanın<br />

tamamı Rum imiş) yaşadığı bir yerleşim yeriyken<br />

mübadele sonrasında Selanik’ten gelen vatandaşlarımızın<br />

bir kısmı adaya yerleştirilmiş. Belki<br />

ben yüklemişimdir bu durumu bildiğim için ama<br />

adanın yaşlılarında geldikleri yere olan özlemi<br />

görebiliyorsunuz.<br />

Mevsiminde gittiğiniz zaman sizi adanın girişinde<br />

kestaneciler karşılıyormuş. Ben gittiğimde yoktu.


GÖLYAZI<br />

Yerel halkın arasına karışıp köy kahvehanelerinde yorgunluk<br />

çayı içtim. İstanbul’da görmeyi unuttuğumuz Anadolu<br />

insanının samimiyetini burada görebiliyorsunuz.<br />

Bazı turistik yerlerde yaşayan insanlar turiste doymuş<br />

veya artık turistten sıkılmış hale gelebiliyorlar. Gölyazı’da<br />

böyle bir durum söz konusu değil. Ada halkı misafirlerine<br />

gayet sıcak davranıyor ve Türk misafirperverliğini güzel<br />

bir şekilde örnekliyorlar.<br />

GÖLYAZI TAVSİYELERİ<br />

Gölyazı’ya yolunuz düşerse ilk önce göl etrafında bir tur<br />

atın derim. Göl etrafında dememe bakmayın. Ada gölün<br />

içinde zaten. Sahilde dersek biraz kurtarır sanırım. Ada<br />

zaten büyük bir ada değil. Atacağınız bu tur bir saati geçmez<br />

hatta belki bir saat tutmaz bile. Aç karnına gezemem<br />

derseniz sahildeki teyzelerin gözlemelerini denemenizi<br />

tavsiye ederim. Yanına katık olarak zeytin ve reçel ikram<br />

ediyorlar. Zeytin değildir tabii ama reçellerini kendileri<br />

yapmış olsa gerek. Bu tadı kaçırmak gibi bir niyetiniz de<br />

varsa adada restoranlar da mevcut. Göl kenarı restoranlarında<br />

gölden yeni çekilmiş balıklarla kendinize güzel bir<br />

ziyafet çekebilirsiniz. Benim tavsiyem Turna Balığı…<br />

Avrupa’ya gitme fırsatı yakalayamamış ve Venedik’i merak<br />

eden biriyseniz havaların ısınmaya başladığı, yağışların<br />

yeni yeni bittiği bir dönemde gittiğinizde gölün suları<br />

yükseldiği için adada Venedik havası oluşuyormuş. Bunu<br />

daha önce okumuştum hatta adanı yerlilerinden de dinledim<br />

ama ben bahsi geçen tarihte gidemedim. Bir sonraki<br />

gidişim o tarihlere denk gelir inşallah.<br />

Adaya gittiğinizde mutlaka yapmanız gereken şeylerden<br />

biri de sandalla göl turu. Çocukken Abant Gölü’nde kayıkla<br />

yapmıştım. Tabii kürekler bende değildi ama o heyecanı,<br />

tadı hiç unutamadım. Buradaki sandallar motorlu<br />

ve biraz da gürültülü. Fotoğraf çekiyorsanız eğer umurunuzda<br />

olmuyor tabii gürültü. Hatta duymuyorsunuz bile.<br />

TARİHÎ RUM EVLERİ<br />

Sahildeki turunuz bittikten sonra adanın içine girip sokakları<br />

gezin derim. Tarihî ve bir kısmı korunan Rum evlerinin<br />

fotoğraflarını çekmek size iyi gelecektir. Yolunuz<br />

Balat’a düştüğünde çektiğiniz fotoğraflar kadar olmasa<br />

da güzel kareler yakalamanız mümkün.<br />

Gölyazı’nın orada yaşan halk haricinde başka sahipleri de<br />

var. Farklı şehirlerde sokaklarda gördüğünüz sokak kedisi-köpeği<br />

kadar leylek görmeniz mümkün. Bu kadar leyleği<br />

bir arada göreceğiniz belki de başka bir yer yoktur. Bu ley-


35<br />

lekler adayı gezmeye gelen herkesin dikkatini çok çekiyor.<br />

Gölyazı küçük bir göl adası olduğu için bir günde gezip<br />

bitirilebilecek bir yer. Adayı gezerken mutlaka görmeniz<br />

gereken bir şey daha var; Ağlayan Çınar. Adanın sembolü<br />

olan çınar, kim bilir yüzyıllardır gölgesinde kimleri serinletmiştir.<br />

EFSANE ÇINAR<br />

Ağlayan Çınar’ın bir de efsanesi varmış. Yukarıda da belirttiğim<br />

gibi mübadele öncesinde adada, Osmanlı döneminde<br />

Rumlar ve Türkler birlikte yaşarmış. Mehmet<br />

adındaki bir Türk genci, bir Rum kızı olan Eleni’ye sevdalanmış.<br />

Üstelik aralarındaki bu aşk, çocukluktan beri<br />

süregeliyormuş. Kurtuluş Savaşı yaşanan sıkıntılar neticesinde<br />

insanlar göç etmeye zorlanınca Eleni ve ailesi<br />

de göç için yola çıkmış. Mehmet göç edenler arasında<br />

Eleni’yi bulmuş. Bulmuş bulmasına ama Eleni’nin ağabeyi<br />

Yorgi Mehmet’in yolunu kesmiş ve “Bizler artık kardeş<br />

komşular değil, düşman iki milletiz. Bu iş asla olmaz!” deyip<br />

Mehmet’e Eleni’yi unutmasını tembihlemiş. Mehmet<br />

sevdasından asla vazgeçmeyeceğini gerekirse bu uğurda<br />

canını bile vereceğini söylediğindeyse Eleni’nin ağabeyi<br />

Yorgi, hançerini çekip defalarca Mehmet’e saplamış. Aldığı<br />

darbelerle yaralanan Mehmet, sevdiği Eleni ile gizli<br />

gizli buluştukları çınarın altına gelip son nefesini orada<br />

vermek istemiş.<br />

Yaralı olan Mehmet, vücudundan akan kanlarla ağacın<br />

kovuğuna, “Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada<br />

bekleyeceğim.” yazmış. Konvoy yoluna devam ederken<br />

Eleni’nin bir arkadaşı, Eleni’nin ağabeyi Yorgi ile Mehmet<br />

arasında geçen tartışmayı görmüş, hemen Eleni’ye<br />

koşarak olan biteni anlatmış. Olanları duyan Eleni bir<br />

yolunu bulup kalabalık arasından kaçmış ve Mehmet’in<br />

her zaman buluştukları çınarın altında gideceğini tahmin<br />

ederek hemen oraya gitmiş. Mehmet’i kanlar içinde görünce<br />

gözyaşlarını tutamamış. Sevdiğinin başını kollarına<br />

almış, son kez gözlerine baktıktan sonra, ağlayarak, “Merak<br />

etme sevdiğim, az sonra kavuşacağız ve sonsuza dek<br />

bu çınarın oyuğu yuvamız olacak. Bu çınar var oldukça<br />

sevdamız sonsuza dek yaşayacak.” demiş. Daha sonra<br />

belinden çözdüğü kuşağının bir ucunu çınarın bir dalına,<br />

diğer ucunu da boynuna geçirerek canına kıymış.<br />

Ne aşk ama değil mi? Kim bilir bu şekilde daha nice efsane<br />

daha var Anadolu’da. Kim bilir ne kadar unutuldu.<br />

Bunlar aslında ne kadar zengin bir coğrafyada olduğumuzun<br />

en bariz göstergesi.<br />

Bu arada söylemeyi unuttum, Gölyazı’nın eski adı Apolyont<br />

imiş. Farklı yerlerde Apolyont diye görürseniz şaşırmayın.<br />

Önümüzdeki ay farklı bir yerle buluşmak dileğiyle.


FELSEFE<br />

CEMİL SENA’DA YENİ AHLÂK ARAYIŞI *<br />

“BÜYÜK ADAM KENDİ KALBİNİN MİSAFİRİDİR, BAŞKA GÖNÜLLERİN EV SAHİBİDİR.”<br />

Osmanlı’nın son döneminde Batı’ya yönelişle birlikte Bahâ<br />

Tevfik, Abdullah Cevdet, Celal Nuri gibi aydınların öncülüğünde<br />

yeni bir ahlâk arayışı başlamıştır. Bu arayışın iki temel<br />

özelliği vardır: Birincisi dinî değerleri esas alan geleneksel<br />

ahlâkın eleştirisi, ikincisi ise tercümeler yoluyla dinden bağımsız<br />

pozitivist ve hümanist bir ahlâk oluşturma çabasıdır.<br />

Akıl, ilim, kültür, millî vicdan, medeniyet gibi unsurların ahlâkın<br />

esası kabul edildiği bu yaklaşımın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e<br />

intikal sürecindeki önemli temsilcilerinden biri de<br />

Cemil Sena’dır (ö. 1981). Bilhassa geleneksel ahlâk algıları<br />

ile Kant’ın “iyilik” ilkesinden hareketle ortaya konmuş ahlâk<br />

anlayışının modasının geçtiği, iyi ve kötünün ne olduğunu<br />

bilimler, fenler ve maarifin belirleyeceği görüşünü ileri süren<br />

Bahâ Tevfik’le benzer görüşlere sahip olan Cemil Sena ahlâkı,<br />

fertlerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen birtakım kolektif<br />

kurallar olarak görür. Bu kuralların gerçek amacı anarşiye,<br />

tepkiye, saldırganlığa engel olmak ve insanların güven, dirlik<br />

ve düzen içinde birlikte yaşamalarını sağlamaktır. Bu açıdan<br />

ahlâk, toplumsal sözleşme gereği, toplum fertlerinin karşılıklı<br />

bağlılaşmasını açıklayan değerler mecmuası ve karşılıklı insan<br />

etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir vâkıadır. Cemil Sena<br />

buradan hareketle geleneksel ahlâkı eleştirerek yerine laik<br />

bir ahlâk anlayışı önerir. Sena’nın muhtelif eserlerinde ve<br />

çeşitli mecmualarda kaleme aldığı yazılarında “yeni ahlâk,<br />

makine ahlâkı” şeklinde dile getirdiği ve daha çok pozitivizmin<br />

etkisinde olduğu anlaşılan bu ahlâk, “geleneksel” denilen<br />

İslâm’a özgü ahlâktan farklı, metafizikten kopuk; bilimsel<br />

çalışmalar ve sosyolojinin verileriyle tanımlanan bir mahiyet<br />

arz etmektedir.<br />

Sena, bilim ve felsefenin pozitif anlayışlarının fertlerde var<br />

olan kutsal düşünce ve inançları sarsmaya ve değiştirmeye<br />

başladığını, sosyal değerlerdeki değişimle birlikte “yeni bir<br />

ahlâk”ın doğmasının da kolay hale geldiğini belirtir. Klasik ahlaka<br />

eleştirisini, “Gelenek halinde yaşatılmak istenen dogmatik<br />

ve dolayısıyla iskolastik ahlâklara uymanın imkânı yoktur.”<br />

şeklinde açıklayan Sena’nın önerisi şöyledir: “Bugün daha gerçekçi<br />

ve aksiyona bağlı bilgi ve metotlarla bunların kurduğu<br />

ahlâk kurallarına ve inançlara bağlanmakta fayda vardır.”<br />

Sena, ahlâkın kaynağının birtakım teoriler ve inançlarda aranmaması<br />

gerektiğini, filozofların birer teorik fazilet ütopyacıları<br />

olduklarını dile getirir. Örneğin felsefî ahlâk bağlamında<br />

Kant’ın ahlâkın kökenini kutsal-tanrısal bir öze yani metafizik,<br />

aşkın bir varlığa bağlaması, Sena açısından “Bilmiyorum” demekle<br />

eşdeğerdir. Çünkü ahlâkı herhangi bir metafizik varlığa<br />

bağlamak yerine, onu fert ve toplumun kendi birlik ve bütünlüğünü<br />

korumak için ortaya koyduğu kurallar olarak görmek<br />

daha tutarlıdır. Sena’nın bakış açısıyla geleneksel ahlâk çağın<br />

bilimsel verileriyle uyuşmamakta ve çağın sorunlarına cevap<br />

verememektedir. Sena’ya göre, değişen şartlara uygun yeni<br />

bir ahlâkın ortaya konulması zorunlu hale gelmiştir.<br />

Sena, ahlâkın kaynağı olarak birtakım ahlâk teorilerini ve itikatları<br />

değil, hayat savaşında kazanılan toplumsal itiyat ve<br />

düşüncelerin doğurduğu cemiyet hayatının ferde emrettiği<br />

şuurlu ve şuursuz tesirleri göstermişti. Onun işaret ettiği bir<br />

diğer nokta ise bütün ahlâkî değerlerin ulusun buluncunda<br />

(vicdanında) gizli halde olduğu düşüncesidir.<br />

*Ahmet Çapku’nun “Cemil Sena’da Yeni Ahlâk Arayışı” adlı makalesinden derlenmiştir.


37<br />

OTOPARKLAR<br />

ARTIK NEFES<br />

ALACAK...<br />

Cvsair, tüm kapalı otopark alanları için<br />

araçlardan çıkan kirli gazları ve olası bir yangın<br />

durumunda oluşan tehlikeli dumanı tahliye eden<br />

optimum sistemleri dizayn eder, bu tasarımlara<br />

uygun ürünlerin üretim ve satışını yapar.<br />

www.cvsair.com.tr +90 216 417 12 48<br />

ARMADA ALIŞVERİŞ VE İŞ MERKEZİ, CROWNE PLAZA, ÖNAY GARDEN RECIDENCE, SİNPAŞ İSTANBUL SARAYLARI, ACIBADEM BODRUM HASTANESİ, AIRPORT<br />

PLAZA OFİS MERKEZİ, ARMADA AVM OTOPARK, ASTAY 16/9 REZİDANS, SİNPAŞ BOSPHORUS CITY, MERİNOS ÇARŞAMBA OTOPARK, TRİO ÖĞRENCİ YURDU,<br />

HANE PLUS REZİDANS, ANADOLU ADLİYE SARAYA, FER YAPI İSTWEST REZİDANS, KENT PLUS CENTRIUM REZIDANS, METROCITY AVM OTOPARK<br />

BLUE BOUTIQUE KONUTLARI REZIDANS, ÖNAY GARDEN REZIDANS, RADISSON BLU HOTEL, SELÇUKLU KONGRE MERKEZİ, SİNPAŞ LİVA REZİDANS,<br />

SİNPAŞ AQUACITY 2010, TERRACITY AVM, HAN PLUS, UMA PRESTİJ KONUTLARI, UMİ PLAZA İŞ MERKEZİ, VELEDROM SPOR<br />

SALONU, YTÜ TEKNOPARK OTOPARK, KENT PLUS NEWPORT REZİDANS, BÜYÜK ARENA SPOR SALONU, MAR G PLUS REZIDANS


GEZİ<br />

AVRUPA’NIN EN RENKLİ KÜLTÜR<br />

BAHÇELERİNDEN BİRİ: MADRİD


39<br />

Edificio Metropolis’in süslü kubbesi<br />

Fuente de Cibeles<br />

Plaza de Colon<br />

Dali Madrid<br />

Barajas havaalanı<br />

İSPANYA’NIN başkenti Madrid,<br />

İber Yarımadası’nın ortasında deniz<br />

seviyesinden 646 m. yükseklikteki<br />

Castillian düzlüğünde kurulmuştur.<br />

Madrid, 1.020 km²’lik yüzölçümüyle<br />

İspanya’nın en geniş kenti, yaklaşık<br />

3 milyonu aşan nüfusuyla da Avrupa<br />

Birliği’nin Londra ve Berlin’den<br />

sonra 3. büyük şehridir. Bankacılık<br />

ve endüstrinin kalbi Madrid, iş<br />

dünyasının ve bölge ulaşım ağının<br />

odak noktası -Barajas Havaalanı<br />

İber Yarımadası’nın merkezi ulaşım<br />

yeridir- kamu yönetiminin, hükümetin<br />

ve İspanya Parlamentosu’nun<br />

merkezi konumundadır.<br />

Avrupa kıtasının en solunda, İber<br />

yarımadasının ortasındaki platoya<br />

kurulu Madrid kenti dünyanın<br />

en serüven düşkünü insanlarının<br />

yaşadığı bir memleketin başkenti de<br />

sayılabilir. Amerika buradan yola çıkılarak<br />

keşfedildi. Dünyanın en uzun<br />

yaşayan diktatörü Franko, Madrid’te<br />

egemenliğini sürdürdü. Tam 30 yıl...<br />

Zil, Şal ve Gülüyle... boğa güreşleri<br />

ve flamenko danslarıyla, tatlı futbol<br />

çılgınlığıyla, büyük tarihi saltanat<br />

çalkantılarıyla Madrid, Avrupa’nın en<br />

renkli kültür bahçelerinden biri.<br />

Renkli eğlencelerin merkezidir.<br />

İspanyol krallığının sahip olduğu<br />

gücü ve ihtişamı yansıtan yapıtlar<br />

bu kenti daha da görkemli kılar.<br />

Bourbon hanedanına ev sahipliği<br />

yapan iki bin sekiz yüz odalı saray<br />

bunun en açık göstergesidir. Las<br />

Ventas Boğa Güreşi Arenası ise ünlü<br />

mekanlarından biridir sadece. Dünyanın<br />

en büyük sanat müzelerinden<br />

olan Prado ile Botanik Bahçeleri de<br />

yoğun ilgi çeken alanlardan biridir.<br />

Uzun, keyifli Madrid akşamlarında<br />

ispanyol yemekleri, barlarında sabahlara<br />

kadar eğlence ve flamenko<br />

ile geçen uzun geceler...<br />

Sanat, Avrupa ruhu, müzik, Latin<br />

dilleri, şarap, Don Kişot, modernizm<br />

ve de mimari Madrid’in kısa bir özeti<br />

diyebiliriz. Madrid’de Avrupa’nın en<br />

önemli avlularından biri olan Plaza<br />

Mayor’a doğru kargacık burgacık<br />

sokaklarda ilerlerken, çok renkli ama<br />

çok uyumlu bir tabloya girmiş gibi<br />

olursunuz.


GEZİ<br />

MADRİD’İN GURUR TABLOSU: PRADO MÜZESİ<br />

Dünyada müze deyince akla önce Louvre,<br />

sonra Ermitaj geliyorsa, bu ikisi arasından<br />

başını uzatmaya değer görkemde bir üçüncüsü<br />

olarak Madrid’deki Prado’yu eklemeli. Prado<br />

Ulusal Müzesi, Batı resminin simge eserlerini<br />

barındırmasıyla, haklı olarak, bugün her İspanyol<br />

için bir gurur kaynağı. Dünyadaki pek<br />

çok muadili gibi, pazartesileri kapalı, pazarları<br />

ise ücretsiz olan Prado’nun görmek istediklerinize<br />

bağlı olarak farklı farklı girişleri<br />

mevcut. Jeronimos kapısından içeri girmeniz<br />

şiddetle tavsiye edilir.<br />

Ancak bir şekilde biletli bir güne denk<br />

geldiyseniz, o halde sabır taşı çatlatan bilet<br />

kuyruğunu kestirmeden yarmanın tek yolu<br />

online bilet almak. Müzenin resmi sitesi www.<br />

museodelprado.es bu konuda size yardımcı<br />

olacaktır. Site kaç saatlik bir ziyaret planladığınıza<br />

bağlı olarak size alternatif tur önerileri<br />

de sunuyor. Ama doğrusu, yukarıda adı geçen<br />

müzelerle birlikte Prado’nun hakkını gerçek<br />

anlamda vermek istiyorsanız, birkaç haftanızı<br />

Madrid’e feda etmek zorundasınız. Bir iş<br />

gezisi için Madrid’de olduğunuz düşünülürse<br />

de belli eserleri görmek için en az 3 saatinizi<br />

ayırmanız gerekiyor.<br />

İspanya’da her şey biraz şansa da<br />

bağlıdır. Dışarıdan hoş görünmeyen bir yer<br />

size bir geceliğine inanılmaz fiyatlara mal<br />

olabilir. Dükkanlar öğleden sonra genellikle<br />

kapalıdır ama o bile şehrine ve de bölgeye<br />

göre değişir, bir şey için herhangi bir standart<br />

belirlemek imkansızdır. Her şey Madrid’<br />

de muhitlere ve caddenin önemine bağlı<br />

olarak fiyat değiştirir, insanın gözünü yanıltacak<br />

derecede ihtişamlı görünmemelerine<br />

rağmen. Bir müzenin bileti 15 Euro iken, çok<br />

daha önemli bir müzenin giriş bileti 5 Euro<br />

olabilir..<br />

Madrid’te herkes aynı anda yemek<br />

yer, işe gider yada siesta yapıp öğleden<br />

sonranın keyfini çıkarır... Yemek, İspanyol<br />

kültürünün en önemli göstergelerinden biri<br />

sayılabilir.<br />

İspanya’nın zengin alternatifleriyle<br />

lezzetli ama hep kendi kültürünün özünü<br />

taşıyan damak tadına sahip bir mutfağı<br />

vardır... Kendi özünden ve de tarihinden<br />

öylesine emindir ki bir öğleden sonra<br />

oturduğunuz herhangi bir kafede inanılmaz<br />

hızlı bir İspanyolca’yla dünyayı kurtarmaya<br />

çalışan insanlar arasında bulursunuz kendinizi.<br />

Zaman kavramı altüst olmuş gibidir bu<br />

kentte. Öğleden sonraki uykularla geceleri<br />

uyumayan bu kentin gecenin geç saatlerine<br />

özgü coşkusu ve dayanılmaz çekiciliği arasında<br />

yiter gider insan. Kendi zamanlarını<br />

kendileri dokur.<br />

Sıcak Akdeniz karakteri taşıyan İspanyollar<br />

çevrelerindeki olaylarla<br />

fazlasıyla ilgilidir. Şehrin boylu boyuna<br />

uzanan labirent sokakları dışarıdaki dünyaya<br />

insanları hakkında hiçbir ip ucu vermez.<br />

İnanılmaz bir kültürü olan ve güçlü bir Katolik<br />

İspanya’nın ruhu her yerde hissedilir;<br />

ama iyi bir gözlemciyseniz görürsünüz Madrid’i<br />

ve insanların ruhunu. Geniş ve tertemiz<br />

bulvarları, güzel ve aydınlık binalarıyla<br />

Madrid’te hemen hemen her köşe başında,<br />

kaldırımlara taşan midyecisi, kokoreççisi,<br />

kızarmış kalamarcısı, payellacısı (deniz<br />

ürünlü pilav) kentin rahatlığını ve kolaylığını<br />

anlatır sanki. İsterseniz bir kese kağıdına<br />

sarılan küçük kızarmış balığı yiyerek de<br />

dolaşabilirsiniz sokaklarında.. Yemeklerin<br />

eşsiz tatları, minik tadımlık mezeler her an<br />

elinizin altındadır.<br />

Madrid büyük bir Avrupa kenti olduğu<br />

halde doğu (Arap) ile batı sentezini kotarmış<br />

bir kenttir. Emevi Uygarlığının yansımaları<br />

El Greko, Velaskes, Picasso, Dali gibi ünlü<br />

ressamların ve Gaudi gibi mimarların bu<br />

uygarlıktan ışık aldıkları besbellidir.<br />

ŞEHRİN TARİHİ<br />

Madrid’i Romalılar kurmuştur. Kesin<br />

dönem bilinmese de 3. ve 5. yüzyıl arasına<br />

tarihlenir. Madrid’i 10. yüzyılda Magerit<br />

adıyla bir Müslüman Merkezi olarak görürüz.<br />

16. yüzyılda şehir İspanyol İmparatorluğu’nun<br />

başkenti olur. Burası 17. yüzyılda<br />

Cervantes, Lope de Vega ve Calderon gibi<br />

yazarların yaşadığı bir entelektüeller kenti<br />

haline gelmiştir. 18. yüzyılda kültür hayatı<br />

en üst seviyededir. 1808-1813 yılları<br />

arasında Napolyon tarafından ele geçirilen<br />

Madrid, yönetimin tekrar İspanya’ya<br />

geçmesinin ardından 20. yüzyıla kadar<br />

toparlanamamıştır.


41


GEZİ<br />

1931 yılında kurulmaya çalışılan demokratik<br />

rejim 1936 -1939 yılları arasında<br />

iç savaşla kesintiye uğramıştır.<br />

(Hemingway ‘in “ For whom the bell<br />

tolls “ - Çanlar kimin için çalıyor - eseri bu<br />

iç savaşı anlatır.) İspanya bugün 2.Dünya<br />

savaşı sonrası kurulan monarşik sistemle<br />

idare olunmaktadır.<br />

ULAŞIM<br />

İspanya Avrupa’nın en fazla ziyaret<br />

edilen ülkesidir. Ülkeye ulaşım Avrupa’nın<br />

herhangi bir yerinden oldukça kolaydır.<br />

Hava, kara ve demiryolu ulaşım sistem ve<br />

hizmetleri oldukça gelişmiş bir seviyededir.<br />

Eğer İspanya’ya Avrupa dışından gelmeyi<br />

düşünüyorsanız en rahat ve diğer sistemlerle<br />

karşılaştırıldığında en ucuz ulaşım<br />

havayoludur.<br />

Havaalanına geldikten sonra eğer bir paket<br />

program dahilinde seyahat ediyorsanız<br />

sizi isteğiniz dahilinde bir vasıta karşılayacak<br />

ve otele transferinizi gerçekleştirecektir.<br />

Eğer seyahatinizi kendi başınıza yapıyorsanız<br />

havaalanı servisleriyle belli noktalara<br />

metro veya en yakın tren istasyonuna<br />

gidebilir oradan da otelinize ulaşabilirsiniz.<br />

Barajas Havaalanından taksi ya da otobüsle<br />

şehir merkezine gitmek 20 dakika kadar sürer.<br />

Havaalanı otobüsleri Uluslararası Terminal<br />

1’ den kalkarak Plaza de Colon’a giderler.<br />

Havaalanından Puerta Del Sol’e (Madrid<br />

merkeze) taksi ile giderseniz yaklaşık 26<br />

Euro civarında bir ödeme yapabilirsiniz.<br />

Puerto Del Sol’den IFEMA (Fuar Merkezi) ise<br />

yaklaşık 22 Euro’dur. Havaalanındaki metro<br />

istasyonu da Madrid’in herhangi bir yerine<br />

gitmek için en kolay ve en hızlı yoldur.<br />

Şehir içi ulaşımda metro, otobüs ve<br />

tren kolaylıkla bir yerden bir yere gitmenizi<br />

sağlar. 24 saatlik Madrid Visit Card ile metro<br />

ve otobüsü 5 Euro karşılığında istediğiniz<br />

kadar kullanabilirsiniz.<br />

GEZİLEBİLECEK YERLER<br />

İspanya’nın bazı kentleri ülkenin başkentinden<br />

çok daha fazla tarihi ve turistik<br />

unsur barındırıyor olsa da Madrid’in büyüleyici<br />

arkeolojik yapısı bambaşkadır. Kentte<br />

gezmeniz gereken müzeler, sanat galerileri<br />

ve tarihi yapılar sizleri bekler. Yani genel<br />

kanının aksine Madrid sadece kırmızı şarap,<br />

güneş ve alışverişten ibaret değildir.<br />

Tarihi mabetleri ve arkeolojik görüntüsüyle<br />

Madrid, kozmopolit ve insanın aklını<br />

başından alan bir yapıya sahiptir.<br />

Puerto del Sol: Madrid’e ister yalnız<br />

isterse bir grupla gidin öncelikle bulmanız<br />

gereken nokta Puerto del Sol’dur. İspanya’nın<br />

resmi olarak merkezi kabul edilen<br />

nokta Puerto del Sol ‘deki belediye binasının<br />

önündedir.<br />

Tam karşınızda, biraz dikkatli bakarsanız<br />

ağaca dayanmış bir ayı heykeli göreceksiniz<br />

ki bu heykel Madrid şehrinin amblemidir.<br />

Artık İspanya’nın ortasını bulduğunuza göre<br />

bu noktayı kendinize referans kabul edip<br />

buradan çeşitli yönlere açılan ana caddeler<br />

üzerinde yapacağınız kısa yürüyüşler gün<br />

bitiminde şehri tanımanızı sağlar. Ama fazla<br />

vaktiniz yoksa sadece en popüler yerleri<br />

gezmek istiyorsanız kolayca elde edebileceğiniz<br />

bir şehir planıyla aşağıdaki yerleri<br />

ziyaret edebilirsiniz.<br />

Opera’dan Campo del Moro parkını<br />

arkamıza alıp Plaza Mayor’u Puerta del Sol<br />

meydanına bağlayan Calle Mayor caddesinde<br />

yürüyebilirsiniz. Bu caddelerdeki<br />

görkemli yapılar, çatılarda yer alan kule ve<br />

heykeller çarpıcıdır. Calle de Atocha caddesi<br />

ise bizi Atocha Garına götürür. Avrupanın<br />

en güzel iki istasyonundan biridir. (Paris’de<br />

müze olarak kullanılan D’Orsay istasyonu ile<br />

birlikte.) 1851 yılında Gustav Eyfel tarafından<br />

yapılmış 2004 yılında 89 kişinin öldüğü<br />

bombalı terör eylemine mekan olmuştur.<br />

Cervantes’in başkenti Madrid’de, 1778<br />

yılında III. Carlos’un kral olarak şehre girişini<br />

onurlandırmak üzere inşa edilen Alcala Kapısını<br />

ve Toledo Kapısını gece görmenizi öneririz.<br />

Plaza Mayor: Kentin en önemli tarihi<br />

yapıtıdır. Bu meydan Madrid’in merkezinde<br />

yer alır. Kare bir avlu etrafında düzenlenmiş<br />

136 binadan oluşur. 1619 yılında krallığa<br />

prestij sağlayacak bir alış-veriş merkezi<br />

olarak inşaa edilmiştir. Hala çeşitli dükkan<br />

ve atölyelerden oluşan oldukça güzel<br />

bir ortama sahiptir. Ayrıca bu açık avluda<br />

binada yer alan 437 balkondan da seyredilen<br />

boğa güreşi gibi geleneksel oyunların<br />

yanı sıra kraliyet ailesine ait düğün<br />

törenleri yapılmaktaymış. Bugün de çeşitli<br />

yerel festivallerde bu alan kullanılmaktadır.<br />

Alanın ortasında Kral III. Philip’in at üzerinde<br />

heykeli yer almaktadır.<br />

Plaza Mayor’da vereceğiniz bir kahve<br />

molasının ardından Madrid’in 17. yüzyıldaki<br />

merkezine doğru ilerleyebilirsiniz.<br />

… Prado, Madrid’in en merkezi semtlerinden<br />

birinde, Paseo del Prado’da konuşlanmış durumda.<br />

Üstelik kendisini mükemmel tamamlayan bir grup<br />

kardeş müzeyle de komşu.<br />

Reina Sofía Müzesi, Thyssen-Bornemisza Müzesi,<br />

Buen Retiro ve Arkeoloji Müzesi bir nevi Prado’nun<br />

teferruatları. Ve açıkçası onların varlığı Prado’nun<br />

da değerini artırıyor.


43<br />

Ayrıca burada şehrin en eski binalarını<br />

“Casa de Cisneros”u görebilirsiniz.<br />

Palacio Real: 18. yüzyılda Bourbon’ların (<br />

yönetimdeki aile) idare binası.<br />

Calle de Bailen’de, Puerto del Sol’den,<br />

Calle Mayor’u izleyerek, cadde bitiminde<br />

güneye döndüğünüzde çıkarsınız.<br />

Retiro Park Alcala Gate’i geçtikten sonra<br />

sağ kolda yer alır. 12 hektarlık bir alan<br />

üzerine kurulmuştur. 17. yüzyılda Retiro<br />

Sarayı’nın bir bölümü olarak düzenlenmiştir.<br />

İspanya iç savaşı sırasında oldukça hasar<br />

görmüşse de park içindeki bitkiler, çeşmeler,<br />

havuzlar, anıt ve heykeller ve bahçe<br />

düzenlemeleri görülmeye değerdir.<br />

Grand Via: Madrid’in tarihi dokusu içine<br />

yerleşmiş en popüler alış-veriş caddesidir.<br />

Şehrin kuzeyindedir.<br />

Plaza de Colon: 1885 yılında Arturo<br />

Melida tarafından düzenlenmiş bir bahçe<br />

ve kültür merkezi kompleksidir. Alanın ön<br />

tarafında oldukça yükseltilmiş bir kaide<br />

üzerinde Columbus keşiflerini İspanyollara<br />

sunuyor gibidir.<br />

Plaza de Espana: Kentin en yoğun caddelerinden<br />

biridir. Resmi binaların bir çoğu<br />

bu cadde üzerindedir. Ayrıca Cervantes<br />

Anıtı da, bu doku içinde yine yel değirmenlerine<br />

savaş açmış iki kahramanıyla<br />

yer almaktadır. Cervantes denince ilk akla<br />

gelen Don Kişot. Roman kahramanlarının<br />

İspanya Meydanında bulunan heykelleri<br />

ise ilgi çekicidir.<br />

Kent merkezindeki Arap Duvarı (Muralla<br />

Arabe) Ortaçağ’ın ilk yıllarında Madrid’i yöneten<br />

Müslümanlar tarafından yaptırılmıştır.<br />

Yazın, tiyatrodan müzik şovlarına çok sayıda<br />

organizasyona ev sahipliği yapmaktadır.<br />

La Latina’da bulunan Basilica de San<br />

Miguel (Bazilika) dört erdemi temsil eden<br />

heykeller ve Justo ile Pasto’nun kabartmalarını<br />

bulunduran dini bir abidedir.<br />

Museo Nacional Centro de Arte Reina<br />

Sofia Madrid’in diğer bir ünlü sanat galerisidir.<br />

Galeride Pablo Picasso, Joan Miro, Juan<br />

Gris, Salvador Dali gibi sanatçıların eserlerini<br />

görebilirsiniz.<br />

KÜLTÜR VE EĞLENCE<br />

Çok sayıda tiyatro, sinema, müzik, opera,<br />

dans merkezi ile sanat ve edebiyat eğitim<br />

kurumlarının varlığı Madrid’in kültürel<br />

zenginliğini yansıtır. Kentte çok sayıda sergi<br />

bulunur. İspanyol Flamenko dansı ve jazz<br />

müziği kentin kültürel yapısının en önemli<br />

yapı taşlarındandır. Ayrıca boğa güreşleri de<br />

kentin bilinen kültürel bir etkinliğidir.<br />

Madrid’in her gecesi gün doğuşuna<br />

kadar yaşanır. Gece mekanlarının çoğu<br />

sabahın erken saatlerine kadar açıktır. Gece<br />

yaşamının kenti olarak anılan Madrid’deki<br />

bütün eğlence mekanlarını sıralamak pek<br />

de mümkün değildir. Kentte bulunan eğlence<br />

mekanlarının çoğu Flamenko’nun yaşandığı<br />

yerlerdir. Bu yerler sadece canlı müzik<br />

sunmakla kalmaz, isteyenlere Flamenko<br />

dansını tecrübe etme imkanı da sunar.<br />

Ayrıca, Madrid çok sayıda spor ve<br />

dinlenme aktivitesi için elverişli bir kenttir.<br />

Kentte bulunan bisiklet yolları, koşu alanları,<br />

halka açık yüzme havuzları ve at biniciliği<br />

imkanları, bu tür aktivitelerin yaygın olduğu<br />

bir kentte olduğunuzu anlatır.<br />

Tüm bunların dışında klasik müzik,<br />

tiyatro ve sinema gösterilerini izleyebileceğiniz<br />

gibi, futbol, boğa güreşleri de Madrid’i<br />

tanımak açısından size yardımcı olabilir.<br />

YİYECEK & İÇECEK<br />

Madrid uluslararası bir mutfağa sahiptir.<br />

İspanyol göçmenler de kentin mutfak<br />

kültürünü oldukça zenginleştirmiştir.<br />

Kentin her noktasında geniş menüye sahip<br />

mekanlar bulmanız mümkündür. Muhteşem<br />

“Ölümsüz gençliğin şövalyesi,<br />

ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,<br />

bir temmuz sabahı fethine çıktı<br />

güzelin, doğrunun ve haklının<br />

önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,<br />

altında mahzun, fakat kahraman Rosinant<br />

bilirim,hele bir düşmeye gör hasretin hâlisine<br />

hele bir de, tam 1 okka dört yüz dirhemse yürek,<br />

yolu yok, don kişot’um benim,<br />

yolu yok, yel değirmenleriyle dövüşülecek. “<br />

Nazım Hikmet<br />

tapa (farklı lezzetlerin oluşturduğu aperitifler)<br />

çeşitleri, hem ulusal hem de kent<br />

mutfağının geleneksel parçalarıdır. Ayrıca,<br />

kent mutfağında deniz ürünleri de oldukça<br />

popülerdir.<br />

Madrid, kent mutfak kültürüne özgü<br />

popüler yemekleriyle de meşhurdur. Cocido<br />

madrileno (sebzeli nohutlar), besugo al<br />

horno (fırında sarkos), tortilla de patatas<br />

(patates omleti), sopa de ajo (sarımsak çorbası)<br />

ve caracoles (salyangoz türleri) , klasik<br />

kent mutfağından birkaç örnektir.<br />

İspanya da genellikle 4 öğün yemek<br />

yenilir :<br />

Kahvaltı, öğle, akşam ve gece yemeği...<br />

Bu öğünlerden kahvaltı ve akşam<br />

yemeklerini bir kenara bırakabiliriz. Asıl<br />

olan öğle ve gece yemekleridir...Öğle<br />

yemeği günün ana yemeğidir. Akşam yemeği<br />

bu Akdeniz ülkesinde 22:00 - 23:00<br />

saatleri arasında yenir ama esas amacı<br />

ardından dolu dolu yaşanacak geceye bir<br />

tür hazırlık olması. Çünkü herkes geceyi<br />

beklemektedir.


GEZİ<br />

ALIŞVERİŞ<br />

Alışveriş denince akla gelen şehirlerden<br />

biri de Madrid’tir. El sanatı mağazaları,<br />

büyük mağazalardan eski ve yeni moda alışveriş<br />

merkezlerine kadar hemen hemen her<br />

şeyi bulabileceğiniz alternatifi bol mekanlar<br />

bulunmaktadır.<br />

Kent merkezindeki Adolfo Dominguez<br />

modern tasarımlarıyla dikkati çeker. Gece<br />

elbiseleri, klasik giysiler, renkli ve canlı<br />

tasarımlar burada mevcuttur.<br />

Chueca’da yer alan Amore e Pisque lüks<br />

ve moda temelli koleksiyonuyla hizmet<br />

sunan bir mekandır. Dolce&Gabbana ve<br />

Gaetano Navarro gibi ünlü markalar burada<br />

bulunur.<br />

Calle Goya, Calle Serrano, Calle Almirante,<br />

Calle Ortega y Gasset ve Calle Fuencarral,<br />

kentin ünlü alışveriş caddelerindendir.<br />

El Rastro La Latino metro durağından<br />

Calle de la Libera de Curtidores boyunca<br />

Pazar sabahları 08:00- 14:00 arası devam<br />

eden ve Mercado de Monedas y Sellos<br />

Plaza Mayor’da sadece pazarları kurulan,<br />

Madrid’in en iyi pazarlarından iki tanesidir.<br />

OTELLER<br />

TRYP CAPITOL<br />

Adres:Gran Via 41,28013<br />

Tel:91 521 83 91<br />

tryp@trypnet.com<br />

Gran Via’nın keşmekeşinin tam ortasında,<br />

Plaza Callao’nun bitişiğinde yer alan bu otel,<br />

Madrid’in en ilginç mimariye sahip modern<br />

yapılarından birinde hizmet verir. Odalar<br />

1998’ de yenilenmiştir.<br />

REGİNA<br />

Adres: Calle de Alcala 19, 28014<br />

Tel: 91 521 47 25<br />

Bu modern otelin Calle de Alcala üzerinde,<br />

Real Academia de Bellas Artes’in yanında ve<br />

Puerta del Sol’un hemen yakınında, şık bir<br />

yeri vardır.<br />

GALIANO<br />

Adres: Calla de Alcala Galliano 6, 28010<br />

Tel: 91 319 20 00<br />

Plaza deColon’un bir blok batısında Neo-<br />

Klasik bir yapıda hizmet veren bu küçük ve<br />

farklı otelin odaları geniş ve rahattır.<br />

RESTORANLAR<br />

LA BOLA<br />

Calla de la Bola , Tel: 91 547 69 30<br />

Kırmızı tonlarının hakim olduğu bu küçük<br />

taberna 200 yıl önce kurulmuştur ve<br />

1873’ten beri müşterilerine Madrid’in en iyi<br />

cocido’sunu sunmaktadır.<br />

EL SOBRINO DEL BOTIN<br />

Calle de los Cuchilleros 17,<br />

Tel: 91 366 42 17<br />

1725’te kurulan bu taberna birçokları<br />

tarafından Madrid’in en iyi restoranlarından<br />

biri olarak gösterilir. Geleneksel Kastilya<br />

yemeklerinin sunulduğu ve bir zamanlar<br />

yazar Ernest Hemingway’in de müdavimi<br />

olduğu tabernanın spesyali kızarmış kuzudur.<br />

EL AMPARO<br />

Callejon de Puigcerda 8 Tel: 91 431 64 56<br />

Sizi yıldızların arasına alan cam çatısıyla<br />

Madrid’in belki de en güzel restoranında<br />

sunulan yeni Bask Mutfağı’nı ıstakoz<br />

ve maydona yağıyla yapılan ton balığı<br />

mousse’uyla deneyebilirsiniz.<br />

EK BİLGİ VE HİZMETLERİ<br />

TÜRKİYE BÜYÜKELÇİLİĞİ<br />

Calle Rafael Calvo 18-2 AYB Madrid 28010<br />

Tel: 91 319 80 64 – 91 319 82 97<br />

MADRID BARAJAS<br />

HAVALİMANI DANIŞMA<br />

Tel:91 305 83 48<br />

ŞEHİR TURİZM DANIŞMA BÜROSU<br />

Plaza Mayor 3<br />

Tel: 91 366 54 77<br />

ACİL TELEFONLAR<br />

Polis, Ambulans,İtfaiye<br />

Tüm acil durumlarda: 112<br />

GEZİ VE TUR<br />

MADRID VISION BİLGİ MERKEZİ<br />

Plaza de Canova del Castilo (Prado Müzesi<br />

karşısı)<br />

Tel: 91 765 10 16<br />

www.madridvision.es<br />

Tüm gün boyu istenildiği kadar iki ayrı hatta<br />

inip binerek tüm Madrid’i gezebilirsiniz.<br />

Kırmızı Hat üzerinde 21 durak, Mavi Hat<br />

üzerinde 15 durak yer almaktadır.


45<br />

clean<br />

for a<br />

future<br />

JETFAN<br />

SYSTEMS<br />

All indoor parking spaces on the design the optimal<br />

system for which the dirty gas and evacuation of<br />

dangerous fumes from the vehicle in case of a fire.<br />

www.cvsair.com.tr<br />

216<br />

417 12 48<br />

/cvsairtr


MODA<br />

HATİCE GÖKÇE<br />

ANADOLU MEDENİYETLERİNİN İZİNDE MODA<br />

TASARIMININ SONSUZLUĞUNU KEŞFEDİYOR!<br />

Trans, Kara Karga, Jön Türkler ve Gılman koleksiyonlarıyla moda tutkunlarına<br />

alışılmışın dışında bir kavrayış ve görsel bir şölen sunan Avangard tasarımcı Hatice<br />

Gökçe, bu kez “The Leather Age - Anatolia ∞” adlı projesinde yer alan<br />

16 tasarımıyla, Anadolu medeniyetlerinden aldığı ilhamı deri yüzey üzerinden<br />

moda tutkunlarıyla paylaşıyor ve çok yönlü bir moda pratiği başlatıyor.<br />

Trans, Kara Karga, Jön Türkler<br />

ve Gılman koleksiyonlarıyla moda<br />

tutkunlarına alışılmışın dışında bir<br />

kavrayış ve görsel bir şölen sunan<br />

Avangard tasarımcı Hatice Gökçe,<br />

bu kez “The Leather Age - Anatolia<br />

∞” adlı projesinde yer alan 16<br />

tasarımıyla, Anadolu medeniyetlerinden<br />

aldığı ilhamı deri yüzey<br />

üzerinden moda tutkunlarıyla<br />

paylaşıyor ve çok yönlü bir moda<br />

pratiği başlatıyor.


47<br />

ticari kaygılarından uzak, tasarım sürecini<br />

derinleştiren ve yücelten bir proje<br />

olarak ortaya çıkıyor.<br />

Deri Tanıtım Grubu’nun desteğiyle<br />

yola çıkan The Leather Age - Anatolia<br />

∞, her biri yalnızca deri kullanılarak<br />

oluşturulan 16 tasarımdan oluşuyor.<br />

Hitit, Lidya, Arzawa, Frig, İyon, Urartu,<br />

Asur ve Troya gibi bu topraklar üzerinde<br />

yaşamış sekiz medeniyetin yansımaları<br />

deri yüzeyinde tekrar zamanımıza<br />

taşınırken, Hatice Gökçe de geçmişin<br />

bilgisiyle günümüze ve geleceğe dair<br />

organik bir bağ arıyor.<br />

Tüm dokuların özel ışık ve sergileme<br />

teknikleriyle deriye aktarıldığı ve<br />

derinin bir ayna gibi kullanıldığı The<br />

Leather Age - Anatolia ∞, zamansız bir<br />

tasarım anlayışının parçası. Bu tasarım<br />

anlayışını kışkırtıcı tutan ise, projenin,<br />

moda endüstrisinin gelip geçici sistemi<br />

içerisinde direnç gösterebilmek için<br />

sistem dışında kendine özgü bir dil ve<br />

dünya inşa etmek güdüsü ile hareket<br />

etmesi. İşlenmiş her bir deri yüzeyindeki<br />

ayrıntıları görünebilir kılmak isteyen<br />

Hatice Gökçe, “tasarımlarla zaman<br />

geçirilebilmesi için” böylesi bir tercihe<br />

giriştiğini söylüyor. “Anı doldurma”<br />

hissiyle hareket ettiğini belirten Gökçe,<br />

tasarımların oluşum sürecinde gösterdiği<br />

konsantrasyon ve dikkati, tasarımları<br />

insanlar karşısına çıkarırken de<br />

devam ettirmek istiyor.<br />

Kendi moda tarihi içerisinde irdelediği<br />

beden, kimlik ve teslimiyet gibi<br />

kavramları, bu sefer bu topraklara ait<br />

antropolojik bir okuma ile birleştiren<br />

Gökçe, gerek içerikte, gerekse tasarımları<br />

değerlendirme süresince elini taşın<br />

altına koyuyor. Birincil amacı “giyilebilirlik”<br />

olmayan ve mevcut modanın<br />

Galası önümüzdeki aylarda İstanbul<br />

Modern Müzesi’nde gerçekleştirilecek<br />

olan The Leather Age - Anatolia ∞,<br />

moda tasarımının yalnızca defile alanına<br />

sıkıştırılmasına dair algıyı değiştirmeyi<br />

ve tasarımları yeni alanlarda, yeni<br />

okumalara açmayı amaçlıyor. Hatice<br />

Gökçe’nin Anadolu Medeniyetleri<br />

Kütüphanesi’nde geçirdiği araştırma<br />

aşamasından deri yüzeylerinin işlendiği<br />

tarihi deri atölyelerine kadar tüm<br />

sürecin seçeresi yine kendisi tarafından<br />

tutuluyor. Tasarımlarla birlikte sergilenecek<br />

bu dokümanterler, moda ve<br />

tasarımın çoklu okumalarını göstermeyi<br />

hedefliyor.<br />

İstanbul Modern Müzesi’ndeki<br />

galasından sonra dünyayı gezecek olan<br />

The Leather Age - Anatolia ∞, Tokyo,<br />

Milano gibi şehirlerde de yine aynı<br />

dikkatle, kimi zaman tasarım müzelerinde,<br />

kimi zaman açık sergi alanlarında<br />

sergilenerek mekanla ilişkiye geçecek<br />

ve modanın diğer sanat disiplinleriyle<br />

kesişim alanlarını tespit edecek.


ZİHİN JİMNASTİĞİ<br />

SORULARI ÇÖZ, ŞİRİNCE VE<br />

MATEMATİK KÖYÜ GEZİSİ KAZAN!<br />

HAZIRLAYAN: VOLKAN ZAMANOĞLU<br />

Doğru cevapları<br />

pazarlama@cvsair.com.tr<br />

gönderenler arasından kura<br />

ile belirlenecek iki kişi Şirince<br />

ve Matematik Köyü gezisi ile<br />

ödüllendirilecektir.<br />

17 8 5 5<br />

1 1 1 1<br />

8 5 21<br />

13 7 5 4<br />

1 3 5 7<br />

35 12 12<br />

6 12 6 3<br />

1 5 13 25<br />

32 28 31<br />

10 6 4 ?<br />

1 7 25 ?<br />

4 ? 18<br />

Şekilde kaç adet kare<br />

vardır?<br />

Tablodaki kurala göre soru<br />

işareti yerine gelmesi<br />

gereken sayı nedir?<br />

Tablodaki kurala göre soru<br />

işareti yerine gelmesi<br />

gereken sayı nedir?<br />

Tablodaki kurala göre soru<br />

işareti yerine gelmesi<br />

gereken sayı nedir?


Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;<br />

evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!